NASİH VE MENSUH'UN BİR
DİĞER ÇEŞİDİ
İmam Şafiı (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Muhammed b. İsmail b. Ebi Fudeyk, İbn Ebi Zi'b'den, el-Makburi'den,
Abdurrahman b. Ebi Said de Ebi Said el-Hudri'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
"Hendek (Ahzab) gününde namaz kılmak için vakit bulamadık. Öyle ki akşam
oldu ve gece hayli ilerledi. Nihayet düşmandan kurtulduk. Buna Allah'ın şu
ayeti işaret ediyor: "Allah, inkar edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin
ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta müminlere kafi geldi. Allah
kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir." [Ahzab, 33/25]
Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v), Bilal'i çağırıp emir buyurdu. O da öğle namazı için kamet
getirdi. Hz. Peygamber de onu vaktinde kılıyormuş gibi güzelce eda etti. Sonra
Bilal ikindi namazı için kamet getirdi. Onu da öylece kıldı. Sonra akşam namazı
için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde kıldı. Sonra yatsı namazı
için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde kıldı. Bu, korku namazı
hakkındaki: " ... Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı)
yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın) ... " [Bakara, 2/239] ayeti nazil
olmadan önceydi.
İmam Şafil (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ebu Said el-Hudri, Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazıarı bu
şekilde kılmasının Hendek savaşı yılında olduğunu nakledince anlaşıldı ki Hz.
Peygamber (s.a.v)'e korku namazıyla ilgili: "Eğer (herhangi bir şeyden)
korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın)." ayeti
o savaştan sonra nazil olmuştur. Hz. Peygamber de korku namazını ancak Hendek
savaşından sonra kılmıştır. çünkü Ebu Said bu savaşa katılmıştır. Ayrıca
namazıarın vakti geçmiş olduğunu ve korku namazıyla ilgili ayet nazil olmadan
önce bu olayın vuku bulduğunu da anlatmıştır.
İmam ŞafiI şöyle dedi:
Korku namazı, hiçbir surette hazarda vaktinden başka bir vakte ve seferde ise
cemetme vaktinden sonraya yahut başka bir sebebe dayanarak geciktirilemez.
Namaz, ancak
Res"Ulullah (s.a.v)'ın kıldığı gibi kılınır.
Korku namazıyla ilgili
olarak bizim delilimiz şudur: Bize Malik, Yezid b. Ruman'dan, Salih b. Havvat
da Zatu'r-Rika savaşında Hz. Peygamber (s.a.v) ile korku namazı kılanlardan
şöyle nakletti: "MüminIerin bir kısmı Hz. Peygamber (s.a.v)'le birlikte
saf tuttular; bir kısmı da düşmana karşı durdular. Hz. Peygamber (s.a.v),
kendisiyle saftutanlarla beraber bir rekfit namaz kıldı. Sonra ayakta bekledi
ve onlar namazlarını kendi kendilerine tamamladılar ve düşmanın karşısına saf
olup durdular. Öteki kısım geldi; Hz. Peygamber (s.a.v), namazın kalan
rekfitını da onlara beraber kıldı. Sonra oturup bekledi ve onlar da namazlarını
kendi kendilerine tamamladılar. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v) onlarla
birlikte selam vererek namazdan çıktı.
İmam ŞafiI (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize, Abdullah b. Ömer b. Hafs'tan işiten kişi, kardeşi
Ubeydullah b. Ömer'den, Kasım b. Muhammed'ten, Salih b. Havvat b. Cubeyr ile
babası aynı hadisi veya aynı manaya gelen benzerini Nebi (s.a.v)'den rivayet
etmişlerdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'in korku namazını Malik'in naklettiğinden
farklı şekilde kıldığı rivayet edilmiştir. Biz, Malik'in rivayetinin
dışındakileri değil de Malik'in rivayetini kabul ettik. Çünkü o, Kur' an' a
daha çok benziyor ve düşmana karşı taktik bakımından daha kuvvetlidir. Biz, bu
konuyu ihtilaflanyla birlikte ve delilini belirterek Namaz Kitabı'nda yazdık.
Bu ve diğer konularda bize muhalefet edenleri ve ileri sürdükleri hadisleri
burada zikretmedik. Çünkü bize muhalif olanların ileri sürdükleri hadisler,
ilgili kitaplarda ayrıca yer almıştır.
Nasih ve Mensuha Bir
Başka Örnek
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört
şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye
veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun
(dışan çıkarmayın). Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de eza edip
kınayın. Eğer onlar tevbe edip ıslah olurlarsa, onları eza edip kınamaktan
vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir."
[Nisa,4/15-16]
Bu ayete göre zinanın
cezası, hapis ve eziyetti. Ta ki Allah, Peygamberine, zinanın cezasını şöyle
bildirinceye kadar: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine
yüzer değnek vurun. AIIah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini(nin
koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın.
Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun." [Nur,
24/2]
Cariyeler hakkında şöyle
buyurmuştur: " ... Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür
kadınların cezasının yarısı (uygulanır) ... " [Nisa, 4/25]
Bu emirle zina
edenlerden hapis cezası kaldırmış ve onlara had cezası uygulanması sabit
olmuştur. Cariyelerle ilgili Allah'ın buyruğu şudur: " ... onlara, hür
kadınların cezasının yarısı (uygulanır) ... " Allah, zinanın cezası
konusunda hür kadınlarla cariyeleri birbirinden ayırmıştır. Zinanın cezası sopa
olursa ikiye bölünür; çünkü sopa, sayı ile olur; recimle olmaz. Recim ise sayı
ile değil, kişinin canı çıkana kadar uygulanan bir cezadır. Bu cezada bazen
suçlu bir taşla ölür; bazen de bin ve daha fazla taşla ölür. Yani recimde belli
bir sayı olmadığı gibi kişinin canı da ikiye bölünmez; dolayısıyla recim, canın
yansında uygulanmaz.
Nur suresindeki "
... Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun ... "
ayeti, zina eden bütün hür kimselere delalet edeceği gibi, onların bir kısmına
da delalet eder. Biz, yüz sopanın kime vurulacağını, Hz. Peygamber (s.a.v)'in
-babam-anam ona feda olsun- sünnetinin delaletiyle ancak anlayabildik.
Bize Abdulvahhab, Yunus
b. Ubeyd, el-Hasan'dan, Ubade b. es-Samit yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle
buyurduğunu nakletti: "Benden öğrenin, benden öğrenin; Allah o kadınlar
için bir yol gösterdi: bekar bir erkek, bekar bir kadınla zina ederse yüz sapa
ve bir yıl sürgün cezası gerekir. Evlenmiş olan bir erkek, evlenmiş olan bir
kadınla zina ederse yüz sapa ve recim cezası uygulanır. "
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Allah o kadınlar için bir
yol gösterdi." sözü, zina edenlere önce bu cezanın uygulandığına işaret
etmektedir; çünkü Allah şöyle buyurmuştur: " ... 0 kadınları ölüm alıp
götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin ...
" [Nisa,2/15]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sonra Res-UluHah (s.a.v), Maiz'e sopa vurulmadan
recmedilmesini emretti. Aynı şekilde el-Eslemi'nin karısının da sopa vurulmadan
recmedilmesini emretti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, evliyken
zina eden erkek ve kadına sopa vurma cezasının neshedildiğini göstermektedir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Zina konusunda hür kimseler arasındaki fark, sadece
evlenerek muhsan yahut muhsan olmamaları arasındaki farktan ibarettir.
Hz. Peygamber
(s.a.v)'in, "Allah onlara bir ypl gösterdi, bekar bir kimsenin, bekar bir
kadınla zina etmesi halinde yüz sapa ve bir yıl sürgün cezası uygulanır. "
sözüne dayanarak ilk i?nce neshedilen, -zina edenlerle ilgili olarak- hapis
cezasıdır. Hapis cezası kaldırıldıktan sonra onlara had cezası uygulanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in zina edenlere uyguladığı had cezası da işte bundan
sonraya aittir; çünkü zina edenlere uygulanan ilk had cezası budur.
Bize Malik, İbn
Şihab'tan, Ubeydullah b. Abdullah'tan, Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid'in şöyle
haber verdiklerini söyledi: "İki kişi, ihtilaf ettikleri bir mesele
hususunda Resulullah (s.a.v)'in huzuruna geldiler. Onlardan biri şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Elçisi, sen aramızda Allah'ın Kitabı'na göre hüküm ver. Daha
bilgili olan diğer kişi, "Evet, ey Allah'ın Elçisi, sen aramızdaAllah'ın
Kitabı'na göre hüküm ver ve bana konuşmak için izin ver." dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v) de "Konuş n dedi. Adam şöyle dedi: "Benim oğlum
bunun yanında işçiydi; karısıyla zina etmiş. Oğluma recim cezası gerektiğini
söyledi. Ben de ona karşılık yüz koyun ve kendi cariyemi fidye olarak verdim.
Sonra ilim ehline sordum. Onlar da oğluma yüz sopa ve bir yıl sürgün, bunun
karısına da recim cezası gerektiğini bildirdiler." Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah 'a
andolsun ki aranızda Allah 'ın Kitabı 'na göre hükmedeceğim: Koyun ların la
cariyen sana iade edilecek. "
Sonra da oğluna yüz sopa
vurulmasına ve onun bir yıl sürgün edilmesine karar verdi. Üneyse el-Eslemi'ye
de ötekinin karısını gidip getirmesini, eğer kadın suçunu itiraf ederse
recmetmesini emretti. Kadın, suçunu itiraf ettiği için recim cezası uyguland1.Tahric: Muvatta, Hudud 2/822; Buhari, Yemin ve adaklar
11/532 no: 6633; Müslim, Hudud 3/1324.
Bize Malik b. Enes, Nafi
ve İbn Ömer'den şöyle nakletti: "Resulullah (s.a.v) zina eden iki yahudiyi
recmetmiştir." Tahric: Muvatta, Hudud
2/819; Buhari, Hudud 12/172 no: 6841; Müslim, Hudud 3/1326 no: 1699.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Buna göre zina eden bekarlara yüz sopa ve sürgün, evliyken
zina edenlere de recim cezası gerektiği sabit olmuştur. Evlenmiş olanlardan
zina eden kimseler hakkında sopa cezası neshedilmiş olduğundan onlara sadece
recim cezası gerekir. Sopa cezası uygulanması gerekenler ise bekar olup zina
yapanlardır. Sopa cezası bekarlar için olup durumları evlenmiş olanlardan da
farklıdır. Zina edenler hakkında sopa cezasını emreden ayetten sonra, evliyken
zina edenler hakkındaki recim cezası, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Allah'tan aldığı
bir emirle sabit olmuştur. Bu ise bize göre Kur'an'ın manaları ve Kur'an'ın
emirleri açısından daha uygundur. Allah en doğrusunu bilendir.
Nasih ve Mensuh ile
ilgili Bir Örnek Daha
Bize Malik, ez-Zühri ve
Enes yoluyla şöyle haber verdi: "Nebi (s.a.v) bir ata bindi, ondan düştü ve
sağ tarafı yaralandı. Namazlardan birini oturarak kıldı, arkasında biz de
oturarak kıldık. Namazı bitirdikten sonra şöyle buyurdu: "İmam, kendisine
uyulmak için görevlendirilmiştir. O, namazı ayakta kılarsa siz de ayakta kılın;
o rüku'ya varınca siz de varın; o başını kaldırınca siz de kaldırın; o
"semi Allah liman hami deh" deyince siz de "Rabbena lekel
hamd" deyin. O, namazı oturarak kılarsa siz de -hepinizoturarak kılın.
" Tahric: Muvatta,
Cemaatle namaz 1/135 no:16; Buhari, Ezan 2/204 no: 689; Müslim, 1/308 no: 411.
Bize Malik, Hişam b.
Urve'den, babası da Hz. Aişe (r.a)'nın şöyle söylediğini nakletti:
"Resülullah (s.a.v) rahatsızken evinde namazı oturarak kılıyordu, bir
topluluk da arkasında namazı ayakta kılıyordu. Onlara, 'Oturun' diye işaret etti
ve namazdan sonra da şöyle buyurdu:
"İmam kendisine
uyulmak için görevlendirilmiştir. O rüku'a varınca siz de varın; o başını
kaldırınca sizde kaldırın; o namazı oturarak kılarsa, siz de oturarak kılın.
" Tahric. Muvatta,
Cemaatle namaz 1/135; Müslim, Namaz 1/309 no: 412; Buhari, Ezan 2/203.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bu hadis, Enes'in rivayet ettiği hadis gibidir. Gerçi Enes
tarafından rivayet edilen hadis, buna nisbetle daha açıklayıcıdır.
Bize Malik, Hişam b.
Urve'den, babası yoluyla şöyle haber verdi: "Resülullah (s.a.v) hastayken
çıkıp Ebü Bekir'in yanına geldi. O, ayakta cemaate namaz kılıyordu. Ebü Bekir
geri çekilmek istedi. Hz. Peygamber de 'Olduğun yerde dur, devam et. ' diye ona
işaret etti. Hz. Peygamber de Ebu Bekir'in yanına oturdu. Ebü Bekir, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak, cemaat de Ebu Bekir'in namazına uyarak
namaz kılıyordu. Tahric. Muvatta,
Cemaatle namaz 1/136 no: 18; Buhari, Ezan 2/195 no: 683; Müslim, Namaz
1/314-315 no:418.
[İmam Şafii de bu hadisi
delil olarak alır.] Bu ifade Rebi' b. Süleyman'a aittir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: İbrahim en-Nahai, elEsved b. Yezid'den, Hz. Aişe (r.a.) ve
Hz. Ebu Bekir (r.a.) yoluyla ResuIullah (s.a.v)'den mana itibanyla Urve'nin
rivayet ettiği hadisin benzerini şöyle zikretti: "Nebi (s.a.v) oturarak
namaz kıldı. Ebu Bekir de Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak ayakta
kıldı. Cemaat ise arkasında ayaktaydılar." Tahric:
Buhari, Ezan 1/221 no: 664; Müslim, 1/313- 314 no: 95/418.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Yahya b. Hassan, Hammed b. Seleme'den, Hişam b.
Urve'den, babası da Hz. Aişe'den, Malik'in rivayet ettiği hadisin benzerini
rivayet ederek onda şöyle dediğini nakletti: Resulullah (s.a.v) oturarak namaz
kıldı. Ebu Bekir de Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak ayakta kıldı.
Cemaat ise Ebu Bekir'in arkasında namazlarını ayakta kıldı. (Bir önceki ile
aynı isnad)
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'in, vefatıyla sonuçlanan hastalığında cemaat
arkasında ayaktayken kendisinin namazı oturarak kıldırmasından çıkan sonuç; Hz.
Peygamber (s.a.v)'in attan düştüğünde oturarak namaz kıldınrken cemaate de
oturarak kılmasını emretmesi, vefatıyla sonuçlanan hastalığından önce olmuştur.
Ölümüyle sonuçlanan hastalığında namazı oturarak kıldırması, cemaatin de onun
arkasında namazı ayakta kılması; imam oturarak namaz kıldınrken cemaatin de
oturması hükmünü neshetmiştir. Bu uygulamadan sünnetin getirdiği ve
Müslümanların üzerinde icma ettiği şu sonuç çıkmaktadır: Bir kimse gücü yeterse
namazı ayakta, gücü yetmezse oturarak kılar; tek başına ayakta kılmaya gücü
yeten kimsenin oturarak namaz kılması caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in
hastayken namazı oturarak, arkasındakilerin de ayakta kılmasıyla ilgili
sünneti, önceki sünnetini neshettiği gibi, sağlıklı ve hasta kimselerle ilgili
sünnetine ve Müslümanların icmasına da uygundur; yani sağlıklı ve hasta
kimselerden her biri farz namazını, durumuna göre kılar. Nitekim hasta olan bir
kimse, sağlıklı olan bir imam'ın arkasında oturarak namazını kılar, imam da
ayakta kılar.
Bize göre aynı şekilde
imam hasta ise namazı oturarak, arkasındaki sağlıklı kimseler de ayakta
kılarlar. Böylece herkes kendi farzını eda eder. Hasta olan imamın yerine bir
başkası namazı kıldınrsa daha iyi olur.
İnsanlardan bazısı
yanılgıya düşerek şöyle dediler: Nebi (s.a.v)'den sonra hiç kimse oturarak
imamlık yapamaz, diye yanılgıya düşmüş ve rivayeti makbulolmayan birinden
"Benden sonra hiç kimse oturarak imamlık yapmasın. " tarzında munkati
bir hadis nakletmiştir. Böyle bir hadis, hiç kimseye karşı huccet olacak
şekilde sahih değildir.
Bahsi geçen hadis: gayet
zayıftır. Cabir el-Cafi ve eş-Şa'bi yoluyla Darekutni rivayet etmiştir.
Darekutni yoluyla Beyhaki, es-Sünen el-Kübra'da (3/80) rivayet etmiştir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sünnetteki nasih ve mensuh konusunda bu tür örnekler çoktur.
Aynı manayı taşıyan
benzeri meselelere de bunda bir delalet -İnşaallah- vardır. Aynı şekilde
Allah'ın Kitabı'nda da bunun benzerleri çoktur. Biz, bunların bir kısmını bu
kitabımızda, geriye kalanlarını da Ahkamu'l-Kur'an ve es-Sünne adlı kitabımızın
ilgili bölümlerinde ele aldık.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Bana soru soran kişi şöyle dedi: Öyleyse bana hangisinin nasih,
hangisinin mensuh olduğuna bir delil bulunmayan çelişkili hadislerden bazısını
ve bunlardan senin terk ettiğin değil, benimsediğin rivayet hakkındaki
huccetini zikret.
Ona şöyle cevap verdim: Bundan
önce şöyle anlatmıştım: Resulullah (s.a.v), Zatu'r-Rika savaşında korku namazı
kılarken müminlerin bir kısmı da namaza başlamayıp düşmana karşı durmuştu. Hz.
Peygamber (s.a.v) kendisiyle saf olanlara bir rekat namaz kıldırmış ve onlar
namazlarını kendi başlarına tamamlamışlar; sonra gidip düşmana karşı durmuşlar;
öteki kısım gelmiş; Hz. Peygamber (s.a.v) kalan rekatı da onlara kıldırmış ve
kendisi oturarak beklemiş; onlar namazlarını kendi başlarına tamamlamışlar;
sonra da Hz. Peygamber (s.a.v), onlarla birlikte selam vererek namazdan
çıkmıştır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: İbn Ömer, Nebi (s.a.v)'in, bir seferinde korku namazını bu
şekilde değil de başka şekilde kıldığını rivayet etmiş ve şöyle demiştir: O,
müminlerin bir kısmına bir rekat namaz kıldırdı, bir kısmı da onunla düşman
arasında yer aldı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v)'in arkasında namaz kılan
müminler gidip onunla düşman arasında yer aldılar. Hz. Peygamber (s.a.v) ile
namaz kılmayan öteki kısım geldi ve Hz. Peygamber (s.a.v), namazın kalan
rekatını onlara kıldırdı ve selam verdi. Sonra hepsi kalan rekatlarını kaza
ettiler.
ibn Ömer'in hadisinin
lafzen tamamı zikredilmemişti. [18] rakamla aynı mana ile Şafii rivayet etti.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ebu Ayyaş ez-Zuraki'nin rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v), Usfan savaşında, kendisiyle kıble arasında Halid b. Velid olduğu
halde, Müslümanların hepsini safa geçirdi ve namaza durdu, sonra rükü'a vardı
ve Müslümanlar da onunla birlikte rükü ettiler. Sonra secdeye vardı,
Müslümanların bir kısmı onunla birlikte secde etti, öteki kısmı onu korumak
üzere bekledi. Hz. Peygamber secdeden kalkınca, onu korumak üzere bekleyenler
secde ettiler; sonra hepsi ayağa kalkarak namaza devam ettiler. Cabir de bu
manaya yakın bir rivayette bulunmuştur.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Bütün bunlara muhalif olarak bu gibi şeyler rivayet edilmiş
olsa da onlar isbat edilmemiş rivayetlerdir.
Bana biri şöyle sordu:
Sen, niçin Hz. Peygamber (s.a.v)'in Zatu'r-Rika savaşındaki namazıyla ilgili
rivayeti kabul ettin de ötekileri kabul etmedin?
Şöyle cevap verdim: Ben
de Ebu Ayyaş ez-Zuraki ve Cabir'in korku namazıyla ilgili hadisini, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in o namazı kıldığı sebebe benzer sebep oluşması halinde
kabul ederim.
Dedi ki: Bu sebep nedir?
Dedim ki: Hz. Peygamber
(s.a.v), bin dört yüz kişiyle orada bulunuyordu. Halid b. Velid'in de iki yüz
kişisi vardı. Geniş bir çölde Hz. Peygamber (s.a.v)'den uzaktaydı. O, bir
tehdit teşkil etmiyordu; çünkü askeri sayıca azdı ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in
askeri de ondan çoktu. Dolayısıyla Halid'in Hz. Peygamber (s.a.v)'e saldırına
ihtimali azdı. Hz. Peygamber (s.a.v)'e ön tarafından saIdıracak olursa onu
görecekti. Hz. Peygamber secdeye gittiğinde de onu korumak üzere bekleyenler
vardı; üstelik Halid b. Velid onun gözünün önündeydi. Durum böyleyken, yani
düşman askeri az ve uzakta olup görülmesini engelleyen bir şey bulunmazsa,
söylediğim gibi, ben de korku namazının böyle kılınmasını emrederdim.
İmam Şafii: Bana soru
soran kişi şöyle dedi: Bildiğim kadarıyla Zatu'rRika' da kılınan korku
namazıyla ilgili rivayetin buna muhalif olmadığıdır. Çünkü her iki durum
birbirinden farklıdır. Buna rağmen sen, İbn Ömer' in rivayet ettiği hadise
nasıl muhalefet ettin?
Ona şöyle dedim: O
hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'den Havvat b. Cubeyr rivayet etti. Sehl b. Ebi
Hamse de mana itibarıyla ona yakın bir şey söyledi. Ali b. Ebi Talib'in,
el-Harir gecesinde korku namazını, Havvat b. Cubeyr'in Hz. Peygamber
(s.a.v)'den rivayet ettiği şekilde kıldığı bilinmektedir. Havvat ise yaş ve Hz.
Peygamber'le sohbet bakımından kıdemli bir zattır.
Dedi ki: Onun sohbet
bakımından kıdemli oluşundan daha kuvvetli başka bir delilin var mı?
Dedim ki: Evet, delilim
izah ettiğim gibi, onun Allah'ın Kitabı'nın manasına benzerlik arz etmesidir.
Dedi ki: Allah'ın
Kitabı'na nerede muvafakat ediyor? Dedim ki: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"Sen de içlerinde
bulunup onlarla namaz kıldığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza
dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde
ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan
diğer grup gelip seninle beraber namazıarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat
tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz
silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar.
Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı
bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın." [Ni sa, 4/102]
-------------
el-Harir Geces;: Hz. Ali
ile Muaviye arasında vuku bulan Sıffin gecelerinden bir gecedir.
Bak: Taberi Tarihi: 6/23
ve sonrası; ibn Ebi el-Hadid, Şerh Nechü'I-Belaga: 1/183-207,473-506.
-------------
Yine Allah (c.c) şöyle
buyurmuştur: "Namazı kılınca gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan
yatarken hep Allah'ı anın. Güvene kavuşunca namazı tam olarak kılın. Çünkü
namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." [Nisa,
103]
Allah, korku halinde
kılınan namazIa güven içinde kılınan namazı, -Müslümanlar ansızın düşmanlarının
baskısına uğramasınlar diye- tedbir olarak birbirinden ayırmıştır. Buna göre
biz de Havvat'ın rivayet ettiği hadis1e, ona muhalif olan hadisi araştırdık ve
gördük ki Havvat'ın rivayet ettiği hadise göre amel etmek, ihtiyat bakımından
daha iyi ve namazda iki kesimin birbirine denk görev yapması için daha
uygundur.
Şöyle ki: İmamla
birlikte namaz kılan kesim, önce namaz kılmayan kesim tarafından korunmuş olur.
Namaz kılmayan korucu durumunda olan kesim ayakta, oturarak, sağa-sola dönme,
saldınya karşılık verme, düşman tarafından sıkıştınlmaktan korkarsa konuşma,
fırsat bulursa savaşma imkanlarına sahiptir; bu gibi işleri yapmasına namaz
engel teşkil etmemektedir. İmam da düşmanın saldırmasından korkarsa, korucu
kesimin uyarısından yararlanarak namazı çabucak bitirir. Her iki kesime de eşit
hak vermiştir. Havvat'm rivayet ettiği hadiste her iki kesim da eşittir. Her
kesim, ötekini korumaktadır. Korucu durumunda olan kesim namazın dışındadır.
Birinci kısım, kendisini koruyan kesimden ne alıyorsa, kendisi de ona aynısını
vermektedir; yani onu korurken kendisi de namazIa meşgul değildir. Bu da iki
kesim arasında adilce bir görev taksimidir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Havvat b. Cubeyr'in rivayet ettiği hadise muhalif olan hadis
ise tedbire aykındır. Bir rekatta birinci kesim koruyacak, sonra korunmakta
olan kesim namazı bitirmeden yerinden ayrılıp öteki kesimi koruyacak, sonra
ikinci kısım namazda olan birinci kısım tarafından korunarak namaz kılacak,
sonra da her iki kesim kalan rekatları kaza edecek ve bu sırada onları koruyan
kimse olmayacak; çünkü bu durumda yalnız başına imam namazdan çıkacak. Bunun da
bir faydası düşmana karşı olmayacak. Bu ise taktik bakımından tedbirli ve güçlü
olmaya muhalif bir durumdur. Allah, bize korku halindeki namazIa
diğer namazları,
-Müslümanlar ansızın düşmanlarının baskısına uğramasın diye- tedbir olarak
birbirinden ayırdığını haber vermiştir. Ayrıca birinci kesim, diğer kesim kadar
görev ve sorumluluk almamış olur. Ayette görüldüğü üzere Allah da imam ve iki
kesimin namazını birlikte zikretmiş, imam için de, iki kesimden biri için de
namazın kazasından söz etmemiştir. Bu da göstermektedir ki imam ve
arkasındakilerin durumu aynıdır; hepsi namazdan aynı şekilde çıkmaktadırlar ve
onlar için namazın kazası yoktur. Havvat'ın rivayet ettiği hadis ile ona
muhalif olan hadis arasındaki fark işte böyledir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine soru soran kişi şöyle dedi: Amel etmediğin
hadisin, söylediğinden başka bir izah şekli var mıdır?
Dedim ki: Evet; korku
namazının kılınışı, korku bulunmayan durumlardaki namazdan farklı olunca,
Müslümanların onu kolaylarına geldiği şekilde, kendi durumlarına göre kılmaları
da caiz olabilir; yeter ki namazın rekatlarını tamamlamış olsunlar. Dolayısıyla
onların namazları farklılık gösterse de hepsi onlar için geçerli olur.
İhtilaflı Hallerin
Diğer Bir Çeşidi
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Biri bana şöyle dedi: Teşehhüd konusunda ihtilaf edilmiştir.
İbn Mesud, Nebi
(s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v), onlara Kur'an
süresi öğretir gibi teşehhüdü de öğretirdi." Tahric: Buhari, Ezan 2/363 no: 831; Müslim, Namaz 1/301.
Dedi ki: Teşehhüdün
başında "et-tehiyyatü lillahi" ile başlayan üç kelime vardı. Sen,
hangi teşehhüdü kabul ediyorsun?
Şöyle dedim: Bize Malik,
İbn Şihab'tan, Urve'den, Abdurrahman b. Abdülkariyyi'nin, Ömer b. el-Hattab'ı
minberde insanlara teşehhüdü şu şekilde öğretirken işittiğini haber verdi:
"et-Tehiyyatu
lillahi, ez-zakiyatu lillahi, et-tayyibatu es-salavatu lillahi, es-selamu
aleyke eyyuhe'n-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatu esselamu aleyna ve ala
ibadillahi's-salihin. Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden
abduhu ve Resuluh. '' Tahric: Muvatta, Namaz
1/90-91.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Küçüklüğümüzde ilimce bizden ileride olan hocalanmızın bize
öğrettiği teşehhüd de işte böyleydi. Sonra bunu senediyle işittik. Buna muhalif
olan teşehhüdü de işittik; fakat teşehhüd konusunda -ona muvafık olsun, muhalif
olsun- başka senedler de sabit ise de bizim senedimizden daha kuvvetlisini
işitmedik. Biz o kanaatteyiz ki Ömer, sahabilerin arasında minbere çıkıp ancak
Hz. Peygamber (s.a.v)'in öğrettiği teşehhüdü öğretir. Bize dostlanmız yoluyla
Nebi (s.a.v)'den kuvvetli bir senedIe hadis ulaşırsa, onu kabul ederiz ve bizim
için en uygunu da budur.
Dedi ki: Bu işaret
ettiğin nedir?
Şöyle dedim: Bize
güvenilir -Yahya b. Hassan- Leys b. Sa'd'den, Ebu ez-Zübeyir el- Mekki'den,
Said b. Cubeyr ve Tavus yoluyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini haber verdi:
"Resülullah (s.a.v) bize Kur'an öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi ve şöyle
derdi:
"et-Tehiyyatu
el-mubarakatu es-salavatu et-tayyibatu lillahi, esselamu aleyke
eyyuhe'n-Nebiyyu ve rahmetullahi ve berakatühü. es-Selamu aleyna ve ala
ibadillehi 's-salihin. Eşhedü enla ilahe illallah ve enne Muhammeden
Resulullah.'' Tahric: Müslim, Namaz
1/302-303 no: 403; Ebu Davud, Namaz 1/596-597 no: 974.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: O şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'den nakledilen rivayetlerin her
biri, diğeriyle -gördüğümüz kadanyla- ihtilaf halindedir. İbn Mesud bunun
hilafını rivayet etmiştir. Ebu Musa buna muhalif bir rivayette bulunmuş, Cabir
de bunun hilafını rivayet etmiştir. Bütün bu rivayetler, lafız bakımından
kısmen birbirinden farklı olabiliyor. Sonra Ömer, kısmen lafız bakımından
bunların hepsinden farklı bir teşehhüd öğretmiştir. Aişe'nin teşehhüdü de
böyledir. Yine İbn Ömer'in teşehhüdünde de diğerlerine göre lafız bakımından
bazı farklılıklar vardır. Rivayetlerin bazısı, diğerine bir şey ilave etmiş
olabiliyor.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ona şöyle cevap verdim: Mesele son derece açıktır. Dedi ki:
Öyleyse bana açıklar mısın?
Dedim ki: Bütün bunlar,
Allah'ı yüceltmek için onlara Hz. Peygamber tarafından öğretilen dualardır.
Belki Hz. Peygamber (s.a.v), onu birine öğretmiş, o da ezberlemiştir; diğerine de
öğretmiş, o da ezberlemiştir. Ezber yoluyla edinilen bilgide en çok sakınılması
gereken şey, mananın değiştirilmemesidir. Onun bu sözlerinde manayı
değiştirecek bir fazlalık, bir eksiklik ve bir çelişki yoktur ki onun için
mananın böyle değiştirilmesi mümkün değildir. Belki de Hz. Peygamber (s.a.v),
herkesin ezberinde kaldığı gibi okumasına izin vermiştir; çünkü onda hükmünü
değiştirecek bir mana söz konusu değildir. Belki de onu farklı rivayet eden ve
teşehhüdü de farklı olan kimseler, bu işte kolaylık gösterip ezberinde kaldığı
ve hatırladıkları şekilde okumuşlardır. Onlara bu konuda da izin verilmiştir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: O, şöyle dedi: Bu izah ettiğin hususa izin verildiğini
gösteren bir delilin var mıdır?
Ona şöyle dedim: Evet,
var. Dedi ki: O nedir?
Dedim ki: Bize Malik b.
Enes, İbn Şihab'tan, Urve'den; Abdurrahman b. Abdülkariyyi'nin Ömer b.
el-Hattab'dan şöyle işittiğini haber verdi: "Hişam b. Hakim b. Hizam'ın,
Furkan süresini, benim okuduğumdan farklı bir şekilde okuduğunu işittim.
Halbuki bana, onu Hz. Peygamber okutmuştu. Neredeyse üzerine atılacaktım. Sonra
ona bitirene kadar mühlet verdim. Ayrılırken yakasından tuttum ve onu Hz.
Peygamber (s.a.v)'e getirdim. Dedim ki: 'Ey Allah'ın Elçisi, bunun, Furkan
süresini, senin bana öğrettiğinden farklı bir şekilde okuduğunu duydum.' Hz.
Peygamber de ona: 'Oku!' dedi. O da işittiğim şekilde okudu. Hz. Peygamber
(s.a.v), 'İşte o, bu şekilde indirilmiştir. ' dedi. Sonra bana, 'Sen oku. '
dedi. Ben de okudum. Hz. Peygamber (s.a.v) yine; 'İşte bu şekilde
indirilmiştir. ' dedi ve ekledi: 'Kur 'an yedi harf üzerine indirilmiştir; siz
kolayımza geldiği şekilde okuyun. " Tahric.
Muvatta, Kur'an 1/201, no: 5; Buhari, Dargınlıklar 5/89, no: 2419; Müslim,
1/560, no: 270/818.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, hıfzın bazen yanılacağını bildiği için, kullarına
acıyarak Kitabını yedi harfüzerine indirmiştir. Yani Allah, onu, insanların
farklı lafızlarla okumalarına cevaz verdiği için böyle indirilmiştir. Ancak
farklı lafızlarla okunması, Kur'an'ın manasını değiştirmediği sürece caizdir.
Bu durum, Allah'ın Kitabı için söz konusu olunca, onun dışındakiler için manayı
saptırmayan lafız değişiklikleri, haydi haydi caizdir. Bir hüküm ihtiva etmeyen
her şeyde lafız değişikliği manayı saptırmaz. Tabiınden biri demiştir ki: Hz.
Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden bazılarıyla karşılaştım. Onlar, mana
üzerinde birleşiyorlar, fakat lafız bakımından bana farklı ifadelerle rivayet
ediyorlardı. Birine bunu sordum. O da "Manayı değiştirmedikçe bunda bir
beis yoktur." dedi.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: O şöyle dedi: Teşehhüdde sırf Allah'ı yüceItme söz
konusudur. Umarım ki bütün bunlarda kolaylaştırıcı bir yön vardır. Umarım ki
bütün bunlarda kolaylaştırıcı bir tarafbulunsun. Bunun benzeri, dediğimiz gibi,
korku namazında da söz konusudur. Dolayısıyla bu namaz, Hz. Peygamber
(s.a.v)'den rivayet edilen şekillerden hangisine göre tam olarak kılınırsa
kılınsın yeterli olur; çünkü Allah, bu namazın kılınışını, öteki namazlardan farklı
bir şekilde emretmiştir; fakat sen, teşehhüd konusunda İbn Abbas'ın Hz.
Peygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği hadisi tercih ederken ve ötekilerini
almazken neye göre hareket ettin?
Ona şöyle dedim: O
hadiste kolaylaştırıcı bir yön olduğunu gördüm ve İbn Abbas'ın sahih olarak
rivayet ettiğini işittim. Bundan dolayı o hadis, benim yanımda diğerlerinden
lafız bakımından daha kapsamlı ve daha uygundur. Ben de onunla amel ettim. Hz.
Peygamber (s.a.v)'den sahih olarak intikal eden diğer hadislerle amel edenlere
de şiddetle karşı değilim.
İhtilaflı Rivayetlerin
Önceki Çeşidinden Farklı Bir Çeşidi
İmam Şafil (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Malik b. Enes, Nafi ve Ebu Said el-Hudri yoluyla
Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu haber verdi:
"Altını altınla
ancak misli miline alıp verin; onların birini ötekisinden fazla veya eksik
olarak alıp vermeyin. Gümüşü de gümüşle ancak misli misline alıp verin; onların
da birini ötekinden fazla veya eksik olarak vermeyin. Biri mevcut, diğeri yok
iken alıp satmayın. " Tahric: Muvatta,
Alışveriş 2/632; Buhari, Alışveriş 4/444 no: 2177; Müslim, 3/1208 no: 75/1584.
Bize Malik b. Enes, Musa
b. Ebi Temim'den, Said b.Yesar'den; Ebu Hureyre yoluyla Resulullah (s.a.v)'in
şöyle buyurduğunu nakletti: "Dinar dinarla, dirhem dirhemle
değiştirilirken birbiri arasında artış yapılmaz." Tahric: Muvatta, Alışveriş 2/632 no: 29; Müslim, 3/1212
no: 85/1588.
Bize Malik b. Enes,
Humeyd b. Kays 'ten; Mücahid yoluyla İbn Ömer'in şöyle dediğini haber verdi:
"Dinarı dinarla, dirhemi dirhemle değiştirilirken birbiri arasında artış
yoktur. Bunu biz Peygamberimizden bu şekilde öğrendik. Biz de size bunu
öğrendiğimiz gibi öğretiyoruz." Tahric:
Muvatta, 2/633 no:31; Hadis çok sağlam olmasına rağmen rivayeti sadece Muvatta
da buldum.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Osman b. Affan ve Ubade b. es-Samit şöyle rivayet
etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v), altını altınla değiştirirken fazla
verilmesini yasaklamıştır. ]85
İmam Şafii şöyle dedi:
Biz bu hadislerle amel ettik. Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinin ileri
gelenleri ve İslam ülkesindeki fetva ehlinin çoğu da bu hadislerin manasına
uygun görüş beyan etmişlerdir.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
Ubeydullah b. Ebi Yezid'in şöyle dediğini haber verdi: İbn Abbas'ın şöyle
söylediğini işittim: Usame b. Zeyd, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu
bana haber verdi: "Faiz, ancak vadeyi geciktirmede olur." Tahric: Muvatta, Alışveriş 2/633 no:32; Müslim, 3/1209 no:
78/1585.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: İbn Abbas ve Mekkeli arkadaşlarının bir kısmıyla bunların
dışında başkaları da bu hadisle amel etmişlerdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bana biri şöyle sordu: Bu hadis, önceki hadislere muhalif
değil mi? Dedim ki: Muhalif olabileceği gibi muvafık da olabilir.
Dedi ki: Hangi bakımdan
muvafık olabilir?
Dedim ki: Belki Usame,
altının gümüşle, hurmanın buğdayla değiştirilmesi gibi iki ayn cinsin ya da
böyle cinsleri farklı olan şeylerin peşin alım satımında fazlalık bulunmasıyla
ilgili bir soru üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in "Faiz, ancak vadeyi
geciktirmede olur." buyurduğunu işitmiştir. Yahut meselenin başına
yetişmemiş, sadece bu cevaba ulaşmış olabilir. Bu sebeple o, soruyu hıfzetmemiş
veya ondan şüpheye düşmüş olduğu için cevabı rivayet etmiştir. Çünkü onun rivayet
ettiği hadiste Usame'nin hadisine ters düşen bir şey yoktur. Dolayısıyla ona
muvafık olma ihtimali olur.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine o şöyle sordu: Öyleyse niçin ona muhalif de
olabilir, dedin?
Dedim ki: Çünkü onu rivayet
eden İbn Abbas 'tır. Kendisi bu görüşle amel etmeyen kişi olarak şöyle derdi:
"Peşin alım satımda faiz yoktur, ancak faiz vadelidedir." Bunun
üzerine şöyle dedi: Önceki hadisler buna muhalif ise birini bırakıp ötekini
alırken delilin nedir?
Ona şöyle cevap verdim:
Usame'ye muhalif olarak rivayet edenler, hadis ezberlemede ondan daha ünlü
değilse de ondan aşağı derecede de değildirler. Osman b. Affan ve Ubade b.
es-Samit, yaşça ve sahabelikte Usame'den daha kıdemlidirIer. Ebu Hureyre de
daha yaşlı ve çağında hadis rivayet edenlerin en iyi ezbercisiydi. İki ravinin
hadisi, zahirde hıfz bakımından daha iyi ve bir ravinin hadisine göre onda
yanılma payı daha az olunca, çok kimsenin rivayet ettiği hadis, onlardan daha
genç olan birinin hadisine nisbetle hıfz yönünden daha üstün sayılır. Beş kişi
tarafından rivayet edilen hadis de bir kişinin hadisine nisbetle kabule daha
uygundur.
Muhtelif Sayılan Fakat
Bize Göre Muhtelif Olmayan Durum Bize İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle
haber verdi: Bize Süfyan b. Uyeyne, Muhammed b. Ac1an'dan, Asım b. Ömer b.
Katade'den, Mahmud b. Lebid'den, Rafi b. Hadic'in rivayetine göre, ResUluIlah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sabah namazını kılmak için ortalık az
aydınlanınca kılın; çünkü bunun sevabı daha büyük yahut sevabınız daha
büyüktür." Tahric: Tirmizi, Namaz
1/289 no: 154.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
ez-Zühri'den, Urve de Hz. Aişe'nin şöyle dediğini haber verdi: Mümin
kadınlardan bir grup, Nebi (s.a.v) ile sabah namazını kılıyorlar, sonra
çarşaflanna bürünerek gidiyorlardı. Ortalığın karanlığından onları kimse
tanımazdı." Tahric: Buhari, Namaz
2/65 no: 578; Müslim, 1/445,446 no: 230/ 645; Tırmizi, Namaz 1/287 no: 153.
İmam Şafii şöyle dedi:
Sehl b. Sad, Zeyd b. Sabit ve sahabilerden diğerleri Hz. Aişe'nin bu hadisine
benzer ifadelerle Hz. Peygamber (s.a.v)'in sabah namazını, ortalık karanlıkken
kıldığını zikretmişlerdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bana birisi şöyle dedi: Biz, Rafi b. Hadic'in hadisine
dayanarak sabah namazını ortalık biraz aydınlanınca kılmayı uygun görüyoruz ve
bunun faziletli olduğu kanaatindeyiz. Siz, iki hadis birbirine muhalif olursa
bizim onlardan birine göre amel etmemizin caiz olduğunu söylüyorsunuz. Biz, bu
hadisi Hz. Aişe'nin hadisine muhalif sayıyoruz.
İmam Şafil şöyle dedi:
Ona şöyle dedim: Eğer o hadis, Hz. Aişe'nin hadisine muhalif ise senin de,
bizim de yapmamız gereken, Hz. Aişe'nin hadisine uymamızdır; çünkü sizin de,
bizim de dayandığımız kaide şudur: Hadisler birbirine muhalif olduğu zaman,
kabul ettiğimiz hadisin terk ettiğimiz hadisten daha kuvvetli olduğunu gösteren
bir sebep bulunmadıkça birini alıp ötekini bir yana bırakmamalıyız.
Dedi ki: Nedir o sebep?
Dedim ki: İki hadisten
birinin Allah'ın Kitabı'na benzerliği olmasıdır.
Allah'ın Kitabı'na
benzerse onda bir huccet olma özelliği var demektir.
Dedi ki: Söylediğini
aynen biz de böyle kabul ediyoruz.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine söze şöyle devam ettim: Konuyla ilgili
olarakAllah'ın Kitabı'nda bir nas yoksa bizim için en evla olanı, sübut
bakımından hangisi kuvvetliyse onu almaktır.
Bir hadisin sübut
bakımından daha kuvvetli olması, onu rivayet eden kimsenin isnad, ilim ve hıfz
yönünden daha meşhur olmasıdır.
Yahut kabul ettiğimiz
hadisin iki veya daha çok yoldan, terk ettiğimiz hadisin de bir yoldan rivayet
edilmesidir ki buna göre birçok ravinin hıfzetmiş olması az raviden daha
uygundur.
Ya da kabul ettiğimiz
hadisin Kur'an ayetinin manasına benzemesi yahut Hz. Peygamber (s.a.v)'in başka
bir sünnetine uygun düşmesi yahut onu ilim ehlinin daha çok benimsenmesidir.
Ya da kıyas açısından
daha açık ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinin çoğu tarafından kabul
edilmiş olmasıdır.
Dedi ki: Biz ve ilim
ehli söylediklerinin aynısını söylüyoruz.
Ben de şöyle dedim: Hz. Aişe'nin
hadisi, Allah'ın Kitabı'na benzemektedir; çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Namazıara ve orta namaza devam edin ••. " [Bakara, 2/238] Eğer vakit
girmişse, namaz kılanlann, namazı muhafaza etmelerinin en uygunu onu hemen
kılmalarıdır. Ayrıca bu hadis, meşhur ve hıfz bakımından daha iyi olan
ravilerce rivayet edilmiştir. Hz. Aişe ile birlikte onu üç kişi, benzeri
ifadelerle rivayet etmiştir. Bu raviler: Zeyd b. Sabit, Sehl b. Sad'dır (ve
Enes b. Malik'tir). İşte bu sebeplerden dolayı bu hadis, Ra:fi b. Hadic'in
rivayet ettiği hadisten daha fazla Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetlerine
benzemektedir.
Dedi ki: Hangi
sünnetlerine?
Dedim ki: RestiluHah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Vaktin evveli Allah 'ın rızasının kazanıldığı,
sonu da Allah 'ın affidır." Tahric:
Tirmizi, Namaz 1/321 no: 172; es-Sünen, 1/249-250.
Hz. Peygamber (s.a.v),
hiçbir şeyi AHah'ın rızasına tercih etmez.
AHah'ın affı ise iki
manaya gelir: Bir kusuru bağışlama veya kolaylık sağlamadır. Kolaylık deyince
faziletin diğerinde olması akla gelir; çünkü kendisine kolaylık gösterilen
kimse, kolaylığın karşıtı olan şeyi terk etmekle emrolunmamıştır.
Dedi ki: Bununla ne
kastediyorsun?
Dedim ki: Vaktin
evvelinde namaz kılmayı terk etmekle emrolunmadık; namazı vaktin evvelinde de,
diğer kısmında da kılmamız caizdir. Dolayısıyla namazı, vaktin evvelinde kılmak
faziletlidir, vaktin sonunda kılmak ise kusurlu olmakla beraber genişlikten
istifade etme adına kabul edilir bir harekettir.
Resulullah (s.a.v) de bu
söylediğimize benzer açıklama yapmıştır.
Resulullah (s.a.v)'e,
"AmeHerin hangisi efdaldir?" diye sorulunca "Vaktin evvelinde
kılınan namazdır." buyurmuştur. Tahric:
Tirmizi, Namaz 1/319,320 no: 170; el-Müstedrek, 1/188.
Hz. Peygamber (s.a.v),
faziletli olan vakti terk etmez ve insanlara da onu emreder. Alim olan kimse
şunu iyi bilir ki namazı vaktin evvelinde kılmak, fazilet bakımından daha
evladır. Çünkü insanların işleri yahut unutma veya rahatsızlık gibi şeyler
başlarına gelebilir. Ayrıca bu, AHah'ın Kitabı'nın manasına daha uygun düşmektedir.
Dedi ki: Bu söylediğin,
Kitabın neresine uygun düşmekte?
Dedim ki: Allah (c.c)
şöyle buyurmuştur: "Namazıara ve orta namaza devam edin ... "
[Bakara,2/238]
Bir kimse namazı vaktin
evvelinde kılarsa, onu vaktin sonuna bırakan kimseden daha iyi muhafaza etmiş
olur.
Biz, insanların
kendilerine farz ve nafile olan ibadetlerde imkan dahilinde acele etmekle
emrolunduklarım görüyoruz; çünkü onların işleri, unutmaları veya rahatsızlık
gibi şeyler arız olabilir. Bu husus akıl ile rahatlıkla kavranması mümkün olan
bir husustur. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali b. Ebi Talib, İbn Mesud, Ebu Musa
el-Eş'ari ve diğerlerinin sabah namazım vaktin evvelinde kıldıkları kesin
olarak bize intikal etmiştir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine o şöyle dedi: Ebu Bekir, Ömer ve Osman namaza
ortalık karanlıkken başlamışlar ve kıraati uzatarak ortalık biraz aydınlanınca
namazdan çıkmışlardır.
Ona şöyle dedim: Onlar,
namazda kıraati bazen uzatmışlar, bazen de kısaltmışlardır. Vakit, namaza
başlama ile ilgilidir; namazdan çıkma ile ilgili değildir. Onların hepsi,
namaza ortalık karanlıkken başlamışlardır.
Hz. Peygamber (s.a.v) de
namazdan ortalık karanlıkken çıkmıştır.
Buna göre sen, hem Hz.
Peygamber (s.a.v)'den bize ulaşan ve uyman gereken şeylere, hem de adı geçen
sahabllere muhalefet ediyor ve namaza ortalık biraz aydınlamnca başlayan kimse
kıraati kısa tutarak, yine ortalık biraz aydınlıkken namazı bitirir, diyorsun.
Bu durumda sen, namaza başlama konusunda onlara muhalefet ediyorsun ve aym zamanda
kıraatini uzattıklarına dair ileri sürdüğün delille birlikte Hz. Peygamber
(s.a.v)'in namazdan ortalık karanlıkken çıktığına dair rivayet edilen hadislere
ters düşüyorsun.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine itiraz eden adam, "Rafi'nin rivayetini,
Hz. Aişe'nin rivayetine muhalif mi sayıyorsunuz?" dedi. Ben de "Hayır." dedim.
O da "Hangi yönden
ona uyuyor?" diye sord».
Ben de şöyle dedim: Hz.
Peygamber (s.a.v), insanlan namazı vaktin evvelinde kılmaya teşvik edip bunun
faziletli olduğunu haber verince ihtimaldir ki bazılan bu maksatla sabah
namazını son fecirden (fecr-i sadık) önce kılmışlardır. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Sabah namazını
ortalık biraz aydınlanınca kılın." Yani, sabahın son fecri ufukta yatayolarak
belirdikten sonra kılın.
Dedi ki: Bu hadis, başka
bir manaya da gelebilir mi?
Evet, dedim, senin
dediğin manaya da gelebilir, senin ve benim söylediğim mananın arasında bir
mana daha ifade edebilir. Bütün bu manalar için "isfar" (ortalığın biraz
aydınlanması) denebilir.
Dedi ki: Sizin
verdiğiniz manayı, bizim verdiğimiz manadan uygun kılan nedir?
Ona şöyle cevap verdim:
Bunun sebebi, sana açıkladığım delillerdendir. Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sabahın aydınlığı
iladir: Biri kurt kuyruğu gibi dikeyolandır. Bu, bir şeyi helal ve haram
kılmaz. Öteki de yatayolandır. İşte bu aydınlık, sabah namazının kılınmasının
caiz, yemenin de yasaklanmış olduğunu gösterir. "
Yani: Oruç tutmak
isteyen, bundan sonra bir şey yiyip içemez.
Tahric: Musannef, ibn
Ebi Şeybe, Oruç kitabı 3/27.
Muhtelif Sayılan Bir
başka Cihet
Bize Rebi' şöyle haber
verdi: Bize Muhammed b. İdris haber vererek şöyle dedi: Bize Süfyan, ez-Zühri'
den, Ata b. Yezid el- Leysi' den; Ebü Eyyub el-En sari yoluyla Nebi (s.a.v)'in
şöyle buyurduğunu haber verdi: "Büyük abdest bozarken veya idrar yaparken
arkanızı ve önünüzü kıbieye dönmeyin. Doğuya veya batıya dönün. " Tahric:
Buhari, Namaz 1/146 no: 394; Müslim, Taharet 1/224 no: 59/264.
Ebü Eyyub şöyle dedi:
"Biz Şam'a gelmiştik. HeUilann kıbleye doğru yapıldığını gördük. Biraz
sağa veya sola doğru oturuyor ve Allah'tan bağışlanmayı diliyorduk.
Bize Malik, Yahya b.
Said'den, Muhammed b. Yahya b. Habban'dan, o da amcası Vasi b. Habban da
Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: "Bazı insanlar,
'Hacetinizi defetmek için oturduğunuz zaman kıbleye de, Beytu'l-Makdis'e de
dönmeyin.' diyorlar." Abdullah şöyle dedi:
Ben, evimizin damına
çıkmıştım. Hz. Peygamber (s.a.v)'in iki kerpiç üzerinde Beytu'l-Makdis'e doğru
hacetini defettiğini gördüm." Tahric:
Muvatta, Kıble 1/193, 194 no: 3; Müslim, 1/224, 225 no: 61/266; Buhari, 1/297
no: 145.
İmam Şafii şöyle dedi:
Hz. Peygamber (s.a.v), kendi döneminde onunla beraber yaşayanlara edep
öğretmiştir. Onlar Araplardı ve onların yahut çoğunun evlerinde tuvaletleri
yoktu. Hz. Peygamber (s.a.v)'in onlara öğrettiği edebin iki manası olabilir.
Bunlardan biri şudur:
Onlar, hacetlerini defetmek için çöle gidiyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v),
onlara kıbleye -çölün genişliğinden dolayı- ön ve arkalannı dönmemelerini
emretmiştir. Bunda da onlar için bir zorluk yoktur. Büyük abdest bozmak veya
idrar yapmak için kıbleye dönmeden ya da o tarafa arkalanm çevirmeden
hacetlerini defedebilecekleri geniş yerler vardır. Onlann kıbleye dönmeme veya
o tarafa arkalannı çevirmeme işinden sakınmalan çok kolaydır. Çoğunlukla o
durumda hacetini defetmeye gidenler ile namaz kılanlar arasında engel
bulunmuyordu. Ön ve arkalannı kıbleye dönmeleri halinde birbirinin avret
yerlerini görmeleri mümkündür. Bundan dolayı onlara Allah'ın kıblesine saygı
göstermeleri, eğer görülecek bir yerde iseler, namaz kılanlara karşı avret
yerlerini örtmeleri emir olunmuştur. Allah en doğrusunu bilir. Bu mana, en
uygun manasıdır.
Manalanndan diğeri de
şöyle olabilir: Hz. Peygamber (s.a.v), onlann çölde namaz kılmak için yapılmış
olan bir kıbleye karşı büyük abdest bozmak veya idrar yapmak amacıyla
dönmelerini yasaklamıştır. Yani kıble olarak yapılmış olan yerde büyük abdest
bozulmaması veya idrar yapılmaması istenmiştir. Aksi takdirde bu yüzden orası
kirlenir. Ya da o kıblenin arkasında namaz kılanlar bundan rahatsız olurlar.
İmam Şafii şöyle dedi:
Ebu Eyyub, Hz. Peygamber (s.a.v)'den hadisi işittiği gibi nakletmiştir.
Dolayısıyla çöl ve evlerde tuvalete gitme konusunda o hadise göre amel
edilmesini söylemiştir. Evlerde insanlar için mevcut olan tuvaletlerle çöldeki
durumu birbirinden ayırmamıştır. Oysa insanlann evlerindeki tuvaletlerinin önü
veya arkası, bazı hallerde kıbleye doğru yapılmış olup oralara hacetini
defetmek için gidenler, kendilerini setretmiş oluyorlardı. Ebu Eyyub ise hadisi
nasıl mücmel olarak işittiyse, onu mücmel olarak söylemiştir. Hadisi işiten
kimsenin yapması gereken de onunla diğer durumların birbirinden aynlmasım
gösteren bir şey buluncaya dek mücmel ve genelolarak ona uyulmasını
söylemektir.
İmam Şafii şöyle dedi:
İbn Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hacetini defederken Beytu'l-Makdis'e
döndüğünü görmüştür. Beytu'l-Makdis ise iki kıbleden biridir ve Hz. Peygamber
(s.a.v), yönünü ona doğru dönünce arkasını Kabe'ye döndürmüş olur. İşte İbn
Ömer buna dayanarak, birinin hacetini defederken kıbleye dönmesinin ve arkasım
da ona doğru çevirmesinin caiz olmadığını ileri sürenlere karşı çıkmış ve Hz.
Peygamber (s.a.v)'in yaptığı bir uygulamayı hiç kimsenin menetmemesi
gerektiğini söylemiştir.
Öyle anlaşılıyor ki İbn
Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v)'in çölde hac et gidermeyle ilgili emrini
işitmemiştir. Eğer onu işitseydi çölle evleri birbirinden ayınr ve çölde hacet
defederken kıbleye dönmenin yasaklandığım, evlerde ise ona ruhsat verildiğini
söylerdi. Böylece işittiği ve gördüğü şeye dayanarak, çöl ve evler birbirinden
farklı olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bunları birbirinden ayn tuttuğunu
anlar ve böyle hareket edilmesi gerektiğini kabul ederdi.
İmam Şafii şöyle dedi:
Bundan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ( s.a. v)' den bir şey işiten herkes, onu
kabul eder ve ona göre amel edilmesini söyler. Ayrıca ayrı ayn mütalaa etmesi
gereken şeyler bilinmiyorsa, onları da ancak aralarında fark bulunduğuna dair
Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir delile dayanarak birbirinden ayınr. Hadislerde
bunun benzerleri çoktur. Biz bu zikrettiklerimizle yetindik.
İHTİLAFLI HADİSLERİN
BAŞKA BİR ÇEŞİDİ
Bize Süfyan,
ez-Zühri'den, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, İbn Abbas'ın şöyle dediğini
nakletti: Bana Sa' b b. Cessame, Hz. Peygamber (s.a.v)'e gece baskınında kadın
ve çocukları da ölen müşriklerin yurtlarındaki insanlar hakkında sorulduğunu ve
Hz. Peygamber (s.a.v)'in de şöyle buyurduğunu haber verdi: "O kadın ve
çocuklar da onlardandır." Amr b. Dinar, ez-Zühri'nin rivayetine şunu da
eklemiştir: "Onlar da babalarındandır." Tahric: Buhari, Ci had 2/301 no: 3012-3013; Müslim, Cihad
3/1364-1365.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
ez-Zühri'den, İbn Ka'b b. Malik'den, o da amcası yoluyla şöyle haber verdi:
"Nebi (s.a.v), İbn Ebi'l-Hukayk'a karşı gönderdiği askerlere, kadın ve
çocukları öldürmelerini yasaklamıştır. Tahric:
Müsned el-Hamidi, 2/385-386 no: 874.
İmam Şafii şöyle dedi:
Süfyan, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "O kadın ve çocuklar da
onlardandır."sözünün, onların öldürülmesinin mubah olduğunu bildirdiği,
İbn Ebi'l-Hukayk hadisinin de bunu neshettiği görüşündedir.
İmam Şafii şöyle dedi:
ez-Zühri, Sa' b b. Cessame'nin hadisini rivayet ettiği zaman, ardından İbn
Kab'ın hadisini de zikrederdi.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sa'b b. Cessame'nin rivayet ettiği hadis, Hz. Peygamber
(s.a.v)'in umresinde varid olmuştur. Eğer birinci umresinde varid olmuşsa, İbn
Ebi'l-Hukayk'la ilgili verilen talimat, bundan önce aynı yılda olmuştur,
denilebilir. Son umresinde varid olmuşsa, şüphesiz o hadis, İbn Ebi'l-Hukayk
olayından sonra söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
İmam ŞafiI (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Biz, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, daha önce kadın ve çocukların
öldürülmesine ruhsat verdiğini, sonra da bunu yasakladığını bilmiyoruz. Bize
göre -Allah en doğrusunu bilendir- Hz. Peygamber (s.a.v)'in, kadın ve çocukları
öldürmekten menetmesinin manası, öldürülmesini emrettiği kimselerden ayırt edildikleri
ve belli oldukları halde onları kasten öldürmemesidir.
"Kadın ve çocuklar
onlardandır. " sözü de şu iki hususu ifade eder: Onların kanlarının
dökülmesini önleyecek imanla ilgili hüküm bulunmadığı gibi, yurtlarına gece
baskınını önleyecek iman (İslam) diyarı olma hükmü de yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.v),
düşman yurtlarına gece baskınını ve saidırmayı mubah kıldığına ve kendisi de
Beni Mustalik'a iki defa ansızın saldırdığına göre, kesinlikle anlaşılır ki Hz.
Peygamber (s.a.v)'in helal kıldığı gece baskını ve saldırma sırasında hiç
kimse, kadın ve çocuklara isabet edecek diye bu işten kaçınmaz. Müslümanların,
kadın ve çocukların ölümüne sebep olmaları halinde, onlardan günah, kefaret,
diyet ve kısas kalkar; çünkü onlara gece baskını ve saldırma konusunda izin
verilmiştir ve düşmanlar için de İslam'ın sağladığı dokunulmazlık söz konusu
değildir.
Kadın ve çocukları,
ayırt edebildikleri halde bilerek ve kasten öldürmek için Müslümanlara izin
verilmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), çocukların öldürülmesini yasaklamıştır;
çünkü onlar henüz kafir sayılacak yaşta değildirler ki küfrün gereklerini
yapsınlar. O, kadınların öldürülmesini de yasaklamıştır; zira onlarla
savaşmanın bir anlamı yoktur. Kadınlar ve çocuklar, köle ve cariye olarak
alınırlar; böylece onların Allah'ın dinine mensup olanlar için bir faydaları
olur.
Biri şöyle bir şey
derse: Bunu başka bir misalle kuvvedendirecek ve Allah'ın Kitabı'na benzetecek
bir şey bulabilir misin?
İmam ŞafiI:
"Evet" derim, Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"Yanlışlıkla olması
dışında bir müminin bir mü mini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini
öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek
bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola.
(Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan
bir toplumdan ise mü min bir köle azat etmek lazımdır. Eğer kendileriyle
aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet
ve bir mü min köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah
tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lazımdır. Allah
her şeyi bilendir, hikmet sahibir." [Nisa, 4/92]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, bir mümini yanlışlıkla öldürme suçundan dolayı diyet
ve bir köle azat edilmesini, antlaşmahlardan birini öldürme halinde de diyet ve
bir köle azat edilmesini emretmiştir. Öldürülen her iki kimsenin de iman,
antlaşma ve yurt bakımıanndan kanlanmn masumiyeti söz konusu ise hüküm
böyledir. Yurt bakımından dokunulmazhğı bulunmayan bir müminin iman yönünden
kam masumdur; dolayısıyla onun öldürülmesi halinde kefaret (köle azadı)
gerekir; diyet gerekmez; çünkü onun kam, iman açısından masumdur. Müşriklerin
çocuk ve kadınlanmn, ne iman ne de yurt itibanyla dokunulmazlıklan olmadığı
için -İnşaaIlah- öldürülmeleri halinde kısas, diyet, günah ve kefaret söz
konusu değildir.
Cuma Guslü
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bundan sonra o kişi, "Bazılanna göre çelişkili görünen
birkaç hadis daha zikret." dedi.
Şöyle dedim: Bize Malik,
Safvan b. SÜıeym'den, Ata b. Yesar'den; Ebu Said el-Hudri yoluyla ResuluIlah
(s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Cuma günü gusül abdesti almak,
erginlik çağına gelmiş her Müslümana vaciptir. " Tahric: Muvatta, Cuma 1/102 no: 4; Buhari, Ezan 2/401 no:
858; Müslim, Cuma 2/580 no: 5/846.
Bize İbn Uyeyne,
ez-Zühri'den, Salim'den, o da Salim'in babası yoluyla ResUluIlah (s.a.v)'in
şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden Cuma namazına gelen gusül yapmış
olarak gelsin. " Tahric: Müslim, Cuma
2/579 no: 2/844; Buhari, Cuma 1/415 no: 877.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Cuma günü gusül abdesti
almak vaciptir. " sözü ve gusülle ilgili emri iki manaya gelebilir.
Bunlardan zahir olan
mana, guslün vacip olmasıdır. Nasıl cünüp kimse için gusül yaparak temizlenmek
şart ise Cuma namazı için de gusül abdesti alarak temizlenmek şarttır.
Öteki mana ise
temizlikle ilgili ahlaki bir davranış olmakla beraber, ihtiyan bir vacip
olmasıdır.
Bize Malik, ez-Zühri
den, Siilim b. AbdiHah b. Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: Cuma günü Ömer b.
el-Hattab hutbe okurken Hz. Peygamber (s.a.v)'in ashabından biri camiye girdi.
Ömer şöyle dedi: "Bu hangi vakittir?!" O da, "Ey
Emiru'l-Müminin, çarşıdan gelmiştim. Ezanı işittim. Sadece abdest
alabildim." dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Hz. Peygamber
(s.a.v)'in gusül abdesti alınmasını emrettiğini bildiğin halde sadece abdest
aldın (öyle mi?)" Tahric: Muvatta, Cuma
11101, 102 no: 3; Buhari, Cuma 2/430 no: 878; Müslim, Cuma 2/580 no: 3/845.
Bize güvenilir raviler,
Mamer'den, ez-Zühri'den, Salim'den Salim'İn babası yoluyla Malik'in rivayet
ettiği hadisin manaca benzerini haber vererek, Cuma günü camiye gusül abdesti
almadan giren kişinin Osman b. Affan olduğunu belirttiler. Tahric: Musannef, Abdurrazzak, Cuma 3/195.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Hz. Ömer, Hz. Peygamber ( s.a. v)' in Cuma namazı için gusül
abdesti alınmasını emrettiğini, Osman' ın da Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu emrini
bildiğini biliyordu. Sonra Osman'a Hz. Peygamber (s.a.v)'in emrini hatırlattı.
Osman, zaten onu biliyordu. Biri, Osman'ın onu unutmuş olduğunu düşüuse bile
Ömer namazdan önce kendisine bunu hatırlatmıştır. Bununla birlikte
Osman"ın gusül abdesti olmadığı için namazı terk etmemesi, Ömer'İn de ona
camiden çıkıp gusül abdesti almasını emretınemesi gösteriyor ki her ikisine
göre de Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu gusül abdestiyle ilgili emri ihtiyandir
(yani gusül abdesti olmazsa Cuma namazı kılınmaz anlamında değildir.) Yoksa
Ömer, gusül abdestiyle ilgili emrinde ısrar ederdi; Osman da bu emri yerine
getirirdi; çünkü biz Osman' ın gusül abdestini terk ettiğini ve Hz. Peygamber
(s.a.v)'in bu husustaki emrini hatırladığını biliyoruz. Demek ki Cuma namazı
için emredilen gusül abdesti, -belirttiğimiz gibi- ancak ihtiyaridir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Basralılar Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet
ettiler: "Bir kimse Cuma günü abdest alırsa yeterli ve iyidir; kim gusü!
abdesti alırsa bu, daha faziletlidir. " Tahric:
Ebu Davud, Taharet 1/251 no: 354; Tirmizi, Namaz 2/357 no: 497.
Bize Süfyan b.
Uyeyne'nin, Yahya b. Said'in rivayetine göre Amre binti Abdurrahman, Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini haber verdi: "İnsanlar kendi işlerini kendileri
yaparlardı ve okılık kıyafetleriyle Cuma namazı için camiye giderlerdi. Bu
yüzden onlara şöyle dendi: Gusül abdesti alsanız daha iyi olur." Tahric: Buhari, Cuma 1/287 no: 903; Müslim, Cuma 2/581 no:
6/847.
Sonraki için tıkla:
BİR HADİSTE YER
ALAN VE BAŞKA BİR HADİSİN İŞARET ETMESİYLE ANLAŞILAN YASAK