KIYAS
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Muhatabım dedi ki: "Hükmü; Kitap, sünnet ve icma ile
sabit olmayan konularda kıyasa başvurulur." görüşünü nereden çıkarıyorsun?
Kıyas bağlayıcı bir haber nassı mıdır?
Dedim ki: Eğer kıyas
konusu olan hüküm, Kitap veya sünnet nassıyla sabit ise Kitap'la sabit olan her
şey için "Bu Allah'ın hükmü," sünnetle sabit olan her şey için de
"Bu Resulullah'ın hükmü" denir; "Kıyasla sabit olmuştur."
denmez.
O da "Kıyas nedir?
İctihad mıdır? Yoksa kıyas ve ictihad ayrı şeyler midir?" dedi.
Ben de "Onlar bir
anlama gelen iki isimdir." dedim. "O halde, birleştikleri nokta
nedir?" diye sordu.
Şöyle dedim: Müslümanın
karşılaştığı her olayın kesin bir hükmü vardır ya da hakka götürmek için onda
yol göstericilik bulunmaktadır. Eğer belli bir hükmü varsa, Müslümanın ona
uyması gerekir. Ama belli bir hüküm yoksa ictihad yoluyla hükme ulaştıracak yol
izlenir. Bu da kıyastır.
Muhatabım şöyle devam
etti: Sana göre alimler kıyas yaptıkları zaman, Allah katında gerçeğe tam
olarak isabet ederler mi? Onların kıyasta ihtilafa düşmeleri mümkün müdür?
Onlar, her konuda tek bir çözüm mü, yoksa birkaç çözüm yolu mu bulmakla yükümlüdürler?
Batına göre değil de zahire göre kıyas yapmaları gerektiğine dair delil nedir?
Onların bir meselede ihtilaf etmeleri mümkün müdür? Kendilerini ilgilendiren
konularla başkalarını ilgilendiren konular hakkında farklı davranabilirler mi?
Başkası için değil de kendisi için ictihad edip kıyas yapacak olan kimdir? Hem
kendisi hem de başkası için -bu konuda- yetkili olan kimdir?
İmam ŞafiI (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: İlim birkaç çeşittir: Zahir ve batında
gerçeği kapsayan ilim vardır; yalnız zahirde gerçek olan ilim vardır.
Zahir ve batında gerçeği
kapsayan ilim, Allah (c.c)'nun ve Resulullah (s.a.v)'in bir hükmünü ihtiva eden
bir nas ile sabit olup onu çoğunluk, çoğunluk aracılığıyla nakletmiştir. İşte
bu şekilde sabit olan Kitap ve sünnet hükümleriyle hel al kılınan şeyin helal
olduğu, haram kılınan şeyin de haramlığı isbat edilmiş olur. Bizim yanımızda,
hiç kimsenin bu hususta bilgisizliği ve şüpheye düşmesi söz konusu olamaz .
Alimlerce bilinen ve
özel kişilerin rivayetiyle sabit olan sünnet ilmini ise alimlerin dışındaki
insanlar bilmekle yükümlü değildirler. Buna, alimler veya onların bir kısmı,
özel kişilerin Resulullah (s.a.v)'den yaptıkları doğru rivayet sayesinde sahip
olurlar. İşte ilim adamları için gerekli ve zahirde gerçek olan ilim budur.
İki şahide birinin
idamına hükmedişimizi, buna örnek olarak verebiliriz. Bu hükmümüz, sadece
zahirde gerçek ve isabetlidir; çünkü o iki şahidin yanılmış olmaları da
mümkündür.
Bir de icmaya dayanan
ilim vardır.
Ayrıca gerçeğe ulaşmak
için kıyasla ictihada dayanan ilim vardır. Bu, alimlerin çoğuna göre değil,
sadece kıyas yapan kimseye göre zahirde gerçeği ifade eder. Bu konuda hakikati
ancak Allah bilir.
İlim, kıyas yoluyla elde
edilmek istendiğinde ve sağlıklı bir kıyas yapıldığı zaman, çoğu kez
kıyasçıların birleştiğini ve bazen ihtilafa düştüklerini görüyoruz.
