SULTAN 6. MEHMED VAHDEDDİN :
Babası: Sultan Abdübnecid Han
Annesi: Gülistû Hanım
Doğum Tarihi: 1861
Vefat Tarihi: 1936
Saltanat Müd.: 1918-1922
Türbesi: Şam'da, Yavuz Sultan Selim Camii Avlusundadır.
2/Şubat/1861'de İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında, Sultan
Abdülmecid Hân'ın Gülüsti Kadınefendiyle yaptığı izdi-vaçdan dünya'ya gelen
Mehmed Vahideddin Efendi, Abdülmecid Hân'ın en küçük oğluydu. Ağabeylerinden
Mehmed Murad, Abdülhamid ve Mehmed Reşâd Han'ların peşinden 4. oğul olarak
Osmanlı devleti tahtına oturduğunda 36. padişah ve müslümanların 100. halifesi
olmak şerefini ihraz ediyordu. Tahta çıktığında pek açık olarak kendisinin bu
mevkie hazırlanmadığını, kendisine sıranın geleceğini ummadığını ifade
etmiştir. Bu pek cesur ve samimi bir açıklama olarak kabul edilmeli-dir. Tahta
çıktığı târih olan, 4/Temmuz/1918'de 57 yaşını, 5 ay, 2 gün geçmişti.
Saltanat'ın kaldırılış târihi olan l/Kasım/1922'den, sevdiği
vatanından örtülü baskılar hasebiyle ayrılışı arasında geçen 18 gün yalnız
halife sıfatıyla olmuştur. Vefatı ise, İtalya'da San-Remo'da kalb
rahatsızlığından vukuu bulmuştur. Büyük bir yoksulluk içinde hayatını
tamamlamıştı. Naşı alacaklılardan kaçırılmıştı. Suriye Devlet Reisi buna sahip
çıktı 16/ Ma-yıs/1926'da vefat eden 6. Mehmed Vahideddin Hân, Şam'da bulunan
Sultan Selim Camiindeki makbereye defnolundu. Sandukası üzerine konulan prinç
levhada: "Türklerin Hâka-anı ve İslamların halifesi Cennetmekân Sultân
Mehmed Va-hideddîn-i Sâdis b.Sultan Mecîd Hân, Hazretleri. 1926" ibaresi
yer almaktadır. Son selâmlık merasimine 3/Ka-sım/1922'de çıkmıştır. Emekli
kaymakamlardan Melih Yuluğ Beyefendiden dinlediğimiz gibi, Bayezid'de Sahaflar
çarşisında ömrünü sahaflık yaparak geçirmiş bulunan Nizam am-ca'nin yaşadığı ve
mahdumu Şevki Bey tarafından nakledilen bir hatıra, İstanbul eski valilerinden
Ali Haydar Yuluğ Bey'in mahdumu kaymakamlıktan emekli Melih Yuluğ Bey'in
birbirlerini doğrulayan bilgilendirmeleri şöyledir: Bu-nuda eski başbakanlardan
Mehmed Şemseddin Günaltay Merhum, zaman zaman Bayezİd Camiine Cuma namazına
aeldiğinde namazdan sonra koltuğunun altında bir muntazam pakette eski ve
kıymetli bir eser olduğu halde, Nizam Amca'nın sahaf dükkânına gelir biraz
istirahat eder ve yanındaki kitabı ortaya kor üzerinde bir miktar konuştuktan
sonra makul bir fiyata Nizam Amca'ya kitabı verir imiş. Yine böyle
gelişlerinden birinde, söz nasıl olduysa Sultan Vahided-din'den açılmış ve
merhum başbakan şunları anlatmış: ".Sultan Vahideddin Sultanahmed Camiinde
selâmlığa çıkmış ve burada ilk sünnet eda olun dugunda camide bulunan cemaatin
içinde muhtelif saflar arasında yer almış bulunanlar bu gün hutbeyi Sultan
okuyup, namazı kıldırsın şeklinde nidalar yükseltmişler. Padişah; bu durumu
sessizce karşılamış ancak talebleri yerine getirmemiş.Her zamanki gibi
selamlık töreni icra olunmuş. Namazdan çıkıldığında da Vahideddin Hân,
arabasını doğru Topkapı Sarayına çektirmiş ve oradaki bütün her şeyi listeletmiş
ve bu listeyide üç nüsha hâlinde tanzim ettirmiş birini kendinde alıkoymuş.
Birini Topkapı sarayı me'sulüne vermiş diğerini de şehrema-netine göndermiş.
Böylece Saray'daki malları adetâ bir listeyle tesbit ve teslim etmek suretiyle
hakkında ileri sürülmesi muhtemel iftiraların önünü kesecek tedbiri ittihaz etmiş.
İşte bu Cuma namazının son Cuma selâmlığı olduğu iieri
sürülmüştürki galib ihtimalde budur. Sultan Vahideddin, Hilâfet-i Seniyyenin
Osmanlı emanetine geçişinden o mahut Cuma namazına kadar hiç bir yerde cemaat
padişahdan imamet ve hutbe talebinde, hemde Cami içinde hotbehot isteme yoluna
gitmemiştir. Bu durumda padişah bir tertibin içinde olduğunun ve durumun
vahamet kesbettiğinin şuur ve anlayışıyla çok sevdiği vatanından ayrılmanın plânlarını
ve bu hususda da kendisine gizli veya aşikâre terk-i vatan tavsiyesinde
bulunanları biraz daha fazla kaale aldığı nokta-i nazarına gelmiştir.
Nitekim, TBMM'side l/Kasım/1922'de padişahın kaldırılmasını
kararlaştırmış olduğundan, 3/Kasım'da yapılan Cuma selamlığı meclisin bu
kararını padişahın kabul etmemesi şeklinde mütalaa etmekde kabildir. Bu
durumun, kararın tebliği nin yetiştirilememesinden kaynaklandığı da düşünülebilir.
Öztuna Bey'e göre Sultan Vahideddin Hân, son Cuma namazına 10/Kasım/1922'de
sadece halife sıfatıyla katıldı mânasına gelen bir bilgi veriyor ki, meclis
kararına göre tabi-iki öyle, fakat Vahideddin Hân'a göre öylemi? Bu
istihfamdır! Cevabı rûz-î mahşere kalmıştır.
Bu anekdotlardan ve nakillerden sonra 16/Kasım'ı 17'ye bağlayan
perşenbe gecesi Vahideddin Hân Yıldız Sarayında küçük sarayda kaldı. O gece
yarısından sonra Dolmabahçe Sarayının rıhtımına geldi, binmiş olduğu bir
istimbotla İngilizlere ait Malaya Zırhlısına geçti. O Cuma günü selamlık merasimi
yapmak kabil olmadı.
Malaya zırhlısıyla Malta Adasına giden padişah burada bir kaç gün
kaldıktan sonra Hicaz'dan aldığı davet üzerine Şerif Hüseyin'in nezdine gitti.
Aklında hac yapmakda bulunuyordu. Tâif'de Şerif Hüseyin ile yaptığı
sohbetlerde çok zeki birisi olan Sultan Vahideddin bu eski tanıdığının,
Şeriflerden olması hasebiyiede, kendisinden hilâfeti almak düşüncesini
taşıdığmı hissetti ve en kısa zamanda buradan ayrılmayı karar altına aldı.
Düşündüğü hac farizasını da aklından çıkarıp, bir emri va-kîye
maruz kalmamak için hızla hareket edip, İtalya'ya son Üç gününü geçirdiği
İskenderiye'den atlayıverdi. Genova'yla, San-Remo'da hükümdar muamelesi ile
karşılandı. İtalya hü-kümetide resmî törenle Sultan Vahideddin'i istikbal etmiş
idi. Bay Öztuna; Hanedanlar adı ile bilinen ve çok de ğerli eserinde 340.
sahifede şu ibareyle milletimizin %95'nin malumatı olmayan bir bil giyi
sunmaktadır. Biz de buradan alıntılayalım: "Türk gazetelerinde neşri
yasaklanan San Remo deklarasyonunda, saltanat hukukunun mahfuz olduğunu,
saltanatın ilga edilemeyeceğini, TBAOT'nin anayasa tâdilini anayasaya göre
padişah tasdikine sunmakla miikelelf olduğunu belirtir. Saltanat'la hilafetin
ayrılmasını reddeder." Diyen Öztuna Bey, kaynak olarak da, şu ifadeyle
bizleri bilgilendirmekte: "Metni RMM, Oriento Moderno gibi dergilerde ve
zamanın Avrupa gazetelerinde vardır.
(krş.Jean-Louis-Bacque-Grammont, Sur le Pelerinage et Quelques
Proclamationsde Mehmed 6 enExil,Turcia, 14,Paris 1982,226-47)
Bu mütalaalardan sonra merhum Sultan Reşad'ın yerine geçen bu
padişahın dönemini anlatmaya geçelim. Ancak; Doç.Dr.Mehmed Törenek tarafından
hazırlanmış ve "KİTA-BEVİ" neşriyat tarafından basılıp, fikir
dünyamızın istifadesine sunulmuş olan "Türk Romanında İşgal
İstanbuiu" adlı eserin kapağının hemen arkasında yer alan şu ifadeyi
buraya almadan geçemeyeceğim: "Mütareke dönemi Türk târihinin en karanlık
safhalarından biridir. Dört yıla yakın bir süreci varlik-yokluk mücadelesi
içinde geçirmenin sıkıntısı ve bunalımları yanında, kabul edilmesi çok güç bir
yenilginin faturasını Türk insanına Ödettirme gayreti, vatansever her Türk'e
işkencelerin en büyüğünü tattırmıştır. İnsanımızın o günlerde çektiği
sıkıntıları, gösterdiği kahramanlıkları, işbirlikçilerin yaptığı ihanetleri,
en ayrıntılı bir şekilde ele alan metinler, romanlardır. Bu çalışma romanların
dünyasından mütareke dönemine ışık tutmayı hedeflemekte, bu günün okuyucusuna
yaşananlar hakkında yeni değerlendirmeler yapma imkânı sunmaktadır." Şeklindeki
ifade ile bu ilim adamı Doçentimizin ifadesine iştirak etmekde ilmin gereği
olup, tasvirin olayları hafızada bulundurma etkisini anlayan bir nesle
kavuştuğumuzun ve bu neslin kendisini öğretim alanında gösterdiğinin bir ifa
desidir bu satırlar.
Merhum Muzaffer Gökman Hoca'yine merhum Ahmet Refik Altınay
Hoca'nın Târihi Sevdiren Adam adıyla yazdığı eserde bunu haber vermesini takip
eden bir ifade olarak buluyorum Doç.Dr. Mehmed Törenek Bey'in ifadesini. Şimdi
bu eserin vücud bulmasındaki saik, bir ülkenin payitahtının işgali ve orada
yaşayan payitaht insanının ve müesseselerinin beşyüz küsur yıl süren hür,
müreffeh ve dünya'ya hâkim yapısı karşılaştığı bu sosyolojik vak'a sonunda
nasıl geçti, nasıl tahammül olundu ve nice alt edilip, bağımsızlığa, hürriyete
avdet edildi? Bunun cevabını İstanbul işgali üzerine yazılmış 28 roman üzerinde
yapılan incelemeler yoluyla perde arkası olaylar, isimsiz kahramanlar, nice
hâin bilinenlerin fedakâra-ne rollerine devamları bu romanlarda arka plân denen
hususlar hatırlatılmış, duyurulmuş ve bir akıcılık içinde yetişen nesillere
öğrenme imkânı sunuluyor.
Böylece de, Milli Mücadelemiz milletçe yapılan bir kavganın en
teferruatlı fakat her biri bir değer olan anlatımda büyük işler gören
dinleyeni bu milletin fedakârlarına minneti olduğunu hatırlatan bir hazinedir
bu romanlar. Yeni nesiller bunları okuduklarında umulurki, hiç bir ideoloji
onları saptırmayacak, din-i islâm itikat ve ibadeti içinde, vatan sevgisinin,
ümmet-i millet anlayışıyla, adalet ve insafa bağlılığı hasebiyle dünyamızın
hasretle beklediği tiryakı, yâni kurtarıcı ilâcı mahlûkat-ı beşeriye'ye
sunabilmenin bahtiyarlığını izn-i ilâhi ile yaşayacaktır.
Cihan Savaşının Sonu Ve Mütareke
Sekiz cephede düşmanla boğuşan şanlı askerimiz, hiç bir yerde kafi
ve kesin bir mağlubu olmadığı halde 1914'de başlayıp, 1918'de nihayetlenen bu
melhame-i kübrada ortaklarının pes etmesi üzerine yalnız kaldığından münferid
sulha razı oldu. Bu savaşa sokan İttihat ve Terakki cemiyetinin ihanete eş
hatası dört milyona yakın askerimizi bu badireye sokarken, bunların
altıyüzbine yakını şehidler zümresine iltihak ederken, bir milyon askerimizde
çeşitli sakatlıklarla harp mâlülü oldular.
Böyle bir zayiatın böyle bir sakat ve hasta sayısının cemiyet
plânında husule getireceği en mühim vak'a, hayat mücadelesinde yardımın
mutlaka erişmesi gereken büyük bir kitle ile karşı karşıya gelinmesidir. Bu
kadar çok şehidin yansının evli olduğu ve bunların bir kaç çocuğunun
bulunduğunu nazarı itibare alırsak, karşımıza iki milyona yaklaşan eş ve çocuk
sayısı çıkarki, bunların ihmali bir cemiyetin, bir milletin mahvolmasına
yeterde artar bile.
8/Ekim/1918'de istifa ecten Talat Paşa dolaysıyla İttihatçılar
kabinesi çekilmiş, yeni padişah Ahmed Tev-fİk Paşa'yı makam-ı sadarete getirdiysede,
bu sadnazam kabinesine ittihatçı almama kararındaydı. Bunu da uygulamaya
kararlıydı. Buna karşılık da İttihat ve Terakki politikasının amansız
muhalifleri kabinede yer almaktan tevakki etmişlerdi bu yüzden Tevfik Paşa
kabine teşkile muvaffak olamadı. Ayandan Müşir Ahmed İzzet Paşa'ya makam-ı
sadaret teslim edildi. Paşa,içinde bol bol ittihatçının bulunduğu bir kabine
teşkile muvaffak olur. Dahiliye nazırlığına Ali Fethi (Okyar) ve Bahriye
nazırlığına da Mondros imzacısı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey'ler getirilir.
Ahmed İzzet Paşanın Sadareti
Makam-ı sadarete gelen A. İzzet Paşa hz.leri kabinesini çok kısa
zamanda ve içlerinde eski rollerini oynamağa hazırlanan cemiyetin bazı
kişilerininde yer aldığı surette teşkil eyledi. Bu durum da, bu haydutlar
cemiyetinin sağda solda saklanmış bulunmayı becerenlerin te'sir ve telkininden
kur-tulunmadiğını göstermektedir. Bunun da hikmeti şurasıydı ki; bu kabinenin
kurulması esnasında Talat, Enver, Cemâl ve diğerleri henüz ülkeden kaçmamışlar
saklandıkları mahallerden kendilerinin kaçmasını kolaylaştıracak kabine
teşkiline vasıtalı.olarak te'sir etmişlerdi.
Tatet Paşa ve kabinesinin istifası; Bulgaristan'ın mütareke yapmak
istemesinden, Avusturya-Macaristan'ında iç karışıklıklara duçar olması,
Almanya ile İstanbul arasındaki tren ulaşımının durdurulması hasebiyle, Osmanlı
devleti de mütareke talebinde bulunmaktan başka çare kalmamasından doğmuştu.
Zira Talat Paşa ve kabinesi erkânı hayatlarını ve ümidlerini vede
cemiyetlerinin bekasını temin edebilmeyi beslemiş olsaydılar mütarekeyi çoktan
imzalamaya hazır olurlardı. Bu ümidi taşımamalarının eskiden beri ya biz mahvoluruz
veya mütareke ve sulh yapmayız doğrultusundaki propogandalarıdır.
Bu propogandaya zıt hem de taban tabana zıt olan mütarekeyi imza
etmek hareket-i merdanelerine(l) pek de uygun düşmeyeceğinden bu günde hükümeti
ellerinde tutmayı münasip gördüklerinden istifa yolunu seçerek, işin içinden
çıkmayı tatbik etmişlerdir. Halbuki İzzet Paşa kabinesi ittihatçılarında yer
aldığı bir kabine olduğundan böyle göz boyaiayı-cılığma lüzum yoktu. Eğer
bunlar merdlik olsun diye yapılıyorsa karagöz gibi perde arkasında oynamağa ne
lüzum vardı. Ya mütarekeyi kabul etmezler veyahud Cavit bey, Rauf bey ve İzzet
Paşa vesaire kabine erkânı gibi cemiyetin ileri gelenlerinden mürekkeb bir
kabineye de bu işi yaptıramazlardı. Kendi sözlerinin erleri olduklarını isbat
için muharebeye devam ederlerdi. Acaba neden böyle yapmadılar da, hempalarına
mütareke imza ettirdiler?
Bu sualimin cevabını tabii devletler tarafından yayımlanacak
beyaz, san, kırmızı, mavi kitaplar gösterir ve belirtir. İşte bu suretle perde
altında oyun oynayan bu haydutlar Ahmed İzzet Paşa kabinesine müttefik
devletler tarafından teklif olunan şeraiti kabul ettiklerinden, dört sene
devam eden bu büyük savaşdan ülkemizi müthiş bir zarar ve manen tükenecek
derecede hurdaya çıkardılar.
Doğrusunu söylemek lâzım gelirse on seneden beri padişahlık oyunu
oynayan bu arsız ve yaramaz çocuklardan da daha fazla ne beklenebilirdi? İzzet
Paşa kabinesi gönderdiği murahhaslarla müttefik devletleri tarafından
mütarekenin imzalanmasına vazifelendirilen İngiltere donanması kumandanı
Amiral Galtrop cenaplarının yazıp düzenlediği mütareke ahkâmını hemen aynı
denilecek şekilde kabul ve 31/ekim/1918 tarihine rastlayan Perşembe günü imza
ettirdi.
Mütareke şartlarında Çanakkale ve Karadeniz (İstanbul) boğazındaki
mayın vetorpillerden temizlenmesi, kalelere asker çıkarılması yazılı
olduğundan; bunun gereği müttefik devletler karaya asker çıkarıp, kaleleri
işgale ve torpillerin toplattırılmasına girişerek, Çanakkale boğazını giriş
çıkışa uygun bir hâle koymağa başlar başlamaz yukarıda söylendiği gibi
İstanbulda bazı mahallede Goben zırhlısında misafire-ten bulunan Talat Paşa,
hempaları ile birlikte İstinye koyunda bulunan adı geçen Goben zırhlısında
toplanıp İngiliz filosunun İstanbul limanına girmesinden önce bir Alman
gemisiyle Karadeniz yoluyla Rusya ve Almanya'ya firara ayak atmıştır. Mehmed
Selâhaddin Bey, Bildiklerim adlı kıymetli ifşaatlarla dolu eserinde Talat Paşa
İçin bu firar üzerine şunları ifade ediyor: "İstanbul'dan firara muvaffak
olan eski sadrazam Talat Paşayı pek eski tanıyanlardan biri olarak hakkında bir
kaç hususa temas etmek isterim. Talat; bundan yirmi-yir-mibeş sene Önce
kendisini tanıyanlarca kabul edildiği gibi, muhabbet beslenecek bir şahıs, hoş
sohbet ve çok nükte-dan, misafirsever bilhassa hukuk tanır, arkadaşlığa layik
kişilerin başında gelirdi. Kuvvetli bir tahsil görmüş olmamasına rağmen çok zeki
bir gençdî.
Sultan Abdülhamid'in, hâl felâketi günlerinde fransızca öğrenmeğe
çalışmış ve bu lisanı pek güzel konuşur olmuş idi. Cesaret sahibi ve müteşebbis
olduğundan idarî işlerdeki başarısı vardı. Talat; kibir ve azametden uzak,
arkadaşları hakkındaki muamelesi çokça ahbab ve dost kazanmasına vesile
olmuştu. Meşrutiyetin ilânından önce çok nâzik davranışlar gösterirdi. Ne
varki cemiyete girdikten sonra pek fazla değişti. Eğer, eski halini bu
cemiyetlerde sahibi selahi-yet olduğunda devam ettirebileydi bütün
akranlarından hakikaten temiz ve ilerlemeye lâyik bir genç olurdu.
Ne çâreki girmiş olduğu cemiyet herkesin ahlâk ve düşüncesini
zehirlediği gibi Talat'ın da ahlak ve davranışlarını bozmuş adetâ kendisini bir
cani hâline getir mistir. Gözlerini şöhret hırsı bürüdügünden o sevdiğimiz ve
beğendiğimiz Talat, bambaşka bir hâle gelmiştir. Pek yazıkdır ki; bu cemiyetlere
katılan kimseler başka türlü hâllere dalıp, insaniyet ve hukuku
hatırlayamayıp, insanlıktan uzaklaşıyorlardı. İşte Talat gibi ne yaptığını
bilmez hâle geliyordu.
İttihad cemiyetinin diğer reislerinin kaçma utancını uygulamalarını
normal saymayı kabullensek bile Talat'ın firarı akla hiç gelmezdi. Biz; Talat'ı
sözünde du-rur zannederdik çünkü Talat'ın devleti ya cemiyet kurtaracak veya
memleket cemiyetin elinde mahv olacak dediğini bilenlerden olduğumdan, on
senedenberi felâketten felâkete sürükledikleri devleti böyle çökertip
yuvarladıkları batakdan kurtarmak veya büsbütün batırmak şıklarından birini
seçerek, hiç bir tarafa savuşmadan bu güzel iddiasını âleme göstermeliydi.
İttiha ve Terakki cemiyetiyle diğer cemiyetlerin Osmanlı ülkesinin reis-i
ekberi ve eazımından olan Talat böy le firar ediverince doğrusu bizleri de
hayret ve şaşkınlık içinde bırakıyor. Biz; Talat'da medeni cesaret görüyorduk.
Böyle davranış gösterenlerin firara kalkışacağını hiç aklımıza getiremezdik.
Talat'ın bu umulmadık kaçışı, hem kendisini nemde elde tuttuğu ve tutturduğu
cemiyetleri öldürmüş ve Osmanlı ülkesinde bundan sonra bunlar için bir sosyal
hayat bırakmamıştır. Talat ve hempalarının kaçışları millet ve memleket için
teşekküre değer olsa gerektir. Eğer bunların ve dayandıkları kuvvetlerin
ülkemizde nâm ve nişanlan kalsa idi hiç şüphe edilemez ki şimidiye kadar
işledikleri günahların binkat fazlasını irtikâb ederler. Millet-i mazlumeyi
akıl ve fikre gelmiyen felâkete sevk eylerlerdi. Talat şahsı itibariyle
sevebildiğim bir kişiyse de, devlet ve millete yaptığı kötülükler yönünden
şayân-ı nefretim olmuştur. Gerek bu kaçaklardan gerek bu günde ülkede yaşamaya
devam eden cemiyet üyeleri ve ileri gelenleri eski rollerini yapmağa devam
etmek istemeleri yakın da cezalarını bulacağını görmek millete nasib
olacakdir.
"Mar-ı sırma dide'ye mevlâ güneş göstermesin"
Meşhur darbı meselince haydutlar cemiyeti reisleri ve üyeleri
gibisini Cenâb-ı Mevlâ bir daha memleketimizde icraat yapmaya ve te'sirlerini
göstermeye fırsat vermesin. Bu mazlum milletede olanlardan ders almayı nâsib
buyursun. Bunların kendilerini bir daha aldatıp, kullanmalarına asla müsaade
etmemek üzere kararlı olmalıdırlar." demektedir.
Cihan savaşının son devrelerinde galeyana başlayan efkârı umûmiye
Taiat ve arkadaşlarının bu şekilde firarlarının vu-kubulması üzerine nefretleri
artmış ve gazetelerin rivayetine bakarsak Zât-ı Hazreti Hilâfetpenahi'de İzzet
Paşa'ya kabinede ittihatçı görmek istemiyoruz beyan buyurduklarını, İstanbul'daki
ittihatçı artıkları ne yapacaklarını şaşırmış ve tereddüt içinde büyük bir
telâş içinde debelenir hâle düşmüşlerdir.
Bu vaziyet karşısında devlet işleri sekteye uğramaya başladı.
İzzet Paşa kabinesi ahalideki düşüncenin galeyane gelmesiyle birden bire hedef
hâlini aldı. Bir kıyam ve isyan ile yıkilmaktansa is'tifa yolu ile bu işin
içinden çıkmayı nefis ve menfaatlerine uygun olur diye karar alıp çekilmeyi
tercih eylemişlerdir. Ahmed İzzet Paşa çok değerli bir devlet adamı, fenne çok
eğilimli fevkalâde bir asker olup, iktidar sahibi kimseler arasında mümtaz bir
mevkıide bulunmaktaydı. Bu zattan milletin daha çok başarılar beklediği
herkesin teslim ettiği hakikattendir. Sadareti ise 14/Ekim/1918'de başlamış ve
sade ce 28 gün sürmüştür. Burdan da anlaşılan olabilir ki,
İttihatçıların kapağı dışarı atabilmeleri için teşkil ettirilmiş
bir kabinedir. Hemen ilâve edelimki, Sultan Vahideddin İzzet Paşaya sadareti
teklif ettiğinde Paşa, 24 saat izin istemiştir. Sebebi ise, devrin meşhur
tüccarlarından olan eniştesine aldığı teklifi bildirmek, eğer işlerini tasfiye
ederse sadareti kabul edeceğini, işlerini tasfiyeyi kabullenmediği takdirde de
görevi red ettiğini bildirmek kararı aldığını söylediğinde, enişte bey, böyle
dürüst bir kaimbiradere sahip olmanın bahtiyarlığı içinde üç gün içinde
tasfiyeyi gerçekleştireceğini vaad etmesi üzerine Ahmed İzzet Paşa görevi
kabul ettiğini padişaha ertesi gün bildirmiştir. Bu vak'ayada bakarsak, pek de
geçici bir kabine kurmak üzere iş başı yaptığına inanmak güçleşiyor.
Devlet ve memlekete faydalı hizmetlerle devlet gözündeki nâmını
târih sayfalarında kayda muvaffak olması her zaman takdire şayandır. Ancak
İzzet Paşa nasıl oluyorda bu eşkıya ve haydut çetesi reisleriyle bir araya
gelip nasıl .olup da, bir zaman ittihatçı hükümetin bahriye nazırı olduğunu
harp esnasında da, Rus hududu kumandanlığında bulunmuş ve Anadolu
vilayetlerinde ittihat ve terakki cemiyeti tarafından yapılan zülüm ve
cinayetlere müsamaha ile bakmıştır. Maalesef Ahmed İzzet Paşa bu adamların her
türlü emirlerine uymuş düşünce ve gayelerine hizmet etmiştir. 3u canilerle
bilittihad hareket etmek hele şu son savaşda bunların arzusu üzere hizmet vermek
adetâ ittihadçıların büyük cinayetlerine iştirak demekti. Ahmed İzzet Paşa bu
ittihatçılara boyun eğmekle ve dediklerini yapmakla hareket tarzı hiç bir
mânaya yoramadığırnız hâllerdendir. Paşa'nın bunlarla hiçbir ilişki sürdürmeyip
ülkeyi bunların haydutluklarından kurtaracağın: ümîd ediyorduk. Halbuki ortaya
koyduğu icraat ve bu da sırf ittihatçıların korunmasına imkân sağlamak için
kabine kurmuş olduğu zannı uyandı. Tabii bu apayrı bir acaiblikdi. Nihayetinde
Ahmed İzzet Paşa kabinesi istifaen inhilal edince, makam-ı sadarete de Londra
sefirimiz Ahmed Tevfik Pasa (Okday) hz.leri tâyin buyrulmuştur ki,takvimler o
gün ll/Kasım/1918'i göstermekte olup, 13/Ocak/1919'a kadar, 2'ay,2'gün süren
bir sadaret dönemi gerçekleşmiştir. Yeni bir kabine ile Tevfik Paşa 13/Ocak'dan
4/Mart/1919'da Damad Mehmed Ferid Paşa'ya bırakmak üzere 1 ay, 22 gün daha
makam-ı sadaretde kalmıştır.
Ahmed Tevfik Paşanın Sadareti
Ahmed İzzet Paşa hz.lerinin istifası vukubulduğunda, sada-zamlık fahametlü,
devletlü, Ahmed Tevfik Paşa hz.lerine tevcih buyurulmuş ve Paşa yeni kabineyi
tesbit edip, tâyinleri padişahın tasdikine arz olunmuştur. Hemen de vazifeye
başlanmıştır.
İttihatçıların başı ne zaman sikışsa hemen sadarete Tevfik Paşanın
tâyinleri artık alışılır hâllerden oldu. Bu bakımdan İttihatçılar da, Paşanın
bu sadaretinden dolayı memnun olduklarını saklamaz oldular. Zaten bunlarda
yalnız sadrazam hz.ierinden değilde, kabinede mateessüf çoğunluğu teşkil eden
ittihatçı vekillerden yardım bekleyip müstefid olmak isterlerdi.
Mamafih bu defa ümidlerinin pek boşuna gideceğini yardım
beklemeleri şöyle dursun görevdeki ittihatçıların mevkii memuriyetlerini
muhafazaya şansları olmadığını, çekilme mecburiyetinde kalacaklarını umduk.
Zira bundan böyle Zât-ı şevketmeab Cenâb-ı padişah! ile teba-i sadıka-i
şahaneleri olan millet-i masume, ülkede ittihat ve terakki namı altında bir
cemiyet görmek istemedikleri gibi o cemiyete mensup olanlarıda devlet
hizmetinde bulundurmak istemiyorlardı. Buna açık bir deli! olmak üzerede
derizki; cemiyetin ve reislerinin zülumlarına nihayet verilmesi için Osmanlı
topraklarında bulunan tebâ-i sadıka-i şahane ile bu zülumlarına tahammül
edemiyerek, terk-i diyar eden ve ülke içinde bulunan vatanperveran-ı millet, hz.
padişahiye müracaattan hâli kalmıyorlar. Buna bağlı olarak da Mısır'da bulunan
hakiki vatanperverler tarafından bir çok imza ile de 8/ara-hk/1918'de aşağıdaki
sureti yazılı arıza-i telgrafiye Fransiz-caya tercüme edilip takdim
kılınmıştır.
Telgrafnâme Suretidir
Cenâb-ı Hakk' ömür ve şevket-i şahanelerini müzdad buyursun.
On senedenberi ittihad ve terakki cemiyetinin dahiîi ve harici
takib etdiği siyaset-i sakime, memleketi bu günkü hâl-i felâkete vardırmış ve
bu müddet zarfında hakiki vatan-perveran tarafından ıslah-ı idare nâmına ibzal
olunan mesâi maalesef muvaffakiyet-i bahş olamamıştır.
Taht-i âlî baht-ı Osmaniye cûlus-u hümâyûnları memleketimiz için
fathaisaadet olduğunda şüphemiz olmadığından ittihad cemiyetinin hatimei ömrü
makamında, telâkki olunmuş ve bianenaleyh mevaddı atiyenin hâkipayî
şahanelerine arzına cü'ret edilmiştir.
Evvelâ: İntihabı muvafik-ı meşrutiyet olmayan meclis-i mebusanın
feshi ve memalik-i mütemeddine de olduğu ve-cihle kanun dâiresinde serbest
intihabat icrası.
Saniyen: Heyet-i âyan'a evsâf-ı kanuniye'yi hâiz olmayarak
cemiyet tarafından taayyin ettirilen azaların ihracı.
Sâlisen: Yeni teşekkül eden Tevfik Paşa kabinesinde, ittihada
mensup rical bulundurulmaması.
Râbian: İttihat ve terekki cemiyeti tarfaından on sene-denberi
ceraim-i siyasiye ile mahkum edilenlerin bilâ istisna ve bilâkayd ü şart afvi.
Hâmisen: Cemiyet- i ittihadiyenin; ceraim-i siyasiyyeye tatbik
edememesinden nâşî ağrazen ceraim-i adiye ile mahkûm ettiği eşhasın iâde-i
mahkemeleri.
Sâdisen: Milleti bilâlüzum harb-i umûmîye sevk eden kabine ile on
seneden beri gelen ve birçok ceraim irtikab eden ve cemiyetin ef al-i
cinaiyesine müsaade ve iştirak eyleyen ittihad kabinelerinin ve her hususda
icrayı nüfuz ile kabineleri ellerinde bulunduran rüesayı ittihadiyenin hemen
hepİ-siyle taht-i muhakemeye alınmaları.
Sâbia: Memâlik-i şehanelefinde mevcud ittihat kulübleri-nin sed-ü
bendleri ve şimdiye kadar asayişi ihlâlden baş bir işe yaramayan bu cemiyetin
mesleğinde ki anarşi fikri ve ruhunun imhası neye mütevafık ise onun icrasiyla
memleket ve millete rahat yüz gösterilmesi.
Saadet-i millet ve selâmet-i memleket nâmına mevadd-ı mâruzamn
biran evvel, mevkii tatbike vaz'i hususuna müsa-ade-i seniyyelerinin şayan
buyrulması, bâ-bmda ve katı'bei ahvalde emir ve ferman padişahımız
efendimizindir.
"Yukarıdaki telgrafın içinde bulunan beyanlardan anlaşılacağı
gibi milletin hissiyatı büsbütün değişmiş, memleketi anarşi, istibdad,
haydutluk ve asayişin bozukluğunun ta vana vurmasının müsebbib ve teşvikçisi
olan ittihatçıları ve onların reislerini bu zülumlann bir daha yaşanmaması
için bir dakika bile görmeğe tahammülleri olmadığını ve olmayacağını ortaya
koymaktadır.
Farmasonluk, siyonistlik gibi halkı aldatıcı ve uyutucu cemiyetlerden
doğup hayat bulan ittihad ve terakki cemiyeti on seneden beri gösterdiği şahsî
ihtiraslar ve adî cinayetler ile devlet ve milleti bu günkü hâle getirmiş
olduğundan, bunu anlamayan hiç bir millet evlâdı kalmamıştır. Bundan böyle
milletimiz, bu cemiyet ve benzeri cemiyetler gibi olanlarından nefret edecek
ve kendi milleti terbiyesinin gereği ve ica-batından olacak davranış ve
yaşayışı nazara dikkate alacak hiç bir anarşi ve zülüm işleyecek cemiyet ve de
organizasyonlara fırsat tanımıyarak, cihanda parlak mazisinden aldığı
güzelliği, gelecekte de yaşamaya ve yaşatmaya elbette devam edecektir.
Bütün bu söylediklerimiz, kuruluşundan henüz beş - on gün geçmiş
bulunan Tevfik Paşa kabinesinin icraatının neticesi olarak ortaya serip, isbat
etmektedir. Eğer Tevfik Paşa, kabine mensupları içinde yer almış bir kaç tane
ittihatçıyı nâzirlıkdan uzaklaştırırsa, icraatı dahada güzel yürüyecektir.
Çünkü; bir mânada hükümette olmak ayakta kalmaya hizmet etmekde, bu çete
cemiyetinin reisleri, bu desteği ellerinin altında bulamadıkların da, siyasete
veda edecekler böylece de, ne izleri nede nişanlan kalacaktır.
Bundan böyle, bu mazlum ve masum ahaliyi ayakları altına alıp,
onu tabanca ve çeşitli silahlar ile sindirecek, devleti onun bunun keyfine
bilhassa Almanya İmparatoru Wilhe!m'e bir cemile olsun diye onun arzuyu
heveslerine hayat bahşetmek için milleti savaşa şevke cesaret edecek güç
bulamayacaklardır. Şimdiye kadar bu Almanlardan millet adına aldıkları
borçlan, yine Almanlardan aldıkları silahlara ödemişler ve bu alış verişden
kendilerine milyonlarca liralık contalar çıkarıp, milleti aç, susuz ve çıplak
bırakan ne bir zihniyet nede cemiyet kurulması asla mümkün olmayacaktır.
Sadrıazam Ahmed Tevfik Paşa hz.leri taşımış olduğu bütün mükemmel
sıfatlan ile yukarıda saydıklarımızı ortadan kaldıracak icraatı yapabilecek
evsafda olduğu gibi bir daha, böyle teşkilât ve cemiyetlerin Önünü kapayacak
kanunları bulabilecekdir. Buna bağlı olarak, Tevfik Paşa gerek sefir olarak
gerekse bundan önceki sadaretlerinde gösterdikleri çalışma disiplini ve adalete
önem veren tarzı, beklenenleri yerine getireceği intîbamızi hayli
güçlendirmektedir. Velhasıl Tevfik Paşa'dan pek çok muvaffakiyet gösterecek
ümmidini taşıyoruz. Yapacağı ilk İşin ise ittihatçıların .melanetinden ülkeyi
kurtarması, asayiş-i milletin}vekarına uygun hâle getirmesi hususudur."
Diyen 2.Abdülhamid'in şifre kâtibi Meh-med Selâhaddin Efendi, Bildiklerim adlı
eserindeki bu satırlarla o günün efkâr-1 umûmiyesinin beklentisini ne kadar güzel
ve akıcı bir ifadeyle ulaştırıyor, değilmi muhterem okuyucularım.
Sultan 5.Mehmed Reşad hân hz.lerinin; dâr-ü bekaya intikali
üzerine Osmanlı tahtına oturup, aynı zamanda hilafet-i islâmiyyeyi temsile hak
kazanan, 6. Mehmed Vahideddin han-ı adlî hazretleri, sadrıazam Tevfik Paşa hz.lerinin
başarmasını istediğimiz hususları işaret ederek, kendisine yardımcı olacağını
beyan edip yüksek selahiyetini takviye edeceğini söyleyerek isabet dolu ifade
de bulunmuştur. Diyen Mehmed Selâhaddin Efendiye katılmamamız mümkünmü?
Çünkü Sultan Vahideddin; millet ve memleketimizin duçar olmuş
bulunduğu esef verici durumdan kurtaracak tedbirleri bulmaya gayret sarfedip,
başarabilecek kimse olarak görülmektedir. Varlığı; milletimizin yükselmesini
temin için, refah ve saadetini sağlamada gayret göstereceği şüphesiz olduğu
gibi bu yolda gayret için bir hediye-i ilâhi olduğu gözlenmektedir. Çünkü
padişahımız efendimiz hz.lerini gören gözler, kendisinde harikulade zekâ
pırıltılarını müşahede etmektedir. Ayrıca da, pek cesur bir kimse olup,
fevkalâde silah kullanma maharetinede sahiptir. Derin düşüncelere dalan,
bunları tahlil edip, pek güzel ifade edecek yüksek kabiliyete sahiptir. Ve de;
keşke milletin talihi olaydı da, taht-ı âlî Osmaniye'ye, çok daha önce oturmuş
olsaydı. Böylece memleket ve millet bu gün içinde bulunduğu durumu çok büyük
ihtimalle yaşamaya bilirdi,
Sözün kısası halife-i müslümiyn ve padişah olan Sultan Vahideddin
hân, şu sıkıntı ve kahredici buhranlar döneminde, bir takım yenilikler ihdas
ederek, çareler aramaya koyulduğu görülmektedir. Ki; Cenâb-ı Mevlâ yâr ve
yardımcısı olsun. Diyen Mehmed Selâhaddin Efendi,o devrin yaşayan insanı
olarak şu temennisini de şu sözlerle satırlarına dökmüş:
Yukarıda; evsaf-ı celilelerini serde çalıştığımız Sultan
Vahi-deddin'in yapısı ve olaylara bakışında rol oynayacak haleti ruhiyesi,
cennetmekân biraderi Sultan Reşad gibi İttihatçıların oyuncağı olmayacak
görüntü ve kanaati pek net ortaya koymaktadır. Bu yüzdende bu haydutlar
çetesinin, artık do-lablarını memleket sathında kolay kolay döndüremeyecekle-ri
pek tabiidir. Bütün bu açıklığa karşı zâten hükümet çarkını ellerinde bulundur
ma şansını elde edemeyecek olan ittihatçılar, dünya defterinden silinip
gideceklerdir ve böylecede farmason ve siyonizmin menfaatlerine hizmet etmek
için kurulmuş olan bu cemiyetin; kendi şahsî menfaatlerine el
uza-tamayacakları gibi, hizmetine girdiklerinin ihtiyacatı oları ülkeyi; zaif
düşürme plânalarını da tatbike koyamayacaklardır. Memleketi harebeye çevirmiş
bu adamlara milletin hiçmi hiç ihtiyacı yoktur. Millet-i necibenin artık bu
gibi güzel sözlerle kandırılmasına imkân yoktur, çünkü millet butür boş sözlere
kulak vermemek kararını verip, uygulamaktadır. Hürriyet vede, meşrutiyeti
muhafaza, padişahın emanetindedir o da, bu koruma görevini titizlikle yerine getirmeye
kararlıdır. Bunun böyle olacağına; Japonların Mikado'suna benzer şekilde
meşrutiyeti seven bir kişi olarak, hepimizi ümidlendirmekte-dir. Çünkü bizim
razı geleceğimiz hususda öyle farmason ve Siyonistlerin arkasına sığınıp da,
meşrutiyet görüntüsü altında, zulüm ve istibdad görmemektir." Demek
suretiyle meş-rutiyet'in meşveret olması ve istişarenin genişliğini hatırlatıp,
milletin benimsediğini ifade etmesi, Abdülhamid Hân'ın cidden sevenle ri
arasında bu hükmü deklare eden pek kimseye rastlamadığımızı belirtirken, bu
ifadeyi mühimsemek durumunda olduğumuzu hatırlatmak isterim.
4/Mart/1919'da Ahmed Tevfik Paşa'nin yerine Osmanlı devletinin
215.sadrıazamı olarak, Mediha Sultanhanimın 2. zevci, Sultan Vahideddin'in
eniştesi olan Dâmad Mehmed Ferid Bey getirildi ve Paşalık ünvanıda birlikte
verildi. Bu zâtın sadaretinin tamamı beş defa olmuştur. İlk üçü biribirinin
peşisıra olmak üzere 2/Ekim/1919'a kadar temadi ettiği görülmüştür. Bu târihde
M. Kemâl Paşa'nında tavsiyesine uygun olarak Ali Rıza Paşa 216. sadrıazam
olarak mührü hümayuna sahip olmuş ve 5 ay, 7 gün sonra infisal etmiştir. Buda
8/Mart/1920 târihini bulmuştur. Bu zatdan sonra da, Salih Hulusi (Kezrak) Paşa
makam-ı sadarete gelmiş bu zât'da aynen Ahmed İzzet Paşa gibi 28 gün vazifede kalabilmiştir.
Sâüh Paşa infisal ettiğinde târihler 5/Nisan/1920'yi gösteriyor Dâmad-ı
Şehriyâri Mehmed Ferid Paşa sadaretinin 2. merhalesine ayak basıyordu. Bu
sefer ise birbiri peşi-sıra iki kabine kurdu. Bu kabinelerinin ömrü
tükendiğinde takvimler, 21/Ekim/1920 târihini göstermekteydi. Ferid Paşa'nın
beş sadaretinin müddet-i ömrü, 1 sene, ]
ay, 15 gün olmuştu.
Sultan Vahideddin'in tahta geçişinden sonra geçen günler,
ülkemizin târihte Timur'un Anadolu'yu istilâsında ve Hazreti Yıldınm'in Ankara
Çubuk Ovasında 1402'de uğradığı mağlubiyetten sonra yaşadıklarını târihimizde
yalnız bırakmamıştır. Sulh kapısını aralamak, Mondros mütarekesini imzalamak,
Düşman kuvvetlerinin işgalleri mütareke ahkâmına riayet etmeden sürdürmek,
meclis-i mebusanı basmak, ülkemizde yayaşayan dini ayrı azınlıkların milletin
asıl sahiplerine hakaret ve hayatlarına kast etmeye yardım eylemek gibi tahammülü
zor zaman dilimi olarak geçmiştir. Şimdi aşağıya alacağımız Damad Paşa'nın
serüvenini, önemli bir arka plân kaynağı olan Sultan 2. Abdülhamid'in şifre
kâtibi olan Mehmed Selahaddin Bey'in Bildiklerim adlı kitabından
Osmanlı-cadan sadeleştirerek
naklediyoruz:
Damad Mehmed Ferid Paşa
Osmanlı sadnazamları arasında her önüne gelenin hâin dediği biri
var ki, mukadderatın üzerine yüklemiş olduğu pek ağır yük, her kulun taşıyacağı
siklette değildir. Osmanlı İslâm devletini izmihlal noktasına kendi elleriyle
çekip getiren İttihat ve Terakki.cemiyetinin, TaPât Paşada dahil, hiç birisine
bir vasf-i mümeyyiz olarak, "HAİN" damgası vurulmamıştır. Hâttâ
Osmanlı donanmasını tutup da kendisi başlarında olduğu halde Mısır'ın asî
valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşaya teslim eden Amiral Hâin Ahmed Paşa bile
milletimizce hatırlanmamaktadır. Damad Mehmed Ferid Paşa ise akla geldiğinde derhal
hâin vasfı, isminden ayrılmaz bir parça olarak peşine eklenmektedir. Tabii ki
işgale uğramış bir devletin ve milletinin idarecileri cidden çok zor görev ifa
edebilirler. Müstevli düşmanın çeşit çeşit talepleri, me'suliyet sahibi
idareciler tarafından yerine getirilmesi veya red edilmesi kolay işlerden
olmayıp, örsle çekiç arasında yaşamak gibidir.
Hele bu işgal; müslüman bir milletin düşmanı, gayri müslim olan
milletlerin ittifak etmeleri hâlin de gerçekleştiyse, savaşın getirdiği fevkalade
şartlara bir de dini hasımlığın getirdiği adavet göz önüne alınırsa, cidden
karşımıza çıkan va'kalar tahammül fersa, mukavemeti gayri kabil şartlar sergiler
ki, bu işi yaşadığımız şu yıllarda ya dedelerini dinlemiş olanlar, yahud
işgallere dâir hatırat ve resmî raporların doğru yazılmışlarını okumuş olanlar
bilebilir.
Bir de 1974 senesinde Ordumuzun yaptığı indirme ve çıkarma
hareketi olan "Kıbrıs Barış Harekâtı" öncesi Kıbrıs Adasında yaşayan
soydaşlarımız ve Yunanistan ve Bulgaristan devletleri azınlığı olarak o
ülkenin şimdiki toprakları olan ve dedeleri'nin zamanında Osmanlı Devleti olan
topraklarında yaşayanlar bilebilirler.
İstanbul'un işgalini müteakip geçen zaman dilimi, tahta çıkmış
zatta da, o zâtın sadare te tâyin etmiş bulunduğu sad-rıazamlarda da her an
zehir içen kişi haleti ruhiyesi meydana getirmiştir. Son padişah ve sadnazamlar
arasında yer alan, Mehmed Ferid Paşa hakkında menfi propoganda hâla devam
etmekte ve misâl olarak, Necip Fazıl merhum' un kaleme aldığı "Vatan
Dostu Sultan Vahideddin" adlı eser yüzünden hayatının son günlerinde
üstelik şeker hastalığından mü-tevellid gözlerinin ışığıninda ufûl etmesi
sonrasında hapise girecekdi ki, merhum Ayhan Songar Hoca'nın gayret ve nüfuzlu
dostları, Necip Fazıl merhumun ilerlemiş yaşı ve maluliyeti vede Allah'ın
böyle bir zulme rıza göstermemesi tecellisi, merhuma son döneminde bir
hapisane macerası daha yaşamaması neticesini getirdi.
Damad Ferid Paşa için, henüz durun bakalım bu söylediğiniz adam
hâin değildir! Diyebilecek tek kişi bile tasavvur edemiyordum. Bunun sebebide
her şeyden evvel yazar ve hatırat sahipleri arasında, işe insaf ve hoşgörü
içinde bakabilecek, Sadnazam Paşa'nin antipatik davranışları, kişiliğinde
büyük tahavvülat gösteren mukallitliği, Anadolu'ya gönderilmesine müzahir
olduğu Mustafa Kemâl başda olmak üzere bütün milli mücadele İnsanlarına,
ceberut bir anlayış içinde muamele gösterdiğine dâir, gerek vesikalar gerekse
devrinin devlet adamlarının şehadetleri kendisi hakkında hüsni şahadet
edebilecek kimsede cesaret ve takat bırakmamıştır.
Bütün bunların tahliline vede Osmanlı devletinin bu 215.
sadrıazamına dâir biyografiye geçmeden önce hem son Padişah Hz.Vahideddin'in
hem de padişahı burda bırakıp kendisinden önce yurddışına çıkan, Damad Ferid
Paşa aleyhinde olmayan ve üstelik lehine sayılsa seza olan bir hatırayı, sevgili
dostum, değerli insan, tasavvuf deryasından devşirdiği güzel eserlerle de gönül
mimarlarını, Dersaadet dergâhlarını kitaplaştiran ve tasavvuf deryasında
kendisi de kulaçlar atan sevgili Mustafa Özdamar kardeşimin: "GÖNÜL
CERRAHI NÜREDDİN CERRAHÎ VE CERRAHÎLER" adlı eserinin 232. Sahifesinden
alıntılamayı, târihin üzerime yüklediği bir görev saydığım satırlarla yazımı
süslemenin bahtiyarlığı içindeyim. Buyrun okuyun sevgili okurlarım vede bu
erkek sesinse bir Osmanlı aile mensubu olduğunu da görelim efendim: "..Osmanlı
hanedanı ve Özelliklede, Sultan Vahideddin ile ilgili resmî ve gayri resmî
yalanların kendilerimde çok derinden yaraladağmı ifade eden Ömer Fethi Sami
Bey; Sultan Vahi-deddin'in kesinlikle vatan hâini olmadığını, İstanbul'dan
kaçmadığını kesinlikle canını kurtarma çabasına girmediğini İstanbul'dan
ayrılışının, önceden belirlenen vatanı işgalden temizleme operasyonu
senaryosunun bir parçası olduğunu, bu son derece mahrem senaryonun, çok az
kişi tarafından bilindiğini, özelliklede M. Kemâl' in bildiğini ve zaten bu
senaryonun ona tatbik ettirildiğini ve Sultan Vahded-din'in son ana kadar,
ömrünün sonuna değin, görev verdiği bu kişilerin bu mahrem gerçeğe sadâkate dÖnebilmelerini
beklediğini söyledikten sonra şunları anlattı:
-Sultan Vahdeddin, Ömrünün sonuna kadar yardım etdi Anadolu'da
kendi iradesiyle başlatdığı harekâta!.. Hâttâ öyleki ölümünden iki ay öncesine
kadar bile bütün olup bitenlere rağmen hâlâ ümitvardı. M.Kemâl'in gerçeği yansıtan
bir açıklama yapmasını bekliyordu. 1940 yılında babamla birlikde, Londra'da
H.Park Otelinin lobisinde çay içiyoruz. Türkiye'nin Londra b.elçisi Tevfik
Rüşdü Araş girdi içeriye. O girer girmez babam ayağa kalkarak, beye-fendi!..
Siz!.. M.Kemâl Paşada, İsmet Paşada, hepiniz bilirsiniz ki Sultan Vahideddin
vatan hâini değildir! İstanbul'dan da kaçmamıştır! Vatanı kurtarmak için iki
türlü oyun oynamak mecburiyetinde kaldığını bildiğiniz halde, ne diye adama
vatan hâini diyorsunuz? Babam böyle parlayınca, Tevfik Rüşdü Araş: Hâşa
efendim, sümme hâşa! Dedi: Ne Sultan Vahdeddin, ne Ferid Paşa vatan hâini
değillerdir! Biz onu biliyoruz efendim! Ama bunu millete söylersek, biz gidelim
siz gelin durumu doğar!..." dedi Şeklinde konuşan Ömer Fethi Sami Bey
anlatmaya şöyle devam ediyor:
"..Bu günkü Baltalimam Hastanesi, Damad Ferid Pa-şa'nın
sarayıydı. Baltalimam Sarayının Boyacıköy tarafında bir selamlık köşkü vardı.
Benim büyük annem kırk-beşbin altına yaptırmıştı orayı. Şimdi üniversite almış
orayı. Onun yan tarafında tahtadan bir köprü vardı. Oraya Lâz takaları gelir,
bizim Baltalimam Sarayının bahçesinde bahçıvan kulübeleri vardı. Silahlarımız
işgal kuvvetleri tarafından toplanmıştı o zamanlar. Maslak'daki İngiliz
karargâhında duruyordu bu silahlar. Gözü kara Mü-cahid Müslümanlar, o silahlan
oradan ya para pul bir şeyler vererek alırlar ya çalarlar getirirler, Ferid
Paşa'nın Baltalimam Sarayının bahçesindeki o bahçıvan kulübelerine saklarlar,
sonra da geceleri Lâz takalanyla karşıya taşıyarak Anadolu'ya gönderirlerdi.
Ferid Paşa'nın sadrıazamlı-ğı sırasında oluyordu bunlar. Adamın adını hâine
çıkaranlara gönderiliyordu bu silahlar.
Ferid Paşa vatan hâini değildi. Sonuna kadar elinden geleni yaptı.
Çift yönlü bir oyun oynamak mecburiyetinde kalıyorlardı o günlerde, zira,
işgalciler, sürekli olarak, M.Kemâl'in Anadolu'daki gizli görevini
bildiklerini, onun oralarda İstanbul hükümetinden koparak, başına buyruk
hareket ediyormuş gibi gözükmesinin İstanbul tarafından organize edildiğini,
onun yakalanıp istanbul'a getirileme-yişininde yine istanbul hükümetinin bir
taktiği olduğunu ifade ederek baskı yapıyorlardı. O çift yönlü oyunda ço-ook
zorlandılar Sultan Vahdeddin de, Ferid Paşa da. M. Kemâl' i Anadoluya
gönderdikten sonra, onu geri çağırmaları, yakalanıp getirilmesi için emir
ferman çıkarmaları gibi şeylerin hepsi bu çift yönlü oyunun bir parçasıydı.
"
Neticeye gelince yine sevgili dostum Özdamar'ın şu satırlarında
bulmak mümkün: "Sonra , her şey yan yattı, çamura battı ama... Hakikat
öyle bir cevahir ki, hangi çamura düşerse düşsün, bir gün bir elde yıkanınca,
tekrar parıl parıl parıldamağa başlar!."
Peki iyi bu hakikati Cerrahi dergâhında gelip anlatan Osmanlı
beyefendisi kimdir, dense, cevabımız Sultan 2. Abdülhamid'in torunlarından olan
Ömer Fethi Sami Bey efendi idi demek olur.
Damad Mehmed Ferid Paşa'nın Kısa Biyografisi
Damad Mehmed Ferid Paşa; Şura-yı Devlet azasından Seyyid Hasan
Efendinin oğlu olup, 1270/1853 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Anca hemen
belirtelim ki pe derlerinin adının başında yer alan seyyid kelimesinin, bizim
anladığımız mânada Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v) ahfadı olan seyyidlerle
bir alakası olmadığını merhum İbnül Emin Bey değerli eserinin 2029. sh.de bize
şu malumatı lütfetmiş; "Taymis gazetesinde vefatından bahs edilirken
mensubu olduğu ailenin esas itibarıyla İsluven ve Karadağ köylerinden Poşasi
Karyesinden olduğu ve bu ailenin m. 17. asırda bir dereceye kadar hâizi
ehemmiyet olduğu ve o sırada islâmi-yeti kabul eylediği beyan edilmektedir.
Karadağ köylülerinden bir hristiyan ailenin müslim olması mümkün ise de:
"Karadağ köylüsü nesranidir/Müslim olsa yine olmaz
seyyid" beyitiyle aslı hristiyan olan ailenin evlâd ve ahfadının seyyid
olmasına bittabi imkân yoktur." Demek suretiyle bir hakikatin ortaya
çıkmasına vesile oluyor merhum yazar Hasan İzzet Efendi; Kapdan-ı deryalardan
Mahmud Paşa'nın kethüdası şimdiki tâbir ile sekreteri Hacı Ahmed Efendinin
oğludur ve umulur ki seyyidlik lakabı bu hacılık münasebetiyle olmalıdır.
Hasan İzzet Efendi'nin Şuray-ı Devlet reisi ve eski sadrıazamlardan olan Arifî
Paşa tarafından siciline yazılan mütalaasında müsbet beyanlar yazdırmıştır. Bu
Hasan İzzet Efendi, SâdF nin Gülistan'ını Türkçeye tercüme etmiştir.
Ferid Bey; gençlik yılarında hariciye mesleğine intisab etmiştir.
Paris, Berlin,Petersburg ve Londra
sefaretlerinde.kâtib-i sâni unvanıyla bulundu. Daha sonrada, Londra elçilik
başkâtibliğinden, Bombay başşehbenderliğine gönderilmek istenmişsede kabul
etmediğinden yollamak kabil olmadı.
Sultan Abdülrnecid'in kızlarından Mediha Sultan'ın eşinin vefatı
üzerine Sultan Abdülhamid gönderdiği haber ile, kendisine bir zevç
beğenmesini, evlenmesi lâzım geldiğini hatır-latdı. Bu hatırlatmaya Mediha
Sultan acısının elan devam et-diğini, bir müddet geçmesi ricasında
bulunduğunda, padişah bu cevaba saygılı davrandı. Bir müddet daha geçtiğinde
ihtarını tekrarlatan padişah bu seferinde kendilerinin beğendiği biri varsa
işaret etmesini bu arzularının yerine getirileceği-ninde teminatını vermiş
oluyordu nede olsa anneler ayrıysa da babalan aynı zât olan iki kardeşdi Mediha
Sultan ve 2. Abdülhamid hân. Fakat bir başka husus vardı ki o da, daha
sonraları Osmanlı tahtına oturacak olan Şehzade Mehmed Vahideddin ile Mediha
Sultan, anneleri ve babaları bir kardeştiler.
Rivayet olunur ki, Necip Paşa'nın arkadaşlarından olan Mehmed
Ferid Bey'i, Necip Paşanın cenazesinde gördüğünde beğenen Mediha Sultan, bu
beyle evlenmeğe müsaid bakacağını bildiren haberi, padişaha ulaştırmış.
Padişah da o sırada makam-ı sadaretde bulunan Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa'ya
verdiği emirde işi ayarlamasını emretmiş. Kâmil Paşa uzun araştırmalardan
sonra iki namzet bulduğunu, bunların birinin Süreyya Paşanın oğlu Şekib Bey,
diğeriyse Hasan İzzet Efendinin mahdumu Londra elçiliği başkâtibliğinden mazul
Mehmed Ferid Bey olduğunu, İstanbul'a getirtildiğinde hem yakışıklılığına şahid
olunduğu hem de terbiyesini pek güzel bulduğunu bildirmişti. Şekib Bey'i ise,
biraz terbiye bakımından nakıs bulduğu ifadesini de, yazısına koymaktan
çekinmemişti. Halbuki; ABD'de elçiliği sırasında Şekib Bey'e başda reisicumhur
Rouzvel.t olduğu halde bütün siyasi mahfiller hayran kalmışlardı. Eğer Kâmil
Paşa bu işi böyle yaptıysa bunun sebebi Mediha Sultan'ın tercihinin Mehmed Ferid
Bey'de olduğunu bilmesinden doğabilir. Kâmil Paşa padişaha yazmış bulunduğu
tezkirede rütbei saniye mâlik Ferid Bey'in bir rütbe yükseltilmesini ve Şura-yı
Devlet azahğina tâyininide tavsiye etmekteydi.Târih olarak 1
7/r.ahir/1303-24/ocak/1886 gösterilmişti. Gelsin bir beyit bakalım Damad'ın
yakışıklılığına ithafen;
"Hiisnî tab'ı kâmile hayran olur ehl-i hayâl Çeşrnî âlem
görmemişdir böyle bir sahîb cemal"
Ferid Bey'in otuz yaşından büyük kırk yaşından küçük olması
hususuda Mediha Sultanın yaşınında göz önüne alındığını gösterir.1861 doğumlu
Sultan Vahdeddin'den büyük olan Mediha Sultanhanım ile arada üç -beş yaş farkı
normal addetmek gerekir.
Sultan Hamid; sadrazamının tavsiyelerini yerine getirdi ve izdivaç
gerçekleşti. Mehmed Ferid Bey, 24/r.evvel/I306-29/kasım/1888 de vezaret ile
taltif olundu. Bu terfi Balta-Iimanında Mediha Sultan'ın yalısında, hayatını
ferah fahur yaşamakta olan Mehmed Ferid Paşa da bir acaib te'sir husule
getirdi. Birdenbire kendilerinde müthiş bir siyasi iktidar hissinin uyandığı
görüldü ve Abdülhamid gibi bir padişaha, karısını gönderen Damad Paşa, Londra
B.elçiliği görevini istemesi için ricada bulundurdu.
Tahmin edeceğimiz gibi padişahın cevabı, Mediha Sultan'ı şaşkın,
Damad Paşa'yı ise bedbin etdiî Padişahın cevabı şöyleydi: "Hemşire! Orası
mektep değildir! Pek mühim bir se-faretdir. ümûr-u siyasiyyeye vukufu olanlar
tâyin olunur." demek suretiyle müracaatı ve hemşiresinin şefaatini
retederken, enişte bey ise bu cevabı ret münasebetiyle hayli gücendi bir daha
padişaha bayramlaşmaya gitmedi. Damad Ferid Paşa'nın bu boykotu, taa
meşrutiyetin yeniden ilânı oian 1908'e kadar sürdü. Bir çok yılını münzevi
olarak yalısında geçirdi. Meşrutiyetin ilânı, onu ayan azalığına getiren bir
fayda sağladı desek doğruyu söylemiş oluruz.
Damad Mehmed Ferid Paşa; ülkede hüküm ferma olanın İttihad ve
Terakki Cemiyeti olduğunu görmesi, bu cemiyetin reislerine yaranabilmek
gayesiyle ve bunların muavenetiyle büyük bir makam yakalama arzusu bu çetenin
metdhine çalışmaya başlamasını getirdi.
Bu hususda Lütfİ Simavî Bey; meşrutiyet bayramının ilk sene-i
devriyesinde, 10/temmuz/1325-1909'da İttihatçı Cemiyetinin adına tertiplenmiş
yemekli toplantıda Ferid Paşadan şöyle bahsediyor: "Damad Ferid Paşa bu
ziyafetde geçmiş dönem siyasetine ve meşrutiyeti yeni den kurmak hususunda
İttihat ve Terakki fırkasının yaptığı fevkalâde hizmetine dâir, uzun bir nutuk
kıraat etdiği gibi meşrutiyetin ilânından sonra, yâni 2. Abdülhamid taht-ı
saltanatda iken Pera Palas otelinde bah-se konu cemiyet ileri gelenlerinin
şerefine verdiği bir ziyafetde daha evvel hazırlamış olduğu nutku okuyarak,
ittihat ve terakkiyi göklere çıkarmıştı."
Lâkin yaptığı bu medihleri benimsemeyen, bunlara iltifat etmeyen
İttihatçılar daha sonra paşanın kötülemelerine ve düşmanlıklarına mâruz
kaldılar fakat bu arada da paşanın kumaşı ortaya çıkmış oluyordu. Damad Ferid
Paşa; Balkan harbinden sonra Bulgar, Yunan, Sırp ve Karadağ'ın
murah-haslarınında katılacağı ve Londra'da toplanması karar altına alınmış
konferansa, 3. murahhas olarak seçilmekle beraber hemen ertesi günü Bah riye
Nazır vekili Salih Paşa bu murahhaslık ile görevlendirildi. Kâmil Paşa'ya, Ali
Fuad (Türk-geldi) mabeyn başkâtibi olarak meydana gelen değişikliği
sorduğunda,Kâmil Paşa'dan şu cevabı almış: "Ferid Paşa kanun-i esasî
hükmüne göre hiç bir sebeb ve bahane ile memâliki şahaneden yer terki caiz
olamayacağından ben gidersem arazi terkine hiç bir şekilde evet diyemem! Demiş
olmasından bu şartında kabil-i icra olamayacağına binaen, onun
vazifelendirilmesinden sarf-i nazar olundu."
Tabiiki diplomasi mesleğinden böyle bir anlayışın yeri olmadığı
açıktır. Diplomat geçinen böyle vezir derecesinde bir zâtın değil ilk mektep
talebesinin bile ileri süremeyeceği bir saçmalık olduğundan, bu zâtın sadece
siyasi anlayış noksanlığından değil, aklının olup olmadığı söz konusu olur. Bu
ahvâle benzer hâlini Ahmed İzzet Paşa dönemin de de okuduğumuzu hatırlarsak
muhterem okurlarım Mehmed Ferid Paşanın davranış bozukluğu içinde olduğunu daha
iyi anla-nzlLütfi Simâvî Bey: ".Sultan Reşad'm Sarayında Gördüklerim"
adlı eserinde şu ifadeyi koymaktan kendini men edememiş!
"Devletin mülkiyyet-i tammesi üzerine mütarekeyi imzalatmaya
muvaffak olamazsam, hemen bir harp gemisine binip doğruca Londra'ya gidip
İngiltere Kralı ile mülakat yapıp ve ben senin babanın kadim dostu idim.
Arzularımın kabulünü senden beklerim demek suretiyle teklifimizi kabul ettiririm."
düşüncesini ileri sürmesi şaşırtıcıdır. Çünkü; İngiltere de Kral, bir nevi
tasdik memurudur. İktidar tam me'suliyetle hükümetdedir. Mevcud kralın
babasının, dostu olduğunu söylemek suretiyle mütareke imzalatacağını akıldan
geçirmek o beynin, akıl ile arasında bir küşayiş (açıklık) olduğunu akla
getirir.
Ahmed İzzet Paşa'da kendisine, Damad Ferid Paşa'ya deli demesinin
doğru olmadığını söyleyenlere verdiği cevap da; seneler evvel, Kâmil Paşa'nın
bu zâta deli dediğini hatırladım da, ondan söyledim! Demiş olduğu anlatılır.
Eski sadrıazam-İardan, Mareşal Ahmed İzzet Paşa anlatmış olduğu şu
anek-dotlada, Damad Paşa'nın bir çizgiden diğer çizgiye gelişinin izahını
yapacak anlatımı,ortaya koyar.
Mareşal diyor ki: "Mehmed Ferid Paşa ayan meclisinde arkadaşımız
idi. Efendimiz kabine teşkilini bana tevcih ettiğinde heyet-i vükelâyı
tamamlayabilmek için çeşitli temaslar yapmaktaydım. Bu arada Ferid Paşa' ya da
efendim, bir ne-zaretide siz alsanız diye nezaket içinde beyanda bulundum.
Cevabı; "Aman efendim! Ben iş'de bulunmadım, bir koca nezareti nasıl idare
ederim" demek suretiyle temaruz etdi. Bunun üzerine Şuray-ı Devlet
riyasetini alınız orası nezaretler gibi değildir dediğini söyleyen İzzet
Paşaya, Damad Paşa şu cevabı verir: "Şuray-ı Dev leti hiç idare edemem
çünkü orada riyaset edecek zat, devletin kavanin ve nizamatma vâksf olmalıdır,
ben vâkıf değilim, reca ederim ısrar buyurmayınız" cevabı üzerine İzzet
Paşa, ben ısrar etmiyorum, arzu edersiniz diye teklif etdim demek suretiyle
anekdotu tamamlar.
Ahmed Tevfikpaşazâde İsmail Hakkı Okday Bey'in "Sultan
Vahideddin Mütareke Gayyasında" adlı eserde 48. Sa~ rıifede, meknuz kalmış
bir bombalama vakasını bizlere naklediyor: "İzzet Paşa kabinesinin 4.
günü 18/ekim/1918'de Cuma günü saat 11.30'da yedi uçaklı bir Ingliz filosu tarafından
İstanbul'un hayat ve hürriyetini tehdid eden hava akını yapılmış, aynı gün
öğleden sonra bu akın bir daha gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda elli kişi
yaralanmış ve nice evler ve dükkânlar harab olurken dördü bayan olmak üzere
beş kişi şehid olmuştur. Çünkü bu tayyareler uçuş yapmakla kalmamış şehrin
meskûn semtlerinden olan Mahmud Paşa civarına bombardıman yapmışlardır.
Bu bombardımanları ise İstanbul'da yaşamakta olan İngiliz ve
Amerikan kolonisi Dede Robert Kolej müdürü İngiliz donanma kumandanını şu ifade
ile takbih etmişlerdir: 'İstanbul üzerine yapılan ve hiçbir askerî oe insani
sebebe dayanmayan hava akınlarına hemen son veriniz'. Bütün ömrü yirmibeş günü
geçmiyen İzzet Paşa kabinesi, bu kısacık iktidar devrinde, şakağa dayanmış bir
tabanca namlusu altında gibi kabul ettirilen Mondros mütarekesinin olanca
mesuliyetini omuzlarına yüklenmiş ve ittihatçı paşaların kaçışı fiili de
talihsiz sadrıazamın günah defterine yazılmıştı." Demekte. Böylece bizim
biyografların bahsetmediği vakayı bir başka hatırat ile öğrenmek ue nakle muvaffak
olduk. Ahmed İzzet Paşanın bu oak'ada yapacağı ne olabilirdiki?
Öte yandan Mareşal Franşe Despere'in bir cihangir azame-tiyle
İstanbul'a girişde beyaz atıyla bir Fâtih edası takınmasını kılıçtan keskin
kalemiyle gurur ciğerinin enkanlı damarına batırdığı kendine gel müsekkini ile
milletimizin ulvi hislerine tercüman olan Süleyman Nazif Bey siyah çerçeve
içine alınarak neşrolunmuş "Kara Gün" adlı dehşetengiz makale-siyle
en şarklı insan olarak bu küstah garplıyı terbiyeye davet edişindeki cesaret
ve inanç kuvveti devrin sadrıazamıntn önleyeceği bir müsademe olamazdı.
O bakımdan son sözümüzün satırları arasında okurumuza daha ne
hadiseler olduğuna, istanbul'un mütareke hayatının tam olarak kaleme
alınmadığını ve asil insanlar uğradıkları zulümün acısını ve haysiyet
kırıcılığını sineye çekerek rûzi mahşerde hesaplaşmak üzere ketum olmayı ve
tası tarağı toplayıp ahirete göçü tercih ettiler. Despere'ye yazılan makaleyi
çeşitli menfi ifadeler ekleyerek tercüme eden içimizde yüzyıllardır barınmış
tatlısu frenklerı o azamet budalasını öyle hâle getirdiler ki, herif 'yok edin
bunu!' diye bağırmaktan kendini alamadı. Nişantaşı'ndaki fakiranesinde
aranarak yakalanmasına çalışılan eski üâli, büyük edip, müdhiş şâir Süleyman
Nazif Bey, kuyruğu titrek olarak saklanma yerine kibre karşı kibir sadakadır
hadis-i nebevisine uygun hâl ile giyinip kuşanıp, Fransız askerinin önüne gidip
de buyrun aradığınız adam benim! Deme şecaati devrin sadnazamınm biyografisiyle
alakalı olmamakla beraber, böyle bir yiğit ile hemâsır olmak başka bir
güzelliktir ve bizde bu güzellik bitinsin istedik.
İsmail Hakkı Okday merhum; Ahmed Tevfik Paşanın oğlu olup, Sultan
Vahideddin'in kızı Ulviye Sultan hanımefendi ile izdivaç yapmış damadı idi.
Daha sonra milli mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya geçen İsmail Hakkı Bey bu
teşebbüsünü hanımına haber vermeden gerçekleştirmiş olmanın cezasını Ulviye
Sultanı ebediyyen kaybetmekte ödedi. Çünkü Sultan Hanım Anadolu'ya geçeceğini
bana söyleyecek kadar itimat etmeyen bir kişi ile hayatımı sürdüremem
düşüncesini kafasında tezekkür ettirmiş ve nikâhlanırken almış oldukları
boşama hakkını kullanmış ve Ulviye Suttan Hanımefendi, İsmail Hakkı Beyi
boşamıştır. Daha sonraları İsmail Hakkı Bey; Bülend Ecevit'in validesi Nazlı
hanım'ın teyzesi Ferhunde hanım ile izdivaç yapmıştır. Ferhunde hanım daha
sonraları görüştüğü Ulviye Sultan'ı pek sevmiştir. Pek kısa olarak özetlemeye
çalıştığımız İsmail Hakkı (Okday) Bey'in pederinin de son sadrıazam Ahmed
Tevfik Paşa olduğunu bir daha hatırlattıktan sonra gazetecilik tarafı da olan
bu Osmanlı yarbayının yine Damad Ferid Paşa'nın yaverliği görevinde
bulunduğunu da ifade ettikten sonra bize yukarıda bahsi geçen eserden şu
ifadeyi özetlemeye çalışayım:
"Babıâli; milli mücadeleyi sürdüren Ankara ve dolaysıyla
başlarında bulunan M.Kemal Paşa ile Saray'ın yâni Sultan Vahideddin arasında
aşılamaz bir sansür koymuş ve padişaha gelen her çeşit habere el koyduğundan
Padişah ue Pa~ şa arasında bir yakınlaşma vede haberleşme kabil olmuyordu .
Sultan Abdülhamid'in 1903'de Şam'a sürüp de bütün rütbelerini ue
nişanlarını aldıran divanı harb kararına pek önem uermiyerek müşirliğini
sürdürmesini engellememek yolunu seçtiği Deli Müşir Çerkeş Fuad Paşa bu Saray
ile Ankara arasında kurulmuş barikatı parçalayacak Suttan Vahideddin ile M.
Kemâl Paşanın haberleşmesini sağlayacak vazifeyi talep eden Ankara'ya hayır
dememişti. Hemen de saraya gelerek Sultan Vahided din ile görüşme talebinde
bulunmuş ue hemen huzura kabul edilmişti. Yüz yaşını aşmakta olan Fuad Paşa o
müdhiş heybeti göğsünün tamamını kaplayan aslan yelesi gibi yaydı bembeyaz
sakalı ile bir mehabet heykeli gibi fakat son derece hürmetkar tavır ue sesle:
'Efendimiz, velinimetim üç şehid babasıyım. Diğer iki oğlumun son harpte
aldıkları yaralar daha kapanmadı. İcab ederse onlarda ben de feda olayım.
Anadoluda mücadeleye girişmiş kumandanları tanımam ancak s;;,e sunmak istedikleri
emaneti ulaştırmayı bir ibadet ue sadakat olarak telakki ettim' dedikten sonra
koynundan çıkardığı Heyet-i Temsiliye adına M. Kemal imzalı mektubu takdim
etmişti. Bu mektup da Damad Ferid'in infisal ettirilmesi taleb ediliyordu. Padişah
bu ue diğer isteklere sıcak baktı. Damad Ferid Paşa 3. sadaretinden böyle
çekilmek mecburiyetinde kaldı. Deli Fuad Paşa bu mektubu vererek kurulmuş
sansür dıuarını yık-vermişti. Sultan Vahideddin'in Deli Fuad Paşaya söylediği
sözle sayfamızı süsleyip sona erdirelim: "Benim menfaatim,milletimin
menafiine merbuttur. Mîlletsiz padişah olmaz. Milletimin saadeti ve refahını
isterim. Kanuni esasi ve meşrutiyete riayet edeceğime yemin etdim. Etmemiş olsaydım
bile, meşrutiyete muhalefet etmemek için verdiğim söz kafidir. Meclis-i Milli
intihabını (seçimini) çok arzu ediyorum. Milli ordunun hulûsu tammı olduğuna
kaniim."
Sevgili okurlar bakanlık olsun,Şuray-i Devlet riyasetini üzerine
almaktan imtina eden mütevazi(!) şahsiyetden sadareti daha sonra hemde beş
defa üstlenmesi çizgi kırıklığımı? Yoksa mütareke teminini sağlayan Ahmed İzzet
Paşanın sadareti sonrasında daha zor dönem aslında daha kolay bir dö-nemmiydi
ki Mehmed Ferİd Paşa bu sadarete hemde, beş defa iştahla koştu? Yoksa; cidden
işgale uğramış bir devletin yönetiminde hem milli kalkışmayı destekleyecek
hemde işgalci devletleri suhuletle idare edebilecek bir Kardinal Rişöl-vö
kabiliyeti vehmetdiğinden daha da zor olan sadnazamliğı tereddütsüz kabul etdi?
Aslında bütün bu sorular, cevabini artık rûz-î mahşer de bulacaktır.
İstanbul'da Harbiye semtinde bilindiği, gibi Cemal Reşid Rey'in
adı verilmiş tiyatro binası bulunmaktadır. Bu sanatçı zâtın pederi, dahiliye
eski nazırlarından Ahmed Reşid (Rey)Beyefendi şu beyanla: ",.6. Mehmed
kendisine şayan-ı emniyet ancak iki kişi bulabilmiş, bunların birincisi
eniştesi Ferid Paşa (ikincisi dünürü A.Tevfik Paşa) bu zat.." demek
suretiyle dönemi,sıhriyyeti yâni yakın akrabalarının yardımıyla aşmayı
plânladığını fakat isabet edemediğini ifadan kaçınmayarak bildirmiş olmaktadır.
Hürriyet Ve İtilaf Cemiyeti İktidarımı?
Hattı Hümayun Sureti
Veziri meali semirim Ferid Paşa; Tevfik Paşanın vukuu istifasına
ve sizin derkâr olan ehliyyet ve dirayetinize binaen mesnedi sadaret uhdei
kifayetinize ve meşihatı islamiyye dahi darül-hikmetil islamiyye âzasından
Mustafa Sabri Efendi uhdesine tevcih kılınmıştır. Kanuni Esasinin 27. maddesi
mucibince teşkil edeceğiniz heyet-i cedidei vükelâ nm tasdikimize arzını irade
eylerim.Ahvalin ehemmiyeti fevkalâdesi devletimizin temin-i selâmeti için o
nisbetde gayret ve faaliyetin ibramı icâb ettirmekte olduğundan rüfekanızla
bilittihad bu uğurda bezli meşhud etmeniz matlubi-i kat-i şahanemdir.
Minellahu'ttevfik.
l/c.ahir/1337-4/mart/1919 Mehmed Vahideddin Arz olunan kabine:
"Hariciye Nazırlığı: Sadnazam Mehmed Ferid Paşa uhdesinde
Harbiye " " : Tâyini kararlaşmış zatın gelmesine kadar
vekâleten Auni Paşa
Bahriye " "
: Müşir Şâkir Paşa Şuray-ı Devlet R.
: Seyyid Abdülkadir Efendi Dahiliye Nazırlığı : Konya Valisi Cemal Bey
Adliye " " : Aydın eski mebusa Sıdkı Bey
Maliye " ": Divan-t Muhasebat reisi Tevfik
Bey Nafıa " ": Auni Paşa Tic.-Zir "
li:EdhemBey Maarif "
": Ali Kemâl Bey Evkaf
" " : Vasfı Efendi
PTT " " : Mehmed Ali Bey padişah
tarafından tasdik olunup Mehmed Ferid Paşanın ilk kabinesi işbaşı yapmış oldu .
Yukarıda da bahse konu ettiğimiz Ahmed Reşid(Rey) Bey, Mehmed
Ferid Paşa'nın sadarete gelmesi hususunda şunları söylediğini, İbnül Emin Bey
değerli eserine dercetmiş bizde geri kalmayalım ve bir mâna ifade eden beyanı
sahifemize koyalım:
"Nazarı şahanede eniştesinin, mevkii iktidara gelmesi bir tarafdan
İngilterenin yardımını temin (Ahmed Reşid Bey bu hususda, Ferid Paşa sadarete
geçtiğinde İngilizlerin kendisine her yönden müzahir olunacağı vaad olunmuş
imiş demekte.) ve öte tarafdan da padişahı hâla ürküten ittihat ve terakki
cemiyetinin melhuz olan mazarratını izale ve nihayet veliahdın teşebbüslerini
de akim bırakacak bir emr-i hayrdı. Ne çâre ki Damad Paşa, bir donkişot, hem de
hüsniniyyet-den, gayr-i endişane hissiyatdan da külliyen mahrum bir
donkişot."
Bu sadaretin kabinesinde Hürriyet ve İtilaf Partisinin hayli
içinde azasının bulunduğu kabine olduğunu söylemek zaid olarsa da, bu kabinenin
ve dayandığı bu siyasi parti mutlaka İttihatçılara bir musibet yağdırmaya
çalışacağı pek beklenen bir şeydi. Bu cemiyetden ve ittihatçı kabinede yer almış,
savaşa girişde me'sutiyetdar kişilerin bir haylisi tevkif olundu.
İttihatçıların düşmanlığında zirveye tırmanan gazeteler ve yazarlar öyle
yazılar döktürdüler ki hükümet bu huşusda tevkiflere devam etdi. Aslında
Tevfik Paşanın sadareti esnasın-dada bir kaç kişi içeri alınmıştı. Bunların
adliye nazırlığı binasında teşkil olunan divan-ı harbi örfî'de duruşmaları
başladı.
İzmir'in İşgali Bildiriliyor!
l/şaban/1337- 2/mayıs/1919 da Ferid Paşanın Nişanta-şı'ndaki
konağında daha doğrusu Hariciye nezareti köşkünde; Amiral Veb tarafından
ulaştırılan nota da, Paris konferansı kararına atfen İzmir'in işgal edileceği
bildirildi. Öte yandan da Amiral Gaİdrop Aydın valiliğine tebliğ ettiği nota da
Paris konferansının kararlarına bağlı olarak mütarekenin yâni Mondros'da
yapılanın 7. maddesine dayanarak İzmir istihkâmlarının işgali bildirilmişti.
Öğleden sonra gelen bilgi ise işgali Yunan askeri tarafından yapılma sının
itilaf devletlerince kararlaştırıldığını ifade ediyordu.
Bu notalara ve tebliğlere karşı sadnazam Damad Mehmed Ferid Paşa,
Osmanlı devletinin İzmir üzerindeki hukukunu bildiren cevabi bir muhtırayı
itilaf devletleri mü messillerine verdikten sonra kabinenin istifasını padişaha
sundu. Padişah kabinenin İsti fasını kabul etmekle beraber sadareti yeniden
Damad Ferid Paşa'ya tevcih etdi. Şimdi istifasını tetkik ettiğimizde Ferid
Paşa beş yıllık kötü bir İdarenin neticesi olarak tavsif ettiği ve tamamen
haklı olduğu iddiasında işgal ile ilgili notayı aldıktan sonra yapacağı bu işin
hukuki tarafını ileri sürerek yapılan haksızlığı protesto etmekten ibarettir.
Paşa o işi de ya parak sadaret mührünü de sahibine iade etmiştir. Yoksa
dağıtılmış ordularını toplayıp da İzmir'in yardımına koşacak hâli her halde
yoktu.
Cumhuriyetin ilânından beri; yetiştirilmeye çalışan nesillere
hâin padişah, vatanı sattı, hâin sadrıazam Damad Ferid, resmî beyanlarıyla
yetişen bilmem kaç kuşak insan, o dönem de kendilerine verilmiş notalara
sadrıazamın layik olduğu cevabı verip vermediğini nasıl bilsin?! Bunları; o dönemin
insanı yazamayacağı gibi imâli şekilde nakle dahi cesaret edemezdi. O dönemin
siyaset âlemi, günümüzün takip vasıtalarının sadece gazetelerine sahiptiki
bunun tirajı ve tesiri sadece münevverler arasında görülür ki onlar da öyle bir
sükûnet denizine dalmışlardı ki ağızlarını açsalar nefesleri kesilirdi!
Ferid Paşa yeniden yâni 2.defa makamı sadarete geldiğinde
kabinesini şu zevatla tazeledi: Ferid Paşanın ilk kabinesinin 4/3/1919 da
baştayan ömrü, 16/5/1919'da 2 ay, 12 gün sürdükten sonra tamamlanmıştı .
Hariciye Nezareti Harbiyye Meclisi vükelaya Bahriyye Nezareti
Şurayı Devlet reis. Dahiliye Nezareti
Maliye
Nafia
Tic. ve Ziraat "
Maarif
Evkafı hümayun
Damad Ferid Paşanın uhdesinde
Nafıa eski nâzın Şevket Turgut Paşa
Harbiyye eski nâzın Şâkir Paşa
İbkaen Avni Paşa
Vekâleten Edhem Bey
Maarif eski nazırı Ali Kemal Bey
Evkaf " " Vasfi Efendi
İbkaen Tevfik Bey
Vekâleten Turgut Şevket Paşa
îbkaen Edhem Bey
eski nazır Said Bey
Darülhikmetül İslâmiye eski reisi
Hamdi Efendi 18/şaban/1337- 19/mayıs/1919 sadnazam Damad Ferid
Görüldüğü gibi damad Ferid Hükümetinin 2.ni teşkil eden heyet
M.Kemâl Paşa'nın Samsun'a çıktığı gün, padişahdan listeye mucibince icrası
tasdiki gelmesiyle aynı günde vazife başlamıştı kabine içinde. Zâten hep
biliyoruz ki, 9. Ordu birlikleri umum müfettişliği vazifesi M. Kemâl
Paşaya 1. Feri Paşa kabinesi tarafından
tezekkür edilip verilmişti. Fakat yine biliyoruz ki; Sultan Vahideddin hân bu
işin emir sahibi olanıdır.
İzmir'in; Yunanlılar tarafından işgali, İstanbul'un başşehir
olarak büyük bir müşavere meclisi toplaması gerektiğini idrak etmesi padişahın
davetiyle 25/şaban/1337-26/mayıs/1919'da Yıldız Sarayında mevcud ve mâzul bütün
eski vükelâ, sefirler, ayan üyeleri, siyasi ve ilmi cemiyetlerin temsilcileri
bu davet de ispat-ı vücud eylediler. Padişah yanlarında veliahd hz.leri ile
diğer şehzadeler olduğu halde, salona geldi. Kısa süren bir açış konuşması
yaptı ve riyaseti sadrıazama bırakarak gitdi. Çeşitli kimseler başa gelen felâketi
çeşitli ifadelerle belirttiler.
Ferid Paşa kabinesinin enzor vazifesi mağlup devletin taksiratını
gâlib devletler nezdin de savunabilmesi idi. Buna ne kadar muvaffak
olunabilirdi? Bu sorunun cevabı çokturda beğeneni ne kadar olur bilinmez!
Meselâ; Paris'de toplanmış bulunan sulh konferansına Osmanlı hükümetinin
murahhasının; kabul edilmeyeceği şayi olmuşsa da ve bu haylice can sıkmışsada
2/ramazan/1337-2/haziran/1919'da İstanbul'daki Fransız mümessili ilk defa
olarak Babıâli'ye gelerek Ferid Paşa ile görüşüp Osmanlı devletinin
murahhaslarını gönderebilmesi için Fransız zırhlılarından birini tahsis
edeceğini ifade etmişti.
Nitekim iki gün sonra eski sadnazamlardan Ahmed Tevfik Paşa
murahhas olarak tâyin olundu, Şura-yı devlet reisi Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve
maliye nâzın Tevfik Beyler murahhas danışmanı sıfatıyla heyete dahil edildiler.
Kendilerine; kâtiplerde tahsis olundu ve hakikaten Fransızların tahsis ettiği
Demokrasi adlı zırhlı ile Tevfik Paşa hariç diğer leri Tulon limanına
müteveccihen yola çıktılar. Ahmed Tevfik Paşa ise Ingilizierin Sayres adlı bir
zırhlısıyla maiyetinde, hariciye nazırlığı idare müdürü Şevki ve kendi oğlu
binbaşı Ali Nuri Beyler bulunduğu halde yola çıktığında ramazan'ın 15. günü
idi. Hah şunu da ilâve ederek Fransızların zırhlısında Damad Ferid Paşa'nında
gitdiğini belirtmiş olalım.
Ferid Paşa ile Tevfik Paşanın aynı konferansda bulunması zamanın
siyasilerine tuhaf gelmiş olacak, ki bunlardan Lütfi Simavi Bey, sormadan
edememiş durumu Tevfik Paşaya verilen cevabı buraya alalım efendim:
"Mevkii sallanan; Ferid Paşa'ya bir dirsek lâzımdı. Zât-ı şahane çok ısrar
edip içinde yaşadığımız fevkalâde hâl münasebetiyle Fransa kabinesine de
dışarıdan Jül Feri'nin memur edildiğini ilâve etdi. Hünkâra Jül Feri'den bahs
eden Ferid Paşa, bu recüli hükümetin yâni devlet adamının bir çok sene evvel
Öldüğünü tabii bilmiyor. Konferansa gitmek meselesine gelince, Ferid Paşanın
göze çarpacak derecede uymağa çalıştığı Fransız poli tikasma karşı bir sıklet
bulmak icâb eyledi. Siyatikden rahatsız olduğum için sadrıazamla gidemedim.
Doğrusunu sizden saklayacak değilim,gitmekde istemedim. Konferans meselesi için
Ferid Paşa, iki gün ara ile evime geldi. Israrlarda, ibramlarda bulundu.
Murahhas heyetinin teşkiline bir itirazım varsa yeni başdan seçi-lebileceğini,
gazetelerde adı geçenlerin de gayri resmi olduğunu esas listenin yüksek tasdike
iktiran etmediğini ifade etdi. Durumu mabeyn başkâtipliğinden vaziyeti tahkik
ettirdiğimde gazetelerin yazdığı zevatın sadrıazam tarafından 24 saat önce
iktirana sunulduğunu öğrendim. Bunun üzerine Şevkİ'yi Ferid Paşaya gön-derip
durumu sordurdum. Her ne kadar irade çıkmış ise de, daha görmediğini cevaben
bildirdi. Halbuki arz eden kendisiydi! Murahhas heyetinin halihazır şekli ilk
çıkan iradenin şiddetli itirazlar üzerine keenlemyekün hükmünde tutulması
yâni yok sayılması şeklindedir. İşte bu adam; açıktan açığa yaptığını yalanlar,
padişahı kandırmış, güya Fransa'da ve İngiltere de bir çok diplomat ve devlet
adamı tanırmış! Hepsi yalan. Göreceksiniz Ferid Paşa Paris'de apışacak ve
İstanbul'a avdete mecbur olacaktır. Sadaret de de kalacağını da sanmıyorum.
İşin bu tarafını zât-ı şahaneye arz ile ihtiyaten bir kabineyi şimdiden
hazırlamasını tavsiye etdim. Bunun neden istidlal ettiğimi sual buyuran
padişaha, meclis-i vükelâdaki müşehadatımdan cevabı verdim" Tecrübeli
sadrıazam Tevfik Paşa'nın dediklerinin doğruluğunu hadiselerde ispatlamış
oluyor. Şöyle ki Ferid Paşa; Tevfik Paşanın dediği gibi konferansda bir varlık
gösteremediği gibi, Klemanso'dan da aldığı ters bir cevab iyice can sıktı.
İstanbul'a avdet etdi. Evine kapandı kendine yapılan hücumlara maruz
kaldığında istifa yolunu seçti. Fakat bütün başarısizlık sebebi, kabinesi imiş
gibi yeni kabine hazırlamaya çalışmasıydı,
-
Tuhaftır padişah Damad Paşaya sadareti 3. defa tevcih ettiğinde
yeni kabine kurma çalışması da tamamlanmak üzereydi. Bu vaziyeti belki padişah
enişte paşa ile birlikte tanzim ediyordu. Çünkü devlet gemisinin dümeni meşruti
idare içinde tek elde toplanamazdı. Bu bakımdan iktidarı bir ve iki numaraların
anlaşmış olarak götürmeye çalışmaları bir takım kolaylık getirdiği gibi bazı
tahminleri de yanıltabilir. Burada da böyle olduğunu ne iddia nede ret
mümkündür.
Bakınız; Mustafa Kemâl Paşa'yı bulduran Sultan Vahided-dindir. İki
defa en az sarayda dizdize görüşmüşlerdir. Bu görüşmeden çıkan ifadeler bir
bilgisayar sahifesini tutmaz amma bundan koskoca bir milli mücadele
çıkabilmiştir. Sul-tan'ın temasından sonra mı evvelmi? Mühim değil Damad Ferid
Paşa, M.Kemâi Paşa'yla görüşüp yemek yediği de bilinen husustandır.
Eski padişahlar tepeleyecekleri ayan veya paşaları İstanbul'a
davet ederlerken yeni makamlar hâttâ sadarete dahi davet ettiklerini bir hat
ile bildirirlerdi. Geldiğinde de kimini itlaf ettirir kimini de aksi
istikametteki serhat boylarında va-zifelendirirlerdİ. Damad Ferid Hükümeti ise
Sarı Paşayı önce idama mahkum etdiğini bildirip payitahta dönmesini istemek
suretiyle, biz çağırıyoruz amma sakın sen gelme işaretini vermiş olmuyor mu?
Bir düşünelim efendim. Evet enişte paşa'nın bu kabinesi de, 1 ay, 11 gün süren
ömrüyle 30/6/1919 da hitama ermişti.
Neyse biz enişte paşanın 3.kabinesinin isim listesini yazalım:
Hariciye Nazırlığına : Taraf-1 acizanemden demlide olunmuştur
Şuray-ı Devlet riyaset vekâletine:
Şeyhülislâm Mustafa
Sabri
Meclis-i Vükelâ memuriyeti: eski sadrıazam Ahmcd Tevfik Paşa
" " " : "
" İzzet Paşa
" " " : İbkaen Ali Rıza Paşa
Divarı-i harbi örfî reisi
Nâzım Paşa Ayandan Salih Paşa vekâleten
Ali Rıza Paşa Abuk Ahmed Paşa Defteri Hakanı Emmi Adil Bey Şuray-ı
Devlet azasından
Mustafa Efendi
İbkaen
Tevfik Bey
Said " Hamdi
Efendi Bir zatın tayinine kadar
Abuk Ahmed Paşa vekaleten
Harbiye Nazırlığına
Bahriyye
Nafıa
Dahiliye
a
Adliye
Maliye
i.
Maarif
t-
Evkaf
Tic. ve Ziraat
Bu zâtın ilk kabinesinin kurulmasından, 2. ve 3. istifasının
toplam müddeti 6 ay, 29 gün sürmüştür. Ahmed Tevfik Pa-şa'nin Meclis-i vükelâ
memuriyetine getirilmeyi kabul etmesi Sultan Vahideddin'in ısrarlarından
kaynaklanmıştır. Bilahire istifası vaki olmuşsa da bu seferde aynı zamanda
dünürü olan padişah eski sadnazamın bu istifasını ret eylemekten kaçınmamıştır.
Çünkü bu kabinenin içinde Damad Ferid ile anlaşabilen iki kişi vardı. Birisi
Şeyhülislâm Tokatlı Mustafa Sabri Efendi ki, Mevlânzade'ye göre gözü sadaretde
olup, hem sadnazam hem de şeyhülislâmlığı deruhde etmek böylece İslâm
dünyasının da bir Kardinal Rişöive çıkaracağını işba ti hayallemektedir! Diğer
iyi geçinebilen kişi de Dahiliye nazırı Adil Bey'dir. Hele bir ara Dahiliye
Nâzın Adil Bey ile Harbiye Nâzın Nâzım Paşa arasında hak ve selahiyet meselesinden
dolayı çıkan çirkin kavga, kabinenin yürümeyeceği kanaatini herkese ihsas
ettirmişti.
Bu vaziyet karşısında sadnazam çıkmış bulunan çekişmelerden
bıktığını, ya pek fevkalâde selahiyet verilmesini yahut da istifasının kabulünü
ileri süren bir tâleb sundu. Bu arada İttihatçılara karşı böylece galebe
çalacağını belirtmekten geri kalmadı. Ancak aradan geçen 15 gün kadar süren
zaman diliminde Saray'dan haber çıkmayınca istifasını sundu. Bu sadaretde
başlangıç târihi olan 2/temmuz/ 1 9 1 9 dan, 2/10/1919'a kadar sadece 3 ay
devam edebilmişti.
Damad Ferid Paşa; bu ittihatçıları mağlubiyete uğratmayı
plânlarken, hiç aklından geçirdi mi acaba, bunlar bir kaç vilâyetin idare
heyetlerini teşkil eden ve de payitaht'da bakan-!ık yapmış bir kaç kişi ile
merkezi umumî teşkilatından müteşekkil zevatdan ibarettir diye! Sanmıyorum!
Çünkü ülkenin düşman eline düştüğü, ecnebi kuvvetlerin Osmanlı
münevverlerinin bir bölümünü teşkil eden meclis-i mebusan üylerini, eski
sadnazam ve vükelayı ve de bir çok kumandanı, Valileri ve yüksek memurları ölü
tavuk taşır gibi Malta'ya sürgüne götürüp adetâ bir rehin alımına giden çeteler
gibi hareket eden düvel-i muazzamanın bu işlemlerine ahali müthiş bir şekilde
diş bilerken, sadrıazam paşanın hasta aklına uymayan padişah, Ferid Paşa'nm 3.
sadaretinin sonunda istifasını kabul etmek suretiyle pek akkılıca davranırken
2/10/1919 ile 8/3/1920 târihleri arasında geçen 5 ay, 7 günlük Ali Rıza
Paşa'nın sadrıazamlığı ile 216. sadrıazamı iş başına getirmek suretiyle Damad
Paşa'nın, ülke içinde nereye varacağı belli olmayan olayların çıkmasına sebeb
olabilecek icraatlarına dur deme basiretini gösterebilmişti. Yoksa günümüz de,
yâni 2001 de dahi, ittihatçıları en büyük vatanperver bilen insan sayısı bir
haylidir! Ya o zaman kimbilir ne kadar çoğunluktaydı. Yine Mevlânzade'ye göre
Sultan Va-hideddin ve Damad Ferid Paşa'nın elinden fevkalade selahiyet kâğıdı
almış bulunan M. Kemâl Paşa,başlatmış olduğu hâlaskaran harekâtında
ittihatçıların hiç bir şekilde katkıları yoktur şeklindeki te'minatı,
ittihatçıların halk tarafından isteyip İstenmediği mânasından ziyâde, Paşa'nın
ittihatçılara olan düşmanlığına ters davranma zamanı olmadığını idrak etmesinden
kaynaklanmış olabilir!
Anadolu Kaynıyor!
Hükümetin iki bakanının çirkin bir şekilde biribirine girişleri
kabinenin hızla sükutuna doğru giderken, Ermenilerin; büyük ermenistan
hülyalarının tahakkukunu, Yunan'ın İzmir'i işgal etmesini hücum borusu sanması
ve bu hususda faaliyete geçeceğinin hissedilip, daha doğrusu istihbar edilmesi
daha 1. dünya savaşının ilk yıllarında düşünüldüğünü Zaman Gazetesinin
kurucusu olan; İzmit mebusu eski maarif nazırlanndan, Şükrü Bey ki bu zat
müretteb İzmir suikasdi davası hasebiyle idam olunmuştur. İnfaz esnasında ipi
kopmuş ve yeni bir ip getirip infaz gerçekleştirilmişti ve bu zat meâlen şöyle
anlatmak tadır: "Biz; ittihat merkezi umumiyyesi olarak bir toplantıda
daha savaşa yeni girdiğimiz bir dönemde harbin kaybedilmesi hâlinde vatanın
parçalanacağını düşünmüş, Yunan megalo ideasının ve ermeni hülyalarının gerçekleştirilme
zamanı geldi düşüncesi hâkim olur da vatanımıza müstevli olurlarsa, geride
kalanların bu hâle müsaade etmemek ve o fecii hâle düşmeyi, önleme tedbirlerini
almayı üstümüze vazife bilmiştik. Bunun üzerine iki şekilde tertibat aldık.
Bunun birincisi gizli depolara cephane, silah ve diğer harp levazımları
toplayıp yerleştirdik. İttihatçıların üçüncü takımı sayılan subaylara bunlarla
İlgili, harita ve bilgileri verdik. Nitekim hangi depoda ne olduğu iyice bilindiği
için milli mücadele esnasında bu depolara yapılan baskınların başarı ile
sonuçlanması bu çok evvelden yapılmış hazırlıkların ve teşkilatlanma
neticesindendir" Demektedir, ikinci tedbirleri ise yapılması muhtemel olan
milli mücadeleye, elbirliği yapacak asker-sivil işbirliği temini için tanışma
imkânlarına sağlayacak kilit adamları te min idi bunu da yaptık demeleridir.
Hakikaten; milli mücadelenin başlarında Anadolu Müdafai Hukuk ve
Rumeli Müdafai Hukuk cemiyetleri, kuvay-ı milli-yenin ve TBMM'nin teşkilini
sağlayabilen ana unsurdur. Sad-rıazam Ahmed Tevfik Paşa bu teşkilatın
kurulmasına yardımcı olupda teşvik etmekden imtina etmezken maddi yardım
olarak pek cüzi sayılan bir para yardımında bulunmuş bilahire Damad Ferid Paşa
sadnazam olduğun da, derhal bahse konu cemiyete fevkalade yeterli maddi
yardımda bulunmakla,Tevfik Paşa'yı tanzir etmiş onu sollayıp geçmiştir.
Her ne kadar İzmir'in işgali Damad Paşanın sadaretine denk
geldiyse de, M.Kemâl Paşanın gönderilebilmesi debu zâtın sadaret döneminde
vukubulmuştur. Damad Ferid Paşanın müttefiklerin sıkıştırmasına binaen
aldıkları tedbirler tabi-iki milletin ve bilhassa Sivas Kongresini toplama
durumunda olan M. Kemal Paşa ve arkadaşlarını hayli tedirgin ediyordu. Misal
olarak; Erzurum'da Kâzım Karabekir Paşa İstanbul'dan gelen sadaret emri üzere
M. Kemâl Paşa'yı tutuklatarak derdest İstanbul'a gönderseydi, kim ne yapabilir
idi? Karabe-kir'in emrinizdeyim! Paşam demesi tipik bir itaati gösterirken,
M.Kemâl Paşanın, padişaha sadrıazammı şikâyet etmesini hâvi telgraflar
göndermesi, bu telgrafların padişahın katına ulaşmaması Dahiliye nâzın Adil
Bey'in marifeti olup, daha sonra da bir Çerkeş asili olan Bekir Sami Bey'in,
harekât-ı milliye mensubu ve eski valilerden olarak, yine Çerkeş olan Müşir
Deli Fuad Paşa ki 1877 Osmanlı-Rus Savaşının unutulmaz kumandanlarından meşhur
Elena Savaşı kahramanıdır, bu zâta gönderilen mektup bu ayan azası vasıtasıyla
Sultan Vahideddin'e ulaştırılmıştı. Bu mektubun arkasından padişah enişte
paşanın istifasını kabul etmişdi.
Zâten aşağıya alacağımız ve İbnül Emin Bey'in değerli eserinde yer
alan Lütfi Simavî Bey'e aid ifade bizim yukarıdaki ifademizi te'yid
etmektedir. "Kuvay-ı milliyeden gördüğü tazyik üzerine padişah, Ferid
Paşayı fedaya mecbur oldu. AH Rıza Paşa sadnazam ilân edildi. Garibeden olarak
Ferid Paşa, yeni kabinede hariciyye nâzın olarak kalmaya çalışmış ve zevcesi
Mediha Sultan da bu hususda padişah nezdînde ısrar ve istirham da bulunmuştur.
Görünen sebebi ülkeye hizmetse de hakikatde ha riciye nazırlarına mahsus olan
Nişantaşı'ndaki konağın paşanın ve hanımının hoşuna gitmiş olduğundan ayrılmak
istememesinden kaynaklanmış. Ancak istek kabul edilmeyerek, Ferid Paşanın istifası
hakikiyete kavuşmuş bunun üzerine millet bu uzaklaştırma münasebetiyle rahat
bir nefes almış, M. Kemâl Paşa ise bir tebrik telgrafı çekmiştir
padişaha.."
Damad Paşa'nın Sadarete Avdeti
Sevgili okurlarımız; Enişte Paşanın tamamı beş defa olan
sadaretinin ilk üçüncüsü birinci dönemini teşkil eder. İkinci dönemi ise iki
defa sadarete getirilmekle heyet-i mecmuu 5'e baliğ olur Damad Mehmed Ferid
Paşa sadaretlerinin. İşte bu ilk dönemi diyeceğimiz sadaretinin 3.de vukubulan
sadaretinin bitmesinden sonra Sultan Vahideddin, siyasi nabzı iyi tutmuş gerek
Anadolu gerekse İstanbul'un Osmanlı siyaset recülünün tavsiyelerini göz önüne
alarak eniştesine mührü vermeyip, Ali Rıza Paşayı makamı sadarete getirmişti.
Bildiğiniz gibi elinizdeki bu çalışma sadaretden ziyade bu makamı hasbel
kader ve hasbel zaman doldurmuş bulunan zevatın biyografik anlatımını
kapsamaktadır. Bu bakımdan; Ferid Paşanın biyografisini tamamladıktan sonra
çahş-mamızin Ali Rıza Paşa bölümünde bu zat ve dönemini nakle çalışacağız.
Efendim; Damad Ferid Paşa'nm, Salih Paşanın istifa sathı mailine
girdiği esnada adı yeniden siyaset mahfillerinde çalkalanmaya başlamıştı. Bu
hususda İbnül Emin Bey'in değerli eserinin 2051 sh.de yer alan ve Bursalı Şeyh
Zâik merhumun inşad ettiği beyitde görüleceği gibi merhaba dendi yeniden
Damad Ferid Paşa'ya..
"Merhaba ey semti irfanın bâidi ebteri
Hırsı cah erbabının şahsı feridi bed teri" Ancak bu beyitteki
mâna hiç de makbul olmayıb, İbnül Emin Bey ; şöyle der: "..hitabına
müstahak olan böyle bir âdemden, devlet ve millete hizmet bekleyenler de -her
kim olursa olsun- irfan ve izanda onunla hemhal olduklarını ispat
ederler." Demek suretiyle padişahı da suçlamaktan kendini alamaz, amma
iieri satırlarda göreceğiniz gibi işin değişik yönlerini ifade eden vakaları da
asla ketmetmeyen bir yaklaşımı sergiler merhum.. Şimdi biz; enişte paşayı 4.
sadaretine getiren hattı hümayunla sahifemizi süsleyelim:
"Veziri meali semirim Ferid Paşa
Selefiniz Salih Paşanın vukuu istifası cihetiyle mesnedi sadaret,
derkâr olan ehliyyet ve reviyyetinize binaen uhdenize tevcih kılınmış ve
meşihat-i islâmiyye dahi Dürrîzâde Abdullah Bey uhdesine ihale
edilmiştir.Kanun-u esasinin 27. Maddesi mucibince teşkil eylediğiniz heyeti cedideİ
vükelâ tasdikimize iktiran etmişdir.
Mütarekenin akdinden beri yavaş yavaş noktai salaha te-karrüb eden
vazi yeti siyasiyyemizi milliyet nâmı altında ika edilen iğtişaşat vahim bir
hâle getirmiş ve buna karşı şimdiye kadar alınmasına çalışılan tedabiri
muslihane fâidesiz kalmıştır. Ahiren tebarüz eden vekaiye göre bu hâli isyanın
devamı meazallahute âla, daha vahim ahvale masdar olabileceğinden iğtişaşaatı
vakıanın malûm olan mürettib ve müşevvikleri haklarında ahkâmı kanuniyyenin
icrası ve fakat muğfel olarak (aldanarak) bu kıyama iltihak ve iştirak etmiş
olanlar hakkında afv-ı umûmî ilânı ve bütün memâliki şahanemizde asayiş ve
intizamın iade ve teyidi tedabirinin kemâli sürat ve katiyyetle ittihaz ve
ikmali ve bilumum te-bai sadıkamızın bu suretle de makamı hilafet ve saltanata
muhakkak olan merbutiyyeti tegayyür-ü nâpezirİnin teşyidi ve bu cümle ile
beraber düveli muazzama-i mutelife ile gayet samimi revabıtı itminankârane
tesisine ve menaffi devlet ve milletin hak ve adalet esasına istinaden
müdafaasına ihtimam olunarak şeraiti sulhiyyenin kesbi itidal etmesine ve
sulhun bir an evvel akdine sarf-ı makdiret edilmesi ve o zamana kadar her
türlü tedabiri maliyye ve ikti-sadiyye ye tevessül edilerek müzayaka-i âmmenin
mehma imkân tehvini katiyyen matlubumuzdur. Cenab-ı Hakk tev-fikat-ı
İlâhiyyesine mazhar buyursun.
15/recepl 338-15/nisan/1920 Mehmed Vahideddin Damad Mehmed Ferid
Paşa'nın 4. kabinesi:
Hariciye nezareti
Tarafı bendegânemden deruhde olunmuşdur.
Harbiye Nezareti Vekâleten Mehmed Said Paşa 5. kolordu eski
komutanı
Bahriye Nezareti
Asaleten
Dahiliye " " " dahiliye eski nâzın Reşid Bey
Şuray-ı Devlet
Vekâleten "
Adliyye Nezareti
Ali Rüşdi Efendi temyiz dilekçe dairesi reisi
Maarif " " hariciye müsteşarı Fahreddin bey
Nafia " " Dr. CemiI(Topuzlu)Paşa
Tİc. ve Ziraat "
Hüseyin Remzi Paşa
Mâliye "
" Bahriyye
muhasebecisi Reşad Bey önce vekâleten
sonra asaleten
Evkaf " " Osman Rıfat Paşa
Harbiye nazırlığını da sadnazam paşanın üzerine alması hususu
30/receb/1338 - 20/nisan/1920?de padişah iradesi çıktı .
Hüseyin Kâzım Bey Ve Padişah
Salih Paşanın istifası şayiası çıktığı zaman, enişte paşanın sık
sık saraya daveti Ferid Paşa'nın sadarete avdeti şeklinde yorumlar
hızlandığında meşhur Hüseyin Kâzım Bey, mabeyn başkâtipliği odasına geldiğini
ve Ali Fuad(Türkgeldi) Bey'e: "Eğer Ferid Paşa, İngilizlerden kavi bir söz
almışsa zat-ı şahane, kendisini sadarete getirsin, biz de elbirliğiyle
çalışırız. Fakat böyle bir söz almamış ise, kendisinin sadareti memleketçe pek
fena tesir hâsıl edeceğinden bunu yapmasın" ifadesinde bulunduğunu
padişaha arz eden başkâtib Ali Fuad Bey, padişahdan söz almış bulunduğunu
işaret eder mânada "evet" dediğini nakleder.
"Aslı yokdur evet'in almadı zira bir söz/ Aldatıp padişahı
geldi makama damad Cehdlü udvan ile cjitdi o gidiş husrâ-ne/Kendini, padişehi,
devleti etdi berbad" beyiti; Damad Paşa'nın bir yalanla, padişahı
kandırıp her şeyi mahvettiğini bildirirken aşağıdaki anekdot da da padişahın
sinirlerinin nasıl bozulduğunu ortaya seren bir olayı nakledelim: "Hüseyin
Kâzım Bey; padişahın huzuruna çıkipda Ferid Paşanın sadarete getirilmesi
memleketin ve saltanatın felâkete düşeceğinin habercisidir mealindeki beyanı
Vahideddin hânı pek hiddetlendirir ve: "Ben istersem rum patriğini de
ermeni patriğini de hahambaşıyi da sadarete getiririm" demesi üzerine Hüseyin
Kâzım Bey'de: "Getirirsiniz amma faydası ol-maz" ce-vabıyla
münakaşaya girecek gibi olmuşsa da, Sultan Vahideddin: "Ben öyle karar
verdim" demek suretiyle de yüzünü asarak istiskalde bulunmuştur.
Padişahın gösterdiği bu mizaç sertliği müttefik kuvvetlerin
inkişaf etmekte olan Kuvay-ı Milliye harekâtının karşısında İstanbul hükümetini
milleti bölecek tedbirler alması hususunda adetâ icbar etmesi durumunun, buna
dâir talepieri karşılama hususunda istemeyerek de olsa harekete geçmiş olmak
sinirlerini bozuyordu insanın. Padişah da, sadrıazam da nihayet bir insan
olduğu gibi ona asia vatan hâini olmayıp, kaderin üzerlerine yüklediği vazifeyi
yerine getiriyorlardı. 21/recep/1338 - 21/4/1920 de uzun zamandan beri dedikodusu
yapılan bir fetva çıkarılacağı konuşuluyordu ki işte mezkûr fetva çıktı hem de
iki tane harekât-ı milliye ve ona vücud verenler hedef alınmıştı. Bu hususda
nâçiz kanaatimizi izhar etmeden kabine üyesi olan Reşid Bey'le, Lütfi Simavî
Bey'in yazdfkiarıyla sayfamızı süsleyelim,gerekirse bizimde bu husustaki
mütalaamızı serdetmeye cesaret ederiz. Reşid Bey şöyle demekte meâlen:
"Umumi harbde cihat fetvası alındığında vede, bundan bir şey çıkmadığından
ders alınmamış olmalı ki vaktiyle kendisinin umumi müfettişliğe, eline
verilen geniş seîahiyeti hâiz fermanla, Anadolu'ya gönderdiği Mustafa Kemâl
Paşayı fetva ile zaptetmeği kurarak açıkça milli harekât aleyhinde sipariş
etmiş olduğu fetvayı Şeyhülislâm meclis de Ferid Paşa'ya tevdi etdî. Ötedenberi
anlatılışa göre verildiği darbı mesel hükmüne gelmiş olan fetvanın bilhassa
harbi umumî esnasındaki tantanalı iflasından sonra silah gibi kullanılması,
kullananın akli muhakemesini göstermekten başka bir şeye dayanamazsa da
Anadolu tarafından kötü yorumlanarak aramız da olmasını istediğimiz dostluğu
menfi olarak şekillendirir endişesiyle kullanmasına itiraz etdik. Damad Ferid
bu mesele üzerinde İngilizlerin ısrarlı olduklarını ve bu ısrar karşısında
fetva ilânını hariciye nâzın sıfatıyla kabul ve taahhüd ettiğini, binaenaleyh
meclis tarafından reddi, düveli mütelifenin kabineye gösterdiği emniyeti
zedeleyeceğini ileri sürdü. Fetvanın ecnebi ısrarı değil, garaz ve hamakat
eseri olduğu malum olmakla beraber bunun devletlerce duyulmaması, hâttâ duyulmamış
olması mümkün değil idi. Binaenaleyh vekiler heyetince reddedilmesi gizli bir
maksadı imâ ederek müttefiklerin kabine hakkındaki emniyetini halel dâr
edebilirdi. Bu emniyetin askıya alınması ise aradığımız vatan hizmetinin
ifasına engel teşkil edeceğinden daha ileriye gidemedik."
Şimdi de Lütfi Simavî Bey'e bakalım, bu zâtın da Hürriyet Gazetesi
kurucusu Sedat Simavî'nin amucası olduğunu da, hafızanızın bir kenarında
muhafazayı unutmayınız! Şöyle: ".Ferid Paşa Anadolu'daki harekât-ı
vatanperveraneyi düveli mütelifeye karşı bir silah gibi istimal edeceğine,
kuvayı milliye ittihatçılar tarafından silah landınlmiş eşkiya şeklinde
göstermeğe gayret ve ted'ib olunmaları için, fetvalar çıkartarak fırkalar
hâttâ çeteler kurdu. Zeki zannettiğimiz Va-hideddin de mateessüf eniştesinin
elinde bir kötülük âleti oldu. Ferid Paşa; kendisine başeğmeyenleri
ittihatçılıkla İtham ve her tarafda ittihad ocağı keşf etmek hastalığına uğradığından
lâyuad (sayısız) hatalarda bulundu" demektedir.
Görüyorsunuz Reşid Bey kabinenin bir üyesi olmasına rağmen ve
Sultan Reşad'a harcattırılan hilafet otoritesinin sebebi bu halife padişahın,
Enver'in istemiş olduğu mukaddes cihad fetvasını ısdarı olmuştu.
Çünkü bahse konu fetva öyle bir zaman diliminde ortaya
saçılmıştıki 1870'de Arabi Paşa milliyetçilik harekâtıyla ortaya çıkmış,
arabçılık anlayışı Mısır hıdivliği ile Osmanlı münasebetlerine bilhassa
İngilizlerin daha çok karışması sonucunu doğurmuş ve 1.cihan harbi öncesi ve
içinde çeşitli entelleji-yans çalışmalar, Arablann içine bağımsızlık ulus
devlet anlayışını düşürmüş, Hicaz taraflarında ise Şerif Hüseyin Hicaz
krallığı hülyasıyla yatıp kalkmaktayken, Osmanlı halifesinin, ben Almanlarla,
Avusturyalılarla ve Bulgarlarla ortağım, İngiliz, Fransız ve bir sürü devletle
savaş ediyorum, bu savaşa bütün müslümanlar katılmalısınız çağrısı üst satırda
bahs et-diğimiz hülyalarla tutuşan insanların kaale alacakları bir çağrımıdır?
Böyle bir cihad fetvasını veren şeyhülislâm da müesseseyi harcıyanlar
haricinde sayılmamalıdır!
Yalnız şunu şeyhülislâm için söylemeden geçmeyelim. Efendim; Müfti
yâni şeyhülislâmın şeriata dâir soruya cevab vermesi vazifesidir. Bunu neye
soruyorsun demek ve bu hu-susda tenkide mecburiyeti yoktur. İslam hukuk
kaidesine uygun olarak cevab vermeye mükellef olduğu için sorulandan ziyade
sorana mesuliyet düştüğünü de anlatmış olalım.
Bu arada Ferid Paşa "Kuvay-ı İnzibatiye" ismiyle bir
askeri birlik teşekkül ettirdi. Ahali arasında bu askerin kuvay-ı mil-liye'ye
karşı kullanılacağı şayiası da dolaşıyordu. Jandarmaya benzerliği
münasebetiyle Kuvve-i İnzibatiye namı altında ihdas etdiğimiz askeri,
sadrıazamın kuruluş nedeninden çıkararak bir takım aykırı maksadlara alet
etmek istediği anlaşılmış ve artık bu askerin dahilde ve hariçde kurulmasının
bir faydası kalmamış olduğundan tamamen fesh edilmesi iradesi alınarak fesih
işi gerçekleştirildi.
Hakikaten bazı zevat, geçmiş dönemin bu hususu pek açmanın
tarafdarı olmadığını bilebildiklerinden küçük ifşaatlarla geçirme yoluna
gitmişlerdir. Meselâ; Kuvay-ı İnzibatiye kumandanlığına tâyin olunan Süleyman
Şefik Paşa'nm İzmit limanında bir geminin içinde, komutanlığını sürdürmek suretiyle
hiç bir sefer ve takibe çıkmadığı anlatılmıştır. Beri yandan güzelce teçhiz
olunan bu askerlerin çok büyük bir kısmı milli mücadeleye katılmak üzere
esvabıyla ve silahıyla geçtiğini bunu bir çok hatırat da okumak mümkün ve bazı
eski zabitler bu kuruluşun maksadıda Ankara'ya asker ve silah yardımı
yapabilmenin olduğunu zannettiklerini İfade edenlerle konuşmuşuzdur. Bu arada
muvazaadan haberdar olma-yamlarda kuvay-ı milSiyeye düşmanca davranmış
olabilir!
İbnül Emin Bey merhum şöyle zarif bir olay naklediyor Kuvay-i
İnzibatiye hakkında:
"Halk asker nâmı taşıyan bu ademlere halife ordusu adını
takmıştı. O hengâme de bir gün tarikat-ı Hâlidiye meşayihi kirammdan, Küçük Hüseyin
Efendi merhumun nezdinde bulunurken orada bulunanlardan biri müteessifane bir
tavırla: 'bu asker, kuvay-ı milliye ile muharebe edecek mi? Sualini sorması
üzerine Efendi, öyle şeymi olur? Müslim müslim İle muharebe etmez" cevab-ı
savabini vermişdi." Demekte.
Yine bu kabinenin isabetsiz işlerinden biri gibi görünende
seçimlerde dürüst davranıl maması ve gayri müslim unsurların iştirak etmemesi
meclis üzerinde meşruluk tartışması çıkarabilirdi.
21/recep/1338-21/nisan/1920'de Miralay Mustafa FSatik Paşa İstanbul muhafızı
sıfatıyla, yanında polis genel müdürü olduğu halde meclis-i mebusana giderek
mebusları dağıtmış ve kapıları kapatmıştır.
Hüseyin Kazım Bey'ın Anlamadığı!
Efendim meclis-i mebusan'ın zâtı şahane tarafından ve hükümet eliyle
kapatılması olayına bir bütün olarak bakmaya gayret edersek, bu nazariyemizden
hayli değişik varyasyonlar çikaraiiriz. 23/nisan/1920 de TBMM nin küşadın-dan
evvel, M.Kemâl Paşa ile Rauf Orbay'ın konuşmalarını hatırlarsak yolumuzu
çizmemiz kolaylaşır! M. Kemâl Paşa; Rauf Bey'e, (meâlen) şunu demektedir:
"..Kardeşim Rauf bu söylediğin pek tehlikeli iştir. Sana çok ihtiyacımız
var! Buna razı olamam!" Rauf Bey:-Paşam! Mebusan meclisinin seddedilmesini
temin etmek şarttır. Yoksa mebusları Ankara'ya getirtmek hayli güçleşir.
Ankara'nın yegâne mercii meclis olduğu böyle kabul ettirilir. Ben, bütün
tahrikatı yapacağım gerektiğinde hayatımı istihkar edeceğim. Meclis-i
mebusan'ın kapanması, vatansever bu insanların Ankara'ya koşmaları tabii olacaktır!
M. Kemâl Paşa:
-Allah muî'inin olsun!
Evet! Ankara'yı burada terk edelim ve Rauf Bey'in İstanbul'a
gelip, söylediği gibi meclis-i mebusan da, yukarıda aksettirdiğimiz gibi
çeşitli ataklanyla müessir konuşmalarıyla her çeşit vatan sever düşünceleri
dile getirmek suretiyle âteşmizaç meclisi harekete hazır hâle getirirken, gerek
işgal kuvvetlerini, meclisi kapattırma talebini ileri sürme çizgisine çekerken,
hükümeti, ecnebi baskıya maruz kalmaya da itmiş oluyordu. Fakat bu uğ-ur da,
Rauf Bey kendini Malta Sürgünleri arasında buluyordu. Çünkü işgal kuvvetleride
Rauf Bey'i meclisi mebusandan arkadaşı, Kara Vâsıf Bey iie birlikte tutuklamak
suretiyle meclisten alıp giderlerken, meclis-i mebusamn çatısı altında artık
bir mebusu bile vikaye hakkı kalmadığı görüldüğünden meclisi mebusan'ın kısm-ı
âzami Ankara yolunun tutulması fikriyatına demir atmaya başlıyordu. Bu sırada
aşağıya alacağımız iradei seniyye suretinde görüleceği gibi mebusan'ın şeddi
Rauf Bey'in düşüncesinin isabetini ortaya koyarken, İradei seniyyenin mütalaasından
sonra Hüseyin Kâzım Bey' in işi neden anlamadığını ifadeye gayret edeceğiz.
Irade-I Seısıyye Mehmed Vahideddin
Esbab-ı zaruriyei siyasiyyeden nâşi meclis-i mebusan'ın feshi
iktiza etmesine ve kanun-i esasimizin 7. maddesinin fıkrai mahsusası
mucininceledeliktiza hey'et-i mebusan'ın feshi, hukuk-ı şahanemiz cümlesinden
bulunmasına binaen,meclis-i mezkûrun ber mucibi kanun, 4 ay zarfında yeniden
bilintihab içtima et-mek üzere bu günden itibaren ber mucibi kanun feshini
irade eyledim.
21/receb/1338 - 1 l/nisan/] 920
Şimdi sevgili okurlarım görüldüğü gibi padişah bu iradei seniyye
ile mebusandan mebusların eski eşya kapılır gibi alınıp götürülmesini
yayımladığı iradei seniyyede, esbabı zaru-riyye-i siyasiyye olarak
vasıflandırmak suretiyle milletin bildiğini, devletin zaafını mestur tutmaya
gayret etmekle beraber- mebusan'ın kapatılmasını öngörmesi Rauf Bey'in mantıkî
tahminlerine uygun olmaya varacak neticeyi hazırlamıştır. Pek kuvvetle muh
temeldir ki, son derece gizli tutulmuş bulunan muhaberat yâni İstanbuî-Ankara
haberleşmesi padişahı bu tedbire şevke Ve mebusanı Ankara'ya azimete ikna
edecek yol şek linde* telakki edilmiş olabilir. Eğer, çok dolaştırdın muvazaa
yapmışlar mı demek istiyorsun derseniz, pozitif hukuk icabatından olarak ben
böyle bir şey söylemedim, siz söylüyorsunuz cevabını vermekle iktifa ederim.
Şimdi de Ali Fuad (Türkgeldi bu zat cumhuriyet devri hariciyecilerimizden
Mehmed Cevat Açıkalın'ın pederidir.) Bey şunları ifade ederek bize yorum
fırsatı vermiş bulunuyor: ".Ferid Paşa kabinesinin teşekkülünü müteakip
bir gün yine Kâzım Bey odama gelerek meclis-i mebusan'ın feshi rivayetleri
devam etmekte olduğu, halbuki meclis kendi kendisini tatil eylemesiyle hâlen o
yüzden hiçbir fenalık gelmesi melhuz olmadığını şayet meclisin feshi cihetine
gidilecek olursa mebuslar, birer birer Anadolu'ya geçerek orada akdi içtima
eyleyeceklerini ve bunun neticesi vahim olacağını beyan ile bu bâb'da zâtı
şahanenin ikaz edilmesini söyledi. Ben de keyfiyyeti, olduğu gibi arzettimse de
fâidesi olmadı ve meclis~i mebusanda Ferid Paşa'nın himmeti ile bir iki gün
sonra fesh edildi. Bilahire Kâzım Bey, Tevfik Paşanın son sadaretinde kabineye
alınması ve mebusların da Anadolu'da yaptığı içtima ve TBMM'ni teşkil
eylemeleri üzerine Hüseyin Kâzım Bey, huzurda' vaktiyle bunu Ali Fuad Bey
kulunuz vasıtasıyla arz etmiştim. Efendimize söylemedimi?' demesiyle hünkâr:
'evet söyledi' Cevabı vermiştir."
Hüseyin Kâzım Bey (tam adı Hüseyin Kâzım Kadri Bey olup, Şeyh
Muhsinî Fânî müstear adıdır 1870 ile 1934 arasında yaşamıştır. Kıymetli devlet
adamlarındandir. Pederleri ünlü Trabzon Valisi Kadri Beyefendidir.) Padişahın
maksâd-ı hakikisinin mebuslarının Ankara'ya izamını te'min olduğunu anlamaması
bana kalırsa burada sonuçlanmalı.
Çünkü; Ali Fuad Bey'in arzını kabullendiğine ve bu tedbire riayet
etmemesi esas maksadı aşikâr eder ancak umulur ki, Ahmed İzzet Paşa ve
arkadaşları ile yaptıkları Ankara-İstan-bul buiuşmasındaki Ankara
murahhaslarının tavrı kendilerini pek üzmüş olmalı ki bu, apaçık olan padişahın
yardımını, aklına getirememiş!
Bir Suikast Teşebbüsü
Ferid Paşa'ya, dahiliye eski nâzın Ali Kemâl Bey'e adliye
müsteşarı Said Molla'ya gizli bîr teşkilât tarafından suikast teşebbüsünde
bulundukları buna bağlı olarak 1. Örfi İdare mahkemesince yargılananlardan
Dramalı Rıza Bey, sabık bahriyye yüzbaşılardan Halil ibrahim Efendi ile Üsküdar
Belediye dâiresi Doğancılar mevkii memuru Mehmed Ali Bey ve maliye nezareti
muhassasatı 1. mümeyyizi Tevfik Sükûtî Bey bahse konu mahkeme karan ile idama
mahkûm oldular ve irade-i seniyye çıkmış bulunduğundan
24/Rama-zan/1338-12/haziran/1920'de Bayezid Meydanında asılarak idam
olunmuşlardır.
Sürre-İ Hümayun Mes'elesi
San-Remo konferansında alınan kara gereğince Osmanlı murahhaslarının
10/mayıs/19- 20'târihinde, Paris'de bulunmaları babıâlî'ye bildirilmiş
olduğundan, müzakerelere İştirak etmek üzere ayan1 reisi eski sadrıazamlardan
Ahmed Tevfik Paşa, dahiliye nâzın ve nâfia nâzın Reşid Bey'le Fahreddin Bey'e
inzimamen, Opr. Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa tâyin edilmişlerdi. Bu hey'et
30/nisan/1920'de trenle yola çıktı. Ancak lÛ/haziran/1920 târihinde padişah
imzalı bir karaname ile giden heyete ilâveten sadrıazam Damad Ferid Paşa Tulon
limanına gidecek olan "Gül Cemâl" vapuru ile oradan da Paris'e
gitmesi ilân ediliyordu. Bu arada da Cemil Paşa ile İstanbul'a dönüp sonra
yine Paris'e giden dâhiliye nâzın Reşid Bey, karşısında sadnazamı gördüğünde ve
teşrif sebebini istizah ettiğinde,aralarında cereyan eden konuşmayı şöyle nakleder:
-Sulhnâmeye konmasının pek elzem ve gayetde mühim olan vede
gizliliği bulunan bir maddenin verilecek cevaba id-hali için geldim! Cevabına
karşı Reşid Bey:
-Şifre telgraf ile emretseydiniz. Dediğinde, Sadnazam Paşa:
-Aman efendim, öyle mühim ve mahrem bir şey, telgrafla yazılırmı
hiç?
-Bir kurye ile gönderilseydi ya!
-Ona da emniyyet edemedim. Kendim gelmeyi tercih etdim .
Reşid Bey; bu önemli sırrın ne olduğunu tetkike çalışmış ve
surre-i hümâyûn gönderme hakkının muhafazasını temine matufmuş! Demek suretiyle
bu isteği küçümser bir tavır sergilediği gibi İbnül Emin Bey merhum da nasıl
olmuşsa o da surre-i hümâyûn meselesinin haiife'nin veçhesi münasebetiyle
mühim olduğunu pek tahattur etmemiştir. Evet böyle bir madde müzakeresinin
ileri sürülmesi isabetli görülüp görülmeyeceği münakaşası tabiidir, hâttâ
sadnazam paşanın bu kadar masraf, ki Reşid Bey bunun 70 bin lira olduğunu
söylerki bir lira o dönemde bir reşad altınıdır ki, varın siz hesap ediniz.
(2002'de câri paramızla 9 trilyon yaptığı görülür.) nasıl bir masrafa olmuş bu
teşebbüs! Ancak devletin hüküm-ranisinin ölçüsünü belli edecek bir kıstas
olarak görülmesi de düşünülmeliydi Suree-i hümayun meselesinin ve de hilafetin
fonksinyonu İslâm âlemine elbetteki Osmanlı'nın bu hâline bigâne kaldığı
takdirde, mükellefiyet ve müeyyideyi getireceği gözetilmesi elzemdir.
Şürây-I Saltanat Toplantısı
İtilaf devletleri tarafından tebliğ olunan muahede, yıkılışımızı
hızlandıran ve bir hayli tahkiri satırlarında taşıyan ifadelerdir. Bunun
kabulü veya reddi hususunda yukarıdaki başlığı hâvi olan; bir toplantı tertip
etdi padişah. 22/temmuz/1920'de Yıldız Sarayında yapılan bu içtimaya, Abdüiaziz
hân'ın oğlu veliahd Abdülmecid Efendide iştirak etdi. Târihi bir toplantı
sayılan bu toplantıya katılanların adlarını yazarak, bir hizmeti yerine
getirmiş olalım!
Toplantıya Katılan Zevat-I Kiram
Tabii Hz. Padişah Sultan Vahideddin olmak üzere veliahd Abdülmecid
Efendi, ayan reisi Ahmed Tevfik Paşa, eski sad-rıazamlardan Ahmed İzzet, Ali Rıza
ve Salih Hulusi Paşa'lar, Mustafa Sabri Efendi, Müşir Deli Fuad, Ömer Rüşdü ve
Osman Paşa'larla, Abdurrahman Şeref Efendi, Rıfat Bey, Topçu Ferik'i Rıza
Paşa, Aristidi Efendi, 1.Ferik Süleyman, Hadi, İzzet Fuad Paşa'lar, Seyyid
Abdülkadir Efendi (Kara Vasıf Bey'in pederi), Tevfik, Rıza Tevfik, Adil,
Mavroyâni, Abdüî-hakhamid Bey'ler İle Mustafa, Vasfi, Hamdi, Mustafa Asım,
Zeynelabidin, Azaryan, Buhur, Aram ve Dilber Efendiler ile Müşir Zeki, Kâzım,
Nuri Paşa'lar, Fetva emini Ali Rıza, Kazasker Mehmed Nuri, Şer'iyye tetkik
reisi Tevfik Efendiler ile Erkânı Harbiyye Reisi Ferik Hamdi, Mustafa Nuri, 1
.Ferik Zeki, mütekaid Feriklerden Muhsin, Ali Refik, Galib, Fuad vede Topkapı
Sarayı muhafızları Rıza ve Şâkir Paşalar katılmışlardı. Toplantı sonunda durum
rey'e konuldu. Bütün hazi-run, Topçu Feriki Rıza Paşa hâriç antlaşmanın
imzasını, hepsi ayağa kalkmak suretiyle kabullenmiş oldular. Rıza Paşa;
padişahın bir de kendisine hitabına rağmen tavrını değiştirmedi. Bunlar
olurken; Yunanlıların Edirne ve civarını, Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey'in
birliklerini, mağlup etmek suretiyle Edirne gibi Bursa'dan sonra devleti
âliyye'ye başşehir olmuş bu güzide şehirin düşman eline düşmesi apayrı bir
hüzüne sebeb oldu.
Bu sırada da, Damad Paşa'nın kabinesi bir defa daha infi-sal etdi.
Bunun sebebini kabineyi teşkil eden rical arasında görüş birliği bulunmaması
olduğu gibi, dahiliye nâzın Reşid (Rey) Bey'in, aynı zamanda murahhas sıfatıyla
Paris'de bulunduğu sırada kabinenin almış bulunduğu murahhasın
sela-hiyetlerini kısıtlama tedbirlerine başvurmaları hasebiyle ihtilaf inkişaf
etdi. Ferid Paşa da bu kabineyi revizyona tâbi tutmak gayesiyle istifaya karar
verdi ve derhal bu kararını kuvveden fiile çıkardı. Yapılan istifa müracaatı
padişahça makul karşılandığından,sadaret 5. defa yine enişte paşa'ya tevcih
olundu. 14/zilkade/1338-31/temmuz/1920 tarihli hatt-ı hümayun icabı olarak,
Damad Ferid Paşa, şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendinin ibka edilmeleriyle
teşekkül eden kabineyi tasdik eyledi. Kabinede yer alan vekiller şu zâtlardı:
Hariciye ve Harbiye
Nazırlığı
Bahriy
Şurayı devlet reisliğine
Rauf Pasa
Dahiliye
Ad Uy ye
Nafi a
Tic. ve Ziraat
Maarif
Evkafı hümâyûn
Nazırlıai
sadnazam paşanın uhdesinde
Hamdi Paşa
Rıza Tevfik bey gelene kadar
Reşid Mümtaz Paşa gelene kadar ziraat nazın Cemal Bey eski nazır
Rüşdü Efendi Müsteşar vekalet edecektir sadaret müsteşarı Cemal Bey Hadi Paşa
Ferik Hilmi Paşa
On gün sonra 24/ziIkade/1338-10/ağustos/1920 tarihinde devletin
idam karan hükmünde sayılsa seza olan antlaşma, Paris'de Sevr adlı sanayii
müeesesesi binasında Osmanlı murahhasları Ferik Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad
Halis Bey'ler tarafından imza edildi. Durumu haber veren Hadi Paşanın çektiği
telgraf meâlen şöyle idi: "italya ile hâsı! olan itilafdan dolayı evvelce
imzadan imtina eden Yunanistan, bu kerre imza koymaya muvafakat etmiş
olduğundan sulh antlaşması bu gün saat dörd'de imza edildi.
10/ağustos/1920"
5. Kabinenin Anadolu Harekatına Tavrı
Sultan Vahideddin ve Damad Paşanın Anadolu'ya sevk et-dikleri
kumandanlar ve başda M.Kemal Paşa olduğu halde, mücadeleyi ilân etmiş ortalığı
derleyip toplamaya başladıiar-dı. Bu durumu işgal kuvvetleri her gün hükümet
nezdinde protesto ediyor ve beyanlarında durduracaksariız durdurun yoksa bir bütün
Anadoluyu işgal edeceğiz diye tehdide tâbi tutuyorlardı. Hükümet ise milli
mücadele hazırlıklarının tamama ermediğini bildiği için, düşmanı oyalamada
idari yolları denemeye koymak suretiyle meşgul ediyordu. Kâğıt üzerinde
kalmasını arzu etdiği tehditleride, Ankara'ya yöneltmek, suretiyle bir
Makyevelizm sergiliyordu.
Hükümetin vekillik görevi almışların çoğu, Ankara'nın nasihat
yoluyla ikna edilmesi teklifini ileri sürerken Ticaret [Nâzın Cemâl Bey ile
Şeyhülislâm M. Sabri Efendi, Ankara'nın şiddetle cezalandırılmalarını isterken,
padişah ve sadnaza-mın şahsen var olduğuna inandığımız Milli mücadeleye muavenet
düşüncelerine ve gayretlerine adetâ kuvvet kazandırıyordu. İbnül Emin Bey; o
engin beyit hazinesinden gerek
Mustafa Sabri EfendFye gerekse Cemâl Bey'e pek uygun düşen bir
dörtlüğü dip notuna iliştirivermiş.
"Hangi kuvvetle edersin te'dib
Sabri'ya uyma hayale bir an
Ey Cemal , sen de düşün bir kerre
Lâfla te'dibe olur mu imkân" arifane ifadeyle ne güzel bir uyan
yapmış! Zâten kabine üyelerinin kısmı âzami nasihat yolunu tercih ettiğinden bu
ikili hayli dûn kaimış ve istifayı seçmek durumunda kalmışlardır. Tabii ki
talepleri kabul olunmuş ve makam-ı meşihata başmünnecim Osman Kâmil Efendinin
oğlu Mehmed Nuri Medeni Efendi getirilirken bu zât da ülkenin içinde bulunduğu
hazin durumu aksettiren bir kıyafeti tercih etdi ki, bütün meşihat sahipleri
ferve-i beyza yerine siyah biniş giymek suretiyle babıâlî'ye geldi. Padişahın
hatt-ı hümayununu getiren başkâtip, Rıfat Bey sadn-azamla arz odasına girdiler.
Ferid Paşa hatt-ı okumak üzere amedçi'ye verdi o zat da,mektupçuya alışılmışın
dışında verdi. Târih ise; 12/muharrem/1339-26/Eylül/l 9 20'yi göstermekteydi.
Aradan 23 gün geçtiğinde yâni 4/safer/1339-19/ekim/1920 târihinde Damad Ferid
Paşa 5. sadaretinden istifa ettiği haberi geldi.
Pek Mühim
Daha sonra duyuldu ki; işgal devletleri, baş temsilcileri veya
nâm-ı diğer komiserleri huzuru hümayun da padişah-dan milli harekâtı yapanlarla
anlaşmalarını istemişler. Ancak; bu antlaşmanın engeli olarak, Damad Ferid
Paşa'yi gördüklerini beyan eden ecnebiler böylece üstü kapalı olarak görevden
uzaklaştırılmasını istemiş oldular. Ancak; iş Damad Ferid Paşa'nın sağlığını
bahane etmek suretiyle istifasını sunma yoluna gidilerek bağlanmıştır. Böylece
de padişah ve makam-ı sadaretin Anadolu harekâtını korumuş oldukları ortaya
çıkmıştır. Çünkü uzun zamandanberi M. Kemâl ve arkadaşlarının idamlarını taleb
eden işgalci devletler, hükümet-i seniyyenin kâğıd üzerinde verdiği şiddet
dolu emirlerin fiiliyata döküldüğünde aynı şiddetde uygulanmadığını
görüyorlardı. Bu vaziyet karşısında hükümetin ve sadrıazamm pasif görüntü
altında milli mücadeleyi yapanlarla değil mücadele etmek çeşitli yardımlar
sağladığı istin-bat olunabilir ki nitekim; Ferîd Paşa'nın isitfasmdan 4 gün
sonra sadarete getirilen Ahmed Tevfik Paşa 23/ekim/1920'den, kafi zafer günü
olan 9/ Eylül/1922'ye kadar Ankara ile itilaf devletleri Yunanlıları öne sürmek
suretiyle, kendileri yeni kurulacak Türk devletinin Yunanı yenmesini bekleme
yoluna gittiler. Bir kaç gün sonrada Damad Ferid Paşa, Avrupa'ya Karlsbaad'a
gitmiş ve orada hayli ikamet etmiştir.
Damad Ferid Ve Arkadaşlarının Akıbeti
İstanbul'dan vâki davet üzerine Avrupadan avdet eden Ferid
Paşa'nın geldiği gün M.Kemal ve arkadaşlarının, Yunanı İzmir'den, denize
döktüğünün ertesine rastlamıştı. Yeşilköy sahillerinden binmiş olduğu bir
ingiliz çatanasıyia Mediha Sultan'ın Baltalimanı'ndaki yalısına geldi. Fakat
burada ikamet etmeyi herhalde intelejans servisin uyarısıylada olacak hayatı
bakımından tehlikeli bulduğundan 29/muhar-rem/1341-22/eylül/1922 târihinde
Avrupa'ya gidip Nis şehrine yerleşti. Enişte Paşa'nın kabinesinde yer
alanlardan dahiliye eski nâzın Adii Bey v.s ecnebi ülkelere yollandılar. İdam
fetvalarıyla tanınan Dürrîzâde Abdullah Efendi de Rodos'a gitmeyi tercih etdi.
Ferid Paşa 24/safer/l 342-6/
Ekim/1923'de Nis'de vefat etdi. Hanımı, Mediha Sultan ise,
16/Receb/1346~9/ocak/1923'de vefat etdi. Damad Ferid Paşa ile alakalı bu
çalışmamızın sonuna geldik. Biz bir mütalaa ile intiha yâni son demek
isterken, Şark vilâyetleri hakkındaki Ermeni emellerini karşı propoganda ile
teşhir etmek ve burada müdafaayı teşkilatlandıracak kabiliyetde bir kuruluş
tasavvur olunup, bunun da Vilâyat-ı Şarkiye Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti adıyla
tesisi için çalışmalara geçilmişti. Sadrıazam Ahmed Tevfik Paşada bu cemiyetin
teşekkül ve yaygınlaşmasına yardımı vazife addederken ellibin lira civarında
bir ianede de bulundu.
3/Mart/1919'da istifa etdiğinden yerine Damad Ferid Paşa gelmişti.
İşte bu zât hariciye nazırlığını da uhdesine aldığından cemiyet üyeleri
aralarından bir heyet teşkil ettiler. Yeni sadnazamı ziyaret ettiler ve Tevfik
Paşanın maddi ve manevî yardımlarını dile getirdiler. Ferid Paşa; buna çok sevindiğini
ifadeden sonra kendilerine yardımda bulunduğu gibi vaziyeti padişaha anlatmayı
da vaad etdi. Mütalaamız kısa ve nettir. Ülkemiz henüz sır kutularının rahatça
açılacağı bir iklime kavuşmuş değildir. Resmî târihin, hâin bildirdiği kişiyi
anca o damgayı vuranlar silebilir. Bizim gibilere kenarından, köşesinden
münsif yaklaşımlarla, hakkı işaret etmekten öteye gitmemiz, "viran olasıca
hanede evlâdü iyâl var" dedirtecek ahvâle mâruz kalmaya sebeb olur!
Ali Rıza Paşa
Devlet-i âliyyenin 216. sadrıazamı olan Ali Rıza Paşa,nizamiyeden
mütekaid jandarma binbaşı Tâhir Efendi'nin oğludur. Binbaşı Tâhir Bey'in
pederide İbrail muhacirlerindendir. Tüccar Ahmed Ağa diye nâm yapmıştır. Ali
Rıza Paşa; İstanbul'da Sultan Selim semtindeki evlerinde dünyaya gelmiştir. Bu
sırada târihler 1276/1860 senesini göstermektedir. İlk tahsil sonrasında,
girmiş olduğu askerî liseyi bitirip, Harbi-ye'ye duhul ettiğindede 1880 yılına
gelinmişti. 1886'da sınıf birincisi olarak erkânı harp yüzbaşı olarak kurmay
okulundan mezun olmuş ve Harbiye'de yâni çok kısa zaman önce mezun olduğu
okula öğretmen olarak devam etme güzelliğini yaşamıştır. O devrin okul
mezunlarının başarı grafiği devamlı yükselen hâl arzettiğinde hemen
mesuliyetli makamlara konuldukları görülmüştür.
Umulur ki bu padişah 2. Abdülhamid hân'ın lüzum gördüğü bir
yapılanmadır. Çünkü padişah verdiği bütün talimatların yerine getirilmesini
sağlayacak otoritenin sahibiydi. Kendi açdığı mekteplerin mezunlarının hemen
işbilir olanlarının mühim yerlerde istihdamları demek ki, ona ayrı bir zevk vermekteydi.
Nitekim hangi öğretmen yetişdirdiği talebeyle iftihar etmez?
Az bir müddet sonra yâni 21/mayıs/1887'de bilgi ve becerileri
terakki ettirmek gayesiyle Almanya'ya gönderildiğini görüyoruz. 12/temmuz/1888'de
de, Kolağalığına terfi ettiki 1889/Ocak ayında da binbaşılığa irtika etti. Aynı
yılın aralık ayında da kaymakam yâni yarbay oldu. Şubat/1891 'de şimdi genel
kurmay dediğimiz tâbirin o dönem karşılığı olan er-kân-ı harbiyye karargâhına
4. şube müdürü olarak atandı. Bu arada da Afemdağ'ında yapılacak
karakolhane'nin yer ve şeklini tâyin etmekle görevlendirilir. 12/eylül/1895'de
miralay oldu. Bu rütbenin ardından harbiyye'de yaptığı öğretmenlik
vazifesinden ayrıldı ve Havran'da meydana gelen İsyanı bastırmak üzere
Haziran/1896'da oraya giderken okurlarımız bahse konu Havran'ın, Balıkesir
Havran olmayıp, Cebeli Drüz denilen Suriye'de olduğunu herhalde tahmin ederler.
Ali Rıza Paşa 1313/1897 Osmanlı-Yunan muharebesinde ordu umumi
karargâhı erkânı harbiye askeri harekât şube müdürü olarak vazife almıştı.
10/eylüI/1897'de büyük devletlerin murahhaslarının katıldığı sulh öncesi
temasları yürüttüğü gibi hudut tashihinde hayli emek sarf etdi bu kazanılan
savaşın sonuna kadar karargâh merkezindeki hizmeti devam etdi. 1898 senesi Ali
Rıza Paşa'nm mirlivalığa yâni tuğgeneralliği beraberinde getirmişti. Aynı
zamanda da erkânı harbiyye dâiresi 1. şube müdürlüğü uhdesine tevcih
olunmuştu.
Askeri tarih uzmanlarından Halil Sedes Paşa, bu zât yâni Ali Rıza
Paşa hakkında, İbnül Emin Bey'in malumat talebi karşısında şunları beyan eder:
"Mektepten mezun olarak Ali Rıza Paşanın maiyetine verildiğimden kendisini
yâkinen tanıdım. Mektebe muallim olduğu sırada gösterdiği ciddiyet ve intizamı
üzerine verilen 1. şube mü düdüğü vazifesinde de aynen gösterir zamanın her
anını çalışmakla geçirirdi. Hamidiye alaylarının disiplin ve talimlerin dâir
şube tarafından yapılan bir nizamnamenin kabulü ve tatbik edilmesine dâir
teklifi ve bu hususdaki müracaatı Dömeke Kahramanı Müşir Edhem Paşa tarafından
Erkân-ı Harbiyye umumî reis vekili sıfatıyla şiddetle ret edildi. Bu ret Rıza
Paşanın çalışma temposunu, artık işleri oluruna bırakma metoduna sü-iuk
etmesine sebeb teşkil etdi."
Bu arada biz, bu Hamidiye alayları hakkında bir iki sözü beyan
etmek suretiyle, cidden kıymetli bir asker olan Gazi Edhem Paşa hz.Ieri,
muzaffer bir kumandan olmanın verdiği gurur ile değil, Ali Rıza Paşa'nın teklif
etdiği tâlim ve disiplin tanzimi teklifini bu kurt alaylarının tesis maksadını
ve onlara tatbik edilecek hususatı bizzat padişahın yürüttüğünü idrâkinden
gelmektedir. Abdülhamid hân; yaptığı istihbaratlar neticesinde kürd böl gesinde
İngilizlerin ve Rusların, Ermeni meselesi ihdas etmek ve bu husustaki teşvikat
ve de takviyelerini akim bırakabilmek için halife sıfatıylada üzerlerinde
manevî otori tesi bulunduğu kürd kardeşlerimizin, aşiret hafinde süren
hayatiyetlerinin getirdiği bir avantajı din ve devlet menfaatine olarak, onlara
Ermenilerin yapacağı ve de çeteler olarak sergilemeğe başladıkları tedhiş
faaliyetlerini, bu aşiretler ve dini bütün, ırkî mülaha zalarla hareket etmeyen
zevata çeşitli rütbeler ihsan ederek önleme çâresine bağlamıştı. Verilen bu
rütbe ve teşekkül ettirilen alaylar haylide iş gördüler. Bunları alıştıkları
hal-den çıkaran yeni bir metod içine sokmanın askerî bakımdan nekadar doğru
olursa olsun, içtimai ve psikolojik bakımdan zaman ve zemin asla müsaid
değildi. Edhem Paşada bu hususu göz ardı etmediğinden reelpolitik olarak bize
kalırsa doğru olanı yapmıştır! Hele hele, mezkur târihde aylarca jandarma
maaşlarını tedahülde bırakmakta olan devletin yâni maaşları ödeyemeyen
ülkenin, bu teklifin aksülameli hasebiyle bazı sıkıntılara giriftar olması hiç
de iyi netice vermezdi. Evet biz ret vakasından bir asır sonra da olsa, bu
hususda bir mütalaa vermenin bahtiyarlığı içinde 216. s'adrıazamımızin hayat
hikâyesini okurlarımıza ve târihin sayfalarına emanete devam edelim.
19/eylül/1901'de Ferik yâni Korgeneral olan Ali Rıza Paşa; 5.
nizamiye Cİsküp fırkası (tlsküp Tümeni de denebilir) kumandanlığına peşinden,
Manastır Valiliği 15/ni-san/1903'de bu görevlere zâmimeten Manastır
kumandanlığıda verildi. İşte bu sıralarda mezkûr yerde bulunan Rus konsolosu
aşağıdaki izahda nakledeceğimiz gibi öldürülünce Ali Rıza Paşaya İstanbul'a hiç
uğratılmadan Trablusgarp mecburi ikamet mahalli oluverdi idi. Bahse konu Rus
konsolosun öldürülmesini yukarıda adı geçen Halil Sedes Paşa, yine İbnül Emin
Beyefendiye şöyle naklediyor ve bizde alıntılıyoruz: "1903'de Manastır'da
bulunan Rus konsolosu her-gün şehrin içinde ve dışında binmiş olduğu atının
üzerinde gezintiler yapıyordu. Bu gezintiler gurur ve kibir içinde geçer ve
adetâ bir sergüzeşt arayan insan görüntüsü verirdi. Nihayet korkulan, günün
birinde gerçekleşti. Tabii bu davranışında siyasî bir fenomen aradığıda ileri
sürülse yeridir. Buna muvaffak oldu olmasına da, ne çare ki hayatına mâl olduğundan
meyvesini tadamadı. Konsolos atının üzerinde olduğu halde askerî karakollardan
birinin önünden geçerken nöbetçi kendisini selamlamamış, konsolos bu
riayetsizliğe pek kızmış hayli söylendikten sonra hızını alamamış olacak ki
kırbacı ile de bir tane nöbet mahallindeki onbaşı Halim'e bir tane vurmuş.
Halim onbaşı bu darbe üzerine silahını doğrultmuş ve tetiğe asılmış. Herif yerde
ve bu dünya ile rabıtası kesilmiş. Tabii konsolos nöbet mahallindeki nöbetçiye
taarruz etmek suretiyle kendisine sıkılan kurşunu çoktan hakkedip, akıbeti
bulur amma siyaset'de bu arada devreye girer."
Hadise Rusya'nın o zamanki başşehri Petersburg'da duyulduğunda,
Çar'ın hasta addettiği Osmanlı Devleti politik merkezi babıâlî üzerine baskılar
başlamış. Çeşitli tarziyeler verilmesine binaen Rusların baskı yapmak için bu
bahaneye son vermek istemediği görülmüş. Ve nöbet mahallinde uğradığı saldırıya
tabiatıyla mukavemet etme cesaret ve vazife icabatını gösteren Halim onbaşı ve
yanına bir şey sormak üzere gelmiş bulunan bir er arkadaşı olayın görgü şahidi
olmasına rağmen mahkeme edilmiş ve idam kararına maruz bırakılmıştır. Hangi
palavracının bilhassa biz islamcılara yutturmuş olduğu, Sultan Abdülhamid, bir
tek idam kararını onaylamıştır, haremde vazifeli olan bir hadım'ın diğer bir hadımı
öldürmesinin neticesinde verilen idam hükmünü tasdik etmesidir ileri sürdükleri
pekâla bilinmektedir. O zaman bu Halim onbaşı ile görgü şahidi hakkında verilen
idam hükmü tatbik edildiğinde Osmanlı tahtında. Sultan cennetmekân Abdülhamid
oturmuyormuydu? Demek ki kimsenin idam edilmediği savı bir fantazinin hiç
kurcalanmadan kabulüdür ki bu tarihçilerin ayıbı sayılır. Neticeten, siyasete
uygun düşsün diye bu iki askerimizin şehid olarak kabul edilmesi gerekir diye
düşünüyorum. Zaten merhum ve kıymetli biografi üstadı İbnül Emin Bey'de o
kiymetdar eserinde şu mütalaa ile bize ileri sürdüğümüz hususiyetde yol göstermiş
oluyorlar bakın ne diyor merhum üstâd! ".mezkûr konsolos her tarafı envai
mehalik ve mesaib ile muhat olan -bir devleti zâifenin değil- eski tâbirle- bir
devleti kaviyyüş şekimenin vazifei askeriyesini ifa eden bir onbaşıyı darb ve
tahkir etseydi onbaşının ve zavallı arkadaşının değil, konsolosun başı ezilir,
canı cehenneme gönderilirdi..."
Bu hadiseyi Ali Rıza Paşa tertib etdi iddiası ecnebi memurlarında
katıldığu uzun bir tahkikat neticesinde doğrulanmayınca iftira sübut
bulmadıysa da, Ali Rıza Paşa iki seneye yakın olarak Trablusgarb'da ikamet
mecburiyetinde kaldı. Tabii ki bu arada bir hayli zabit, zaptiye memura
sürgünler tatbik edildi.
1905 senesinde Yemen'e asilerin isyanlarını bastırmak üzere
kumandan olarak nasb olundu. Burada 1. feriklik yâni orgenerallik rütbesi
verilirken Ali Rıza Paşa Ahmed İzzet Paşa iie beraber burada meydana gelen
olayları bastırmağa koyulmakla beraber askerin tâliminin eksik ustalığının
yetersiz olduğunu tesbit etmiş olması bir eğitim gerektirdiği kanaatina vardırdı.
Ne varki İstanbul'dan gelen emirler asilerin üzerine gitmesi şeklinde
olduğundan Akebe yolu üzerinden Hudeyde'ye gitdiler ve Menahe kalesine
girdiler. Bu arada paşaya müşirliğe yükseltildiği haberi ulaştı. Târih bu
sırada 3/mart/1905'i göstermekteydi. Ali Rıza Paşa işi yapacak olan verilen
rütbenin değil eğitimli asker olduğunu bir defa daha hatırlatma vazifesini
yerine, getirmesini bir civanmertlik olarak kabullenmek gerekir. Nitekim; San'a
şehrine girilip muhasaranın kaldırılmasına mu-vaf olunduysa da gerek askerî
yardım gerekse yeterli erzak ikmâli başarılamadığından San'a yine isyancıların
eline bırakılarak terk edildi. Daha sonra gerek kuvvet-i imdadiye gerekse erzak
takviyesi hazır hâle getirildiğinde yine San'a üzerine gelindi ve istirdad olundu
yâni asilerin elinden geri alındı. 1 l/haziran/1905'de Ha-midiye tren hattı
denen demiryolunun yapımını işletme nezareti uhdesine verildiğinden Hayfa'ya
geldi ve burada vazife görmekteyken meşrutiyetin yeniden meriyete konması üzerine
31/temmuz/1908'de 2. ordu müşirliğine diğer bir tâbirle kumandanlığına
getirilmiş oldu. Ali Rıza Paşa İstanbul'a geldiği sırada İstanbul'a gelip
Harbiyye nâzın nasb olunan Arnavut Recep Paşa görevinin 2.gününde vefat etdi.
14/ağus-tos/1908'de Harbiyye nazırlığı Ali Rıza Paşaya tevcih olundu. Aynı
senenin kasım ayının 29. günü padişah yaveri olduğu gibi ayan azahğına da
irtika ettirildi. Ancak Kıbrıslı Men-med Kâmil Paşa sadareti dönemin de
görevinden azledilirken yapılan muamele bizde meşrutiyet böyle olur çelebi dedirten
tarz uygulandı. Bu mesele daha sonra Kâmil Paşanın sadaretden çekilmesine kadar
vardı.
İbnül Emin Bey bu hususda şunları ifade etmek suretiyle gerek
Sultan Abdülhamid'in gerekse Kâmil Paşa'nın, Ali Rıza Paşa üzerindeki noktai
nazarlarını gözler Önüne sermek münasebetiyle pek hayırlı ifadelerde bulunmuş
oldu. Diyorki merhum müellif: ".Kâmil Paşa; harbiyye ve bahriyye nazırları
Ali Rıza ve Arif Hikmet Paşaların tebdili hakkında arzda bulunması üzerine
padişah, 'Arif Hikmet Paşanın istifa ettiğini, bu bakımdan istifasının
kabulüne bir şey demlemeyeceği, Ali Rıza Paşa ise, memuriyete başlangıcından
şimdiye kadar her hususda asarı ehliyyet ve sadakat ibraz eylemiş ve uhdesine
tefviz olunan her vazife-i askeriyyeyi icrada hiçbir kusuru görülmemiş olduğu
halde, şimdi bu şekilde azli hakka uygun ve adalete uymaz hâlden olduğunu'
başkâtip Ali Cevad Bey vasıtasıyla sadrıazama tebliğ ettirmişse de, Kâmil Paşa,
ısrar etmesi üzerine 1 l/şubat/1909'da azil için irade-i seniyye çıktı."
Bu hâl mutlakiyete uygun meşrutiyete muhalif bir yoldur.
Ancak Ali Rıza Paşanın azli hususundaki isteği izahname-sinde
Kâmil Paşa şu sözlerle ifade etmekte ki bu gün yâni; 2001 yılında dahi
sadrıazamm işaret ettiği hususlar varit olup, üst komuta konseyi de zaman zaman
bu hususda çaresiz kaldığını itiraf etmesede gözler olanlardan durumu tesbite
muvaffak olabiliyor. Şimdi Kâmil Paşa'nın İzahnâme sine sa-deleştirerek bir göz
atalım: ".Subayların siyaset ile uğraşmamaları ve bu hususdan feragat
etmeleri kanunla ve ülke için faydası açısından elzemken, Ali Rıza Paşa, hâlim
selim bir zât olmakla beraber bu hususdaki emri ve tenbihleri yerine
getirilmemektedir. İttihat cemiyetine mensup subayların konserlerde,
mitinglerde siyasi nutuklar atarak, konserlerde ve tiyatrolarda resmi geçid
halinde ve silahlı olarak görülmeleri, emre muhalefeti göstermekti ve bunu
tatbike uygun bulduğumuzdan Nâzım Paşa Hz.Ierinin tâyini isten-mİşdi. Selâmet-i
vatan ve millet için tek çâre bu olduğu halde ülke üzerinde te'sirini devama
çalışan ittihatçılar, vekil arkadaşlarımı istifaya mecbur etmekle beraber
meclis-i me-busani dahi emri altına alarak susmamı hazırlamaktadırlar..."
Her iki ifadeyede bakıldığında padişah; Ali Rıza Paşa'dan
memnuniyetini ifade ederken Kâmil Paşa, harbiye nâzırının-da, subayları
disiplin içinde tutamadığını beyan buyuruyor. Sevgili okurumuz bize kalırsa
burada dikkat edilecek husus padişahın olsun, sadrıazam'ın olsun politik
anlayış farklılığı rol oynamaktadır. Harbiye nâzın şüphesizki emri verdi mi o
emrin tutulduğunu görmek ister! Verdiği emir, sadnazamın söylediği gibi fazla
cid diye alınmıyorsa emrin muhalifi guruplar veya mühim kişiler bulunduğunu
düşünmek lâzımdır. Bu gurub veya kişileri tesbit için tahkikat ve istihbarat
gere-kirki, zâten cemiyete mensub zabitan sözünü sarf eden sad-rıazam böylece
emrin dinlenmemesi bâbındaki merkezi tesbit etmiş oluyor.
Göreve getireceği Nâzım Paşa'nın bu disiplini sağlarkende işi
nereye vardıracağını iyice anlamak istersek, bahse konu paşanın şehadetiyie
sonuçla nan Babıâli Baskınını beklememiz gerekecek. Halbuki Abdülhamid; Ali
Rıza Paşaya ait sicil dosyasına vâkıf bulunduğundan, onun gibi sadık bir kimsenin
harbiye nazırlığını sürdürmesi maksada daha muvaffık idi. Bu yüzden bizim hükmü
kafimiz Ali Rıza Paşa azledilmek suretiyle adetâ ittihatçıların safına
itilmiştir. Bu hata, sadnazamın padişahın görüşüne aykırı tutum takınarak
icraata baş vurmasından kaynaklanmıştır. Nitekim Kâmil Paşa kabinesi sonrasında
kurulacak olan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti, 14/şubat/1909'da kurulan hükümetde
de Ali Rıza Paşa yine Harbiyye nazırlığında istihdam olundu. Hüseyin Hilmi
Paşanın ittihatçılardan uzak olmadığını söylemek hiçde haksızlık olmaz. Ayrıca
Halil Sedes Paşa; Ali Rıza Paşanın meşrutiyyet ilânı sonrasında büyük gayretler
gösterek disiplini ikame etmeğe çalıştığını gözlerimle görmüşümdür demekle
birlikte o sırada vukubulan isyanın elebaşıları ordu mensubu olduğundan dolayı
Ali Rıza Paşa kabine arkadaşlarına nazaran me'suliyet bakımından daha fazla
sorumludur demek suretiyle ortaya vaziyetin hâkimi olamamış bulunduğunu da
koymuş oluyor. Zâten Ali Rıza Paşa, 31 /mart hadiseleri üzerine istifaen
makamı bırakmıştı.
12/kasım/1918'de Tevfik Paşa kabinesinde Bahriyye nezaretine
getirildi. Bu kabine istifa etti ve yeni kurulanında da Bahriyye nazırlığını
muhafaza etdi. 20/mayıs/1919'da Ferid Paşa tarafından kurulan hükümette,
meclis-i vükelâya memur oldu. Bu vazifenin kabine toplantılarına katılan
mânasına geldiğini veya başka bir tâbirle sandalyasız nazır denebi-lirmi?
Bilemiyorum.
Ferid Paşa; ilk sadnazamlık bölümü olan üçüncü kabinesiyle;
infisal ettiğinde sadaret Ahmed Tevfik Paşaya teklif olunmuşsada bu zat ben
sona kalmalıyım diye pek muğlak bir söz ifade etmiş buna bağlı olarak, Sultan
Vahideddin mührü Ali Rıza Paşaya vermiştir. Sadaret alayı tertibine lüzum
görülmeyerek, babıâliye otomobille gelindi. Ali Fuad Bey padişahın başkâtibi
üniformasını giyinmiş olarak hatt-ı hümayunu getirdi. Sadnazam ve şeyhülislâm
resmi elbise ile büyük sofada karşılandılar. Arz odasına gidildi ve orada
hatt-ı hümayunu sadaret müsteşarı Rıfat Bey okudu ve resmî tebrik töreni ifa
olundu.
Hatt-I Hümayun Sureti Veziri Meali Semirim Ali Rıza Paşa
Ferid Paşa kabinesinin vukui istifasına ve sizin derkâr olan ehliyyet
ve kifayeti nize binaen mesnedi sadaret rütbe-i samiyei vezaret ve müşîri ile
uhdenize tev- cih ve meşihatı islamiyye dahi Hayderizâde ibrahim Efendi
uhdesine tefviz olunmuş ve kanun-i esasinin 27.maddesi ahkâmına tevfikan
teşkil eylediğiniz heyet-i cedide-i vükelâ, tarafımızdan tasdik kılınmıştır.
Bir müddetden beri efkârı ahali de hasıl olup suitefehhüm sebebiyle tezayüd
etmekte bulunan asarı tefrika ve şi-kakin izalesiyle beynel ehalî ahengi vifak
ve vahdetin temini ve dahili memalikde sükûn ve intizamın takririle şeraiti
kanuniyye dâiresinde intihabatın bir an evvel icra ve heyet-i mebusanın içtimaa
davet olunması matlubî kati'mizdir. Hemance Cenabı kadiri mutlak, selâmeti mülk
ve millete hadim olacak teşebbüsatı hayri yyenizde muvaffak buyursun amin
bihurmeti seyyidilmürselin.
6/muharrem/1338 - 2/ekim/1919 Mehmed Vahideddin Bakanlar kurulu şu
zevatdan teşekkül etmişti:
Hariciye Nezareti
Harbiyye
Bahriyye
Şurayı Devlet riyasetine
Dahiliye Nezaretine
Adliyye
Maliyye
Nafia
Reşid Paşa
2.Ordu eski müfettişi ferik Cemal Paşa
Ayandan ferik Salih Paşa Abdurrahman Şeref Efendi Mehmed Şerif
Paşa Ayandan Mustafa Bey
" Tevfik Bey 1 .ferik Abuk Ahmed Paşa
187 Tic ve Ziraat " 1 .ferik Hadi Paşa
Mearif " Sadi Bey
Evkafı hümayun
" vekaleten
Said Bey
Bu kabine herşeyden evvel Kuvayı Milliye ile anlaşabilme-yi önemle
benimsedi. Bu nu temin içinde temas arandı ve temin edilen temas sonunda
Bahriyye nâzın Ferik Salih Paşa Amasya'ya giderek belli hususlarda anlaşma
yolunu aradı. Bu arada ise, vilayetler mesabesinde yapılan seçimlerin
ga-libleri mebuslarda İstanbul'a geldiler.
Mabeyn başkâtibi Ali Fuad (Türkgeldi) Bey şunları naklediyor:
"padişah meclisin açılmasını ve mebusların çeşitli partilere mensup ve de
muteber kimselerden olmasını arzu ederken İstanbul'da yapılan seçimlerde
İttihat ve Terakki partisinin kalıntıları seçimi önde bitirdiler. Padişah;
İttihatçılar işi yine ele alıp iktidaramı ge-lecek zehabına kapılmadı değil.
Hâttâ açılışı gecikterecek eğilimler sergilemeye başladı. Fakat sadnazam Ali
Rıza Paşa, saraya gelip padişah-dan meclisin açılması babında gün tâyin
edilmesini istedi. Bir kaç gün sonra hâlâ cevap alamayan sadnazam bu meselede
tehirli davranış sebebi Damad Ferid Paşa'nın sadarete getirilmesi ise bu
hususda fikr-i hümayun ifade olunduğu takdirde derhal çekile ceğini bulduğu
bir münasebetle ifade etdi. Padişah bu sözü, önünde durduğu masanın üstüne
eliyle hayali bir doğru çizgi çizerek'benim böyle bir niyetim olsaydı dosdoğru
üstüne yürürüm ve kimseden de çekinmem' demek suretiyle ertesi gün yanına
gelmesi tenbihi ile sadnazam Ali Rıza Paşa'yı gönderdi.
Sabahleyin Ali Rıza Paşa geldi. Fakat padişah da baştabibini
göndererek birisiyle görüşeceğini bu bakımdan ikindi vakti kabul edebileceğini
beyan ettirdi. Ali Rıza Paşa, öyle sinirlendiki adetâ yerinden fırladı. Hemen
koluna yapıştım ve gitmeyeceksiniz, diye çeke çeke az Önce kalktığı sandalyeye
oturttum. Eğer siz giderseniz istifa edeceksiniz. Yerinize, Ferid Paşa
gelecek, sâkinleşen bir çok husus yeniden dalgalanmaya başlayacak diyerek
baştabib bey'e gidiniz padişahı görüşmeye ikna ediniz dedim. Az sonra haber
geldi ve padişah sadnazam paşa yemeğini yesin kendileriyle görüşeceğim demek
suretiyle, huzura gelmesini bildirdi. Sadrıazama mebusanin açılması için
gereken talimatı verdi fakat bu arada da dört-beş gün hastalık bahanesi ile
saraydan çıkmadığı gibi meclise de gitmedi."
Böylece de 19/rebiülahir/1338-12/ocak/1920'de mebu-san 4.devrenin
ilk içtimaını yapmış oldu. Padişah'ın meclisi açış konuşmasını Ali Rıza Paşa,
Dâhiliye nâzın Şerif Paşa'ya okutdu ve bu arada meclisde bulunan mebus
sayısının 72 kişiden ibaret olduğunu da bildirmiş olalım. Bu arada da biz Ali
Fuad (Türkgeldi) merhumun Ali Rıza Paşa'nın koluna yapışmasını ve istifa
niyetini sezip, önleme gayretini bir işgüzarlık değil, hizmet-i vataniye
olarak görmeliyiz demek istediğimi hemen burada belirtmeden geçemem.
Felâh-I Vatan Gurubu
Bu esnada mebusan da teşekkül etmiş bulunan Felâh-ı Vatan gurubu
hükümet de, değişikliği öngören bir teklif verdiler. Bu teklif; mebusan reisi
Reşat Hikmet Bey tarafından sadrıazama duyurulurken, bu sırada Fransız'ların
muhafaza etmekle görevli olduğu Akbaş cephaneliğini Kuvay-ı Milliye'ye bağlı
bir gurup, baskın yapmak suretiyle bir güzel kaçırıp Anadoluya göndermeye
muvaffak oldukları ve bunda, Harbiyye Nâzın Mersinli Cemâl Paşanın, Erkânı
harbiye-i umumiye reisi Cevad (Çobanlı) Paşa'nın yardımcı olduklarını ileri süren
üç devletin komiserleri, adı geçenlerin azledilme-
lerini istediler. Buna inzimamen, yukarıda Felâh-ı Vatan gurubunun
talebi iktizasınca, Hariciye nâzın Reşid Paşa, Adliy-ye nâzın ayandan Mustafa
Bey istifa etdiklerinden kabineye Kâzım, Hazım ve Safa Beyler dahil olurken
harbiyye nazırlığına da Mustafa Fevzi (Çakmak) Paşa getirilmiş oldu ertesi
günü okunan hükümet programı iki muhalif, bir müstenkif oya karşı 104 reyle
tasvip gördü. Bu arada henüz bir kaç gün geçmişti ki galip devletler, yerine
getirilmesinin kabil olmayacak istekler ileri sürdüğünden vede Ankara ile
hükümet arasında gerginlik husule geldiğinden
1/Cemaziyela-hir/1338-21/şubat/1920 tarihinde sadnazam Ali Rıza Paşa, kabinenin
istifasını sundu. Tabiiki yeni kabinenin kurulacağı 8/mart/1920'ye kadar görevi
sürdürdüler. Sadaret 5 ay, 7 gün devam etmiş oldu. Ali Rıza Paşa
27/şevval/1340-24/ha-ziran/1922'de tedavi maksadıyla Avrupada Almanya topraklarındaki
kaplıcalara gitdi. Ali Rıza Paşa 13/R.evvel/l341 -5/kasım/1922'de TBMM'de
hilafet ve saltanat hakkında kararlaştırılmış keyfiyete riayeten yıkılmış
bulunan son Osmanlı hükümeti olarak babıâlide yaptıkları toplantı sonrasında
istifa eden hükümet âzası içinde yer alan Paşa, l/receb/1351-31/ekim/1932'de,
Erenköy'de bulunan evinde vefat etdi. Kabri, Içerenköy mezarlığındadır.
Ferid Paşanın sadareti umulurken ve padişahında maksadı buyken,
ortada cevelan eden soğukluk, mührü hümayunu Ahmed Tevfik Paşaya teklife yol
açtı. Fakat Tevfik Paşa kabul etmediğinden istifa eden hükümetin, Bahriyye nâzın
Ferik Hulusi Salih (Kezrak) Paşa'ya teklif olundu. Bu zat da teklifi kabul
ettiğinden; kabinesini kurma çalışmalarına koyuldu.
Ali Rıza Paşa'nın ve Cemâl Paşa'nın Ankara, dolayısıyla M. Kemâl Paşa
ile münasebetlerine dâir bazı vesikalar sunan ve tarafımızca Osmanlıcadan
sadeleştiriien, Pınar Yayınlannca neşredilmiş bulunan ve yazarının meşhur
muhaliflerden Mevlânzâde Rıfat Bey'in eserine atıf yapmadan geçmeyi, bu
çalışmayı belki nakıs kabul etmek gereksede bu atıf yapılmazsa haylice nakıs
sayılacağından dolayı alıntıyı yapmayı vazife addettik.
Yukarıda adı geçen Akbaş cephaneliğinin baskınla ele geçirilip
milletimizin istifadesine aktarılması olayını Mevlânzâde Rıfat Bey, "Türk
İnkılabının İçyüzü" adlı eserinin 347 .sh.de şöyle değerlendiriyor:
"Cemal Paşa; Çanakkale Akbaş mevkiinde bulunan ve Mondros mütarekesi
icabatmdan olarak itilaf devletlerinin ve bilhassa İngiliz ve Fransızların
kontrolü ve muhafazası altın alınan silah deposunda mevcud bütün silah ve
mühimmatın sayısı şöyle idi: 8 bin Rus tüfeği, 40 Rus mitralyözü, 20 bin sandık
cephane. Ordu kadrosuna dahil subay ve erlerin depoya hücumu hakkında Cemal Paşa
gizli emir vermişti. Bu gizli emirler işgal kuvvetlerince öğrenilmişti. Bu hadisede
bir miktar ingiliz ve Fransız askeri öldürülmüş bulunduğundan İstanbul'da
bulunan işgal kuvvetleri temsilcileri babıâli'ye ortak bir nota vermişlerdir.
Bu ortak nota'da Harbiye nâzın Cemâl Paşa ve erkân-ı harbiyye reisi Cevad
(Çobanlı) Paşanın azilleri istenmişti. Sebeb olarak da aşağıdaki hususlar
gösterilmişti:
1- Özel surette seçilmiş subayların Kuvay-ı Milliye erkân-i
harbiyyesine gönderilmesi
2- 14. kolordudan ayrılan erlerin Kuvay-ı Milliyeye gönderilmesi
3- Top kamaları ve çeşitli
alet ve silahların kaçırılması
4- Zonguldak'tan İstanbul'a gelen taburun iadesinin geciktirilmesi
5- Afyonkarahisar'dan Alaşehire Alay nakledilmesi olup 48 saat
içinde görevden alınmaları talep olunuyordu. Cemal Paşa aslında mebusanda
Burdur mebusu olarak da yer aldığı için hemen talebe uymak suretiyle Ali Rıza
Paşa kabinesini müşkülden kurtarmıştı.
Yine aynı esere göre, M.Kemal Paşa vermiş olduğu bir emirle İzmit
körfezi civarında işgaller yapmış bulunan İngiliz askerleri üzerine,
Adapazarında bulunan çetelere saldırma emri yollamıştı. Fevkalade ustalıkla
icra olunan gece taarruzu başarıyla neticelenerek, İngilizler hayli zayiata
maruz kalmışlardı. Mondros mütarekesi sonrasında galip devletler askerlerine
yapılan ilk taarruz bu İzmit taarruzu olmuştur.
Alı Rıza Paşa'nın Ahvali
üzün askerlik hayatında bir çok yararlıklar gösteren Ali Rıza
Paşa, üzerine aldığı her vazifede büyük ciddiyet ve feda-kârane gayret
sergilemeyi bir ahlâki hâl olarak benimsemiştir. Hatırla kimsenin işini
yapmamış, işi yapılması gerekenin sevmediği kimse olması o işin değil
yapılmamasına en ufak bir gecikmeye uğramasına dahi müsaade etmemiştir. Rusya'nın
2.rütbeden Prusya tacı, Avusturyanın demirtacı, İran'ın Hurşid yeşil hamailli
1. rütbe nişanı, Siyam'ın kron 1. rütbe nişanı ecnebi devlet nişanlarına
sahibken, kendi devletinin Murassa iftihar, 1. rütbe Osmanî, Mecidî altun ve
gümüş imtiyaz, altun liyakat, altun Hicaz madalyaları, mâlik olduğu nişan ve
madalyalardı.
Ali Rıza Paşa mekteb-i askeriyye'yi birincilikle bitirdiği gibi
ömrü boyunca fenni harb ve ilm-i askeriyye gelişmelerinden hiç gafil
olmamıştır. Mümkün mertebe kumandası altında bulundurduğu birlikleri bu
fenlerden istifadeye gayret göstermistir. Ali Rıza Paşa; Harbiyye nâzın iken
31/mart hadisesi vukubulmuştu ve bazı uğursuz vakaları kendi talihsizliği yerine,
şeametine yâni uğursuz geldiğine yoranlara adetâ iştirak eder bir anlayışa
kapılmıştı. Bu yüzden mümkün mertebe meydan muharebelerinde bulunmak istemezdi
diyor, Halil Sedes Paşa..
Tevfik Paşa; Sultan Vahİdeddin'in şöyle dediğini nakleder:
"..Ben bu devlet de iki adem gördüm biri Tevfik Paşa diğeri Ali Rıza Paşa
dediği halde onu (Ali Rıza Paşayı) sadarete getireceği sırada bu hülleci bir
kabine olacak. Tevfik Paşa son fişeğimizdir.." İbnül Emin Bey merhum,
burada hülleci tâbirini bize kalırsa menfi yönüyle tahlile tâbi tutmuş. Yoksa
hülle esasında sadık kimselere yaptırılması gereken ve hülleyi yaptıranlara
bir takım çirkinlikler yükleten hâl olduğunu kaale almamış görülüyor. Nitekim
Ali Rıza Paşa uğradığı taz-yikat karşısında çekilmeyi bilmek suretiyle aynı
zamanda bir vasfı mümeyyizi olduğunu da göstermiştir.
Ali Rıza Paşa ile ilgili satirlamızı İbnü! Emin Mahmud Kemâl İnal
merhum'un şu değerli mütalaasıyla tamamlayalım: ".Ali Rıza Paşa merhum,
dürüst, afif, halim selim, namuslu ve terbiyeli bir zât idi. Makam-ı sadaretde
daha sonra sadaret vekâletinde bulunduğu günlerde vazifemiz icabı temasımız
olurdu. Babıâlî usûl ve adabına ve nezaketine muhalif bir hareketini görmedim.
Sadaret vekili iken bir gün hakkımın verilmesine himmet etmesini rica
etdiğimde içinde bulunan hâl üzere, mümkün olmadığını biraz sert dille söylemesine,
canım sıkılıp daha sert bir hâl ve sözle müdafaa yolunu seçtim. Başkalarından
işitmediği sözler söyledim. Cevabı: Kemal Bey evlâdım hakkın var. Birkaç gün
sabret et. İcabına bakarım, merak
etme" Dedi.
Salih Hulusi (Kezrak) Paşa
Osmanlı sadrıazamlarının 217. şahsiyeti olmakla beraber, son
sadnazamı olmayan Salih Hulusi Paşa, bahriye koramirallerinden İstanbul limanı
reisi Dilâver Paşanın oğludur. Rumî 1280/1864 yılında İstanbul'un Tophane
semtinde dün-ya'ya geldi. Aslen Kafkasya'nın Şapsih kabilesinin Kezrak
neslinden gelmektedir. Dilaver Paşa Tunus Valisi Ahmed Paşa tarafından terbiye
ve tahsil ettirildi. Arabça ve Türkçeyi Tunus'da öğrenen küçük Dilâver
İtalya'ya bahriyye ilmini öğrenmeye gönderildi. Orada tahsilini tamamlayan
Dilaver Bey Tunus'a avdet edip denizcilik mesleğine elde ettiği ilimlerle emek
ver meye başladı. 1854 Osmanh-Rusya arasında ve İngiliz ile Fransa'nın bize
müttefik olduğu Kırım Savaşında Tunus Donanmasıyla, İstanbul'a gelen Dilaver
Bey savaşta büyük başarılar sergiledi. Kaptan-i Derya Damad Mehmed Ali Paşa
kendisine Osmanlı donanması emrine girmesinin teklifinde bulununca intisab
gerçekleşti. Dilaver Paşa h.13 15/m.l909 yılında vefat etdiği târihe kadar
devlete güzel hizmetlerde bulundu vede iki numaraya yükselecek bir evlât
olarak Salih Hulusi Paşa'yı bırakmış oldu.
Dilaver Paşa Rodos mutasarrıfı iken, meşhur edib ve gazeteci
Ahmed Midhat efendi sürgün olarak bahse konu yerde bulunuyordu. Salih Hulusi bu
zatdan ders alırken devam ettiği Rüşdiye mektebinden diploma almayı becerdi.
1294/1878 senesinde Kulelinin ilk bölümüne girdi ve dört yıl süren tahsilden
sonra 1298/1882'de Harbiye mektebine girdi. 1301/1885 senesinin 8/ temmuz'unda
sınıfının birincisi ve teğmen rütbesi ile kurmay sınıfına ayrıldı. 1302/1886/10
haziranında üsteğmenliğe terfi etdi. 1304/1888'in/10 Haziranın da yine
sınıfının birincisi olarak kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu. Aynı sene
kolağalığı rütbesine terfi ederken, genel kurmayın 3. şubesine alınarak çeşitli
görev lerde istihdam olundu. 1307/189l'de askeri İlimlerin yeni buluşlarını
öğrenmek ve mesleğini ilerletmek gayesiyle Almanya'ya gönderildi. Burada
yaptığı tahsil vede tetkiklerin üçbuçuk yıl olduğunu da söylemeden geçmeyelim.
27/eylü!/1310/1894 târihi Hulusi Paşanın binbaşılığa terfi yılı oldu. Bu sırada
Goiç Paşanın önerisi ile bir erkânı harb heyetine reis seçilerek Bulgaristan
ve Sırbistan hudud tetkiki için mezkûr bölgeye gönderildi ve yine Golç
Paşa'nında teklifiyle kurmay okulunda meşhur savaşların tenkid ve tahlili
derslerinin muallimliğine tâyin olundu.
1313/1897 Osmanh-Yunan savaşında Yanya cephesinde yer alan kurmay
heyetinin içinde yer aldı. Durumu sarsılan askere kumanda etmekten kaçınmadı.
Savaş sonrasın da, Narda'da toplanan mütareke müzakerelerine askeri murahhas
olarak katıldı. Yunanlıların eski hududlanna çekilmesinde hayli etkili oldu.
Daha önce hudud tashihleri hususundaki komisyonlarda bulunması tecrübi
bakımdan, hayli maharet kazandırdığından burada Yunanlıların çevirmek
istedikleri dolaba fırsat bırakmadığı görüldü. Savaştan sonra yarbay karşılığı
olan Kaymakamlık rütbesine yükseltildi. Bu sıralarda pederi Diiaver Paşa
İrtihal ettiğinden, Kaymakam Hulusi Bey vazifeden istifa etti ve pederinin
işlerini de tanzime çalışmaya başladı. Çok geçmeden askerlik vazifesine
avdetle albaylığa yükseldiği görüldü ve de Çerkeş Müşir Deli Fuad Pa-şa'nın
kızı ile izdivaç etdi. Elenâ kahramanı Fuad Paşa'ya damad olmak elbetde bir
mümtaziyyet olmakla beraber, bu mert ve Deli müşir'in devlete ve padişaha oian
muhabbetini çekemeyen Fehim, İzzet ve Ali Şâmil Paşa gibi zevatın düşmanlıklarına
hedef olmak mânasına geldiğini de hemen burada hatırlatalım. Nihayet
1318/1903'de, Deli Fuad Paşa Şam'a sürgüne gönderilirken ve bütün rütbe ve
nişanlarından mahrum edilmiş olarak uzaklaştırılıp, damadı da es geçilmedi
Salih Hulusi Paşa'da Diyarıbekir yolunu tutdu. Burada da malum şahıslar
tarafından tertip edilen jurnallerle üç defa padişahın hatırına düşürülen Salih
Paşa, 3.jurnalin dallı budaklı olması yüzünden Sıvas'da taht-ı mahkeme altına
çekilmek üzere tevkiflî olarak yola çıkarıldı. Çeşitli zorluklar içinde mevkuf
veya serbest olduğunu pek anlayamadığımız tarzda iki sene Sivas'da tutuldu. 2.
