|
|
HİCRETİN
8.YILI
Aslında
bu gazveyi daha önce sözünü ettiğimiz gazvelerden önce zikretmemiz gerekirdi.
Fakat biz bunu büyük gazveler birbirleriyle ilgili olup ard arda gelsinler diye
geriye bıraktık.
Bu
gazve hicretin 8. yılının Cümade'l-üla (27 Ağustos - 25 Eylül 629) ayında
olmuştur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların başına Zeyd bin
Harise'yi komutan olarak tayin ederek şöyle talimat verdi: "Zeyd
öldürülecek olursa Ca'fer bin Ebi Talib, Cafer öldürülürse, Abdullah bin Revaha
başa geçsin." Bunun üzerine Cafer şöyle dedi: "Sen, bana Zeyd'i
komutan tayin edecek olursan ben bu savaşa gitmeyeceğim." Nebi: "Git,
sen bunların hangisinin daha hayırlı olduğunu bilmiyorsun" diye buyurdu.
Herkes ağlamaya başladı ve: "Ey Allah'ın Resulü, aramızda bıraksaydın ya
onları" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara cevap
vermedi. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Filan kişi
öldürülürse emir filandır" diyecek olursa kendisinden sözettiği herkes
mutlaka öldürülürdü.
Savaşa
gidecekler hazırlıklarını yaptılar. Askerlerin sayısı üç bin kişi idi.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve diğer Müslümanlar onları tevdi ettiler.
Abdullah bin Revaha ile vedalaşırken Abdullah ağladı. Çevredekiler: "Niçin
ağlıyorsun?" diye sorunca Abdullah: "Ben, dünyayı sevdiğimden veyahut
da sizinle birlikte olmayı arzuladığımdan ağlamıyorum, ağlamamın sebebi
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i okurken işittiğim şu ayettir:
''Sizİn aranızdan onun üzerinden (Cehennem üzerinden) geçmeyecek hiç bir kimse
yoktur. Bu Rabbinin üzerinde yerine getirilmiş kesin bir husustur.'' (Meryem
suresi, 72). Artık bilmiyorum, oradan geçtikten sonra nasıl
dönebileceğim?" Bunun üzerine Müslümanlar: "Allah sizinle beraber
olsun ve sağlık ve esenlikle sizleri bize geri göndersin. " deyince bu
sefer Abdullah şu beyitleri okudu:
''Bense
Rahman'dan mağfiret dilerim
Bir
de köpük attıracak şekilde bir darbe
Yahut
ölüme götüren karnı ve ciğerleri
Deşen
bir hançer yarası.
Ta
ki kabrimin yanından geçenler:
"Allah
seni doğru yoldan ayırmasın ey savaşçı" desinler
Ben
de zaten ayrılmadım''
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları tevdi edip geri dönünce Abdullah şunları
söyledi:
''Hurmalığın
yanında vedalaştığım kişiye selam olsun,
O
en hayırlı uğurlayıcı ve dosttur''
Daha
sonra ''Muan'' diye bilinen yere varıncaya kadar yollarına devam ettiler.
Heraklieos'un Bizanslılardan ve Müsta'rebe Araplarından olan Lahm, Cüzam,
Belkin ve Belli kabilelerinden müteşekkil yüz bin kişilik ordu ile kendilerine
doğru gelmekte olduğunu haber aldılar. Bu Bizans ordusunun başında Belli
Kabilesi'nden adı Malik bin Rafile olan bir komutan vardı. Müslümanlar el-Belka
diyarında ''Muab'' diye bilinen bir yerde konakladılar. Müslümanlar burada iki
gün durumlarını gözden geçirmek üzere kaldıktan sonra kendi aralarında:
"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e mektup yazalım, durumdan haberdar
edip emirlerini bekleyelim," dediler. Fakat Abdullah bin Revaha bu konuda
onları cesaretlendirerek şöyle dedi:
"Ey
kavim, Allah'a yemin ederim, muhakkak şu anda hoşunuza gitmeyen şey daha önce
arzu ederek yola koyulduğumuz şeydir. Yani bu şahadettir, biz başkalarıyla sayı
ya da kuvvetle savaşmıyoruz. Biz onlarla ancak bu din ile savaşıyoruz. O halde
kalkınız, bu (şehitlik veya gazilik demek olan) iki şeyden başkası
olmayacaktır." Hazır bulunanlar da: "Allah'a yemin ederiz doğru
söylüyor" diyerek yollarına devam ettiler.
O'nun
himayesinde yetim olarak büyüttüğü ve bu yolculuğunda yüklerinin yanına
bindirdiği Zeyd bin Erkam, Abdullah bin Revaha'nın şu beyitleri söylediğini
işitti:
''Beni
uğurlayıp eşyalarımı
Yerde
kaybolup giden sudan sonra dört gün taşırsan
Artık
istediğini yap kimse kınamaz
Geri
dönüp aileme bakmayacağım
Müslümanlar
gelip Şam bölgesinde
Beni
geçtiler o arzulanan yerde
İşte
orada aldırış etmem Altlarından tatlı su mu akar diye''
Zeyd
bu sözleri işitince ağlamaya başladı. Bunun üzerine Abdullah ona elindeki
kamçıyla dürterek: "Sana ne oluyor, niye ağlıyorsun? Allah bana şahadet
nasip edecek, sen de bu yükler arasında geri döneceksin." dedi.
Daha
sonra yollarına devam ettiler. Meşarif adı verilen Belka'nın bir kasabasının
yakınlarında Bizans ve Araplardan müteşekkil ordu karşılarına çıktı.
Müslümanlar ''Mu'te'' adı verilen bir kasabaya doğru çekildiler ve her iki ordu
orada karşı karşıya gelip savaştılar.
Müslümanların
sağ kanadının başında Kutbe bin Katade el-Uzad, sol kanatlarında ise, Ensar'dan
Abaye bin Malik bulunuyordu. Çok şiddetli bir savaşa tutuştular. Zeyd bin
Harise, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sancağıyla savaştı. Bu savaşmasına
karşı tarafın mızraklarıyla delik deşik oluncaya kadar devam etti. Daha sonra
aynı sancağı Ebu Talib'in oğlu Ca'fer aldı. O da sancak elinde olduğu halde
savaşmasına devam etti. Savaşırken şu beyitleri okuyordu:
''Cennet
ve ona yakınlık ne hoştur,
İçecekleri
ise soğuktur,
Rumlara
gelince azapları yakındır
Ahdim
var: Onlarla karşılaşırsam vuracağım diye.''
Savaş
kızışınca Cafer üzerine binmiş olduğu dor atından inerek meydana atıldı ve
atını kesti. Daha sonra da öldürülünceye kadar savaşmaya devam etti. Böylece
Ca'fer İslam tarihinde atını ilk kesen kişi olmuş oluyordu. Vücudunda çeşitli
darbe ve hançer, ok ve mızrak yarası olmak üzere 80 küsur yara tespit edildi.
Onun öldürülmesinden sonra bayrağı Abdullah bin Revaha aldı. İlerledi, önceleri
biraz tereddüt geçirdiyse de daha sonra kendi nefsine seslenerek şu beyitleri
okudu:
''Yemin
ettim ey nefs, ya isteyerek,
Savaşırsın
ya da zorlarım seni.
Herkes
ileri atılıp savaş kızışmışken
Cenneti
ne diye istemezsin?
Sen
uzunca rahat ettin
Bir
damla sudan başka nesin ki!''
Yine
şu beyitleri okuyordu:
''Ey
nefs, öldürülmesen bile öleceksin
İşte
ölünecek yere geldin
Ne
istediysen verildi sana
Önceki
iki kişi gibi yaparsan hidayet bulacaksın.''
Daha
sonra atından indi. Amcasının oğullarından birisi O'na bir parça et getirdi ve:
"Bunu al da biraz ayakta duracak hale gel, bu bildiğin sıkıntılarla
karşılaşıp durdun." Abdullah eti aldı ve ondan bir lokma sıyırırken
askerlerin bulunduğu yerden savaş gürültüleri işitince kendi kendine:
"Sen, hala dünyadasın ha?" diyerek elindekini fırlatıp kılıcını aldı
ve şehit edilinceye kadar savaşmasına devam etti.
Müslümanların
durumu oldukça zorlaştı. Düşman onların dört bir yanından etraflarını sarmış ve
saldırılarına devam ediyordu. Kutbe bin Katade bundan önce Bizans ordularında
bulunan Arapların komutanı olan Malik bin Rafile'yi öldürmüştü.
Savaşın
haberleri Allah tarafından anında Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
bildiriliyordu. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minbere çıkıp:
"Topluca namaza" diye seslenilmesini emretti. Müslümanlar bir araya
gelerek camide toplandılar. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Üç defa:
"Bu hayırlı bir kapıdır" diye buyurduktan sonra:
"Şimdi
sizlere şu anda savaşmakta olan ordunuzun haberini veriyorum: Onlar
düşmanlarıyla karşılaştılar. Zeyd şehit olarak öldürüldü. " Daha sonra
Zeyd'e istiğfar etti. Devam ederek: "Ondan sonra sancağı Ca'fer aldı.
Karşı tarafa şehit olarak öldürülünceye kadar hücum etti," diyerek O'na da
istiğfar etti ve devamla: "Daha sonra sancağı Abdullah bin Revaha
aldı." Nebi burada bir süre sustu. Öyle ki çevrede bulunan Ensar'ın
yüzlerinin rengi değişti. Ve Abdullah'tan hoşlanmayacakları bazı durumlar
ortaya çıktığını sandılar. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Abdullah da şehit olarak öldürülünceye kadar devam
etti." dedikten sonra şunları ekledi: "Bunların hepsi altından
tahtlar üzerinde Cennete götürüldüler. İbn Revaha'nın tahtında öbür iki
arkadaşının tahtına nazaran biraz değişiklik vardı. Ben, bu değişikliğin sebebi
nedir? diye sorunca, bana: Bu ikisi tereddütsüz olarak ileri atıldı. Fakat bu
biraz tereddütten sonra ileri atıldı, diye cevap verdiler." Daha sonra ibn
Revaha öldürülünce sancağı Ensardan Sabit bin Erkam alıp: "Ey Müslümanlar,
aranızdan birinizi seçiniz" dediyse de orda bulunanlar: "Biz senden
razıyız, komutanlığından razıyız" demeleri üzerine, Sabit: "Ben bu
işi yapamam," diye cevap verdi. Bunun üzerine Halid bin el-Velid üzerinde
anlaştılar. Halid sancağı aldı. Ve güzel bir savunmada bulununca düşman oradan
biraz geri çekilir oldu. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Daha sonra Allah'ın kılıçlarından birisi olan Halid bin
el- Velid sancağı aldı. insanlarla ilerledi" diye buyurdu. Bundan sonra Halid'e:
''Allah'ın Kılıcı'' adı verildi.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Dün Cafer bir grup melekle
birlikte benim önümden geçti. iki kanadı vardı ve önleri kana boyanmış
idi."
Esma
anlatıyor: "Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma geldi. Ben o
sırada işimi bitirmiş ve Cafer'in çocuklarını yıkamış, onlara kokular
sürmüştüm. Onları alıp kucakladı, kokladı ve gözleri yaşardı. Ben Ey Allah'ın
Resulü, Cafer hakkında sana bir haber mi ulaştı? diye sorunca: Evet bugün şehit
oldu, cevabını verdi. Daha sonra ailesinin yanına giderek onlara Cafer'in
ailesi için yemek hazırlamalarım emretti. "
işte
islam dininde ölü ailesi için yapılan ilk yemek budur.
Umeys'in
kızı Esma anlatıyor: "Ben, kalkıp bir şeyler yapmaya uğraşınca kadınlar
benim yanıma gelip toplandılar. Ordu geri dönüp Medine'ye yaklaştığında
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar onları karşılamaya
çıktılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdullah bin Ca'fer'i aldı
ve bineğine bindirdi. Herkes orduya toprak saçarak: ''Ey savaş kaçkınları, ey
savaş kaçkınları'' demeye başladı, fakat bunun üzerine Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): ''Hayır, bunlar kaçkın değildir. Aksine onlar inşaallah
hücum eden ileri atılanlardır.'' diye buyurdu."
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA