SULTAN 3. MUSTAFA :
Babası: Sultan III. Ahmed Han
Annesi: Mihrimah Sultan
Doğum Tarihi: 1717
Vefat Tarihi: 1774
Saltanat Müd.: 1757-1774
Türbesi: İstanbul Laleli Camii.
Sultan 3. Mustafa; Osmanlı tahtına cülus ettiğinde kırk
yaşlanndaydı. Ancak sadaret makamında bulduğu Koca Ra-gıp Paşa ülke genelinde
sükûneti temin etmiş, yeniçeri sessiz sedasız emirlere müheyya beklemekte,
hudud ahvali ise asayişin berkemâl dönemini yaşamaktaydı. Osmanlı ülkesi tam
manasıyla bir ıslahattan geçecek şansı yakalamıştı. Avrupa devletlerinin gerek
rönesans gerekse, dini revizyon senelerini atlatmış olmanın verdiği hararetle
avrupayı yeniden tanzim ediyor ve yaşanacak topraklar sömürülecek insanlar
bulabilmek için, dünya denizlerine müştereken yelken açmak gibi arayışlara
başvurmaktalardı. Allahdan ki içlerinde var olan bencillik ve kıskançlık
birbirlerini yemelerine zemin hazırlamaktaydı. Bunlar oldukça da, basanlarını
tam manasıyla dünyayı yönetme gibi bir merkeze oturtamıyorlardı.
Her nekadar hristiyan dünyası Papalığın teşviki ile müslümanların
âlemine tasallut ediyorlarsa da, islâmın kılıcı olan, aynı zamanda islâm
hâlifesinin başında bulunduğu, Osmanlı devleti yapılan i'zaç haraketlerini
savmayı zorda olsa muvaffakiyetle becermekteydi. 3. Mustafa sadaret makamında
bulduğu Dâmad Koca Ragip Paşa'yı görevinde tutma akıllılığını göstermiş fakat,
pek fazla sulh sever ve biraz da rahatına düşkün bulduğu, sadnazamina karışmama
arzusunu devam ettiremedi.
3. Mustafa; Moskof düşmanı padişahların arasında enönde yer alması
mümkün olan bir zattı. Rivayet olunurki; Sadrazamına: "Lala niçin Ruslara
savaş açmayız, paraysa esas derdin, Edirne'den onların başkentine kadar her
bîr adıma bir san lira dizeyim" dediğinde, Koca Ragıp Paşanın cevaben:
"Padişahım; devleti Osmaniye uzaktan bakıldığında heybetli
bir arslanı andırır. Eğer yakından tetkik edildiğinde görünür-ki- bu arslanın
dişlerinin dökülmüş, pençelerinin tırnakları kırılmış haldedir. Bunu Öğrenenler
artık o arslanı rahat bırakmazlar. Bunun için uzaktan görünen heybetiyle bu
ars-lan, düşmanlarının çekindiği çatmaya korktuğu görüntü olarak kalsın. Belki
geçen bu zaman zarfında devlet-i âliye yapacağı ıslah edici tanzimlerle
arslanı kuvvetli bir hâle getirebilir!" mealinde beyanda bulunduğu
söylene gelmektedir.
Koca Ragıp Paşa - Bir devr-i padişahı; tam manasıyla anlatmaya
geçmeden önce hemen sadrıazamını anlatmak belki bizim tatbik ettiğimiz usûlünde
dışında bir tarzdır. Ancak kabul gerekirki, 3. Mustafa'nın sadaret makamında
bulduğu bu sadrazamın iktidarını takdirde gösterdiği isabet ve durmadan savaş
yapmakta olan bir devleti sakin bir döneme çekmeyi başarmış, sulh içinde
eksiklikleri telâfi etmeyi mümkün kılacak zamanı kazandırmış olması dahi, Koca
Ragıp Paşa'ya apayrı bir ehemmiyet vermeyi gerekli kılmıştır. Koca Ragıp Paşa
ünlü Larus ansiklopedisinde emsaline kıyaslanamayacak şekilde, genişçe
bahsedilme şansmi bulmuş zevattandır. Buradaki malumata göre; 1699 yılında
dünya'ya gelmiş olduğu İstanbul'da, 1763 yılında vefat etmiştir. Türbesi İstanbul'umuzun
Aksaray semtinden Lâleli caddesi üzerinden Ba~ yezid'e çıkarken yolun sağ
tarafındadır. Kendi adını taşıyan kütüphanesi elan istifade olunan
kütüphanelerden olduğu gibi, kapı yanında demir parmaklıkla ayrılmış bölümdeki
kabrinde medfundur.
Babası Mustafa Şevki efendi, Defterhâne kâtiplerindendir. Ragıp
Paşa, medrese tahsilini yapmaktayken Defterhane'nin kalemine devam etmekteydi.
İranla yapılan savaşlarda elde edilen arazinin kayıt işleri için Revan Valisi
Arifi Paşanın mektupçuluğuna
getirildi. Bu sıralarda 25 yaşlanndaydı.
Akabinde de, Köprülüzâde Abdullah Paşa ile Hekimoğlu Ali Paşanın,
maiyetlerinde de görev yaptı. 1729 tarihinde İstanbul'a geldiğinde de yaşı 30
olmuştu. İran bölgesine gitmesi bir defa daha gerekmişti. Nâdir Şahı bu sırada,
İran üzerindeki nüfuzunu, Bağdat üzerine yoğunlaştırmak için 1733'de mezkûr
yerin, yâni Bağdad'ın bunlar tarafından muhasarası gerçekleştirilince, Ragip
Paşa'nın İstanbul da mâliye tezkere-ciliği vazifesine tâyini yapıldı. Yeni
vazifesinde ve müteakip görevlerde bilhassada, Avusturya ve Rusların delegeleri
ile Nemirov kasabasında yapılan, sulh müzakerelerinde üstün başarı gösterdi.
1741 tarihi Ragıp efendiyi reisülküttaplık makamında yâni bu günkü
karşılığı hariciye vekâleti olan koltuğa oturmuş buldu. 1744 senesinde Mısır
valiliğine vezirlik rütbesinde paşa yapılarak gönderildi. Burada vazifesi beş
sene kadar devam etti. Bu arada Mısır'da önemli nüfuz sahibi olan Kölemen
beylerini tasfiye etmeyi de başardı. Bilahire diğer valiliklerde de başarısını
devam ettiren Ragıp Paşa, 3. Osman'ın hükümdarlığı esnasında sadrıazam oldu.
Hayatının sonu olan 1763 tarihine kadar, bu makamı muhafazaya muvaffak oldu.
Prusya devletiyle iyi münasebetler kurarken, denge politikasını ihmâl etmedi,
ne Rusya ile ne de Avusturya ile sıcak savaşa fırsat vermedi. Edebi tarafı
kitaplarla anlatılacak kadar renk ve incelik dolu bir zattır.
Şâir Fitnat hanım ile sohbetlerini zürefa elan nakleder. Biz bir tanesini
nakle ictisar edelim: Şâire Fitnat hanım, Ragıp Paşa'nın bir arkadaşının kızı
idi. Pederane sohbetleri olur imiş. Bir gün Paşanın köşkünün bağçesinde beyaz
örtülü bir masanın etrafında sohbet ederlerken, uşaklar vişne şerbeti getirmiş.
Ragıp Paşa'da bir bahsi anlatırken, Fitnat hanım gelen vi?ne şerbetini
içmekteymiş fakat bu sıradada ayaklarını sallamaktaymış. Dikkati dağılan Paşa
seslenmiş: -Fitnat ayaklarını sallama! Fitnat hanım âdetimdir, sallarım! Dediğinde
masa sallanmış ve bembeyaz güzelim örtüye masada bulunan vişne şerbeti dolu
bardaklardan birinden bir miktar şerbetin dökülmüş olduğu görülmüş. Ragıp Paşa
bütün mu-zipliğiyle: -Fitnat gÖrdünmü adetini? Deyivermiş.
Koca Ragıp Paşa, Sultan 3. Mustafanın kızkardeşi Saliha Sultan ile
izdivaç ettiğinden, aynı zamanda hanedana dâmad olmuştur.
Be-Muhammedin yercû'l ernânı Muhamrned Mimmâ yuhâfu ve fineâlike
Râgibun Kelâl geldi tasarrufdan ümm-i dünyâyı
Yeter şu Kâhire'nün kahrı azmi Rûm edelim.
Mânası: "Mehmed Râgıb, Hz. Muhammed'in yardımı ile emân
diliyor ve korktuklarından emin olmak istiyor, atanızı dahi taleb ediyor.
Mısır'da bulunmaktan bıkkınlık geldi; yeter artık Kahire'nin şu kahrı,
Anadolu'ya gidelim." Demektir.
Bu ifadesiyle Ragıb Paşa edibliğini konuşturan ve günümüze
ulaştıran ifadeyi inşa etmiş bulunuyor,
Sadaret Dönemi
Koca Ragıb Paşa gibi küçük yaştan beri, en büyük devlet adamları
ve vezirlerin maiyetinde Rumeli'de, Anadolu'da her çeşit dahili ve harici
siyasi işlerde, bir çok antlaşmaların meydana gelmesinde, bir »kaç Önemli
vilayet valiliklerinde liyakat gösterip, tecrübeler edinmiş, ilim ve İrfan
bakımından fevkalâdeliği herkesçe bilinen kimseden, mutlaka başarılar dolu bir
icraat beklenirdi.
Ne varki; yedi seneye yaklaşan makam-ı sadareti işgali, herkesle
hoş geçinmek, dönemini huzursuzluğa uzak tutmak, düşmanlıklara fırsat
bırakmamak için, her şeyi gittiği istikamette tutmayı tercih etmiştir. (Jygun
bir ıslahat devri yakalamış olmasına rağmen yukarıda sayılan sebebier yüzünden
ıslah edici çalışmalara başvurmamıştır.
Bazı tarihçiler; bu bakımdan Mehmed Ragıb Paşa'yı, tam bir
muhafazakâr olarak nitelendirmişlerdir. Bu niteleme sadece tarihçilerin hükmü
olmayıp, bizatihi kendisinin dudaklarından defaatle dökülmüş, şu beyanla
kuvvet kazanmaktadır ve o sözler şunlardır: "Mevcud ahengi bozarsan,
sonra es-kidüzeni de veremezsin!" Bu sözüyle, Dimyat'a pirince giderken
evdeki bulgurdan olmayalım ifadesine verdiği önemi de gösterir. 3. Mustafa
Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini düşünebildiği için, bunlara fazla
bir hazırlık vakti vermeden bütün gücümüzü seferber ederek açacağımız bir
seferde işlerinin bitirilmesini sağlayalım tekliflerine Mehmed Ragıb Paşa cevab
olarak: "Efendimiz; moskoflu askerlerini avrupalılar gibi talim ve
terbiyeye tâbi tutmuş olup, yeni sistem üzere harp alanına çıkmaktadırlar.
Buna mukabil bizim askerimiz pek düzensiz haldedir. Bunların karşısında
tutuna-mazsak sonumuz pek kötü olur. Bu bakımdan bunlarla harp etmekten içtinab
etmemiz gerekir" Demekteydi.
Edebi sohbetlere, felsefi konulara ayırdığı zaman dilimini askeri
ıslahata tahsis etmiş olsaydı, alınacak sonuç yüz güldürücü olabilirdi diyen
tarih yazarları bulunduğu gibi, tam tersine bazı tarihçilerde, Ragıb Paşa
ıslahat hususunda defaatle padişaha takdim ettiği layihalarla yaptığı
projeleri kabul ettirememişti. Üstelik bu projelerin Sultan 3. Mustafa tarafında
nda akim bırakılmağa çalışıldığını beyan eden müverrihlerde vardı Bunlara
karşılık, Ragıb Paşa bu ıslahata kalkış-saydı, 3. Mustafanın haleflerinden 3.
Selim'in basına gelenler bu ikilinin de başına gelebilirdi!
Öte yandan hakikaten Ruslar rahat kalmış olduklarından güçlü bir
çalışma sergilemişler ve kuvvetlerine kuvvet katabilmeyi, tecrübelerine
ilâveler temine muvaffak oldular. Nitekim Ruslarl 182/1768 savaşını ilân
ettiğinde Mehmed Ragıp Paşa vefat edeli beş sene olduğundan, o acı dolu günleri
yaşama bahtsızlığına uğramadı. Bu bakımdan bazı tarihçiler pek haklı olarak,
Sultan 3. Mustafa dönemini ikiye ayırarak ilk döneme Ragıb Paşa dönemi, ikinci
döneme ise Rusya ile savaş dönemi demektedirler.
1182/1768 Rusya Seferi Ve Sonucu
Osmanlı tarihinin sükunet dönemi;.Dâmad Koca Mehmed Ragıb Paşanın
vefatı üzerine rüzgârlı günlere maruz kalmaya başlamış, nihayet Rusya ile meydana
gelen savaş yerini acı dolu fırtınalı günlere bırakmıştır milleti. Yılmaz
Oztuna; rrvj-dekkik bir tarihçiliğin, ender yetişenlerinden olduğunu gcste-ren
bir beyanla bunun ispatını pek bir yerde rastlanmayan malumatla yapmakta. Bu
malumatsa devletin kurulusundan bu yana adet hâline gelmiş bulunduğu bilinen
cülus bahşişi, 3. Mustafa'nın tahta çıktığında son defa verilmiş ve bundan
sonrada cülus bahşişi tatbikattan kaldırılma şansı bulmuştur. Osmanlı ülkesinin
uzun sayılabilecek olan sükûnet yıllarında bazı tarihçilerin beklediği ıslahat
heKkında kafa patlatmadan Önce devre, mührünü vuran padişah 3. Mustafa'nın
gerçekleştirmeye muvaffak olduklarına bir göz atalım, ülke hazinesini
güçlendirmenin esas olduğunu anlayan padişah, bu istikamette gayretler sergilemiş,
sarayı örnek olmak üzere israftan uzak kılmaya gayetle itina göstermiştir.
Tahsilatın yapılmasına pek önem vererek başarıyı teminde emr-i takip olması,
büyük rol oynamıştı Yol meselesi en çok uğraştığı konuların başında geldiği
müşahede olunmuştur.
1950'de; Demokrat Partinin iktidara gelmesinin sonrasında takip
ettikleri karayolları politikası, bu pâdişâhtan kalana devam etmek denilse,
yeri vardır. Fütuhat devrini tamamlamış olduğunu anlayan her akıllı Osmanlı
gibi padişah 3.Mustafa, bunun da farkına varmış müdafaa harplerinin artık bizim
için gündeme geleceğinin idrâki içinde kale, paianga, istihkâmlar ve nice tabya
inşaatına bilhassa gayretini seferber etmiştir.
Süveyş Kanalı inşaatını yaptırarak istifadeyi ilk düşünen
hükümdarımızdir. Ne varki; bütün bu iyi düşüncelerin, patlayan Moskof harbi
yüzünden, kiminin tasavvur halinde, bir kısmının da yarım kalmasına sebebiyet
vermiştir. 3. Mustafa'nın sadrazamı ve eniştesi Koca Ragıb paşayı kaybetmesinden
sonra yerini dolduracak bir kimse bulamaması şanssızlığının bariz bir
göstergesidir. Aynı zamanda şairliği de olan padişah, bu sıkıntısını şu
sızlanmasıyla dile getirmekte: "Yıkılupdır bu cihan sanma ki bizde düzele
Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvâb-ı sa'âdetde gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" Şiirin son mısraındaki:
"İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" beyânı, esasında hakikatül
hakikat olan bir hâli, terennümdür. Bu hususta şanlı islâm tarihinin altun
sayfalarını teşkil eden bir dönem olan, Hz. Ömer (r.a)'ın başından geçen bir
hadiseyi örnek göstererek bahse konu beyitteki son mısraya yüklemek istediğimiz
hakikatin doğruluğunu işarete çalışalım. Hz. Ömer (r.a) cihad üzerine pek
hassas olduğundan, yine bir tarafa sefer açmış. Mutad üzere Hâlid-i bin Velİd
(r.a) sefere kumandan tâyin etmiş. Fakat, sefer erbabı arasında bir sükûnet,
yavaş davranma sezmiş. Derhal istihbarat kaynaklarını hareketlendirmiş ve
gelecek raporları sabırsızlıkla beklemeye başlamış. Çok geçmemiş ki, gelen
raporlarda en ortak nokta, mücahidlerin davranışında görülen yavaşlık,
kumandanları olan Hâlid bin Velid'e olan büyük mec-lubiyetleri, onun maharetine
sarsılmaz güvenleri şeklindey-miş. Yahu Hâlid başımızdayken bize ne olacak!
Şeklinde dile getirişler söz konusuymuş.
Bu durumun doğru bir anlayış olmadığını teşhis eden Hz. Ömer (r.a)
hemen kumandan Hâlid'i vazifeden alıp, birliklerden birine nefer olarak
gönderdiği gibi, bir köleyi de komutan tâyin eder. Ardından haber
toplayıcılarını yine birliklerin içine salar. Çok geçmeden raporlar gelmeğe
başlamıştır. Hem ortak nokta fazlalaşmış hem de kısadır, konuşulanlar;
"Hâlid gitdi. işimiz Allah (c.c)'a kaldı" şeklinde olduğunu öğrenen
halife Ömer (r.a), ellerini açıp şükrederek: "Hah şimdi oldu, tabiiki
işimiz her zaman Allah (c.c)'e kalmıştır" diyerek bize asırlar ötesinden
seslenmektedir. 3. Mustafa in-şâd ettiği beyitteki son mısrada, bu hakikata
işaret etmeyi ihmâl etmemiş oluyor.
Şiirlerini Cihangir ismini kullanarak yazan Sultan 3. Mustafa
döneminde İstanbul'umuzun 1179/zilhiccesinin/13. -1766/mayısının/22. perşembe
günü maruz kaldığı müthiş deprem, iki dakika sürmüş ve şehrin bir yıkıntıya
dönmesine sebebiyet vermiştir. Sultan Fâtih ve Eyyüb Sultan Camileri de
adamakıllı yıkılmışlardır. Padişahın hazineye biriktirdiği paralar bu yaranın
sarılmasına önemli bir merhem vazifesi görmüştür. Cidden kısa bir zamanda
İstanbul adetâ yeniden inşa edilmiştir. Üstelik Bayezid'den Aksaray'a inerken,
sağ koldaki Lâleli Câmiinin yapılması bu döneme müsadifdir. Sultan 3. Mustafa'nın
türbesi de camie bitişiktir.
Lâleli Camii dört yıldan bir ay eksik bir zaman dilimi içinde
inşa edilmiştir. Şimdi Rusya ile yapılan ve 1182/1768 savaşının önemli
şahsiyetlerinden 2. Katerina'dan bahsetmek lüzumunu hissettik. Bu kadın,
Almanyalı bir aile olan Anhald Zerbest prensi'nin kızıdır 1729 yılında
İstetyen'de dünya'ya gelmiştir. 1745 yılında yâni 16 yaşındayken, kendisinin
istememesine rağmen Rusya imparatoriçesi olan hala'sı Eliza-bet'in, veliahd
olarak seçtiği, Holştayn Kotrub Dukasına varmağa mecbur kalmıştı. Bahsi geçen
Dük, 3. Petro adıyla
Rusya imparatoru olduktan sonra, hanımını boşamış ve sarayında
adetâ hapis eylemişdi. Ancak ahalinin muhabbetini elde etmiş olan Katerina,
orduyu ve ahaliyi celbetmiş ve kocasını 1763 yılında tahtından iskat
edivermiştir. Katerina; Moskova'da bulunan Rusya tahtına, büyük bir tantana
içinde oturmuştur. Bu tahta oturuş da hisse sahibi olan ve Kateri-na'nın,
metresliğini yapmakta olduğu Stanislas Yonyanevs-ki'de, Lehistan krallığı
tahtına oturmuştur. Katerina bu vak'a-da eski kocası 3. Petroile
karşılaştığında birbirlerine hakaretlerde bulundular.
Ayyaşlığın zirvesinde olan bir imparator ile aşİfteliğin şahikasında
bulunan imparatoriçeden, daha başka ne beklenebilirdi ki? Bizim haremlerimizin
Sultanvâlideleri çok kritik bir dönem olan 1. Ahmed'in vefatından, 4. Mehmed'in
vefatına kadar süren devir içinde devlet idaresine, bazı önemli müde-halelerde,
bulunmuşlarsa da, asla ve asla böyle şen'i ahlâksızlıklara rastlamak mümkünatı
olmayan hallerden olduğu, her insaf sahibince teslim olunur.
Katerina bir müddet sonra bizim Kırım üzerine, Azak kalesine, ve
İsmayiî taraflarına sefer yaptırmış ve zabta, muvaffak olarak, Osmanlı
milletine karşı taşıdığı istilacı emellerini ortaya dökmüş bulunuyordu. 1773 senesindede
Prusya ve Avusturyayla anlaşarak, Lehistan'ın bölünmesini gerçekleştirdi.
1774'de yâni 1182/1768 savaşı sonrasın da varılan Kaynarca antlaşması
imzalanınca güney yönünde genişleme yolunu açmış oldu. Rusya'nın tanzimi
hayatında büyük bir pay sağlayan Katerina; fenni ilerlemeleri teşvik ederken,
ilimlerin ülkesinde rahatça ifade edilmesi hürriyetini tanıdı. Sanayii ve
ziraatte bir işbirliği kurulmasını temin edebildi. 1796'da Lehistan'ı bir defa
daha yutarak, adetâ haritadan sildi.
1797 yılındada yeni bir fütuhata hazırlanırken kalb krizi sonunda
öldüğünde, milleti de üzülmüştür. Bir kaç tiyatro eseri yazdığıda
rivayettendir. Biraz Osmanlı padişahından biraz da, Rusya imparatoriçesi
Katerina'dan bahsettikten sonra Kaynarca sulh antlaşması ile neticelenecek
Osmanlı-Rus savaşma aid tafsilata girişelim. 1768'de başlayan bu savaş altı
yıl kadar imtidad etmiştir. Çıkış sebebine gelince, böyle bir savaşın
çıkmasının tek bir sebebe bağlanamayaca-qı erbabının malumudur. Biz bu
sebeblere temas hususunda iki ayrı kaynağa baş vuracağız, birincisi 1329/191
l'de yayımlanmış Ali Şeydi bey'in bir çalışması, ikincisiyse Yılmaz Öztuna
bey'in Türkiye Tarihi adlı hacimli eserinin, 6. cildinden alıntılarla
aktarmaya çalışacağız. Rusya'da iktidar o'-na-yı başaran Katerina, Deli
Petro'nun vasiyetini yerine getirmeye çalışan bir davranış sergiledi. Aslında
kendini tutmuş gibi görünen Rusya ahalisine beğendirmek yolunun, mükemmel bir
zaferle mümkün olacağının idrakindeydi. Mükemmeı zafer, ancak Osmanlıya karşı
açılacak bir savaş ve savaşı kazanmakla temin olunabilirdi. Buna bağlı olarak,
Osmanlı pa-' dişahını alâkadar eden her işe Rusya karışıyor, müdehale etmek
yolunu tutuyordu, üstelik bazı işlere karışmamasına vesile teşkil eden eskiden
yapılmış ahidler vardı. Bunlardan birini de Lehistan meselesi teşkil
etmekteydi.
Ruslar Lehistan işine karışmayacaklarına dâir daha önceden vermiş
oldukları imzayı hatırlarına getirmeden askeri müdehalede bulundukları
Lehistana dahil oldular. Lehistan devleti, garantörü olan Osmanlı devletine
müracaatla, Rusya'nın tecavüzkâr davranışlarından vikaye olunmasını istedi.
Lehistan'ın yâni Polonyalıların, bu yardım çağrısı ezeldenberi Rusya'ya düşman
bir anlayış içinde bulunan 3. Mustafa, kendisine engel olması muhtemel merhum
sadnazam Ragıb Paşa'nın vesayetinden kurtulmuş olmanın ataklığı içinde, sadrazamı Muhsinzâde Mehmed Paşaya
savaş ilânı hakkında ferman yayniadı. Ragib Paşa mektebine uzak olmayan bir
anlayışın sahibi olan, Muhsinzâde, padişahdan gelen fermanı tebellüğ ettiğinde
açılacak bir savaşın yetersiz hazırlık ve zâif yapımız yüzünden felâkete sebeb
olur düşüncesinde bulunduğunu padişaha cevab olarak arzetti. Ancak bu arzın
sonucu, görevinden iskat edilmesine sebeb oldu.
Yerine Hamza Paça tâyin edildi. Bu ;_at döneminde de savaş ilânı
gerçekleşti, Anadolu valiliklerinden gelen zevatın içinden seçilmişti. Serdar-ı
ekrem unvanı da uhdesine verilmişse de, durumu bu vazifeyi yapabilecek evsafda
görülmedi. Azline karar alındı ve boşalan makam-ı sadarete, Yağlık-çızâde
Mehmed Emin Paşa getir'ıdi. Hazırlanmış birliklerin başında serdanekrem
unvanıyla yola çıktı.
Ne varki; askerimiz sayıca az, intizamı yetersiz, cephane ve
mühimmatı gayri kâfi olduğundan Hotin Kalesi, Eflak ve Buğdan taraflarında bazı
yerler elimizden gidivermişti. Kartal bölgesinde gâlib durumda bulunan
askerimiz, anlaşılmaz bir tarzda yerden yere vurulmuş, pek feci bir hezimete
duçar oluvermişti. İngiliz amirallerinin yardımı ve komutası altında olan
Rusların donanması, Baltık denizinden, Bahr-i sefid'e yâni Akdenize çıkarak,
Çeşme limanı yakınlarında Osmanlı gemilerini verdiği baskınla hem yakmış hem de
askeri gücünü perişan etmeyi başarmıştı. Bu başarılan, Osmanlı devletinin can
damarı olan Çanakkale boğazının dahi tehdid altında kalmasına sebeb olmuştu. Bu
sırada tarih 1183/1769-70 senesine dönmüştü.
Ruslar artık durmuyor yürüyüşe devam etmektelerdi. 1184/1770
sonlarında, 1771 başlarında Rusların güney bölgemiz üzerinden Bender,
Akkirman, İsmayil, İsaakçı, Tolçe taraflarına aktığı görülüyordu. Padişah 3. Mustafa
ise; aldığı bu elem verici haberler karşısında tek yapabildiği sadrıazam
değiştirmekti. Bütün bunlar yetmezmişçesine, Mora'da Rus entelejiyansının
çalışmasıyla pek kuvvetli bir isyan patladı. Babıâli şaşırmış, ne yapacağını
akıl edemiyordu. Bunun hemen peşinden Katerina askeri Kırım yarımadasına
saldırıya geçti. Suriye'de, Mısır'da çıkmaya başlayan isyanlar, Mora isyanından
esinlendiler dense pekyanlış sayılmaz. Osmanlı kuvvetlerinden ne bu isyanları
bastırması beklenebilirdi, ne de Rusların inkişaf etmekte olan saldırılarını
durdurabilmek ve bilahire onları yenebilmek maalesef imkânsız bir görüntü
vermekteydi.
Allahdan Prusya olsun, Viyana olsun Rusların gösterdiği
muvaffakiyetin, kendi başlarına bir mesele çıkaracağı hükmünü istinbat etmiş
olacaklar ki; Osmanlı Rus harbini durdurma hususunda ittifak ettiler ve iki
devlet, yâni Prusya ve Avusturya mütareke ilânına çağrıda bulundular. Yorulmuş
ve bıkmış olan devletimiz derhal bu çağrıya, evet cevabı vermekten imtina
etmedi. Ne sebeble olduğu halâ öğrenilmemiş bulunan Rusların çağrıya kabul
cevabı vermesi de şaşırtıcı idi. 1186/1772-73'de mütareke içinde sulh
müzakerelerine başlandı ne varki epey süren müzakereler neticesinde Bük-reş'den
sulhun ilânı gerçekleşmedi. Kırım'a istiklâliyet verilmişti. Azak denizi
girişindeki; Kerç ve Yenikale Ruslara terk olunmak gibi isteklere ilaveten bazı
taleplerde bulunulması, Osmanlı murahhaslarının antlaşmayı imzalamama noktasına
getirdi.
Böylece mütareke ortadaVı kalkmış, sıcak savaş avdet etmişti. Ali
Şeydi bey'in anlattığı 1182/1768 savaşını Yılmaz Oztunabey'in tarihinden de
özetleyelim: "1739 Belgrad antlaşmasından sonra Rusların Osmanlı
devletine açıktan açığa düşmanca davranışı yerini sinsice tavırlara yönelmişti.
Osmanlı devletine nerede karşı bir hareket vücud buluyorsa, Rusların, gizli
Osmanlı düşmanları ile birlikte, hareket içinde yer almaya başladıkları.
Kafkasya'da Gürcistan bölgesinde, rastlanılan ortodoks mezheblilerin
kıpırdanmaları Çıldır Beylerbeyi Hasan Paşa'nın bu bölgede hareket yapmasına
sebeb teşki! etti. Romanya prensliği, Mora ve Arnavutlukda bile Ortodoks
tepki, kışkırtıcı rus ajanlarının marifetiyle genişleme istidadını
göstermekteydi. Bunların çıkış noktasının Rusya olduğunu tesbit etmekte
gecikmeyen Devlet-i âliye istihbaratçıları, eldeki deliller ile Rusya üzerine
gitmek ithamı ispattan uzak kıymettedir. Ancak daha belirgin bir vak'a, Rusya'ya
savaş açılmasına müsaid olur, denmekteydi. Sonunda o vak'a da kendini gösterdi.
Lehistanın Rusya müdehalesine mâruz kalmasıydı vak'a. Lehistamn devlet düzeni
krallık olmakla birlikte, kralın ölmesi halinde yenisinin seçimle iş başına
gelmesi şeklinde uyguladıkları sistemleri vardı. Yazar Oztuna, bu seçimle kral
seçme sistemine şu nitelemeyi yapmakta: ".seçimle yeni bir hükümdarın iş
başına gelmesi gibi uğursuz bir devlet düzeni.."
Ne acayiptir ki, 28/şubat/1997'den sonra yazar, Türkiye-mizin
başkanlık sistemine geçmesinin pişuvahğına soyunduğunu gördük. Kral'ın seçimle
işbaşına gelmesine uğursuz nitelemesi yapan tarihçinin, başkanlık sistemini
hararetle istemesi bizim görüşümüze göre pek önemli tezatı gösterir. Neyse
biz özetlemeye devam edelim: Lehistan krahğıni ölümüyle boşaltan 3. Agustus
Saksonyah idi. Rusya İdaresine ihitiâlle el koymuş bulunan, Alman asıllı
imparatoriçe 2. Katerina boşalmış bulunan Lehistan tahtına metresi olduğu Kont
Sta-nislas Poniatowski'yi çıkardı. Bu hal bir emrivaki şeklinde meydana
gelmişti. Osmanlı devleti söz sahibliğinden feragat edemezdi. Buna paralel
olarak yapılan yanlışlığa karşı koydu. Tabii ki Rusların sinsice
davranışlarına son verebileceğini zannettiği savaşı açma fırsatını da
yakaladığı itikadına kapıldı. Ruslar sa Osmanlıların ikazına sinsiliği
devamlılık içinde tutarak yaptıklarının geçici olduğunu en kısa surede normale
avdet edileceği teminatı verdiler. Arkasından bütün hudud-lardaki kale ve
istihkâmlarını tahkim etmeye başladılar. 3. Mustafa o sırada savaştan çekindi.
Buna mukabil Lehistan'ın Kral Stanislası kabul etmeyen gurubu hem krala, hem
Ruslara mücadele bayrağı açarken, durmadan da Osmanlı devletine metbuluğunu
beyan ediyor ve yardım istiyordu.
Polonya milliyetçileri, Bar şehrinde toplandılar ve de Ruslar
tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine Osmanlı şehri olan Balta'ya; bu
milliyetçilerin iltica ettiği görüldü. Ruslarsa antlaşma, hudud gibi mefhumları
tanımayarak Lehlilerin arkasından Balta şehrine girerek ayrım yapmadan,
ilticaala ı da, onlara kucak açan Osmanlıları da katliama tâbi tuttu.
1182/cemaziyelevvel/26. -1768/8/ekim/c. ertesi günü Osmanlı
devleti Rusya'ya ilân-ı harb etti. Öztuna'nın mütalaasında 3. Mustafa'nın
savaş açmaktan içtinab ettiğine dâir beyanı görüyorsunuz. Ali Şeydi merhumun
yazdıklarına bir göz atarsak, 3. Mustafa sadrazam Muhsinzâde'ye savaşın ilânı
için ferman gönderdiğini okuruz. Buna karşihkda sadrazamın bu fermana
uymaktansa, azli göze aldığını, İstifasını verdiğini görürüz. Dolayısıyla bu
iki tarihçinin beyanındaki farklılık üzerinde biraz düşünürsek, varacağımız
netice, Şeydi merhum'un hakikate daha yakın olduğunu görmek olur. Nice tarihi
fıkralarda, 3. Mustafa'nın; Ruslara pek düşman olduğu onlara savaş açıp yenmek
tutkusuyla dolu olduğu belirtilmiştir. Eniştesi olan merhum sadnazam Koca
Ragıb Pa-şa'ya söyledikleri, yukarıda anlatılmıştı. Demek ki; doğru ve rnakul
olan, Şeydi merhumun Muhsinzâde'nin, savaş açmakta temaruz etmesini hatta, bu
sebeble sadaretten istifasını sunabilme cesaretini gösterdiğinin anlatımıdır.
Neticede; Muhsinzâde askere güvenmemekte haklı çıkmıştır. Ancak savaştan
çekinmek 3. Mustafa'nın işi değildir.
Kırım Hadisesi
Bilindiği gibi Kırım Tatarları üçyüzyil avrupada her sene
atlarının nallarını dolaştırmışlar ve bunların korkulu rüyasını teşkil
etmiştir. Bilhassa Polonya, Macaristan Sırbistan ve Rusya Kırım süvarilerinden
korktuğu kadar az şeyden korkmuşlardı bu Kırım fobisi yaşayanların yanına
Avusturya'yı da katsak hata yapmış olmayız. Kırım Han'lığı Osmanlı devletinin
bağlısıydı. Fakat hiç bir zaman bu münasebet altlık üstlük terazisine
vurulmamıştır. Çünkü;Osmanlı devletinin idaresinde hâkim zihniyet islâmi idare
olduğundan tâbilik ve metbuluk bir problemin sebebi olmamıştır.
Ne varki; Deli Petro'nun takipçisi bir stareteji güden 2.
Ka-terina, Kırım Hanlığı idaresine el atmak taktiğine girişti. Tabii bu taktik
girişim ortamın elverişli olmasından dolayı başladı Yavuz Sultan Selim
hazretleri, babası 2. Bayezid ile yaptığı savaşda mağlup olduğundan kaimpederi
olan Kırım Hanına ilticaya mecbur kalmıştı. Damadına sinesini açan Hân,
Ba-yezid-i Veli'nin teskin edilmesine gayret sarfetti. Böylece, da-mad ile
babasının arasındaki meselede taraf değil bağdaştırıcı ve barıştırıcılığını
sergiledi. Bundan herkes memnun oldu. Yavuz Selim hazretleri bir müddet sonra
kaimpederine teşekkür babında, eğer günün birinde Hanedan-ı âli Osman'da tahta
çıkacak erkek kalmaz ise Kırım Hân'ı devlet-i âliye tahtına kuud eder şeklinde
beyanda bulunduğu rivayeti vardır. Mizancı Murad bey'in; Tarih-i Ebu'l Faruk
adlı çalışmasında bu rivayet yer almaktadır. Tabii ki teşekkür babında
verilmiş böyle bir vaad, kerem sahibi kimselere böyle vaad-ler hususunda kafa
patlatmaya zaman ayırtmaz.
Ama sahib-i hırs olanlar ise, bunun gerçekleşmesi için cinayet
tasarlamaya bile kalkışırlar. 1. Ahmed'in bir av esnasında Kırım askerinin
çenberinden zor kurtulduğu rivayeti, vukarıda adı geçmiş Murad bey'in eserinde
yer almaktadır. Osmanlı devleti günü geldiğinde eski satvetini kaybetmeye
başladığında, Kırım hanedanı üyelerinden bazıları, geçtiğimiz satırlarda
rivayeti sunduğumuz hususlarda kafa patlatmaya başlamışlardı. Bunun böyle
olmasında sadrazamların hatası olduğu da kabul edilmeli. Çünkü staretejik öneme
hâiz Kırım hanlığı her zaman için bizim kılıcımız olmuştur. Çaptan düşmeye
başlamamızdan sonra ise, kılıcımız bazı bazı bir yerlerimizi çizer olmuştur.
Baştaki otoriteyi takmamaya başlayan zihniyet artık kendi başına buyruk olma
arzusunun cazibesine girer. Bu pek tabii bir tutumdur. Otorite sahibi bu ruhi
duruma girmiş vak'a yi tesbit ettiği andan itibaren itici değil kendisine
bağlıyıcı davranışlara dönük olmalıdır. İşte bazı sadrazamlar tam tersine bazı
başarısızlıkları Kırım hanlarına yükleme yanlışını, Kalgaylan kendilerine
yardımcı olarak Hân'ı devirmeye destek vermeye kalkışmaları rastlanan hatalardandı.
Hediye edilen eşyayı beğenmeyerek, hân değişimi tezgâhlıyan sadrazamlar dahi
gelip geçmiştir. Bütün bun-ian yaşamakta olan Kırım asilleri, içte bir İktidar
mücadelesini başlatmışlardı. 2. Katerina böyİe bir zamanda Kırım han'lığı
meselesine el atmıştı. Kırım'a bağımsızlık, hânlarını artık Osmanlı'nın değil
kendilerinin seçeceği vaadleri, bir çok Kırımlı tarafından benimsenmişti.
Böylece geleneksel itaatin, yerini ihtilafa bıraktığını gördük.
Kırım ordusu atavik bir metodla savaşmakta idi. Dün-yaysa yeni savaş metodlan
denemekte ve inkişaf ettirilmekteyken, Kırımlı süvarilerin, ataları Cengiz Han
stiliyle çarpışmaları, yeniliği takip eden ve kendi de terakki ettiren Rus ordusu
karşısında, başarılı olması bir hayalden öteye geçemezdi. Hanlar arasındaki
mücadele hem Kırım'ın hem de Osmanlı aleyhine netice doğurmaktaydı.
Osmanlıların, Rusya'ya harp ilânından yaklaşık bir müddet sonra
Maksut Giray'ın azledilmesi üzerine Kırım Giray 2. defa han'lik görevine
getirildi. Kırım'ın aklını başına alması için ya bir zafere, ya da feci bir
mağlubiyete ihtiyacı vardı. Kırım Giray, 1769/ocak sonunda Ukrayna topraklarına
eski sür'at ve hışmıyla daldı. Yüzbin Tatar yel gibi uçtu, kasırga gibi esti.
Geri dönerlerken yüzbinin üzerinde esir, ganimetlerle dolu atlarla döndüler.
Bu başarı Kırım'ın yeniden doğuşu olabilirdi!
Nevarki ihanet, akışı değiştirdi. Kırım Giray'ın; Rum asıllı
doktoru, Katerina'nın altunlannı almış, zehirlediği Giray'ın ölümünü
hazırlamıştı. Yerine Devlet Giray getirildi. Bir yıldan bir ay eksik yaptığı
Hân'liğı azil edilerek elinden gitti. Yerine 2. Kaplan Giray getirildi. Tarih
bu sırada 1 183/şevval/29-25/şubat/1770 pazar gününü göstermekteydi. Kırım bu
hâl ve durumda iken, şimdi Osmanlı ordusunun savaş ilânından sonraki harekâtını
bütün cephelerde tek tek gözden geçirelim.
Önceleri İyiydi
Sultan 3. Mustafa devrinin başlangıcını ve Rus savaşına kadar
geçen bölümü eski sadrazamlardan Kâmil Paşa'nin: "Tarih-i Siyasiyye"
adli eserinden bir özetlemeyle, devlet vazifelerinin zirvesinde yer alan
kudema zevatın içinde yer alan ve aynı zamanda kalemi de kuvvetli kimselerin
arasında, mümtaz bir yeri bulunan çalışmasından istifade edelim. "Sultan
3. Mustafa, taht-ı Osmaniye çıktığın da vezâret-i uzma Koca Ragıb Paşa da idi.
Yeni padişah da, görevini sürdürmesinin uygun olduğunu söyledi. 1756 senesinde
Avusturya ile Fransa arasında yapıian bir antlaşma neticesinde, Osmanlı
devletinin başşehri İstanbul'da bulunan sefirleri arasında takaddüm
meselesinden dolayı değişiklik yapılması icab etmisti- Sekiz aylık bir zaman parçasından sonra,
İngilizler ile Prusya arasında bir ittifak imzalanmıştı. Rus sefiri Orsukof,
Bab-ıâli'ye bir nota vererek, Rusya'nın bir kısım askerini Lehistan ve
Avusturya'ya yardıma göndereceğini, söz konusu kuvvetin Lehistan Cumhuriyetinin
rızası ile Lehistan topraklarından geçeceğini bildirmekteydi. Babıâli bu
duruma bir itirazı bulunmayacağını bildirdi. Diğer taraftan Prusya devleti,
Osmanlı devleti nezdinde harekete geçerek, İki devlet yâni, Osmanlı ve Prusya
devletleri arasında bir muahede imzalandı. 3. Mustafa'ya, altısene sadnazamhk
yapan Koca Damad Mehmed Ragıp Paşa, Hak'kın rahmetine erdiğinde geride 60 bin
kese akçe servet bırakmıştı. Sadaret Hamid Hamza Paşaya verildi. Hamza Paşanın
bu görevi ancak altı ay sürdürdüğü görüldü. Ondan boşalan makama, Bahir
Mustafa Paşa tâyin olundu. Mustafa Paşa'nın bir buçuk yıl süren sadareti
sırasında Rusların, çok sevdiği değişik ve karışık bir devir yaşandı. Sadnazam
takip ettiği politikayla bir muvaffakiyet gösteremedi. Azlediğinde sadaret,
Rumeli valisi Muhsinzâde-ye verildi.
Lehistan kralı 3. Ogüst'ün ölümüyle, yerine geçecek kralın
belirlenmesinde Osmanlı devletinin hem rolü, hem de hakkı olduğu inkâr götürmez
bir vakaydı. Ayrıca; Lehista-nın ileri gelen idarecileri, Osmanlı devletine
yaptıkları müracaat da, geleneksel tâyin etme hakkını kullanmalarını taieb
etmişlerdi. Ancak, Ruslar Lehistana girmişler ve bu girişleri, tecavüzi bir
manzara hâlini almıştı.
Devleti âliyede bu vaziyeti derhal bütün dünya devletlerine hem
bilgi vererek hem de yaptığı haksızlık yüzünden Rusya-yı protesto etmekte
olduğunu da, belirtmişti. Rusya olsun, Prusya olsun aldatıcı ve oyalayıcı
ifadelerle şaşırttığı Babıâli, görüşlerinde değişiklik yapmış, her ne kadar Rus
askerinin Lehistana girmesinin, muahede maddesine dayandığına Fransa tarafından
işaret edilmişsede, Babıâli Fransa'nın bi1 ihtarına, Rusya'ya göndermiş oiduğu
protestoya atıf yaparak, Lehistan'a giren Rusların bir mukavemetle karşılaşmadıkları
bu hâlin Karloviç antlaşmasında açıkça belirtilmediği beyan edilmiş, neticede
Rusyanın siyasi nüfuzunun ağır basmasından, Panyatowski'nin krallığı kabul
edilmiştir. Târihler bu sırada 1179/1765 yılını gösteriyordu.
Rusya Çarlığına 3. Petro getirilince bunu Osmanlı padişahına
duyurmak üzere Prens Varikofu gönderdiysede, söz konusu Prensin, daha Osmanlı
hududuna gelmesinden önce, Katerina tahta geçmiş, Çariçede bu hâli padişaha
bildirmek üzere Prens Dolgoroki'yi vazifelendirmişti. Padişah ise tebriklerini
Derviş Osman efendi vasıtası ile Katerina'ya bildirmişti. Gürcistan Prensi Salomon;
Osmanlı devletine karşı bir isyanın alemdarı olmuş, üzerine gönderilen asker
tarafından dersi verilince derhâl pişmanlığını beyan ile affedilmesini istirham
etmiştir. Osmanlı devleti, bu özürü yeterli görerek Prensliği devam etmiştir.
Karadağ taraflarında ise, Küçük Etyen adlı bir papaz kendisine tanrı'dan
ilhamiar geldiğini söyleterek Karadağ hükümdarlığını alacağını, yakında Rus
ordusunun geleceğini kendisinin hükümlerinin, Nikşikten, Sontuna'ya kadar
geçeceğini bildirerek, Rusya menfaatine uygun olarak Karadağ ahalisini isyana
başlattı.
Bosna ve Rumeli valileri kendi askerleri ile söz konusu papazın
topladığı kuvvetleri bir kaç yerde mağlup etmişlerse de, Etyen; Çetine kalesine
siğındığından üzerine gidilmemiştir. Ragıb Paşanın devlet işlerinde altı sene
boyunca hudud-suz selahiyeti kendisinden sonraki sadrazamlara verilmemiştir.
3. Mustafa bizzat devletin işlerini tâkib ve görmeğe önem vermiştir bu tarz
politikanın farkına varmayan Bahir Mustafa Paşa, vazife-i sadaretinde Koca
Ragıb Paşa tarzını tatbik etmek istemişse de, yürütememiş ve sonunda ısrarı
hayatına mâl olmuştur. Çünkü Sultan 3. Mustafa katlolunmasina ferman çıkardı.
Yerine geçen Damad Muhsinzâde Mehmed Paşa Ruslara sefer açılmasına muhalefet
etmekten dolayı hayatını kaybetme tehlikesinden kurtulmasını, 3. Mustafa'nın
sevgili kızının bey'i olmasına borçludur. Sultan Hanım; kocasının kellesini,
padişah babasının iradesinden kurtarma şansını elde etmişti.
Sultan 3. Mustafa; devlet gemisini sevk-i idare etme ve yürütme
hususunda arzusu çok olan bir kimse idi. Her işi takip eder, Babıâli'ye
tebdili kıyafetle gelir, sadnazamı, kethü-dabeyi (içişleri bakanı),
Reis'ülküttabı (hâriciye bakanı) toplar gizli içtimalar düzenlerdi. Lehistan
işlerine Rusya'nın, burnunu sokması, askerlerini o tarafa sevketmesini Osmanlı
kabullenemezdi. Harp ilânına
hazırlıksısız, cephane, mühimmat kıt diyen Damad Muhsinzâde'nin gösterdiği
temaruz, 3. Mustafa'nın azil kararını vermesini getirdi. Aydın da vali olan
Hamza Paşa makamı sadarete getirildi. Daha sonra Muhsinzâde Mehmed Paşa meşhur
tarihçilerden Vasıf efendiye anlatmış ki; Padişah ile Muhsinzâde arasında
geçen kapalı müzakerede sadrazamın her şeyden önce harp hazırlıklarının tamamlanması
gerektiğini söylediğini ancak savaşa girmeği esas görevi sayan padişahın, adetâ
yanıp tutuşmakta olduğundan sadrazamın söylediklerini kaale almadığını, buna
bağlı olarak azline karar verdiğini, nakletmiş. Ayrıcada devrin İstanbulda
bulunan ecnebi sefirleri, bağlı oldukları devletlere aynen sadrazamın dediklerinin
gerçekleşeceği istikametinde görüşler belirten raporlar yolladılar. Netice,
Muhsinzâ-de'ninde Bozcaadaya sürgüne gitmesi oldu.
Hamza Paşa; vali olduğu Aydin'dan İstanbul'a geldiğinde savaş ile
alakalı bir toplantı tertiplendi. Herşey enine boyuna konuşuldu. Alınan son
karar, sadrazamın, Rus elçisi ile bir divan halinde olduğu halde yüzyüze bir
görüşme yapmasının faydalı olacağı şeklinde oldu. Ne tesadüftür ki! Rusya'nın
İstanbul B. elçisi Obrişkof memleketinden yeni bir talimat gei-diğini buna bağlı
olarak bir mülakat talebinde bulundu. Aradan sekiz gün geçtikten sonra
Obrişkof Babıâli'ye davet edildi. Davete geldiğinde bekleme odasında yarım
saat kadar bekletildi. Sadaret salonuna girdiğinde bütün vükelânın sadrazamın
etrafında yer aldığına şahid oldu. Sadrazamı, kendisini hiç bir karşılama
jestine değmez şeklinde kabul tavrı sergiler gördü. Halbuki daha evvelki
kabullerde 'makam-ı sadaretin başında kim olursa olsun nazikâne ve müşfikâne
davranışlar içinde istikbal edilirdi.
Rus b. elçisi Obrişkof, ziyaretinin sebebini ifadeye başlamak
üzereyken sadrazam sözünü kesti ve cebinden bir kâğıd çıkarıp söze başladı:
"Meram müzakereye girişmek değildir. Bundan dört sene önce Lehistan'da
geçici olarak bulundurulacak olan Rusya askerinin, yedi bin nefere
indirileceğini, ta-ahhüd eden sen değilmiydin? Halbuki şimdi bu asker sayısını
30 bine iblağ ettiniz." dediğinde Obrişkof, sadnazamı küstahça bir
davranışla güya tashih ederek 25 bin dediğinde vaziyeti de itiraf etmiş
oluyordu. Sadrazam bu küstahlık üzerine haliyle kızgınlığını ortaya çıkaran bir
sesle-Hâin! Hanis! Bu beyanınla yalancılığını ikrar etmiş olmuyormusun? Senin
hemşehrilerin; kendilerine aid olmayan bir memlekette icaz eyledikleri
habasetden dolayı utanmıyorlarmı? Tatar hânının saraylarından birini yıkan, yer
ile yeksan eden size aid toplar değilmi? Sorusundan sonra, meclisi vükelâda
alınmış harp ilânını belirten karan senedi imzalaması istendi. Obrişkof da
böyle bir kâğıdı imzalamaya mezun olmadığını ifade etti. Bunun üzerine savaşın
ilânı şifahen kendisine tebliğ edildi. Okunanı dinleyen Obrişkof; "Rusya
muharebe iscemezsede, kendisine ilân edilen cengede var kuvvetiyle mukavemet eder.
"Sözünü söylemiştir. Bu sözü sadaret tercümanı elçinin beyanını;
"Rusya dostlukda sabit kademdir, fakat savaş isteniyorsa başka"
şeklinde tercüme etmişti. Obrişkof, söylediğinin aynen tercümesini üç kere
taleb etmesine rağmen tercüman bunlara kulak asmadı.
Rus Elçisine Yedikcıle Zindanı
Rus elçisi ile yapılan mülakatın bütün safahatı 3. Mustafa'ya
arzedîldi. Bu arada sadaret makamına bitişik bir oda da bekletilmekte olan
Obrişkof ve maiyetindekiler, padişah'dan gelecek fermana muntazırdılar. Nihayet
beklenen geldi, ancak munderacatmda emredilmiş olan işlem, Obrişkof ve
baştercümanının Yedİkule zindanına hapsedilmesini hâviydi. Bu husus tebliğ
olunduğunda sefir bazı kimselerin kendisiyle beraber olmaları istirhamında
bulundu. Bu istek kabul edildi. Sefir, iki tercüman, bunların hizmetlerine
bakacak, yedi askerle birlikte Yedİkule'ye nâkilleri yapıldı. Bu arada Hamza
Paşa'nın sadaretten azlinde Kırım Hânı'nsn rolü olmakla beraber, bulunduğu
makama erken çabuk gelmişti. Sarayın bir çok görevlerini deruhte etmişti.
Buralarda ki hizmetleri padi-şahlarca makbul görülmüş ki, hanedan'a damad
olmakda dahil, yükselip durmaktaydı. Vezaretle, valilik rütbesine yükseltilerek
son geldiği basamak makam-ı sadaret olmuş idi. İsrafa dönük huyu padişahın
mizacına uymadığı gibi tecrübesizliği de hemencik sintıvermişti. Halbuki,
tecrübe hususunda pekala masum sayılırdı, çünkü onu bu makama getirenler
için, çalıştığı yerler ve buralardaki liyakati bilinmeyen husustan değildi. Bu
sıraâa yapılan ilânı harp haberi, gerek denizlerde bulunmakta olan bahriye
teşkilâtımıza, gerekse serhad boylarında yaşamakta olan askerlerimize
duyuruldu. Bu sırada avrupa da, Rusya, Prusya ve Avusturya ile İngiltere
aralarında bir ittifak kuracakları dedikoduları yayıldı. Bunlar konuşulup
yazıldıkça, devlet-i âlîye, Avusturya'yı kendi yanına çekme manevralarına baş
vurdu. Venedik, Flemenk ve Danimarka ile İsveç devletleri ise Bab-ı âli'ye dost
olduklarını belirten beyanlar gönderdiler. İngiltere, asla Rusya ile beraber
ittifak ve antlaşma içinde değiliz sözleriyle teminat vermişti. Prusyalılar
İse, özel bir beyanname yayınlayarak Osmanlı ile Rusya arasındaki müşkülâtın
halline yardımcı olmayı, hapse konan Rus elçisinin serbest bırakılmasını taleb
etmişti.
Devlet-i Osmaniye'nin cevabı; bir defa savaş olmadan arabuluculuk
teklifinin kabul edilemeyeceğini belirtmek oldu. Bu arada da Rus sefiri;
devlete verdiği istidanın münde-recatında Osmanlı devleti ile Rusya arasında,
onsekiz sene elçilik görevi yaptığını bunun bir hizmet olduğunu ancak mâruz
kaldığı muameleyi tafsilatıyla beyan ettiği muamelenin ağır ve haksız olduğunun
bulunduğu yerin son derece soğuk ve karanlık, buna bakarak sağlığının
etkilendiğini duyurmak İstemişti. Fakat müracaatı kaale alınmadı. Prusya ve
İngiltere sefaret tercümanları babıâli'nin tercümanıyla Rus elçisinin durumunu
konuşurken, Rusların savaşın önünü almaktan başka bir düşünce taşımadığını buna
bağlı olarak; Prusya ve İngiltere'nin, Rusya ve Osmanlı devletleri arasındaki
ihtiiafda arabuluculuk yapmayı hazır olduklarını bildirmekle
vazifelen-dirildiklerini beyan ettiler.
Bu savaşın ilân edilmesinde Fran-sanın dahli olduğu, Fransanın Tatar
hân'ı ile devamlı haberleştiği, Fransa konsolosu ile Tatar hânı'nın müsteşarı
arasında, yapılan konuşmaları nakletmeleri üzerine, babıâli tercümanı bu
ifşaatları makam-ı sadarete duyurmayı vazife addetti ve arzetti.
Savaş mevsimi olan ilk bahara gelmeden harbin yapılamayacağı
apaçık ortadayken, son bahar mevsimindeyken harbin ilân edilmesi doğru
bulunmayıp, devlet tarafından kendi eksiklikleri bulunurken ve daha bunları
tamamlama merhalesine gelmeden yapılan savaş ilânı düşmanın eksiklerinin
tamamlanmasına adetâ fırsat takdim edilmiş oldu. Sonunda
1182/ll/zilkade-20/mart/1769 p.tesi günü sadrı-azam ordu ile beraber
istanbul'dan yola çıktı.
Beri yandan; Yalta'da bulunan sarayı, Rus toplarınca yerle bir edilen
Kırım hânı tarafından kendisine yapılmış, bu taarruzun intikamını almak
maksadıyla üçyüzbin kişilik bir kuvveti üç kola taksim ederek Rusyanın güney
cihetindeki topraklarını süvarilerinin atlarının nalları ile çiğnedi ve
tarumar eyledi. Rusya'nın tasarrufuna pek mükemmel bir cevap vermiş olan
Kırımlı Kerim hân, bu başarısıyla kendisinin kalitesini de ortaya serip
düşmanlarını aleyhine geçirmiş oldu. Kendi yanında bulundurduğu ve Ulah
beyi'nin adamı olan Rum asıllı doktoru Siropulo tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Böylece Kırım Tatarlarının başına Devlet Giray nasb olundu.
Rusların Hazırlığı
Sonbaharda yapmış olduğu savaş ilanıyla, büyük bir hata işlemiş
bulunan Osmanlı yönetimi, bu yüzden Rus kuvvetlerinin yapılacağı ilân edilmiş
savaşa bir güzel hazırlanması şartlarının adetâ bir gümüş tepside sunulması
gibiydi. Şuraya hemen bir hatıramı çiziktireyim. Karaköse de 1. süvari tümeni
muhabere bölüğünde vatanı vazifemi ifa etmekteyim. Yıl 1960 idi. Üsteğmen Nâmi
Tümerkan adlı komutanımız savaş üzerinde ders vermekteydi. Ortaya bir soru
attı: "Rusların tayyareleri bizim üstümüzde dolaşmağa başladığında ne
olur?" Dediğinde; fakir hemen, bizim tayyarelerde Moskova üzerinde olur,
biz de üstümüzde dolaşanların düşürülmesini becermeye çalışırız cevabını
yapıştırmıştım. Böylece verilen cevabdan pek hoşnud kalan, Nâmi üsteğmenin
taltif etmesine nail olmuştum. Katerina elde ettiği bu fırsat sayesinde 65
bin, kişilik orduyu üç gurub hâline getirip, bütün kişı tâlim ve terbiye ile
geçirdi. Bu üç gurubun birincisini Ka-bartay ve Kuban üzerine, 2. kolu
Gürcistan beyleri ile Erzurum ve Trabzon üzerine, saldırmak stratejisiyle
Tiflis'e gönderdi. 3. kola gelincede bunların vazifesini Lehistan'ı hareketsiz
tutmak, Karadağlıları savaşa itmek için;para, zabit, silah ve cephane ile
takviye etmekdİ. Böylece Osmanlı devletinin doğu ve batı serhadleri şiddetli,
kan dökücü Rus taarruz tehdidine açık hâle gelmiş gibiydi.
Sadrıazama Bakalım
İstanbul'dan çıktığını yukarıda haber verdiğimiz sadrazamın, gitmek
istediği hedef, Tuna sahillerine ulaşmaktı. Ancak; Rusların bir bölüm kuvveti
Dinyester nehrini geçerek, Hotin Kalesini kuşatmıştı. Muhasaraya mâruz kalan
kalenin, karşısında bulunan 20 bin kişi civarındaki imdad askeri, başlarında
komutanları Kahraman Paşa olduğu halde saldırıya geçtiler. Ruslar bunlara
mukavemet edemeyeceklerini anladıklarından, ricata başladılar. Bu savunmanın,
Rusları çekilmeye mecbur bırakması haberini almış bulunan İstanbul, işi bir
zafer şeklinde telâkki edip de şenliklere başladı bir de 3. Mustafa'ya,
Gâzi'lik unvanı verilmesi merasimi yapmışlardı. Mayıs ayı geldiğinde sadrazamın
otağı Babadağ'ından İsaak-çı'ya nakledildi. İsaakçıda 20 gün kadar kalındıktan
sonra ve arada bir takım eksiklikler giderilip ordan sadrıazamm arzusuna
uyulup bir harp meclisi icra olundu. Bu meclisde sadrazamı fevkalâde bir jest
içinde görüyoruz, bu jest şöyle kendini gösterdi. Sadrazamın açık ve net
konuşması; "ben; mes-lek-i askeriyeyi bilmem. Sizler güngÖrmüşler, savaş
alanının kurtlan bana beyanlarınızla yol gösteriniz." Bu sözler meclisde
bir takım şaşkınlıklara sebeb olduysa da, yine de itiraf samimi bir havanın
husule gelmesine vesile olmuştu. İçlerinden biri: Bender üzerine gitmek
evlâdır. Dedi. İkinci bir görüş* Hotin üzerine gidilmesi şeklinde oldu.
Üçüncüsü ise; Tu-na'nın geçilip inkişaf edecek vaziyete göre hareket tavsiyesini
taşımaktaydı. Sadrazam Mehmed Emin Paşa söz alıp: "her ne kadar
askerlikden anlamadığımı söylediysemde içime sinen üçüncü tavsiyeye
uymaktır" beyanında bulundu. Tu-na'nın aşılmasından sonra Hantepe denen
mahalde bir toplantı daha icra olundu. Bu sefer de, Bender istikametine gidilmesi
kararı çıktı. Teşebbüse geçildi, ancak yolda karşılarına çıkan manialar
askerin perişan olmasına yetti. Bunların üstüne üstlük sadrazam da ağır bir
hastalıkla yatağa serildi. Ruslara fedakârane yardımcılık yapan lehlilerin
düşman muamelesine tâbi tutulmaları hakkında orduy-u hümayun kazaskeri
tarafından okunan fetvalar üzerine karar altına alınmış durumun ordumuzda
bulunan, Lehistan sefiri ve diğer devlet tercümanlarına da tebliğ yapılmıştı.
Bu bilgilere agâh olan Leh elçisinin hâinlerin cezalandırılmasını tasvib
ettiği, ayrıca 70 bin neferin ihtiyacını karşılayacak miktarda, eızak takdimini
Lehistan cumhuriyeti adına taahhüd eyleyerek hizmet arzına gayret
göstermiştir. Rusların bir müddet sonra Hotin üzerine yeniden saldırıya geçerek
kuşatmaya devama çalıştığı görüldü.
Ne varki kendilerini geçen defa geriye topuklatan Kahraman Paşa
ve kıymetli askeri tekrar karşılarındaydı. Bir müddet savaştılar. Ancak bu
paşanın karşısında tutunamayacak-larını çabuk .anladılar. Yeniden kaçmayı
tercih eylediler. Sadrazamın bu arada yine Bender'e teşrifi haberi Kahraman Paşaya
ulaşmıştı. Hemen hem hastalık geçirmiş, hem de birçok zorluklara duçar olmuş
sadrazamın ziyaretine koşan Kahraman Paşayı acı bir sürpriz beklemekteydi. Bu
sürprizi Kâmil Paşa tarihinde şöyle kaleme almış: "Rusları Hotin kalesi
önünden kovmaya muvaffak olan Kahraman Paşa, gerek kendi isteği, gerekse
askerinin terfih hakkında seslendirme yapmaları ve bunu tekrarlamaları üzerine,
rütbe-i ve-zaretle taltif edilmişse de, bu talebdeki müşahede olunan usûle
aykırılık suç olarak telâkki olundu. Tabii ki bu ölüm cezasının biçilmesini
getirdi Kendi ayağıyla sadrazamın yanına gelen Kahraman Paşa hakkında verilmiş
hüküm maalesef tatbike kondu. Kahraman Paşa Öldürülerek bir hata daha yapıldı.
Yapılmakta olan seferin başarılı gözüken tek yanı Hotin kalesinin muhafazası
idi. Yoksa ortada başarı olarak kabul edilebilinecek bir vaziyete tesadüf
edilmiyordu. Bunun sebebini İstanbul sadrazamın nâehil olmasında gördü. Her ne
kadar sadrazamın cihet-i askeriyye ilminde, kifayetsizliği beyanı var idiyse
de, devletin en feci hatası Ruslara savaş ilânını pek Önceden yapmış olduğuydu.
Bütün diğer bahaneler, bu savaş ilânı meselesinde adetâ kaybolup gitmekteydi.
Seferde bulunan kumandanlar; Babıâli'yi aradan çıkararak, Hz. Padişaha
sadrıazamın yetersizliğini duyururlarken, bu arada Babıâli baştercümanı ve
eski Buğdan Prensi olan Kalimâki bey'in Rusların tarafına çalıştığı ihbarları
yapılmıştı. Arkasından da bu ihbaratın icraatları kendini göstermeğe başladı.
Birincisini Kalimâki bey'in idam edilmesi teşkil etti. Arkasından
gelen sadrazam Mehmed Emin Paşa'nın azli ve Dimetoka'ya sürülmesini intaç
ettirdi. Beterin beteri vardır sözü, burada bir daha kendini hatırlattı.
Sürgün yolundaki sadrazam Edirne'ye girmek üzereyken yetişen haberci hayatının
izâle olunacağını tebliğ etmişti. Emir yerine getirildi ve sabık sadrıazam
Mehmed Emin Paşanın başı vücudundan ayrılıp bala batırılıp Dersaadete
koşturuldu. Bu baş ibret taşında teşhir olunurken, makam-ı sadaretin yeni
emanetçisi Molda-vancı Ali Paşa mührü hümayunu almıştı.
Hotin Rusların Eline Geçiyor
Cenâb-ı Mevlâ'nın siyanetini, Kahraman Paşa eliyle gösterdiği
Hotin kalesi, zaferin sadakasını vermeyi unutanların hatasının kurbanı olarak
maalesef Rusların eline geçti. Sadrıazam Moldavancı Ali Paşa komutasındaki
ordumuz, Rusların Dinyester nehri kıyısındaki birlikleriyle karşılaştı. Yapılan
savaşın birinci raundunda Rusları, kahkari bir bozguna uğrattık. Savaş alanı
silahını bırakıp firarı yeğleyen askerlerin çokluğundan utanmaktaydı belkide!
Çünkü firar eden Rus askerleri araziyi mühimmat ve cephanelerini bırakarak
terk etmişlerdi. Ancak pek vakit geçmedi ki Rus kuvvetleriyle yeniden
karşılaşıldı. Ve mağlubiyet kısa zamanda bu sefer bizim ta-rafda kalarak,
Hantepe mevkiine çekilmek zorunda kaldık. Çekilmesine çekilen birliklerimiz,
maalesef Hotin Kalesini yardımsız bırakmıştı. Fırsatı kaçırmayan Ruslar, Abaza
Paşa'nın askerden tahliyeyi akıl ettiği Hotin Kalesini ele geçirdiler. Düşman
eline geçmesine iki defa mâni olan Kahraman Paşa'ya, gösterilen muamelenin
bedelimiydi bu acı mağlubiyet? Üzerinde düşünülmesi gerekmeliydi.
Abaza Paşaya Hotin'i askerden arındırmasını icâb ettiren sebebin
Buğdan'ın muhafazasında, istihdam olunma emrini almış olmasında aramak yanlış
olrnaz. Çünkü Hotin kısacık dönemde üç defa Rus taarruzuna mâruz kalmıştı, buna
bağlı olarak artık savunmada kalmaya mahkûm bir devreye girmiş bulunan,
devlet-i âliye'den başka bir stratejik yeri savunma için, daha az ehemmiyet
arzeden yerden vazgeçmesi, zafiyetin getirdiği kaçınılamaz faturasıdır. Abaza
Paşa ve de Buğdan Prensi, Babıâli'den gelen bir emirle, Ruslarla haberleşen ve
onlara sempati besleyen ve de bilfiil onlara savaşlarda muharip olarak
katılanlarında memleketten ihraç edilmelerine önem vermeleri hatırlatılmıştı
tarih bu sırada 1182/1769 olmuştu. Sadnazam İsaakçı'ya gitti. Arkasından ordu
da karışık bir düzen içinde aynı yere gitti. Ruslara karşı fecii bir
mağlubiyetin müsebbibleri, Anadolu ve Rumeli valilerinin rütbeleri tenzil
edilmişti. Böyle bir muameleye gidilmesinde ahalinin sızlanarak bu zevatı,
şikâyet etmesinden kaynaklanmıştı.
Öte yandan ise Yaş'da ve Kalas'da Ruslara mağlup olmuş bulunan
Buğdan kumandanı Mehmed Paşa ve Hazinedar Ali Paşa'ya rütbe-i vezaret
verildiğinde ahali arasında dedikodu aldı yürüdü.
Kalas'da Müslüman Katliamı
Kalas'da Rusların kaldırıp götürdüğü Buğdan Prensi Kos-tantİn
Mavro Kordato çok geçmeden Yaş'da ölümün kucağına düşmüştü. Yerine geçirilmiş
olan Kiga hükümeti başkenti Ruslar tarafından esir edilmiştir. Her taraf
yağmaya ve yakılı-şa tâbi tutulmuştu ayrıca müslümanların üzerinde bir katliam
gerçekleştirilmişti Bükreş şehrinin her tarafında Rusya muharebesi! Hayda!
naralarının işitilmesiyle birlikte şeyhülislâm tarafından verilmiş oian bir
fetva okundu. Bu fetva'da, Rusların gerçekleştirmiş olduğu katliama ve bu
hususta verdiği emirlere itaat edip katılan Buğdanh ve Ulah'ların katledilmelerine,
mallarının müsaderesine, eş ve çocuklarının esir olun-masına cevaz
verilmekteydi. Ne varki bu fetva son derece ters netice verdi. Buğdan halkının
en samimi olanları dahi Rusya'ya tercih kullandılar. Bükreş'in Boyan (bir nevi
idareci) prensliğin bir takım sembollerini Rusların komiserine teslim
ettiler. Ayrıca metropolid'le beraber Rus imparatoriçesine sadakat yemini
yaptılar. İtaatlarını Petersburg'a gönderdikleri temsilciler vasıtasıyla da
ulaştırma yoluna gittiler.
Sadrazam Moldavanci Ali Paşa orduyu Babadaği'na çekti. Kalas'da
Ruslar, meydana geien çarpışmada yenildiler ve şehri yakmayı ihmal etmeden
boşalttılar. Bu arada savaşı kazanan mücahidine padişahın takdir ve ihsanları
erişirken, daha dört ayı doldurmamış Moldavancı Ali Paşa makam-ı sadaretten,
infisal ettirildi. Boşalan makamı doldurmak üzere eski sadrıazamlardan, Ayvaz
Mehmedpaşazâde Halil Paşa aetirilmiştir. Ancak bu zatın göreve getirilmesinde,
babasının nâmının pek işe yaradığını söylemek doğru bir iddiadır. Yoksa Halil
Paşa, devlet işlerindeki tecrübesizliği, askeri meselelerde bilgisizliği,
görünür bir başarısı oimadığı halde bundan bir başarı beklemek umulamazdı. Yeni
sadnazam bir çok memuru yerini değiştirme icraatına tâbi tuttu. Bu sırada Tatar
hân'ı, Buğdan ve Ulah'ın Ruslar tarafından istilâsına bir muhalefet veya
mukavemet gösterme tarafında gayret göstermediğinden azledildi ye yerine
Kaplan Giray getirildi.
Rus askeri; Fokşan'da kuvvetlerini toplama çalışmalarını idame
ettirmeye başladı. İsmail, Ibrail Kolige ve Corcuhe taraflarını tehdidle
birlikte kontrol altına almaya başladı. Bu vaziyeti haber alan Osmanlı
birlikleri serasker Abdi Paşa, komutasında hemencik, Bükreş üzerine yürüyüşe
geçti ve hedefine yaklaştığı sırada, askere gereken bilgi ve tavsiyeleri
yaptıktan sonra askeri orada bıraktı ve Corcuha'yı korumak isteyerek yola
çıkmışsa da, Rus generali Setofalk'ın birliklerinin vurgununa düşmüştür, üçbin
askerini kaybeden Abdi Paşa hem Corcuha'yı müdafaa edememiş hem de Bükreş'in
Ruslar eline geçmesine mâni olamamıştı. Bu sırada tarihimiz 2/zilkadde/l
183-27/şubat/1770'i göstermekteydi.
Buğdan papaslarınin ihaneti Selâtin'e şehrininde Rusların eline
geçmesine sebeb teşkil etti. 1/muharrem/l 184-27/ni-san/1770 cuma günü sadrıazamın
karargâhı isaakçı'ya taşındı. Rusya; istihbaratçılarını ve ajanlarını Mora'ya
şevketmisti. Bunların kısm-ı âzamini papas hüviyeti altında gönderdi ve
Mora'nın Rumlarla meskûn her mahalli, bu adamların söylevlerine, tahriklerine
açık hâle gelmişti. Bu çalışmalara bigane olmayan Rumların ileri gelen
reislerinden Panayotİ Pi-naki, kendilerine Osmanlı boyunduruğundan
kurtulmalarını telkin eden Rus memurlarla uzunca süren görüşmelerde bulundu.
Müzakereler nİhayetlendiğinde de, bir iyi niyet gurubu teşekkül ettirerek
Ruslara dehalet ettiler.
Rusya'dan; Osmanlı devleti ile aralarında husule gelecek
meselelerde, koruyuculuklarını üstlenmeleri istirhamında bulundular. Rusya
devleti bu talebi menfaatinin gereği olumlu bularak vazifeyi üstüne almayı kabullendiğini
bir deniz filosu düzenleyip göndererek gösterdi. Bu filoyu takiben kara askerlerini
de pek kısa zamanda göndereceğini beyan eden bir ahidnâme yolladı. Tanzim
edilmiş filo.ıun kumandanlığı Amiral Sibiryetofa verilmişti. Filo'da 12 tane saffı harp gemisi, 12 firkateyn
Kronştad limanından denize çıktığında, haber derhal İstanbul'a ulaştı. Ne varki
istihbaratı bu kadar hızlı çalışan devletin bu haberi değerlendirebilecek
devlet adamından mahrum olması, Kornştad limanından kalkan gemilerin Akdeniz'e
eski adı bahr-i Ahmer'e geçemeyeceklerini zannederek, gelen habere sahte
damgasını vurdular. İsrarla belirtilmesine rağmen, günün birinde, bahse konu
filonun Akdeniz'de görünmesi haberi sahtecilik, diye suçlayanların gözlerinin,
faltaşı gibi açılmasını temine yetmişti bile. Baltik denizinden, Adriyatik
denizi yoluyla Bahr-i Ahmer'e yâni Akdeniz'e gelebilmek, sadece Venediklilerin
müsamaha göstermesine ihtiyaç bırakırdı. Venedik hükümeti bu müsamahayı ne
için göstermesindi? Gösterdiler böylece de Rus filosu Akdeniz'de gezinmeye
başladı. Babıâli bu vaziyet karşısında; Venedik elçisini azarlamaktan başka bir
şey yapamadı. Vükelâ babıâlide toplandı. Aldığı karar Mora'daki savunmaya
itina edilmesi hususunu âmirdi.
Ne varki; amiral Sibiryetof; filosuyla beraber getirdiği gemi
inşa etmeye yarar malzemeler yanında olduğu halde sahile çıkışı
gerçekleştirdi. Burada nakliye işlerinde kullanılabilecek dört gemi inşa etti.
Gemileri Rum isyancılara verdi. Beri yandan Kont Teodor Orlof, yanında beş yüz
Rus askeri olduğu halde karaya çıkarak bu beşyüz askerin, sayılarının 50 bin'e
varmış, isyancı Rumların idaresine hâkim olamayacağı, herkesin göreceği
husustur. Bu gurub çıkmış bulunduğu Mîsistre şehrinde, bir katliama girişerek
dörtyüze yakın müslümani şehid ederlerken memede'ki yavruların minarelerden
aşağı atılması vahşetini işleyerek hangi ruh haleti ve ne kadar zâlim
olduklarını, tarih sahifelerinde tabii ki nefretle anılmak üzere tescil ve
kaydettirdiler. Burada yaptığı işin vahşi zevkine doyamayan Teodor Orlof'un,
Koron şehri 2. hedefi oldu. Ancak maiyetindeki askerin; bu işi beceremeyeceğini
ilk an gösterince, derhal burayı muhasaradan içtinab etti. Teodor'un kardeşi
Aleksi Orlof ise; donanmasının bir kaç gemisiyle ve yanındaki asker ile Patras
üzerine, sevko-lunmuştur. Patras'ın yardımına korsanların koştuğu ve Mo-ra'hlan
öldürmeye başlamasından Aleksi ve maiyetindekiler, kaçmaya mecbur kaldılar.
Ruslar; yeniden 15 bin kişilik Mora'lılardan müteşekkil bir
isyancı kuvvet teşkile muvaffak oldu. Bunlarda hedef, Tripo-lis kasabasına
dalarak hem ganimet toplamak, hem de kesin bir galibiyet temindi.
Serasker Paşa; bölgedeki kumandanların askeriyle birleşip bunların
karşısına çıktı. Zafer; Mora'lılara değil sadrıazamın kuvvetinde kaldı.
Tripolis'de, Patras'da olanlar cereyan etti. avarin'e girmiş bulunan diğer bir
Rus subayı Prens Dolifori-ki; Leonetari ve Arkadiye kasabalarını savunanlarla
sözde anlaşıp, savunmacıların salimen çıkıp gideceklerini kabul etmişti. Hâttâ
bir sened yapılmış ve bu sened'e Fransa konso!osu da imza atmıştı. Fakat Rumlar
bunları hiçe sayarak, müslümanlan katledip, belde'yi yakmışlardı. Aradan fazla
bir zaman geçmedi ki, Aleksi Oriof Rumların hepsine birden hi-tab ederek şöyle
demekteydi: Eflâk ile Buğdan'da başlamış olan savaşta döğüşenler sizin
mezhebinizdendir, bunun için ordaki savaşa dininiz ve hürriyetiniz için
koşmalısınız. Daha sonra Koron ile Modon, Rusların muhasarasına düştü. Modon
kurtarılınca Ruslar gemilerine binip uzaklaştı.
Serasker Paşa bu Modon'u kurtarmak ameliyesini, zafer olarak
İstanbul'a bildirdiğinde, derhal şehr-i ayn denilen, kandillerle şehir
aydınlatıldı, nice dualar ve sevinç gösterileri yapıldı. Ne var ki; Çeşme
limanında bulunan Hüsameddin Paşa komutasında donanmamızın iki korveti, onbeş
kalyonu ve bazı gemilerinden müteşekkil bir filosu, Rus donanması ile savaşa
giriştiği görüldü.
Bu savaş esnasında bizim gemiler tutuşmuş ve yanmaya başlamıştı.
Ancak bu gemilerimizden bir tanesi yanmakta o -duğu halde, rotasını Rus
donanmasının amiral gemisine doğrultmuş ve ona aborda olmaya çalışmıştı.
Sonunda, fedakârca bu davranışın maksadı, Cenâb-i Allah (c.c)'ün rüzgârı yaver
kılması ile tecelli etti. Rusya amiral gemisi yanmaya başlamıştı. Amiral
Sibiryetof ile Teodor Orîof kendilerini zar zor attıkları bir şalopeyle
cehenneme dönmüş amiral gemisinden firara muvaffak oldular. Akabinde cephane ve
ateşin bir koridorda buluşmaları, geminin patlamasına yediyüz Rus ve isyancı
Moralinin telef olduğu görülmüştür..Mezkûr gemiyi bor-dalayan gemimiz de bu
patlamadan nasibini almış ve bazı denizcimizin şehadeti vukubulmuşsa da,
Kaptan-ı Derya ve kaptanlar ile levendlerimiz yüzerek selâmet sahiline çıkabilmişlerdir.
Hz. Kanuni Süleyman zamanı ve akabinde, 2. Selim döneminde
meydana gelen Leponta baskınına maruz kalan donanmamizın, uğradığı feci
mağlubiyet, beyaz üzerinde bir kara leke gibi karşımıza çıkar. İşte bu 3.
Mustafa döneminde vukubulan Çeşme olayında yanıp perişan olması, yukarıdaki
bozgunu tarihde yalnız bırakmamıştır.
Bu donanma yangını, Kaynarca antlaşması denen Osmanlı devletinin bir
hayli aleyhine olan sulhun imzalanmasına sebeb teşkil etmiştir. Bu Çeşme
olayının; galeyân-ı diniye'yi ve milliye'yi gayrete getirdiği görüldü.
Donanmamızın yakılmasından mükedder a-hali-i islâm, İzmir'de yaşayan Rumların ve
avrupalılann üzerlerine savlet ederek ihanetlerini haykırmışlardır. Bu arada
se-kizyüz kadar kefere telef edilmiştir. Rus donanmasının Çanakkale Boğazından
geçmesini engellemenin yolunu oraya gönderilen vazifelilerin keşiflerine
bağladı devlet. Bunlardan ise, Kale-i Sultaniye denen bölgeye gerek Rumeli
gerekse Anadolu yakasına birer istihkâm yapmak fikri, gündeme geldi. Derhal
tatbikata geçildi. Bunlardan birini Rus gemilerinin topa tuttuğu görüldüyse de
bir netice alamadıkları da ortadaydı.
Ancak Ege denizine doğru yol almakta olan yirmi parçalı bir zahire
nakliyesinde kullanılan ticaret filosu Bozcaada'da yol kesen Rus donanmasının
eline geçti.
Limni Muhasarası
Bütün bunlar olurken Kont Orlof Limni Adasını kuşatma altına aldı.
Yapılan altmış günlük direnme gelecek için muhasara altında olanlara bir umid
bahşetmediğinden muhafızlar Kont Orlof'a müracaatla teslim müzakerelerine
giriştiler. Anlaşma ortaya çıktığında vaziyet şu idi. Muhafızlar adayı terk
edecek, ancak altı muteber asker Ruslara rehin olarak bırakılacaktı. Anlaşmanın
tatbikatına geçildiğinde kaptanı derya Cezayirli Hasan Paşa yirmiüç parçadan
meydana gelmiş filosuyla Limni Adasına İmdada yetişmişti. Yapılan mukaveleden
haberdar olunca bunun uygulanamayacağını, çünkü kendisinin rızası olmadığını
beyan etti. üç gün sonra iki taraf deniz üstünde çok kanlı bir savaşın
muharipleri oldular. Üstünlük bizim askerimizde kaldı. Hasan Paşa Rusların
rehin olarak teslim almış olduğu altı rehineyi iade etmesini Kont Orlof'a
bildirdi. Az sonra rehineler serbest bırakılırken Kont Orlof'da gemilerini
toplamış, rotasını açıkdenize doğrultmuş, Limni'yi Osmanlı zaferine bırakmanın
ezikliği içinde suyun üzerinde aheste aheste defolup gitmekteydi.
Bu sırada Buğdan civarında askerle dolaşmakta olan sadrazam, Tuna
Nehri yakınlarında tutuştuğu bir muharebede ikibin şehid vererek haylİcede
mühimmat ve cephane kaybına uğramıştı. O sıradada Ruslar Kırım'da bir
saldırıya kal-kışmışlarsada, mahalli komutan ve askerleri, bu taarruzu defetmeye
muvaffak olmayı bilmişlerdi. Tuna üzerinde yaptığımız bir köprüyü, çıkmış olan
fırtınanın söküp savurduğu, Ruslar'ın, Kili'yi ellerine geçirdiği haberleri
sadrazama ulaşmıştı. Ayrıca asker arasında da itaat ortadan kalkacak raddeye
gelmişti. Sadrazamın hükmü geçmez olmuş, askere sık sık hediyeler, bahşişler
verilmek suretiyle işlere sevk oluna-biliyordu, ki bu ordunun içine düşmüş
olduğu büyük bir zafiyetti.
Bender'in Düşmesi
Ruslar Bender'i taarruzlarına hedef yapmışlardı. Müdafiile-rin
bütün gayretlerine rağmen aralıksız on saat süren bir Rus saldırısı Bender'in
düşman eline düşmesine sebeb oldu. Bunu onsekiz gün süren ve nihayetinde
Rusların eline geçen İs-maiyl ve İbraiyl kalelerinin elden çıkması takip etti.
Sadrazamın içinde bulunan hâli içler acısı bîr manzara gösterirken, sayısı aa
üçbinden ziyade değildi. Neticede; Kili, İbraiyl ve İsmaiyl elden gitmiş
çaresiz sadrazam, otağını Babadağı'na nakle mecbur olmuştu. Ordunun; Babadağına
çekilmesinden sonra bir takım değişikliklere tevessül olundu. Kırım Hanlığı
Selim Giray'a tevcih edildi. Sadrazam azledilerek Filibe'ye sürgüne
gönderilirken, yerine de Bosna Valisi Silahdar Meh-med Paşa getirilmişti. Ne
varki bu sırada İbraiyl'in istilâ olunmasından önce, İsmaiyl'de bulunan Rus
generali Kont Ro-manzof gönderdiği bir notta ecnebi ülke devletlerinden hiç
birinin karışmayacağı bir sulh müzakeresi açma teklifini bildirmiş oluyordu.
Sadrazam ise; böyle teklife evet demeye padişah tarafından mezun kılınmadığını,
taleble ilgili hâli Babıâli'ye bildireceğini notu getiren, Rus miralayına
ifade etmişti. Bu teklife verilen cevabı öğrenmemizden önce şurası
bilinmelidir ki; daha önce Dersaadet tarafından vesatet, yâni arabuluculuk için
yapılan haberleşme pek dikkat çekici bir hal almıştı. Bu arabuluculuklar pek
çok avrupa ülkesine uygun gelmekte idi. Bu sayede menfaat elde ediyorlardı.
Rusya'nın teklifi ise bu aracılara lüzum olmadığı istikametindeydi, Prusya kralı 2. Fredrik'le, Avusturya
imparatoru 2. Jozef gibi iki önemli hükümdar işi başka başka mütalaa etmekteydiler.
Babıâli ve Avusturya arasında, bir takım gizli ve nakdi hu-susat
üzerinde müzakereler yapılıp antlaşma yapılması, Avusturya elçileri Kont
Dokviniç ve Baron Tevgüt'ün çalışmalarıyla gerçekleşebilmişti. Sultan 3.
Mustafa'nın ise, hop diye içine atladığı durum, seçtiği politikanın yanlışlığı,
bütün hususlarıyla ortaya çıkmış almaktaydı.
Yukarıda anlatıldığı gibi; İngiltere ve Prusya elçileri, Fransa ve
Avusturya'nın müdehalesinden çekinerek harbin çıkışında sunulan vesatet iki
devletin arasında şüpheler uyandırabilme gayretine dönüşmüştü. Buna bağlı
olarak Babıâli'ye notalar takdim ederek Yedikule'de hapiste bulunan Rus
elçisinin derhal serbest bırakılmasını istemişlerdi. Bu istekten hiç bir
netice hasıl olmayıp, iş ortada durmaktayken, daha sonra Prusya kralı ile
Avusturya imparatorunun, Nevstad'da vukubulan buluşmalarında geldikleri nokta
vesatet yâni arabuluculuk meselesi hakkında aynı düşünmektelerse de, nasıl
gerçekleşeceği hususunda bir ittifak içinde olamamışlardı. Bunun üzerine her
iki devlet İstanbul'da bulunan elçilerine yâni Prusya ve Avusturyalı elçilere
ayrı ayrı talimatlar verilmiş ve Babıâli nezdinde teşebbüse geçmelerini
istemişlerdi.
Prusya elçisi Zejlin, Avusturya elçisi Tevgüt talimatları alıp
harekete hazırlandılar. Bu sıralarda Belgrad valisinden gelen bir başvuruda;
Avusturya imparatorunun dönekliği, hududumuzda asker yığmasına başladığından,
nasıl bir siyasi tavır takınılması hususunda padişah'ın düşüncesini ve emrini
sormaktaydı. Padişah ise, garib sayılacak bir teklifte bulunmuş-du. Şöyleki:
Avusturya ve Prusya elçileri aldıkları talimat gereğince devletlerinin
arabuluculuk tekliflerini Babıâli'ye sunduklarında, Reisülküttab İsmail Râif
efendi, gecenin birinde Avusturya sefiri ile müzakereye girişti. Rusya, Lehistandan
uzaklaştırıldığına göre, imparator Jozef'in, Lehistan'a bir kral tâyin etmesi
veya Lehistan'ın iki devlet, yâni Osmanlı ve Avusturya arasında taksimini
imparator 2. Jozef'in reyine bıraktı. Böylece evvelemirde devlet-i âliye,
İran'in bölüşülmesi işinde Rusya ile anlaştığı gibi, bu defa da Lehistan'ın,
Avusturya ile taksimini ümid etmişti. Bu mülk taksimi politikasının tarafı
olmak, bizzat devlet-i âüyenin komşuları devletlere, âtideki taksimin kapısını
açmıştı. Avusturya elçisi Tevküt'se iletilen talebe cevaben; böyle geniş bir
projeye kafa patlatmaya zamanı olmadığını ancak bunun da kan dökülmeden
gerçekleşemeyeceğine arabuluculukda esas maksad ise, bunca müddet sürüp
gitmekte olan kanlı savaşın sonunu getirmek olduğunu beyan etti.
Böylece; gerek Tevküt gerek Zejlin, devletlerinin taleb ve
arabuluculuklarına dâir Kâimmakamdan bir yazı alıverilme-sine reisül küttapdan
gayret göstermesini istediler. Bu isteği tabii karşılayan İsmail Râif efendi,
önce kendilerinin bu hu-susda bir talebleri olduğunu belirten nota'mn
Babıâli'ye verilmesini hatırlatmıştı. Bu şart; Zejlin'i hemen, Tevküt'ü ise bu
mevzuuda bir haylice tereddüde düşürmekle beraber geciktirme, ülkesinin
muvafakati ve arabuluculuğunu, tercih ettirmek teşebbüsünde çıldırmak
derecesine varmış oîan İngiliz elçisinin maksadını kolaylaşma mertebesine
getirmemek için, İsmail Râif efendinin teklifi kabul görmüştür. Böylece
kâimakam, elçiler tarafından verilen notaya cevab olarak, yazdığı yazıda
ihtiyatlı bir lisanla herbirinin, müracaatını değerlendirdiklerini ve nota ile
teklif ettikleri arabuluculuk hakkındaki beyanlarını kabul etmiş bulunduğunu
kaydetmişti. Bunlar olup biterken ilerleyen zaman 1770/ocak~1183/ra-mazan ayını
işaret etmekteydi.
Yukarıda Rus generali Romanzof tarafından gönderildiği belirtilen
yazı geldiğinde, Reisülküttab ve Nişancı efendiler Avusturya ve Prusya
elçileriyle geceyansı içtimaî gerçekleştirme yoluna gitmişler, müzakereler
neticesinde yapılan tekliflerde, iki devletin arabuluculuklarını bildiren
general Ro-manzofa cevab olarak mahbus bulunan, Rus elçisinin serbest
bırakılma isteğinin, Rusyanın bu cevab üzerine göstereceği muvafakata bağlı
olduğu hususları kararlaştırılmış, bu şekil üzere de divân-ı hümâyûnun resmi
karan ve şeyhülislâmın fetvasıyla teyid edilmişti. Muhterem okurlarım görüyorsunuz
ya! Bir devlet zafiyete düştümü buyurgan politika zirvesinden, müzakerât
ilmine vâkıf olmanın ve bu ilmin kes-bettirdiği başarı kadar, müzakerâtta
benliğini ve menfaatlerini koruyabilir. 3. Mustafa devri, bu müzakerâtın
dikkatle yapılmasına başladığımız devrin mukaddematını hatırlatır, daha
sonraları güç ve kuvvetten kopmanın elim sonucu olan başka siyasi entrikalara,
başvurma mecburiyetine düştüğümüz görülecektir.
İngiliz sefirinin bütün gayretleri arasında yer alan hususun
birincisini bu arabulucuk meselesi teşkil etmekteydi. Bunu temin içinde politik
her iftira elçinin başvurduğu çirkin silahlardan idi. Ama bütün bu
ingilizlerin politik manevralar! netice vermemiş, nihayetinde Avusturya elçisi
Tevküt ile beş maddelik bir antlaşma çıkarabilmişti Reisülküttab İsmail-Râif
efendi. Her iki ülkenin en üst makamı olan padişah ve imparator anlaşmayı
tasdik etmişlerdi. Bu antlaşmanın gereği olarak; Babıâli Avusturya'ya, bir sene
zarfında nakit olarak, 20 bin kese akça, diğer bir deyimle 1 milyon 250 bin
florin vermeği kabullenmiş oldu. Ayrıca Küçük Ulah'ı Avusturya'ya terk etmekle
beraber, bunların tüccarlarının Ödemekte bulundukları rüsumların alınmaması da,
anlaşmada yer aldı. Cezayir korsanlarının bu devlete verdiği zararları meydana
getiren tasallutlardan korumayı Osmanlı devleti taahhüd etti. Avusturyalılar
ise Rusya'nın bizden aldığı araziyi iade etmeye iknaa çalışacaklarını taahhüd
ettikleri, Lehistan vatandaşlarının hürriyetlerinin temininde kefil
olduklarını, beyan eylemişlerdi.
Başvekilleri Prens Dukovniç böyle bir antlaşmamn mutlaka tasdik
edilmesi gereken avantajlarla dolu bulunduğunu görünce, imzayı hemencik bastı.
Avusturya elçisi ile paraya dâir yapılan antlaşmanın müzakeresine oturmuşlardı.
Artık Prusya ile Avusturya arasında söyleşilen arabuluculuk meselesi gündeme
getirilmemiş bu müzakerenin sırrından habersiz Prusya elçisi; başka bir
projenin uygulanmasından da şüphelendiğinden verilen sözden dönülmemesi
ısrarlarında olup, savaşın ilk gününden beri Rusya'nın, Prusya tarafından
yüklenilecek arabuluculuk vazifesine kabul etmek durumunda olduğu sözünü vermiş
bulunduğunu söylemekteydi. Ayrıca da Ruslar sözünden dönecek olurlarsa, Prusya
Avrupa ile sulh için elele verip, devlet-i âliye'nin hukukunu kabul ettirmeğe
hazır olduğunu, Babıâli'ye beyan etmiş Rusya devleti ise; hapiste bulunan
elçisinin de şartsız tahliyesi gerçekleşmedikçe, arabuluculuk yapmak isteyen
talepleri geri çevireceğini herkese hissettirmekteydi. Osmanlı hükümeti ve
Avusturya arasında yapılmış bulunan, gizli antlaşmanın müzakereleri esnasında
Avusturya elçisi Tevküt, elçinin tahliye işleminin yapılmasını ilen sürmüş,
bizimkiler fazla direnmeden kabul etmişler, tahliyeye ve ülkesine dönme
müsaadesini vermeyi uygun bulmuşlardı.
Meşhur tarihçilerimizden Vâsıf efendinin Petersburgdan dönerken,
yanında getirmiş olduğu imparatoriçenin mektubunda, savaşın devamında fayda
gören Rusya ve Osmanlı devletinin, düşmanlarının arabuluculuk tekliflerinin
kaale alınmaması, vasıta olmadan kendi aralarında sulhu gerçekleştirmeyi
arzuluyan husus yer almışsa, mektubun imzasız olması ciddiyeti zedelemişti.
Öteyandan; mektubun imzasız gönderilmesi savaşı arzularruş, davet etmiş bulunan
Fran-sa'ninda bakışına denk gelerek, kötü şekilde tefsir olunmasından
çekinilmiş olmasındanmış. Buna karşılık daha evvel Rusya'nın maksadı, Kırım'ı
kurtarmak olduğundan, Buğdan ve Eflâk'da müstakil birer beylik tesisi hususuna
dayalı olarak Avusturya ile yaptığı müzakerâtda apaçık ileri sürmüşdü. Prusya
ise; o sıralarda gözü Lehistanın bazı bölümlerinde, bilhassa Pomeral kıtasında
odaklanmıştı.
Kesinleşen taksimatta, Prusya bir hissenin sahibi olmayı ciddi bir
şekilde arzulamaktaydı. Arzusunu hiç çekinmeden Avusturya delegelerine açıkça
ifadeden çekinmemişti. Ancak bu hengâme esnasında Ruslar da, Osmanlı
devletinin bolüşümünü öngören bir projeyi Viyana kabinesine şöyle sunmuştu:
Eflâk ile Buğdan'nın kendisinde kalmasını isterken, Avusturya'ya ise, Bosna ve
Erdel vilayetlerini vermekten hoşnut olacağını imâ eylemişti. Yeni
hazırlıkların tamamlanmasından sonra tekrar başlayan savaşda Yerköy ile
Tui-ça, Rusyanın eline geçerken, İsaakçı yanmakdan kurtulamadı.
Bu duraklama esnasında saltanatın gelecekteki padişahı olarak
görülen, veliahd şehzade Bayezid ani bir ölümle dâr-ı bekaya intikal etti.
Ahali arasında vukubulan rivayetlerde, şehzadenin zehirlenmek suretiyle
-öldürüldüğü şayiası vücûd bulmuştu. Sadrazam ile Serasker Paşa, Tuna üzerinde
yaptıkları savaşları bazen kazanıyor, bazen de kaybetmekteydiler. Ancak
Kırımdaki savaşın feci bir mağlubiyetle neticelen-mesiyle birlikte, burası
elimizden çıkıverdi. Sadrazamın yanında olduğu halde Babadağı'nda bulunan
Selim Giray, askeri bir meclisin toplantısı sonrasında aldığı bir kararla, Ruslar
tarafından tehdit altındaki Kırıma dönmesi tavsiye edilmişti. Ecdadından beri
Kırım'ın başşehri olan Akçasaraya gelip oturmuştu. Rusların 30 bin askerle ve
60 bin Nogay Tatarlarıyla aniden, Orkapının önüne dayandığı haberi geliverdi.
Selim hân; 50 bin Tatar, 7 bin Türk askeriyle savunma yapmak üzere koşmuşsa da,
gerek yanındaki askerler, gerekse arkadan imdada koşan 12 bin Tatar askeri
bozguna uğradı ve ricata başladı. Prekop kalesi Rusların eline geçerken, Hazar
denizinin kilidi durumunda bulunan Taman kalesi de Rusyanın eline gelivermişti.
Selim Hân; bu feci mağlubiyet karşısında yapabilecek bir şey kalmadığını
gördüğünde, bindiği bir gemi sayesinde İstanbul'a kapağı atmak mecburiyetinde
kalmıştı. Hân Selim'in; bu firarı Tatarların çok çok üzülmesine ve ümidsizliğe
düşmesine sebeb teşkil etti. Böylece de, Tatarlar büyük kafileler halinde
Kırım'dan Anadolu kıyılarına, muhacerata
başlamışlardı. Serasker Paşa bulundudu Karasu mıntıkasından hareketle, Kırım'ın
istirdadı için orduyu yola çıkardıysada, Tatarlar kendilerini yenmiş bulunan
moskoflara, Prens Dolgoriki'ye sadakat yemini törenini Gerçekleştirmişlerdi.
İmparatoriçeye bağlılıklarını bildirmişlerdi. Kırım halkının göç etmeyenleri
itaatlerini sergilediler. Prens Dolgoriki; Keğa, Kerç ve Yenikale şehirlerine
de girerek zaferyâb oldu. Bu acı sonucun tarihi 13/7/1771-1185/rebiülevvel/30.
cumartesi gününü göstermekteydi.
Gözleve ile Suadk şehirleri düşman eline geçerken seraskerin
meydana gelen bir çarpışma neticesinde yenilip kuvvetleri ile birlikte esir
düştüğü ve Petersburga götürüldüğü haberleri duyuldu. Beri taraftan Tatarlardan
kırksekiz mebusla birlikte Selim Giray'ın iki oğlu, Petersburga gitmişlerdi.
,1. Katerina nezdinde bağlılıklarını sunmayı hedeflemişlerdi. Prens Dolgoriki,
bunların dönmesini Kırım'da bekledi. împa-ratoriçenin buyruğunu yerine getirmek
demek olan Şahin Giray'ın oğlu Şirin bey'i Kırım'a han tâyin edip,
sandalyesine oturttu. Prens Dolgroki'nin icraatının birincisi, Cengiz Han
sülalesinden olan hanların, Osman Gazi sülalesinden olan hakanlar hazeratından,
unvan almalarına son vermek olması idi. Böylece Ruslar; Kırım'ın
istikiâliyetini ilânda bir oyalama yapmadılar.
Mamafih, Ruslar Okzafofla Kilburnu ismini taşıyan şehirlerin
istilasınada teşebbüs ettiler. Fakat güçlü bir Osmanlı müdafaası Önce
durulmalarına, sonra bozulmalarına, nihayetinde bozgun halinde firarlarına
yolaçtı. 31/ağustos/l 77 1-1185/19/cemaziyelevvel cumartesi. Fakat çok geçmedi
ki Rusların Tulçe'yi ele geçirdikleri görüldü. Sadrazam Babada-ğından
Hacıoğlupazarına çekilme karan aldı Oradan da kışlamak üzere askeri Edirne'ye
çekmek gerektiğinin hesabını yaparken, bölge ahalisinin kimi silahlarını
kuşanmış, kimileri de olduğu gibi toplaşıp, sadrazamın otağına koştular. Apaçık
tarzda sadrazama: "Sen Kırım'ı Ruslara verdin! Şimdi de bizim
topraklarımızimt vereceksin? Diye bir hayli çıkıştılar. Yapılan bu toplu hareket, İstanbul
tarafından haber alınınca, İstanbul'a gelip ayağının tozuyla huzura çıkmış
olan mektupçu başının bu husustaki görüşü soruldu. Ordunun bulunduğu yerden
ayrılmaması tensib olundu. Serasker Abdi Paşanında Karasu'daki ordusuna
gitmesi, Dağıstanlı Ali Paşa'nında Köstendil üzerine hareket etmesi iradesi
çıkdi. Sadrazamın yetersizliği, gösterdiği ihmal sebebiyle zaten azli icab
ettiğinden gereken yapıldı. Yerine de daha önce Ruslara açılan sefere
muhalefeti olan Muhsinzâde tâyin olundu. Yeni sadrı-azam hemen askeri ve mülki
idarede bazı İslah hareketleri sergiledi. Rumeli yakasında topladığı onbin
askerle Hacıoğ-lupazarına koşup ahaliye moral verebilmesi için Abdi Paşayı
gönderdi. Kendisi de Şumnu üzerine gitti. Kırım; Rusların zaptına uğradıktan
sonra han'hğı bîr unvanın ötesinde bir şey değildi artık. Tuna Nehrinin öte
tarafında bulunan Tatarlar için bir reis tâyini mutlak İcab etmekteydi. Padişah
tarafından işbu han'lık Maksud Giray'ın uhdesine tevcihi buyrultusu geldi.
Maksud Giray; Şumnu'ya gelerek sadrıazamla görüşüp, hürmet ve yardıma mazhar
olarak kısa zamanda onbin Tatar askeri toplaya bilmişse de bunların haklan her
ay verilmesine rağmen yağmacılıktan vaz geçemiyorlardı. Gerek mülki makamlarda
gerekse askeri görevlerde değişiklikler vede tevcihe dönük işler yapılması,
Bağdad Valisi Halil Paşa dahi Karadeniz sahilini muhafaza, Rusları Kırım'dan
tard edebilmek için düzenlenmiş olan askerlerin seraskerliğine tâyin buyruldu.
Avusturya ve Prusya ile Babıâli arasındaki ara-buiucuk müzakerelerine söz
atlayınca Osmanlı ve Avusturya arasında yukarıda imzalandığını belirttiğimiz
antlaşmanın na-kitle alakalı gizli maddelerinden her nasılsa haberdar olmuş
bulunan İngiliz elçi Lord Mevri, ödemiş olduğu para sayesin-
He antlaşmanın bir nüshasınıda ele geçirmişti. Bunların birer
suretini Berlin'le Petersburga postalamıştı. Prusya kralının Rusya'ya vermeğe
kefil olduğu senelik bir milyon altun, ağır bir yük teşkil etmeye
başladığından, Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki savaşın sonunun
getirilmesine adetâ dua etmekteydi. Babıâli ile Viyana hükümetlerinin vâki
gizli muahedesi hakkında Rusya Çariçe'sinin müteessir olduğu kadar üzülmemişti
Prusya hükümeti. Prusya kralının bu mukavelenin, Rusya ile Osmanlı arasında
yapılacak sulhun mukaddimesi olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Buna karşılık
Rus Çariçesi ise, başka bir sebeb yüzünden Prusya kralının hükümetinden mâli
anlaşmanın, yenilenmesini taleb etmekten geri kalmamıştı. Rusya dışişleri nâzın
Kont Paynen antlaşma esasını teşkil etmek üzere, Eflâk ve Buğdan ile Tatar
emaretlerinin bağımsızlığı hakkında gerekli olan iki şartın- birincisinden
sarf-ı nazar edeceğini bir nota ile Avusturya sefirine beyan eylediği gibi,
Prusya sefiri Zejlin de, Babıâli'nin Rus murahassı kabulü, buna karşılık
Osmanlı devleti de, bir elçi göndererek Buğdan şehirlerinden birinde sulh
hakkında müzakereye girişilmesine karar verdirmek üzere sadaret kaim-makamına
kısa sayılmayacak bir muhtıra göndermişti. Babıâli "Eğer Rusya murahhası
İmparatoriçenin Eflâk ve Buğdan ile Tatar emaretlerinin, istiklâliyetinden
sarfınazar edildiğine dâir vaadla ve adı geçen iki devletin heyetleriyle
müzakereye yeterli izinle hazırsa, hoş geljniş oluyor. "Şeklinde kısa, net
bir cevabla mukabele etmişti. Ancak Rusya ile Prusya'nın; Lehistan'ın
bölünmesine dâir tekliflerine, Avusturya'nın da iltihakı, Viyana kabinesinin,
iki devletin yâni Rusya ve Prusya nın görüşüne iştiraki, Babıâli karşısındaki
vaziyetini tamamen değiştirdi. Avusturya'nın Osmanlı devleti ile parasal bir
antlaşma yapılmasına dâir, İstanbul elçisine talimat göndermesi, Prusyalı
Prens Henri'ninde Petersburg'da bulunduğu döneme ve imparatoriçenin, Lehistanın
bölünmesi ile alakalı beyanatını açıkladığı âna rastlamıştı. Az sonra Prusya
ile Rusya arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Prusya kralı; Lehistan
arazisinin bir kısmının kendine bırakılması hâlinde, Rusya'ya Avusturya
devletinin saldırıya geçtiği takdirde Prusya, Avusturya aleyhinde olarak silaha
davranacağına söz vermiş ve imza atmıştı. Böylece Rusya ile Prusya; Lehis-tanı
bölme ve parçalama hususunda anlaşmış olacaklar ki; Avusturya'yı bu işe
katılmaya davet etmişler. Avusturya'da bahse konu davete sıcak bakmış
olduğundan, İstanbul'daki elçisineyeni talimatlar göndererek, bir kongre
davetiyle evvelce de mütarekeye evet denilmesi lüzumunun, Babıâli'ye
bildirilmesi vazifesini vermişti. Avusturya ve Prusya elçileri beraberce, bir
nota takdim eylediler. Her biri yaptıkları teklif-de yapılacak sulh
antlaşmasının sonunun iyi gelmesini temenni etmekteydiler. Bu teklif Rus
çariçesinin görüşüne uygun olması münasebetiyle, Babıâünin mütarekenin usulüne
dâir olumlu yaklaşımı iki devlet sefirinin, Rusya başkumandanı Romanzof'a
gönderdikleri gibi sadrazama da gönderilen bilgi ile görüşmeleri başlatmayı
sağladılar. Romanzof olsun, Veziriazam olsun, birer vekil vazifelendirerek
müzakerelere başlanmasını onaylamış oldular. Sadrazamın nasbettiği vekil Divan-ı
Hümayun hacegânından Abdülkerim efendi, Rusya kumandanınca tâyin olunan vekilse
Mösyö Simoleyn idi. Karadeniz'de seyrü sefere yâni gemilerin dolaşmasına ve
mütarekenin kaç sene için yapılacağına dâir ihtilaf bu zatlar tarafından
nizama bağlandı. Tanzim edilen antlaşma senetleri sadrazama ve Rus
başkomutanına gönderildi. Her ikiside kendilerine ulaşan senetleri imzaladılar.
1771/10/haziran-l 185/27/sefer pazartesi günü sulhun kesinleştiği
tarih olmuştu. Mütareke senedi on bendi hâvi idi. Ayrıca Bahr-i Sefid'de yâni
Akdenizde bulunan ve Kalei Sultaniye, diğer bir deyimle Çanakkale boğazını
abluka altına almış Rus amirali ile Osmanlı devleti temsilcisi arasında da, on
maddelik bir antlaşma senedi tanzim edildi.
Kongreye murahhas olarak tâyin edilmiş bulunan Kont Orlofla
Obriskofun Yaş şehrine vardıkları haber alınmış, bunun üzerine, Osmanlı
devleti tarafından kongreye temsilci olarak seçilmiş bulunan, Nişancı Osman
efendi ile Ayasofya Şeyhi, İstanbul pâyelilerinden Yâsincizâde ve memuriyetleri
esnasında, masraflarını görecek olan bir defterdar ile birlikte hareket edildi
ve Şumnu'da sadrıazama mülâki olundu. İstişareden sonra toplantının
gerçekleşeceği Fokşan'a gelindi. Avusturya sefiri Tevküt, Prusya sefiri Zejlin,
ülkelerince bu kongre'de murahhas tâyin edilmiş olduklarından, İstanbul'dan
ayrılırken sadaret kaimmakamina uğramışlar ve burada, birer samur kürk hilatla
ödüllendirdikleri gibi, 25 şer bin kuruş harcırah verilerek mükâfata nail
edildiler. İstanbul'dan yola çıkan bu iki müttefik sefir, Rusçuk'a vardıklarında
serasker Ali Paşa tarafından merasimle istikbâl edildiler. Oradan Fokşan'a
kongrenin yapılacağı mahalle intikal eylediler. İlk toplantıyı; Devlet-i âliye
ve Rusya murahhasları kendilerinin tertiplediği bir celsede gerçekleştirdiler.
Ne Prus-ya'lıne de, Avusturyalı murahhaslardan hiçbirinin toplantıya davet
olunmaması kararlaştırılmıştı. Ancak Mösyö Tevküt, Rus murahhaslarından izahat
talebinde bulunmuştu. Tevcih olunan soruya hiçbir şey anlamamış gibi verdikleri
cevab: Rusya imparatoriçe'si her iki devletin arabuluculuğunu ne aramış, ne de
kabul etmiş.
Hâttâ bir gayri resmi müdehaleden, başka bir şey istememiş
olduğunu düşündüklerini belirtmişlerdir. Bu iki elçi, Tevküt ile Zejlinin
debdebe ile gelmiş oldukları İstanbuldan, Fok-Şan'daki kongre salonunda bir
odaya bile alınmamalarının umulan olmadığı ortadadır. Ayrıca çirkin bir
vakadır. Hâttâ
Osmanlı devleti memurları dahi, bu muameleden hayretlere gark
olmaktan kendini alamadı. Buna şöyle bir çare buldular Osmanlı murahhasları!
Müzakerelerde konuşulanları elifi elifine bunlara naklediyorlar, onların
tavsiye ettiği istikamette hatt-i harekât tesbit ediyorlardı. Rus murahhas 2.
toplantıda, bütün müzakerelere esas olmak üzere ortaya üç madde koydular.
Birincisi; iki devlet arasında anlaşmazlık çıkmasına sebeb olacak
hususların yok edilmesine,
2. tanzim olacak
mukavelenin her ikisi için menfaatlerine uygun,
3. sü ise; Osmanlı devleti,
ahdinden vazgeçerek Rusya ile münasebetlerini kesmiş olduğu iddiasıyla,
Rusya'ya tazmi-nat-ı maddiye vermesi maddelerinden ibaretti.
Bunlardan ilkini meydana getiren maddede, Tatarların
is-tiklâliyeti, ikincisinde ise Osmanlı devletinin bütün sahillerinde Rusya
gemilerinin, istedikleri gibi seyr-i sefer edebilecekleri gibi, ticari gemilerine
de, iltimasa en fazla nail olmuş devlet gemilerine gösterilen kolaylıkta
eşitlik istenme husus-da vardı. Birinci madde için uzunca bir müzakere cereyan
etti. Çok şiddetli geçen konuşmalarda Osman efendi ezcümle; Tatarlara
istiklâliyet verilmesi diyanet esaslarına mugayirdir sözleriyle cevap
verilirken, padişahın aynı zamanda halife olduğunu böylece olan hususa
muvafakat vermesinin, diyanete aykırı olduğunu beyanla red etmek yoluna
gitmişti.
Bundan sonra bazı taleplerede her iki tarafın karşılıklı itirazları
müzakerelerin inkıtaını getirmiştir. İki tarafın murahhasları da, kendilerini
vazifelendirmiş mercilere müracaatla müzakerelerin kesilmesinden dolayı,
Rusyanın başkumandanı Romanzof ve aynı devletin murahhası Kont Orlofun muamelatını
hoş bulmadığı gibi, sadrazam da müzakerelerin tehire uğramasından muzdarib
olmuştu.
Mütareke döneminin uzatılmasını temin etmek hususunda Hacegândan
Vâsıf efendiyi eline tutuşdurduğu bir yazı İle, Rus başkumandanı Romanzofun
nezdine koşturdu. Vâsıf efendi geldiği yerde, müzakereleri yürütmüş bulunan
Osman efendiye rastgeldi. Bu zâtın gayrimakuİ müdehalelerini geçiştirip,
Romanzof dan mütareke müddetinin yedi/sekiz ay uzatılmasını talep ettiyse de
koparabildiği müddet ancak kırkgün olabildi.
Yeniden gündeme gelen müzakerelere; Osmanlı devletinden
Reisülküttâb Abdürrezzak efendi, iki yardımcısı İle birlikte padişahın
fermanıyla tâyin kılındı. Rus başkumandanı tarafından da Obriskof gönderildi.
Müzakere mahallide Bükreş olarak tensibine karar verildi. Bahse konu şehirde
müzakera-ta taraflar başladılar. Daha evvel Prusya ve Avusturya elçilerinin
müzakerelere gönderilmesinde, üçyüzbin kuruş masraf Devlet-i âliye kasasından
çıkmasına ve bunların, müzakerelerde bir faydası görülemediğinden Bükreş'ede
gönderme yoluna gidilmedi.
Romanzofun kâfi gördüğü kırk günlük müddet, müzakerelerin
neticelenmesi hususunda yeterli olmadı. Bu sefer Rusya murahhasının isteği
ileyeni müddet dört ay olarak tesbit olundu. Bu oluşuma Rusya imparatoriçesi
de vize vermişti. Obriskof müzakerelerin bu safhasında Tatarların, yâni Kırım'ı
müzakerelerin son merhalesine bıraktığı görüldü.
Tazminat, başka hususlardan dem vurmaktaydı. Bunlar on maddeden
teşekkül etmiş çalışmaydı. Kırım'ın istiklâli yine de son maddeye konmuştu.
Buna bağlı olarak bir çok madde de sağlanmış ittifak baskısıyla son maddede
iyi niyetle ele alınma durumuna gelmişti. Hakikaten müzakereler çetin bir
çekişme halini almışsa da, kopmaya müsaade olunmadı. Hutbede bundan böyle yine
padişahın adını söylemenin kabulü, ikincisi olarak ise Tatarlar han'larını
kendileri intihab edecekler tarzında uyum sağlandı. Ancak bu seçimi padişahın
tasdik etme sistemi getirilmiş oldu.
Biz burda şunu beyan etmek isterizki; Osmanlı padişahı aynı
zamanda müslümanlann halifesi idi. Bu bakımdan Kırım'da meskûn mü'minlerin
başı olma görevide omuzlann-daydi. Kırım Tatarlarının kism-i âzamıda
müslümandilar. Hilafet, dini riyaset olması hasebiyle Rusiarbu maddenin, böylece
kabulüne daha fazla itiraza mecal bulamamış olmalılar. Meseleyi en sona
bırakmış olmaları da bunun delilidir diye düşünüyorum.
Bu misalden hareketle, 1924'de hilafetin ilgasına dâir kanun
teklifi BMM'ne geldiğinde, inkilabların müdafii hırçın ve keskin kalem Hüseyin
Cahit Yalçın, hilafetin kaldırılmasına, sonuna kadar muhalefet etmekten kendini
alamamıştır. Hüseyin Cahid; Osmanlı Tarihini iyi bilen ve üstelik aslen
Arna-vud idi. Fakat hilafet makamının dünya yüzündeki müslümanlann başı
görevinde ipkasını hayati bulmayanlara pek şiddetli hücumlarda bulunmaktan
hazer etmemiştir.
Bu istidratı keselim kaldığımız yerden tarihimizin akışına devam
edelim. Şer'i mahkemelere vazifelenen ulemaya şeyhülislâm tarafından hiçbir
ücret alınmadan mezuniyet yâni izin verilecekti. Beride müzakerecilerin ittifak
edemedikleri bir husus Kerç ve Yenikale istihkâmlarının, Rusya tarafından zabtı
ve kullanılması talebi idi. Reisülküttab Abdürrezzak efendi bahse konu
istihkâmı ve kalelerin Tatarlara kalmasını istediği bir hakikatti. Ancak kabul
görmeyip, müzakerelerin akametine sebeb olacağıda bir vaka idi. Bu sebebten her
iki taraf bu hususu emir yoluyla hâlle karargir oldular. Devletin sahihlerine
vaziyeti ulaştırmak hususunu teminen toplantıları kırk günlük bir tatile
soktular. Bu tatil bittiğinde yapılan ilk toplantı aslında 27. birleşim idi.
Obriskof; devletinin eline tutuşturmuş olduğu 7 maddeye havi bir ültimatom
ortaya koy-
Hu Bu ültimatomda maddeler arasında kabulü gerçekleşmiş harp
tazminatı maddesinden feragat edebileceğini beyan etmekteydi.
A) Tatarların istiklâline
Rusya'nın kefil olduğunun kabulüyle, Kerç ile Yenikale istihkâmlarının
Rusya'da kalması.
B) Rusya'ya aid ticaret ve
savaş gemilerinin gerek Kara-denizde gerekse Akdeniz'de serbestçe dolaşımının
kabulü.
C) Kırım'da bulunan bütün
istihkâmların Tatarlara bırakılması
Ç) Buğdan Voyvodası olup, Rusyanın elinde esir bulunan Kiga'nınher
sene değil Ragüza Cumhuriyeti hakkında yapıla -geldiği gibiüç senede bir
seneiik gelirine eş İstanbul'a bir vergi göndermek üzere veraset usulü üzere
tekrar emarete tâyin kılınması.
D) Rusyanın İstanbul'da
daimi bir büyükelçi bulundurması.
E) Kılburnu'nun
mülkiyetinin Rusya'ya terki ve Oksakof istihkâmının yıkılması.
F) Babıâli'nin Rusya
hükümdarlarına, padişahlık unvanı vermesine, rum mezhebinde olup memâlik-i
Osmaniye de yaşayan kimseler hakkında Rusya'ya himaye hakkı tanınması.
Hususlarıydı.
Bu maddelerle karşılaşan Abdürrezzak efendi; karşılaştığımız
teklifatın hiç bir maddesi kabul edilecek mevaddan değildir. Yapılacak iş,
kanımızın son damlasını akıtmcaya kadar savaşma yoluna gitmekten başka bir
görüntüye varmak mümkün değil beyanında bulunarak, heyetin sözcülüğünü yapmış
oldu.
Obriskof ise önünüze konulmuş teklifi hemen red yoluna gitmeyiniz,
padişaha veya kabinenize gönderin tavsiyesinde bulundu. Abdürrezzak efendi bu tavsiyenin
altında yatanın taleblerinde kuvvetli bir ısrar olmadığı anlamını fehmetmis
olacak ki, hem mesuliyetini paylaşabileceği görüşlere, hem de gizli
müzakerelere girişmeğe zaman kazandıracak vasatı yakalamış olmanın huzurunu
duyduğundan, teklifi derhal makam-ı sadaretin sahibine yollamayı yeğlemişti.
Sadnazamın ordugâhında, kumandanlar vede tecrübeli devlet ricali
maddeleri tek tek incelediler. Çeşitli beyanla bir görüş meydana getirdiler ve
bir lâyiha halinde padişaha yolladılar. Babıâli'de de üzerinde müzakere açılan
ültimatom kabule şayan görülmedi. Hele Kerç ve Yenikale'nin Rusya'ya
bırakılması bilhassa ulemânın saldırı hedefini teşkil ettive İş padişaha
aksetti. Padişah da; Babıâlinin görüşüne uygun mütalaada bulundu. Red haberini
sadnazama yollamayı kararlaştırırken bir tavsiyede bulunmaktan kendilerini
alamadılar. O tavsiye; red haberini mümkün mertebe Rusya'ya tebliğin geç
yapilmasaydı. Çünkü;ara verilmiş bir savaşın yeniden başlamasının temini o
kadar kolay değildi. Sadrazam Dersaadet'ten gelen talimata uyarak, Abdürrezzak
efendiye, kendine verilen talimatın aynını vermeyi akıl işi bildi. Reis efendi
sadrazamın duyurduğu bilgi ve talimat dahilinde cevabın tamamını Rus
murahhaslara ancak üç ayrı toplantı sonunda vermeyi başarmıştı. Bunun karşısında
aldığı cevab-dan müteessir olan Obriskof, vaziyetini imparatoriçeye bildirdi.
Bu husustaki görüşlerini bildirdi. Ancak ileri sürdükleri Rusya isteklerinde
bir değişikliğe gitme şansı bulamadı. Böylece savaşa dönmek iktiza ettiğinden
yapılacak iş kongrenin dağılış sebebini diğer devletlere bildirmeye yönelik
diplomatik çalışmalara girişilmişti.
Ruslar; devletimize hududlan olan her bölge ve yerde saldırıya
geçtiler. Kırım'da, Kuban civarında, Gürcistan ile Mo-ra'da savaş kızıştığı
gibi donanması Kaıa ve Akdenizlerde dolaşmakta, Yunanistan, Suriye, Mısır
sahillerini tehdid altına sokmaya başlamıştı. Mısır'da türeyip, devlet-i âliye
aleyhinde isyan bayrağı açan Hicaz ve Mısır'a tasallut eden Şeyh'ül-beled Afi
bey ile Mısır sahilinde bulunan Rus filosunun kumandanı Kont Orlof,
haberleşerek bu asi'ye, Osmanlı devleti aleyhinde kendisine asker ve mühimmat
vermek üzere antlaşma yaptılar. Ali; yapmaya başladığı mütecaviz hareketler
neticesinde kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Yafa, Say-da ve Şam-ı Şerifi
zapt etti. Adı geçen Şeyh'ül Beled A!i bey'in kardeşi Ebu Zeheb ağabeyine
ihanet etti. Bu Ali bey'in bir lakabı da Bulutkapan idi. Kendisine kıyam eden
Ebuzeheb Mehmed bey'i mağlub etti. Mehmed beyin Suriye'ye firarı vukubuldu.
Burada Osmanlı devletinin emirlerini ifâya çalışan Şo/h Tahir ile
haberleşti ve birleşti. Beri yandan; Mısır'ı kendi idaresi altında toparlamaya
muvaffak olan Şeyhülbeled Buiut-kapan Ali bey kardeşi Mehmed bey'in
yardımlarını celbede-biimek için, ona emirlik verme yoluna gitti. İşte bu
emirlik verilme merasimi esnasında, Mehmed beyin fakirlere çilçil altun
dağıttığından, Ebuzzeheb künyesi ahalice verilmişti. Ebu Zeheb'in anlaşmış
olduğu Şeyh Tâhir'se, sonraları Fransızlarla müthiş savaşlar yapan, Cezzar
Ahmed Paşanın selefidir. Ali bey ile Şeyh Tâhir, Şam Valisi ve onun
yardımcıları Dürzi'ler Sayda'yı sıkıştırdıklarından imdada gitmişlerdi. Bu
sırada Akkâ sahillerinde gezinmekte olan Rus deniz filosu, yukarıda da
belirttiğimiz karışıklıkların vukubulduğu dönemde gemilerine erzak temini için
müracaatta bulunmuştu. Tâ-nir ise; Rus filo komutanına altıyüz kese akça
karşılığında, Sayda üzerine yapmayı düşündüğü hücumda, Rusların yardımını
talep etmişti. Tâhir'in 6 bin süvari askeri, Ali bey'in askerlerinden 800'ü
memlûk, 1000 kadarıda Mağnb piyade askerin müteşekkildi. Sayda'ya gelen Şam
Valisi Osman Pa-Şa 10 bin kadar
süvariyi, 20 bin kadar nefir-i âmm denilen sivil asker ile Sayda'dan çıkıp,
deniz kıyısına geldi. Burada isyancı sayılan Tâhir ve adamlarının hareketini
önleme çalışmalarını başlattı. Ruslarca verilen komutla savaşa girişildi.
Dürzi'lerin; Osman Paşa takımından kopupda firara koyulmaları Şeyh Tâhir'in
mücadeleyi kazanmasına mühim bir tesir yaptı. Rus filosu ise gemilerinin
toplarıyla Beyrut'u bombardıman etmiş, üçyüz evin yıkılmasına sebeb olmuştu.
Ali bey ise derhal şehre gitmiş, idaresini eie almıştı. Ebu Ze-heb'in askerinin
davetine aldanmış, Rusların yardım edeceklerini vaad etmelerini ve bu
vaadlerini almadan, 500 memlûk 1500 deniz askeri ile yola çıkmıştı. Şeyh
Tâhir'de Yafa ile Mablus'a doğru yola çıkmıştı.
1773/nisan-1187/muharrem ayı İdi. Bulutkapan Ali bey'in Salihiye'ye
varışında 400 Rus askeride kendisine iltihak etti. Mısır'dan gelmiş bulunan
Ebuzzeheb ile aralarında çıkan savaşta Mısır askeri, Ali bey tarafını seçer
zannına rağmen Ebuzzeheb tarafında kaldılar. Böylece Ali beyin yaralı olarak
esareti gerçekleşti. Askeri ise kavganın mağlubu olmuştu. Ali bey yaralı ve
esir olarak Mısır'a sevk olundu burda üzüntüden veya zehirlenmek suretiyle bu
dünyadan ayrıldı. Bu savaş neticesinde Rus asker ve subaylarından, ancak dört
subay sağ kurtulabilds. Bunlarda Ali Bey'in kellesi yanlarında olduğu halde,
Ebuzzeheb tarafından Mısır Valisi Halil Paşanın yanına gönderildi. Vali Paşa
bunları Memlûk beyinin sadakatini gösterme vesilesi sayarak Babıâli'ye
göndermiştir. Beri tarafdan Tuna Nehri civarında çarpışmalar devam ederken
Osmanlı askeri bazen galib, bazen de mağlup olmaktayken, Rusçuk'ta Dağıstâni
Ali Paşa şanlı bir zaferin sahibi olmuştu. Osman Paşa ise Silistre seraskeri
olarak bir zafer-i mutlak elde etmişti. Rusların başkomutanı Romanzofun
askerlerinden, 8 bin kişi ölmüş ve bir o kadarda yaralıyı geride bırakarak bozgun halinde ricata mecbur
kalmıştı. Osman Paşa bir başkumandanı yenmenin mükâfatı olarak ilkönce Gazi
unvanıyla taltif olunurken bir kürk, bir kılıç ve de, bin kuruş hediyeye nail
oldu. Mezkûr savaşın fevkalade kahramanlık.ve yararlılık gösteren zevata-da
çeşitli hediyeler padişah tarafından gönderilmişti. Savaşlar ekim ayına kadar devam
etti. Romanzofun askerlerini kışlaklarına götürmezden önce bir savaş daha
kazanmak için askerini ikiye taksim etti. Babadağından karşıya geçerek,
Karasu'da, Dağıstâni Ali Paşa kuvvetlerine saldırıya geçti ve başarıyı yakaldı.
Osmanlı askeri mağlup olurken ahali evini barkını terk ederek, balkan denen
ormanlara kaçmaktan başka çare düşünememişti.
Ruslar bu savaşın arkasından öyle bir katliâm sergilediler-ki
emsali zor bulunur cinstendi. Öyleki; kaçmaya gücü olmayanlara, ihtiyarlara ve
hanımlara hiç acımasız katledildiler Kaçmaya çalışanlar takip edildiler,
bataklıklar içinde gaddarca öldürüldüler. Küçücük yavrular ise, duvarlara
çarpıla çar-pıla söndürüldüler.
Rus kuvvetlerinin böyle zaferler kazanarak ilerlemesi Şumnu'da
bulunan sadrazamın endişeye düşmesine sebeb oldu. Derhal yapılan bir toplantıda
bazı fikirler müzakere edildi. Galip görüşü askerin derhal dağınıklıktan
kurtarılıp, toplanması ve düşmanın üstüne varılması istikametinde oldu.
Reisülküttab bu işi üzerine aldı ve askeri toparlayıp, Pazarcık denen yerde
Rusların başına çöktü ve pek feci bir mağlubiyete uğrattı moskofu. Varna
taraflarında ise hem karadan hem de denizden muhasaraya giden Ruslar pek büyük
bir darbe ile yerlere serildiler. Kalkabilen savuşmaktan başka yol bulamadı.
Dağıstanlı Ali Paşanın Karasudaki mağlubiyet haberi İstanbul tarafından
öğrenildiğinde, ahali bir yandan ağlayıp sızlanmaktayken, padişah 3. Mustafa
ağır bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Üzücü haberi vermek hiç bir saray
görevlisinin ve hükümet adamının harcı olmadı. Sonun da şeyhülislâm Molla
Mehmedefendi bu kaçınılmaz haberi padişaha duyurma vazifesini yüklenerek, huzuruna
vardı. Muzdarip padişah kendisine anlatılanları müşkülat içinde
dinleyebildi ve yattığı yerden sıçradı. "Seraskerlerimin yaptığı
harplerde aldıkları kötü neticelerden usandım.
Derhal Edirne'ye gitmeliyim" şeklinde yüksek sesle sinirli bir
tavırla adetâ inlediği görüldü. O gece sadaret kaymakamı ve reis efendiyi
yanına getirtip, düşüncesini onlara da söyledi. Bunlar 3. Mustafa'nın orduya
gitmesinin ilk önce divân-i hümâyûnca kararlaştırılmasının gerektireceğini
söylediler. Bunun üzerine sabahleyin meclis toplansın iradesini verdi. Toplantıda,
hem ulema hem de vükelâ görüşte ittifak ederek, padişahın hâlihazırdaki sefere
gitmesi mahzurludur. Bahusus hasta-Iığıda bunu gerçekleştirmeye müsaid değildir
diye üretilen esbab-ı mucibe, padişahın savaş alanına çıkmasına engel teşkil
etti amma altı hafta sonra vukubulan vefatını kararın yerinde olduğunu
saymaya yeterli bulmak
lâzım. 1187/9/şevval-1773/aralık/25 cuma padişahın vefat günü oldu.
3. Mustafa'nın Şahsiyeti
Tarihçi Ali Reşad bey, Osmanlı tarihi adlı çalışmasında 3.
Mustafa'nın hakkında şunları söylemekde: ".. 3. Mustafa; 1. Mahmud kadar
merhamet sahibi olmamakla beraber oldukça gayretli, Ruslara adamakıllı
düşmanlık taşımanın yüksek şuurunda idi. Rus idealizminin, Osmanlı düşmanlığı
yapmasının gerektirdiğini pekâlâ idrak etmişti. Talihsizliği elindeki yeniçeri
ve de asker çeşidi bir bozuluş modasına tutulmuş iken, Ruslar'sa tam aksine,
modern avrupa askeri tâlim ve terbiyesini ordusunun teşkilatlanmasını yeniden
tanzim edip, uygulamaya başladığından muntazam bir Rus ordusu ve donanmasıyla
karşı karşıya kalmıştı. Beriyandan; Katerina avrupa devletleri nezdinde gösterdiği
sulh sever davranışlı görüntü ile çeşitli plâtformlar kurupda, Osmanlının
paylaşılmasını ancak ilk önce hududlarında vurulmasını teklifeden planlarıyla
göz doldurmakta, menfaatleri ile pek alakalı, dostluk kurmuş ülkelerin yâni
İngiltere ve Fransa ile Avusturya ve Prusya'y1^3 Osmanlı üzerinden neler
koparabiliriz düşüncesine salmayı bilen manevralanyla, her iki cephe de yâni
politika meydanında olsun, savaş alanında olsun daha şanslı vaziyete sahipdi.
Buna karşılık devlet-i âliye milletin ve askerin inançları sayesinde dayanmayı
becerebildi. Ruslarla savaşıp onları yenmek gayesiyle yanıp tutuşan 3. Mustafa
durmadan bunlarla muhtemel savaşta lâzım olur düşüncesiyle para biriktirmeği
esas işi olarak addetmişti. Ancak; teminine muvaffak olduğu paralar zaferleri
getirememişti. Evet, arada bazı muvaffakiyetler görülmüşse de, arkasından gelen
darbenin başarıyı üzüntüye çevirmesi, adetâ vaz geçilmez âdetten oldu.
3. Selim doğduğunda cihangir olacağını bir tefeül yaparak söyleyen
müneccirnbaşıya inanmış, oğlu Selim'in mutlak ci-hangirâne işler yapacağına
itikat etmekteydi. Geçmiş padişahların bazıları gibi vezirlerin katline,
mallarını müsadereye eyilim taşırdı. Eniştesi Koca Ragıp Paşanın vefatından hemen
sonra malının müsaderesini yaptırmıştır. Merhum Ragıp Paşanın, sadareti
sırasında ibeklendiği kadar başarılı olmamasında padişah 3. Mustafa tarafından
yapılan fazla müde-halelerin rolü olduğu tarihçiler tarafından ileri sürülür.
Lâleli Camii ve Üsküdar Ayazma Camii 3. Mustafa'nın yadigârıdır.
Onun padişahlık devrinde yaşayan bazı ecnebi hükümdarları ve
memleketin yetiştirdiği kıymetli zevatın adlarını aşağıya alalım. Almanyada;
imparator 1. Fransuva 2. Jozef-İngilterede; 2. ve 3. Jorj'iar-Papalıkda; 14.
Benuva, 13. Koieman, 14. Koieman- Prusya'da kral 15. Lui-Rusyada imparatoriçe
Elizabeth, 3. Petro, Katerina- Fransa'da Kra! 15. Lui vesairedir.
Memleket içindeki meşhurlarsa: Koca Ragıp Paşa, Muh-sinzâde Mehmed
Paşa, Müverrih (tarihçi) Vâsıf efendi, Şâir Haşmet efendi, Şâir Fitnat hanım,
Gazi Osman Paşa, Şeyhülislâm Feyzullah efendi, Müverrih Resmi Ahmed efendi
gibileridir. Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in Mihrişah-hanımdan dünyaya
gelen oğludur. 1129/1717'de doğmuş, 1171/1758'de 42 yaşındayken padişah
olmuştur. 16 sene süren padişahlığı sonunda 58 yaşında olduğunda dünya'dan
ayrıldığında tarihler 1187/9/şevval-1773/25/ekim/cuma gününü işaret
etmekteydi. Mühendishâne-i Bahr-i hümayun ve-de mühendishane-i berri hümayun 3.
Mustafa döneminde kurulmuş olup, gerek Deniz Harb Okulu, gerekse Teknik
Üniversite bu kuruluşu kendilerinin kuruluş yılı olarak benimseyerek,
devletteki devamlılığa işaret etmiş olmaktadırlar.
3. Mustafa'nın Hanımları
Sultan 3. Mustafa'nın hanımlarının sayısı; Padişahların Kadınları
ve Kızları Çağatay Uluçay'ın Türk Tarih kurumunca, neşrolunan çalışmasında 98.
sahifede, dört olarak gösterilmektedir. Aynı eserin dip notunda ise,
Alderson'un altı evlilik yaptığı iddiası yer almaktadır.
Çağatay üluçay, padişah hanımlarını Adilşah Kadın, Ay-nü'lhayat
Kadın, Mihrişah Sultan ve Ri'fat Kadın diye belirtirken, bu dört isme Alderson
şu iki ismi ilâve ediyor; Gülnar ve Fehime adlarını zikrediyor. Y. Öztuna'da 6
diyor. 3. Mustafa'nın Adilşah Kadın'ın 1179/1765'de Beyhan
Sultanı,1182/1768'de de Hadice
Sultanı dünya'ya getirdi. 1219/1804'de ölen Adilşah Kadın,
Lâleli Camii yanındaki 3. Mustafa türbesinde gömülmüştür. Aynülhayat
Kadınsa; 1174/1760 yılında Mihrimah Sultanı doğurduysa da, 1177/1764 kızı Mihrimah Sultanı dört
yaşında toprağa verdikten sonra kendide çok yaşamadı, aynı sene vefat etti.
Bunlarda Lâleli'deki türbede defnolundular. Mihrişah Sultan-sa 3. Mustafa'nın başkadınıdır. 1174/1761 senesinde Şah Sultanı, bir yıl sonra
da 3. Selim'i dünya'ya getirdi ve böylece oğlu Selim padişah olunca Valide
Sultan unvanı ona nasip oldu. Çok hayırhah bir kimseydi. Halıcıoğlu Camii nâmı
diğeri Mihrişah Sultan Camii 1209/1794 yılında açılmıştır. 1220/1805'de vefat
etti ve Eyüb Sultandaki türbesine saklandı. Rif'at Kadın, padişahın 4.
hanımıdır. Evlilikleri saray dışında vukubulmuş, bilahire saraya
getirtilmiştir. Haydarpa-şadaki kabrine 1218/ramazan-1803/aralık ayında
defnolun-muştur.
3. Mustafa'nın Çocuklari
3: Mustafa'nın dört hanımından altı tane kızı dünya'ya gelmiştir.
Hele bu kızların birincisi olan Hibbetullâh Sultan, gerek Sultan Mahmud-u
evvelin, gerekse Osman-ı şalisin çocukları olmadığından, Osmanlı sarayı otuz
yıl bebek viyaklamasından mahrum kalmıştır. Padişahların fazla çocuk yapmalarından
şikâyeti olanlar, bu otuz yıla varan hasatsızlıktan umulurki, hayli tövbeye baş
vurmuşlardır. Hibbetullâh Sul-tan'ın doğumunu babası 3. Mustafa müthiş bir
sevinçle şükür secdelerine kapanarak karşılamıştır. Sadrazam ve şâir Koca Ragıb
Paşa, devrin önemli şâiri arasında sayılan meşhur naşmet'e verdiği emirle,
velâdetnâme kaleme aldırdı. Şu be-yıtde, yeni doğan yavrunun târihini bildiren
bir sanatkârın doğum hediyesi olmuştu: "Bende bir vaki' olur böyle dilâra
tarih Oldu gûna tarab âver Hibbetullah Sultan" Velâdetna-mede tarih
1172'dir. Bu milâdi 1759 senesine müsadifdi ancak üç yıl sonra hayata
gözlerini yumdu. Daha sonra babasının da kendilerine iltihak edeceği Lâleli
Camiindeki 3. Mustafa türbesine defnolundu. Mihrimah Sultan,
17/rebiüla-hir/1176-6/kasım/1762 perşembe günü dünya'ya gelmiştir. Bir sene
yaşayan bu sultan hanım merhume ablasının yanına defnolundu. 1176/1763'de
vefat eden Mihrimah sultan'ın validesi Aynülhayat kadındır Üçüncü kız Mihrişah
sultan olup 23/cemaziyelevvel/l 176-11/aralık/l 762 pazar günü doğmuş o da
altı yıllık bir ömür sonunda, bir melek gibi ahirete göçmüştür. 1182/1768,
CJluçay bu hanımın annesinin adını tesbit edememiştir. Ancak Y. Oztuna değerli
eseri hanedanlarda, 2. cilt sh. 232 de Mihrişah'ın Aynülhayat Kadının kızı
olduğunu belirtmekte. Hadice sultan 15/6/1766'da doğmuş bir yıl sonra vefat
etmiştir. Fatma sultan ise, 9/ocak/1770 dünya'ya gelmiş, 26/mayis/1772'de vefat
etmiştir. Reyhan sultan ise çok küçük öldü demekte Y. Öztuna bey. Şah Sultan:
3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi başkadın Mihrişah Kadın efendidir. 11 74/ramazan/15-21
/nisan/1 761 pazartesi gününde dünya'ya geldi. 3. Selim'in ablasıdır. 1216
senesi Zilkade- 1802/mart ayında vefat etmiştir. Ölümünde 42 yaşındaydı.
Beyhan Sultan da 3. Mustafa'nın kızıdır. Annesi Adil-şah Kadındır. 2/recep/l
179-1761/aralık/pazar günü doğdu. 1. Abdülhamid tarafından Silahdar Mustafa
Paşa ile evlendirildi. 1240/15/rebiüievvel-8/kasım/1824 pazar günü vefat etmiş
olup, Eyübsultanda Mihrişah Valide Sultan türbesine defnolundu. Hadice Sultan
ise; Adilşah kadından 7/muhar-rem/1182-25/mayıs/l 768 çarşamba günü doğmuştur.
Esse-yid Mehmed Paşa ile 1. Abdülhamid tarafından evlendirilmiş-tir. Ancak;
gerek Beyhan Sultan, gerekse Hadice Sultanlar, valideleri Adilşah kadın'ın 1.
Abdülhamid'e ağlayarak yaptığı müracaat neticesinde bu evlenme iradelerini
çıkarmıştır. 3. Mustafa'nın iki şehzadesi dünya'ya gelmiştir. Bunlardan ilki
olan ve bilahire tahta 3. Selim unvanıyla çıkan Selim, Os-maniı sarayında
27/cemaziyelevvel/l 175-24/aralık/176 l'de dünyaya gelmiştir. Bu sarayda otuz
sene, on ay, yirmigün aradan sonra doğan ilk şehzade olmuştur. Annesi Mihrişah
Valide sultandır. Şehiden;3/cemaziyelahir/1223-28/tem-muz/1808 perşembe günü
dâr-ı bekaya uçdu. 3. Mustafa'nın ikinci şehzadesi de, Mehmed adı verilen ve
dünya'ya geliş tarihi 9/şaban/l 180-10/ocak/1767 cumartesidir. Beş sene, beş
ay, yirmidokuz gün yaşayıp; 14/recep/l 1 86 !2/ekim/1772 pazartesi günü çiçek
hastalığından vefat etmiştir. Bu vaziyet karşısında 3. Mustafa'nın bir erkek
çocuğu, aitı kızı kendisinden önce ve adetâ arka arkaya vefat etmişlerdir. Bu
sayfanın başında 3. Mustafa'nın altı kızı olmuş de mişsek de, taramalar
yapılınca dokuz kızı olduğu görülmüştür. Bir erkek, altı kızını toprağa veren
bir babanın, hâlipür-melâlini bir düşünelim ve buna inzimamen düşman karşısında
verilen şehidler, padişahın mânevi evlâdfarı olarak düşünülse, 3. Mustafa bu
kadar yürek paralayıcı duruma iyi mukavemet etmiş diyebiliriz.
3. Mustafa'nın Sadrazamları
3. Mustafa taht'a geçtiğinde, Damad Koca Mehmed Ragıb Paşa makamı
sadarette idi ve onu yerinde ipka eyledi. 23/ramazan/1176-8/nisan/1763 cuma
günü vefat münasebetiyle boşalan makamı sadarete 6 ay 23 gün görevde kalabilen
Karahisarlı Nişancı Hamza Hamid Paşa getirildi.
27/re-biü!ahir/1177-l/kasım/1763'de görev sona erdi. Yerine Bahir Mustafa Paşa
3. sadaretine getirildi. 4/şevval/ll
78-27/mart/1765'de çarşamba günü azledildi. 1 ay sonra Midilli adasında idam
edildi. Muhsinzâde Mehmed Paşa sadarete geldi. Aynı zamanda hanedana damad idi.
Babası Muhsinzâ-de Abdullah Paşa da, eski sadrazamlardandı.
22/rebiülev-vel/1182-7/ağustos/1768'de azledildi. Silahdar Hamza Mahir Paşa
tâyinolundu. 2 ay, 14 gün kaldığı sadaretin sonu azledilmek oldu. Bu târih
8/cemaziyelevv el/1 182-20/ekİm/1768 perşenbe oldu. Nişancı Hacı Mehmed Emin
Paşa 9 ay, 23 gün sürecek bir sadaret dönemi yaşadı. -Hanımı Şahsultan
münasebetiyle hanedana dâmad idi. Bunun ayrılışı da, 8/rebiülahir/l
183-12/ağustos/1769 cuma gününe denk düşmüştü. Ne varki azlini müteakip,
kelleside düşürüldü. Kastamonulu Moldavancı Ali Paşa sadarete geldi, 4 ay, 1
gün icraattan sonra; 1 l/şaban/l 183-1769 aralık ayının 12. pazar günü o da,
makama elveda dedi. İvazzâde Halil Paşada bu vazifeyi ancak 10 ay, 14 gün
sürdürerek 5/re-cep/1184-25/ekim/1770 perşenbe günü kızağa çekildi. Damad Silahdar
Mehmed Paşa sadrazam oldu ve 23/şa-ban/1184-13/aralık/1770 perşenbe gününde
vazifeden ayrıldığında, 1 ay, 19 gün işbaşında kalabilmişti. Ancak göreve Hacı
Ahmed Paşa, Mehmed Paşaya vekâleten Babadağı'nda kaimmakam olarak tâyin edildi.
Bu tâyin idrâkinde güçlük veren sadaret temsilini ortaya çıkardı. 4/ramazan/
1185-1 l/arahk/1771 çarşanba günü, Silahdar Dâmad Mehmed Paşa azledildi. Yerine
Muhsinzâde Mehmed Paşa 2. defa getirildi. 3. Mustafa'nın son sadrazamı
olmuştur. Yeni padişah 1. Abdülhamid, görevinde ipka eylediğinden onun da
birinci sadnazamı olmuştur. Muhsinzâde Mehmed Paşa. Böylece 3. Mustafa'nın, 16
sene, 2 ay, 22 gün süren devrinde makamı sadaret, on kişi tarafından temsil
edilmiştir.
3. Mustafa'nın Şeyhülislâmları
3 Mustafa'nın ilk şeyhülislâmı, 3. Osman'dan müdevver olan
Dâmadzâde Feyzullah efendi'dir. 16/cemaziyelev-vel/H71-26/ocak/1758 perşembe
günü bu zat tarafından boşaltılan makamı meşihata Mehmed Salih efendi gelmiş, 1
yi!, 5 ay, 5 gün kaldıktan sonra 5/zilkade/l 1 71-30/hazi-ran/1759 cumartesi
günü yerini, Çelebizâde İsmail Asım efendiye bırakmıştır. Bu zat şâir ve
tarihçidir. Makam-ı meşihat vefatı dolayısıyla boşalmıştır. İfta dönemi 7 ay,
6 gün devam edebilmiştir. Hacı Velİyeddin efendi bu şerefli vazifeye
nasbedildiğinde, 28/cemaziyelahir/l 173-16/şubat/176ö cu martesi tarihi
yaşanıyordu. 1 sene, 6 ay, 19 gün sonra yerini Tireli Ahmed efendiye bıraktı.
Hattat ve nefis kitablara sahip bir kişiydi. Bayezid kütüphanesi,
onun bağışıyla zenginlik kazanmıştır. Tireli Ahmed efendi 7 ay, 23 gün, bu
vazifeyi ifa etmiştir. Bırakmış olduğu tarih, 5/şevval/l 175-29/nisan/1762
perşembe günü idi. Dürrizâde Mustafa efendi 4 sene, 11 ay, 24 gün makamı
me-şîhatte bulundu. 22/zilkade/l 175-23/nisan/1767 ayrıldığı perşembe günü
tarihini, taşıyordu. Hacı Velİyeddin efendi, 2. meşihatina getirildi ve
makamını, 13/cemaziyelevvel/1182-25/ekim/1768 salı günü vefatıyla terketti.
Hemen yerine gelen ve 1 sene, 4 ay, 8 gün hizmet arzeden, Pirizâde Osman Sâhib
efendi de vefatı münasebetiyle vazifesine veda eyledi. Mirzazâde Sâid efendi,
4/zilkade/l 183-2/mart/1770 perşembe günü geldiği vazifeden istifaen 3 sene, 5
ay, 19 gün sonrada, 1/cemaziyelaahir/l 187-20/ağustos/1773'de ayrıldı. Yerine,
Şerifzâde Mehmed Şerif efendi geldi, 3. Mustafa'nın son şeyhülislâmı oldu. Bu
vazifesini 6 ay, 8 gün sürdürdü ve bu dönem zarfında 1. Abdülhamidhân'ın ilk
şeyhüiislâmı olma şerefini de ihraz etmişti. Böylece on tane şeyhülislâm
değişikliği olmuş, bunlardan Veliyeddin efendi, ma-kam-ı meşihata iki defa
geldiğinden bir diğer anlayışa bakarsak, 3. Mustafa dokuz şeyhülislâmla
çalışmıştır. 3. Mustafa'nın Özet Kimliği Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in
oğludur. 1129/1717'de dünyaya gelmiştir. 11 71/1 758'de padişah oldu.
1187/1773'de vefat etti yaşı 58 olmuştu. 16 sene süren padişahlığının
arkasından Lâleli Camii bitişiğinde yaptırdığı türbesinde medfundur.
Sultan Mehmed Fatih zamanında İstanbul'u feth ettikten sonra
ezmine-i hayriye yâni hayırlı zaman dediğimiz dönem başlamıştı. Bu devirde geçirdiğimiz
iç inkilabîar ve siyasetimiz h. 857/m. 1453'den h. 1188/1774 senesine kadar geçen
vakaların özetini gördük. Bu hülasada en çok dikkatimizi çeken bir husus varsa
o da, Osmanlı devletinin Balkan yarımadasında bu yarımadanın üzerinde siyasi
birlik kurmuş olmasıdır. Osmanlı hükümeti bu ada üzerinde sırf kendi siyasetiyle
hareket ederek, son devirlerin en büyük imparatorluğunu kurdu. Şimdi haritaya
bir göz atıldığında görülecek olan kara hududlarımszın İran'dan Fas'a kadar
uzanmakta olduğu görülür. Bu hududlar dahilinde çok çeşitli kavimler bir arada
yaşamaktadır. Osmanlı devletinin yükselme devrinde iki önemli hal görülmüştür.
İşte bu iki hali ben size ecnebi tarihçilerin yazdığı, eserlerinden
özetleyerek nakledeyim. Çünkü elimizde bulunan tarihlerimiz, dünya da yalnız
Osmanlı devleti varmış gibi ve bu nazari hüküm ile diğer devletlerin vaziyetine
atf-u nazar etmemiştir, hatta bundan istinkâf etmişlerdir. Osmanlı devletinin
ikbâli dediğimiz yükselme devrinde islâmiye-i muazzamanın haysiyetini taşıdığından
hristiyan devletleri arasında çok mühim ve yüksek bir yer tutmuştu.
Hatta hristiyan devletlerip çoğu ittifaka eyilim gösterdiği halde
buna adeta tenezzül edilmeyen tavırlar sergilenmiştir. Ancak; burada ruhi bir
hal vardırki, o da, adı geçen hükümetlere benimseme değil korku verilmiş
olmasındandır. Yine başka, bir tarihi hülasada deniliyorki, "Osmanlı
devleti o zamanlarda doğu iskelelerinde ticareti, yalnız dost bildiği milletlere
hasretmişti. Bu tekelci vasıfın en çok fransızlan müs-tefid ettiği aşikârdı.
Fakat dikkat edilecek olursa bütün avrupanın gözlerini üzerine devirdiği
Hindistania ticari münasebet Osmanlı padişahının keyfi tutumuna bağlıydı. Yâni,
Osmanlılar hind ticaret yolunu hegemonyalarına almışlardı. Bu yoll-lari çok
eski devirlerde Büyük İskender açmış bulunuyordu. Türklerin gerçekleştirdiği bu
durum, hind avrupasını iki yola ayırdı. Bu yüzden avrupalı tüccarlar hindistan
hazînelerini ele geçirebilmek için Afrika'yı hatta dünya'yı dolaşmaya mecbur
kalıyorlardı. Malumdurki, Türkler fetih ettikleri topraklardaki insanları
etkiliyor derinliklere kök salmaktaydı. Başka kavimlerin çoğunu taht-ı
idarelerin aldılar.
Ancak o ırkları asla ne yok edip ne de, yerlerinden sürdüler. Ta
halife-i Abbasiye döneminde bulundukları Anadolu yaylaları üzerinde yerleşerek
vatan edindiler. Balkan yarımadası ise yine hristiyanların iskân olduğu biryer
olarak kaldı. Osmanlı devletinin ele geçirmiş bulunduğu yarımada da, yalnız
rumlar değil, bir zamanlar büyük kuvvet ve satvetini Kostantiniyye kıyılarına
kadar ilerletmiş bulunan sırbiyeliler, miladi 13. asırda hristiyan haçlı
seferleri ve rumlann yerine yine Kostantiniyyede lâtin devleti kurup ve bu
hükümeti mahf eden bulgarlar, bir romanya hükümeti, vardı. Bu genç hükümetler
tam beş asır istiklâllerinden mahrum kaldılar. Ruslar ise aynı vaziyete
Moğolların istilasıyia duçar olmuşidi. Tarihin ortaya koyup ispat eylediği gibi
ruslar ile bu hükümetlerin hayat ve talihleri arasında kuvvetli bir münasebet
vardı.
Şurası da unutulmamalıdır ki; Osmanlı devletinin tabiatına girmiş
bulunan rumlar, bulgariar, sırplar, romenler dinle mezheplerini muhafaza etmiş
bir zorlama ile asla karşılaşmamış-iardıki bu hâl bütün zamanların en önemli
hürriyet ortamı demekti. "Osmanlıların devleti sadece askere dayanır. Milletleri
mağlup etmeyi asker elinde tuttular. Kuruluştaki munta-zamlığı devam
ettiremediler. Adeta feth olunmuş ülkelerin içinde ordu kurmuş galib bir
millettiler. Hatta avrupada yerleşme çarelerini bile aramadılar. Yalnız kılıç
kuvvetiyle kuru-jan devletler, yine kılıç gücüyle küçülürler. Avusturyalılar,
prens Öjen'in komutasındaki maharetli askeriyle macaristam kurtardı. Macarlar
her ne kadar, Türk ırkından olsalarda hris-tiyan olduklarınan dolayı avrupanın
büyük devletleri arasına kolayca sığınabilmişlerdir. Büyük Petro, geçmişinden
olan Kife prensi Vilademir'in doğu imparatoru 2. Bazil'in kızı Ann, 1400 sene-i
miladisinde evlendiğini hatırladıkça Kostantiniy-ye (İstanbul)1 üzerinde
kendisince bir varislik hakkı vehmetti. İlk önce, Azak kalesini almışsa da, çok
geçmeden terketme-ye mecbur kaldı. 2. Katerina, Petro'nun arzu ve emellerini
besleme yoluna gitti. Katerina Karadeniz sahilinden, çok faz la sayılacak
miktarda araziyi ele geçirdi. Kırım da Sivas'o-pol, Rusya'nın güneyindeki
Odesa'yı, ki "bizim tarih lisanımızda Hocabey diye anılır"
kurdu. Bizde pek iyi hatırianzki,
katolik avusturyahlar ile Ortodoks ruslar h.
12. asırda, os-manlılan dolaysıyla islâm! asya'ya doğru itmekteydiler.
Ortalıkta dönen çalışmalar sadece din'len alakalıydı. Bu dîn kavgasına az bir
müddet sonra da, Osmanlı hükümetinin mirasına konma ve misilsiz güzellikteki
ve önemdeki Kostanti-niye'yi ele geçirme harisliği de buna eklenince cephe büyümüş
oldu. Bahr-i sefid yâni Akdeniz'e ve buranın sahillerine ulaşmağa sürükleyen
heves, ticaret nokta-i nazarından da pek tatlı olandurumlar göstermeğe başladı.
Osmanlı devleti, kötü ida,re, istibdat, cehalet, hile ve haydutluklar
içinde kalarak, muntazam askerinin bozulma hali almasını engelleyemedi. Böylece
de, her geçen sene zarfında zaafa sürüklendi. Bu yüzden Hindistan yolu mevcut
zaaf ile muhafaza edilemezken, geçidleri zorluyanların işide bin-nisbe
kolaylaşmış oluyordu. İngiltere olsun, fransızlar olsun bu yolda görmüş
oldukları menfaati anladıklarından, den yolu ile harekete geçtiler. İşte, "Şark Meselesi" diye çıkan
ve elan devam etmekte bulunan "Akide-i Siyasiye" böyle vücud
bulmuştur. Şimdi Kaynarca antlaşmasını hiç yoktan icat eden sebeblerin
siyasetini bir daha gözden geçirelim: "Rusların Tuna nehri boyundaki
galibiyetleri, Adalar denizinde de donanmamızı yakmaları, adalardan bir kaç
tanesini istila etmeleri, avrupa da büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Osmanlı
devletinin vaziyetininde 2. Katerina'nın keyfine kaldığına dair zan meydana
geldi. Bu olayın en çok tesirinde kalan
ve hisseden Avusturya devleti olmuştu. Adı geçen- devlet bu sırada ise, üç kişi
tarafınca yönetilmekteydi. Bunların 1.
si imparatoriçe Mariya Tereza', 2. si, 6 yıldır avusturya imparatoru olan
Mariya Tereza'nin oğlu bulunan 2. Jozef, 3. su ise, imparatoriçe Mariya
Tereza'nın akıldanesi, ihtiyar Kauiniç idi.
Prusya'yı ise kral büyük Fredrik yönetmekteydi. Rusya'nın galib
vaziyette ilerlemekte olmaları Avusturya'yı, mecburen-de Prusya'ya yâni Alman
hükümetine yaklaşmaya sevk etmekteydi ve Öylede oldu. İmparator Josef, büyük
Fredrik ile biri Nis diğeri Neustadda olmak üzere iki defa görüştü. Jozef,
Silezya vilayeti üzerindeki haklarından vaz geçerek, Osman-Iı-Rus meselesinde
Fredrik'in yardımını elde etmeye muvaffak oldu. Bu iki hükümdar (alman usulü
vatanperveranesİ) "Le systeme patriotique allemand" tabir ettikleri
bir çeşit ittifak esasları kararlaştırarak Rusyay'lan, Fransa'ya karşı
biri-birlerine yardımcı oldular. Bu esnada ise Ruslar Kırım'ı zapt ettiler.
Selim Giray'ı İstanbul'a kaçırmışlar, Romanzof'un askerleri Kağul yâni Tuna
boyundaki Kartal ovasında ordularımızı bozmuşlardı. Avusturya başvekili
Kauğniç, 1771 senesi temmuz ayının 7. günü bizimle bir antlaşma yapmaya kalkıştı.
Biz bu antlaşma mucibince Avusturya'ya 1 1 milyon 250 bin florin verecek, küçük
Ulahya'yi terk ve Erdel hududunda düzeltmeler yapacakdık. Avusturyalılar ise
bize siya-seten ve lüzum olduğunda silahlı yardımda bulunacaklardı. Biz,
25/temmuzda ilk taksit olan 2 milyon florini Zemleyn'e yolladıksa da, adı geçen
antlaşmanın suya düştüğünü anlamaktan başka elimize bir şey geçmeyerek netice
verdi. Ruslar, Prusya hükümetinin Avusturya ile ittifak yaptığından
ha-berdarolunca hemen yumuşamaya başladı. Fredrik, Kateri-na'ya Lehistandaki
payına razı olmayı bilmesini ihtar etmekteydi. Bir Fransa tarihinde şöyle
diyor: "Tuna üzerinde sükûn bulan fırtına Lehlilerin topraklarında
başladı" hakikaten bu zavallı devlete bölünme parçalanma ilk defa; Rusya,
Prusya ve Avusturya arasında karar altına alınmıştı.
Sultan 3. Mustafa, bu uzun savaşa Lehistana girmiş olan 25 bin Rus
askeri sebebiyle girişmişti. Ruslar, Kaynarca antlaşması münasebetiyle Azak,
Kerç, Yenikale ve Kilburnu'nu aldılar. Kırım'a istiklâl verdiler. Karadeniz de
gemilerinin serbestçe dolaşması hakkını elde ettiler.
Buna karşılık Avusturyalılar bir tek silah atmadan bizim
idaremizdeki Buğdan'a katılmış olan Kızılorman dediğimiz, Bukovine'ye 1771
senesinde, Osmanlı devletine büyük hizmet yaptık iddiasıyla sahip oldular. Bu
hampacılığa sesimizi bile çıkaramadık. Kaynarca antlaşmasının 7. maddesinde
Rusya elçilerine, İstanbul Rum klişesi lehine aydınlatıcı bilgiler verme, 16.
maddesinde olan 10. fıkrası gereğince de, Buğdan ve Eflâk (voyvodalıklarının
iktizasına göre korunma ve müsaade) olunmalanyla (heriki devlete lâyık olan
dostane itibar icabınca, Rus elçilerinin arzettikleri ifadelerine riayet)
edilmek kabul olunmuştu. Bu iki maddeyi biraz daha tetkik edecek olursak,
anlarız ki, Rusya devleti, Osmanlı devletinin içişlerine karışabilme hakkını
elde etmiş bulunmaktadır. Çünkü bu maddelerin ışığında Ruslar hem memleketlerini
hem de, Osmanlı uyruğunda bulunan hristiyan ahalinin himayesini üzerine almış
bulunuyordu. O sıralarda İs-tanbulda Avusturya siyasi işlerinin vazifelisi
oiarak bulunmakta olan meşhur, Tuhgut yazmış olduğu bir mektupda:
"Kaynarca antlaşmasının maddelerinin hükmü umumiyesini, Rus heyetini
teşkil eden diplomatlarının maharet ve ustalıklarını belirlerken, tam tersi
Osmanlı murahhaslarının hama-katini ortaya koyan bir numunedir.
Bu antlaşmanın maddelerini yazmada kullanılan tertib-i sanat ile
bu günden itibaren devlet-i Osmaniye Rusyanın bir vilayeti makamına inmiştir.
"Demiştir. 1188/1774 senesindeki vaziyetimiz yukarıya yazdığımız haller
dışında bir hâl değildi. Bu antlaşmanın müzakere ve tanziminde vazifeli olan
Resmi Ahmed efendi diyorki: "Her tarafdan perişanlık fışkırmakta olan bir
zamanda sadnazam dahi gayet ağırhasta olup, tedbir almaya mecali kalmamıştı.
İşler bu haldeyken muhasaranın 12. günü murahhaslar, Şumnu'dan çıkıp mareşalin
yanma vardılar. Mareşal ne teklif ederse, buna itiraza derman olmayıp, tazminat
olarak da ne kadar para isterse kabulden başka çare yoktu. Hatta devlet sahibi,
murahhaslara 40 bin keseye kadar İzin vermiş ve İlk önce 20 binden aşağı söz
söylemememizi, tenbîh etmişti." Böyle bir selahi-yete sahip ve sıkışmış
bir devletin murahhası, diplomasi maharet ve ustalığından da mahrum olursa
elbette mahud maddeler böyle ağır ve hiyle bakımından da böyle düzenlenir.
" Kaynarca Antlaşmasından Sonra Antlaşmanın 3. maddesinde Kırım
hanlığının bağımsız ve müstakil, hânrın bütün Tatarların reyi ve
ittifaklarıyla Al-i Cengiz soyundan seçilmesi yazılı olduğundan 1188/1774'de
Kırımdan Cengiz soyu reislerinden ve âlimlerinden ve mirzalarından müteşekkil
bir heyet gelerek, Kırım hânlarının önceden olduğu gibi Osmanlı devleti
tarafından tayin ile seçilmesi, teşrifat ve menşur yollanmasını, hutbeler ve
paraların padişah adına basılmasını, Sanip Giray'ın hânlıkda devamının, söz ve
yazı ile arza fırsat buldular.
Antlaşmanın başlıca şartlarından olan bu madde müzakere edildi.
Yalnızca hutbe ve para basılması ile teşrifat gönderilmesi, maddelerinin
taraf-ı devletten olmasına ve metni antlaşmanın, içine koyma Rus hükümetine
yazıldı. Bu yazıda Gürcü esirlerini iade meselesi vardı. Gelen cevabda, Ruslar,
Gürcü esirleri taleb etmekten feragat ettiklerini bildirdiler. Hân'ın mutlaka
Kırım ahalisi tarafından seçilmesi hususunda ısrar buna karşılık para ve hutbe
meselesi ile teşrifatçı gönderilmesini müsaid karşıladılar. Bir kaç gün sonra
da, bâbı-âli'de Kaynarca antlaşması tasdiknameleri Rus maslahatgüzarı
Hristofer Petresiyn ile teati olundu. Kırım'a ise mirahm Mehmed Bey ile yalnız
menşur ve teşrifat gönderildi.
Sulh antlaşmasının tamamlanmasından sonra devlet tarafından eski
süvari mukabelecisi Abdülkerim paşa'ya, huzur da, fıstıki çukaya samur kürk
giydirilerek eline de nâme-i hümayun teslim edilip, elçilik görevi ile
Petersburg'a gönderildi. Altı seneye yakın süren bu Rus seferi, Mora, Mısır,
Suriye ve Bağdad ile Anadolu'nun orasında, burasında isyan ve istiklal
ihtilallerini kıpırdattığı gibi, zahire bakımından da önemli ihtikârların
meydanı hazırlanmıştı.
Sefer masraflarından başka vezirlerinde sayılarındaki artış hasebiyle
sancaklarda, eyaletlerde valiler zulmü arttırmışlardı. Sadrazamın konağında
şeyhülislam ve devlet adamları ile vezir kethüdalarından kurulu bir meclisde
sekiz vezirin rütbelerinin kaldırılmasına karar verildi.
Ulemaya mahsus arpalıkların mukattaat-ı miriye gibi iltizama
verilmesine, halka zulüm ettikleri anlaşılan beş arpa-lık'ın kapı kethüdası da,
Cezayir'e sürüldü. Arpalık sahiplerinin namuslu naibler istihdam etmesi için
kazaskerlerle, kadılara tenbihler yapıldı.
Ruslar, Mora'y1 ihtilal ateşine bulaştırırlarken, cesareti ve
kahramanlığı İle Silistre başkomutanlığındaki ehliyetli idare ve
korkusuzluğuyla emrine verilen Rumeli kumandanlığını hakıyla başaran Müderris
Osman Paşayı Bender muhafızlığına tayini çıktığı halde gitmemesinden dolayı
Eğriboz valiliğine tayininden sonra paşa oraya gitmişse de kurulan bir hiyle
ile öldürülmüştür. Ahmed Rasİm bey, burada bir izahat vermiş ona geçiyoruz
"İdam olunarak ortadan kaldırılmasına sebeb olan rumeli eyaletinden azli
üzerine vali olarak tayin edildiği Eğriboz'a gitmek kararı alan paşa yola
çıkar. Bu arada ise, bâbıâliden çıkan
bir hattı hümayunla idamı karar altına alınmıştır. Bu hatla yola çıkan tebdil
(değiştirme) hasekisi elhac Hüseyin efendi, kıyafetlerini değiştirip,
İstanbul-dan yola çıkar. Kendi işine giden bir adam havasındaki haseki, Osman
paşanın Rumeliden Eğriboza gitmekte bulunan kafilesine yetişir. Bir kaç gün
onlarla birlikte seyahat eder. Tabii gizliliğe riayet etmiştir. Eğriboz'a bir
kaç konak kala, atını topuklayan haseki, paşa'nın kafilesinden ve paşadan önce
gelir. Elindeki idam hükmünü bildiren hattı yeniçeri ağası ve kadiefendiye
verip, hükmü bildirir. Ondan sonra da tedbirler alınma yoluna gidilir. Durumun
saklı tutulmasıda alınan tedbirlerdendir. Osman paşa beraberindekilerle birlikte
kale kapısına yaklaştığında, şehirdekiler kendisini adet üzere karşılarki,
kalenin kapısından Osman paşa girdiğinde, iki kapılı bu kalenin biri kapatılır.
Böylece, Osman paşa maiyetinden ayrı düşmüş olur. Neden böyle olduğunu sorduğunda,
kendisine hüküm gösterilir. Çaresizce atından inip, abdestini alır ve teslim-i
ruha hazırlanır. (Tarih-î Cevdet) Ta-rih-i Cevdet diyorki: "Osman paşanın
idam edilmesi, eski zamanın tasvip olunmaz usûlüne uygun olup, bir adamın iddiası
gereği kadar subut bulmayınca töhmet ve terbiyesinin derecesini farklı olunca,
o farklılığa riayet edilmeden şer'e aykırı ve insaniyete de uymayan adam
öldürmenin ve mallarının müsaderesinin, ne büyük zararlar çektirdiği
malumdur." Etrafta türeyen eşkiyadan, Florinalı Muslu, Düzceli Ara-boğlu,
Bergama voyvodası Sağıncılı Veli, Bosnalı Yahya ve arkadaşı Baboğlu Zeynel'in
yok edilmeleri gerçekleştiği gibi, Maraş eyaleti içindeki, Kılıçlı ve Mandelli
aşiretleri de, hizaya getirildi. Kırım hân'ı Sahip Giray, eski han Devlet Giray'ın
Tatarları tahrik ederek: "Biz istiklâl istemeyiz, sana da itimadımız
yoktur" dedirtmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve arkasından da Kırım'dan
Kalgay Nureddin ve Şeyriyn Ocağı mirzaları ile ulemasından bir kaç zat bir
dilekçe getirerek, geçen sene mirâlemin (Mehmed bey) getirdiği menşur ve
teşrifatı Sahip Giray kabul edecek olursa, Kırım'ın istiklaliyetinin tasdik
edilmesinden başka, Yenikale, Kerç ve Kılburun kalele-riyle, Kırım'ın kara
tarafından olan giriş yerleri, Ruslarda kalacağı Kırım ahalisince öğrenilince,
yapılan fevkalade bir toplantıyla İstanbul'a dilekçe gönderilmesine karar
verildiği arz olundu.
Bu vaziyet karşısında yapılan genel toplantıda Rus büyükelçisinin
gelişine kadar bu işin dondurulmasına karar verildi. Heyet, Kabataş'da bulunan
Mehmed Eminzâdeler yalısında misafir edildi. Sahip Giray ise, bir rivayete
göre Tekfurda-ğı (Tekirdağ)nda başka bir rivayete göre de, Çatalca'da oturması
emreolundu. Genede zamanın haline bakınki, Dolma-bahçe mesiresinde bir
ziyafette, şeyhülislam İbrahim bey, sadrazam İzzet Mehmed paşaya, sohbet
sırasında Selim ağa adlı babasının yadigar bıraktığını söylediği bir bendesine
geçen sene olduğu gibi, bu senede mukattaa rica etmiş ve sadrazamda, bu sene
30 kese zamla talibi var, demiş. Şeyhülislam bu cevaba, o kadar çok kızmışki
hiddetinden pabucunu giymeği dahi unutup ahali ve Tatar heyetinin orada bulunduğunu
aklına getirmeden, yalınayak arabasına binip yalısının yolunu tutmuş. Cevdet
tarihinde: "Durumun nakli karşısında ikisinden birinin azil edilmesi lâzım
geldiğinde şeyhülislâm tarafı galib ve sadrazamın tenbelliği ve ağırlığı
yüzünden ayrı, kaimbiraderi Çelebi İsmail ağaya yüz vererek kendisini dile
düşürmüş olmasından, İzzet paşa azledildi. "Diyor.
Boşalan makama, sadaret kethüdası Derviş Mehmed pasa getirildi.
Şeyhülislamda 22 gün sonra görevinden alınıp yerine Salihzade Mehmed Emin
efendi meşihate geçti. İzmir de, ahaliye yaptığı zulüm ile tanınmış mukattaa
iltizamı, adamları ve bağlılarının fazla olmasından dolayı savaş çıktığında hatırı
sayılacak işlere yarar diye yaptığı cinayetlere göz yumularak kapıcıbaşılık
verilip, Sakız adası muhafızlığına tayin edilen sekban taifesinden Avaz Mehmed
ağa, şımardıkça şımarmış, Ruslarla olan savaş esnasında İzmir voyvodası Kara
Osmanoğlu Hacı Ahmed ağayı sıkıştırmak için İzmir'i basıp, yağmaya tâbi
tutmuştu. Bu herifin cezalanması, kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa'ya havale
olundu. Paşa da, Karaos-manoğlu ve Suğia sancağı mütesellimi İlyaszâde Ahmed
ağa ile mecburen onların yardımlarıyla Avaz'ın 15 kadar bölük-başısını ve
kendisini Tire yakınlarındaki Eğridere'de diri olarak yakalayıp, idam etti.
Ellidört tane avanesini de ölümden beter olan kürek mahkumluğuna koydu. Rusya
devleti tarafından büyükelçi olarak tayin edilmiş bulunan general Nikola Repenin
İstanbul'a geldi. Sefir, resmi olarak babıâii'ye geldiğinde icab eden tören
yapılıp, elçiye samur, maiyetindekilere kakum kürkler hediye olunurken,
hizmetlilerine de hilatlar hediye edildi. Sadrazam tarafından da, ziyafete
davet olunarak, büyük bir misafirperlik gösterilip, saz ve sözle merasim ifa
olunmuştur. Burada da yine bir elbise hediye verilmiş, tam donanımlı gösterişli
bir at altına çekilmiştir. Galata'daki konağına kadar refakat olunmuştur. Daha
sonra Repeniyne, kaptan paşa, kethüda bey,
yeniçeri ağası, reis-ül küttab (hariciye vekili) tarafından da
ziyafetler çekilmiştir.
Mısır'ı Bulutkapan Ali bey'in elinden kavga ile alıp onu katletmiş
bulunan meşhur Ebuzzeheb, bu sefer üç-dört yıldır yollanmamış olan Mısır
hazinesini yolladı. İzahatındada, 1188/1774 senesindenberi zimmetinde olan
bakiyeyi ödemek ve her sene maktu olan malı göndermeye ait şartla affedilmesini,
Sayda eyaletine tayin olunan Tahir Ömer'in ilk fırsatta isyana teşebbüse
kalkacağını bu bakımdan bunun cezalandırılmasıyla, Bulutkapan Ali bey'in elinde
kalmış olan malını tahsil etmeyi istida ederek arzda bulundu. Bu taiebier kabul
olundu.
Ebuzzehep Mısır'ı, yanında 60 bin asker bulunduğu halde terk edip,
Yafa'yı kuşatıp ahalisini küçük büyük demeyip katletti. Tahir Ömer şaşkınlıkla
Anje Arabanı araşma kaçtı.
Ebuzzeheb, Akkâ'ya geldiğinde, Beyrut'ta bulunan iieri gelenler
terki diyar ederek, Cebeli Düriz hâkimi Emir Yusuf bile hediyeler yolladı.
Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağa ile Ben-i Mütevva! şeyhleri niyaznamelerle
yaşamalarını temin edebildi. Bu başarısından dolayı, Ebuzzehebe vezirlikle
birlikte Mısır eyaleti, samur kürk, kılıç ihsan olundu. Ne varki bu sırada ecel
kapısını çaldı, alıp götürdü.
Onun vefatından sonra yine ona bağlı komutanlardan İbrahim bey,
Mısır'da Şeyhülbeled unvanı verilerek vazifelendirildi. Fakat, Tahir Ömer,
E*buzzeheb'in vefatından sonra tekrar isyan meydanına atılmakta gecikmedi.
1189/1775'de Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa ile Şam valisi Azmizâde Mehmed ile
Cezzar Ahmed paşa cezalandırmak üzere vazifeli kılındılar. Akkanın topa
tutulduğu gün Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağanın tedbirleriyle sırtından
mermi ile vurulup katledildi. Kaptan paşa Akkâ'ya asker çıkartarak burayı zapt
etti. Tahir Ömerin müsteşarı ve bir numaralı adamı oian İbrahim Sabağ'i
yakalayıp, Ömer'in mal ve zenginliğinin üstesini sorgulattıktan sonra İdam
ettirdi. Tahir Ömer'in kıymetli eşyalarından başka 82 bin kese nakit serveti
çıkmıştı. Kaptan paşa, Tahir Ömerin oğullarına emir göndererek, Ak-kâ'ya
gelmelerini istemişti. Şeyh Ali Zahir isyan ederek, kardeşleri, Şeyh Osman ile
Said, Ahmed ve Salih Kapudan gelmişlerdir. Paşa, bunlardan Said'i devlet için
kötü sözler söylemiş olduğu için idam ettirdi. Cezzar Ahmet paşa ise, bu, sıralarda
Sayda eyaleti valiliğine tayin edildi. Şeyh Osman ise Akkâ'ya şeyhül beled
tayin olduysa da, bir sene sonra Bursa vilayetine vali olarak tayini çıktı.
1190/1776 senesi mühim vakalarından biri, eskiden tımarlı askeri, bahriyede
vazife yaparken denizciliğimizin bozulması, böylece de ocak şekline konması
tercihini yaptırmıştı. Ancak bunlarda bir netice vermemişti. Bunlar anadoluya
yayılıp, çiftlik, çubuk basmışlar tahribat ve taarruzlarda bulunmaktaydılar.
Levend adı veriien bu sınıfın kaldırılması önemli vukuattandır. Bu askere verilen
emir mucibince her tarafdan saldırılarak öldürüldüler. Geride kendini
kurtarabilenler Akkâ'da bulunan Cezzar Ahmet paşaya iltica ettiler. Burada
toplandılar. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Zahir'in cezalanmasını temin etmek
maksadıyla Akkâ taraflarına gitmiş bulunan Kaptan paşa, Cezzar ile Az-mizâde
Mehmed paşaya emirler gönderip Şeyh Ali'nin cezalandırılmasını istedi. Levend
ağalarından olup, Mehmed paşaya iltica etmiş bulunan, Kayserili Ali ağa, Şeyh
Zahir'e görünüşte ittifak teklif etmiş ve buna bağlı olarak şeyh yakayı ele
vermişti. Ali ağa tarafından öldürüldü. Tahir Ömer'in hanedanı zeydan namıyla
tanındığı sülale şeyh Zahir'in katle-dilmesiyle yıkılmış oldu.
Suriye bölgesi karışıklıklardan kurtulmuyordu. Ömer Tahir ile
çocukları gailesi biter bitmez, Cezzar Ahmet paşa mesetesi kendinigösterdi.
Cezzar, Zeydan hanedanının mal ve mülkünü zaptettiği gibi, Cebel-i Dürz hâkimi
Emir Yusuf'un üstüne hücuma geçip yağmaya koyuldu. Öte yandan Kapdan-ı derya
Gazi Hasan paşa, Cezzar'ın Saydaya tayin edilmiş olmasından sıkılmıştı. Bu
sırada da Emir Yusufun Hasan paşaya bir dilekçe yolladığı görüldü. Bu
dilekçede: "Devlet malını size verdiğimizden dolayı, Cezzar paşa
beldelerimizi yağmaya tabi tutmuş durumda.'1 şeklinde şikayetler vardı. Hasan
paşanın Beyrut'a gelişinde emirliğe ait malların tamamen, verilmiş olduğundan
Beyrut ile Cebel-i Dürz hakimiyetini Emir Yusuf'un üzerinde bırakmış, Cezzar
Ahmet paşaya da, "sen yalnız devlet malını ver. Başka şeye de müdehale
etme" emrini verdi. Cezzar Ahmed paşa, Kaptan-ı deryanın vermiş olduğu
Beyrut, Cebel-i Dürz'e müdehale etme emrine daha Kaptan paşa Akkâ'dan
ayrılmadan itaatsizlik gösterip, Emir Yusuf'u sıkıştırmaya başladı.
Cezzar, İstanbul'dan destek aldığı gibi, o zamanın en güçlü askeri
olan levendlerinin çoğalmasıyla kuvvetlenmekteydi. Bu kuvvetler ile Akkâ'yı bir
güzel tahkim etti. Günden güne, serveti de çoğalmağa başladı. Öyle terakki
ettiki, Beyrut'u eline aldı. Lübnan'ı da müdehalesinin dışında bırakmayıp,
oradaki, emir ve şeyhlerini birbirlerine düşürerek bir hayli paraların sahibi
olmayı bildi. Rusya büyükelçisi Repeniynin vazifesi geçiciydi. Daimi orta
elçilikle tayin olunmuş bulunan general İstekof'un gelmesiyle Repeniyn'nin
memleketine döndüğü görüldü. Halbuki, Kırım'da heyeti teşkil etmiş murahhaslardan
olan zatın bir faydası görülemedi. Zaten İstan-oul'da alıkonulmaları birden
bire üzücü cevap verilmemesi maksadına dayanmaktaydı. Elçinin dönmesi üzerine
kabahat reis-ül küttab İsmail Raif Ef. dide imiş gibi, önceden kararlaştırmış
oldukları azli cihetine gidilerek, Kıbrıs'a sürgün ettiler.
Meşhur Hamidiye imaretinin adı konarak açılışı bu sene yapılarak
hizmete sokuldu.
İran Seferi Ve Kırım Meselesi
Fetihlerini yapmış olduğumuz yerlerle büyüme ve genişlemeyi amaçlamamız,
politikamızın esas usûlündendi. Bu politika, Osmanlı hükümetini yer, yer,
memleket memleket, başka tarz idarelerin uygulanmasını kabule götürmüştü. Buna
bağlı olarak, merkezin idaresiyle, eyalet ve oralara bağlı .yerlerin idaresi
biribirinin aynı olmaz ve tutmazdı. Bilhassa uzak olan vilayetlerde devlet
adamı pek karışık surette gitmiş olduğundan, zamanımızda dahi bu irtibatsızlık
kısmen görülmektedir. Bağdad fethine ve İran seferlerine verdiğimiz önem bu
satıra kadar okuduklarınızda yazılmıştır. "Mısır, Suriye, Yemen, Garb
Ocakları ahvali diğer günlerde olduğu, Irak'da oldukça karışık idi. Bağdad nice
seferlerden sonra, tamamen zapt edilerek, Irakı Osmanlı devletine bağlamak
mümkün oldu. Yine de, bazı nahiyeleri istiklâllerine sahip bulunuyorlardı.
Bağdad valileri, Kürdistanı dahi nezaretleri yâni vazifeleri içinde
bulundururak, komutanlarını görevden almaya veya tayine selahiyetliydiler.
Burada ocaklık olarak bir kısım hanedanlar vardı.
Meselâ "Baban" hanedanı bunlardan biriydi. Bu hanedanın
oradaki gücü pek hatırı sayılırdı. Bunların Kürdistan üzerinde bile nüfuzları
geçerliydi fakat hanedan azalarının birbirleriyle dalaşmaları eksik olmayıp, ne
Osmanlı hükümeti ne de, İran hükümetini rahat bırakmazlardı. Arab ahalinin
ahvali haydutluk olup, bununda üstüne Basra tarafları kavgasız, hadisesiz
kalmazdı. Bağdad eyaleti "Hemedan Fatihi"Hüseyinzâde Ahmed paşa
zamanında bir parça sükûn içinde olabildi. Ahmed paşa 1160/1747 senesinde vefat
ettikten sonra onun yerine tayin edilen valiler işlerini pek yapamadılar. 1163/1750 senesinde, Ahmed paşanın
kölelerinden damadı Süleyman paşa, Bağdad valiliğine tayin olununca, bir çok
köle satın alarak bunları askerlik ve silahşorluk mesleği ile büyütmüştü. Bu
sayede de Irak hanedanlarına göz açdırmayıp, Arap ve Kürtleri, itaati altına
almıştı. Hatta gece yarıiarı baskın yapmak, her zamanki işinden olduğundan
Ebulleyl lakabıyla tanınmıştı. Ne ki; Süleyman paşanın bu tarz idaresi başka
bir gailenin çıkmasına sebeb oldu. Bağdad'da bir kölemen ocağı ortaya çıktı.
Süleyman paşanın vefatında yedi kethüdasından Bağdad valisi olan Ali paşa
diğer kethüdaların rekabetine maruz kalarak, 1188/1773 yılında katledildi.
Onun yerine Ömer isimli kethüda vali tayin olundu. İşte bu Ömer Kethüdc
zamanında Bağdad'da hakikaten Mısır kölemen ocağına benzer ve onlar gibi
heves-i istiklâliyete arzulu bir,ocak kuruldu. Ömer paşa zaptı rapta eli yeten
biriydi. 1182/1772 Rus savaşı esnasında Irakda çıt bile çıkmamıştı. Yalnız
1186/1771'de çıkan taun hastalığı binlerce ölüme yol açmıştı. Bu salgın sonu
Bağdad harabeye döndü. Ömer paşa, salgın sonrasında memleketi tan maz kimseleri
kullanmağa mecbur kalmıştı. Hükümet idaresi ehil olmayan ellere geçtiğinde,
artık o ülkede karışıklık, kötülüğün kendini göstermesi beklenmelidir. Baban
hanedanının kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı o taraflarda ihtilale
kadar varan haller ortaya çıktı.
Bu arada İran'da da vakit vakit ihtilal hareketleri olmakta-idi.
Nâdir Şah'ın katledilmesinden sonra Safevilerden veya Nadir'in sülalesinden birinin
tahta çıkarılması meselesi gündeme gelmişti.
Bu meseleler arasındayken, Zendiye aşiretinden Kerim hân
1173/1759'da Farisi ve Irak-ı acem ile Horasan'a sahip olmayı başarıp kendisini
Şah vekili, ismi vererek İran'a hükümdar ilân etti. Bu hükümdarlık ise, 1. Abdülhamid hânın hükümdarlığının
başlangıcına rastlamış ve meşru karşılanmıştı. Babanzâdeler ocakliğ' hanedanı
arasındaki mücadele ki, "önemi bakımından Baban sancağı mutasarrıfı Mehmed
Paşa ile Kevi sancağı mutasarrıfı olan kardeşi Ahmed paşa arasındaki soğukluk
devam etmekteydi. Zend Kerim Han'ı kuşkulandırmış, Mehmed paşanın sığınması
üzerine Kerim Han, Bağdad valisi Ömer paşaya korumaya aldığının yine
Karaçolan'da yâni Süleymaniye'de kalmasını iltimas etmişti. Ancak, Ömer paşa
kabul etmeyince, Kerim Han'da Mehmed paşayı kalabalık bir askerle Karaçolan
(Süleymaniye)a yolladı. Ahmed paşa da, Osmanlı ve Kürt askeriyle karşı çıkarak,
Mehmed paşayı bozguna uğrattı. Hal bu şekle dönünce, Kerim Han 20 bin askerle
Sadık hânı Basra taraflarına gönderip, oranın muhasarasını emretti. Basra
mütesellimine Ömer paşanın yolladığı yardımcı kuvvetleri, İraniler bozmaya
muvaffak oldular. Bağdad'a bile hücum niyeti taşıdıkları anlaşıldı. Bütün bu
olan bitenler merkezi hükümet olan İstanbul'a aksettiğinde İran'a harb ilân
etme düşüncesi aldı yürüdü. Az geçmedi ki Zend Kerim hân'ın bir mektubu geldi.
Yapmış olduğu askeri harekatın devleti âliyeyi katiyen hedef almadığı sadece
Ömer paşa aleyhinde asker gönderdiğini anlatmaktaydı. Elçilik'vazifesiyle
gönderilen meşhur Şâir Sünbülzâde Vehbi efendide, Kerim Hân ile güzelce bir
sohbet yapmaktan başka birşey yapamadı.
Çünkü Iran, kanşıklılardan sonra muntazam bir yapıya ihtiyaç
gösteren devlet hüviyeti kazanamamıştı. Ancak çok geçmedi ki, Zend Kerim,
1189/1775'de bir kaç koldan, ilerli-yerek Basra taraflarına zararlar verdiği
gibi, Bağdad taraflarını da bilhassa Derne, Mahrud ve Bedre gibi mukattaalan
yağma edip, ahalisini de katliam edip, esir alınan çocukla kadınları ve
hanlarından Mehmed Şefia da Kürdistan sancaklarından, Kerkük'e yaklaşarak,
Şehrizor'u tazyiği altına aldı- Bu aradada Tiflis hânı Ergili hân'ın da, Zend
hân'i ile anlaşmış olduğunu duyuran şayialar yaygınlık kazandı. Bütün bu
haller Bağdad valisi Ömer paşanın babıâliye bildirdiğine görevdi. Halbuki,
İrana harb açmak çok büyük bir mesuliyetti. Devleti Osmaniye ise, Şehrizor
valisinden, Zend hân'ın barışa yatkın halinden bahseden bilgiler almıştı. Böylece
hem İran seferini durdurmak hem de, Bağdad'daki kölemen ocağını kökünden
yıkmak üzere teşebbüse girişildi. Is-panakçı Mustafa paşa Bağdad valisi tayin
olunarak, yanına bir kaç tane vezirde maiyet olarak verilip, yola çıkarıldı.
Ömer paşaya ise katledilmek isabet etti. Mustafa paşa maktulün mal ve mülkünü
zaptettiği gibi, acem seferi bahanesiyle zengin kimseleri de soymağa başladı.
Fakat kölemenlerin kararı gizleyememesinden Ömer Paşanın kethüdası Abdullah,
Deşharud'da bunları bir araya topladı.
Okuma Parçası
Aşağıya almış olduğumuz "Rusya Târihi"nin medhali, aziz
ve muhterem milletimizin ezeli ve ebedi düşmanı Rusya hakkında uzun zaman
Rusya'da Fransa'nın elçiliğini yapmış bulunan Mösyö Kaster'in kaleminden
çıkmıştır. Milletimizin her bir ferdinin, geçmiş de Ruslar tarafından şehid
edilmiş yakını vardır. En az üçyüzelli yıldır, müslüman milletimizi dünya târihinden
silmek için, Kafkasya'da, Karadeniz'de, Orta Asya'da Avrupa'da, Balkanların en
küçük köyünde bile müslüman milletimize saldırmayı, gaye-i milliye ve diniye
hâline getirmiş, bu milletin hâline ve bizlere nasıl baktıklarını tefekkür
için bu kadar bir yazıyla örneklemek istedik. Metin Hasıcı
Fransa'nın Rusya Nezdindeki Elçisi Mösyö Kaster'in kaleminden:
Rusya Târihi
Mütercim: Divân Tercümanı Yakovaki Efendi - h. 1244
SÜNÜŞ
Moskova devleti hududları dâhilinde oturan Mösyö M-1828 Kaster
adlı elçinin Rusya devleti hakkında toplamış olduğu bilgiler ışığı dahilinde
ortaya getirdiği fransızca lisânı üzerine yazılmış ve derlenip toparlanmış bir
eserdir elinizdeki kitâb.
Bahse konu eseri Divân Tercüme kaleminden olan ve
Rum hâdisesi üzerine Bursa'ya sürgüne gönderilen Yakovaki adlı
mütercimin, devlet-i âliyye ricalinden bazılarının talebi karşısında, mümanaat
edemiyerek yaptığı tercüme çalışmadır.
Bu çalışmanın Moskof devletinin durumu, tarzı ve diğer ülke
devletleriyle olan münasebetlerine dönük politikası ve Osmanlı devletiyle vâki
siyasetini ibret verici bir eser olarak basiret erbabının gözünde yer tutacağı
pek kesindir. Naşir.
Giriş
Bize yazma ve düşünceleri tercüme edip, duyurma imkânı vereni hep
bilirizki Rabbimizdir. Biz de bu imkânı kullanmakta kabiliyetimizi târihi
vakaları tesbit ve duyurmada gerek geçmiş gerekse dönemeç sayılacak oluşları
önemine uygun olarak teşkile vesile olan sebebleri bildirmeye teksif etmeyi
düşündük. Pek geniş toprakların sahibi olan devlet-i âliyye-; seniyye; felek
elinin yardımıyla bazen sâlimane bir hayat sürerken, bazende sert ve
karışıklıklar içine düştüğü olur. Osmanlı hududu yakınlarında bulunan, diğer
bir tâbirle hem civar olan hiristiyan devletlerde, ters davranışlar ayna gibi
görünmeye başlamıştı. Târih eserlerinin açıkça gösterdiği devletin ve
saltanatın ileri gelen ricalinin haklarındaki tetkikleri didik didik yapıp
sonuçlandırmak için. beyit'teki gibi: "Ara-fan bayed ne ki darend şart
hüzmera Pişteraz dositan da-rıend hâl düşmenân" magazisince uzak ve vâcib
yollarda buluşanlar olduğunu kaydetmek şart olmaktadır.
Bir müddet Önce günümüz insanlarından bir zat, Bahr-il hamiyyet
meali menâkıbet tevarihi efrenciyeden Rusya devletinin ahvalini anlatan bir
mecelle-i muhtasıranin, yâni kısa bir fikir mecmuasının letafçt veren lisanıyla
Türkçeye nâkile ve tercümeye bir mecburiyet-i muktaziyat getirmiştir. Bize
yapmamızı gereken çalışmayı hatırlatanlara ademi iktidarımızı, liyakatimiz
olmadığını aralıksız ve her görüşmemizde beyana gayret edip söylemiş olmama
rağmen, benim bunu yapabileceğime liyakatimin herkesten fazla olduğu, daha iyisini
yine ancak bana aid bir çalışmanın olabileceğini beyanla ısrara devam ettiler.
Bundan otuzbeş sene önce hükümet sandalyesinde oturan "2.
Katerina" isimli Rusya imparatoriçesinin dönemini fran-sızca ibareyle kayd
ve zapta muvaffak olan Kaster adlı şahsın 1182/1768 ile 1202/1787 senelerinde
yaşanan seferi Osmaniyan'm o sıralarda da diğer milletlerinde kendi özel
maksatlarını kabul ettirebilmek için kullandıkları usûl hayli şümullü olup,
nice gizli sırlara, nice desiselere sahip olmalarından dolayı gelip, yukarıda
saydığımız hususları esas kabul edip, gereksiz sözler kaldırılarak, zafiyetleri
izâle edilerek ve-de bazı şerhleri de koyma metoduyla frenkçe yazıları'alıp
mümkünler gereği açıklanarak, tercüme ve rakamlamak suretiyle iki kısma taksim
eyledim.
Birinci bölümde Rusya'nın başlangıcındaki hâlini durumunu
icmalini yaptıktan sonra maksadımızın esasını teşkil eden 2. Katerina'nin
ortaya çıkışından büyük zülûmlar yapLiği 1211/1796 senesine kadar yaptığı bütün
işleri yazmak ve ikinci kısmında da, Rusya'nın kara ve deniz gücünü, gelirlerini
ve masarifatını senevi olarak ve bazı kavaid ve nizamatı dere olundu.
Cenâb-i Allah'dan niyazım budur ki; elinizdeki tercüme cesaret-i
bendegânemi mücerred emr-ü tenbih-i sâmiye-i ifâ-ı fâriza-yı imtisal ve
mutavaat ve öteden beri huşeçin keştizar inayeti olduğum devlet-i âliye-i
ebediyet'ül istikrara karınca kadarınca hizmete ve ubudiyete zamanında olmakla
yazılı ve sözlü olarak muvaffak etsin kulunu ve ref'et buyururlar bu duayı
İnşaallah. Divân-ı Tercümeden Mütercim Ya-kovaki Ef.
Tercümenin Kısm-I Evveli
Rusya Devletinin İlk Döneminin İcmali
Eski zamandan beri Rusya ahalisi avrupanın kuzeyinde Lehistan'ın
öte tarafında bulunan arazide yerleşmiş haldeyken, doğu ve kuzey tarafından
dalgalar halinde sökün eden kabile ve kavimlerin bazıları ol tarafda bir vatan
edinmek maksadı ile yerleşir, isimlerini ise Rus diye koyup böyle tanınma
yolunu seçerler. Bu isimle şöhret bulmaktalarken, çok aksi ve kaba topluluk
görüntüsü içindelerdir. Bir çok nezâketten mahrum kalabalıklar gelip gelip
bahse konu yerlerde yerleşerek cumhuriyet şeklinde bilârabıta ve tanzim,
işlerini görmeğe kıyam ederlerdi. Ekseri vakitlerini yakınlarında bulunan Leh
ve İsveç vede diğerlerini yağmalamaktaydılar. Ancak bu yağmalamaya dönük
saldırılar bazen leyhte bazen de aleyhte neticeler vermekteydi.
Özellikle Özi suyu içinde peyda ettikleri tekneleriyle Karadeniz'e
çıkarak İstanbul'un Haliç ve Marmara denizinin kıyılarına kadarda çapul
yaparlardı. Daha sonra da, birbirleriyle olan ve sürüp giden kavgaları
rahatlarını kaçırırdı. Başlarına bir reis nasbetmeyi uygun görürlerdi. Târih-i
hicretin 250. senesinde belde ayanı olan Boyarlar, voyvodalar vesairleri
yaptıkları bir içtima sonunda aralarından birini intihab ettiler. Rorik adlı
olan biri getirildiği vazifede onyedi sene kadar ömür sürdü. Bunun ölümünden
sonra vârisi, senedli olarak meydana gelen teşekkülün emiri gibi oldu.
Ahalinin bilinen mizacı üzere zaman zaman ihtilal ateşi aralarında
alevlendiğinden ecnebilerden olan Lehli ve İsveçliler arasında meydana gelen
çatışmalar çıktığı gibi doğu hu-dudları tarafından gelen Cengiz han ve Tatar
Kabilelerine cizye verme durumuna düştüler. Krallarının tahtta kalması veya
azli hakkında hâttâ azarlanma meselesi Tataristan hâkimlerinin iradelerine tâbi
hâle gelmişti. Böylece huzursuz vede bi-rahat olmuşlarsa da, zikredelimki Rorik
hanedanından elliiki şahsın hükümeti dâimi ihtilâl ve karışıklık içinde 130
sene devam etmeyi becermiştir. Bunların içinde yer alan 4. İvan geçmiştekilere
bakılırsa daha kaliteli ve makul bir şahsiyet ile temayüz etmiştir. Evvelâ çar
unvanıyla kral olmuştu. Moskova şehrinde taç giyme törenini gerçekleştirmiş
kralları bu zattır ki; döneminde Tatarlar ile arasında meydana gelen
anlaşmazlıklar ve ihtilaflar bunların uyanmasına vesile olmuş, ödemekte
oldukları haracı kaldırmak için cesaretlenerek harekete geçmişlerdir. Doğu
taraflarında Kazan ve Ejderhan eyaletlerini geri almaya Tatarlardan kavga ile
kurtarmaya himmet etti. Sibirya eyaletini dahi zapt İle o taraflarda yerleşmiş
vahşi kabileleri idaresi altına almıştır. Kırım hân'ı bir o tarafdan, bir bu
tarafdan hücuma geçerek bahse konu çar İvan'ın karargâhı olan Moşkoh şehri
varoşlarına kadar çapul ve yağma yaptığı görüldü.
Bahse konu etmekte olduğumuz Rorik hanedanının yıkılışı sonrasında
Rusya toprakları mütegailibe denilen sınıfın eline geçerek 115 sene kadar
karışıklıklar ve başlarına geçecek birinde ittifak edememe sıkıntısını
yaşadılar. Daha sonra da meydana gelen ittifakda, bu ittifaka <kellim
mecmuai millet ile> denmekte olup, Romanof hanedanından Mihaiyl adlı biri üzerinde
karar kılındı. Bunun oğlu Aleksi'ki meşhur Deli Pet-ro'nun babasıdır.
Hükümet'sandalyesine vâris olması dolay-sıyla oturduğunda, Lehlilerin Ruslardan
ele geçirmiş oldukları bölge ve toprakların yeniden eski sahibine
dönebiimesini temin için bir istihlasin başlanmasını temin etti. Arkasından
ülkesinin her yönüyle terakki etmesini terhin babında çalışmalara koyuldu.
Denizci, Hazarla Karadeniz'de mutlaka Rusya'yı temsil etmeli
düşüncesini ahaliye yerleştirdi. Hollanda'dan getirtmiş olduğu usta ve kalfalar
ile hem gemi sanayiini kurmaya hem de; buraları devam ettireceği düşünülen
insanların yetiştirilmesine başlandı. Çar; üç erkek, altı kız babasıydı.
Yerine vâris olacak büyük oğlu altı sene kadar hükmettikten sonra öldüğünden
yerine ikinci oğlu olan İvan gelecekken muhtel'uş şuur olduğundan, Deli Petro
dedikleri 3. oğlu henüz 10 yaşında idi. Küçüklüğü görünüşde mâni ve mahzur
olarak addedildi. Buna karşılık kızkardeşlerden Sofiya adlrolani çeşitli hile
ve desiselere müracaat ile yönetimi ele geçirmeye çalıştı. İlk işide Petro'nun
tahta oturması hakkında çatışmalar içinde olan destekçileri idam etmeyi
plânlayıp duruyordu. Bu arada ikisinin bir arada şerik idaresini, kendisinin
vesayeti altında düşündü, biri mecnun, diğeri yaş bakımından sabi olduğundan bu
tercih pek işine gelmekteydi.
Neticede ortak taht işgali gerçekleşti ve Sofiya'da bunların
vâsisi olarak yönetimi götürmeğe başladı. Ancak Deli Petro tarafını ilzam eden
bazı devlet ricalinin gücünün artmasına müsaade olunmuyor, gizli bir el bu
çalışmaları yapanları ortadan kaldırmaktaydı.
Deli Petro'nun Krallığı
Deli Petro adlı çar'ın dönemine gelince Rusya devletinin avrupa
devletleri arasında nâmı-şânı olmayan bir meçhulden ibaretti. Yazılacak pek de
önemli bir takım işlerin sahibide olmamışlardı. Yukarıda Rusya'nın iptidai
hâlini tasvire çalıştığım esnada pek bir şey koymak mümkün olmamışsa, Deli
Petro dönemine kadar da bunun böyle olduğu bir vakıadır. Ancak Petro dönemi ile
beraber husule gelenleri tasvire mutlaka ihtiyaç vardır.
Adı geçen çar, çocukluğunda çok kötülenmiş tavrı ve ahlakıyla
şöhret bulmuştu. Bir takım adamlarıyla güzel şeylere yönlendirilmişti. Ancak
içki ve âlemlerine de itilmişti. Askerin tâlimi ve terbiyesi üzerine asla önem
verilmezken, vâsisi Sofiya galizat ve huşunet-ı tâbiiyesine kötü ahlâk
eklendikçe bu iş böyle gider sanılıyordu. Ancak, Rusya'ya ecnebi devletlerden
getirilen çeşitli ilimler ve bunların üstadlan istihdam edildiler. Bilhassa
asker ve zabitlerin asli Cenevizli Lafor isimli akıllı ve merd-î kâmilin birinin
sohbetine rastladı. La-for'u yanına getirtip, yakın hizmetine aldı. Genellikle
nizam ve mülkün yâni devletin kaideler zümresine dönük müzakereler ve
soruların cevaplarını aradılar. Talimli asker kullanma yoluna gidilmesi, yeni
harb fennine uygun silahlar kullanımına, harp gemisi yapımına ve deniz ilmini
uygulama gayretine gidilmeye başlandı. Bunlar olmaktayken Osmanlı devleti
Nemçe (Avusturya) ve Lehistan'a vede Venedik üzerine se-fer-i hümayun açmıştı.
Rusya devleti geçmiş yıllardan beri Kırım hânlarına vermiş olduğu vergiden
halas olabilmek için tercihini Lehistan ve Nemçe tarafına kullandı. Kırım
üzerine asker sevk etti. Neticede yapılan antlaşmadan sonra yenik dönen asker
vesayet makamında bulunan Sofiya, Asterliç askerini tahrikle ortalığı karıştırdı.
Petro'yu idam etme derdine düştü. Adı geçen Petro'nun bütün bu olanlar
malumuydu. Hemen ablasının yakınlarının ve müşavirlerinin kendi görüşlerine
aykırı fikir sahiplerini bir yerde toplatma yoluna gitti. Asterlich temini
yoluna gitti. <burada asteriich'in ne olduğu hakkında bir malumat verelim:
Asterlich, okçu mânasına gelir. Pek eski zamanlardan beri Rus askerinin ok
kullanması bu ismi ile maruf olmasını gerektirmiştir. Hazarda ve seferde
vazifeli olarak yalnız 24 bin kişiden tâlimsiz ve itaatsiz asker idiki, icab
ettikçe diledikleri kadar reaya dahi toplayıp, istihdam ederlerdi.> Bir
araya topladığı bu adamları aniden tevkife tâbi tuttu. Öte yandan mecnun
biraderinin ölümü de bu sıralarda vuku buldu. Hicri târihin 1108/1696 senesinde
devrinin tek başına ve müstakil tasarrufu başlamıştır. Çocukluğundan beri
kabullendiği ahlâki reddiye ve betahsis müdavimi olduğu hâl baki iken önce
nizamın akdeylediği asker maddesinden matlup tanzimini seçerek, ecnebi millet
olarak çabucak toplayarak tedarik eylediği 50 neferden ibaret küçük bir bölüğü
Lafor marifetiyle tâlime teşvik fikriyle kendisi bahse konu bölükde tablazenlik
hizmetinde yazılıp lâzım gelen maaş ve tayinatı ahz ve hizmet-i lâzimesinde
inha-i rasia-yı azim eylediğine binaen giderek çoğalan asker ile bölüğü bir
büyükçe tabur şeklini aldığı görüldü.
Hâttâ devlet-i âliyye ile, Nemçe, Venedik ve Lehistan seferini
devam ettirirken Azak üzerine yolladığı ordu ile beraber varan Ruslar
maiyetinde bulunduğu bulunduğu generalin emir, tenbihlerine uygun davranarak
hizmete ve dönene k-v dar rütbesi alet tedriç ve terfii binbaşı yapılmasıyla
rütbesi yükselmişti. Bir tarardan krallığını yapmak, öte tarafdan harb
hizmetinde vazife-i tâayyinat ahz edip, yoldaşları ile bilmu-aye memuriyet-i
lâzimesini yerine getirir idi.
1111/1699'da Karlofça'da padişahça imza olunmuş antlaşma
gereğince, Azak Kalesi Moskofda kalmak şartıyla sefer ber taraf olalıdan beri
Çar, talimli askerin çoğalmasına gayret ve sağlamca eğilim göstermekten nâşi,
bu talimli asker genellikle ecnebi olarak reis ve subaylar ile yol
erkânla-nyla refte refte yâni gide gide onikibin sayısını tutturdular. Meramı
Asterlich ocağını tamamen kaldırmaktı Frengistan'a seyahatte, diğer devletlerde
tatbik olunmakta bulunan hâl ve durum, fenler ve san'atları tahsil yolu ile
öğrenme gayesi esas idi. Asterlich neferlerinin kürsi'i memâliki olan Moskova'dan
çıkarmak için hudud muhafazasına ayrılmış memur ve uzaklaştırma, Moskova'nın
korunması yeni askerin ihtimamına ve tarzına taklid yapılmakla yaklaşılıp,
fitne şüphesi olduğundan Lafor adlı müsteşarını ve üç-dört kişilik muteber
ricalini var sayarak Flemenk tarafına tâyin eylediği ikincisi maiyetine etbâ-ı
güruhuna iltihaka azimet eyledi.
Felemenk'e vardığında gemi inşa etmeye mahsus bir tezgahda marangoz
çırağı yazılıp, ücret, yövmiye ile hizmet-i vesâir marangoz amelesinin yemek ve
yatmasına kanaat etmekle bir müddet devam etmekle daha sonra İngiltere'ye
geçerek bütün işlere ve hassaten esnâf-ı âdide ve ticarethanelerine dikkatli
nazarlarla baktı. İlimlerin tamamlayacısı olan hendese (geometri)'yi
öğrenmekle, memleketine cjön-mek için Almanya'nın içinden Bec şehrine geldikte
hapisde olan bildiğimiz kızkardeşinin asterlich askeri ayaklanıp isyan , ile
kalkıp, Moşkoya doğru gitmeye koyuldukları haberi kendisine ulaştı. Hemen o
tarafa ricata mecbur oldu. Vardığında ilk önce Moşkada bulunan talimli askeri
asterliç askerini 18 saat mesafede karşılayıp def etmek için hücuma hazırlanarak,
sebat ve metanet göstermiş olduğundan Çar, gayet kaba ve şiddetle asterlichin
nâm-ı nişanını varlık defterinden yok etme ve helak etme niyetinde olduğunu
ilân ile ikibin kadarını bir yere toplayıp, bunları cellâd etmeye fazım gelecek
infazcı bulamadığından kendisi ve yanında vekilleri eliyle çoğunu idama geri
kalanını da bir otlukdan başka bir şey olmayan uzakça bölgelere dağıtarak,
hepsini parça parça ve şansız, namsız bırakarak dağıttı. Böylece istiklâle
dönük tahsil ve seyahati esnasında avrupanın hiristiyan devletlerinden harb-i
fenni de usta, çeşitli sanayi dallarında imâlata muktedir kimseleri seçmedeki
isabeti ve mukavele ile bunları istihdam ve Rusya tarafına göndermesi maksadı
olan yeni nizâmı yerine getirme esasını aynen yazdığımız gibi becermiş olduğundan,
bir kaç seneden beri ve mâium-u müsteşarı olan Lefor'dan almış olduğu ve
Frenkistanda elde edeceğine inandığı tahsili gerçekleştirmek alelumum yâni
bütün milletin ahlâk ve adabını tâlim ve terbiyeyle değiştirmek kanaatine
vardı.
Özetlersek; ecnebiden olan talimli askerin kıyafetini, yeni asker
yazılacak, Rus kavminden olanlar çekemeyip, dedikoduya düştüklerinden milletin
tamamı, giyeceğini kendisinden olmayan kimselerinkine nasıl benzetmeye,
değiştirmeye muvaffak kolay olmazdı ve nitekim olmadıda. Devlet ricalinden,
vükelânın bazılarından iibas, yâni kıyafet meselesinde bir takım teklifler ve
lâyihalar verildiği görüldü. Ancak bunlar ve bu görüşlere sahip olup muhalefete
ictisar edenleri pek kat'İ ve şiddetle katliama tâbi tuttuklarını görüyoruz.
Kaldı ki; geçmiş dönemde Rusya ile ticareti itİyad eden İngiltereli
gemileri Buz denizi semtinde bulunan Arkancaİu dedikleri iskeleye yanaşıp
gelen; böyle uzak mesafeye men-i ticaret ve çar'ın önceki işlerinden biri
mülk-ü devletin servet ve nemasına yâni sermaye ve kârına mesele-i müstâkile
olan alış veriş kapısını feth ile celb fâide ve menfaat olmakla frengistana
yakın olan Bahr-i Baltık, yâni Baitık denizi sahiline iskele ve donanma peyda
etmek fikrine düşüp, bu keyfiyet ise adıgeçen sahilde, İsveç devleti
tasarrufunda olan memleketlerin fetihlerine ve ele geçirilmelerine kalmış olduğundan
nâşi, İsveçli ile sefer üzere olan Leh ve Danimarka devletleriyle, yeni ölçü ve
vifakı yâni yeni anlayışı içinde yaptığı barış sonrasında, İsveç üzerine sefer
ilân eyledi. O karışık günlerde İsveç kralı tbulunan Demirbaş denmekle meşhur
12. Karlos <Şarl> bahadır bir kimse olduğundan, bir kaç yerde hasımlarını
kahru perişan eyledi. Lehistan ülkesini zaferyab olarak istila etti. Ve Leh
kraliyet tahtında adam değiştirmeye muvaffak oldu, bu arada da Rus çan'nı
değiştirmek hülyasını kurmuşsa da, ve çar'ıda ikide birde hezimete uğratmaya
muvaffak olmuşsada, hiçbirinde çar ne korkuya ne de ümidsizliğe düştü.
Nihayetinde 1121/1710 senesinde Osmanlı devleti hududlan
yakınında Poltava denen yerde husule gelen savaşda Çar, İsveç askerini pek
fecii bozguna duçar etti. Demirbaş'ın hayatının gitmesine ramak kalmıştı, ki
Osmanlı hududunu geçerek Bender Kalesine ve muhafızın şahsında tâcidaran
padişah-ı âl-i Osman'ın atufetine sığındı.
Krallarının bu mağlubiyeti üzerine İsveçde meydana gelen ihtilâlde
bir boşluk belirdi ve Ruslar, Baltik sahilindeki birbir çok yeri ele
geçirdiler. Eski kralı ise İsveç'in başına getiren çar, Enfarya eyaletinde
deniz kenarı olan büyükçe bir yerin imarına karar verdi ve adını da, Petrobork
olarak tesbitinde ısrarlı oldu. İmparatorluk lakabımda eski unvanının yanına
zamimeten aldı.
Deviet-i âliyede iltica etmiş bir mülteci olarak, padişahın
sayesinde ömrünü süren Demirbaş Şarl, mâiyetiyle beraber Lehistandan
Poynatovski'yi, padişah-ı âi-i Osman'ın huzuruna gönderip, derhal Rus
kuvvetlen üzerine gitmek gerektir. Zafer mutlaka bizde kalacaktır meyanında
tavsiyelerle yolladı. Yapılan müzakerelerden sonra Baltacı Mehmed Paşa idaresinde
Orduyu hümayun yola çıkarıldı. 1123/1711 senesinde Buğdan hududlan içinde Prut
Nehri kenarında sadrazam, çâr'ı ve ordusunu öyle bir sıkı sıkıya sardıki,
Rusyanın yok olması mümkün olabilirdi. Yiyecekleri ve içecekleri tükenmiş Rus
ordusu bir kıskaç içine alınmış ve üzerine yapılacak yürüyüş, bataklık ve
asker arasında ölümü tercih noktasına kalmış gibiydi! Ricat mümkün olmayıp
giriftar~ı kemâl-i ızdı-rab ve mayusiyet olacak çarnâçar afv ve imâna teşebbüs
ile Azak Kalesi devlet-i âliye'ye geri verilmek ve İsveç kralının memleketine
emniyet içinde dönmesine izin verilmek şartıyla antlaşma imzalanmıştır.