SADAKA ALMAYı HAK
EDENLERİN HEPSİNE PAY VERİLMESİNİN SEBEBİ
Şafii (Allah'ın rahmeti ona
olsun) dedi ki: Şayet, zekat 8.000 olup payalmayı hak edenler de mevcut olsa,
onlarda kendi sınıfına düşen payın tamamını alabilecek bir tek fakir, yine
payının tamamını alabilecek bir tek yoksul ve onların her birisine payın
yetemeyeceği kadar 100 borçlu bulunsa. Böyle bir durumda borçlular da fakir ve
yoksullara -her biri birer kişi olduğundan- (kendilerine düşen) payın
üçtebirinin (1/3) verilmesini istese ve tam payı hak etmeleri için asgari üç
kişi olmaları gerektiğini gerekçe olarak ileri sürseler, onlara şöyle denilir:
- Sizin böyle bir
istekte bulunma hakkınız yoktur, çünkü sizler, fakir ve yoksullar arasından
kendi paylarına ihtiyacı bulunan bir kişi bulunduğu sürece asla onların
paylarını hak edemezsiniz. Çünkü pay; onlardan birisinin muhtaç olduğu sürece
yalnızca onlara verilmesi gereken bir toplam maldır. Ondan bir miktar artacak
olursa, siz de diğer pay sahipleri de onda eşit hak sahibi olursunuz. Sizler,
ayrıca onlardan herhangi birisinin kendisi sebebiyle hak kazandığından
başkasını da hak etmezsiniz. İşte bu durum, bütün pay sahipleri hakkında
böyledir.
Aralarında malları
bulunmayan borçlu kimseler bulunuyor ise, onlara borçları kadar ya da ondan
daha az bir şey verilir. Bunlar da biz, hem fakir hem borçlu kimseleriz, borçlu
olduğumuz için bize zekat verildi, ama siz bizim fakir kimseler olduğumuzu da
görüyorsunuz derlerse, onlara şöyle denilir:
- Hayır biz size bu iki
sebepten dolayı veriyoruz. Eğer bu kişi baştan itibaren ben borçlu bir fakirim
diyecek olursa, ona tercihini yap, hangi sebepten ötürü dersen biz de ondan
dolayı sana veririz. İstersen fakir olduğun için, dilersen borçlu olduğun için.
Eğer ikisinden birisini seçer ve ondan ötürü ona verilecek miktar daha çok ise
onu veririz. Eğer seçtiği dolayısıyla verilen az ise yine ona veririz. O
hangisini istemişse daha çok dahi olsa o sebepten ötürü biz de ona payını
veririz. Fakat diğer sebepten ötürü ona bir şey vermeyiz. Fakirlik adına ona
verecek olursak, onun alacaklılarının ellerinde bulunanlardan haklarını almak
hakları vardır. Tıpkı kendisine ait olan bir malı almak hakları olduğu gibi.
Aynı şekilde ona borçlu olduğundan ötürü verirsek, durum değişmez. Ona borçlu
olması sebebiyle verecek olursak, onun adına borcunun ödenmesinin
üstlenilmesini daha çok severim. Bu yapılmayıp da ona yine verirse, bu da tıpkı
yazışmalı kölenin kendisine payının verilmesi halinde caiz olduğu gibi caizdir.
Eğer:
- Neden bana her iki
sınıftan da olduğum halde iki sebepten ötürü verilmiyor? diyecek olursa, ona
şöyle denilir:
- Fakir aynı zamanda miskin
/ yoksuldur. Miskin de bir bakıma fakirdir. Aynı isimde ikisi de ortaktır, bir
diğer isimlerinde birbirlerinden ayrıdırlar. Şanı yüce Allah bununla birlikte
ikisi arasında fark gözetmiştir. Bundan ötürü o miskine bu dediği şekilde
verilmez, çünkü fakir bir kimseye fakirlikle birlikte yoksulluğun payı da
verilmez, yoksul kimseye de fakirlikle birlikte yoksulluğun da payı verilmez.
Onların her birisine ancak bu iki manadan birisi dolayısıyla vermek caizdir.
Aynı şekilde pay sahibi bir kimseye ancak bu iki sebepten ötürü verilir. Eğer
bu caiz olmuş olsaydı, bir kimseye fakirliği, borçlu olması, yolcu olması, gazi
olması, kalbi ısındırılacak kimse olması ve amil olması sebebiyle pay verilmesi
ve bunun sonucunda da bütün bu anlamlardan ötürü ona hisse verilmesi caiz
olurdu. Birisi dese ki:
- Acaba fakir adının
miskin / yoksul için de kullanılabileceğini yoksulluk niteliğinin fakirin de
ayrılmaz bir niteliği olduğunu gösteren bir delil var mıdır? ona şöyle denilir,
- Evet fakirliğin manası
yoksulluğun manasını, yoksulluğun manası da fakirliğin anlamını ifade eder.
İkisi bir arada kullanılacak olursa, o takdirde her ikisinin hali arasında bir
fark gözetmekten başkası caiz değildir. Bu durumda (ayette) ilk sözü edilen
fakirin hali daha sıkıntılı olur. Nitekim dilde de bu böyledir. Araplar bir
kimseye fakir bir miskin ve miskin bir fakir derler. Miskinlik ve fakirlik ise
bir meslek ve bir mal ile birlikte söz konusu edilmez.
ZEKATLARIN
PAYLAŞTIRILMASINA DAİR İKİNCİ BAŞLIK
Bize er- Rebi' b. Süleyman
haber verip dedi ki: Bize Şafii haber verip dedi ki: Aziz ve celil Allah,
dinine mensup Müslümanlara mallarında onlardan başka yine dinine mensup o mala
ihtiyacı olan Müslümanlara bir farz tayin etmiştir. Mal sahibi olanların bunu
ehil olanlarına yahut da bu işle görevli olanlara, ödemekle emrolundukları için
onu vermeme gibi bir imkanları yoktur. Yöneticilerin de bunu mal sahiplerine
terk etme hakları yoktur, çünkü yöneticiler, o malı onlardan hak edenler için
almakla görevlidirler. Aziz ve celil Allah da Nebisine:
"Onların
mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizleyip arındırmış olasın.
Onlara dua da et. Senin duan şüphesiz onlara huzur ve güvendir ... "
(Tevbe, 103) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimede açıkladığım şekilde, mal sahibi
olan kimselerin aziz ve celil olan Allah'ın mal sahibini yükümlü tuttuğunu,
vermemezlik edemeyeceklerini, onların başında yönetici olanların ise, bunu
lehine de aleyhlerine de olsa bırakamayacaklarını göstermektedir.
[886] Bize İbrahim b.
Sa'd'ın İbn Şihab'dan haber verdiğine göre, o şöyle demiştir: Ebu Bekir ve
Ömer'in sadakayılzekatı iki defa aldıklarına dair bize bir haber ulaşmamıştır.
Fakat onlar bolluk zamanında da kıtlık zamanında da (davarların) semiz
oldukları zamanlarda da zayıf oldukları zamanlarda da onu toplamak için
görevliler gönderir, ayrıca zekat vermekle yükümlü olanlara onun tazminatını
ödetmezlerdi. Zekatı her yıl da geciktirmezlerdi, çünkü her sene zekatı almak
Rasulullah (s.a.v.)'tan gelmiş bir sünnettir.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın zekatı bir senede almayıp
geciktirdiğini bilmiyoruz.
[887] Ebu Bekir
es-Sıddik (r.a.) dedi ki: Eğer Rasulullah (s.a.v.)'a verdikleri bir oğlağı dahi
bana vermeyecek olurlarsa, onun için onlarla savaşırım. Sizler Allah'ın bir
arada zikrettikleri arasında fark gözetmeyiniz.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Müslümanın sadakasınılZekatını aldığı zaman ona Allah'ın
onu mükafatlandırması ve ona bereket ihsan etmesi için dua etmelidir. Nitekim
yüce Allah: "Onlara dua et" (Tevbe, 103) buyurmuştur. O halde
Müslümandan alınan şey bir zekattır, zekat da bir sadakadır. Sadaka da bir
zekat ve bir arınmadır. Her ikisinin durumu da birdir, manası da birdir. Bu
sebeple bazen buna zekat bazen de sadaka adı verilecek olursa, bunların ikisi
de aynı anlamda onun adıdır. Araplar bazen aynı şeye pek çok isim de
verebilirler. Bu aziz ve celil Allanın Kitabında da Rasulullah (s.a.v.)'ın
sünnetinde de Arap dilinde de gayet açıktır.
Aziz ve celil Allah:
"Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz" (Bakara, 43) buyurmaktadır.
Ebu Bekir (r.a.) da: "Eğer bana Rasulullah (s.a.v.)'a vaktiyle ödedikleri
bir oğlağı dahi ödemeyecek olurlarsa and olsun onun için onlarla savaşırım.
Sizler Allah'ın bir arada zikrettikleri arasında fark gözetmeyin"
demiştir. Bununla da -yüce Allah en iyi bilendir- "Namazı dosdoğru
kılınız, zekatı veriniz" (Bakara, 43) buyruğunu (bunda namaz ve zekatın
bir arada zikredilmiş olduğunu) kastetmektedir. Zekat olarak alınan miktarın
adına da sadaka denir. Şanı yüce Allah da sadakanın paylaştırılması ile ilgili
buyrukta: "Sadakalar ancak fakirlere, yoksullara ... Allah'tan bir farz
olarak mahsustur" (Tevbe, 60) buyurmuştur. Yani sadaka toplayıcısı
(musaddık) yani zekat olarak verilecek davarları alacak kişi gelecek olursa,
demektir. Yine ayet-i kerime, zekat toplayıcısı ve amil geldiği zaman demek
istemektedir.
[888] Şafii (Allah'ın
rahmeti ona olsun) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Beş
deveden aşağısında da sadaka yoktur, beş vesk hurmadan aşağısında da sadaka
yoktur, beş okkiye gümüşten aşağısında da sadaka yoktur."
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Ama insanların dillerinde çoğunlukla dolaşan hurmada öşür,
davarlarda sadaka, gümüşte zekat terimleridir. Halbuki Rasulullah (s.a.v.),
bütün bunlara "sadaka" adını vermiştir. Araplar ise buna hem sadaka
hem zekat derler. Onlara göre de bu iki terimin anlamı aynıdır. Dolayısı ile
Müslüman bir kimseden malının sadakası alınacak olursa, ister nakit, ister
davar, ister ekin, ister fıtır zekatı / sadakası, ister rikazın beştebiri (1/5)
ister madenin sadakası ya da bunun dışında malında: Kitap, sünnet yahut
Müslümanların umumi olarak üzerinde icma ettiği bir husus icap ediyor ise,
bunun hepsinin manası aynı olup zekattır. Zekat da sadaka demektir. Paylaştırılacağı
hak sahipleri aynıdır. Yüce Allah'ın paylaştırdığı gibi olup farklılık
göstermez. Sadakalar aziz ve celil Allah'ın Müslümanlara farz kıldığı şeyolup
o, bir temizlenmedir.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Fey' paylaşımı ise bu paylaşımdan farklıdır. Fey' ise
müşrik kimselerden Allah'ın dinine mensup olanları güçlendirmek üzere alınmış
olan şeydir. Bu şekilde alınan şeyin harcanacağı yer ise buradaki yerlerden
farklıdır.
Dedi ki: Müslümanın
malında vacip olup alınan her bir hak, yüce Allah'ın sadakalar hakkındaki
paylaştırmasına göre payedilir. Alınanın az ya da çok olması fark etmediği gibi
öşür, beştebir (1/5), öşrün dörttebiri (1/4) yahut da farklı sayılarda alınan
arasında hiçbir fark yoktur, çünkü sadaka adı bunların hepsini kapsar. Şanı
yüce ve mübarek Allah da: "Sadakalar, ancak fakirlere, yoksullara ...
mahsustur" (Tevbe, 60) buyurmaktadır. Böylelikle yüce Allah, sadakaların
kimlerin hakkı olduğunu beyan buyurmakta, daha sonra da bunu daha da vurgulayıp
işi sıkı tutmak üzere ''Allah'tan bir farz olarak mahsustur. Allah her şeyi
bilendir hakimdir" (Tevbe, 60) buyurmaktadır. Böylelikle Müslümandan
alınan her bir şey, aziz ve celil Allah'ın paylaştırdığı şekilde payedilir.
Bunlar da sekiz payolup bu sekiz paydan herhangi birisi ve onun herhangi bir
kısmı bu pay sahipleri arasından olup onu hak eden birileri bulunduğu sürece
onların dışındakilere hiçbir şeyi harcanmaz ve hiçbir kavmini toplumun sadakası
da kendi yurtlarında onu hak eden kimse bulunduğu sürece başka bir yurda
çıkarılmaz.
[889] Bize Veki,
Zekeriya b. İshak'dan haber verdi. O, Yahya b. Abdullah b.
Sayfi'den o, Ebu
Mabed'den o, İbn Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiğine göre; Rasulullah (s.a.v.),
Muaz b. Cebel'i (Yemen'e) gönderdiğinde şöyle demişti: "Şayet onlar senin
emrini kabul ederlerse, onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen bir
sadakanın farz kılınmış olduğunu bildir" buyurdu.
[890] Bize
arkadaşlarımızdan sika birisi olan Yahya b. Hassan, Leys b. Sa'd'dan haber
verdi. O, Said el-Makburi'den o, Şerik b. Ebu Nemir'den o, Enes b. Malik'den
rivayet ettiğine göre, bir adam Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle dedi: Allah adına
sana ant veriyorum. Zekatı zenginlerimizden alıp onu fakirlerimize vermeni sana
Allah mı emretti? O: "Evet", buyurdu.
Şafii (Allah'ın rahmeti ona
olsun) dedi ki: Burada fakirler, şanı yüce Allah'ın o sekiz sınıftan adını
verdikleri arasından ihtiyaç adı kendisinin ayrılmaz bir vasfı olan
kimselerdir. Çünkü onların hepsine isimleri dolayısıyla değil, ihtiyaç
sebepleri dolayısıyla verilir. Eğer yolcu zengin ise, ona bir şey verilmez,
ancak zekatın verildiği zamanda silaha ihtiyacı bulunan yolcuya verilir. Eğer
aziz ve celil Allah'ın adını verdiği pay sahiplerinden herhangi bir kimse
bulunmazsa, o takdirde bulunmayan sınıfın hissesi bulunanlara geri verilir.
Mesela aralarında fakirler, yoksullar ve borçlular bulunmakla birlikte,
başkalarının (zekat verilebilenlerin) bulunmaması hali gibi. Bu durumda sekiz
pay üç paya bölünür. Bunun ile ilgili açıklama ise kitabın aşağı
taraflarındadır.
Buna göre, pay
sahiplerinin ortak özelliği, onların o sadakadan kendilerinin hakkı olan şeye
hepsinin muhtaç olmalarıdır. Lakin ihtiyaç sebepleri farklıdır. Hak ediş
sebeplerinin de çeşitli sebepleri vardır ki; hepsinin ortak özelliği ihtiyaç
sahibi olmaktır, ancak nitelikleri ve ihtiyaçları arasında farklılık ortaya
çıkartır.
Bunların birlikte
bulunmaları halinde, meslekleri olmayan güçsüz kötürümler ile meslekleri olan
fakirler, ihtiyaçlarını karşılayamayan basit meslek sahipleri olup insanlardan
bir şey istemeyen kimseler önceliklidir. (Sonra) dilenen miskinler / yoksullar,
mesleği bulunup da bir dereceye kadar ihtiyacını karşılayan fakat onu da
ailesini büsbütün ihtiyaçtan kurtaramayan kimse (gelir).
Şayet miskinlik
gerekçesi ile gücü yerinde bir adam, sadaka isteyecek olursa, vali de onun eğer
aile fertleri varsa, onları ihtiyaçtan kurtaracak kadar kazanabilen ve sağlıklı
birisi olduğunu, şayet ailesi yoksa kazancının bulunduğunu, kazancı ile
kendisini maruf bir şekilde ihtiyaçtan kurtarabileceğini bilirse, ona hiçbir
şey vermez.
Çünkü onu yani sadaka
verilmesini isteyen güçlü, kuvvetli bir kimse, eğer ben kazanabilen birisi
değilim yahut kazancı olan birisi olmakla birlikte kazancım bana yetmiyor
diyorsa. Yahut aileme yetmiyor benim de ailem var derse, valinin, onun
durumunun dediğinden başka türlü olduğuna dair kesin bir bilgisi yoksa onun
sözü kabul edilir ve kendisine sadaka verilir.
[891] Bize Süfyan,
Hişam'dan haber verdi. O, babasından o, Ubeydullah b. Adiy b. el- Hıyar'dan
rivayet ettiğine göre, iki adam kendisine şunu haber vermişlerdir: Rasulullah
(s.a.v.)'a gitmiş, ondan sadakadan bir şeyler istemişlerdi. O, onları yukarıdan
aşağıya süzdü ve dedi ki: "Dilerseniz (size veririm) fakat bunda ne
varlıklı bir kimsenin ne de kazanç sağlayabilen güçlü birisinin payı
vardır" buyurdu.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Nebi (s.a.v.), onlarda kazanç elde etmeye benzeyen güç ve
sağlık görmüş ve onlara, kendilerini ihtiyaçtan kurtarabilecek kazanç
sağlayabileceklerini, onların ondan (sadakadan) bir şey almalarının uygun
olmadığını bildirdi. Bununla birlikte onların kazançları olan birileri midirler
değil midirler bilmiyordu. Bunun için onlara: "Ben sizlere varlıklı ve
kazancı olan birisinin sadakada bir payının bulunmadığını size bildirdikten sonra
isterseniz verebilirim" buyurmuştur. Çünkü onlar, bize ver, çünkü biz pay
sahibi kimseleriz. Zira biz ne zengin iz ne de ihtiyaçtan kurtarabilecek kazanç
sahibi kimseleriz, demek istemişlerdi.
[892] Bize İbrahim b.
Sa'd, babasından haber verdi. O, Reyhan b. Yezid'den şöyle dediğini rivayet
etti: Abdullah b. Amr b. el-As'ı şöyle derken dinledim:
"Ne varlıklı
birisine ne de gücü kuvveti yerinde birisine sadaka(nın verilmesi) uygundur:'
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Bu hadisi Sa'd'dan -onun oğlundan başkası- merfu olarak
rivayet etmiştir.
Zekatı toplamak
görevinde çalışanlar (el-amiline aleyM); valinin kendilerini zekatı alıp onu
hak edenlere paylaştırması için görevlendirdiği, hak edenlerden olmasa bile
valiye toplanması ve tahsil edilmesi hususunda yardımcı olan arifler ve valinin
mutlaka kendilerine ihtiyaç duyduğu ve ancak onun konumunun bunu yoluna
koyabildiği kimselerdir. Davarları güden davar sahibi ise, onun toplanması için
çalışanlardan değildir, çünkü böyle bir işi davar sahiplerinin yapması zaten
gereklidir. Aynı şekilde valinin yardımına muhtaç olmadığı fakat toplanması
hususunda valiye yardım edenlerin durumu da böyledir. Bunlar da zekatta hakkı
bulunan, toplanması üzerinde çalışanlardan sayılmazlar. Halife ve sadakanın
kabzedilmesi görevini üstlenen büyük bir bölgenin valisi her ne kadar alınması
emrini yerine getiren toplanması işinde çalışanlardan iseler de bize göre
bizzat kendileri onu toplama görevini yerine getirenler olmamaları itibariyle,
zekatta hak sahibi olan kimselerden değildirler.
[893] Bize Malik'in Zeyd
b. Eslem'den haber verdiğine göre, Ömer(r.a.) bir süt içmiş ve onu beğenmişti.
Kendisine içmesi için o sütü verene: "Bu sütü nereden buldun?" demiş,
ona ismini verdiği bir suyun yanından geçerken sulanmakta olan bir takım zekat
develerine rast geldiğini söyledi. Çobanları bana o develerin sütünden
sağdılar, ben de onu kırbama koydum, işte bu odur deyince; Ömer parmağını
ağzına sokup derhalonu kustu.
[894] Bize Malik, Zeyd
b. Eslemden haber verdi. Onun Ata b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre,
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sadaka ancak beş kişiye helaldir;
Allah yolunda gazaya çıkmış olan, toplanma görevi ile görevli olan, borçlu,
kendi malıyla onu satın almış bir kimse yahut yoksul bir komşusu olup o yoksula
sadaka verdikten sonra yoksul kişi, o zengin kişiye hediye verdiği kimse."
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Zekatın toplanması işinde çalışan bir kimse de sadakadan
ihtiyacı kadarını alır, daha fazlası ona verilmez. Eğer bu toplama işinde
çalışan kişi varlıklı ise o, bunu icare / ücretle çalışan bir işçi olarak alır.
Kalpleri ısındırılacak
olanlar (el-müellefetu kulılbuhum) daha önce geçen haberlerden öğrendiğimiz
üzere iki türlüdür: Bunların bir türü Müslüman olup kendilerine itaat edilen ve
Müslümanlarla birlikte cihad eden eşrafıileri gelen kimselerdir. Müslümanlar
onlarla daha da güçlenir, fakat asıl niyetlerinin ne olduğu hususunda
başkalarının görülen halleri bunlarda görülmez. Bu şekilde olup da müşriklerle
cihat edecek olurlarsa; benim görüşüme göre bunlara Nebi (s.a.v.)'ın payı olan
beştebirin (1/5) beştebirinden (1/5) kalplerini kazanıp ısındırmak için pay
verilir. Bu; eğer Müslümanların başına önemli bir olay gelmiş ise Müslümanlarla
birlikte almayı hak ettikleri paylarının dışındadır, çünkü aziz ve celil Allah
bu (beştebirin beştebirlik) payı katıksız olarak Nebisine ayırmıştı. Nebi
(s.a.v.) de bunu Müslümanların maslahatına olan alanlarda harcamıştı.
[895] Yine Nebi (s.a.v.)
şöyle buyurdu: "Allah'ın size fey' / ganimet olarak verdiğinden payıma
düşen beştebirden(1/5) başkası değildir. Bu beştebir (1/5) de size geri
gelmektedir."
Beştebirden (1/5) kastı,
ganimetin beştebirindeki hakkıdır. "Size geri gelmektedir" buyruğunun
anlamı da sizin maslahatınıza harcanmaktadır, demektir.
[896] Bana kendisini
itham etmediğim biri, Musa b. Muhammed b. İbrahim b. el-Haris'den haber verdi.
Onun babasından rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.), Huneyn günü kalpleri
ısındırılacak olanlara beştebir (1/5)'den verdi,
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Bunların durumu da Uyeyne, Akra ve arkadaşlarının durumu
gibidir. Nebi (s.a.v.) ise oldukça şerefli ve çok zengin bir kişi olan Abbas b.
Mirdas'a ise bu hususta sitemde bulununcaya kadar bir şey vermedi, sitem edince
ona verdi.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Diğerlerinin istediğini o da isteyince ve Rasulullah
(s.a.v.) da Muhacir ve Ensar'a yapmış olduğu uygulamayı yapmadığından ötürü,
hatırına bir şeyler gelmiş olması ve bundan ötürü onlara vermiş olduğu sebep
gibi ona da aynı sebebe dayanarak vermesi ihtimali de vardır. Ona kendi
malından uygun gördüğünü vermeyi de uygun görmüş ihtimali de vardır. çünkü bu
mal, sadece Rasulullah'a ait idi. Diğer taraftan bu bağış ile güçlendirmek ve
pekiştirmek ve böylelikle şerefini düşürmemiş olduğu kanaatine sahip olmaması
için yapmış olması ihtimali de vardır. Şüphesiz Nebi (s.a.v.), ganimetin de
ganimetten başka malların da beştebir (1/5) inin beştebir'(1/5) inden bir
şeyler vermiştir, çünkü bu payona aittir.
[897] Safvan b.
Umeyye'ye, islam'a girmeden önce, bir şeyler vermişti. Fakat o, Rasulullah
(s.a.v.)'a savaş araç ve gereçleri ile bir takım silahları ödünç olarak vermiş
ve hezimete uğranıldığı sırada, Mekke'nin fethedildiği sene Mekke ahalisinden
Müslüman olan bir takım kimseler hakkında söylediklerinden daha güzel sözler
söylemişti. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabı Huneyn günü gündüzün ilk
vakitlerinde bozguna uğramıştı. Bir adam kendisine: Hevazin'liler galip geldi,
Muhammed de öldürüldü deyince, Safvan: Hay ağzın taşla dolsun! Vallahi
Kureyşlilerden bir rabbi / idareci- sahip, Hevazinlilerin rabbinden /
idarecilerinden- sahiplerinden daha çok severim demiş, onun Kureyşöen yakınları
islam'a girmişti. Kendisi de Müslümarılığı hakkında hemen hemen şüphe edilmiyor
gibiydi. Allah en iyi bilendir. Ayrıca bu husus, "Fey'in Paylaştırılması
Kitabı"nda tespit edilmiş bulunmaktadır. işte bunun gibi bir durum olduğu
takdirde, benim görüşüm Nebi (s.a.v.)'ın payından ona bir şeyler verilmesidir.
Bunu da Rasulullah (s.a.v.)'ın emrine uymayı ifade ettiğinden ötürü daha çok
severim. Bir kişi dese ki:
- Bu pay Rasulullah
(s.a.v.)'ın payıdır. O, payını uygun gördüğü her yere harcayabilirdi. Bunu
Rasulullah (s.a.v.) bir defa uygulamış ve Hayber'deki payından Muhadr ve
Ensar'dan bazı kimselere o paydan vermişti, çünkü mal onun malı olup, o da bunu
dilediği yere koyabilir / harcayabUir. Bugün ise buna göre ganimetten kimseye
bir şey verilemez. Ayrıca onun halifelerinden herhangi bir kimsenin ondan sonra
birisine bir şeyler verdiğine dair bize bir haber ulaşmamıştır. Diğer taraftan
kalpleri ısındırılacak olanların ganimetten öbür paylardan ayrı bir payları
yoktur. Eğer bir kimse bu kanaati ortaya koyacak olursa, şüphesiz bu da bir
mezheb (bir görüş) tür. Allah en iyi bilendir.
Kalpleri İslama
ısındırılacak olanların da bir payı vardır. Benim bu hususta bellediğim önceki
haberlerden birisi şudur:
Adiy b. Hatim, Ebu Bekir
es-Sıddik'a -zannederim- kavminin sadakalarından 300 deve getirip geldi. Ebu
Bekir (r.a.) ona o develerden 30 tane verdi.
Ayrıca ona kavminden kendisine itaat ederılerle, Halid b. el-Velid'e
yetişmesini emretti. Yaklaşık 1.000 adam ile Halid'in yanına vardı ve gerçekten
bu hususta pek güzel bir sınav verdi, fakat o develeri ona vermiş olduğu haberde
onları nereden verdiğine dair bir ifade yoktur. Ebu Bekir'in ona bunları,
kalpleri ısındırılacakların paylarından vermiş olduğudur. O, ona bu fazla
miktarı ya yapacağı işe onu teşvik ettirmek için vermiştir yahut da bununla
kavmi arasından Adi b. Hatim'den gördüğünün benzerini göreceğinden emin
olamadığı başka kimselerin bu yolla kalplerini ısındırmak için vermiştir.
İşte benim görüşüme
göre, Müslümanların başına bir musibet geldiği takdirde -yüce Allah'ın izniyle
asla bir musibet gelmeyecektir- buna benzer bir vaziyette kalpleri
ısındırılacakların payından bir şeyler verebilir. Bu ise, orduların ancak
meşakkatle ulaşabileceği pek uzak bir yerde düşmanın bulunması, düşmanın da
sadaka ehlinden bir topluluğun bulunması hali gibi bir haldir. Bu durumda sadaka
ehli, bunlara ya bir niyet ile onlara yardımcı olurlar. Böyle bir durumda
sadakalardan Allah yolunda harcanan pay ile bunların güçlendirilmesini uygun
görmekteyim. Yahut da onlar ancak kendilerine kalpleri ısındırılacakların
payının yahut da o paydan kendilerine yetecek kadarının verilmesi şartı ile
savaşacak durumda olabilirler. İşte Araplar, eşraftan güçlü kimseler olup
belirli bir niyetleri olmayan kimseler ise durum böyle olur. Onlara
sadakalarından bu iki pay yahut ikisinden birisi verilirse ve verilmesi halinde
sadaka / zekat için yardım ettikleri hususlarda müşriklere karşı da yardımcı
olacaklarsa, onlara verilmediği takdirde de yardımcı olacaklarından emin
olunamıyorsa, benim görüşüme göre düşmanla karşılaşılması halinde bu mana
sebebiyle onlara verilir. Böylelikle de kendisine yönlendirildikleri yurtları
uzak, külfetleri ağır ve kendilerini zayıf düşürecek fey' ehli olan bir
topluluğa göre, bu düşmana karşı daha da güçlenirler. Şayet Arapların
birçoğunun zekatı vermeyip irtidat ve daha başka halleri ile ilgili anlattığım
durumun benzeri bir durumda değil iseler, onlardan herhangi . birisine kalpleri
ısındırılacak olanların payından verileceği görüşünde değilim. Onların
paylarının beraberindeki diğer paylara katılmasını uygun görüyorum, çünkü bana
Ömer'in, Osman'ın ve Ali'(r.anhum) nin herhangi bir kimseye, kalbini İslama
ısındırmak için bir şey verdiğine dair bir haber ulaşmamıştır. Aziz Allah da
-O'na hamd olsun- İslamı, başkalarının kalbini ona ısındırmaya çalışmaya gerek
bırakmayacak kadar güçlendirmiş bulunmaktadır.
Köleler (er-rikab) den
kasıt ise mükateb kölelerdir -Allah en iyi bilendir-.
Bu sebeple bir köle
satın alıp onu azat etmez.
Borçlular (el-ğarimun),
borcunu karşılayacak malı olsun yahut olmasın, borçlu olan herkestir. Borçlu kimseler,
ancak bir diyeti başkası adına yüklendikleri için yahut başlarına bir musibet
gelmesinden ya da fasıklık, israf ve masiyet olmayan bir sebepten ötürü
borçlanmış iseler, onlara pay verilir. Bir masiyet uğrunda borç alan kimseye
ise benim görüşüm, borçluların ve Allah yolunda cihad edenlerin payından bir
şey verilmez. Açıkladığım gibi Allah yolunda, payından gaza etmek isteyenlere
verilir.
Yine açıkladığım
şekilde, bir topluluk zekat ödemeyi kabul etmezse, bir başka topluluk / kavim
onlara karşı yardımcı olursa, onlara karşı yardımcı olanlara pay verileceği
görüşündeyim.
Eğer benim sözünü
ettiğim bu hususlardan hiçbir şeyolmuyorsa, o zaman, Allah yolundakiler için
verilen payı onunla birlikte diğer paylara katar.
Bana göre yolcu ise, kendi
şehrinden bir başka şehre gitmek isteyen ve sadaka / zekat alma ehliyetine
sahip kimsedir, yoksa sürekli yolculuk yapan kişi değildir.
Sonraki için tıkla:
SADAKA / ZEKAT
PAYLAŞIMINDA DAĞITIM NASIL OLUR?