SULTAN ABDÜLMECİD HAN :
Babası: Sultan II. Mahnıûd Han
Annesi: Bezm-i Âlem Valide Sultan
Doğum Tarihi: 1823
Vefat Tarihi: 1861
Saltanat Müd.: 1839-1861
Türbesi: İstanbul Fatih Y. Sultan Selim Camii Yanı.
Osmanlı Padişahlarının 31.si olan Abdülmecid hân, 2.Mahmud ile
Bezm-i âlem Valide Sultanın oğludur. 3/şa-ban/1239-3/nisan/1823'de doğmuştur.
Sultan 2. Mah-mud'un vukubulan irtihali üzerine taht'ı Osmaniye oturmuştur.
Takvimler o günü 1/temmuz/1839 olarak gösterdiğinde Abdülmecid hân, 16 yaşından
2 ay, 28 gün almıştı. 15/zilhic-ce/1281-15/hazİran/1861'de 38 yaşında olduğu
halde hayli genç irtihal-i dâr-ı beka eylemiştir. Yavuz Sultan Selim Camiinde
yaptırdığı türbeye defnedilmiştir. Hermn kayd edelimki yaptırdığı türbeyi
görmeğe gittiğinde bakmışki cedd-i emce-di Hz. Yavuz Selim'in türbesinden daha
yüksek bir türbe inşa olunmuş! Bunun üzerine derhal türbeyi kısalttırmayı emir
etmiştir ve bunun gereği yerine getirilmiş, türbenin bir bölümü yıkılmış ve
Yavuz 'un türbesinden küçük olarak yapılmakla mütevazi padişahın emri yerine
getirilmiştir.
Sultan Abdülmecid zamanında Arab bir şâir padişahın tahta
çıkışını:
"Bir iki, iki delik,/Saltan Mecid oldu me/i/c"şiiriyeti
içinde söyleyerek,tahta çıkış târihini böylece unutulmaz bir beyitle inşa etmiş
Osmanlı edebiyatında şâirin adı değil amma beyit bakî kalmıştır.
Ahali arasında Abdülmecid hân'ın kız gibi denen çok zarif ve güzel
bir çehreye mâükiyeti konuşulurdu. Ne varki bu gü-zeî adam çok genç yaşta
başladığı içkinin öldürücü ve kahredici tesirini çok içmek münasebetiyle de
haylice arttırmaktaydı. Hayatının sonuna doğru akşamları sızıp kaldığı, yardımla
yatağına taşındığı rivayet olunur. Nargile tiryakiliği ve tebdili kıyafet ile
ahali arasında dolşaması da pek bilinen hususdandır.
Kan dökmekten asla hoşlanmaz, savaşsız bir dünya biribi-rini seven
lâtif insanlar âlemi arzu ede rek sulhseverliğini ortaya koyardı. Yaklaşmakta
olduğu batı âleminin bizim gelenekleri mize ve bilhassa dinimize mugayir hâl
ve ahvalini almakta gösterdiği müsamaha bir gurub müslümanın kendisini
devirmek teşebbüsü için teşkilatlanmaları neticesine vardırmıştı.
Bu zevat yakalandığında muhakemeleri şimdiki Kuleli Askeri
Lisesinde yapıldığından ve çıkan kararda bunların idamına hükm olunmasına
rağmen, günümüzde bile riayet edilmediğini zaman zaman gördüğümüz, tasavvur
hâlinde kalması, işe başlar başla- maz yakalanma yâni adem-i muvaffakiyet
hâllerinde cezada tenzil gerekirken idama karar veriliyor ki nitekim Kuleli
Mahkemesi heyet-i hâkimesi de böyle bir karar vermişse de, padişah, kendi
insiyatifini kullanırken, adetâ mahkeme heyetine ders verircesine:
"Ortada bir katletme olayı, yok dolaysıyla katil de yok,
hareket ise teşebbüse bile ulaşmamış, tasavvurda kalmış, cezalan sürgüne
tahvil ediyorum" Demek suretiyle de düşüncesini tatbik alanına aktarmayı
bilen merhametli bir insan olarak görülmüştür.
Merhum Reşat Ekrem Koçu; Osmanlı Padişahları adlı eserinde şöyle
bir anekdot nakleder: "Altı asırlık hanedan'ın mübalağasız en nazik,
çelebi hükümdarıdır. Babası Sultan 2. Mahmud'a karşı isyan etmiş bulunan
Kaualalı Mehmed Ali Paşa bu genç padişahı cülus ettiği yıllarda ziyaret
ettiğinde bir ihtiyarlık gafletiyle <oğlum> diye hitab etmiş fakat
karşı-ândaki delikanlının bir imparator olduğunu derhal hatırlı-yarak
ayaklarına kapanmış af dilemişti.Abdülmecid diz çöken ihtiyar valiyi ellerinden
gayet zarifçe tutup kaldırmış, <pederim nasihatlarınıza daima
muhtacım>" Demiş bulunduğunu nakleder.
Sultan Abdülmecid; bir terakki-i hatveye yâni ileriye doğru,
gelişmeye dayalı istikamete adım atmaya karar vermiş bir hanedan'ın evlâdı
olduğunu idrâk etmiş bir şahsiyetti. Babası Sultan Mahmud'un gâvur padişah lakabı
ile bazı ahali arasında anılması herşeyinle onu takip etmekten vazgeçirmedi.
Bu da adetâ meşhur şâir Yahya Kemâl Beyatlı tarafından yazılmış bir şiirde,
<Bir meşaledir devredilir elden'eie> dediği gibi vazifeyi aldığı yerden
kucaklayıp götürmesi bu mısrada adetâ müşahhas bir şekilde ortaya konuyor.
Abdülmecid Hân'ın devlet üzerindeki gölgesinin dâima hissedilen
bir insan olduğunu <Ahmed Cevdet Paşa ve Zamana adlı, kerimeleri Fatma
Aliye Hanım tarafından yazılan' ve tarafımızdan neşir hayatına Pınar yayınlan
arasında kazandırdığımız eserde şu vaka bu iddiamızın ne kadar doğru olduğunu
ortaya koyuyor. Meâlen bahse konu eserden şunları aktarmaya gayret edelim:
"Su/tan Abdülmecid Koca Re-şid Paşanın yerine sadarete Âlî Paşayı
getirdiğinde, bu sadn-azamtn ilk işlerinden birini borç alma antlaşmasını
tamamlamaya çalışmak oluyordu. Bu duruma Boğazdaki Aşiretin kurucusu sayılan
Rodosizade Ahmed Fethi Paşa mutttali
olunca doğruca aynı zamanda damadlan olduğu halde padişaha <Pederinİz iki
defa Rusya ile savaş yaptı. Bu kadar gaile, bu kadar seferler açtı buna rağmen
dışarıdan beş kuruş borç almadı. Zaman-ı hümayununuz asayiş üzerinde geçmekte
olduğu halde borç almanızın âlemi nedir? Derde-mez, Abdülmecid Hân bu doğru
ikaz karşısında pek müked-der olmuştu. Bu arada borç alma mukavelesi
imzalanmıştı. Fransız elçisi ise dünyanın gidişatını iyi görmediğini büyük
savaş çıkabileceğini bu bakımdan borç almaktan istinkaf bilmemesini Fuad Paşaya
tavsiye etmişti. Padişahı bu ihtimal üzerine Iknaya çalışan Fuad Paşa bunda
muvaffak olamadı- Çünkü padişah; bu borç mukavelesi iptal edilmezse ben
padişahlıktan istifa ederim açıklamasını yaptığında pek nâdir bir sö- zü
kullanmış oluyordu. Neticede,mukavele iptal olundu. Borç istinkâfından doğan
tazminat ödenmesi, antlaşmayı imzalayan vekillere taksim olunarak ödettirildi.
Böylece de devletin işlerine padişahın kesin müdehalesinin bir örneğini şu
satırlarda göstermiş olduk.
Bu arada kimileri Damad Ahmed Fethi Paşaya neden ba-bıâlî'ye zıt
gidiyorsunuz? Dediklerinde onun cevabı şöyle olur ki bu gün bile bir ders
olarak kabul edilmelidir: "Ben babı-âlî'ye asla muhalefet etmek istemem.
Lakin bilirim ki bu devlet beş kuruş borç ederse yanar! Bir kere borca alışırsa
sonra Önü alınmaz! Düyuna (borca) mustağrak olur gider"
Yine aynı eserden aşağıda mühim bir alıntı yapmadan, Abdülmecid
döneminde devlet ricalinin hizbinden biraz ön bilgi verelim. Sultan
Abdülmecid'in sarayından emekli olunan bir ağa'ya, Fuad Paşanın Amedçjlik
görevi sırasında ağaya ikiyüzelli kuruş emekli maaşı bağlanmıştı. Padişah
bundan haberdar olunca hemen müdehale etdi. Çünkü bu muameleyi Reşid Paşa
arzetmişti. Padişahın çözümü şöyle °ldu. Bu adam benim şahsi hiz-metimde
bulunmuştur. Buna Maaş ödemede mâliyenin ne gibi mecburiyeti olabilir?
edikten sonra da maaşı ceb-i hümayundan ödeme yoluna 9'tmiştir.
Şimdi bazıları derlerki; Efendim Abdülmecid vefat yeni padişah hayatı devam
eden bu ağa'ya maaş emeye devam edermi? Dedikya; bir meşaledir devredilir n ele
yeni padişaha vâris olan kardeşidir. Başka bir ha-an mensubu değildir. Yeni
gelen eski padişahın böyle
devlete yük olmasın diye maaşı ceb-i hümayunundan vermesini
yanlış değil, bilakis pek doğru bulup o istikamette gitmesini gerektirdiğini
idrâk etmesi gerekirki, biz yaşadıktan sonra bu mütalaayı yapıyoruz, Sultan
Abdülmecid'den sonra gelen padişah Abdülaziz Hân, böyle bir görevi memnuniyetle
ifa eder düşüncesine kailiz.
Sultan 2. Mahmud'un vefatı esnasında makam-ı sadaretde Rauf Paşa
bulunmaktaydı ve cenazeyi Divanyolu üzerindeki Köprülüler Kütüphanesinde
beklerken bir atabey gibi kabullenilen Hüsrev Paşa ise Padişahın vefat
haberine muttali olduğunda ilk işi serasker Damad Said Paşa'ya, asayişi muhafaza
maksadına dönük olarak hemen İstanbul tarafına geçmesini emretti. Öte yandan
da Vâlidesultan'ın köşkünde ikamet etmekte olan veliahd Abdülmecid'e tahta
geçmek üzere hazırlanması haberini gönderdi. Hüsrev Paşa hem ilk biati yapmak
istiyor ve bundan yararlanarak sadareti de ele geçirmeyi plânlı- yordu.
Nitekim bu arzusuna da çok gecikmeden nail oldu. Eski sadrıazam Rauf Paşa,
ahkâm-ı adliye'ye, serasker damad Said Paşa ticaret nazırlığına getirilirken,
merhum padişahın yakın adamlarından olan Rıza Bey'e ve-zaret rütbesi verilerek
Mabeyn Müşiri olurken, Muhimmat-ı Harbiye nâzın Ali Necib Bey, Valide kethüdası,
boşalan mü-himmat-ı harbiye nazırlığına Deavİ nâzın Necib Efendi getirildi.
Hacı Saib Efendi ise, Deavi Nâzın yapılırken, Dahiliye nezareti maruzat kâtibi
Sekip Efendi, Beylikçi, Hariciye nezareti Maruzat kâtibi Mahir Bey amedçi
tâyin olundular.
Makam-ı sadaretin Hüsrev Paşa'ya verildiğini bildiren hatt-ı
hümayunda, "Umuru dahi üye ue hâriciye ve mesalihA mâliye ve askeriye
velhasıl kâffe-i nezaret-i şâmile ile sadaret-i uzma ve vekâlet-i kübra makam-ı
celiline bilâ istiklâl intihap ve tâyin edilmiş bulunduğu yazılıdır."
Abdülmecid Hân; bu sıralarda Mısır meselesi üzerinde mei yapmayı
düşündüğü halde tahta çıkışı vesilesiyle vesileivle ortadan kalkmasını gaye
hâline getirmişti. Hüsrev Paa'va ulaştırılan nutkunun bir bölümünde "Zât-ı
şahanem, ibâd ve bilâd'ın asayişine halelden vıkayeten ue mücerred sefk-i dâmei
müslimini siyaneten levazımı tabiyyeti ve feraizi ubudiyyeti kamilen icra
olunmak üzere vukuat-ı mezküre kâin ül miken nisyanen mensiya ve mazi-i namazı
hükmüne konularak, Mehmed Ali Paşa hakknda Mehmed Ali Paşa hakkında afv-u cemil
ve seffah-ı bia dili padişahanem erzan buyrulmağın bu ahsen ve inâyet-i
mülükânemin vâli-i müşarileyhe tebliğ ve tebşirine müsaraat olunsun"
Demişti.
Şimdi bu ağdalı osmanlıcayı tabükî bizim neslimizin anlaması çok
zor. Hele bizden sonrakilerin abdihabeş gibi bakacağını düşünürsek,ifadenin
mealini vermekle iktifa edelim: "Ben kulların ue beldelerin asayişinin
herhangi bir surette bozulmasından ve müslümanlara zarar verecek kötülüklerden
korumağa gayret tabiiki vazifem olduğundan bundan böyle geçmiş ve üzüntü verici
olayları unutma yoluna gidip, bizim valilerimizden olan Mehmed Ali Paşaya af
ihsan ettiğimi bildirin" mealindedir.
Padişahın bu iradesi babıâlî kâtibi Akif Efendiye verilip,
kendileri Peyk-i Şevket vapuru ile Mısır'a gönderildi. Orduy-u hümayun komutanı
Hafız Paşaya da düşmanca tavırlardan çıkılması bildirilirken, Akdenâz'e
yollanmış donanmaya da »en gitmemesi içinde Kapdan-ı Derya Ahmed Fevzi Paşaya
haber gönderilmişti. Halbuki bu sıralarda ise, Hafız Paşa Ni-'P te meydana
gelen meydan muharebesinde feci bir mağ-iubiyete uğramıştı.
u mağlubiyetin haberi Saraya ulaştığında yeni padişahın a
akmasından dört gün sonra ulaşmıştı. Bu vaziyet karşısında da, 2.Mahmud'un
vefatından önce bu habere muttali olmadığını çıkarmak kabildir. Donanmayı
yöneten Ahmet Paşa gelen emri tatbike yanaşmadı. Mısır'a doğru yola devam
etdi. Sebebi ise can korkusuna dayanmaktaydı.
Çünkü Hüsrev Paşa ile arasındaki burudet ondan korkmasına bu
korku yüzünden de sığınacak yer aramaktaydı buna en yakın olarak Mehmed Ali
Paşayı görüyor ve donanma yi da ona teslim ettiğinde bir ihanet irtikâb etmiş
olacak ve karşılığında padişah ordusu nu yenen güce sahip bir valinin
himayesine girmiş olacaktı. Ancak bu meseleyi kısacada olsa biraz izaha gayret
edelim:
"Hüsrev Paşa; Çamlıca kasrında Abdülmecid'e ilk biati yapmağa
ve bu yolla da sadareti ele geçirmeye muvaffak olmuştu. Bu, ara.da.da
Donanmanın gelmesi emrini Ahmet Paşaya bildirmişti. Ahmet Paşayı ise Sultan 2.
Mahmud sevmiş, kapdan-ı derya bu padişahın dostluğunu kazanmış idi. Bu arada
da padişahın iyileşmekte olduğuna dâir haber taşıyan bir mektup almıştı. Bu
haber üzerine Sultan Mahmud'a, Hüsrev Paşa aleyhine bir çok beyanlar yer atan
mektup gönderdi. Kaptanpaşanın bu mektubu padişahın vefatı sonrasında
istanbul'a ulaştı ve Hüsrev Paşa bu mektubu okudu. Zaten daha önce de Hüsrev
Paşanın mevkii iktidar dan düşmesine yol açan bir mektup Sultan 2. Mahmud'a bu
paşa tarafından yollanmıştı.
Aralarında geçen bu olay şimdi bambaşka bir neticeye varmıştı.
Donanmayı İstanbul'a getirmesini bildiren Hüsrev Paşa, bunun yapılmaması
hâlinde hem rütbelerinden hem de vazifesinden olacağını bildirmişti. Bu sırada
ise, M.Ali Paşanın af haberini bindiği Peyk-i Şevket adlı vapurla götürmekte
olan Akif Efendi, yolu üstünde bulunan donanmanın yanına uğradı ve Ahmed Fevzi
Paşaya mülâki oldu. Burada biteni yani Suttan Mahmud'un vefatını, Abdülmecid'in
tahta çıkışını, Hüsrev Paşanın sadarete getirildiğini ve de Mısır Valisine af
haberini götürmekte olduğunu bildirdi. Buda da,donanmanın daha öteye gitmesine
lüzum olmadıda deyiverdi." Akif Efendi buradan İskenderiye limanına qitmek
üzere donanmadan ayrıldı.
Yukarıdaki izahınızdan anlaşılacağı gibi Ahmet Fevzi Paşa; aid
veya şaki olma yolundan birini seçme durumuna düşmüştü. Sırdaşı olan Osman
Bey'e istişare için başvurduğunda vardıkları netice M.Ali Paşaya gitmek ona
iltica etmek ve donanmayı da ona teslim etmek oldu. İstanbul'a gitmesi muhaldi,çünkü
orada adaletden ziyade Hüsrev Paşa' nın kahredici gücü Ahmet Paşayı
beklemekteydi. Bu hususda olaylar gelişirken, Fransa' da Lui Filip hükümeti
şark âleminde te'si-rini güçlendirmek için yeni bir politik tarz geliştirmişti.
Bunun neticesi olarak da M.Ali Paşaya gönderdiği bir murahhasla Nizip Zaferinin
neticelerini devşirmesi için yürüyüşünü devam ettirmesi tavsiyesinde
bulunurken, Amiral Lalend komutasında Fransa donanmasının bir gurup gemilerini
Çanakkale Boğazı önüne ablukaya alıp, tıkamak suretiyle Ka-valah'nın oplu
İbrahim Paşanın emri ne muntazır olduklarını belirtmekten çekinmiyorlardı.
Yalnız Fransa şu değişiklikten bihaberdi, oda M.Ali Paşanın yeni padişah ile
anlaşma yolu arayacağını ve bunu temin
muvaffak olacağına emin olduğundan, avrupayı ve Rusya'yı bu işe
karıştırmamak kararına doğru yol alıyordu. Üstelik Fransa'dan beklediği yardım,
bu düşüncesi istikametini aşmamasıydı.
Ote yandan İngilizler, donanmalarını Malta adası civarında volta
attırıyorlardı. Bu gemilerden Vanguard isimli firkateyn, kalabalık bir
müfrezeyle donanma-yı hümayuna refa kat etmekteydi. İngilizler, donanmamızın
Mısır gemilerini tahrib ve M.Ali Paşayı mağlup etmek için yol alıyor
zannediyorlardı. Bu esnada Amiral Lalend îyena adlı gemisiyle ortaya çıkmış
hemen Kaptanpaşa gemisine durması haberini gönderdi. Peşinden de gemiye davet
olunduğundan erkânı harbiyesiyle birlikte kaptanpaşa gemisine çıktı. Piyale
Osman Bey amirali odasına aldı ve yukarıda arzettiğimiz, Ahmed Fevzi Paşanın
do- nanmayı M.Ali Paşaya teslim etmek üzere yolda olduklarını pek kısık bir
sesle İngiliz amirale kamarasında fısıldayan Osman Bey, böylece esrarengiz bir
vazifeyi yerine getirmiş oluyordu. Anlaşılmayan husus, Ahmet Fevzi Paşaya-donanmayı
asi Mısır valisine verivermesinden elde ettiği, Hâin lâkabının kaçda kaçı,
Piyale Osman Bey'e de pay olarak ne düştüğü olmuştu. Bu gizli sırrın tevdiinden
sonra amiral, kaptanpaşa gemisinden ayrıldı. Vanguar ise önde olduğu halde yola
devam edilmekte ancak hedefin neresi olduğu bilinmemekteydi. Bu hususda Kâmil
Paşanın Târih-i Siya-si'sinde şunlar yer alıyor: "Ahmed Paşa yaptığı
haince harekatıyla artık ne yapacağını şaşırmış haldey ken düşüncesinde
İskenderiye limanına gidip, donanmayı Mısır uâlisine şartsız tes-lim edip,
MehmedAü Paşayı kendisine veiiiniğmet bilmek geçiyordu. Ancak M.Ali Paşanın
bundan haberdar olmamasından dolayı İskenderiye limanına yaklaştığı esnada
kale burçlarından donanmaya ateş edilmesi ve buna bağlı olarak hasara maruz
kalmak korkusu taşıyordu. Rodos ci-oarında Kuş Adasına varışında yanında
bulunan Osman Bey'in yardımıyla kendi kethüdası Hacı Şerif Ağa'yi bir korvet'e
bindirerek durumu anlatmak gayesiyle Mehmed Ali Paşanın nezdine gönderdi. Bu
arada da İstanbul'a cülusu tebrik için gönderilmiş bulunan donanma müsteşarı
Muhsin Efendinin ardından, donanmada bulunan bazı komutanlar bu firar ve
donanmayı teslim işine müdehaie ederler endişe-ule Ferik Mustafa Paşa gibi bir
kaç kişiylde kaptanderya misine çağırıp, göz altına almışlardı. Bu arada da
İstan-i ıl'dan dönen Osman Efendiyi bir Fransız vapuru Kaptan-a nemisine
getirmişti. Muhsin Efendi de hâmil olduğu hatt-L hümayunu büyük bir hürmet ile
açıp, Mehmed Ali Pasa İle anlaşma yapıldı diyerek cebine soktu. Daha sonra
haylice soğuk bir sohbet geçti.
Bu konuşma esnasında Hizip savaşından bahsedildi ve Hâin Ahmed
Paşa Osman Efendiyi diğer kimselerden ayrı tutma yolunu seçmiş ve kendisine
uydurduğu komutan ve subaylarla istişareye lüzum görmeden yola devam
etmiştir."
Mehmed Ali Paşa, Nizip vakasını haber almış durumdan elçilikleri
haberdar etmişti. Hâin Ahmet Fevzi Paşanın yolladığı Hacı Şerif Ağanın,
donanmanın Kavalalı'nın himayesi girmek üzere geleceğinide haber aldığından
bunu da ecnebilere duyurmuştu. Yazdığı cevabı, kendi vapurlarından birisiyle
yollayıp, gelen korveti de alıkoymuştu. Hüsrev Paşa'nın gönderdiği Akif
Efendi'yi ise, verasetin sadece Mısır için olmasından dolayı geriye
döndürmüştü. Hâin Ahmet Paşa do-nanmay-ı hümayunu sekiz kapak, oniki firkateyn,
iki briyk ve etrafında manevralar yapmakta olan yirmisekiz parça Mısır gemisiyle
geldi ve Hâin Ahmet Paşa karaya çıktı Kavalalı Mehmed Ali Paşanın sarayına
çıkıpda ihtiyar ve asi valinin huzuruna çıktığında adetâ ayaklarına kapandı,
tabasbuslara başvurdu. Kavalalı kendine bir donanma hediye eden hâine dramlarda
bulundu ve kalacağı ikametgâha yolladı.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa Nizip vakasını, Ahmet Paşanıner»dısine
ilticasını Hüsrev Paşanın yanlışlarında ve kötülünde Oluyordu. Hüsrev Paşayı
mevkii ikti-dardan düşür-için bir karalama kampanyası başlatmıştı. Durumu
Vâ-esultan'a, Damad Halil Paşaya kadar duyurdu. Mesele pek mühim bir manzara
arzediyordu. Ordusuz ve donanmasiz bir hâle gelmişti Osmanlı devleti. Düvel-i
muazzama bu durumun farkına varmış demek safdillik olur, çünkü asiler ve
hâinler zümresinin yol göstericisi onlar ve hempaları idi.
Defalarca toplantı yapan heyet-i vükelâ Mehmed Ali Paşaya
Suriye'yi de verasete dahil etmeye karar almak durumuna gelmek üzereydi.
Babıâli bu düşünceyi temerküz ettirirken, Fransa ile ingiliz b.elçiliklerinin
baştercümanları babı-âli'ye gelerek, "Birlik olan beş devletin teklif ve
aracdığından çıkacak karar beklenmeksizin ni hai yâni son kararlarını vermemelerini
tavsiye ettiler." Bu tavsiye gerek Hüsrev Paşa da gerekse de babıâli
ricalinin yüreğine su serpti. Babıâliye ertesi gün Avusturya hariciye nazır
Kont Meternih'in imzasını taşıyan şu nota tercümanlar delaletiyle tebliğ edildi
Nota'nın meali şu idi: "Aşağıda imzası olan bizler! bağlı olduğumuz
hükümetlerden aldıkları talimata uygun olarak, beş büyük devletin Şark
Meselesinde anlaşmış ve reyleri aynı olmakla iyi niyetlerinin yerine geleceğine
inanarak yardımları olmaksızın adı geçen mesele üzerinde katiyyen her türlü
karar almaktan kaçınılmasını babı âli'ye haber vermekle şeref duyduğumuzu
belirtiriz."
Alınan bu notanın neticesinde, kendi valisinin asiliği yüzüğünden
beş ecnebi devletin koruması altına girmiş bir hâlle karşılaşmış oluyorduki,
işin burası Mehmed Ali'nin mânevi mesuliyeti açısından o kadar ağırdı ki uhrevi
hayatı bunun hükmünden kurtulabilirini? Allah'ü âlem! Ama dünyevi olarak bir
husus ortadaydıki buda Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile doğrudan ve başbaşa bir
antlaşma artık hayal olmuştu. Mesele bir iç iş olmayı kaybetmiş, uluslararası
alana sıçratılmış-tı.
Nitekim; İstanbul'da Rusya'nın tesir sahasını kaybettiğini .. İnailtere, Mısır üstüne dönüp, M.Ali
diye Fransızlara "klenmek istikanetini tutturdu. Lord Palmerston; Mısır hükümetini
küçültmek istiyor ve yazılıp tasdik-i şahaneden emiş veraset hattını da endişe
ve memnuniyetsizlikle kabul etmekteydi. Bu bakımdan ve bu düşünce yapısından
kaynaklanarak bir ültimatom gönderilmesini ve kabul etme-diâi takdirde aleyhine
cebri vasıtaların kullanılacağını anlatan bir teklifde bulundu.
Bu teklife Rusya, Prusya ve Avusturya muhalefet etmediler. Fransa
kabine reisi makamında olan Solet, sadece muhalefet etmeyip, Mısır'dan başka
diğer vilayetlerinde veraset olarak Mehmed Ali'ye verilmesi lâzım geldiğini
beyan etdi. Böylece de Londra ile Paris arasında siyasi gerginlikler tırmanmaya
başladı.
Rusya; bu uzaklaşma siyasetinin kendine yaradığını memnuniyetle
gözlüyordu. Buna bağlı olarakda, Burnof adlı bir diplomatını Londra'ya
gönderdi. Bu adam, Çar'ın İngiliz hükümetine, Mehmed Ali Paşaya sonradan kabul
ettirilecek şartlar hakkında aynı görüşte olduğunu ve müddetinin sona ermesine
iki sene kalmış olan Hünkâr İskelesi antlaşmasını temdid etmeyip yalnız babıâli
müracaat ettiği takdirde Karadeniz ve Boğazlarda yardım etmekte tek olarak
kabul edilmesini diğer devletlerinde icâb ettiğinde donanmalarıyla korumalarını
Çar, Sultan lehine silahlı müdehaleye girişecek olursa bunun bütün avrupa adına
ve ona vekâleten yerine getirmiş şeklinde itibar edilmesini teklif ettiysede
kabul ettiremedi. İngilterede vazifede olan Melburn kabinesi, Mısır ve Akkâ
Paşalığının verese olarak verilmesini isteme niyetinde ulunuyorardı. Prusya ve
Avusturyada, Fransa'ya aynı teklif-de bulunmuşlardı.
Demek ki bu teklifi iki ayrı kanada yaptıran güt; işin esasımı
yoksa tek merkezli bir güçmüydü? Bütün dünya uluslararası meselelerde bunun
cevabını vermedikçe bilinmeyen ve ele geçmeyen bir mekanizmanın oyuncağı
olduğunu kabullenmek zorundadır! Ancak bu iki devletin müşterek teklifine ne
Lui Filip ne de hükümet üyeleri sıcak bakmadılar. Fransızlar; İngilizlerin,
İspanya'ya müdehale etmesinden vede Cezayir'deyse Emir Abdülkadir'e yardım
etmelerinden haylice kızgındılar. Özellikle İngiliz/Rus işbirliğini ummuyorlardı.
Bir tarafdanda, Avusturya ve Prusya'nın dostluklarına güveniyorlar, bu
taraftanda ingilizlere karşı dayanıyorlardı.
Meşhur Baron Tiyers, İngilizlerle uyuşmak taraftan olmakla
beraber, Mehmed Ali'nin gayretini de tasvip ediyordu. Fransızlar, ya hep ya hiç
diyorlardı. Buna bağlı olarak Londra'daki sefirleri General Sebastiyani'yi
yumuşak davranışları yüzünden geri çekip, yerine meşhur Gizu'yu b.elçi olarak
gönderdiler. Maksat; Mehmed Ali Paşanın isteğini şiddet yoluyla yerine
getirmek idi. Fakat mareşal Solet iktidar mevkiinde kalamadı. 1840 Martının
1.gününde Tiyers başvekil oldu. Bu seneler zarfında Fransa'nın gerek Cezayiri
zapt etmek, gerek Mehmed Ali Paşaya yaptıkları yardımların ve arka çıkmalarının
Osmanlı devleti aleyhine bir politikayı hızlandırdıklarını ispat eder
görüntülerdir. Tabiiki siyaset alanında dostluklardan çok ülkelerin
menfaatleri daha fazla önemtaşır ki bu ancak mütekabiliyete uygun düşer. Bunun
dışına çıkıldımı biri diğerini yutuyor demektir.
Tiyers 1815'de Viyana'da Fransa'nın hissiyat aleyhine vurulan
darbelerin acısını çıkarmak İçin Cezayir ile yaptığı savaşa haylice şiddet ve
İnsanlık dışı fenomenler yükledi. Bu tarzı sergilediğinde İspanya üzerinde de
tesirli olmaya yelken açtı. Tiyers bu arada ortalığı şaşırtmak için Saint Helen
Adaından Napolyon'un gemilerini getirtti. Bu te şebbüs, Tyersin parlak politik
hatalarından birini teşkil etdi. Fransızların hoppalığını arttırdı. 1815
darbeleri unutulurken Avrupa ülkeleri Fransa'yı göz hapsine alamadan da
edemedi. Napol-von'un gemilerini almak hususunda Fransa'nın yaptığı müracaata
Lord Palmerston'un nezaketle boyun eğmesi siyasetine vurduğu yeni bir darbe
oldu. Bu vaziyetde iki siyaset ustası birbirine oyun oynamak için gülümser
tarzda, yalanı içinde, birfai rinin gözünün içine bakmaktaydılar. Tiyers; dört
devletten ayrılacağını açıkladığında, Palmerston Rusya ile esasa dair
noktalarda hemen hemen aynı düşündüğünü ortaya koydu.Berlin, Viyana ile Paris
kabinelerini Londra'da Mısır meslesini konuşmak üzere müzakereye davet etdiğini
açıkladı. Fransa, Gizu'yu tâyin etmişti. Tiyers Londra müzakerelerinin Mehmed
Ali Paşa için hayırlı olmayacağını kestirmişti.
Böylece avrupayı bir emr-i vaki karşısında bırakmak için
müzakereleri sürüncemede bıraktırmaya çalıştı. Gizu' nun bulabildiği geciken
vasıtalar ve bir de Osmanlı murahhaslarının müzakerede olmasıydı. Osmanlı
murahhası Nuri Efendi; 1256/1840 senesi nisan ayında Londra'ya vardı. Derhal müzakerelerin
tamamlanması için çalışan Avusturya ve Prusya murahhasları bir tarafdan
İngiltere ile Rusya arasında tavassutta bulunabileceklerini aralarındaki
meseleleri düzeltmeye yardımcı olmayı teklif etdiler. Mehmed Ali Paşaya,
Mısır'ın veraseten, Suriye'nin ise kaydı hayat şartıyla verilmesini Fransa'ya
bildirdiler.
iyers; Mösyö Gizu'ya açılmamasını emretti. Esas maksa-1 kendi
adamları vasıtasıyla Mehmed Ali ve babıâli arasında y z ı olarak yürütülmekte olan
müzakerelerin sonucunu alfstiyordu. Aynı zamanda Londra sefaretinde bulunan
hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa ile Paris sefiri Fethi Paşa, Abdülmecid
hân'ın tahta çıkması hasebiyle tebrik için İstanbul'a gelmişlerdi. Reşid Paşa
Osmanlı devletinin en müşkü! döneminde hâriciye bakanlarına düşen işlere daldı.
Fethi Paşada, Ahkâmı adliye âzalığına tâyin olundu. Reşid Paşa ise bu esnada
Osmanlı devleti hâriciyesini düzeltmeğe çalıştığı gibi diğer taraftanda,
Tanzimat-ı Hayriyye'nin ilanına dâir hazırlıkları bitirmiş, h.l255-m.l839
senesi şaban ayının 26. günü benim hesaplamama göre milâdi kasım ayının 5. gününe
rastlamaktadırki, muteber târihlerde tanzimat fermanının okunması 2/kasim
olarak geçer dolayısıyla şaban ayının 26. günü tavsifinde bir yanlışlık
olabilir! Adı geçen günde Gülhane Meydanına bakan kasır'da hatt-ı hümayun
okundu. Merasimde başda Sultan Abdülmecid bulunduğu hatde vekiller, ulemâ,
devlet adamları, ecnebi elçiler bir çadırda ağırlanırken, binlerce sayıya
varan ahali de toplanmıştı.Reşid Paşa çok yükseğe kurulu bir kürsüye çıkıp,
tanzimat fermanını anlatan yazıyı yüksek sesle hâziruna okudu. Tanzimat Fermanı,
yed-i vâhid yâ ni tekel olarak angaryayı kaldırmış olduğundan Mehmed Ali
Paşanın idare usûlüne karşı yeni bir darbe olmuştur.
Hakikaten Gizu cevap vermiyordu. Aradan iki ay geçmesine rağmen
müzakereler bir adım dahi ilerlemedi. Palmers-ton son teklifini bildirdi.
"Mısır valiliğinin ve Akka Paşalığının yaşadığı müddetçe Mehmed Ali Paşaya
verilmesi" Bununda cevabının ya evet yada hayır olmasını istedi. Bunlar
olur-kende Hüsrev Paşa azlolundu. Hüsrev Paşa makam-ı şada-retden düşünce ve
yerine gelen Rauf Paşanın makam-ı sadarete tâyini hakkında çı kan hatt-ı
hümayunda "Selefin Hüsrev Paşanın ihtiyarlığı münasebetiyle devlet
işleri- ne lâyıkıyla bakamadığı açık olup" kaydı vardır. Târih-i Lütfî
dİyorki:
"Hüsrev Paşanın İhtiyarlığı münasebetiyle devlet işlerine
lâ-nkıula bakamadığı açık olup, kaydı cevap verir. Târih-i Lütfi 'or ki;
"Hüsrev Paşanın sadaretden infisaline sebeb tanzi-atı tıauriye aleyhinde
bulıınmasıymış. Tanzimat, eski usül-n istiapdadiyeyi imha etmek için bir
kanundu. Hüsrev Paşa oibi eski tarz
düşünceyi savunanlar bu teklifin aleyhinde [diler. Azledildikten sonra
yalısında oturması söylenerek ihti-lattan menedllmişti Bir müddet geçince
besbellikİ muhalifi bulunanlar kendisinden emin olamadıklarından ve Kirca.lt
takımından yalısında asker ve top bulunduğu dedikodusu dikkati çekmiş
bulunduğundan bir gece sahilhanesi nizamiye askeri ile kuşatmaya alındı.
Yalısının önüne getirilen bir vapura bindirilerek sürgün muamelesi uygulanıp
Tekirdi-:-ğı'na gönderildi. Rüşvet maddesinden dolayı ahkâm-ı adliye
meclisinden verilen kararda bundan böyle devlet hizmetinde bulundurulmamak
tekaüde ebediyen sevk olunarak vezirliği kaldırılarak iki sene müddet için
karakol altında tutulmak (emniyet-i umumiye nezareti gibi) ihtiyacı
olmadığından almakta olduğu ayda altmışbin kuruşunun kesilmesi, alınan
akçaların yâni rüşvetlerin yerli yerine geri ödenmesi rüşvet verenlerinde
cezalandırılmaları kararlaştırıldı."
Tyers vaziyete kimsenin vâkıf olmadığını düşünüyordu. Fakat
İstanbul'da bulunan İngiliz elçisi Pönsenbi ve Paris se-iiri Aponi,
müzakerelerin esrarını anlamakta güçlük çekmediler. Bu cihetle Palmerstorj
hazır sayılırdı. Suriye'de altun saçarak Mehmed Ali Paşanın aleyhinde olmak
üzere ihtilâl yıkardı.
Londra dahi Fransa aleyhine çalışarak Rusya, Avusturya Ve
Prusya'yı bütün bütün kendi anlayışına ortak kıldı. Meclis- elada irdirdiği karar üzerine Fransa'yı
açıkta bırakarak a eme alınan antlaşmalar 15/temmuzda murahhaslar tarafından
imza edildi. Bu antlaşmaların tanziminde Beyükçj Sekip Efendi murahhas idi.
Yukarıda söylediğiniz antlaşma beş maddeden teşekkül etmişti. Fakat bu
anlaşmaya bir de senedi münferid de ilâve olunmuştu. Bu senedi münferide ade
tâ bir ültimatom kılığı taşımaktaydı.
İlk maddesi: Mısır valiliğinin Mehmed Ali Paşaya ve onun sulbünden
gelen evlatlarına vâris olmak üzere Akkâ valiliği ve komutanlığı ve Beriyetüş
Şam bölgesinin güney tarafının yaşadığı müddetçe verilmesini hudud tahdidi ile
gösterdikten başka Mehmed Alı Paşaya Osmanlı devletinin bir memuru vasıtasıyla
bildirildiği günden itibaren on gün mühlet verildiği, Cidde eyaleti dahilinde
bulunan mukaddes şehirlerden, Girid Adasından, Mısır ve Akkâ Paşalığına olan
hududa dahil olmayan bütün Osmanlı beldelerinden çekilmelerini bildiren, gerek
kara, gerekse deniz güçleri subaylarına verilen talimatı, gönderilen Osmanlı
memuruna teslim eylerrîesi şart lannı âmirdi.
İkinci madde ise, Mehmed Ali Paşa on gün içinde Tanzi-matn
getirdiklerini kabul etmediği takdirde, Akkâ Paşalığı idaresinin ölümüne kadar
kendisine verilmesinden vazgeçileceği.
3. Madde ise Osmanlı devletine ödenmesi gereken vergilerin
yazılacağı şekilde kararlaştıracağı.
4.madde: her iki şekli kabulde de Mehmed Ali Paşanın on günden
yirmi güne kadar müddetin tamamlanmasından evvel donanmayı hümayunu müttefik
devletler donanması kumandanları huzurunda Osmanlı devleti memuruna teslim etmesi.
5. maddesi Osmanlı devletinin antlaşma hükümlerinin bütününün
Mısır ve Akkâ eyaletlerinde geçerli olup, her iki eyalette padişah namına
vergi ve teklif etmek antlaşma tarihiyle ndi ve haleflerinin adı geçen eyalete
masarif-i askeri, diğer susları ^are eylemeleri gibi hususları içine almıştır.
Târih-i Siyasiye'ye göre: "her ne kadar Rauf Paşa makam-sadaretde
bulunuyorsa da içişleri, hariciye nâzın Mustafa Resîd Paşa, hariciye işleri ise
İngiliz sefir Lord Pönsenbinin himmetleriyle idare olunmaktaydı. Hüsreu Paşanın
azli ve Fransa baş vekili Mösyö Tyers'in gizli talimatı üzerine Mehmed Ali
Paşa Fatma Sultan'in doğumunun tebriki bahanesinle özel kâtibi Sami Bey'i
İstanbul'a yollayarak, Fransa sefiri Pontova'nın sevk etmesi ile doğrudan
doğruya sulha yanaşmak istemişse de, Reşid Paşa tarafından Osmanlı devletinin
beş ortak devlete bu hususda taahhüdü olduğu bildirilerek Sami Bey'e yol
gösterildi. Dört devletin kararını Mehmed Ali Pa saya tebliğ için gönderilen
hariciye müsteşarı Sadk Rıfat Bey'in tebliğ esnasında paşadan aldığı cevap
şöyleydi: Vallah, billah ve tallahi sahip olduğum araziden bir karış yer terk
etmem. Eğer bana ilân-ı harp ederlerse Osmanlı topraklarını alt üst ederek
harabesi üzerine kendimi defnederim."
Bu sözlerden sonra dört devletin konsolosları tarafından önce
sözlü olarak daha sonrada yazılı olarak yapılan tebligatın tehdid eden yazıyı
cevaplamada Fransa'nın yardım vaadine aldanarak gecikme yaptı. Konsoloslar ilk
müddetin sona erdiğinde Rıfat Bey ile beraber gittiklerinde "Mülkü Allah
(cc) verir, Allah (c.c) alır, ben Cenab-ı Hakk'a mütevekkilim ' dedi. İkinci
müddetin hitamını bildirmeye gittiklerinde de, sinirli ve kızgınlıkla ilk
düşmanlıkta İstanbul üzerine yürüyeceğini konsoloslara emniyeti olmaması
hasebiyle Rıfat eY ile beraber çekilip gitmelerini beyan ettiysede konsolos-ar
aaha on gün mühletleri olduğunu cevaben bildirdiler.
onunda Rıfat Bey İstanbul'a gelerek vaziyetleri anlatıp, med Alı
Paşanın iki gün sonra kendisini davet verdiği
özel sulh antlaşması suretinide babıâli'ye arzetti. Önceleri İstanbul'da
şeyhülislâmlık kapısında yapılan genel meclis toplantısında Mehmed Ali Paşa
isteklerinden olanların reddine karar verilmiş hatta Akkâ Eyaletinin
verilmesinden bile vazgeçilmiş, Sayda ve Beyrut sancakları ilhakıyla, Akkâ
Eyaleti Akdeniz Boğazı muhafızı eski sadnazam İzzet Mehmed, Kudüs, Nablus ve
Gazze sancaklarının ilhakı ile Şam Eyaleti Konya müşiri Hacı Ali, Halep Eyaleti
Sivas müşiri Es'ad, Tarsus sancağıyla Eyaleti Ferik İzzet, rütbe verilerek
Girid Eyaleti ve etrafındaki yerlerde beraber Girid muhafızı Mirmiran
Mustafa'ya, Cidde eyaleti Bağdad'a katılarak, Bağdad Valisi Ali Rıza Paşalara
verilmişti.
Mehmed Ali Paşanın ikinci mühleti geciktirmiş olmamasına uygun
olarak 3. defa azliyle Mısır Eyaleti, Akkâ Valiliği yeniden İzzet Mehmed Paşaya
verildi. Dört devletin konso-loslanda vâki olan kararı tebliğ eder etmez
İskenderiye'yi terk ettiler. BeriyetüşŞam'da bulunan İngiliz konsolosu ile
memurları "Mısır'da asker alınıyormuş" diyerek Cebeli Lübnan
Mârunileriyle Dürzileri ayağa kaldırmışlardı.
Mösyö Tiyer's, Lord Palmerston'un mağlubu idi. Müttefik devletler
donanmaları harekât-ı harbiye ve tazyiki'yeye başladılar, izzet Mehmed Paşa
komutasında yeterli sayıda asker bulunduğu halde Kıbrıs sularına girilerek
BeriyetüşŞam sahillerinde bulunan İngiliz ve Avusturya harp gemilerinin müştereken
Beyrut'a yakın bulunan Cünye mevkiine asker çıkardılar. İngiliz ve Avusturya
gemilerinden birer bölük asker, 1500 İngiliz piyadesi, 7/8bin civarında da
Osmanlı askeri çıkarıldı. Beyrut topa tutuldu.
Bu esnada Mösyö Tyers kabinesi de harbçi niyetinin kurbanı olarak
düştü. Londra sefiri Mösyö Gizu bakanlar.kuruluna başkan oldu. niaer tarafdan
ise, Suriye ihtilâli şiddetini arttırmış, İbra-paşayı müşkül duruma sokmuştu.
Cebeli Lübnan hâki- Mir Beşir'de bütün arzusunun hayatının tamamını
lezzet-1 rle dolu ve dokunulmazlık
bakımından teminat altına ala-aörnı umduğu Osmanlı devletine ve onun hükümetine
İltica etmeyi seçti. Ancak bir zamanlar ordugâha gelmemesi, İbrahim Paşanın
yolunu kapamış olduğu bahanesine dayanarak iki oğlunu yollaması, İngiliz amiral
Estopford tarafından yapmış olduğu sığınma red edildi. Cebel'deki mal ve mülkü
satılıp Mir Beşir'e verilmesinden sonra kendisine Malta'da ikamet izni verilmiş
olup, onun boşalttığı ha-kimlik makamına oğlu Mir Beşir Kasım tâyin edildi.
Mir Kasım daha önce müttefikler ordusuna gelmiş ve Marebe denilen
bölgede Cebel isyanına kumanda etmişti. Suriye'de meydana gelmekte olan
vakalar ve bunlara bağlı savaşlar Mısır askerinin gurublar hâlinde mağlubiyete
uğrayıp, bozulmalarına sebeb olurken, adı geçen savaşlarda başarılan ile dikkat
çeken İngiliz gemilerinden birinin komutanı Sır Carls Napier, İbrahim Paşanın
Şam yolun dan Baalbek'e ricat hattı temin maksadıyla Beyrut'un iki saat
ötesinde bulunan Halas adlı bölgedeki kuvvetlerini, Mir Kasım'ın maiyeti ve
Osmanlı askerinin meydana getirdiği kuvvetle dört saat içinde perişan edip
sekizyüz esir aldı. İbrahim Paşanın firarı çok büyük zorluklar içinde kabil
olabildi.
Bu çarpışmadan sonra Beyrut'da bulunan Fransız Süleyman Paşa
evvelce İbrahim Paşa nın taleb ettiği yardım askeri götürmek isterken,
mağlubiyetini işitmiş olduğundan, kendisini aramak için şehirde bulunan askerin
yarısını alarak yola çıkmıştı. İngiliz amirali Beyrut ahalisinin ateş yakarak
yapmış olduğu davetleri ve Süleyman Paşanın bırakmış ol-ugu Miralay Sadık
Bey'in korkakça hareketleri üzerine şehri zaptetti. Bunun ar- kasından
vaziyetten haberdar olan Süleyman Paşa hücum ettiyse de mağlubiyetden
kurtulamadı. Bunun neticesi olarak Sayda, Sur şehirleri de ufak tefek savunmalara
rağmen teslim oldular. Mısırlı kuvvetler elinde yalnız Trablusşam ve Akkâ
kalmıştı.
Akkâ'ya yapılan dehşetli bir bombardıman sonrasında şehrin içinde
bulunan cephaneliğinde patlaması İnzimam edince müdafaa diye bir şey kalmadığından
teslimiyet mecburiyet hâlini aldı. Üçyüz adet top, bol miktarda erzak ve de
üçbin kişi esir alındı. Bu ana kadar Mehmed Ali Paşa istikametinde hareket
eden Fransa kabinesinin sükûtu yâni düşmesi, bu ana kadarda Mösyö Tiyers
tarafından öncü harekât olmak üzere gönderilmiş olan Valeski'nin haberiyle
beraber Amiral Napier'in İskenderiye önlerine gelerek bu şehri topa tutmasını
bizzat beyan etmesi, hâttâ Napier'in büyük cesaretle gemiye binerek limana
gidip, Mehmed Ali Paşa ile görüştükten sonra dönüşü esnasında Mısır askerinin
savunma toplarından beş altı tanesini çivilemeleri, bir aydanberi cephede olan
oğlu İbrahim Paşadan bir haber gelmemesi üzerine Suriye cephesinin günden güne
vahim bir hâl almasına kaydığını, bilhassa Fransa'dan aldığı son cevapda
gelinen yeri Târih-i Siya si adlı eserin anlatımı ile nakledelim: "Fransa'nın
kendisini leimâne (alçakça) terk ettiğinin tahakkuk etmesi üzerine Amiral
Stopford'un ikinci yazısını alınca hakiki bir müslüman saflığı içinde başını
eğip teslimiyet gösterdi. Bu kabulleniş üzerine tebliğin yapılması üzerine
tebliğin yapılması İçin Meclis-i Ahkâmı Adliye azasından, Bahriye eski
müsteşarlarından Mazlum Bey ile Osmanlı devleti hizmetinde bulunan İngiliz
kaptan Valker, Yaver Paşa unvanıyla amiral tâyin olunup, teslim-i donanma-ya
memuren Mısır'a gönderildiler, Mehmed Ali Paşa donanmayı teslim etdi. Bu oa-
7İuet karşısında müttefik devletler tarafındanda kabul ve tasdik
edilen imtiyaz fermanı verildi. İmtiyaz fermanı Deavi Nâzın Said Muhib Efendi
eliyle Mehmed Ali Paşa'ya gönderildi. H l257/m.l841. Beriyetüş Samda bulunan
İbrahim Paşa, Halas bozgunu üzerine toparlanıp, kavgasına devama çalış-ttusada,
Akkâ ile kesilmiş bulunan gerek haberleşme imkânı nerekse ricat yolu buna
fırsat vermiyordu. Zahle mevkü ise Emir Kasım tarafından ele geçirilmişken,
Havran ahaliside aleyhte hareket içindeydi. İbrahim Paşa Havran isyancılarını
Havran ovasında yendiği savaşda pek kan dökücü davranmış esir aldıklarını dahi
İdam ettirdiydi Daha sonra Şam'da toplanabilen Mısır Ordusunun sayısı 25 bin
nizamiye, 35 bin başıbozuk, 3 bin süvari ve 200 adet topla kendini gösteriyordu.
İbrahim Paşa bu mevcudla iş göreceğini biliyorsa- da ahalinin isyanı, teşkilâtı
askeriyenin noksanlığı bilhassa kaçış yâni ricat yolunun Akkâ istikametinde
kesilmiş oiması zahire azlığı şaşkınlığı içindeyken, babasından da dön emri
geldiğinde yola çıktı. Bu dönüşü Süveyş yolu üstünden ve karışık bir halin
yapısı içinde gerçekleştiğinden ve haritasız dönüşünden dolayı mevcud kuvvetini
dörtte bir nisbeünde kaybetti. Mısır meselesinin sona ermesi münasebetiyle hariciye
nazın Reşid Paşaya bir madalya verildi. Donanma İstanbul'a dönerken kapdan-ı
deryalık görevîde Çengeloğlu Tâhir Paşaya tevcih olundu."
Târih-i Lütfi'ye göre: "Devlet-i âliyede diplomasi usûlünü
koyup kurmaya çalışan Reşid Paşa, avrupa devletleri arasında bir ittifak hasıl
edip de Mısır meselesini hâl ve düzeltmeye rnesai sarf etmekteydi. Eakat bunu
Tanzimat-ı Hayriye fermaına bağlayarak becermek ve iki işi bir arada hal yolunu
ter-etmişti. Kabine deyer alan nâ zırların çoğu, Reşid Paşa-koymak istediği
tarzdan hoşnud olmayıp, ancak Mısır meselesinden sonra muvafakat etmişlerdi.
Mustafa Reşid Paşa tanzimat fermanını kaleme alıp Gülhane Meydanında okudu.
Arkasından aurupa devletleriyle yaptığı ticaret antl-şamasında Mısır
Valiliğinin diğer eyaletlerden fazla bir imtiyaz taşımadı- ğını yazdırmıştı. O
sıralarda osrnanlı ülkesinde yed-i vâhid usûlü geçerli olduğundan, bundan
hazineyede büyük gelir akacaktı. Adı geçen ticaret antlaşmasının ortaya
koyduğu serbest ticaret hasebiyle maliye kasası bu gelirden mahrum olduysada
Mısır'ın üzüntüsü daha da fazlalaşmıştı. Reşid Paşa bu sıralarda yine
azledildi, Vezi riazam Müsteşarı Rıfat Bey, vezir yapılarak hâriciye
nazırlığına tayin edildi. Bir kaç gün sonrada babıâli'ye gelen hatt-ı hümayunda
Tanzimat rejiminin uygulanmasını temin için seçilmiş memurlar meselesine dâir
husule gelen karışıklığın mühimliğini surdan çıkarmak mümkündür. Bir vali veya
memur, herhangi bir görev yerine vardığında artık hergün İstanbul'dan ge-ken
her zarfa dikkat ederek üzerinde sabık lafzı yer alıp almadığına bakmadan
zarfın mazrufuna yâni içine bakamaz olmuştu. Durumu böyle olan bir vazifelinin
bulunduğu yerde yarınından emin olmaz olarak, heran göçecek gibi meselelere
el atar, idareyi oranın sözü geçen kimseler ve hanedanının te'şirine açık hale
getirirdi. Mustafa Reşid Paşanın mevkii iktidardan düşmesi yine Mısır meselesi
yüzünden oldu. Çünkü;verilmiş bulunan imtiyaz Mısır'ı diğer valilikler sanki
aşağı mertebeye indirmişti. Bu imtiyaz içinde yer alan M.Ali Paşanın
evlatlarının hangisinin vali olacağı padişahın seçimine kalmış, gelirlerin
icâb eden kısmının verilmesi şeklindeki maddeler Mısır valisi Mehmed Ali
Paşanın itirazlarına mâruzâtı. Hafifletilmiş olduğunu gösteren şartların hâli,
duruma uygun görülmediği, halbuki Londra Konferansında, düzenlenen protokolün
imzası, Mehmed Ati Paşa tarafından
fermanının kabuluna bağlı olması yönünden mesele- tekrar keşmekeşliğe düşmesi ihtimâli
çoğalmıştı. Rıfat hariciye nazırı oluşunun akabinde yaptığı bir dizayn ., Mısır verasetini, büyük evladdan diğer
büyüğe geçmesi '-zina bağladı. Askeri rütbelerin vali tarafından miralaylık ani
albay'hk rütbesini verebileceğine rapt etdi. Senelik verisinin 40 milyon kuruş
olması takdir olunmuştu. Hükümranlık haklarına aid olan şartlarda biraz daha
ağıdaştırıldı. Her yeni vali tâyininde ferman çıkarılması, teşrifat merasimleri
için vâli'nin İstanbul'a gelmesi, Mısır ordusunun 18 bin kişiden ibaret olması
ancak savaş döneminde padişah 'midesiyle çoğaltılabileceği, giyilecek askeri
elbise ve darb olunacak paranın Osmanlı devteüninkine benzer ve uygun olması,
denizcilik alanında savaş gemisi yaptırması hususunda selahiyeti olmadığı,
Mekke ve Medine'nin zahiresinin eskisi gibi yine Mısır'dan gönderilmesine
devam olunması şartları tesbit olunmuştur "
Mustafa Reşid Paşa, avrupalılarla bir araya gelmekten çok
hoşlanıp, karantina usûlünü desteklemekteydi. Bu gibi yeniliklere eğilimi bazı
mutaassıb kimselerde bu davranışlarından hoşnud olmadıklarından ona
<mübalatsiz> (kelime olarak mânası, dikkatsiz mânasına geliyorsada,
burada kullanılmasında maksad, din'e dikkatsizdi demek anlayışını belirtmek
'Cindir. Halbuki; merhum Ahmed Cevdet Paşa, Reşid Paşanınranıazan günü akşama
kadar beraber olduktan sonra iftar yapar yapmaz, akşam namazını edâ ettikden
sonra evradını
Çıkarıp okuduğunu görünce üstelik ehl-i târik olduğunu kızı ma
Aliye Hanıma anlatmıştır. Biz; Fatma Aliye Hanım'ın eme aldığı "Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı" adlı
eserini hazırlayıp, Pınar yayınlarından neşre sunduğumuzda adı geçen eserde
yukarıda anlattığımız meseleyi bulmuştuk ve bu sağlam bilgiylede, sayfamızı
süslemiş olduk.) olarak bakarlardı. Padişah Sultan Mahmud'un damadı Fethi
Paşa, Reşid Paşa ile hem fikir olduğundan o da ahali arasında
ayıpfanan-lardandı. Öte yandan, ülkenin her tarafında başına buyruk gezmeye
alışan memurlarda sistemin yâni tanzimat'ın bağlarıyla eski hallerini
yaşayamadıklarından dolayı memnun değillerdi durumdan. Bir de, Mısır'daki
veraset meselesine, Reşid Paşanın kaleme aldığı fermanda senede 80 bin kese
Mısır tarafından devlet hazinesine vermesini amir maddesi, ayrıca Osmanlı
devletinin bir defterdarıda mezkur yerde bulunması ve gelirleri Osmanlı devleti
nâmına alırken,asker ve memurların maaşını padişah adına vermek şartlarını
koymuştuki bunu Osmanlı hâkimiyetinin devamını temine gayret olarak nitelem k
gerekir. Bilhassa bu defterdar meselesinden Kavalalı Mehmed Ali Paşa çok
şikâyetçiydi. Bunun değişmesi için Reşid Paşaya fevkalâde büyük bir meblâğı
ikramiye-rüşvet karışımı olarak arz etmişsede Buna asla Reşid Paşa eğilim
göstermeyerek, tekid yazısıyla ayrıca bunda ısrarlı olduğunu bildirdi. Ne
varki; Kavalalı Mustafa Reşid Paşayı azlettirmenin bir yolunu buldu. Reşid
Paşayı hâriciye nazırlığından infi-sal ettirip, Edirne'ye vali tâyin ettirdiği
bilinir.
Girid'de Rumların İhtilâli
Yunanlılar; 1257/1841'de Girid'de ihtilâl teşebbüsüne geçtiler.
Hemen donanmayı hümayun Çengeloğlu Tâhir Paşanın atik davranmasıyla Ada'yı
abluka altına alıp, dışarıya çıkışı ve girişi kontrol altına aldı. Ada'larda
böyle tedbirler alındığında ordaki başkaldırmaların Önlenmesi nisbeten
kolaylık arzeder. Bu sırada Girid'de vali olarak vazife yapan Girid-itafa Nail
Paşa da donanmanın tedbirlerine ada içinde al-- tedbirlerin eklenmesiyle teşebüs rahatça
bastırıldı. Etterya cemiyeti adlı, yunan megalo ideasınm mecnunu kilat burada
bu teşebbüsleri yaparken, Memleketeyn yâni p manya'da da bu tür melanetlerine
devamdaydı. Sırplar ve Rulaarlar da bunların te'sir sahası dışında kalamıyorlar
oralarda da isyan öncesi ihzari çalışmaları dikkatli bir idarecinin sez memesi
kabil değildi. Fakat bunlar olurken Diyaribe-kir'de bir karışıklık çıkması ve
bunun bastırılması sağlandıy-sada, çıkması pek manidar idi!
Osmanlı payitahtında iki büyük isim ve bunlara bağlı guruplar,
adetâ bir günümüz parti lerini andırır haldeydiler. Birisi eski sistemin
devamında musir olan Rıza Paşa ve arkadaşları, diğeri ise tanzimat fermanını
kaleme alıp okumuş bulunan Mustafa Reşid Paşa ile arkadaşları idi. Edirne
valiliği görevine gitmekten temaruz eden Reşid Paşa, ne yapıp yapıp Paris
b.elçiliğine kapağı atmayı becerdi. Paris b.elçimiz Nuri Bey geri çağrılmıştı.
Bu olayda padişahın Mustafa Reşid Paşayı tam olarak
bı-rakmadığınında bir ispatı sayılsa gerektir. Mevcud sadrıazam Rauf Paşa,
yukarıdaki iki mühim tesir odağından birini teşkil eden Rıza Paşanın tesirinde
kalmaktaydı. Dolaysıylada Rauf Paşada eski tarzın mensubu olduğundan Reşid
Paşaya pek taraftar değil hâttâ kızdığıda bir vakaydı. Bu sıralarda sadarete
izzet Mehmed Paşa getirildiki daha önceki sadaretinin aynı başarısının binde
birini gösteremedi İzzet Mehmed Paşa. •Side Hâriciye nâzın Rıfat Paşayı azil ve
Sarım Paşayı bu göreve getirmesi oldu. umulur ki bu halef-selef kılmanın al-In
a, Rı fat Bey'in, Paris b.elçiliğine, Mustafa Reşid Paşayı taymde, müsbet
hissesi olduğundan mıdır? Allahuâlem! Hemen ilâve edelimki eski usûlü
beğenenler bu icraatdan pek memnundular.
Her ne kadar; Hassa müşiri Rıza Paşa, askerlerin nizami usulde
tâlim yapmalarına gayret gösteriyorsa da, lâzım gelen disiplin henüz
oturtulmamış idi. Hâttâ; Yemen üzerine sevk edilen Kütahya ve Afyonkarahisar
Redif askerlerinin bir bölümü ellerinde silahlan olduğu halde memleketlerine
kaçma yoluna sapmışlardı. Bunlar yakalanıp mahkemeye verildiler. Haklarında
çeşitli cezalar tatbik olundu. Bu arada da-Cebel-i Dürz'de karışıklıklar husule
geldi. Bunlarda eli görülen Mir Kasım azledildi. Yerinede Macarlı Ömer Paşanın
gelmesiyle birlikte karışıklıklar yerini apaçık bir isyana dönüştürdüyse-de,
Paşa kendini gösterdi ve ortalık süt liman oldu.
Tanzimat nizamının tatbiki yönünde uyulan iyi niyete dayalı
davranışlar sadece mutaas şıpların çatmasına değil, gayrimüslimlerin de
düşmanlığını üstüne çekmekteydi. Hatt-ı hümayunda yer alan eşitlik ilkesi, bir
yönüyle şımarıklık getirirken, reaya hukukundaki gayri müslimlere aid müthiş
avantajlar bu yeni nizamla ellerinden alınmış oluyordu. Ancak bizim
söylediğimiz bu eski hukukda daha geniş olan gayrimüslim haklarının İleride olması
resmi ideoloji tarihçileri ve avrupah tarihçiler tarafından es geçilir ve
İmtiyaz isteme hususunda ecnebilerin azınlıkları teşvik ettikleri olurdu. Bunların
başında da Rus Çarı Nikola, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ortodokslara hami, yâni
koruyucu olma rolüne soyunmaktaydı. Böyle bir soyunma avrupa ortasından başka
bir sesi yükseltti. Bu da katoliklere hâmilik yapmak istediğini ortaya koymaya
başlayan Fransa idi. Bunları gören; protes-tanlarda, İngilizlerin kapısını
çalmaktan kendilerini alamamışlardı. Artık, dini meseleler dünyanın bütün
siyasi mahfillerinde mühim siyasi kozlar olarak algılanmaya başlamıştı.
Fransa ihtilâlinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen Fransa
ıaVîkliğin gereği olarak katoliklerin hâmiliğine soyunuyordu? İste- buna akıl
erdirmek zor olmalı! Bunların altını kazıdığı-' nızda Papalık ve siyonizm ile
masonluğun dünyayı karıştırması plânı için de büyük rolleri olduğunu anlamamak
kabil değildir. Papazlar ve manastırlar ile tiyatro trupları bu işleri harekete
geçiren beşinci kol faaliyetleri olarak istimal edilmiştir.
Meselâ: Ruslar; 1255/1839'da Sırbistan Kenzi, Miloş'dan memnun
olmadıkları için onu tahtından kaçırmaya muvaffak oldular. Mihal adlı birisini,
Kenz olarak, ahaliye kabul etttir-meyi başarmışlardı. İki yıl sonra Mihal'de devrildi.
Mihal'in zalimlikleri, cinayetleri ahalinin boğazına gelmiş ve defetmiş-lerdi.
Kara Yorgi ailesinden Aleksandr adlı birisinin başlarına Kenz olarak geçmesinde
ittifak ettiler. Bunun sonucunda Sır-bistanda, Obronoviç hanedanı ile Kara
Yorgi arasında bir sürtüşme çıkarken, Rusya ile Avusturya arası şeker renk ile
boyandı. Sırplılar ise, kendi yaşadıkları duruma bakmayıp, Bulgarların da aynı
zorlukları yaşamasını temin içinmi! Yoksa Osmanlı nüfuz alanında karışıklıklar
artsın diyemi onlarıda tahrikten geri durmuyorlardı.
Bu hareketlerin çoğalmasıda, Osmanlı askeri ve mülki tedbirleri
alınca bilhassa Miş'dekileri bahane eden Rusya müdehale yolu aramaktaydı. Buna
inzimamen, Arnavut-luk'un daha ziyade Gega (Gegalar müslümandır)'!arın bulunduğu
belgede bir isyan emaresi görüldü. Tabii isyanı bastırmaya vazifeli olanlar
başalarındakileri ve şakileri tarumar ettiler. Sağ yakaladıklarının ellerini
kollarını bağlayıp, İstanbul'a götürdüler.
Tanzimatin ilânın peşinde, geçen beş-altı yıl zarfında askeriye de
yapılan tanzimin dışında umulan terakkiye yâni ilerleyişe tesadüf edilemedi.
Erbab-ı dâniş yâni ilim adamları bunu ülkenin ve bilhassa, islamların
cahilliğine bağlıyor, böyle olanların sistemin tatbikatını engellediklerini
ileri sürüyordu. Ancak yukarıda geçen mübalaat kelimesinin mânasına muhalif
olmayan davranışlarını sergilemelerinin, sebeb-lerden birini teşkil ettiğini
bir akledebilselerdi!.
Tanzimat-ı Hayriyenin ilânından altı yıl sonra Sultan Ab-dülmecid
Hân, 1261/1845'de babıâli'de târihi ehemmiyeti hâiz bir nutuk irad etmek
mecburiyetinde kalmıştı: "Menba-ı ilim ve fünûn ue mehaz-ı maarife nede
sanayie numune olan, mekâtib-i lâzime icad ve inşası, indi şahanemizde ikdamı
ömür addolunmakla, memalikin münasib mahallerine iktiza eden mekteplerin
tanzimiyle, terbiye-i âmmenin çâresine bakılsın" demişti.
Tanzimat yavaş yavaş inkişaf ediyordu, ülkenin her tarafından
sözü dinlenir, düşünceleri kıymet taşıyan insanlar İstanbul'a davet ediliyor
veya yazışma suretiylede fikirleri ve görüşlerinede baş vuruluyordu. Meclisi-i
Vâla vilayet meclisleri kuruluyor, imâr hususunda da Meca!is-i İmariye adıyla
Anadolu ve Rumeli cihetlerinde, askeri, mülki ve ilmiye ricalinden meydana
gelen komisyonlar teşkil edilmekteydi. Bölgelerinin ihtiyaçlarını yol, köprü,
liman gibi tesbit eden bu komisyonların raporları İstanbul'a gönderildiği,
burada ise önce bir furya hâlinde tetkik edilirken, daha sonra bunlar bırakılma
talihsizli ği yine yaşandı. Trabzon, Erzurum, Bursa ve Gemlik yolları gibi
büyük masraf gerektiren yapımlar tamamlanamadı.
Dahili işlerimizin merkezini siyasetde dahil olmak üzere, Mabeyn
Müşiri Rıza Paşa eline geçirmişti. Valiler ve diğer görevliler onun işareti
alınmadan vazifelerine başlayamıyorlardı. Bizim
1980 sonrasında çıkarılan güvenlik soruşturması, batı çalışma gurubunun
koyduğu şerhler gibi idi. Mahalle
mekteblerinin ıslahı ise pek müşterek hususdan olduğundan dolayı orayla ilgili
tedbirler birbiribirinin ardından tatbike konuyordu. Mekteb-i Harbiye'ye
talebe yetiştirmek için Mek-teb-i İdadi açıldı. Bu mekteplerde, Arapça, Fars ça
ve Türkî lisanlar öğretilmesine pek önem veriliyordu. Cihan Seraskeri Rıza Paşa
diye anılan Hasan Rıza Paşa ile Mâliye nâzın Saf-veti Paşa azledildiklerinde bu
işler aksa maya başladı. Bu azilleri, Mustafa Reşid Paşa taraftarlarının üstün
gelmesi diye saymayı yanlış bulmayız. Ancak hemen ilâve etmeliyizki, Üstad
Ahmed Rasim Bey, değerli tarih çalışmasında bize şunları aktarıyor:
"Yükselmiş olduğu mertebe o kadar büyükmüşki, azıl haberini duyanlar
biribirine hem de kulaklarına 'haberiniz varmı? Serasker azl olmuş, sakın
benden duymuş olmayınız' sözünü fısıldariarmış. Kibir ve azameti o kadarmış ki
alaylarda yâni resmigeçitler esnasında müşirleri arkasından yürütüyor, yerinden
ktmıldamaksızın mülkiyenin tanınmış kimselerine ve askeriyeye ayağını
öptürürmüş. Bu iki makbulün azl edilmesi onların kadrosunun hayli üzüntüsüne
sebeb oldu." Demekte.
Yine yüzümüzü Şark tarafına döndürdüğümüzde, Hariciye nâzın Sekip
Efendinin Cebel-i Dürz gailesini def etmek maksadıyla bizzat Beyrut'a gitmek
suretiyle vekâleti, Meclis-İ Vâla azasından Londra eski sefirimiz Ali Efendiye
(daha sonra paşa oldu) verdi. Az zaman sonra Sekip Efendi Hariciye nâ-zırhğndan
azledilip, yerini Mustafa Reşid Paşaya bıraktı. Şimdi biz atide yâni aşağıdaki
satırlarda Cebel-i Lübnan Meselesi hakkında bir miktar bilgi vermeye
çalışalım:
"Mısır meselesinin sonlarına doğru, İngilizler Cebel hâkimi
Mir Beşir'in kendilerine sığnmasına rağmen bunu hoşça görmiyerek Beşir'i Malta'ya sevk etmişlerdi, yerine hakim
olarak geçen Mir Kasım, muktedir bir kişi olmadığından Lüb-nanı gereği gibi
idare edemediğinden anarşinin artması ue karışıklık çıkmasına sebeb olduğu
görüldü. Bu sıradada Ak-kâ'dct vali olan Mehmed Selim Paşa, yeni nizam tanzimat
gereklerine uygun olarak, Cebel'deki meucud cemaatlerin sözü dinlenir
adamlarından bir meclis teşkil ettirdi. Hakim bu meclisin reisi oldu.
Mısırlılar, buranın ceza faturasını hayli yüksek tutmuşlardı. 1257/1841'de
ahali öde dikleri vergilerin bir tenzilata tâbi tutulmasını istemişlerdi.
Ancak devletin kasasında yetersizlik hayli çok olduğundan bu arzuları yeri-ne
getirilemedi. Dürziler bunun üzerine çeteler kurup hristi-yan köylerini yağma
edip, yakıp yıktılar. Katliamlara baş Durmaktan içtinab etmediler. Mir Kasım'ı
Dayrül Kamer'deki ikametgâhından alıp, sokaklarda sürüklediler. Selim Paşa bir
vali sıfatıyla teskin edici beyanlarda bulundu, nasihatler etdl. Ancak kâr
etmediği görüldü. Bunun üzerine te'dip hareketlerini başlatmaktan kendini
alamadı. Bu arada da Fransa ue İngiltere bu olaylarda biribi /iletine rakip
oldular ortalık alevlendi. Şehrin diğer konsolosları işe karışmadan duramadılar.
Sonunda Avrupalı Beş'lerin tavassutu geldi. Serasker'in başkâtibi
Netayic-i Vukuat adlı mühim târih eseri sahibi Mustafa Nuri Paşa Lübnan'a
gönderil mek zorunda kalındı. Nuri Paşa ilk iş olarak Mir Beşir Kasım'ı
azledip, Mirliva Macarlı Ömer Paşayı getirtip, oraya emir olarak tâyin eldi.
Bunun fazla bir faydası olmadığından, son çâreyi Sayda valisinin koyacağı
maktu vergi ve biri Maruni, diğeri Dürzi iki kaymakam tayinine karar
verildiysede, bundan da umulan elde edilemedi İngilizlere istinat eden
Dürziler, Fransa'ya da-yanan Maruniler çarpışmaları hızlan dırdılar.
1259/1843-1260/1844 seneleri cidden buradaki çatışmaların büyük zarara maruz
kalındığı zaman dilimi olarak anılır. Hristiyanların mal ve mülküne Saldırılar
bir yağmaya dönüşürken, İki tane Fransız manastırı basıldı bir papazında
hayatına kastedildi Bu olaylar üzerine yine beş devletin elçisi babıâll-nin
kapısını çalarak sıkıştırma metoduna başvurdular. Bü-tüb bunlar olurken
hariciye nazırı Sekip Efendi yeniden Beyrut'a gitmek zorunda kaldı. Şeklp
Efendi 1261/1845 ramazan'ında ilk tedbirlerden olmak üzere Cebel'de bulunan ve
oradaki anarşiyi engellemede kullanılan kuvvetleri, ecnebi teba mensuplarına
bir zarar gelir endişesiyle Beyrut 'a getirme çabalarına ağırlık verdi.
Cebel'literin itiraz etmelerini beklerken ses umulmayan yerden geldi Fransız
konsolosu Pojc, sesini yükseltmiş bir bir itirazları sıralamaktaydı. Onun
uzantısı olan babıâli'deki Fransız b.elçisi Borçuney'de ağzım açmaya
hazırlanıyordu. Hâriciye nazırımız Sekip Efendiye yapmış olduğu teklif dolay
siy la, ikametgâh ve işyerlerinden, . uzak kalacak olan, Fransız tabiyetindeki
kimselere tazminat verilmesini, öldürülen Rahip Şaıi'm katili olan Şeyh Hamud
Nekid'ln der hal cezaya yaptırılması, yağma edilmiş bulunan iki manastırın
uğradığı zararların tazmini taahhüd edilmeyecek olunursa hemen elçiliği terk
edip boğaz içinde bulunan ikametgâha geçip, devletinin vereceği talimatı bekleyeceğini
bildiren bilgiler göndererek anarşik davranışlara girişti "
Biz babıâli'yi Fransızların bu reaksiyonlarıyla başbaşa bırakıp,
Dayrül kamer'de yapılanla ra bir göz atalım. Sekip trendi, Arabistan ordusu
kumandanımız Namık Paşa i!e istişarelerde bulundu. Bu toplantıdan çıkan karar,
ahali elindeki sı'ahlardan arındırılmalarıydı. Bu kararda hemen kuvveden fılle
Çıkarıldı. 1260/1844 yılına kadar karışıklıklarda rolü ve eli bulunanlar bir
affı umumi ilan olunarak ceza durumu ortadan kaldırıldı.1257/ 1842'deki
karışıklıklarda yağmaya uğramış olanların zararlarının tazminine bundan böyle
her taifenin gelirlerinin kendi vekilleri ile idare edilmesine karar verildi.
Bahse konu karar hemen arabçayada tercüme edilip kaleme alındı, neşr ve tamim
olundu. Ahalideki mevcud ruhi sıkıntı ile birlikte, konsolosların müdehalaye
hazır olmaları Sekip Efendinin, ıslahatın tatbike sokulması hakkında enerjik
davranmasını sağlamaya yaradı.
Hemen 24 tabur nizamiye askerinin yanında bir miktar başıbozuk
askerinide bölgeye yerleştirdi. Tahmin edileceği gibi ahali silah tesliminden
kaçındı. Her iki tarafın ruhanileri vede reisleri zorluklar çıkarırken bunların
içinden hayli tevkifler yapıldı. Alaylı subayların silah toplama işinde haylice
sert davrandıkları gözleniyordu. İtip, kakmak ve silah aramaları esnasında
başka şeyler almak gibi istenmeyen durumların vukubufduğu da oldu. Kesrevan
taraflarında bir kolağası (kıdemli yüzbaşı) içeride silah var diye bir
manastırın kapısını kırdı. Papaslanni sürükleyip, götürüp hapse attı. Namık
Paşa böyle yanlışa ve haksızlık yapanlara fırsat vermedi, tesbit ettiklerini
divan-ı harbe verdi. Ne çâreki avrupada iftiralar, yalana dayalı propogandalar
kıyametin koparılmasına kâfi geldi. Zuk böl gesinde ahalinin silah teslim
etmesine engel olmaya çalışan Halil Medver isimli biri de tevkif edildi. Meğer
bu herif Fransız konsolosluk tercümanın kardeşi olup, arap-ça kâtibi imiş! Bu
elemanlarının taht-ı tevkif altına alınmasını Öğrenen Fransızlar derhal Beyrut
limanına, yakın bir yerde bulunan, ülkelerine ait firkateyni, Halil'in hapse
konduğu yere Cünye'ye getirip, Cünye'yi topa tutmak ve karaya asker çıkarmak
gibi bir faaliyeti sergilemeye başladılar. Bunlar alışıla gelmiş Fransız
hoppalıklarından biri sayıldı. Hâttâ bazı
Fransız diplomatları, bunların yaptığı davranışı uygun bulmadıklarını
seslendirmek ten geri kalmadılar. Bizde bu itirafı ıtırlarımızda geçirmeyi
dürüstlükten bir vazife saydık.
Hâriciye nâzın Sekip Efendi sağlam karakterli, kimselerden olduğundan
böyle patırdılara pabuç bırakmadı. Tabiiki avrupa siyasal cephesinde aleyhimize
ters rüzgâr yine estirilmeye başlatılmıştı. Hâttâ meşhur Avusturyalı diplomat
Prens Meternih, Avusturya hâriciye nâzın sıfatıyla lehimizde düşünen gurubtan
olmasına rağmen, elçimiz Nâfi Efendiye Halil Nadver'in tevkifi hakkında yayılan
şayia Fransız konsolosu tevkif olundu tarzında kulağına gidince "Ne
yapıyorsunuz? Fransızların Beyrut konsolosunu hapsetmişsiniz?" diye sorduğu
olmuştur. Bütün bunlar ve olaylar geldi ve Sekip Efendinin hâriciye
nazırlığından alınmasına dayandı. Halbuki bu durumda yapılan işlem zaaf
işaretiydi ve bu hâl diplomaside bir falso sayılır. Sekip Efendi ise Paris
sefirliğine gönderilmekle, bu yanlış bir miktar telafi edildi sayılır, çünkü istenmeyen
adamı önlerine koymak biraz da mukabelede cesaret göstermek diye düşünülebilir.
Mustafa Reşid Paşa ise hâriciye nâzın yapıldı. Reşid Paşadan dolaysıyla
İstanbul'dan Sekip Efendiye, silah alımı maddesini işletmeyi durdurması,
hapsedilmiş kaymakamların tahliyesini sağlaması ve işleri tatlıya bağlaması
direktifleri ulaştı.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa İstanbul'da
1262/1846'da yılın en önemli olayını isyankâr vali Kavalal>
Mehmed Ali Paşanın Dersaadet'e gelmesi teşkil etti. Pa-?a> Feriye sarayında
misafir edildi. Bu senenin diğer mühim ır günü, Büyük Mustafa Reşid Paşanın
makam-ı sadarete getirilmesidir. Bu tâyinle yaşiı Rauf Paşanın adetâ tasfiyesi
maktaydı. Hariciye nâzırlığıda Mehmed Emin Âlî Paşaya verilmişti. Böylece
tanzimatın devlet adamları selahiyetle görevlere gelmeye başlamıştı.
Ayasofya yakınında bulunan eski mehterhane mevkii ile Sultan
sarayı arsası üzerine ilk defa olmak üzere bir Dar'ülfü-nûn yâni üniversite
binası inşaatına başlandı. Fakat bu inşaatın uzun zaman sürmesine tepki
olarak, bazı mütalaa serd edenlerin arasında yer alan üstadımız Ahmed Rasim bey
şöyle yazmaktadır: ".Bu inşaat senelerce sürdü. Hâttâ o kadar uzadı ki,
avrtıpadan konrat yapılarak, getirtilmiş bulunan mimarına ödenen para ile
yekun edersek, bir kaç tane bina yapmak mümkün olurdu. Nihayet tamamlanan bu bina üniversite hariç bir çok işlere
tahsis olunduysada sadece ismi Dar'ülfünün olarak kabul edildi. Hatta daha
sonra bir ara çıkarılmış bulunan ue adına kaime denilen kâğıd paraların
tasfiyesi bu binadan yönetildiğinden kaimeyi kaldıran kaideye Darülfünun
kaidesi adı verilmiştir." Demektedir. Şu halde üniversite yapmak üzere
yaptırılan bina, yüksek tahsil müessesine tahsis olunma, şerefini kazanamamış.
Bu sıralarda Musul vilâyetinde kazalardan biri olan Cizre'de
Bedirhan bey'in Cizre mü tesellimine yapmakta olduğu sıkıştırma ve tazyiğini
önleme için Anadolu ordusu müşiri Osman Paşaya özel emirler verildi. Osman
Paşa, Bedirhar Beyi Orak Kalesinde sıkıştırdı. Sonunda aman dilemeleri üzerine
iki oğlu ile birlikte İstanbul'a gönderildiler.
Bu arada da Mustafa Reşid Paşanın sadaretten infisalî vuku bulup
yerine Sârim Paşa getirildi. Alî Paşada Reşid Paşa ile birlikte hâriciye
nazırlığından alınınca, tanzimatçılann rakipleri karşısında bir raund
kaybettikleri düşünülebilir. Çünkü; eski ve yeni kavgası devam etmekte padişah
ise ağırlığını hangi tarafın lehinde istimal ederse o tarafın mevkii iktidara
geldiğini herhalde söylemeğe gerek yok değilmi efendim?I
Âlî Paşa'dan, boşalan hâriciye nazırlığına mâliye nazırlığında
istihdam olunan Rıfat Bey getirildiysede, bu değişiklik fazla devam etmedi,
infisal edenler eski vazifelerine pek geçmeden avdet ettiler. Bu senenin mühim
vakalarından birinide Cezayir Kahramanı Emir Abdülkadir'in Fransızlar ile mücadelesini
aman dilemek suretiyle bitirmesi teşkil etti.
Macaristan İhtilâli-Memleketeyn Meselesi
1264/1848 senesinde yine bir ucu bizede dokunacak olan ve
Avusturya'da meydana gelen Macar ihtilâli dünya siyasasına ağırlığını koydu.
Bu ihtilâl, Fransa kralı Lui Filip'in Ce-zayiri istila etmek suretiyle, Fransız
Müstemleke İmparatorluğunu kurmak, arzu ve emelinde olan zâtı tathtından
düşüren 1848 ihtilâlinin bir nevi aksi tesiriydi. Mısır vali liginin verasetle
Mehmed Ali Paşa uhdesine verilmesi mesele-i mühim-mesinde gördüğümüz gibi Mösyö
Tiyers siyasetinin mağlubiyeti üzerine istifa etmiş Lui Filip Londra elçisi
Mösyö Gizu'yu başvekilliğe getirmişti.
Gizu, Afrika savaşlarının devamında bulunmakla beraber Fransa
demiryollarının inşaası, yeni iki ticaret kapısını açmakla beraber,
fabrikaların kurulmasıyla geçimi kazanmaya arız olan sektenin mamulat ve mahsu
latı sanayiinin çoğalması sevdasıyla biz, onlara hasıl olan ihtiyaç ile geri
çekilip yedi sene görünüşte sessiz sedasız bir idare yolu seçti. Gizu; Çok
kişiye yüksek maaşlı memuriyetler vererek, mebuslar "necüsinde lâzım gelen
ekseriyeti temin etmeyi bilmiş böy-lecede mebusların önemini azaltmıştı. Adetâ;
"Bendegân-ı hükümdaran kamarası" olmuştu. Muhalefette olanlar genel
hürriyete vurulan bu darbeye karşı, "La Reform" yâni İslahat
adlı büyük bir gazete çıkardılar. Bu gazete bütün gayretiyle
parlamento ve seçimlerin İslahatı gerektiğini ileriye sürdü. Mebusların
devlette memur olmamalarını ferdleri rey vermeye selahiyattar kılan verginin,
200 franktan, 100 franka indirilmesini istiyordu. Muhalifler memleketin her
tarafında ziyafetler usulünü kurup ve bu münasebetlerle nutuklar atarak,
demokrasi yâni halkın seçmesini zihinlere yerleştirmek istiyordu. 1265/r.
Ahirinin/18.-1848/şubatının/22.günü, Paris'te, bir <Reformistler
Ziyafeti> ilân edilmişti. Hükümet bu ziyafeti yasak ilân etti. Halk;
Konkordiya caddesinde toplanarak, Fransız milli marşı olan Marseyyezi
söylediler. Hep birlikte yaşasın cumhuriyet diye bağırdılar ertesi günü umumi
heyecan daha da çoğaldı. O zamanlar Kapisyun Bulvarında bulunan hariciye
nezareti önünden geçmekte olan kalabalığın arasından, bir tabancanın
ateşlenmesi üzerine nezareti yâni bakanlığı muhafazaya vazifeli askerin
komutanı halkın üzerine ateş açtırdı. Bu kalabalıkta 23 kişi öldü, 30 kişi de
yaralandı. Halk bu cenazeleri omuzlarına alıp, yaktığı meşalelerin ışığı
altında bütün gece Paris caddelerinde ve sokaklarında dolaştılar. Yaşasın
Cumhuriyet diye bağırmaktaydılar. Sabah olduğunda bütün Paris ayaklanmıştı.
Gizu istifayı seçerken, ahali ise Tulliers sarayına hücuma geçmiş, Kral Lui
Filip ise kapalı bir arabayla kaçmaktan başka çâre bulamadı.
Avusturya'da Prens Meternih, Napolyon'un kati mağlubiyetinden sonra
ve Viyana kon feransının arkasından ülkesi içinde sıkı bir istibdad idaresi
tesis etmişti. Bu idare tarzı ile her tarafta kendi aleyhine fikirler doğmasına
sebeb olmaktaydı. 1848 şubatında Paris'te husule gelen ihtilali müteakip, mart
ayının 3.günüde Viyana dehşetli bir galeyana şâhid oldu.
Meternih ancak bir çamaşır arabasına binerek soluğu Londra da
alabildi. Avustur ya imparatoru 1. Ferdinand ihtilâl gürültüleri arasında
büyük b*r meclis topladı. Ancak bu arada harbiye nâzın öldürüldü. İmparatorda,
Rivyerada, Ol-rnutz'a çekildi. Fakat Viyana'da ihtilâl devam edemedi. Asker
şehri topa tuttu. İhtilalcilerde teslim olmaktan başka çâre bulamadılar.
Halbuki bu buhran, bu sıkıntı Avusturya'yı meydana getiren
unsurların arasında ayrılık emarelerinin çoğladığını gösterdi. Avusturyalılar,
İtalya'dan koğuldular. Milanİılar ile Piye-monlar birleştiler. Almanlar
birleşmek üzere Prusya Kralına imparatorluk tacını teklif ettiler. Isî.avlar,
bağımsız bir Çek devleti tesis etmek maksadıyla Prag şehrinde bir kongre topladılar.
Burasıda topa tutuldu". Macarlar ilk anlarda hususi bir vekiller heyetine
sahip oldularsada, sonra bütün bütün ayrılarak, Lui Kossut isimli bir
ihtilalcinin liderliğinde müstakil bir cumhuriyet ilân eylediler.
Böylecede Avusturya hükümeti büyük bir tehlike karşısında
kalmışt'. Ancak Rusya imparatoru Nikola yüzbin asker ile imdada koştu. Macarlar
mağlup oldular. Avusturya impara-torluğuyla Macar kra Ilığı meydana gelmiş
oldu. İtalya'daki Milan ve Venedik şehirlerini aldı.
Avrupada bir takım değişikliklere sebeb olan bu ihtilâllerin
tesiri Eflak ve Buğdan'da da hissedildi. Bir taraîdan Osmanlı askeri öte
tarardan Rus askeri Memleketeyn'e girdi. <bu isim Eflak ve Buğdan için
terkip olunmuştuı\> Divan-ı hümayun dçisi Fuad Efendi (Paşa) fevkalâde
memuriyetle ve Ma- Ömer Paşa kumandanlıkla gönderildiler. Bu sıralarda ise
Macar milliyetçilerinden pek. çok kimse Osmanlı devletinır> koruyu cu
kanatlarına sırımaktaydı. Avusturya ve Rus devleti yetkilileri, bu mültecileri
ısrarla geri istedilersede,
sadrıazam Mustafa Reşid Paşa Osmanlı şan ve şeref sahibi bir
devlettir, böyle aşağılık bir iş yapmaz diyerek herkesin beğendiği tarzda cevap
verdi. Daha sonra Fuad Efendi (Paşa) Petrsburg'a gönderilip, bu reddin
sebeblerinide mukni bir iisan ile beyan etti.
Memlekteyn'deki ihtilâlciler, Bükreş'te klişede sandık içinde
bulunan senetleri ve şartlan yakmışlar. Metropolit vasıtasıyla gönderilen
nasihatnâmeyi elinden kapmışlardı. Bunun üzerine Bükreş'e asker sokulup,
asayişi iadeye muvaffak olundu. Avrupa ve Balkan lar üzerindeki kaynaşma böyle
bir seyir gösterdi.
Osmanli Devletinde Bazı Olaylar
1265/1849 senesinde, vilayetlerin idaresi adına bir karar alındı.
Mevcut eyaletlerin bölümlere taksimleri yapılarak merkezlerinde birer meclis
kurulması ilk önce de, Rumeli de Edirne, Anadolu'da Hüdavendigar (Bursa)
Suriye'de ise Say-da eyaletlerinde tatbike geçildi. Mısır Valisi Mehmed Ali
Paşa bunamış olduğundan yerine büyük oğlu İbrahim Paşa geçti. Ancak ömrü 71 gün
müsaade etti vefatı üzerine Abbas Paşa rütbe-i vezaretle tâyin edildi. Paşa
vezaret menşurunu bizzat almak üzere İstanbul'a geldi. Bu münasebetle Mısır
valiliği paşanın diğer vezirlerden imtiyazı için uhdesine sadaret rütbesi
tevcih olundu. Aradan çok geçmemiştiki Mehmed Ali Paşa da bu dünyadaki
kavgasını tamamlayıp, irtihal eyledi.
Öte yandan 1270/1853 senesine kadar meydana gelen önemli vakalr
yanında işlevi hayli yararlı olan iktisadi teşebbüslerimizden Şirket-i
Hayriyye'nin 1267/1851'de kurulmasında, Keçecizâde Dr. Mehmed Fuad Paşa ve meşhur
Ahmed Cevdet Paşa ile Bursa'da tatil yaptıkları sırada tasavvur etmisler ve
Dersaadete geldiklerinde kuvveden fiile çıkarmalarıyla gerçekleştirdiğini de
belirtmiş olalım.
Öte yandan da bir ilim meclisi olarak, yâni Fransa'daki /ykademi
Fransez tarzı istihare yeri olacak olan Encümeni Dâniş teşekkül ettirildiğinde,
takvimler, 9/Ramazan/l 267-1 8 /Temmuz/1851'i gösteriyordu. Kurulmasında
tasavvur olunan fâideler alındı sanılır, zâten Osmanlı devletinin istinat ettiği
şer'i sistemde istişare, istihare önemli müesseselerden idi. Yukarıdaki târihde
yapılan resmî küşâda bizzat padişah hz.leri de iştirak buyurdu ve toplanma
yerînide daha önce Bezmialem Vâlidesultan'ın Dar'ül Maarif olarak yaptırdığı binada
yerleştiler. İlk toplantıya 40 kişi aza alınmış,ayrıca 30 kişide fahri aza
olarak kayıt olunmuştur. Fahri azalar içinde Meşhur Avusturyalı Tarihçi Baron
Hammer, İngilizce~Osmanlıca lügat sahibi Red House ve Fransızca-Osmanlıca lügat
sahibi, Mösyö Bianki'de bulunmaktaydı.
Yine; Vidin taraflarında Ağa Hüseyin Paşanın vefatından sonra Mora
ihtilâlinden örnek alan Bulgarların coşkunluklarını tanzimatın Bosna'da
tatbikine memur olan Rumeli Ordusu kumandanı Macarh Müşir Ömer Paşanın
gayretlerine evvelce ses çıkarmayan Bosna sergerdelerinin kışın gelmesi ile, askeri
hareketin yavaşlaması üzerine İzvornik vede Mostar bölgelerinde kıyama
kalkmaları, nizamiye taburlarına asker almak için şer'i kura usulü aleyhine
olarak Şam'da; Herfuş bey namında birinin kışkırtmalarıyla, Baalbek ve Havran
kazalarında isyan hareketleri görüldüğünde tenkil edilmesi, Haleb'de de bir
ihtilâl teskini, eşkiyadan Abdi ve diğer şahısla-rın çıkardığı karışıklıklar,
yeni tanzimin icrasını temin maksadıyla, Rumeli ve Anadolu içlerine
müfettişler tâyini, İstanbul'da bir danışma meclisi olan, encümen-i dâniş
tertip olundu.
Sadaret değişikliği gerçekleşirken Abdülmecid Hân'ın adını alan,
Mecidiye nişânıda bu arada ihdas olundu. Takvim yaprakları 1270/1853 târihini
gösterirken yukarıdan beri yazdığımız olaylar cereyan ediyor du ve Fransa
olsun, İngilizler olsun İstanbul nezdine gönderdikleri elçilerine büyükelçi
unvanı veriyorlardı.
KIRIM SAVAŞI( 1269-1853)
Hünkâr İskelesi antlaşmasından sonra Rusların, Osmanlı Devletine karşı
göstermeye başladığı koruyucu tavır avrupa-da büyük devletlerinin nazarı
dikkatlerini şark âlemine çevirmelerine sebeb oldu,1231/1815'de Fransa
aleyhinde tezgahlanan ittifaka,12 57/1841 senesinde Rusya aleyhine kurulan
bir başka ittifaka mukabele olacakmış gibi sinyaller beliriyordu.
Şurasını da asla hatırdan çıkarmamak icâb ederki, Osmanlı Devleti
bu ittifakların içinde gizli bulunan taksim ve bölünmesine aid emellerin
arasında, bir hasta olarak yatıyordu. Mustafa Reşid Paşanın siyasi tedbir olarak
ortaya koyup, yayımladığı tanzimat-ı hayriye bu hasta hâlimizin gerek iç işlerimizde
gerekse dış meselelerimizde ölümlü rahatsızlığımızın ortadan kalkmasına
yarayacak devalardan biriydi. Fakat faydasını görmek tatbikata devamda ve uzun
zamana ihtiyaç göstermekteydi.
Tanzimat-ı Hayriyye, vilâyetlerin idaresinde ıslahatı, adli
işlerde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi, kanun önünde müsavat yâni eşitlik, vergi
ve askerlik hizmetlerinin düzenleneceğini müjdelediği için hastanın ifakata
yâni iyileşmeye başlaması kolaylaşıyor, genç ve yeni bir Osmanlı hükümetinin
kendi kendisini kurabileceğini vaad etmekteydi. Rusların bu yenilikten hiç ama
hiç hoşlanmadığı görüldü ve Çar 1. Nikola, hâla Çariçe Katerina' nın plânlarının
takipçisi idi. Târih eserlerine göz atılırsa anlaşılırki, Mikola'da doğrudan
doğruya İstanbul'u, yine Kostantinopole yapmak fikrini, bir kenara bırakmış
vede Lehis tandan vaktiyle kurmuş bulunduğu himaye usûlüne benzer bir tesir
ile Osmanlı ülkesin de yaşamakta bulunan hristiyaniara hami (koruyucu) sıfatını
takınarak, Osmanlı devletini yapmış olduğu yeni siyasetine boyun eğmiş
seklinde göstermeye karar vermişti. Bu yüz den Osmanlı devletinin tanizmatın
getirmiş bulunduğu esaslardan faydalanmasını istemiyor, bu esasları uygulatma
fırsatı bırakmak istemiyordu.
İngiltere devletinin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesinde,
Fransa politikası karşısın da elde ettiği başarı, Rusya'ya da vurulmuş bir
darbeydi. İngiltere hükümeti bu darbe ve başarısı ile Osmanlı devletini,
Ruslar ile yapmış olduğu, Hünkâr İskelesi antlaşmasının getirmiş olduğu, Rus
nüfuz ve tesirinden kurtarırken, ne çâreki kendi yâni İngiliz nüfuz ve
tesirini Osmanlının boynuna geçirmişti. İstanbul'da İngiliz elçisi olarak
bulunan Sir Starat Ford dö Radklif, siyasi işlerimize hâkim olmuş duruma
gelmişti.
Ruslar, Fransızlar bir tarafda apışmış kalmışlar idi. Bunun
üzerine Ruslar,tanzimatın tatbik şeklini bozup geciktirmek için hristiyan
tebayı teşvik etmekten geri durmuyordu. Şüphesiz ki bu teşvikler Osmanlı
devleti aleyhine olmakla beraber toplumdan ilgide görmekteydi. Öte yandan da
artık, Osmanlı devletinin şifa bulmaz bir rahatsızlığa tutulduğunu ilân ediyor
lardı. Hatta Çar Nikola 1260/1844 sene sinde Osmanlı ülkesinin bölüşülmesi
meselesini İngiliz devletine teklif eyledi. Bunun nasıl gerçekleştiğini
sahibelerimize alalım efen dim: "7/r.euuel/1270-9/ocak/1853'de, Petersburg
kışlık sarayında uerilen bir müsamere esnasında Çar Nikoia, İngiliz elçişi Sir
Hamilton Seymur'a yaklaşıp, bir tarafa çekmiş ue Osmanlı devletinin hâli
hazırdaki durumu üzerine konuşmaya başladı:
-Türkiye buhrana düşmüş bir halde bulunuyor Bize de fazla sıkıntı
verebilir Kolları mız arasında ağırca hasta bir adam var. Lâzım gelen tertibatı
almamızdan önce eli mizden kaçıracak olursak büyük bir felâkettir. Böyle bir
ifade beklemeyen ingiliz diplomat, ancak hazırcevapldığı sayesinde bu sözlere
mukabelede bulunabildi:
-Haşmetmeab; adamın hasta olduğunu beyan buyuruyorsunuz. O halde
zat-i Impara lorilerine hasta bir adamın korunması, kerim ve kuvvetli olan
adama vâcibdir, dememi mazur görünüz." Sözleriyle mukabele etdi diyor,
Ahmed Ra-sim Bey târihinde. Ancak Rus Çan'nın bu teklifini şüphesizki metbuu
devletine ulaştıran Sir Seymor, hâriciye nezaretinin ve devlet-i fahimenin bu
sözlere pek kulak asmadığını belirtiyor. İngiliz diplomatları iyi bir eğitim
ve genellikle aileden gelme tecrübelerle ricali devlet olduklarından, Sir
Seymur zaman zaman Çar ile yaptığı siyasi mülakatlarda mahut hasta hikâyesi
etrafında söz edecekmi diye dikkat kesilirmiş. Çar ise, beyanlarında;
Fransızlar hâriç olmak üzere İngiltere Mısır'ı, Girid'i alacak, Rusya kendi
himayesi altında olmak üzere Eflak, Buğdan, Sırbiye Bulgaristan Prensliklerini
organize edecekti. Bunun yanında İstanbul'u almakta gözü olmadığına dâir
sözler söylemekle beraber ancak adı geçen şehrin bir müddet vedia olarak
elinde kalması lüzumununda muhakkak olduğunu itiraftan çekinmemişti.
Esasında Sırbistan'da Obronoviç sülalesinin yerine Kara
Yorgilerden Aleksandr'ın tercih edilişi Eflak ve Buğdan ihtilâlinde Bükreş'e
asker göndererek Rusların asker sevkıyatını durdurmaya çalışmamız, Macar milliyetçilerini, Rusya ve Avusturya'nın tehdidlerine karşı
dahi iade etmememiz, hatta o k Ordusunu Prut nehrinin de öte yakasına geçme
mecbu-velinde bırakışımız, Bosna isyancılarına Tanzimat-ı Hayriy ve'yi silahla
kabul ettirişİmiz, Mısır valisi Abbas Paşanın muhalefetine rağmen yapılan
hatalarda dahi tazyikine Çalışmak ve gayretimiz Rusları, bütün bütün
kuşkulandırıyordu. Bununla beraber Tanzimat-ı Hayriyye ileri gidiyormuydu? Ne
qarip tecellidir ki, bu defa da hristiyanlar istemiyorlardı, vazifeyi
yapamıyoruz. Cahillik ve tutuculuk yapan millet karşı geliyor. Eski ve yeni
fikir, biribirine girerek hükümet idaresi yine çığırından çıkıyordu. Diğer
taraftan bilinen nakit yetersizliği, bu geçidi zorlaştırıyordu.
İşte bu nokta 1. Nikola'yı hızlı harekâta sevk ediyordu.:
"Ağaç henüz Fidan halindeyken ey ilmesi iyidir" Diyordu. Bu durum
1269/1852 senesine kadar böylece devam etdi.
Bu arada Kudüs'de Selahaddin Eyyubi Camii olayı vukua geldi.
Fransızlar, Selahaddin Eyyubi hz.lerinin adını taşıyan bu camiyi mutasarrıfla
anlaşmış olmalılarki, bütün külliye-siyle birlikte mevcud olup, cemaatı da
varken, babıâli'ye müracaat ederler ve boş bir arsa olduğunu kendilerine verilmesini
ve bir klişe inşa edeceklerini ifade ederler. İş padişahın fermanına kalır.
Hükümet, bu iş için Kudüs Mutasarrıfı Kâmil Paşayı bu işe vazi feli kılar.
Mutasarrıf da buranın bomboş olduğunun mütalaasını verdiğinden, İstanbul'da divan
kurulur, karar tezekkür etjirilir ve ferman yazılır, tasdike halifeye
ulaştırılır.
oultan Mecid hân
onaylayınca Fransa'nın bu arsa üzerin- 'ise yapma hakkı doğarsa da, ortada arsa
değil, tam te-Şekkülath bir camii şerif var olup, hem de büyük islâm kahyanı
zâ tın adını taşımaktadır. Camiyi yıkmak üzere gelen-cemaatin karşı koymasıyla
karşılaşırlar. İş padişaha akseder. Çünkü Kudüs'deki Safilerin müftüsü, Harem-i
Şerif Şeyhi, Tarikat şeyhleri ve sadâttan nice zevat bir şikâyetname yazıp
padişaha göndermişlerdir.
Mutasarrıf bu makama Fransız elçisinin yardımlarını görerek
geldiğinden böyle bir işe aracı olma süfliliğini işler. Padişah, mutasarrıfın
derhal azlini emreder ve bir daha hiçbir is-de kullanmaz bu kişiyi. Bu hususda
devlet adamı, âlim ve tarihçi Ahmed Cevdet Paşa merhum şunları kaydeder:
"Sela-haddin gibi bir büyük zâtın ahırı olsa ona riayet muktezayı
insaniyetken, camiini klişeye tahvil ettiren hamiyetsizlerin istihdamı şöyle
dursun, yüzlerine bakmak caiz olmayacağı cây-ı bahs ü tereddüt değildir. Devletin
eski savleti kalmadığı gibi erkân'in dahi evvelki şân-u şerefleri zail oldu.
Her biri kendilerine melce bulmak üzere sefaretlerden birine iltica eylediler
Binaen âlazalik müdehalat-ı ecnebiye aleni surette cereyan eder oldu. Deuiet-i
âliye de acınacak bir hâle geldi. Maalesef bu ferman geri ahnammaıştır. Şu
uak'a devletin aczinin, ricalin şuursuzluğunun ve ecnebi müdehalesinin derecesinin
yükselmesinin bir misalidir "
Burdakİ olayın sebebi, devlet adamı yokluğunun bir girizgâhı
olmasıdır. İlerleyen zamanın,adamların kaliteye döndüğünü de söylemeden
geçmeyelim.
Fransa'da 2. cumhuriyet sükût etmiş yerine, eski reisicumhur Lois
Napolyon Bonapart unvanı ile 3, Napolyon olarak Fransa imparatorluk tahtına
oturdu. Böylecede avrupa da merkezde Alman İttİhad-ı (alınanların birleşmesi)
gibi mühim bir mesele çıkması,1. Nikolayı Osmanlı devleti üzerine ayrı bir
yolda hücum etme noktasında meydan bulması nı getirdi. İlk önce Karadağ'ı
tahrik etti. Maksadı Rumeli bölgesindeki hristiyanalrı aya ğa kaldırmaktı.
Karadağ ismen bize tâbi idi. Vladika adı ile tanınan Karadağ reisleri ruhban
sıfamaktaydılar. Bunlar Petersburg Sen-Sinod meclisin-a n ruhaniyetlerine dâir
ferman alırlar idi. Bu sıralarda ma-kam-ı riyasetde bulunan Danilo, prensliğini
ilân ederek Pe-rsburg'a gitdi.
İmparator Nikola kendisini Karadağ Prensi larak kabul edip çocuklarınında bu
şerefe vâris olabilmeleri hususunda yardım edeceğini vaad etdi. Para ve
nişanlar hediye etdi. Her bakımdan kendsini destekleyip, teşviklerde bulundu.
Danilo, Çetine'ye döner dönmez isyan bayrağını açtı. Tabiki
Osmanlı hükümeti derhal bu isyan bayrağını açtı. Tabi-iki Osmanlı hükümeti
derhal bu isyandan haberdar oldu. Macarlı Ömer Paşa kumandasında olarak 35 bin
kişilik bir ordu Karadağ topraklarına yürüdü. Meydan gelen savaş çok şiddetli
oldu. Yunanistan ve Cezayir'e yakınlığı hasebiyle ilkönce İngilterenin
dikkatini üzerine çekti. Avusturyada bir haylice üzüldü. Çünkü Rusya'nın,
Osmanlı devleti idaresinde bulunan Slavları, kendi emri altında bulundurmasıda
Avusturya devletinin siyasi menfaatlerine tamamen aykırı idi. Serdar~ı ekrem
Ömer Paşa devam eden muzafferiyatlarıyla Karadağı ezip geçiyordu. Avusturya ise
görünüşte görünüşte Islavları (Slavlar) korumaya dönük niyetle babıâlî nezdinde
kafi teşebbüslerde bulundu.Fakat; Avusturya'nın bu teşebbüsleri, Rusya'nın
arzu ve emellerinede bir nevi muhalefet olmuştu.
Rus Çarı Nikola, bu muhalefeti his etmekle birlikte Avusturya'nın
uzun zaman kendinden ayrı bulunmayacağı düşüncesini gütmekteydi. Bu sıralarda
yine Avusturya'dan daha çetin, daha azimkar bir siyasi hasım karşısında kaldı.
Fransa ile beraber bütün avrupanın bir asırdır unuttuğu bir mesele ortaya
çıkıyordu. İşte bu meselenin çıkışı müthiş bir savaşın çıkmasına sebeb oldu.
Fransız tarihçilerinin, ülkelerinin târihki taplarında belirttiğine
göre,1153/1740 senesinde elde edilen, 246/860 târihinde Kudüs-ü Şerif Patriği
İstanbul'da bizzat Hz. Ömer (r.a)'m mezhebine müsaade ettiğini bildiren bir
hatt-i mübarekeni ibraz etmiş. Mezhebine müsaade te'yid olunduğu gibi
ihsanlarada, gark edilmiştir. Yine 923/1517 târihinde Yavuz Sultan Selim
devrinde Rumlar, gerekse Ermeniler, mübarek makamlardaki hukuklarının
korunmasını istida edip, neticede bu müracaatlarına müsbet cevap verilmiştir.
Osmanlı devletinden elde edilen kapitilasyonlarla Fransa,Osmanlı topraklan
içinde yerleşmiş Lâtinlerin, koruyuculuğunu üstlenmişlerdi
Osmanlı padişahlarından gerek Kudüs-ü Şerifin içinde gerekse
dışında bulunan bütün ziyaret yerlerini kesin olarak kendi emr-i ve muhafazasına
almıştır. Hatta Kudüs-ü Şerif'de Hz. Meryem Validemizin kabri ile
Beyt'ülham'daki Hz. İsa (A.S) Efendimizin doğduğu yer ile Kamame Klişesi hakkındaki
muamelede böyle olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda, bu mukaddes yerlerle ilgili bazı muamelat
hakkında bilgi yer alacaktır: Lâtinİer bu mübarek makamlarda tecrübe sahibi
meselelere yabancıda değildiler. Onlar da Ortodokslar gibi eskiydiler. Sultan
4. Murad zamanında ki, 1047/1637 senesinde yine 1067/1 656'da 4. Meh-med
döneminde Latinler, Rumlar ve Ermeniler arasında çıkan ihti laflarda babıâlî
tarafından, başlarında bizzat Şeyhülislâmın bulunduğu vezirler,
kadıaskerlerden teşkil olunmuş bir heyet tarafından murafaları (duruşmaları)
yapılmıştır. Yine: 1188/1774 senesinde Sultan 4. Mehmed devrinde Fransızlarla
bu mevzuda yapılan bir antlaşma şöyle: "Françe-iu'dan Kudüs-ü Şerif
ziyaretine gelip gidenlere, rahiplere asla taarruz edilmeye denildiği gibi bir
yerinde de önce Fransa padişahı meablarına
mektup gönderip harbîler ticaretden men olundukları takdirince Kudüs-ü
Şerif ziyaretine euvel-den vara geldikleri üzere varup, gelup rencide
olunmayalar" şeklinde bir maddeyi padişah tasdik etmişki bu da, Osmanlı
İslâm devletinin din ve vicdan hürriyetlerine yaklaşımının dünya çapında
hayranlık uyandıran bir ispatı sayılabilir. Yine Lâtin krallarının mezarları,
Lâtin Papasların tasarrufunda bulunması da yukarıda yazılı antlaşmanın 3.
maddesinde yer almıştır. Lâtin rahipleri dolaysıyla Fransa'ya hediye edilen
hakkı vermek, 18. asırda Katolik mezhep bağlılarının Kudüs-ü Şerifi ziyarete
artık itibar etmemeleri yüzünden unutulmuş hâle gelmişdi. Ancak Rum Ortodoks
mezhebinde olanla rın ziyaretleri sıklaştırdığı görüldü. Bilhassa; Kaynarca
antlaşmasının 7. maddesi Rusya'ya Ortodoks mezhebinin himayesini mensuplarına
serbestçe ziyarette bulunmaları hakkını vermişti: "Ferman-ı âli sânım
mucibince cümleden biri fran-çeye tâbi olan piskoposların ve diğer frenk
mezhebinde olan rahip taifesi her ne cinsten olursa memâlik-i Pâdişâhı de, kadimden
beri oldukları yerlerde kendi hallerinde olup âyinlerini icra eylediklerinde
kimesne mâni olmaya ue Kudüs-ü Şerif dahilinde ue hâricinde ue Kamame adlı
klişede eskiden beri ola geldikleri üzerek temekkün eyleyen frenk rahiplerinin
hala sakin olup, ellerinde olan ziyaretgâhiar, yine kema-kane(elan)frenk
rahiplerinin ellerinde olup kimesne dahi (karışma) etmeye. Ve tekâlif-i
talebiyle rencide eylemeyeler ue dâuaları zuhur eyledikd^ mahallinde fasl
olmazsa Asita-ne-i saadete hauale oluna" beyanı ile koruma altında olduklarının
teminatı olarak saymamak kâbilmi? 1152/1740 senesinde Sultan l.Mahmud devrinde
1153/1741'de sadnazam el hac Mehmed Paşa ile Fransa Kralı 15. Lui zamanında
eiçi Marki Dövilnof'un da vazifeli olduğu muahede müzakeratın-da bu madde aynen
tasdik olunmuştur. Diğer yandan da; Fransa'da Lui Napolyon Bonapart imparatorluk
tahtına varmış olmak için ruhban sınıfının kuvvet ve yardımına ihtiyaç
görüyordu. Hatta; Papalık lehine olarak Roma'ya kadar sefer ettiği gibi
Fransızların doğu'da eskiden beri elde etmiş bulundukları hukuku muhafaza için
azimkar kararlar aldı. Adı geçen hukuka göre 1. Napolyon ve Filip zamanlarında
ihmal edilmişti. İşte bu sıradaydı ki,Ortodokslar babıâlî'den Kudüs' deki bazı
mukaddes yerlerin tamiri için izin almışlardı. Lâtinlere mahsus olan bazı
yerlerede, tecavüz eylemişlerdi. Yukarıdan beri atıf yapılan Kaynarca antlaşmasının
7.maddesini sahifemize alıyoruz:
"Deutet-i âliye-miz taahhüd ederki, hristiyan diyanetinin hakkına
ve klişelerine kaviyyen siyanet ede. Rusya devletinin elçilerine ruhsat
vermeye her ihtiyaçda gerek 14.maddede zikrolunup, mahruse-İ Kostantiniyyede
beyan olunan klişeyi mezküre ve gerek hademesinin siy anete( koruma) ibraz-ı
tefhimat ile elçi-i mumaileyhin deulet-i âliyyemin dost-u safa ve hem civarı
olan devlete müteaallik adem-i mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmağla
deulet-i aliyyemiz tarafın dan kabul eylemelerini devleti âliyyelerimiz
taahhüd eder. Lui Napolyon, 2.cumhuri yetin başındayken katoliklerin himayesini
meselesini göz önüne aldı. Fransa sefiri La Valette vasıtası ile eski
antlaşmanın tamamen uygulanması hakkında hızlı teşeb büslere başvurdu. Bu
teşebbüslerin bir mânası da, Latinlerin ıs lavlara karşı bir reka beti idi.
Böylece artık İstanbul'da Rus ve İngiliz tesirleri çarpışmaları başlatılmıştı.
Bu mücadete-i müsademe Lui fiapolyon'un Fransa İmparatorluğuna yükselmesiyle
daha da şiddet kazandı."
"Kırım Savaşı Siyasası" adlı eserden aşağıdaki satırları
nakle çalışalım: " Kudüs-ü Şerif ve buradaki tanzim hususunda meydana
getirilen özel komisyon bir daha toplanmış ve anılan müzakereler sonunda,
evvelâ Latinlerin yalnız kefiri ilerine inhisarını idd-İa ettikleri
ziyaretgâhlann, onlara iade-7 uönüne gidilmeyip, bu hususdaki iddialarının red
olunması oldu. İkinci karar da Kamame klişesi büyük kubbesinin her iki
mezhebin aziz saydığı bir mahal olmasından do-lauı yalnız bir tarafa tahsisi
doğru olmayıp ortak anlayışa tahsisi, küçük kubbesinin ise eskiden olduğu gibi
Ortodoks-larada bu tahsisin yapılmasıdır." Biz bu arada üstad merhum Ahmed
Râsim Bey'İn Kudüs-ü Şerif ile alakalı şu bilgilendir-mesiyle sahifelerimizi
süslüyoruz: "Hz. İsa (A.S)'ın güya sel-blnden (idamından) sonra defn
olunduğu klişe ki buradan semaya uruç mutedikat-ı nasraniyedendir. Adının
Kamame yâni süprüntülük olmayıp Kıyame olduğu hakkında iddialar vardır"
demek suretiyle bunların ihtilaflarına işaret etmektedir. Bu komisyon üçüncü
olarak da, Merkad-i Hazreti Betül (Hz.Meryem'in lâkabı)'de bütün mezheplerin
ashabının müşterekliğine rağmen Latinlerin dışarda tutulması münasip görülmediğinden
bunların ellerindeki fermanlar diğerlerininki gibi istifade edilecek hâlde
sayılması hususu gerçekleştirildi. Dördüncü olarak da, Beytülahm klişesi
asırlardan beri Ortodoksların ellerinde olmasına rağmen, lâtİnler de eskiden
beri, bu klişeyi kendilerinin inşa ettiklerini iddia ediyorlarsa da, küsenin
içinde velâdetgâh (doğum yeri) mevcut bu da ortak bir ziyaret yeri meydana
koymuş oluyor. Zaten küse kapılarının bir anahtarının mezheplere iki
anahtarınında lâtinlere verilmesiyle birlikte bunların, klişe içinde başka bir
haklan ol-madığı, beşinci olarakda, Hz. Meryem merkadi (mezar) içinde bulunan
Mes cid-i ürûc da bundan böyle ortodokslarında aym icra etmeleri kararı
alındı.Bu kararın muhalifi tabiiki
sefiri Lavalet ret kararını bekletmeden açıkladı. u arada da, muvazaa
hâlindeki sadaret görevinden Mustafa
Reşid Paşanın düşmesi vukubuldu. Öte tarafdan da Ortodokslar,
Rusların tahrikiyle ayaklanmalarını başlatmış oldular.
Netice olarak; klişe meselesi daha sonraları İstanbul boğazında
bir nüfuz-u siyasiye meselesine dönüştü. Fransızların ittifak teklif ettikleri
gibi Ruslar da, Kaynarca ve Edirne antlaşmaları hükümlerini ileri sürerek
Ortodoks klişesine bağlı olup Osmanlı topraklarında buiunan hristiyan
kimselerin hâmisi olduklarını ilân eylediler. Böyle olunca Fransa hükümeti
elçisi Lavaleti geriye çekti. Rusya ile Kudüs meselesi hakkında Petersburg'da
doğrudan doğruya müzakerelere hazır olduğunu bildirdi. Çar Nikola'da bu
vaziyetten son derece memnun ve neşe doluydu. Yapılan karşılıklı konuşmaların
hâl noktasına ereceği şeklinde ümidler uyanırken 1269/1853 şubatında Ruslar
tarafından Prens Mençikof adlı fevkalâde bir elçi İstanbul'a yollandı.
Mençikof; Rusya'nın Finlandiya eyaleti umumi valisi, Baİ-tık
denizi filoları kumandanı olduğu gibi aynı zamanda Bahriye nâzın idi.
Rusya'dan gelirken Karadeniz donanmasıy la Besarabya'da bulunan Rus
kuvvetlerini teftiş etdi. Alafranga mart ayının l.günü İstan bul'a geldi.
Yanında bulunan Rusya devlet adamlarının meşhurlarından; Prens Gaiiçyin, Kont Di-mitri
Nesolrod, Karadeniz filosu Majör generali Amiral Homi-lof.Besarabya ordusu
erkân-ı harbiye reisi general Mika Puçinski vardı. Mart ayının 2. günü sokak
elbisesiyle babıâlî'de mutad zîyaretde bulundu. O sırada Osmanlı hariciye nâzın
olan Fuad Paşayı göremedi. Mençikof; Dr. Büyük Mehmed Fuad Paşayı Rus düşmanı
olarak gösterirken, Sultan Abdül-mecid Fransız ve İngiliz elçilerinin ortadan
kaybolması dolayısıyla şaşaladı. Yabancı târihçiler,eserlerine Fuad Paşayı padişahın
azl edip, Rıfat Paşayı getirdiği şeklinde yazdılar.
Prens Mençikof un sergilediği davranışlar ve hâllerden siyasi
j-pehafillerde endişeler meydana geldi. Kendisine memuriyetinin maksadı
soruldukça: "Sultanın kızını Rusya prenslerinden birine almağa
geldim" gibi kaba şakalar ile mukabe lede bulunmaktaydı. Bu vaziyetden
büsbütün kuşkulanan İngiliz sefiri de, Amiral Dundas'ın komutasındaki gemileri
çağırma yoluna gitdi. Yine mart ayının 20.günü bir Fransız filosu, Tu-lon
limanından demir aldı. Mençikof'un; mukaddes yerlerdeki meseleler hakkında
adetâ özür dileyen tavır takınmamızı temin için geldiği anlaşılınca Fransızlar,
sulhun devamını ve akıbetini korumak gayesiyle Ortodoksların Kudüs'de talep,
ettikleri imtiyazlardan bazılarına ses çıkarmamayı tercih ettiler. İngiltere
elçisi Lord Staratford, Fransa ve Avusturya kabinelerinin fikirlerini
yoklayarak Londra'dan dönmüş ve Fransa' nın yeni sefiri Mösyö Dö Lakor'da
gelmişti.
İngiliz elçisi Lord Staratford Radklif tarafından müsvedde olarak
hazırladığı yazıya uygun şekilde 1269/1853 senesi 1 O/nisanına rastlayan gün
iki tane ferman çıkarıldı. Bu fermanlardan biri Kudüs mutasarrıflığına tebliğ
olanında: "Bey-tüllahm klişesiyle büyük kubbesinin anahtarı lâünlere
ueril-mişsede eskiden beri mağaraya geçiş hakkını hâiz olup, de-rununda (içinde)
âyin yapamayacakları,kullanmada Rumlarla müşterek olmadıkları, mağarada
mevcudken, 1847'de kaybolan yıldız'a mutabık (benzer) taraf-ı şahaneden Hz.lsa
(A.S) 'mm ümmetine yâdi gâr olarak yıldız koydurttuğu gibi, Hz. Meryem
Validemizin kabrine, güneşin doğuşundan itibaren her sabah Rumların, sonra
Ermenilerin ue onlardan soıı-rada, Latinlerin birbuçuk saat âyin
yapabilecekleri, Beytül-lahm'daki Frenk manastırına bitişik, iki tane bahçenin
eskisi gibi Rum. ue Latin cemaatleri tarafından nezaret altında ola-'a/c
yapmaları ve hiç kimsenin bu hakkı bozmağa hakları ol- yeter açıklıktadır.
Beri yandan Âlî Paşa'mn sadaret makamındayken 1269/1852'de Mösyö
Teytov'a gizli bir ferman vermişti ki bu fermanda latinlerin, Kudüs'de nail
oldukları imtiyazları kaldırıyordu. Çar, bundan memnun kalmış, fakat Fransa
elçisi La-valet tabii ki memnun olamayacağından gitmişti. Bu iki yüzlü
siyasetin mahcubiyeti, Afif Efendi isminde bir komiserin Kudüs'e yollandığı
sırada ortaya çıktı. Çünkü latinler de, or-todokslar da bahsi kazanmış
biliyorlardı. Afif Efendi her iki tarafın gösterdiği sevinç naralarından
şaşırdı. Elbette burad-fan verilmiş olan bir emir üzerine latinlere mahsus olan
fermandan başka bir ferman tanımadığını bildirdi. Latinler; kabardıkça
kabardılar! Rum Patriği ile Rusya'nın Yafa Konsolosu işi azıttılar. Afif
Efendi onlarada, belli sayıda dinleyicinin bulunduğu bir mecliste, Ortodokslara
verilmiş olan, fermanı okumağa mecbur oldu. Çar; tebâsı karşısında küçük düşmüştü.
Bu sebebden Nikola hâl-i hazırın devamından vaz geçerek uğradığı muameleyi
tamir etmek istedi. Mukaddes yerler meselesini geriye bırakarak, Kaynarca
antlaşmasının 7.maddesini ele alarak işin yönünü değiştirdi. Osmanlı toprakları
üzerinde yaşayan Rumİarın himayelerini üstüne alacağı teklifini ortaya atmaya
karar verdi. Böyle yaparakda, Edirne antlaşmasını bu işe hizmet edecek noktaya
getirmeye ça lıştı. Çar; 1852 senesini bu işleri hâl etmek düşüncesiyle
geçirdi. Diğer taraftan da Avusturya Karadağ savaşından endişelendiler.
Rusya'nın müttefiki olmaları sebebiyle, Kont La-ningen vasıtasıyla 30/ocakta
bir ültimatom verdiler. Harekât-i askeriye tatil edilmediği takdirde ilân-ı
harp edileceğini bildiriyorlardı.
Karadağ meselesi Avusturya'nın müdehale etmesiyle kapandığı gibi
mukaddes mahaller hususunda yukarıda görüldüğü gibi Fransızların gösterdiği
uyum ile düzelme yoluna verrnişti. Böylece Mençikof'un İstanbul'dan ayrılması
veya hakiki talimat neyse onu meydana sürmesi lâzım geldi ve nitekim bunu da
yaptı.
3/şaban/1270-5/mayis/1853'de, babıâlî'ye bir ültimatom verdi. Bu
resmi vesika büyüklük kompleksi içinde yazılmış ve Çar Nikola'nın gizli
maksadının açıklığa kavuşmasıydı. Rusya Çarı; padişaha bir daimi ittifak
teklifinde bulundu. Kendisini Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların diğer bir
deyimle de Ortodoksların koruyucusu olduğunu ısrarla ileri sürmekteydi ve böyle
kabul edilmesini istemekteydi.
Bu ültimatom veya talebin mânası Sultan Abdülmecid'in tahtını
bırakması yahutda doğrudan doğruya Rus Çarı'nın himayesine girmesi demekti. Böyle
bir teklifi kabul etmek ülkedeki Rum ve Ortodoksların, bütün işlerinin Rusya
devleti tarafından, görülmesine müsaade etmek demekti. Bu ültimatom beş günlük
bir müddeti taşımaktaydı. Maksadıysa Rus-yanın hacil duruma düştüğü Kudüs
olayındaki prestiji tamir etmekti.
Babıâli; İngiltere ve Fransa'dan aldığı cesaret üzerine
10/mayıs'da ültimatoma ret cevabını verdi. Cevabdaki ifade meâlen şöyleydi:
"Rusyanın askeri taarruz hazırlıklarına başlamış olması ve tersanelerinde büyük
bir faaliyet görülmesi, Paris'de Doğu Sauaş'ı gibi addedilip, bu hal Osmanlı
devletini müdafaa etmek yalnız Fransa'nın uhdesindemi kalacak? Napolyon; beş
devletince kefil olduğunu haber veren bir nasiha ta uymaklada sefir Do
Vilafor'u yolladı. Latinleıie oı'todokslara uerilen fermanların okunmasını
taleb etdi. Bu-aun berine yukarıda 1/recep/l269-1 O/nisan/l853 tarihli fermanı
kaleme alıp,her iki fermandaki tezatlar kaldırıldı. nazam Paşa Ue Menci kof
arasında yapılan müzakereler-e rnahall-i mukaddese ait yerlerdeki ihtilaf
halledildikten
sonra zat-ı şahanenin Kaynarca antlaşmasından Rusya'ya tanınmış
hak lann geçerliliği ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde büyük bir serbestiye
mazhar olduklarını açıkça beyan etmesi yâni Rusların, Rum mezhebi işlerine ve
diniyelerine koruma göstermesine muktedir olduğunun Rumlar tarafından
anlaşılacak surette bildirilmesi esası kabul edilir gibi olmuştu. Mençikof
birdenbire müzakereyi kesti. Sebebi şu imiş: Laffet Arastaki Bey, isimli
babıâlî mensuplarından bir Rum, Rusya sefareti 1.tercümanı Argiripulo Bey
Rusya'ya ihanetle devlet-i âliyeye hizmet ettiğini ve bir takım faydası olmayan
imtiyazlar alınmağa sevketmekte bulunduğunu ve hatta Türkler tarafından
Büyükdere'de rüşuet olarak bir bina verildiğini, sadrıazam paşayı azlettirecek
ve Reşİd Paşa ile müzakerelere girişecek olursa menfaati büyük olacağını telkin
ey lemislermiş. Mençikof bu sözlere kanmış ve padişah-dan paşanın azlini
istemiştir. Mençikof; bu defa karşısında bulunduğu zatın evvelkinden daha zor
ikna olunacak cinsten olduğunu görünce şaşırdı Hatta Reşid Paşa eski
sadrı-azamın razı olduğu notaya hukuk-u hükümdarani padişahının Osmanlı ülkesi
içinde bütü- nüyle ve tamamen geçerli esaslarda olduğunu apaçık bildiren bir
kayıta dökülmesini istedi. Mençikof; aldanmış, aldatılmıştı. Çar Nikola;bu olay
üzerine 'Sultan'ın beş parmağının izi hala yüzümde' demiş olduğu
meşhurdur."
Bu hilenin İngiliz elçisi Sir Startford Radkiif çe tezgahlandığı
daha sonraları açıklığa kavuşmuştur. Emil Burjuva diyor-ki: "Tarih 13/mayısı
gösterdiğinde avrupada her şeyin sulh yoluyla düzelmiş bulunduğu görüntüsü
vardı, ingiltere donanmasını Malta'da durdurmuş, kendisininkini Salamayne
gönderen Fransa bu nümayişle iktifa edip,mukaddes mahaller meselesinde geri
çekilmiş katolik engelinden kurtulmuş bulunan Türkiye, şöyle böyle memnun
kalmış Rusya Çar'ına Rumlar hakkında teveccühkâr teminat ve Kaynarca
a.ntlaşm.ası hakkında tatmin edici hâle gelmişken, tek bir adamın iradesiyle
arzusuyla, Tuna kıyısında harp patladı. "
Şimdi Ahmed Rasim Bey'in değerli eseri ve tarafımızca Osmanlıcadan
sadeleştirilen "Resimli Osmanlı Târihi" adlı çalışmadan şu satırları
aynen alıyorum:
"Böyle bir vak'a, Şark Meselesi târihinde yeni değildi.1256/1840
senesinde İngilterenin Fransa ve Mehmed Ali Paşa aleyhine kazandığı büyük
siyasi mesele İstanbul sefiri Pönsönbi'nin kendi teşebbüs ve gayretleri ile
kazanılmıştı. Haziran ayında zat-ı şahane düşmanlarıyla antlaşma yap maya
hazırlanmaktayken Pönsönbi, Suriye'yi ayağa kaldır mış ve Londra'dan hiç bir talimat
almadığı halde Türkleri harbe sevketmişti. Bunun yerine gelen Sir Startford. do
Radk-lif ülkesine yeni yeni menfaatler temin edecek bu üçlü teşebbüs önünden
geri çekilecek adanı değildi. Mesleğinin bütün mesaisi geçirdiği Şark'da 1809
senesindenberi büyük işlere karışmıştı. Geçmiş tecrübeleri, istanbul'daki
İngiltere elçiliğine uerdiği hakimiyet ve tesir. 1841 antlaşmalarıyla Rusya'
nın vesayetinden kurtulmuş olan yeni Türkiye'nin tanzimi, Tanzimat-ı
Hayriyyenin, gerçek müellifi, Rusların büyük hasmı olan, Reşld Paşa İle ortak
çalışmada gösterdikleri samimiyet, metin bir siyasi ve korkusuz bir adam imiş,
hizmet etmekten çok efendi kılmıştı* Ona İngiliz Sultan diyorlardı. Fırsatını
buldumu daha çok kazanmak için ilk kazandığı zemini muhafaza etmeği bilirdi.
Mukaddes yerler meselesindeki ihtilaf önceleri onu müte-bessim
kılmıştı. Sonra Rusya ve 3.fiapolyon'un ihtilafıyla, bulanık sularda avlanmak
için, bir çâre görür gibi oldu. '852 senesi mayısından itibaren her iki taraf
arasında olan çekişmeyi tahrike gayret gösterdi. Fransa elçisi Laualet'in
yokluğu sırasında Fransa orta elçisi Sabatiye'ye Rusların ihanetlerinden ue
Fransa ile İngiltere'nin anlaşarak onları mahrumu maksad etmek gerektiğinden
bahsederdi. Mençikof Mustafa Reşid Paşa ile yaptığı müzakerelerden sonra yumuşamış
ve devlet-i âliyyenin Rusya'ya adi bir nota vererek tâleblerini yerine
getirmeyi taahhüt etmişti, Osmanlı devleti, 5/nisanda İstanbul'a gelen
diplomatlara Rusların ısrarla ileri sürdüklen talebi naklettiklerinde de
bunlannsa tavsiye ettiği 'mukavemet ediniz' olmuştu. Rusyanın, doğuda bulunan
Rumların üzerine almak istediği himaye usûlünün hasta imparatorluğun
damarlarına Rus zehirinin zerk edilmesinin kötülüklerini İngiliz kabinesine
bildirdi. Mayıs ayının başlangıcında Âlî Paşa ile Mençikof arasında yapılan
müzakerelerden sonra meydana gelen ue
iki tarafın hazım ve ihtiyatlı davranışlardan meydana gelen sükuneti İngiliz
elçi tabiiki devleti adına hiç de hoş karşılamadı. 8/mayıs'da Mençikofa bir
nota verdi ki adetâ meydan okur gibiydi. Ertesi gün ise padişah'a, Rusya'yı bu
teklifleri hasebiyle, ret etmesi üzerine, Malta'da bulunan İngiltere
donanmasını derhal çağıracağını bildirdi. Elçi; bütün hedefi görüşmelerin
kesilmesini temine matuf olduğunu, davranışlarıyla pek net bir tarzda sergiliyordu. 13/mayıs müzakereleri anlaşma ile bitecek
gibi görünürken netice alınamadı. Startford Radktif'i bir siyasi manevra
çevirir görüyoruz ve Abdülmecid han, Mençikof un talebi üzerine sulhun teminini
isteyen vekilleri azletme yoluna gitdi, Mustafa Reşid Paşa sauaşın
mesuliyetini üzerine aldığı görüldü. Mençikof; müthiş bir kızgınlıkla
Petersburg'un yolunu tutarken, İngiliz b.elçi Radklif'in daveti üzerine Amiral
Dundas, Fransız donanmasına mülâki olmak üzere Malta'dan demir almış oldu.
İngilizler Osmanlı devletini savaş açmaya meylettirmiş olmakla beraber artık
üzerine düş bu arzuyu şiddetlendirmeyi sürdürmesiydi."
En
Mençikof Ve Paltosu
Meydana gelen vaziyet Osmanlı hâriciye nezaretinden verilen
notada, kendini gösterir. Nota; istiklâl-i tâmme ve hâkimiyeti padişâhiden
bahsetmiş olduğundan işin geri dönüşü olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim; Rus
generali ve murahhası Mençikof da: "Palto ile gelmiştim. Fakat kısa zamanda
gömlek ile geleceğim" şeklinde boş ve buruk bir kelâmdan sonra,
elçiliklerinin armalarını indirtip, Rusya'ya döndü. Tarih-i Lütfi'de:
"Mençikofun gitmesinden sonra meydana gelen durumdan sonra iki devlet
arasında, hasımlık kapılar, nın açılmaması hususuna dâir, teminat-ı akredite
görülmemiş olduğundan devlet-İ âliye mecburiyetten bazı tedarik-i harbiye
zımnında Tuna taraf lahna ve Karadeniz boğazına İcab eden takviyeleri yapmaya
başlayacağını ilân et- di. Rus devleti hakkında bilinen hürmet ve riayeti
lâzimeye bağlı olarak Osmanlı ülkesinde ikamet eden Rusya tebâsı tüccarlar
konsolosları hakkında kötü bir muamele asla olmayıp, yine eskisi gibi usül-ü
serbestliklerinde işlerine bakmaları bildirildi. İşte harp meselesinin
başlangıcı budur. Mençikof gittiği gibi sağlam zannedilen münasebetler kof
çıktı." denmektedir.
Zâten bu mevzu ile alakalı tolarak yayımlanan resmî beyannamede
de, şöyle bir ifadeye yer verildiği görülmüştür. "Rusya devletiyle yapılan
didişmenin ve çekişrnenim sebebi hakikisi, Rum klişelerinin ue ruhbanlarının
vede mezheple-rinin imtiyazlarını, adı geçen devlet, bir nevi taahhüde bağırmak
istemeyip, Osmanlı devletinin dahi bütünüyle razı olmaması davasıdır." Bu
ifadedeki mezhebin imtiyazı meselesi
taa cennet mekân Sultan Fâtih döneminden beri bizzat bu padişahın
imtiyazı devam ettirmesi ve bunu yazı ile ilân buyurduğu hatırlanmalıdır.
Padişah tarafından; ecdadının yüksek takdi rine bağlı olarak, tasdik ve
kuvvetlendirmeyi sağladığı ortadadır. Makam-ı padişahinin, kendiliğinden
koymuş bulunduğu usûl-ü imtiyazatı bozmak Fâtih'den sonraki hiç bir padişahın
aklından bile geçmediğinden böyle devam eden tatbikatın bozulmasına lüzu mu
olmadığı izahtan varestedir. Bu hususda Osmanlı devleti bütün âleme bir
teminatını ilâna hazır olduğunu belirteceği gibi Rusya'nın, bahse konu
şüphelerden temizlemeye, yeterli usûlü temin etmeye de, is-tinkâf buyurmamış
olduğu ve bir devletin tebâsmdan olup, bunca milyon nüfusu toplamış olan bir
milletin mezhebinin imtiyazı üstüne başka bir devletle anlaşmasında veyahut
kuvvetinde bir suret-i tanzimiye yapmak ve taahhüd eden devletin istiklâline ve
hükümetinin hukukuna ait meşruluğa dokunacağı cihetiyle, böyle bir şeyin
yapılamayacağı defalarca dostane ve de ihlas dolu olarak beyan olunduğu halde
bu hususda bu kadar ısrarlı olmak icâb etmezken, Ruslar, yine iddialarından
feragat etmiyerek hâttâ bu defa Eflak ve Buğdan memleketlerini zapt ve istila
etmek üzere Rus ordusunun Prut nehrini geçmiş olup, saltanat-ı seniyye'yi
hayretlere düşürmesine sebeb teşkil etmiştir.
Antlaşmalara da aykırı olarak meydana gelen böyle bir olay,
Osmanlı devleti tarafından kabul olunamayacağından bütün devletlere resmi bir
şekilde ve açıkça anlatılarak bildirilmiştir. Çünkü devletler arasında
birbirinin istiklâl-i tâmmesi hususunda yapılan antlaşmalar gereğince bir çeşit
karşılıklı kefalet ve bir zincir hâlin de bu hususda mutabık kalınmıştır. Bunu
ihlâl edecek bir vak'a çıktığında hepsinin ben zer oylan muvafakat-ı usûl-ü
câri'den olarak, Rusya devleti tarafından, esas hedef, Os manii devleti ile
savaş değil, arzusunun verine geleceği ana kadar, Eflâk ve Buğdan topraklarını
rehi-e almak yoluyla sıkıştırmaktır. İngiltere ve Fransa'nın malum olan
denizci birer devlet olmaları Osmanlı devleti için, dayanacakları, istinat
edecekleri ve de itimat olunacak dostlar olduklarını bu hayırhahlıklarını daha
öncede fiili davranışla göster miş olmalarına binaen, devlet-i âliye diğer
ülkelerle usûl gereği haberleşmişti.
Nasıl oluşa olsun, devlet-i âliye, istiklâliyetini ve hükümranlık
haklarını ihlâle dönük bir teklifi kabul edemeyeceğinden, işlerin alacağı
renge vakıf olununcaya kadar, kendini savunmak ve muhafaza için Tuna sahilleri
ve Anadolu hu-dudlannda silahlı güçler bulundurmaya hep birlikte karar almışlardı.
Esas anlaşmazlığı toplamış bulunan bu beyannamenin sonu devletin bu hususda seçtiği
siyaset tarzımda içine almaktadır.
Bundan dolayı dikkatle okunmalıdır: "Rusya devletinin dâvası
her ne kadar Rum milleti reislerinin gerekse ferdlerin katiyyen hisseleri ve
malumatları olmadan, hatta Rumların tebâsı oldukları Osmanlı devletinden memnuniyetleri
ue şükranları devam etmekteyken böyle bir meselinin ihdas olunmasından dolayı,
Rumların çok müteessir oldukları da, padişah indinde tahkik olunmuş ve bu
mesele münasebetiyle onlara asla kötü bir nazar ve düşmanca bakılmadığı gibi,
Ermeni, Katolik, Protestan ve yahudi tâi- [eleri nasıl birer sadık tebâ
iseler, Rumlar da ay&en onlar gibi olduğundan herkesin yekdiğeriyle güzel
geçinmekte olduğu, velhasıl hiç-kimse vazifesinden hariç sözlere karışmayıp,
rızaya aykırı davranışlarda bulunmayıp, kendi işine gücüne bakması lâzım
gelecektir. İşbu açıklama ve beyanat-ı tedbir ile karar, , şeyhülislâm, südûr
ve ulemâ ile serasker ve. bütün cihet-i askeriyeye memur vezirlerle,
sadrıazamla devlet ricalinin hazır bulundukları halde ve sadnazamm başkanlığında
toplanan meclis-i umûminin sonunda vardığı düşüncenin emr-l fermanı padişahı de
bu merkezde şeref sudur buyrul-muş olduğundan her kim, bu karan beğenmeyecek ue
kararlaştırılmış tenbihlerin hilâfına hareket edecek olursajtaat-sızlık
mânasına geleceğinden, şediden cezaya müstahak olacaktır."
Altmış kişiden meydana gelmiş bulunan, meclis-i umûminin tasdik
ettiği, siyaset usûlü dahiliyesinin özeti bundan ibarettir. Bundan sonra
batı'Iı devletler ile yapılan ittifaklar ve Anadolu ile Rumelide, ordular
kurulmasına ve donanmayı hümayunun yâni, padişahın donanmasının müttefik
devletler donanmalarıyla Karadeniz'e çıkmalarına gayret ve Mısır'dan tertip
olunan 2 kapak, 4 firkateyn, 2 vapurla beraber 9500 kara askeri getirtildi.
Anadolu Ordusuna Kirımîzâde Reşid, Rumeli Ordusuna da, Halep Nâkibizâde
Abdullah Efendikadı ve her iki orduya da müsteşarlar tâyin edildi.
Ruslar ise; efkâr-ı umûmiyeyi heyecenlandırmak gayesi ile osmanlı
devletinin Kudüs-ü Şerifi musevilere satmış olduğu dedikodusunu yaymaya
çalıştığı duyulmaktaydı. Harp, savaş lâflarının kuvvetü olarak telaffuz
olunduğu bir sırada çıkarılan bir hatt-ı hümayun da son tarafında:
"Bu harbin sebeb-i aslisi devlet-i âliyemizin hukuk-u
mu-kaddesesini ve istiklâlini muhafazai kaziye-i hayriyyesi olduğundan,
Cenâb-ı Hallâk-ı Cihân'ın, teofıkat-ı samedaniyesinden ve rurıaniyet-i celilei
hazret-i risalet penahiden müs-temend olduğu halde, böyle bir farizanın
icrasında, bizzat bulunmak maksadıyla bi-mennihi teâla ilkbaharın gelişiyle
azimete azm ve niyet eylediğime binaen meuakibi hümayunümüzün ihtidadaki
merkezi Edirne şehri olacağından maiyetimizde bulunacak askere muktezi olacak
şeylerin orada hazır bulundurulması icab-ı hâlden olmağla.."
Savaş
Muteber kaynaklarda harbin ilk günleri şöyle anlatılmaktadır: Rus
orduları kuzey cihetinden, Fransız ve İngiliz ortak donanması güney yönünden
yürüdükleri,Tuna'da ise, Serda-nekrem Ömer Paşa komutasında bir müdafaa hattı
meydana getirilerek hareket plânlanmıştı. Bir yandan da avrupa devletleri
hükümetlerine mensup vekiller, savaşın olmaması için diplomatik faaliyetleri
hummalı bir şekilde sürdürmekteydiler.
Rusya başvekili Nesilrod, İngiliz elçisi Sir Hamilton Sey-mur'a,
İstanbul'daki İngiliz elçisinin her çeşit teşebbüsatı anlaşmayı önlemek ve men
etmekte başarılı olduğunu Mençi-kof ise, resmî bir antlaşma imzalamakla işe
giriştiği halde, yavaş yavaş konuşma tarzını değiştirerek, önce bir taahhüde
sonra adi bir nota istediğini bildirmişti. İngiliz kabinesi suihu isterce
görüntü çizerek haziran ayı boyunca donanmasını boğaz dışında Beşike Limanında
bekletmiş, Ruslar,3/temmuz'da askerlerini Prut Nehrinden geçirip,
hazırlanırken, öte yandan yavaş bir surette müzakerelere eğilim göstermişti.
Fransa'da 3.Napolyon ve bnun hârici ye nâzın Droin dö Lovnis,
Rusya ile savaşmak için, İngiltere ile ittifak imzaladıklarına dâir
söylentilerin asılsız olduğunu ilân etmişti. Londra'daki elçisine bu mevzuuda
kesin talimat verildiği halde, Viyana sefiri tarafından dahi, Avusturya
başvekili, Kont Bool'a Fransa'nın niyet ve arzusunun sulh olduğunu bildirmiş,
Napolyon'un hükümeti 1841 tarihli antlaşmalarla Osmanlı devletinin istiklâl-i
tâmmesini savunmadan başka bir emel taşımadığını bildirmişti. Avusturya'ya adı
geçen antlaşmanın metni üzerine Çar nezdinde teşebbüse geçilecek olursa
harbin önlenmesinin kabil olduğu anlatılmıştı. İngilterede de, efkâr-i umûmiye,
tehdit altında bulunan Osmanlı devleti lehine ve boğazların ise savunulması
noktasında heyecanlı gösteriler yapıyordu.
Palmerston ve partisi Rusya ale yine tahrikler yapmaktaydı.
İstanbul'da ise, resmî beyannamenin son fıkrasında görüldüğü üzere hükümet
kararına uymaktan başka çâre kalmamış ve ahali daima harp istikametinde
yönlendirilmiştir.
Bu sırada ise meşhur edib Victor Hugo, Quint gibi cumhuriyet
taraftan kişiler kalemleri ile Rusya aleyhinde ifadelerde bulundular. Hele
katolik cereyanı mukaddes yerlerle ilgili Fransız politikasını hızla lehimize
yönlendirmekteydi. Yalnız Avusturya başvekili bulunan Boul, Rusya ve avrupa
âlemine dostâne yaklaşım taraftarıydı. 1/temmuz'da Viyana'da bulunan bütün
b.elçileri davet ederek, avrupa âlemini tatmin ve Çar Nikola'yı te-min için,
Mençikof ile Osmanlı devleti temsilcileri arasında kararlaştırılıp,
Stratford'un, karşı çıkması ile bozulan nota'nin aslını, büyük devletlere
tebliğinin, gerektiğini ileriye sürdü.
Çar, buna razı oluyor ve böylece de savaş geriye kalıyordu. Fakat
Startford Radklif İstanbul'da sefirlerin kabulünden sonra Mustafa Reşid Paşa
ile gizlice görüşerek Viyana'da tanzim edilen nota'nın Rus hükümetinin
arzularından doğmuş olduğunu Rusya 'nın Viyana sefirinin, Vikont Boul'un
kaimbiraderi olan, Mayendorf'un teşvikiyle, Osmanlıları; sulha feda etmek
üzere, kaleme alındığını anlatıp, Paşa'yi ikna etdi. Mustafa Reşid Paşa, on
senedenberi İngilterenin nasi-hatlarıyla, Ruslardan bir intikam almak üzere
Osmanlı ordu-ve mâliyesini tanzim etmiş olduğu gibi iki aydan beri Ae hazırlıklara başlamıştı. Maksadına devama
karar verdi.
Meslirod, Kaynarca ve Edirne antlaşlannın iptali suretiyle Viyana
notasının değiştirilmesini, padişahın hristiyan mezhepleri babıâlî'nin
himayesinde olmak üzere Kaynarca ve Edirne antlaşmaları hükümlerine, sâdık
kalacağı tarzında, İslahını istedi. Rusları 3.defa olmak üzere iddialarında
boşa çıkarıyorlardı. Hâl böyle olunca savaş artık kaçınılmaz ol maya başladı.
Palmerston'un teşvikiyle, İngiliz halkının heyecanı, Rusların Buğdan'a
tecavüzleri savaş ilânını kesinleştirdi. Viyana notasının değiştirilmesi
ve.savaş hakkında bizde, şöyle bir kayıt vardır:
"Deviet-i âliye ile Rusya devleti arasında ortaya çıkan
münazara ve anlaşmazlıktan dolayı ıslah-i devletin şu sıradaki vaziyetini
Mösyö Debidor, Tarih-i Siyasa'sında şöyle tarif ediyor: "Rusya, Au ustur
ya ue Prusya'nın iıayırhatıane dau-ranışna itimat ettiğinden iki devlet arasında
olan halin düzelmesi niyetiyle taraf-ı saltanat-ı seniyyeye arz olunan suret-i
tanzimiyenin bazı mahalleri devlet-i âliye nin matlubu yâni beğendiği tarzda
düzeltilmedikçe diğer devletler tarafından istenilen teminat verilmedikçe
muvaffak olunamayacağı ka-rarlaşmıştı. Evvelce gelmiş olan müsveddeye Osmanlı
devleti tarafından yapılan değişiklik ve tashihatın, Rusya'nın kabulüne,
Osmanlı devletinin yanında yer alan dört büyük devlet tarafından büyük gayret
gösterilmişse de, Ruslara tesir etmeye muvaffak olunamamıştır. Velhasıl; sulh
içinde, şu anlaşmazlığın bertaraf edilmesi kabil olamayacağı anlaşıldığından
Rus askeri gücünün tecavüzü ise bu antlaşmayı nakz eüi-91 bütün devletlerin
malumu olduğundan bunun böyle gitmeyeceği 22/ziihicce/1269-27'/eylül/]853 günü
ya puan umumî meclis toplantısında azaların oybirliğiyle Rusya'ya harb ilânına
uerilen karan yine o meüzuuda alınan fetva-i şerife tarafından te'yid edilince
meclis mazbatası padişah-t şahaneye arz olunup, hatt-ı hümayun elde
edilmiştir. Uzun uzun anlatıldığına göre iki deuletin sauaşması gerçekleşmiş
olup, Eflâk ve Buğdan topraklarının tahliyesi hakkında Rusya askerinin
kumandanına usûl icâbı gönderilen mektup târihinden itibaren 15 gün içinde
tahliye emri verilmediği takdirde düşmanca harekâta başlanması hususunda
Serdar-ı ekrem Ömer Paşaya ve diğer vazifelilere devletimiz tarafından gereken
talimat verildi." Demekte.Fransa ile İngiltere'nin harp için aralarında
anlaşacaklarına bir türlü inanamıyordu. Bundan başka Balkan yarımadasında
bulunan hristiyan ahalininde ayaklanacakları hakkında çok büyük ümitler
taşımaktaydı. Gerek teselya gerekse Epir taraflarında büyük heyecanlar kendini
göstermekteydi. Atina da bulunan çok sayıda ve tesir gücü fazla olan Rusyalı memurlar
Yunanistanı bu iki bölge üzerine atılma hususunda tahrik ve teşvik ediyorlardı.
Kral Othon ile haris karısı kraliçe Amelya açıktan açığa Moskova politikasını
tercih ederek Na-pist yâni Rus hükümeti taraftarı partisini kışkırtıyorlardı.
Osmanlı topraklarına geçip, ihtilâl çıkartmak için, Yunan subay ve
askerlerine müsaid davranıyorlardı. Aynı zamanda Çar İran'ı da Osmanlı devleti
aleyhine davranışa yöneltiyor hâttâ Baltık denizinde emniyet içinde görmek için
Danimarka kralını bile ortaklığa çağırmaktan usanmıyor para azlığı yüzünden
Osmanlı devletinin ilk baharda sulh yapma eyili-mine koşacağını ümid ediyordu.
Bu sebeble; tecavüzi hareketlerde bulunmayıp, müdafaada bulunmaya önem verip,
buna sebeb olarakda, savaş ilânının kendi tarafından olmadığı, sulh
severliğinin hâlis niyetini ortaya koymaktan ileri geldiğini bildirdi. Bu
vaziyet üzerine de Avusturya başvekili Boul. Rusya başbakanından aldığı kabul
haberi üzerine 5/ara-hk'da Viyana Konferansını açtı. Dört devlet arasında müzakereler
başladı. Babıâli'ye gönderilen protokolün özeti şu idi: "a- Osmanlı
devletinin mülkiyet-i tâmmesi-
b-Padişahın, hristiyan tebânın rahat yaşamasını sağlaması
şartıyla İstiklâli tâmmesi" Bu protokola iliştirilmiş notada, babıâli'nin
Rusya ile müzakerelere girişmek için ileri süreceği şartların çok çabuk
bildirilmesi rica ediliyordu. Fakat savaşın başlangıcı Rusya'yıda elde ettiği
vaziyetden ayıracak hâle getirdi. Vidin civarında bulunan Ferik Salim Paşa
yeterli kuvvet ile Kalafat Adasına geçmiş ve Rumeli Ordusu erkân ı harp reisi
İsmail Paşa da Rahova tarafından gelerek, Kakjfat Ada iskelesi ve hududa yakın,
Şevketil Kalesinin muhasarasına girişilerek kısa zamanda bütün silahlarını
teslim etmek suretiyle isteklerimiz olan maksada muvaffak olundu.
Öte yandan da Rumeli ordusu Kumandanı Macarlı Ömer Paşa da
Tutrakan önündeki Ada'ya gönderdiği kuvvetlerin himayesinde istihkâmlar
inşaasına başlatmış, taş binalar karantinaya alınmış ve içine bir kaç tabur
askerle, cephane ko-nulmuştu. Ruslar; 20 tabur piyade, 3 alay süvari, 1 alay Kazak
süvarisi ve 32 adet piyade ve süvari toplarıyla birlikte hücum ettiler. Dört
saat devam eden bu kanlı sava şın bilançosunda Ruslar ikibin yaralı ve bin ölü
ile bfrakrak çekildiğinde bu savaş târihi mize, *Çetine Muzafferİyeti"
adıyla şan ve şerefle yazılıyordu. Bu savaş neticesinden olarak, Rus-Sırp
ittihadı ümidi bir başka zamana kadar tehire uğramış oluyordu. Ayrıca İngiltere
ve Fransa'ya aid gemiler Beşike Limanında bulunuyordu ki bunların oniki tanesi
padişah fermanı ile Çanakkale Boğazından geçip Büyükdere önlerinde demir attı.
Rus deniz filolarının, Osmanlı devletine aid Karadeniz'deki
sahillerine tecavüzü menetmek maksadıyla Bahriye Paşası Kayserili Ahmed Paşa
komutasında Osmanlı savaş gemileri gönderildi. Bu donanmada 12 parça gemi
bulunup,top sayısı ise bir hayli faz la olup, 1118 tane idi. Bu arada Fransa ve
İngiliz donanmalarının Beşike limanına gelmesi Çar Niko-la'nın son derece
gazablanmasına sebeb oldu. Babıâli'den aldığı cevap üzerine Rusya ahalisine bir
beyanname neşretmek mecburiyetinde kaldı. Bu beyanname adetâ bir haçlı seferi
teşvikiydi.
Başvekil Neselrod, Çar'm yalnız Osmanlı tarafınca değil Fransa ve
İngiltere cihetlerinden de tahrike uğradığını, haysiyet, şeref ve hakkı olan
menfaatini gözetmek için için ileri harekâta mecbur olduğunu avrupaya
bildirmeye çalıştı. Rus Çar'ı ve başvekili Neseirod bu mevzuuda kısır bir
davranış cindeydi. Çünkü, Rusların Osmanlı sahillerine tecavüzü, Fransız ve
İngilizlerin Beşike'ye gelmesinden önce idi. Beşike limanına gelmiş bulunan
avrupa devletlerinin gemileri hiçbir antlaşmayı ihlâl etmiş olmuyorlardı.
Ayrıca da Rusya Osmanlı topraklarına tecavüzde bulunduğundan harekât-ı tecavüz
davranışınında sahibi olmuştu. Neselrod'un ifadesine göre de Çar Nikola,
Osmanlı devletiyle harp etmekten ziyade, kendini emniyet altında hissetmek
istiyordu. Bu istikametteki arzusu kabul edildiğinde ele geçirdiği topraklan
iadeye razı gelecekti. Ancak,bu tarz hareket pek sert ve haysiyet kırıcı idi.
Özelliklede geleceği kim te'min edebilir?
Bu işlerin sonunda Avusturya ve Macaristan müşkül bir duruma
düşmüştü. 1849 ve 18 50'deki Avusturya da vuku-bulan ihtilâlde Ruslar, Fransuva
Jozef'e yardım ederek adetâ Avusturya'nın, yeniden dirilmesine sebeb
olmuşlardı. Bundan başka; Ruslar gerek Bohemya'da, gerekse Sava Nehri
taraflarındaki, Sava Slavların: ayaklandırabilirdi. Bu bakımdan Avusturya
devleti ve onun hükümeti Rusya aleyhine davranışa geçemezdi. Fakat Osmanlı
devletinin yıkılmasına da seyirci kalamazdı.
Çünkü böyle bir hâl gerçekleştiğinde Avusturya ne olacaktı? Diğer
taraftanda Fransa ile İngiltere'ye yardımcı olmazsa bunlarda başına bir
ihtilâl çorabı örmezlermİ? İtalya'ya Macaristan'a,Polonya'ya kalkın
demezlermi? Verlhasıl Avusturya hükümeti şöyle veya böyle Osmanlı devletinin
tarafını tercihe memur oldu. Bunun için her iki hükümet arasında müphem,
meşkûk, zavallıca bir ro! oynamağa iki tara-fıda, bir noktaya getirme
vazifesini yapmak için her tarafa sallanmaya mecbur oldu. Viyana'da kaleme
alınıp, Osmanlı devleti tarafından değişiklik gerektiği lüzumu gösterilen nota,
işte böyle bir mecburiyet üzerine yapılmış kaçak işlerdendi. Fransa ve
İngiltere Donanmasının Çanakkale'den geçişleri de, Rusların her türlü
antlaşmayı yasak hâle getiren tarz şeklinde anlaması üzerine vukubuldu.
Târih-i Lütfi diyorki:
"Berveçhl muharrer (yukarıda yazıldığı gibi) deulet-i âliye-i
mecburiyeti meşruası cihetiyle muharebeye şur'u ey/e-miş ve asar-ı fev-u zafer
zuhura başlamış oldu ğundan nâm-ı şev ket-i itsâmı Padişahi, Gâzi'lik unvanı
celiliyle, cevami-l şerife min berinde ilân olundu. Yemen eski valisi Sarı
Paşa ile id Paşa, Mühürdar Behçet Efendi, Livalıkdan mütekaid ve Çerkeş kumandanlardan, Sefer Paşa ve
bazıları Ba tum Ordusuna gönderildiler. Çerkeş Paşanın Çerkezlstan'la
münasebetlerde istifadeleri umulan kimselerin göndentmele-û pek bir şeye
yaramadı. Belki, sülhden sonra Çerkeş kabile-Lerinden vatana uğramaları
sağlanmış olabilir Bilhassa Fransa sulha alakadar bulunuyordu.
Hatta İstanbul'a Barakey Di'iye isimli, sert ve de Stratford
Radklif ile boy ölçüşebilecek vasıfta bir diplomat gönderdi. Fakat, İngiliz
Stratford maksadını temine berdevamdı. 21 /ey-lül'de başvekil Palmerston,
İngiltere Harbiye müsteşarına, Rusya'nın Lehistan ile Kafkasya, Gürcistan gibi
zayıf damarları vardır. Demişti. Staratford bunu bir plan hâline koyarak
Rusya'yı tehdit maksadı ile akın etmekliğimizi tavsiye etdi." Demektedir.
Sinop Vak'ası
Doğu Anadolu'da Osmanlı ordusu, Rus arazisine tecavüz etmiş hatta
Aya Nikola denilen kaleyi de ele geçirmişti.. Çar; büyük bir kızgınlık içinde
savunmada kalacağı hakkındaki evvelki beyanatını unutarak, donanmasının Anadolu
sahilinde harekât-ı harbiyede bulunması hakkında emirler verdi. Târih-i
Lütfi'ye göre:
"Sinop Limanında Taif vapurundan başka, 7 kıt'a firkateyn
ite 3 korvet vede l'de vapur bulunmaktaydı. Rus do nanması amirali Mahimof
havadaki sisten istifade ederek limanın ağzını tuttu. Donanmamıza teslim
olmalarını işaretle bildirdiysede, topla mukabeleye kasım ayının 21. Günü,3
kapak, 4 firkateyn ve 1 Briyk'den ibaret olan Rus donanması Sinop'a
Osmanlıların demir atma mevkıilerini hâl ve hareketlerini keşif için ayın. 30.
gününe kadar fırtınalı havada liman haricinde abluka vaziyeti almıştı.
1170/1853'de Patrona Mustafa Paşa komutasındaki filo, Batum'a harp mühimmatı
sevk etmeye ve Patrona (tüm amiral) Osman Paşa kumandasındaki filo da Sinop
Limanına demir atmıştır Sinop Limanında vazifelendirilen gemiler şunlardı:
T p Sayısı Gemilerin İsmi gemilerin Cinsi
Adet Avnullah Firkateyn Patrona Osman Paşa
Nizamiye " " Piyale Hüseyin Paşa " Kaid-i Zafer Nesim-i Zafer
50 64 22 48
48 « "
Faziullah
42 " "
Naviki-Bahri
42 " "
Dimyat
22 " "
Necm-i Efşan Korvet
22 " "
Feyyaz-i Mâbud
22 " "
Gül Sefid
10 " "
Ereğli Vapuru
06 " "
Pervazi Bahri Vapuru "
Rus amirali Nakimof, Sinop'da keşif yaparken Sivasto-pol'dan imdad
taleb etmiş, 4 gün liman haricinde durup, inn-dad gelmesini beklemişti. Ayın
30. günü beklenen imdat gelerek kuvvetlenmiş olup, 3 anbarfı, 3 kapak, 2
firkateyn ile müsaid olan rüzgârı kullanarak limana inmiş ve mevcud olan 4
vapuru da Osmanlı gemilerinin kaçmasına fırsat vermemek için dışarıda karakol
bırakmıştı. Sahil bataryalarının ateşinden kurtuluncaya kadar ilerleyip bir
yerde mesafeye kadar sokularak demirledi. Osman Paşa işaret çekip, savaşa
girişip, padişah uğrunda fedây-ı cân edinceye kadar gayret ve çalışmak dinin
hamiyyetinden olduğunu ilân edip, akabinde Nizamiye Fırkateyn'inin toplarından
ateşe başlandı.
Rus donanmasıda, Osmanlı donanmasıyla mukayese edil-dığinde bizim
için teslim yada mahvolmak görünüyordu. İki-blJÇuk saaat fedakârane ve cesurane
savaşa devam olundu.
Navik-i Bahri adlı fırkateyn'imiz karşısında yer alan Rusların
kapak tipi gemisince açıbordo âteşi sonunda büyük yaralar aldı. Bu ümitsiz
durumu gören Kaptan Ali Bey, mukavemete ve döğüşmeye fırsat olacağını
göstermiyordu. Ali Bey,gemi-sini düşmana teslim etmemek için cephaneleğin
ateşlenmesini emrettiği görüldü. Ne varki bu emir yerine getirilmeyince Ali
Bey, yanmakta oîan bir meşaleyi bizzat kendisi cephaneliğe atarak tutuşturdu.
Sonuçda gemi müthiş bir infilak ile parçalandı. Bu kararlı tutum ve geleneklere
uygun davranış, maalesef askerimizin sebat ve metanetinde menfi bir te'sir
meydana getirdi.
Fırkatey'nin her bir parçasının çeşitli yerlere dağılması, şehidlerimizin
parça parça olan cesedlerinin deniz suyunu kıpkırmızı kan rengine getirmeside
korku, ümitsizlik getirdi. Bu arada deniz üstünde iki gemimiz kalmıştı ve
bunlarda birer firkateyn idi. Rus lar ateşe devam ediyorlardı. Gemilerimizi
arayıp bulmaya çalışıyorlar zaferlerini duyurmak içinde askerlerini Hurra! diye
bağırtırlarken, bizim deniz üstünde kalmayı başarmış olan iki fırkateyni'mizin
ara sıra yaptığı top atışları, sanki yaralı arslanların feryadının sesini andırmaktaydı.
Rusların yapmış oldukları tahribat, o kadar büyüktü ki, şehir ve
gemiler harab olduktan başka müteaddit isabet alıp, nice yaralara gark olan
gemiler denizin üzerinde başıboş se lâmet arayanların üzerine ölüm yağdırmaya
çalışarak, tek kişinin bile kalmamasına gayret gösterdiler. Neticede; demir
alamamış bulunan iki firkateyn üzerine saldırdılar.
Ayağı yaralanmış Osman Paşa ile demir üzerinde kalmış iki
firkateyn'in kumandanını esir alı yorken 125 neferi de derdest etmiş oldular.
Ertesi gün savaşın deiik deşik ettiği bordaları ve anbarları ile enkaz
hâlindeki gemiler Ruslar tarafından yakılarak yok edildi. Piyale Hüseyin Paşa
savaş sırada başına hesap eden bir gülle ile şehidîer kervanına kaldı Savaşın akabinde naşı bulunup, Seyyid Bilâl
Türbesi civarına defn edildi.
Vakanüvis; donanma reislerinin kara'da ve hamamlarda halvet
hâlinde bulunduklarını kayd ediyor. Liman vakasından dolayı, Kapdan-i derya
Mahmud Paşa ithamen azl olundu. İşbu melhame-i kübrada (pek kanlı savaşta)
donanmayı hümayunun dörtbin askerinin yarısından fazlası şehid olmuştu.
Ruslarda pek çok telefata maruz kalmıştı. <gemİleriyse hayli hasara uğramış,
dört kapağın direkleri tamamen kırıldığından, alabandaları dağıla-rak
hareketsiz kaldığından, Aralık ayının 2.gününe kadar limanda bekleyip mümkün
olan tam? ratı daha sonra hareketsiz kalan gemileri vapurlara bağlayarak,
İngiliz ve Fransız gemilerinin gelmesinden önce, Sivas-topol'a hareket
etmişlerdi. Sinop şehrinin, yarısını humbara-larla yakmışlardı. Şehrin diğer
yansıda, tahrib edilmek suretiyle viran edilmişti
Me'şum savaş başladığında demirini kesen Tâif vapuru firar etmiş
ve İstanbul'a ulaştırmıştı. Ancak şunu söylemek gerekir kî, savaşın neticesini
İstanbul'a ulaştırdığı meşkûktür. Neyse biz tafsilata devam edelim.
Tâif vapurunun verdiği haber ancak Sinop limanına yapılan baskını
haber vermesidir. Boğaz'da bulunan İngiliz donanmasından Detreboşin ile
Fransızların, Magador isimli gemileri, Sinop'a gitmiş ve buradaki manzaraya el
koyarak, yaralıların tedavi edilebileceklerini tedavi etmişler ve İstanbul'a
taşımışlardı. Daha sonra yaptıkları tahkikatla durum tespıtide yapmışlardı. Öte
tarafdan Rus Amirali Nakimof ise ^ar'a gönderdiği malumatda, Sohum'u işgal ile
Kafkasya lisini kandırmak için denize çıkarılan, 7 firkateyn, 3 korvet ve 2
vapurdan ibaret olan Osmanlı donanmasından ancak bir vapur kurtulabilmiş ve
bizim taraftan ise, bir subay ile 33 asker ölmüş, 130 nefer de yaralanmıştır.
Diyor.
Eski Serasker Hasan Rıza Paşa kapdan-ı derya makamına tâyin
olundu. Bu arada da Ka tadeniz'deki harekâtımızın hepsi durdu. İstanbul
savunması hayli güçleşti. Bu vaziyetin karşısında İngiliz ve Fransız
donanmalarına müracaata kesin mecbur hâle geldik. İngiliz donanmasının başında
olan Sir Aberdeen tereddüt halindeydi. Böyle olunca da İngilizlerin ahalisininde
heyecanı hayli arttı. Bu sırada başvekil Palmers-ton istifa etdikİ, bunun
üzerine Sir Aberdeen, Palmerston'un plânına evet demek zorunda kaldı. Fransa
ise, Sinop donanmasının ve şehrinin tahrib haberi Rusların her türlü devletler
hukukunu hiçe sayarak, şiddet dolu davranışlar sergilemeye başladıkları
manzarası görülmektedirki bilhassa avrupa donanmasının burnunun dibinde
Osmanlı donanmasının tahribi, efkâr-ı umûmiyeyi kamu vicdanını bütün bütün
yaraladı.
Fransa başvekili Rerviyn do Layir'in teklifi üzerine İngiliz-ler
ortak olarak Rusya'ya MemJeketeyn'i (Eflâk ve Buğdan) tahliye edinceye kadar
savaş gemilerinin bundan böyle Karadeniz'de seyir ve harekât yap- maması
bildirildi. Bu muamelenin mânası deniz devletine harp ilân edilmesinin kararlaştırıldığı
demekti. Buna karşılık bu seferde Avusturya, batılı devletler ile Rusya arasına
girdi. Babıâli'nin sulh şartlarını ileriye sürdü. Yazılı şartlar aşağıdaki
maddelerden ibaret idi.
1- Osmanlı devletinin temamiyyet-i mülkiyesinin devamı ve
kefilliğinin kabulü
2- Memlekteyn'in tahliyesi
3- 1841 senesinde avrupa tarafından babıâlî'ye verilen te-minat-ı
taahhüdatın yenilenmesi.
4- Zât-ı Şahanenin istiklâliyetinin tanınması ve zât-ı şaha-in tam
serbesti ile hristiyan tebâ'ya Yen> imtiyazlar ihsa-nına kail olması.
Vaziyetlerin gösterdiği ahvalin vahameti, Avusturya başvekiline
bu şartları Çar'a bildirme hususunda kanaat uyandırdı. Nitekim; ocak/1854'de de
bu programın Avusturya'ca, konferansın aldığı karara uygun olarak Çar'a
takdimi kararlaştırıldı. Ancak; Çar bu teklif hakkında olumlu bir eğilim
göstermedi. Bunun üzerine, gerek İngilizler, gerekse Fransız lar
parlamentolarında harp karan aldıklarını Çar'a haber verdiklerinde Çar'da, Rus
ahali yi mukaddes yerleri tahkir ve ihlâ! edenlere karşı savaşa çağırdı.
Buna karşılık İstanbulda da büyük bir canlılık, hamiyyet şeklinde
kendini gösterdi. Gerek mâli gereksede bedenen pek çok yardım yapmak
isteyenlerin yanında padişahın ih sanına nail olmuş ve daha nice ihsanlar
beklemekte olan Rum ve Ermeniler gibi gayrimüslimler ve yine devletin
hu-dudları içinde yaşayan diğer akvamın reisleri, babıâlî'ye tebrikler arz
ediyordu. Rum cemaati patriği, metropolidleri maiyetinde olduğu halde ilk
baharda harekata geçileceğinin haber verildiği yıldızın maiyetinde bulunmağa
kararlılıklarını bildirdiler. Bu aradada, Osmanlı, Fransa ve İngiltere hükümetleri
aralarında tanzim ettikleri ittifak antlaşmasının tasdiknameleri teati edildi
ve resmen ilân edildi. Yine işaret edilmesi gereken hamiyyetlerden biri de
savaş masraflarına yardımcı olabilmek için bir çeşit imtiyazlı senetler tertip
edildiği gibi vükelâ, ricali devlet yâni devlet adamları, ulema ve üst düzeyde
devlet memurları tarafından nakdî bağışlar birbirini takip etdi.
Aşağıdaki listede bir kısım bağışçının adlarını ve mikdarla-nnı
bulacaksınız ancak bu ra kamlar tamamiyle alındımı?
Sorusuna muhatap olduğumuzda vereceğimiz cevap ise orasını
defter-i mâliye erkânı bilir. (Târihi Lütfi)'nin listesi alt satırda
verilmiştir.
Müteberrinin Adı Meblağı
Sadrıazam Mustafa Naili Paşa 300.000
Şeyhülislam Arif Efendi 25.000
Eski Sadnazam Rauf Paşa 50.000
B.Mustafa Reşid Paşa 300.000
Serasker Hasan Rıza Paşa
. , 200.000
Fethi Paşa ,,...; ., i<
150.000
Sekip Paşa 50.000
Kıbrıslı Mehmed Paşa 100.000
Maliye Nâzın Safveti Paşa 100.000
Hasip Paşa 75.000
Mısırlı Kâmil Paşa 150.000
Sadaret müst.Mahmud Nedim
- 25.000
İntisap Nâzın Hüseyin Bey
, , 50.000
Damad Halil Paşa 75.000
Ali Galip Paşa 100.000
1.750.000 krş.
Savaşın gündeme gelmesi hasebiyle içtima yapan genel meclisin
vermiş bulunduğu fazilet sahiplerini anlamak için, bahane edilerek talebe-i
ulûm tarafından Seraskerlik kapısında (şimdiki Bayezid'deki İstanbul
üniversitesi merkez binası önü) bir nümayiş yapıldıysa da bunların çoğu hemen
yakalanıp, Girid'e sürüldüler. Bunları eski serasker Mehmed Ali Paşa tahrik
etmişmiş! Bunun neticesinde Mehmed Ali Paşanın Kastamonu'ya sürüldüğü görüldü.
Mehmed Ali Paşa ile Mustafa Reşid Paşanın arasındaki burudet bir çekişme
riva-eti taşımaktadır ki, bu bakımdan rivayetlerin istinat ettiği hususlar pek
de boş değildir.
Belli kişilere fırınların çalıştırılması müsaadesi tahsis olunmuştu-
Bu usûl nasıl olduysa serbestliğe kavuşturuldu. Tanzimat fermanının ilânından
önce fırınların idaresini hükümet eliyle yürütmek vardı. Fiatlann ayarlanması,
ekmeğin tadı ve sekli idarece kararlaştırılıyordu. Bu fırın meselesi hakkında çalışmamızın,
Bilgi bankası bölümünde kâfi miktarda müba-yaat başlığıyla malumat vermişizdir.
Bu arada bazı yerlerin durumlarına getirilen iyileştirme çabaları
içinde Sırbistan'a mahsus olan imtiyaz fermanı gönderildiği gibi Mısır Valisi
Abbas Paşa'nın vefatı üzerine boşsian valiliğe Kavalalı Mehmed Ali Paşanın
diğer oğlu Kavalalı Sa-id Paşa vezaretde verilmek suretiyle Mısır Valiliğine
tâyini yapıldı. Said Paşa bunun teşekkürünü yapabilmek içinde İstanbul'a
gelerek huzura çıktı. Kendisine murassa Mecidiye nişanı hediye olundu.
Takvimler 1270/1854'ü gösterirken 29/mayısda sadrıazam Mustafa Naili Paşa
makamı sadaret-den infisal ettirildi.
Yerine Kıbrıslı Mehmed Paşa getirildi. Yunanistan'sa bu av-rupanın
gayri meşru çocuğu görevi icabı ebeveynlerinin yâni kendisini devletlerin
arasına sokan hamilerinin emirlerine teşvik ve tahriklerine uygun davranışla
imrarı hayat ediyordu ve bu günlerde vazifesi Osmanlı topraklarına musallat
olmuş ahaliye ve vazifelilere illallah dedirtmekteydi. Atina'da os-rnanlı devletini
temsil etmekte olan maslahatgüzar ve heyeti lstanbul'a çağrıldı. Peşinden de
Yunan sefarethanesi mensuplarıyla beraber, Yunan tebâlı tüccarlarda
pasaportlar! ve-nlIP Yunanistan'a gitmeleri istendi.
Yunanistan'ın bu kalkışmalarını bastırmak için mülki, siyasi ve
askeri selâhiyetlere hâiz olarak Keçecizâde Dr. Büyük Mehmed Efendiye, Paşalık
unvanı verilmek suretiyle, işleri hâl yoluna koyma vazifesi emrolundu. Fuad
Paşa bu vazifede büyük bir başarı sahibi olmuştu. Yunanlılar yapmış oldukları
saldırı ve baskınların sonunda mütemadiyen yenilmekten kurtulamadılar. Pire
limanını devlet abluka altına aldı. Kral Othon hududlarının üzerinde Osmanlı
ahalisini rahatsız etmek isteyen çeteleri geri çağırmaya mecbur
kal-dı.l271/c.ahir-1854/şubat ayı içindeydi.
1855 senesinde içtima eden Viyana kongresi sırasında toplantıda
Arif Efendi isimli bir zât bulunuyordu. Bu kongrede batılı devletlerin
hâriciye nazırları murahhaslık yapmaktaydı. Buna bağlı olarak da Hariciye
nazırımız Âlî Pa-şa'nın orada olması icâb ediyordu. Bu vesika diyorki:
"Babıâli, batılı devletlerin İsrarı üzerine Avusturya askerinin
Eflak ve Buğdan'a geçmesi için bir mukavele imzalanmasına rıza göstermişsede
endişeliydi. İşin bu tarafıyla Âlî Paşanın, Viy anada bulunması lâzımdı. Arif
Efendi lisana aşina olmadığı gibi o zamanın konferanslarında tam selahiyetti
ricalin bulunması kaideden idi. Bu vaziyet karşısında Âlî Paşa fevkalâde
memuriyet ve b.elçilik payesi ile yollandı. Âlî Paşaya 5oo bin kuruş harcırah
ve 7500 florin muvakkat maaş tahsis olundu.
Kongre sulhu değil, büyük bir galebeyi kararlaştırmış gibi,
ikibuçuk ay sonra dağıldı. Bu sırada Âlî Paşa, Mustafa Reşid Paşanın yerine
makam-ı sadarete geçti. 1270/1854 "Yine Lütfi Târihi diyorki;"
Sadrıazam Reşid Paşa ile ahkâmı adliye reisi, Mısırlı Kâmil
Paşanın, istifaları üzerine özel memuriyetle Viy ana'da bulunan Âlî Paşaya
sadrıazamlık verilmiş ve kaimmakamlığı tâliye nazırı Şefik Paşaya verilmiş.
Meclis-i Vâla riyaseti , undesindeydi.
Fuad Paşa ise rütbe-i vezaretle birlikte Tanzimat meclisi reisliğine ve
hariciye nezaretine, Tophane nâzın Muhtar Bey de vezaretle Mâliye nâzın,
masarifat (giderler) nezareti nâzın Tevfik Bey, Mustafa Reşid Paşanın iki
kanadı makamında bulunan, Âlî ve Fuad Paşalar arasında artık rekabet başladı.
Bu icraatı müteakip, Viyana'da bulunan Âlî Paşa İstanbul'a dönüp babıâliye
geldi. Viyana kongresi de tatile girdiğinden o meclise tâyin edilen Reşid
Paşanın gitmesinden oaz geçildi. Rusya kabinesi daha evvel Kont Orlofu, Viyana
ya, baron Budberg'ide Berlin'e göndermişti. Bunların vazifesi Rusya lehine
tarafsızlık temini daha sonra da doğu da siyasi bir denge meydana getirip
uyuşma müzake- reler-ni temin idi Yâni Rusya, Osmanlı devletini devirmeyi temin
için Viyana dolaysı ile Avusturya ile Berlin yani Prusya'nın yardımını temine
çalışmaktaydı. Avusturya tarafsız kalmaya razı olamadı. Cevab olarak harekât-ı
serbesti içinde olacağını bildirdi. Baron Budberg ise Berlin'de halkın
düşüncesinin Rusya aleyhinde olması yüzünden başarılı olamadı. Böylece de Rusya
yalnız başına kaidı. Batılı devletler bu va ziyetten istifade ederek,
Avusturya'yı kendi içine almaya çalıştı. Çünkü; Avusturya aralarına
katılmadıkça, Rusya'ya taarruz edebilmek, sadece denizden mümkün oluyordu.
Avusturya başvekili sonradan ortaya çıkacak entrikaların kurbanı olmamak için
ittifak hâlinde olan devletlerden Rus Çar'ına bir ültimatom vermelerini şart
olmak üzere ileriye sürdü. Memle-keteyn'in tahliyesi, olmadığı takdlrdeyse
savaşa hazır olunması bu ültimatomun açık beyanıydı. Fakat Avusturya orduları,
Fransız ve İngiliz orduları harbe girmeyince kırnıda-niayacak idi. Bunlar
avrupada olurken İstanbul 2.derecede [Şler ite meşguldü. Tuna boyunda
Silistre'de bir savunma noktası çıkmıştı. 127O/ramazan ayı 1854'ün/mayısında,
Mareşal Sen Arno komutasında bulunan elli bin Fransız ue Lord Rağlan
komutasında buiunan 25 bin İngiliz askeri Gelibolu'ya gelmişti.
Rus Çâr'ı tebaasını hakiki bir haçlı seferine davet ettiği gibi
klişelerden Hz. İsâ (A.S)'in tasvirini çıkartmak suretiyle taassubu alulendiriyordu.
Yukarıda bir miktar bahsettiğimiz Yunanlılar gibi diğer hristiyanlar da kıyam
etmiş olsalardı müttefik devletler müşkil mevkıide kalacaklardı. Ruslar
Ol-taniçe'de 1270/sefer/8.günü-1853/kasım/5.günü, Çetine'de uğradıkları hezimet
ite beraber, Silistre'de de daha sonra şe-hid olan Müşir Musa Paşa ve onun
yerine geçen Ferik Rıfat Paşa- ların sebatkârane mertlikleri karşısında, aciz
kaldıklarını gördükleri halde, Tuna' dan geçme gayretinden vazgeçmiyorlardı.
Silistre savunması, Osmanlı harp târihi-nin en parlak numunelerinden birisi
olmakla beraber ayrıca pek şöhretli bir levhas ıdır. Müşir Gürcü İsmail Paşa
Tutrakan'da fevkalâde olan cesaretini düşmanın tas dikine sunmuş, bu cesaret
düşmana parmak ısırtmıştı. Bu taraf
böyleyken, düşmanın sol tarafını tehdid altına sokmak için mareşal Sen
Arno ile Raglan'ın kumandasında olarak Gelibolu'daki kuvvetler Varna'ya sevk
edildi. Ancak bir vakit sonra Rus ta rtn müttefik ordulara rağmen İstanbul
üzerine yürüyüşe geçeceğinden korkuldu."
Beri yanda Serdar-ı ekrem Ömer Paşa, Şumnu'da tuttuğu mevkii pek
de ideal bir yer değildi. Müttefik devletler birlikleri, Rusların sol tarafına
geçti. Ruslar ise, burada önemli bir plân değişikliği uyguladılar ki Silistre
muhasarasını kaldırmak suretiyle kuzey istika metinde çekilmeye koyuldular.
Böyle yapmalarının altındaki mesaj, Memlekteyn'i tahliye etmek böylece de,
Avusturya'nın isteklerine sıcak bakış yaptı
pakat diğer taraftan da, mazide Mapolyon Bonapart'a t klan ki
1227/1812'de, Rusya içine çektikleri Fransızla-y Moskova önlerinde nasıl feci bir mağlubiyete
duçar ettiler-bunu Birleşik kuvvetlere de uygulayıp, onlarada bu acıdan
tattırmak arzusuydu.
ISe varki Prusya Kra h
4.Gilyom, bazı esbaba uygun olarak tereddütlü anlar yaşadı ve bu anlar altı
hafta sürünce Avusturya'nın Rusları tehdit edici niyetini fiili harekete
geçi-rememek gibi bir du rumla karşı karşıya getirdi. Prusya; Rusların Tuna
nehrinin güney cihetinde bir galibiyet elde etmelerini, özellikle birleşik
devletler ordusu gelmeden Silist-re'yi Rusların ele geçirmesini kolaylaştırmak
istiyordu. Bunu başarmaya muvaffak olamadı Allahtan. Viyana ancak 3/ha-ziran
geldiğinde tehditnâmesini gönderebildi. Rus ordusu* başkumandanı Gorçakofda
Silistre'yi alamadı. Muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde kalan Gorçakof'un birlikleri Tuna nehrini geriye geçmeye acele
ederek Memleketeyn'i terke başladı.
Avusturya ordusu 24/haziran da babıâlî ile yaptığı antlaşma
üzerine buraları işgale başladı. Bu antlaşmanın mânası şu idi: "Avusturya
harp sonuna kadar Eflak ile Buğdan'ı yâni Memleketeyni işgal ve her bir hücuma
karşı yürüyen ittifak devletleri askerleri nin harekât-ı ve muamelatına
karışmı-y&cak.Fakat Avusturya bu antlaşma hükümlerini yerine getirmek
hususunda Prusya müttefiki Cer manya heyetlerinden gelen itirazlarla
karşılaştı. Bunun üzerine müttefik devletlere, Memleketyn'in içine girmeme
leri ricasında bulundu ue anca/c bu şekilde bunu sağlayabildi. Karargâhları
Var-na'da bulunan müttefik devletler, plânlarını birden bire değiştirdiler.
Öte taraftan da Ruslar, Avusturya'nın tehdid beyannamesine cevap verdiler. Bu
cevapları şunları tasımaktaydı: Avusturya asayiş hususunda teminat vermedikçe,
Rusya'nın düşmanları ile ittifak hâlinde oldukça ue bunların Eflak ve Buğdan'da
yaptıkları askeri hareka ta engel olma-dıkça kendilerininde, herhangi bir
tahliyeye teşebbüs etmeyeceğini ifa de etmekteydi.".
Bunların sonucunda Avusturya; Rusya ile birleşmedi ayrıca da
müttefik devletlerinede iltihak etmedi. Yalnız Eflâk ile Buğdan'ın işgalini
üzerine aldı. Bu hususda babıâlî ile 14/ha-ziran mukavelesi yapıldı. Böylece
Avusturya, geçici olarak hem Rusya'ya hem de müttefiklere karşı Tuna Nehrinin
müdafii vaziyetini aldı. Böylecede hâkim vaziyetine geçtiğinden bu görevi
yerine getirebilecek bir ciddiyet ve fiili bir emniyet kazandı. Bu durumu ile
Ruslara faydası dokunuyordu.
Çünkü; Tuna'nın aşağı bölgelerinde Avusturya'nın yardımı
olmaksızın müttefikler Rusya ile savaşamaz olmuştu. Avusturya politikası
Edirne antlaşmasından beri Rusların memleketinde kurmuş oldukları himaye
usûlünden dolayı Tuna aşağılarını kendilerine kapalı görüyorlardı.
Prusyalılarda, Fransizla- nn Ren Nehri tarafından kendilerine hücum edeceklerden
korkuyorlardı. Avusturya im paratoru Fransuva Josef, Fredrik Gilyom'a
başvurarak 1854 senesi nisan'ının 20'sinde Berlin'de bir antlaşma imzalandı. Bu
antlaşma gereğince Almanya'nın asayişi nokta-i nazarından tehlikeli olan aday
hücum edecek olursa her ikisi de yekdiğerinin müdafa-sı için ittifak edip,
karşı koyacaktı. Bundan başka Rus ordularının Eflâk ve Buğdan'da bulunması da
bir tehlike olmak üzere antlaşmanın metninde bulunuyordu.
Prusya, böylece Avusturya'ya şöyle böyle yardımcı olmaya
muvafakat göstermiş oluyordu. Ancak; kuzey tarafında Finlandiya'yı gözetleyen
İsveç'de harekâta iştirak edecek olursa Avrupada genel bir savaş ummaktan başka
yapacak şey kalmayacaktı. Bu sıralardaydı ki; Prusya' da Prens blf ? rk
İralva da ise Kont Kavur siyasi hayatlarına başla-
Bismark ilk önce 20/nisan antlaşması aleyhinde vaziyet aldı Prusya'nın üstünlüğü altında olmak üzere
Almanya imparatorluğunun esasını kurmaya başladı.
Kont Kavur'da çok geçmeden, Sardunya hükümetinin av-rupadaki
devletlerin derecesine dahil olabilmek için sebebler ileri sürdü. Yaşanılmakta
olan bu târih dilimi, avrupa da diplomatlar devri olarak anıhrsa hiç de yanlış
olmaz. Bizde de, bunların arasında önemli mevkileri olan, Mustafa Reşid ve Âlî
Paşalar olduğunu da hatırlamalıyız.
Müttefikler devletler, Rusları canevinden vuramayınca yan
taraflarından vurmaya karar verdiler. 16/ağustos/1854'de, Fransız denizcileri
Baltık denizindeki Aland adalarından, Bo-marsund'u ele geçirdi. Buna karşılık
Varna'da Fransız birlikleri büyük zahmetler yaşıyorlardı. Dobruca da Kazak
müfrezelerini takibe memur olan General Kan Robert tek tük ve görülür görülmez
kaybolan süvari askerine rastlıyordu.
Diğer taraftanda, kolera ve tifo salgınlarının büyük telefata
sebeb olduğunu yaşıyordu. Fransızlarda temmuz ve ağustos ayları içinde
mevcudunun dörtte birini kayıp etmişti. Barışı imzalamak icabedi yordu. Bu
sırada İngilizlerden Sivastopol askeri limanını tahrib etmek hususunda teklif
getirdiler. Eğer bunda başarı olursa Ruslar haylice uzun müddet Karadeniz de
bir taarru za imkân bulamayacaktı. Ayrıca Karadeniz'in sükûneti temin
edilirken, İstanbul'da yakın tehlikeden b
azade olacaktı.
Sivastopol Muharebesi
l4/eylül/1854'de Patrona Ahmed Paşa kumandasında olarak müttefik
devletleri donanmasıyla birlikte Karadeniz'e çıkan gemilerimizin adları, tip ve
top sayısı aşağıdaki liste de merhum Ahmed Râsim üstadımın tarafımızca şerhi
yapılmış eserinden alıntılanmıştır: Top
Sayısı Gemi Adı Top Sayısı Gemi adı.
92 Mahmudiye
3anbarlı
72 Peyk-i
Meserret
42 Muhrib-i Sürür
firkateyn
12 Mecidiye vapur
12 Saik-iŞâdi
22 Ferahnüma
Korvet
Oniki gemimizde yekûn 450 adet top bulunmaktaydı, ingiliz
Visamirali Dundas komutasındaki İngiliz donanması; 7 tane üç anbarlı, 3 kapak,
3/firkateyn,7 korvet ve 10 adet se-ret ile, Visamiral Hamlin komutasındaki
Fransız donanması da 2 tane üçanbarlı, 15 kapak, 21 firkateyn ve bir kaç tane
vapurdan ibaretti. Görüldüğü gibi bizim gemiler ile diğer iki devletin
donanmaları arasında sayı ve tip bakımından pek büyük bir fark görülmüyordu.
127l/safer/16-10/kasım/l854'de Odesa topa tutuldu. Bu limandaki
gemiler olsun harp malzemelerinin bulunduğu de-polar olsun yakılıp yıkıldı ve
zapt olundu. Bu sırada 30 bin Fransız 20 bin İngiliz vede 7 bin Osmanlı askeri
birleşik do-nanma adı altında Sivastopol'ün kuzey yönünde bulunan °Patorya
bölgesine çıkarıldı. 20/eylül/1854'de de Alma sa-VaŞi vukubuldu. Târihi Lütfi
diyorki: "İngiliz, Fransız ve Os-
72
Teşrifei kapak
64
Nusretiye Firkateyni
12
Feyz-i Bari vapur
12
Tâif Vapur
16
Şehber vapur
22
Ceyran korvet
mani) donan- malarının gemileri müştereken Karadeniz'e çıkıp,
Kırım sularına gitmeğe karar verdikleri sırada, Şum-nu'da bulunan, serdar-ı
ekrem Macarlı Ömer Paşa'nında Kırım tarafına geçmesi hakkında çıkarılan; hatt-ı
hümayun ile padişahça yapılan tavsiye vede yüksek emirlerini tebliğe vazifeli
hariciye müsteşarı Mahmud Nedim Paşa, Sâik-i Şâdi vapuruyla Varna'ya geldi.
Ömer Paşa da Varna da idi. Bolca cephane ve mükemmel eğitimli askerle birlikte
Kırım'a hareket ettiydi ki, Ömer Paşanın yerine, uhdesine Anadolu ordusu
müşirliği verilen İsmail Paşa tâyin olundu. Ayrıca İstanbul ordu müşirliği
Arabistan ordusu eski müşiri Vâsıf Paşaya tevcih olundu."
Odesanın topa tutulması sonrasında 400 parça gemiyle Kırım'a yönelen
birleşik donanma Sivastopol limanında bulunan üçanbarlı, onbir adet kapak,
dört adet firkateyn, altı tane Korvet ve bir takım vapurlardan müteşekkil Rus
filosu, Sinop'daki yaralarını sarama dıklarından dolayı denize çıkmağa cesaret
gösteremeyip, Amiral tedbir olarak limanının önünü örtmek üzere bütün
gemilerini limanın ağzına toplamıştı. Elma ve Gözleve zafer lerinden sonra,
Sivastopol üzerine gidilmiş ekim ayının 17.günü limana giren müttefikler
muazzam kahramanalıklar göstermişlerdir. Şöyleki:
Fransız amiralinin bindiği Veyli Düpari isimli, üç anbarlı ile
İngiliz amiralinde, içinde bulunduğu Britanya isimli üçanbariı istihkâmların
önüne bin yarda mesafeye demirlemiş, Fransız harp gemileri kuzeye,
îngilizlerinki ise, güney istikametinde iki hat şeklinde olmak üzere mevkii
alıp, Mahmudiye ile Peyk-i Meserret gemilerimizde bu gemiler civarında bulunmuştur.
O günün akşamına kadar devam eden karşılıklı topçu savaşı her iki tarafa da
büyük zararlar vermişti.
Ru mevkıi müstahkemin kuşatılması 1 27 lzilhicce-l855/aâustos>una
kadar devam etdi- Zilhiccenin 7.,ağus-s'un 5.günü aralıksız üç gün gerek
denizden gerekse kara-, topa tutulmasından sonra hücum edilip Molikaf Tabyası
le qeçmiş ve ertesi gün Henüb Tabyası da zapt edildi. Bu afer Avusturyalıların
ilân-ı harb etmelerine ve de Rusların se sulh kapısını çalmaya mecbur
olmalarını sağladı. Buskee komutasında bulunan bu asker, Ruslarla müthiş bir
savaşa tutuştu. Bu hücum general Kan Rober ve Dorel komutasında bulunan
fırkaların Alme yaylasına varmalarını temin etdi. Daha sonra İngilizlerde
kendilerine tâyin edilen yere bin müşkülat ile gelebildiler. Bu vaziyet
Rusların feci mağlubiyetini intaç etdi. Savaşın bu safhası Alme ırmağı
sahilinin zaptını ve Sivastopol yolunun açılmasını kolaylaştırdı. Sivasto-pol'a
giriş pek dar olduğundan ayrıca uz-un bir karaparçası-nın güney sahilindedir.
Müttefik ordusu bu yeri dolaşarak gelebildi.
Karadeniz'de Kırım'ın denize doğru çıkıntı yapmış olan köşesi
Kersünez Yaylasında yâni şehrin güneyinde birleştiler. Şehrin istihkâm ve
savunma mevkii yetersiz olduğu halde bir hücumla kolayca zapt olunabilirdi.
Fakat müttefikler cesaret edemediler. Sen Arno eylül ayının 29.gününde öldü.
Onun yerine geçen Kan Rober, azimkar bir kimse değildi. Bu se-beble zaman
kaybedildi.
Ruslar ise; amiral Nahimof*ve Kornilof gibi kimselerin azımkârane
kumandaları ile kaimakam Totleben gibi, son rece usta bir askerin bakışı ve
idaresi altında en mükem-mel savunma vaziyetini aldı. İçlerine taş doldurarak
Rus do-anmasını deniz yolunun girişine hatırdılar. Telmian'ın sonda bulunan
Sivastopol'da bu sebebten müttefik gemileri-n top atışlarından kurtuldu. Bundan
başka şehrin güney cihetinde istihkâmlar vücu da getirdiler. Malikof ve
Yeşiltepe Tabyalarıda sağlamlıkları ile kısa bir zaman zarfında şöhret oldu.
Zâten ingiliz ve Fransız deniz gücüde Sivastopol'ü tamamen muhasara edemezdi.
Şehrin kuzey tarafı ise dışarı ile münasebetlerine devam edecek vaziyetteydi.
Prens Mençikof, kesintisiz imdad alan bir ordunun kumandanı
olarak gayet serbest hare ketlerde bulunuyor ve muhasara eden güçleri taciz
ediyordu. 20/ekim'de Balakiova savaşı meydana geldi. Bu bölge Osmanlı
komutanlarından Rüstem Paşa tarafından muhafaza altında tutuluyordu. Balakiova,
Sivastopol'ün dokuz kilometre güneyinde ve Karadeniz üzerinde bir limandır. Bu
savaşda Kont dö Kardigan'ın kumandasında bulunan İn giliz hafif süvari alayı
kahramanca yaptığı bir hücum sonunda tamamen mahvoldu. Mençikof kasım ayında
İnkerman'da İngilizleri ansızın bastırmak istedi. Fakat Osmanlı askeriyle general
Buskee'nin komutasındaki zuhaf askerlerinin imdada gelmesiyle kurtuldular.
Ancak haylice zayiatda verdikleri görüldü. Haylice saldırıya maruz kalan
sahilhane bataryasının bulunduğu istihkâm büyük şöhret oldu. Eğer; birleşik
devletler deniz tarafında hakim durumda olmasalardı kendileri muhasara altına
düşeceklerdi. Gerek durumun gerekse şartların ağırlığı, muhasaranın uzun
süreceğini gösteriyordu. Bu mevkiin ele geçirilmesi pek çok gayret ve çalışma
gerektiriyordu. Artık kışın Sivastopol önlerin de geçirilmesi pek çok gayret ve
çalışma gerektiriyordu. Artık, kışın Sivastopol önlerinde geçirilmesi mevsimi
geçirme kanaatma varıldığından lâzım gelen levazımın temini icâb etdi. O sene
kış pek şiddetli geçti. 13/kasım günü çıkan kasırga. Kırım askeri arasında
büyük bir telefata sebeb oidu. Hâttâ Sivastopol önünde bulunan 4.Hanri adlı
harp gemisi Opatorya önlerinde karaya oturdu. Hastaların sayısı büyük sayıda
arttı.
Bunlardan bir kısmı askere öteberi satanların toplanmakla adeta
bir şehir haline giren Kamyeş karargâh-ı umumi-nde alıkonuldysa da,çoğu
İstanbul hastanelerine ulaştırıldı. İstanbul'da bu arada avrupalı sayısı
haylice artmış oldu. Hâttâ islâm ahali, Fransızlar Sivastopol'ü işgal
edecekleri ne İstanbul'u işgal ettiler diye söylenti dolaşmaya başladı. Fransızların;
İstanbul'da ço-ğalması 1833'de Rusların boğazda yerleştikleri zamanı
hatırlattı. Bu vaziyet, şark meselesine arız olan yeni durumun dıştan
görünüşüydü. Türkler henüz kendi mallarının sahi bi değillerdi. Osmanlı devleti
Rusların değil avrupanın müşterek himayeleri altında duruyordu. Bu kış
mevsiminde diplomatlar dünyasında çok büyük bîr faaliyet görüldü. Sivastopol
kuşatmasından çıkacak neticenin ne olacağı hususunda bir hayli mütereddit olan
Fransa ile İngiltere ve Avusturya hükümeti nezdinde aralarına katılması için
tekliflerini yenilediler. Bu sıralarda Memleketeyn'in sahibi olan Avusturya'da,
müzakerelerin yapılması için vesileler aranmaktaydı. Elinde bulundurduğu
rehineyi muhafaza etmek için ihtimalki, anlaşmış devletlere az çok ciddi bir
askeri kuvvet tedarikine yahut Avusturya İçlerinden Fransız ordusunun
geçmesine razı olabilirdi. Prusya başvekili Bismark'ın gösterdiği tavır ve açık
vaziyet üzerine zaten tereddüdde olduğundan bu sefer duraklamaya mecbur kaldı.
Prusya hakkında duyduğu temayül hislerini sergilemeye başlamıştı. Hatta Renan,
Prusya'da pe*k çok askerî yığınak yapmağa başlamıştı. Almanya'daki durgunluk ve
tesir plânını ele al-^ak için, üst üste gelen bahaneyi, iğtişaşaat-ı şarkiye,
yâni doğu bölgesindeki karışıklıklarda aramaya hazırlanmıştı. Bu-nun için,
Avusturya bitaraf bulundu.
Hiç bir şey kazanamadığı halde, Çar Nikola aleyhine yapağı
küfürlerin hicabı altında kaldı. Durum bu haldeyken Piyomen hükümeti İtalya
meselesi üzerine avrupanın dikkatini üzerine çekmek için İngiltere ile
Fransa'ya ittifak teklifinde bulundu. Ayrıca Avusturya'nın katılmasını
hızlandırır düşün-cesiylede ilk teklifde kabul etme yolunu seçtiler.