Kıyas iki çeşittir:
Birisi: (Fer'i) konu,
aslın manasında olur ve bunda kıyas farklılık göstermez.
Diğeri: Konu birkaç asla
benzer. Bu durumda söz konusu olay, daha çok elverişli olan ve daha çok
benzerlik gösteren asla kıyas yapılır. Buna rağmen kıyas edenler, bazen ihtilaf
ederler.
Adam şöyle dedi: Bu
açıklamalarından anladığıma göre ilim, esas itibarıyla iki çeşittir:
Biri: zahirde ve batında
gerçeği kapsar.
Diğeri: Sadece zahirde
gerçeği ifade eder, öyle mi?
Ona şöyle dedim:
Mescid-i Haram'da bulunup Kabe'yi görsek, namaz kılarken tam olarak ona
dönmekle yükümlü olmaz mıyız?
O, "Evet"
dedi.
Ben dedim ki: Bize
namazıar, zekat, hac ve benzerleri farz kılındı.
Bunları tam olarak
yerine getirmekle yükümlü değil miyiz?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Zina yapan
kimseye yüz sopa vurmamız, zina iftirasında bulunan kimseye de seksen sopa
vurmamız, İslam'dan çıkan mürtedi öldürmemiz ve hırsızın elini kesmemiz
emredilmiştir. Bunları, kesinlikle sabit olan bir ilme göre yerine getirmekle
yükümlü kılınmadık mı?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Gerek
kendimiz, gerekse başkaları hakkında olsun uygulamakla yükümlü olduğumuz şeyler
aynı değil mi? Gerçi kendi hakkımızda başkalarının bilmediği şeyi biliriz ve
başkaları hakkındaki bilgimiz ise kendimize ait bilgimiz gibi netliğe dayanmaz.
"Evet" dedi.
Dedim ki: Kendimiz
açısından namaz kılarken nerede bulunursak bulunalım Kabe'ye dönmekle yükümlü
kılınmadık mı?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Kabe'ye
döndüğümüz zaman tam olarak isabet edebiliyor muyuz?
Adam, "Hayır,
Kabe'yi gördüğünüz zamanki gibi isabet etmeniz gerekmez. Fakat siz
yükümlülüğünüzü yerine getirmiş oluyorsunuz." dedi.
Dedim ki: Gözle görülmeyen
bir şeyi tayin konusundaki yükümlülüğümüzle gözle görülen şeyi tayindeki
yükümlülüğümüz aynı mıdır?
"Evet (dediğin
gibidir)." dedi.
Dedim ki: Aynı şekilde,
birinin zahirine göre adilolduğunu kabul edip nikah ve mirasla ilgili
meseleleri yürütürüz ve zahirine bakarak ona Müslüman muamelesi yaparız, değil
mi?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Bu kişinin
batında adil olmama ihtimali yok mu?
Adam, "Böyle bir
ihtimal vardır, ancak siz, zahire göre hareket etmekle mükellef
kılındınız." dedi.
Dedim ki: Zahire göre
bizim onunla evlenmemiz, ona mirasçı olmamız, şahitliğini kabul etmemiz
caizdir; onun öldürülmesi yasaklanmıştır. Onun kafir olduğunu bilen başka biri
de mutlaka onun öldürülmesini gerekli görür; onunla evlenmeyi, ona mirasçı
olmayı ve onun için tanıdığımız hakları yasaklar. Öyle değil mi?
"Evet." dedi.
Dedim ki: Bir kişi
hakkında kendi bilgimize göre ve başkasının bilgisine göre farklı hükümler
vermek durumunda olmuyor muyuz?
Adam, "Evet,
hepiniz, bilgisi nisbetinde onun hakkında bir hüküm veriyorsunuz." dedi.
İmam Şafil şöyle dedi:
Ben de şöyle dedim: Biz de bağlayıcı bir hüküm bildiren nas bulunmayan
konularda aynı şekilde hareket ettiğimizi sana söyledik. Kıyas ile ictihad
yapılmasını istiyoruz. Gerçeğe ulaşmak için ancak bununla yükümlü kılındık.
Dedi ki: Bir mesele
hakkında farklı hükümler veriyor musunuz? "Sebepleri değişiyorsa
evet." dedim.
Dedi ki: Öyleyse örnek
ver.
Şöyle dedim: Kişi, benim
yanımda, kendisinin bir şeyden dolayı Allah'a karşı sorumlu olduğunu veya bazı
kimselere borcu bulunduğunu söylerse, onun ikrarına göre, ikrar etmezse
aleyhindeki delile göre bir karar veririm. Delil yoksa ve o davalı ise yemin
ederek temize çıkmasını emrederim. Yemin etmekten kaçınırsa davacıya yemin
teklif ederim ve davacının yeminine göre davalı aleyhinde karar veririm.
Biz biliyoruz ki
insanın, malına karşı cimriliğine ve bu yüzden haksızlık etmesinden
korkulmasına rağmen, kendi aleyhindeki ikrarı, başkasının şahitliğinden daha
doğru bir uygulamadır. Çünkü başkası, bazen yanılır ve yalan söyleyebilir. Adil
kimselerin şahitlikleri, onun yemin etmekten kaçınmasına ve adilolmayan
davacının yemin etmesine nisbetle gerçeğe
daha yakındır. Böylece,
biri diğerine nisbetle kuvvetli olan bir kısım sebeplere dayanılarak davacıya
hak verilmektedir.
Şöyle dedi: Bütün bunlar
böyledir; ancak biz, davalı yemin etmekten kaçınırsa, davacıyı haklı sayanz.
Dedim ki: Sen ona bizden
daha zayıf bir delil ile hak vermiş olmaz mısın?
Dedi ki: Doğrudur; ancak
ben, sana; esasta biz, birbirimize muhalefet ediyoruz.
Dedim ki: Onu haklı
görürken en kuvvetli delilin ikrardır. Oysa unutarak veya yanılarak bir
Müslümanın hakkı ikrar etmesi ve bizim de ona göre karar vermemiz mümkün olmaz
mı?
Dedi ki: Olabilir; ancak
sen sadece bununla mükellefsin.
Ben de ona şöyle dedim:
Sen, benim gerçeği bulmak için iki cihetle yükümlü olduğumu bilmiyor musun?
Bunlardan birisi tam olarak zahir ve batında gerçek, diğeri de sadece zahirde
gerçek.
"Evet" dedi;
fakat sen bunu destekleyen Kitap veya sünnette delil bulabilir misin?
"Evet" dedim;
sana kendim ve başkasıyla ilgili olarak kıblenin tayini konusunda yükümlü
bulunduğum şeyi anlattım.
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: " ... Onlar O'nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka
bir şey kavrayamazlar ... " [Bakara, 2/255]
Buna göre Allah, insanlara
kendi ilminden dilediği kadar ve dilediği şekilde vermiştir.
" ... O'nun hükmünü
bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir." [Ra'd, 13/41]
Allah, Peygamber
(s.a.v)'e hitaben şöyle buyurmuştur: "Sana kıyameti sorarlar: 'Gelip
çatması ne zamandır?' (derler) Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun nihai
ilmi yalnız Rabbine aittir." [Naziat, 79/42-44] Tahric: Müstedrek, 2/513 Tefsir kitabından.
Bize Süfyan,
ez-Zühri'den, Urve'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Restilullah
(s.a.v)'den kıyamet hakkında sorulup durulurdu. Nihayet, "Sen onu nereden
bilip bildireceksin." [Naziat, 79/43] ayeti nazil oldu ve mesele kapandı.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "De ki: Göklerde ve
yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez! .. " [NemI, 27/65]
Yine yüce Allah (c.c)
şöyle buyurmuştur: "Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın
katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne
kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah,
her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır." [Lokman, 31/34]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: İnsanlar, kendilerine emredilen şeyi söylemekle, yapmakla ve
ona uymakla yükümlüdürler. Bunları yok sayamazlar; çünkü onlar, Allah' ın
ihsanından başka bir şeyelde edemezler. Öyleyse Allah 'tan şükrünü eda
edeceğimiz ve nimetini artırıcı ihsan dilememiz gerekir.
Sonraki için tıkla: