EXTRALAR ANA SAYFASI

 

I.MUSTAFA VE II.OSMAN (GENÇ OSMAN) :

 

SULTAN I. MUSTAFA HAN

 

Babası: Sultan III. Mehmed Han

Annesi: Handâa Sultan

Doğum Tarihi: 1592

Vefat Tarihi: 1639

Saltanat Müd.: 1617-1618   1632-1623

Türbesi: İstanbul'dadır.

 

 

SULTAN II- (GENÇ) OSMAN     

 

Babası: Sultan I. Ahmed Han    

Annesi: Mahûruz Sultan

Doğum Tarihi: 1604

Vefat Tarihi: 1622

Saltanat Müd.: 1618-1622

Türbesi: İstanbul Sultanahmet Camii Yanı.

 

 

Sultan 1. Mustafa

Nasılki Yıldırım Bayezîd Hazretlerinin Timurlenk'e yenil­mesinden sonra meydana gelen gailede Çelebi Mehmet Haz­retlerinin safhai hayatına geçmeden, Süleyman Çelebi, İsa Çelebi ve Musa Çelebİ'nin mücadelelerinin anlatma yolunu seçdiysek; I. Ahmet Han'ın kardeşi, Sultan i. Mustafa'yıda anlatırken mutlak suretle 2. Osman Hazretleri ile bir arada anlatmak mecburiyeti hasıl olmuş bulunuyor. Çok dikkatle araştırdığımız tarihlerde bu bizim seçtiğimiz yolu seçmiyen müverrihler kendilerini zorlamışlar fakat doğum tarihi ve ve­fat tarihi, deli, muvazenesiz, havuzdaki balıklara para a,ardı, ulemanın yanına yavaşça sokulup başlarını açardı, gibi ga­yet yavan şeylerle ancak bir sahifeyi doldurabilmişlerdi. Son­ra Genç Osman Hazretlerini anlatırken zaman zaman uzun bahislerle kalemsallamak mecburiyetinde kalmışlardır. İleri sürdüğümüz sebeblerden dolayı biz bu sultanı münferid ola­rak anlatmayıp devri Genç Osman ile beraber kaleme alma­yı dü-şündük. Böylece mümkün mertebe tarihi Osmaniyye-nin kronolojik akışında bir geriye dönüş tarzını benimseme­miş olduğumuzu belirtmiş oluyoruz... Öyle ise bu böiümün başlığı şöyle tesbit olundu.

 

 

 

Sultan I. Mustafa Ve Sultan 2. Osman (Genç)

 

 

Ondört sene süren zamanı saltanatından sonra darü beka alemine intikal eden Gazi Sultan Ahmet Han hazretleri yap-nıış olduğu vasiyetle taht-ı Osmaniyi büyük şehzadesi Os­man Sultana değil Kardeşi Mustafa'ya ikram etmişti. Acaba bu ikramın sebebi ne idi. Bizce bu iki sebebe dayanmaktadır:

 

Birincisi, Edirne dolaylarında tertiplenen bir av partisinde, av yapmanın şevk ve heyacanıyla atını koştururken dolayısıyla maiyyetinden fazlaca uzaklaştığı bir anda kendi takip ettiği avını oklayan Kırım Prensi ve bu prensin yanındaki pür silah Tatar askerlerini görünce aklına kendine hazırlanan bir su­ikast geliverdi.

 

Bu tedai padişah hazretlerine, Kırım Hanları ile ecdadı iza­mının yapmış olduğu antlaşmayı da derhatır etmişti. Bu ant­laşma meâlen şöyle idi: «Eğer Hanedanı Al-i Osmanda erkek fert kalmazsa, Kırım Hanlığı devleti Osmaniyye tahtı'na iclâs olunacaktır.» Bunu hatırlayan Sultan Ahmed Hân söz konusu antlaşmayı ortadan kaldırmak içjn ve Cengiz yasası tesmiye olunan yasayı bir daha tatbik etmemek ve etmemelerine ör­nek olmak için kardeşi Sultan Mustafa'yı hem öldürtmemiş hemde cihan devletinin taht'ını ikram edivermişti.

 

İkinci sebeb ise son derece merhametli olması ve şehza­delerinin çok küçük yaşta bulunması ve askerin devlet ileri gelenleriyle bir takım mevzularda anlaşabilmeleri ve haneda­nı Osmaniyye'nin yaşı küçük şehzadeler tarafından idare olunamayıp maazallah herhangi bir sadrazam'm taht'ı ele geçirme arzularını önleme gayretine matuftur. Biraz üzerinde düşünülürse nice ileri gelen devlet adamlarının nasıl sudan sebeblerle kati olunmaları bu inkılap fikrinin vehminden gel­diği anlaşılır.

 

Çünkü insanlar herhangi bir muvaffakiyyet kazandıkların­da derhal mükâfat isterler. Eğer bu muvaffakiyyetler seri bir halde devam ederde birde buna .gerek dış tahrikler gerekse içteki dalkavuklar ve hanedan düşmanları eklenirse bu mu-vaffakiyyetlerin sahibi artık çileden çıkar ve zirveye göz di­ker.

 

Bunun en bariz misalini tekriren söylediğimiz gibi «Al-i Os­man gider, âl-i Midhat gelir») diyerek yırtıtası hançeresinden kusan Mithad Paşa ortaya koymuştur. Bütün bunlara ilaveten büyük hizmetler yapmış ve daima haddini bilmiş hizmet er­babı şüphesiz ki diğer içten pazarlıklı insanların sayısınla mukayese edilmeyecek kadar çoktur.

 

Yukarıdaki maruzatımızı bitirdikten sonra kronolojik tarih akışı içinde mevzularımıza devam edelim.

 

Sultan 3. Mehmed Hazretlerinin oğlu Ahmed Sultan'ın val-desi Handan sultandır. 1. Mustafa'nın annesinin Handan sul­tan olup olmadğı maalesef tarihin nisyan bulutları arasına karışıp gitmiştir.

 

Hicri 1001, Milâdi 1591'de doğan 1. Mustafa, ağabeyi 1. Ahmed hân Hz. lerinin daru beka alemine intikalini müteakip uzun yıllar mahpus tutulduğu saraydaki odasından taht'a çı­karılmak üzere alınmağa gidildiğinde; kendisi rahlenin üze­rinde duran Kur'an-ı Kerim'in huzurunda kemâli edeple otur­muş tilavet eylediği görüldü.

 

1. Mustafa bu sırada 26 yaşında bulunuyor idi. İlk sözü bir bardak su istemek oldu. ne varki uzun yıllar mahpus tutulan veliaht şehzade muvazenesiz bir hal içinde idi.

 

Veziriazam Damad Halil Paşa o sırada İran üzerine açılmış seferde aynı zamanda serdar unvanını da mâlik olarak der-saadet'ten uzakta bulunuyordu. Bu Halil Paşa, padişah da­madı olarak Kaptan-ı Derya'lık makamında ne k~.dar güzel hizmet göstermişse de, iki defa gelmiş olduğu vezareti uzma makamında aynı muvaffakiyyeti gösterememiş fakat devlete hayrı hizmeti hakikaten çok.olan bir zât İdi. Ayrıca seyrü sü­lük erbabı olan bu Damad Halil Paşa, zamanının Kutbul Ak-tabı Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)'e müntesib idi.

 

Sultan 1. Mustafa'nın padişahlık yükünü almak istememe­si sadrazam'ın seferde olması, bundan da öte 1. Mustafa'nın bu yükü aldığı takdirde yürütecek durumda olmaması hase­biyle Kızlar Ağası Mustafa Ağa, bazı ulemaya müracaatla; padişah hazretlerini sıhhi durumunun bu ağır vazifeyi götüre-meyeceğini maazallah bir takım karışıklıklar olsa üstesinden gelinmeyip, devlet gemisinin batma tehlikesinin, parıldıyan Osmanlı yıldızının gölgeleneceği belkide Allah korusun kara­racağını ileri sürmüştü.

 

Bu ulema durumu valde sultana haber vererek; Kızlar Ağasının sürülmesine ait tavsiyelerde bulundular. Şimdi bu­rada hükümden ziyade üzerinde duracağımız bir nokta belir­lenmektedir. Zayıf vücutlu, solgun fakat güzel yüzlü, seyrek sakallı, iri ve çok güzel gözlü, tesirli bakışlar sahibi bu padi­şahta bazı şeyh ve ulemanın fevkalâde haller gördüğü, hatta bazı kerametler gösterdiği kanaatında olduklarından; Kızlar ağasını padişah aleyhine bir dolap çeviriyor zannıyla Valide sultana şikâyet etmek lüzumunu görmüş olamazların? Beri yandan dünya saltanatından vaz geçmiş İbrahim Etem (K.S.) gibi Sultan Mustafa da aynı mertebenin bir ehlullâhı-mıydı? Nasılki ibrahim Etem (K.S.) hazretleri, kendisini tek­rar taht'a davet eden vezir ve adamlarına elindeki iğneyi gösterip, suya atarak, söz konusu iğneyi bulmaları için balık­lara emir vererek iğneyi getirtmek suretiyle gerçek hü­kümranlığın ne olduğunu onlara gösterip, onlarda «Evet sul­tanım sen mertebeni bulmuşsun» diyerek onu taht'a davetten vaz geçip gitmeleri gibi Kızlar ağası Mustafa ağa böyle bir keramet gösteren Sultan 1. Mustafa'nın sırrını fâş etmemek için, bu vazifeyi yapamayacak diye Hazreti padişahın izni müsaadesi ile talepte bulunmuş olamazmı? Bu vaziyette Kız­lar ağası Mustafa Ağa, padişah namına veya devleti aliyye adına hâl isterken ulema ise kâh padişaha kâh devlete bağlı­lığından itiraz ederken bunlara entrikacı demek nasıl kabil olur anlamak mümkün değildir. Ne varki bu arada cülus bahşişleri verilmiş olup, bazı zevata görev tevcihleri yapılıyorum.

 

Şeyhülislâm Esad Efendi ve sadaret kaymakamı Sofu Mehmed Paşa valde sultanla görüşüp hâl lâzım geldiği husu­sunda ittifak eylediler, üç ay on gün süren Sultan 1. Musta­fa'nın bu seferki saltanatı, taht'a geldiği odasına önmesiyle noktalandı.

 

Bu durum en çok yeniçerilerin işine yaramıştı. Yüz gün önce almış oldukları cülus bahşişine bir daha nail olacaklar idi.

 

Bu hal edişte Şeyhülislam Esad Efendi Hazretlerinin tasvi­bi çok önem kazanmıştır. Meşhur Tac üt tevarih sahibi ve Haçova zaferinin manevi mimarı Hoca Saadeddin Efendi'nin ikinci mahdumu olup Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerine inti­sabı vardı. Esad Efendi, kızı Akile hanımı şehid-i padişah Genç Osman'a vermekle devleti*aliyyenin padişahına, Kaim-peder olma şerefine erişmiş ilim ve fazilet sahibi bir zâttı.

 

 

 

Damad Halil Paşanın İran Seferi

 

 

İşte ne kadar büyük bir devlet olduğunun sayısız numune­lerinden biri olan şu durum aziz okuyucularımızın dikkatlerine sunulur. Sultan 1. Ahmed hân Hazretlerinin son demlerinde başlamış-olan bu seferi hümayun, padişahı cihanın daru be­ka âlemine intikaline, sultan 1. Mustafa'nın taht'a geçişine ve yüz gün sonra yerini Genç Osman Sultana bırakmasına rağ­men orduyu hümayun doğu hudularımızda iran'la mücadele devam ediyordu. Çünkü ol devlet öyle bir devleti azlme idi ki şahıslar geçici, devlet ebedi idi...

 

Sadrazam Damad Halil Paşa Tebriz üzerine yürümek kas-diyle Erdebil'den hareket etmiş ve Van Sahrasında kendisine iltihak etmek üzere gelen Kırım Hânı Canik Giray ile buluş­muştu. Fakat Tatar hânı bu muharebeye ganimet elde etmek maksadiyle katıldığından direk olarak Tebriz Hâkimi Karcığla Hân'ın üzerine ani bir baskın plânlıyordu. Bu plânı bir çok kumandan ve tecrübeli asker tasvip etmemişlerse de yağma niyetinden vazgeçmeyen Tatar Hân'ı bir iki bin kişilik süvari askeriyle saldıracağını ileri sürüyordu.

 

Bunun üzerine sadrazam Halil Paşanın komutasında bir askeri birliği Kırım Hânı'nın yanına verdi. Bu tasavvurdan haberdar olan Tebriz Hâkimi kurduğu bir pusuda, yorgun ge­lecek olan Tatar ve Osmanlı askerini beklemeye başlamıştı. Hakikaten çok sür'atli hareket eden bu Tatar ve Osmanlı as­keri pusu mahaline geldiklerinde parmaklarını dahi oynata-mayacak derecede yorgundular. Karciğla Hân ani bir taar­ruzla bu kuvvetleri darmadağın etti. İki saat boğaz boğaza yapılan savaşta gerçi Kırım Hânı kurtulmuşsa da bu kurtulu­şunu kendi askerinden ziyade Yeniçeri'nin şecaat ve mahare­tine borçluydu. Ne varki; Rumeli, Diyarbekir ve Van Beyler­beyleri savaş almında kalmışlardı.

 

Esir düşen beşyüz kadar Tatar ve Osmanlı askeri hemen şehid edildi. Komutanlardan esir edilenler Karcığla Hân tara­fından Şah Abbas'a gönderilmişlerdi.

 

Bu mağiubiyyetin haberini alan Damad Halil Paşa, kuvvet­lerini derhal harekete geçirince Şah Abbas, Burun Kasım ad­lı şahsı e!çi göndererek; Sadrazama daha evvelki yıllarda ya­pılmış Nasuh Paşa antlaşmasının tevsii ve tatbike hazır ve senelik vergilerini vermeye amade olduğunu bildirmek mec-buriytinde kalmıştı. Bu müracaat kabul olundu. Sadrazam ve Şah Abbas anlaşmaları imzalayarak birbirlerine gönderdiler. Şah Abbas bu antlaşma üzerine orduyu hümayuna sekizyüz katar deve yükü zahire ve ayrıca sadrazama dokuz katar yü­kü zahire gönderdi. Bunlar olurken tarihler Hicri 1027, Milâdi 1618 yılını gösteriyordu.

 

Sadrazam Halil Paşa; antlaşmanın imzasından sonra Erzu-ruma gelmiş ve askere izin vererek kendisi kışı geçirmek için Tokat sancağına çekilmişti. Bu sırada Padişahı cihan Genç Osman'dan gösterdiği muvaffakiyyeti tebrik eden bir nâme alıp Dersaadete döndüyse de sadrazamlıktan azli ve daima başarı gösterdiği Kaptan-ı Deryalık makamına üçüncü defa olarak tayin buyruldu. Bu azle sebeb olarak 1. Mustafa Sul­tanın tahta geçişini genç padişah hakkı yendi sayarak bunun suçlularından biri olarak Halil Paşa'y1 sorumlu tuttuğu bazı muteber tarihlerimizde iler sürülürsede bunu böyle anlamak sadece nâkii sebebiyle olur. Yoksa üzerinde biraz durulsa çok dikkatli ve bazı konularda çok ileri görüşlü bir padişah olan 2. Osman, bu tebeddülatlar sırasında İstanbul'dan ikibin ki­lometre uzaktaki sadrazamını üstelik savaş allanlarında boy gösteren zâtı şüphesizki; yukarılarda anlattığımız gibi Sultan Cennetmekân Gaazi Ahmed Hân'ın vasiyetine göre yapılmış bir İş için mes'ul tuttuğu düşünülemez. Biz buna sadece, Kapdan-ı Derya makamında daima fevkalâde muvaffakiy-yetler gösteren Halil Paşa'yı ileride göreceğimiz gibi Lehistan üzerine yapılacak bir seferin plânının parçalarından olduğu kanaatini taşıyor okurlarımızın dikkatlerini bir de böyle bir görüşe teksif etmelerini dileriz.

 

Bu sıralarda Eflak Voyvodalığına Gratyani, Ulah Voyvoda­lığına-İskender Paşa tayin olunmuşlardı. Avusturya impara­toru Matyas ölmüş ve yerine 2. Ferdinand geçmiş idi. 2. Fer-dinand'ın tahta geçişini tebrik için bir çavuş Viyana'ya gön­derilmişti. Sadrazam Halil Paşa'nın Şah Abbas ile yaptığı mütareke bir sulh antlaşmasıyla bitirilmiş ve İran da bazı sa-habei kiram aleyhinde yapılmakta olan küfür ve hakaretlerin durdurulmasını intaç eden maddeler bu antlaşmada yer almıştı. Hicri sene 1029, Milâdi 1620.

 

Damad Halil Paşa'nın azlinden sonra yerine geçen Damad (Öküz) Mehmed Paşa on ay kadar süren sadaretinden alın­mış ve yerine İstanköylü Güzelce Ali Paşa tayin olunmuştu,  zâtı muhterem annesi vasıtasıyla İki Cihan Serveri Efendimiz (S.A.V.) Hazretlerinin sülalesine müntehi idi. Çok te­miz, titiz ve gayretli bir zât idi. Padişah Genç Osman Hazret­lerini Lehistan üzerine yapılacak bîr sefere son derece teşvik etti. Hatta bu seferin yapılmasına kendi şahsi servetini kuru­şuna kadar serferber etmekten çekinmedi. Bütün gücüyle desteklediği ve önem verdiği bu sefere maalesef erişemedi. Eğer erişseydi bu defa mutlaka kahrından savaş meydanın­da ölürdü. Ondört ay süren sadrazamlığında bu yüce maka­mı, âli soyuna mensup olanların ancak gösterebileceği dira­yet ve adaletle doldurup Hicri 1030, Milâdi 1621 yılında .ahi-rete intikal eyledi.

 

Güzelce Ali Paşa'nın rum asıllı olduğunu ileri süren L'amartin ve onun tarih kitabını milleti İslâmiyyeye sunmak­tan şeref duyan ve biz bu kitaplardaki fikirlerin hepsine imza­mızı atmayız, ancak temel eserlerden olduklarından dolayı neşir hayatına aktarıyoruz ve bir hizmet iddiasında bulundu­ğunu ileri sürenler Kahraman ve Mücahid, mütefekkir ve Veli bir zât'ın şu cümlelerini hatırlamalarını isteriz. «Bâtılı tasvir saf zihinleri îdlâl eder...»

 

Yine bu mevzuda merhum İsmail Hakkı üzunçarşılı Beyfendi Osmanlı Tarihi 3. Cilt 2. Kısım sh. 373 de L'amartinin bu iddiasını fevkalâde bir şekilde çürütmüş ve belkide bu

 

hizmetinden dolayı Resûli Kibriya (S.A.V.) in şefaatine nail olmuştur, inşaallah.

 

Sadrazam Güzelce Ali paşa çok sert tedbirler alıyor ve üç ay içinde iki defa cülus bahşişi ödemekten sarsılmış olan devlet bütçesini takviye etmeye çalışıyordu. Bu arada Boğ-dan Voyvodası Lehliler ile anlaşmış ve bu anlaşma haliyle develti aliyye'yi rahatsız etmişti. Bu rahatsızlık İskerden Pa­şa'nın gerek Lehistan gerekse Boğdan'ı hizaya getirmek maksadıyla eline kılıcını almasına sebeb oldu. Her iki tarafla yapılan savaşlarda İskender paşa ve dilaverleri galib, islâm ise bir defa daha üstün gelmişti. Lehliler yıllık vergilerini iki misline, savaş tazminatı olarakta yüzbin duka altını vermeyi teklif ettiler. Çünkü İskender paşa bunların yirmibinini mey­danı harpte, onbini ise savaştan sonra yokluk diyarına gön-derivermişti. Bu arada Buğdan Voyvodası Gratyani kendi adamları ile arasında çıkan bir anlaşmazlık sırasında öldürül­dü. Bala batırılmış kellesi İstanbul'a gönderilmişti.

 

 

 

Şehzade Mehmed Sultan'ın Katli

 

 

İskender Paşa yukarıda anlattığımız gibi, küf fan bir elinde gürzü diğer elinde kılıcı olduğu halde hizaya getirirken, Hotin Kalesi Leh'lilerin eline geçmişti. Buda yetmiyormuş gibi Ka­zaklar, Karadeniz boğazı üzerinden dalıp taa Boğaziçindeki Yeniköy sahillerine kadar sokulup, yağma ve ortalığı yangına vermişlerdi.

 

Bu sırada ise Padişah Genç Osman, annesi Mahfiruz Su­ltanın yardımlarıyla saltanat sürerken annesine karşı bir tu­tum içine girmiş ve kendisine bir takım kısıtlamalar koymuş­tu. Mahfiruz Sultan, Merhum Padişah 1. Ahmed'in ilk hanımı olduğundan mevkii iktidarda olmasına rağmen, kendisine ra­kip saydığı merhum kocasının ikinci eşi Kösem Mahpeyker Sultafireskisşaraya göndertmişti. Halbuki bu iki anne; Sultan Ahmed Hazretlerinin vefatını müteakip Sultan 1. Mustafa'nın cülusunda evlâtlarını korumak için ne güzel işbirliği etmişler ve böylece şehzadelerinin üzerlerine germiş oldukları koru­yucu kanatlan ile onların hayatlarının devamına vesile ol­muşlar idi. Sultan Genç Osman padişah, Mahfiruz Sultan,, Valde Sultan olunca bu işbirliğini bozmuş ve Kösem Mah­peyker Sultanı eski saraya göndertmişti. Artık iki valde bü­tün hünerlerini ortaya döküp, evlatlarını ölüm denizinin dal­galarından koruma savaşına geçtiler. Şüphesizki ilk taarruz Genç Osman'ın validesi Mahfiruz Sultandan gelmiş fakat ilk hücum eden ilk acıyı tatmıştır.

 

Çok güzel ve son derece yakışıklı bir Şehzade olan Meh-med Sultan, 1. Ahmed Hân'ın ikinci oğlu idi. Genç Osman ağzından çıkardığı bir irade ile kendisini anası yoluyla da öz olan kardeşinin hayat defterini dürüvermişti. Genç Osman tarihlerimize Hotin Seferi diye geçen mücadeleye gitmek üzere yola çıkarken arkasında taht'ı için rakip göndüğü böy­le bir şehzade bırakamayacağı kararına vamıştı. Şeyhülislâm Esad Efendiden kati için fetva istedi. Esad Efendi bu fetvayı vermedi. Şeyhülislâm bu fetvayı vermeyince başka veren bi­ri bulundu. Şeyhülislâmla, padişahın arası açılmış oldu-. Fet­vayı vermek çok muhterem bir zât olan, âlim ve şair Rumeli Kazaskeri TaşkÖprülüzâe Kemaleddin Efendiye düşmüştü.

 

Bir çok tarihlerde bu zâtın mezkûr fetvayı Şeyhülislâm ol­ma arzusuyla yapdığına sebeb olduğunu ileri sürenler görü­lür. Şüphesizki bu zât fetvayı almak için soranın sorusuna göre vermiştir. Eğer Şeyhülislâm olurum ümidiyle vermiş ol­saydı ya hakikaten Şeyhülislâm olurdu yahutta gözden dü­şerdi. Çünkü çok görülmüştür ki; devri fetrette şehzadeleri öldürenler mükâfat beklerlerken kellelerinden olmuşlardı. Halbuki şeyhülislâm olma emelini isnad edenler de kabul et-mişlerdirki ve bu tarihlerinde yazılıdır, TaşkÖprülüzâde ne şeyhülisâm olmuştur ne de gözden düşmüştür. Meşhur Hotin Seferi yolculuğunda Padişaha refakat ederken İsakçı'da ahi-rete intikal etmiştir. Padişahın emriyle Şehzade Mehmed Sul­tan 16 yaşında iken kendisini boğmak için üzerine atılanlara şunları «Bilirim sizler emir kulusunuz. Fakat dilerimki Os­man ömrü devletin berbad olup, beni ömrümden nice mah­rum eyledin ise sen dahi behremend olmayasun» söyleyerek bedduada bulunmuştu.

 

 

 

Hotin Seferi

 

 

H. 1030, Milâdi 1621 yılının ilkbaharında zaferlere yürü­meye alışmış Osmancığın sancağı, yine Davudpaşa'dakİ mutad yerine kurulan Otağ-ı Hümayun'un önünden dalgala­nıyor ve İslâm askerine; Allah ve O'nun Rasûluna ve kitabına uyulduğu müddetçe zafer kuşunu o şanlı sancağın ağuşuna süzüle süzüle gelip konacağının ilhamını veriyordu...

 

Ancak sefere çıkılmadan evvel meydana gelen kış belki sadece o asrın değil asırlaın en şiddetli kışını teşkil etmişti. O kadarki; İstanbul Boğazı soğuğun şiddetinden buz tutmuş bir çok insan kâh üsküdara kâh Üsküdar'dan Dolmabahçe ta­raflarına yayan geçer olmuştu.

 

Yukarıda kaydettiğimiz gibi çok sert bir kış mevsiminden sonra Hazreti Padişahın seferi hümayuna bir güneş tutulması olayının vukubulduğu günde çıkması İslâm dininde olmayan bir hurafe olmasına rağmen halk tarafından tenkit edilmiş fa­kat Padişah Hazretleri bu bâtıl görüşe zerrece ehemmiyet vermiyerek savaş tuğlarını dalgalandıra dalgalandıra yola re­van olmuştur. Maalesef Büyük Türkiye Tarihi yazan Yılmaz Öztuna Be^ Genç Osman'ın; halkın bu itirazli davranışını ka-ale almamasını kendisine bir kusur olarak atfetmek hatasına düşmüştürki, müslüman olan bir insanın bu gibi batıl şeylere alâka göstermemesi hata değil bilakis İslama olan bağlılığı­nın faziletli bir tezahürüdür. Fakat söz konusu yazar düşünce tarzının İslama uygun şekilde devam ettirme mecburiyetini kendinde hissetmediğinden Genç Osman'ın belki de en isa­betli davranışlarından biri olan bu hususiyeti tenkit etme ha­tasına kendisini düşürmüştür. Evet; ilmi siyaset denen bir davranış tarzı vardır. Bunu red etmek olmaz, ancak unutul­mamalıdaki ilmi siyaset islâmda olmayan şeyleri meşru gös­termek durumuna düşülmeyi gerektiriyorsa o ilmi siyaset icabı kullanılan taktik değiştirilir. Genç. Osman'da islâmda olmayan, bir hurafe ile kendisini tenkid edenlere en güzel ce­vabı bu yanlış fikri kaale almamakla göstermiştir.

 

Evet biz şimdi gelelim Genç Osman'ın mezkûr seferinde asırlar ötesinde onun his ettiklerini yudum yudum içmeye vesile olacak harb meydanı üzerine yaptığı yürüyüşü takip etmeye...

 

Nisan ayının sonunda İstanbul'dan hareket olunmuş ve Edirne'ye gelindiğinde bir resmi geçit tertip edilmişti. Bu res­mi geçitten sonra Padişah diktirmiş olduğu bazı hedefiere başta bizzat kendisi olduğu halde yeniçeriier, ok mızrak gibi harp aletleri ile insanın akıllarını durduracak bir maharetle nişan tahtalarını delik deşik ediyorlar hem onları seyreden halkın güven ve itimatlarını bir daha arttırıyorlar hemde cö­mert padişahın kendilerine ödül olarak mutlu elinden saçtığı çil çil altınlara sahib oluyorlardı.

 

Edirneden ayrılarak yola koyulan orduyu hümayun cö­mert tabiatlı padişahın yeni bir hediyesi ile karşılaştı... Bu hediye Isakçı yakınlarına gelince askere dağıtılan bin akçe idi. Genç Osman askeri memnun etmek için elinden gelen fedakârlığı esirgemiyordu. Bir çok tarihçiler bilmem nedendir bu padişahın çok eli sıkı hatta cimri olduğunu ileri sürecek kadar inatla bu yukarıda saydığımız atiyyeleri görmemezÜk-ten gelirler. Halbuki bu adamlar bilmezlermiki, cimrilik is-lâmdan uzaklaşmanın bir kapısıdır. Son derece dindar bir zat olan Genç Osman, belki muktesit idi fakat hasis hatta katiy-yen cimri değildi. Zaten bu tip tarihçiler daima ifrata kaçan hükümler vermişlerdir. Kimine cimri demekte, kimine de cö­mert lakabını yakıştırmamak için müsrif demeyi kendilerine huy edinmişlerir. Halbuki her müslim biiirki Allah (C.C.) müsrifleri sevmez. Osmanlı padişahları da müslüman olduk­ları için ne müsriflik ne de cimrilik yolunu kendilerine rehber seçmemişlerdir.

 

Bu sırada sadrazamlıktan alınıp, kapdan-ı derya makamı­na getirilen ve bu makama ne zaman geldiyse büyük rnuvaf-fakiyyetler gösteren damad Halil Paşa, padişah hazretlerine mülaki oldu. Halil Paşa Karadeniz üzerinde kuş uçurtmaz bir şahin gibi idi. İşte yine padişahının yanına gelirken birçok ganimet ve 18 tane küçük tonajlı gemi getiriyordu. Bu 18 gemiden başka beş adet büyük gemiyide Karaenizin çırpıntılı suyunun dibine göndermişti. Diğer taraftan Diyarbekir Bey­lerbeyi Dilaver Paşa da kendi memleketinin yâni eyalet as­keriyle orduya gelmiş ve orduyu hümayun sayıca daha da kuvvetlenmiş oluyordu.

 

Genç Osman hem düşman üzerine yürüyor, hem de o ha­valide vazifesini iyi yapmıyan, kendisine tâbi beylerin, voy­voda yardımcılarının hatta voyvodaların cezalarını tertib ve tatbik ediyordu, Boğdan Voyvodası gerek erzak gerekse ken­di dininin ve kavminin insanının ihtiyacatını giderme husu­sunda gayret göstermediği gibi üstüne üstlük Leh'lilere eği­lim göstermesi üzerine vazifesinden azledilmiş ve yerine İste-fan Tomaşa tayin edilmişti. Devleti aliyye yürüdümü işte böyle yürürdü. Hem hedefine gider hemde vazifesinde gev­şeklik gösteren âmirleri adaletle dinler ve şeriatı Muhamme-diyyenin sınırları içinde kalmak şartıyla cezasını tereddütsüz­ce verirdi. Bu icabında bir damad olsa bile.

 

 

 

Hotin Savaşı

 

 

Padişah Genç Osman bu sefere kendisini en çok teşvik eden Sadrazam Güzelce Ali Paşanın vefatı üzerine tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşanın sadrazamlığı ile çıkmıştı. Edirne yolu üzerinde iken Genç Osman'ın karşısına aniden Hindistanlı dört fakir çıkmış ve kendisinden mali yardım istediler. Fakat bunların aniden atının önüne çıkmaları padişahın atının ürk­mesine ve süvarisinin düşmesine nerdeyse sebeb olacaklar idi. Bu hareket sahipleri yardım temin etmeyi umarlarken hayatlarını kaybediverdiler. Şimdi bu harekette idam hükmü vermenin yerimidir diye insanlar içerilerinden geçirebilirler. Fakat bu mevzuu tetkik ettiğimiz bütün tarihlerde bu kadar anlatılmış hiç bir yoruma gidilmemiştir. Bizi okurlarımız ba­ğışlasınlar biz burada bir mülahaza fakat kısa olsada mutla­ka bir pasaj açma lüzumunu gördük. Şimdi Hindistan neresi Edirne yolu neresi? Eğer bunlar sadece bir fakir olsalardı de­vleti Osmaniyyede günümüz gibi değil, tam ağniyai şakirin yâni hayırsever zenginlerin bol olduğu; etrafımızı bir -parça tetkikte vakf edilmiş serlerin çokluğu ve çeşitli mevzularda vakıflar kurulmuş olduğunu göreceğimizden bu müşahede­mizin o zamanki zenginlerin bu gibi ihtiyaç sahiplerini mem­nun edeceklerinden şüphemiz olmaz. Peki bu adamlar ihti­yaçlarını neden bu varlığını iddia ettiğimiz zenginlerden izafe yoluna gitmezde alayı vâla ve büyük bir kafile halinde gelen orduyu hümayunun padişahının önüne aniden çıkarlar?

 

Ayrıca gayet sade kıyafetlerile bütün dünyanın takdirini kazanmış padişahların, yanındaki bir çok refakatçi, padişah-dan daha zengin bir kıyafet ve azametle yürürken nasıl olu-yorda bu fakirler padişahın atının önüne aniden çikabiliyor-lar? İşte bu onların daha evvel padişahı gördüklerini ve ken­disini tanıdıklarını göstermesi bakımından çok calibi dikkat­tir. Hele hele ileride biraz daha genişçe temas edeceğimiz hi~ ristiyan dünyasının islâmı yıkmak için Osmanlı devletini par­çalamak ve yutma plânlarının en çok yapıldığı asır bu asırdır ki; bu başlı başına bir kitap mevzuudur. Bu Hintli fakirler acaba bu plâna dahil edilmiş birer suikastçı olamazlarmıydi? Çünkü hiç unutmayacağımız bir husus vardır ki; müslüman İnsanları öldürtmek veya öldürmek hususuna çok dikkatlidir, üstelik yardım istemek için kendilerine el açan insan, değil attan kendisini düşürecek bir olaya sebeb olsun daha büyük bir zarar verse dahi katiyyen ne öldürür ne de öldürülür. Bu adamların idamına sebeb olan husus sadece padişaha karşı yapılan ve akim kalmış bir suikastın cezasıdır mülahazasına varmamız daha mümkün bir hale gelmiş olur. Neticeten bu vaka karanlıkta kalmış olup bir çok tarih kitabında yer aldı­ğından bir açıklık getirmek için yukarıdaki yorumumuzu yapmaya cüret ettik.

 

Orduyu hümayun binbir zorluk içinde ormanların arasın­dan ilerlemeye çalışıyor ve nihayet Tuna nehrinin kıyısına geldikte karşıya geçmek için müsait bir yol bulmuş ve karşı­da nerede konaklayacaklarını hesaplama durumuna geldiler. Çok güçlü adaleler sahibi padişah Genç Osman yay'ıni eline alıp yerleştirdiği ok'u gerdi ve bıraktı bu müthiş pazıların kuvveti Tuna nehrinin bir kıyısından şahid olanların hayran ve şaşkın bakışları arasında karşı kıyıya ulaşmış ve karşıya geçtikleri zgman toplanacakları mahali tesbit etmiş oluyor­du. Ordu karşıya geçmiş az sonra Kırım Hân'ı yanındaki as­kerle orduya iltihak etmiş ve bu savaşçı kuvvetin iltihakıyla şanlı ordu bir kat daha kuvvetlenmişti.

 

Düşman gayet hazırlıklı ve hakikaten çok azimli bir toplu­luk halinde içli. Dinyester Nehri yakınlarındaki bu Hotin Kale­si önünde dört defa hakikaten dehşet verici savaşlar cereyan etmiş fakat iki tarafta zayiat bakımından birbirinden aşağı kalmamıştı. Osmanlı askeri çok takdir edilecek kahraman­lıklar gösterdi ise de kati netice almak mümkün olmadı.

 

Budin muhafızı Karakaş Mehmeş Paşa harp alanının en hengameli yerinde kaldı. Üzerine saldıran küffâr karşısında hiçbir korku duymadan bir islâm Paşasının; Hâlikine olan bağlılığını ispat edercesine yanındaki bir avuç dilaverle vuru­şa vuruşa mübarek kanını ve canını küstah salibin karşısında mübarek Hilâl adına feda etmekten çekinmedi. Ve böylece gerek Rabbizülcelâlin gerekse Peygamberi Zişanın rızasını ve padişahı, devletli Genç Osman'ın rahmet dualarını tahsil et­miş oldu.

 

Hazreti padişah, Karakaş Mehmed Paşanın yardımına kuvvet gönderemeyen Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşayı ma­kamından azledip yerine Diyarbekir Beylerbeyi Dilaver Paşa­yı tayin etti. Bazı tarihçiler eserlerinde Ohrili Hüseyin Paşayı, merhum şehidi kıskandığı için onun yardımına gitmediği mülahazasıyla görevden aldığını ileri sürerler Timarlı sipahi­lerden olup devlet hizmetinde bulunan askeroğlu asker oian Ohrili Hüseyin Paşa bir çok hizmetlerden sonra Bostancıba-şılık oradanda vezareti uzma makamına getirilmişti. Şimdi kıskanmaktan dolayı Karakaş Mehmed Paşanın yardımına gitmemişse bu bir ihanet olurdu. İhanet affedilmez bir suçtur. Hüseyin Paşa böyle bir suçun sahibi olsaydı sadece mevkiini değil hemen oracıkta başını kaybederdi. Çünkü Genç Os­man bu gibi ahvali en şedit şekilde cezalandırmaktan çeki­necek bir şahsiyet değildi. O zaman Ortaya şu çıkarki, bura­da yardım yapamamak bir kastı mahsusaya dayanmamakta savaş şartlarının müsait olmaması ancak varit olan bir şey varsa merkezi idare şehid paşanın yanına sonradan yardım gönderemeyeceğini göz önüne alarak zamanında takviye kuvvetiyle tahkim etmeli idi... Netice bir avuç askerle şehid olan merhum paşanın yanına verilen kuvvetin az olmasına gelir dayanır ki; bu da ancak bir hatadır, hatanın neticesi ise; mansıbı sadaret elden alınmakla iktifa edilmiştir. Ohrili Hüse­yin Paşanın bu sadareti yüzkırkbeş gün sürmüştü.

 

 

 

Dilaver Paşanın Sadareti

 

 

Savaş sırasında vezareti uzma makamına getirilen Diyar­bekir Beylerbeyi Dilaver Paşa, orduyu yeniden savaş sahası­na göre tanzim etmiş ve iki defa kati hücuma kalkmışsada Lehliler azim bir mukavemet göstermişlerin Her iki taraf çok zayiat verdiğinden, kışın yaklaşmış olmasından, askerin bık­kınlık göstermesinden, savaşların çok zaiyat verici neticesin­den dolayı kalblerine korku düşmüş Lehlilerin, Cennetmekân Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapılan antlaşmanın şartlarına uyucaklarını dermeyan ettiklerinden bir muahede yapıldı. Bu muahede bir zaferdir çünkü devleti aliyyenin yük­selmenin en üst mertebesinde bulunduğu sırada yaptığı bir antlaşmanın teyidi zafer değiide nedir? Ki; unutmamak gere­kir batı yakasında yapılmış bir Zitvatorok antlaşmasını küf-fardaki moral tesiri göz önüne alırsak, bu antlaşmanın Zİtva-toroktan önceki dönemi kucaklıyan bir zafer olduğunu görü­rüz. Hâlbuki bir çok tarihçiler kitaplarında bu seferin lüzum­suzluğunu ileri sürerlersede aşağıda bu görüşleri çürütecek kısa bir mülahaza takdim edeceğimizden bir tek cümle ile geçiştirmek istiyoruz. O da şu; düşmanın ittifakını gerçekleş-tirmemesi için daima bir bölümünün üzerine şiddet diğerine mülayemette bulunmak ve bu dengeyi iyi ayarlamak şartıyla kaçınılmaz bir politikadır. Eğer bu politika Hotin seferi gibi daha nice seferlere uygulanmasaydı acaba devleti aliyye o kadar uzun müddet payidar olurmuydu?

 

Bu_muahede neticesinde Lehistan devleti, Kırım Hanlığına senede kırkbin duka altını vergi vermeyi ayrıca kabul etmiş­ti. Hicri 1030, Milâdi 1621 bu olayların geçtiği zaman dilimi oluyordu.

 

Genç Osman seferden dönerken Rus asıllı pek güzel bir kızla izdivaç etmişti. Bu zevcesinden bir şehzadesi olmuşsa da bu şehzade sarayda yapılan bir eğlence sırasında meyda­na gelen bir kazada vefat eylemişti. Hicri 1031, Milâdi 1622.

 

 

 

İlk Homurtular

 

 

Savaş sırasında öldürülen her düşman kellesinin karşılığı Yeniçeriye bir duka altını mükâfat vaad edilmişti. Bazı yeniçeriler bu bahşişi pek az bulup mırıldanıyordu. «Bir düşman kellesi bir altın olurmu?» «Bunun sermayesi çok pahalıdır, çünkü biz bu kelle sahibini öldürmek içinkendi canımızı orta­ya koyuyoruz» diye söyleniyorlardı. Bu sözlerden anlıyoruz ki, ordu artık ilâyı Kelimetullah için değil ganimet ve menfa­at kapmak için kendini hedeflemişti. Bu ne acı bir şeydi; mü­cahidini islâm, padişah efendisini düşman başına az bahşiş veriyor diye sevmemeye başlamıştı. Hatta daha da ileri gidip itiraz sadalarını padişahın kulağına duyurur hale gelmişlerdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu seferlerin niye yapılması icab ettiğini anlatacak mülahazamızı serdetmenin yeri geldi kana-atına vararak ittilanıza arz ediyoruz.

 

Damla yayınevinin neşir hayatına kazandırmış olduğu Emir Sekip Aslan merhumun tercümesi olan Romen devlet adamlarından Djuvara'nın «Türkiyeyi parçalamak için 100 Plan« adlı eserini sadeleştiren Yakup Üstün, Osmanlı tarihine bakanlar, yepyeni bir perspektif sunduğu için kendisini ne kadar mutlu saysa azdır. İşte bu kitabı tetkik ettikten sonra dedikki, bir çok tarihçinin lüzumsuz dediği seferler, böyle plânlardan kendi casusları vasıtasıyla haberdar olduğunda padişaha düşen; derhal bir bölük düşmanın üzerine saldır­mak, meydana getirdiği tedhiş ve korku sayesinde bu plân­ların tatbik sahasına konmasını önlemek oluyordu.

 

Peki bu plânlar ne için yapılıyordu? Cevap verelim: Os­manlı devleti denizin karayı yemesi gibi yerleşmiş olduğu Avrupa ülkelerinin önünde, adilâne idaresi gün geçtikçe hi-ristiyanların müslüman olmalarına vesile oluyordu. Şüphe-sizki hidayet Allah (C.C.)dendi. Fakat adil ve sevgi dolu bir idare hiristiyanların kütleler halinde müslümanlığı seçmeleri­ne sebeb oluyordu. Bu vaziyet hiristiyan dünyasının merkezi Papalıkta şüphesizki iyi karşılanmıyor, bu sebebten Papalığı bütün otoritesini ve mâli kudretini Osmanlı, dolayısıyla müslümanları, Avrupa önünden kovmak için açılacak büyük bir haçlı seferi tertipleme gayretin düşürmüştü.

 

Bu gayrete muvazi olarak bir çok islâm düşmanı papaz, haham ve müneccimler bir çok plânlar hazırladılar. Bazıları vâni, bu plâncılar Şiâ olan İran Şahını dahi bu plânlarda vazi­feli kılarlardı. İşte bu plâncılardan biri olan Savari Dö Breve-se'ce hazırlanan ve 1620 yılında Fransız Kralı 4. Henri'ye takdim edilen plândırki, bu plân son derece tatbik kabiliyeti olan bir plândı. Çünkü Do Breves, 3. Mehmed ve 1. Ahmed devirlerinde Fransa elçisi olarak fasılasız yirmi sene kalmış olduğu İstanbul'da devlet adamlarının ve taht etrafında ko­parılan kavgaların bütün eğilim, tavır ve edalarından haber­dardı.

 

Kalenin içindeki zaafları bilen bu adam, yaptığı plânda kuvvet hesaplarını gayet isabetli yapmıştı. Eğer Hotin üzeri­ne yapılan bu sefer icra olunmasa idi; Dö Breves'in plânı taktik alanına konulacak belkİde 1922 de sona eren devleti Osmaniyye üçyüz yıl kati bir zafer değildi amma, böyle önemli bir zafer sağlamış olmaktadır. Evet biz yine ana mev-zuumuza avdet edelim...

 

Yeniçerilerin kendisi hakkındaki mırıldanmalarını işiten Hazreti padişah onları hizaya sokmak için tebdili kıyafet do­laşmaya başladı. Sarhoş gördüğü askeri derhal küreğe mah­kûm ediyordu. Hatta bazılarını denize bile attırıyordu. Bu arada Suriye'de istiklâlini ilân eden Dürzî lideri Fahrettini (Burda (d) harfi yerine (t) harfi kasten kullanılmıştır. Çünkü bu adamın adı dinin övüncü mânasına gelmekte fakat ismi ile müsemma olmaması hasebiyle öyle yazmak icab etti.) cezalandırmak üzere Genç Osman sefere çıkmak istiyordu. Bu hususta donanmaya hazırlık emrini göndermişti. Bu ta­savvuru önlemek için vezirler gayret gösterirlerken Kızlar Ağası ile Sultanın Hocası Ömer Efendi kendisini bu seferi yapmaya teşvik ediyorlardı. Padişah ise esas maksadının islâmın beş farzından biri olan Hac farizasını yerine getirmek olduğunu söylüyordu. Bunun böyle olduğunu ispat etmek is­tercesine Mekkei Mükerreme ve Mısır ayelatlerine haber ve­rilmişti.

 

 

 

Padişahın Gördüğü Rüya

 

 

Gene; Osman, Hac farizasını yerine getirme hususunda ıs­rar ettiği sıralarda bir gece son derece önemli bir rüya gördü. Bu rüya şöyle idi: hazreti padişah üzerinde sefer elbisesi ol­duğu halde oturuyor ve Kur'an-ı Kerim tilavet eylemektedir. İki Cihan serveri (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri yanında Cihar yâri güzin olduğu halde padişahın tilavet eylediği odaya giri­yor, başından miğferine mübarek elleriyle çıkarttığı genç pa­dişaha bir tokat atıyor. Padişah, yere düşmesi ile beraber, Efendimiz Hazretlerinin ayaklarına yüz sürmek için hamle ediyorsa da buna muvaffak olamıyor ve uykudan dehşet içinde uyanıyor. Genç padişah terden sırılsıklam olmuş göz­leri manzaranın verdiği dehşetten büyümüş, adeta göz ka­paklarından dışarı fırlamış, kademi mübarekeye yüz süreme-menin çıldırtıcı üzüntüsü içinde perişan bir halde ilk doğru karan veriyor. Alimler toplansın. Zahir ve bâtın ulemesı geli­yorlar. İşte bu iki sınıf ulema arasındaki ezeli ve ebedi fark ortaya çıkıyor. Şöyleki: Padişah hocası ve Lala'sının zahire açık tabiri «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız duru­mun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdüne bağlamahsınız. Size düşen Hac farizasının eda­sında en ufak tereddüt göstermeden ifayı hac etmenizdir.»

 

Buna mukabil, Padişahın Kaimpederi Şeyhülislâm Esad Efendi tasavvufta zamanın kutbu azamı Şeyh Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)üsünün bir bağlısı olarak sadece rüyayı tabir et­mekle kalmadı birde Şeyhülislâm olarak fetva veriverdi. «jviemaliki Osmaniyye fevkalâde karışıklıklar içindedir. Ayrı­ca Halifeler için ecdadı azamınızında tatbik ettiği gibi hac farz değildir, siz nizamı âlemi teminle vazifelisiniz» mealin­deki fetva asabi mizaç padişahın elinde parçalanarak fcenara atılan bir kâğıt haline geliverdi. Genç Osman fetvayı yırttı amma içine de bir şüphe düştü. Babasının da Şeyhi olan Az­iz Mahmud Hüdai hazretlerinden gördüğü rüyayı tabir etme­sini istedi. Gelen cevap: tahtında oturması ve nizamı âlemi temine gayret göstermesi fakat akıbetin iyi görülmediği me­alinde idi...

 

Genç Osman biraz şaşkın biraz da endişe içinde İstan­bul'daki sahabi kabirlerinin başta Eyyub Sultan Camiinde medfun yüce sahabi Eyyub el Ensarî hazretlerinin kabri ol­mak üzere hepsini ziyaret etti. Dualar edip siyanetlerine sa­mimi bir yakarışla sığındı. Fakirlere ve talebelere mali yar­dımlarda bulundu. Fakat yinede hac yoluçuluğu kararında vaz geçmediğini belirten şu emri veriverdi. Otağı hümayunu­mu Üsküdar'daki mutad yerine kurun.

 

 

 

Yeniçeri Ve Sipahi Askerinin Fıkır Ve Hareket Beraberliği

 

 

Kızlar Ağası Süleyman Ağa bir gün Hazreti padişahla soh­bet ederken söz dönüp dolaşmış Hotin Seferi ve ordunun iki temel unsuru Yeniçeri ve Sipahiler üzerine gelmişti. Süley­man Ağa sözlerine şöyle devam ediyordu: «Padişahımıza tıep kulu geçmekte ve yeniçeri taifesinin tüfenk atmakta ve sipa­hi halkının cündilikte (askerlikte) ve cenk günlerinde maha­retleri! meydandadır. Bu kul (yani yeniçeriler ve sipahileri kuluktan çıkmışlardır. Kul olursa, asker olursa Mısır ve Şam cündileri (askerleri) gibi ve tüfenk atmakta Anadolu sekbanı gibi olmalıdır. Hotin Seferinde düşmanın taburunu bozmağa muktedir olmadılar. Hünersiz, marifetsiz, dınntı, madrabaz ve erbabı maaş kul olurmu?» diye söylediği sözler her nasılsa o mecliste kalmamış Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Yeniçeri ve Sipahi askerinin kulağına erişmişti. Ar­tık bu sözler gerek yeniçeri gerekse Sipahiler'de tefsir edile edile, yorumlana yorumlana Yeniçeri ve Sipahi Ağalarının bir araya gelip kati teşhis ve teşhise tedavi çaresi aramada ka­rar almalarına dolayısiyle bir toplantı yapmalarına sebeb ol­du. Bu toplantıdan çıkan müşterek karar şuydu: Padişahı bu şekilde kendilerine cephe aldıran Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendi'nin sürülmesi, padişahın Hicaz üzerine gitmek­ten vaz geçmesi idi. Bütün bunları temin içinde bir isyan başlangıcını karar altına aldılar.

 

Şimdi hedef, Sultan Ahmed Meydanı idi. Oraya gelen Ye­niçeri ve Sipahi askeri yürüyüş sırasında kendine katılanlarla birlikte çok büyük bir kalabalık teşkil ettiler.

 

 

 

Şeyhülislâm Fetvası

 

 

Şeyhülislâm Esad Efendiye müracaat eden asiler, padişahı hac seyahatma teşvik edenler hakkında fetva aldılar. Yeniçe­riler ise o sırada padişahın hocası Ömer Efendinin konağını yağma edivermişlerdi bile... Sadrazam Dilaver Paşa'nın ko­nağına giden asiler, konağında bulunmayan sadrazamın mu­hafızları, Ömer Efendinin konağının uğradığı yağmayı duy­muş olmalarından dolayı silahsız gelen bu asilere ok ve tü-fenk ateşi ile hücum etmişlerdi. Bu salvoda bir kaç yeniçeri askeri de ölmüştü. Yeniçeriler Sadrazamın konağından uzak­laştırılmışlar fakat onların yapmak istemedikleri bir hususa başvurmalarına sebeb olunmuştu. O hususta; silahlanmaydı. Yeniçerilerin bazı ileri gelen komutanları silahlanmayı önle­mek için gayret sarf etmişlerse de kısmetlerine yuhalanmak, hakaret görmek hatta taşlanmak düşmüştü. Çünkü kan dö­külmüş durum her an vahamet kesbetmeye başlamıştı.

 

 

 

Ulemâ İle Görüşme

 

 

Genç Osman durumu anbean takip ediyor, her geçen sa­niye nazikleşen vaziyeti kurtarma hamlesinin ne olabileceği kararını veremiyordu. Çünkü tabiatındaki kararlılık ve şiddet esnek bir politika içine girmesine bir türlü imkân vermiyor­du. Bu arada İse kendisini Üsküdara geçirecek donanmanın askerleri dahi bulundukları gemileri terk edip isyancıların arasına karışmıştı bile... Çok müdebbir ve kahraman bir ku­mandan olan Kapdan-ı Derya Damad Halil Paşa durumdan haberdar olduğunda çaresizlik içine düştüğünü anlamıştı.

 

Padişah, ulemadan bir kaç kişiyi davet edip görüşme lüzu­munu his ediyor fakat bir türlü hazmedemiyordu. Nasılsa bir an bu gururu yendi ve ulemadan bir kaç kişiyi çağırtıp sor­du:

 

«Kul ne ister?»

 

Cevap: Hoca Ömer Efendi ve Süleyman Ağa'nın nefyi (sürülmeleri), birde hac ziyaretinden vaz geçmeniz.

 

Padişah Genç Osman:

 

«PekiJHac'dan vazgeçiyorum fakat Ömer Efendiyi ve Sü­leyman Ağayı değil sürmek vazifelerinden bile azletmem.»

 

İşte akıbet adım adım yaklaşıyor ve Şehzade Mehmed Sul­tanın bedduası istikametinde olaylar gelişiyordu. Nedenmi? deriz ki; kul'un istediği himen o akşam yerine getirilseydi, yıllar yılı kanayan bu yarayı meydana getiren olay olmaya­caktı. Çünkü isyan, sadece Genç Osman'ın askere olan tav­rını değiştirtmek ve her nasılsa kızlar ağasının sözlerini duy­muş olan Yeniçeri ve Sipahinin; Mısır, Şam ve Anadolu Sek­banının toplanmasının önlenmesi için karar altına alınmıştı.

 

 

 

Ertesi Gün

 

 

Sabah namazını Fatih camiinde kılan isyancılar, bir gün evvel olan vakaalardan dolayı daha da sertleşmişler ve dün sürülmelerini istediklerini kellelerini istemeye karar verdikleri gibi bunlara ilâveten sadrazam Dilaver Paşanın konağında gördükleri bed muameleden dolayı, Defterdar Bakî paşa as­kerin maaşını zuyuf akça olarak ödediğinden, Nişancı Vezir Ahmed Paşanın emekli askerlerin maaşını kesmesi yüzün­den, Sekbanbaşı Masun Ağa ise yeniçeri Ağasından sonra en yüksek general sayılan bu zat yeniçeri tarafını tutacağına Ni­şancı vezir Ahmed Paşanın tarafını tutması yüzünden kellele­ri gidecekler listesine'alınmışlardı...

 

İsyancılar Sultan Fatih Camiinden, Sultan Ahmed meyda­nına geldiklerinde, Şeyhülislâm Esad Efendi başta olmak üzere Şair Yahya Efendi, Nakiybul eşraf Gubari Efendi, Aya-sofya Camii İmam ve Hatibi Ömer Efendi, Bostanzade Men-med Efendinin oğlu Mehmed Efendi, Şair Azmizade Haleti Efendi, Kadızade Fevzi Efendi, Derviş Efendi ve Mustafa Efendilerle müzakereye oturdular ve hazırladıkları listeyi bu zatlara verdiler. Şeyhülislâm; Süleyman Ağa ve Hoca Ömer Efendinin dışındakilerin kellelerini kurtarmak için çok gayret gösterdi. Fakat, nafile listeden bir tek isim bile sildirtmek mümkün olmuyordu.

 

 

 

Ulema Padişah Huzurunda

 

 

Nakiybul Eşraf Gubari Efendinin başta bulunduğu bir he­yet teşkil edilip, Hazreti Padişahın huzuruna varıp, isyancı askerin kendilerine verdiği listeyi taktim ettiler.

 

Genç Osman kendisine verilen listeyi bir hamlede okudu ve gençliğin verdiği en delici şiddetteki bakışları ile karşısındaki heyeti bir süzdü ve tane tane şu sözler ağzından bir ga-zab alev halinde çıktı: «Öldürülmeleri istenen bu şahısları vermem.»

 

Ulemanın sözcülüğünü yapan zat: «Padişahım, Efendimiz, kulun isteğini yerine getirin. Çünkü toplanan bu cemiyet bü­yük bir ktle olduğu gibi kararlarına da sebat içindeler. İste­dikleri yerine gelmezse hâl, haraptır. Bu gaile en az zararla atlatılmalıdır.»

 

 

Cevap çok sert ve o derece yanlıştır.

 

— Mukayyet olman, onlar başsız askerdir. Tez dağılır. Sözcü:

 

  Kul taifesi böyle birleştiğine daima istediklerini alırlar. Ecdadı İzamınızdan beride alagelmişlerdir.

 

Padişahın bu sözlere cevabı itham ve tehdid ile karışıktır:

 

— Bu fitne erbabını siz tahrik etmişe benzersiz; evvelâ sizi kırar sonra da onları kırarım, tamammı bu iş bitmiştir...

 

Heyhat! İş bitmiyor, yeni başlıyor ve bu sözler, erimiş bir maden'in buz üstüne boca edilmesi gibi nizamsız fakat içte duyulan patlamalar meydana getirmişti. Bu patlama neydi? Cliemavpadişahı karşılarına almışlardı. Fakat kumarı tek zar­la oynuyorlardı. İstedikleri zaman zan atmazlar ve bu iş haki­katen biterdi. Fakat padişahın yukarıdaki son cümlesi sade­ce bir teşhis değil, bu hengameden sonra başlarına gelmesi muhtemel akibetin işaretiydi. İşte oyundaki tek zar, padişa­hın elindekiyle birleşince çift zar olmuş oluyordu. Böylece oyun amansız bir savaşa münkalip oluyordu. O anda ulema Efendiler bir hissi kabelvukuu içinde kararlarını vermişlerdi. Artık bu isyan, hâl yani taht'tan Genç Osmanı indirmekle neticelenmeliydi yoksa... Evet yoksa kendilerinin başı tek  omuzlarından düşerdi.

 

 

 

Sultan Mustafa'yı Isteriz

 

 

Padişah huzurunda son söylenen söz şu oldu: »Padişahım, ben kulunu dahi isterlerse ver, yeterki siz sağ olasınız.» Bu sözün sahibi Ohrili Hüseyin Paşa idi. Ne varki söz bitmiş, iş olacağa kalmış idi. Murahhas heyeti huzuru hümayundan çıkmış fakat Padişahın iradesiyle saraydan dışarı çıkartılma­mıştı. Yâni isyancıların arasına dönememişler diğer bir tabir­le sarayda enterne edilmişlerdi. Eğer bütün ulema efendiler saray'a gelmiş olsalardı belki isyancılar başsız kalır çaresiz dağılırlar idi. Fakat Gubarî Efendinin başkanlığındaki murah­has heyetinin dışında kalanlar isyancıların yanında oldukla­rından hareket dağılmadı, hatta durum daha nazik bir merte­beye geldi.

 

Genç Osman, enterne ettiği ulemayı kurtarmak bahane­siyle, isyancıların saraya girmelerine sanki koz vermiş olu­yordu. Üzün bir zaman geçmiş fakat saraya giden heyet bir türlü gözükmüyordu... Ayasofya'nın minarelerine gözcü çı­karıp, baktırdılar. Oradan sarayın içi ayna gibi görülüyor, fa­kat hiç canlı varlık görülmüyordu. Adeta in, cin top oynuyor­du.

 

İsyancılar saraya doğru yürüyüşe geçtiler. Birinci kapı di­ğer tabirle Bâb-ı Hümayundan hiç bir mukavemet görmeden geçtiler. Orta kapıyı geçtiklerindede aynı minval devam edince ilk sloganlarını patlattılar: «Veziriazamı, Darüssade Ağasını, Hoca Ömer Efendinin kellesini isteriz.» Kafile son kapı olan Babüssade Önüne geldiklerinde sloganlar kesilmiş ortalığı büyük bir sessizlik kaplamış, ayak seslerinden ve he­yecanlı nefeslerin hırıltılı gürültüsünden başka ses çıkmıyor­du. Evet.. Cihanı titreten devletin padişahının, islâm Halife­sinin hanesi harem dairesinin önüne gelmişlerdi...

 

Birdenbire tek bir ses, her şeyi belki tarihin akışını bile de-öistirmeye yetti «Sultan Mustafa'y1 isteriz." Bu avaz bütün ka­falarda dolaştı cemaat bir dalgalandı, kimi iç çekti, kimi ey­vah dedi içinden fakat hava titredi bu fısıltılardan... Sonra muttasıl yani devamlı ve koro halinde «Sultan Mustafa'yı is­teriz» nidalarına dönüştü. Evet; ulema ne yapmış etmiş isya­nın şeklini değiştirmiş ve «Vakai Haile» perdesini açmıştı. Ar­tık oynanan oyun bir dramdı hem de ne kanlı bir dram, Os­manlı tarihinin en acılısı...

 

 

 

Sultan Mustafa'nın Yeniden Taht'a Çıkarılması

 

 

»Sultan Mustafa'yı isteriz» diye bağıran isyancılar, sarayın kadınlar dairesi önüne geldiklerinde hemen bir klavuz bulu-verdiler ne ihanetki bu has odalı yani padişah yakınında olan kullardandı. Parmağı Sultan Mustafa'nın bulunduğu odayı gösteriyor, ağzı ise kapının kapalı olduğunu ancak yukarıdan kubbenin delinip, Sultan Mustafa'yı çıkarabileceklerini anlatı­yordu. Bu işaret ve izah üzerine derhal kubbeye adam çıkar­dılar,-kasa zamanda kubbeyi delip aşağı adam indirdiklerine Sultan Mustafa'yı yine padişahlıkla müjdelerken, O, ise »bir bardak su» diyebiliyordu. Çünkü üç gündür süren hengame sarayda hizmet görecek kimsenin kalmamasına sebeb ol­muş, Sultan Mustafa'da tutulduğu bu daire hizmetten mah­rum kalmıştı. Dolayısıyla açlık ve susuzluktan bitap düşen Sultan Mustafa kendisine yukarıdan maşrapa ile indirilen su­yu sünneti şerif üzreiçip Allah (C.C.)e hamd etti. Taht'tan in­dirildiğinden beri bulunduğu odadan dışarı atmamış olan pa­dişah yiyecek ve içecekle fazla alakadar olmadığından o ka­dar zayıflamıştı ki, bindirilmiş olduğu Şeyhülislâmın atının üzerinde duracak halde değildi. Kendisini attan indirip, yanında iki vefakâr cariyesi olduğu halde. Arz Odasına getirdi­ler.

 

İsyancılar, Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarmışlar ve ulemaya da biat etmeleri hususunda ikazda bulunmuşlardı, ulema Efendiler; taht'ta oturan padişaha bir baktılar birde taht'tan inmesi gerekeni düşündüler yaptıkları hatayı belki samimi, belki de gösteriş olarak telafi imkânı aramak için «Padişah istediklerinizi verdi. Bizde kefil olalım, tahtı sahibine Sultan Mustafa'yı yerine iade edelim» dedilersede cevap olarak kendilerine kılıçların keskin tarafı gösterildi. Çaresiz biat edil­di.

 

 

 

Genç Osman'ın Taht Mücadelesi

 

 

Genç Osman, ulema ve askerin 1. Sultan Mustafa'ya biat ettiklerini haber alınca Dilaver Paşa'nın isyancılara verilme­sinden ve onlar tarafından şehid edilmesinden sonra kendisi­ne veziriazam tayin ettiği Ohrili Hüseyin Paşa'nın tam bir sa­dakat ve bağlılıkla kendisine yaptığı ve yapmakta olduğu hizmetlere takdir dolu bir kaç söz söyledikten sonra şunları söyledi: «Paşa; biat işi olmuş bitmiş. Ben derimki; varalım sahile ordan Üsküdar'a geçip, Bursa'ya gidelim. Az zaman sonra amucamın yetersizliği görülür, zaten kendisi taht iste­mez bir ademdir. O zaman bizde Devleti şahanenin tahtına yeniden çıkarız.»

 

Bu teklif beğenildi. Sahile inildi. Fakat ne bir gemi ne bir kayık, hatta sarılıp karşı kıyıya geçmelerine yardım edecek bir büyük tahta parçası bile bulamadılar.

 

Padişah sordu:

 

— Lalam; tedbir nedir? Veziriazam:

 

— Ağa Kapısı'na gidip Yeniçeri'ye sığınmaktır.

 

Bostancibaşı:

 

— Evet sultanım.

 

Bu sıralarda İse tahta çıkarılmış olan Sultan Mustafa'yı Es­ki Saraya getirmişler ve Valdesi ile buluşturmuşlardı. Ne var-ki nereden geldiği beli olmayan bu haberle heyecana düştü­ler. Bu haber şuydu: «Siz hatalı iş yaptınız. Sultan Mustafa'yı taht'a çıkarıp Eski Saraya getirip Valdesiyle buluşturdunuz fakat Genç Osman birazdan Bostancılarla burayı basacak.» Bunu üzerine yeni Valde Sultan da yanında olduğu halde pa­dişahı Orta Camie getirdiler. Orta Cami (Şehzadebaşı Ca­mice dahil olan padişah kıbleye yönelip iki rekât mescid na­mazı kıldıktan sonra ellerini kaldırıp «Ey Padişahlar padişahı (Allah c.c.) duam odur ki; bana zulmeden Sultan Osman'ı bu mescidde göreyim» niyazda bulundu. Hakikaten ertesi günü o camide bir araya gelmişlerdir. Kerametmi yoksa te-vafukmudur bilen bilir amma bildiğimiz şu kesindirki talihsiz Genç Osman için kim bedduada bulunsa yerine gelmektedir. Değilmi boğdurulan Şehzade Mehmed Sultan da şehid cdi-mek üzere iken bedduada bulunmuştu. Yine biz Genç Os­man'a dönelim:

 

Padişah, veziriazam ve bostancıbaşı yaptıkları meşverette yeniçeri'yex sığınmanın plânlarını kuvveden fiile çıkarmaya karar vermişlerdi. Hüseyin Paşa yanma epeyice tutan bir servet almıştı. Bu servetle askere bazı vaatlerde bulunularak durumu kurtaracağına dair samimi inancı vardı. Hatta bu hususta muvaffakiyyet temini için canını vermeye dahi hazır idi. Padişah ve veziriazam derhal yeniçerilerin Ağa'sının ya­nına Ağa Kapısı'na sığındılar. Zaten isyana taraftar olmayan Yeniçeri Ağası (General) Ali Ağa'yı yanlarına çağırıp şu tekli­fi yaptılar. «Yeniçeriler bu işi bırakıp kışlalarına dönerlerse, Sultan Mustafa'yıda teslim ederlerse her birine elli duka altını birer parça da atlas kumaş ayrıca yövmiyelerine de zam ya­pacaklarını» söylediler.

 

Yeniçeri Ağa'sı bu teklifin kabul edilecek bir husus olduğu­nu söylerkende şunu unutuyordu. Bu isyan ve neticeyi ufe-ma destekliyor. Ayrıca iktidarı ele geçiren Sultan Mustafa belki akıl etmezdi amma 2. defa Valde sultan olan annesi tecrübenin verdiği kararlılıkla, iktidarın kuvvetiyle daima on­dan fazla vereceğini çoktan garanti etmişti. Yeniçeri Ağası bunu hesaplamamanın cezasını; bu teklifi yeniçerilere açık­lamaya başladığında «urun söyletmen» laflarıyla karşılaştığı­nda sözüne devam etmek isterken hayatını kaybetmekle çekti.

 

Genç Osman keşke çoktan ölseydi de bu acılı yolculuğu yapmasaydı. Fakat tecelli böyle imiş. Dün o genç padişahın emirlerini yerine getirmek için koşuşanlar, bugün ona en ağır hakaretleri reva görüyorlardı. Hele bunlardan Altıncıoğlu isimli bir uğursuz, civan padişahının baldırlarını sıkıyor ve «Osman çelebi senin ne güzel baldırın varmış» diye kırılası ağzından pis salyalar akıtıyordu. Ey insanlar; padişahına da­ha mühimi halifesine böyle en rezil hakareti reva gören veya bu harekete mani olmayan millete felah erişirmi? Cenab-ı Hakk buyurmuyormu «Biz, bir milet kendi hakkındaki hük­mü değiştirmedikçe. Bizde o milet hakkındaki hükmümüzü değiştirmeyiz.»

 

 

 

İki Padişah Bir Camii'de

 

 

Yukarıda yazmıştıkki; Sultan Mustafa, Genç Osman hak­kında yaptığı niyazla aynı mescidde buluşmayı istemişti. Ha­kikaten de iki padişah aynı kubbenin altında bulunmuşlardı. Fakat ne ters bir durum; devlet idare etmeye can atanı dev­letten uzaklaştırılıyor, hiç bir iddiası olmayan ve isteğide bu­lunmayan devlete getiriliyordu.

 

Genç Osman, Şehzadebaşı camiine girdiğinde amucasının mihrabta oturduğunu gördü. Dışarıdan gelen bir ses duysa pencerelere koştuğunu gördüğü amucasını bir müddet sey­rettikten sonra kendini toparlayan Genç Osman, «Görüyor­sunuz kendinize padişah yaptığınız adam ne haldedir. Bu hem devleti batırır, hem de sizin birbirine düşmenize sebep olup kendi ocağınızı söndürürsünüz» diye gayet tesirli bir hi­tabede bulundu.

 

 

 

Genç Osman'ın Şehadeti

 

 

Bu kısa konuşmayı göz yaşlarıyla bitirince, kendisini din­leyenlerde bir dalgalanma meydana geldi. Bazı hassas kalb-ler bu sözlerden rikkate geldi, göz pınarlarına yaşlar dolmaya başladı, bazı aksakallı ihtiyarlar o yaşları tutamayıp inci ta­neleri gibi dökülmesini seyrettiler...

 

Bu sırada Valde Sultanın arzusuyla Davud Paşa sadrazam yapılmıştı. Bu Davud Paşa aslen boşnak olup, saray üniver­sitesi diyebileceğimiz Enderun'da yetişmiş Rumeli Beyler­beyliği ve Kapdan-ı Deryalık vazifesinde kısa bir müddet bu­lunmuş daha sonra tekrar Rumeli valiliğine gönderilmiştir. Yirmi gün sürecek olan bu sadrazamlık vazifesi, tarihin en acı vakası olan Genç Padişahın şehid edilmesindeki rolü İle daima lanette, anılacak ve hatırlanacaktır. Daha sonra padi­şahın katlinden sorumlu tutulmuş ve idam olunmuştur. Bu Davud Paşa Sultan Mustafa'nın kızkardeşi ile evli olduğun­dan aynı zamanda hanedanı Osmaniyyenin damadlarından-dı. Şimdi ki, İstanbul'un Vatan Caddesinin Aksaray'a bakan ucunda ki; Murad Paşa camii önü açılırken bu mezarın kaldı­rılıp başka yere taşınması gerektiğinde Davud Paşanın me­zarı açılmış ve görülmüştürki, iskeleti başsızdır. Davut Paşa hakkında verdiğimiz bu malûmattan sonra cami'de bıraktığı­mız yere dönelim. Genç Osman sözlerini bitirdiğinde Val-desultan, sadrazama sokulup «ne yılandır bu, konuşturma­yın; eğer bir kurtulursa, bu badireden sonra hepimizin çekeceği vardır» yollu sözlerle sadrazam yaptığı damadını ikaz et­ti. Zaten sadrazam da padişahın konuşmasının gerek yeniçe­rilerde gerekse sipahilerde yaptığı tesiri gördüğünden orada bulunan Cebecibaşıya işaret edip kemendi padişahın boynu­na geçirmesini fısıldadı. Genç Osman, Cebecibaşının fırlattığı kemendi görünce hemen yakaladı. Boynuna geçmesine mâ­ni oldu. Atılan kemendi gören bazı ileri gelen yeniçeriler kat­line rızamız yoktur. Üstelik asker ve halk bu durumu görürse maazallah bizi helak eder, dediler. Bu kement atma işlemi bir kaç defa daha devam etti isede Yeniçeri ileri gelenleri her de­fasında bunu önlediler.

 

Bu sırada günlerden cuma olması hasebiyle müezzinler sâlâ vermeye başlayınca, bir an için günlerden cuma oldu­ğunu unutan Yeniçeri ve sipahi askeri Sultan Hazretlerin kati olunduğunu sanarak derhal vaveylayı kopardılar. «Padişahı­mız Sultan Mustafa'dır ama ancak sultan Osman Hazretleri­nin kılına da hata gelmesine rızamız yoktur, sağlık ve selâ­met içinde şimdilik kenarda beklemelidir. Daha sonra durum ne gösterir bilinmez» diye hem fikirlerini söylerler hem de nü­mayiş yaparlardı...

 

Kurnaz Davut Paşa, yeniçerilere hitaben: «Sizin dediğiniz­den başka bir şey olmaz ve yapılamaz» diye kahrolası ağzıy­la teminat vererek Genç Osman'ı çok adi bir arabaya bindi­rerek Yedikule'ye sözde muhafaza altına almak üzere gönde-riverdi. Genç ve sabık padişah durumun mahiyyetini anlamış fakat güvendiği hiç bir yerden yardım erişemediği için çare­siz kendisine tatbik edilecek kati olayının neviini tahmin et­meye çalışıyordu. Genç Osman kapatıldığı zindanda arkasını bir duvara dayanmış, gözlerini kapıya dikmiş ve kendisinin canını teninden ayıracaklara girişecekleri mücadeleyi pahalı­ya ödetmeye karar vermişti. Artık sinir harbi başlamış, cel­lâtları başta hâin Davut Paşa olduğu halde hazırlıklarını yapıyorlar, mazlum padişah ise bütün dikkatini kapıya vermiş onları bekliyordu.

 

Sevgili okuyucular böyle bir anı gözünüzün önüne getirin çıldırmamak için ne büyük imân sahibi olmak icab ettiğini, sinirlerinin son derece sağlam insanların buna dayanabilece­ğini şüphesizki idrak ederler. Hele bu padişahın ne kadar genç bir civan olduğunu göz önüne alırsak metanet ve hayat mücadele anlayışını tazimle ve sevgiyle karşılama kararı al­makta tereddüt etmeyiz sanırım.

 

Cellâtlar aniden dört kişi olarak ellerinde kemendle odaya girdiklerinde karşılarında kendilerini sakin fakat ateş saçan gözlerle bekleyen talihsiz Osman'ı yumrukları sıkılı çünkü tek silâhı abdes ve sıktığı yumruklarıydı, gördüler. İlk hamle eden yediği müthiş bir Osmanlı tokadı ile yerlere serildi. Üçü birden saldırdı... Genç pdişah onlarla baş ediyordu.

 

Ne varki görünmez olan kader hükmünü vermişti. Olacak olacaktı ve o olacak olanda Genç Osman'ın şehadeti idi... Meydandaki ekip kafalarına inen yumruklarla yerleri boylu-yor fakat onların yerini yeni bir ekip alıyordu. Bu bir kaç ekip olarak devam ettiğinde Kilindir Uğrusu adlı namerd ve şeyta-nın'TişağKİpir habis karışıklıktan istifade ederek yerde sürün­müş genç padişahın hayalarını yakalıyarak var kuvvetiyle sıktığında husyelerin patlamasının verdiği acı şiddetli bir fer­yada sebeb oluyordu. Bu feryad genç padişahın son sesi ol­du... Yarı ölü halde olan padişahın boynuna kemend geçirildi ve hunhar eller onu boğdu... Bu eller daha büyük bir suçu ir­tikap etmekten çekinmedi... Bu suç merhum padişahın bir kulağının kesilip tarihin nisyan bulutları arasında kaybolup gitmiş ve ismi bile bilinmeyen Sultan Mustafa'nın valdesi olan sultan hanıma götürülmesi idi. Şurada şunu ilâve etme­yi hemen lüzumlu görüyoruz. Bilindiği gibi ahali içinde yer­leşmiş bir söz vardır ki o da şudur «adı çıkmış dokuza inmez sekize» bu söz misâli Osmanlı tarihinin en namlı hanım sul-tanlarınan biri olan Mahpeykâr Kösem Valide sultan merhu­me, nedense daima kötü taraftarıyla ele alınmış ne kötülük meydana gelmişse ve bu valde sultan adı olarak geçmişse hemen bu merhumeye izafe edilmiştir. Bu külliyyen yalan ve garaz olduğu gibi bu olayda da kulak getirilen valde sultan'ın Kösem Sultan olmadığını yukarıda bildirdiğimiz gibi adı tari­hin nisyan bulutlan içinde kaybolup gitmiş Sultan Musta­fa'nın vaîdesi olan hanım olduğunu bütün açıklığı ile anlat­maya lüzum gördük.