Meşrutiyetin ilânı üzerine dava sükût ettiğinden olacak Salih Hulusi Paşa'yı
İstanbul'da görüyoruz.. Derhal genel kurmay 2. başkanlığı uhdesine tevcih
edildi. Tabii bu aralarda rakipleri hakkında çeşitli düzmece jurnaller
hazırlıyarak onların çeşitli zulûmata maruz kalmalarına sebeb olanlar yâni
İzzet Holo ve Fehim, Kabasakal Mehmed Paşalar, Ali Şâmil gibilerinin defteri
dürüldüğünden mazlumlar Dersaadet'e ve görevlerine dönebilmişlerdi.
Bir Hatıra
Nâzım Paşanın görevden çekilmesi münasebetiyle korgeneralliğe
nasb olunan Salih Hulusi Paşa 2.Ordu kumandanlığına tâyin edildi. 3l/mart
hadisesi çıktığında 3.Ordu kumandanı; Mahmud Şevket Paşa ile haberleşmek
suretiyle çeşitli sınıflardan teşkil olunan askeri birlikleri Şevket Turgut
Paşanın komutasında İstanbul'a gönderdiler. Mahmud Şevket Paşa ile Lüleburgaz
istasyonunda bindiği trende buluşan Hulusi Paşa Ayastefenos(Yeşilköy)a kadar
konuşa konuşa geldi ve aynı trenle Edirne'ye dönerken M.Şevket Paşa herhalde
yat kiübde yapılacak Hakan'ı tahtdan indirmenin gayriresmî toplantısına
katılmak üzere burada trenden indi. Salih Paşa'nın Edirne dönüşü, gerek
Adana'da husule gelen karışıklıkları teskin için gönderilecek askeri birliğin
gönderilmesi ve Edirne'nin içinde bulunduğu olağanüstü ahval münasebetiyle 17
bin askerin ücretleri verilerek memleketlerine gönderilmesi esnasında görev
başında olması gerekiyordu bahanesini ileri sürerler. 15/nisan/1909'da Müşir
Edhem Paşanın boşaltmış olduğu Harbiyye nazırlığına, Salih Hulusi Paşa tâyin
oldu. Daha sonra kurulan H.Hilmi Paşa kabinesinde de görevinde ibka olundu.
O sıralarda orduda rütbe ve makamlar için yapılan yeni tanzimde
korgenerallik rütbesini bulunduğu makama bakılmadan tuğgeneralliğe tenzil
edildi. 31/mayıs/1910'da Hakkı Paşa kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi.
Aynı yılın lî/ekim'inde kendi isteğiyle bahriye nezaretinden çekildi. Daha
sonra da Gazi Ahmed Muhtar Paşanın meşhur Büyük Kabinesinde ve Paşanın ısrarı
üzerine 6/ağustos/1912'de nafıa nazırlığını üstlendi. Ancak bu nezareti
kabinenin 16/ekim/1912'de düşmesi münasebetiyle bitmiş oldu. Gazi A. Muhtar
Paşa kabinesinin arkasından teşekkül eden Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa
kabinesinde bahriyye nazırlığı vekâletine getirildi. Bu sırada Balkan savaşı
barış müzakereleri münasebetiyle ziraat ve ticaret nâzın Reşid Paşa
başkanlığında Berlin b.elçimiz Osman Nizami Paşa ile birlikde Salih Hulusi Paşa
askeri murahhas olarak Londra' ya gönderildiler. Paşa bu müzakerelerde
Balkanlıların Midye-Enez hattında İsrarı biz de Edirne'nin terkine asla
rızamızın olmadığı hususu iki ay bunda musir olunduğundan antlaşma kabil olmadı
şeklinde anlatmıştır bu murahhaslık gününü.. Bütün bunlar Londra'da olurken,
istanbul'da babıâlî'nin Kâmil Paşa ve hükümetini Edirne'yi düşmana veriyorlar
ithamıyla yaptığı kanlı baskın mevcud hükümeti münkariz eyledi.
Mahmud Şevket Paşa sadaretinde kurulan hükümet Londra
konferansının heyetini sadece reis Reşid Paşa konferans mahallinde kalmak
şartıyla, geriye çağırdığından Salih Paşa İstanbul'a avdet etdi. Paşa 1. harbin
nihayet bulmasına kadar sadece ayan meclisinde bulunan üyeliğinin gerektirdiği
işlerle meşgul oldu. Bu sırada harbin son ayında Fuad Paşanın kerimesi eşleri
hanım efendiyi duçar olduğu hastalığın tedavisi maksadıyla İsviçre'nin Davos
şehrindeki sanatoryumlara götürdüğünü görüyoruz. Fakat bu gayretler ilâhi
takdire ne yapabilirdi ki Paşa'nın hanımı terk-i hayat eyledi. Bu sırada
İstanbul'da kurulan Tevfik Paşa hükümetinde Salih Hulusi Paşaya nafıa nezareti
tahsis olunduysa da, galip devletlerin, mağlup olmuş ülkeler insanlarının, hiç
bir yerde kımıldamalarına fırsat vermeyecek bir tarzı ortaya koyduklarından
Paşanın ülkeye dönmesi kabil olamryarak işbaşı yapması mümkün olmadı. Bu
hususda İbnül Emin Bey; Paşanın tercemei hâlinde şu satırları yazdığını
naklediyor: "Bu me'şum mütarekeden sonra mağlup hükümet mensuplarına galip
hükümetler tarafından hiç bir hak tanınmamış, haric-de kalanların
memleketlerine avdetlerine müsaade şöyle dursun telgraf veya mektup ile
haberleşmelerine bile müsaade edilmemiştir. Vatan da neler olduğuna dâir sekiz
ay kadar haber alamamişımdır."
Damad Ferid Kabinesine Girişi
Paris'e sulh müzakereleri için pek kalabalık bir heyet ile gelmiş
bulunan sadnazam ve aynı zamanda hariciye nazırlığını uhdesinde bulunduran,
Damad Ferid Paşa bir ingiliz ve Fransız yarbayının refakatiyle Lozan'a ve
İsviçre'de bulunan şehzade ve sultanları alıp İstanbul'a götüreceğini ifade
eden ve bir gazetede yayınlanan demecini okuyan Salih Paşa he-
men Lozan'a koşup sadnazamla görüşdü. Pek riayetkar davranan
sadnazam paşa İstanbul'a dönüşümde kabinede bazı değişiklikler yapmak
istiyorum. Size de bir nezaret vermek istiyorum. Böylece siz de burayı
suhuletle terkedebilirsiniz dediğinde Paşa, bu teklifi kabul etdi. Daha sonraki
yirmi gün Paşa'yı İsviçreden kurtaran zaman dilimi olmuştur. Böylece de
21/temmuz/1919'da bahriye nâzın olarak İsviçreden kendini kurtaran sandalyeye
erişmiş oldu. Bu durumu ben şahsen Damad Ferid Paşanın hasenatına yormak istiyorum.
Feriklikten yâni korgenerallikten, tuğgeneralliğe tenzil edilen rütbesi o
günlerde yine korgenerallik rütbesine irtika olundu. Bu müddet 20 sene kadar
sürmüştü. Ali Riza Paşa kabinesi esnasında Salih Hulusi Paşa aynı nazırlığı
muhafaza etmişti.
Salih Hulusi Paşa demekte ki: "..kabinenin teşekkülünden
sonra toplanan meclis-i vükelâda, Ferid Paşa'nın zamanında Anadoludaki kuvay-i
milliye ile İstanbul'un büsbütün kesilen münasebetleri, ülke menfaatine uygun
olarak düzeltilmeli idi. Bu düzeltme işlemi için karar alınmış, kuruldan birilerinin
M.Kemâl Paşanın yanına görüşmek üzere hemen Ali Rıza Paşa'nın gitmesi tensib
olundu. Randevu Amasya'da buluşmak idi. Bunu temin için Samsun yoluyla oradan
Amasya'ya geçdi. Buluştular ve üç gece süren müzakereler oldu. Rauf Bey ile
Bekir Sami Bey ve M.Kemâl Paşa ve de Ali Rıza Paşa, her noktada anlaştıklarını
belirten bir protokol imzaladılar. Bu protokol iki nüsha hâlinde tanzim edildi.
M.Kemâl Paşanın nutkunda bu ibareler mevcuddur. Yine Samsun yoluyla İstanbula
avdet olun du."
Ancak bu arada da, Ali Rıza Paşanın devri sadareti miadını
doldurdu ki istifası Padişah Vahideddin'in önüne kondu. İstifa kabul oiunup
hemen teklif Ahmed Tevfik Paşaya yapıldı. Fakat ihtiyar devlet adamı red etti.
Bunun üzerine Başkâtip
Ali Fuad Bey vâki tavsiyesi sorusuna ya istifayı red edin veya
Ahmed Tevfik Paşaya ısrar edip sadareti kabul ettirin o da olmazsa Salih Hulusi
Paşa'ya mührü hümayun tevcih olunsun, şeklinde cevap verdiğinde ve bu
cevaplarda Padişah, Damad Ferid Paşa'nın adının telaffuz edilmediğini gördüğünde
şimdi mesele ortaya çıktı herkes gibi sizde Ferid Paşa'yı istemiyor- sunuz
Başkâtip Bey, sözü ile eniştenin sadaretinin gönlünde yattığını açığa çıkarmış
oluyordu. Bunun hikâyesini Ali Fuad (Türkgeldi) Bey şöyle anlatıyor:
"..Salih Paşa sadaret için çağırıldığını anlayınca ağlamağa
başlayarak asla kabul etmeyeceğini ifade etdi. Ben de; vaziyetin pek vahim
olduğunu eğer kabul etmedikleri takdirde vazifenin Damad Ferid Paşa'ya
verileceğini o zamanda çıkacak kötülükleri ortaya serdim. Huzura çıktı, orada
da bir hayli tereddüt etmişse de Tevfik Paşa'da huzurda olduğundan her halde
emniyet gelmiş olacak ki kabul ettiğinde Padişah beni çağırttı ve hattı
hümayunu hazırlatma emrini verdi. 8/mart/1920'de mührü hümayun elinde olduğu
halde babıâlî'ye gelerek kendisi ve şeyhülislâm Hayderizâde İbrahim Efendi ile
birlikte hattı hümayunu getirmemi beklediler. Arz odasında Rıfat Bey tarafından
okunan hatt-ı hümayundan sonra tebrik merasimine geçildi."
Kabine aşağıdaki listede buluna zevatdan teşekkül etmişti:
Bahriyye Nezareti Sadnazam uhdesinde
Hariciy " " Safa Bey
Dahiliye " " Hazım bey
Harbiye " " M.Fevzi (Çakmak)Paşa
Maarif " " Şuray-ı devlet reis vekilliği zamime-
ten Abdurrahman Şeref Bey Adliyye " " Celâl Bey
Evkaf " " eski şeyhülislamlardan Hulusi
Efendi
Nafia " " ; Maliye nezareti vekilliği inzimamiyle
Tevfik Bey
Tic ve Zi " " Defteri Hakanı Eminî Ziya Bey
Bu kabineye üç gün sonra; şuray-ı devlet reisliğine adliye eski
nazırlarından Cemil Molla mâliye nezaretine bakanlık müsteşarı Faik Nüzhet Bey,
kabine atanmasının altıncı gününde Bahriyye nezaretine askeri mektepler eski
müfettişi Ferik Es'ad Paşa getirildi ve Sadrıazam uhdesine almış bulunduğu
nezareti bırakma feragati gösterdi. İşte; İstanbul'un 16/mart/1920'de kanlı bir
baskınla işgali, bu sadaret sırasında vukubuldu İşgalin yapılacağı hakkında
bilgilendirme, Fransa sefareti baştercümanınca saraya, İngilizlerin aynı vazifedeki
adamı ise babıâlî'ye tebliğde bulundu.
Salih Hulusi Paşa kabinesi 28 gün süren bir rüya değilse de, bir
kâbus gibi geçirilen günle sadaretini tamamladı ve istifasını sundu. Bu kabine
müttefiklerin isteği olan Kuvay-ı Milliye'yi takbih etmek teklifini ve
diktesini, kabul etmemek suretiyle vicdanen kendini, târih huzurunda beraat
ettirmeye muvaffak olmuştur. Tabii ki, bu kabinenin istifası müttefik işgalcilerin
isteklerinden vaz geçecekleri mânasına gelmeyeceğinden Damad Ferid Paşa
kabinesinin üzerine kaldı. Anadolu'daki kuvay-ı milliyeyi kötülemek, önlerine
kuvvet çıkarma teşebbüslerini yapar görünmek hatta Nemrud Mustafa Divân-i
Harbi adlı bir mahkeme kurduran Damad Ferid Paşa eğer kabinesi düşmeseydi Salih
Paşayı bu divânda yargılatacaktı,
Salfh Hulusi Paşa daha sonra 21/ekim/1920'de kurulan Tevfik Paşa
kabinesinde Bahriye nazırlığına getirildi. 2/aralık/1920'de dahiliye nâzın
Ahmed İzzet Paşanın riyasetinde kurulan ve vekiller heyeti meclisince alınan
karar icabınca harekât-ı milliye ileri gelenleriyle temaslarda bulunmak üzere
giden heyetde yer almaktaydı. Bu antlaşma teşebbüsü üç ay kadar zaman almakla
beraber önemli bir netice getirmedi. Hâttâ İstanbul'dan giden heyet, Ahmed
İzzet Paşa bölümünde anlattığımız gibi heyet mensuplarının ağrına giden
muamelata da maruz kalmalarına, bir daha görev almamaları babında istekler
yapılıp bunların sözünün verildiğini ispat eder senetler hazırlanması heyetin
izzet-i nefsini zedelemiş idi.
Büyük Millet Meclisinde saltanat ve hilafet hakkında alınan karar
mucibince, 4/kasım/1920'de bütün vekillerle birlikte istifa edenlerin
arasındaydı Salih Hulusi Kezrak Paşa .. Salih Hulusi Paşa 17/ramazan/1358 -
20/ekim/1939'da vefat eyledi. Kabri olan Eyyüb Sultana nakli, müşir olması
münase-betiylede ve eski bir sadrıazam olarak ciheti askeriyye tarafından
Gümüşsüyü mezarlığına Mehmetçiğin elleri üzerinde gitdi. Kabir taşında, lâtin harfleriyle:
"Amiral Dilaver oğiu Sadnazam Mareşal Salih Hulusi Kezrak medfeni.
Elfatiha 25/10/1939-
Salih Paşa. Hakkında Mülahaza
Salih Paşa; gerek ülke içinde gerek avrupada pek kuvvetli tahsil
görmüş hayli münevver bir insandı. Pek yüksek bir ahlâka sahib olup ciddi,
mert ve metanet sahibi bir kim şeydi. Uzun boylu, kalın sesli, esmer biraz ağır
davranan kimse olup bu ağırlığını kibrine yorsalarda asla öyle değildi. Edeb
bakımından nâdir kimselerden idi. Meşhur mahkeme meselesi, fazilet sahibi olduğuna
ve adalete taraftar olduğunu pek bariz şekilde or taya koyar. Bu mahkeme
meselesini de izah
edelim: Sultan Abdülhamid'in 31/MART/ vak'asi münasebetiyle
medhaldar olduğunu ifade etmekte olan ve Örfi idare mahkemesinde yargılanmasını
isteyen Hareket Ordusu kumandanlığı teskeresi ile divan-ı harbî örfî nin
mazbatası meclisde okununca ne yapılacağı hususunda kimse ağzını açamamış
devrin sadnazamı Hüseyin Hilmi Paşa; harbiyye nâzın Salih Hulusi Paşaya dönüp
de; ne buyurursunuz? Dediğinde, o mert adam: büyük bir metanetle ve yüksek bir
sâda ile asla caiz olmaz cevabını vererek fazilet erbabı olduğunu bir defa daha
isbat etdi. Böylece bütün he'yet-i mahkemenin, muhakeme edelim kararını ret
etdi. Halbuki Hulusi Paşa en evvel kaimpederleri Deli Müşir Fuad Paşaya
mensubiyetinden ve hakkında verilen jurnaller yüzünden merhum Hakan'ın
döneminde hayli sıkıntılar ve eziyetlere maruz kalmış-tı. Bütün o çektiklerini
hatırlayıp da oyunu kötü yolda istimal etmedi.
Zâten Sultan Abdülhamid; Tevfik Paşaya bir muhakeme kurulmasını ve
3l/mart vak' ası ile alakalı olmadığının tesbiL edilmesinin gerektiğini
söylediğinde, Paşa bu işi Said Pa-şa'ya nakletmek suretiyle haberdar etmişse
de, Şapur Çelebi lakablı Said Paşa, mahkeme edilip de medhali ortaya çıkarsa
gayri mesul olduğundan cezalandırılması gayri kabildir. Amma suçsuzluğu ispat
olunursa bizim halimiz nice olur demekten kendini alamamış. Sultan Hamid'in
eli olmadığinı İttihat ve Terakkinin ruhu olan Talat Paşa dahi defalarca dile
getirmiştir.
İbnül Emin Bey merhum şöyle söylemekte: "Göztepe'deki evine
bazen giderdim. Ziyaretimden pek memnun olurdu. Hakkettiğimin pek üzerinde
hürmet göste-rirdi. Çektiği çileleri, sürgün olduğu günleri uzun uzadıya
anlatırdı. Son zamanlarında bir hizmetçi kadın ile adetâ fakirane bir hayat
yaşadığına şahid oldum, pek üzüldüm.
Ziyaretlerimden birînde sokak kapısını kendi açtı. Bir şeyler içirmek şart,
içirmemek ayib olduğundan ve hizmetçisi bir yere gitmiş olduğundan bir şişe
maden suyu getirip içmemi rica etdi bu hai-den büyük üzüntüye kapıldım."
Bir gün şunu ifade etdi: "Ben mahrumiyetden kederlenmem.
Herhâli hoş görürüm eskiden şöyleydi şimdi böyle demem, bin lira ilede
geçinirim yüz lira ilede geçinirim."
Paşa eski kanuna göre mütekaid olduğundan maaşı ancak üsteğmen maaşına
denk geliyordu. Bu yüzden üsteğmen kadar maaş aldığını ahbablarma anlatmak
için beni tebrik edin mülazım-ı evvel oldum dermiş. "Salih Hulusi Paşa,
askerlikçe yetişmemişti. Sivil malumatı, kudret-i askeriyyesinden hayli
fazlaydı. Şark'da bir manevra esnasında kumandan, manevraya dâir zabitlere uzun
tenkidde bulunurken, Salih Paşa sükût etmiş. Bir zabit ise, kumandanın
tenkidlerinden daha ziyade Salih Paşa'nın sükûtundan istifade etdik demiş."
Bu anekdotu da Ali Fuad Paşa'nın ifadesinden naklettik.
Dâmad Mehmed Ferid Paşa'nın sadaretinin 2. bölümündeki ilk, diğer
bir deyimle 4. sadaretinin ilk gününde Meclis-i Mebusan ingilizlerce
basıldığında aşağıda adlarını okuyacağınız asker ve sivil eşhas önce Bekir Ağa
bölüğüne daha sonra da, Malta Adasına sürgün edilirler. Bunların bir kısmı
Ermeni tehciri ve Ermeni kalkışmalarında onların isyanını bastırmaya çalışan
mülkî ve askerî erkânda mahkeme edilmek üzere bu sürgünlerin arasında mütalaa
edilerek mahut Barklays kışlasına nakledildiler. Târihimizin ancak hatıratlar
vasıtasıyla haberder olabildiği bu müthiş günleri ve vak'ayı aşağıya almayı
çalışmamızın vazgeçilmez bir fenomeni olarak gördük ve sahifelerîmîzi
süsledik.
Malta Sürgünleri
Malta Adası 1.Cihan muharebesinin .apayrı bir cephesidir. İnglİzler'in
bu adayı bir sürgün yeri, bir ceza evi gibi kullanması yeni bir buluş
değildir. Fransızların ünlü Napolyon Bo-napart'i iki sürgün yaşam^ bunların
ikisinde de adalar meskeni olmuştu. Birinci sürgününde Elbe Adasından firarı
başarıp da, iktidara yeniden geçmeyi bilen Napolyon, Rusya bozgunundan sonra
gönderildiği Saint Helen adasındaki ihtilât-tan men edildiği 2. sürgününde kısa
zamanda hayata veda etti. Bu da göstermektedir ki adaların sürgün yeri olarak
seçimi olağandır.
İngilizlerin; harp sahasının orta alanındaki bir ada'yı yâni Malta
Adasını tercihleri, her halde burdaki menfaların hayatlarını bir nevi rehin
olarak kullanma taktiği olduğu nazarı dikkatten kaçmamalıdır. Değerli
okurlarımız; "Cihan harbinin galibdir bu yolda mağlub" sözünü tam
manasıyla hakketmiş bulunan Osmanlı ordusu bu savaşa, müttefiklerinin, kazanma
hususunda hiç bir ümid taşımadıkları esnada, dâhil olmuştur. Kıyametin kendi
başlarında kopacağının habersizliği veya umursamazlığı içinde dalınan bu hengâ
menin Malta sürgünlerimiz kafilesinde bir nomerolu şahsiyet Ali İhsan Sa-bis
Paşa olmuştur. Adını verdiğimiz paşanın neden bir nome-ro olduğunun sebebini
arz edelim: Ali İhsan Sabis Paşa; İngilizlerin en önemli kumandanlarından ve
bu günkü İsrail devletinin teşkilinde en mühim rol sahibi olan kişilerin
başında gelen, general Allenbi'yi en fazla uğraştıran kumandan olma-si, yahudi
muavenetçisi ingilizin kininin hedefine girme sine yetmişti... Kudüs zor da
olsa müttefiklerin eline geçmiş ve bizim ortaklarımız olan Alman ve
Avusturyalılar dahi bir hristiyan olarak sevince gark olmuşlardı. Mağlup
ordumuzun kumandanı meyus ve bitap olarak, Haydarpaşa tren istasyonunda,
kompartımandan indiğinde karşısında işgal kuvvetlerinin intellejans servisi
elemanları destekli bir mangayı buldu.. Yanı-nda yaverleri ve hizmet erleri
olmasına rağmen, onlara herhangi bir zarar gelmesin diye teslim oldu. Çünkü
hasm-ı biâmanı Allenbi; işgal kuvvetleri İstanbul karargâhına gönderdiği bir
mesajla, mezkûr paşanın apayrı bir muameleye tâbi tutulmasını rica etmişti...
Hakikaten daha sonra şahid olunmuştur ki gerek tevkifi sırasında
gerekse kapatıldığı yerde kendisine olsun, vefakâr emirberine olsun hiç kimseye
yapılmamış insanlık dışı davranışlar sergilendi. Ancak Sabis Paşa; dâima
yapılanları protesto etti. İlk andan son kaçtığı güne kadar boyun eğmedi.
Onların yaptıklarını dâima yazılı ve sözlü beyanlarıyla en şe-did şekilde
cevapladı. Kendilerine yapılan muameleyi olağan bulan bazı zevatta,
memnuniyetlerini belirtir mahiyette beyanlarda bulunurken, Ali İhsan Paşa'ya
ise pretostocu lakabını takmak fezahatinde bulundular. Umulur ki, paşaya reva
görülen özel muameleden bihaberdiler!
Malta Sürgünleri adlı eserin sahibi hariciyecilerimizden Bilâl
Niyazi Şimşir bey'in kitabının 343. sahifesindeki şu satırlara yer vererek Ali
İhsan Sabis Paşa'ya dâir naklettiklerimize son verelim: ".Protestoları
hiç bir sonuç vermedi. Londra Konferansından sonra bir kısım sürgünler serbest
bırakılırken o (Sabis paşa) yine Malta'da bırakıldı. Yargılanacakların başında
yer alacaktı. Pençelerine düşmüşü. Irak cephesinde İngilizleri çok
uğ-raştırmıştı, ne var ki İngilizlerin mahkeme etme hesapları suya düşmüştü.
Çünkü; Paşa onbeş arkadaşı ile sürgünler adası Malta'dan kaçmayı başarmıştı.
Malta Adasından Firar
Bilâl N.Şimşir bey bir tesbit olarak şu ifadeyi kaleme almaktan
kendini menedememiştir: "..İttihat ve Terâkki gurubunun bütün
dağınıklığına rağmen kaçış organizasyonunda gösterdiği başarının büyüklüğü gün
gibi aşikardır." Hakikaten Ali İhsan Paşa da, hatıratında kaçmak için
kafa patlatırken ittihatçı eski nazırlardan Kara Kemâl'in komiteci ruhu ve
kafası imdadımıza yetişti" cümlesiyle yer almıştır. Malta Adasının sürgün
adası olması insanların bu ada da başıboş dolaşmaları anlamına gelmemelidir.
Burada; Vardala Barklas kışlası adı verilen 15. yüzyıl mimarisi, iki katlı, iki
blok hâlinde uzunluğu altmış metre, eni yirmibeş metreyi bulan hapishane
olarak kullanılan bir bina vardı. Her ne kadar hapishane olmakla beraber,
kışla denmesi daha bir tercih edilmişti. İngilizlerce muteber kimseler, bu
yapının içinde yer alan, müstakil odalarda göz altında bulunduruyorlardı. Son
dönemlerinde renkli ve tutarsız davranışlarıyla beyanlarına artık pek önem
verilmeyen Cemâl Kutay'm, Malta sürgünleri arasında bulunan teşkilât-ı
mahsusanın kuru cusu Kuşçubaşi Eşref Bey (Sencer) hakkındaki,
bilgilendirmesinden bizim inandığımız bir bölümü satırlarımıza meâlen derci
vazife bildik:
"Kuşçubaşı Eşref Bey yanındaki kırk arkadaşıyla olduğu halde
Suud kuvvetlerinin yirmibeşbin (25.000) kişilik gurubu ile karşılaşır. Amansız
bir savaşa tutuşurlar. Muhterem okurlar yanlış okumuyorsunuz, Eşref Bey'le
arkadaşları, Şerif Hüseyin'in oğlu Suud'un askerleriyle ölüm kalım savaşına
girer ve Eşref Bey çok ağır yaralanır peşinden de esir düşer. Kas-r'un Nil
kışlasında tedavi edilir.
Hayati tehlikeyi atlattıktan sonra İngilizler tarafından Maltc
sürgünleri arasına ithal edilmek için İsmailiye vapuruna bindirilip, İngiliz
savaş gemilerinin koruması altında, Vardale Barklas kışlasına götürülüp bir
odaya konur. 1. Cihan harbinin ünlü Alman denizaltisı olan Emden'in süvarisi,
Von Mül-ler'de oradadır. Zâten; burada sadece siyasi ve askeri şahsiyetler
bulunmayıp, tanınmış ihtilâlciler, fikir sahibi ve milli liderler gibi nice
kimseler bulunmaktaydı. İstanbul'da toplanan, Mecfis-i Mebusanı kapattırmak
emeliyîe, Ankara'dan gelen arzusunda başarıyı yakalayıp, meclisin basılmasını
temin eden Rauf bey (Orbay) ve meşhur Kara Vasıf bey'de Malta'ya getirilmişler
arasındaydı. Rauf bey'in bu provakas-yonu TBMM'nin teşekkül etmesinde en büyük
âmil olmuş bulunmaktadır. Çünkü; işgal kuvvetlerinin bulunduğu bir şehirde
meclisin fonksiyonunun ne kadar hür olabileceğini tartan akıl sahibi
vatanseverler çeşitli yollarla Ankara'ya ulaşarak hizmete koştular.
Osmanlı tebası olarak Malta sürgünleri adını alan ilk zevata
geçmeden şu tesbiti okurlarıma duyurmayı vazife addediyorum. Aziz milletimizin
dünya yüzünde hasbetenlillah dostu yoktur. Dostu ancak inançları, piyadeyse
tüfeği, topçuysa topu, muhabereciyse cihazı ve ilânihaye kullanacağı araçlar,
gereçler ve silahlandır.
Bakınız daha 1. cihan savaşma katılmamışız. İtalyanlar bir gemide
yaptıkları arama esnasında 2. Meşrutiyetin ilânına sebeb olan dağa çıkma
hadisesinin failleri Enver ve Niyazi bey ikilisine katılan üçüncüsü olan meşhur
Ohrili Eyüb Sabri bey'i, Eczacı Kâzım bey'i, tüccardan Hacı Tevfik bey'i yakalayıp
İngilizlere teslim ederler. Savaşa katılmadan savaş esirlerimiz Vardala
Barkias kışlasına konurlar. Yeri gelmişken de Malta sürgününü yaşamış bulunan
zevatın bilebildiğimiz kadarıyla adlarını sahifelerimize kaydederek tarih
sayfalarındaki yerlerini elinizdeki eserde de almış olsunlar: Ali İhsan Paşa
(Sabis), Hâli) Menteşe (meclis-i mebusan 2.reisi), Rahmi bey (İzmir valisi),
Ali Fethi (Okyar eski başvekillerden), Zeki ve Memduh beyler (eski valiler),
dahiliye eski nazırlarından Hacı Adil bey, maarif eski nazırlarından Şükrü
bey, İttihatçılara şeyhülislâmlık yapmış olan Ürgüblü Hayri Efendi efendi, yine
dahiliye eski nazırlarından İsmail Canbulat, iaşe nâzın Kara Kemâl, yine eski
valilerden Muammer bey ve Reşid Paşa ile Mustafa Abdülhalik (Renda-TBMM
reisliğini en fazla sürdüren zat), Enver Paşa'nın babası sürre alayı reisi
Ahmed paşa^ Mümtaz bey, Lâzistan mebusu Sûdi, Hammal Ferid, Hüseyin Cahid
(Yalçın), Ziya Gökalp, Süleyman Nazif ve de 1.cihan harbine giren kabinenin
sadrazamı Sâid Halim Paşa da Malta sürgünleri arasındaydı.
Toplu firarın hikâyesine gelirıce kaynağımız yine Ali İhsan Sabis
paşa oluyor. Paşa diyor ki;
."..Kaçışı Basri bey planlamıştır. Rıfki bey adlı bir zatta
yardımcı olmuştur. Ankara hükümetinin Roma mümessili Cami (Baykut) bey ile
Cenevre'de bulunan maliyeci Câvid bey durumdan haberdar idi. Bu işe
beşbinikiyüz ingiliz lirası (bu günkü paramızla 1 7/mayıs/2000 tarihi
itibarıyla: dörtmilyar-sekizyüzellialtımiiyonikiyüzellibinlira-4.856.250.000)
harcanmıştır. İtalyanlarında bu kaçışa yardımcı oldukları beyan edilmektedir.
Bu kaçış harekâtında; Rauf ve Vasıf beylerin yer almaması dünya târihinde büyük
bir önem arzeder. Bu zevat "KAÇMAYACAĞIZ" diye İngilizlere söz
verdiklerinden, sözlerini yerine getirmenin şerefini taşımışlardır.
Fakat bu seferde, ingilizler bu ikiliye sıkıntı verme yolunu
denemeye başlamışlardır. Ancak bunların bırakılacağı kesindi çünkü İngilizler
kendilerini bağlayıcı beyanlar yapmışlardı.
İngilizler; Malta'dan kuş uçmaz derken, önce iki kişinin dan;
sonra yâni 6/eylül/1921 günü aşağıda isimlerini koyacağı mız onaltı kişi ki;
Ali İhsan Sabis Paşa, Sabit bey, Nevzat bey Bedreddin bey, Mâcit, Muammer,
Gani,Ahmet, Memduh, Faik, Şükrü ve Fevzi beylerle Mahmud Kâmil Paşa, Kara Kemâ
bey, Tahsin bey vede Necmi beylerdi. Tunus'dan yüklediğ sığırları, Malta'nın
merkezi noktasından biraz uzağındaki limana boşaltmak üzere gelen Trickleti
adlı gemiye o gün kamptan izinli çıkan zevat bahse konu gemiye kıyafet değiştirme
suretiyle beşer kişilik gurublar hâlinde girerler ve kendilerine özel yapılmış
saklanma mahallerine girerler ve bu işlem altı saat içinde tamamlanır.
Gemi Kara Kemâl bey'inde gelmesiyle birlikte hareket eder. Ertesi
günü İtalya'nın Mesina limanı yakınlarında bir yere yanaşır ve firariler
gemiden sahile çıkarlar. Roma'ya gelinir ve burada Cami Baykut bey'in
hazırladıkları pasaportlarla İtalya'dan çıkarlar çoğu Almanya'ya giderlerken
Ali İhsan Sabis Paşa, milli mücadeleye katılmak arzu-u iştiyakıyla istikameti
Ankara üzerine rotalandırır. Biz burada bir hususu belirtmek isterizki, Malta
Sürgünleri arasında yer alan Mustafa Abdülhalik (Renda) Beyefendi de masonların
arasında 33 derece unvanla yer aldığı listelerde görülür. Ancak masonların bu
dereceye gelmiş olanları "kâinatın ulu mimarı insandır" felsefe-i
sapikesine tutulmuş kimselerdir. Böyle bir felsefenin meclûbu olan kişi
elbette inkâr-ı uluhiyete dalmış olduğundan namaz ve niyaz ile aralan olmaz.
Buna karşılık Validem tarafından akraba-i taallukatdan bulunan merhum Abdülhalik
Bey'in 1947'de namazını kıldığını bizzat görmüşümdür.
İşte bu zat da Malta'dan firar edecek kişiler arasındayken, son
gece rüyasında İki Cihan Serverî Efendimizi görmekle şereflenir ve o sevgililer
sevgilisinin emirleri mucibince Malta Adasında kalıp duruşmalara çıkıp, Ermeni
katliamından beraat etmek için mahkemede isbat-i vücud etme istikametine
yönelir. Böyle 33 dereceli bir mason'un bu fevkaledikleri yaşaması gayr-ı
kabil olması icâb ettiğinden bu zat hakkındaki masonluk iddiasının, masonların
meşhur ve müessir kimseleri aralarında göstermek taktiğine karşılık, buna
mukabil de, bu menhus zihniyet ve teşkilâtın hedefinden sıyrılmayı tercih edenlerin
pasif kalması sebebiyle bir açıklama yapmamış olması dikkate değerdir.
Meselâ; eski şeyhülislâmlardan Tortumlu Musa Kâzım Efendi mason
locaları içinde konferans verdiğini ifade etmekle beraber, masonluğun bir
felsefe olduğunu bu felsefeyi benimseyenlerin müsiümanhkla ilgisi
bulunamayacağını ifade edip, hâl böyleyken, benim gibi bu hâli idrâk eden bir
kimsenin mason olması kabilmidir sorusunu sorduktan sonra, mason olmadığını
beyan etmiş olduğunu hatıriıyahm ve Abdülhalik Bey gibilerin haklarında
atfedilen masonluk iddiasını eski şeyhülislâm gibi bir beyanname ile red ve
haklarında dâva ikame edebilirdi. Bu bir ihmal veya tenezzülsüz-iük de
olabilin Doğrusunu da Allah (c.c) bilir deyip, bu notu târih sahifesine düşmüş
oluyoruz.
Dünyanın bilhassa o dönemde en iyi haber alma teşkilâtı olan
entilejans servis kayıtlarında bu firar nasıl yer almaktadır. İngiliz
belgeleri üzerinde yapılacak bir araştırmanın getireceği netice bizim
bildiğimiz hususata ne renkli bilgiler ilâve edecektir ki bunu bir Allah bilir,
birde erbabı bilir.
Mustafa Kemâl Paşanın çok geniş bir selahiyetîe Anadolu nizamatını
tesis görevi adı altında ül keyi düşman boyunduruğundan kurtarmak için
padişahça gönderildiği artık herkesin kabul ettiği hakikattendir. Bu minval
üzere M. Kemâl Paşanın daha Samsun'un Havza kasabasındayken haklı olarak İzmir
işgalini protesto eden beyanları ve davranışı, İstanbul ile 9. ordu kıtaatı
müfettişi arasında ortaya çıkmasını gerektiren vesileydi. Sultan
Vahideddin'in; İttihatçılara olan tutumu herkesin malumudur. Mustafa Kemâl Paşa
konuştuğu her yerde ve herkese bu çalışma içinde ittihatçıların bulunmadığını
temine çalışması kendisinin padişahla aynı zaviyeden baktığını gösterme
hususunda hayli İşe yarıyordu. Mustafa Kemâl Paşaya verilen selâhiyetnâme
şimdiye kadar kimseye verilmemiş derecede geniş ve tesire sahibdi. İntelejans
servis Malta'ya gönderdiği osmanlı münnevver ve bâzı devlet ricalinin kısm-i
âzaminin ittihadçı olmasından elde edeceği kendine mahsus kân, ingiliz
arşivlerindeki olması muhtemel hakikate vukuf kesbetmeden kestirebilmemiz
kabil görülmemektedir.
Ancak Malta sürgünleri arasında yer alan Ahmed Agayef veya Ağaoğlu
Ahmed bey diye bilinen zat, tabiiki ittihadçıia-rın" içinde yer almıştı.
İstanbul'da savaş suçlusu damgası ile işgal kuvvetlerince tevkif olunmuş, bir
müddet sonra önce Mondros'a daha sonrada Malta kışlasına tıkılmıştır.
Bu fikirlerini savunmada mahir adam şu dilekçesiyle ingiliz işgal
kuvvetlerine daha doğrusu Amiral Galtroba müracaatla şunları ifade eder:
"Ekselans! Haftalardan beri çile dolduran ve bu çilenin sonunu göremeyen
bir tutuklunun bu dilekçesini sonuna kadar okumanızı adalet ve insanlık adına
rica ederim" Ağaoğlu Ahmet beyin bu müracaatıyla İngilizler ile lütuf
değil hak arayan bir ferdin çatışması ortaya çıkar. İngilizlerin ikiyüzlülüğünü
ortaya sermeye çalışan Ağaoğ-lu'na bunlar cevap verme yerine hakkında dosya
tanzimine giderler ve cemaziyelevvelini ortaya çıkarmağa başlarlar. Malta
sürgünleri içinde dosyası en kalın adam olmuştur. Bir çok Azerbaycanlıya parmak
ısırtan milliyetçiliği Türk ordusunun çekilmesinden sonra ülkesine İngiliz
desteğini sağlamaya çalışanların enbaşında gelen kişi olduğu görülür. Yâni
ingiliz himayesini Azerbaycan üzerine çekme gayreti içinde olan Ağaoğlu Ahmet
İngilizlerin Ruslarla münasebetini baltaladığını anlamamış olmalıki, taraftan
olduğu gurubun yüksek komiserliğini, kendisini tevkif ettirmesini anlayamıyor.
İngilizlerin kendisini Almanlara satılmış olmakla suçlamasını, Ermeni
olaylarında yer aldığının iddialarını çürütmeye uğraşır fakat Malta'yi
boylamasını engelleyemez. İngiliz entelejiyan-sı; kendilerinin ikiyüzlü
olduğunu ispata çalışan Ağaoğlu için şu raporu tanzim ettiler: "Musevi
kökenli bir tatardır. Genç yaşında Ohrana örgütünde kışkırtıcı ajandı. 1904
Ermeni olaylarına karıştı.
Panislamist propogandacılığı yüzünden Rus hükümetince suçlandı,
Türkiye'ye gitti. İslâmlığa hizmetleri dolaysıyla ihti-iâlde-meşrutiyette
osmanlı vatandaşı oldu. Alman yanlısı ve" Siyonist "Jön Türk"de
gazetecilik yaptı. İttihad ve terakkinin önemli üyeleri arasına girdi. Savaş
içinde Almanlarca beslendi ve müttefikler aleyhine sert makaleler yazdı.
Kafkasya'da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç yaptı.
29/mart/1919!da iki Türk Kafkasya'dan 25 milyon ruble getirdi. Yarısı onun
içindi, yarısı da bolşevik çalışmaları için. Aleyhinde kesin suç delili yok.
Ama pek kötü bir tiptir." Böyle bir raporun ne kadarı doğru ne kadarı
iftiradır bunu da düşünmek gerekir. Fakat ebedi muhalif Mevlânzade Rıfat bey
"Türk İnkılabının İçyüzü" adlı çalışmasında bu raporu kendisine
istinad edinerek Ağaoğlu'na hayli yüklenmiştir. Netice-ten İngilizler
kendilerine engel olacak güç olarak yine de ittihatçıları görmüşler demek pek
yanlış sayılmaz. Bu yüzden onları temizlemiş Malta adasına tıkmış fakat
bunların bu takımıyla baş edememiştir.
Bir Şeyhülislam
Malta sürgünleri arasında ittihatçıların kabinesinde Şeyhülislâm
olarak bulunmuş kıymetli fakihlerden ürgüblü Hayri efendi'de savaş kabinesinin şeyhülislâmı
olmasından ve bilhassa "Cihad Fetvasını" vermiş bulunduğu için
sürgünler arasında en acı muameleye tâbi tutulanların arasında yer almaktadır.
Evet; verdiği fetva her ne kadar savaş sırasında Osmanlı devletine bir fayda
getirmemişse de, gerek avrupa topraklarında yaşayan müslümanlarda, gerekse de
dünyanın diğer bölgelerinde ve de en fazla İngiliz sömürgelerinde savaştan
sonra meydana gelen isyan, kalkışma, bağımsızlık taleplerinin kökünde bu
fetvanın bulunacağını İngilizler anlamışlar ve imza sahibine eziyetlere duçar
edilmesi, bir intikam ameliyesi olarak düşünülebilir. Çünkü tabiblerin Hayri
efendi ağır hastadır. İngiltere'ye naklini rapor etmelerine rağmen
gizli"servisler ve İngiliz hâriciyesi raporları geçersiz kılacak bürokrasi
hareketleriyle Cihad ateşleyicisini ölüme doğru itti. Tutundukları en sağlam
dal İse; Hayri efendi'nin Malta'da hapsedilmesi hususunun Türk hükümetinin
istemi ve devam etmesi taraftarı olduğuna tutunmaları idi. Buna karşılık Malta
valiliğinden Londra'ya yazılan bir teskerede, "her an ölebilir. Kanımca,
Malta da tutsak ölmesi hiç arzu edüir şey değildir. İstanbul'a geri
gönderilmesi yada avrupaya yollanması için yetki rica ediyorum. Yazı arkadan
gönderilecektir. Malta valisi Plumer cidden efen-dinin hastalığına endişeyle
yaklaşıyordu. Buna karşılık İngiliz dışişleri acımasızlığını sürdürmekle
beraber, Osmanlı topraklan üzerinde işgal bambaşka bir vaziyet ile
karşıkarşıya gelmekteydi. Damad Ferid Paşa hükümeti iktidara bir daha
dönemeyecek şekilde düşerek siyasi
hayattan menkup olmuş, buna karşılık Anadolu'da ve Trakya
bölgesindeki direnme gücü, TBMM'nin organizesiyle istik-lâliyetini tahsile
kararlı bir tutum sergiliyordu. Milletler arası savaşlarda olsun, iç savaşlarda
olsun her iki tarafın elinde bulundurduğu esir ve rehine gurupları birer tehdit
vasıtası sayılır. Malta mahpusları bir rehineden başka bir şey değildiler.
Halbuki başlayan direnişin inkişafı rehine silahını adetâ hiç mesabesine
indirdi. İngilizlerin Londra cenahı tam ayila-mamakla beraber işgal topraklarında
vazifeli olanlar işlerin çetinleştiğini, üç-beşyüz rehine tehdidinin, çığ gibi
gelişen irade birliğini durdurmaya yetmeyeceğine idrak ettiler. 1920 senesi
kasımında Amiral dö Robeck, şeyhülislâmın hastalığından dem vurarak, Lord
Kurzon'a sizce İstanbul'a gönderilmesinde bir mahzur yoksa müsaade edilmesi
yeğ tutulur mealindeki mesajıyla Hayri Efendiye iyilik yapmış oldu. Kur-zon'un
bu mesaja cani sıkılmışsa da, Robeck'e verdiği cevap ".sizce mahzuru yoksa
bizimde bir itirazımız olmaz" meâlin-deydi. Böylece Kurzon siyaset adamı
olarak, amirale hayır dememeyi uygun görmüştü. İngilizler valizini
hazırlamasını söylediklerinde eski şeyhülislâmın önüne bir senet uzattılar.
Senet basitti, artık siyasetle uğraşmayacağına dâir bir taahhütname idi. Fakat
beklenmedik bir mümanaatla karşılaştılar. Çünkü bu hasta ve yaşlı adam,
hürriyetin hukukuna mâ-likiyet olduğunu bilmenin şuuru içinde yapılan teklifi
red edip, "Ben; ancak hürriyetimin zorla elimden alındığını imzamla
onaylarım" diye şahsiyetinin gücünü sergiledi. Ülkeye döndükten sonra da,
imzalamadığı taahhüdü ise kendi arzusuyla uyguladı. Politikaya karışmadı. Bir
yıl sonra da vefat etti.
Eski Hariciye Nazırının Maita'dan; "Ermeni Meselesine"
teması Malta sürgünleri hakkında bir değerlendirme yaptığimızda Halil
Menteşe'nin bu gün bile kıymeti hâiz olduğu müşahede olunur. 16/ mart/1920
günü tarihli mektubunda Menteş şöyle sesleniyordu: ".Ermeniler Balkan
uluslarını taklit ettiler, ama coğrafyalarının farklılığını gözönünde tutmadılar.
Tanrı, 30 milyondan fazla Türk'ün ve Kürdün arasına 2-3 milyon Ermeni
yerleştirmişti. Ancak Kafkasya'nın bir köşesinde çoğunluktaydı- lar. Şu halde,
tabiata karşı bir savaşa girişmişlerdi. Yıkıcı yöntemlerle azınlığın çoğunluğa
hükmetmesine kalkıştılar. Ve beceriksizliklerinin acısını çektiler. Sonra,
Balkan halklarının Ruslarla yakınlığı vardı; Ermenilere karşı ise, Rusya
amansız bir düşmandı. Rusya, Doğu Ana-doluyu topraklarına katmak istiyordu.
Bunu 1915'de müttefiklerine de kabul ettirmişti. Ermeniler bunu da kavrayama-dılar.
Bugün Ermeniler, çoğunlukta oldukları Kafkasya köşe-siyle yetinmezler ve büyük
devletlerde onların büyüklük hastalıklarını teşvik ederlerse ilk yanılgılar
daha da kötüleşecek ve Ermenilerin geleceği de tehlikeye girecektir. Büyük devletler,
isterler ise bölgenin çeşitli halklarını bağdaştîrabilecek, yarım yüzyıldır
süregelen boğuşmaları yatıştırabilecek çö-_ züm yolu bulabilirler. Coğrafi
duruma dayanan ilkelere göre Ermeni sorunu böyle çözülebilir."
Hali! Menteş'in bu mektubu Sevr hazırlıklarının yapılmakta olduğu
döneme rastgeldiğinden belki de Ermenileri kullanabilme hususunda İngilizlerin
işine yaramış olabilir, fakat hakikaten yaşadığımız şu ikibin tarihinde
Ermenilerin, sabık hariciyecinin dediği gibi Karabağ'da kaç senedir esaret hayatı
sürdürdüklerini göz önüne alırsak tahminlerinin yaklaşık olarak tutmuş
olduğunu görürüz.
İttihatçı Çizgisimi? Ankara Görevimi?
Bilâl N.Şimşir beyefendi "Malta Sürgünleri" adlı
kıymetli eserinde ara başlıktaki bu soruyu ortaya atıyor sonra da aynen şöyle
cevaplıyor: "..Acaba M.Kemâl Paşa kendisine gizli bir görev mi vermişti?
Bunun içinmi durmadan İngiliz devlet adamlarını mektup yağmuruna tutuyor ve
sanki görev başında bir nâzırmış gibi hareket ediyordu? Bu konularda herhangi
bir belgeye rastlayamadık. Görülen şudur ki; eski hâriciye nâzın, büyük bir
ciddiyetle görev yapmaya çalışıyor, İngilte-renin Türkiye politikasını
yumuşatmak için gerçekten çaba harcıyordu. Bu işi inanarak içtenlikle
yapıyordu.
Unutmamak gerekir ki, son mektuplarını yazdığı günler, Türkiye'nin
en karanlık bir dönemine rastlıyordu. Başkent İstanbul işgal edilmişti.
Türkiye'ye karşı âdeta yeni bir savaş açılmıştı. Anadolu'daki yeni Türk
hükümeti henüz kuruluş günlerindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni
açılacaktı."(..) Böylece Lord Kurzon'u yanlış politikasından caydırmaya
şu sözlerle: "..Ekselans, yıkıcı politikanızla, bu yiğit ve sadık Türkü
ebediyyen kaybedeceksiniz... İnancım odur ki bir modus vivendi yapılabilire
çalışıyordu! Sürgünden sonra ve cumhuriyet ilânından sonra ta 4. devreye kadar
politikaya karışmayan Halil Menteş İzmir mebusu oldu ve öldüğü 72 yaşına kadar
mebus olarak yaşadı. Tabüki Malta sürgün ve hapisliği insanların karakter ve
seciyelerindeki oynaklığı sergileyen bir mihnek taşı vazifesi görmüş olması
mümkündür zira insanlar gerek bedenen gerekse ruhen gerekse de moral olarak
farklı yaradılışlardadır. Bu bakımdan Malta sürgünleri adlı eserde yapılan
tahlilleri Önemsiyoruz ve sayfalarımıza almakta hiçbir aykırılık görmüyoruz
Görevde Riayet Fatura Ediliyor
İzmir valisi Rahmi bey bahse konu vazifesi esnasında yabancılara
ve bilhassa İngilizlere ve de Fransız tebâhlara pek mültefit davranmış hatta
savaş esnasında İngiltere bu valimizi teşekkür ile anıp bir beyanname
göndermekten kendini alamamıştı. Öte yandanda İstanbul Merkez kumandanı Albay
Ahmed Cevat bey'e gelince onun da, ecnebilere iyi davranmasıyla birlikte
Kutulâmare'de esir alınan general Tow-sehnd İstanbul'a getirildiği zaman Ahmed
Cevad lâyık olan riayeti göstermiş ve bundanda bahse konu İngiliz generali pek
memnun kalmış ve hakikaten Malta sürgünleri arasında yer alan Albay Ahmed Cevad
bey, merkez komutanıyken gösterdiği yakınlığın faturasını yardım istiyen bir
mektupla general Towsehnde bildirmiş ve centilmen general bu ricaya bigâne"
kalmayıp, yazdığı mektupla resmi makamlar nezdin-de. Ahmed Cevad bey'e
maiyetindeki binbaşı Morland'ı da şâhid göstererek kefaletlerini
bildirmişlerdi. Ne varki dış işleri bu hatırlatmalara, "yardımlarının
maksatlı olduğu beyanıyla" cevap verdiği görülmüştür. Neticeten Malta
sürgünlüğü bir çok insanın muzdarib olmasına, aile efradının perişanlığa
düşmesine sebeb olan elim bir dönemdir.
Değerli hariciyecimiz ve güzel kalem sahibi Bilâl Niyazi Şimşir
kitabının 357. sahifesinde Mal Çan'ın Yongası ara başlığı altında şunları
yazmış: "Malta sürgünleri arasında, Eczacı Mehmed bey adında zengin bir iş
adamı vardı. Doğu illerinde büyük çapta müteahhitlik ile ticaret işlerinde para
yapmıştı. Mütarake döneminin o karışık günlerinde de İstanbul ile Kafkasya arasında
ticaret yapıyordu. En son; 2 nisan 1919 günü İstanbul'daki İngiliz
makamlarından aldığı izin kâğıtlarıyla Amerika adlı Rus bandralı bir gemiye
binip Batum'a gitmişti. Oraya varınca İngilizlerce yakalanmış, bir süre
Batum'da tutulduktan sonra İstanbul'a getirilmişti. Bir kaç ay Çanakkale'de
tutuklu kaldıktan sonra, 1920 yılında Mal-ta'ya sürülmüştü. Tutuklanması
Ermenilerin jurnalleri yüzünden olmuştu. Kendisini 1915 yılında Erzincan
Ermenilerinin sürülmesinden sorumlu göstermişlerdi. Bu zengin işadamı
17/nisan/1920 günü Malta'dan İngiliz Yüksek Komiserliğine bir dilekçe yolladı.
Kısaca şunları sordu: "16.000 İngiliz lirası tutarında kömürüm vardı. Ne
oldu? Tutuklandığım sırada İngilizlerce elimden alınan çantamda 500.000 ruble
ile-, 300 Türk lirası vardı. Bu param ne oldu? O zaman bu Rus parasının değeri
20.000 ingiliz lirası tutuyordu. Şimdi değeri 300 İngiliz lirasına düşmüştür.
Kaybettiğim sermaye ne olacak?"
Mehmed bey'in maddiyattan bahseden mektubu, numû-ne-i imtisaldi.
Bu dilekçe uğradığı maddi zararı dile getiren tek dilekçe oldu. Diğer
dilekçeler, hastalık, esaretin zorluğu, Ölüm, hürriyet gibi hususata
dayanıyordu. Fakat bu öyle değil sağlam hesaplar neticesinde uğradığı zararın
bilançosunu ortaya koyuyor ve bunun netayicinin ne olacağını soruyordu.
İngilizleri hiçbir dilekçe bu kadar şaşırtmamış, korkuya düşürmemişti. Çünkü;
her bir sürgün böyle bir hesap ileri sürüp tazminat talebinde bulunsalar ve bu
talep de, sürgünlerin lehine neticelendiğinde İngiltere ekonomisi ne hâle
gelirdi? Amiral De Robek, dilekçe sahibinin savaş esiri olduğunu öne sürüp
tazminat isteyemeyeceğine etrafı inandırmaya çalışırken kaygılanmıyor da
değildi.
Kara Gün Yazısının Sahıb-I Kalemi
Fransız mareşalinin beyaz bir at üstünde bir fâtih edasıyla İstanbul'da
dolaşması, Bağdad'ın son Osmanlı valisi ve şâir-edib Süleyman Nazif bey'in
gayret-i diniyye ve vataniyesini satırlara döküp, işgal altındaki İstanbul
matbuatında yayımlatması, efrad-ı milletin kalbine galeyan, düşmana tepeden
bakma gücü aşılamaya vasıta olmuştu. Daha sonra saklanıp, hemen verilmiş idam
emrinin uygulunabiimesini atlatabilmişti. Daha sonra Nazif bey'de Malta'ya
sürülenler arasında olmaktan kendini kurtaramadı.
29/ocak/1921'de Malta valisi lord Plumer'e pek uzun ve edebi tarafı
olan verdiği dilekçede görev yaptığı yerlerde hiç bir İngiliz vatandaşına
zorluk göstermek şöyle dursun, kolaylıklar temin ettiğini anlatıyor. Bağdad
Valiliği görevini Harun Reşid'in başşehrinin valisi olduğunu söyleyerek,
Osmanlı valisi olduğunu gizler bir mâna çıkarmak düşüncesinde olanlara, hemen
söyleyelim ki, Süleyman Nazif bey şaaşaalı ve tumturaklı cümleler kaleme alma
merakını adetâ şifâ bulmaz hasta gibi sürdürmekte olmasından başka mânâlara
çekmek bu yiğit edib ve şâire büyük haksızlık olur. Dilekçesinin son
paragrafını, Bilâl Niyazi Şimşir'in Malta Sürgünleri adlı kitabının, 359.
Sahifesinden alıntılayalım: "..Burada öyle bir durumdayım ki ölüm benim
için bir kurtuluş olur. Burada ölmek mutluluğuna erersem, bu olay sizin
hayatınızda gereksiz yere bir leke olarak kalacaktır. Bir gün gelecek İngiliz
milleti, kendisi adına yapılan bu kabalıktan, keyfilikten vicdan azabı
çekecektir.." Sözleriyle ortaya koyduğu tarz, yalvarma hududuna girmeme
gayretini sergilemektedir.
Londra Konferansı
Londra'da toplanması mukarrer konferansa gerek İstanbul, gerekse
Ankara temsilcileri davet olunmuşlardı. Tecrübeli siyasetçiler Osmanlı
topraklarında bu iki tarafın birbirine düşeceğini tahmin etmekteydiler. Yalnız
unuttukları husus şu idi. İstanbul hükümetini temsil eden heyet, şu zevattan
müteşekkil ve TBMM ordularının, elde ettiği başarıya şükranla dualar eden
kimselerden oluşmuştu. Nitekim; Ankara murahhaslarının reisi durumunda olan
Bekir Sami (Kunduh) harekete geçmiş İstanbul murahhas heyeti ile görüş
metalebinde bulunmuştu. İstanbul murahhas heyet-i reisi sadrazam Ah-med Tevfik
Paşa, İngilizler nezdinde Reşid Paşa, italya'da sefir olarak görev yapan Osman
Nizami Paşa yardımcı murahhaslardı. Makam-ı sadarete kaimakam olarak
İstanbul'da Ali Rıza Paşa nâfia nazırlığı uhdesinde kalmak üzere getirilmişti.
İstanbul ve Ankara murahhaslar heyeti anlaşmıştı.Ahmed Tevfik
Paşa, salona önde girecek.Ankara temsilcileri arkalarından gireceklerdi. İlk
konuşmayı yapacak olan Loyd Cor-c'un, ilk sözü Tevfik Paşa'ya vereceği kesindi.
Ancak; Tevfik Paşa, kendilerinin sözü TBMM'ne bırakmak gerektiğine karar
verdiklerini söyleyecekdi. Nitekim öylede oldu sayılır ancak şu farklaki:
Oturumun bir-iki gün öncesinde rahatsızlanan ihtiyar sadrazam solmuş bitmişti.
Değil yürümek ağzını açacak halde değildi. Konferansın toplandığında, iki kişi
tarafından koltuklanarak getirildi oturacağı mahalle yerleştirildi. Ayaklarını
beline kadar battaniyelerle sardılar. Yerinde tir tir titremekte ve terlemekde
idi. Loyd Corc kısa bir açılış konuşmasından sonra umulduğu gibi sözü
sadrazama verdi. Bütün gücünü toplayan Ahmed Tevfik Paşa; bizim diyeceğimiz
Ankara'nın diyecek olduklarıdır deyip, susdu ve yerine oturdu.
Ankara murahhasları; reis Bekir Sami(Kunduh) bey, Hüs-rev, Yunus
Nâdi, Hami ve Zeki beyler murahhas, Dr. Nihad Reşad Belger ile hukuk
müşavirlerinden Münir bey katıldı. Tevfik Paşanın feragati üzerine söz hakkı,
Anadolu adına Nihad Reşad beye düştü. Nihad Reşad bey, meseleyi enine boyuna
yarım saat içinde o kadar mükemmel bir Fransızca ile tafsil ettiki, Fransızca
bilmeyen Loyd Corc hitabenin güzelliğinden olacak gözlerini faltaşı gibi
açıyordu. Sözlerini bitirdiğinde Fransız başmurahhası, mösyö Aristidi Biryan,
Nihad Reşad beye: "Bu gün memleketinize büyük ve tarihi bir hizmette
bulundunuz. Sizi dinlerken heyetinize, memleketimizden bir Fransız mütehassıs
aldığınızı zannettim. Verdiğiniz malumata teşekkür ederim" Dedi.Loyd
Corc'da aynı istikamette sözler sarfettİ. Hayrettirki; Dr. Rıza Nur; Nihad
Reşad Belger'i, meşhur hatıratında karalar durur!
Tevfik Paşa'nın Loyd Corc ile başbaşa yaptığı mülakatta, İngilizin
Ankara tarafına ikidebirde sergerdeler, çeteciler demesi üzerine pek gücenen
Ahmed Tevfik Paşa: "Ekselansları benim vatanperver milletimin vatansever
evfâdlanna bu tarzda hitap etmenize asfa rızam yoktur. Konuşacak bir şeyimiz
yoktur." salondan çıkmış olduğunu, Loyd Corc'un bahçe kapısına kada
arkalarından adetâ koştuğunu oğlu İsmail Hakkı (Okday) bey, Prof.Afet İnan'ın
kızı Arı İnan'a verdiği röportajda anlatıyor.
Londra Konferansında Malta Sürgünleri Müzakeresi
Malta sürgünleri hakkında Türk ve İngiliz delegeleri ilk defa bir
masa etrafında toplandılar. Ancak; masa başında İstanbul adına Mustafa Reşid
paşa, BMM hükümeti adına da Sekir Sami (Kunduk) bey oturuyordu. Lindsay, Ozborn
ve Edmonds adlı ingiliz hâriciyesi yetkili memurları karşılıklı oturuyordular.
İngilizlerin; Anadolu'da esir olarak yaşamakta olan 21 ingiliz karşılığında
Malta'daki Türk sürgünlerden bir' kısmının bırakılması müzakeresi açıldı. Bekir
Sami bey; Anadolu'daki 21 İngiliz karşılığında Malta'daki 120 Türkün takasını
ileri sürdükten sonra başkaca bir selahiyetim yoktur demesi, bir müzakere
tecrübesizliğiydi. Nitekim; Bu oturumda bir neticeye varmak kabil olmadı.
Daha sonra Ankara Bekir Sami bey'e gönderdiği talimatta sürgünleri
kurtarma çalışmalarını barışın sonrasına bırakmayı öngördüğünü bildirmişti.
