|
|
HİCRETİN
8.YILI
Hicretin
bu sekizinci yılında Halid bin Velid Cezimeoğullarına gazve yaptı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mekke'nin fethinden sonra Mekke çevresine
çeşitli seriyyeler göndererek halkı İslam'a davet etmelerini emretmiş,
savaşmalarını ise emretmemişti. Gönderdikleri arasında Halid bin Velid de
vardı. Onu bir davetçi olarak göndermiş bir savaşçı olarak göndermemişti.
Halid, Cezime bin Amir bin Abdu Menat bin Kinane'nin sularından birisi olan
''el-Gumaysa'' diye bilinen su kenarında konakladı. Cezime, Cahiliye Döneminde
Abdurrahman bin Avf'ın babası olan Avf bin Abdiavf ile Halid'in amcası olan
Fakihe bin Muğiyre'yi öldürmüştü. Bunlar Yemen'e ticaret amacıyla gitmiş ve
geri dönmüşlerdi. Cezime'liler yanlarında bulunan malları almış ve onları
öldürmüşlerdi. Halid su kenarına konaklayınca Cezimeoğulları silahlarını
aldılar. Bu sefer Halid onlara: "Silahı bırakınız çünkü çevrede bulunanlar
İslam'a girmiş bulunuyor." Bunun üzerine onlar da silahlarını bıraktılar.
Halid daha sonra emir vererek bunların ellerinin, kollarının bağlanmasını
istedi. Ondan sonra onlardan bir takım kimseleri kılıçtan geçirdi.
Durum
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ulaşınca, ellerini göğe kaldırıp
şöyle buyurdu: "Allah'ım, Halid'in yaptığından beri olduğumu sana
iletirim." Daha sonra Hz. Ali'yi beraberinde bir miktar mal ile birlikte
gönderdi ve onların bu durumlarını gözden geçirmesini Emretti. Hz. Ali onların
kanlarının ve mallarının bedellerini verdi. Öyle ki Hz. Ali onlara köpeğin
yaladığı yalağın bedelini bile vermişti. Sonunda yanında bir miktar kalmıştı.
Hz. Ali onlara: "Artık ödenecek bir mal veya henüz ödenmemiş bir kanınız
kaldı mı?" diye sorunca, Cezimeliler: "Hayır" dediler. Bu sefer
Hz. Ali: "Ben size geri kalan bu malı da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in adına bir İhtiyat payı olmak üzere vereceğim" deyip artan kısmı
onlara verdi. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına
geri dönüp durumdan haberdar etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de:
"İsabet ettin ve çok güzel yaptın" diye buyurdu.
Denildiğine
göre: Halid, özür beyan etmiş ve: "Abdullah bin Huzafe esSehmi kendisine
bunun Resulullah'ın emri olduğunu söylemişti." O sıralarda Abdurrahman bin
Avf ile Halid arasında bu konuda bir konuşma da geçmiş ve O'na şöyle
söylemişti: "Sen, İslam geldikten sonra bir cahili geleneğin gereğini
yaptın" Bu sefer Halid: "Ben, senin babanın intikamını aldım."
deyince, Abdurrahman da: "Yalan söyledin, ben babamın katilini
öldürmüştüm. Fakat sen amcan Fakihe'nin intikamını aldın" dedi. Sonunda
aralarında çatışma oldu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu durumu
haber alınca: "Yavaş ol, ya Halid, ashabımı rahat bırak. Allah'a yemin
ederim eğer senin Uhud Dağı kadar altının da olsa, onu Allah yolunda harcasan
yine de onlardan herhangi birisinin Allah yolunda bir sabah gidişIerinin veya
dönüşlerinin sevabına ulaşamazsın. "
Abdullah
bin Ebi Hadred el-Eslemi anlatıyor: "O günlerde ben, Halid'in askerleri
arasında idim. Genç çocukların götürdüğü bir takım deve izlerinin yukarı
çıktığını gördüm. Halid: "Bunlara yetişiniz," dedi. Abdullah devam
ediyor: "Onların peşinden onları yetişinceye kadar gittik. Fakat onlar
yürümelerine devam ettiler. Yol üzerinde karşımıza çıkan bir genç yolumuzu
keserek bizimle çarpışmaya başladı. çarpışırken şu mısraları okuyordu:
''Kuyruklarınızı
kaldırıp otlamaya devam edin
Hiç
korkmamış gibi usul usul gidin
Bugün
kadınlar korunursa, sizleri de korurlar''
Bu
gençle uzun bir süre çarpışmaya devam ettik. Sonunda onu öldürüp develerine
yetişinceye kadar yolumuza devam ettik. Bu sefer karşımıza aynen bir öncekini
andıran bir genç daha çıkıp bu da bizimle çarpışırken diğer taraftan şu
beyitleri okuyordu:
''Yemin
ederim ağaçlar arasındaki
Yeleli
bir aslan bağırınca
Ve
tek başına yiğitleri öldürmek isterse
En
samimi bir şekilde ben yardımlarına koşarım''
Sonunda
bunu da öldürünceye kadar çarpışmaya devam ettik. Bilahare develerine yetişip
onları aldık. Aralarında oldukça parlak yüzlü ve sanki ezilmiş gibi yüzünde
sarılık olan birini gördük. Onu bağlayıp öldürmek üzere ileri getirince, bize:
"Sizler bir iyilik yapmak istemez misiniz?" diye sordu. Biz: "Bu
iyilik nedir?" dedik. O da bize: "Benimle birlikte vadinin dibindeki
develere yetişirsiniz, ondan sonra beni öldürürsünüz." Biz, ona: "Olur,
yaparız," dedik. Ve develerin bulunduğu yöne doğru ilerlemeye başladık.