 

Yukarıdaki izahatı yaptıktan sonra mevzuumuza dönelim: evet Şehid-i Osman Yedikule'de Rahmeti Rahmana kavuştu­ğu zaman tarihler Hicri 1031, Milâdi 1622 yılını gösteriyordu. İdam infazından sonra naşı Topkapı Sarayına getirildi mutad vazifeler ifa edildikten sonra merhum Padişah  1. Ahrned Hân'ın yanına defn edildi. Bu bolüme kadar anlattığımız Genç Osman'ın hayatının en büyük mertliğini tebarüz ettir­meden geçmeyi bir ihanet olur saydık ve onu burada belirt­meyi bir vazife bildik. Bu mertlik şuydu: Merhum Genç Os­man vaziyetinin çok kritikleştiğini gördüğü zaman bir tek davranış, bir tek sözle bu işi hal edebilirdi. O da amucası Sultan Mustafa Hazretlerini öldürtrne kararıydı. Eğer bu ka­ran verseydi ve uygulasaydı, ne hâl işi olurdu nede böyle fe­ci bir ölümle karşılaşırdı... Ne varki o bu yolu aklına bile ge­tirmemişti. Halbuki çok sonra görüleceği gibi 4. Sultan Mus­tafa, 3. Selim'i isteriz seslerini duyunca bu ihtimali ortadan kaldırmak için 3. Selim'in cesedini hemen bağıranların önü­ne atıvermişti. tşte Genç Osman böyle bir şeyi yapmamıştı. Bu onun ne kadar mert bir insan olduğuna nefis bir işarettir.

 

Yukarıdaki satırlarda Genç Osman'ın safhai hayatını nakl ederken son olarak ne kadar mert olduğunu anlatan bu mi­sâlden sonra babasının koynunda Cenab-ı Hakk'ın vasi rahmetine tevdi ederek Genç Osman'ın günümüz içinde kısaca bir değerlendirilmesini yapmaya çalışalılm.

 

1981 senesi İstanbul uluslar arası festivali münasebetiyle, Sultan Fâtih hazretlerinin yadigârı Rumeli Hisarında Devlet Tiyartrosu sanatçıları tarafından icra edilen Turan Oflazoğ-lu'nun yazıp hazırladığı Genç Osman piyesi günümüz içinde­ki değerlendirmelerin en kalıcı vesikasıdır. Çünkü bu eser ar­tık klasikleşmiş her zaman daha iyisi yapılmadıkça, Genç Osman buydu, Osmanlı buydu, âlimler buydu, asakiri islâm buydu diye anlatılacak ve ortaya konan hokkabazlık, boğaz yazlıkçılarını kahkahalarla güldüren bir ortaoyunu halinde sürüp gidecektir. Altıyüz yirmi yıl süren bir saltanatın en içler acısı olayı... Belki okurlarım diyeceklerki bu satırların tarih akışı içinde hayatları verilmeye çalışılan Osmanlı padişahları ile ne alâkası var... Biz diyoruz ki, günümüz içindeki değer­lendirilişi tarihten aldığımız dersi gösterecektir. Yoksa onlar hayatlarını din-i İslama elden geldiğince adamışlar ve şüphe-sizki bizlerden çok daha hizmetler vererek terk-i hayat eyle­mişlerdir. Bizim içim artık mühim olan onların başardıkları­nın nasıl yaptıklarını anlamaktır, yanıldıklarında nasıl yanıl-dıklanrrranlarnaktır.

 

Bu yüzden bu piyesin icrası günü Rumelihisar camiinde akşam namazını eda ettik, ezanı okuyan zat geldi, cübbesini giydi, mihrabın önüne gelip kamet getirmeye başladı... Evet müezzin yoktu. Cemâat ise iki genç olmak üzere ben ve bir hâkim adayı arkadaştık... Hoca efendi namazın farzını kıldı­rınca müezzinliği ele aldık ve namazı tamamlayıp teşbihe geçtik, Hoca Efendi bir aşır okuyup fatihayı çekince arkama ^aktığımda camiî içinde cemaat olarak ben ve hâkim adayı arkadaş olarak yalnız ikimiz vardık. Bunun sebebi beşyüz metre Ötedeki Rumelihisarındaki piyesin başlama saatinin tam akşam namazı saatinde denk getirilmesiydi. İki genç piyesi kaçırmamak için teşbihi bitirmden gitmeyi tercih etmiş­lerdi. Biz de arkadaşla biraz hızlı yürüyerek gidip numaralı biletimizin gösterdiği yere kurulduk. Piyesi binbir itiraz sesle­rimizin içimizde düğümlenerek tamamlanmasını bekledik. Gözüm daima etrafta idi. Hele perde aralarında bin kişiyi mütecaviz seyirci kalabalığının arasında çimlerin üzerine ce­ketini atıp namaz kılacak bir mü'min aramağa başladım ne varki duyulan yatsı ezanı bu aramamın bittiğini ilan ediver-misti. Evet bir camide dört kişiydik, bini mütecaviz seyirci o gün akşam namazını acaba nerede kılmıştı. Demek ki, o ak­şam ecdadının hayatını ve tarih sahifelerini iki saatlik piyesle anlatmaya çalışan oyuna dört namazlı gelmişti. İşte bu yu­karıda anlattıklarımız ayni ile vaki olup, cemaatın bu sanat olaylarına lakayt oluşu, meydanın nasıl boş bırakıldığının ke­sin delilini teşkil eder. Bir de bu festival bitene kadar mukad­desatçı gazetelerin yazarlarının bir yazısını dikkatle aradım fakat ne mümkün, bir kalem bile dokunduran olmadı...

 

Piyese gelince, bir kere devlet tiyatrosu san'atçıları haki­katen rollerini fevkalâde bir başarıyla oynadılar... Hakikaten güzel ve kuvvetli birer sanatçı olduklarını gösterdiler, elden gelmez ki, en suzişli vak'a, yazan tarafından bir komediye - çevrilmişti. Artist elindeki metini oynar onu değiştiremez. Hele rol dağıtımında Şeyhülislâm Esad Efend merhumu ka­vukluya çıkan bir tarzda takdim eden sahneye koyucu her­halde din adamı ile arasına koyduğu aşılmaz duvarı o şeyhü­lislâm yorumlamasıyla açıklamak istiyordu. Yalnız birde şu­nu unutmamak gerekir ki, bu piyesin yöneticiliğinde Yücel Çakmak'lının olmayışı menfi bir piyesi seyretmemize sebeb olmuştur. Televizyonda büyük bir alâka ile seyredilen 4. Mu-rad piyesi Turan Oflazoğlu'na ait olmasına rağmen, içki sah­neleri hariç güzel olması Yücel Çakmaklı yöneticiliğinin mu-vaffakiyyeti gibi görüldü bize..

 

Genç Osman merhumun günümüz içindeki değerlendir­mesini yaptıktan sonra, iç içe vermeye çalıtığımız Sultan 1. Mustafa'nın 2. cülusunun encamına dönelim.

 

Sultan 1 Murad (Hüdavendigâr) Hazretlerinin Kosova sah­rasında içmiş olduğu şahadet şerbeti ne de olsa kâfir elinden olmuştu. Onaltıncı Padişah Genç Osman ise şahadet şerbeti­ni kendi askerinin ve hanedan damadı Davud paşanın elin­den tatmıştı. Acaba bu şehid edilişte Genç Osman'ın hiçmi dahfi yoktu? Şüphesizki insanlar hatadan münezzeh değildir. Genç Osman ise beşerden ayrı değildi. Üstüne üstlük gayet ateşli bir mizaca sahip olmakla beraber İnkılâpçı bir kafa ta­şıdığı yapmak istediği işlerden anlaşılır. Fakat bu inkılâplar o toplumun inançları ile ters düşerse, inkılâpçılık değil, zorba­lık olur.

 

Genç Osman; ceddi Orhan Gazî Hazretlerinden kendi za­manına kadar geçen üç asırlık zaman içinde, Yeniçerinin bü­yük bir liyakatla taht-ı Osmanî'nin önünde etten ve kemikten bir dıvar olup, muhafızlığını icra ettiği gözden kaçmaz bir vak'adır.

 

Bu böyle iken ceddi sultan üçüncü Mehmed'in sünnet dü­ğününde sanatkârların gösterdiği mükemmel gösterilerden hoşlanarak «dileyin benden ne dilerseniz» Kelâmını söyleyen 3. Murad Hân'ın bu san'atçıları yeniçeri kayd ederek, bu or­duya asli unsurların dışındaki insanlarla birleştirerek bozdu­ğunu göz önüne alarak bunu toptan yok etme yerine, islâh etmeye çalışması gerekmezmiydi? Sonra Hocası Ömer Efen­dinin bahsettiği gerek Mısır askeri gerekse Anadolu askeri daha babası Ahmed Hân zamanında asilerden değilmiydi? Şüphesizki yeniçeri eski satvet ve saffetini kaybetmişti, bunu dağıtmak İslah etmekten dahamı kolay zannetti. Tek evlilik meselesi diye tutturunca dinin müsaade ettiğine ters düş-i? İşte bütün bunları dengeleyecek politika şeyhülislâm Esad efendinin tavsiyeleri idi. Ne varki Genç Osman, Hocası Ömer Efendiyi dinlemekle kendi sonunu hazırlamıştı. Tasavvuf erbabı bir kere daha pozitivistlere gaalip geliyor, Şeyh eli tutanın daha kazançlı çıkacağını bir kere daha göz­ler önüne seriyordu...

 

Sultan 1. Mustafa'nın ikinci defa tahta geçmesinden son­raki durumu izaha geçelim.

 

Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçmesini müteakip Şeyhülislâm Esad Efendi, Damadı Genç Osman'ın kendisini dinlememesine rağmen elim olay dolayısıyle meşihat maka­mına uğramadı. Naima tarihi, Esad Efendinin cenazeye gel­mediğini yazarsa da Fezleke'de ise cenazeye geldiği yazılıdır.

 

Ayrıca padişahın cenaze namazını kıldıran Zekeriyazâde Yahya Efendi çok manidar bir konuşma ve yürekler parala­tan bir dua ile töreni bitirince cenazede olanların ve Esad efendinin ağladığı menkuldür. Esad Efendinin yerine Şeyhü­lislâmlık makamına Zekeriyazâde Yahya Efendi tayin olundu. Babasıda Şeyhülislâmlık yapmış olan Yahya Efendi, şâir ve nüktedan bir zat idi. Bu ilk Şeyhülislâmlığı bir sene kadar sürmüştür. Daha sonraki iki sefer gelmiş olduğu bu makam­daki hizmet süresi toplam olarak yirmi sene sürmüştür. Sek­sen yaşında vefat ettiği zaman deveti âliyye sözü tutulur bir âlimini kaybetmiş oluyordu.

 

Sultan Mustafa evvelinde ve ahirinde hiç mi hiç istemediği padişahlık vazifesi üzerine yüklenince altından kalkamaya­cağını bildiği bu işten kurtulmak için sarayın odalarında do­laşıyor yeğeni Genç Osman'ı «Osman neredesin gel beni bu yükten kurtar» diye feryad ediyordu.

 

Buna mukabil sultan Mustafa'nın Validesi ve damadı Da-vud paşa iktidarsız bir iktidar meydana getirmişlerdi. Yeniçe­riler bir gün Davud Paşa'nın konağının önüne gelmişler ve «Sultan Osman'ı niye katlettin» diye bağırıştılar. Davud Paşa: «padişahımız Mustafa Hân'ın fermanıyla» diye cevap verince çekilip gittiler.

 

Simdi de sipahiler ayaklanmış hesap soruyorlardı. Hemde biraz da olsa haklıydılar Çünkü padişah katili diye halktan tepki görüyorlardı. Yeniçeriler de aynı sebeble bu ayaklan­maya iştirak ettiler. Hep bir ağızdan «Bize padişah katili di­yorlar, dışarıda gezemiyoruz» diye bağırmaya başladılar. Ve ilâve ettiler: «Kim bu menfur işi yaptıysa yakalanıp hesabı görülsün.» Bu istekler saraya duyuruldu. Ne varki Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa Genç Osman'ın kanını ba­hane ederek önüne gelen Yeniçeri'yi padişah katili diyerek öldürüp başka bir kanunsuzluk irtikâb ediyordu. Bu Abaza Mehmed Paşa, meşhur Kuyucu Murad Paşa merhumun Ce­lâli isyanlarını bastırmaya çalıştığı sırada Abaza'nın çok genç olduğunu gören Damad Halil Paşa'nın tavassutuyla kendisi­ne bağışladığı bir delikanlı idi. Bu Abaza Mehmed Paşa, Yeni­çerileri ödürürken acaba Celâli tenkilinin intikamını mı alı­yordu? burasi meşkûktür. Şüphesizki Genç Osman merhu­mu bir gurup yeniçeri şehid etmiş ve türlü rezillikler irtikâp etmişti. Fakat bunun sorumlusu olarak Erzurum'da veya surda ve-burda olan yeniçerimiydi? İstanbul'daki yeniçerinin oda bir bölümünün siyasi manevralar yüzünden irtikâp ettik­leri suzişli vak'anın müsebbibi olarak Anadoludaki Yeniçeri­nin öldürülmesi ne derece doğru bir iştir. Bunu insaf ehline sormak gerekir.

 

Bu nümayişlerin tek faydası Sadrazam Davud Paşanın az­ledilmesi oldu. Göreve Mere Hüseyin Paşa tayin olundu. Ne varki bu değersiz adama sadaret ancak bir ay nasib oldu. Mere Hüseyin Paşanın yerine Lefkeli Mustafa Paşa tayin °'undu. O da ancak kırkbeş gün vazifede kalabildi. Çünkü askerin yeni bir isteği ve Şeyhülislâmla yapılan kısa bir mü-Şavereden sonra Vezareti uzma makamı Gürcü Mehmed Paşa'ya tevcih edildi. Bu işler şüphesizki, Sultan Mustafa Haz­retlerinin bilgisi dışında cereyan ediyordu. Onun tek meşguli­yeti yeğeni Osman'ı bulup tahtı Osmaniyi sahibine devret­mekti...

 

Bu sırada Damat Kapdan-ı Derya Halil Paşa Akdeniz'den diğer bir filo ile Karadeniz'de Osmanlı sancaklarını dolaştıran Recep Paşa yaptığı bir savaş neticesinde beşyüz Kazak as­keri esir ile Dersaadete geldiler.

 

Bu gelişler İstanbul ahalisini ve devleti bir müddet oyaladı isede Gürcü Mehmed Paşa'nın sadaretide yirminci" günde noktalanmış yerine yine Mere Hüseyin Paşa tayin olunmuştu.

 

İkinci sadaretine oturan Mere Hüseyin paşa Damad Halil paşanın Abaza ile mektuplaşıp isyanına son verdirmesini is­tedi. Halil paşa evladı manevisi olan Mehmed paşaya bu mektubu nasihat dolu olarak gönderdiysede bir iş çıkmadı.

 

Bu arada yeniden ayaklanan Yeniçeriler Şeyhülislâm Yah­ya Efendiye başvurup, Sultan Osman'ın katilleri için ölüm fetvası istediler. Yahya Efendi, onları idare ettiği sırada Sultan Mustafa'dan geldiği söylenen bir hattı hümayun okundu. «Ben sultan Osman öldürülsün demedim, katiller bulunup cezalandırılsın» mealindeki hattı hümayunun birincisinde ol­duğu gibi sultan Mustafa'nın habersiz olduğunu söylemeğe bilmem lüzum varmıdir?

 

Başta Davud paşa olduğu halde bütün katiller kısa zaman­da yakalandı. Sultan Mustafa'nın kızkardeşi, Genç Osman'ın halası Damad Davud paşanın ismi tarih sahifelerinde maale­sef yer almayan hanımı kocasını kurtarmak için çok gayret sarfetti ise de adalet yerini buldu. Kilindiruğrusu, Altıncıoğlu, Cebecibaşı da aynı akibetlere uğradılar.

 

Kuvvetli rivayetler bu yukarıdaki olayların Gürcü Mehmed paşa sadareti zamanında cereyan ettiği şeklindedir. Doğru­suda budur.

 

Çünkü Mere Hüseyin paşa bu önemli işi halledecek kapa­sitede değildi. Ayrıca son sadareti bir ay sürdüğü için zaman olarak da kâfi gelmemektedir.

 

Mere Hüseyin paşa son sadareti olan bir aydan sonra yeri­ni Kemankeş Kara Ali paşaya bırakmak mecburiyetinde kal­dı.

 

Kemankeş Kara Ali paşa, eski sadnazamlardan Gürcü Mehmed paşa ve Kapdan-ı Derya Halil paşa ile müşavere edip, hiç bir fonksiyon icra etmemek için işi deliliğe vuran sutan 1. Mustafa'yı hâledip geldiği odaya gönderrne kararı aldılar. Bu kararı tatbik için tek engel cülus bahşişi oluyordu. Yeniçeriden bahşiş almayacaklarına dair söz aldıktan sonra hâl kararını tatbike Sultan Mustafa'yı istemediği tahttan azat ettiler.

 

Sultan Mustafa taht'tan indirildiğinde otuziki yaşına var­mıştı. Hicri 1048, Milâdi 1639 yılında vefat ettiğinde kırkdokuz yaşına girmişti. Yeğeni 4. Murad'ın saltanatı içinde şeh­zade öldürülmesine rağmen kendisine dokunulmamıştır.

 

Sultan Osman ve Sultan Mustafa'nın hayatlarının anlatıl­ması bu satırla noktalanmış oluyor. Cenab-i Mevlâ her ikisi-nede rahmet eylesin. Amin. sultan i. Mustafa'nın hanımları ve çocukları

 

Bu padişah 3. Mehmed'in oğlu olup, annesinin adı bilin­memekle beraber 3. Ahmed'in, 4. eşi olduğu ve Abaza mille­tinden olduğuna dâir kuvvetli ihtimal vardır. Mustafa tecenn-nün etmişti. Ağabeyi 1. Ahmed tahta geçtiğinde, çok merha­metli bir kimse olmasından dolayı hayatına dokunmadı, üs­telik; veraset kanununda yaptığı değişiklik hasebiyle hane­danın enyaşlı erkek üyesini tahtageçer kaidesine işi bağla­mıştı. Bu sebeble tahtın vârisi sayılması ve Genç Osman'dan da yaşça büyük olduğundan, taht'a çıkarılarak padişahlığına biat olundu. İki defa tahta çıkan bu padişahın izdivaçları hak­kında bilgi yoktur. Çocuğu olup olmadığı hakkında da malu­mat bulunmamaktadır. Yalnız ilk çocuksuz padişah diye ananlar vardır.

 

 

 

1. Mustafa'nın Sadrıazamları Ve Şeyhülislâmları

 

 

1. Mustafa; veraset kanunu değişikliğiyle geldiği padişahlı­ğı asla istememiş, kiminin deli, kiminin mecnun dediğ-i, ki­minin ise velî dediği bu padişah, tahta çıktığında sadnazam olarak vazife başında biraderinden kalma sadrıazarn Hali! Paşayı bulmuştu ve tahtı istemeyen adamın sadrıazamla uğ­raşacak vakti mi olur misâli, o tarafa hiç bakmadı. Bu padi­şahlık döneminin 1. devresinde bu sadrıazamla ve devlet şu­rası sayılacak, hayli tesirİbulunan recul yâni devlet adamları­nın ittifak reyile vazifeyi biraktırılmasi yönüne gidilmesi ka­rarlaştırıldı. Böylece dörtay kadar süren bu süre içinde tek sadrıazamla iktifa etmiş oldu.

 

Daha sonra fâcia-i genç Osman vaka'sindan sonra tekrar Osmanlı tahtına cülus etdi. Bu sırada târihler 19/ma-yıs/1622'yi gösteriyor ve makam-ı sadaretde 59. Osmanlı sadrıazamı Düâver Paşa bulunmaktaydı. Buna daha doğrusu yukarıda, verdiğimiz târihde Dilâver Paşa ile 60. sadnazam Dâmad Kara Dâvûd Paşa halef selef oldular dersek daha doğru bir izah yapmış oluruz. Bu paşa 25 gün süren sadareti sonunda 13/haziran 1622'de sadareti Merre Hüseyin Paşaya bırakmak mecburiyetinde kaldı. Merre Paşanın sadaret dö­nemi de 25gün sürdü.

 

Bunun yerine 8/7/1622'de Lefkeli Mustafa Paşa mührü hümayuna sahip oldu. 2 ay, 14 gün vazife ifa etdikten sonra 21/eylül/1622'de Hadim Mehmed Paşa veziriazam oldu. Bu zâtın dönemi de 4 ay, 14 gün sürebildi. 5/2/1623'de Merre Hüseyin Paşanın 2. sadareti başladı ve 29/8/1623'e kadar 6 ay, 23 gün sürdü. Bunun yerine Ispartalı Kemankeş Kara Ali Paşa sadnazam oldu, ancak 1. Mustafa'nın iş göremez hâli devam ettiğinden ilk dönemde olduğu gibi, ricâl-i siyasiye hâl edilmesinde ittifak etdiler. Bu sebebden Ali Paşa'nın Mus­tafa hân'a yalnız 11 gün hizmet ettiği olmuştur.

 

Böylece 1. Mustafa sadnazam olarak iki defa aynı şahıs olmasıyla altı zât ile çalışmak şansı bulmuştur.

 

1. Mustafa dönemişeyühlislâmlanna gelince; Sultan Mus­tafa taht-ı Osmaniye çıktığında Hocazâde Mehmed Es'ad 2/7/1615'de geldiği makam-ı meşihatde bulunuyordu. 33. şeyhülislâm olan Esad Efendi bu vazifede 21/mayıs/1622'ye kadar kaldı. Bu arada 1. Mustafa'nın 3 ay, 4 günlük dönemin de şeyhülislâm olarak kendisine yardımcı oldu. Sonra da Damadı, Sultan 2. Osman'a dini müşaviri olarak makamında ipka olundu. Nihayet fecâiî Osman'iden sonca yeniden tahtın sahibi olan 1. Mustafa'ya, sadece iki gün hizmet verdikten sonra yerine; Ankaralı Bayramzâde Zekerİyya Efendinin oğlu Yahya Efendi 34. şeyhülislâm olarak makam-ı meşihate gel­di. Bu zâtın ilk şeyhülislâmlığı; 1 sene, 4 ay, 14 gün sürdü ve 4/10/1623'de sonuçlandığın da Sultan Mustafa'nın 2. defa padişahlıktan olmasının üzerinden 24 gün geçmişti. Ezcümle söylemek icâb eder ise; Sultan Mustafa'nın birlikte çalıştığı şeyhülislâm sayısı, bir zât iki defa olmak üzere üç defa şey­hülislâm değiştirmek, topu toplamı iki zâtla işi götürmüştür.

 

 

 

Sultan 2. Osman(Genç)'İn Hanımları Ve Çocukları

 

 

Sultan 2. Osman; amucası Sultan 1. Mustafa'nın tahttan dirilmesi üzerine 16. Osmanlı padişahı olarak vazifeye başdığında 13 yaşları civarındaydı. İlk izdivacını; Pertev Paşaın torunu olan Ayşe Sultanhanımla yapmıştıki, kızın anne ırafı da Yavuz Sultan Selim'in ahfadındandır. İlk izdivacın kabinde 1 ay sonra 2. izdivacımda Şeyhülislâm Mehmed ,s'ad Efendinin kerimesi Akile Hâtûn ile yapmıştır. İlk hanııı ile 4 ay süren evliliği, 2. hanımla da 3. ayın içindeyken padişahın taht'dan indirilmesi ve peşinden şehid edilmesi bu genç gelinlerin dul kalmalarına sebeb oldu. Ayşe Hâtûn ilelakalı başka bilgi bulunmazken, Akile Hatun, kocasının şeadetinden 6 ay sonra, ikiz olan şehzade Mustafa ve Zeyneb .ultanhanımı dünyaya getirmiştir ancak daha sonra, Rumeliazaskeri Ganizâde Nadiri Efendi ile izdivaç yapmıştır. 1607loğumlu Akile hanım, bu izdivacı 20 yaşında yapmıştı. Sene

 

3e 1627 idi. Çocukların ikisi de bir yaşının peşinden vefat itmişler ve Dedeleri, Sultan 1. Ahmed'in türbesine defnolunnuşlardır.

 

 

 

Genç Osman'ın Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları

 

 

56. Osmanlı sadrıazamı Halil Paşa görevinin İsene, 3 ay, }. gününü idrak ederken meydana gelen tahttaki değişiklikte Mustafa gitdi, Osman geldi. Böylece 2. Osman diğer deyimle Genç Osman'ın ilk sadrıazamı Halil Paşa olmuştur. Bu zâtın sadareti, 18/1/1619'da bittiğinde 2sene, 3ay, 2gün sürmüş-:ü. Yerine Güzelce Ali Paşa geldi. 1 sene, 2 ay, 17 gün süren sadrıazamlığı bittiğinde târihler, 9/3/1621'i gösteriyordu. Ohrili Hüseyin Paşa'nın sadarete getirilmesi 6 ay, 9 gün sürdü ve yerini padişah 2. Osman'ın son sadrıazamı Dilâver Paşa aldı. Bu sadaret de, 8 ay2 gün sürmüştür. Târih, padişahın aynı zamanda tahtından indirildiği târihi göstermektedir bu 19/5/1622'dir. Böylece 2. Osman'ın istihdam ettiği sadrı-azam dört zât'dır. Bunların biri, Amucası Sultan 1. Musta­fa'nın tâyin ettiği zât olan Halil Paşadır. Şeyhülislâmlara ge­lince; Genç Osman; tahta çıktığında maka-m-ı meşihat de Hocazâde Hacı Mehmed Es'ad Efendi bulunuyordu. 2. Os­man'ın Yedikule'de şehid edilmesinin, bir gün sonrasın da in-fisal eden Es'ad Efendinin yerine de Yahya Efendi getirildi. Mehmed Es'ad Efendinin meşihati 6 sene, 10 ay, 20 gün. sürmüştü. Böylece; 2. (Genç) Osman dönemi de tek şeyhü­lislâm i!e geçmişti.