6/c.ev-vel/1271-26/ocak/1855'de yapılan bir antlaşma mucibince Piyemonte
hükümetinin de Kırım'a 15 bin asker göndermesi sağlandı. Tabiiki bu yardım
kesin netice hususunda elbette yetersizdi. Sivastopol muhasarasını sona
erdirmek için alınmış ve lâzım gelen tedbirlerden olduğunu gösteriyordu. İngilizler
olsun Fransızlar olsun bu mevki önünde kendilerini hezimete uğramış görüntüsü
vermeğe rızaları yoktu. Çünkü; yalnız Şark Meselesinin hâli değil avrupadaki
haysiyetleri de burada bahse konuydu. Fransızlar yeni bir borç alma antlaşması
yaptılar. Cezayirden asker gönderildi.
Burada Üstad Ahmed Râsim Bey'in bir meramını değerli târih
çalışmasından alıntılıyoruz: "Osmanlı devleti Kırım sa-uaşından önce hiç
bir taraftan hiçbir yerle borç alma antlaşması yapmamıştı. Önceki
sayfalarımızda, fâide adı altında verdiğimiz malumatta görülür ki, Sultan l.Abdülhamid'in
döneminde Fas'dan, İspanya'dan ve Felemenk'den borç alınma fikirleri ileri
sürülmüş ancak, antlaşma yapılmamıştı. Re-şid Paşanın sadareti esnasında 1850
yılında 55 milyon franklık bir borç alma işi Paris de Torna ve şerikleri ve
Beşe bankalarıyla Londra'daki Devo ue şerikleri isimli ban kadan antlaşma
yapılmısada, Reşid Paşanın sadaretden bu sırada düşmüş bulunma ue yapılan
antlaşma padişah tarafından tasdik edilmemiş bulunduğundan resmiyet
kazanamamış, 1854 . ve 1855 yıllarında 5'er milyonluk borçlanmalar yapıldı. Yalnız
bu borç para 1855'de tamamen Kırım savaşı harcamalarına tahsis olundu.
Muhasara yapan kuuvetlerin sayısı Osmanlı askeri ile beraber sayıldığında 130
bin kişi yi bulmak-lemıudi Meşhur
General Niel özel selahiyetle yaklaşma işU i uapma faali yetine memur edildi
Cezayir valisi General pellssier sağlam ve azimkar biriydi. General Kan
Rober'in yerine kumandan tâyin edildi."
Yine Ahmed Rasim Bey'in şu mülahazası ile sahifemizi süsleyelim:
"üzün sürmüş olan Kırım kuşatmasının sona er-direbilmesi için 3.Napolyon,
bizzat Kırım'a gitme tasavvurunu açıkladığında avrupa siyasi mahfilleri bu
hususu epeyi zaman konuşmalarına vesile yaptılar. Bu arada Paris Sefirimiz
Veiiyüddin Paşa görevden alınmasından önce bu duru-rnu'.babıâlVye yazmış olacak
ki Fransa hâriciye nâzın Der-üiyn Dolvis İstanbul'daki elçiliğe bir şey yazmak
istemediği halde imparatorun, saray müdürü Miralay Bevil adlı zâtı oa
zifelehdirerek, İstanbul'daki ikameti için alınacak tertibata bakmak üzere
İstanbul'a göndermişti Miralay Bevil; İstanbul'a vardığında, sefaret tercümanı
Seferle beraber bir kaç defa huzura kabul edilmiştir. Bevil'in yaptığı
tebliğde,imparatorun, hanımı ile birlikte İstanbul'a geleceğini ve kendisinin
harp sahasına gideceğini, imparatoriçenin İstanbul'da misafireten kalarak
imparatorun dönüşünü bekleyeceğini bildirmekteydi Hâttâ Mösyö Bevil, ikametgâh
olarak Baltali-manı Kasrını, tercih eyle-miştir. Sultan Abdülmecid tedarik ve
hazırlıklara bizzat nezaret etmekteydi İmparatoriçe Öje-ni'nin yatağına
konulacak cibinlik, tamamen zor bulunur kıymette inciler le donanmıştı.
İmparator ve İmparatoriçe dairelerine taa 1 .Murad'dan kalma, saray
mensupalrtna bile meçhul kalmış kıymetli ve nadide eşyalar konulmuştu"
Rasim bey merhumun mülahazasindan sonra biz Fransa
imparatoru 3.Napolyon'un 16/nisan/1855' de Londra'ya yaptığı
seyanatten soz aça]ım ve görürüzki Londra; İmpara-
, Kırım'a gitme tasavvuratından vaz geçirdi. Bu sıralarda Prusya başvekili
Prens Bismark, avrupa siyasi mahfillerinin tebessümlerine aldırmadan şu beyanı
yapmaktan içtınab etmiyordu: "Herhalde 3.Napotyon İstanbul'a gidip orayı
zapt edip, bir Lâtin Devleti uücuda ge tirecek! Ancak; teşebbüs biraz biçimsiz
olduğundan ve bu yüzden pek doğru görünmüyor" demek suretiyle İngilizleri
kuşkuya salmak için ortaya inciler yuvarlamış oluyordu. Nitekim yukarıda
yazdığımız gibi, Londra bu kuşkuya işaret eden mizaha aldırmamış ve
Napolyon'un, Şark âleminde isbat-ı vücud etmesiyle Fransa lehine hayli
faydaların meydana geleceğini, Sivastopol önlerindeki ingiliz askerlerinin
ehemmiyetini azaltı cağım göz önüne alarak Kırım'a gitmesini önlemeye
çalışmışlardı. Beri yandan da, 3.Napolyon'un müşavirleri de, Fransa'dan uzaklaşma
tehlikesini henüz mağlup edilmiş ayrılıkçı muhalefetin bu seyahetten dolayı
elde edecekleri fırsat meselâ yalanda olsa Kırım'dan bir mağlubiyet haberi
estirilse veyahut İmparatorun vefatına dâir bir haberin yapacağı tesir ve
ortaya koyacağı neticenin ne olacağı meçhuldür, şeklinde dikkatini çekmek
teydiler. 3.Napolyon'un gerek ingilizlerce gereksede kendi
müşavirlerinin.-tavsiyelerini aklı kesmiş olacakki seyahatten vazgeçti.
. .
Çar'ın Ölümü-Sivastopal'un Zaptı
Sivastopol'ün zaptı ecnebi târihlerden birinde şöyle yer alıyor:
"22/mart/1855 tarihin de, Rus Çan Nikola öldü. Çok kötü
icraatları oiduğu halde eide olunan netice asga-ri miktarda kalmış, meydan
bulan tatstzlıkiarıda hiç eksik olmamış ve e eli açık bir devr-l hükümetden
yorulmuş, gidişatın Rusya'nın hezimetiyle bitecek şekilde göster-
hâlihazırdaki savaş ise, Rusya'nın güç ve kuvvetini bitirmişti, fiikoia; sulh
nmanın zamanının geldiğini biliyor, fakat buna rıza gös~ -neue kendini bir
türlü ikna edememekteydi. Demir Çar -lemezdi ona göre amma ne oldu? Kırıldı.
Vücudu yüksek leşten hummalar teulid ediyor, o ise dışarıda eksi 23 dere-edeki hauada Kırım'a sevk olunacak
bir alayın resmi geçidine katılmak için dışarı çıkmaktan geri durmadı. Şüphe
uokki bu yaptığını önlemek için adamları atının önüne atılıp- 'Haşmetlim bu
ölüm değil, intihar' dedilerse de, Çar fiikoia; 'Siz! Vazifenizi yaptınız.
Bırakınız. Ben de benim yapmam gerekeni yapayım' şeklinde cevap verdi. Havanın
so-öukluğu rahatsızlığı şiddetlendirdi ve bir kaç gün sonra hayatını kaybetti.
Son anlarında tebaasına imparator ölüyor şeklinde bir telgraf
yazdı. Yerine geçecek olan 2.Aleksandr ise sulhperver bir mizaç taşımaktaydı.
Harp arzusu taşımamaktaydı. Müttefikler ise Sivastopol'ü almak
mecburiyetindeydi. Bunun içinde General Pelises haftalarca ameliyat-ı
takarrübiye yâni yaklaşım gayreti içindeydi Ne varki bombardımana
6/haz.İ-ran'da başlayabilmişti. Ertesi gün ise hücum emrini verdi ue Yeşiltepe
alındı. Maiikof Tabyası üzerine yapılan hücumlar Rusların mukavemetiyle tard otundu.
Haziran ayında müthiş bir savaşı müteakip Maiikof'da ele
geçirildiysede, mukabil hücuma geçen Ruslar büyük telefat verdirerek bahse konu
tabyayı yeniden ete geçirdiler. Bu başarısızlık haberi Paris'de büyük bir
teessür ve heyecana se-beb olurken, İmparatorda General Pelises'i azil
edip,etmerne-y[ düşünmeyi başlamıştı. Fakat muhasara edilenler ise dayanma
güçlerinin hududuna gelmişler, Kornilof ve Nahİmof savaşda ölmüşler Totleben
ise pek ağır yaralar almıştı. Şeh-Çok büyük bölümü harabeye dönüşmüş,müdafaa
gayreti en Kuşlarda zaaflar görülmeğe başlamıştı. Ricat çârelerini
düşünürlerken, yeni Çar, imdad ordusu kumandanı Men-çikof'un yerine gelen
Gorçakof'a müttefikler üzerine hücum etmesi emrini verdi.
Gorçakof Çarnapa Çayı üzerindeki Tarakteslr köprüsünde mağlup
oldu. Piyemonte diğer adı Sar dünya askerleri bu sa-vaşda pek çok kahramanlık
sergilediler. Gözleme'de ise Osmanlı askerinin de görenlere parmak ısırtan
mukavemeti seyir edildi. Sivastopol'ü, 17/ağustos'tan 21/ağustos'a kadar süren
bombardıman altını üstüne getirdi adetâ! Rusların her Allah'ın günü bin askeri
ölüyor ve bir o kadarıda yaralanmaktaydı. Muhasara kuvvetlen adım adım şehre
yaklaşıyorlardı. Eylül ayının 5.günü ise yeni bir bombardıman salvosu daha
düzenlendi ve aynı ayın 8.gününden itibaren atışların dozajı bir misli daha
ziyadeleştlrildl. Şehir yer yer yanmaya başlamıştı. Liman'da ise içi barut dolu
iki firkateyn aldığı İsabet hasebiyle berhava olurken, gökyüzünü kaplayan
alevler, surların içinde büyük velvelelerle atılan lağımlar arasında general
Pelises, hücum emrini verdi. Harp, bir kaç saat çok şiddetli boğuşmalara
inkılab oldu. Neticenin ne şekilde olacağı uzun zaman mechuliyet arz etdi.
Akşamüstü, Rus istihkâmlarına girmek ve zapt etmek kabil oldu. Rus generali
Gorçakof'un daha fazla müdafaada direnmenin beyhude olduğu kanaatine varması
savunmayı canla, başla yapanları Sivastopol'ü terk etme hususunda izinli
saydığı görüldü. Os-ten Sak ken valilik sıfatını taşıdığındanşehlrden en son çıkan
oldu.
Ruslar ise, teslim, olmadı. 322 gün devam bu savaşın aka-binde üç
seri savaş daha olduki, kan dereler gibi aktı. Üç hücum sonrasında eylül ayının
19.günü general Pelises Fransız bayrağını Si vastopol'un boş ve harabe hâlini
almış yerlerinin üzerine dikebildi. General Pelises mareşalliğe yükpürken, Dük
dö Malikof unvanının sahibi de oldu. Lord Raqla-n ise daha önce 28/haziranda
hayat ile ilşkisini kaybetmişti. "
pek pahalıya mâl olan bu başarı üzerine Odesa'nın karşısında
bulunan Kılburun'da düşmüş idi. Ancak Rusların da kazançlı olduğu yerler vardı.
Kafkasya'nın güneyinde Bayın-dır, Ahlacik ve Başgedikler'de üstün gelmişlerdi.
1855/27/eylülünde Osmanlı askerinin gösterdiği celadetti savunma bütün
gayretlere rağmen Kars'a girmelerini önleyemedi bu Rusların. Anadolu da
yaptığımız faaliyet-i askeriye yüz güldürücü bir neticeye vâsıl olamıyordu.
Ruslar ise ordu-muzdaki bu üzücü hallerden dolayı karşımızda başarılı olmaktaydı.
Devletin ileri gelenleri de bu durumu yavaş yavaş sezinlemeğe başlamış gibi
idi. Hâtta;1271/1854'de Ahıska ve Gümrü'de vukubulan savaşlarda meydana gelen
uygunsuzluğa sebeb oldukları sabit görülen Müşir Ahmed Paşa ve Ferik Rıza
Paşanın rütbeleri sökülerek kendileride beşer sene Kıbrıs'da bulunan Magosa'ya
sürgün edildiler.
Merhum üstad Ahmed Râsim Bey bu hususda şunları söyler: "Bir
yabancının şahidliğİ: 1856 senesinde İngiltere Parlamentosunda takdim edilen
resmi vesika mecmu-ast 1853/54 uel855 senelerinde Osmanlı devletinin Asya
kıtasındaki topraklarında bir araya gelen orduların hâl ve davranışlarına aid
general Vilyams, Lord Klaren- don, Stratford Radklif ile bazı konsolosların
aralarında yazılmış 390 tane telgrafın muhteviyatı yer almaktadır. Bunlardan
bazılarını aşağıya alıyoruz: General Vilyams diyorki: 'Bu mütehammil ve kanaatkar
Asya ırkının her memlekette dâima isyanlara sebeb olacağı şüphesiz bulunan elem
ve ızdırabata büyük bir sabırla karşı koyacağını hayretle görüyorum. Askerin
tâyinatı pek fenadır. En basit kaide bile meçhuldür. Hummaların, İİ-
füsun şiddetle hüküm sürmesinin sebebi budur. Çeşitli kıtalara
göre 18-20,22 aylık olanlar bile içiçedir. Yeni gün, rızk-ı cedide, yani yeni
rızka uygun olarak yaşanıyor. Subaylar, hizmet, inzibat yâni disiplin ve tâlim
hususunda fena sebeb-lerden utanılacak derecede müsamaha gösteriyorlar. Bunların
tamamına yakım komutanlığa lâyık değildir. Eskidenberi alıştıkları İçin
sarhoşturlar Askerin parasını çalmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Müşir,
irtikâp ue İhülasda diğerlerine numune teşkil diyor. Paşalar ue miralayla.!'
muhasebe memurlarıyla ortak olduklarından topladıkları mahsulü ihtilasları
bunlarla paylaştıktan sonra İstanbul'a gönderdikleri eurak ue cedueller yâni
listeler büyük sahtekârlıklarla maluldür. Hükümet 33 bin kişi hesabıyla tayın
veriyor, halbuki silah altında ancak 18 bin asker vardır. Başı bozukların maaş
ue tayınını böyle askerin intizamsızlığından dolayı müşir ile bu çete reisleri
için gayet geniş bir ihtilas manbaıdır. Kâğıd üzerinde 3500 kişi görüldüğü
halde adı geçen adamların elinin altında ancak 800 başıbozuk var. Müşir; en kü
çük istifadelere bile alaycı nazarlarla bakmıyor, kış mevsiminde has-tanede
uefat eden 12 bin askerin eşyasını sattırdı. Oraya tahsis olunan mblağ kısmen
nakit bir kısmı da kaime olarak gönderildiğinden, Müşir, nakit olan kısmı
kendine ayırıyor, kaime ile ödemeleri yapıyordu. Bu sebebden tahmini olarak %20
nisbetinde zarar meydana geliyordu. Paşalar ile miralaylar irtikap ue ihtilas
için daha bir çok vasıtalar buluyorlar, muhasebe memurları ile uyuşarak pirinç
ue et tayınları karşılığında para alıyorlardı. Yahud bunları aynen almağa mecbur
olurlarsa kendi hesablarına sattırıyorlar civardaki mahsulat olan zirai
ürünleri biçmek köylerdeki evleri ykıp buralarda pek pahalı olan odun ve tahta
tedarik etmek için angarya suretiyle askeri çalıştırıyorlar Herkes bu yağmadan
istifade etmek için çeşit çeşit çâreler, vasıtalar buluyor "
Osmanlı idaresinin bütün kötülüklerini ortaya seren Badori Ahelçiyaa başgedikli, hezimetlerinin
ve nihayet Anaistilasının hakiki sebeblerini, bu istihşadatı kısa keserek ticeve
geçiyorum. Ahlâk ve eski usûl olarak muhafaza dilen adetten, müşirler,
ferikler, livalar, İstanbul veya ecnebi jlkelerdeki harbiye mekteplerinden
mezun olmuş subayları inat dolu bir düşmanlık içinde maiyetlerinde bulundurmaktan
uzak tutuyorlardî.
Esasen İngilizler savaşın devamından yanaydılar. Lord Palmerston,
iktidar mevkiine yeni gelmiş, İngiliz ahalisinin fikr-i umûmisi şevk içinde
mühimme-i tedarikata başlamıştı. İngilizler, Baltık denizinde yeni bir harp
çıkmasını Kurunştadt mevkii müstahkeminin de Sivastopol gibi tahrip olmasını
Petersburg'un bombardıman edilmesini elhasıl Rusya'nın bir hayli zaman
kalkışmayacak hâle gelmesini istiyorlardı. Bu maksada bağlı olarak 1854 senesi
kasım ayında Finlandiya kendisine iade edilmek vaadiyle İsveç ile bir antlaşma
imzaladılar. İtalyan liberal partisini aleyhine teşvik etmek tehdidinde
bulunarak Avusturya'nında harp ilân etmesini tâleb ediyorlar, Kafkasya'da
Ruslar ile çarpışan Şeyh Şâmil'e yardımda bulunuyorlardı. Bu mevzuuda üstad
Ahmed Rasim Bey merhumun şu mülahazasına yer vermeden edemiyoruz: "Şeyh
Şâmil müslümanlann meşhur bir gazisi olup, 1212/1797'de Dağıstan'da doğmuş
evvela bu ülkede Kadı Molta'nın maiyetinde on sene kadar Ruslarla savaştıktan
sonra Çer keşlerin başına geçip yirmi sene mütemadiyen Rus askerlerine
mukavemet etmiş, bir avuç dağlı'larıyla en meşrgenerallerin kumandası altında
bulunan Rusya'nın nice o'dulannı perişan etmeye muvaffak olmuştur Askerlik mes-
gtndeki yüksek iktidarı, metanet ue sertliği âlemi hayrelde bırakmıştı.
nihayetinde 1277/1861'de Rus birliklerinin birkaçı tarafından kuşatılarak
teslim olmaya mecbur edilmişti. Petersburg'a sevk olunarak, on yıl kadar esir
tutulmuş, daha sonra Hac'ca gitme arzusuna mümanaat edilmemiş ve oğlu-nunun
refakatinde ve oğlunun geri gelmesi şartıyla Çar istenen bu izini vermiştir.
1288/1871 'de Medine'de vefatı vuku-bulmuştur Oğlu Mehmed Paşa adlı zât Osmanlı
feriklerin-dendir. Demektedir bunu da Şemseddin Sami (Fraşerl)'nln Kamus'ül
âlamından istinbat etmiştir."
Kafkas - Rüs Savaşlarının Târihi Bir Analizi
Biz bu çalışmamızı yapmaktayken, Alsancağımiz altında bir millet
olmak ve bunun bir islâm milleti şuurunda olama-nin bahtiyarlığı içinde,
dünyanın neresinde olursa olsun bir müslümanın ayağına batan dikenden müzdarib
olmamız gereken insanlar olarak yaşamaktayken,asırlarca Kafkasya'da insanlık
suçu işleyen, bir soykırım, ve jenosid uyguluyan insanlık ve islâm düşmanı
moskof'un umumiyetle karşısında bulduğu mukavemet teşkilâtını mü'minler teşkil
etmiştir. Yukarıdaki satırlarda, Arnavut asıllı Şemseddin Sami Fraşe-ri'nin
değerli eseri Kamûs-ül âlâmdan istinbat edilen Şeyh Şâmil (r.a) Hz.Ieriyle
alakalı temasın altına, Kafkas Vakfı tarafından çıkarılmakta olan Bülten'in
2002 sene ve 12.sayısında 21,sahifesinde intişar eden Dr.Sedat Özden Beyefendinin
ara başlıktaki ifadeyi aynen koruyarak, yazıyı istinsah ederek, sayfalarımızın
değerini yükseltelim dedik. Pek hassas bir İncelemeyi ve mühim bilgiyi
kaydederken, Kafkasya mücahidlerinin başda Hazreti İmâm-ı Şâmil olduğu halde
merhumlara rahmet, yaşayanlara istiklâliyet niyazım Mevlâ-yı Mütealdendir.
«Cerkesler ve diğer Kafkas halkları bugün dünyanın bir k ülkesinde
dağınık bir şekilde, milli ve târihi değerleri, dilleri yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya bir yaşam sürdürmektedirler. Kafkasya gibi dünya
medeniyetlerinin çarpıştı-" çatış tığı ve karıştığı bir noktada târih
sahnesine çıkan Cerkesler, bir anlamda kendi iradelerinin ve isteklerinin dışında
bu güç savaşının içine çekilmişlerdir. Özellikle 15.asırdan sonra, bölgenin en
büyük güçleri olan Osmanlı İmparatorluğu, Kırım, Rusya ve İran arasındaki
mücadele Kafkas Târihimde büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra bu güç
dengelerinin içine, Polonya, İngiltere ve Fransa girmiştir.
İngiltere'nin ve Fransa'nın Asya, Amerika ve Özellikle
Af-rika'daki emperyalist politikaları genellikle İngilizlerin ifade ettiği üç C
üzerinde kurulmuştur: Com merce, Chiristanity and Civilisation(l) (Ticaret,
Hristiyanhk ve Medeniyet). Emperyalist ülkeler, geri kalmış halkların bütün doğal
kaynaklarına el koyarak, ticari yönden tamamen dışa bağımlı bir hâle
getirirken Hristiyanhk misyonerleri de onların yolunu izlemiş, hatta daha önden
gitmiştir ve Kongo, Hristiyanlığın Özellikle emperyalist amaçlar için
kullanıldığının en göze çarpan bir Örneğini teşkil etmiştir.
Emperyalistler gittikleri her ülkede kültürel üstünlüklerini de
kabul ettirmişler ve oralara kendi medeniyetlerini götürmüşlerdir.^) Bu yüzden
Rusya'nın Kafkasya'yı işgal etme politikası, Avrupa'nın bu sosyopolitik ve
ekonomik yapısı 'Cinde değerlendirilmelidir. Kafkas Târihinin, gerçek bir analizinin
yapılması ve Çerkeslerin neredeyse toplumsal bir intihar derecesine ulaşan bu
direnişlerinin sebebinin bilimsel olarak araştırılıp, anlaşılması
gerekmektedir. Tarihsel gelişi-m" itibarıyla Kafkasya-Rus ilişkilerini,
Kabardey-Kırım ilişki-
ri bağlamında ele almak daha isabetli olacaktır.
Kabardey-Rüs-Kırım İlişkilerinde İlk Safha
Tatarların isteklerinden ve baskılarından bunalan Besle-neyler
1552 yılında Prens Mashuk-Prens Esbuzluk ve Prens Tanashuku'u Tatarlara karşı
Ruslardan Yardım talep etmeleri için Moskova'ya gönderdiler. Bu kişilerle
birlikte Rus elçisi Schhepetev 1553'de Besleney'e geldi. Yaptığı incelemeler
sonunda Besleneylerin samimi olduğuna kanaa.t getirdi. Besleneyler, Prens
Sibok ve bazı Jane Prenslerini yeniden elçi olarak Rusya'ya yolladılar. Rus
Çarı, Osmanlılara karşı yardım isteğini red etti, fakat Tatarlara karşı yardım
etmeyi kabullendi.(3)
1557 yılında Kabardeyler, Prens Kanklıç Kanıko'nun başkanlığında
bir elçilik heyetini Rusya'ya gönderdiler ve Prens Temriko adına yardım
istediler. Bu ilişkiler hızla gelişti ve Çar Korkunç İvan, Temriko'nun kızı
Goşana (Maryana) ile 1561'de evlendi. Temriko'nun isteği üzerine Sunja
kıyılarında bir kale inşa ederek içine asker ve top yerleştirdi. Bu hareket
Osmanlılar ile Kırım'ın tepkisini çekti. Kalenin yıkılmasını istediler.
Ardından Kırım Hân'ı devlet Giray oğullarıy la birlikte 1567 yılında Kabardey'e
saldırdı. Yenilen Kabardeyler büyük kayıp verdiler. Ruslar bu kez kaleyi
yıkarak çekildiler. (4)
Astrahan Seferinin başarısız olmasından sonra Tatarlar, Han'ın
oğlu Adil Giray komutasında 1570 yılında tekrar Çerkesya'ya saldırdı. Temriko
oğulları ile birlikte yardma geldi ama Afıps kıyılarındaki savaşta (Temmuz
ayında) Temriko yaralandı çok geçmeden Öldü. Aynı yılın Ağustos ayında Han'ın
oğulları, Muham med Giray ile Adil Giray Kabardey'e saldırdı. Tatarlar çok
miktarda ganimet ve esir topladı.(5) 1571 yılında ise Devlet Giray Moskova'yı
kuşatarak şehri ateşe verdi.
1589 yılında Kambulat'ın ölmesinden sonra Rus Çan Tomriko'nun
büyük oğlu Mamsırko'yu Kabardey'e büyük prens (Pşı Yeliy) tâyin etti ve bunun
için bir berat verdi. Fakat bu hareket temayüllere aykırı idi. 1600 yılında son
derece başarılı bir politikacı olarak ortaya çıkan(6) Mamsırıko ve kardeşi
Dumamko, Pşı Kaziy tarafından Öldürüldüler. Ruslar bu tâyini yaptığı zaman iki
kardeşin elinde sadece 250'şer nüfuslu 11 köy kalmışken, Kaziy'in 50 köyü ile
1000 Work atlısı, Talosten'in 40 köyü ile 700 Work atlısı vardı. Güç
dengelerinin bu kadar değişmesine rağmen Rusların bu tavırları, sadece
Kabardey Prensleri arasındaki ihtilafı arttırmaya yönelik olabilirdi.
Bu sıralar Küçük Kabardey'in en güçlü Prensi olan ve Daryal geçidini
elinde tutan Şoloh, Kırım han'ı ve Tarku Şamhali ile dosttu. 1560-80 yıllarında
Kabardey'in en güçlü isimlerinden biriside Ketiko Pşi Abşoka idî. Topraklan
Şe-cem ırmağı ile Kuban arasına kadar uzanıyor ve Beştav bölgesini de
İçeriyordu.Bu bölgeler ve Küçük Kabardey (Taios-teney ve Cılahsteney)
Temriko'dan ba- ğimsızdı. Pşı'nin kızı Küçük Noğay ülusu'nun Hanı ürak Kazi ile
evliydi. Bu ulus'u Kuban'ın sağ kıyısına yerleştiren de Apşokay'dı. Temrîko,
Rus Çar'ından asker alarak Apşoka ile savaştı.(7)
1569 yılında Kaziy Kırımlılara karşı savaşmadı. Kaziy, Türk ve
Kırım taraftarıydı. Küçük Kabardey'in Prensi Şoloh ise İran'ı tutuyordu.
îdarlar Rus yanlısıydı.1615 yılında Şoloh' un ayaklandırdığı Noğaylar
Kabardey'e baskın yaptı ve Kazi öldürüldü. 1616 yılında Kırım Han'ı Canibek
Giray, Büyük Kabardey Pşı'larıyla birlikte Küçük Kabardey'e baskın yaptı. 1670
yılına kadar Kaziy'in oğulları Alıcıko ile Hatıkşo-ka Büyük Kabardey'de hüküm
sürdüler.(8)
1703 yılında Kaplan Giray, Beştav Kaberdaylarına saldırdı ve 3000
genç esir tâleb etti. Bu baskılara dayanamıyan Kabardeyler, Hatıkşoka'nın oğlu
Kurğoko'nun liderliğinde bir gece baskınıyla Tatar ordusunu imha etti. 1707
yılında Tatarlar tekrar ülkeye girdi, ünlü Kanjal savaşında Tatar ordusu yine
bir gece baskını ile imha edildi. Han kaçarak canını kurtardi.(9)
1720 yılında Saadet Giray, Kabardeye geldiğinde Hâtık-şokalar ve
Misostlar, Mısost İslam ile birlikte Tatarlara katıldılar. Kaşkatav gurubu
Aslanbec liderliğinde, Tatarların ültimatomunu ret etti. Böylece Kabardey
Pşı'ları Baksan (Hhatıkşoka ve Mısost) KaşkatayKetıko ile Beçmirza) gurupları
olmak üzere ikiye ayrıldılar. 1722 yılında Pşı Ketıko Aslanbeç, Kurğoko
Muhammed (Bemtt)'e karşı l.Pet-ro'dan yardım istedi. İslâm'ın kızı, Saadet
Giray'ın oğlu Salih Giray ile evlendi. Salih ordusuyla Kabardey'e geldi ve
Baksan grubuyla birlikte 1723 yılında Kaştakav grubuna saldırdı.(lO)
1729 yılında Kabardey'e saldıran Han oğulları olarak Bahtı Giray
ile Şahbaz Giray, Baksan Giray tarafından öldürüldü. Saldırıyı Aslanbeç
örgütledi(l 1)
1731 yılında Arslan Giray ile yine Kabardey'e geldi. Asıl amacı
akrabası olan Aslanbeç'in
Büyük Pşı olmasını sağlamaktı. Ketıko Kanamet bu olaylar yüzünden
çıkan tartışmada öldürüldü. 1737 yılında Ha-tikşoka Kasey bu olaydan dolayı
suçlanarak ülke dışına çıkarıldı. Nihai anlaşma ancak 1757 yılında
yapıldı.(12)
1736 yılında imzalanan Belgrad anlaşmasıyla Kabar-dey'in bağımsız
bir ülke olduğu Rusya tarafından te'yit
olundu. Bu zamana kadar Rusya ve Osmanlı Devleti Kabar-Hey üzerinde
hak ettiklerinden antlaşmaya bu konu da dâhil edildi- Antlaşmanın 5.maddesine
göre ".Her iki tarafda Büyük ve Küçük Kabardey'in bağımsızlığını kabul
etti.(13)
Küçük Kabardey Pşılarından Kanşoko Kurğoko 1751 yılında
Moskova'ya gitti ve 1759 yılında Hristiyan oldu. Ruslar kendisine 500 ruble
yıllık maaş bağladılar, albay rütbesi verdiler ve 800 kadar adamıyla birlikte
Mezdog bölgesine yerleştirdiler. 1763 yılının, 12 Aralık günü Baksan ve Kaşkatav
Pşılarının büyük bir toplantısı oldu. Prenslerin yanı sıra wor klerle birlikte
300 kişinin katıldığı bu toplantıda bu olayı ret ettiler. Bemet (Muhammed)
Mısost bu toprakların Kabardey'e ait olduğunun l.Petro tarafından teyit
edildiğini soyledi.(15)
1767'de Kabardeyler Ruslara karşı Kırımlılarla ittifak yapmaya
karar verdiler. Bu sırada han olan Arslan Giray, Ketıko Asianbeç'in damadıydı.
Ruslardan, Mezdog kalesini yıkmalarını ve Astrahana çekilmelerini taleb
ettiler.(16)
1769 yılında Kuma nehri
kıyılarındaki ormana çekilen 200 kişilik Kabardey liderleri General De Medem
tarafından dağıtıldı. (17)
1770 yılında Çariçe
2.Katerina'nın yanına giden Kabardeyler, Mezdog Kalesinin yıkılma sini tekrar
istediler. Ruslar bunu reddetti. (Bemet Mısost, Aslanbeç Hamirza, Hatıkşo-ka Ka
sey..)(18)
*
Rusların Kabardeyi İşgal Safhası
Çıkan Osmanh-Rus savaşında
Kabardeyler, Osmanlı tarafını tuttular. Mezdog'u kurtarma girişimleri sonuçsuz
kaldı. 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasının 21.maddesi ile Kabardey'ler kendilerine
sorulmadan, Ruslara bağlandılar. Buna karşılık üç maddeyle Rusya, Kuban
ırmağını sınır olarak kabul etmiş ve Kuban ile Karadeniz arasında yaşayan
Tatarlar üzerinde hiç bir hak iddia etmemiştir. Adı geçen bu yerler
Çerkesya'dır ve Çerkesya bağımsız bir
ülkedir.(19)
1777 yılında Ruslar, Azak-Mezdog Hattını kurmaya başladılar.
Kaberdey'lerde buna karşı harekete geçerek kalelere baskınlarda bulunmaya
başladılar.(20)
Mezibl Zawe - Gawır Zavej 1779 yılında 15.000 kişilik bir Kabardey
süvari ordusu (piyadeler hariç), Mezdog Hattını yarmak için harekete geçti.
Silahlar tüfek, tabanca, zırh gömlek, tolga, ok-yay, mızrak, kılıç, kama ve
kalkan idi. Kabardeyler'in arasında Kemirgueyler, Besleneyler, Bjeduğ-lar ve
başkaları da vardı. Liderleri Kurğoko Bemet oğlu Mı-sostıpş idi. Cİç orduya
Bernet Mısost, Ketiko Aslan beç oğlu Hamırza ve Mısost İslam Kanmırza komuta
ediyordu. Hamirza ve oğlu İsmel öldürüldü.Bunların üzerine General Yakobi
gönderildi. Kabardeyler çok büyük bir yenilgiye uğ-radılar(29 Eylül 1779-Ketiko
T'oaş'e)
Savaşa katılmayanların başlarına korkaklık işareti olarak ıslak
kara keçe geçirilecekti. Savaş tazminatı olarak 20.000 ruble, 2150 at, 4759
büyük baş hayvan, 4539 küçük baş hayvan ödenecekti. Balk ve Terek ırmakları
Rusya ile Büyük ve Küçük Kabardey'in sınırları olarak kabul edildi. 1782
yılında, Rusların kurdukları Prohladne (1775) Georgi-yevsk (1777), Pavlovsk
(1778), Soldatsk (1779) Marinski /1 780) Alexandrovska (1780) ve diğer
kalelerin yıkılmala-talep ettiler. 1804 yılında Hatıkşoka Adil Giray ve Abuk
Haii liderliğinde 11.000 kişi ayaklandı. 80 Adıge köyü yakı-rak hareket
bastırıldı. Gerilim devam etti.(21) 14/Ni-san/l81° târihinde Bulgakov saldırıya
200 köy yaktı, halkı öldürdü, soydu ve bir kısmı da esir olarak götürdü. ".6150
büyük baş hayvan, 515 at, 44015 koyun, 126 camız, 5895 bal kovanı, 445 kılıç,
180 tüfek, 52 zırh, 2900 gümüş para
5800 ruble değerinde mal, 1420 araba yükü darı..1' yağmaya bir
örnektir.(22)
1816 yılında General Yermolov, daha Önce kurulan kaleler zincirini
geçerek, Kabardey'in içine girmeye ve iç bölgede ikinci bir kaleler zinciri
kurmaya karar verdi. Böylece Kabardey'ler ovalık kısımları bırakarak dağlara
sığınmaya zorlanacaklardı. Ekim ayında Rus birlikleri harekete geçti. Köyleri
yakmaya, hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Kaberdeyler ovalık
kısımları bırakarak dağlara sığınmaya zorlanacaklardı.
Ekim ayında Rus bir likleri harekete geçti Köyleri yakmaya,
hayvanları götürmeye ve ovalık kısımlardaki bütün Ka-bardeyleri toplamaya
başladılar. Ele geçen kadın ve çocukları Rus savaş esirleri ile değiştirdiler
ve kalanlarını da Kazaklara dağıttılar. Kışı dağ başlarında geçirmeye mahkûm
edilen Kabardeyler için artık yapılacak hiç bir şey kalmamıştı.(24)
1822 yılının Mart ayında,dağlardan inen gruplar Baksan nehri
kıyılarında 945 evden oluşan 14 Köy hâlinde yerleştiler ve örme saz evlerde
yaşamaya başladılar. Bu köylerden bazıları tekrar saldırıya uğrayarak imha
edildi. Dağlarda Kabardeyler, artık geri dönmeyerek, Kumuklara, Çeçenler ve
l\uban Çerkeslerîne sığındılar. Böylece Yermolov Büyük Kabardey'i,
Kabardeyler'den arındırdı. Daha önceden büyük bir veba salgını olduğundan ülke
neredeyse tamamen boşaldı. Mayıs 1822 de Rus odaları Baksan vadisinde toplandı.
Ağustos'da kalele rin kurulmasına başlandı. Ülkenin en iç
bölgelerinde, Baksan, Şecem, Nalçik, ürvan, Şerec, Ar-gudan kaleleri kuruldu.
1779 yılındaki durum ile kıyaslandığında artık Kabardey yok olmuş sayılırdı,
ülkede kurulan bu kaleler tekrar, 1822 ve 1825 yıllarında yeni ayaklanmalara
sebeb oldu. 1834 târihinde ülkedeki
Kabardey sayısı 35.000 kişiye inmişti. 1822 yılından sonra Kabardey'deki Pşı
Yeliy payesi de târihe karıştı.(25) Kuşuk'un oğlu Jarn-bolet, Ruslara karşı
savaşan Kabardeylerin safında yer almıştı. Nalçik'de general Velyaminov,
bizzaî Kuşuk'tan kendi oğlunu getirmesini talep etti. 25/Ekim/1825 târihinde
Jambolet Ruslar tarafından öldü rüldü.(26)
Ruslar'ın Batı Çerkesya'yı İşgal Hareketlerinin Başlaması
1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Rusya, Kuzeybatı
Kafkasya üzerindeki hâkimiyetini sağlamlaştırma çabalan sırasında Türkiye'nin
müdehaleierinden kurtulmuş oluyordu. Edirne Antlaşması Rusya'ya Avrupa'dan
St.Nic-holas Kalesine kadar olan Kara deniz kıyısını,veya bu günkü
Novorossisk'den hemen hemen Batum'a kadar uzanan toprakları vermişti. Rusya
Antlaşma şartlarını, kendisine iç kısımlarda kalan kabileler üzerinde de
egemen lik hakkını verdiği şeklinde yorumladı. Bu târihden elli yıl kadar önce
Ku-ban Nehrinde duran Rusların batı Kafkasya'daki ilerlemesi yeniden
başladı.(28)
Rusya, Çerkesya'da hâkimiyetini kurarken dış ülkelerden gelecek
herhangi bir tehlikeyi beklemiyor gibiydi.(29) Gerktende Rusya ilk başlarda,
Anapa'nın ele geçirilerek Os-nlılarla Çerkesler arasındaki bağın kesilmesinden sonra
rkesler arasındaki dini ve politik
karışıklıkların sona ereceğini düşünmüştü. Dağlıların yavaş yavaş Rusya
ile ticaret yapmaya alışacaklarına inanılıyordu.(30)
Bu yüzden Kafkasya'daki Rus kuvvetleri, 1829 ile 1833 villan arasında,
o sırada çok daha şiddetli şekilde devam eden Doğu Kafkasya'daki Dağlı ki
yımına karşı kullanıldı. Batı'da Anapa yeniden inşa edildi ve içine iki tabur
asker aarnizon olarak yerleştirildi. Batum yakınlarındaki Poti'de işgal edildi.
1830 yılında Anapa'nın biraz kuzeyindeki Gelincik Koyu'nda yeni bir kale
kuruldu. İki tabur asker de buraya yerleştirildi. Kıyı boyunca ikiyüz mil
kadar aşağıda Gagra Kalesi yapıldı. Aynı yıllar sırasında Kuban Nehri boyunca
uzanan hatlar daha da kuvvetlendirildi. Çok geçmeden Ruslar, sadece Anapa 'ya
sahip olmanın bekledikleri sonuçlan vermediğini fark ettiler. Dağlılar hâla
gizlice Osmanlılarla köle ticaretini sürdürüyorlardı.(31) Nihayet 1831 yılında
Abhazya ve Çerkesya kıyılarına girişler Ruslar tarafından kısıtlandı. Bu
hareketin ana amacı Osmanlı gemilerini durdurmaktı.
1833 yılında, Kuban hattı'nda bulunan General Zass, Ku-ban'ı
geçerek Laba Irmağı boyunca Çerkeslere karşıbir çok cezalandırma seferleri
yapmıştı. Genellikle kış'n ortasında ve gece vakti hızla baskın veren Zass,
bazen Çerkeş köyleri Şaşırtarak kuşatmayı başarıyor ve sonra da köyü ateşe
ve-r'yordu. Bu tür taktiklerle sadece bir kaç köyün teröre bozmasına karşın,
Çerkeslerin Ruslara olan düşmanlığı ve onların Rus hatlarına yaptıkları akınlar
hızla arttı.
ndilerini Adıge olarak tanımlıyan Çerkesler içinde Rus
yayılmacılığına karşı direnen en önemli kabileler, Natuhaçlar, Şapsığlar,
1832'Ii yılardan itibaren bir araya gelerek ortak savunma stratejileri
belirlemeye başlamışlardı. Çerkes-lerin ulusal birliğini sağlamaya yönelik
toplantıların başlamasına ilişkin târihler değişirken, Baron Rozen'in 1833 yılında
gönderdiği raporlardan açık bir şekilde görüldüğü gibi, verilen o târihden çok
önceleride Çerkesler bir araya gelerek karşılıklı fikir mütalaaları
yürütüyorlardı. "Aktİ,...Ro-zen'den Çernişev'e, 16/ Ekim/1833..."
General Emmanu-el'in hattın bazı yerlerini ticarete açmasına rağmen
Natu-haçlar, Şapsığlar ve Abzehler bizimle ticaret yapmamaya yemin etmiş
bulunuyorlar. Büyük bir ihtimalle, yeminlerini tutmalarının sebebi, tuzu
Türklerden almalarıdır. Onlarla dostane ilişkiler kurmak imkânsız bir şeydir..
Bu ırkı yok etmek zorundayız."
İşte muhterem okurlarımız Kafkasya insanımızın yaklaşık iki asır
önce yazılan bir raporun münde racatmdaki son cümleden, bölge insanları vede
bilhassa müslümanlara tatbik edilecek tedbiri açıkla ması yeterlidir sanırız.
Tanzimat Üzerinde Tetebbu
Tanzimata giden yolda en önemii olay, yeniçeriliğin ilga
edilmesidir. Türkiye Tarihi ile ün yapmış olan sayın Yılmaz
öztuna"Devletler ve Hanedanlar'Msimli pek müfid çalışmasının 2. cildinde
980. sahifesinden984. sahifesine kadar sıraladığı yeniçeri ağalığı sıralaması
ve izahını kısaca şöyle hülasa edebi!iriz:Yeniçeriliği 1.
Murad<Hüdavendigâr) 1 363 de tesis etmiştir. Ancak 1363den, 1451 senesine
kadar yeniçeriağah-ğı yapanların, adları tesbit olunamamış. 1451 yılında ise,
Osmanlı tahtına çıkan 2. Mehmed yeniçerinin cülus bahşiş1 münasebetiyle
çıkardığı mızıkçılığa pek kızmış ve yeniçeri ağalığı makamını ilgaya karar almış
ve bunu uygulamış,
Sultan abdülmecid hânların yerine yeniçeriye Sekbanbaşılar nezaret
etmiştir.
sonra Fâtih'in torunu Yavuz Sultan Selim 1515'de yeniri ağal'ğ1
makamını ihya etmiş böylece yeniçeriağası ola-
. acj, ilk bilinen kişi, 1515 ile 1516 arasında görev alan F had
/\ğa'dir. 283. yeniçeri ağası ise Mehmed Celâleddin Aâa olup <vefatı
1863> 9/nisan/1825'de geldiği görevden i 5/haziran/1826da Vakai Hayriyye adı
verilen yeniçeriocağı-nın kaldırılmış olması hasebiyle ayrılmış oldu. Bundan
sonra Yeniçeriağalığı yerine Serasker'lik unvan ve makamı te'sis olundu.
Bakanlar kurulunun, sadrazam ve şeyhülislamdan sonraki 3. adamı olarak vazife
deruhde etmiş oldu. İlk Serasker ise, 15/haziran/1826?da vazifeye başhyan
Rusçuklu Hüseyin Paşadır. Osmanlı devleti; kuruluşundan itibaren dayanmış
olduğu ahkâmı islâmiye gereğince, her aianda "iki gününü eşit geçiren
ziyandadır" yüce beyanının anlayışına bağlı olarak hüküm sürmeye gayret
göstermiştir.
Bu bakımdan dâima bir atılım, bir keşif, mükemmeli yakalama
arayışını ihmâi etmemiştir. Osman Gâzi'ye şer'i hükümleri hatırlatan Dursun
Fakı hiç bir zaman yaptığı hatırlatmanın, padişah tarafından "şimdi
zamanımı?" gibi ters cevaplarına muhatap olmamıştır. Çünkü inanç sistemi
içinde yer alan çözümlerden biri de, yine Hz. Rasûiullah (s.a.v.)in
Ümmetimin âlimleri benim vârislerimdir" yüce beyanının gereği
olarak Dursun Fakı'nın hatırlatmalarını bu anlayış dahilinde kabullenmesinden
kaynaklanmıştır. Orhan Gazi Hz. irinin, yeniçeri askerlik usûlünü ihdas
etmesini hatırlatan tavsiyeyi yerine getirmesinde, yukarıda yaptığımız hatırlatmaya
dönük inancı aramak gerekir. Zaten bir aşiretten bir civan devleti çıkarma
esprisi, çeşitli hususlarda ileriye dönük atvelerle yürüyen ve dünyaya parmak
ısırtan civanmertliği- etmeyi beceren, Rumeli'ne geçişi Vesilet'ün Mecât
1
müellifi "Velayet gösterüb halka suya seccade salmışsın.
Bekasın Rumeli'nin desti takva ile almışsın." takdir dolu beytini inşa
ederken muntazam gayretlerin nice muvaffakiyetler getireceğini ifade etmiş oluyor.
Söğüt yaylasından, Ko-sova sahrasına Hüdavendigârın inişi, zaferi elde edişi,
şeha-detin kapısından girişi, doksan yıla sığmasında herşeyi bir nizam ve
intizamla yapma ihtimamında yatar.
Doğuş sancısından olgun bir devlete geçiş zaman olarak uzun sürmezken,
yıldırım orduları bozan gerçek Yıldırım Ba-yazıd Sultanın;dİş geçmez zannettiği
kibrinde yakalandığı tuzak, kurtlar sürüsü akuru Timurlenk oldu. Ankara'nın
Çubuk ovasında ışınlan yiğid, kan kusarak ölürken, Devleti Âlî Osman; yeni bir
tanzimci arayışını onüç yıl sürdürdü. Çelebi Sultan fetret'i bitirip çaktı
düzeni, kurmaya başladı yeniden, güzel devleti. Herşey tanzim olundu bir daha
hemen gün geldi devroldu nizâmı sânii Murad'ın takva eline, bir Kosova daha
bir Varna, sıyrıldı Bizans feth olunmaktan bu arada! Çünkü müjdei
Nebevi;Muhammed Fâtih'e râci bu işte ise Ak-şeyh baş tâcî. Alınınca İstanbul,
gerçekleşti devleti cihan, böylece lâzım geldi bir sürü nizâm. Parladı
Osmanlı'nın yıldızı, aslında yükselen islâmin sesiydi. Tek gür sadâ mehterin
nağmelerinden yayılan Gülbank idi. Bundaki nizam ve intizam parmak ısırtıcı
idi. Bayezidi sâniden, geldik Yavuz Se-lim'e hep bir tanzim içinde yürüdük
acemin üzerine, hakkını verdik onun, sıra düştü Mısır'a çölü geçmeyi bilen
yiğit, koca bir Yavuz idi. Hilafet, Mısırdaysa da, Hazreti Resûlullah(s.
a-v)rica!iyle gönderdi müjdeyi İstanbul'a. Dolaysıyla artık Osmanlıdaydı
hilafet, tanzim olundu yeniden millet. Arkasından Kanuni kırkaltıyıl hüküm
sürdü hem halife hem de padişah sifatiyle kanunlarda yaptığı tanzimlerle lakabı
oldu Süleyman'ın, Kanuni. Denizlerde yürüdü Osmanlının satveti vede nusreti,
failiydi bunların Barbaros Hayreddini. Denizciliğinde nizâmı atıldı o yenilmez
armada da. Kanuni girdi toprağa ah yaktın benÜSüleyman dedirterek Ebu's Suud'a.
Yüklendi bârı Selimi sâni, işi yürütmedeydi sadrazamı ta-vili Bir
sistemdi görünen ortada, tepeden tırnağa nizam. Selimi sâni hamam derken,
yürüdü Hakk'a. Teslim etti oğlu Muradı sâlise koca devleti. O ve Koca vezir
Sokollu zirveye koydu milleti. Bunun da vardı hikmeti adı nizamlı gitmekti.
SokoIIuyu hacamata kaptıran devlet, farkında değildi amma, başında koptu
kıyamet. Koca vezir gitti, kıymet bilen padişah çekildi. Bir düğünde yeniçeri
nizâmı bozuldu, hakk'ı söyleyen ağayeniçeri koğuldu, fermanı kabul eden
makamlara boğuldu. Böylece olan yeniçeri'ye ve devletü dine oldu. Bunun da bir
nizamı vardı, neticesi kötü olsa da!
Yukarıdan beri ortaya koymaya çalıştığımız, Osmanlı devletini bir
intizam içinde, bir nizâm dahilinde yükselme döneminin sonuna kadar
anahatlarıyla anlatmaya çalışmak ve görülürki, bozmak değil yapmak üzere
bulunan çareler, başarıya yol açmaktaymış. Bu dönemden sonra Osmanlı devleti
kurtarıcı hükümdarların çıkmasını bekledi. Zaman zaman da beklediklerine
kavuştular. Ancak şaşaalı günlerin başarısı yerine hedmi, yâni yıkılışı
yavaşlatan, izmihlali geciktiren fenomen olarak kaldı. Merkezi savunmada
hududu genişleten zaferler, yerini sıkıntı veren mağlubiyetlere, kale, palanga
ve serhad kaybetmeye yolaçmış sulh antlaşmalarına uğruya uğruya parlayıp sönen
İslahat teşebbüsleri görüldü. Fakat bunların içinde en ciddi fakat en feci
netice verenin 2. Osman unvanı diğeriyle, Genç Osman dönemi oldu. Avrupanın
doğusu, İstanbul'un batısı olan Lehistan topraklarındaki Ho-tm i ordusunun başında
korumaya giden 18 yaşındaki genç idealist, ordusunun askeriyle ters düştü.
Çünkü bir sahtekârlık vardı ortada.
Şöyleki; defterdeki yeniçeri ulufe sayısı ile ordudaki yeniçeri
askeri sayısı arasındaki azim fark, sayım yapıldığında epeyi eksik çıktı. Bu
miktarın 30 bini bulduğu rivayetler arasındadır. Tedbirleri alınma yoluna
gidildi. Devletin tavizkâr tecrübelileri teenni tavsiye ettiiersede, fıkır
fıkır kaynayan yeni ve genç padişah ağzını tutamamış, kafasındaki düşüncelerini
bir, bir ulu orta saçmıştı meydana.
Sağsalim İstanbul'a gelen Genç Osman Hotin seferinde her yönüyle
beğendiği Mısır askerini örnek alıp, onlar gibi yepyeni, muntazam kıyafetli ve
itaatkâr bir ordu meydana getirmek için Hac'ca gitmek arzusunu kılıf yaptı. Taa
Ebu's Suud tarafından verildiği ileri sürülen fetvaya göre, Osmanlı padişahları
hac'ca gitmek hususunda görevlerini bırakıp gitmektense, gitmemeleri daha
efdaldir anlayışı bütün seleflerinin uyguladığı davranış olduğundan buna
uyması söylendi. Ancak bir müddet inattan sonra vaz geçti. Arkasından kopan
isyan Genç Osman'ı taht'tan etmekle kalmadı amucası 1. Mustafa istemediği tahta
çıkarılırken, 500 tane siyasete karışmış yeniçeri, Yedikuie zindanında aynı
zamanda halifesi olan padişahı boğuyordu. Buna karşılık eli silah tutar ve beli
kılıçlı yüzbinler, üzgün bir nazarla asi beş yüz kişinin halt etmesini
maalesef seyrettiler.
Bu davranış belkide, meşhur Fransız felsefeci Alfred Fuy-ye'ye
"..Şarkta insanlar faziletinyoksunudurlar" sözünü söyletmiş olabilir.
Halbuki Fuyye, bu sözü söylerken şark insanına en büyük hakareti yapmış
oluyor. Çünkü Şark genellikle müslüman toplumların hayat sürdüğü arazidir.
İslâmda ise; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hadisi Nebevisi
bütün ferdlerin haksızlık yapan karşısında hakkı hay-kırarak zulme âlet
olmamasını emretmiştir. Ancak bazende şarkın insanları, bu emri, tavsiye imiş
gibi telâkki etmiş olalarmdan olacak ses çıkarmazlar, zulümde böylece icra
H'lir Genç Osman'ın katli;
İstanbul ahalisinin nice paşa ve hpvlerinin gözleri önünde gerçekleşirken
suskunlar şeytana askerdi demek!
Genç Osman değişim istemede ülkenin en önemli gücü olan orduyu
tanzime hatta değiştirmeye kalkarken, ahalinin sımsıkı bağlı olduğu şeriat'ın
izin verdiği taaddüdü zevcat meselesinde tek evliliği benimseyip, şeyhülislâm
Es'ad efendinin kızıyla izdivaç ettiği gibi bunu yaygınlaştırma tarafına da el
atmıştı. Büyük teşebbüsün yanında yapılmaması gereken, küçük ve yanlış bir
teşebbüstü.
Osmanlıda Islahat Devri
1. Abdülhâmid Cennetmekânın ardından Osmanlı tahtına oturan 3.
Mustafa'nın büyükoğlu 3. Selim, şehzadeliğinde pekgüzel öğretim görmüş,
bilgili, güzel sanatlara eğilimli, musiki âleminde makam icad edecek kadar
maharet sahibi bir zattı. Nitekim; Sûzidilâra makamının mucidi olduğu yaygın
rivayettendir. İslahat devri diye okul kitaplarında müşahede olunan resmi
öğreti bu zâtın dönemine verilen isimdir. Yoksa 3. Selim'den önce bir çok
padişah ve devlet adamı yazmış bulundukları lâyihalar ile terakki hatvelerinin
mutlaka atılmasını tavsiye etmiş hâttâ teşebbüse dahi geçenler olmuştur. Ne
var ki;kısır kalmaktan öteye gidemeyen bu istekler, en ciddi teşebbüsü 3.
Selim döneminde yapılan deneme-'erle görmüştür.Bir ülkenin en önemli meselesi
adalet meselesidir. Adaleti temin ise ekonomik hayat ile sıkı sıkıya
irtibatlıdır. Bütün unların üstünde de, ülkenin dış düşman ve iç bozguncuların
tasaflutundan korunmak ve asayişi berkemâl kılmak ordu ile
güvenlik güçlerinin üzerine düşmektedir. Ekonomide o devrin önemli
gelirini teşkil eden zirai işler, hayvancılık ve de ticaretin dostu ise
istikrarlı yaşayışla beraber adil bir vergi sistemiydi. Bütün bunları bilen 3.
Selim; yapılacak ilk teşebbüs olarak ordunun canlandırılması prensibini tatbika
koydu. Biz 3. Selim'in bu tercihine geçmeden önce, bu tercihi yapmadaki sâike
dâir" Ahmed Rasim bey'in tarafımızdan Osmanlı-cadan sadeleştirdiğimiz, ve
meşhur târihine ilâve ettiğimiz, <İstibdad'dan Milli Hâkimiyete> adlı
çalışmasının 2526. sa-hifedeki<1200/1786'da Askeriye'nin Durumunun
özeti>nden bir alıntı yapalım:
1200/1786 senesine doğru askeri durumumuza bir göz atacak olursak,
muntazam ordunun, eski tâbirle kapıkulu ocaklarının birincisini teşkil eden
yeniçerilerden, çeşitli meslek ve esnaflığa soyunmuş olarak vakit geçiren,
hammallik ve manavlık yapmakta olanlarda vardı. Bunlara zamimeten zorbalık
yaparak geçinme yolunda olanlarda bulunuyordu. Kimisi evleniyor, bekâr olanları
ise, hanlarda oda kiralıyarak yaşayanlarla, kışla ve kolluklarda yatmakta olan
beceriksizlere kalmıştı. Gerek tâlim gerekse itaati askeriye ve terbiye
denilen hususatdan ne bir nâm ne bir nişan kalmıştı. Zaten onların han
odalarında geçen hayatlarının pisliği ve rezilliği alışılmış hallerdendi.
Sokaklarda kaldırım kabadayılığında ve meyhane kavgalarında önde
gelen bu haşerat, savaş alanlarında düşmana bir tek kurşun atmadan firarı
tercih ederler. Hâttâ daha da ileri gidip, bazende ordugâhın yağmalanmasında
öncülüğe kalkışırlardı. Ulufe adı verilen maaşlarına devlet takat getiremiyordu,
ulufe <maaş> alan askerleri üç bölüme ayırabiliriz. Birinci sınıf
paşaların, ağalan olan gurup. Bu kimseler küfcük-de kayıtlıysalar da
maiyetlerinde bulundukları efendilerinin dâiresi hizmetinde bulunduklarından ne
kışlaya nede savaş
i nlarına ayak atmadıkları gibi
yine de ulufe alırlardı. Bütün skerler,bu ulufeye <kapıh ulûfesi> adı
vermişti.
İkinci kısım ise, müftehiran idi ki, övünülen demek olup, 1
150/1737 tarihinden sonra ulufe beratları satışına izin veriliş olduğundan,
hâli vakti yerinde olanların bilhassa bedesten tacirlerinin, gelir getirir
yeniçeri beratlarını sahiplerinden satın alarak, mevacib adı da verilen maaşlar
çıktıkça, hisselerini alırlar hâttâ içlerinde bir kaç ulufeyi üzerinde
toplayanlarda bulunurdu. Bu sebebden müftehiran ulufesi hizmet karşılığı
askeri tahsisattan olmayıp adetâ esham <senet> taksitini andırıyordu.
Üçüncü kısım ise;bilfiil askeri hizmet veren yeniçeri
inti-saplıları idi. Kapılılardan ve müftehiran yakınlarını bularak o-cağa
kapağı atanlardan vazgeçirilip, fiili hizmette bulunması lâzım gelen
yeniçerileri nasıl topluyorduk. Yâni o dönemde askere alma muamelesi ne şekilde
idi? Şimdi de işin o tarafı na bir göz atalım. Yeniçeri ihtiyarlan; oğullarını
veya evlâdı makamında tuttuğu bir delikanlıyı <ağa çırağı> adı altında
ocağın defterine mülazım, yâni namzet mânasında, kaydettirirdi. İhtiyarın
vefat ettiğinde namzetin yeniçeri olma hakkı doğardı. Böyle kişiler hakkında
<valdeş> yâni merhumun çocuğu tâbirini kullanırlardı. Bilâveled yâni
çocuksuz yeniçeri ihtiyarı bulunmaz gibiydi. Asker almada kullanılan usûllerden
biri buydu. İkinci usûl; kale muhafızları için kale yamaklarından ve
yerlilerden nefer olarak icabında belli müddetle işbu <Koloğlu> adıyla
münasib sayıda asker yazılması adet o|duğundan, bu koloğlu askerleri icab
ettiğinde ocaklı defterine kaydolunurlardı, üçüncüsü ise;tahsisi bedergâh
usûlüydü.
voyleki: Taşralardaşehir delikanlıları askerlik imtiyazından ade
edip gezip tozmakta, serbest olmak için, ücretsiz yâni maaş almaksızın yeniçeri
yazılıp, mensup oldukları ortanın alâmeti farikası olan işareti kollarına veya
bacaklarına döğmecide işletirlerdi. Askerlik mesleğine girdiklerinden dolayı
da tafra satarlardı. "Bütün bunların vardığı sonucu özetlemeye
çalışırsak, bozulmuş olan genel ahlâk yapısı içinde yeniçeri ve mesleki
askeriye milletin bir numaralı istinatgahı olması hasebiyle ilk düzeltilmesi
gereken kurum ve topluluk olduğundan, baştan beri gelmiş ıslahat çalışmalarında
öne alınmıştır. Dolaysıyla 3. Selim'in ıslahatına ordudan başlaması tabii olduğu
gibi, devlet ricalinden ülkede yapılması gerekenleri bildirmelerini ferman
etmesi ve erbabı kalemin vermiş olduğu lâyihalarda işe buradan başlanması
tavsiyesi azim bir çoğunluğu bulmuştur. Lâyihalarda genellikle ve ortaklıkla
belirtilen hususlardan birini okurlarımıza sunahmıAh-med Râsim bey'in mezkûr
çalışmasında, 2529. sh. de "Biz ki; yeniçerileriz Hacı Bektaşi Velii
pirimiz, erenler evliyalar dostlanmızdır. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz
eksilirse binimiz türer yollu ifadelerden sonra filânoğlufalan ortamıza girmeye
tâlib oldu. Bizde ocağın hükümleri gereği eline işbu sofa tezkeresini
verdik" denmektedir. Yine: "Ellerindeki kâğıd parçasından başka
askerlikle bağlantısı olmayan bu sofalılar, ocağın sorumsuzca gayretkeşleri
olup, kazan kaldırıldıkta en büyük tehlike bunlardan gelir. Ayrıca bunlar,
yeniçeriler hak-kında(aleyhinde değil)konuşulanlara kızar vekonuşanlara silah
çekerlerdi." diye yer alan lâyihalarda bunlara dâir "..İyiyi kötüden
ayırmaktan aciz, dini ve askeri vazifelerden habersiz olan bu câhil haytalar,
Bektaşi'dirler. Bektâşiyânı levâzimi-den diyerek içkiye alışırlar. Askerlik
bahanesi ile başlarını da boş bırakınız, yapacakları azgınlığı kolayca da
tahmin edebilirsiniz! Seferlere çıkıldığında Orta'ların defterleri isimle dolu
olduğu halde, kapılılar, müftehirler, malûl, ihtiyarlar gelme-
Eklerinden mevcud askerlerin, yansını bazende üçte birini cak
tutturabilirdi. Onbin ocaklı ile yola çıkan bir kumandan yoklama yaptığında
mevcud olarak, dört veya beş bini tutturabildiği nâdirattandı..." Devlet
ricalinden istenen çâre layihalarında parmak basılan, yapılması tavsiye
edilenlerin başında ordunun ve bilhassa yeniçeri sisteminin gelmesi tabiatıyla
münevver ve batıyı mektuplaşma yoluda içinde olmak üzere çok taraflı
incelemeye almış bulunan yeni padişahın, sekbanı cedid diğer adıyla nizâmı
cedid adı verilen yeni bir asker gurubu teşkil etmesi doğrusu isabetli bir
davranış olarak kabul edilmelidir.
Ancak; Başlangıcında sergilediği kararlılık, ne onun tabiatında
devam ettirebileceği iktidarda vardı, ne de yeniçerinin bu işi kabullenisi
olabilirdi. Nitekimen sonunda nice göz yaşartıcı ve elem dolu hadiseleri
müteakip, ortada ne nizamı cedid kaldı, nede zavallı padişah 3. Selim. Kılıca
karşı ney'üe karşı koyarak uzletgâhında şehidler kervanına iltihak ettirildi.
3. Selim 1207/1792'de devlet nizamına dâir layihalar dev-rinibaşlatmıştır. 3.
Selim bu ıslahatı seven hâli ile meşveret meclisinde göstermiş olduğu şûra'yı
devlet taslağını bir daha çizmiş oluyordu ve bu taslağı çizdiren ise, Rusya ve
Avusturya ile yapılan savaşın acı neticeleriydi. Yine Ahmed Cev-ded paşanın
tarihinde yetmiş küsur sayfa halinde yer alan bu lâyihalar meselesinde layiha
verenlerin devletin nabzını tam olarak tutamadıklarını eserlerinden anlaşılır
hükmünü çıkarmak mümkündür. Yine de bu lâyihalardan düstûr'ülamel yânı riayet
olunacak kanun olmak üzere bir özet çıkarılmış ve küçük bir kitabçık hâline
getirilmiştir. Rumeli Kazaskeri Tatarcık Abdullah Molla lâyihasında "Son
derece akıllıca ve tedbire dayalı olarak yeniçeri ağası ve kulkethüdası ile beş
orı kadarda ocak ağasını seçmeyi tavsiye etti. Onların aracılığı ile Osmanlı
devleti o günden sonra Yeniçeri ocağına Sultan Süleyman Kanuni zamanında
olduğu gibi itibar ve eski kanuna riayet ederek yeniçeri zümresini diğer
zümrelerden üstün tutacaktır, diyerek kendilerini yeni tertib tâlimler hususuna
istekli, nişan atma ilmi harbiyesine ait yazılı kitapları dilimize tercüme
edipde öğrenmeleri tarafını ihtar etmiştir. Ne varki; Yeniçeriler için
yenilikler yapmak bir ölüme yatmak gibiydi. İçlerinde yapılmaya çalışılan
bütün ıslahatlar az zamanda tavsıyor ve eski bozuk hâline avdet ediyordu. Tanzim
içde olacak işden değildi. Bu bakımdan nizâmı cedid sınıfı ayrı ancak
yeniçerilerin içinden çıkan gönüllülerinde olmasıyla tesis edildiği gibi, mâli
meselede nizâmı cedid sandığı denilen özel bir hazine konularak
gerçekleştirildi.
Bir Başka Kaynaktan
3. Selim Islahatı Ötüken yayınlarından bir kaç yıl evvel neşir
hayatına kazandırılmış ve Ziya Nur Aksun'un titiz bir çalışmasına ve Dr. Mehmed
Niyazi Özdemir beyefendinin ihtimamı eklenince pek güzel ve altı ciltlik bir
eser kaynağımız. Ancak belkide ülkede Osmanlı tarihi olarak kaleme alınmış
eserlerin arasında, Tanzimata ve dönemine en fazla yer veren çalışma. Üstelik
islamcı bir anlayışın zaman zaman kendini gösteren zaviyesi ayrı bir husus.
Tanzimat meselesinde farklı yaklaşımı dikkat çekici. Biz bunu aldık uyuştuğumuz
ve buluşamadığımiz hususları beyana ictisar edelim.
"..ll/recep/1203-7/nisan/1789 salı günü 3. Selim'in tahta çıkışıdır.
Yirmisekiz yaşında, 28. padişahdır 3. Selim. Babasının padişahlığında kendini
ileri dönük yetiştirmiş ve babasının vefatı kendisi onüç yaşındayken
vukubulmuş. Babasının yerine tahta geçen 1. Abdülhamid son derece iyi kalbli
ve müşfik olup, şefkatini yeğeninden esirgemeyen bir"t Eğitimine de ayrıca himmeti olmuş 3.
Selim'in. Şâir ve "zisyen bir kimse olup kendinide tahta hazırladığı, bu
huşta çalıştığı görülmüştür. Hatta şairliğinin dâhi bunu şu beyitte şöylece
dile getirdiğini görüyoruz: "Lâyık olursa cihanda bana tahtı şevket
Eylemek mahzı safadır bana nâs'a hizmet" Amcası 1. Abdülhamid'in yerine tahta çıktığında önce
kılıç kuşanıp sonra selâmlığa çıkması adettenken "Fe-râizi ifâ, an'anâta
riayetten evlâdır" diyerek farz namaz) tercih etmesi mü'min olarak
isabetlidir. Kucağında bulduğu Rus savaşını devama ve serdarı ekrem KocaYusuf
Paşaya "A'dadan ahzi intikam alınmadıkça seyfi gazanın elden bırakılmayacağı"
hususunu bildirip, makamı sadarette ipka olunduğunu haberdar etti. Devam eden
muharebeler bazen yüz güldürücü, bazende kan ağlatıcı haberler aksettiriyordu
dersaadet'e. Fokşan ricatı, Büze bozgunu, Belgrad'ın sükûtu inletirken milleti,
3. Selim'e düşen gidişe nihayet verecek çareleri üretmesiydi. Buna acaba mı?
Dedirten İsmaiyl'deki galibiyet. Bir arabanın vites değiştirdikçe yaptığı
hamleler gibi, şikâyetçi olunan asker sınıfının bir bölümü her menfiyatla
kahrederken devleti, yine bir başka bölümü yüzünü güldürmek için milletin
üzerine düşenden fazlasını gösterme gayretinde. Lâzım gelen hasta uzvun
kesilip atılmasımı? Yoksa, bir çuvalın içinde bulunan pirincin taşını ayıklamak
mı gerekirdi"? Eski müesseseyi muhafaza ederek yeni temel atış, bu
kararın iyi verilemediğini gösteren bir davranış biçimimidir? «oksa yeniçeriyi
yeni nizâma yâni nizâmı cedide celbedebil-rne kolaylığını temine dönük
düşüncemi? Bütün bunlar yeni-Ççri müessesesini temadiye karar veren otoritenin
hemen bunlardan ayrı olarak kurdukları sekbanı cedid diğer adıyla nızâmı cedid
arasında tatlı ve ülkeye hizmete dönük bir reka-ete yol açmak yüksek anlayışımı
düşünüldü! Meçhul bizce düşünülenler ancak ferd ferd davranışlardan bir hüküm
çıkarmak kabildir ki, bunda da isabet kolay değildir. Ancak padişahın
yakınlarına ve devlet ricaline gözyaşları içinde beyan ettiği şu hâli, Ziya
Nur Aksun beyefendinin kıymetli tarihinden ahzedelim: "Gece gündüz
ağlayıp diyorumki, yâ RâbîBeni öyle cihana rusva edip kâfire mağlub ve perişan
etmeden ve zamanımda ümmeti Muhammedin perişanlığını görmeden ilâhi, Sen, beni
iki gün evvel helak eyle diye Cenabı Hakk'a niyaz ediyorum." demekteydi.
Böylece 3. Selim batılı davranışların meclübu değil İnançlı müslümanın. tavrını
sergiler bu duasında ve bunu etrafındakilere açıklamakla.
Sadarette Değişiklikler
. Padişah, sadrazam Koca Yusuf Paşa'da çakılı kalmamış görevden
azledip başka sadrazamlarda göreve getirilip hizmet fırsatına nail edilmiştir.
Meselâ bunlardan biri olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa (Kasımpaşa Meydanında
heykeli olan) büyük bir ümiddi. Ve paşa çok şeyler yaptı. Denizciliğimizi
güçlendirirken kara hududlarımizda tebdili kıyafet teftişlerle bir çok
yanlışları yakaladı. Sorumlularını adaletle cezalandırdı. Yaptığı teftişler
hem bir korku saldı, hem de milletin işinin düzgün yapılmasını temin etmeye
yarar neticeler verdi. Yine bir teftişe ^tebdili kıyafetle çıkmış bir hayli
üşütmüş, hastalık hummaya dönüşmüş ve ahiret yolculuğuna çıkmıştır. Şum-nu'da
yaptırmış olduğu Bektaşi tekkesine defn olunmuştur.
Yerine getirilen Şerif Paşanın rivayet olunurki, bir kaç kâğıda
bazı sadrazam adayı ismi yazan 3. Selim, hırkâi saadet dâiresine gitmiş ve
bunlardan birinin çekilişini yapmış ve sadaret Şerif paşaya çıkmıştır. Osmanlı
tarihinde kura ile sadrazam seçilirdi sözü, bu rivayete dayanmıştır.
Padişahın Donanma Gayreti
Karadeniz ve Akdenizde seyri sefâin eden Rus filolarına karsı
sahilleri savunacak deniz kuvveti çıkarmak gerekiyor-a Ancak uzun zamandanberİ
devam etmekte olan savaş münasebetiyle, memleketin mâli durumu pek sarsılmış ve
donanmanın teçhizi ve çıkarılması yardıma ihtiyaç göstermekteydi. Bu ihtiyacı
giderme yolunda 3. Selim büyük bir riski dahi göze aldı. Bu risk; sarayın
içinden olsun, dışından olsun varlık sahiplerinin her biri on kişiyi her
yönüyle teçhiz edilmiş adam tedarik etmekle vazifelendirildi. Bu ferman bazı
ulemâ ve devlet adamının mızmızlanmasına hâttâ "padişah; bizi kara
çanaklı etdi" diye ağızlarına geleni söyledikleri duyulmuş. Bunları duyan
3. Selim'de yayımladığı bir fermanda şunları: "İki kavi düşman memâliki
İslâmiye'ye hücum ederken herkes varını dini mübin için beytülmâle vermek
şer'an caiz ve padişahlar ahzeyledikte zülüm etmemiş olurken" dedikten
sonra bazılarının temaruzuna karşı "Din devlete bir sekte gelirse hâl ne
olur?" Demiştir. Böylece kendisinin olsun, hanedanın olsun devlet şuuru
meselesinde ne mertebe yüksek bir anlayışın sahibi olduğunu ortaya koymuştur.
Harp Sonrası
Dört asın aşkın ve Osmarthnın yükselmesinde yaptıkları hizmetler,
tarihde bir yeniçeri askeri vardı dedirtecek kadar yüksektir. 3. Selim bu gücün
önem ve hizmetlerinden Osmanlı tarihini en iyi bilen padişahlardan biri olarak
elbet Müdrikti. Fakat; Rus mağlubiyeti ve bu uzun savaşlar döne-rnınde
yeniçerinin göstermiş olduğu bazı cebin ve korkak davranışlar, mütereddit padişahın
rey'inin yeni nizâma temayüf etmesine sebeb oldu Bu arada Şerif Paşa sadaretten
alınmış yerine bir daha KocaYusuf Paşa getirilmişti. Koca Yusuf paşa cesur,
gayretli, akıllı bir kimse olmakla birlikte düşmanı çoktu. Yeni bir asker
sınıfının kurulacağı dönemde hasmı çok olan b'ir kimseyle işlem yürümezdi.
Çünkü devlet bu yeni sınıf askeriyeyi kurmaktaydı. Sadrazam, padişahdan sonra
devletin 2. adamıydı. Yeni askeri kurmak onun destek olması gereken işdi.
Böyle olunca da sırf sadrazama düşmanlık olsun diye teşebbüsü sabote ederlerdi.
Böylece de; hayırlı bir teşebbüs suya düşerdi düşüncesi ile Koca Yusuf Paşa
sadaretten alınmış, yerine cidden melek gibi bir insan olan Melek Mehmed Paşa
herkesle barışık bir kimse olması ve yaşlılığı hürmete şayan olduğundan tenkide
bile uğramazdı. Teşebbüsün sabote edilmemesi bir yönüyle sağlanmış görüntüsü
vermekteydi
Memâliki Osmaniye'de Kaynama
Savaşın bitimi yeni meselelerin boy atmasına başka bir halde
gündeme gelmesine yol açtı. Rus savaşı sonrasında Balkanlar da yaşamakta olan
gayri müslim ve Ortodoks te-bâ'da da istiklâliyetin düşünülmeye başlaması
gerçekleşti. Akabinde asayişin ihlâl edilmeye girişildiği gözlendi. Bir
memlekette devlet otoritesi zaafa düştümü, artık beklenen menfi faaliyetler
cesaret ve teşebbüslerini arttırırlar. Deli Pet-ro'nun vasiyetnamesinde yeri
olan Osmanlı düşmanlığı tomruğun yokuş aşağı salınmasına yol açmış sayılır,
nitekim Kaynarca antlaşması Rusya'ya tanıdığını belirttiği haklar cümlesinden
olarak ilgili maddede Eflâk ve Boğdan Voyvodalığında himaye eder şansını elde
etmişti. Bu madde, bahse konu tebâya ve Ortodoksların Osmanlı ülkesinde yaşayan
her ferdine bir korunma alanı tahakkuk ettirmişti. Öte taraf- 181 vine Balkanlarda Kara Yorgi isimli bir
domuz çobanı ndi qibi bir çok domuz çobanı haydutlardan teşekkül et-- bir çete kurdu. Bu çetenin korkutucu ve
cezalandırıcı ücü vasıtasıyla Sırbistan davası gütmeye başladı. Rusya ve
Avusturya maksadlarına uygun bu harekâtların teşvikçisi olmaktan geri
durmadılar. İnkişaf eden bu teşvik ve çete te'siri işin taa Karadağ'a bile
sıçramasını getirdi.
Balkanlarda İslâm emânı, Osmanlı devleti kefaleti altında asude ve
rahat bir hayat sürmekte olan balkan topraklarımızda yaşayan azınlıklar,
bağımsız devlet olma hastalığına tutulmuşlar dışarıdan aldıkları yardımlarla
seslerini yükseltmişler ve sıkıntı, üzüntü artık hayatlarından hiç eksilmez olmuştu.
Osmanlı Şark Bölgesi Kaynamaları
Osmanlı devletinin şark cânibindeyse Hanbeliye'den olan İbni
Teymiyye, İbni Kayyimi Cevzi gibi selefin akidelerine itibar eden eski
âlimlere dayanarak bir cereyan yayılmaya başlandı. Mekke Şerifi Gâlib ile
kardeşinin oğlu arasındaki mücadele Vehhabilik denen bu cereyanın yayılmasında
önemli bir rol oynadı. Donanmanın yetersizliği, garp ocakları denen Fas, Tunus,
Cezayir ve Adalar eyâletinin merkez ile olan irtibatın zayıflamasîrra sebeb
teşkil etmişti. Yine Avrupa tarafında Dukakinzâdelerden geldiği söylenen Kara
Mahmud Paşa ve Amavudluk'da Tepedelenli Ali Paşa kendilerine ait otorite ile
devletin otoritesi arasında kendi lehlerine bir fark te sis etmişlerdi. Böylece
adetâ bir sultan gibi görülür oldu-lar. Vidin taraflarında ise Pasbanoğlu Osman
Ağayı bulunduğu yerde kurduğu otoriteyi dersaadet'e tasdik ettirmiş ve o|geye
valilikle atanmıştı. Binlerce müslümana zarar veren Kl?' aynı insanların başına
vali olmuştu. Çapanoğulları Bo-zok(Yozgat)da, Karaosmanoğullan Manisa ve
Aydm'da, Ko-zanoğulları ise Çukurova'da hüküm ferma olmuşlardı. Rumeli
taraflarında Türk, Tatar, Arnavut, Boşnak ve Bulgarlardan müteşekkil yirmibin
kişilik Kırcali ve Dağlı eşkıyası denilen çeteler vücûd bulmuş, Rumeli
ayanları biribirferiyle çe-kişmekde ve aralarında çıkan kavgalarda yukarıda
belirttiğimiz çeteleri kendi menfaatleri istikametinde kullandıkları görülmüştü
bundan dolayı da karışıklığın tezayüd etmesine yardımcı olmuşlardı
maaalesef.
' , r
Yapılması Gereken
Yukarıdan beri tebarüz ettirmeğe çalıştığımız hâl ve durum dahilinde
olan bir ülkenin yeni padişahı yeni bir nizama talib olmaktansa, üzerine düşen
nizâm kurmakla mükellef olduğunu idraktir. Aklın getirdiği Nizâmı Cedidi
getirmekti ve buna ordudan başlamak gerekmekteydi. Fİeden ordu'dan
baş-îansaydı? Bu sorubir cevaba muntazirdır ve bu cevab ideâllerden değil,
geçmişde yapılan büyük hizmetlerden değil, gelinen durumun ortaya konmasıyla
doğru cevabı bulabilir. Bakalım gelinen durum nedir? "Eskiden vezirler
savaşa emrindeki askerle geldiğinde yedi sekizbini bulan cengaverle ispatı
vücûd eylerdi. Çünkü idare etmekde olduğu bölge geliri kalabalık ve güçlü
asker beslemeye yeterliydi. Fakat meşhur 1768 seferine baktığımızda iştirak
eden küçük rütbelilerin vezirler ile gayet laubali olarak konuştuğunu görürüz.
Çünkü vezir'in geliri azaltılmış, emrindeki asker iyi beslenemiyor, iyi teçhiz
edilemiyor, buna karşılık adamları üzerindeki otoritesi sarsılmış oluyordu.
Vezir'in huzuruna desturla gelen bir binbaşı mezkûr seferde pek serâzad
davranıyordu.
Beri yanda savaşlarda yararlıkları olanlara maddi mükafatı nakden
vermek yerine mirmiran, vezir gibi unvanlar verildiğinde bunların mânevi
tarafını idrak etmeyen câhiller devletten alamadığı parayı pulu kendilerine
verilmiş unvanlara sarılarak halktan almaya uğraşıyorlardı. Bunlara inzimamen
döneminde yayımlanmış bir yazı bu bozuluşa kadı efendilerinde duhûl etmeye
başladığını belirtmekte. Bir başka taraf-dan meseleye atfunâzar edelim. Her
zaman için savunma savaşlarında destanlar yazan askerimiz, aynı zamandada dünyada
emsali görülmemiş meydan muharebelerinin galibidir. Ancak son savaşlarda
savunmalar eski başarılarda olmasa-da ona yakın neticelerle sürüp giderken,
meydan muharebelerinde bir cenahın zorduruma düşüşü anında ordunun kısmı
âzamim tesir altına alıyor, kontrolsuz ricat daha doğrusu er meydanından firar
başlıyor. Buna karşılık savaşlar bozgunla sona eriyordu.
Teşhis; tâiim ve terbiye ihmâliydi. Bu bakımdan kurulmasına karar
verilen yeni asker gurubu muntazam talimli ve harp ilmine keşifleri,
taktikleriyle hizmetleri olmuş görüşlerin, erkânı harplere öğretilmesi yeni
nİzamınuymaya başladığı esaslardı. Yeniçeri ise bütün bu tâlimlere yanaşmıyor,
keçeye pala çalmaya devam ediyordu. Buna karşılık 3. Selim'in meşhur âlim,
matematikçi İsmail Gelenbevi ile bir vakasını Doç. Dr. Abdülkadir Bingöl'ün
hazırladığı ve Kültür bakanlığı yayımları arasında neşrolunmuş "Gelenbevi
İsmail" adlıbi-yografik eserde, 12. sahifede yer alan vakayı sayfamıza
al-maksuretiyle okurlarımıza nakledelim. "3. Selim devrin-de(1789-1807)de
cereyan eden bir olay, İsmail Gelenbevi üzerine tekrar dikkati çekmiştir. Bir
gün Kâğıthane'de padişahın huzurunda yapılan askeri tatbikatta bazı sanat
gösterilerinden sonra atılan kumbaralardan (top atışları) hiç biri hedefe
isabet ettirilememiştir. Padişah devletin emek ve parasını harcayarak okuttuğu
bu subayların beceriksizliği karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. <Bunları
tam hesaplayacak biri yokmu?> der. Gelenbevi salık verilir. Padişahın
emriyle Zey-rek'den getirilir, huzura çıkar. Matematik kaideleri gereğince ince
haseplarla kumbaraların(topların)vaziyetin, istikametini düzelttikten sonra üç
defa atış yapılır ve her defasında isabet sağlanır. Padişah bundan çok memnun
kalır, haz duyar. Ge-lenbevi'ye günlük dört okkapirinç tahsis ve tayin eder. Ge-lenbevi'nin
çocukları ölümündensonrada almağa devam etmişlerdir. "Yine benzer bir
olayda Büyükada'nin arkasında padişahında katıldığı deniz manevralarında
topçuların hedefe eski usûl atışlarda isabeti pek düşükken, padişahdan izin
alan bir matematik âliminin kumandası altında atışların hedeflere isabetteki
yüksekliği takdire şayan bulunmuştu. Neden hep böyle olmuyor?Sorusunu soran
padişaha verilen ce-vabda;gâvur hesaplarıyla cenk edilmez cevabı veriliyor, padişah
da ancak yutkunmak mecburiyetinde kalıyordu.
Şanizâde'nin Görüşü
Ziya Nur Aksun beyefendinin değerli eserinde Şânizâde'ye aid
görüşler, kendi bakış açılarına destek olarak alınmış. Buna teması lüzumlu
görüyorum. Çünkü Şânizâde o devrin insanı, görüşleri şüphesizki pek önem
arzeder. Şânizâde Ataul-lah efendi ocağı düzeltmeye büyük gayret
gösterilmeliydi demekte. Şüphesiz haklı. Ancak hatırlatalımki yeniçeri cülus
bahşişi verilmedi diye Zigetvar'dan ölüsü dönen Kanuni Süleyman'ı getiren oğul
2. Selim'i İstanbul'a giriş kapısında nasıl sıkıştırdı. Eğer kocavezir Sokollu
kese kese altunu toplulukların arasında avuçlarıyla saçmasaydı, yeni padişahın
istanbul'a girmesi belki muhal olurdu. Hadi onu bırakalım da her cüiûs
bahşişinde çıkarmaya muvaffak oldukları karışıklıkları tahattur edelim. Ya o
gepgenç Osman'a kıyışları, ona n evvel
4. Murad'ın veziri Hafız Ahmed paşayı bir saniye aklına getirmezmi merhum
Şânizâde!
Moltke; yüzdoksan orta'dan meydana gelmiş ülkenin her tarafına
dağılmış dörtyüzbine yakın sayısı olan, sadece 31. ortanın otuzbin kişiyi
bulmakta olduğunu ve bunların binlerce takdirkân evlâdü iyâli olduğunu
böylecede milyonlara yakın desteğe ve yakına mâlik olduğunu beyan ediyor.
Böyle bir müesseseyi ortadan kaldırmak devletin temellerini sarsar diyor.
Ayrıca yeniçeri ulufesi az, yeni askerin ise pek fazlaydı! Diyen müellifler
var. Tabii bu kadar büyük bir müessese bir kalemde yıkılıp yok etmeye nasıl bir
tepki gösterir bunu düşünmek lâzımdır. Şikâyetleri çok olan nice Osmanlı padişahı
bunu göze alamamıştır.
Yavuz Selim bile, Mısır önlerinde dönmeye teşvik olunduğunda
paşalarının kafasını kesmekle yetinmiş, yeniçeriyi böyle susturabilmişti. Ama
iktidarının yeteceğini bilseydi, umulurki onların kanlarını çölün sıcak
kumlarına akıtmaktan hazer etmezdi. İstanbul vali ve Belediye reisi Prof. Dr.
Fah~ reddin Kerim, Belediye zabıtasını kurduğunda kendisini bir numaralı
belediye zabıtası ilân etmiş böylece mesleği onurlandırırken zabıtalara
vereceğini ilân ettiği maaş, devrin bir çok memuriyetinin maaş bareminden fazla
idi. Melbusatları-na gelince adetâ bir mareşal üniforması görüntüsü vermekteydi.
O devir, şu adamın paltosu var denilen bir devirdi. Ta-biiki yeni kurulmuş
nizâmı oedid askeri hem maaş hemde kıyafet bakımından, kendisinden artık
vazgeçilmeye başlanandan pek üstün ve farklı olmalıydı. Bir takım tarih sempatizanı
ehli târikin;yeniçeriyi dini, manevi esaslara dayanan çok köklü bir teşkilât,
hâttâ bir tarikat disiplini ile birbirine bağlanan müridlerden kurulmuş
mukaddes bir ocaktılar, koskoca devletin hemen her yerine dağılmış bulunmakta
ve buralarda merkezi kuvveti temsil etmekte ve kendilerine manen bağlı
olanlarla birlikte milyonları bulmakta diyenler olduğu vâkidir. Nitekim büyük
devlet adamı tarihçi Ahmed Cevded paşa merhum da: "Yeniçeriliğin,
Osmanlının iliğine işlemiş ve ocaklar asabiyyeti milliye makamına kâim olarak
devairi devletin usûl ve fürûunu istilâ etmiş olduğuna nazaran devletin
zâtiyatından mâdud olmuş idi" Demekte. Ardından "O'nun ilgasıyla
ehli islâmm kuvvei asabiyyesine zaaf geldi, hükmünü vermekte. Şimdi Şânizâde
olsun. Alman meraşali Moltke olsun, bazı ehlitârik tarih sempatizanları olsun,
vele.vki Ahmed Cevded paşanın beyanları olsun, başlangıçtaki yeniçeri için
tereddütsüz tasdiki gereken hususat-tandır. Balada yaptığımız açıklamalarda işin
bu tarafına temas edilmişti. Şunu ilave ederek söyleyelimki; Yeniçerinin savaş
alanlarında düşman üzerine salınmadan evvelki gül-bankı, bağlı olduğu târikin
usûlü gereği zikri hafi veya zikri cehri'deki halini en azından Genç Osman
vakasından sonra pek müşahede edebiliyormusunuz tarih sayfalarında? Buna
karşılık defaatle istanbul'un büyük meydanlarında, büyük camileri bahçelerinde
yapılmış isyanların kavgaları, yeniçeri sipahi askeri arasındaki Sultanahmed
meydan muharebesi, Genç Osman'ın kanını sual eden isimsiz veya adı bizlere
ulaşmamış genç sipahinin bir çok yeniçeri'yi Genç Osman'ın ahzı intikamı diye
yerlere seren ve hayatını Sultanahmed Câ-miinin minaresinde katillerine çarpışa
çarpışa veren yiğidi hatırlayın.
Kabakçı Mustafa çıplağına kapılarak nizamı cedidcidir diye
Tophane önlerinde nice mü'mini berdar edenleri de hatırlamak gerekir demeyi
yeğliyorum.
Meternichin Mektubu
Osmanlı devleti yavaş yavaş çöküşe doğru gitmektedir. Şurasını
gizlemeğe çahşmamahdırki; inkıraz sebebleri meya-nında ilk temelleri Sultan
Selim zamanında-atılıp, 2. Mah-mud'un ancak amik bir cehalete(!)hadsiz ve
payansız bir hayalperestliğe istinaden terviç ve teşvik ettiği avrupa tarzındaki
ıslahat fikirleri ve tasavvurlarını zikretmek lâzımdır. "Dedikten sonra
Meternich". yeni usûlüde dini kanunlarınız üzerine bina ediniz."
tavsiyesini yapmıştır. Evvelâ hemen şunu söyleyelimki, Prens Meternich bu
mektubunu 1841 senesinde 2. Mahmud'un genç oğlu Abdülmecid hân'a yazmıştı ve
tanzimat fermanı okunalı iki yıl olmuştu. Prens bu mektubun yazılışından yedi
yıl sonra yâni 1848 de ülkesinde husule gelen azim bir ihtilâl neticesinde
yurd dışına zor kaçabildi. Ülkesinin akıbetini iç bünyede pek kestiremeyen
Metrnich, dünya siyasasını takip ve tahminde bize tavsiyelerde bulunacak
kıymette olduğu bir vakıadır. Ancak tanzimat fermanının dibacesinde
padişahın;şer'i şerifin son zamanlarda ihlâl edildiğini hatırlatan girişi,
Meternichin, yeni usûlü dini kanunlarınız üzerine bina ediniz tavsiyesini
yaptırmaya itici bir ifade saymayı bilmeliyiz. Yeniçerinin ilgasına bir başka
soruyla katılan kişi "Tanzimatve Türkiye" adlı çalışmanın yazarı
Engel-hardt'tır. Bunun demeside "..yeniçeriyi kaldırmada Sultan Selim
olsun, 2. Mahmud olsyn, merkezi hükümet otoritesini Kuvvetlendirmekden ziyade
şahsi otoritelerini arttırmayı amaçladılar." olmuştur.
Şimdi 3. Selim gibi son derece hâlim selim, din ü devletin
•yitiğinden başka bir şey düşünmeyen, taht'tan indirilipde uz- itildiğinde
tanburunu eline alıp besteye girişen bu muh- böyle kendini güçlendirme
bühtanını ülkemiz üzerinde bir takım hesapları olanlar yapar. Engelhardt, bir
elçilik mensubu olması hasebiyle ifade etmeğe çalıştığımız gizli maksadın
dışında sayılmamalıdır.
Sultan 2. Mahmud'a aynı yükleme yapıldığında bizi, 3. Selim'i savunduğumuz
hissi davranışın ötesinde beyanla karsınızda görürsünüz. Kabakçı İsyanının
mazlum şehidi, 3. Selim alkanlar içinde yerde yatarken, üzerine kapanan pek
sevdiği Alemdar Mustafa Paşa bir ölüm badiresinin içinden çıkmış olan şehzade
Mahmud'un ikazıyla kendine geldi. Şehzadenin kim olduğunu sordu. Taht'a
çıkarılması gereken şehzade Mahmud olduğunu söylediklerinde, amucasının ölüsünü
kucakladık, bari yeğenini padişah edelim dediği görüldü. 2. Mahmud olacak genç
şehzade, silahlarını çıkarda yanıma gel, görüşmemiz lâzım iâla demek suretiyle
kinaye ile sen bizi padişah kıldın, biz de seni sadrazam yapalım demek istemişti.
Çünkü;vaziyetin en kuvvetli adamı Rusçuk ayanının da başı olan Alemdar Mustafa
Paşa idi. Allahdan padişahın tarafından idi. O kadar güçlü idiki, hâli hazırda
taht'ta oturmakta olan 4. Mustafa'nın görevinde ipkasını dilese karşı koyacak
bir güç yoktu. 2, Mahmud Daha sonra padişah oluşundan hemen sonra ayan ile
yapmış olduğu antlaşma, padişahların öyle kolaylıkla razı gelemeyeceği
hususattandır. Buna razı olmamak elde olmadığından daha da bir ağır gelmiştir.
Zaten birçok tarihçi bu ayan antlaşması ile alakalı tes-biti, padişahın
selahiyetlerini ayanla bölüşmüş olması şeklinde yorumlar. Nitekim Alemdar
Mustafa paşa'nın şehid edildiği ana kadar olan sadaret günlerine baktığımızda,
karşılaşacağımız husus pek başıboş davrandığı, sarayın talimatlarına fazla
önem vermediği rahatça görülür. Yeniçeriyi sadrazama karşı düşmanlığa 2. Mahmud
teşvik etmemiştir amma bu dağlı ve kaba adamın yerine, yine bunun gibi mert
fakat nâk birinin gelmesini istemesi tabiidir. Sultan Mahmud'un, yererinin
düşman bellediği sadrazamın hanesine yaptığı saldırı da yardım göndermemesini
göz yumdu diye yorumlayanlar, jşjn arka tarafını görmezlikten veya bilmeyerek
o sonuca varıyorlar. Çünkü o sırada yeniçeri dışındaki askerin kısmıâzamı
İstanbul dışına vazifeye gönderilmişti.
2. Mahmud'un sadrazama yardımcı göndermesi ve olay sonunda
yeniçerinin, sadrazamı bertaraf etmesinin ardından hedef olmasına razı gelmesi
demekti. Hemen bu arada Sultan 2. Mahmud ile ayanları temsilen Alemdar Mustafa
Paşa arasında varılan antlaşma sonrasında Alemdar Paşanın şunları söylemesine
dikkat gerekir: "..Vakta ki; vezirlikrütbesi ile başımız bağlandı. CInvani
seraskerlikle kıymetimiz yük seltildi. Gerek orduyu hümayun'un maiyetinde ve
gerek kendi başına düşmanın galip geldiğinin görülmesindeki hakiki sebeb
tetkik ve araştırması yaptığımda düşman askerinin galibiyeti öğretici ve
muntazam subaylarının harp fennine vâkıf komutanların fikir birliğine varmış
olmasından kaynaklandığını öğrendiğimi itiraf etmeliyim." Bu sözler yeni
askeri sınıfa muhalefeti olmadığını beyan mânasına alınmalıdır. Çünkü Alemdar
Paşa, anasıl bir yeniçeri ocağı yetiştir-mesidir. Bu bakımdan Sultan Mahmud'un
Fransa kralı 14. Lui gibi "devletbenim" demese de, islamların
halifesi, Osmanlıların padişahı olarak güç ve kuvvetini arttırması gereken
her tedbir onun başvuracağı meşru yol sayılmalıdır.
Yeniçeri usûlünün tamir yoluyla devamı mümkün olmaması ihtimali,
mümkündü iddiasından daha ağır basmakta-d|r. Bu bakımdanda bu günün şartları
içinde meseleye baktığımızda, ordu üzerinde, her hangi bir speklasyon değil
tatbik edilmek ileri sürmek daha da ötesi düşünmek bile kabil görünmemektedir.
Nitekim 28/şubat/1997 balans ayarı ile başlamış çırpıntı, hukuk
devletinin çiğnenmesi göz önüne alınarak durultula-mamıştır. En üst rütbenin
sahibi de, en üst makamın sahibi de kanunları kullanma şans ve hakkına sahip
olmasına rağmen, bir denge politikası gütmesi hemen önümüzde cereyan eden
hadisedir. Demokratik parlamenter sistemde yapılamayanı, mutlakiyet devrinden
istemek biraz haksızlık oluyor gibi. Bir de şunu mutlak belirtmek gerekiyorki;
nizâmı cedid kelimesinde vurgulanan yeni düzendir. 2. Mahmud ise askeri yeni
düzen içinde tanzime başladığında Osmanlı mîlletinin varlık sebebi olan
İslâmiyeti hiç gözden uzak tutmamıştır. Hâttâ askeri yeni sınıfa, pek mukaddes
bir isim olan "Asaki-ri Mansûre Muhammediye" demeyi aklederek millet
devlet birlikteliğini sağlamayı bilmiştir. Şunu da ilâve etmek gerekir
ki;Sultan 2. Mahmud, amcası 3. Selim'den aldığı dersleri, onun başına gelen
musibetleri tam manasıyla görmüş ve idrak etmiş olmasından dolayı, kendi
usulüne daha isabetli bir rota çizmeyi becermiştir. Nitekim yeniçeri
kışlalarını daha topa tutmadan, bilhassa Edirnekapı surları dışında ve bir miktarı
da içinde olan Sahabei Kiram efendilerimizin kabirlerini, ihya ve tanzim etmek
suretiyle kısmı âzami dindar olan İstanbul ahalisinin takdir ettiği bir
sultan, ashaba saygılı bir halife olduğunu kabul ettirmeye muvaffak olmuştu.
Batılılaşmanın Sebebi
Aslında Mısır eyaletimizde batı tipi kalkınma modeli Kava-lalı
Mehmed Ali Paşadan sonra büyük bir hız alır. Bu durum İstanbul'a sıçramadan
olamazdı. Çünkü;Mısır eyaletimiz adetâ imtiyaza açık bir valilik görüntüsü
vermekteydi. Bu bakımdan Osmanlı üst kademesi bu eyalet ile pek meşgul olup,
batılılaşmanın onlara sağladığı farkları görmeğe başlardı Sömürge yollarını ele
geçirmiş avrupa ülkeleri ve ıh ssa İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin
her taraftan anlıyı sarmaya alması bu ülkelerdeki politik ve starete-"k
niyetleri öğrenmenin çağa uygun yolunu bulmak gereki-du Eskiden para verilerek
saraylardan elde edilen casus-I rla bu işlerin yürümeyeceği görülmüştü. Artık dâimi
elçilik usûlünü ihdas gerekiyordu. Yinede bu elçiliklerde uzun yıllar 'slârn
unsur yerine tercümanlar ve hristiyan Osmanlı hariciyecileri bilhassa
Dönmeleri istihdam etme yoluna gidildi. Askeri alanda taa Sultan Fâtih
zamanında başlıyan mühendis urban katkısı, zamanla bir çok avrupalı mühendis ve
asker müşavirler kullanımına kadar gitmiştir. Moltke de bunlardan biridir.
Kavalalı Mehmed Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa kuvvetleriyle Nizip'de yapılan
ve devletin mağlubiyetine mâl olan savaş ile ilgili hatıratında,
söylediklerinin özetini buraya almak icab etti. Moltke diyorki: Serasker Hafız
Paşaya gidip, İbrahim Paşa birlikleri peyder pey gelmekte. Bunlara hemen
saldırıp, toplanmadan işlerini bitirelim teklifinde bulundum. Bana; işi
müneccimbaşına sorduralım cevabını verdi. Cepheye ibrahim Paşa askeri dahil
olup saf tutarken bizim kuvvetler müneccimbaşı'dan gelecek cevabı
beklemekteydi. Sonunda haber geldi. Falanca yıldız, filânca yıldızın bilmem neresine
geldiğinin gündüzü eşref saattir, düşmana hücum edile, oldu. Tâyin edilmiş
olan günü beklerken, gökyüzünde bu-lutların yığılmaya başladığını müşahede
ettim. Yine Hafız PaŞa ya koşup, bulutların yığılmakta olduğunu
görüyormusu-nuz?Bulunduğumuz yer hem biraz çukur hemde yumuşak toprak kuvvetli
bir yağmur burayı bataklığa çevirebilir, hareket kabiliyetimizi engeller,
biraz yamaçlara çekilelim dediğinde yine güngörmüş ihtiyarlara mesele
iletildi, onların de-diği, keçilerin dübürü büzülmüyor, atların kulakları
dikleşmi-
yor, buna bakarsak yağmur beklenmiyor demek oldu. Me varki çok
geçmedi öyle bir yağmur yağdı kî, insanlar atlarının üzerindeyken bile boğulma
tehlikesi atlattılar. Bunun için bir ordunun hava tahmini keçilerin büzüğüne,
atların ku-fağınındikilmesine kalmışsa mağlubiyetler artık o ordu için şart
sayılmalıdır." Dünyaca ünlü bu mareşalin'bu sözleri dahi batılılaşmamı
denir"? Bilmem ama, mutlaka mevcud halden çıkarılmalıydı, nitekimde öyle
oldu.
Yeniçeriliğin Kaldırılmasının Safahatı
Osmanlı devletinde görülen önemli kuvvetlerden birini ilmiye
ricali teşkil ederki, kadılar da bu bölüm içindedir. Ulema yâni ilmiye sınıfı
genellikle isyanlarda ya tamamen veya ekseriyet olarak askeriyenin yâni eski
tâbirle seyfiye'nin yanında tercih sergilerdi. Böylece askerin dediği
genellikle olurdu. Fakat daha sonra bunlar askeriyeye verdikleri desteğin
hesabını gözden düşerek bazen hayatlarıyla bazende servetlerinin müsadere
kendilerinin sürgüne yollanmasıyla öderlerdi. Bu seferinde yeniçeri'nin ilgası
kararının alındığı istişarede ulemâ da ağırlığını kaldırılsın görüşü meyanında
belirtti. Ahali desteğinin temini için Sancakı Şerifin çıkarılması da onların
ileri sürdüğü tedbirlerdendi. Bundan sonrasını meâlen Ahmed Rasim bey
tarihinden alıntihyalım: "..İstişare nihayet buldu. Söz tamam oldu. Mübdei
muamelâtı harbiye olmak üzere hemen livayı Şerifin ihracı kaldı. Bu ise bir
emri hatır idi. Zira Sancakı Şerif çıktığı gibi derûnu payi-taht'ta bir azım
kıtal'e başlanacak. Harbin neticesi ise meçhuldür. Şâyed ki zorbalar gâlib
gelince bunca devletsâdıkı kimseleri imha ederlerse, bunlar nasıl idare olunur?
Devletin hâli ne olur? Şeklindeki mütalaalar aklı tırmaladığından zâtı şahanede
tereddüt ve teenni görüldü. "Bütün maksadımız bu ddüdü göstermekti. Bu
tereddüdü yok eden Kürt Abdur-hman Efendi isimli bir zâtın hiddet ve şiddeti
ile ağzının kö-- mesiydi. Abdurrahman Efendi ".Bu dini devletin devamı
bekası muradı ilâhi ise, o habisleri ururuz, mahv ederiz. Değil bizde bu din
ile batıp gideriz, daha ne olmak ihtimali kal-a
" Diyerek elindeki teşbihini hiddet içinde yere vurdu. Teşbih ipi
koptu, teşbih taneleri dağıldı mermerlerin üzerinde yuvarlanırken orada hazır
bulunanların rikkati üstün gelip közlerinden tane tane yaşlar dökmeye
başladılar. Sultan 2. Mahmud hz. lerine de bu rikkatli hâl sirayet etti. Hırkai
Saadet Dâiresine giren padişah, peygamber sancağını çıkarıp, sadrazama ve
şeyhülislâma teslim etti.
İlga Kararının Alınışı
Abdurrahman Efendinin söylediği bir cümle ve bu cümledeki belagat
pek güzel netice vermiş, Sultan 2. Mahmud'a yaklaşan tereddüd, belki de bu
konuşmanın sayesinde hazı-runa bulaşmamıştı. Abdurrahman Efendinin heyecan dolu
yüreğinden kopup gelen sözler tereddüdleri izâle etmişti, inkılap tarihlerine
bakıldığında görülecektirki, bu tip ruhi halata her zaman tesadüf edilmiştir.
Yeniçeriler hakkında devlet kuvvetlerinin öngördüğü mücadele bir mukatele oldu.
Bu kıtal üzücü olmakla beraber olmasını önlemek kabil olmayan bir kavgaydı.
Nihayet bulduktan sonra Sultanahmed Camiinde rekz olunan Sancakı Şerif tekrar
saraya getirilip Sultan 2. Mahmud'un tahtı'nın yanında mutad olan yerine kondu.
rvubbealtı denen yerde, katılımın geniş ve büyükçe olduğu toplantıya 2. Mahmud
riyaset etti.
Yeniçeri Ocağına devam mı? Tamammı? Kararlarına inti-zar edilecek
sonuç görüşülmeye başlandı, ülkede asırlarca
vermiş, nice zaferlere imzada büyük paylan bulunan yeniçeri ocağını
kapatmayı kararlaştırmak koiayca gerçekleştirecek hususdan değildi. Nitekim bu
hususda da tereddüd belirdi. Bu seferde, Reis'ül Küttâb Seydâ efendi" Bu
zümrei zâmime şimdiye kadar biddefaat ika ettikleri fitne akabinde Osmanh
devletinin bütün işlerine ve cezaiyyesine müdehale etmemek için verdikleri
taahhüdü ne vakit ifâ ettiler? Sicillât ve defter dolusu yazılan senet ve hüccetlerin
mazmunlariyla ne vakit ihticac oiundu?Heîe bu sefer Eşkinci yazılmakla alakalı
kendi elleriyle yazdıkları senedi henüz mürekkebikuru-madan sebebsiz isyan
edip, yol kesmeye başladılar. Şimdiyse içlerinden bir çok elebaşı idam olundu.
Leşleri meydanlarda sürüklendi. Onİar bunu unuturlarmı? Bundan dolayı devleti
Osmanye hakkında adavetleri müzdâd olmazmı? Bunların nâmu nişanları sahifei
rüzgâriden hek ve imha edilmedikçe fesad ve fitneleri bertaraf edilemez. Her
vakit böyle fırsat ele geçemez. Yeniçeri ocağını külliyen ilga ve imhadan başka
çâre yoktur." Diyerek, toplantıda daha önce Abdurrah-man efendinin yaptığı
hitabeyi hatırlatan beyanıyla terddütie-ri gidermeye muvaffak olduğunu
görüyoruz.
Hakikaten bu beyandan sonra daha ileri senelerde vezir olan
Beylikçi Pertev bey'in kaleme aldığı meşhur ilga, yâni yeniçerinin kaldırılması
kararı Sultan 2. Mahmud tarafından bu içtimadan sonra tasdik olunup, kıraat
olunmuş ve memleketin heryerine tamimine girişilmiştir. Bu vaziyet gösteriyor
ki ilga karan bu toplantıya kadar kesin olmayıp ince elenip, sık dokuma
misâline uygun harekât tarzı takip edilmiştir. Bu toplantıda Seydâ efendinin
mukni konuşması yerine yeniçerinin lüzumunu iknaya sahip bir nutuk
atılabilseydi, belki de, ilga kararı yerine, İslahı teklifi hayat bulabilirdi.
Meşhur Engelhardt; Tanzimat ve Türkiye adiı eserinde "Et
meydanı kıtâli'nin düşünülmüş bir tertib, plânlı hareketoldu-ileri sürmekte
hatadır" derken cüretkâr bir düşünceyle kava bakıyorsa bu da bir hatadır,
dememek elde değildir.
Sultan 2. Mahmud'cın Hitabı
Sevda Efendinin müessir hitabesinde bulunan devlet ricalinin ad
ve makamlarını yazarak, kararda medhaü olanları tarih sayfalarında bilmiş
olalım: Tahtın sağında Sadrazam Selim Mehmed Paşa, solunda Şeyhülislâm Tâhir
efendi, sabık şeyhülislâmlardan Mekkîzâde Asım efendi, Yâsincizâde
Abdülvahhab, Sıdkizâde, eskikadı'lardan Arif bey, Yahya bey, Hekimbaşı Behçet
Efendi, Ahmed Reşid efendi, Rahmi bey. Anadolu Kazaskeri Tâhir bey, Murad
Mollazâde Arif efendi, Arabzâde Sadullah efendi, Hamdullah efendi, Hekimzâdenin
torunu Rıza bey, Yusufzâde, Râşidzâde Cafer bey, Melekpaşa-zâde Abdülkadir bey,
Dürrüzâde Abid efendi, Çarşanlı Hoca Mehmed efendi, İstanbul Kadı'sı Sadık
efendi. Hemen karşılarında oturmuş olan zevat ise, Kethüdai sadrı âli Ahmed Hulusi
efendi, Defterdar Tâhir efendi, Reis'ül Küttâb Şeyda efendi, Tevkii Ataullah
efendi, Reisi esbak Hamid bey, Ça-vuşbaşı vekili Ali bey, darbhane nâzın Es'ad
efendi, sabık defterdar Yusuf efendi, defter emini Numan efendi, Ruznam-çei
evvel Mustafa efendi, 1. muhasebeci Salim bey, Şehremini Hayrullah efendi ve
Baruthane nâzın Necib efendiler idi. Bu zevatın toplantısı başlamadan evvel 2.
Mahmud hân şu hitabeyi irad etti: "Cenabı Hfckk'a çok şükürler olsun ki,
bu kulunu ecdadı izamının nâi! olmadıkları fethi mübine maz-har kıldı ve
sizleri de bu hizmeti celilede bulundurdu. Allah sepinizden razı olsun. Şimdiye
kadar bu yol kesiciler yüzünden meydana gelen nice mekruh işlere mecburen
nıüsama-na edilmişti. Elhamdülillah hepsi yıkıldı, gitti. Bundan sonrada hep
beraber memleketin işlerini tanzim edip, Allah'ın kullarını memnun ve hallerini
İslah edelim. Eskiden zarar veren zümre yüzünden devletimizin içine düşüp
müptelâ olduğu masrafların eksikliği hususunda beytülmalin müsli-miyn ile asla
münasebeti olmayan mansıbı divâniyede istihdam olunmayan kimselerin
bıraktıkları miriden zapt olunmaktaydı. Önce bu hususu kaldırdım. Bundan böyle
o gibi mallar alınmasın. Şâir önemli işler ve hayırlı çalışmaları sizler
mütalaa müzakere edip, inha ediniz. Ben de tesviyesine müsaade ederim. Her
hususa gayret ve ihtimam gösterme zamanıdır. Ülkenin önemli işlerini tanzime
kadar hepiniz burda kalınız. Kalıpça ve kalben birlikte olalım" Dedikten
sonra yüzünüeski şeyhülislâmlara çevirerek, iltifatla "mazû-leyni meşihat
<eski şeyhülislâmlar hâne ve sâhilhanelerin-de kûşei uzlete çekilip, akran
ve emsaliyle görüşememek, dilediği yere gidememek zor katlanılır şeyse de, bu
günden itibaren birbirinize gidip, geliniz, ağız tadı ile ülfet ediniz" Demiştir.
Bu hitabeyi bu gün tahlil ve tenkide kalkışmak ne kadar sağlıklı olabilir
bilemiyorum ama, insanımız 1960 ile başlamış bulunan ihtilâl ve darbeler
zinciri karşısında gösterdikleri kolaycılık yüzünden, yüzyetmişüç yıl önce
yapılmış bir hitabeyi incelerken âdil olabilirimi diye sormadan edemiyorum.
Koca Sekbanbaşı'nın Nizâmı Cedid Ve Yeniçeri Mukayesesi
Evvelâ Koca Sekbanbaşı kimdir pek kısa şekilde tanıtalım. Koca
Sekbanbaşı'nın kim olduğunda her şeyden önce bir ihtilafın olduğunu
söylemeliyiz. Niyazi Berkes'e göre 3. Selim ricalinden İradı Cedid defterdarı
Çelebi Mustafa Reşİd gösterilirken, Viyana devlet arşivinde el yazması olarak
bir nüshası bulunan Risalede Hoca Münib efendi kaydı varmış.
Ancak Vakanüvis Abdurrahman Şeref bey, tarihi yaşayış münasebetiyle
Münib efendiye aid olmadığını, yazarın ise hakikaten Sekbanbaşı mı? ashabı
kalemden bir zatmı hususunun meçhullüğünü ileri sürer. Buna karşılık mezkûr
risaleyi sek-senyedi yaş gibi bir hayli ileri yaşda kaleme almış olması dikkat
çekicidir. Ancak ileri sayılan bu yaşın dünyevi hiç bir kıskançlığın olmadığı
dönem olduğu kabul edilmelidir. Hele inanmış bir müslüman, pir'i fâniliğin
bütün hususiyetleriyle, nakıs istek ve düşüncelerden sıyrılmış insan fotoğrafı
verir. Bu gün milli görüş ve şuur sahihlerinin 1789 Fransa ihtilâline bakışı,
Koca Sekbanbaşı'dada müşahede olunmakta. Rusya savaşında düştüğü esaret, bu
ülke zabit ve askerleriyle yapmış olduğu musahebeler neticesinde Osmanlı
mağlubiyetinde yeniçeri'nin eksikliklerini görmesi, Rus askeri ise modern
eğitim ve silahlar ile teçhize önem verildiğinden, sekiz bin kişilik Romanzof
komutasındaki Rus askerinin bizim, 120bin askerimizi İsmaiyl civarındaki Kartal
mevkiinde müthişboz-guna duçar etmesi gözünü açan olay olduğunu söyleyerek bir
hakikata parmak basmış oluyor. Aslında Sekbanbaşılık, Yeniçeri Ağa'sının hemen
arkasından gelen adam demektir. Yâni yeniçeri askerinin ikinci komutanı olarak
muharebede bulunmuş Koca Sekbanbaşı, yeniçeriyi haksız bulduğu hususlarda esas
adaletini de göstermiş oluyor. İyi bir kumandan askerini kötülemez, tâki onda
ihanet görmezse. Sekizbin kişinin önünde mağlup olan }*20bin kişi böyle bir
ihanet ol-rnasa yenilebilirini? Bir bakıma Tatarların Osmanlı askerini
Ruslardan almış olduğu istiklâliyet vaad haberine gönül bağladığından yalnız
bıraktığını da bir ihanetin parçası saymak gerekir. Koca Sekbanbaşı diyorki:
"Eski askerlerimiz yeniçeri neferleri ile yeni askerimiz nizâmı cedid
neferleri üzerine bunca zamandır çeşitli münakaşalar ediliyor. Burada ben de
her iki ordunun durumlarından bahsetmek istiyorum." Koca Sekbanbaşı
otuzbeş sayfa civarında derin bir mukayeseyiya-parak vaziyeti bütün açıklığıyla
ortaya saçmış. Biz buradaki-çalışmamızda,
<harp hiledir> hadisi
şerifinin yüce Ne-bî'(s.a.v)in femi mübarekelerinden dökülmesine sebeb olan
vakayı kaydederek, yeniçeri ile alakalı bir beyan, nizamı ce-didle ilgili
söylemi almtılıyarak bölümü tamamlayalım. "İslâm ordusunun
başkumandanlığını deruhde eden Hz. Peygamber (s.a.v) yine savaşların birinde,
düşman ordusundan hatırlı biri Hz. Ali (K.V)yi mübarezeye davet eder. Peygamberimiz
efendimizde Hz. Ali'ye çık emrini verir. Hz. Ali kılıcını beline takıp, yayan
meydanın ortasında yerini alır. Düşmanların arasından çıkan kâfire, Hz. Ali
efendimiz şöyle seslenir <Ben bir kılıçla ve yaya geldim, sense iki kılıç,
iki ok ve iki yayla geliyorsun> dediğinde, kâfir: <Sen de benim gibi geleydin ya> diye
cevaplar. Hz. Ali (K.V) tekrar kâfire seslenir: <Peki bunlar böyle olsun,
fakat savaşta âdet olduğu üzere bizim tarafdan ortaya yalnızca ben çıktım.
Peki ya sen neden yanına bir adam daha aldın?> Deyince, kâfir hemen inanıp
arkasından başka biri daha gelmiş zannıylabaşıni geri çevirdiği anda Hz. Ali
göz açıp kapayıncaya kadar, melûn'un kellesini uçurur. Hz. Peygamber (s.a.v)in
yanına döndüğünde olanı biteni anlatır. Efendimiz "El harbü hud'atün"
buyurmuşlardır. Nizâm Cedid ile bir beyan:
<Meseiâ düşman bir savaş sırasında bu yeni askeri büyük bir bozguna
uğratsa bunlar artık bozulduk. Toparlanamayız, diye dağılıp kaçmaya çalışmazlar.
Başlarındaki kumandan yenilen orduyu kısa bir zamanda yeni bir düzene sokar,
onlar da tekrar hücuma geçerler. Başlarındaki kumandan geri çekilmedikçe hiç
bin böyle bir şeyi akıllarının ucundan bile geçirmez> Ya yenicen askerleri:
<Küçük bir bozguna uğrasaiar silahlarını bile alma-aiderler. İşte daha çok
yakınlarda, bizzat şâhid olduğu-iki Rus, bir Avusturya ve bir Fransız seferinde
buna ben-vüzlerce olay vukubulmuştur. Üstelik olup bitenleride Huvmayan
kalmamıştır.> Yeri geldi de yine Sekbanbaşı risalesinden naklederek,
yeniçeri ocağının Hacı Bektaşi Veli (K S) hazretlerinin dualarına mazhariyeti,
ve yeniçerinin O'vüce zâtın mânevi evlâdlan olduğunu beyan eden rivayetlerin
hakayikine bahse konu risalenin 46. sahifesindeki beyandan ulaşalım halk arasında
husule gelen galatlaşmanın verdiği mahzura işaret edelim. Çünkü hukuk
İstılahında vekil, asil gibidirse de, yine hukukda olduğu gibi asil yeri geldiğinde
vekilini vekâletten İskata kadir olduğundan, kendi görüş ve davranışını
sergilemekte vekilinin esiri durumunda değildir. Ehlûllah hazeratıda, bir
târikin yolcuları olma durumunda iselerde, farklı farkiı zirvelerden
gözlenebilen yıldızlardır. Yeniçeri'nin berhayat olduğu uzun zaman dilimi
içinde sevablarınm hemen yanıbaşında görülen kusurları bazı kötü niyetli
kimseler tarafından, gerek Hacı Bektaşi Veli Hz. leri-ne arkasından da
tarikatlara menfur dokundurmalar yapmaya ictisara kalkışmaktadırlar. Böyle bir
davranış içinde olanların yanlışdan kurtulmaların: teminen, böyle davrananlara
cevap vermeye çalışan zevata bir maİzemei târihi vermek azmiyle, bala da
belirttiğimiz 46. sahifedeki beyanı aynen alıntılıyoruz: "Zamanı merkumda
Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin evlâdiarından ve Postişin hâlifesinden bir zat
nefsü'l emirde kutbı zaman olduğunu kendilerine ihbar eylediler. Padişah
Hazretleri zâtimüşarinaleyhi Anadolu'dan getirtip küffârm galebesini beyan ve
bu ocakları mahza küffârın galebesini def ve ehfiislâm galib olmak İçin ihdas
buyurduklarını şeyhi müşarinileyhe ilân ve ocaklara yazılan asker kaç-mayıp
devam ve sebatları için dua taleb buyurdular. Zâtı müşarinileyh ocağa teşrif ve
ehli zikir cemiyetiyle dua ve hüsnü teveccüh buyurdukları anda, o günden sonra
yazılanlar firar etmeyip, <Bizler Hacı Bektaşi Veliköçekleri olduk!>
Diye devam ve sebat üzere oldu.