SULTAN 2. MUSTAFA :
Babası: IV. Mehmed Han
Annesi: Râbia Gülnüş Sultan
Doğum Tarihi: 1664
Vefat Tarihi: 1703
Saltanat Müd.: 1695-1703
Türbesi: İstanbul'da Yeni Camii Yanı Valide Sultan Türbesi.
Sultan 2. Mustafa Sultan 2. Ahmed'in vefatı vukubulduğunda, merhum
padişah 51 yaşındaydı. Bu vefat üzerine Osmanlı tarihinde ilk defa ve
enterasan bir olay vukubuldu.
31 yaşında olan şehzade Mustafa, vefatını duyduğu amcasının
yerine taht'a çıkmak üzere, hiç kimseye boyun eğmeden, bir bildiri beklemeden
yaşamakta olduğu Edirne Sarayı veliahd dâiresinden çıkıp, taht odasına girdi.
Tahta kuruldu. Devletin ileri gelenlerini padişah sıfatıyla nezdine getirtip,
onlardan hem biat aldı hem de ülke işlerini müzakereye başladı. Bilindiği
gibi Mustafa adı hem efendimiz (s.a.v)'in adı olduğu gibi seçilmiş ve sevilmiş
mânasına gelir. Memleketin bu karışık döneminde müteşebbis ve protokola pek
önem vermek istemeyen kişinin tahta çıkması acaba hayırlı neticeler
getirecekmiydi?
2. Mustafa Osmaniı tahtına geçtiğinde Sultan İbrahim çocuklarının
dönemi bitmiş oluyor, yine bu padişahın büyük oğlu 4. Mehmed'den olan torunu
vazifeyi üstlenmiş oluyordu. 2. Mustafa gerek babası 4. Mehmed'den gerekse
amcaları 2. Süleyman, 2. Ahmed'e nazaran çok daha iyi bir tahsil görmüştü.
Musikiye önem atfeden padişahların arasında mümtaz bir mevkii vardır. Meşhur
Hattatlarımızdan Hafız Osman hat dersi vermiştir. 2. Mustafa şâirliğide
benimsemiş bir kimseydi. Ancak unutulmaması gereken önemli özelliklerinden
birisi babasının katıldığı seferlerde bulunarak tecrübesini ve görgüsünü
arttırmıştı. Padişahın Özeleştirisi Sadrazam Kâmil paşa diyorkî;
"Sultan Mustafa sânı Osmanlı tahtına cülus edişinin 3.
gününde yayımladığı bir hattı hümayunda merhum amucalarınin devri
saltanatlarında devlet gemisinin işlerinin iyi gitmemiş olduğunu büyük bir
teessürle açıkladı. Bu tarz davranış Osmanlı devlet tarihinde aşağı yukarı ilk
defa husule gelmektedir. Padişah bu acı gerçeği tebarüz ettirdikten sonra
işlerin yeniden intizam kesbetmesi, düşmanlar üzerindeki eski kudret ve
otoritesinin sağlanması içab ettiğini beyan buyurmuştur.
Devlet-i âliyye'nin şu anda kafasını ezmesi gereken düşmanın
Avusturya olduğunu ileri sürerek, Babıâli'den, kendisinin ordunun başında
bizzat Avusturya üzerine yürümesini mi? Veya orduyu Edirne'ye kadar teşyi edip,
oradan sevket-mek vazifesini yapmamı mı istersiniz istizahında bulundu.
Padişahın bu istizahı, yâni sorusu, Babıâli'yi üç gün uğraştırdı. Çünkü,
padişah kendi tercihini belirtmediğinden devlet adamları çözümü kolay
bulamıyordular!
Aslında yapmaları gereken ne gerekiyorsa onun tavsiye-siydi.
Amcalarının dönemini açık yüreklilikle tahlil ve tenkit etmiş, insaftan
aynlmaksizın tetkiki gerçekleştirmiş padişah istişareye önem verdiğini
göstermişti yoksa şöyle veya böyle yapacağım deseydi, ne lâzım gelirdi ki?
Neticede padişahın başında olduğu ordu savaş kaybederse telafisi adetâ
imkânsız olur görüşü ağırlık kazandığından olacak, Sultan Mustafa'nın orduyu
Edirne'ye götürüp, serdar-ı ekrem-likde verdiği sadrıazama teslim etmesi
şeklinde cevap verdiler.
Padişahın İnadı!
2. Mustafa bu cevaba itibar etmeyeceğini beyanla, bizzat ordunun başına
geçeceğini bildirdi. Yapmış olduğu istizah ile Bâbıâlinin görüşlerindeki aşın
tedbirliliği gözlemiş oldu. Orduyu kumandasında götürme kararını tatbike
koydu. Kırım Hânı'da içlerinde olduğu halde Osmanlı topraklarının her ye-
rine haberciler göndererek sefer hazırlıklarının yapılmasını
başlattı.
Bilindiği gibi 2. Ahmed devrinde Sakız Adası, Venedikli'le-rin
eline geçmişti. Merhum 2. Ahmed'in bu işe nekadar üzüldüğünü hayatını
anlattığımız esnada tebarüz ettirmiştik. Devlet adamlarını, sadrazam ve
kaptanlarını ne ağır tehdit ve ikazlara muhatap ettiğini nakletmiştik.
İşte şimdi Sultan 2. Mustafa'nın tahta çıkışının ilk haftasında
Osmanlı donanması Sakız Adası açıklarında karşı karşıya bulunduğu Venedik
donanmasına çok kanlı bir savaştan sonra, kahkâri bir bozgun yaşattı. Çünkü
Venedik gemilerinin çoğunluğunu denizin dibine göndermeye muvaffak olmuşlardı.
Bu hengâmede Venedik donanması kumandanı canını zorbelâ kurtarabildi. Buna göre
Sakız Adası yine sancak-ı şerifin gölgesine dâhil olmuştu. İleride meydana
gelecek, acı günlerden habersiz kaderini yaşamaya kavuştu.
Cülus Bahşişi Engeli
Sultan 2. Mustafa bütün hazırlıkları tamamlamış, ordunun başında
Macaristan üzerinden Avusturya'yı vurmak hesabini yaparken acı bir sürprizle
karşı karşıya kaldı. Yeniçeriler; cülus bahşişi almadıklarını ile sürerek
kazganlarını(kazan) bir daha kaldırdılar. Düşünün bir sevgili okurlar, aziz
milletimizin kıymetli evlâdları, bütün hazırlıkları yapıp bitirmişsin,
düş-manın gırtlağını sıkmaya gideceksin, unsurların en önemlisi olan asker
adeta ben yokum diyor. Askerin bir nevi tatmini olan cülus verilmeden, hele
yeniçeri askeri olursa, bu cülus almayanlar başa gelecekler düşünülsün artık.
2. Mustafa düşündü ve yapacağını yaptı. Bu işde; sorumluluk
Sürmeli Ali Paşa üzerinde kaldı. Dolaysıyla Sürmeli önce azledildi, arkasından
hayat defterinden, kaydı silindi. Yeni çerinin isyanına, seferin aksamasına
sebeb olan cülusun bahşişi, hayatını kaybeden sadrazamın terekesinden
yeniçe-ri'ye ödendi. Osmanlı devletinde rical, çok zengin olurdu. Hele
sadrazamları devlet adetâ kuş sütüyle besler, emsalsiz servetin sahibi
kılmaktaydı. Yeterki işlerinde dikkatli, başarıiı olsundu. Aksi takdirde, hata
yapıldımı, hayatı elinden, serveti çocuklarına ve eşlerine yetecek kadarı verildikten
sonra hazineye alınırdı. Genellikle sadnazamlar padişah ailesine damad
yapıldıklarından servetleri aileye miras olurdu. Amma yine de eşleri ve
çocukları devletin himayesinde, durumlarıyla mütenasip bir hayata
kavuşturulurlardı.
Sultan 2. Mustafa, yeniçerinin isyanını bu şekilde hâl eyledikten
sonra savaşın yollarına düştü. Lehistanm yâni Polonya'nın bir başından girip,
öbür başından çıkan Tatar Mâni'nin askerleri, Lehlileri doğduklarına pişman
ediyorlardı. Macaristan toprakları üzerinde; yavaş yavaş Avusturya birlikleri
ile karşı karşıya geliniyor, çok kanlı savaşların cereyanettiği müşahede
olunuyordu. Bir çok yerler düşmanın elinden geri alındı. Bazı yerlerde, ilk
defa belde-i islâm edildi. Azak kalesini muhasara etmiş bulunan Rus askerleri otuzbin
ölü vermelerine rağmen ısrarla kuşatmaya devam ediyorlardı. Ölülerin
sayısında görülen artış, sonunda Rusların mağlubiyeti kabul edip muhasarayı
kaldırmasını icab ettirdi.
Yaklaşan kış, seferin devamına engel teşkil edeceğinden orduyu
muzafferan İstanbul'a götürmek kararı alındı, böylece avrupa topraklarında
satvetimiz bir daha sergilenmiş oldu. Yukarıda bahse konu ettiğimiz Sakız
Adasının istirdadının büyük kahramanı Mezamorta Hüseyin Paşadan söz etmeden
geçmişdik Osmanlı donanmasının ruhu gibiydi o sıralarda Mezamorta amiralimiz.
Mezamorta Rumca da yarı ölü demektir. Hüseyin Paşa'ya lakab olması, katılmış
olduğu savaşların birinde o kadar çok yara almışki, tabibler ümidi kesmiş,
imânlarından dolayı "Allahdan ümid kesilmez" diyerek kendi hâline
bırakmışlardı. Ama Cenâb-ı Mevlâ müsaade etmeyince sineğin kanadının
kıpırdaması bile kabil olmadığına göre, ruhsat-ı ilâhi erişmeyince Hüseyin
paşayı ecel şerbetini içmemiş buluyoruz. Zaman içinde yaralan da, kuvve-i
ma-neviyeside izn-i ilâhiyle afiyet kesbetti. İyileştikten sonra düşmanların
karşısına ilk çıkışında onu tanıyanlar, "Meza-morta" diye
haykırmaktan kendilerini alamadılar. Böylece Hüseyin Paşaya bu kelime lâkab
oldu.
Tamışvar'ın İmdadına Koşulması
Tarihler 1107/1696 yılını gösterirken, ilkbahar mevsiminin yüzünü
göstermesiyle beraber yine avrupa ortalarına doğru sefer hazırlıklarına
girişildi. İlk durak yine Macaristan ovalarının civan oldu. Osmanlı
birliklerinin karşısına çıkan yere! olsun avusturyanın olsun birlikleri mağlup
oluyordu. Avusturya ordusunun büyük bir kuvvetle Tamışvar kalesini muhasara
altına aldığı haberi padişahın kulağına ulaştı. 2. Mustafa bizzat kendisi başta
olduğu halde orduyu hümayun Tamış-var'ın istimdadlarına şitab etti. Padişah
ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu öğrenen Avusturyalılar Tamışvar önündeki
kuşatmayı kaldırarak Laba nehri cihetine doğru çekilme hareketine çevirdi. Çok
geçmeden iki ordu nehir yakınlarında karşı karşıya geldiler. Daltaban Mustafa
Paşa, bu muharebede çok büyük fedakârlıklar sergiledi. Netice yine asakiri
islâmın lehine oldu. Belgrad ve Tamışvar uzun bir zaman, düşman tasallutuna
kapalı bir hâle geldi. 1108/rebiülevve-lin/1696-eylül'ünde ordu Edirne'ye avdet
etti Avusturya üzerine açılan seferler, ne kadar yüz güldürücü neticelere doğuruyorsa,
Rusya üzerine açılan seferlerde ise tamı tamına üzüntü verici haberlerden başka
bir şey gelmiyordu. Osmanlı savaş starejistleri, Rusya üzerine açılan seferde
Kırım Tat?»'-
rıyla, Bucak Nogaylarını muharip sıfatıyla orduda istihda-a dahil
etmişlerdi. Ne var ki, bu iki fırka arasında meydana elen ihtilaf, cephede
üzerine düşen vazifeleri yerine getirmeye engel olmaya başlamıştı. Bu hâl ise
Rus birliklerinin Azak') yeniden muhasara etmesine, cesaret verdi.
Bu muhasaraya iki ay mukavemet gösterebilen Osmanlı askeri,
neticede kaleyi Ruslara terke mecbur oldu.
Mâli Sıkıntı Ve Tütün Yasağı
Çeşitli cephelerde açılan savaşlar devletin mâli düzeninde de bir
takım aksaklıkların zuhuruna sebeb oldu. Kayıplar kısa zaman içinde telâfi
edilmek istendiğinden harcamalar birbiri üstüne biniyordu. Bu sıralarda 2.
Mustafa, tütün içme yasağı koyma yoluna gitmişti. 4. Murad gibi sert bir
padişahın önleyemediği tütün içme keyfiyeti, Sultan 2. Mustafa'nın basiretli
davranışı ile ve gelir getirme vasıtası olarak kullanmak niyetiyle, bahse konu
yasaktan rücu edildi. Ancak en kalite tütünün kıyyesine 60, 2. kaliteye 40, 3.
kaliteye de 20 para vergi koymuştu. Azak Kalesinin Rusların eline geçtiği
haberi geldiğinde padişah para meselesiyle meşgul idi. İstanbul, Edirne, İzmir
ve Erzurum'da kendi tuğrası ile süslü para darb ettiriyordu. Azak'ın sükut
haberi para işi ile meşgul padişahı pek üzdü. Derhal istirdad için çalışmaların
başlatılmasını emretti. Çok kısa zamanda Azak boğazına istihkâmlar yaptırıldı.
Öte yandan gerek Karadeniz, gerekse Akdeniz donanması ve ince donanma da denen
Tuna donanması yepyeni gemilerle takviye edildi.
Sultan 2. Mustafa'yı 1108/1697'senesinde yine ordusunun başında
Belgrad'a gelmiş görüyoruz. Sadrıazam Elmas Men- Paşa, Sofya da bir gece
rüyasında, şehid sadrazam ü
Fâzıl Mustafa Paşayı
görür. Büyük şehid, Elmas Paşa'ya kendi
elleriyle şerbet sunar. Uyandığında sadnazam bu rüyayı kendisinin şehidler
kervanına katılacağı yolunda yorumlar. Padişahın başkanlığında toplanan divan
ne yapacaklarını karargir etmek için çeşitli fikirler serdeder-ken, bu arada
şimdiye kadar kendilerine sert ve yüksek sesle hitab etmeyi meslek etmiş
bulunan sadrazam Elmas Pa-şa'ya karşı ittifak etmişler kendisini bir hataya
sevkettirip, azlini sağlamak niyeti taşıyorlardı.
Ancak Belgrad muhafızı olan Amcazade Hüseyin Paşa bu ittifakta yer
almamış, halisane ve tarafsız olarak söz aldı. Vü-zeranın serd ettiği
görüşlerde İsabet olmadığını, Avusturya ordusunun vurulmasını ve bunun
neticesinin ne olabileceğini, ortaya serdikten sonra, Tuna Nehrini aşıp, Tis
Çayı yakınlarında bulunan bataklıklarda askerimizi perişan etmektense, Sava
nehrinin geçilip, Peter Varadin şehrinin muhasarasını teklif etti. Bilindiği gibi
Peter Varadin savaşında Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa şehid olmuştu. Rüyada
şehid sadrazam elinden şerbet içen Elmas Mehmed Paşa, gördüğü rüyaya rağmen
Amcazâde'nin teklifini destekleme yoluna gitti. Ne var ki; aralarında ittifak
kurmuş olanların reyleri bu teklifi redde kâfi geldi. Neticeten orduyu hümayun,
Zanta civarında Nis nehri sahilinde Prens Ojen kumandasındaki Avusturya
ordusunun üzerine düşüverdi. Eyvah ki eyvah öyle acı bir felâkete duçar oldu
ki, bugün dahi üzülünse yeridir. Sadrazamın rüyası gerçekleşiyor, şahadetin
şerbeti nûş ediliyordu. Sadrazama karşı ittifak etmiş bulunan, vezirlerin çok
büyük kısmı da hayatlarını kaybediyordu. Sadrazamın üzerinde bulunan mührü
hümayun bile düşmanın eline geçti. Ağırlıklarımız, silahlarımız ve cephanemizin
düşman eline geçmesi apayrı bir üzüntü kaynağı idi. İçimizdeki bir kaç hâin
yüzünden bizi yakarmısın Allah'ım, denen vaziyet tecelli etmişti
Padişah 2. Mustafa başını önüne eğmiş Tamışvar yoluna düştüğü
esnada Amcazade Hüseyin Paşa'yı makam-ı şadarete tâyin ediyordu. Bu arada savaş
alanında şehadet şerbetini içmiş sadrazamların adını sayıp bir fatiha
gönderelim. Sultan 2. Bayezid'in sadrazamı Ali Paşa, Yavuz Sultan Se-lim'in
Sinan Paşası, 4. Murad'in Tayyar Paşası, 4. Meh-med'in Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa Paşası ve 2. Mustafa'nın Elmas Mehmed Paşası ile, bir elin parmaklan
kadar şehid sadnazam verilmiş oluyordu. Ruhlarına fatiha.
Ikı Yönlü Gayret
Sultan 2. Mustafa gelmiş olduğu Tamışvar'da bir müddet dinlendi.
Akabinde Edirne'ye geldi. Oradan da İstanbul mekân tutuldu. Kış müddetince
devlet siyasetinde hummalı faaliyetlerin yapıla geldiği gözlendi. Bir taraftan
bütün hazırlıklar heran savaş olacakmış gibi harp hazırlıkları yapıldı. Bu
gayretler aslında sulh içinde yaşamanın icab ettirdiği haldi. Çünkü savaş
gücünü yükseltmiş ülkelerin sulh içinde yaşamaları hakkıdır prensibi burada
kendini gösteren bir hakikattir. Atalarımız dâima "İsterisen sulh-u
salah, hazrol cenge" buyurmuşlardır. Her neyse bu sırada Sultan 2.
Mustafa'nın has müşaviri olmasını beceren Tatar Hân'ı, İngiliz elçisinin
avucunun içine düşme görüntüsü vermekteydi. Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa
Merzifonlu Hacı Ali Paşa'nın dört yıl evvel yapmış olduğu çalışmaları tahattur
etti. Pajet ile yapılacak münakaşa ve münazara neticesinde yürürlüğe koyabilme
imkânı bulabilirlerdi. Bu proje içinde sadrazam başta olduğu halde Tatar
Hân'ı, şeyhülislâm, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, Yeniçeri Ağası, Reis ül
Küttap (hariciye nâzırı)bir araya gelip bu düşünceyi derinliğine konuştular. Çok
geçmedi şimdiye kadar olmayan bir şey gerçekleşti. Sultan 2. Mustafa, kendi
elleriyle yazdığı bir mektubu İngiltere kralına ulaştırılmak üzere verdi.
Sadrazam Paşa'da sefir Pajet'e hitab eden bir yazıyla birlikte padişahın,
İngiltere kralına hitab eden mektubunu teslim etti. Sefir Pajet'in bu yazılan
aldıktan sonra eteklerinin zil çaldığını beyana her halde lüzum yoktur.
Amcazade Hüseyin Paşa devlet hizmetinde, çeşitli makam ve badireleri görmüş,
tecrübeli bir devlet adamı idi.
Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşanın bizzat savaştığı, San Gotar meydan
muharebesinde bulunduğu gibi Salankamen savaşında da orduda mevcutlar
arasındaydı. İşlerin bütün safahatına vakıftı. San Gotar'ın husule gelmesinden
bu yana yapılan savaşların sayısı ondördü buluyor ve dokuz tanesini Avusturya
kazanmıştı. Bu savaşların temadisi düşmanın taa Üsküp'e kadar inmesi demekti.
Sadrıazam Üsküb'e gelişi durdurmak için, sulh devresinin bize kazandıracağı
zamana ve kuvvete şiddetli ihtiyacın farkındaydı. Fakat Sultan 2. Mustafa;
Venediklilerin bu işe daldıklarını görünce miğdesi bulundu, sulh iştiyakı
hevesi olmaktan çıktı. İş yine orduya kalmıştı. 20/zilhicce/l
109-31/mayis/1698'pazar günü Edirne'ye doğru yola çıktılar.
Viyana Müzakerelerine Yol Açılıyor
Bu sırada da İngiliz sefaret başkâtibi, Sultan Mustafa'nın kaleme
aldığı samimi mektubunu İngiltere kralına onun da ricalarıyfa Avusturya
imparatoruna mektuplar verildi. İmparator otorite sahipleriyle yaptığı bir
dizi müzakere neticesinde herkesin ele geçirdiği topraklar kendilerinde kalmak
şartıyla yapılacak sulhun Rusya'yı da kapsamına alması icab ettiğini ileriye
sürdü.
Neticeten barış görüşmelerine oturuldu. Bizden Reisül Küttap Rami
Efendi ile Mavro Kordato bey Avusturya imparatorunun teklif ve organize
ettirdiği sulh müzakerelerinde bulunma vazifesiyle Viyana'ya gittiler. Osmanlı
devleti murahhaslarından Mösyö Kordato üzerinde anlaşılacak sulhun Rusya'yı da
içine almasına, devlet-i âliyye'nin her hangi bir i'tirazı olmadığını beyan
etti. Ruslar, Venedikliler, Lehistan ve aracı devletlere de bu açıklama tebliğ
olundu. Çar Deli Pet-ro'yu hemen Viyana'ya koşmuş görüyoruz. Koşmaklada iktifa
etmiyerek hemende şartlarını sıralamaya koyulur.
Birinci şartı eline geçmiş toprakları vermeyeceğini beyan eder ki,
bu teklif Avusturya imparatorunun, konferansın toplanmasına medar olan
sözlerine tam manasıyla denk düşmektedir. Bundan çıkarılacak hüküm. Rusya ve
Avusturya politik anlayışı açık yahutta gizli bir ittifaktır şeklinde olursa
akla pek ters düşmez. Deli Petro şartlarını bildirmeye devam ediyordu: meselâ
ele geçiremediği Kerç Kalesinin kendisine verilmesini, kabul edilmediği
takdirde derhal Osmanlı devleti aleyhinde bir ittifak kuracağını bildirdi.
Avusturya imparatoru Leopold, Kerç kalesi üzerinde ısrarda
bulunabileceklerini, ancak bir ittifak için ancak kongrenin toplanmasından
sonra karar alınabilir demek suretiyle Deli Petroya bir fren olmuştu.
Deli Petro Ve Kont Dö Kenski Mülakatı
Konferansda ikili temaslar esnasında Rus Çarı 7. Pet-ro(Deli),
Avusturya başvekili Kont Dö Kenski ile başbaşa bir mülakat yapar. Bu mülakat
esnasında, Petro'nun Avusturyalı Kont'a tevcih ettiği "hangi devletler
sulhun yapılmasını istiyor" şeklindeki bir sualine: "Roma, İspanya,
İngiltere, Fle-menk özetle bütün hristiyanlik âlemi bu sulhun taraftarı"
cevabını aldığında şu mütalaayı ileri sürer: "Felemenk ve İngiltere'nin
sözlerine inanmamayı seçmelisiniz. Onlar kendi menfaatlerini düşünürler.
Dostlarının menfaatlerini ise asla kaale almazlar."
Hakikaten değerli okuyucularım, dünya diplomasi tarihinde
İnglizlerin takiple musir olduğu stareteji; aşağıda sunacağımız bir darb-ı
meseli doğurmuştur. "İngiliz devletinin dost ve düşmanı yoktur. Sadece
menfaatleri vardır."
Karlofça Antlaşması
Rus Çan Deli Petro'nun söylediği sözlerden sonra aracı ve-de
ittifak etmiş devletler ve içlerinde Ruslar olduğu halde ikişer murahhas tâyin
etmişler, Karloviç şehrinde içtima ettiler. Yetmişiki gün süren müzakereler
sonunda yirmibeş sene geçerli olması ve daha evvelde yapılmış antlaşmalarında
yürürlükte olması şartıyla meşhur Karlofça muahedesi imzalanarak gerçekleşti
yalnız Rusya bu antlaşmanın dışında bırakılmıştı, Rusya ile Osmanlı devletleri
kendi aralarında bir sulh akdetmek için lüzumu görülen iki senelik bir mütareke
mukavelesi imzaladılar.
Bu sıralarda Feyzullah Efendi makam-ı meşihata gelmiş olduğu gibi,
oğullarından birini kendine halef, 2. ve 3. oğlunu Kazaskerliklere, 4. mahdumu
ise Hoca olarak tâyin ettirmiştir. Bunların yapılmasında isabet olup olmadığı,
olayiarın inkişâfı esnasında kendini bize hatırlatacaktır. Yalnız şunu hatırlatmakta
fayda umulurki, bahse konu makamlar, cidden ulema takımının eline geçmesi
gereken makamlardır. Böyle yüksek makamların aynı döneme denk düşen zaman
dilimi içinde tek bir ailenin fertlerinin elinde olması işin içine haddinden
fazla iltimas kokusu girdiği intibaını hissetirmektedir.
Karlofça antlaşması mucibince, sulh antlaşması imzalanan
devletlerle karşılıklı olarak elçilik münasebetlerinin ihdası karar altına
alınmıştı ve gerçekleştirildi. Rusya elçisi de böylece İstanbul'a geldi.
Mütareke müddeti içinde yapılan müzakereler esnasında karşılaşılan zorluklar
aşıldığında, ortaya çıkan taslak pek ağır şartlar taşımaktaydı. Devlet-i âliyye
beğenilmesi mümkün olmayan bu ağır şartlan hâvi antlaşmayı çeşitli bahaneler
ileri sürerek yokuşa sürmeye başladı.
Ancak bunda altı ay süren bir tehir gerçekleştirebildi. Çünkü,
Tatar Hân'ı, gönderdiği bir haberde Azak havalisinde, yüzbin Rus askerinin
toplanmış bulunduğunu duyuruyordu. Tarihler 1112/1700 senesini gösterdiğinde
Osmanlı-Rus murahhasları arasında 16 maddelik anlaşma imzalandı ve teati
edildi. Ancak bu antlaşmayı Avusturya Polonya ve Venedik devletleriyle,
1110/receb/26-1699/ocak/28. çarşamba günü yapılmış Karlofça antlaşmasıyla,
kanştirmamahdır.
Yukarıda kaydettiğimiz gibi, Rusya-Osmanlı antlaşmasını temin için
Karlofça antlaşması haricinde, aynı târihte, M. 1700 senesinde yapıldığını
beyan ettiğimiz, antlaşmaya yol açan mütareke mukavelesinin imzası atılmıştı
Karlofça antlaşması yapıldığında.
Diplomatik Rezalet
Fransa; kendince malum sebeblerden; Osmanlı nezdinde-ki
büyükelçisini geri çekmiş, yerine Feryol adlı bir diplomatını yollamıştı.
Feryol İstanbul'a duhulünden az sonra sadrazam paşa ile görüşmeye muvaffak
olmuştu. Aradan bir kaç gün geçmiştiki, Fransa kralının hediyelerini Sultan 2.
Mustafa'ya takdim etmek üzere padişahın huzuruna davet edildi. Saraya gelen
elçiyi mutad merasimle karşıladılar. Bu arada kendisine huzura çıkış hakkında
bilgiler veriliyor, bir taraftan da kendisine hediye olunan sırmalı kaftan
giydiriliyordu. Huzura doğru yürümeğe başlıyan Elçi Feryol'un belinde, bir kılıç
sallandığını son anda farkeden Çavuşbaşı, elçiyi durdurdu. Vaziyeti
mabeyncilere bildirdi. Mabeynciler, aksaklığı başt ercüman Mavro Kordatoya
bildirdiler. Baştercüman son derece nâzik ve netlikte hiç ama hiç kimsenin
padişahın huzuruna kılıçla giremeyeceğini bu bakımdan kılıcın çıkarılması
icab ettiğini beyan etti. Elçi Feryol bu sözlerin doğru olmadığını daha önceki
elçinin huzura kılıçla girmiş olduğunu bu bakımdan kendisinin böyle girmediği
takdirde kariyerinin sarsılacağını ileri sürdü. Tabii önceki elçinin böyle
kılıçla huzura muzura girdiği yoktu. Bu Feryol'un politik skandala duyduğu
ihtiyaçtan dolayı çare olarak uydurduğu, bir yalandan ibaretti. Sadrazam
Amcazade Feryol ile görüştü. Kimsenin silahlı olarak huzura çıkmadığını,
bundan böyle de çıkamayacağını anlattı. Feryoi ise, bağıra çağıra itirazlar
etmekteydi. Bu sırada mabeynciler koltuklamış oldukları Fransız elçinin
kılıcına el attıklarında Feryol silkindi ve mabeyncile-rin elinden sıyrıldı:
"bunu kralımdan başka kimse belimden alamaz" diye feryad etti ve
kaftanı çıkarırken, yanındaki refakatçilerine kaftanlarını çıkarmalarını
sesledi. Bir yandan da "Ya böyle girerim, ya da hiç girmem" diyerek
yürüdü ve elçiliğe gitmek üzere saraydan çıktı. Ertesi gün, Fransa büyükelçiliğine
Feryol'un getirmiş olduğu hediyeler iade olundu.
Bahse konu sefir Feryol altı ay sonra günün birinde Boğa-ziçinde,
Padişah kayığına ait renge boyanmış, ve tefrişi yine padişaha tahsis olunmuş
şekilde, yapılmış bir kayıkla seyr-i sefâine (sandal gezisi) çıkmış olduğu
görüldü. Denizin dibini boylamak istemiyorsa derhal karaya çıkması, gezme
dileğin-, deyse diğer elçiler gibi yapması tenbih olundu. İşin hazin tarafı da
müslüman olan kürekçiler ikiyüz değnek yemeye duçar edildiler.
Fransa B. elçisi Feryol, bu olaydan sonra on sene daha Osmanlı
nezdinde Fransa elçisi olarak durdu. Fakat bir kere dahi huzuru padişahiye
çıkmaya nail olamadı. Ayrıca devleti âliye elçiyi Fransa devletine şikâyete
tenezzül dahi etmedi. Halbuki İngiltere büyükelçisi Lord Pajet olsun, gereksede
Sir Ston olsun icab eden kaideye riayetle her zaman iyi kabule muhatap oldular.
Hâttâ Padişah efendimiz bir keresin de Sir Ston'a hftab ederek iltifatta
bulundular.
Sadrıazamın İstifası Ve Vefatı
Amcazade Hüseyin Paşa ülkenin bütün işlerine el atmış, el attığı
her işi de İslah etmeye muvaffak olmaktaydı. Mısır ve Arab yarımadasında husule
gelen, karışıklıkları dizginlemeye muvaffak oldu.
Ne var ki; padişahla beraber Edirne'de bulunduğu esnada
rahatsızlandı. Sağlık durumunun ülke işlerini götüremeyecek kadar vahim duruma
geldiğini hisseden Amcazade Hüseyin Paşayı bütün hırslardan tecerrüt ederek,
istifa kararı aldı ve bu kararını istifasını sunmakla gerçekleştirdi. Padişah
istifayı üzüntüyle kabul etti. Ancak sadrazamının üç hafta sonra vuku bulacak
vefatından tabii habersizdi. Tarihler bu sırad.? 1114/1702 senesini
gösteriyordu.
Sadaret mührü Daltaban Mustafa Paşa'ya tevcih olundu. Sırp asıllı
olan Daltaban Mustafa Paşa, islâmiyeti samimiyetle kabullenebilmiş
zevattandır. Kahraman, cesur ve dirayet sahibi nevarki tahsili yokdu. Daltaban
Mustafa Paşa sadaretinde sudur eden ilk emir müslim ve gayri müslimlerin birbirinden
farklı giyinmelerini emretmesi ve bu hususta bir talimat yayınlaması oldu. Bu
talimata nazaran, hristiyan ve ya-hudiler dinlerinin gereğine aykırı olmayan
giyime davet edildi. İslâm kadınlarına ise, geniş elbise ve kalın yaşmak kullanmalarını
emretti. Bu emire aykırı harekette ısrar eden Venedik elçiliği baştercümanı
dayakla cezalandırıldı. Daltaban Mustafa Paşa'ya mührü hümayun'un verilmesinde
şeyhülislâm Feyzullah Efendi'nin katkısı olduysada, sadrazam paşanın yüksek
karakteri esen rüzgâra göre yelken açan cinsten olmadığından sadrazam ve
şeyhülislâm arasında burudet husule geldi.
Şeyhülislâm Daltaban Mustafa Paşayı azlettirip, reisüi küt-tab'ı
sadnazam nasbettirme çalışmalarına girişmişti. Köprü-lüzâde Abdullah Paşa bu
sırada sadaret kaymakamlığı vazifesinde idi. Sadnazam şuurlu bir moskof
düşmanıydı. Oniarı yeryüzünden silip yok etmek en samimi düşünceleri arasında
önemli bir yer tutuyordu. Ancak aklı, Ruslarla savaşın zamanı değil icab eden
tedbirleri al demekteydi. Daltaban Mustafa Paşa da bu aklın tavsiyesini yerine
getirmekte, Rus hu-dudlanna dönük çalışmalar yapmakta, buralarda kuvvetli istihkâmlar
kurdurmaktaydı.
Daltaban Mustafa Paşa'nın Azli Ve Şahadeti
Sadrazam Mustafa paşa Rus hududunda bir takım hazırlıklarını
yürütme sırasında, Devlet Giray Hân'dan gelen bir haber devlet adamlarının
heyecanlanmasına yol açtı. Haber şuydu: Ruslar saldırılabilecek bölgelere
kuvvet yığıyordu. Rus elçisi derhal Bâbıâliye mülakata davet edildi. Tabiatıyla
büyükelçi, devletinin asla böyle bir niyet taşımadığını beyan ettikten sonra
devletinin Potka] Kazaklarını itaat altında bulundurma gayreti gütmektedir.
Ayrıca Azak Denizinde bulunan 12 parça gemisini Osmanlı devletine satma
teklifi getirdiğini de ilâve etti. Bu cevap, haberi veren Devlet Giray'ın
kafasında patladı. Bazı entrikalar çeviriyor tÖhmetiyle Hân'Iıktan azledildi.
Yerinede ihtiyar Selim Giray Hân nasbe-dildi.
Devlet Giray ise yapılanın yanlış olduğunu ileri sürerek itirazını
büyültüp, isyan mertebesine getirdi. Bu vaziyet karşısında üzerine asker
yollanması kararı zuhur etti. Sadrazamın konuşmalarından ahali, Avusturya,
Rusya üzerine sefer yapılıyor hükmünü çıkarmaktaydı. Şeyhülislâm ise padişahı, veziriazam
aleyhine bilgilendirmekte idi. "Veziriazam, sizden farklı politika takip
etmek istediğinden zehirletmek düşüncesinde olduğunu, bu adam mührü hümayun
sahibi oldukça Kırım'ın karışıklıktan kurtulamayacağını ifade ediyor ve şâ-hid
olarak da, Rami Efendi ile Mavro Kordato beyi gösteriyordu. İftira ve şehadet
tamamlanınca Daltaban Mustafa Paşanın azli gerçekleşti, üç gün sonrada
hayatına son verildi.
Böyle Rus düşmanı bir zâtın harcanması üzerinde bir nebze olsada
durmak gerekir diye düşünüyorum. Böyle bir zâtın yok edilmesinin verdiği
günahı, şeyhülislâm efendinin nasıl Ödeyebileceği üzerinde kafa yormaktansa,
böyle makamlara gelenlerin başarıları dine uygun hareket etmelerinden, kötülükleri
ise, nefs ve dinin yasakladığı hususlara önem vermemelerine bağlamak
gerekiyor. Bazı müsteşrikler ve bîdinler, şeyhülislâmlık müessesesini, böyle
nâdir uygulamalar yüzünden, hırpalamayı adet edinmişlerdir. Halbuki kendileri
de bu yanlış davranışın mensub olunan dinden değil, şahsi kusurun olduğunu
bile bile, yüklenmeye devam ederler. Rami Paşa sadaret makamına oturdu. Devlet
Giray ise, sadrazamı değiştiren Osmanlı karşısında mücadeleyi bırakıp, Kuban taraflarına
çekilmesi burada topluca yaşayan, Çerkeslere iltica etmesi, sanki Daltaban
Mustafa Paşa'nın yokluğunda mücadeleye devama imkân bulmayacağını düşündüğü,
noktai nazarına sürüklüyor bizi. Doğrusunu Allah (c.c) bilir.
Aslında tarihi vakaların üzerine gidilirken, tek doğrudan ziyade
çeşitli ihtimâller hesabını yapmak doğru bir davranış sayılır, ancak emin
olunmayan meselelerde kesin hükmü, Cenâb-ı Mevlâ'ya terk etmek en doğrusudur.
Devlet Giray'ın Çerkeslere sığınmasının akabinde Kırım'da Selim Giray'a,
muhalefet edecek kimse kalmadığından, şeyhülislâm Fey-zullah efendinin dediği
gibi karışıklıklar hakikaten duruldu.
Rami Paşa'nın Sadareti
Son zamanlarda Karadeniz tarafında Rusların yaptığı faaliyetlere
bakarak olucak herhalde Gürcistan; Osmanlı devletine ödemekle yükümlü olduğu
vergileri tediye etmez olmuştu. Sadrazamı ilk işi olarak bu ülke üzerine asker
sevk ederken görmekteyiz ayrıca da, bütün dikkatini memleketin dahili
işlerini tanzime teksif ettiğini görüyoruz. Devletin tahsil edemediği gelirleri
toplama hususundaki gayreti pek isabetliydi. Rami Paşa'yı idari işlerde
gösterdiği başarıyı, askerlik mesleğinden anlamadığı için cihet-i askeriyeye
nâzım rolünü beceremedi.
Tarih-i Siyasiyye "yazan Kâmil Paşa mezkûr eserinde aynen
şunları ifade etmekte: ". Askerlikten bibehre olmasına mebni mülkiye kısmı
lehinde ve askeriye takımı ise, mahareti askeriyesi olan, Daltaban Mustafa
Paşa'nın azli ve katlinde, zimedhal olduğu vesilesiyle sadrı müşarileyhin aleyhinde
olduğundan... "Meslek-i celile-i askeriyeden pek haberdar olmayan Rami
Paşa askerlerin hazırlamakta olduğu isyanı sezemedi," şöyleki: Sadrazamın
vazifeyi yüklenmesinin ardından Gürcistan'a asker şevkini gerçekleştirdiğini
yazmıştık, işte sevkedilen askerin pekde ağır davrandığını görüyoruz. Bu
yavaşlığın gizli tahkikatı yapılırken, apaçık şekilde de sebeb soruldu.
Birikmiş maaşlardan bahsedildiği görüldü. Hatta isyana varabileceğini de imâ
yoluyla belirttiler. Hemen birikmiş maaşların ödeneceği vaad edildiği gibi,
ikramiye tahakkuk ettirileceği de bildirildi. Fakat isyanda ittifak etmiş yedi
ocak askeri, söylenenleri kaale almayarak Et meydanında tekbir getirerek dolaşmaya
başladılar. Yedi ocak asken denen gurupların isimleri şunlardı:
1-Yeniçeri. 2-Sipahi. 3-Silahdar. 4-Topçu. 5-Top arabacı.
6-Cebeci. 7-Bostancı. Bu guruba işsiz,
güçsüz takımı da iltıedince büyük bir kalabalık meydana gelmiş oldu.
Esna-tecrübesi, işin dal-budak saracağını anlamasını getirdi, halde yapılacak
iş, yükte hafif pahada ağır mallan yanına dükkanı kapatıp, olayların sonunu
beklemek gerektiğinde karar kıldırdı.
Sekbanbaşı, yeniçerinin sadakatten hilaf etmeyen gurubunu yanına
alarak sarayı korumaya koştuğu görüldü. İsyancıları sadaret kaimakamı Köprülüzâde Abdullah
Paşa'nın, saray yavrusu konağını kuşatmış olarak görüyoruz. Halbuki, Abdullah
Paşa, sarayda idi. Bu haber kısa zamanda Konağın Önünde toplanmış isyancılara
ulaştı. Konağın önünde asilerin tecavüzkâr tarz da tezahüratları görüldü. Bu
sırada konağın iç tarafından atılan bir el silah Cebeci askerlerinden birinin
ölümüne sebeb oldu. İsyanın şiddeti her an artmağa başla mıştı. Sarayı korumaya
koşmuş bulunan Sekbanbaşı ne hikmetse hapse konurken, şeyhülislâm Feyzullah
efendinin damadı İstanbul Kadı'sı Seyyid Mehmed efendi de aynı muameleye,
yâni Sekbanbaşı gibi habsedilmişti. Hem isyancı hem de sancak-ı şerifi
istemeleri ise pek şaşırtıcı idi. Tabii maksatları, Osmanlı insanının dâima
önünde hürmetle eğildiğini bildiğimiz sancağı Nebî'nin, diktikleri isyan
bayrağının yanına dikerek ahalinin kendilerinin emellerine ortak olmasını
temine matufdu. Sarayda itaat sahibi Bostancılar, Eyyüb-sultan Hazretlerinin
türbesinde muhafaza olunan sancak-ı Şerifi kimseye sezdirmeden saraya
aşırdılarsada, nasıl haber aldıkları meçhul olan isyancılar sancağı şerifi
saraydan zorla getirtip, kendilerinin isyan bayrağının yanına diktiler. Öte
yandan; İstanbul Kadı'sina tazyikte bulunularak ulemanın 1 en gelenlerinin,
kendi taraflarını tutması ve toplanmasının Gerektiğini ihtar ettiler. Halkın
mücbir ihtiyacı olan, fırın, ka-aP ve manav gibi dükkânlar dışında diğer
esnafın kapalı ol-asını temin için münadileri bağırttılar. Böyle yapmalarınında
sebebi hem yağmayı imkânsız hâle kılmak hem de esnafı malının düşüncesiyle
başbaşa bırakmaktı.
İsyana kalkmış bulunan güruh, yeniçeri ağalığına Çalık Ahmed adlı
birini seçtiler. Bu seçimle ihtilâl kendisine merkezi idare yeri ve otorite temin
etmiş oluyordu. Buna bağlı olarak da, ihtilâl nisbeten muntazam ve bir
hiyerarşi bulmuş oluyordu. Orta Camii (Şehzadebaşı Camii) de ulema ve ihtilâl
ileri gelenleri toplandılar. Yeri gelmişken sık sık vukubul-makta olan isyan ve
ihtilâllerde Orta Camii diye bir ifade yer almaktadır. Bunu Mimar Sinan'ın
Saraçhane başındaki çıraklık eseri olarak adlandırdığı Şehzadebaşı Camiine
(orta cami) denilmektedir. Yine bazı tarihçiler, bahse konu ihtilâl ve
isyanlarda toplanma yeri olarak belirtilen orta cami beyanının, Şehzadebaşı
değil, yeniçeri kışlalarının bazı ortalarının içinde yer alan mescidlere orta
camii dendiği ifade edilmek-teysede, bir çok vakada toplanılan yerin sadece,
orta cami ifadesiyle geçiştirilmediği neresi olduğu da belirtilmiş olduğundan
belki, çok az istisna ile orta camii tâbiri, Şehzadebaşı Camii'ne ait olduğu
görüşünü muhafaza etmek istiyoruz. İşte bu camide yapılan; ihtilâl ekibi ve
ulema arasındaki içtimada sudur eden karar, Şeyhülislâm Feyzullah efendi ve
oğullarının derhal azli, padişahın ise bulunduğu Edirne'den Dersa-adete
dönmesini taleb eden bir mektup kaleme alınması oldu, ulemadan beş kişi, yedi
ocak askerinden, ikişer kişi olmak üzere ondokuz kişilik bir heyet, bu günkü
deyime uygun olarak bir ültimatom da, denebilecek mektubu Edirne'de bulunan
padişaha tebliğ için yola çıkarıldı.
Edirne Toplantısı
İstanbul'da vücuda gelen harekâtın her bir anını takip etmekte
olan Edirne, şeyhülislâm konağında bir toplantıya şa-hid oldu. Burada tezekkür
ettirilen karar, ültimatomu getirecek heyet derhal tevkif olunacak
şeklindeydi. Kul Kâhyasının başına geçirilen yüz kişilik müfreze gönderilmişti.
Hemen ertesi günü sadrazam Râmİ paşanın konağında yapılan içtimada Kul
Kâhyası üzerine aldığı vazifeyi yerine getiremezse ne yapılması lâzım geleceği
hususunda bir müzakere açıldıysa, bu soruya cevap verebilecek kıratta kimse
toplantı da mevcudiyeti olmadığından netice hasıl olmadı ve bikarar olarak
dağıldı.
Buna karşılık toplantılar tertip edip ne yapacağız diye kafa
patlatanlar, Kul Kâhyasının vazifesini bihakkın pek güzelce yerine getirdiğini,
gelenleride tahtı tevkife -aldığını da henüz öğrenememişlerdi.
Valide Sultan-Padişah Mülakatı
Padişah validelerinin; memleket ahvalini adım adım ve her antâkip
ettiği bir vakıadır. Bu takip sadece tahtı korumak olmayıp, her anne gibi
evlâdını koruma refleksinin neticesin-dendir Sultan Mustafa'nın annesi, Gülnûş
Valide Sultan bu reflekslerle mücehhez bir anne olarak padişah oğlunun yanına
koştu. Üzün zaman rakipsiz bir padişah hanımı olarak yaşadığı hayatın
kendisine kazandırdığı tecrübi bilgileri aktarma yolunu tuttu. Diyordu ki;
"Asakir, İstanbul yolu üzerinde birikmiş, neredeyse buraya
gelirler. Siz daha önce davranın şeyhülislâm ve oğullarını azledin. CImulurki
teskin olurlar. "Diyerek tavsiyede bulundu Şeyhülislâm ve oğullan
azledilip, Erzurum'a sürgüne gönderildi. Kul Kâhyasının tevkif ettiği heyetin
serbest bırakılıp Edirne'ye gelmelerine müsaade olunduğuna dâir ferman çıkarıldı.
Makam-ı meşihata Yaşmakçızâde; bir irade-i seniyye ile, tâyin edildiysede,
Yaşmakçızâde özür beyan etti. İhtilâlciler ise kendilerine müsbet davranan ve
istediklerini ifaya gayret ederek kendini sevdirmiş olan Bursalı İmâm Mehmed
efendiyi istemekte idiler. Padişah bu isteğe kapalı kalmadı, Mehmed efendiyi
ifta makamına getirmekte tereddüt etmedi. Bu sırada hatadanım? Yoksa
isyancıları deneme teşebbüsümü sayılır pek bilinmez bir davranış sergiledi
Sultan 2. Mustafa.
Bilindiği gibi Kul Kâhyasının tevkif ettiği daha sonra padi-şah'ın
fermanıyla, serbest kalan heyetin hâmil olduğu mek-tupda, padişahın İstanbul'a
dönmesi taleb edilmekteydi. Buna rağmen taleplerin büyük bir bölümünü yerine
getiren padişah, dönme talebine cevap olarak bir müddet daha Edirne'de
kalmaya devam edeceğini bildirdi. Bir görüşe göre; padişah bu davranışıyla,
ortalığı iskandil ediyordu. Diğer bir görüşe göre de, padişah isyancıların
isteğine göremi hareket etsin sorusu, evet. Gerekirsede isteklere uygun hareket
icab eder, çünkü bu bir fırtınadır. Önemli olan zamana meseleyi yayabilmektir
vede fırtınayı sükunet sahiline çekebilmektir. Bunun temininden sonra
milletimize mâl olmuş pek güzel bir deyiş vardır! Siz bu deyişi neresinden
alırsanız alın ben buraya yazıyorum: "Elmi yaman? Bey mi yaman?"
2. Sultan Mustafa'nın Hâli
Padişah, İstanbul'a gönderdiği mektupla akıbetini dene-miştiki
netice olumsuz çıkmıştı. Çünkü; bir müddet daha Edirne'de kalacağım cevabı,
isyancıların aklına biz de bu padişahı tahtından edelim düşüncesine
varmalarına yaradı. İstanbul tarafı hâl meselesini gerçekleştirmek için
İstanbulun şirndi Londra asfaltı üzerinde, Osmaniye hizasındaki Çırpıcı
Çayırında altmış bin asker ve sayısız ahali toplanmış, Edirne'ye yürüyüşe
geçmeye ahd etmişlerdi.
Beri yandan asker ve ahalinin yapmış bulunduğu ahd-ü peymani haber
alan Rami paşa pek yanlış bir yol tutmuştu. Tercih ettiği tarz askerlikten
hakikaten hiç anlamadığının çok beliğ bir delilini teşkil eder. Yapmış olduğu
sakat ve kötü tercih şuydu: Rumeli ve Anadolu Askerinden müteşekkil seksen
bin kişilik ordu meydana getirmiş, Edirne üzerine yürümekte olan İstanbul
ihtilalcilerinin üzerine yürüyüşe geçirmişti. Halbuki her iki gurubun asker
liderleri gizlice haberleşmişler, mutabakata varmayı temin etmişlerdi. Rami
Paşa son anda bu mutabakattan haberdar oldu ve Edirne'ye dönmevi kararlaştırdı.
Aslında buna kaçma denir amma devletimizin sadnazamının kendi ordumuzdan
kaçtığını söylemek bize iki buçuk asır sonra dahi zor geliyor.
Yürüyüşte olan iki topluluk; ertesi gün karşılaştığı noktada bir
kucaklaştılar ki; herkes bu kardeşliğe parmak ısırdı. Şeyhülislâm, İmam Mehmed
efendinin verdiği fetva ile Sultan 2. Mustafa tahtını kaybediyor, yerine
veliahd şehzade Ahmed, 3. Ahmed unvanıyla Osmanlı tahtına cülus ediyordu. Makamı
sadaretten infisal eden Rami Paşanın yerine, padişahla aynı adı taşıyan Kavanoz
Ahmed Paşa tâyin ediliyordu. Tarihler bu sıralar da; 1115/1703 senesini
gösteriyordu.
Edirne Olayının Nedeni
Sultan 2. Mustafa'nın tahtını kaybetmesinde önem taşıyan
müessirlerden birinin şeyhülislâm Feyzuîlah efendinin taksiratını görmek
durumundayız. Ancak işin başka bir tarafını da belirten Mustafa Nuri Paşa'nm
meşhur "Netayic ül Vukuat" adlı eserinin 23. sh. den şu alıntıyla
sayfalarımızı süsleyelim: ". şeyhülislâm efendinin, ilmi makamları ve
rütbeleri kendi çocuklarına ve yakınlarına vermesinden dolayı, bu meslekler de
çalışanların gönülleri kırılmış ve gücenmişlerdi. Daha Önce kî zamanda,
Sufi'ler (mistikler) <bize göre erbab-ı tasavvuf. M. H> hakkında ihanete
cesaret etmiş bulunan Vâni Mehmed efendinin damadı olmasıyla şeyh efendilerde
onun (Vâni Mehmed ef. dinin) soyunun sopunun azılı düşmanı kesilmişlerdi. Öyle
ki aşağıda anlatacağımız olayın ortaya çıkmasında rahmetli Vâni Mehmed ef. dinin
iki oğlu, onbeş yıldan beri Bursa yakınlarında, babalarının yaptırmış olduğu
camiin yakınındaki çiftliklerinde oturmakta ve devlet görevi almaktan çekinmiş
bulundukları halde, bu olayda bunlarıda oradan getirtip öldürdüler. Sözde bu
masum kişileri Öldürme yolu ile Vâni Mehmed ef. diden öc almış oldular."
Böylece zahide bâtın uleması arasındaki sessiz mücadele, zamanla böyle
sıkıntılara ve kanlı intikamlara varmıştır. Bizim yukarıda Rami paşanın
Edirne'de Rumeli ve Anadolu askerinden müteşekkil bir ordu tanzim ettiğini
belirten, ancak askeri liderlerin gizlice haberleşerek ittihad eylediklerine
dair yazdıklarımızda kaynağımız Sadrazam Kâmil Paşa'nın "Tarih-i
Siyasiye" adlı kıymetli eseridir. Yine kıymetli eserlerden "Ne-tayic
ül Vukuaf'ın kıymetli yazarı Mustafa Nuri Paşa, İstanbul'dan yola çıkan
kuvvetin sayısını yirmibin civarında göstermekte ayrıca buna zamimeten
İstanbuldan gelenlere karşı çıkmakla Rami paşa tarafından görevlendirilmiş
olan, Kâmil Paşa'ya göre seksenbin kişi civarındaki kuvvet, Nuri paşanın
eserinde, padişahın yanında pek az sayıda bir askerle Haf-sa'ya geldiğini ve
yanmdakilerin İstanbul'dan gelenlere katılıp, padişahı yalnız bıraktığını
padişahında ister istemez, Edirne'ye döndüğünü belirtiyor. Bu mübayenet esasa
önemli tesirde bulunmuyorsa da işde rol sahiplerinin yanlış tanımlanmalarına
yol açmak bakımından mahzur taşıdığını teslim etmek durumundayız.
Netayic ül Vukuatta; 2. Sultan Mustafa'nın taht'tan indirildiği
tarih, 1115/rebiyülahirin/3.
günü-23/ağustos/1703 olarak gösterilmektedir.
1115/rebiyülahirinin 3. günü-1 703/se-nesinin/ağustos ayının 17. günü
olan cuma gününe müsadiftir. Yine Netayiç'de, 23/ağustos/1703'de taht'tan
indirilmesinden, 140 gün sonra vefat ettiği yazılıdır. Bahse konu eseri
osmanlıcadan sadeleştiren Neşet Çağatay, Sultan 2. Mustafa'nın 30/aralık/1703
günü öldüğünü ifade ederek 23/ağus-tos/1703'de taht'tan indirildiğine göre
ölümü 140 değil, 129 gün sonra vukubulmuştur demektedir. Şimdi bize kalırsa
17/ağustos, rebİülahirin 3. gününe denk gelen günü teşkil ettiğinden, o
sıralarda tarihler kesinlikle hicri tarih olarak ka-ale alındığından, aradaki
fark burada miladi tarihe dönüştürme sırasında yapılıyor kanaati ağır basıyor.
Şimdi 17 ağustosu baz alırsak, 30/arahk da, vefat tarihi olarak kabul edillin-ce
135 gün sonra vefat vukubulmuştur diyebiliriz. Neşet bey 23/ağustosu baz
aldığından, 30 arahk'a kadar geçen dönemi 129 gün olarak hesaplıyor. Demekki,
Netayic üi Vukuat'ta Nuri paşa 140 gün diyerek 30/aralık 1703 tarihini ölüm
tarihi olarak kabul etmemiş demek mümkün olur. Çünkü, eserinde şu gün vefat
etti dememektedir. Clzunçarşılı, 1115/şa-ban/20-29/ocak/1704 diyor.
2. Mustafa'nın Şahsiyeti
Sultan 2. Mustafa pek gayretli, cesur, gazi bir padişahtı. Geçmişi
içinde bir çok padişaha üstün vasıfları vardı, sekiz sene 6 ay, 14 gün süren
padişahlık döneminde üç defa sefere çıkmış ve bu seferler uzun sayılacak
müddeti kapsamıştır. Yalnız etrafının sözlerine pek uyar, kızdıklarına çok
şiddetli davranırdı. Ağır cezalar verirdi. Uzun zamandır tatbik olunmayan
sadrazam katli devrinde bir kaç defa yeniden uygulanmaya avdet olunma durumu
yaşanmıştır. Etrafından iyi kimseler bulunduğunda ki buna misâl olarak Amcazade
Hüseyin Paşa, eğer bir fitneye kurban gitmeseydi Daltaban Mustafa Paşa gibi
zevat beraber çalışmaları esnasında başarılara imza attıklarından padişah
değerli kişilerle daha iyi çalışıyor düşüncesini doğrulamaktadır. Eğerki mesai
arkadaşları kıymettar kimselerden müteşekkil olsaydı, doğudaki ezeli
düşmanımız moskof, pek zor vaziyetlere düşürülebilirdi.
2. Mustafa'nın Hanımları Ve Çocukları
2. Mustafa'nın hanımları; Âlicenâb Kadın, Afife Kadın, Hümaşah
Kadın, Saliha Kadın, Şahsuvar Kadın ve Hatice Ka-dın'Iardır. İkballeri ise
Hafsa (Hafize) ve Hanife hatunlardır. İlk hanımı 1699/1110 yılında Edirne'de
vefat etmiş, Darül-hadis Camii naziresine defnolunmuştur.
Afife Kadın hakkında bilgi yoktur. Hümaşah Kadını 1 l/şaban/l
111-1699/şubat/l/ pazartesi günü ahirete intikalini bilebiliyoruz.
Saliha Sultan'a gelince 1696/1108 tarihinde Sultan 1. Mahmud'u
dünya'ya getirdiğinden, ileride oğlu padişah olduğunda 9 yıl süren Valide
Sultanlığı devri yaşamıştır. 1152/1739 tarihinde dar-ı beka âlemine uqdu. Alaca
Minare mescidi bu Valide Sultanın hayratıdır.
Şehsuvar Sultan ise 1110/1699 tarihinde 2. Mustafa'nın 2. oğlu
Sultan 3. Osman'ı dünya'ya getirdi. Oğlu 3. Osman'ın padişahlığı esnasında iki
yıl Valide Sultan makamında bulundu ve yetişen ecel 27/recep/l
169-27/nisan/1756 salı günü kabir hayatını başlattı. Nuruosmaniye Camii
avlusundaki türbesine defnolundu.
Hatice Kadın hakkında malumat 1107/1695 yılında ahnan eşyaların
listesinde adının geçmiş olmasından ibaret.
İkballeri bölümünde mütalaa olunan Hafsa hatun'un hikâyesi,
diğerlerine göre epey farklı. Çünkü ilk önce bu hanım, sefire Leydi Montegü'nün
meşhur "Şark Mektuplarında" görüştüğünü söylediği saray hanımıdır.
Hafsa Sultan 2. Mustafa'dan beş kız doğurmuşsa da bunların dördü ölmüş bir
kızı yaşamıştır. 2. Mustafa 'taht'tan indirilince Hafsa Sultan 3. /\hmed
tarafından sarayın dışında bir evliliğe zorlanmış ve Hafsa hatun, bu muameleye
karşılık olarak, 3. Ahmed'in yüzüne karşı: ".Kardeşinin hanımına bu
hakareti yapacağına kalbine bir bıçakla sapla!" deme cesaretini
göstermişse de, lâfı dinlenmediğinden, kendisini on yaşındayken saraya getiren
reisülküttap Bekir efendiyi seksen yaşında olduğu halde eş seçmiştir. Hafsa
Sultan 36 yaşındadır ve Bekir efendi ile ömrünü geçirmektedir, demektedir Leydi
Montegü.
Ancak; Padişahların Kadınları ve Kızları adlı çalışmayı yapmış
bulunan Çağatay üluçay, şu mütalaayı vermektedir: ".Sonu hakkında başka
bir bilgi yoktur. Hafsa Sultan'ın Kadın efendi değil, ikbal olduğunu
sanıyorum. Beş çocuğunun olmasını da şüphe ile karşılıyorum." Demekte.
Hanife Hatun ise, Sultan 2. Mustafa'nın diğer bir ikbali'dir. 2.
Mustafa'nın taht'dan indirilmesinden sonra, Hafsa hatun gibi Hanife hatun'da
başkasıyla evlendirilmiştir. Bu evliliğin-dende İbrahim isimli bir oğlu bir de
kızı olmuştur.
Sultan 2. Mustafa'nın Kızları
Ayşe Sultan, Emine Sultan, Safiye Sultan, Emetullah, Zeyneb vede
Fatma Sultan ile Rukiye Sultan hanımlar olmak üzere yedi kızı bulunan 2.
Mustafa'nın bu kızlarının annelerinin kimler olduğu hakkında TTK.
yayımlarından neşrolunan Çağatay üluçay'in kaleme aldığı "Padişahların
Kadınları ve Kızları" adlı eserde malumata rastlanmamıştır. Böyle resmi
bir kurumda eseri yayınlanan yazarın bu eksiğini hoş görmek kabil değildir.
Sırf padişahların eş ve çocuklarını milletimize tanıtmaya gayret sarfetmesi
niyetiyle yazılmış olması gereken bu eserin padişah kızlarını hangi hanımlardan
doğmuş bulunduğunu araştırıp adı ile iddialı bir eser için büyük eksikliktir.
Fakat, Sicill-i Osmani adlı eserde hanımların annelerinin isminin
zikrediimediğini gördük ve yine mezkûr eserde 2. Mustafa'nın Hasan adında bir
şehzadesi, Ayşe, Emine, Safiye ve Emetullah Sultan hanımların isimlerini zikretmiş
görüyoruz. Padişahlık yapan 1. Mahmud ve 3. Os-man'ıda zikretmektedir Sicilli
Osmani.
Ayşe Sultan 30/ramazan/l 107-30/nisan/1696'da doğmuş,
1166/1752'de vefat etmiştir. Yeni cami haziresine def-nedilmiştir.
Emine Sultan ise; 1696/1107'de doğmuştu 1152/1739'da hayata veda
etti.
Safiye Sultan'a gelince; 1 8/cemaziyelevvel/1 1 08-1696/13/arahk
sah günü dünya'ya gelmiş, 1152/1739'da vefat etmiştir.
Emetullah Sultan; 1113/1701'de doğdu. 1139/1727'de vefat etmiştir.
Sultan 2. Mustafa'nın Sadrazamları
Sürmeli Ali Paşa: Bu sadrazam, 2. Ahmed'in son, 2. Mustafa'nın da
ilk sadrazamıdır. Sultan 2. Mustafa tahta geçtiğinde Sürmeli paşayı görevinde
ipka etti. Ancak beraberce 85 gün çalışabildiler ve Sürmeli Ali Paşa, 1 yıl 1
ay 19 gün süren sadrazamlığından ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Dime-toka'da
doğan Ali paşa Sokollu Mehmed paşanın ahfadı tarafından yetiştirilmiştir.
Sadarete gelmeden önce çeşitli vazifelerde bulunmuş, iki defa da başdefterdar
olmuştur. Bugünkü mâliye bakanlığı mukabilidir. Ordunun başında seferede
çıkmış oiup 1694'de Varadin kalesini kuşatmış ancak hava muhalefeti kendine bir
zafer temini fırsatı vermemiştir. Askerimiz açılan siperlerde yağmurdan husule
gelen sel sonunda siperlerde gark olma tehlikesi atlattı. Sultan 2. Mustafa
sefer arzusundayken sadrazam bu sefere çıkışı önleme babında tertiblerde
bulunduğu hakkındaki söylentileri padişah yaptığı kıyafet tebdili içinde tahkik
etmiş ve konuşulanların hakikati aksettirdiği kanaatine vardığından önce azil
etmiş, daha sonrada katledilmiştir. Cömert bir kimse olduğu servet sahibi olmadığı
görülmüştür. Kabri Edirnede Evliya Kasım Çelebi camii kabristanında olduğunu
Clzunçarşılı beyan buyuruyor.
Şehid Elmas Mehmed Paşa: Bu zat 2/5/1695'de sadarete getirildi.
Kastamonu'lu olup devletin çeşitli görevlerinde istihdam olundu. Hızla
yükseldi ve makamı sadarete geid;. Sultan 2. Mustafa'nın yanında üç defa sefere
çıkmıştır. Bu seferlerin sonuncusunu teşkil eden ve Zanta Bozgununun yaşandığında
askerin karşı tarafa geçmesini önlemeye çalışırken yeniçerilerce bu işi
başımıza getiren sensin nidaları arasında parça parça edildi. Şehidlik
mertebesine ulaştı. Elmas lakabı pek güzel ve yakışıklı olmasından kaynaklanır.
Makamları çok çabuk aştığından devlet erkânı kendisini kıskanırlardı,
dolaysıyla da sevmezlerdi. Demekki tayinler ve terfilerde sadece önümüzdeki
kıymete bakmak kâfi olmayıp, etrafın tanzimine dikkat gerektiği nümayan
oluveriyor. Elmas Mehmed paşa sadareti ve hayatını kaybettinde tarihimiz 1
l/eylül/1697'yi göstermektedir. Osmanlının 102. sadrazamıdır.
Amcazade Hüseyin Paşa: Köprülü Mehmed paşa merhumun kardeşi olan
Hasan Ağa'nın oğludur. Gerek amcasının gerekse amcazadesinin dönemlerinde
devlet İşlerinden uzak durmuş ve Bulgaristanda bulunan Pravadi kasabasında Kozluca
köyündeki babasına aid çiftlikte vakit geçirmiştir. Amcazâde Viyana muhasarasından
bu tarafa gelen Merzifon-İu'nun idamından sonra Köprülü ailesinin gözden
düştüğü ve bu aile ile alakalı olanların bir takibe de maruz kaldığı göz önüne
alındığında, Hüseyin Paşa'nın bir Sancak idaresini üstlenmesi kendisinin
ortadan çekilmediğini gösterir. Daha sonra İstanbul kaimmakamlığına getirilir.
1694 yılında Sakız Adasını kurtarmak için yapılacak seferde Kaptanıderyalığa
getirildi. Sakız'ın alınmasından sonra hemen Sakız'a muhafızlığı tayinine dair
emir geldi. Kaptanıderya makamı hakiki bir denizci olan Mezamorta Hüseyin
Paşa'ya tevcih olundu. Çeşitli makamlarda gösterdiği ferasetli idare daima
yükselmesine sebeb oldu. Zanta Bozgunu öncesi mütalaasına önem vermeye gerek
görmeyen, gerek merhum sadrazam şehid Elmas Mehmed paşa ve Cafer paşa
yanıldıklarını feci bir tarzda Öğrendiler. Amcazade, bu mütalasını duyan padişah
tarafından, Tamışvar da makamı sadarete getirildi. Bu makamı alma esnasında
gerek amcasının gerekse amcazadesinin pazarlıklarını hatırlattı. Onlara
gösterilen statüyü ta-leb etti. Padişah bunu derhal kabul etti. Elmas Mehmed Paşa'nın
katli esnasında kayıp olan mührü hümayunun yerine bir yenisi yaptırılıp, yeni
sadrazama yeni mühürle işbaşı yaptırıldı. Sadrazam paşanın en büyük şansı
Köprülülerden sonra yeniden kabiliyetli devlet adamlarının yetişmeye başlamış
olmasıydı. Sadareti esnasında en büyük yardımcısı olarak denizaşırı meseleleri
halleden büyük amiral Mezamorta Hacı Hüseyin paşa, dış işleri siyasetinde derin
vukufu ile Rami Mehmed efendi büyük yardımların sahibi oldular. Ne varki
sadrazam ile şeyhülislâm anlaşmazlığı baştan beri olmaktaydı. Feyzullah Efendi
ile Amcazade Hüseyin paşa çekişmeye dönüştü. Amcazade istifa ederek Silivri'de
bulunan çiftliğine çekildi. Padişah 2. Mustafa sadrazamının istifasına şu hattı
hümayunla adetâ bir teşekkürnâme göndermiştir, üzunçarşılı rnerhum'un
tarihinden alıntılayalım:
"Senin hizmetinden her veçhile hoşnudidim. Ancak bir kaç
defadır tekaüd ihtiyarıyla rikâbı hümayunuma iltica eylemiş idin ve hâla sahib
firaş olduğundan mesalih-i ibâdı görmede aczin olduğu mesmû-ı hümayunum oldu.
Çiftliklerinden murad ettiğin mahalde meks ve ikamet etmek üzere haslar tayini
ile sana tekaüdlük ihsan-ı hümayunum olmuştur, mühr-i şerifi kapıcılar
kethüdam ile gönderesin." Hüseyin paşa 1114/1702'nin 29 rebiülevvel-23
ağustos çarşamba günü vefat ettiğinde altmış yaşları civarındaydı. Çiftliğinden
nakledilen naşı Saraçhane başındaki medresenin yanındaki parmaklıkla çevrili
türbeye defnolunmuştur. "İntikalin gûş edip Arif dedi tarihini Cennet-i firdevsi
Hak ide Hüseyin'e câygâh" <1114>
Daltaban Mustafa Paşa: 4/9/1702 tarihinde sadarete gelen Daltaban
Mustafa paşa 4 ay, 20 gün sonra yerini Rami Mehmed paşaya bırakarak mazul
kılındı, 1 O/ramazan/l 1 1 4-28/ocak/1703 cumartesi günü öldürtüimüştür.
Askerler bu katledilme olayına pek üzülerek homurdanmışlardır.
Rami Mehmed Paşa: Bu zat geldiği makamı sadarette 6 ay, 29 gün
kalabilmiş ve 22/ağustos/1703'de yerini Kavanoz Ahmed paşaya terke mecbur oldu.
Kavanoz Nişancı Ahmed Paşa: Bir karışıklık esnasında sadaretin makamına gelen
paşa, ancak 2 ay, 26 gün veziriazamlik yapabildi. Ayrıldığında tarih
17/kasim/1703'ü gösteriyordu.
Damad Enişte Hasan Paşa: Bu sadrazam 2. Mustafa'nın son sadrazamı
idi. İki aya yakın kısmı 2. Mustafa ile geçen sadaretinin, sekiz ay civarında
bölümü 3. Ahmed'le çalışılarak geçmiştir.
2. Mustafa'nın Şeyhülislamları
Sadık Mehmed Efendi: Bu şeyhülislâm 2. Ahmed'in son , 2.
Mustafa'nın ilk şeyhülislâmıdır. Sürmeli Ali Paşa, 2. Mustafa'nın hocası olan
Seyyid Feyzullah efendiyi İstanbul'a davet haberini öğrenince, meşihatin buna
verileceğini idrak ettiğinden, Sadık Mehmed efendiyi azle yerine de padişah
imâmı Bursalı Mehmed Efendiyi tâyin ettirmişti. Burada sadrazamın güttüğü
maksat Feyzullah efendinin önünü alabilmesidir. Padişahı, hocası ve imamının
arasında bir tercihe itmekti. Mehmed Sadık efendi el çektirildiği makam-ı
meşihattan ayrılınca Fındıkh'daki yalısına çekildi, ikinci meşihatı gerçekleşene
kadar bu yalıda oniki yıl oturdu ve akaid, tasavvuf ve de tevhİd konularında
ilmi tetkiklerde bulundu. 1121/rama-zan/1709 kasım ayı geldiğinde 81 yaşında
olduğu halde irti-hal eyledi. Meşihatının toplam süresi 21 aydır. Kabri
Fındıklı camiindedir. Mehmed Efendi (Hünkâr İmamı): Bursalı diyede anılan
Mehmed efendi, hace-i sultani olan Seyyid Feyzuüah efendinin İstanbul'a
gelmesiyle 2 ay durabildiği makamı meşihattan alındı. 11/şev-val/l
106-25/mayıs/1695'de görevinden alınan Mehmed efendi, Sultan Mustafa'nın 2.
şeyhülislâmı ve bu sultanın taht'tan indirilmesi sırasında kıyamcılar tarafından
makam-ı meşihata getirilmesi hasebiyle, 3. Ahmed'in ilk şeyhülislâmı olma
şerefinede nail olmuştur. 1141/1728 tarihinde Bursa'da vefat etmiştir.
Şeyhülislamlığının süresi iki defada yekûn yedibuçuk aydır. Seyyid Feyzullah
efendi: Dokuz yıl yaptığı şeyhülislamlık onun etrafını kayırması hasebiyle feci
bir sonla karşılaşmasına sebebiyet vermiştir.
Meşhur Edirne Vakasında büyük hakaretlere de maruz kaldıktan sonra
hakaretler cesedine dahi yapılmıştır. Talebesi olan padişahı, kendisiyle
beraber mahva sürüklemiştir. Padişah 2. Mustafa taht'tan indirilmiş ve
hocasının uğradıği akıbetten kılpayı kurtulabilmiştir.
Sultan 2. Mustafa'nın Muasırları -Almanyada: İmparator Leopold
İngilterede: Kral 3. Gilyom ve Kraliçe Ann Papalık da- 12. İnnosan, 11. Kaleman
Prusya da: 1. Fredrik Rusya da: imparator 7. Petro Fransa da: 14. Lui gibi
hükümdardır. Memâlik-i Mahrusada yâni Osmanlı topraklarından bir kaç meşhuru da
yazarak sayfamızı süsleyelim. Köprülüzâde Fâzıl Mustafa paşa, Abdullah ve
Amcazade Hüseyin paşalar, Koca Halil paşa, Şeyhülislâm Feyzullah efendi,
ulemadan Vâni ve Şefiknâme yazan Şefik efendileri zikredebiliriz.