Sesimizin işitilebileceği bir yere varınca elimizdeki genç sesinin çıktığı
kadar şöyle bağırmaya başladı: "Ey Hübeyş, sen kurtul, hayatını
kaybetme". Bunun üzerine oldukça güzel beyaz tenli bir kızcağız geldi. Ve
şunları söyledi: "Sen de fazla düşmanlarından ve aşırı sıkıntılardan
kurtuluver" deyince genç: "Bir asır bile yaşasan hayat boyu sana
selam olsun" dedi. Bu sefer kızcağız: "Senin de üzerine on kat selam
olsun, tek, çift, üç ve bu şekilde selamlar uzayıp gitsin." Bunun üzerine
genç şu beyitleri okudu:
''Ey
Hübeyş, beni öldürseler bile senin sevgin
Bende
gönül susuzluğundan başkasını bırakmaz
Etimi
kanımdan kemiğimden ayırdın Gözyaşlarımı göğsüme akıttırdın''
Bunun
üzerine kızcağız şu cevabı verdi:
''Biz
de senin ayrılığından ağladık
Zorlukta
da, kolaylıkta da seni düşündük
Bizden
uzak değildin, ne iyi maşuktun sen
İffetli
ve kimse yokken de sevgili idin.''
Bu
sefer genç ona şu şiirle cevap verdi:
''Hatırlar
mısın sizi arayıp bulmuştum
Hayle'de
ya da daracık yollarda
Geceleri
gözyaşı döken bir aşıkın
Mükafat
görmek hakkı yok mu?
Komşu
olduğumuzda, günahsızdım:
"Bir
zorluk gelmeden, sevgiyle gel" derken
Sevgiyle
gel, ayrılmadım önce;
Ayrı
sevgiliyi başkan ayırmadan
Gerçek
şu ki gizlim de kalmadı iyi gün de görmedim
Seni
görmediğimden bu yana.
Aşiretin
başına gelen her bir şey
Ve
sözü edilen her şey,
Hep
senin aşkını hatırlattı''
Daha
sonra genci ileri alıp boynunu vurdular.
Bu
şiir Kinane'li Abdullah bin Alkame'ye aittir. Abdullah, Cezime'li olup,
Hubeyş'in kızı Kinane'li Hubşiyye ile beraber idi. Henüz genç bir çocukken bir
komşusunun ziyaretine gitmek üzere annesiyle birlikte çıkmıştı. Bu komşunun
Hubşiyye bint Hubeyş adında bir kızı vardı. Abdullah onu görünce aşık olmuş ve
kalbinde yer etmişti. Annesi komşusunun yanında kalmış, Abdullah ise ailesinin
yanına geri dönmüştü. İki gün sonra annesini almak için geri döndüğünde
Hubşiyye'nin çevredeki herhangi bir olay münasebetiyle süslenmiş olduğunu
gördü. Ona olan beğenisi daha da arttı. Annesi onunla birlikte geri dönerken
Abdullah, hem annesiyle birlikte yürüyor, hem de şu mısraları okuyordu:
''Bilemiyorum;
yok, hayır biliyorum
Yağmur
damlası mı güzel, yoksa Hübeyş mi
Her
şeyi yaratana yemin ederim
Hubşiyye
daha güzel Aşka artık tahammülüm kalmadı''
Annesi
onun bu söylediklerini işitmiş duymazlıktan gelmişti. Daha sonra tümsekçe bir
yerde bir ceylan görmüş ve şu beyitleri söylemişti:
''Anacığım
yalansız haber ver bana
Doğruyu
soran zaten yalan istemez
Bu
(Hubşiyye) mi güzel, yoksa tepedeki ceylan mı? Hayır
Hubşiyye
gözümde de aklımda da güzeldir''
Annesi
O'nu azarlayıp: "Bunları söyleyen sen misin? İşte seni amcanın kızıyla,
kadınların en güzeliyle evlendireceğim" diyerek Ümeyr'in hanımının yanına
gitti, durumu anlatarak: "Kızını süsle" dedi. O da kızını süsleyip
oğlunun önüne çıkardı. Annesi: "Şu anda bunların hangisi güzel?" diye
sorunca bu sefer şu mısraları okudu:
''Hubşiye'yi
bir an göremeyecek olursam
Ne
sabrım gelir ne de matem işe yarar!
İçimi
sanki ateşler dağlıyor
Kalbimse
kor ateşlerde tutuşuyor''
Böylece
kızcağızla yazışmaya, o da ona yazmaya başladı. O, kızı sevdiği gibi kız da ona
bağlandı. Onun hakkında çokça şiirler söyledi. Bunlardan birisi de şöyledir:
''Ey
Hubşiye birdir yiğit atalarımız
Benim
de akrabam ve ailemdir, sizin akrabanız ve aileniz
Bir
gün sarılacak mıyım, o elbisene ... ''
Kızın
ailesi bunların durumunu öğrenince onu oğlana göstermez oldular. Fakat bu onun
sevgisini daha da arttırdı. Akrabaları kıza: "Ağaçlıkların ve çalılıkların
olduğu yerde buluşmak üzere onunla sözleş. Yanına gelecek olursa de ki: Allah
adına yemin ediyorum sen beni sevsen bile, benim için yeryüzünde senden daha
çok nefret ettiğim kimse yoktur. Biz de senin yakınında bulunacağız ve senin
dediklerini işiteceğiz." dediler. Bunun üzerine kızcağız da bu gence
buluşmak üzere söz verdi, akrabaları da ona yakın bir yerde oturdular.
Sözleşilen zamanda genç geldi. Yanına yaklaşınca Hubşiye'nin gözleri yaşararak
ailesinin oturmakta olduğu yere döndü. Genç de onların oldukça yakın
olduklarını anladı. Ve öyle bir coştu ki şu beyitleri söylemekten kendisini
alamadı:
''Desen
onların dediklerini, aşk ateşini daha yakarsın
Üstelik
ne sırrımız kaldı, ne de perdemiz
Yok
ki gizli kapaklı bir şeyimiz
Uzak
kalmak ve ayrılık beni senden ayırabilsin.
Ne
eşyayı, ne aşklarını unutmam ben
Bakışını
da; ta kabre varıncaya kadar''
Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), hemen bunun arkasından daha önce sözünü
ettiğimiz şekilde Halid bin el-Velid'i gönderdi.
Bu
sene içerisinde Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Leys Kabilesi'nden
Davud'un kızı Müleyke ile evlenmiştir. Babası Mekke'nin fethi gününde
öldürülmüştü. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcelerinden birisi
O'nun yanına vararak: "Senin babanı öldürmüş bir adamla evlenmekten
sıkılmıyor musun?" deyince o da bu işten çekinerek: "Senden Allah'a
sığınıyorum" deyince Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ondan
ayrıldı.
Yine
bu yıl içerisinde Halid bin Velid Ramazan'ın bitmesine beş gün kala Batn
Nahle'de bulunan Uzza putunu yıktı. Uzza putunun bulunduğu bu mabedi Kureyş,
Kinane ve Mudar kabilelerinin tümü tazim ederdi. Bu mabedin hizmetçileri ise
Haşimoğulları'nın antlaşmalıları olan Şeyban bin Süleymoğulları idi. Bu
puthanenin hizmetkarı, Halid bin Velid'in burayı yıkmak üzere yola çıktığını
haber alınca, putun üzerine kılıcını asarak şu beyiti okudu:
''Ey
Uzza, öyle bir hamle yap ki işini bilir
Halid
'in Perdeleri indir ve örtüleri at.''
Halid
putun yanına gelince, onun hizmetçi si puta: "Ey Uzza, o kızgınlıklarından
birini göster!" dedi. Bu sefer siyah, çırılçıplak ve her tarafı örümcek
ağıyla kaplı bir kadın ortaya çıkınca Halid, o kadını öldürdü. Putu kırdı,
putun üstünde bulunduğu evi de yıktı. Sonra da Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in yanına geri dönerek durumu anlatınca Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "İşte bu Uzza'ya bir daha ebediyyen ibadet edilmeyecektir."
dedi.
Yine
aynı yıl içerisinde Amr bin el-As, Süva' adlı putu yıktı. Bu put Ruhat adlı
yerde bulunuyordu. Amr, putu kırdıktan sonra putun hizmetkarı Müslüman oldu.
Putun iç taraflarında herhangi bir şey bulmadı.
Yine
aynı yıl içerisinde Sa'ad bin Zeyd el-Eşhell, el-Müşellel denilen yerdeki Menat
putunu yıktı.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA