ŞAFİİ el-UMM

USÜL

 

NASİH VE MENSUH'UN BİR DİĞER ÇEŞİDİ

 

İmam Şafiı (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize Muhammed b. İsmail b. Ebi Fudeyk, İbn Ebi Zi'b'den, el-Makburi'den, Abdurrahman b. Ebi Said de Ebi Said el-Hudri'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Hendek (Ahzab) gününde namaz kılmak için vakit bulamadık. Öyle ki akşam oldu ve gece hayli ilerledi. Nihayet düşmandan kurtulduk. Buna Allah'ın şu ayeti işaret ediyor: "Allah, inkar edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta müminlere kafi geldi. Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir." [Ahzab, 33/25]

 

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), Bilal'i çağırıp emir buyurdu. O da öğle namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber de onu vaktinde kılıyormuş gibi güzelce eda etti. Sonra Bilal ikindi namazı için kamet getirdi. Onu da öylece kıldı. Sonra akşam namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde kıldı. Sonra yatsı namazı için kamet getirdi. Hz. Peygamber onu da aynı şekilde kıldı. Bu, korku namazı hakkındaki: " ... Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın) ... " [Bakara, 2/239] ayeti nazil olmadan önceydi.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ebu Said el-Hudri, Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazıarı bu şekilde kılmasının Hendek savaşı yılında olduğunu nakledince anlaşıldı ki Hz. Peygamber (s.a.v)'e korku namazıyla ilgili: "Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın)." ayeti o savaştan sonra nazil olmuştur. Hz. Peygamber de korku namazını ancak Hendek savaşından sonra kılmıştır. çünkü Ebu Said bu savaşa katılmıştır. Ayrıca namazıarın vakti geçmiş olduğunu ve korku namazıyla ilgili ayet nazil olmadan önce bu olayın vuku bulduğunu da anlatmıştır.

 

İmam ŞafiI şöyle dedi: Korku namazı, hiçbir surette hazarda vaktinden başka bir vakte ve seferde ise cemetme vaktinden sonraya yahut başka bir sebebe dayanarak geciktirilemez.

Namaz, ancak Res"Ulullah (s.a.v)'ın kıldığı gibi kılınır.

 

Korku namazıyla ilgili olarak bizim delilimiz şudur: Bize Malik, Yezid b. Ruman'dan, Salih b. Havvat da Zatu'r-Rika savaşında Hz. Peygamber (s.a.v) ile korku namazı kılanlardan şöyle nakletti: "MüminIerin bir kısmı Hz. Peygamber (s.a.v)'le birlikte saf tuttular; bir kısmı da düşmana karşı durdular. Hz. Peygamber (s.a.v), kendisiyle saftutanlarla beraber bir rekfit namaz kıldı. Sonra ayakta bekledi ve onlar namazlarını kendi kendilerine tamamladılar ve düşmanın karşısına saf olup durdular. Öteki kısım geldi; Hz. Peygamber (s.a.v), namazın kalan rekfitını da onlara beraber kıldı. Sonra oturup bekledi ve onlar da namazlarını kendi kendilerine tamamladılar. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v) onlarla birlikte selam vererek namazdan çıktı.

 

İmam ŞafiI (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize, Abdullah b. Ömer b. Hafs'tan işiten kişi, kardeşi Ubeydullah b. Ömer'den, Kasım b. Muhammed'ten, Salih b. Havvat b. Cubeyr ile babası aynı hadisi veya aynı manaya gelen benzerini Nebi (s.a.v)'den rivayet etmişlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'in korku namazını Malik'in naklettiğinden farklı şekilde kıldığı rivayet edilmiştir. Biz, Malik'in rivayetinin dışındakileri değil de Malik'in rivayetini kabul ettik. Çünkü o, Kur' an' a daha çok benziyor ve düşmana karşı taktik bakımından daha kuvvetlidir. Biz, bu konuyu ihtilaflanyla birlikte ve delilini belirterek Namaz Kitabı'nda yazdık. Bu ve diğer konularda bize muhalefet edenleri ve ileri sürdükleri hadisleri burada zikretmedik. Çünkü bize muhalif olanların ileri sürdükleri hadisler, ilgili kitaplarda ayrıca yer almıştır.

      

Nasih ve Mensuha Bir Başka Örnek

 

Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışan çıkarmayın). Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de eza edip kınayın. Eğer onlar tevbe edip ıslah olurlarsa, onları eza edip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok merhamet edendir." [Nisa,4/15-16]

 

Bu ayete göre zinanın cezası, hapis ve eziyetti. Ta ki Allah, Peygamberine, zinanın cezasını şöyle bildirinceye kadar: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. AIIah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun." [Nur, 24/2]

 

Cariyeler hakkında şöyle buyurmuştur: " ... Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır) ... " [Nisa, 4/25]

 

Bu emirle zina edenlerden hapis cezası kaldırmış ve onlara had cezası uygulanması sabit olmuştur. Cariyelerle ilgili Allah'ın buyruğu şudur: " ... onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır) ... " Allah, zinanın cezası konusunda hür kadınlarla cariyeleri birbirinden ayırmıştır. Zinanın cezası sopa olursa ikiye bölünür; çünkü sopa, sayı ile olur; recimle olmaz. Recim ise sayı ile değil, kişinin canı çıkana kadar uygulanan bir cezadır. Bu cezada bazen suçlu bir taşla ölür; bazen de bin ve daha fazla taşla ölür. Yani recimde belli bir sayı olmadığı gibi kişinin canı da ikiye bölünmez; dolayısıyla recim, canın yansında uygulanmaz.

 

Nur suresindeki " ... Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun ... " ayeti, zina eden bütün hür kimselere delalet edeceği gibi, onların bir kısmına da delalet eder. Biz, yüz sopanın kime vurulacağını, Hz. Peygamber (s.a.v)'in -babam-anam ona feda olsun- sünnetinin delaletiyle ancak anlayabildik.

 

Bize Abdulvahhab, Yunus b. Ubeyd, el-Hasan'dan, Ubade b. es-Samit yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Benden öğrenin, benden öğrenin; Allah o kadınlar için bir yol gösterdi: bekar bir erkek, bekar bir kadınla zina ederse yüz sapa ve bir yıl sürgün cezası gerekir. Evlenmiş olan bir erkek, evlenmiş olan bir kadınla zina ederse yüz sapa ve recim cezası uygulanır. "

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Allah o kadınlar için bir yol gösterdi." sözü, zina edenlere önce bu cezanın uygulandığına işaret etmektedir; çünkü Allah şöyle buyurmuştur: " ... 0 kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin ... " [Nisa,2/15]

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Sonra Res-UluHah (s.a.v), Maiz'e sopa vurulmadan recmedilmesini emretti. Aynı şekilde el-Eslemi'nin karısının da sopa vurulmadan recmedilmesini emretti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, evliyken zina eden erkek ve kadına sopa vurma cezasının neshedildiğini göstermektedir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Zina konusunda hür kimseler arasındaki fark, sadece evlenerek muhsan yahut muhsan olmamaları arasındaki farktan ibarettir.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Allah onlara bir ypl gösterdi, bekar bir kimsenin, bekar bir kadınla zina etmesi halinde yüz sapa ve bir yıl sürgün cezası uygulanır. " sözüne dayanarak ilk i?nce neshedilen, -zina edenlerle ilgili olarak- hapis cezasıdır. Hapis cezası kaldırıldıktan sonra onlara had cezası uygulanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in zina edenlere uyguladığı had cezası da işte bundan sonraya aittir; çünkü zina edenlere uygulanan ilk had cezası budur.

 

Bize Malik, İbn Şihab'tan, Ubeydullah b. Abdullah'tan, Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid'in şöyle haber verdiklerini söyledi: "İki kişi, ihtilaf ettikleri bir mesele hususunda Resulullah (s.a.v)'in huzuruna geldiler. Onlardan biri şöyle dedi: "Ey Allah'ın Elçisi, sen aramızda Allah'ın Kitabı'na göre hüküm ver. Daha bilgili olan diğer kişi, "Evet, ey Allah'ın Elçisi, sen aramızdaAllah'ın Kitabı'na göre hüküm ver ve bana konuşmak için izin ver." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) de "Konuş n dedi. Adam şöyle dedi: "Benim oğlum bunun yanında işçiydi; karısıyla zina etmiş. Oğluma recim cezası gerektiğini söyledi. Ben de ona karşılık yüz koyun ve kendi cariyemi fidye olarak verdim. Sonra ilim ehline sordum. Onlar da oğluma yüz sopa ve bir yıl sürgün, bunun karısına da recim cezası gerektiğini bildirdiler." Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah 'a andolsun ki aranızda Allah 'ın Kitabı 'na göre hükmedeceğim: Koyun ların la cariyen sana iade edilecek. "

 

Sonra da oğluna yüz sopa vurulmasına ve onun bir yıl sürgün edilmesine karar verdi. Üneyse el-Eslemi'ye de ötekinin karısını gidip getirmesini, eğer kadın suçunu itiraf ederse recmetmesini emretti. Kadın, suçunu itiraf ettiği için recim cezası uyguland1.Tahric: Muvatta, Hudud 2/822; Buhari, Yemin ve adaklar 11/532 no: 6633; Müslim, Hudud 3/1324.

 

Bize Malik b. Enes, Nafi ve İbn Ömer'den şöyle nakletti: "Resulullah (s.a.v) zina eden iki yahudiyi recmetmiştir." Tahric: Muvatta, Hudud 2/819; Buhari, Hudud 12/172 no: 6841; Müslim, Hudud 3/1326 no: 1699.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Buna göre zina eden bekarlara yüz sopa ve sürgün, evliyken zina edenlere de recim cezası gerektiği sabit olmuştur. Evlenmiş olanlardan zina eden kimseler hakkında sopa cezası neshedilmiş olduğundan onlara sadece recim cezası gerekir. Sopa cezası uygulanması gerekenler ise bekar olup zina yapanlardır. Sopa cezası bekarlar için olup durumları evlenmiş olanlardan da farklıdır. Zina edenler hakkında sopa cezasını emreden ayetten sonra, evliyken zina edenler hakkındaki recim cezası, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Allah'tan aldığı bir emirle sabit olmuştur. Bu ise bize göre Kur'an'ın manaları ve Kur'an'ın emirleri açısından daha uygundur. Allah en doğrusunu bilendir.

 

Nasih ve Mensuh ile ilgili Bir Örnek Daha

 

Bize Malik, ez-Zühri ve Enes yoluyla şöyle haber verdi: "Nebi (s.a.v) bir ata bindi, ondan düştü ve sağ tarafı yaralandı. Namazlardan birini oturarak kıldı, arkasında biz de oturarak kıldık. Namazı bitirdikten sonra şöyle buyurdu: "İmam, kendisine uyulmak için görevlendirilmiştir. O, namazı ayakta kılarsa siz de ayakta kılın; o rüku'ya varınca siz de varın; o başını kaldırınca siz de kaldırın; o "semi Allah liman hami deh" deyince siz de "Rabbena lekel hamd" deyin. O, namazı oturarak kılarsa siz de -hepinizoturarak kılın. " Tahric: Muvatta, Cemaatle namaz 1/135 no:16; Buhari, Ezan 2/204 no: 689; Müslim, 1/308 no: 411.

 

Bize Malik, Hişam b. Urve'den, babası da Hz. Aişe (r.a)'nın şöyle söylediğini nakletti: "Resülullah (s.a.v) rahatsızken evinde namazı oturarak kılıyordu, bir topluluk da arkasında namazı ayakta kılıyordu. Onlara, 'Oturun' diye işaret etti ve namazdan sonra da şöyle buyurdu:

"İmam kendisine uyulmak için görevlendirilmiştir. O rüku'a varınca siz de varın; o başını kaldırınca sizde kaldırın; o namazı oturarak kılarsa, siz de oturarak kılın. " Tahric. Muvatta, Cemaatle namaz 1/135; Müslim, Namaz 1/309 no: 412; Buhari, Ezan 2/203.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu hadis, Enes'in rivayet ettiği hadis gibidir. Gerçi Enes tarafından rivayet edilen hadis, buna nisbetle daha açıklayıcıdır.

Bize Malik, Hişam b. Urve'den, babası yoluyla şöyle haber verdi: "Resülullah (s.a.v) hastayken çıkıp Ebü Bekir'in yanına geldi. O, ayakta cemaate namaz kılıyordu. Ebü Bekir geri çekilmek istedi. Hz. Peygamber de 'Olduğun yerde dur, devam et. ' diye ona işaret etti. Hz. Peygamber de Ebu Bekir'in yanına oturdu. Ebü Bekir, Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak, cemaat de Ebu Bekir'in namazına uyarak namaz kılıyordu. Tahric. Muvatta, Cemaatle namaz 1/136 no: 18; Buhari, Ezan 2/195 no: 683; Müslim, Namaz 1/314-315 no:418.

 

[İmam Şafii de bu hadisi delil olarak alır.] Bu ifade Rebi' b. Süleyman'a aittir.

      

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbrahim en-Nahai, elEsved b. Yezid'den, Hz. Aişe (r.a.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yoluyla ResuIullah (s.a.v)'den mana itibanyla Urve'nin rivayet ettiği hadisin benzerini şöyle zikretti: "Nebi (s.a.v) oturarak namaz kıldı. Ebu Bekir de Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak ayakta kıldı. Cemaat ise arkasında ayaktaydılar." Tahric: Buhari, Ezan 1/221 no: 664; Müslim, 1/313- 314 no: 95/418.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize Yahya b. Hassan, Hammed b. Seleme'den, Hişam b. Urve'den, babası da Hz. Aişe'den, Malik'in rivayet ettiği hadisin benzerini rivayet ederek onda şöyle dediğini nakletti: Resulullah (s.a.v) oturarak namaz kıldı. Ebu Bekir de Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazına uyarak ayakta kıldı. Cemaat ise Ebu Bekir'in arkasında namazlarını ayakta kıldı. (Bir önceki ile aynı isnad)

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'in, vefatıyla sonuçlanan hastalığında cemaat arkasında ayaktayken kendisinin namazı oturarak kıldırmasından çıkan sonuç; Hz. Peygamber (s.a.v)'in attan düştüğünde oturarak namaz kıldınrken cemaate de oturarak kılmasını emretmesi, vefatıyla sonuçlanan hastalığından önce olmuştur. Ölümüyle sonuçlanan hastalığında namazı oturarak kıldırması, cemaatin de onun arkasında namazı ayakta kılması; imam oturarak namaz kıldınrken cemaatin de oturması hükmünü neshetmiştir. Bu uygulamadan sünnetin getirdiği ve Müslümanların üzerinde icma ettiği şu sonuç çıkmaktadır: Bir kimse gücü yeterse namazı ayakta, gücü yetmezse oturarak kılar; tek başına ayakta kılmaya gücü yeten kimsenin oturarak namaz kılması caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in hastayken namazı oturarak, arkasındakilerin de ayakta kılmasıyla ilgili sünneti, önceki sünnetini neshettiği gibi, sağlıklı ve hasta kimselerle ilgili sünnetine ve Müslümanların icmasına da uygundur; yani sağlıklı ve hasta kimselerden her biri farz namazını, durumuna göre kılar. Nitekim hasta olan bir kimse, sağlıklı olan bir imam'ın arkasında oturarak namazını kılar, imam da ayakta kılar.

 

Bize göre aynı şekilde imam hasta ise namazı oturarak, arkasındaki sağlıklı kimseler de ayakta kılarlar. Böylece herkes kendi farzını eda eder. Hasta olan imamın yerine bir başkası namazı kıldınrsa daha iyi olur.

 

İnsanlardan bazısı yanılgıya düşerek şöyle dediler: Nebi (s.a.v)'den sonra hiç kimse oturarak imamlık yapamaz, diye yanılgıya düşmüş ve rivayeti makbulolmayan birinden "Benden sonra hiç kimse oturarak imamlık yapmasın. " tarzında munkati bir hadis nakletmiştir. Böyle bir hadis, hiç kimseye karşı huccet olacak şekilde sahih değildir.

 

Bahsi geçen hadis: gayet zayıftır. Cabir el-Cafi ve eş-Şa'bi yoluyla Darekutni rivayet etmiştir. Darekutni yoluyla Beyhaki, es-Sünen el-Kübra'da (3/80) rivayet etmiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Sünnetteki nasih ve mensuh konusunda bu tür örnekler çoktur.

 

Aynı manayı taşıyan benzeri meselelere de bunda bir delalet -İnşaallah- vardır. Aynı şekilde Allah'ın Kitabı'nda da bunun benzerleri çoktur. Biz, bunların bir kısmını bu kitabımızda, geriye kalanlarını da Ahkamu'l-Kur'an ve es-Sünne adlı kitabımızın ilgili bölümlerinde ele aldık.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Bana soru soran kişi şöyle dedi: Öyleyse bana hangisinin nasih, hangisinin mensuh olduğuna bir delil bulunmayan çelişkili hadislerden bazısını ve bunlardan senin terk ettiğin değil, benimsediğin rivayet hakkındaki huccetini zikret.

Ona şöyle cevap verdim: Bundan önce şöyle anlatmıştım: Resulullah (s.a.v), Zatu'r-Rika savaşında korku namazı kılarken müminlerin bir kısmı da namaza başlamayıp düşmana karşı durmuştu. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisiyle saf olanlara bir rekat namaz kıldırmış ve onlar namazlarını kendi başlarına tamamlamışlar; sonra gidip düşmana karşı durmuşlar; öteki kısım gelmiş; Hz. Peygamber (s.a.v) kalan rekatı da onlara kıldırmış ve kendisi oturarak beklemiş; onlar namazlarını kendi başlarına tamamlamışlar; sonra da Hz. Peygamber (s.a.v), onlarla birlikte selam vererek namazdan çıkmıştır.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbn Ömer, Nebi (s.a.v)'in, bir seferinde korku namazını bu şekilde değil de başka şekilde kıldığını rivayet etmiş ve şöyle demiştir: O, müminlerin bir kısmına bir rekat namaz kıldırdı, bir kısmı da onunla düşman arasında yer aldı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v)'in arkasında namaz kılan müminler gidip onunla düşman arasında yer aldılar. Hz. Peygamber (s.a.v) ile namaz kılmayan öteki kısım geldi ve Hz. Peygamber (s.a.v), namazın kalan rekatını onlara kıldırdı ve selam verdi. Sonra hepsi kalan rekatlarını kaza ettiler.

 

ibn Ömer'in hadisinin lafzen tamamı zikredilmemişti. [18] rakamla aynı mana ile Şafii rivayet etti.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ebu Ayyaş ez-Zuraki'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v), Usfan savaşında, kendisiyle kıble arasında Halid b. Velid olduğu halde, Müslümanların hepsini safa geçirdi ve namaza durdu, sonra rükü'a vardı ve Müslümanlar da onunla birlikte rükü ettiler. Sonra secdeye vardı, Müslümanların bir kısmı onunla birlikte secde etti, öteki kısmı onu korumak üzere bekledi. Hz. Peygamber secdeden kalkınca, onu korumak üzere bekleyenler secde ettiler; sonra hepsi ayağa kalkarak namaza devam ettiler. Cabir de bu manaya yakın bir rivayette bulunmuştur.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Bütün bunlara muhalif olarak bu gibi şeyler rivayet edilmiş olsa da onlar isbat edilmemiş rivayetlerdir.

Bana biri şöyle sordu: Sen, niçin Hz. Peygamber (s.a.v)'in Zatu'r-Rika savaşındaki namazıyla ilgili rivayeti kabul ettin de ötekileri kabul etmedin?

Şöyle cevap verdim: Ben de Ebu Ayyaş ez-Zuraki ve Cabir'in korku namazıyla ilgili hadisini, Hz. Peygamber (s.a.v)'in o namazı kıldığı sebebe benzer sebep oluşması halinde kabul ederim.

Dedi ki: Bu sebep nedir?

Dedim ki: Hz. Peygamber (s.a.v), bin dört yüz kişiyle orada bulunuyordu. Halid b. Velid'in de iki yüz kişisi vardı. Geniş bir çölde Hz. Peygamber (s.a.v)'den uzaktaydı. O, bir tehdit teşkil etmiyordu; çünkü askeri sayıca azdı ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in askeri de ondan çoktu. Dolayısıyla Halid'in Hz. Peygamber (s.a.v)'e saldırına ihtimali azdı. Hz. Peygamber (s.a.v)'e ön tarafından saIdıracak olursa onu görecekti. Hz. Peygamber secdeye gittiğinde de onu korumak üzere bekleyenler vardı; üstelik Halid b. Velid onun gözünün önündeydi. Durum böyleyken, yani düşman askeri az ve uzakta olup görülmesini engelleyen bir şey bulunmazsa, söylediğim gibi, ben de korku namazının böyle kılınmasını emrederdim.

 

İmam Şafii: Bana soru soran kişi şöyle dedi: Bildiğim kadarıyla Zatu'rRika' da kılınan korku namazıyla ilgili rivayetin buna muhalif olmadığıdır. Çünkü her iki durum birbirinden farklıdır. Buna rağmen sen, İbn Ömer' in rivayet ettiği hadise nasıl muhalefet ettin?

Ona şöyle dedim: O hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'den Havvat b. Cubeyr rivayet etti. Sehl b. Ebi Hamse de mana itibarıyla ona yakın bir şey söyledi. Ali b. Ebi Talib'in, el-Harir gecesinde korku namazını, Havvat b. Cubeyr'in Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği şekilde kıldığı bilinmektedir. Havvat ise yaş ve Hz. Peygamber'le sohbet bakımından kıdemli bir zattır.

Dedi ki: Onun sohbet bakımından kıdemli oluşundan daha kuvvetli başka bir delilin var mı?

Dedim ki: Evet, delilim izah ettiğim gibi, onun Allah'ın Kitabı'nın manasına benzerlik arz etmesidir.

 

Dedi ki: Allah'ın Kitabı'na nerede muvafakat ediyor? Dedim ki: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

"Sen de içlerinde bulunup onlarla namaz kıldığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan diğer grup gelip seninle beraber namazıarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın." [Ni sa, 4/102]

-------------

el-Harir Geces;: Hz. Ali ile Muaviye arasında vuku bulan Sıffin gecelerinden bir gecedir.

Bak: Taberi Tarihi: 6/23 ve sonrası; ibn Ebi el-Hadid, Şerh Nechü'I-Belaga: 1/183-207,473-506.

-------------

 

Yine Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "Namazı kılınca gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarken hep Allah'ı anın. Güvene kavuşunca namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." [Nisa, 103]

 

Allah, korku halinde kılınan namazIa güven içinde kılınan namazı, -Müslümanlar ansızın düşmanlarının baskısına uğramasınlar diye- tedbir olarak birbirinden ayırmıştır. Buna göre biz de Havvat'ın rivayet ettiği hadis1e, ona muhalif olan hadisi araştırdık ve gördük ki Havvat'ın rivayet ettiği hadise göre amel etmek, ihtiyat bakımından daha iyi ve namazda iki kesimin birbirine denk görev yapması için daha uygundur.

 

Şöyle ki: İmamla birlikte namaz kılan kesim, önce namaz kılmayan kesim tarafından korunmuş olur. Namaz kılmayan korucu durumunda olan kesim ayakta, oturarak, sağa-sola dönme, saldınya karşılık verme, düşman tarafından sıkıştınlmaktan korkarsa konuşma, fırsat bulursa savaşma imkanlarına sahiptir; bu gibi işleri yapmasına namaz engel teşkil etmemektedir. İmam da düşmanın saldırmasından korkarsa, korucu kesimin uyarısından yararlanarak namazı çabucak bitirir. Her iki kesime de eşit hak vermiştir. Havvat'm rivayet ettiği hadiste her iki kesim da eşittir. Her kesim, ötekini korumaktadır. Korucu durumunda olan kesim namazın dışındadır. Birinci kısım, kendisini koruyan kesimden ne alıyorsa, kendisi de ona aynısını vermektedir; yani onu korurken kendisi de namazIa meşgul değildir. Bu da iki kesim arasında adilce bir görev taksimidir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Havvat b. Cubeyr'in rivayet ettiği hadise muhalif olan hadis ise tedbire aykındır. Bir rekatta birinci kesim koruyacak, sonra korunmakta olan kesim namazı bitirmeden yerinden ayrılıp öteki kesimi koruyacak, sonra ikinci kısım namazda olan birinci kısım tarafından korunarak namaz kılacak, sonra da her iki kesim kalan rekatları kaza edecek ve bu sırada onları koruyan kimse olmayacak; çünkü bu durumda yalnız başına imam namazdan çıkacak. Bunun da bir faydası düşmana karşı olmayacak. Bu ise taktik bakımından tedbirli ve güçlü olmaya muhalif bir durumdur. Allah, bize korku halindeki namazIa

diğer namazları, -Müslümanlar ansızın düşmanlarının baskısına uğramasın diye- tedbir olarak birbirinden ayırdığını haber vermiştir. Ayrıca birinci kesim, diğer kesim kadar görev ve sorumluluk almamış olur. Ayette görüldüğü üzere Allah da imam ve iki kesimin namazını birlikte zikretmiş, imam için de, iki kesimden biri için de namazın kazasından söz etmemiştir. Bu da göstermektedir ki imam ve arkasındakilerin durumu aynıdır; hepsi namazdan aynı şekilde çıkmaktadırlar ve onlar için namazın kazası yoktur. Havvat'ın rivayet ettiği hadis ile ona muhalif olan hadis arasındaki fark işte böyledir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine soru soran kişi şöyle dedi: Amel etmediğin hadisin, söylediğinden başka bir izah şekli var mıdır?

Dedim ki: Evet; korku namazının kılınışı, korku bulunmayan durumlardaki namazdan farklı olunca, Müslümanların onu kolaylarına geldiği şekilde, kendi durumlarına göre kılmaları da caiz olabilir; yeter ki namazın rekatlarını tamamlamış olsunlar. Dolayısıyla onların namazları farklılık gösterse de hepsi onlar için geçerli olur.

 

İhtilaflı Hallerin Diğer Bir Çeşidi

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Biri bana şöyle dedi: Teşehhüd konusunda ihtilaf edilmiştir.

İbn Mesud, Nebi (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v), onlara Kur'an süresi öğretir gibi teşehhüdü de öğretirdi." Tahric: Buhari, Ezan 2/363 no: 831; Müslim, Namaz 1/301.

 

Dedi ki: Teşehhüdün başında "et-tehiyyatü lillahi" ile başlayan üç kelime vardı. Sen, hangi teşehhüdü kabul ediyorsun?

 

Şöyle dedim: Bize Malik, İbn Şihab'tan, Urve'den, Abdurrahman b. Abdülkariyyi'nin, Ömer b. el-Hattab'ı minberde insanlara teşehhüdü şu şekilde öğretirken işittiğini haber verdi:

 

"et-Tehiyyatu lillahi, ez-zakiyatu lillahi, et-tayyibatu es-salavatu lillahi, es-selamu aleyke eyyuhe'n-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatu esselamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin. Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resuluh. '' Tahric: Muvatta, Namaz 1/90-91.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Küçüklüğümüzde ilimce bizden ileride olan hocalanmızın bize öğrettiği teşehhüd de işte böyleydi. Sonra bunu senediyle işittik. Buna muhalif olan teşehhüdü de işittik; fakat teşehhüd konusunda -ona muvafık olsun, muhalif olsun- başka senedler de sabit ise de bizim senedimizden daha kuvvetlisini işitmedik. Biz o kanaatteyiz ki Ömer, sahabilerin arasında minbere çıkıp ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in öğrettiği teşehhüdü öğretir. Bize dostlanmız yoluyla Nebi (s.a.v)'den kuvvetli bir senedIe hadis ulaşırsa, onu kabul ederiz ve bizim için en uygunu da budur.

 

Dedi ki: Bu işaret ettiğin nedir?

Şöyle dedim: Bize güvenilir -Yahya b. Hassan- Leys b. Sa'd'den, Ebu ez-Zübeyir el- Mekki'den, Said b. Cubeyr ve Tavus yoluyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini haber verdi: "Resülullah (s.a.v) bize Kur'an öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi ve şöyle derdi:

 

"et-Tehiyyatu el-mubarakatu es-salavatu et-tayyibatu lillahi, esselamu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve rahmetullahi ve berakatühü. es-Selamu aleyna ve ala ibadillehi 's-salihin. Eşhedü enla ilahe illallah ve enne Muhammeden Resulullah.'' Tahric: Müslim, Namaz 1/302-303 no: 403; Ebu Davud, Namaz 1/596-597 no: 974.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: O şöyle dedi: Nebi (s.a.v)'den nakledilen rivayetlerin her biri, diğeriyle -gördüğümüz kadanyla- ihtilaf halindedir. İbn Mesud bunun hilafını rivayet etmiştir. Ebu Musa buna muhalif bir rivayette bulunmuş, Cabir de bunun hilafını rivayet etmiştir. Bütün bu rivayetler, lafız bakımından kısmen birbirinden farklı olabiliyor. Sonra Ömer, kısmen lafız bakımından bunların hepsinden farklı bir teşehhüd öğretmiştir. Aişe'nin teşehhüdü de böyledir. Yine İbn Ömer'in teşehhüdünde de diğerlerine göre lafız bakımından bazı farklılıklar vardır. Rivayetlerin bazısı, diğerine bir şey ilave etmiş olabiliyor.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle cevap verdim: Mesele son derece açıktır. Dedi ki: Öyleyse bana açıklar mısın?

Dedim ki: Bütün bunlar, Allah'ı yüceltmek için onlara Hz. Peygamber tarafından öğretilen dualardır. Belki Hz. Peygamber (s.a.v), onu birine öğretmiş, o da ezberlemiştir; diğerine de öğretmiş, o da ezberlemiştir. Ezber yoluyla edinilen bilgide en çok sakınılması gereken şey, mananın değiştirilmemesidir. Onun bu sözlerinde manayı değiştirecek bir fazlalık, bir eksiklik ve bir çelişki yoktur ki onun için mananın böyle değiştirilmesi mümkün değildir. Belki de Hz. Peygamber (s.a.v), herkesin ezberinde kaldığı gibi okumasına izin vermiştir; çünkü onda hükmünü değiştirecek bir mana söz konusu değildir. Belki de onu farklı rivayet eden ve teşehhüdü de farklı olan kimseler, bu işte kolaylık gösterip ezberinde kaldığı ve hatırladıkları şekilde okumuşlardır. Onlara bu konuda da izin verilmiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: O, şöyle dedi: Bu izah ettiğin hususa izin verildiğini gösteren bir delilin var mıdır?

 

Ona şöyle dedim: Evet, var. Dedi ki: O nedir?

Dedim ki: Bize Malik b. Enes, İbn Şihab'tan, Urve'den; Abdurrahman b. Abdülkariyyi'nin Ömer b. el-Hattab'dan şöyle işittiğini haber verdi: "Hişam b. Hakim b. Hizam'ın, Furkan süresini, benim okuduğumdan farklı bir şekilde okuduğunu işittim. Halbuki bana, onu Hz. Peygamber okutmuştu. Neredeyse üzerine atılacaktım. Sonra ona bitirene kadar mühlet verdim. Ayrılırken yakasından tuttum ve onu Hz. Peygamber (s.a.v)'e getirdim. Dedim ki: 'Ey Allah'ın Elçisi, bunun, Furkan süresini, senin bana öğrettiğinden farklı bir şekilde okuduğunu duydum.' Hz. Peygamber de ona: 'Oku!' dedi. O da işittiğim şekilde okudu. Hz. Peygamber (s.a.v), 'İşte o, bu şekilde indirilmiştir. ' dedi. Sonra bana, 'Sen oku. ' dedi. Ben de okudum. Hz. Peygamber (s.a.v) yine; 'İşte bu şekilde indirilmiştir. ' dedi ve ekledi: 'Kur 'an yedi harf üzerine indirilmiştir; siz kolayımza geldiği şekilde okuyun. " Tahric. Muvatta, Kur'an 1/201, no: 5; Buhari, Dargınlıklar 5/89, no: 2419; Müslim, 1/560, no: 270/818.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah, hıfzın bazen yanılacağını bildiği için, kullarına acıyarak Kitabını yedi harfüzerine indirmiştir. Yani Allah, onu, insanların farklı lafızlarla okumalarına cevaz verdiği için böyle indirilmiştir. Ancak farklı lafızlarla okunması, Kur'an'ın manasını değiştirmediği sürece caizdir. Bu durum, Allah'ın Kitabı için söz konusu olunca, onun dışındakiler için manayı saptırmayan lafız değişiklikleri, haydi haydi caizdir. Bir hüküm ihtiva etmeyen her şeyde lafız değişikliği manayı saptırmaz. Tabiınden biri demiştir ki: Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden bazılarıyla karşılaştım. Onlar, mana üzerinde birleşiyorlar, fakat lafız bakımından bana farklı ifadelerle rivayet ediyorlardı. Birine bunu sordum. O da "Manayı değiştirmedikçe bunda bir beis yoktur." dedi.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: O şöyle dedi: Teşehhüdde sırf Allah'ı yüceItme söz konusudur. Umarım ki bütün bunlarda kolaylaştırıcı bir yön vardır. Umarım ki bütün bunlarda kolaylaştırıcı bir tarafbulunsun. Bunun benzeri, dediğimiz gibi, korku namazında da söz konusudur. Dolayısıyla bu namaz, Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen şekillerden hangisine göre tam olarak kılınırsa kılınsın yeterli olur; çünkü Allah, bu namazın kılınışını, öteki namazlardan farklı bir şekilde emretmiştir; fakat sen, teşehhüd konusunda İbn Abbas'ın Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet ettiği hadisi tercih ederken ve ötekilerini almazken neye göre hareket ettin?

 

Ona şöyle dedim: O hadiste kolaylaştırıcı bir yön olduğunu gördüm ve İbn Abbas'ın sahih olarak rivayet ettiğini işittim. Bundan dolayı o hadis, benim yanımda diğerlerinden lafız bakımından daha kapsamlı ve daha uygundur. Ben de onunla amel ettim. Hz. Peygamber (s.a.v)'den sahih olarak intikal eden diğer hadislerle amel edenlere de şiddetle karşı değilim.

 

İhtilaflı Rivayetlerin Önceki Çeşidinden Farklı Bir Çeşidi

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize Malik b. Enes, Nafi ve Ebu Said el-Hudri yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu haber verdi:

"Altını altınla ancak misli miline alıp verin; onların birini ötekisinden fazla veya eksik olarak alıp vermeyin. Gümüşü de gümüşle ancak misli misline alıp verin; onların da birini ötekinden fazla veya eksik olarak vermeyin. Biri mevcut, diğeri yok iken alıp satmayın. " Tahric: Muvatta, Alışveriş 2/632; Buhari, Alışveriş 4/444 no: 2177; Müslim, 3/1208 no: 75/1584.

 

Bize Malik b. Enes, Musa b. Ebi Temim'den, Said b.Yesar'den; Ebu Hureyre yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Dinar dinarla, dirhem dirhemle değiştirilirken birbiri arasında artış yapılmaz." Tahric: Muvatta, Alışveriş 2/632 no: 29; Müslim, 3/1212 no: 85/1588.

 

Bize Malik b. Enes, Humeyd b. Kays 'ten; Mücahid yoluyla İbn Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: "Dinarı dinarla, dirhemi dirhemle değiştirilirken birbiri arasında artış yoktur. Bunu biz Peygamberimizden bu şekilde öğrendik. Biz de size bunu öğrendiğimiz gibi öğretiyoruz." Tahric: Muvatta, 2/633 no:31; Hadis çok sağlam olmasına rağmen rivayeti sadece Muvatta da buldum.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Osman b. Affan ve Ubade b. es-Samit şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v), altını altınla değiştirirken fazla verilmesini yasaklamıştır. ]85

İmam Şafii şöyle dedi: Biz bu hadislerle amel ettik. Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinin ileri gelenleri ve İslam ülkesindeki fetva ehlinin çoğu da bu hadislerin manasına uygun görüş beyan etmişlerdir.

 

Bize Süfyan b. Uyeyne, Ubeydullah b. Ebi Yezid'in şöyle dediğini haber verdi: İbn Abbas'ın şöyle söylediğini işittim: Usame b. Zeyd, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu bana haber verdi: "Faiz, ancak vadeyi geciktirmede olur." Tahric: Muvatta, Alışveriş 2/633 no:32; Müslim, 3/1209 no: 78/1585.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: İbn Abbas ve Mekkeli arkadaşlarının bir kısmıyla bunların dışında başkaları da bu hadisle amel etmişlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bana biri şöyle sordu: Bu hadis, önceki hadislere muhalif değil mi? Dedim ki: Muhalif olabileceği gibi muvafık da olabilir.

 

Dedi ki: Hangi bakımdan muvafık olabilir?

Dedim ki: Belki Usame, altının gümüşle, hurmanın buğdayla değiştirilmesi gibi iki ayn cinsin ya da böyle cinsleri farklı olan şeylerin peşin alım satımında fazlalık bulunmasıyla ilgili bir soru üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in "Faiz, ancak vadeyi geciktirmede olur." buyurduğunu işitmiştir. Yahut meselenin başına yetişmemiş, sadece bu cevaba ulaşmış olabilir. Bu sebeple o, soruyu hıfzetmemiş veya ondan şüpheye düşmüş olduğu için cevabı rivayet etmiştir. Çünkü onun rivayet ettiği hadiste Usame'nin hadisine ters düşen bir şey yoktur. Dolayısıyla ona muvafık olma ihtimali olur.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine o şöyle sordu: Öyleyse niçin ona muhalif de olabilir, dedin?

Dedim ki: Çünkü onu rivayet eden İbn Abbas 'tır. Kendisi bu görüşle amel etmeyen kişi olarak şöyle derdi: "Peşin alım satımda faiz yoktur, ancak faiz vadelidedir." Bunun üzerine şöyle dedi: Önceki hadisler buna muhalif ise birini bırakıp ötekini alırken delilin nedir?

 

Ona şöyle cevap verdim: Usame'ye muhalif olarak rivayet edenler, hadis ezberlemede ondan daha ünlü değilse de ondan aşağı derecede de değildirler. Osman b. Affan ve Ubade b. es-Samit, yaşça ve sahabelikte Usame'den daha kıdemlidirIer. Ebu Hureyre de daha yaşlı ve çağında hadis rivayet edenlerin en iyi ezbercisiydi. İki ravinin hadisi, zahirde hıfz bakımından daha iyi ve bir ravinin hadisine göre onda yanılma payı daha az olunca, çok kimsenin rivayet ettiği hadis, onlardan daha genç olan birinin hadisine nisbetle hıfz yönünden daha üstün sayılır. Beş kişi tarafından rivayet edilen hadis de bir kişinin hadisine nisbetle kabule daha uygundur.

 

Muhtelif Sayılan Fakat Bize Göre Muhtelif Olmayan Durum Bize İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle haber verdi: Bize Süfyan b. Uyeyne, Muhammed b. Ac1an'dan, Asım b. Ömer b. Katade'den, Mahmud b. Lebid'den, Rafi b. Hadic'in rivayetine göre, ResUluIlah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sabah namazını kılmak için ortalık az aydınlanınca kılın; çünkü bunun sevabı daha büyük yahut sevabınız daha büyüktür." Tahric: Tirmizi, Namaz 1/289 no: 154.

 

Bize Süfyan b. Uyeyne, ez-Zühri'den, Urve de Hz. Aişe'nin şöyle dediğini haber verdi: Mümin kadınlardan bir grup, Nebi (s.a.v) ile sabah namazını kılıyorlar, sonra çarşaflanna bürünerek gidiyorlardı. Ortalığın karanlığından onları kimse tanımazdı." Tahric: Buhari, Namaz 2/65 no: 578; Müslim, 1/445,446 no: 230/ 645; Tırmizi, Namaz 1/287 no: 153.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Sehl b. Sad, Zeyd b. Sabit ve sahabilerden diğerleri Hz. Aişe'nin bu hadisine benzer ifadelerle Hz. Peygamber (s.a.v)'in sabah namazını, ortalık karanlıkken kıldığını zikretmişlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bana birisi şöyle dedi: Biz, Rafi b. Hadic'in hadisine dayanarak sabah namazını ortalık biraz aydınlanınca kılmayı uygun görüyoruz ve bunun faziletli olduğu kanaatindeyiz. Siz, iki hadis birbirine muhalif olursa bizim onlardan birine göre amel etmemizin caiz olduğunu söylüyorsunuz. Biz, bu hadisi Hz. Aişe'nin hadisine muhalif sayıyoruz.

 

İmam Şafil şöyle dedi: Ona şöyle dedim: Eğer o hadis, Hz. Aişe'nin hadisine muhalif ise senin de, bizim de yapmamız gereken, Hz. Aişe'nin hadisine uymamızdır; çünkü sizin de, bizim de dayandığımız kaide şudur: Hadisler birbirine muhalif olduğu zaman, kabul ettiğimiz hadisin terk ettiğimiz hadisten daha kuvvetli olduğunu gösteren bir sebep bulunmadıkça birini alıp ötekini bir yana bırakmamalıyız.

 

Dedi ki: Nedir o sebep?

Dedim ki: İki hadisten birinin Allah'ın Kitabı'na benzerliği olmasıdır.

Allah'ın Kitabı'na benzerse onda bir huccet olma özelliği var demektir.

Dedi ki: Söylediğini aynen biz de böyle kabul ediyoruz.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine söze şöyle devam ettim: Konuyla ilgili olarakAllah'ın Kitabı'nda bir nas yoksa bizim için en evla olanı, sübut bakımından hangisi kuvvetliyse onu almaktır.

 

Bir hadisin sübut bakımından daha kuvvetli olması, onu rivayet eden kimsenin isnad, ilim ve hıfz yönünden daha meşhur olmasıdır.

Yahut kabul ettiğimiz hadisin iki veya daha çok yoldan, terk ettiğimiz hadisin de bir yoldan rivayet edilmesidir ki buna göre birçok ravinin hıfzetmiş olması az raviden daha uygundur.

Ya da kabul ettiğimiz hadisin Kur'an ayetinin manasına benzemesi yahut Hz. Peygamber (s.a.v)'in başka bir sünnetine uygun düşmesi yahut onu ilim ehlinin daha çok benimsenmesidir.

Ya da kıyas açısından daha açık ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinin çoğu tarafından kabul edilmiş olmasıdır.

 

Dedi ki: Biz ve ilim ehli söylediklerinin aynısını söylüyoruz.

Ben de şöyle dedim: Hz. Aişe'nin hadisi, Allah'ın Kitabı'na benzemektedir; çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Namazıara ve orta namaza devam edin ••. " [Bakara, 2/238] Eğer vakit girmişse, namaz kılanlann, namazı muhafaza etmelerinin en uygunu onu hemen kılmalarıdır. Ayrıca bu hadis, meşhur ve hıfz bakımından daha iyi olan ravilerce rivayet edilmiştir. Hz. Aişe ile birlikte onu üç kişi, benzeri ifadelerle rivayet etmiştir. Bu raviler: Zeyd b. Sabit, Sehl b. Sad'dır (ve Enes b. Malik'tir). İşte bu sebeplerden dolayı bu hadis, Ra:fi b. Hadic'in rivayet ettiği hadisten daha fazla Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetlerine benzemektedir.

Dedi ki: Hangi sünnetlerine?

 

Dedim ki: RestiluHah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Vaktin evveli Allah 'ın rızasının kazanıldığı, sonu da Allah 'ın affidır." Tahric: Tirmizi, Namaz 1/321 no: 172; es-Sünen, 1/249-250.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), hiçbir şeyi AHah'ın rızasına tercih etmez.

AHah'ın affı ise iki manaya gelir: Bir kusuru bağışlama veya kolaylık sağlamadır. Kolaylık deyince faziletin diğerinde olması akla gelir; çünkü kendisine kolaylık gösterilen kimse, kolaylığın karşıtı olan şeyi terk etmekle emrolunmamıştır.

 

Dedi ki: Bununla ne kastediyorsun?

Dedim ki: Vaktin evvelinde namaz kılmayı terk etmekle emrolunmadık; namazı vaktin evvelinde de, diğer kısmında da kılmamız caizdir. Dolayısıyla namazı, vaktin evvelinde kılmak faziletlidir, vaktin sonunda kılmak ise kusurlu olmakla beraber genişlikten istifade etme adına kabul edilir bir harekettir.

 

Resulullah (s.a.v) de bu söylediğimize benzer açıklama yapmıştır.

Resulullah (s.a.v)'e, "AmeHerin hangisi efdaldir?" diye sorulunca "Vaktin evvelinde kılınan namazdır." buyurmuştur. Tahric: Tirmizi, Namaz 1/319,320 no: 170; el-Müstedrek, 1/188.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), faziletli olan vakti terk etmez ve insanlara da onu emreder. Alim olan kimse şunu iyi bilir ki namazı vaktin evvelinde kılmak, fazilet bakımından daha evladır. Çünkü insanların işleri yahut unutma veya rahatsızlık gibi şeyler başlarına gelebilir. Ayrıca bu, AHah'ın Kitabı'nın manasına daha uygun düşmektedir.

 

Dedi ki: Bu söylediğin, Kitabın neresine uygun düşmekte?

Dedim ki: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "Namazıara ve orta namaza devam edin ... " [Bakara,2/238]

 

Bir kimse namazı vaktin evvelinde kılarsa, onu vaktin sonuna bırakan kimseden daha iyi muhafaza etmiş olur.

Biz, insanların kendilerine farz ve nafile olan ibadetlerde imkan dahilinde acele etmekle emrolunduklarım görüyoruz; çünkü onların işleri, unutmaları veya rahatsızlık gibi şeyler arız olabilir. Bu husus akıl ile rahatlıkla kavranması mümkün olan bir husustur. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali b. Ebi Talib, İbn Mesud, Ebu Musa el-Eş'ari ve diğerlerinin sabah namazım vaktin evvelinde kıldıkları kesin olarak bize intikal etmiştir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine o şöyle dedi: Ebu Bekir, Ömer ve Osman namaza ortalık karanlıkken başlamışlar ve kıraati uzatarak ortalık biraz aydınlanınca namazdan çıkmışlardır.

Ona şöyle dedim: Onlar, namazda kıraati bazen uzatmışlar, bazen de kısaltmışlardır. Vakit, namaza başlama ile ilgilidir; namazdan çıkma ile ilgili değildir. Onların hepsi, namaza ortalık karanlıkken başlamışlardır.

Hz. Peygamber (s.a.v) de namazdan ortalık karanlıkken çıkmıştır.

Buna göre sen, hem Hz. Peygamber (s.a.v)'den bize ulaşan ve uyman gereken şeylere, hem de adı geçen sahabllere muhalefet ediyor ve namaza ortalık biraz aydınlamnca başlayan kimse kıraati kısa tutarak, yine ortalık biraz aydınlıkken namazı bitirir, diyorsun. Bu durumda sen, namaza başlama konusunda onlara muhalefet ediyorsun ve aym zamanda kıraatini uzattıklarına dair ileri sürdüğün delille birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)'in namazdan ortalık karanlıkken çıktığına dair rivayet edilen hadislere ters düşüyorsun.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bunun üzerine itiraz eden adam, "Rafi'nin rivayetini, Hz. Aişe'nin rivayetine muhalif mi sayıyorsunuz?" dedi.  Ben de "Hayır." dedim.

 

O da "Hangi yönden ona uyuyor?" diye sord».

 

Ben de şöyle dedim: Hz. Peygamber (s.a.v), insanlan namazı vaktin evvelinde kılmaya teşvik edip bunun faziletli olduğunu haber verince ihtimaldir ki bazılan bu maksatla sabah namazını son fecirden (fecr-i sadık) önce kılmışlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Sabah namazını ortalık biraz aydınlanınca kılın." Yani, sabahın son fecri ufukta yatayolarak belirdikten sonra kılın.

 

Dedi ki: Bu hadis, başka bir manaya da gelebilir mi?

Evet, dedim, senin dediğin manaya da gelebilir, senin ve benim söylediğim mananın arasında bir mana daha ifade edebilir. Bütün bu manalar için "isfar" (ortalığın biraz aydınlanması) denebilir.

Dedi ki: Sizin verdiğiniz manayı, bizim verdiğimiz manadan uygun kılan nedir?

Ona şöyle cevap verdim: Bunun sebebi, sana açıkladığım delillerdendir. Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Sabahın aydınlığı iladir: Biri kurt kuyruğu gibi dikeyolandır. Bu, bir şeyi helal ve haram kılmaz. Öteki de yatayolandır. İşte bu aydınlık, sabah namazının kılınmasının caiz, yemenin de yasaklanmış olduğunu gösterir. "

Yani: Oruç tutmak isteyen, bundan sonra bir şey yiyip içemez.

Tahric: Musannef, ibn Ebi Şeybe, Oruç kitabı 3/27.

 

Muhtelif Sayılan Bir başka Cihet

 

Bize Rebi' şöyle haber verdi: Bize Muhammed b. İdris haber vererek şöyle dedi: Bize Süfyan, ez-Zühri' den, Ata b. Yezid el- Leysi' den; Ebü Eyyub el-En sari yoluyla Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "Büyük abdest bozarken veya idrar yaparken arkanızı ve önünüzü kıbieye dönmeyin. Doğuya veya batıya dönün. "  Tahric: Buhari, Namaz 1/146 no: 394; Müslim, Taharet 1/224 no: 59/264.

 

Ebü Eyyub şöyle dedi: "Biz Şam'a gelmiştik. HeUilann kıbleye doğru yapıldığını gördük. Biraz sağa veya sola doğru oturuyor ve Allah'tan bağışlanmayı diliyorduk.

 

Bize Malik, Yahya b. Said'den, Muhammed b. Yahya b. Habban'dan, o da amcası Vasi b. Habban da Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: "Bazı insanlar, 'Hacetinizi defetmek için oturduğunuz zaman kıbleye de, Beytu'l-Makdis'e de dönmeyin.' diyorlar." Abdullah şöyle dedi:

Ben, evimizin damına çıkmıştım. Hz. Peygamber (s.a.v)'in iki kerpiç üzerinde Beytu'l-Makdis'e doğru hacetini defettiğini gördüm." Tahric: Muvatta, Kıble 1/193, 194 no: 3; Müslim, 1/224, 225 no: 61/266; Buhari, 1/297 no: 145.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v), kendi döneminde onunla beraber yaşayanlara edep öğretmiştir. Onlar Araplardı ve onların yahut çoğunun evlerinde tuvaletleri yoktu. Hz. Peygamber (s.a.v)'in onlara öğrettiği edebin iki manası olabilir.

Bunlardan biri şudur: Onlar, hacetlerini defetmek için çöle gidiyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v), onlara kıbleye -çölün genişliğinden dolayı- ön ve arkalannı dönmemelerini emretmiştir. Bunda da onlar için bir zorluk yoktur. Büyük abdest bozmak veya idrar yapmak için kıbleye dönmeden ya da o tarafa arkalanm çevirmeden hacetlerini defedebilecekleri geniş yerler vardır. Onlann kıbleye dönmeme veya o tarafa arkalannı çevirmeme işinden sakınmalan çok kolaydır. Çoğunlukla o durumda hacetini defetmeye gidenler ile namaz kılanlar arasında engel bulunmuyordu. Ön ve arkalannı kıbleye dönmeleri halinde birbirinin avret yerlerini görmeleri mümkündür. Bundan dolayı onlara Allah'ın kıblesine saygı göstermeleri, eğer görülecek bir yerde iseler, namaz kılanlara karşı avret yerlerini örtmeleri emir olunmuştur. Allah en doğrusunu bilir. Bu mana, en uygun manasıdır.

 

Manalanndan diğeri de şöyle olabilir: Hz. Peygamber (s.a.v), onlann çölde namaz kılmak için yapılmış olan bir kıbleye karşı büyük abdest bozmak veya idrar yapmak amacıyla dönmelerini yasaklamıştır. Yani kıble olarak yapılmış olan yerde büyük abdest bozulmaması veya idrar yapılmaması istenmiştir. Aksi takdirde bu yüzden orası kirlenir. Ya da o kıblenin arkasında namaz kılanlar bundan rahatsız olurlar.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Ebu Eyyub, Hz. Peygamber (s.a.v)'den hadisi işittiği gibi nakletmiştir. Dolayısıyla çöl ve evlerde tuvalete gitme konusunda o hadise göre amel edilmesini söylemiştir. Evlerde insanlar için mevcut olan tuvaletlerle çöldeki durumu birbirinden ayırmamıştır. Oysa insanlann evlerindeki tuvaletlerinin önü veya arkası, bazı hallerde kıbleye doğru yapılmış olup oralara hacetini defetmek için gidenler, kendilerini setretmiş oluyorlardı. Ebu Eyyub ise hadisi nasıl mücmel olarak işittiyse, onu mücmel olarak söylemiştir. Hadisi işiten kimsenin yapması gereken de onunla diğer durumların birbirinden aynlmasım gösteren bir şey buluncaya dek mücmel ve genelolarak ona uyulmasını söylemektir.

 

İmam Şafii şöyle dedi: İbn Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hacetini defederken Beytu'l-Makdis'e döndüğünü görmüştür. Beytu'l-Makdis ise iki kıbleden biridir ve Hz. Peygamber (s.a.v), yönünü ona doğru dönünce arkasını Kabe'ye döndürmüş olur. İşte İbn Ömer buna dayanarak, birinin hacetini defederken kıbleye dönmesinin ve arkasım da ona doğru çevirmesinin caiz olmadığını ileri sürenlere karşı çıkmış ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in yaptığı bir uygulamayı hiç kimsenin menetmemesi gerektiğini söylemiştir.

 

Öyle anlaşılıyor ki İbn Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v)'in çölde hac et gidermeyle ilgili emrini işitmemiştir. Eğer onu işitseydi çölle evleri birbirinden ayınr ve çölde hacet defederken kıbleye dönmenin yasaklandığım, evlerde ise ona ruhsat verildiğini söylerdi. Böylece işittiği ve gördüğü şeye dayanarak, çöl ve evler birbirinden farklı olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bunları birbirinden ayn tuttuğunu anlar ve böyle hareket edilmesi gerektiğini kabul ederdi.

İmam Şafii şöyle dedi: Bundan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ( s.a. v)' den bir şey işiten herkes, onu kabul eder ve ona göre amel edilmesini söyler. Ayrıca ayrı ayn mütalaa etmesi gereken şeyler bilinmiyorsa, onları da ancak aralarında fark bulunduğuna dair Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir delile dayanarak birbirinden ayınr. Hadislerde bunun benzerleri çoktur. Biz bu zikrettiklerimizle yetindik.

 

İHTİLAFLI HADİSLERİN BAŞKA BİR ÇEŞİDİ

 

Bize Süfyan, ez-Zühri'den, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletti: Bana Sa' b b. Cessame, Hz. Peygamber (s.a.v)'e gece baskınında kadın ve çocukları da ölen müşriklerin yurtlarındaki insanlar hakkında sorulduğunu ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in de şöyle buyurduğunu haber verdi: "O kadın ve çocuklar da onlardandır." Amr b. Dinar, ez-Zühri'nin rivayetine şunu da eklemiştir: "Onlar da babalarındandır." Tahric: Buhari, Ci had 2/301 no: 3012-3013; Müslim, Cihad 3/1364-1365.

 

Bize Süfyan b. Uyeyne, ez-Zühri'den, İbn Ka'b b. Malik'den, o da amcası yoluyla şöyle haber verdi: "Nebi (s.a.v), İbn Ebi'l-Hukayk'a karşı gönderdiği askerlere, kadın ve çocukları öldürmelerini yasaklamıştır. Tahric: Müsned el-Hamidi, 2/385-386 no: 874.

 

İmam Şafii şöyle dedi: Süfyan, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "O kadın ve çocuklar da onlardandır."sözünün, onların öldürülmesinin mubah olduğunu bildirdiği, İbn Ebi'l-Hukayk hadisinin de bunu neshettiği görüşündedir.

 

İmam Şafii şöyle dedi: ez-Zühri, Sa' b b. Cessame'nin hadisini rivayet ettiği zaman, ardından İbn Kab'ın hadisini de zikrederdi.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Sa'b b. Cessame'nin rivayet ettiği hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)'in umresinde varid olmuştur. Eğer birinci umresinde varid olmuşsa, İbn Ebi'l-Hukayk'la ilgili verilen talimat, bundan önce aynı yılda olmuştur, denilebilir. Son umresinde varid olmuşsa, şüphesiz o hadis, İbn Ebi'l-Hukayk olayından sonra söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

 

İmam ŞafiI (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Biz, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, daha önce kadın ve çocukların öldürülmesine ruhsat verdiğini, sonra da bunu yasakladığını bilmiyoruz. Bize göre -Allah en doğrusunu bilendir- Hz. Peygamber (s.a.v)'in, kadın ve çocukları öldürmekten menetmesinin manası, öldürülmesini emrettiği kimselerden ayırt edildikleri ve belli oldukları halde onları kasten öldürmemesidir.

 

"Kadın ve çocuklar onlardandır. " sözü de şu iki hususu ifade eder: Onların kanlarının dökülmesini önleyecek imanla ilgili hüküm bulunmadığı gibi, yurtlarına gece baskınını önleyecek iman (İslam) diyarı olma hükmü de yoktur.

Hz. Peygamber (s.a.v), düşman yurtlarına gece baskınını ve saidırmayı mubah kıldığına ve kendisi de Beni Mustalik'a iki defa ansızın saldırdığına göre, kesinlikle anlaşılır ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in helal kıldığı gece baskını ve saldırma sırasında hiç kimse, kadın ve çocuklara isabet edecek diye bu işten kaçınmaz. Müslümanların, kadın ve çocukların ölümüne sebep olmaları halinde, onlardan günah, kefaret, diyet ve kısas kalkar; çünkü onlara gece baskını ve saldırma konusunda izin verilmiştir ve düşmanlar için de İslam'ın sağladığı dokunulmazlık söz konusu değildir.

Kadın ve çocukları, ayırt edebildikleri halde bilerek ve kasten öldürmek için Müslümanlara izin verilmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), çocukların öldürülmesini yasaklamıştır; çünkü onlar henüz kafir sayılacak yaşta değildirler ki küfrün gereklerini yapsınlar. O, kadınların öldürülmesini de yasaklamıştır; zira onlarla savaşmanın bir anlamı yoktur. Kadınlar ve çocuklar, köle ve cariye olarak alınırlar; böylece onların Allah'ın dinine mensup olanlar için bir faydaları olur.

Biri şöyle bir şey derse: Bunu başka bir misalle kuvvedendirecek ve Allah'ın Kitabı'na benzetecek bir şey bulabilir misin?

İmam ŞafiI: "Evet" derim, Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

"Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mü mini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mü min bir köle azat etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü min köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibir." [Nisa, 4/92]

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah, bir mümini yanlışlıkla öldürme suçundan dolayı diyet ve bir köle azat edilmesini, antlaşmahlardan birini öldürme halinde de diyet ve bir köle azat edilmesini emretmiştir. Öldürülen her iki kimsenin de iman, antlaşma ve yurt bakımıanndan kanlanmn masumiyeti söz konusu ise hüküm böyledir. Yurt bakımından dokunulmazhğı bulunmayan bir müminin iman yönünden kam masumdur; dolayısıyla onun öldürülmesi halinde kefaret (köle azadı) gerekir; diyet gerekmez; çünkü onun kam, iman açısından masumdur. Müşriklerin çocuk ve kadınlanmn, ne iman ne de yurt itibanyla dokunulmazlıklan olmadığı için -İnşaaIlah- öldürülmeleri halinde kısas, diyet, günah ve kefaret söz konusu değildir.

 

Cuma Guslü

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bundan sonra o kişi, "Bazılanna göre çelişkili görünen birkaç hadis daha zikret." dedi.

Şöyle dedim: Bize Malik, Safvan b. SÜıeym'den, Ata b. Yesar'den; Ebu Said el-Hudri yoluyla ResuluIlah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Cuma günü gusül abdesti almak, erginlik çağına gelmiş her Müslümana vaciptir. " Tahric: Muvatta, Cuma 1/102 no: 4; Buhari, Ezan 2/401 no: 858; Müslim, Cuma 2/580 no: 5/846.

 

Bize İbn Uyeyne, ez-Zühri'den, Salim'den, o da Salim'in babası yoluyla ResUluIlah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden Cuma namazına gelen gusül yapmış olarak gelsin. " Tahric: Müslim, Cuma 2/579 no: 2/844; Buhari, Cuma 1/415 no: 877.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in, "Cuma günü gusül abdesti almak vaciptir. " sözü ve gusülle ilgili emri iki manaya gelebilir.

Bunlardan zahir olan mana, guslün vacip olmasıdır. Nasıl cünüp kimse için gusül yaparak temizlenmek şart ise Cuma namazı için de gusül abdesti alarak temizlenmek şarttır.

Öteki mana ise temizlikle ilgili ahlaki bir davranış olmakla beraber, ihtiyan bir vacip olmasıdır.

Bize Malik, ez-Zühri den, Siilim b. AbdiHah b. Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: Cuma günü Ömer b. el-Hattab hutbe okurken Hz. Peygamber (s.a.v)'in ashabından biri camiye girdi. Ömer şöyle dedi: "Bu hangi vakittir?!" O da, "Ey Emiru'l-Müminin, çarşıdan gelmiştim. Ezanı işittim. Sadece abdest alabildim." dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Hz. Peygamber (s.a.v)'in gusül abdesti alınmasını emrettiğini bildiğin halde sadece abdest aldın (öyle mi?)" Tahric: Muvatta, Cuma 11101, 102 no: 3; Buhari, Cuma 2/430 no: 878; Müslim, Cuma 2/580 no: 3/845.

 

Bize güvenilir raviler, Mamer'den, ez-Zühri'den, Salim'den Salim'İn babası yoluyla Malik'in rivayet ettiği hadisin manaca benzerini haber vererek, Cuma günü camiye gusül abdesti almadan giren kişinin Osman b. Affan olduğunu belirttiler. Tahric: Musannef, Abdurrazzak, Cuma 3/195.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Ömer, Hz. Peygamber ( s.a. v)' in Cuma namazı için gusül abdesti alınmasını emrettiğini, Osman' ın da Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu emrini bildiğini biliyordu. Sonra Osman'a Hz. Peygamber (s.a.v)'in emrini hatırlattı. Osman, zaten onu biliyordu. Biri, Osman'ın onu unutmuş olduğunu düşüuse bile Ömer namazdan önce kendisine bunu hatırlatmıştır. Bununla birlikte Osman"ın gusül abdesti olmadığı için namazı terk etmemesi, Ömer'İn de ona camiden çıkıp gusül abdesti almasını emretınemesi gösteriyor ki her ikisine göre de Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu gusül abdestiyle ilgili emri ihtiyandir (yani gusül abdesti olmazsa Cuma namazı kılınmaz anlamında değildir.) Yoksa Ömer, gusül abdestiyle ilgili emrinde ısrar ederdi; Osman da bu emri yerine getirirdi; çünkü biz Osman' ın gusül abdestini terk ettiğini ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu husustaki emrini hatırladığını biliyoruz. Demek ki Cuma namazı için emredilen gusül abdesti, -belirttiğimiz gibi- ancak ihtiyaridir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Basralılar Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: "Bir kimse Cuma günü abdest alırsa yeterli ve iyidir; kim gusü! abdesti alırsa bu, daha faziletlidir. " Tahric: Ebu Davud, Taharet 1/251 no: 354; Tirmizi, Namaz 2/357 no: 497.

 

Bize Süfyan b. Uyeyne'nin, Yahya b. Said'in rivayetine göre Amre binti Abdurrahman, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini haber verdi: "İnsanlar kendi işlerini kendileri yaparlardı ve okılık kıyafetleriyle Cuma namazı için camiye giderlerdi. Bu yüzden onlara şöyle dendi: Gusül abdesti alsanız daha iyi olur." Tahric: Buhari, Cuma 1/287 no: 903; Müslim, Cuma 2/581 no: 6/847.

 

Sonraki için tıkla:

 

BİR HADİSTE YER ALAN VE BAŞKA BİR HADİSİN İŞARET ETMESİYLE ANLAŞILAN YASAK