Yazık ki İngilizler nasıl olduysa bu talimatı öğrenmişler vede kendilerine göre
değerlendirmeye tâbi tutmuşlardı. Muhterem Bekir Sami bey ve heyet Ankara'dan
gelen talimata rağmen yeni bir müzakere şansı yakalama için sürgünlerin hiç
olmazsa bir kısmına hürriyet sağlamak için imkânı aramaya başlamışlardı.
İngilizler bunu da hemen haber alıp, bu ikilikten istifade etme yolunu
denemeye karar kıldılar. Dört gün sonra yâni ll/mart/1921 günü taraflar
toplandı. Bekir Sami bey aşağıdaki isimlerin derhal serbest bırakılmasını
talep etti: ".Cemâl Paşa-Cevat Paşa-Şevket bey- Yakup Şevki Paşa- Ali
İhsan Paşa- İsmail Canbolat bey-Zekeriya Zihni bey- Ahmed Muammer bey-
Süleyman Numan Paşa- Memduh bey- İbrahim Pirzâde -Ahmed Nesimi bey- Fahreddin
Paşa-Abbas Hâlim Paşa- Said Hâlim Paşa-Mithad Şükrü bey-Mahmud Kâmil Paşa-Halil
bey-Ali Münİf bey-Ahmet Şükrü bey-Ahmet Ağa-oğlu-Tahsin bey-Mustafa Abdülhalik
bey-Ali Cenâni bey- Süleyman Faik Paşa-Süleyman Necmi bey-Ahmed Adil bey"
Bu zevatın siyasi sürgün olduklarını, herhangi bir suçlan olmadığını ifade
eden Bekir Sami (Kunduk) bey'e Mösyö Rumbold tarafından Ahmed Muammer bey,
Tahsin bey ve Mustafa Abdülhalik (Renda)'nın muhakeme edilmesinin şart olduğunu
ileri sürüp, ayrıca ciheti askeriyeden dört kişi Mal-ta'dan çıkacak fakat
ülkeye dönmemek şartı getirildi. Bu zevat, halas olur olmaz Anadolu'ya geçip
M.Kemâl Paşa'ya iltihak edecekleri kafi olan kişiler olup isimleri şöyleydi: Cemâl
Paşa, Cevat Paşa, Albay Galatah Şevket bey ve Yakup Şevki Paşa idi. Bunun
antlaşması Bekir Sami bey ile İngiliz hariciye yetkililerinden Robert Wansittar
arasında imza altına alındı.
General Harıngton'ün Dönekliği
Malta sürgünleri ile alakalı olarak Ankara temsilcisi Bekir Sami
bey ve Vansittar arasında varılan anlaşmanın imzasından sonra 23/mart/1921'de
Yunan askeri birliklerinin Bursa ve Clşak hattında bir hayli kalabalık vede
cesametli bir saldırı harekâtı başlamıştı. Kalleş İngilizler bu saldırıdan
başta işgal kuvvetleri komutanı general Harrington olduğu halde pek büyük
ümidlere kapıldılar. Harington telgrafhaneye emir verdi: Londra'ya maruzdur.
Hiçbir Türk sürgünü serbest bırakılmasın! Aslında general İngiliz esirlerinin
kurtarılmasını bu serbest birakışda görmekte olduğundan sürgünlerin serbest
bırakılmasının taraftarıydı. Ne var ki, alayişli Yunan huruç harekâtı bu
tecrübeli askeri de ümide sevk etmiş, Sevr'i, Yunan zaferi ve tutsakların elde
olması sayesinde kabul ettirmek daha da mümkün hâle getirir fikriyatı
yukardaki telgrafı çekmeye taşımıştı. Bu telgrafda Mustafa Kemâl Paşanın
imzalanan anlaşmayı kabul etmeyeceğine dâir olan tahminini de belirtmişti. Bir
bakıma imzalanan antlaşma Ankara'nın talimatını aşan bir hariciyecinin
tasarrufu idi. Ama Öte yandan da imzalanan antlaşmaya göre İngilizler Osmanlı
esirlerini bırakacak ve ardından Anadolu'daki İngiliz esirleri bırakılacaktı.
İki haf ta evvel önce imzalanan antlaşmada oyunbozanlık yapan İngilizlere
kalleş denmezde ne denebilirdi? İkİn-. ci İnönü zaferi gerçekleştiğinde general
Harington ve Sir Rumbold telâşa kapılıp Londra'ya 40 sürgünün hemen serbest
bırakılmasını âmir telgrafı çekmişlerdi. Mart'ın son haftasında sürgünler için
başiıyan yazışmalar, 30/mayis/1921de bitirilecek şekilde devam ettirilmişti.
Yâni; mayısın sonuncu günü tahliyeleri tamamlamak kararlaştırılmıştı.
29/nisan/1921 de Malta'dan sadece dört kişinin çıkarılmasına sıra
geldi. Bunlar masraflarını kendilerinin çekeceği kimselerdi. İbrahim Saib bey,
Said Halim ve Abbas Hilmi Paşalarla, Hüseyin Cahid Yalçın bey'in yanında olan
iki çocuğu hanımı ve teyzesi olduğu halde İtalya'ya yola çıktılar. Zâten
bunların içinde kurtuluş harekâtına İştirak edeceklerine dâir bir emarede
görülmemekteydi. Başlarda verdiğimiz tafsilata uygun olarak 16 kişinin Ada'dan
kaçışı gerçekleşti. Bunun üzerine geride kalan sürgünlerin sert muamelelere
maruz kaldığı bir çok hatıratta yer almaktadır. Vardala Barklas kalesinden,
Polverista kışlasına götürülmeleri epeyice itiş-kakışa yol açtı. Ancak geride
kalan zevatın üst rütbe ve makamların sahibi olmaları kuvvet kullanımına
gidilmesine müsaade etmedi. Ahmed Emin Yalman hatıratında son vak'a için için
şu sonlamayı yazmış: "Tahkikattan sonra Alay komutanı herkeşten ayrı ayrı
Özür diledi, kamp kumandamda bu harekete katıldı. Fakat arkadaşlar bununla
yetinmediler. Kabahatlıla-nn cezalandırılmasını istediler. Mesele böylece
kapandı." Ahmed Emin bey; Malta'da olan biteni, Ankara'ya duyurabilmek
gayesiyle Pâris'de Dr. Nİhad Reşad Belger'e, Roma'da bulunan İsmail Canbolat
bey'e birer mektup postalamış! Malta Sürgünleri listemiz tam bir grosa insanı
yâni 144 kişi, diğer bir deyimle oniki düzine insan mağdur ve mazlum olarak
Akdeniz'in bu adasında vatan hasreti, yakınlarının onları merak etmesi ile
dolu günler geçirmişlerdir. Bu üzücü olayları bir gülümseme ile bitirebilmek
için, Kanal harekâtında Arabistan'da çarpışan askerlerimiz arasında bulunan daha
sonrada Ürfa mebusu olan, Şeyh Saffet Efendi'nin bir vak'asını anlatayım:
"Savaşın bir yerinde birliğimizle teslim olmak mecburiyetinde kalmıştık.
Bizi bir kasabaya götürdüler. Kerpiçten yapılmış küçük küçük kulübelere
soktular. İngilizlere esirdik amma muhafızlarımız onlara arka çıkan bir kısım
araplardı. Bizi havalandırmaya çıkardıkları günlerin birinde az ötemde
millet-i arabdan fakat bizim ordumuzda bizden yana çarpışmış ve bizimle
birlikte esir düşmüş asker muzdarib, arabça feryâd ediyor, Cenâb-ı Hakk'dan
istimdad ediyordu. Dayanamadım. Arabça seslendim: Yavaş bağır duyacak
imdadımıza koşacak, bu namussuz İngilizler O'nu da yakalayacaklar, kurtarıcısız
kalırız. Yüzüme baktı ve sustu! Kimbilir benim için ne düşündü?"
Ahmed Tevfik Paşa, Darr.ad Ferid Paşanın infisalinden sonra Sultan
6,Mehmed Vahi deddin Hân'dan gelen hattı hümayun ile son sadaretine başladı.
Bu sadaretini 2 sene 14 gün sürdürebildi. Çünkü Osmanlı Devletinin saltanat
döne-•mine TBMM aldığı bir kararla son vermişti.
Sultan Vahideddin Hân'ın gönderdiği Ahmed Tevfik Pa-şa'ya gönderdiği
hatt-ı hümayunu, İbnül Emin bey'in değerli eseri Son Sadrazamlardan
alıntılayarak sayfamızı süsleyelim:
Vezir-İ Meâü Semirim Tevfik Paşa;
Selefiniz Ferid Paşa'nin ahvali sıhhiyesinden dolayı vuku-bulan
istifası kabul olunarak mesned-i sadaret, uhdei isti-halinize tefviz ve
meşihat-ı islâmiyye dahi Nuri Efendi uhdesinde ibka edilmiş ve kanun-u
esasinin 27.maddesi hükmüne tatbikan teşkil eylediğiniz heyet-i cedide-yi
vükelânın, me'muriyetleri tasdikimize iktiran etmiştir. Cenab-ı Kâdir-i mutlak,
mesai-i masrufeniz de tevfikat-ı celilei sübhaniyye-sini rehber ve mu'in
buyursun. Amin. Bihürmet'üf seyyidül mürseliyn.
8/Safer/1339- 2l/ekim/cuma/l337-1931
Mehmed Vahideddin
Anadoluya Nasihat Heyetî
Daha önceleri Anadolu'daki istiklâliyet mücadelesini yapanlarla
temas temin babında gönderilmiş bulunan Yüzbaşı Neşet bey avdet etmiş ve Ankara
ile temasın, mümkün olduğunu beyan etmesi üzerine meclisi vükelâ şimdiki
tâbirle Bakanlar Kurulu, tezekkur ettiği bir kararla dahiliye nâzın İzzet Paşa
başkanlığında, harbiyenâzın Salih Paşa, ziraat ve ticaret nâzın Hüseyin Kâzım
bey, Kandilli rasathane müdürü Fatin (Gökmen) Hoca, Bern elçimiz Cevad bey ve
Babıâli hukuk müşaviri Münir beyler, 20/rebiül evvel 1339/3/Ara-hk/1920'de
Ankara'ya gönderildi. Ancak antlaşmayı temin mümkün ol-madı. İzzet ve Salih
Paşalar kabineden müstafi oldular. Ancak birbuçuk ay sonra heyet-i vükelâya
yine dahil oldular.
Yıkılış
7/teşrinisâni/1338-7/kasım/1922 sadrazamlık dâiresi (bu günkü
İstanbul Valilik binası) Refet Paşa'nın umumi karargâhı haline getiriliyor.
Sadrazam dairesiz kaldı. Ayrıca Takim-i Vekayii yayımlanması sona erdirildi.
Böylece Devlet-i Osma-ni'ye ve Babıâli münhedim (yıkılmış) ve yerine TBMM hükümeti
kaim oldu.
Sultan Vahidedin Hân'ın vatan-i terk etme mecburiyetinden sonra
TBMM'si saltanatı lağvettinden, padişah diye bir unsur mevcud olmadığından
sadrazamların hatimesi olan Ahmed Tevfik Paşa mühr-ü hümayunu yed'inde bir
hatıra, nesillerine yadigâr olarak bırakma durumunda kalmıştır.
1344/recebinin 21. gecesi- 8/ekim/1936'da senei hicriye hesabiyle
Ahmed Tevfik Paşa 94 yaşında olduğu halde vefat etti. Cenaze namazı Teşvikiye
Camiinde eda olunup Yahya Efendi dergâhındaki nazireye defnolundu. Daha sonra
da çocukları Topkapıdaki aile mezarlıklarına naklettiler diye^bir rivayet
vardır. Paşa; "Kurun-u Vusta" yâni ortaçağ adlı tarihin mütercimidir.
Eser basılmıştır. Anlatılır ki: "M. Kemâl Paşa; Tevfik Paşayı Dolmabahçe
sarayına davet etmiş. Tevfik Paşa: pek nazikâne gönderdiği cevabda: Sultan
Vahideddin Han'dan sonra artık o saraya gitmemeğe karar aldığını, kararlarına
uymayı kendine prensip olarak seçtiğini bildirir. M.Kemâl Paşa da bu vefayı
anlamış olmalı ki İsrar etmez. Ahmed Tevfik (Okday) Paşa, 208. Osmanlı
sadrazamıydı.
İstiklâl Savaşımız
Büyük milletimiz, bin yıldanberi, islâmiyetin ve insaniyetin
hizmetinde, adalet, ahlâk ve nâmus-u din ve vatan için, kendini bu güzel
hasletleri yıkmak, parçalamak isteyen emperyalistler karşısında maddi ve manevî
bir mania olarak, varlığını dost ve düşmana kabul ettirmeğe muvaffak olmuş,
yüce bir millettir. Bu satırları kaleme aldığımız ve içinde bulunduğumuz, 2002
yılı Ağustos ayı,milletimizi ve ülkemizi yutmak, dünya haritasından kazımak
isteyen, haçlı zihniyetinin ve materyalist dünya anlayışına sahip hükümetlerin
elbirliği ederek üzerimize çullananları millet ve idarecilerinin vücud birliği
ederek, dalgalar hâlinde üzerimize gelen vahşet sürüsünün bu vahşi saldırısını
çok daha önceden tahmin ederek, Osmanlı erkân-ı harplerinin tâyin ve tensip
ettiği bir starete-jik plân dâhilinde mutasavver mukabil harekâta dâir vazife
taksimini, iddihar yâni, silah, cep hane ve melbusatı muhafaza edecek
mekânlar, bunların Anadolu üzerindeki dağılımı yu karıda söz konusu ettiğimiz
Osmanlı erkân-ı harpleri tarafından tanzim olunmuş ve bir felâket hâlinde
bunların devreye sokulması hususunda maharetlerinden istifade olunacak askerî
ve mülkî ve de sivil eşhas tespit olunmuş ve yine büyük bir gizlilik
dâhilin-de bu zatlara ulaşılmış, talimatlar verilmiş, programlar ise
kendilerine ulaştırılmıştır. Hemen yukarıdaki global izahımız içinden, erkân-ı
harplerimizin dâima ileriye dönük, gelecek ahvale göre plân yapıp, bunları sık
sık gözden geçirmesi, mensubu olduğumuz mu azzez islâm din'inin ehl-i sünnet
velcemaat anlayışının dört mezhebinden biri olan Hanefi'yenİn metoduna
uygunluğunu da burada zikretmezsek, ilmî bir tesbiti atlamış oluruz. İttihad ü
Terakkinin büyük milletimizi sokmuş olduğu 1. dünya savaşının daha ilk yılı yaşanırken
yukarıda bahse konu ettiğimiz Osmanlı erkân-ı harpleri ki bunun içine sivil
devlet ricali ve enteiejansi-ya hareketlerini takip ve tesbitle görevli
teşkilât-! mahsusa mensupları, yukarıda ifadeye çalıştığımız bir felâket
hâlinde baş vurulacak tedbirleri, tâyin ve tesbit etme işlemini gerçekleştirirken
aralarında bulunan, Cumhuriyetin ilânının akabinde, müretteb İzmir Suikasd'i
teşebbüsü sanıklarından ve idama mahkum olunup, hakkındaki bu karar, 1925'de
infaz olunan Maarif Vekili Kocaeli mebusu Şükrü Bey ki, aynı zaman da ZAMAN
Gazetesinin müessisi, yâni Zaman adını ilk olarak kullanan gazetenin
kurucusudur. İşte bu zat, bahse konu erkân-ı harp planlarını yaptırtan ittihad
ü Terakki kabinesi âzası olarak Pınar Yayınlannca neşredilmiş ve ilk baskısı
tarafımızdan hazırlanmış daha sonra da 2. baskısı yapılmış fakat hangi sâikle
olduğu bilmediğimiz, ismimizin konmadığı çalışmadaki, eserin yazarı Mevlanzâde
Rıfat Bey, bu hususa işaret ederek, İttihad ü Terakkiye amansız muhalifliğine
rağmen, onların bu hususda ki tedbirli davranışlarını, Maarif nâzın Şükrü
Bey'in konuyla alakalı açıklamalarını zikretmesi, yine Damat Ferid Paşa'ya
taşıdığı bütün menfi hislere rağmen, âti'de savunmayı yönetecek müdafaa-i
hukuk cemiyetlerinin teşekkülüne ve yaygın tarzda ülkemizin her tarafında
faaliyete geçebilmesini sağlamak gayretine matuf olarak, maddi yardımları
sadece hazine-i hümayundan değil, bizzat kendi portföyünden çıkarıp,
azimsanrnayacak miktarda para yardımında bulunduğunu da ketmetmeyip yazmış
olması, şâyan-ı takdir olduğunu buradan belirtmeden geçmeği büyük bir
noksanlık addederim.
Yukandanberi söylemeye çalıştığımız, devlet tecrübemizin kendini
gösterdiği, büyük savaşın sonrasına kendisini hazırlamış olmamız olduğudur.
Bunun böyle olduğunu pek kısa olarak belirtmeğe çalıştık, şimdi elimde,
günümüzden 11 sene önce basılmış, "Türk Kurtuluş Savaşı nın Kuvay-ı
Milliye Dönemi 30/Ekim 1918-23/Nisanl920 Olaylar ve Öncüler" adıyla ve pek
uzun isimle gerçekleştirilmiş bir çalışma var. Bu kitap Sakarya vilâyeti Özel
İdaresi tarafından tab ettirilmiş. Bir mânada devlet yayını saymakda kabildir.
Bu çalışmayı yapan ve bunu kitap hâline getirenlere ne kadar teşekkür etsek
azdır. Çünkü bu kitapçıklar, târihin sahifelerine göz atacak araştırmacı ve
millet evlâdına gemilere; doğru istikamette gittiklerini gösteren bir
pusulanın üstlendiği görev gibi târih okyanusunda yol gösteren bir klavuz
vazifesini de-ruhde eder. İşte biz, bu öz fakat vefa dolu çalışmadan bazı
pasajlar aktarmak suretiyle sahifemizi süslemeye çalışacağız:
"30/Ekim/1914'de, 1. cihan savaşına katılmak zorunda bırakıldık.
30/Ekim/1918!de Mondros Mütarekesini imzaladık. Galipler cihan da haşmet ve
kudretini hak ve adaletle kucaklaştırmış altıyüzondukuz yılla en uzun hayat
süresine sahib Türk-tslâm devletini târih sahnesinden silmek kararında
idiler." Görüldüğü gibi bizim mevzuya girişteki ihtisaslarımızı anlatan
ifadelerimiz, Sakarya Vilayeti Özel idaresinin bastırdığı eserde sh. 4'de,
Târih Aynasında başlıklı yazıdan alıntıladığımız üstteki satırların birbiriyle
tetabuk etmesi, yeni tâbirle örtüşmesi, şuur hususunda aynı pencereden baktığımızın
bir örneğini gösterir. Bahse konu çalışmadan alıntıya devam edelim:
"Aslında: 1. cihan savaşı hasta adam teşhisini koydukları Osmanlının,
zengin mirasının.taksim kavgası idi. Türk milletinin, gerçek anlamı ile
müstakil devlet devri kapanıyordu. Ve akılmantık-askeıiik ilmi-mevcud şartlar,
bu Kara Kaderi mühüıiüyordu. Mizam ordusu silahlarını bırakmıştı ve meşru
sayılan hükümet; padişah ve halifesi ile bir karşı koymanın imkansızlığında
birleşiyordu." Burada bizim dikkat çekmek istediğimiz husus, bu çalışmayı
yapanların işin bu tarafında târih ve hatıratların bize duyurduğu ve Dolmabahçe
sarayında yapılan, içlerinde Konyalı müfessir Meh-med Vehbi Efendi'ninde
aralarında olduğu bir top- lantıda, talihsiz Padişah 6. Mehmed Vahideddin
Hân'ın, toplarının namlularını sarayın üstüne tevcih etmiş düşman donanmasının
insan kanını dondurucu tarzda ürperten bu manzarayı, eliyle işaret ederek söze
giren padişah, ülkemiz işgal edilmiştir. Bu durumdan halas olmak gerekir.
Ahali sürüdür. Bu sürüye bir çoban lâzımdır. O çoban benim. Herkes benim işaretime
ve yapacaklarıma dikkat ve riayet etsin dediğin de, yukarıda adı geçen
Hülasat'ül Beyan müfessiri Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, cesaret olmasına
cesaret, ancak bir de-mogoji eseri olan şu cevabıyla kendine ün kazandırırken,
aslında bir doğruyu gölgelendirmek fezahatini işledi. Çünkü padişahın sözünde
yatan gerçek milletin idare olunması gerektiğine işarettir. Yoksa eşref-i
mahlukat olan insanı mecaz dışında hangi akıl, hayvanların teşkil ettiği sürü,
insan topluluklarına sürü diye nitelemeyi göze alır. Bu ifadeye bağlı kalan
son padişahın, başkenti işgal edilmiş bir devletin başkanı olarak, etrafı muhat
yâni çevrilmiş bulunan bir devlet reisinin, bulduğu, bulabileceği'men
fezlerden bir kurtuluş ışığım, yakalamak yoluna düşeceğini anlamak kabildir, bu
beyanından. Böylece; Sultan Vahideddin hükümet ricali ile, İşgalcilerle yâni
galib devletlerle, nasıl ve kimleri vazifelendirerek mücadelenin
yapılabileceğinin yollarını ve vazifelendireceği kimlikleri tesbit için
istişarelere başladı. Bu husus için de hafızasın) bir yandan yoklamaya gayret
gösterirken, öte yandan da politik yaklaşım yanında, Anadolu topraklan üstünde
gerçekleştirilmesi plânlanan Büyük Ermeni projesini gerçekleştirecek
çalışmalara, yazının girişinde tesbit edilen plân istikametinde, muhayyer ve
mutasavver plân meydana getirenlere teşekkürlerini kendine vird-i zeban
edinmişti.
Cumhuriyet Yapacaklar!
Mustafa Kemâl Paşa müddet-i ömründe uçağa binmemiştir. Halbuki;
"İstikbâl Göklerdedir" vecizesi, kendilerine aittir. Bu büyük keşfin
mamulatina binmemesinin hikâyesinide anlatmaya çalışalım., "Efendim;
Mustafa Kemâl Paşa, eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa ile birlikte 1. Dünya
savaşı esnasında Almanya'dadırlar ve bir manevraya davetlidirler. Bu manevrada
dönemin uçakları da vazife almışlar, plânlanan vazifelerini manevra esnasında
gerçekleştirirler. Tabiiki başta davetli ecnebi ve yerli askeri zevat olduğu
halde hazır bulunanlar tarafından alkışlarla taltifata nail olurlar. Bu gösterilerden
sonra meydandaki hoperlorlardan arzu eden zabitlerin havada tenezzüh (gezmek)
için az sonra havalanacak tayyarelere binebilecekleri hakkında anons duyulur.
Cesur ve deneyci M.Kemâl Paşa hemen bu davete icabet etmek üzere, Ali Rıza
Paşadan nezaket icabı izin isteyip, binmek üzere uçaklara doğru
hareketlendiğinde, Ali Rıza Paşa da genç paşanın koluna yapışır ve
<bilmediğin ilaç başını, bilmediğin aş, karnını ağntır> darb-ı meselini
sÖyleyiverir. Bu ikaz üzerine M.Kemâl Paşa uçağa binmekten sarfı nazar eder.
Çok geçmez ki, M.Kemâl Paşanın binmek için gözüne kestirdiği uçak takla ata,
ata irtifa kaybetmeğe başlar. Ve meydanın biraz uzağında ki ormandan az sonra
bir alev ve yığın halinde duman yükselmeye başlar. Az sonra bildirilir ki, uçak
arıza hasebiyle düşmüş ve içinden hiç kimse sağ çıkamamıştır.
İşte M.Kemâl Paşanın bir tayyare kazasında hayatının noktalanmasını
eski sadrıazamlardan Ali Rıza Paşa takdir-
ilâhi ile engellemiş oluyor. Muteriz M.Kemâl Paşa da, takdirin
gereği olarak, Ali Rıza Paşa'dan gelen ikaza büyük bir hürmetle, ittika etmesi
de, asla şüphe edilmemelidir ki, takdir-i tecelliyedendir. İşte bu Ali Rıza
Paşa, yine İttihad ü Terakki Partisinin son kabinesini teşkil eden Talat Paşa
kabinesi istifa etmiş ve başvekil Talat, Enver vede Cemal Paşalar firar ettiğinde,
sadnazam atanmış bulunan Mareşal Ahmed İzzet (Furgaç) Paşa'yı ziyaret ettiğinde,
M.Kemâl Paşa hakkında konuşurlarken, Bulvar Gazetesinin hazırlattığı ve
başlarında değerli büyüğüm Osman Akkuşak ağabeyimizin bulunduğu kıymetli yazı
kadrosunun hazırladığı ''Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisinin 1985'de yayımlanan
1. cildinin 205. sahifesinde şu ifade yer alır: ".Ali Rıza Paşa bir gün
Ahmed İzzet Paşayı ziyarete gider. Sohbet esnasında Mustafa Kemal Paşa
aleyhinde dedikodu yapar. Daha sonra ekler: <cumhuriyet
yapacaklar,cumhuriyet!> diye bağırır. Ali Rıza Paşa Makedonya'da Osmanlı imparatorluğunun
Batı Orduları başkumandanlığını yapmıştı. Koskoca Türk ordularını
mahvettir-miş, kıymetli Makedonya topraklarını düşmanlara terk etmiştir. Şimdi
de devletin en müşkül anında, padişahın gözüne girmeyi başarmış ve en yüksek
mertebeye ulaşmıştı. Ancak, cumhuriyetin yapılacağını söylemesi takdir
olunacak bir harekettir." Şeklinde bir ibare koymuşlardır. Bu ibare üzerinde
ve cumhuriyet kelimesi üzerinde bir miktar durmak ge-reki yor. Şimdi; evvelâ
merhum Ali Rıza Paşayı Osmanlı ordularını mahvettiren adam olarak nitelemek
pek doğru bir ifade sayılmaz. Ancak Makedonya cephesinde bir başarısızlık
vardır ve bunun idraki içinde olan vede çok kıymetli bir erkânıharp yâni müthiş
bir kurmay subay olan Edirne istirdadının da plânlarını yapan ancak fiili
komutaya kendinde atfettiği uğursuzluk hasebiyle yanaşmayan bu doğrultuda gelen
teklifleri geri çevirdiği gibi yaptığı mükemmel savaş plânlarının tatbik
alanına konacağı gün cepheye gidipde bir aksiliğe meydan verir vücudiyetim
diye, neticeyi çadırında binbir heyecan içinde beklemek yolunu seçmiş muhterem
bir Osmanlı Paşasıdır.
Cumhuriyet kelimesi üzerine gelince, Tanzimat fermanından
önceleri de Osmanlı ülkesinde münevverler arasında doğrudan doğruya olmasa bile
cumhuriyet üzerinde müta-lalar serdedildiği muhakkaktır. Hâttâ; 1789 Fransa
ihtilâl hareketlerinin taht ve taç sahiplerini mahvetmek, idareyi ahalinin
iradesine ve seçeceklerine bırakmak anlayışını hâkim kılabilmek diye niteleyen
ve 3.Selim'e verilmiş lâyihaları hatırlamak yeterlidir.
Bunun yannda 2.Mahmud'un inkılap hareketleri, cumhuriyet
fideleğini hazırlamak sayılsa yendir. Daha fazla gerilerde kalmaya lüzum yoktur
ki, Monarşi idaresi bir nevi cumhuriyet kapısını tıklayan harekettir. 1.
Meşrutiyet'in ilânı, cumhuriyetin kapısına gelme vaktinin hayli yaklaştığını
gösterir. Nitekim, Şam ordusu kumandanı Arnavut Recep Paşa'nın, aniden
İstanbul'a gelmesi ve padişah 2. Abdülhamid tarafından derhal Harbiye
Nazırlığına irtika ettirilmesi sırasında, kimi hatıratlardan öğreniyoruz ki,
Sultan Hamid, Recep Paşa acaba cumhuriyeti mi ilân edecek kayguları çekmiştir.
Ne varki hikmet-i hüdâ Recep Paşa ertesi gün vefat etmiş böylece de Sultan
Hamid bu kaygulardan bir müddet olsun azade kalabilmiştir.
Ali Rıza Paşanın,Ahmed İzzet Paşaya <curnhuriyet yapacaklar,
cumhuriyet dîye sızlanması, cumhuriyeti istememekten değil, nan-û nimetiyle
perverde oldukları devlet-i âli-yenin kurmuş olduğu mekteplerde okumuş
yetişmiş, bir çok başarılara imza atmış, mazisinin herkesi hayranlıkla gıbta
ettirdiği bu devletin sonu olarak görmesinden kaynaklandığını tesbit etmek zor
olmaz. Bu insanlar, vefalı insanlar oldukları kadar cidden bir kahve nin kırk
yıl hatırı vardır sözünün gerçek mânasını taşıdığı devirlerin insanları
olmasıdır vede Şark toplumunun bilhassa müslümanlann müessesesi hilafet-t
ak-desiyenin Cumhuriyet çerçevesinde nerede yer alacağını tesbit ve tâyinin
yapılmasındaki çözümsüzlüğü evvelce görmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Nitekim cumhuriyetin ilânının sonrasında hilafetin ilgası karan
alınır ve hilafetin şahıs lara verilemeyeceği, hilafetin selahiyetlerinin
TBMM'nin, selahiyetleri içinde mündemiç olacağının ilânı ile bir gece de,
hanedan üyelerinin ve başlarında halife Abdülmecid Efendi olduğu halde ülke
dışına çıkarılmaları, Ali Rıza Paşa gibi nicelerinin tahminlerini gerçekleştiren
işlem icra edilmiştir.
Günlerden bir gün, Sultan Vahdeddin Harbiye Nâzın Gürcü Şâkir
Paşa'yı yanına çağırarak, bana paşaların listesini getir ve bu listedeki
isimlerin başarıları ve başarısızlıkları da kaydedilmiş olsun, çünkü onların
içinden seçeceğim paşa ile pek mühim işler yapacağız der. Bu emri telakki eden
Şâkir Paşa nezarete avdet eder ve istenilen listeyi, sür'atle ikmale çalışırken
mülahazat hanesine de gereken notları düşmekten de geri durmaz.
Şâkir Paşa; Sultan Vahdeddin tarafından kabul edilir ve hazırlamış
olduğu listeyi hâvi dosyayı kendilerine takdim eder. Padişah derhal dosyayı
tetkike başlar. Ne varki; padişah tetkikten ziyade, sanki bir şey aramaktadır.
Hayli yüklü malumat ile doldurulmuş mülahazat haneleri sanki kaale alınmadan
geçilmektedir. Bir müddet sonra da padişah başını kaldırır ve: "İsimlen
okudum. Bunların içinde benim Almanya seyahatimde yaver o/a rak refakatimde
bulunan Sarı. Paşanın adını bulamadım" Dediğinde, Harbiye Nâzın Paşa,
kastedilen ismi derhatir eder ve tatlı bir tebessümle, "Efendimiz; Siz,
Mustafa Kemâl Paşa Hz.lerini kastediyorsunuz sanırım! Fakat bu paşanın
koltuğunun altından Fransa Ihtitâl-i Kebirinin husulünü anlatan kitap hiç
düşmez. Mustafa Kemal Paşa bu kitabı çok okur. Mutasavver işi ona verdiğinizde
belki memleketin kurtulması kabil olabilir, fakat sizin de, taht ve tacınız
kalırmı bilemem" Cevabını verdiğinde, Sultanın ağzından şu sözler
dökülür: "Paşa Paşa! Memleketin
akıbeti pek ama pek mühimdir. Bizim tahtımızın, tacımızın millet encamı
karşısında ne önemi olabilir?" Dediğini çok kişiden duymuşuzdur.
27/nisan/1919 günü Harbiye Nâzın Şâ-kir Paşa'nın, Mustafa Kemâl Paşayı Nezarete
davet île Türklerin, Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek
üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını
bildirdiği görülür. İşte, bu son paragraftaki malumat, Prof.Utkan Kocatürk
tarafınca hazırlanmış ve TTK (Türk Târih Kurumu)'nca tab edilmiş kitabın 33.
sahifesin-den alınmıştır. Aynı sahifede de, hemen ertesi güne yâni,
30/nisan/1919 tarihinde, Mustafa Kemâl Paşanın, 9.Ordu Kıtaatı müfettişliğine
tâyininin Sultan Vahdeddin tarafından tasdik edildiğini satırlara döken
Kocatürk, aynı sahifede şu ifadeye yer vermiş: "Harbiye Neza retinin,
sadarete yazısı: Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebligatı emri
altında bulunacak olan vilayat mülkî memurlarının icra etmelerinin tamim
edilmesi" pek açık olarak geniş selahiyet ile Anadolu'ya gönderilmiş
olduğunu ortaya koyar. Takvim yapraklan; 30/nİsan/1919'u gösteripde, M.Kemâl
Paşanın tâyininin olduğu gün; serhad şehrimiz Kars ise, İngilizler tarafından
sağdan soldan toplanarak bir araya getirilmiş Ermeni kopillerinin idaresine
veriliyordu. Evet,kasap'a, kuzu teslim ediliyor idi. Demek ki İttihad ü Terakki
cemiyetinin daha cihan savaşının başında görüp çâre aradığı durum gelip
çatmıştı. Zâten; Padişah Vahideddin hân'da yukarıda yazdığımız tayinle işin
önemine işaret etmiş oluyordu. Bu arada da heyet-i nasiha denen çeşitli vilâyetlere
gidip, gerek sükûnet gerekse, yapılacakları ehline anlatan Şehzade Abdürrahim
Efendi riyasetindeki 16/nisan/1919'da başlayan nasihatler hiç şüphe yok ki bir
teşkilatlandırma harekâtıdır. Ve bu seyahat aynen Osmanlı devletinin
kuruluşunun akabinde Sultan Veled'in Anadolu Beyliklerini bir bir dolaşıp,
Osmanlı iradesine râm olmalarını hatırlatma olayını andırdığını söylersek
yanlış bir istin-bat yapmış olmayız. 20/nisan/1919'da Bursa'da isbat-ı vü-cud
edilmiş, oradan Balıkesir'e geçilmiş ve 25/nisan da, Manisa'ya gelinmiştir.
Hemen ertesi günü Heyet-i Nâsiha İzmir'e duhûl eylemiş, Aydın ise, İzmir'den
gelinen vilayetimiz olmuştur, târih 29/nisan/1919'u göstermektedir. Heyet-i
Nâsiha Aydın'dan Muğla'ya geçerek vazifesini sürdürmüştür ki 30/nisan günü
olmuştur buraya gelinmesi. Nihayet 18/ma-yıs/1919'da heyet-i nasiha ve şehzade
Abdürrahim Efendinin dönüş târihidir ve hemen ertesi günü Mustafa Kemâl Paşa
Samsun'a çıkacaktır.
Redd-I İlhak Heyet-İ Milliyesinin Beyannamesi
14/mayıs/1919'da, milletimize İzmir'de dağıtılan ve duyurulan
beyannameyi sa hifemize alarak, yazımızı süslemiş oluyoruz: "Ey bedbaht
Türk! V/ilson Prensipleri unvan-ı insaniyet kâranesi altında senin Hakkın gasp
ve namusun yırtılıyor. Buralarda Rum'un çok olduğu ve Türklerin, Yunan ilhakını
memnuniyetle kabul edecekleri söylendi. Bunun neticesi olarak güzel memleketin
Yunan'a uerildi. Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çok? Yunan
hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster, Tekmil kardeşlerin
Maşatlık'tadır. Oraya yüzbinleıie toplan ue kahir ekseriyetini orada bütün
dünya'ya göster. Burada; zengin, fakir, âlim,ca-hil yok. Fakat Yunan
hakimiyetini istemeyen büyük bir kitle olduğunu ilân ue isbat et. Bu, sana
düşen en büyük vazifedir. Geri kalma. Hüsran ue nikbet fayda vermez. Binlerle,
yüzbinleıie Maşath'ğa koş ve heyet-i milliyenin emrine itaat et. "Derken;
İstiklâl harbi kahramanlarından ve TBMM. Başkanlarından M.Kâzım Özalp Paşa
hatıratında o geceyi şöyle tasvir etmektedir: ".Evimizin kapısına geien,
memleket gençleri heyecanlı sesleriyle hay kırıyorlardı. <uatanını seven Yahudi
maşatlığına (mezarlığı) gelsin> Evde bulunan bütün kardeşlerimle beraber
maşatlığa gitmek üzere ayrılırken, annemiz bizleri gitmeye teşvik ediyordu.
Kadın, erkek, büyük, küçük bütün izmir halkı bir nehir gibi sokaklardan akıyor,
ağlayarak, haykırarak gece karanlığın da maşatlığa koşuyordu. İstila görecek
bir şehrin matemi ile karışan kor kunç bir karanlık, ortalığa büsbütün dehşet
veriyordu" İzmir'deki Yahudi mezarlığında yapılan müthiş büyüklükteki
protesto mitingini yâd ediyor. Nitekim 15/mayis/1919'da İzmir'imiz, Yunan'in
kirli pençelerinin çirkin emellerine maruz kalma bahtsızlığını, en mümkün
zamanda kırmaya azimli olduğunu haykırdığı gecenin sabahında işgalle karşılaşmıştır.
Bu sırada yâni 15/mayıs/191'9'da Red d-İ İlhak Heyeti memleketin her tarafına
çektiği telgraf da, şöyie sesleniyordu:
"-.İşgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler ayakta ve heyecandadır.
Vatan ordusuna katılmaya, hazırlanınız" İşgalin başlamasından dört saat
yirmi dakika sonra, Denizli Müftüsü Ahmed Hulusi Efendi, cihadı ilân ederek,
bir mânada da Denizii'yi cihad'ın merkezi saydığı görülüyordu. 15/mayıs Cuma
günüde bunlar olurken, Sultan Vahdeddin, M.Kemâl Paşayı kabul ediyor ve
başbaşa, dizdize yakınlıkta bir mülakat yapıyorlar ve umumca duyulan sözîerse,
Paşa! Paşa, bu kitaba yaptığınız bütün işler yazılmıştır. Bundan sonra daha büyük
işler yapıp millete hizmetlerde bulunabilirsiniz, mealindeki sözler olduğu,
bir çok hatırat'ta yer aldığı gibi, M.Kemâl Paşa'nın beyanatlarında da
rastlanan, ifadelerdendir.
Bu suretle 16/mayıs/1919 târihi; dünya gözüyle Halife ve Padişah
Sultan Vahdeddin ile seçilmiş olan Mustafa Kemâl Paşa'nın son bir araya
gelişleri olur o günkü mülakat günün son mülakatı İdi aynı zamanda, çünkü
M.Kemâl Paşa sabahleyin, Osmanlı Genelkurmay binası olan şimdiki İstanbul
üniversitesinde Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ile Arapgir'in asil evlâdı Cevad
Çobanlı Paşaları ziyaret edip vedalaşmış oradan babıâlî'ye gelerek, hükümet
üyelerinin bazılarını ve bu görevin verilmesinde müessir olduğu ifade olunan
dahiliye nâzın Mehmed Ali Bey'i ziyaret ettiği görülmüş, son mülakat Hz. Padişahla olmuştur.
Yine aynı gün
yâni 16/mayıs/1919'da Osmanlı orduları Genelkurmay Reisi Cevad Paşa
(Çobanlı)'nın Harbiye nâzın makamını da uhdesinde bulunduran sadnazam Damat
Ferid Paşanın adına orduya şöyle bir tebliği keşide olunur: "Kıt'atarımızın mevkıilerini terk
etmeyerek yerlerinde kalmaları ve bir olup bitti halinde silahlarından tecrit
gibi bir muameleye maruz kalmamaları için, her kıt'anın toplu, silah başında ve
disiplinli bir halde bulundurulması." gibi hususları ihtiva eden emir
milletçe ve onun bağrından çıkan silahlı kuvvetlerimizin, vatanın istirdadında
bir bütün halinde, hep birlikte, halifesinden, dağdaki çobanına, M.Kemâl
Paşasından en basit bir er'e kadar herkes aynı neticeye ulaşmanın
sevdalısıydı.
Fakat rolleri, kimine tatlı kimine ekşi, kiminede pek acı gelmesi
bir takdirin tecellisiydi. Mustafa Kemâl Paşa'nın karargâh mensuplarının adını
târihe not düşmek üzere buraya kaydediyor ve hizmetleri olan bu zevatı yâd
etmeyi vicdani bir borç sayıyoruz.
Bu husustaki kaynağımızı da, "On Yıllık Harbin Kadrosu" adlı
eseri hazırlayan,Tank Kurmay Alb. İsmet Görgülü Beyefendi olup, Harp
Akademilerinde harp târihi öğretmenliği yapmış, pek ihtiyaç bulunan bu kaynak
eseri bu mütevazi satırlarda takdirle anmayı vazife sayıyorum. TTK'nun neşrettiği
eserin 201.sahife sinden alıntılıyoruz:
Mustafa Kemâl Paşa ile Samsun'a Çıkan Heyet Makam/Birlik
______ Rütbe Adı ve Soyadı ________
3.Kolordu Komutanı
Albay Refet(Tümg.Bele)
9.Ordu Müfettişliği Kur.Bşk.
" " Kâzım(Tümg.Dirik)
2."" Yarbay Mehmed Arif(Ayıcı)Albay
l.şb.Md.
Binbaşı Hiisrev Gerede
"
Top.K. " " Kemal(Korg.Doğan)
" " " Shh.Bşk. Albay
İbrahim Tali(Öngören)
c' " " yrd. Dr.binbaşı Refik (Saydam)daha sonra başvekil
"
" Seryaveri Yüzbaşı Cevat Abbas(Gürer)
" ' " "' Mülhakı " " Mümtaz (Tüm ay)
Kur.Mülhakı " " îsmail(Edc)
Emir Subayı " " Ali Şevket(Öndersev)
" " " Kh.K. " " Mustafa Vasfı (Süsoy)
Kur.Bşk.
Üsteğ. Hayati
İaşe Sb.yaveri
" " Abdullah
Şifre Kâtibi
" " Mülhakı
Mustafa Kemâl Paşanın Yaveri Albay Refet'in Yaveri
Fâik(Aybars) Memduh (Atasev) Teğmen Muzaffer (Kılıç) Üsteğ. HikmelfHak.Tümg. Gerçekçi) Değerli yazar
Kur.Albay İsmet Görgülü Beyefendi, koymuş olduğu bir açıklamayla şu bilgiyi
aktarıyor: "Sabık Bahriye nâzın Hüseyin Rauf (Orbay) ile ibrahim Süreyya,
Yzb.Osman Nuri, Yedeksubay Recep Zühdü ve Afganlı subay Abdurrahman bu heyete,
Amasya'da katıldılar." Demektedir
Bandırma gemisiyle Samsun'a 19/mayıs/1919'da çıkan bu heyetin
içinde yer alan, Ayıcı Arif Bey, Recep Zühdü meşhur İzmir suikasdı mürettebi
içinde görüldüklerinden İstiklâl mahkemesi kararlarıyla İdam edildiler.
Mustafa Kemal Paşa bu müfettişlik göreviyle vazifelendirilirken,
öyle yüksek selahiyet le teçhiz edildi ki, Mevlânzâde Rıfat Bey, "Türk
İnkılabının İçyüzü" adlı eserinde bu selahiyetnâme için meâlen şunları
söyler: "çok geniş selahiyeti hâiz olan M.Kemâl Paşa sadece askerî değil,
sivil idare üzerinde de yüksek se-lahiyete hâizdi." dedikten şunları ifâde
eder: "M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde, gizli
olarak kendilerine verilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek
sa ray çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ue arkadaşlarınca bu mevzuda çok sıkı
bir ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru veya yalanı aksettirdiği bu güne
kadar anlaşılmamış ve hâttâ. M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu
ue kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan
bahsedilmemiştir." Demektedir.
9.Ordu Müfettiş Selahiyetnâmesı
14/Mayıs/1919'da tasdik-i şahaneden çıkan ve 9.Ordu Kıtaatı
Müfettişi M.Kemâl Paşa'ya verilen hatt-i hümayun şöyledir ki bir adı da
selahiyetnâme olarak telaffuz olunmaktadır. "Türk İnkılabının İçyüzü"
adlı Pınar yayınlan arasında çıkan ve Mev-lânzâde Rıfat Bey'in kaleme aldığı ve
tarafımızdan sadeleştirilen bu eserden alıntılıyoruz:
<Hatt-ı Hümâyûn Sureti
Yâveran-ı Şehriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivası (Tuğgeneral)
Mustafa Kemâl Paşaya: Harb~i umûminin müttefiklerin hesabına ziyaı (kaybı)
üzerine tahassül (meydana) eden vaziyeti siyasiye (siyasi vaziyet) ecdâd-ı
izamın mülkünü ue makam-ı hilafet ue saltanatı müşkül ve tehlikeli bir sahaya
sürüklediğinden hükümet-i seniyemin (yüksek hükümetimin) kararı veçhiyle
tayin olunduğunuz mıntıkada asayişi temin ve arzuy-u şahaneme mugayir ahvalin
hüdusunu (meydana gelmesini) men ile cümleten def-i Sal ile (defetmeye
çalışmak) bezl~ü cehd ve gayret eder milletin masuniyeti ni te'yid
(kuvvetlendirme) ve mülkümün ayade-i mütearizinden tahlisi (bu işi yapanlardan
kurtarılması) için yekvücud olarak hareket edilmesini selâmı şahanemle asakir,
memurin ve ahaliye tebliğini irade ettim^ Demektedir.
Bu belgeyi kitabında neşreden Mevlânzâde, bu hatt-ı hümayun
suretinin eline geçişinide şöyle naklediyor ki sahife 215: <..Merhum Sultan
Vahdeddin Hân Hazretleri bu hatt-ı hümâyûnun bir suretiyle bazı vesikaları
vefatından bir kaç evvel, Halep'te ikamet eden Kadıköy Belediye Dairesi sabık
müdürü muhterem arkadaşım Azmi Bey'e San-Remo şehrinde, yayımlanmak üzere
gönderilmiş olduğunu bildiğimden istedim ve yukarıya aynen naklederek târihe
bir hizmet hediye etmiş oldum^ şek- Ünde kayd etmiştir. Bunu ifade eden
Mevlânzâde Rıfat Bey şu mütalaayı ileri sürerek şöyle bir mütalaada bulunuyor:
<..M.Kemâl Paşanın Anadolu'ya vazifeli olarak gönderildiğinde gizli olarak
kendilerine uerilen bu Hatt-ı Hümayun o zamanlar duyulmuşsa da, gerek saray
çevresinde, gerekse M.Kemâl Paşa ve arkadaşlarınca bu meuzuuda çok sıkı bir
ketumiyet takip edilmiş bu şayianın doğru ve yalanı aksettirdiği bu güne kadar
anlaşılmamış ve hatta M.Kemâl Paşanın Cumhuriyet Halk Partisinde okuduğu ue
kitap hâline getirilen uzun nutkunda bile bu hatt-ı hümayundan
bahsedilmemiştir.. > Demektedir. Tabii Mevlânzâde'nin bu mütalaası
Paşa'nın, padişahça kendisine verilen selahiyeti saklamış olmasını, ortaya
koymağı istifdaftır. Şimdi biz; 19/Mayis/19I9'da Samsun'a çıkan 9. Ordu Kıtatı
müfettişi M.Kemâl Paşa 'nın ifadesi olan şu sözü ara başlık yapalım ve
vatanımızın nasıl bir hâl içinde olduğunu özetlemeye gayret edelim.
Durum Ve Manzara!
Osmanlı harbiye nezaretine 9. Ordu Komutanlığının
21/Ocak/1919'târih ve 2214 sayılı yazının özeti şöyledir: <Ermeniler
Arpaçayı doğusunda, Gümrü bölgesinde köyleri basarak İslamların hayvan, erzak ve
mallarını zorla almışlar ue halkın ileri gelenlerinden hemen her gün 20-30
kişiyi Gümrü 'ye götürüp öldürmüşlerdir. >
Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun'a çıkışının beş gün sonrasında ise,
yâni 24/Mayıs/ 1919'da buradan, Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiği
mesaj ise şu şekildedir:
<..silahlı üçyüz ermeninin üç makineli tüfek ue bir çok bomba
ile Kars'dan, Erzurum'un kuzeydoğu sınırı üzerindeki Ko~ sor mevkiine
geldikleri haber alındı. Erme nilerin siyasi amaçlarını fiilen elde etmek için
güvenliği bozulmuş göstermek sureti ile Doğu vilayetleri içine çeteler
geçireceklerini ve mütareke târihinden beri ilk defa olarak mevsimin bu icraatlarını
kolaylaştıracağını pek muhtemel görüyorum. Bu ihtimale karşı 15. Kolorduca
gerekti tedbirler alınmıştır. Koordu-nun şimdiki mevcudu ingilizlerce
azaltılmak İstenmektedir. Bu mevcudun muhafazası,tabii olarak mecburi olduktan
başka, belki de duruma göre arttırılmasının da, gerekeceği arz olunur>
Denmekte ve Osmanlı Genel Kurmayının yayınlamayı mecbur saydığı resmî belgede
ise, özetle şu bilgiler yer almaktadır: "Son zamanlarda Ermenilere karşı
yeni zulümler yapıldığı ve Kafkas Ermenilerinin, koruyucusuz bırakılırsa yok
olacağı Kaf- kasya'daki katliamların kaynağının Osmanlı sınırları içindeki
gibi olduğu yabancı matbuatta görülmektedir. Osmanlı devleti içinde Türkler
tarafından diğer azınlıkla ra hiçbir zaman ayrıcalık yapılmadığı resmî bilgilerle
tesbit edilmiştir. Sınırlarımız dışındaki hareketlere de Osmanlı devleti asla
karışmamıştır. Ancak; sınır yakınımız olan Kafkasya'da tam aksine müslümanların
ırk ayırımı yapılmadan Ermeniler tarafından katliama tabi tutuldukları her gün
duyulan havadistendir. Bir örnek ola-rak Tem-muz/1919'da, Kafkas Ermenilerinin
Kars şehri ve civarındaki müslümanlara saldırıları vardır." Hakikaten
örneği özetlemeğe ihtiyaç vardır. Osmanlı Harbiye nezareti,
9/Hazi-ran/1919'târih ve 405/343307 sayılı yazı özeti şöyledir.
A- Ermenilerin sınırımız Kafkasya'da kuvvet yığdığı
B- Doğu vilayetlerine yerleştirilen müslüman muhacirleri geri
atacakları
C- Ermenilerin, Sarıkamış'ta onbin kişi tutan askeri birlik
bulundurduğu
D- Antranik'in 30.000 askerle Van civarına hareket ettikleri E-İki
İngiliz subayının Mako komutanı yanına gelerek Van'a geçirecekleri Ermeniler
için yol istedikleri, bu isteklerinin kabul edilmemesi hâlinde İngiliz
subaylar komutasındaki Ermeni kuvvetlerinin Nahcivan ve civarı köylerini ele
geçirdikleri tesbit edilmiştir.
Yine 12/Haziran/I919'târihli ve 2314 sayılı Osmanlı harbiye
nezaretine gönderdiği mesajda, M.Kemâl Paşa şunları arzedİyor: <Bir Ermeni
tercümanla İğdır'dan Beyazıt'a gelen bir İngiliz subayı, Beyazıt Mutasarrıfına
bu bölgede bir Ermeni devletinin kurulacağını, bir aya kadar 15 bin Ermeni göçmeninin
Ermeni askeri birliklerinin koruyuculuğu altında geleceğini söylemiştir.
Mutasarrıf böyle bir emir almadığını söylemiştir. Bu bölge hakkında
yaptırdığım resmî ve özel tahkikata göre Doğu Anadolu vilayetlerinden bir
karış toprağın bile Ermenilere verilmesinin imkânsız olduğu, bir tek Ermeni
askeri-nin sının geçerse ateşle karşı konacağı, ancak uluslararası bir kararla
hiçbir yerde çoğunluk olmamak şartıyla Ermeni göçmenlerinden isteyenlerin
memleket içinde barınabilecek kanaatinde olduğumu arz ederim.> Şeklinde
devleti bilgilendirdiği görülür.
Mustafa Kemal Paşa, 21/Haziran/1919'da yine harbiye nazırlığına şu
mesajı göndermekte: <5/haziranda ingiliz subayı kılığında Beyazıt'a gelen
şahsın Ermeni olduğu, Erzurum ingiliz temsilciliğince yapılan araştırmada
ortaya çıkmıştır^ demekte ve 4106 sayılı mesajıyla: <Karaurgan'da bulunan
Ermeni müfrezesi, Sarıkamış'tan gelen yüz hane islâm muhacirlerinin, 90 inek,
6 at, 200 kilo yiyeceklerini ve mevcud paralarını almış ve bunları bir ahıra
doldurmuşlardır. Kadınları da aramışlar üzerlerinde buldukları kıymetli
eşyaları almışlar ve bunların gözleri önünde paylaşmışlardır. Yine Ermeniler
Sarıkamış'ta muhacirlerin bulunduğu yere attıkları bir bombanın endahtı sonunda
bir kadın ve erkeğin kollarının kopmasına sebebiyet vermişlerdir.
Öte tarafdan, Ermeniler, Kars ile Oltu arasındaki müsiü-man
köylerine baskın ve hususen Akçakale Çukurundaki köylerin mallarını yağma edip,
zulümler icra ettikleri öğrenilmiş ve Erzurum'daki İngiliz temsilciliğine
malumat aktarılmıştır^ şeklinde raporları harbiye nazırlığına yağdıran M.Kemal
Paşa, başka bir Ermeni baskınını şu ifadelerle beyan ediyor ilgili nezarete:
<haziran 1919 ayı sonunda Karakurt Kaymakamı Moses'in, Karapınar'da Türklere
söylediklerinden ve onun yanındaki Rum jandarma erinin sözlerinden, Kazıkkaya,
Armutlu, Şehithalit ile Hamamlı, Beşyol köyleri ahalisine Ermenilerce baskın
yapılacağı anlaşılmıştır. > Malumatını arz eden Müfettiş
Paşa,7/Temmuz/1919'daki bu mesajında şunları aktarmakta: <Kars bölgesindeki
Ermenilerin müslümanlara zulmü, Sarıkamış civarında gençlerin yine bunlarca
toplatılıp, yok edildikleri, tekalif-i harbiye yâni savaş mükellefiyeti ile
ahalinin herşeyini aldıklarını, ahalinin Allahuekber dağlarına iltica etmek
zorunda kaldığını ve Zen-gezor ile Nahcıvan ahalisine hakaretler yağdırildığı ve
6 bin kişilik Ermeni birliğinin, ingiliz subaylar komutasında 24/Ma-yıs/1919!da
Nahcivan bölgesinin işgalini gerçekleştirdiklerini de raporlarında
belirtmiştir.
Raporlar Yağmur Gibi
Vazifesine başlamış bulunan M.Kemâl Paşa, her tarafta tahkikat yaptırıyor
vede vardığı netice Ermenilerin büyük bir hırs ve kin içinde emperyalistlerin
yalana dayanan vaadleri-ne aldanmışlar, müslümanlara olmadık eziyetler
yapıyorlar ve bununla bu topraklarda yaşayabileceklerinin hâm hayalini
kuruyorlardı.
Nitekim Osmanlı Harbiye nezaretine raporları yollarken
müslümanlann bu badireden silahı ele almak ve hakkı olan fiili savun maya
başlamanın zamanının geldiğini düşünmekteydi. Raporuna şunları yazmaktaydı:
<Son günlerde Tiflis ve çevresinde fevkalâde olaylar vukubuluyor, Ermeniler,
İran yolunu açmaya gayret gösteriyorlar. Bizimle sıcak temastaki birlikler bu
faaliyeti örtme vazifesi yüklenmişler ciddi bize karşı harektlerine tedbirler
almış olarak beklemekteyiz.> Dedikten sonra Paşa, raporuna şunları iiâve
ediyordu: <1 l/Temmuz/1919'da Sulucam bucağının Karaçomak cihetinden yirmi
kişilik bir Ermeni müfrezesi, sınırımızı geçerek birbuçuk saat süren bir
saldırı gerçekleştirmiş ve iki gün sonra da, önce 60 kişilik, daha sonra da 15
kişilik bir gurupla sınır geçme çalışması yapmışlardır.
Temmuz ayının son günlerinde civardaki gençlerimizi toplamışlar
bir bölümünü şehid ederlerken, bir kısmını da hapse atmışlardır. Ayrıca savaş
yükümlülüğü altında, at, araba ve hayvanlarını toplamak suretiyle bütün
işlerinin durmasına sebebiyet vermişlerdir. Kars ve Sarıkamış bölge halkı
Allahuekber Dağlarına çekilmişlerdir.> Şeklinde Osmanlı Harbiye nazırlığını
rapor yağmuruna boğan M.Kemâl Paşa, bazı değerli eşhasa yâni bölgenin tanınmış
kimselerine yapılan ve hayatlarına kıymakla sona erdirdikleri suikastlardan da
bahsetmeden geçememiştir. İşte bir misâl olarak aşağıdaki satırları
dikkatinize sunalım sevgili okuyuculanm:<Kağızman'da 5/Temmuz/1919 günü
kasabanın ileri gelenlerinden Kadı oğlu Mustafa, Efendizâde Arslan Bey ve eşi,
Kars geçici hükümetinde dâhiliye temsilcisiyken, 13/Nisan/1919'da İngilizlerin
Kars Parlamentosunu basarak Batum'a götürdükleri amucası Ali Rıza (Ataman)
Bey'i aramaya giden Ahmed Efendi, Kağızman ile Kars arasında pusu kuran Ermeni
karakol erleri tarafından Koyunyurdu (Berne) köyü yakınında pek korkunç bir
şekilde öldürülmüşlerdir. Bunların cenazeleri sonradan Kağızman'a getirilerek
ahaliye gösterilmiştir. Bu feci hâl meskûn müslümanlan dağlara kaçmak
mecburiyetinde bırakmıştır.
Katliamlar Devam Ediyor
Erivan, Kars ve Kağızman bölgeleri insanlarının Türk unsuru
buralarda işlenen cinayetler üzerine sınırlarımız içine iltica etmişlerdir. Bu
Ermeni saldırılarının muhatabı köylülerimizin imdat feryadı ile dolu mektupları
gördükleri zülmun derecesini göstermektedir.
12/Temmuz/1919'da, Kağızman'dan Kars'a giden iki Türk ailesi Büyükdere
ve Aga develer arasında Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Ölülerin göğüs ve
ceplerine açmış bulundukları ceplere, el, kulak ve burun doldurmuşlardır. Yine;
Ermeniler Nahcivan ile Şerür arasındaki 45 köye askerî birliklerle saldırmış ve
demiryoluna yakın köyleri, zırhlı vagonlardan ateş altına almış ve insanımızı
Araş İrmağına dökmek suretiyle yok etme emri verdikleri aralarındaki
yazışmalardan anlaşılmıştır.>
Erzurum'daki İngiliz temsilcisi Ravlinson, Ermenilerin muntazam
bir askeri yoktur, var olanlar da, çapulculardan ibarettir. Kars bölgesinde 40
bin kadar müslümanı toplamışlar, bunlara bir fenalık yapmamaları için Kars'taki
İngiliz subaylarına kaygılarımı söyledim ki ahali İngiliz askerinin çekilmesinden
mükedderdir. İtalyanlar buraya ancak üç ay son ra gelebilirler, şeklinde
konuştuğu görülmüştür. Bu vaziyette bölgenin insanının güvenliğini ya bölgenin
Türk ve müslü-nian ahalisi üzerine alacak yahut asakir-i şahane gelmek durumuyla
sağlayabileceği pek açıktı. Fakat bu hâlde İngilizlerin Kafkasya'yı yeniden
işgal etmelerine sebeb teşkil ederdi.
15. Kolordu komutanlığının Osmanlı Harbiye nezaretine yolladığı
26/Temmuz/1919 günlü ve 1141 sayılı mesajda ise şunlar yazıyordu:
"Ermenilerin sınırımızın dışındaki müslü-manlara karşı her türlü zalimane
ve acıklı hareketlerde bulundukları ve bu hareketlerini sınırımızın
yakınlarına kadar genişlettikleri, islâm köylerini yakıp yıkma ve ahalisini yok
etmek için top kullandıkları, top mermilerinin askerlerimizin içine kadar
düştüğü ve Ermeni keşif kollarının sınırlarımıza tecavüz ettiği, sınır
dışındaki müslümanlan hudud boylarımıza kadar getirip ya öldürmeye, yahutda
bizim tarafa geçmeye zorlayıp, mal ve mülklerine el koyma cihetine gittikleri
tesbit edilmiştir. Ermeniler ayrıca Sivas'a kadar uzanan bölgenin kendilerine
verildiğini söylemek suretiyle kafalarını karıştırmak istemektedirler.
Bütün bunların sonucunda merkezi Erzurum'da bulunan 15.Kolordu
Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 30/Tem-muz/1919'gün ve 3277 sayılı mesajı ile
Osmanlı Harbiye nezaretine şu bilgilendirmeyi yapıyordu: <Ermenilerin
Kafkas-ya'daki müslüman ahali ye her türlü zülüm ve faciaları yaptığı, direnme
gördüğü yerlere ççeşitli sınıflardan müteşekkil kuvvetler gönderdiği, bu amaçla
Nahcivan ve Şirvan mıntıkalarına, Kağızman ve Oltu bölgesine kuvvetler
getiridiği öğrenilmiştir. İslâmları imha politikası uygulanıyor. Ermenilerin
bu günlerde Sarıkamış'a 500 kadar piyade ve süvariyle dört top getirdikleri,
Sarıkamış bölgesinden tekâlüfü harbiye ile araba vesaire topladığı ve
hazırlıklarını arttırdığı yakında bir harekâta geçireleceği ihtimâli
anlaşılmaktadır. Ermeniler'in Sivas'a gidecekleri söylentisi vardir.>
Yukandanberi, İstiklâl savaşımızın şark yâni doğu cephesinde
emperyalist devletlerin Kafkasya üzerinden Ermeni harekâtını tezgahlamalarını
anlatıyoruz ve bu arada da Ardahan'da, 35 bin Rum'un korunma isteğine dâir
Selanik'ten Tan Gazetesine yazılan telgrafda ilgi çekicidir. Evvelce, size
Kafkasya'da bir çok Rum köyleri halkının Samsun, Trabzon ve İzmir bölgesine
göçmek üzere hareket ettikleri arz edilmişti. Bu iki haber birbiriyle
ilgilidir. Amaç, Ermeni ve Rumlar arasında, kararlaştırıldığı sanılan
anlaşmaya göre Kaf-kasya'daki Rumların, Yunanlıların amacı olan Osmanlı bölgelerine
göçlerini sağlamak ve Kafkasya bölgesini Ermenilere bırakmak olduğu, hususunu
da dikkat edilmesi gereken bir olay olarak hatırlatalım dedik. Yâni; Ermeni-Rum
rekabeti, Osmanlı islam devleti karşısında askıya alınmış, yaralı arslanı
birlikte dişlemek ortaklığını târihe yazıyorlardı.
Taşnak Çetesi-Gürcü Yağması
Van'daki 11.Tümen kumandanı Yarbay Câvit (sonradan
tüm.gnl.Erdelhûn) Bey23/Aralık/1919'da 15.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir
Paşa'ya gönderdiği rapor şöyledir:
<..Van'dan güney istikametinde çekilen Ermeniler ile
Nasturilerin, İngilizler tarafından silahlandırılmak suretiyle tabur hâlinde
tanzim olundukları ve ülkemize taarruzlarının beklendiği bilgilendirmesi yapılmıştır.
Nitekim, bu bilgilendirme doğru çıkmış vede, buraları Osmanlı ordusunun bu
bölgeleri tekrar ele geçirene kadar kesintisiz ve acımasız biçimde devam
etmiştir. Bu mevzua başlarken ortaya koyduğumuz Mü-dafa-yı Hukuk Cemiyetleri,
Erzurum ve Trabzon'da da, vardı bu cemiyetin kongrelerinde seslendirilen ortak
ifade şu idi: <Bir Ermeni saldırısı hâlinde son kişinin ölümüne kadar savaşmak
ve Türk topluluğundan ayrılmamak için her fedakârlığa katlanmak..> idi.
Öte yandan da Taşnaksutyun tedhiş cemiyetinin mensubu olan sözde
general Antranik emrinde ve Nazarbekof komutasındaki Ermeni birlikleri Erivan,
Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, İğdır Kağızman ve Sarıkamış bölgesine yedi
ilâ se-kizbin kişi olarak yerleşmişler, kısa zamanda yirmibin kişilik bir
kuvvete erişeceklerini ümid ederlerken, Ordumuz, 1914'deki hududumuza
çekilince, Kars ve Ardahan bölgesindeki Türkler kendi aralarında ittifak
etmişler muntazam bir milis gücü olarak Ermenilere karşı koymaya başladıklarından,
yerleşik ahali ile Ermeniler arasında her gün çarpışmalar cereyan ediyordu.
Güney Cephemize Bir Bakış
Doğu cephesini ve buradaki işgal hareketlerini yukarıdaki
ifadelerde belirtmiştik. M.Kemâl Paşanın 9.Ordu kıtaatı müfettişliği
vazifesiyle, 19/Mayıs/1919'da Samsun'a çıkması sonrasında o bölge dahilindeki
askerî ve ermeni çetelerinin işgalci kuvvetlerin işbirli ğiyle yaptıklarını,
uyguladıkları katliamları buna karşılık fevkalâde durum tesbiti yapan raporların
İstanbul'a Osmanlı Erkânı Harbiyesine gönderilmesini belirtmiştik. Şimdi de
cennet vatanımızın bir başka güzel köşesi olan Güney bölgesindeki işgalci ve
onlara bu vatanın topraklarını çiğnetmemeye çalışan Güney'deki insanımızın kahramanca,
hayatını istihkar edercesine verdiği mücadeleyi,
sözde medenî avrupa devletlerinin en eski yakınlığımız olanların
başında gelen Fransız düşmanının hareketlerini hatırlamaya ve hafızamızda bir
köşede dâima yaşatabilmemiz için genç kuşaklara bir bilgi buketi olarak
kronolojik ve özetlenmiş bir hâlle sayfamızı süsleyelim.
Dörtyol Baskını
1918 senesinin İl/Aralık günü dörtyüz kişilik ermeniler-den
meydana gelmiş bayrağı Fransız taburu portakal bahçeleriyle ünlü Dörtyol
kasabasında daha önceden işaretlenen müslüman evlerine bir toplu baskın
uyguladı. Ahali bu baskına karşı koymayı bildi ve elleri bağlı teslim olmamak
gerektiğini adetâ haykırmış oludu. Bu karşı koyuş sonrasında bölge halkı
mukavemet teşkilâtlarını tesise başladılar böylece Güney bölgemizde ilk
mukavemet harekâtı 19/Ara-lık/1918'de Dörtyol'da başlamıştır diye not düşmüştür
tarihçiler. Çoğunluğunu ermenilerin teşkil ettiği 1500 Fransız askeri
Mersin'e çıkıp, Aralık 17'de Tarsus'a ve Adana'ya tecavüzle işgali
gerçekleştirdiler. 27/Aralık Pozantı'nın işgale uğradığı gün oldu.
Fransızların bir başka ermeni kopilleriyle doldurulmuş birlikleri,
20/Aralık/1918'de işgal etmiş idi. Pozanti'daki devlet anbarlanndan 50 tonu
yiyecek, 150 tonu arpa ve diğer hububat olmak üzere çalarlarken, Yüzbaşı
Mustafa adlı bir zabitimizi de kendilerine engel olma vazifesini yerine
getirirken şehid ettiler. Zâten 9/Ocak'da da Albay Romyö isimli bir Fransız
Adana bölgesine genel vali unvanıyla hükümet konağına yerleştirildi. Hemen
ilâve edelim ki; bu bölgedeki işgal hareketleri M.Kemâl Paşanın malum olan
büyük vazifesine gönderilmesinden evvel cereyan etmekte ve efrad-ı millet,
kendi inanç ve tecrübesi içinde; kaymakam, müftü, askerlik şubesi mensupları ve
bölgenin ağa ve beylerinin, nahiye müdürlerinin, muhtarların ve imamların vaaz
u teşvikiyle teşkilatlanmaya başlamış bulunuyorlardı. Bütün bunlar olurken,
daha önce Suriye'ye göç etmiş bulunan ermenüer, Fransız birliklerinin içinde
yer alan hayli ermeninin yanında olduğu halde bölgeye avdet ettiler. Amanos
dağının doğu ciheti idaresi, İngilizlerin Fransızlara devretmesiyle başka bir
şekil aldı. Herhalde, bu şeklin Fransız/Ermeni işbirliği olacağını izaha gerek
yoktur. 1919 yılının ilk ayının içinde İngilizler, CJrfa ile Maraş'ı ele
geçirirken buradaki ermenilerde hemen kendi güçlerini tahkim için hareke te
geçmekten geri durmadılar. İngilizlerin 7/Mart/1919'da Kozan'a geldikleri
görüldü.
Adana bölgesinin Fransızların işgalinde olması hasebiyle
İngilizler, 1919'un Ekim ayı sonu, Kasım ayı başı itibarıyla kendi idareleri
altında bulunan Kilis, Antep, Maraş ve ürfa'yıda Fransız idaresine devretti. Bu
arada da M.Kemâl Paşa Hâlaskâran vazifesi olan 9.ordu birlikleri müfettişliği
vazifesini Sultan Vahdeddin'in müzaheretiyle almış bölgeyi yakından bilmesi
ve gelen haberlerin ise umduğu gibi çıkması Müfettiş Paşa'nın bölgeyi kontrolü,
artık o makamın verdiği selahiyetle değil 4/EylüI/1919'da Sivas'daki büyük
kongreden sonra seçildiği Heyet-i Temsiliye riyaseti selahiyetiyle
gerçekleşmiş oluyordu.
Fransız işgal kuvvetleri, ermenileri av köpeği gibi kullanıyorlar
ve asırlarca beraber oturup birlikte yaşadığı insanlara şimdi ölüm
yağdırıyorlardı. Bahse konu işgal bölgesinde Fransız birlikleri içinde onbin
ermeninin asker olarak yer almış bulunduğunu göz önüne alırsak karşımıza çıkan
manzara ne büyük bir ihanetin karşısında olduğumuzu ortaya koyar sanırım.
Ayrıca bölgede kalmaya devam eden ermeniferinde istisnaları hâriç, silahlandığı
görülmüştü. Saimbeyli, Doğanbeyli ve Şar bölgesinde temerküz ettiler.
Dörtyol'daki müslüman ahalinin mukavemeti,suya atılan bir taş gibi nasıl ki
taşın düştüğü yerin etrafa dâireler hâlinde bir su akımı meydana getirdiği
görülürse, işte bu mukavemet taşı aynı te'siri göstermiş 1919 yılı sonunda
İstanbul'da Kilikyalılar Cemiyetinin kurulduğu haberini aldı bölge ahalisi.
Bilindiği gibi Kilikya, eşittir Adana mânasına gelir. Kilis'de ise Müda-faa-yı
Hukuk Cemiyeti teşkil olunurken, hukuk fakültesi talebesi olan Saim bey adlı
bir genç de Kozan'da mücadele-İ mifliyeyi sağlayacak cemiyeti te'sis eyledi. Ne
var ki daha sonra Fransızlar ile meydana gelen sıcak çatışmalarda şeha-det
şerbetini içti genç Saim Bey.
Mukavemetçilere Zabit
Milletimizin; İstiklâline olan düşkünlüğü her haliyle kendini
böyle ortaya koymuşken, Amasya tamimi, Erzurum ve Sivas kongrelerinin açtığı çığır
ve heyet-i temsiliye İstanbul'u dünya siyaset mahfilleriyle başbaşa bırakıp,
onların düşmanları oyalamasını temine bırakırken, vatanseverlerin bu otoritenin
idaresi altında düşmanın taarruzlarını boşa çıkaracak daha sonra da onları
memleketin hârim-i ismetinden tard edecek tedbirleri almakla uğraştığını bütün
dünya duymağa hâttâ görmeğe başlamıştı. İşte bu Heyet-i Temsiliyenin riyasetini
temsil eden M.Kemâl Paşa bölgedeki hâlin alacağı durumu göz önüne alarak
teşkil olunan başıbozuk kuvvetlerin başına nizami subayların gönderilmesinde
pek mühim faydalar mülahaza ettiğinden, o zamanlar topçu binbaşı olarak
ordumuzun güzide bir zabiti Kemâl Bey(daha sonra Tüm.general Kemal Doğan)i,
Kilikya Kuvva-yı Milliye kumandanı olarak gönderirken, Yüzbaşı Osman
Nuri(general Osman Tufan)yi,Ceyhan Nehrinin şark cihetine, Yüzbaşı Ali Ratıb'ı
(Sinan Tekelioğlu) Ceyhan Nehrinin garb cihetine, Yüzbaşı Salim (Kurtoğlu
Yörük) ile Üsteğmen Asaf'ı (Kılıç Ali) beyleri Maraş bölgesine memur etti.
Trakya Ve İstanbul'un Durumu
Târİh 30/Ekim/1918'i gösteriyordu ki, Mondros mütarekesi imza
olunmuş, gerek gemi lerimizdeki gerekse müstahkem mevkıilerdeki Alman
zabitleri yerlerini subaylarımıza bırakmak suretiyle çekilmişlerdi.
Çanakkale'yi muhafaza eden mayınlar toplandı.6/Ka-sım/1918'de Çanakkale'ye
İngilizlerden teşkil olunmuş bir heyet geldi. Tabyalar, yüzde 10'unu bizim
askerin teşkil ettiği birliğe bırakıldı. İngiliz inzibat subayları bir kaç gün
sonra İstanbul'a geldiler. Kasım ayının ilk on gününde Boğazı 61 adet savaş
gemisi geçti. İstanbul Boğazı üzerinde demirlediler ve bir çoğu toplarının
namlularını Saraylarımızın üzerine tevcih etmiş olduğu üzüntü ile müşahede
olunuyordu. İşgalciler 6/Kasım'da Trakya sınırımızdan içeri girmek suretiyle
bazı yerleri de işgale tâbi tutarak ilerlediler.
Dörtbin kişiden .meydana gelen bir Fransız kuvveti de Bakırköy
istasyon önlerine 18/Kasım'da geldiler. Beş gün önce denizdeki filo'dan çıkan
İngiliz-Fransız karma birliği Beyoğlu yakasına yerleştiferdi. 23/Kasım'da
İstanbul'da yaşayan azınlıkların çılgın tezahürat ve avazeleri arasında Fransız
generali Desprrey, Beyaz bir at üzerinde Fâtih Sultan Mehmed Hân'dan intikam
alırcasına şehire giriş yaptı. İngiliz kumandan general Milne, İngiliz ordusu
komutanı olarak, yine Trakya ve Boğazlar komutanı olarak da Wilson adlı
general karargâhlarını İstanbul'da kurdular general Desprrey'İn komutanlığının
Selanik havalisini kapsadığını ileri sürerek İstanbul içinde emirlerini tatbike
fırsat vermediler. Ancak; İstanbul'da bir çok Rum'un bulup buluşturup veya
İngilizlerden temine muvaffak oldukları İngiliz üniformalarını giymişler
taşkınlıklar yapıp gözüne kestirdiklerine karşı lisanen ve müessir fiillerde
bulunmuşlardır. Donanmamızın boynu bükük şekilde İzmit'de düşmanın göz altında
olması, ayrıca haysiyetimize vurulmuş bir dar beydi ki veyl mağlubun hâline..
Bu sözümüzün hemen peşinden şu vak'ayı buraya nakil ile bu haftaki yazımızı
tamamlamış olalım. "Meclis-i mebusan'da Divâniye mebusu Fuad Bey,
düşmanın mütareke ahkâmına uygun davranmadığını ileri sürüp bazı tatbikatten
şikâyetçi olduğunda Hâriciye nâzın zat, verdiği cevapda, <hüküm galibindik
sözünü kullandığında, Trabzon mebusu Hafız Meh-med Bey şunları söylemeden
edemedi: <Mütarekenin tatbikinde bu kadar müsamaha gösteren bir hükümet,
yarın sulh masasında haklarımızı ne dereceye kadar müdafaa edebltr? Bir millet
kendini müdafaa ederken bile namusu ile şerefi ile ölür!> Dedi Bu sözlerin
önemi zamanla anlaşılmıştır.
Zafer'e Doğru Koşuluyor
Kilikya hududu,İskenderun'un işgali,halkın ağlayışları ve feryadı,
İngiliz baskısı, Erme niler'in Adana marifetleri, halk silahlanıyor, savunma
teşkilâtlan kuruluyor, Güney'deki Ermeni kuvvetleri, Maraş'ın İngilizler
tarafından işgali, Ermeni askerlerinin vahşeti, İşgalde nöbet değişimi, Maraş,
Grfa ve Antep şehirlerinin işgalini Fransuzlara ciro, Kıyam-i Millînin; Sütçü
îmam'ın silahından çıkan mermi ile bölgede aksiyona geçmesini, Türk Bayrağının
indirilmesi şartıyla dans yapacağını bildiren şıllık'ı tatmin için
bayrağımızın kale'deki burç-dan indirildiğini gören hemen kale'nin yanındaki
evde ikamet eden Mehmed Ali Bey'in yüreğinden damlayan kan, beyninden süzülen
düşünceler vede kâğıda dökülen ifadeler, Alsancak başlıklı mektup CJlucâmi'nin
bir kaç yerine bir kaç kopya hâlinde bırakıldı, yazarı tarafından ve meali
şöyle idi yazılanın: "Ey asil Türk Milleti, milli varlığın ve dinin
Ölüyor. Dedelerinin kanı mukabilinde fethetti ğin kale'nin burcundaki al
sancak, Fransızlar tarafından indirilmiştir. Acaba sen de bunun yerine koyacak
bir kaç Türk kanı yokmudur? Soğukkanlılıkla korkmadan alsancağımızı tekrar
yerine koyalım ve gururla yerlerimize dönelim. Korkma seni buradaki bir kaç
Fransız kuvveti kıramaz. Buna emin ol!" 5/Ka-sım/1918' de, başlayan bir
çizgiden mücadele-i istiklâl'e koşuldu Kilikya hududu ifadesiyle belirtip
diğer başlıklarla işleri özetleyip, sancak indirilmesine tahammül edemiyen bir
evlâ d-ı vatanın ümmete feryadını cami merkezli duyurusunu belirtip, meâlen
ifadeyi de okurumuza naklettik.
İstiklal İçin Çalışan Cemiyetler
Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti;
l/Arahk/1918'de Edirne'de hayat buldu. Esas işi, Trakya topraklarında yaşıyan
azınlıkların tehlikeli faaliyetlerini önlemekti. İşler, Osmanlının kötü bir
akıbete duçar olması hâlinde hiç olmazsa Trakya topraklarında küçük ve
bağımsız bir devlet kurmak idi. üç gün sonra da, yâni 4/Arahk/ 1918'de, merkezi
İstanbul, şubeleri Erzurum ile Elaziz olmak üzere kurulmasında Said Paşazade
tanınmış şâir ve edib valilerimizden Süleyman Nazif Bey'in destek ve
teşebbüsüyle tesis edilmişti. 10/Mart/1919'da da Erzurum şubesi Cevad
Dursu-noğlu tarafından açılmıştı. Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti
12/Şubat/1919'da kurulmasıyla Pontusçülere bir korku salan teşkilât
olmuştur. 1918 senesinin 14/Aralığında
tesis olunmuş olan İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti Vali Nureddin
Paşa'nın yardımıyla büyük hizmet vermiştir. İzmir Reddi İlhak Cemiyetinin ilk
adı Müdafaai Vatan Heyeti iken işgalden önce 14/Mayıs/1915'de bu adı almıştır.
Sivil ve askerî idare çilerle işbirliği yaparak Kuva-yı Milliye'yi destekledi.
Bu cemiyetin bir parçası olarak kurulan Hareket-i Milliye Cemiyetinin
kurucuları da, Celâl Bayar(Gâ-lip Hoca),Vasıf Çınar, Mustafa Necati ve Hacim
Muhiddin (Çarıklı) adlı kendileri herkesçe bilinen vatanperverlerdir. Millî
Kongre teşkilâtı Göz Hekimi Esad (Işık) Paşa tarafından İstanbul'da
kurulmuştur. Bu kongre, Vahdet-i Millîye, Millî Ahrâr, Sulh ve Selâmet gibi
partilerle fakülteleri, dernekleri, ocakları, hayır kurumlarını içine alan
altmış kurumdan meydana gelmiş olup, ilk defa Kuva-yı Millîye tâbiri bu ortak
hareketle kullanılmıştır.
Azınlıklarda Gelince!
Mavrimira Cemiyeti, Pontus Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti, Teâli-i İslâm
Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyete, Trabzon ve
Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti hakkında da biraz bilgi verelim ve ondan
sonra mütareke sonrasında ki ordunun durumuna eğilelim.
Mavrimira cemiyeti, 1814'de kurulmuş bulunan Yunan emellerine
hizmet ve bunların mücadelesini yürüten Etnik-i Eterya cemiyetinin yarım
bıraktığı işleri tamamlamak vazifesini yüklenmiş ve Megalo idea denen Yunan
hedefi, Bizans Devleti ihyasına faaliyet gayreti içinde olan eli kanlı bir
fesat cemiyetidir. Rumlarla ilgili hayır kurumlarının, her birinin tepesine
birer Yunan subayı yerleştirilmişti. İstanbul'da kırkbin Rum
silahlandırılmıştı. Bu silahlı adamlar Tatavla da denilen Kurtuluş'da,
Galata'da ve Fener civarında bulunmaktaydılar. Bu cemiyet üyeleri Ayasofya'ya
altın çan takmak, kimileride Hrisantos adlı kan dökücü haydutu hapisten
çıkarıp, bilhassa polis katilliğine soyunmuş birini takviye eden bir cemiyet
olup, Muharrem Bey isimli bir başkomiser bu şeriri izale etmeyi başarmıştır.
Bu cemiyet ayrıca Bizans'ın çift başlı kartal taşıyan bayrağını ülkemizin
semalarında dalgalandırmak hisleriyle yanıp tutuşmaktaydılar.
Pontus cemiyetine gelince bu cemiyetin 1904'deki kuruluş
versiyonunu ileri sürenlerin cemiyetlerinin Miladdan önce 3.yüzyılda kurulmuş
bulunan Pontus krallığının torunları olduğunu ileri süren Trabzon Rumları
tarafından kurulmuştur. Bunlar; 1.Cihan savaşı esnasında yâni 1914-1918
arasında ve mütarekeden sonra müslüman ahaliye çeşitli baskınlarla hayatlarına
fecii bir zulümle son vermekteydi ve bunlar Avrupa ve Yunanistan'dan büyük
yardımlar almaya başlamışlardı,. Hayallerinde yaşattıkları Trabzon veya
Samsun'dan birini devletlerine merkez yapabilmekti. Faaliyete geçtiklerinde
bunları durdurma yoluna resmî birlikler ile gitmek, Mondros'un ihlâli
sayılacağından, böyle bir i'jhama mâruz kalmamak için ahali harekâtı, milis
harekâtı sivil subayların organizasyonuna teslim edilmiş ve bunların
tesirlerinin 1922'ye kadar sürdüğü, Sakallı Nureddin Paşa, Yarbay Mustafa (orgeneral
Muğlalı) Bey vede Giresunlu Topal Osman Ağa, Trabzon'da da Yahya Kâhya bunların
izâlesinde büyük hizmet vermişlerdir.
Kürd Teali Cemiyeti ki Kürd Yükselme Cemiyeti diye
sa-deleştirilebilir olan bu isimli cemiyet 1919/Mayısında tesis edilmiştir.
Elaziz, Bitlis gibi vilâyetlerin de içinde bulunduğu bir Kürd devleti kurma
hedefi taşıyordu. Ziya Gökalp olsun, Süleyman Nazif Beyler onların bu gayesine
itiraz ve doğruyu göstermeye çalışmaları bu cemiyetin yayın organlarında
haylice ağır yazılar ile saldırmışlardır.
İslâm Teâlii cemiyeti 1919 şubatında teşkil olunmuş din-i bir
devlet kurmak düşüncesi ni gaye edinmişken, hürriyet ve itilaf partisini de
desteklemişlerdi. Ancak etkileri olmamıştır.
İngiliz Muhipleri cemiyeti de, 1919 Ağustosunda İstanbul'da kuruldu.
Saltanat ve hilafet taraftarı olanlarla burada olmakta menfaat görenler, kimi
kumandanlar, Said Molla gibi dinle rabıtası olan kimseler cemiyetin üyeleri
arasında bulundular. Cemiyetin hedefinde Rahip Fru gibi adamlar vasıtasıyla
hilafet ve saltanatın aracılığıyla İngilizlere İltisaka götürmekti. Paraların
İngilizlerce verildiği de ileri sürülmektedir. Osmanlı dâhiliye nâzın Ali
Kemâl Bey, Mehmed Ali Bey ve Said Molla cemiyetin önemli kişilerindendi ve
padişah ile sadnazam Dâmad Ferid Paşanın bu cemiyetin üyesi olduğu rivayeti
vesikalandırılamamıştır.
Wilson Prensip cemiyetine gelince; 4/Ocak/1919'da tesisi kabil
olmuştur. Amerikan manda'lığıni isteyenlerce kurulduğu görülür, Amerika medeni
bir ülkedir ve bunlara bağlandığımızda kısa zamanda güçleneceğimizi düşünenler
arasında gazeteci Ahmed Emin Yalman ve İsmail Hami Danişmend'de
bulunmaktadırlar. Mustafa Kemâl Paşada buna karşı çıkmış ve vatanseverleri
iknaaya muvaffak olmuştu.
İstanbul'da 1919 Aralık ayında kurulmuş olup, adı Trabzon ve
Adem-i merkeziyet cemiyeti Trabzonlu Rumlar, bu şehrin Ermenilere verileceği
rivayetini duyduğunda bu cemiyete taraftar olmuşlardır. Bunlardan Metropolid
Lavrendius, bu Adem-i Merkeziyet'e yakınlaşmış Pontusçuların vazifeden çekil
sözünü redetmiş ben buraya padişahın emriyle geldim demek suretiyle vaziyetini
açıklamak meziyetini göstermiştir.
Mütareke Sonrasında Ordumuz
İşgal devletleri İstanbul'a gelmeden evvel Osmanlı genel kurmayını
sıkıştırmak suretiy İe ordumuzun pek büyük bir kısmını terhise tâbi tutturmaya
muvaffak olmuştur. Elimiz de silah altunda dokuz adet kolordu ile yirmi adet
tümenden müteşekkil bir efrad bulunuyordu. Bunun teşkilâtlanması yazışmaları
yapılırken, İngilizler bu işte kontrole önem veriyor bu sebeble de kuruluş
hayli aksıyordu. Ankara hükümeti bu arada teşkilâtını tamamlayıp varlığını
hatırlatınca, bu yazışmalar hükümsüz hâle dönüşmüştür.
Mütareke Hükümleri Gereği Teslimat
Yapılan silah bırakışması antlaşması gereğince Osmanlı genel kurmay
Başkanı Kavaklı Mustafa Fevzi Paşa (mareşal Çakmak) ile İngiliz Generali Milne
Osmanlı ordusunun 50 bin kişilik istihdamla kurulmasını anlaşırken, 48 bin
tüfek, 200 bin süngükolu, 295 tane top kaması teslim etmek zorunda kalırken,
ellin kişiyi aşan eratın terhisi yapılıyor, böylece de, ordunun tamamında
408778 tüfek, 240 makineli tüfek, 256 adet topa mâlik olunacak tarzında bir
sınır konulmuştu. Târih 1919/Mart ayını işaret ederken 337.615 er'in terhisini
yapmışız trenlerimizin yetersizliği, terhis edilen askerin memleketlerine
kafileler hâlinde yaya olarak sevk edilmişti ki, bu nasıl bir eziyet, ne acıklı
bir haldi. Bu askerin içinde, topal, çolak, yaraları yeni iyileşmiş nice
gaziler olduğu gibi zayıf düşmüş Mehmedçiklerde bulunuyordu.
Yeni Tanzim
Elde bulundurulmasına müsaade edilen ve tanzim olunan
kuvvetlerimizin tanzimi aşağıdaki şekilde tanzim olundu.
1.Kolordu;
Merkezi: Edirne; 41. Ve 61 .Tümenler
25." " ;
" " İstanbul 1. Ve 10. "
14." " ;
" " Tekirdağ 44. Ve 61. "
17." " ;
" " İzmir 56. Ve 57. "
20." " ;
" " Ankara 23. Ve 24. "
12." " ;
" " Konya 11. Ve 41. "
3." " ;
" " Sivas 5.Kafkas Tümeni
ve 15.Tümen
13." " ;
" " Diyanbekir 2.
Ve 5. Tümenler
15." " ;
" " Erzurum 2. 9. 11. Ve 12.
Tümenler
Kadrodaki yirmi tümeni meydana getiren sayıdan,bir tümeni
İzmir'de Yunanlılar dağıtmış, dört tümenimizde İstanbul ve Trakya'da kaldığınından
böylece yirmi tümen olan yekûn gücümücün dörtte birinden istifade edememekle
karşı karşıya idik.
Karakol Cemiyeti
Mütareke ile beraber, evlâd-ı vatan harekâta geçmiş ve çeşitli
tulumbacı kulüpleri, futbol takımları, şehir kabadayıları, devlet görevlerinde
genç kâtipler, esnaf loncaları, nice değerli hoca efendiler düşmandan halas
olmak için gerek cemaatlerini gerekse muhitlerindeki kıraathaneleri dolaşarak
gönüllü temine gayret ederlerken, bunlardan İstanbuPuIumu-zun bizimde vaz u nasihatlerinden
müstefid olduğumuz Alasonyah Hacı Cemâl Efendi (Öğüt) merhum Beşiktaş semtindeki
kahveleri dolaşır, ahbablık kurduğu kişilerin kanaatlerini ölçüp biçer,aklı
yatanları evine götürür orada bir kaç tanesine tahlif yâni yemin ettirmek
suretiyle Milli Mücadele sancağı altına toplar ve kâh silah kaçırmada, kâh
bazı zevatı düşman elinden kaçırmak gibi mühim baskınlarda istihdam ettiğini
bu satırlar yazılırken hayatta olan Hikmet Öğüt hanımefendi hazretlerinden,
yapılan tahlifin yâni and içme esnasında, yemin edecekleri, Kur'an-ı Kerim ve
tabanca üzerine el koydurmak ve bunu yaptırırken de, gözlerin bağlı olduğunu
dinlemişizdir.
Beri yandan; Felah (yâni kurtuluş mânasına) gurubunun silah
kaçırmak için büyük depolan baskınla veya müslüman sömürge askerlerinin göz
yumması münasebetiyle soyması bunları Anadolu'ya sevk etmesi unutulmayacağı
gibi meşhur Kara Vâsıf Bey'in ünlü Karakol Cemiyetinin büyük hizmetleri
olmuştur. Hele Felah gurubu reisi o sıralarda binbaşı olan ve ordudan
Korgeneral olarak emekli olan Ekrem (Baydar) Bey, ki bu zâtında dönme olduğu
rivayeti vardır ve bunların hizmetleri hep takdirle yâd olunur. M.M Gurubunun
başkanı Topkapih Mehmed Bey ki fâkir-i pür taksir bu zâtı da Mah-mudpaşa'da ki
İrfaniye Çarşısında Manastır handa yarım asır evvel görmüş elini öpmüştük. Yine
bu zâtın arkadaşlarından Bican Bağcıoğlu, Muhasebeci İhsan Bey ile Topçu
Üsteğmen Burhan, deniz Yüzbaşı Hakkı, İnzibat bölük komutanı Seiâmi Tolunay
Beyefendiler de hizmetleriyle temayüz etmişlerdir.
Amasya Tamimi
İstiklâl mücadelemizin önemli bir merhalesini teşkil eder Amasya
Tamimi. Samsun'a mutasarrıf sıfatıyla bıraktığı Re-fet (Bele) Bey'i Amasya'ya
gelişinde az sonra yanına davet eder. Refet Bey gelmediği gibi, cevab da
vermez. Bu arada mutasarrıf olduğu Samsun civarını teftişe çıkan Albay Refet
Bele, Amasya'ya gelmiştir. Daha önceden müsveddesi hazırlanmış bazı tahriratın
yeni gelen arkadaşlarca imzalanmasını taleb eden M. Kemâl Paşa,odasında oturan
Rauf (Orbay) Bey ile Refet (Bele) Beylere bu kâğıtları imzalamalarını söylediğinde
Rauf önce imtina eder, bilahire bunun târihi bir hatıra olduğunu hatırlatan
M.Kemâl'in ricasını tekrarlaması üzerine imzalar. Refet Bey, imza atmayı kabule
yanaşmaz Bunun üzerine M.Kemâl Paşa; yan oda da oturmakta olan Ali Fuad
(Cebesoy) Paşayı yanına çağırtır ona beyanda bulunur ve bunun üzerine Ali Fuad
Paşa da kâğıdı imzalar. Bunun üzerine Refet Bey müsveddeyi eline alır ve
kendinin anlayacağı bir işaret koyar. Bu işareti müsvedde de bulmak pek
müşküldür. Bu müsveddenin en bariz tarafı şu satırlardır: "Artık;
İstanbul, Anadolu'ya hâkim değil, tâbi olma mecbur-tiyetindedir." Bu
tamimin yayınlanışında, 22/hazi-ran/1919'da Kâzım Karabekir Paşayla Mersinli
Cemâl Paşa da telgraf mâkinası tasdik etmişlerdi. Şimdi bu tamimden sonrayı bir
kronoloji hâlinde sahifelerimize alacağız ve İstiklâl harbimizin komuta
kadrosunun mensuplarını ve vazife icra ettikleri birlikleri ve o dönemdeki
rütbeleriyle kaydederek, dizimizi tamamlama yoluna gideceğiz.
24/Haziran/1919; Padişah Vahdeddin Hân'a M.Kemâl Pa-şa'dan
telgraf, "..böyle bir zihniyetin hiç bir yerde kabul ue tatbik noktası
bulmadığını şükranla arzeylerim"
27/Haziran/1919: Mustafa Kemâl Paşa'nın Tokat'tan Sivas'a gelişi
ve Vali Reşid Paşa tarafından karşılanışı, bu Vali paşa meşhur tarihçi ve
devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa'nın damadıdır. Aynı gün ve târihde, Ali Fuad
(Cebesoy) Paşa'nın Ankara'da erkân-ı devletin askeri ve sivillerine yayımladığı
beyannameden: "İcabında mevkı-i memuriyetimden ayrılarak bir ferd-i
millet olarak mübarek vatan ue mukaddes milletim uğrunda çalışmağa devam
edeceğimi alenen taahhüt ediyorum.."
3/Temmuz/1919: Mustafa Kemâl Paşa'nın Rauf bey ile beraber
Erzurum'a gelişi halk ve asker tarafından sevgi gösterileriyle karşılanışı ve
istanbul'da dahiliye nazırı Ali Ke mâl bey'in; valilere: "Ordu
müfettişleri ve ordu kumandanları İttihat ve Terâkkinin bakiyesidir.
Seferberlik emri verilirse ahali bunu icra etmesin", Tarzındaki tamimine
15.Kolordu komutanı Kâzım Karabekir'in karşı tamimi: "Doğu'nun müdafaasından
ben me'sulüm. Kanun bana bir tehlike anında seferberlik emri vermek
selâhiyetini vermiştir. Her kim olursa olsun, seferberlik emrine uymazsa
derhal divân-ı. harbe veririm " olmuştur.
23/Temmuz/1919: Erzurum Kongresi açılıyor ve M.Kemâl Paşa Reis intihab
ediliyor.
27/Temmuz/1919: Kâzım Karabekir Paşa ile Albay Raw-linson'un
Erzurum'daki mülakatı ve Amiral Galdroph'dan Lord Kurzon'a: "Şu ihtimâli
göz önünde bulundurmalısınız. Hadiseler öyle bir şekil alabilir ki, küçük
Asya'da bağımsız, muhtemelen gayet fanatik ve avrupa aleyhtarı bir hükümet
kurulabilir. Böyle bir hükümet İstanbul'un yetkisini ve padişahın egemenliğini
ret edebilir" Demektedir.
4/Eylül/1919: Sivas Kongresinin açılışı, M.Kemâl Paşa'nın açış
konuşması ve kongre reisi seçilmesi.
Sivas Kongresi'ne Bakış
Sivas kongresi 4/EyIüi/1919'Perşenbe günü saat: 15'de M.Kemâl
Paşa'nın başkanlığın da çalışmaya başladı. Kongreye iştirak eden delege adeti
kırk kişidir. Çalışmalar sekiz gün sürmüştür. 11 /Eylül/1919 günü saat 11.30'da
son bulmuştur. Kongreye katılan ve adlan bilinen delegeler şunlardan
ibarettir:
1-Mustafa Kemâl Paşa/2-İsmail Fâzıl Paşa <Ali Fuad Ce-besoy'un
babasi/3-Hüseyin Rauf Orbay/4-İsmail Hami Da~ nişmend <İstanbul delegesi>
/5-Albay Kara Vâsıf Bey istanbul delegesi>/6-Dr.Hikmet Bey (Orhan Boran'ın
babası) /7-Mehmed Şükrü Bey <Afyonkarahisar delegesi> /8-Salih Sıtkı Bey
<Afyonkarahisar delegesi> /9-Bekir Sami Bey <To-kat delegesi>
/10-Albay Refet Bey <Samsun delegesi> /ll-Boşnakzâde Süleyman Bey
<Samsun delegesi> /12-Başa-ağazâdeYusuf Bey <Denizü delegesi>
/13-Küçükağazâde Necip Ali Bey <Denizli delegesi> /14-Dalhanlızâde Mehmed
Şükrü Bey <Denizli de legesi> /15-Hakkı Behiç Bey <Denizli
delegesi> /16-Hoca Râif Efendi <Erzurum delegesi> 17-Şeyh Fevzi Efendi <Erzincan delegesi>
/18-Ahmed Nuri Efendi <Bursa delegesi> /19-Osman Nuri Bey <Bursa
dele-gesi> /20-Siyahizâde Halil İbrahim Efendi <Eskişehir delege-si>
/2Î-Bayraktarzâde Hüseyin Bey <Eskişehir delege-si>/22-Hüsrev Sami Bey
<Eskişehir delegesi> /23-Mâcit Bey <Alaşehir delegesi> /24-Zeki Bey
<Kastamonu delegesi> /25-Mehmed Tevfik Bey <Kastamonu delegesi>
/26-Abdur-rabman Dursun Bey <Çorum delegesi> /27-Dellâlzâde Hacı Osman
Efendi <Nevşehir delegesi> 28-Halit Bey <Bor dele-gesi> /29-Mustafa
Efendi <Niğde delegesi> /30-Mazhar Müfit Bey <Hakkâri delegesi>
/31-İbrahim Süreyya Bey <Saruhan deiegesi>dir.
Bu delegelerin çok büyük bir kısmı Sivas'a gelmişler ve aralarında
bir çok meselede ortak noktalar oluşturmuşlar ve Mustafa Kemâl Paşanın
gelmesinden önce 25 delegenin Mandater idaresi hakkında bir muhtıra hazırlamış
olduğu varittir. Bu hususda M.Kemal Paşa şunları söylemektedir: "Öç gün
ittihatçı olmadığımızı teyid için yemin etmek lüzumu ile yemin formülü
hazırlamakla, padişaha arıza yazmakla ue kongreyi tebrik için gönderilen
telgraflara cevap yazmakla ve bilhassa kongre siyasetle uğraşacakmı?
üğraşmayacak-mı? Münakaşası ile geçti İçinde bulunan mücadele ue faaliyet
siyasetten başka bir şey değil. Bunu münakaşa etmek şâyan-ı hayret değilmidir?
Delegelerin mühim bir kısmı ittihatçı idi. Buna rağmen her biri ittihatçılık
yapmayacağına yemin etti." M.Kemâl Paşa daha sonra şunları ifade eder:
"Erzurum Kongresinde alınan müdafaa kararı, Ermenilere ue Rumlara karşı
alınmış iken, Sivas kongresinde her türlü işgal ue müdehaieye karşı müdafaa ve
mukavemet etmek kararı verilmiştir..." Daha sonra mandaterlik hakkında
İstanbul delegesi İsmail Hami (Danişmend) Bey tarafından hazırlanıp 25 delege
tarafından imzalanıp manda muhtırası ise müzakereye getirildi. İstanbul
delegeleri oradaki telkinlerin tesiri altında idiler. İstanbul'dan gelirken
Braun adında bir Amerikan gazetecisini de beraberlerinde getirmişlerdi. Bu
gazeteci Türkiye'ye 50 bin kişilik bir işçi ordusu getirip Türkiye'yi imâr
ettireceğini söylemiş bulunuyordu. Manda teklifini müdafaa edenler arasında
Rauf, Refet, Bekir Sami ve Kara Vâsıf Beyler ile İsmail Fâzıl Paşa da vardı. Bu
görüşe eğilim sebebi olarak da; 500 milyon (günümüz parasıyla 500 katrilyon)
Osmanlı lirası borcu olan ve yıllık geliri oniki milyon civarında geliri olan,
verimli bir toprağı bulunmayan bir ülke yabancı desteği olmadan yaşayamaz,
ikinci olarak parasız, ordu-suz ne yapabiliriz? Modern milletler hava da
uçuyorlar. Biz daha kağnı ile ekin taşıyoruz. Onlar zırhlı yapıyor, biz yelkenli
bile yapamıyoruz. İzmir, Yunanistan'da kalsa düşmanımız vapurla asker
getireceği halde biz hangi şimendifer yâni trenle nakliyatı gerçekleştireceğiz?
Diye ileri sürmek suretiyle ülkenin manda olmasına taraftar olduklarını beyan
ediyorlardı. M.Kemâl Paşa, mandacılara Braun adlı Amerikalı gazeteci ile
görüştüğünü bu adamın manda'lık teriminin ne olduğunu dahi bilmediğini, ayrıca
da Amerika'nın da rnanda-terlikten yana olmayacağını ifade ettiğini
naklettikten sonra
M.Kemâl Paşa, manda taraftarlarını susturan yine mandacılığı
savunan Rauf Bey'in olduğunu çünkü, Amerikan kongresinden memleketimizi tetkik
edecek ve hakikati ortaya serecek bir kurul davet olunmasını teklif olarak
ileri sürdü ve bu teklif ittifakla kabul edildi. Şeklinde bilgi vermektedir.
AB~ D'ye çekilen tel- grafın ülkenin o günkü durumunuda ortaya sermesi
açısından ehemmiyeti münasebetiy le buraya nakli uygun bulduk: "Amerika
Birleşik Devletleri Ayan meclisi reisliğine, Rumeli ve Anadolu'nun bütün
müsiüman halkını temsil eden ve Osmanlı imparatorluğunun Anadolu ve Rumeli'deki
bütün vilâyetlerinin temsilcilerinden mürekkep olan Sivas Milli kongresi,
4/Eylül/1919'da bir araya gelmiştir Gayeleri şunlardır:
Memleket halkının ekseriyetinin arzularını yerine getirmek, bütün
azınlıkları himaye altında bulundurmak, bütün vatandaşların can ve adalet
yolundaki haklarını teminâta bağlamak. Sivas Milli kongresi Osmanlı
imparatorluğu halkı içindeki ekseriye tinin arzularını ifade eden bir karar
suretini 9/Eylül/1919 günü kabul etmiştir. Bu kararın içinde bulundurduğu
prensipleri, Sivas Milli Kongresi, Birleşik Amerika Devletleri Ayan meclisine
şu ricada bulunmayı bu gün yine ittifakla kararlaştırmıştır.
üyelerinizden kurulu bir komiteyi Osmanlı devletinin her köşesine
göndermenizi diliyoruz. Bu komite hususi menfaat ile alâkalan olmayanlara ve
millete has olan ber rak görüşte, Osmanlı imparatorluğunda fiili surette hüküm
süren hal ve şartlan gözden geçirmelidir. Böyle bir tetkik; Osmanlı İmparatorluğuna
ait nüfusun ve arazinin mukadderatı hakkında bir sulh antlaşması gereğince
keyfi kararlar verilmesine meydan bırakılmazdan evvel yapılmalıdır."
İmzaların sahibi aşağıdaki zevattır. Sivas kongresi adına: Reis:
Mustafa Kemâl Paşa-Reis Vekili: Hüseyin Rauf Bey-2.Reisvekili: İsmail Fâzıl
Paşa-Kâtipler: İsmail Hami ve Mehmed Şükrü
Meclisin Açılması
16/Mart/1920'de İstanbul kanlı bir işgalin altına girerken,
Meclis-i Mebusan'da dağıtıldığından Osmanlı devlet başkentinin artık millet
mukadderatına vaz u elyed koyamayacağı tabii olduğundan Ankara'da bir millet
meclisi teşekkül ettirilmesi karargir oldu. Aslında Hüseyin Rauf Bey'in,
meclis-İ mebusanın kapanmasını temin için tevkif olunmayı da göze alarak,
İstanbul'a avdet edip, mebusan'da yaptığı tahrik edici konuşmalarıylada bunu
temine muvaffak olduğu böylece de, mebusların Ankara'ya gitmesinde müsbet ve
mühim ro-lünüde burada hatırlamadan geçmeyelim. Mustafa Kemâl Paşa, Rauf Bey'
in bu plânını pek tehlikeli bulmuş, İstanbul'a avdetine engel olmaya çalışmış
başına gelmesine muhtemel hâller arasında hayatını bile kaybedeceğini ifade
etmiştir. Nitekim de Rauf Bey, Meclis-i Mebusandan Kara Vasıf Beyle birlikte
işgal kuvvetlerince alınmış Malta'ya sürgüne gönderilmiştir. Bu olayların
akabinde; İstanbul'da mücadelenin yapılamayacağını anlayan mebusların ve
Anadolu'nun livalarında yapılan seçimlerle de, boş sandalyeler temsilcilerine
kavuşturmuşlardır. Bundan sonra da, Millet meclisi İstiklâl savaşımızın merkez
üssü olmuştur. 23/Nisan/1920'de Cuma günü ve Cuma Namazından sonra küşadı
yapılan BMM'si başkanını seçmiş ve bu meclisin hükümeti de kurulmuştur. Bu
hükümet Milli Mücadeleyi süratle muntazam askeri birlikler teşekkül etmek
çalışmalarına girişmiştir. Bu meclisin başkanlığına M.Kemâl Paşa, 110 rey
alarak seçilirken Hacıbektaş Çelebisi Cemaleddin Efendi 2.başkanvekilliğine,
Haydar Refik, Muhiddin Baha, Cevdet Atıf, Rasim ve Eyyaz Beyler kâtipliklere
Emir Paşa ile Süreyya Bey'c'e idare memurluklarına seçildiler. Ancak ilk
hükümet teşki! olunana kadar bir yürütme kurulu seçildi ki bu zevat, Albay
İsmet (İnönü), Feyzi (Çakmak) Paşa, Hamdullah Suphi, Hakkı Behiç, Adnan Beyler
ve Şeyh Servet Efendi'den meydana gelen altı kişi aşağıda ki adları yazılı
hükümet kurulana kadar yürütme kurulu adıyla görev yaptılar: Başbakan: Mustafa
Kemal Pa-şa-Şeriyye vekâletine: Mustafa Fehmi Efendi-İçişleri vekillisine:
Cerni! Bey-Bayındtrlık vekâletine: İsmail Fâzıl Paşa-Hâ-riciye vekaletine:
Bekir Sami (Kunduh) Bey-Sıhhıye Vekaletine: Dr.Adnan Adıvar-İktisat
vekâletine: Yusuf Kemâl Ten-girşenk Bey-Genel Kurmay başkanlığına: Albay İsmet
Bey(İnönü)-MilIi Müdafaa vekaletine: Fevzi(Çakmak)Paşa-Mâliye Vekaletine: Hakkı
Behiç Bey-Mâarif vekâleti: Rıza Nur Beylerden müteşekkil hükümet kuruldu.
İstiklâl Savaşı Komutanları Ve Subayları
Mustafa Kemâl Paşa'nın Samsun Çıkış Döneminde Birlikler Ve
Komutanları
BİRLİK VE MAKAM: 1.Kol.Ordu K.Edirne 49.Tüm.K. Kırklareli
6O.Tüm.K. Keşan 14.Kolordu Tekirdağ
55.Tüm.K. Tekirdağ 61.Tüm.K. Bandırma 61.Tüm.K. Bandırma 17.Kolordu K. İzmir
17.Kolordu K.Bursa 56.Tüm.K.İzmir 57.Tüm. K. Aydın 25.Kolordu K.İstanbul
25.Kolordu K.İstanbul l.Tüm.K. İzmit l.Tüm.K. İzmit 10.Kafkas Tüm K.İst. 2.Ordu
Müfettişi 2.Ordu Müfettişi 12.Kolordu K. Konya 12.Kolordu K. Konya
RÜTBE ADI VE SOYADI
Alb.Cafer Tayyar(Tümg.Eğilmez)
Alb.Şükrü Nâili(Korg.Gökberk)
Alb.Muhittin(Tümg.Kurtiş)
Tuğg.Yusuf İzzet Paşa(Met)
Yarbay Alaaddin(Tümg.Koval)
Alb.Muhittin(Tümg.Kurtiş)
Alb.M.Kâzım (Org.Özalp)
Tuğg.Aii Nâdir Paşa
Alb.Bekir Sami(Alb.Günsav)
Alb.Hürrem
Alb.Şefik(Alb.Aker)
Alb.Şevket
Tuğg.Aii Saİt(Org.Akbaytugan)
Yb.Mustafa Asım
Alb.Rüştü(Gnl)
Alb.Kemaiettin Sami(Korg.)
Tümg.Cemâl Paşa(Mersinli)
Korg.Esat Paşa (Bülkat)
Alb.M.Selahaddin(Kip)
Alb.Fahrettin(Org.Altay)
1 l.Tüm.K Pozantı
11.Tüm.K. Niğde
41.Tüm.K. Karaman
4l.Tüm.K. Karaman
20.Kolordu K.Ankara
23.Tüm.K.Afyon
24.Tüm.K. Ankara
24.Tüm.K.Ereğli
9. (3.)Ordu Müfettişi
3.Kolordu K.Sivas
3.Kolordu K.Sivas
5.Kafkas Tüm.K.Amasya
15.Tüm.K.
15. Tüm. K.Samsun
15.Kolordu K.Erzurum
3.Kafkas Tüm.K.Tortum
9.Kafkas Tüm.K.Erzurum
11.Kafkas Tüm.K.Van
12.Tüm. K.Horasan
13.Kolordu K. Diyarıbekir
2.Tüm.K.Silvan
2.Tüm. K.Silvan
5.Tüm.K. Mardin
Yb.Mümtaz(Alb.
Yb. Mehmed Arif(Ayıcı)
Yb.Mehmed Hayri
Yb.Nuri(Conker)
Tuğg.Ali Fuad(Korg.Cebesoy)
Yb.Ömer Lütfi(Argeşo)
Yb.Mahmud Nedim(Hendek)
Yb.Atif Ateşdağlı
Tuğg.Mustafa Kemâl(Atatürk)
Alb.Refet(Tümg.Bele
Alb.Çolak H.Selahattin(Köseoğlu)
Yb.Cemil Cahit(Org.Toydemir)
Yb.İsmail Hakkı
Yb.Şefik Avni(Özüdoğru)
Tuğg.Kâzım Karabekir(Korg)
Alb. Rüştü(Tümg)
Yb.Hafit(Tümg.Karsıalan)
Yb Câvit(Tümg.Erdelhün)
Yb. Osman Nuri(Tümg.Koptagel)
Alb.Ahmed Cevdet
Yb.Aşir(Tümg.Ath)
Yb.Akif(Tümg.Erdemgil)
Yb.Kenan(Korg.Dalbaşar
Doğu Trakya Harekâtı Komutanları
1-TRAKYA MİLLİ KOMUTANI ALBAY CAFER TAY-YAR(Tümg.EGİLMEZ)/2-l.Kolordu
K.Albay Muhittin (Tümg.KOrRTİŞ)/3-l.Kor.Kur.Bşk.Yb.Abdurrahman
Nâ-fiz(Org.GÜRMAN)/4-l.KolorduHrk.Şb.Md.Bnb.Kadri (Alb. ALKOÇ)/5-1 .Kor.
Kurma yi Bnb.İsmail Hakkı/6-49.Tüm.K.Edirne Yb.Şükrü
Nâili(Korg. GÖKBERK)/7-49. Tüm.
Kh. Sb.ütgm. Fehmi (Korg.TÜRESEL)/8~
153.P.Aİ.K.Bnb.Çallı Etem (Alb.KA
RABCIDAK)/9-154.P.ALK.Yb.Ahmed Hamdi(Alb)/10-155.P:Al.K.Yb.Yüm-ni/11-60.
Tüm.K.Uzunköprü Yb.Cemil (UYBADIN)/12-6O.Tüm.Krm.Bşk.V. Yzb.AIi
Rıza/13-185.P.AI.K.Bnb.Ali Fâ-ik(Yb)/14-l
86.P:Al.K.Yb.Süreyya/15-187.P.Al.K.Yb.Saffet/ 16 -60.Top.Al.K.Bnb.Ahmet
Zeki/l7-55.Tüm.K.Tekirdağ Yb.Alaaddin(Tümg.KOVAL)
/18-55.Tüm.K.V.Yb.Yüm-nü(EĞİLMEZ)/l9-55.Tüm.Kur.Bşk.Yzb.Yusuf Ziya(Tümg.
YAZGAN)/20-55.Tüm.KurmayıYzb.Necmettin(SELEM)/21 -168.P.Al.K.Yb.Kuşat
(Gnl.Yazıcıoğlu)/22-l70.P.Al.K.Yb.Fâ-ik/23-170.P.Al.K.Yrd.Bnb.Muhittin(Yb.)/24-171
. P.Al.K.Yb.Şâkir(ERZÜRÜMLÜ)/25-55.Top. Al.K.Bnb.Şükrü/26-55.Top.Al.K.Yzb.Sâ
mi(Korg.TOPÇÜ)/27-K)rklareli HudutTb.K.Bnb. Fuat/28-516.Hudut Tb.K.Yzb.Hasan Tahsin Edirne Uzunköprü ve İpsala'da Kurulan
Gönüllü Müfrezele-ri:Ahırköprülü Ahmed Bey Müfrezesi/Teğmen İbrahim Hakkı
Çırpanlı komutasında İbrahim Hakkı Müfrezesi/Hüseyin Bey Bölüğü/Yolageİdi
İbrahim Müfrezesi/Binbaşı Nidadi Komutasında üzunköprülü Müfrezesi/Arnavut Ali
komutasında CJzunköprülü Ali Bey Müfrezesi/Hafız Recep Efendi komutasında
Babaeski Milli Müfrezesi/Behçet Hilmi komu tasında Kuvve-i Seyyare
Batı Trakya'da Küvayı Milliye Kurucuları
BatiTrakya Kuvayı Milliye K.Bnb. Filibeli Rüş-tü(Korg.AKIN)/Batı
Trakya Kuvayı Mil üye K.Yrd.Yzb.Fu-ad(BALKAN)Dr.Bnb.İsmail
Hakkı-Ecz.Yzb.Nuri-P.Yzb.Salih
Zeki-RYzb.Şevket-RYzb.Sedat-P.atğm.Hüsnü-P.ütğm.Ab-dülgani-P.Tğm.Fahri(Özdi-lek)-P.Tğm.Midhat
Cemal(Kü-TAY)-P.Tğm.Hayri-P.Tğm.Sabri
Batı Trakya Hükümeti Kurucuları
Hükümet Başkanı/
Peştreli Tevfik Bey/
" 2." 7 Bekir Sıtkı Bey
Adalet Bakanı " "
" " " "
Dış İşleri Bakanı Mahmud Nedim Bey
İçişleri Bakanı Hasan Tahsin
Bey(ARGCİN)
Mâliye "
"
Sabri Bey(TÜTEN)
Evkaf " " Av.Mustafa
Bey(DOĞRÜL)
Gnkur.Bşk.P.Yzb.
Fuad(BALKAN)
" 2." "P.Tğm. Fahri(ÖZDİLEK)
Bati Trakya Türk hükümeti ile alâkalı olarak,yukarıdaki listeye
aid bir miktar bilgi vererek, bu haftaki yazımızı tamamlayalım. Bu İstiklâl
Harbi komutan ve subaylar listesini seçimlerden sonraki yazılarımızda inşaaîlah
tamamlarız.
15/Ekim/1919'da adı geçen Türk hükümeti, bölgede bulunan
azınlıklardan Rumlar ve Bulgarlardan hükümete birer temsilci ile katıldılar. Bu
hükümeti, Yunan ve Bulgar hükümetlerinin tanıdığını bildirmiş olalım.
Fransızların bu hükümet kuruluşuna yardımcı olma gayretlerinin maksad-i
hâkikisi ileri de burayı Fransa'nın mandateri olarak nüfuzu na aî-mak gayretine
matuf olduğunu ifade edelim. Fransa ile Yunanistan hükümetleri burada kıyasıya
bir mücadeleye girdiler. Mayıs 1920'de referandum yapıldı. Yunanlılarında 75
bin Osmanlı altunu harcama yaparak, satın aldığı bazı Türk ileri gelenlerinin
marifetiyle Batı Trakya,Yunanistan'a katılmasıyla netice verdi. Böylece bu
yönetimde 23/ Mayıs/1920'de târih sahnesinden çekilince bu referandumu ve oyunlara
karşı çıkan Batı Trakya Türkleri,Batı Trakya Milli Hükümetini kurdular bu
târih 25/Mayıs/1920 olup bu hükümetleri Lozan'ın İmzasından sonra
24/Temmuz/1923'de faaliyetine son verdi. Milli Mücadele esnasında buradaki
direnme ve faaliyetler, Yunanlıların altı tane tümenini burada meşgul
ettiğinden, Anadolu cihetindeki mücadelemize dolaylı yardım etmiş de oldular.
Son Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa Ve Son Sadareti
Ahmed Tevfik Paşa Osmanlı devleti sadrazamlarının 208.
değişikliğini yaşamıştır ilk sadaretinde. Paşa ilk sadaretine H.Hilmi Paşa'dan
boşalan makama Sultan 2. Abdülhamid tarafından nasbedilmiştir. Ancak bu
makamda sadece, 21 gün kalabilmiştir. Bu sadaretinden sonra üç defa daha bu
makama gelebilmiş ve tamamı dört kere olmak üzere mevkii sadarette
bulunmuştur. Ayrıca bir hususiyeti vardır ki, pek iyi olmayan bir sıfat tır. O
da; Osmanlı devletinin son sadrazamı olması şanssızlığıdır. Târihe şân veren bu
yüce milletin son padişahı olmak nasıl hâzin ise tabiatıyla, son sadrıazarnı
ol-nnakda ondan aşağı bir hazinlik göstermez. Ahmed Tevfik Paşa biografisi pek
alaka çekici hususlara mâlikdir. Sahib-i dikkat olanlar bunları hemen fark
edeceklerdir.
Ahmed Tevfik Paşa 12/safer/1261-18/şubat/1845'de Üsküdar Tpptaşı
semtinde dünyaya gelmiştir. Kırım hanları sülâlesinden olup, Tuna havalisi
Osmanlı süvarileri generali İsmail Hakkı Paşa babasıdır. Diyarıbekir'li Hacı
Şaban efendinin kızı Ayşe Gülşinas Bânu'nun, son sadrazamın validesi olduğu
Paşa'nın tercümei hâlinde yer almaktadır.
Topkapı sübyan mektebinde bir müddet okuduktan sonra babasının
Vidin'deki vazifesi münasebetiyle Vidin Rüşdiye-sinde okudu. Yaşı ondörde
geldiğinde Davudpaşa' da bulunan 2.süvari alayına kayıd oldu. Onsekiz yaşına
geldiğinde Harbiye Mektebinden genç bir süvari mülazım-ı sâni i olarak çıktı.
İbnü'l Emin Mahmud Kemâl İnal beyefendi "Son Sadrazamlar"
adlı pek kıymetli eserin de 1705. sahifede: ".resmi tercemei hâlinde
arızâi vücudiyesinden dolayı silk-i aske-riyyeden isti'fa etmiştir"
yazıyor diyor. İstifasının hakiki sebebi hakkındaki sualime oğlu Ali Nuri bey,
gönderdiği cevab-nâmede süvari kumandanı Ömer Şevki ile Nasuhi Paşa'ların emir
zabitliği vazifesinde bulunduğu esnada amcasının oğullan latife tarzında
Safveti Paşa'ya bayram tebriğine giderken terfi etdin demelerine kızarak
1282/1865'de askerlikten isti'fa etmiştir." şeklinde malumat veriyor.
Hemen aynı sene ücretsiz olarak babıâli tercüme odasına çalışmaya girdi.
1289/1872 cemaziyelahirde onbeş lira maaşla Roma sefareti kâtipliğine
1292/zilkade-1875'de otuzüç lira maaşla (2002 târihi itibarıyla 4.milyar
290milyon yapar) Atina sefareti başkâtipliğine, 1293/şaban-1876/ağustosunda
aynı maaşla Pe-tersburg sefareti başkitabetine, 1294/1877 tarihine kadar sefir
Kabûli Paşanın vekâletine maslahatgüzar tâyin olundu.
Şaban/1300-1882/haziranında yüz lira maaşla Atina'ya orta elçi
unvanıyla gönderildi. 1 2/recep/1
302-28/ni-san/1885'de Paris'de kurulan Süveyş Kanalı komisyonuna memur oldu.
Berlin sefirliği ve rütbe-i vezâret 1/rebiülev-vel/1307-26/ekim/1889'da verilirken
bir çok madalya ve nişanlar da kendisine takdim olunuyordu. 1
8/cernaziyeiev-veI/1313-7/kasım/1895'de 40 bin krş maaşla hâriciye nâzın oldu.
Tevfik Paşa'nın bu makama getirilişinin hikâyesi şöyle: Ahmed Tevfik Paşa; bir
müddet için İstanbul'a izinli gelebilmek için yazdığı bir dilekçede mezuniyet
istirhamında bulunmuştu. Ne var ki bu müracaata cevab alamamıştı. Daha sonra
mabeynden çekilen bir telgrafla acilen gelmesi bildirilmişti ayrıcada doğrudan
saray'a uğraması işaret olunmuştu. Gece yarısına yakın İstanbul'a gelen Tevfik
Paşa işar üzerine hiçbir yere uğramadan doğruca saraya gidip, Mabeyn Müşiri
Gazi Osman Paşanın odasına duhul ederek, saraya çağırılış sebebini sual
ettiğinde aldığı cevap: "Zannımca efendimiz; sizi bu sefer bırakmayacaklar!"
Şeklinde olmuştu. O sırada hükümet toplantı halindeydi ve sadrazamın konağına
gittiğini de bu arada duymuştu. Tevfik Paşa'ya o sırada saray'da bir odaya
yatak serildi. Yorgun Paşa henüz uzanmıştı ki, kapısı tıklatıldı ve kalkması
istendi. Kalkıp da hazırlandığında, heyet-i vükelâ toplantı salonuna gitmesi
işaret olundu. İçeri girdiğinde hâriciye nazırlığına getirildiğini anladı.
9/şev-val/1314-14/mart/1897'de yapılan tensikatta maaşı 36 bin kuruşa
indirildi.
Bilhassa ikibin yılını idrak ettiğimiz şu günlerde aşağıdaki
satırlara yeniden hayatiyet verme arzuy-u emelİyle Yunan muharebesinde müşahede
olunan mesâil-i makbule-i sada-katkârane ve ikdamat-ı ber güzide-i şinasanesine
binaen Yunan Muharebe Madalyası 30/şevval/1315-23/mart/1898de murassa imtiyaz
ve 21/rebiülahir/1317-30/ağustos/1899 da "Hidemat-ı sadıkane ve mesâil-i
memduhai reviyyetkâranesine binaen mu-rassa iftihar nişanı ve altun kılıç
verildi. re~ ceb/131 7-kasım/l 899'da hâriciye nazırlığına zâmimeten üzerinde
bulunan sıhhiye nezâretinden dolayı ayrıca 10 bin krş maaş tahsisine iradei
seniyye çıktı.
Zaferle çıktığımız Yunan Savaşı akabinde Tophane Kas-rın'da
yapılan Yunanlılar ile ba nş müzâkerelerine üç ay reislik edip, sonunda kat'i sulhu
sağlamaya muvaffak oldu ve bundan dolayı altun .liyakat madalyası alırken,
Hicaz Demiryolları madalyasına da hâmil oldu. Meşrutiyet ilânında, değiştirilen
bakanlar arasında, yerini muhafaza edebilen Ahmed Tevfik Paşa olmuştur.
Hariciye nazırlığında devam etmesi hoş görülmüştür. Yine yapılan tensikatta bu
sefer maaşı 25bin kuruşa indirildi. 20/zilkade/1326-15/aralik/1908'de ayan
meclisine seçildi. 1 2/muharrem/1 327-27/şu-bat/1909'da Kâmil Paşa hükümetinin
sükûtu hâriciye nazırlığından Ahmet Tevfik Paşanın da sükûtunu getirdi. Ancak
kurulan Hüseyin Hilmi Paşa'nın kabinesinde hariciye nazırlığına getirilen
Rıfat Paşa, Londra sefirliğini devr ve İstanbul'a kadar geçmesi geçen zaman
diliminde nezareti vekâleten yürütmesi istenen A.Tevfik Paşa yıllarca o
nezâreti güzelce idare etti.
15/rebiülevvel/1327-8/nisan/1909 târihinde Londra sefirliğine
tâyini yapılan ^Khmed Tevfik Paşa daha yola çıkmamıştı ki; 31/mart olayı
vukubuldu. Bu olayın zuhuru ile sadareti terk edip, Sultan 2.Abdülhamid'in
sinesine sığınan Hüseyin Hilmi Paşa'dan boşalan makama,
22/rebiülevvel/1327-14/nisan/1909 sah günü 30 bin krş.maaşla getirilmişti.
Bu hususda aşağıdaki hatt-ı hümayûn'un suretini nakle cesaret
edelim:
"Vezir-i meali semirim Tevfik Paşa; Heyet-i vükelânın
müt-tefikan isti'fasına mebni mesnedi sadaret derkâr olan ehliyet ve
sadakatinize binâen uhdenize tevcih ve şeyhülislâm Ziya-üddin Efendi mesnedi
meşihatda ibka kılınmış olmakla diğer vükelânın bilintihab memuriyetleri icra
kılınmak üzere arz ve ahkâm-ı celile-i şer'i şerife bir kat daha dikkat
olunması ve kaanun-i esasinin muhafazasaı ile asayişin idâmesi ve devlet-i
âüyye ve memâlik-i şahanemizin imran ü terakkıyat~ı ve kâffe-i tebâmızın refah
ve saadeti esbabının istikmâli dezdi-mizde begayet mültezem olduğundan ona göre
sarf-ı mesâi ve gayret edilmesi matlûb-i kat'i şahanemizdir.
Cenabı Hakk' tevfikat-ı sübhaniyyesine mazhar buyursun.
Abdülhamid"
Halid Ziya (CJşaklıgİl) "Saray ve Ötesinde" yeni
sadrazam için şu satırları kaleme almıştı: "..Hüseyin Hilmi Paşa çekilince,
Abdülhamid sadarete Tevfik Paşa'yı getirmişti. Tevfik Paşa; iffetiyle,
namusuyla herkesin indinde pek muhterem sayılırdı. O, ne Hüseyin Hilmi Paşa
gibi İttihad ve Terâkki cemi-yetiyle irtibat sahibi, nede Kâmil Paşa gibi
cemiyyetin sarih bir muhalifi idi. O zaman için, en münasib sadnazam ancak
Tevfik Paşa olabilirdi."
Saray'da çok uzun müddet ve önemli görevler ifa etmiş bulunan Mâi
ve Siyah romanının yazarı üşaklıgil; Abdülhamid Hân'ın bu tâyinini, isabetli
hükmüyle tasrih etmiş oluyor.
Değerli okuyucu; Küçük Mehmed Said Paşa'nın ilkaıyla olarak 2.
Abdülhamid, şeyhülislâm intihabına ilâveten harbiye ve bahriye nazırlarını
tâyin etme hakkını yed-i kabzasına almak hususunda bir müddet ısrarlı olduysa
da bir çok muhalif sâdayı celbetti.
Başkâtib Ali Cevad bey tarafından tebliğ edilen ve yazılması
gereken hususat hakkında, bunları hâvi yazılmış bir hattın getirdiği, sadaret
teklifini kabul etmeyeceğini bildiren
OSMANLİ TARİHİ Ahmed Tevfik Paşa, padişahın bu istekten sarfı
nazar etmesini sağlamış, idi. Padişah zâten kendisine aid bir tercih olmayan
mezkûr tâleb için tâyine uygun gördüğü sadrıazamiyla niçin tartişsındı?
Mühim Bîr İfşaat!
Son Sadrazamlar adlı kıymetli eseriyle büyük bir hizmetin sahibi
olan İbn-ül Emin Mahmud Kemâl İnal bey merhum, adı geçen eserinin
17O9.sahifesinde: "Tevfik Paşa'nm bana nakl ettiği pek mühim bir maddeyi
burada zikretmek, târihe mühim bir hizmettir. Padişah; Ordu'nun gelmiş olması
ile durumunun vahamet kesbettiğini anladığında Tevfik Paşa'ya madem beni
istemiyorlar, saltanatı biraderime ferağ ederim. Devleti o idare etsin. Fakat;
bir komisyon mu? Meclis mi? Ne derseniz deyiniz kurulup, bu vak'a (3l/mart
vakası)'da dahiim olup olmadığı meydana çıkarılmalıdır. Dediğinde Tevfik Paşa,
doğruca ayan reisi Saİd Paşaya gidip, padişahın dediklerini anlatır. Said Paşa:
bir meclis kurulur mahkeme edilir dahli tesbit olunduğunda- kanuun-i
esaside-padişah mukad des ve gayri mes'uldür. Nasıl cezaya tâbi tutulur? Eğer
suçsuz olduğu takdirde! Bizim hâl ve mevkiimiz ne olur? Bu cevap üzerine Tevfik
Paşa; ben, size padişahın dediklerini aktardım. Ne yapacaksa ayan ve mebusan
meclisi yapacaktır cevabını vermiştir.
Yukarıda yapılan ifşaat yakın târihin ilk defa duyduğu ifşaattan olmamakla
beraber, yeni nesiller yetiştirmekte olan milletimiz, geçmişimizde olanları
gerek yâd etmek, gerekse yeni neslin tahlil edebilmeleri için önem taşıyan bu
tip ifşaatları günüıi konusu hâline getirme vazifesini mazide yaşananlardan
ders alınmasını hatırlatanlara adetâ bir vazife olarak addetme anlayışı
hâkimdir ve bu anlayış nesiller boyu devam etmelidir.
Bahse konu ifşaatın son satın ne kadar sır dolu! Bu kadar
mes'uüyetten kaçan bir devlet adamının, dokuz defa sadarete getirilmesi ne
büyük gaflettir. O, bizim hâl ve mevkiimiz ne olur diyen ağız, acaba hangi
hakikatleri saklayan kötü bir mahzenin kapısı oldu?
İsmail Hakkı Okday, Ahmed Tevfik Paşa'nın oğludur ve
"Yanya'dan Ankara'ya" adlı kıymetli eserinde Prens Bis-mark'a atıf
yapar ve Berlin büyükelçimiz olarakda pederi Ahmed Tevfik Paşa'dan şöyle
bahseder: "..Prens Bismark Alman birliğini kuran, başvekil olarak bütün
Almanların gönlünde ayrı bir yeri bulunan kişidir. Bu zâtın 80. yaş günü, bütün
ahali ve talebelerin coşkusu ile kutlanma mertebesine geliverdiğinde imparator
2.Wilhe!m'le sabık başvekil'in arası açıktı. Bu burudet, Berlin'de bulunan
elçiliklerde de göz önüne alınmış ve Bismark'ın yaş günü tebriğini
programlarına dahi almamışlardı. Buna karşıiık Ahmed Tevfik Paşa, vefa sahibi bir
kişi olarak Berlin Konferansında, Osmanlı devleti lehindeki müsbet teşebbüsleri
gözönüne alındığında bu yaş günü ihmal edilmemeliydi! B.elçi Tevfik Paşa Sultan
Abdül-hamid hâna tasavvurunu ulaştırdığında, taleb müsbet karşılanmış, hem bir
tebrikat hemde pirlantalı imtiyaz nişanını Bismark'a ulaştırmak vazifesini
vermişti.
Ahmed Tevfik Paşa; sabık başvekil ve imparator arasındaki
küskünlüğü bildiği için, evvelâ Wİlhelm'in sarayına gidip teşrifatçı Kont
Olenburga padişahın üstüne tahmil ettiği vazifeyi haber verdi ve imparatorun
bu hususda bir diyeceği olup olmayacağını iskandil eyledi. İmparator: büyükelçi
kendi padişahının verdiği vazifeyi ifa edecektir ve bu hakkıdır, demiştir.
Tevfik Paşa bu cevapdan sonra Bismark'ın sarayına gitti ve padişahın emanetlerini
takdim edip, tebrikâtı bildirdi. Bismark'ın o günkü sofrasında yalnız Osmanlı
büyükelçisi bulunmaktaydı. Yine de kalabalık sofrada irad eylediği nutukda
Prens Bismark şunları söyledi: <doğum günümde hiç bir hükümdar beni
hatırlamadı. Ancak ve ancak necib, asil efendi Türk milletinin Padişahı
2.Abdülhamid hân b.elçisi Ahmed Tevfik Paşa ile gönderdikleri yüksek imtiyaz
nişanı ile beni hatırlayıp taltif ettiler. Kadehimi bu büyük Türk hükümdarının
sıhhatlerine ve cesur, asil Türk Milletinin saadetine kaldırıyorum!;-"
dediğini naklettikten sonra şöyle devam eder: "..Alman imparator Wilhelm,
Sultan Hamid'in bu nâzik davranışından ibret almış ve ülkesinin bu kıymetli ve
yaşlı siyaset pîri ile barışmayı vazife addetmiştir. Kısa süre sonra da barışmışlardır."
diyerek günümüz hariciyecilerine önemli bir dersi hatırlatmıştır.
İsmail Hakkı bey,adı geçen eserinde; Tevfik Paşanın biyografisini
yazanların hepsi siyasi kabiliyet ve iktidarını sayarken dürüst ve iffetini de
belirtmekte söz birliği etmişlerdir. Zaten Abdülhamid hân da, bu meziyetleri
taşıyan Ahmed Tevfik Paşaya itminan içinde görevler vermiştir.
Tevfik Paşanın Karakteri
Dünya malına düşkün olmadığı müşahede olunan Tevfik Paşanın 1911de
Londra b.elçisiyken hariciye nezaretinin kiralamış olduğu konağın kırk odası
ve içinde bir hayli eşyanın yanıp kül olması devlete karşı hiç bir talepte
bulunmaması
ile ortaya çıkar. Hariciye Nâzın Asım bey, yangın esnasında bu
konakta ikamet etmekteydi. Yakın zamana kadar Taksim'den Dolmabahçe'ye inen
yolun sağında uzun yıllar Park Otel adı altında icraayi faaliyet göstermişti.
Merhum Adnan Menderes başvekil olduğu on yıl boyunca İstanbul'a geldiğinde bu
oteli tercih ederdi.
Ahmed Tevfik Paşa'nin ilk sadareti sadece 21 gün sürmüştü. Çünkü
İttihatçılar baskılarını göstermek için H.Hilmi Paşayı sadarete getirmek için
her türlü dolaba başvurmuşlardı. Sultan Reşad'ın dönemindeki sadaretinin 2 ay;
2 gün sürmesi İttihatçı kadroyla uyuşamadığıni ortaya serer. Son iki
sadaretinin ilki 1 ay 22 gün sürerken ikinciside Osmanlı devletinin son
sadnazamı olmasına sebeb olan sadareti 2 se-nGj 14 gün sürmüştür. Bu
sadaretleri ise son padişah Sultan Vahideddin ile yaşanmıştır. Ahmed Tevfik
Paşanın; son sadareti esnasında ülkenin en karanlık günlerini yaşadığında padişaha
dâima şunları ilkaa ettiği herkesçe bilinen hakiykattir: "..Efendimizce
yapılacak en doğru hareket milli mücadeleyi baltalamak değil, bizzat
Anadolu'ya geçip milletin bu mukaddes mücadelesine katılmaktır."
Bilindiği gibi Ahmed Tevfik Paşa; Sultan Vahideddin'in kızı Ulviye
Sultanı, oğlu süvari zabiti İsmail Hakkı (Okday) beye padişah nezdinde tâleb
etmiş ve bundan dolayı dünür olmuşlardı. İsmail Hakkı bey; Anadolu'ya geçişini
ulviye hanım-sultandan dahi gizlemiş idi. Ulviye Sultan bu gidişi kendisine
ifade etmiyen zevcine kırılmış ve kendisini boşamıştır. Tevfik Paşa, benim
Ankara'ya gideceğimi öğrenmişki bana bu hu-susda bir tek kelime söyleme
lüzumunu dahi duymamıştı. Ertesi gün, yola çıktım ve gazeteler kaçışımı
yazmışlardı. Babam sadrıazam Ahmed Tevfik Paşa sabahleyin saraya gittiğinde
Sultan Vahideddin, <babama, paşa oğlunuz nerede?> Şeklinde soru
yöneltince, babam kendisinin sarayda bulunduğunu sanıyorum. Cevabını vermiş.
Padişah: bakın Anadolu'ya kaçmış dediğinde, ihtiyar sadnazam da: öyle ise
vazifesini yapmağa gitmiş." Cevabını vermiş.
Cihan devleti Osmanlı, İslamların hâmiliğini yapabilme güçlüğünün
en zor bölümünü 1. cihan savaşını takip eden günlerde yaşamıştır. Müttefik
düşman gemilerinin büyük çaplı toplarını Devlet-i âliyyenin kalbgâhı olan
Dolmabahçe Sarayında oturan halife ve padişaha tevcih etmişken mü'minlere karşı
ve de asırlardır sadık kalmış reayaya bu elemli günleri daha az ızdırabla
geçirtmenin çârelerini aramaya çalışanın başda sadrazam Paşa olmak üzere bütün
ricalin olduğunu kaydedelim.
Ahmed Tevfik Paşanın Gayretleri
Sadrazam A.Tevfik Paşa devletin itibarına pek çok önem verir,
ancak itibar zedeleyecek davranışlardan kaçınılmasını bir tedbir olarak kabul ederdi.
Avusturya ve Rusya başda olmak üzere Makedonya meselesi ve ıslahatına
Avrupadaki devletlerin her birinden bir ses çıkmaktaydı. Ancak Ruslar ve
Avusturyalılar adetâ bir müdahil oiarak meseleye karışmak nezaketsizliği
gösteriyordu.
Son sadrazam A. Tevfik Paşa bu sıkıntılar yaşanırken he-yet-i
vükelâda hâriciye nâzın koltuğunu hakkıyla doldurmaktaydı. İstanbul'daki Rus
ve Avusturya elçileri diğer sefirleri drije etmiş bir araya gelmişler,
müştereken padişahın huzuruna çıkıp kendisiyle mülakat tâleb etmeye karar
kılmışlardı.
Bu kararı alan sefirler, bir heyet teşkil ederek hâriciye nazırının
kapısını çaldılar. A. Tevfik Paşa kendilerini sükunet içinde kabul etti.
Arzularını dinledikten sonra, yerinden bir milim kımıldamadan, herhangi bir
düşünme payı istemeden ve derhal müteazzım bir tavır ve sâda ile "..Bu
talebiniz asla İs'af olunamaz! Şu kadar yüzyıllık devletimizin hiç bir anında
ne böyle bir taleb vukubulabilmiş, ne de böyle şey görülmüştür. Asla kabul
edilemez bu isteğinizi benim gibi avrupa siyasası hakkında hepinize kaide ve
teamülleri hatırlatabilecek bilgilere sahib bir pîri fâniye yaptırtmanız
imkânsızdır. Ben böyle bir yolun açılmasına vesile olamam." Diyerek işi
kestirip atmıştır.
Heyet-i süfera; hâriciye nazırının bu kesin ve sert tavrını hiç
bir müşavereye istinad etmeden sergilemesinden hem yanlış kapı çaldıklarını
hemde yanlış iş yaptıklarını anlamış olmalıdırlar ki, arzuy-u bâtılalarını
kuvveden fiile çıkarmak için başka teşebbüslere başvurmadılar.
Başkâtib Ali Cevad bey'in nakline göre: 31/mart vak'ası sırasında
sadaretten çekilmiş bulunan H.Hilmi Paşanın yerine Abdülhamid tarafından
sadarete getirilen Tevfik Paşanın yanına koşan meşhur Mizan Gazetesi sahibi
Murad bey, böyle muhataralı günde kendilerine hizmet sunmaya hazır olduklarını
belirtmişti. Volkan Gazetesinin bile yelkenleri indirdiği böyle bir vakitde,
Murad bey'in aklı selime hizmeti takdire şayandı. Tevfik Paşa bundan
memnunluğunu pek açığa vurmadan, "teşekkür ederim" diyerek
geçiştirmesi, Paşanın olgunluğunun başka bir şekilde tezahürüdür.
Ziya Nur Aksun'un Osmanlı Tarihî adlı kıymetli eserinin 5.
cildinde gördüğümüz ve sayfamızı süslemeyi uygun bulduğumuz tesbitde paşanın
siyasi cesaretini sergilemesi bakımından pek kayda değerdir. Meâlen; 31/mart
günü cereyan eden olaylar, bir çok kişiyi tedirgin ederken Meclisi mebusan
reisi Ahmet Rıza'yı bilhassa pek fazla korkutmuştu. Sığındığı yerden meclise
gelmeye cesaret bulamıyordu. Adetâ kendi kendini meclis riyasetinden ıskat
etmiş halde idi. Bunun da başlıca sebebi fikir ve düşünce hürriyeti altında
insanlığın övüneceği tek din İslâm ve onun çeşitli kaideleri ve tatbikatları
için sarf ettiği hâinane sözlerin hesabının böyle günde avam tarafından
sorulabileceği kaygısı korkularının birinci sebebini teşkil ediyordu. Kim
olursa olsun, milletin inançları hakkında aşağılayıcı beyanlarda bulunmamalıydı
böyle bir sapıklığın sahibi olsaydı dahi. Günün birinde millet böylelerini
sıkıştırır, turşusunu çıkarırdı.
Ahmed Rıza bey densizliğinden bu duruma düşmüştü. Meclis-i mebusan,
reis yokluğunu hissetmesin düşüncesiyle Berat mebusu İsmail Kemâl (Fraşeri)
bey, riyaset görevini deruhde etmeye başlamıştı. Müteşebbis ve cesaret dolu bir
ruhun sahibi olduğunu gördüğü İsmail Kemâl bey'e Tevfik Paşa; bahse konu şahıs
hakkındaki şaibelere hiç aldırmayıp, dahiliye nazırlığını teklif etmiş olması
büyük bir cüret olarak tavsif olunmuştur. Denmektedir.
Ahmed Tevfik Paşa; Sultan Abdülhamid Hân'ın tahtdan indirilmesinden
sonra yerine geçen Sultan Reşad'ın huzuruna kabine efradıyla çıktığında,
görevde ipka olunmuştur.
Ali Fuad (Türkgeldi) beyefendi, Sadrazam yaverlerinden olan Ragıb
bey'in yazdıklarına ve şifahen dinlediklerine istinaden Ahmed Tevfik Paşa'dan
şöyle bir nâkilde bulunmaktadır:
Ragıp bey; makalelerinde hatıralarını da kaydetmektedir. Bunların
arasında; Tevfik Paşaya dâir bazı hatıralar da yer almaktadır. Tevfik Paşaya
bir gün yer, mekân, ve zaman bildirilerek ittihatçılar tarafından suikast
yapılacağı haberi verilmiş.
Sadrazam yolu üzerinde olan mevkiye cesaretle giderek biraz
beklemiş ve husul bulmayınca da: "Bu adamlar bana tabanca çekmeye
utanmazlar mı? Şu koskoca ülkeyi perişan bir halefe yere seren benmiyim? Hayır
oğlum! Onlar tatlı canlarını hükümet konaklarının yardımıyla yüzde yüz sigorta
ettirmeden kestane fişeği bile atamazlar. Hâni nerede Öyle bir idealist vatan
fedaisi" demiş. Biraz sustuktan sonrada "Nazım Paşanın saflığı"
sözlerini irad buyurmuşlardır. Vatanın parçalanmasının devam ettiği mütareke
senelerinde ise, derin üzüntüler içinde çırpınmış, bir gün Fransız sefaretinde
hakaarete maruz kalmış. Çıkarken perişan bir halde merdivenlere çöküvermiş ve
yolda ben bütün bu felâketlerin başımıza geleceğini daha önce tahmin etmiştim.
Londra'dan avdet ettiğimde, sadrazamlarına (ittihatçıların) "aman ne yapıyorsunuz?"
Dedim. Ne yapacağız paşam yarın veya öbür-gün ordularımız Kahire'de Cuma Namazı
kılacaklar cevabını verdiler. Paşa bu gibi üzüntüler içinde "talihim
olsaydı Yahya Efendi dergâhına daha evvel giderdim." cümlesini söyleyerek
ölümünü dahi istemiştir.
Ahmed Tevfik Paşa; son sadaretinde dünya siyasi mahafil-lerinde,
adı pek duyulan ve Yunan emperyalizminin, enosis mugalatasının müthiş bir
hatibi, Venizelist siyaset ekolü sahibi olmuş bulunan, Elefterios Venizelos'u,
kendilerinin Atina'da Osmanlı büyükelçisi sıfatıyla bulunduğu dönemlerde,
mahut palikaryayı avucuna sıkıştırdığı bir kaç Osmanlı lirasına tav ederek,
devleti âliye lehine istihbarat işlerinde kullandığını ga zetelerde resmini
gördüğü an hatırlayıvermişti. Geçen uzun zamana rağmen bu ihtiyarın
hafızasının gücünün cesametini göstermesi bakımından pek bariz misâl sayılması
icâb ettiğini hatırlatmak istedik.
Sayfamızı okurlarımızın gülümsemesine yaraması muhtemel
hakiykaten vukubulmuş şu hadiseyi de naklederek süsleyelim: Ragıb Beyefendi diyorlarki:
"Son sadrıazama acılı mütareke günlerinde maiyetinde hizmet vermekteydim.
Memlekette durumun vahametinden herkes kan ağlamakta, sadrıazam paşa ise başını
kaşıyacak vakit bulamaz iken ziyaretçilerin biri gidiyor biri gelmekteydi.
İşte böyle günlerden birinde makam-ı sadaretin kapısına elli yaşlarında gösteren
bir kadıncağız geldi. Kucağında ikibuçuk-üç yaşlarında gösteren bir çocuk
olduğu halde, bana hitabla: Toru-numdur bu yavru. Babası Midilli Kravözöründe
şehid düşdü. Vakti geldi yavrucuğun dili çözülmedi. Sevabdir oğlum! Devletlim
şuna bir nefes ediversin. O, padişah vekilidir. Nelere kadir değil ki!'
Bunun üzerine Ragıb bey şaşkın olmakla beraber, bir şehidin
yavrusuna yardımcı olmak sâıkiyle hemen bir deniz binbaşısı olan, başyavere gider
ve şehid validesinin isteğini anlatır. Bu hizmet kapısında nice haller görmüş
bulunan yaver binbaşı: 'Kadın doğru olanı yapmış. Eskiden beri devam eden
adettendir. Çocukların konuşması geciktiğinde sadrı-azamlara gelirler.
Mücerrebdir. Sadrazam da mühr-ü hümayunu yavrunun ağzına besmeleyle üçdefa
dokundurur. Çocuk yıllanmış saka kuşu gibi şakır şakır konuşmaya başlar. Bu
tür müracaatleri geri çevirmeyin. Vaziyetin müsaid olduğu bir anda ço cuğu
getir sadrıazama çıkaralım, O, ne yapacağını bilir!' Cevabını verir. Ragıb bey
diyor ki: "Uygun olan anı yakaladığımda Ahmed Tevfik Paşa'ya; efendim bir
çocuk getirmişler dediğimde, hemen getiriniz emrini verdiler.
Başyaver önde, çocuğun babaannesi arkada odaya girdik. Rahmetli Paşa,
kibarlıkta bir nûmune-i imtisal idi. Nur gibi yüzü, konuştuğunda mahcubiyetten
kızarırdı. Fakat bu işe alışkın olmahki, hemen yelek cebinden mührü çıkardı.
Bes-mele-i şerif çekerek, yavrunun ağzına üç defa dokundurdu. Maşaallah diyerek
çocuğun yanaklarını okşadı. Bana da pek yavaş bir sesle vede kadının
duymamasına itina göstererek: 'Sadaka Kâtibinden beş altun alıp, kadıncağıza
verin' Dedi. Kadın dualar ederek gitti." Diye anlatan Ragıb beyefendi; o
dönemde modalaşmış materyalist anlayışın sahibi kimselere ikaz olmak üzere
mezkûr olayın arkasından şöyle sesleniyor:
"Bazı kimseler böyle şey olurmu? Diye itirazlanırlar. Büyük
devlet inanışı, istikbalimizi dahi emniyete alabilecek yegâne ümidimizdir. Bir
sürü heragil (hergeleler) ve esafil-i (sefiller) nâsdan mürekkep züppeler, şu
inanışa dudak büküp, yerebilirler. Onlar için Ferid bey gibi:
"Ol kadar eşşekdİr ki, bâlasındaki teşdidinin
Âlet-i timara benzer lâyu'ad dendânı var" demekten ve hidayete
gelmelerini dilemekten başka çâre yoktur." demektedir.
Vatanperverlik Dersi
Ahmed Tevfik Paşanın büyük oğlu, padişah damadı, süvari miralayı
ve gazeteci İsmail Hakkı (Okday) bey, Arı înân (Prof. Afet İnan'ın kızidır)'a
hayatının son demlerinde verdiği bir röportajda şöyle bir hakikati ifşa etmiştir.
Efendim; İsmail Hakkı bey, sadrazamlık yapmış, 1.cihan harbinde hariciye
nezaretinin dâima müşavereyi uygun gördüğü bir zâtın oğlu olduğundan bazı dost
ve arkadaşlarının, "Babanız bize bîr iltimas buyursa da, falanca ülkede
sefarette bir kâtiplik vazifesi alsam" şeklindeki istekleriyle
karşılaşırmış. Bunların arasında cumhuriyet döneminde, Mustafa Kemâl Paşanın
gözdeleri arasında yer alanlardan biri olan Ruşen Eşref(CJnay-dın), İsmail
Hakkı bey'e rastladığı her toplantıda bahsettiğimiz iltimas ricasını bıkmadan
usanmadan tekrarlarmış. Bu sıkıcı durumdan bıkarak, talebi paşa babasına
aksettiren İsmail Hakkı bey, babasından şu cevabı almış: "gençler ne biçim
düşüncelere sahipler! Kaç cephede emsalleri canlarını sebil ederlerken,
okumuşların bu muhataralı günlerde asude bir ecnebi ülkeye gidip orada rahat
rahat vakit geçirmeyi düşüneceklerine burnumuzun dibinde onyedi yaşındaki
Sultani talebesinin dahi koştuğu Çanakkale cephesi var. Neden oraya gidip, bu
mukaddes müdafaaya iştirak etmeyi akletmez ler" diye söylediklerini aynen
Ruşen Eşrefe nakletmiş.
Aradan seneler geçmiş Ruşen Eşref; Çankaya köşkünde kâtib-i
umumilik vazi fesindeyken karşılaşmış olduğu İsmail Hakkı bey'e hem sitem, hem
böbürlenme içinde: "pederiniz bize bir elçiliğin 2. veya 3. kâtipliğini
emanet edemedi fakat biz devr-i Cum-huriyette değil kâtiplik, büyük elçilikler
yaptık şimdide buradayız" mealinde konuştuğun da sadrıazam-zâde, Ruşen
Eşrefe: "Beyefendi! Yaptığınız büyükelçiliklerde ve geldiğiniz makamlarda
paşa babamın hissesi büyükdür. Çünkü; sizin iltimas arzunuzu kendilerine
naklettiğimde, ne cevap verdi ise aynen gelip size arzetmiştim. Siz de bu nafiz
sözler hasebiylede olacak, pederimin tavsiyesini dinleyip Çanakkale
savaşlarına iştirak edip, Mustafa Kemâl Paşa'ya mü-lâki olduğunuz herkesçe
müsellemdir. Bu tavrınızı pederimin tavsiyeleri istikametinde hareket etmiş
olmağa borçlu olduğunuzu hatırlamalısınız. Belki sizi bir kâtipliğe
kayırsaydı, savaşın akıbetinden sonra belki vatana bile dönmeyebilirdiniz
şeklinde pek güzel bir cevap verir.
Görülen odurki; Ahmed Tevfik Paşa vatanperverliğin sözle
olmadığını icabında canını fedaya koşarak bunu ispat gerek diye düşünen
zevattan olduğu yukarıdan beri verdiğimiz misâllerle ayan olmaktadır.
Ahmed Tevfik Paşa, Damad Ferid Paşanın infisalinden sonra Sultan
6. Mehmed Vahideddin Hân'dan gelen hattı hümayun ile son sadaretine başladı. Bu
sadaretini 2 sene 14 gün sürdürebildi. Çünkü Osmanlı Devletinin saltanat dönemine
TBMM aldığı bir kararla son vermişti.
Sultan Vahideddin Hân'ın gönderdiği hatt-ı hümayunu İbnül Emin
bey'in değerli eseri Son Sadrazarnlar'dan alıntılayarak sayfamızı süsleyelim:
Vezir-î Meali Semirim Tevfik Paşa;
Selefiniz Ferid Paşa'nın ahvali sıhhiyesinden dolayı vuku-bulan
istifası kabul olunarak mesned-i sadaret uhdei istihali-nize tefviz ve
meşihat-ı islâmiyye dahi Nuri Efendi uhdesinde ibka edilmiş ve kanun-u esasinin
27. maddesi hükmüne tat-bikan teşkil eylediğiniz heyet-i cedide-yi vükelânın
me'muri-yetleri tasdikimize iktiran etmiştir.
Cenab-ı Kâdir-i mutlak mesai-i masrufenizde tevfikat-ı ce-lilei
sübhaniyyesini rehber ve mu'in buyursun. Amin. Bihür-met'ül seyyidül mürseliyn.
8/Safer/1339- 21/ekim/cuma/1337-1921
Mehmed Vahideddin
Şeyh Ata Efendi Ve Özbek Tekkesi
Yakın Tarihin Görmezden Gelinen Gerçeği: İstiklal Har-bi'nin
Mücahid Dervişleri İstiklâl Harbi'nin kazanılmasında büyük pay sahiplerinden
biri de Tekkeler'dir. Tekkeler, milletimizin en felâketli günlerinde zorlu
badireleri aşmada, eşsiz hizmetleriyle paratoner görevi yapmıştır. Anadolu'nun
İslâmlaşması, Osmanlı Devleti'nin kurulması ve fetret dönemlerinin
atlatılmasında îfâ ettiği misyonu, İstiklâl Harbinde de yerine getirmiş;
bağımsızlığın kazanılması ve yeni devletin tesisinde muazzam bir rol üstlenmiştir.
Anadolu Müslümanlarının, yaralanan manevî bünyesini iyileştirmek
için iltica ettiği birinci sığınak yine Tekkeler olmuş; daha da mühimi,
kitlelerin ortak amaç etrafında kenetlenmesi ve tekrar şahlanmasında zarurî
olan dinî heyecanı ateşleyici bir fonksiyon görmüştür. Millet nezdindeki
itibarını, ulvî gayeye tevcih etmek için kullanmıştır.
Millî kıyamın cephe gerisindeki emsalsiz misyonundan ötürü, bu
maneviyat ordusunun kahramanlıkları tarihî önemi hâizdir. Yeni devlet ve
rejimin temsil ettiği zihniyete aykırı düşerek lağvedilmesi, Tekkelerin
zaferdeki eşsiz katkılarının maalesef görmezden gelinmesine yol açmıştır.
Mezkûr mevzu, Millî Mücâdelenin gerektiği ölçüde dikkat çekilmeyen farklı bir
cihetini oluşturmaktadır. Bilhassa da işgal dönemi İstanbul'undaki, Özbek,
Mevlevî, Hâtunİye ve diğer tekkelerin faaliyetleri mühim bir mevkîye sahiptir.
Özbekler Tekkesi Ve Şeyh Atâ
Özbekler Tekkesi denilince; bütün himmetini Kurtuluş Savaşı
uğrunda sarfetmiş meçhul mücâhid Şeyh Atâ Efendi olanca haşmetiyle boy
göstermektedir. O dönemde, işgal kuvvetlerinin İstanbul'u sıkı kontrol altında
tuttukları hesaba katılırsa; Üsküdar sırtlarındaki tekkesinde Şeyh Atâ'nın ne
denli bir kahramanlık ve fedâkârlık sergilediği daha iyi takdir edilecektir.
Halide Edip Adıvar'ın da belirttiği gibi; Kuvâyı Milliye'ye yardım edenlerin
ölüme mahkûm edileceğinin İngilizce ve Türkçe büyük klişelerle İstanbul
sokaklarında afişe edildiği düşünülürse, kelleyi koltuğa alırcasına edâ edilen
destanî feragatin boyutu daha mükemmel anlaşılacaktır.
Çetin şartların hüküm ferma olduğu bir zamanda Şeyh Atâ'nın ifâ
ettiği vazifeyi, o günleri aktif olarak yaşayan Rıza Yalkın, şu çarpıcı
tespitle vurguluyor: "Temsil ettiği dinî ve manevî kıymetleri, vatanın
selâmet ve istiklâline vakfetmiş olan kendisi gibi ulemâ ile elele vererek, en
ateşli gençlerin gösteremediği cesareti izhar etmiş, kapı kapı dolaşmış, birçoklarının
ağızlarının açılmadığı o günlerde ruhlara ümit telkin etmiş, başında sarındığı
yeşil destan, üzerindeki siyah cübbesiyle bizlere istinad olmuştur." Atâ
Efendi, Anadolu Hareketi'ni desteklemek amaçlı kurulan Karakol Cemiyeti ve Mim
Mim Grubu gibi birçok gizli teşkilatla teşrik-i mesâi yaparak; özellikle de
Ankara'ya silâh sevkıyatının sağlanması ve yüksek mevkideki önder kadronun
kaçırılmasına büyük gizlilik içinde ön ayak olmuştur.
Karakol Cemiyeti ile giriştiği işbirliği hakkında, bir dönem
milletvekilliği yapmış olan Hasene İlgaz şu enteresan bilgiyi vermekte:
"Karakol Cemiyeti, Tekkelerden çok faydalanmıştır. Merdiven köyündeki
Bektaşî Tekkesi, Sultan Tepe-si'ndeki Özbek Tekkesi bunlardan ikisidir. Bu
Tekkeler, Anadolu'ya giden ve gelenlere menzil vazîfesi görür; merkezin
parolasıyla buraya giden herkes îcap eden mahalle gönderilirdi.
Anadolu'ya Silâh Ve İnsan Sevkıyatı
Anadolu'nun cephane ihtiyacı önemli ölçüde Tekkeler kanalıyla;
düşman karakollarından nakledilen silâh ve diğer askerî malzemelerle
karşılanmıştır. Millî Mücâdele komutanlarından Miralay Mehmet Arif Bey'in
hatıratında geçen şu rakamlar muazzam bir başarıya imza atıldığının ispatidir:
"İngilizlerin kontrolleri altında bulunan ambar ve depolardan geceleyin
aşırılmak suretiyle muhtelif tarihlerde İstanbul'dan
56.000 mekanizma, 320 makineli tüfek, 1500 tüfek, 1 batarya top,
2000 sandık cephane, 10.000 takım elbise, 100.000 gem, nal ve mıh, 15.000
matara, 1.000 tona yakın malzeme ve muhtelif askerî eşya Anadolu'ya geçirilmiştir."
Bundan dolayı, işgal kuvvetlerinin dikkatini çekip kuşku uyandırmadığı için,
başta Özbek Tekkesi olmak üzere çoğu tekke adetâ bir silâh deposu hâline
getirilmişti. Şeyh Atâ, kendisine gönderilen silâh ve cephanenin Tekkeye büyük
bir sükûnetle ve Üsküdar meydanında bulunan Nakkâşi Karako-lu'ndaki İtalyan
Jandarmayı şüphelendirmeden taşınmasını temin ediyordu. Mim Mim Grubunda
çalışan R.Yalkın bu konuda şu mühim malumatı aktarıyor: "Gündüz çevresine
ümit telkinleri yapan bu insanlar, gece silâhlanırlar, Nakkaş Karakolu'ndan
Tekkeye kadar yolları tutarlar, silâh ve cephaneler Tekkeye taşınır oradan
Karakol Cemiyeti'nin fedaileri eliyle Büyük Çamlıca'nın arkasından
dolandırılarak Li-badiye'deki göz doktoru Esat Paşa'nın çiftliğine aktarılmak
üzere Kısıklı İmamı Nuri Hoca'nın Libadiye'deki evinin yanındaki mezarlığın
içinde saklanır, münâsip zamanlarda tomruk taşıyan arabaların alt bölümüne
yerleştirilerek Alem Da-ğı'nda gizli karargâh kuran millî kuvvetlere
iletilirdi." üzün bir müddet, İngilizlerin akıllarına bile getiremedikleri
bu ustaca yolla Anadolu'ya silâh ve cephane sevkiyâtı devam edecektir.
Sultan Vahideddin'in Şahsiyeti Sultan Vahideddin'in Hanımları Ve
Çocukları
Sultan G.Mehmed Vahideddin hazretleri,evlilik hayatında beş
izdivaç yapmıştır. Bunlardan 5. Ve sonuncu olanı 1/Eylül/1921'de padişahken
gerçekleşmiştir. Ondan evvelkiler aşağıda sıraladığımız gibi gerçekleştiği
görülür.
ilk hanımı Emine Nâzikeda kadınefendiyıe gerçekleşmiştir.
9/Ekim/1866'da Sohum'da doğan bu hanımefendi, izdivac-da Münire, ulviye ve
Sabiha Sultanhanımları dünyaya getirmiştir. Evliliğin yapıldığı târih
8/Haziran/1885 yılı olup Orta-köy Sarayında yapılırken, Vahdeddin Hân 5. sırada
veliahd idi. Bu hanımefendi, Padişahın vefatından sonra 25 seneye yakın muammer
oldu. 1944'de Kahire'de Maadi'de vefac ettiğinde Nâzikeda Kadınefendi 78 yaşı
içindeydi. Kahire'de Abbasiye kabrisatnında defnolundu. Bu hanımın Abaza kavminden
olduğu hakkında Öztuna Bey bilgi vermektedir.
Sultan Vahideddin'in 2.hanımefendisi ise,10/Tem-muz/1887'de
Batum'da doğan İnşirah kadınefendi hayat çizgisini tamamladığında mekân Kahire
olup, târih ise, 10/Ha-ziran/1930 idi ve bu ömür 42 yılı 11 ay 1 gün aşarak sürmüştü.
İzdivaçdan çocuğu olmadı. 8/Temmuz/1905'de Çengelköy'deki sarayda yapılan
evlilik, 17/Kasık/1909'da talak yâni boşanma ile noktalandığında bu evlilik 4
sene, 4 ay, 10 gün sürerken bu hanımefendinin Kahire'de terk-i hayat etmiş
olmasının hanedanın yurt dışına çıkarılmasıyla alakalı olmadığı akla geliyor.
Haklarında başka bir bilgi bulunmuyor. Bu hanım ise Gürcü'dür.
Padişahın 3.Kadınefendisi Şâdiye Meveddet hanımefendi
ise,12/Ekim/1893'de Adapazarı'nda doğmuş olup, 58 yaştn-da olduğu halde 1951'de
Çengelköy'deki Sarayda hayat çizgisi nihayet bulmuştur. 25/Nisan/1911'de
yapılan bu evlilik esnasında padişah henüz 2.veliahd idi. Sultan Vahdeddin'in
oğlu Ertuğrul Efendi bu izdivacın mahsulüdür. Hemen İlâve edelim ki, Sultan
Vahideddin'in doğan bu evlâdının doğum haberi ve konulan isim idâri birimlere
ulaştırıldığında vatanın bir ilçesinde kaymakam olarak vazifede bulunan meşhur
Heccav Şâir Eşref Bey, doğum ve ismi bildiren şifreyi öğrendiğinde Ertuğrul
adını şu ifadeyle karşılar: <Eyvah en baştan başlıyoruz yine!> demek
suretiyle Osmanlı devletinin yeniden kuruluşa geçmek durumuna geldiğine işaret
ettiği dudaklarda bir tebessüm meydana getiren bir hiciv olarak anıla gelmiştirki
Çerkeş kavminden olan Müveddet Kadınefendi, vefatında Çengelköy Kabristanında
toprağa tevdi edilmiştir.
Nevâre Kadınefendi'de, Adapazarı'ında 4/Mayıs/1901'de doğmuş olup,
vefat târihinin bilinmediği ancak 1955'de hayatta olduğuna dâir Öztuna Bey,
malumat vermektedir. Bu hanımında Çerkeş kavminden olduğu bilinmekte eşine bir
çocuk verme şansını verme imkânı eline geçmemiştir. 20/Haziran/1918'de
Dolmabahçe Sarayında izdivaç etmişlerdir. Bir müddet İzmit'de ikamet eden
Nevâre hanımefendi İnşirah hanımefendinin teyzesinin kızı olup hayatının son
yıllarında Kalamış'da tacir bir zatla evlendiği bilinmektedir. Bununda
medfeni hakkında bir malumat sahibi değiliz. Ancak yaptığı evlilik sonrasında
Bey'i ile birlikte Ankara'ya yerleştiğini haber verir, Öztuna Bey.
Nimet Nevzâd hanımefendi; İstanbul'da, 2/Mart/ 1902!de doğmuş
l/EylüI/1921'de Sultan Vahideddin taht-ı Osma-ni'de dev gibi büyük gailelerle
boğuşurken, bu izdivacı yapmıştı. Padişah'ın vatandan ayrılma mecburiyetinden
az-sonra kocasının yanına SanRemo'ya gelmiş vefatı sonrasında İstanbul'a avdet
etti. Beşiktaş'da ikamete başladı. 1950'de Kahire'ye gittiği görüldü. Burada
dört defa hac ettiği bildiriliyor. Takvimler 1974'ü gösterirken Nimet Nevzad hanımefendi
Anadoluhisar'ındaki yalısında muammer idi. 26 yaşındayken, Kapdan Zeki Bey adlı
bir zatla izdivaç yaptı. Bu evliliğinden bir oğul ve bir kızı dünya'ya geldi.
1885'de hayatta olup, hakkında başka bilgi bulunmuyor. Diğer bir malumat da bu
beş hanımdan Nevzad hanımefendiye, Nevâre hanımefendiye Kadınefendi unvanı
verilmeyip, ikbal olarak kaldıklarıdır.
Sultan 6.Mehmed Vahideddin Hân'ın çocuklarına gelince bunlar üç
kız ve bir erkek olmuştur. Bu kızlardan İlkine Müni-re adı verilmiş ancak
doğduğu yıl daha kundakdan çıkmadan vefatı vukubulmuş anne ve babayı kederdide
etmiştir.
Vahideddin Hân'ın 3.çocuğu ve 3.kızı olan Rukiye Sabiha Sultan
Ortaköy Sarayında l/Nisan/1894'de doğmuş ve 26/Ağustos/l97l'de 77 yaşının
içinde vefat etmiştir. Rume-lihisar'ı kabristanında defnolunmuştur. Bu
Sultanhanım Emine Nâzikeda başkadın efendinin dünya'ya getirdiği kızıdır.
Fatma ulviye Sultalhanım da 1.kadınefendi Emine Nâzi-kedâ hanımın
dünyaya getirdiği 2.evlâdı ve kızıdır. Doğum târihi 12/Eylül/I892'olup, Ortaköy
Sarayında dünya'ya gelmiş, adını ise merhum padişah 2.Abdülhamid Hân vermiş
merhum olan küçük kızının adını takmıştı. Vefatı ise, 25/Ocak/1967'de 74 yaşını
4 ay geçtiği halde İzmir'de vukuu bulmuştur. Defin işi ise, İstanbul'a
Çengelköy'e getirilerek burada gerçekleştirilmiştir.
Sultan Vahideddin'in 4. Ve tek erkek çocuğu Mehmed Ertuğrul
Efendi, 2/Kasım/1912'de Çengelköy Sarayında doğmuştur.2/Temmuz/1944'de menenjit
rahatsızlığından 31 yaşını 8 ay geçtiği halde Kahire'de vefatı vukuubulmuştur.
Ab-basiye Kabristanı kendisine medfen olmuştur. Hayatını izdivaç yapmadan
tamamlamıştır.
Sultan Vahideddin'in Sadrıazamları Ve Şeyhülislâmları
Sultan Vahideddin Hân Osmanlı tahtına ağabeyi Sultan Reşad'ın
vefatı üzerine oturduğunda makam-i sadaretde, Mehmed Talat Paşa bulunmaktaydı.
Talat Paşayla 3 ay, 10 gün çalışan padişah ilk değişikliği Müşir Ahmed İzzet
(Fur~ gaç) Paşa'ya 14/10/1918'de mührü vermek suretiyle gerçekleştirdi.
214.sadrıazam İzzet Paşa bu görevde 28 gün kaldı ve İttihatçıîar'ın ileri
gelenleri bu dönme içinde ülkeden firara muvaffak oldular. Bir mânada İzzet
Paşa hükümeti ve bu hükümetin Dahiliye nâzın Ali Fethi (Okyar) Bey'in bu işleri
kolaylaştırdığı beyanları ortalığı kaplamıştır. 11/11/1918'de 2 ay, 2 gün
sürecek olan Ahmed Tevfik Paşa sadareti tensib olundu. 13/1/1919'da istifa
ettiyse de yeni bir kabinenin sadnazamı olarak 13/1/1919 itibarıyla yine mühür
paşa da kaldı ve bu sefer de 1 ay, 22 gün süren bir sadaret dönemi daha
yaşandı. Böylece de, 4/3/1919'a gelindi. İşte bu târih-de 5 defa sadarete
getirilecek Damad Mehmed Ferid Paşa sadaretlerinin ilki devreye girmiş oldu. Bu
târihden itibaren, 2/Ekim/1919'a kadar yekûn üç adet kabineyi üye değişiklikleri
ile kuran dâmad paşa, 2/Ekİm/1919'da yerini Ali Rıza Paşa sadaretine terke
mecbur oldu. 8/Mart/1920'de Ali Rıza Paşa sadareti hitama erdiğinde bu hizmet,
5 ay, 7 gün sürmüştü. Bunun sadaretini de, Hulusi Salih (Kezrak) Paşa devralmış
an- cak bu zat da mührü hümayunu 28 gün taşıyabil-mişti. Mührü hümayun bu kısa
sadaretden sonra tekrar 215. sırada sadnazam olan Dâmad Mehmed Ferid Paşa'ya
avdet etti ki bu seferde paşa, ik-i kabine kurdu. Bunun 5/Ni-san/1920'de
başladığını ve 21/Ekim/1920'de tamamlandığında 6 ay, 16 gün sürmüş oldu.
Böylece de, yerini Ahmed Tevfik Paşa'ya terkederken, beş defa elinde bulundurduğu
mührü hümayun yekûn olarak 1 sene, 1 ay, 15 gün tutmuştu. Ahmed Tevfik Paşa da
2 sene, 14 gün sürecek dünyanın en zor görevine başlamış ve 4/Kasım/1922'de
Osmanlı Devletinin inhilâliyle, mührü hümayunu ebediyyen saklamak üzere elinde
kalmıştı ve dünyanın en şerefli milletinin en mükemmel devleti târih
sahnesinden çekilirken, deviet-i ebed müddet çizgisi içinde Cumhuriyet
Türkİyesİ Osmanlı külleri üzerinden hayat buluyordu.
Sultan Vahideddin dönemini, beş kişiye on defa mührü hümayun
teslim etmiş ve bu sadaret değişiklikleriyle dönemini ikmâl etmiş fakat kendisi
vatancüda olmak mecburiyetine maruz kalmıştır. Sultan Vahideddin Hân'ın
şeyhülislâmlarına gelince, Padişah tahta çıktığında makam-ı meşihatde Musa
Kâzım Efendi bulunmaktaydı. 14/Ekim/1918'de infisal eden Talat Paşa kabinesiyle
birlikte, görevini tamamlamış oldu. Böylece padişahın kendisinin tâyin etmediği
şeyhülislâm olarak ilk şeyhülislâmı sayabiliriz.
Dağıstanlı Ömer Hulusi Efendi meşihata geldi bu geliş Ahmed İzzet
Paşa kabinesinye oldu ve bu kabinenin istifası nihayetinde o da makamından
infisal etti. Böylece Osmanlı devletinin 169.şeyhülislâmı olmuştur. Bu sefer
11/Ka-sım/1918'de meşihatın Hayderizâde İbrahim Efendiye tevcih olunduğunu
görüyoruz. Bu zâtın meşihati iki defa sayılmakta daha sonra da 3. ve 4.
meşihatine gelmiştir. Bu seferki 3 ay, 23 gün sürmüştür. 4/Mart/1919'da sona
ermiştir. Yerine 171. şeyhülislâm
olarak Tokadı Mustafa
Sabri Efendi
2/Ekim/1919 tarihine kadar üç meşihat sayılan tebeddülat
görmüştür. Şeyhülislâmlar içinde yurt dışına çıkan sadnaza-ma vekâleti
münasebetiyle Hoca-Paşa lakabı almış bu zat için Mevlan zade Rıfat Bey,
Fransızların meşhur Kardinal Ri-şölve'si benzetmesi yapmaktadır ki, bunu bilmem
amma, çok zeki olduğu bir vakıadır. Birgün meclis-i mebusanda İtti-had ü
Terakki'yi tenkid ederken, sadnazam Talat Paşa, sen bu ithamları iktidar olmak
için yapıyorsun diye laf attığında, Sabrı Efendi; şu enfes cevabı hemen
yapıştırmıştır: <TaIat Paşa iktidar olmanın suç olduğunu söylerseniz, önce
kendinize bakınız ve cürm-ü meşhud halinde olduğunuzu görünüz çünkü
iktidardasınız!> ifadesi hazırcevap olmanın bir başarısıdır.
Mustafa Sabri Efendi'nin yerine meşihate getirilen Hayderizâde
İbrahim Efendi, 3. ve 4. meşihatini tamamladığında târih, 5/Nisan/1920 idi. Ve
müddeti 6 ay, 4 gün sürüp dört meşihatinin müddeti 9 ay, 27 gün sürmüştür. Bu
zâtın yerine aynı aileden Hayderizâde Abdullah Efendi 31/Tem-muz/1920'ye kadar
meşihati 3 ay, 26 gün sürmek üzere getirilmiştir. Bunun peşinden makam-i
meşihate yeniden Mustafa Sabri Efendi gelmiş, bu seferinde 1 ay, 26 gün ifta
makamında kalabilmiştir. Tüm meşihati 8 ay, 25 gün sürebil-miştir. Osmanlı
devletinin son sadrıazamı nasıl Ahmed Tevfik Paşa ise, şeyhülislâmı da, Medenî
Mehmed Nuri Efendi olmuş 2 sene, 1 ay, 8 gün sürmüştür. Ancak bu da iki
meşihat olmuştur, kabine tebeddülatı bu durumları sağlamıştır. Meşi-hatin son
günü yine sadrıazamin da son günü olan, 4/Kasım/1922 târihi olmuştur.
Bir Fıkıh Alimi Gözüyle
Taht-ı Osmaniye cülus ettiğinde Sultan ö.Mehmed Vahideddin
hân,sadnazam Talat Paşa ile nezaketen hükümetin istifasını verdiği ve bunun
üzerine kendisini yine vazifede ib-ka edip yeni hükümet hususunda yaptığı
konuşma esnasında sözü, ülkede neşvünema bulan hilafet ve saltanat anlayışı
üzerine getirir ve Talat Paşa'ya şunları beyan eder ki bu ilmî mâna ihtiva eden
beyanı buraya almak suretiyle mühim ve târihi bir vazifeyi yerine getiriyoruz.
Böylece de, hatıratlardan yola çıkılarak hazırlanan târih çalışmalarının
hususiyetinin üstünlüğünü de ortaya koymuş oluyoruz zannındayim. Padişah,
Talat Paşa'ya şunları söylüyor: <.Hilafet ile saltanatı muhtelif suret ve
şekillerde tasavvur ve tasvir edenlere tesadüf olunuyor. Benim şehzadeliğimden
beri şark ilimleri ve islâm felsefesi ile meşguliyetim vardır. Mutasavvifin-i
kiramdan ve mütebahhirinden bir çok zevat ile ilmî meclislerde bulunmuşluğum
vardır. Size de tahassüslerimi nakledeyim. Hilafet aslında saltanat demektir.
Hilafet; İcra kuvveti ve teş-riyye-i riyaset demektir. Hilafet ifadesinde
saltanat da mündemiç bulunmaktadır. Fakat, saltanatda hilafet olmayabilir.
Nitekim her sultan hatife değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) nübüvvet yâni
peygamberlikle, saltanatı mübarek şahsiyetlerinde toplamıştı. Müvekkili zişânım
yâni vekâletini hâiz olduğum, zât kuvve-i icraiyye riyasetini ve başkumandanlığı
üzerinde taşımaktaydı. Resûlüllaha halef olan Hulefay-ı Râşidiyn ise,ancak
vekil mânasına gelen halife adı altında işleri yürütürler ve saltanat
ederlerdi. Her biri birer sultan'dı. Risaletpenah Efendimiz son nebi
olduğundan, risa-let-i nebeviye hitâma erdiğinden ki bu cihet Kur'an-ı
Keriym-de mesturdur sıfat-ı nübüvveti ukbâya götürmüşler ve yalnız saltanat-ı
Muhammediye'ye halifelerine terk buyurmuşlardın Dâima musahabei nübüvvet ile
müşerref olan sahabi-lerin hilafetleri umur-u diniyye ve siyasiyye üzerineydi.
Neşrine memur değillerdi.Ceddim Yavuz, Mısır'a fâtihane girdiği zaman
Abbasilerin son halifesi, hilât-ı fâhirei hilâfeti güç ve kuvvet sahibi olan
Sultan Selim'e terk ve tevdi eyledi. Ondan sonra da hilafet ve saltanat şart
hâline geldi. Bu şekil asırlardan beri devam ediyordu. Âl-ı Osman'a devredilmiş
olan hilâfet, saltanat-ı Islâm-ı Osmânî ite adeta et ile deh gibi imtizaç
ederek ikisi bir birine âlem olmuştur. İşte bunun içindir ki bir anane-i
kadime ve diniyye olarak Türk'ün ha-kan'ınını âtem-i İslam halife tanımış ve
hemen beyat ve tâkib edegelmiştir> dedikten sonra Sultan Vahideddin, Talat
Pa-şa'ya söyledikleriyle saltanatın hilafete tetabukunu ortaya koyuyor ve
böylece de, bir fıkıh bilgini olarak, bu meselenin tavazzuf ettiğini ortaya
koydu.
Yukarıda sayfalarımıza aldığımız; Sultan Vahideddin'in hilafet ve
saltanat hususundaki Talat Paşa'ya düşüncelerini nakleden ifadeleri koymuş
bulunuyoruz. Hemen ilâve edelim ki, TBMM'de Burdur mebusu sıfatıyla bulunan ve
aynı zamanda Cumhuriyet Türkiyesinin İstiklâl Marşının güftesinin sahibi
olarak tanınan Mehmed Akif (Ersoy) merhum,
H.28/c.evvel/1339-R.8/şubat/1337-M.21/şubat/1921'de Salı günü, gizli oturumda,
Hasan Fehmi Efendi'nin başkanlığında yapıldığı esnada irad ettiği konuşmasında
ileri sürdüğü husus Sultan Vahideddin'in işaret ettiği meselelere tetabuku
münasebetiyle, Meclisin gizli oturum zabıtlarından alıntılamayı uygun ve
isabetli bir seçim olarak gördük.
".Mehmed Akif Bey (Burdur)-Efendiler, İstanbul'la aramızdaki
suitefehhümün kalkması bu ikiliğin bertaraf edilmesi için mectis-i âliniz karar
verdi. İstanbul'a bir telgraf yazılaçaktı ve bu da Meclis tarafından
yazılacaktı ve son cevap olacaktı.
Hamdullah Suphi Bey (Antalya)-Beyefendi yazmışlar,geldiler burada
okudular.
Mehmed Akif Bey (Burdur)-Sadi; Şarkın en hâkim Şâiri Sadi derki;
<insan daima doğruyu söylemelidir. Her söylediği doğru olmalıdır. Fakat her
doğruyu her vakit söylememe-lidiı:> Bendeniz o telgraf müsveddesinde bu gün
söylenilmesi muvafık olmayacak bir çok hakikatler gördüm. İcab eden yerlerde
gayet şedit bir lisanla ifade edilmiş. Eğer maksad. itilafın temini ise bu
lisan tahfif (hafifletmek) edilmelidir. Daha itilafcuyâne yazılmalıdır. Biz
metalibimizi bir lisânı mutedil ile bir üslûbu leyyin ile ifade edersek ve
onlar kabul etmezlerse iş bitmiş olur. Bendeniz bir şey karaladım. Müsaade buyurursanız
okuyayım. (Ankara ile İstanbul arasında cereyan eden muhaberattan İstanbul'un
henüz gerek kendi vaziyetini, gerek Anadolu'nun vaziye tini layikiyle ihata
edemediği kanaati hâsıl oluyor Milletin berat-ı idamından başka bir şey olmayan
Sevr muahedenamesini İstanbul'a kabul ettiren esbabın burada mevzubahs
edilmesini münasip görmüyoruz. Ancak milletin istiklali o muah.edena-m.enin bir
kaç maddesinin tâdil ve tebdiliyle temin olunamayıp, büsbütün ortadan
kalkmasına mütevakkıf bulunmasına nazaran vaktiyle o muahedenameyi kabul
edenlerin bugün konferansta lazım gelen vak-ü tesisi haiz olamayacakları pek
tabiidir Mütarekeden beri devam eden ve inayet-i Hakk' la hayat ve istiklâlimizin
hâlâsına kadar devamı muhakkak olan mücahedei milliye sayesinde bugün lehimize
olarak bir vaziyet inkişaf etti. Bu müsait vaziyetten istifadeye koşmak bütün
kuvvayı devlet için bir uecibei hayatiyye iken, İstanbul'un hakayik-i ahvale
göz yumarak ruhtan ziyade şekil ile meşgul olduğu nazarı teessüfle görülüyor.
Zaman geçmiş uakayii tahlil ile meşgul olduğu nazarı teessüfle görülüyor.
Zaman, geçmiş uakayii tahlil ile uğraşacak zaman değildir. Ecnebiler devletimizin
bütün varlığını payimal etmişler, en
tabii hukukunu çiğnemekten sıkılmamışlardır. Bu tecavüzlere diğer
taraflardan evvel maruz kalan ve el'an ecnebi tahakkümü altında bile
başkaldıramayan istanbul'un bu ahvali göz önünde tutarak ona göre bir vaziyet
ittihaz etmesi zaruri iken makûs bir İstikamet alması cidden mucibi teessüftür.
İstanbul nazarında henüz resmen asi telakki edilen Anadolu bugün istiklâli
için, Makam-ı Hilafet ve Saltanatın tahlisi için canla başla uğraşıyor,
düşmanların muhacematına göğüs geriyor, bu yolda kanını döküyor. Dolaysıyla
bugün söz sahibi ancak kendisi olmak icab edeceğini İtiraf ve kabul etmek ve
aradaki suitefehhümü bertaraf ederek BMM'ne tefvizi umur eylemek kendisinin
ve bütün memleketin selâmeti nâmına İstanbul için en mütekaddim ve en
mütehattim bir vazifedir Bugün İnâyet-i Hakk'la millet vahdetini temin etmiş
meşru meclis ve Hükümetini teşkil ile ordularını tanzim eylemiş her türlü
müdehalatı ecnebiyyeden azade olarak tenfiz-i ahkâm ve kazada bulunmuş iken
bütün bu şeraitten tamamıyla mahram bulunan İstanbul'un hâlâ eşkal ve merasim
ile uğraşması menafıi millet ve maslahatı ümmetle kâbit-i telif değildir.
Bugün İstanbul'un uhdei hakimiyetine düşen en mühim vazife derhal BMM:nin
meşruuiyetini tasdik ve konferansa münhasıran bu meclise aid olduğunu ilân
etmektir. Bunun hilafında hareket milletin hâlâsına set çekmek, tefrika ve
inkısama badi olmak, makam-ı hilafet ve saltanatı (papalık) gibi kuvvayı
maddiyeden mahrum ve gayrimeşru bir şekle sokarak ecnebilerin amaline bâziçe
derekesine indirmek demektir. Buna ise Şeriat-ı Garrayı İslâmiyyenin müsaadesi
yoktur. Kaldı ki müslümanlık nazarında pek büyük bir mevkii dinisi olan Makamı
Muallayı Hilafeti vaz'ı meşruun-dan çıkarmaya hiç bir ferdin, hâttâ o makamı
işgal eden zât-ı şahanenin bile selahiyeti olamaz. İradei Şahane maslahatı
ümmet üzerine ibtina ederse muteber ve muta olur. Evet Zâtı Şahanenin arzuyu
zâti ve emri hususileri başkadır. Ümmetin emini olmak haysiye tiyle deruhde
buyurdukları emaneti hilâfetten mütehassıl şahsiyeti mâneviyenin iradesi
başkadır. Binaenaleyh bugün zâtı şahane bütün âmâli hususiyelerinden tecerrüt
etmek ve o deruhte buyurdukları kübradan mütehassıl şahsiyeti mâneviye namına
maslahatı ümmet muktezası veçhile Iradatı âliye de bulunmak mecburiyeti
şeriyesindedirler. Maslahatı ümmetin muktezası ise (icmal ümmet) mahiyetinde
olan ve bir kuvvei maddiyeye istinad eden B.M.Meclisi, evet ancak bu meclis
izhar etmek mevkiinde bulunuyor. Malumdur ki din-i İslâmın kıyam ve bekası
için zaruri olan teçhizi cüyuş, şeddi sugur, tenfizi ahkâm ve kaza şeraiti
esasiyesîni bilkülliye iptal ile makam-ı mânayı hilafeti mühmel bir hâle koyan
(sevr) muahedenamesini kabule, cevaz-ı seri yoktur. Şayet İstanbulu böyle
gayrimeşru bir vaziyete sokan sebeb cebrüik rah ise bu gün o sebebin zail
olduğu iddia olunamaz. Binaenaleyh ecnebilerin cebrü ikrahiyle bütün şeraiti
esasiye-i sedyesinden tecrit edilen Makamı Hilafet ve Saltanat için o şeraiti
temin eden B.M.M.ni derhal Makam-ı Celili Hilafetin kuvvei müeyyidesi olarak
tasdik ve bu meclisin icmai ümmet mahiyetinde oları mu-karreratını kabul ile
kendi vaz'ı meşruunu iktisap etmek bir vazifei şeriyye olduktan başka beynel
müslimin büyük bir mevkii ihtiramı bulunan Hanedan-ı âlî Osman'ın iletebed bu
mevkii mümtazı muhafaza edebilmesi İçinde elzemdir Gerek Zâtı Şahanenin gerek
bütün Cihan-ı islâmın malumu olmalıdır ki B.M.Meclisince bugün makam-ı hilâfet
ve saltanatın hâlâsını ve milletimizin istiklâli tammını temin etmekten başka
hiçbir gaye mutasavver değildir ve bunun böyle olduğunu her milletvekili
ferden ferda ye- min ile te'yit etmiştir. Onun İçin bugün İstanbul'un mânâsız
vesveselerle nazarı ecanipde milletin vahdetini kesrederek gayrimeşru bir tavır
takınmasına B.M.Meclisi son derece mütessiftir. Artık bu gayri meşru vaziyete
bir an evvel hatime vermek bu zavallı bu fedakâr milletin mukadderatını idare
etmekte bulunan B:M:Meclisiyle tevhidi mesai etmek aynı gayenin husulüne
elbirliğiyle çalışmak dini ve vatanî milli vazaifin akdemidir. Binaenaleyh
gayemizin husulünden sonra aramızda halli pek kolay olan mesaili dahiliyeye ait
bir takım noktai nazar ihtilaflarının bugün katiyyen mevzubahs edilmemesini ve
yalnız din ü milletin menafii aliyesi düşünülerek derhal B.M.Meclisinin
meşruiyetinin kabul ve intihâb ettiği murahhasların tasdik edilmesini, bu
suretle aradaki ikiliğin kaldırılarak Kur'anm ve Sünneti Resül'ün emri veçhile
Devlet ve milletimizin ecanibe karşı yekpare bir bünyanı marsus hâlinde
tecelli ettirilmesini selâmet-i din ü devlet nâmına son defa olarak temenni
ederiz. İşbu kararımız Tevfik Paşa'ya aynen tebliğ olunmak üzere Heyet-i
Vekileye tevdi olundu." şeklinde kaleme aldığı yazıyı okuyan Hz.Akif,
hilafet ve saltanatın önemi ve BMAVnin merbutiyetini ifâde ederken BMAVnin hilafetin
arkasında bir kuvvet olduğunu belirtir ve bunu tasdik eder. Ancak 1924'de
hilafetin kaldırılması istek ve zan hak-ksnda şâir'in yanıldığını gösterir.
Ama biz burada, Sultan Vahideddin'in; Talat Paşayla yaptığı konuşmada
buna temas etmesi ve lafızlarında mündemiç olan, hilafeti ve Saltanat
hakkındaki menfi düşünce sahiplerinin beyanlarına atıf yaparak konuşmasıyla,
Akif Bey'in İstanbul'a meclisçe yazılmış ve meclisde okunduğu belirtilen
müsveddenin hilafet ilgasının ergeç yapılacağı dedikodularının kulağına
erişmesinden olduğu gözden uzak tutulmalıdır. Böylece hilafet hususunda aynı
düşünen iki mühim adamın biri cebre dayanamayarak vatancüda olmuş, diğeri ise,
endişe taşıdığından dolayı vatancüda olup, vatana avdeti ancak ölebilmek için
olmuştur. Biz bu konuşmayı, sayfalarımıza almakla dinin ve vatanın büyük şâiri
Mehmed Akif (Ersoy) merhumun, TBMM'de hiç konuşmamış oturmuş diyenlere
sözlerini geri almaları gerektiğini ihtara lüzum görmüyoruz.
Halife Abdülmecid
Osmanlı devletinin saltanat dönemi Sultan G.Mehmed Vahideddin
Hân'ın vatancüdâ olması hasebiyle son bulmuştu. Hilafetin ibkası ise devam
etmekteydi. Bu makam Hanedan-ı Âİ-t Osman'ın ekber veliahdı ve ülkedeki en
büyük erkeği olarak Veliahd Abdülmecid EfendPye TBMM kararıyla yapılan bir
seçim sonunda tevcih olundu. Abdüfmecid
Efendi Dedesi, Sultan Abdülmecid Hân'ın adını taşımakta ve merhum şehid
Sultan Abdülaziz Hân'ın, Hayranıdil Kadın Efen-di'den dünya'ya gelen oğludur.
Doğumu, Dofmabahçe Sarayında 29/Mayıs/1868'de İstanbul'un fetih yıldönümünün
415.sine tesadüf etmiştir. Padişahın ortanca oğludur. Bilindiği gibi, Sultan
Aziz'in üç erkek evlâdından ekberi Yusuf İz-zeddin Efendi olup, en küçüğü ise
Seyfeddin Efendidir. Sultan Abdülaziz şehid edildiğinde Abdülmecid Efendi
henüz 7 yaşındaydı. Bu demektirki, 1842 doğumlu olan Sultan 2. Abdülhamid hân,
26 yaş büyük olduğu Abdülmecid Efen-di'den doîaysı ile amcazadesine babalık
görevi yüklenmiştir. "Son Halife Abdülmecid" adlı değerli biyografik
eserin sahibi O.Gazi Aşiroğlu, Burak Yayınevince neşrolunan eserinde
14.sahifedeki şu ifadesi, bizim beyanımızı desteklemektedir. "..Saltan
Abdülhamid,Abdülmecid Efendiyi çok setlerdi. O'-nun öteki kardeşlerinden daha
serbestçe davranmasına izin verirdi. Şehzadenin, Abdülhamid Hân'ın nezdinde
ayrı bir yeri vardı. Türklerin Hakanı ve İslamların Halifesi, bayralar-da kendi
şehzadelerine hediye olarak ne alınırsa Abdülmecid Efendi'yede aynıları
verilirdi. Abdülmecid Efendi, devrin gereğine uyup, Abdülhamid Han'ın
şehzadeleriyle Fransızca öğrendi. Öğretmeni; Fransız Sefaretinden Mösyö
Guyut'tu. Mösyö Guyut; Bağlarbaşındaki köşkte yatıp kalkan Pazar günleri izinli
sayılırdı. Şehzâde'nin Farsça hocası: Nervet Hanımdı. Safiye Ünüvar
hatıralarında Nervet Usta hakkında şu bilgileri veriyor: Sultan Reşad, şâir ve
dindar idi (Lütfi Simavi Bey'i bu cümle yalanlıyor. Safiye hanım Saray'ı pek
iyi bilen bir insan olarak, Lütfi Simâvi Bey'e nazaran daha inanılır bir
kaynaktır bence bu bakımdan Çanakkale için yazdığı şiiri onun yazmadığı
noktasında beyanda bulunan Başmabeyn-ci'nin maksadını bilemezsek de, Safiye
Ünüvar merhumeyi bu nokta da tercih ediyorum.m.h) Bir vakit namazını bıraktığı
görülmemiştir. Halifey-i Rûy-i Zemin sıfatını taşıyan bir insana yakışacak
şekilde dinine bağlılığı vardı. Maiyetinde çalışanların hepsinin namaz
kılmalarını emrederdi(..) Saray'da Saltan Aziz zamanından kalma tiervet Usta
vardı. Bilgili ve Farsça diline aşina yaşlı bir kadındı. Onu sık sık huzuruna
çağırır ve kendisiyle konuşmaktan pek hoşlanırdı. Bu kadı-nefendi, aynı
zamanda, Şehzade Mecid Efendinin de ders hocalığını yapmıştı" Demektedir.
Böylece 2.Abdülhamid Hân'dan sonra Abdülmecid Efendi'yi Sultan Reşad'ında
vikaye ettiğini görüyoruz. Sanatkâr ruhlu bir zât olup, edib, ressam, müzisyenlere
çok değer verir ve bu kişilerin sanat alanındaki başarılarından hiç de aşağı
olmayan, kimi dallarda onlara faik olan becerileri vardı. Fakat takdir etmesi
hanedanın bir miras gibi biribirlerine devrettikleri hâl Mecid Efendi'de de pek
gani olarak mevcuddu.
Bu gün Aşiyan müzesinde bulunan Tevfik Fikret'in meşhur Sis
Şiirinden aldığı ilhamla yaptığı tabloyu şâire hediye etmiştir.
Abdülhakhamid'e Finten adlı oyununun şehir tiyatrolarında sahne alması
münasebetiyle köşkünde yaptığı bir dâ-vetdeyse Şâiri azama ve davetlilere
üzerinde Finten yazan som altından birer kravat iğnesi hediye etmiştir.
Yukarıda adı geçen eserin sahibi Aşiroğlu Bey, kitabın kapağının arka tarafında
şu ibare ile Abdülmecİd Efendi'nin beyanını koymak suretiyle bir çok insanımızın
bazı hakikatlere muttali olmasını temin hususunda hayli makbul bir işlem
yaptığını belirtirken, biz sahifemizi oradan aldığımız alıntıyla süslemek
istiyoruz:
".Düşününüz, giderken bir zarf içinde ikibin sterlin lütfetmişler.
Bununla koskoca bir saray halkı hangi bir otele yerleşir, hangi masrafı
karşılayabilir Biz de, başka hükümdarlar gibi giderken oe gitmeden önce
hazineden pek kıymetli mücevherleri kaldırabilirdik, amma memlekete mal olmuş
şeylere el sürmeyi vicdansızlık addederim. Sonra arkamızdan neler işitmedik?
Yok biz hâinmişiz, biz Milli Mücadeleyle ilgilenmemişiz,' biz düşmanla
işbirliği etmişiz, bütün bunların aslı esası yok! Vahdeddin de maalesef
etrafındakilere uydu. O'na bazı şeyler söylenebilir Bana gelince, Allah da
bilir, Peygamberde yarın şefaat edecektir. Oğlum Ömer Faruk'u Anadolu'ya
gönderdim. Maksadım: İstanbul'dan kaçıp Anadolu'ya gelmek, İslâm mücahidlerinin
başına geçmek ve bütün âlem-i İsiâmı ayağa kaldırmaktı. Ama ne yapayım ki, oğlumu
İnebolu'dan çevirdiler Teklifimi red ettiler O zaman bize İstanbul'da işin
sonuna kadar oturmak düştü. Milli zafere bir çocuk gibi sevindik. Mustafa
Kemâl'i kucaklamak, hâttâ kızımı O'na vermek bile istedim, fakat kimse bunu
anlamak istemedi. Mustafa Kemâl Paşa'nın Rafet Paşa'ya: Ben Enver Paşa olmak
istemem dediğini söylediler,amma biz kendisini Enver Paşa yapmak
istememiştik!"
Hemen bahse konu kitabında Aşiroğlu Beyefendi 165.sahifedeki şu
paragrafla Abdülmecİd Hân'ın yüksek karakterini ortaya koyduğunu görüyoruz,
şöyleki: "Sabık halifenin kızı Dürrüşşehvar Sultan'ın, dünya'nın en zengin
ailelerinden, birisi olan Hind Mihracelerinden Haydarabad Nizâm'inin oğlu ile
evlenmesi de, kendisine Hindistana yerleşmek ve hilafet makamını Cava ve
Sumatra yâni bugünkü Endonezya'da yaşayan yüzmilyon mu.slo.man ilâve olarak,
Pakistan ve Hindistan'ın muhtelif yerlerindekilerle beraber, ikiyüz milyonu
aşan müslüman kitlesinin yaşadığı bölgede ihya ve devam ettirmesi teklifinin
tabii neticesi olarak karşılanmıştı. Fakat Abdülmecİd Efendi, Hindistan'a
yerleşmek, daha sonra da sonrada hilafeti orada tesis etmek yolundaki
teklifleri red etti. Ne İngiltere'den ne Fransa'dan doğrudan doğruya veya
vasıtalı olarak gelen, daha sonra Mısır Kralı Birinci Fuad'ın cazip
tekliflerine müsbet cevap vermeyerek, vaziyetini muhafaza etti." Yâni
maddi zorluklar içinde yaşamayı göze aîıp, makam-ı muallayı satılığa çıkarmadı.
Sultan Vahideddin'de aynı davranış içinde olduğundan bu vasf-ı mümeyyiz
hane-dan-ı Osmâniyanın ne kadar iftihar etse yeri olan bir davranış biçimidir.
Abdülmecİd Efendi'nin milli mücadeleye ne kadar destek verdiği,
daha sonraları general Yümni (Üresin) Paşa o yıllarda yaverlerden olduğundan
bu işlerin şahidinden olup, hatırlarında aleyhte söz etmemektedir.
DP'döneminde mebus da olan Paşa, bakanlık görevinde bulunduğunu da hatırlıyor
gibiyim. Sultan 6. Mehmed Vahideddin'in ülkeden ayrılmasının akabinde
18/Kasım/1922'de, TBMM'nin yaptığı içtimada 148 milletvekili reylerini
Abdülmecİd Efendi'de topladı. Böylece Efendi saltanatsız olarak hilafeti omuzlarına
almış oldu. Bu hâli daha evvel tahmin eden sabık padişah Havideddin hân ve
hanedan'ın üyelerinin bir çoğu bu tarz bir hilafeti uhdesine almamasını
hatırlattılar.
Fakat Efendi Hazretleri, görev alınmazsa kendi geleceklerinin
daha çabuk sıkıntılar getireceğini tahmin ettiğinden bu me'suliyetin altına
girmeyi vazifenin kûtsîliği ve hanedan'ın akıbeti bakımından kabul etmeyi
tercih etti. Meclis, halifenin seçildiği içtimada Mehmed Selim Efendi'ye üç
rey, Abdürra-him Efendi'yede iki rey çıkmış böylece halife ır-sen değil,
namzetler şeklinde seçilmiştirki, bu halifelik için yapılan ilk tür seçimdir
hilafetin ihdasından sonra. Mesela Takiyüddin Taktaki adlı bir zat'a da rey
verilebeleceğini ihsas etmek istemişlerdir. Abdülmecid Efendi'nin hilafet
müddeti, 1 sene, 3 ay, 15 gün sürmüş ve 3/Mart/1924'de son bulmuştur.
Abdüi-mecid Efendi'nin son Cuma selamlığı 29/Şubat/1924'de yapılmıştır.
6/Ekim/1923'de İstanbul'a duhûl eden Kuvayı Mil-liye-miz, hilafetinde
kaldırılabileceğinin işaretlerini vermeye başlamıştı. Çünkü, halife'ye
gösterişli merasimlerden kaçınılmasını ifade eden mütalaalar duyuruluyordu.
Refet Paşa'nın Abdülmecid Efendi'ye Beyaz bir at hediye etmesi Ankara'yı
kızdırmıştı. Nihayet Lozan muahedesinin imzalanmasının ardından meclis 341
sayılı kanunu çıkarmış ve bu kanunun 1.maddesi halife hâl edilmiştir. Hilafet,
hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhûmlarında esasen mündemiç olduğundan,
makam-ı hilafet mülgaadır. 2.madde ise, Hânedan-i Âlî Osman'ın Türkiye'den
ihracını âmirdi.
İstanbul Valisi Ali Haydar (Yuluğ) Bey ve İstanbul Poîis Müdürü
Sadeddin Bey ve lâzım gelen elemanlarla birlikte Dolmabahçe Sarayına gitmişler
ve Ali Haydar Bey merhum pek mükedder ve refiki Sadeddin Bey'de üzgün bir hâl
içinde olduklari halde durumu özel bir oda da halifeye aktarmışlardı.
Gayrıresmî olarak daha önce duruma muttali olan halife önce bir mukavemet
ifadeleri beyan etmiş ve yine Haydar Bey'in ricası üzerine daha bir başka oda
da görüşmeleri üzerine Abdülmecid Efendi durumu kabullenmiştir. Bu satırların
yazan, Alî Haydar Beyzade emekli kaymakamlardan Melih Yuluğ Bcvefendi ile gerek
naşir ve yazar münasebeti gerekse de peder-evlad münasebetleri Melih
Beyefendinin irtihali dârı beka eylemesine kadar devam etmiştir. Bu mevzuyu biz
sormaktan haya ederdik, o ise sorulmadan hiç bir şey anlatmayan tarzı
sürdürürdü ki, bir gün mevzuyu okurken yanıma gelmiş ve şu ifadeyi beyan
eylemişti. Babamın en üzüldüğü iki vak'a vardı. İlki, Bolu valisiyken, bir
takım âsilerin eline geçmiş ve onların hakaret dolu sözlerine ve bir tokatına
muhatap olması, diğeri de Halife Abdülmecid'e, terk-i vatan etme hususunda
tebliğ ettiği görevdi, demiştir. Pek enteresandır ve hikmeti ilâhidir ki,
ülkede herkesten çok kalma hakkı olan bir hanedan yurt dışı olunurken, nice
Dönmeler baştacı ediliyor, ahali ise bir takım iç çekişlerle sessiz
muhalefetini yapıyordu. İşte. Cuma Namazını, Salı günü kılmayı kabul eden
topluluk vak'asıni hatırlamak gerekir.
Halife Sürgünde
4/Mart/1924 sabahı saat 5.30'u gösterdiğinde iki çocuğu ile doktoru,
hanımları ve kâtibinin yanında bir uşağı ile otomobille getirildikleri
Çatalca'da Simplon ekspresine konmuşlar bindikleri özel vagon İsviçre'ye
vardığında halife burada bir deklarasyon yayımlayarak vaziyeti müslüman
dünyasına duyurdu, TC hükümetinin bu kararına itirazlarını haykırdı. Hindistan
müslümanları en çok heyecan gösterenlerdi. Milli Mücadeleye Hind müslümanlannın
gösterdiği muavenet şüp-hesizki müslümanlar kardeştir mealindeki ayet-i kerime
icâbıydı.
Halife mü'minlerin emiri olduğu için Hind müslümanları düşman
karşısında bizi desteklemişlerdi. İngilizler, Hindistan sömürgesi olduğundan
bunlarla mesele çıkmasın diye İngiiiz askeri yerine işi Yunan ordusuna ihale
ettiler. Hind müslümanlannın kurduğu Hindistan Hilafet Komitesi, Halife Ab-düfmecid'e
yaşadığı müddetçe dolgun bir tahsisat bağladılar.
Haydarabad Nizamı bu tahsisat'ın büyük bir bölümünü ödemekteydi.
Daha sonra da, Halife Abdülmecid ile Nizam dünür oldular, halife'nin kızı
Dürrüşşehvar Sultanhanım, Hayda-rabat Nizamının oğluyla izdivaç ettiler. Halife
Abdülmecid vefatına kadar Avrupa'da Paris'de yaşamak mecburiyetinde kaldı.
Vasiyeti vefatı vukubulduğunda, Dedesi Sultan Mah-mud Türbesine, babası
Abdülaziz Hân'ın yanına konmaktı. 23/Ağustos/1944'de emr-i hakk vâki olduğunda
saat akşamın 9'unu yâni 21 'i
göstermekteydi.
Dürrüşşehvar Sultanhanım, Nizam Prensinin hanımı olması hasebiyle
İngiliz pasaportuna hâmildi. Halifenin vasiyetini ifaya gayret eden başda kızı
Dürrüşşehvar Sultanhanım olduğu halde hanedan üyeleri ellerinden geleni geri
komadılar. Gelmiş olduğu Türkiye'de Dürrüşehvâr Sultanhanım, Çankaya'da İsmet
Paşa ve Mevhibe hanımla yemek yemekle beraber gösterilen nâzik kabule rağmen
defin işine mezuniyet alamadı. Paris Camiinde Abdülmecid Efendinin naşı taş bir
odada beklemek mecburiyetinde kaldı. 1950 sonrasında iktidar olan DP'nin tek
başvekili Adnan Menderes defnetme işine sıcak bakmıştı. Mevzuata uygun olarak
TBMM dilekçe komisyonuna bir dilek çe yazmasını ve bir ay içinde bir itiraz
zuhur etmediği takdirde, defin işinin gerçekleşebileceği bildirilen
Dürrüşehvâr Sultanhanımda, böyle bir dilekçe yazmış ve komisyona vermiştir. Hiç
kimse böyle bir talebe birinin çıkıp da itiraz edebileceğini ummaları akla
ziyandı. Fakat sapı sizden dercesine, DP listesinden Kırşehir mebusu olmuş bulunan
E. Amiral Rif'at Öndeş bu itirazı yapınca defin işi imkansızlaştı. Dürrüşehvâr
Sultanhanımın kuvvei mâneviyyesi kırıldığından naşı alıp Medine'ye götürüp
orada Resulüllaha komşu kıldılar.
Fevkalâde güzel bir ressam olan merhum halife, daha on-oniki
yaşlarındayken kızı Dürrüşehvâr Sultanhanımın, pek güzel bir folklorik
kıyafetiyle resmini yapmış ve Dolmabahce Sarayında salonların birinde asılı
olarak kalmış. Kimse de or-dan kaldırmamış ve saray'ın ziyarete açılmasından
sonra ziyaretçilerin bu resimin güzelliği dikkat çekmekte olup, re-simdekinin
kim olduğu sorulduğunda zamanla cevap olarak atmasyon bir isimin söylendiği
görülmüş ve hayli zaman da bu böyle devam edip, gitmiş. Nice yıllar sonra bir
İngiliz turist kafilesinin mezkûr sarayı ziyaretinde kafileden biri, resim
hakkında rehberden bilgi istediğinde rehber alışılmış hikâyeyi okumaya
başlamış ki, içlerinden bir bayan, biraz dinledikten sonra dayanamamış, pek
asilâne ve nefis bir Türkçe ile bu beyanı nasıl yaparsınız? Evet! Doğrudur, Son
Halife Hz.le-rinin yaptığı bir tablodur. Küçük kerimeleri Dürrüşehvâr
Su!-tanhanımdır o resimdeki mealinde sözlere karşılık, rehber kendi beyanında
İsrar etmek temayülü gösterince, hanımefendi daha otoriter bir ses ile,evet
efendim o resimdeki kız Dürrüşehvâr Sultanhanımdır der demez, rehber'de ne
biliyorsunuz? Cevabı verince turist bayan da, biliyorum! Çünkü o resimdeki
Dürrüşehvar benim dediğinde herkes donmuş kalmış.
Bu müthiş darbenin şaşkınlığını atlatan rehber doğruca sarayın
müdürünün yanına koşmuş vak'ayı haber vermiş müdür bey'de hemen kafilenin
yanına gelmiş Dürrüşehvâr Sultanhanıma mülâki olup kendilerine yer gösterip
ikramlarda bulunduktan sonra: Efendim niçin böyle habersiz, bir turist gibi
geliyorsunuz? Haber versenizde sizin eviniz olan burada sizleri sânınıza lâyık
şekilde ağırlayalım demek suretiyle pek nâzik bir davranış sergilediğini ve bu
ifadenin Sultanhanımın gözlerini buğulandırdığını bana hanedana hizmet veren
kıymetli bir dostum nakletmişti. Şimdi son halife Abdülme-cid Efendinin, eş ve
çocuklarıyla ilgili bölümü yazmaya geçelim.
Halife Abdülmecid'in Hanım Ve Çocukları
Halife Abdülmecid Efendi dört izdivaç yapmıştır. Bunlardan ilkini
Şehsüvar Başkadınefendi ile 22/Aralik/1896'da Ortaköy sarayında 7.veliahd iken
yapmıştır. Halife'den bir sene sonra 1945'de, 64 yaşında olduğu halde Paris'de
vefatı vukubulmuş buradaki Bobigny müslüman kabristanında def-nolundu.
İstanbullu olan Şehsüvar Hanımefendi, 2/ Mayıs/188 l'de doğmuştur. Halife
Abdülmecid Efendinin biricik oğlu Ömer Faruk Efendi bu hanımından tevellüd
etmiştir. Evlilikleri Halife hz.îerinin vefatıyla münakid olmuş ve 47 sene, 7
ay, 28 gün sürmüştür. Hanımefendi, Türkiye'den çıkarıldıklarında 43 yaşının
içindeydi.
Abdülmecid Efendi'nin 2.kadınefendileri 2/Mart/1876'da Bandirma'da
dünyaya gelmiş bulunan Hayrünnisa Hanımefendiyle yapmışlardır. Kocasına bir
evlad verememiştir. Vefatı, Abdülmecid Efendi hayatta iken 3/Eylül/1936'da
Fransa'da Nice vukubulmuştur. İzdivaçları 18/Haziran/1902'de Ortaköy sarayında
gerçekleşmiştir. 34 sene, 2 ay, 15 gün süren evlilik hanimefendİ'nin dâr-ı
bekaya irtihali münasebetiyle son bul- muştur.
Halife Abdülmecid Efendi'nin 3.İzdivacı Atiyye Mehisti İsimli
Adapazarı'nda tevellüd etmiş bulunan ki 27/Ocak/1892'de doğmuş olan bu
hanımefendi ile olmuştur. Bu Atiyye Kadınefendi Dürrişehvâr Sultanhanımın
vâlidesi-dir. Vefatı 1964'de Londra'a vukubulmuştur. Vefatında 72 yaşındaydı.
Haydarabad Nizamı'nın gelini olan kızıyle Ömrünün büyük bir kısmını
geçirmiştir.
4.Kadınefendi ise Bihruz hanım olup, İzmit'te 24/Mayis/1903'de
dünya'ya gelmiştir. 1955'de İstanbul'da vefat etmiştir. 21/Mart/1921'de
Çamlıca Veliahd Sarayında başlayan evlilik hayatları, 23 sene, 4 ay, 29 gün
sürmüş hafife hazretlerinin dâr-ı bekaya irtihalleri münasebetiyle nihayete
ermiştir.
Halife Abdülmecid Efendinin çocuklarına gelince bunlar iki tane
olup, Hatice Hayriye Ayşe Dürr-i Şehvâr Sultanha-nım Üsküdar İcadiye
Tepesindeki Kasr'da 24/Şubat/1914'de doğmuştur. Hanedan'ın padişah ve
halifelerinden dünya'ya gelen çocukların sonuncusudur. Haydarabad Nizamının oğluyla
yaptığı izdivaç hanedan üyelerinin geçimlerine bir kolaylık sağladığı görülür.
Halife Abdülmecid Efendi'nin bir oğlu bulunmakta ve adı da Ömer
Faruk Efendi'dir.
Ortaköy Sarayı, 29/Şubat/1898'de bu şehzadenin doğduğu yerdi.
Osmanlı şehzadesi olarak milli mücadelemiz için pek mühim sayılacak harekâtı
gerçekleştirmiştir bu da, Anadolu'ya çok zor şartlarda vapur yolculuğuyla
İnebolu'ya gelmesi ve Ankara'nın bu zâtı geri çevirmesi, ilerleyen yıllarda
yazılı târihler üzerinde pek mühim değişiklikler getiren hatırat, mütalaa ve
kabullenişlere sebeb teşkil edecektir. Kendi adıma yakınlarım ve arkadaşlarım
arasında takriben iki yüz kişi üzerinde bir soru anketi yaptım ve bu şehzadenin
ne zorluklarla yaptığı vapur seyahatinden haberleri yok, iki üç kişi bir şeyler
duymuştum amma demekten Öteye geçemediler. İnebolu'dan geri çevrildiğini
söylediğimde şaşkınlık büyüdü, inanılmaz bulanlar kahir ekseriyeti teşkil etti.
Bazı gizlilikler ve bazı yasaklar meriyetten kalktığında bu hususdaki
mütalaalar hürriyete kavuşacaktır. O zaman da, haklan yenmiş bir takım
kahramanlar târih önünde itibariarına kavuşacaklar, uğradıkları mağduriyetin
manevî bakımdan giderilmenin memnuniyetini yaşayacaklardır.
Ervah âlemî bunu duymaz zannetmeyelim. Neyse; Ömer Faruk Efendi 26
yaşının 5. ayını sürdürürken vatancüdâ olundu. Vefat ettiği 28/Mart/1969'a
kadar vatan dışında yaşamak mecburiyetinde kaldı. 1907'de kurulmuş bulunan Fenerbahçe
Spor Klübünün dört dönem reisliğini yüklenen Ömer Faruk Efendi'ye 1925'de
Arnavutluk Kralı olma şansı doğduğunda o sırada başbakan durumunda olan ve
sonrada bu ülkeye Kral olan Ahmed Zogo, İngiliz'lerin isteğini bir bakıma
yerine getirmişti. Amma; bu Arnavutlar davranışdan dolayı nice çile ve
meşakkatli yıllar yaşadılar ki, bu Ömer Faruk seçimini yapmamanın bedeli olarak
düşünülmelidir. Bunun yerine; Ahmed Tevfik Paşa'nın casus olarak kullandığı
Ahmed Zogo'yu, böyle asil ve devlet tecrübesi olan biri varken kral olarak
tercih etmeleri yanlışları oldu.
Evvelâ 30/Mart/1969'da Kahire'de defnedildi. Daha sonra 1977
nisan'ının nakli kabir münasebetiyle Sultan Mahmud Türbesinde defnolundu.
Şehzade Ömer Faruk Efendi, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arabça
bilmekteydi. Kültürlü bir insandı. Vefatında 71 yaşını 28 gün aşmıştı.
Osmanlı Hanımlarının Ev İçi Ve Dış Giyimi
Sevgili Özer Şenler büyüğümün kerimeleri hanımefendi bir telefon
görüşmemizde dediki, aman metin Amca, çalışmanızdan haberdarım, istirhamım
bizim Osmanlı klâsik târihlerinde kadın giysilerinden pek bahsedilmez. Lütfen
bu kafileye siz de, iştirak etmeyiniz. Demek suretiyle pek yerinde olduğunu
hissettiğim bir ikazda bulundular. Fakat, çalışmayı editörüme vermeyi vaad
ettiğim gün de gelip çatmıştı. Bu bakımdan dağarcığım da bulunan bilgilerden
bir demetle iktifa etsemde alışılmışın dışına çıkmayı bu hanımefendi kızımın
ikazı ile yapmış olmanın teşekkürünü etmeden geçemeyeceğim.
Osmanlı hanımları tabiiki giyim ve kuşam anlayışında, kendileri
bizzat Kur'an-ı Kerim' den okumasalar bile ulemânın ve imam efendilerin
kendilerine ulaştırdıkları bilgilerle tesettür âyetlerine uygun giyim
şartlarını oluşturmaya çalışmışlardır. Bu espri içinde husule gelen biçimlerde
zaman içinde, bilgiden ve gerektiği ahkâmdan bihaber olarak gele nekselleşme
vücuda geldiği görülür. Meselâ; annem böyle giyiniyor, demek ki olması ge reken
bu! Deyip, onlar gibi giyim problemini halletme yoluna gitmişlerdir. Giyim
hususu dâima başkalarından beğenmek suretiyle edinüdiğinden bu kaidenin islâm
kadınlarında da aynen cereyan ettiğini söylemeden geçemeyiz.
Devlet-i ebed müddet anlayışı içinde Osmanlı hanımefendileri ve
en basit kadın giyimleri islâm çizgisinde hayat süren Devlet-i Selçukî'ye
hanımefendilerinin çizgisini sürdürmekden hiç de imtina etmeyip, tatbik
etmişlerdir. Yine de, harp ve sulhların getirdiği göze hoş ve şer'! şerife
mugayir olmayan dış kıyafetler tercih olunmuş, iç kıyafetlerdeyse şarkın
kendine has gizliliği olan ev ve yatak hayatı genel olarak meknuz ve hafi
tercihi üzerinde yoğunlaşıldiğından, bu hu-susda târih perspektifinde verilen
bilgilerin çoğu, siradişi hayatı olanların olup, dışlandıkları toplumu kendi
süfli yaşayışlarının aynını yaşamakta olduğu intibaına, sonraki nesilleri
inandırma gayretine matuf olup, bilerek veya bilmeyerek islâm düşmanlarının da
ekmeğine yağ sürmüşlerdir.
Kültür bakanlığının bu mevzuda l/Eylül/2002'de yayımladığı bir
araştırmada şu ifadeleri bulmak kabildir. Biz bu değerli makaleden bir takım
aynen aktarmalar zaman zaman da özetlemek suretiyle sahifemizi süsleyelim:
"Türk kadın giysinin en önemli özelliği, yüzyıllar boyunca aynı geleneksel
çizgiyi koruması ve sokakta giysinin kumaşı dışında kişilerin maddi gücünü
yansıtan veriler taşımamasıdıı: Kadınların 12. Ve 14. Yy'lardaki giysileriyle
başlıkları konusunda bilgiler, çini, taş eserler ve minyatürlerdeki
betimlemelerden (görüntülerden) alınabilir, Selçuklu kadınlarının ev giysileri
gömlek, şalvar ve entariden oluşur. Şalvarlar bol paçalı, entariler uzun bol
kollu yakasız üe genellikle önden açıktır. Çoğu kez etek uçları, öndeki yırtmaç
veya açık olan ön kısım geniş biyelerle çevrilmiş, kolların üst bölümüne Arap
giyim kültürünün bir öğesi olan tiraz denilen bantlar konulmuştur. Selçuklu
kadınları bol enta rilerine,bellerine taktıkları kuşak yada kemerlerle,
dizkapağı ile topuk arasında bir uzunluk vermişlerdir; giyimlerini çeşitli
süslerle zenginleştirirler. Bunlar diademler, küpeler, inciler, bilezikler, ve
ayak bileklerindeki ha inallardır
Büyük Selçuklu devri kadın giysileri konusunda bilgi veren
kaynaklardan biri, İran'ın önde gelen seramik merkezi olan Rey'de bulunan, 12.
ve 13.Yy.Harda perdah tek niğinde yapılmış tabaktır. Bugün metropolitan Muesum
of artta sergilenen bu tabak taki kadın'ın uzun saçları örgülüdür Başında inci
sırası oe alnın ortasına rastlayan yerinde yuvarlak taşta dizisi süslenmiş bir
diadem vardır. Kulağında birbiri altından sarkan üç halka ile
zenginleştirilmiş küpe, üzerinde önden açık bir entari bulunur Kadın figürün
entarisi bou-nundan aşağıya doğru v biçiminde açıktır; kollarının üst kısmında
şerit vardır.
13.Yy.başlarında Konya'da hazırlanmış Varka ve Gülşah adlı aşk
romanındaki minyatürler, Anadolu Selçukluları devrindeki giysiler açısından
önemli bir kaynaktır.
Kadın ve erkek giysileri arasındaki ilk göze çarpan ayrım,
kadınlarda görülen inci kolyeler ile incili veya alnın üstünde tek taşla
taçlandırılmış diademlerdir. Sevgililerin ikisi de, aynı boyda entariler
giymişlerdir. Gülşah'ta paçaları geniş şalvar ve küçük yüzlü ayakabıtar
vardır; entarisinin yakası V kesimlidir ve yakasından inci dizilen görülür.
Başında alnın üst bölümünde yaprağa benzer bir taş dikkati çeker
Güişah gerektiğinde erkek gibi giyinip savaşa gider. Kadın
figürlerin gayet açık giysilerle betimlendiği ve eğlencelerde kadınlı erkekli
gurupların bir arada bulunduğu halkın bazı kervansaraylarda kadın okuyucuları
dinledikleri, seyrettikleri düşünülürse, Selçuk'tu kadınlarının son derece özgür
oldukları anlaşılır. (Bu figürlerin gösterdiği motifler ve beraberlikler bütün
toplumu değil, o dönem ressam ve sanatçılarının şahsi görüşlerini ve
tasvirlerini toplumun hayat tarzı olarak kabullenmek ne derece doğru bir
harekettir, umumiyetle sanatkârlar toplumdan farklı bir düşünce tarzı içinde
olduğu hatta bu düşüncesinin tatbikatı toplumla arasında bir farklılık meydana
getirmiştir, bu gün bile bu hâl rastlanan hallerden olduğunu hatırlatmadan
geçemiyorum. Hele o çağlarda resim hakkındaki ihtilaf, minyatür sanatının
gelişmesln de rol oynamıştır. Bu bakımdan minyatüre yönelenler aslında resim
yasağından buna gelmişlerdir. Toplumun adet ve geleneklerini değiştirmek bu
ressamların fikri anlayışında bir anarşi meucud olduğunu göz ardı etmemek
lâzımdır,M,H) 13.Yy'ltn ortalarında Musul'da resimlendirilmiş "Kitab el
Tiryak"ın saray sahnesinde dönemin kadın, erkek figürleri bîr arada
bulunur. Aynı yapıtın U99'da yapılmış, Paris Bib-liotheque Mationel'deki başka
bir kopyasının sunuş sayfasında da kadın figürlerine rastlanır. Kompozisyonun
ortasındaki başı taçlı kadının saçları örgülüdür ve iki örgünün uçları geriye
atılarak düğümlenmiştir. Kotları şeritle süslü entarisi önden bele kadar
açıktır ue geniş parçalar şalvar giymiştir. Kulaklarında inci halka küpeler,
boynunda iki sıra altın kolye dikkati çeker. Sahnenin dört köşesinde uçuşan
meleklerin giyimi de aynıdır; başlarında taç yerine önü taşlı diadem-ler
vardır." Denen çalışmada Sultan Fâtih Mehmed Hân dönemi için saray sanatı
olan minyatürlerdeki tasvirleri şöyie nakietmekteler: ".13. Yy.dan
itibaren Anadolu topraklarında egemen olan Osmanlılarda kadın, özellikle saray
sanatı olan minyatürlerde izlenir. Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) dönemi
minyatürlerinde kadınlar,eski Anadolu ve Orta Asya geleneklerini sürdürecek
şekilde açık giyimlidir. TSMK'R.989'da kayıtlı, 1460 civarında Edirne'de
minyatürle-nen Külliyat-ı Katibi, 15. Yy.Osmanlı saray kesiminin yaşam biçimini
ve dönemin giysilerini sunması açısından önemli bir belge nitetiğindendir.
Yapıtta yer alan Sultanın meclisinde müzisyen kızların betimlendiği minyatürlerde
Suttan'm çevresinde içki ve yiyecek sunan hizmetliler, resmî görevli- ter,
kadınlı erkekli müzisyenler yer alır. Resmin giysi yönünden en ilgi çekici
tarafı kuşkusuz başlıklarıdır Başka çevrelerde rastlanılmayan bu başlık, erken
Osmanlı kadın başörtme biçimi hakkında olduğu kadar, yapıtın târihlenmesi
konusunda ip ucu verir. Müzisyen kadınlardan biri cenk, diğeri diğeri tef
çalar; kenarda oturansa ellerini çırparak tempo tutmakta-dır.Çenk çalan
kadın;arkaya doğru sarkan baş örtüsünün üzerine külahvâri başlık giymiş,
alnının üstüne dilimli bir kaşbastı bağlamıştır. Tempo tutan hanımda da aynı
tür baştık vardır. Tef çalan müzisyenin başlığı yoktur; uçları omuzlarına
değen beyaz örtüsünün üzerine ortası dilimli koyu renk kaş-bastı bağlamıştır.
Entarileri küçük yakalı, önden açık ve bele kadar düğmelidir. Fâtih Sultan
Mehmed döneminde, Edirne nakkaş ha nesinde kopya edilmiş 1455/1456'ya
târihlenen "Dilsuz-nâme" minyatürle/indeki kadınlarda da aynı tür
başlıklara rastlanır. Fakat Yy.tın sonunda Sultan 2.Bayezid (1481-1512)
döneminde hazırlanan minyatürlerde bu tür kadın başlıklarına rastlanmaz."
İstanbul'un feth olunması; yerleşik düzene geçiş, imparatorluğun
sınırlarının genişlemesi ve iktisadî şartların hâli, kadın-erkek dünyasının
ayrılmasına ve kadınların sokakda giyecekleri kıyafete kurallar getirildiği
görülmüştür. 16.Yy.da yazılı ve resimli gerek yerli gerekse yabancı kaynaklara
bakıldığında sokakda giymek üzere; ferace, yaşmak, ve her zaman olmamak
şartıyla peçe kullanıldığı görülür. Ferace; önden açık bedeni ve kolları bol,
eteği yere kadar uzun, yaka kesimi zaman zaman değişen biçimde olup,16. Ve
17.asırlarda ise genellikle V yaka veyahutda boyunda oturmuş yuvarlaklıkta
olup, ön açıklığının iki tarafında yer alan dikey yırtmaç cepli olup sokak
kıyafetidir. Yaşmak bayanların, sokakta feraceyle kullandığı genellikle bir
parçası baş'dan çene'ye, diğer parçası da çene'den baş'a doğru bağlanan iki
bölümden oluşan, feracenin üstünden sarkıtıldığı gibi, yaka'nin içinde de
olabilen, zenginlerin ve saraylıların kolalamak suretiyle kullandığı beyaz bir
örtüdür.
Bayanlar ile ilgili yabancı yazılı kaynaklardan 16. asrın ilk
çeyreğine ait bilgileri genç yaşta esir alınıp 1501'de Osmanlı Sarayına satılan
Cenevizli Givaantonyo Menavino'nun kitabından almaktayız. Bayezid-i Velî,
Yavuz Sultan Selim devrinde Saray'da iç oğlanı olarak bulunduğunda ve Çaldıran
savaşı (1514) sonrasında firar etmeye muvaffak olan ve ülkesine dönebilen
Menavino'nun onbeş yılı kapsayan bilgileri arasında hanımların ince bezden
barami adı verilen bir giysi ile şehre giderken de yüzlerine at kılından
yapılmış bir peçe taktıklarını ifade edip, fakir ve köle kadınların da gözleri
gözüksün diye peçe takmadıklarını, diğer kadınların bu konuda cimri olduğunu
yazar.
Bir çok ecnebi elçi ve ressamlar 1533'de İstanbul'a gelip
dolaşırlar ve bunlardan Flaman yâni Hollandalı bir ressam altı tane gravürle
İstanbul ve Balkan memleketlerini görüntülemiştir. Halayıkların bohçaları
taşırken verilen görüntülerinde yüzlerinin açık olmasına karşılık onların
önünde yürümekte olan hür hanımların yüzlerinde, peçe mevcuddur. Bu ressamın
gravürlerindeki şekiller, yukarıda adı geçen Mena-vio'nun yazdıklarıyla hem
ahenktir.
Şimdi de Sultan Fâtih dönemi diyebileceğimiz, 1451 iie 1481
seneleri arasındaki zaman diliminde yapılmış minyatürlerde rastlanılan
tasvirlerde kadınlarımızın kıyafetleri eski Anadolu ile Orta Asya geleneklerini
sergİlediğiyle karşılaşılır. Manuel Serrano Sanz'ın 1905'de Madrid'de yayımladığı
ilk baskıda ve daha sonraki baskılarda Andreas Laguna adında bir doktor
tarafından kaleme alındığı anlaşılan "Viaje de Tru-quia" adlı
seyahatnâmeyse üç kişi tarafından gerçekleştirilen bir sohbetten meydana
gelmiştir.
Bunlardan biri olan Pedro, 1552 yılının İstanbuldaki kadın giyim
tarzı için sohbet arka daşian Juan ve Mata'ya şunları aktarır: "kadınların
büründükleri çarşafların renkleri ve kumaşları değişebilir; kimi bu renk, kimi
şu renk, kimi ipekli çuhadan, ama o kadar. Kadınların başörtüleri bir yana, erkekleri
kadınları hep bir çeşit giyinirler. Bizde olduğu gibi boyuna giysi
değiştirmezler. Kadın veya koca, hangisi erken kalkarsa biribirlerinin el-
biselerini giyerbilirler. Terziye elbise sipariş ettiklerinde model meselesi
diye bir özenti ortaya çıkmaz. Bunlar elbiseleri asla süslemezler. Yalnız en
üste giydiklerine pek ince olan bir astar geçirirler.
Terzi ölçü almaz elbisenin dikileceği kişiyi gören terzi buna bir
elbise gösterir. Terziler hem usta hem de ucuzcudur. Elbise de dikiş çok
oldukça elbisenin kıymetinin yüksek kabul edildiği bir vak'adır" Yine:
1554 ile 1562 yılları arasında Avusturya elçisi olarak İstanbul'da üç defa
b.elçilik görevi ile bulunmuş olan Flaman asıllı Busbek'in, memleketindeki bir
dostuna yazdığı mektupda: "kadınların sokağa çıktıklarında-ki gördüğüm
kapalılıkları benim onları birer hayalet sanmama sebeb oldu demektedir.
Yine, Busbek ile birlikte aynı dönemi yaşıyan Ressam Melchior
Lorics, Kanuni Sultan Süleyman devrinin Osmanlı hayat tarzıyla ilgili çizimleri
bulunmaktadır. Bu çizimlerde bulunan dört Türk kızındaki figürlerin giysileri,
uzun feraceleri, fes biçimi hotozları ve uçları püsküllü ya da püskülsü. uzun,
desenli yaşmaklarıyla devrin hususiyetlerini taşır. Ve de yine:
1596-1597 senelerinin şahidi olan Fynes Morysın seyahatnamesinde
bayan giyiminden şöyle söz eder. "Kadınl ince bezden elbiseler giyerler,
bilekleri, etekleri, pek iğne işiyle işlidir. Bunun üstüne giydikleri, yine
iğne işi süslü, uzun, kolları ve göğüsler dar mantoları, boyunlarını çıplak bırakacak
biçimdedir. Çorap ve ayakabılan, çoğunlukla açık renk, deriden, altın ve
gümüşle, eğer daha zengin ve önemli bir kişinin hanımları iseler, mü
cevherlerle süslüdür. Saçlarını alışılmamış bir biçimde örüp, inci, altın
çiçekler, mücevherler ve ipek iğne oyalan ile süslerler." Diyen bütün
yabancılar gibi, Moryson da, Osmanlılarda kadınların elbiseleri ile erkeklerinin
elbiselerinin birbirine çok benzediğini ifade ettiği gibi, nereye giderse
gitsin, hiç bir Türk kadınının evinin dışında başını açmadığını yazmaktan
kendini alamamıştır.
Sultan 3. Murad'ın oğlu 3. Mehmed'in târihde pek ün yapmış meşhur
elliiki gün elliiki gece süren 1582 senesinde Sultanahmed Meydanında icra
edilen sünnet düğününü nakleden "Surnâme-i Hümayun'un" minyatürlerini
yapan nakkaşların başında olan Nakkaş Osman bu eserde 427 adet minyatür
yapmışlardır. Bu minyatürlerde, İbrahim Paşa sarayından düğünü temaşa eden
padişah ve şehzadesinin sol sayfada, saray ve elçilik görev- lileri ile halkın
sağ sayfalarda gösterildiği yazmada, çeşitli gösteriler yaparak geçen esnafı ve
düğünü temaşa eden halkı temsil eden figür gurubu içinde, tellaklar ve
berberlerin geçişinde görüldüğü gibi kadınlar da yer alır. Genellikle ön sırada
yer alan kadınların, her renkten ferace giydikleri ve bazılarının yüzlerine
peçe Örttükleri görülür. Daha önce minyatürlerde siyah peçeli kadınlara pek
rastlanmadığı hatırlanırsa bu modanın Araplardan geldiği ve yaygınlaştığı
düşünülebilir.
Osmanlı Ülkesinde Gayrimüslim Hanımların Giyimi
Devlet-i âliye'nin pek geniş sınırları içinde ömür süren ahalinin
din ve inançlarında hür bırakıldığı malumdur. Osmanlı devlet yapısında hâkim
olan merkezî anlayış üretilenlerin üretenleri zarardide etmeden son alıcı
kesimini korumaya ehemmiyet vermiştir.
Böylece, fiyat ve kalitede normlar ihdas etmiştir. Normali-zasyon
diğer deyimîe standartizasyon Sultan 2. Bayezid Velî tarafından tatbik
olunduğunu da hatırlatmadan geçemeyiz. Bu ölçüler içinde hazır giyim olarak
satışa arzedilen kaftan ve benzeri giyimleri satın alınacak fiyatlara bir ölçü
getirirken, bu ürünlerde eksik malzeme kullanmayı cezay-ı nrıüstel-zim olduğu
ilânını yapmaktan içtinap etmemiştir. Meselâ kaf-tan'ın kolu standartlaştınlmış
ölçüden kısa olursa, astan eksik konursa etek uçları, kol pervazları dikilerek
imâl edilecek, yapıştırılma yapılmayacaktır. Devlet idâresinin sahib-i
selâhiyeti olan padişah ve dîvân, gerek müslüman gerekse reayanın giyimini
tanzime önem vermiştir.
Bu yaklaşımda gözetilen husus bu gün moda denen illetin insanlar
ve bilhassa tâife-i nisa üzerinde tevlid ettiği haksız ve kıskançlığa kadar
uzanan rekabetin toplumun faydası olmayan harcamalarla, zaruriye-i esasisi
olan ihtiyaçlarının temini hususunda maddi bakımdan yetersizliğe yuvarlanmasına
sebeb olduğu havada kazanıp, tavada yiyenlerin dışında herkesin kabullendiği
bir hakikattir. Bu hakikati gören münsif yönetim, bu hâle idare ettiği
insanların düşmemesini temin edebilmek çâresini ısdar ettiği ferman ve
hükümlerle yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu hükümler aşağıya alacağımız bazı
misallerle daha iyi anlaşılabilir.
Kültür bakanlığının; Gayrimüslim Kadın Giysi'si adlı internet
sitesinde yer alan araştırma mahsûlü makalede, şöyle bir misâl verilmekte:
"21/Sefer 976-1568/'16/'Ağustos târihînde Saray'dan İstanbul Kadısına gönderilen
bir hükümle, gayrimüslim kadınların ipek peruazlı ala çuha kaftan, atlas ve
kutnu kumaşından kaftan, ala şalvar, ala tülbend ve müslü-manların giydiği
içedlk ve başmak cinsi ayakabtlardan giymeleri fiat arttırdığından
yasaklanmıştır?'/Sefer/976-1568/1 /Ağustosda da İstanbul Kadı sına gönderilen
başka bir hükümde gayrimüslimlerin giysilerinin cinsleri belirtilmiştir.
Gayrimüslim kadınların ferace giymemeleri, eski kanunlarda belirtildiği gibi
Bursa kutnusundan fistan giymeleri, şalvarlarının sadece açık mavi olması,
ayaklarına da, başmak yerine kundura ve şirvani giymeleri, müsliman kadınlar
gibi seraser yaka ve arakıyye (başlık) giymemeleri, giyerlerse de bunların
atlas ve kutnu'dan olması, Ermenilerin de Yahudiler gibi giyinmeleri fakat başlarına
alaca kuşak sarınmaları, Ermeni kadınlarının da ferace yerine fahir fistan ve
terlik giymeleri, İçlerine siyah ve koyu gri Bursa konusu, mâui şalvar ve meşin
İçedik ve şiruanl başlık giymeleri istenmiştir. 1577 târihinde saraydan
İstanbul Kadısına gönderilen hükümdeyse, gayrimüslimlerin giysilerle ilgili
kurallara uymadıklarının görüldüğü; tekrar uyarılmaları ve müslümanta-ra özgü
giysilerle gezmemelerinin hatırlatılması istenmiştir
Nikolay adlı bir seyyah, Pera yâni Beyoğlu semtinin Rum kadınlar!
son derece alayişli ve gösterişli kıyafetlerle kendilerini topluma
göstermekten geri kalmadıklarını ileri sürerken, yalnız güze! olmak ve güzel
giyinmekle iktifa etmez, gerek klişeye gerekse hamama giderken süslenirler ve
takılarını, servetlerini üstlerinde taşırlardı. Şehirli ve tüccarların madamlarının
fes rengi kadife, saten ve de şam kumaşından
kenarları dantel bantlarla çevrili altun veya gümüş damask-ları
yine kenarları dantel ile çevrili altın, gümüş düğmeli; daha az zenginler
tafta ve desenli Bursa ipeğinden elbiseler giyerler.
Genç kızlar ve yeni izdivaç yapmış olanlar başlarına çevresine
beş santim kadar kalınlıkta inci ve değerli taşlarla işli ipek ve sırmalı
bantlarla sarılmış, fes rengi saten veya sırmalı desenli kumaştan yuvarlak şapkalar
giyerler. Feraceleri müslüman kadınlarınki gibi selvi yeşili taftadandır. Yaşlı
kadınlarda aynı şeyleri daha az süslü olarak tatbik ederler. Giysileri arka
baldırlara kadar inen beyaz ketendendir. Dul kadınların ise feracelerini
safran sarısı renkde yaptırdıkları görülür. Yazar Mikolay, bu kumaşların
Bedesten'de satıldığı kaydını koymayı ihmal etmemiştir. Ayrıca şunu da ilâve eder,
zaman zaman çı- karılmış giyim tahditlerine karşı oiarak-da gayrimüslimlerin
Türk kadınları gibi giyindikleri saray dışında da bu kumaşların alıcı
bulduğunu ilâve etmeden geçememiş.
Yine Nikolay'ın ayrıca ressam olması hasebiyle de yaptığı bir
gravürde, Beyoğiu(Pera)lu Rum kızının elbisesi çizgili bürüncekten yuvarlak
yakalı bir gömlek ile derin kesimli dikdörtgen yakalı desenli bir üstlükten
oluşur. Fes biçimli başlık kadife kumaştandır.
Gerdanlık, kolye, bilezikler ve başlığın çevresindeki şerit,
uyumlu bir bütünlük oluşturur Hanımların üstten bağciklı ayakabılan vardır;
entarisi Önden açık olmadığından, içinde şaîvar olup olmadığı hakkında bir
fikir vermez. Peralı Rum kadının sokak giysisi tek düğmeli, kısa yenli belden
aşağısı bol kesimli, cepli ferace, feracenin kollarından ve ön açıklığından
görünen entari, tek parça halinde başı ve boynu örterek belden aşağıya ka- dar
uzanan oldukça büyük baş örtüsünden oluşur. Bu büyük sarı renkli örtünün
altında hanımın başını ve boynunu saran beyaz bir örtü dikkati çeker. Seyyahlarında
belirttiği gibi peçesi yoktur.
Yine ecnebi seyyahlardan Gerlah; Türk kadınları gibi Ermeni
matmazel ve madamaîannm bol pantalon üzerine etek giydiklerini, ama yüzlerine
siyah bezden peçe yerine beyaz ve güzel desenli tül taktıklarını belirtir.
Dersvanham ise varlıklı yahudi kadınlarının has ipek Şam kumaşından mamul
elbiseler giydiğini ve kiymetdar aitun takılar taktığını ileri sürer. Rum
kadınlarının bütün servetlerini ipekli, sırmalı ve itina ile işlenmiş kumaşlar
için harcadıkları, giysilerinin diğer gayrimüslim kadınlardan daha gösterişli
olduğu bütün yabancı seyyahların dikkatini çekmektedir.
Fresne Caneye; Rum kadınlarının sokakda peçe takmadıklarını ve
kendilerindeki güzellikleri sergilerken bakışlardan pek memnun kaldıklarını
gösterdiklerini beyan eder. Bu Rum kadınları çok parlak far kullandıkları gibi,
Türk kadınları da tabii olan sürme'den başka bir şey kullanmazlardı demekte.
Rumların genç kızları pek sokağa çıkmamakla beraber, pencereden de
ayrılmadıklarını ve seyredildiklerinin farkına vardıklarında yabani bir
biçimde odalarına kaçtıklarını yazar. Yine bu seyyah Rum, Yahudi, Macar,
Venedik'Ii yâni bütün doğulu kadınların bacaklarına kadar inen elbise
giymeleri çekmiştir. Böylece de; çalışmamızın bir nebze de olsa, muazzam
insanlık ailesi âleminin muhterem üyeleri hanmefendilerin kıyafetlerinden,
giyim tarzından ve devletin zaman zaman gerek ekonomik sebebler, gerekse
cemiyetin ahlâk yapısını muhafazaya kadir olması hasebiyle yayımladığı hükümlerden
bahsetmek suretiyle sayfalarımızı süslemiş bulunuyoruz. Makbul olması
temennimin dahilindedir.
Aşiretten Devlete Giden Çizginin Padişah Ve Halifeleri
Künyesi: Doğ.yeri ve
Tr. Saltanat Dönemi miktar
vi".
yaşı
Süleyman oğlu Ertuğrul Bey
1191 Ahlat
UçBcyi:1231-128l-50 1281 90
Osman Gazi 1258 Söğüt
1.Orhan Gazi 1281 Söğüt
] .Sullan Murad(Hüdavendigar)
1326 Söğüt
Sultan 1 .Bâyezid( Yıldırım) 1360 Bursa
Sullan l.MehmccKÇelebi Sullan 2.Murad Sullan 2.Mehmcd(Fâtih) Sultan
2.Bâyezid(Vciî) Sultan 1. Seli m( Yavuz) Sultan 2.Süleyman(Kanuni) Sultan
2.Selim Sultan 3,Murad Sullan 3.Mehmcd Sullan l.Ahmcd
Bey: 1281-1324=43 1324 66 Padişah: 1324-1362-38 1362 81 ": 1362-1389-13 1389 63 " ": 1389-1402=13 1402 43
1382 Bursa " ": 1413-1421-07 1421 39
1404 Amasya " ": 1421-1451-29 1451 46 1432Edirnc " ":
1451-1481=30 1481 49
I450Dimetoka " ": 1481-1512-31 1481 6! 1470 Amasya
" ": 1512-1520-08 1520 50 1495 Trabzon "
": 1520-1566-46 1566 71
1524 İstanbul
" ": 1566-1574=08
1574 50
1546 Manisa
" ": 1574-1595-20
1595 48
1566 Manisa
" ":
1595-1603-08 1603 37
1590 Manisa
" ":
1603-1617=14 1617 27
Sullan l.Mustafa/1592Manisa/l617'dc3ay,4gün-1622/1623'dc I'scnc3'ayl639 47
Sultan 2.0sman(Gcnç) Sultan 4.Murâd Sultan 1.İbrahim Sultan
4.Mehmcd Sultan 3.Süleyman Sullan 2-Ahmed Sultan 2.Mustafa Sultan 3.Ahmed
1604 İstanbul 1604 İstanbul 1615 İstanbul 3 642 İstanbul
1642 İstanbul
1643 İstanbul 1664 Edime
1673Hacıoğlupazarı
1618-1622-04 1622 17 : 1623-1640^16 1640 28 : 1640-1648-08 1648
32
1648-1687-39 1693 51
1687-1691-03 1691 49 : 1691-1695=03 1695 52
1695-1703=08 1703 39 : 1703-1730=27 17
36
Sullan l.Mahmud Sultan 3.Osman Sultan 3.Mustafa Suitan
İ.Abdülhamid Sultan 3.Seiİm(Şehid) Sullan 4.Mustafa Sullan 2.Mahmud Sullan
Abdülmecid Sultan l.Abdülaziz Sultan 5.Murâd Sultan 2.Abdülhamid Sultan 5.MehmcdRcşad
Sultan ö.Meh.Vahidcddin Sadece Haille .sıfatıyla: Abdülmecid Efendi
1696 Edirne 1699 Edime 1717 Edime 1725 İstanbul 1761 İstanbul 1779
İstanbul 1785 İstanbul 1823 İstanbul 1830 İstanbul 1840 İstanbul 1842 İstanbul
1844 İstanbul 1861 İstanbul
: 1730-1754-24 1754 58
1754- 1757=02 1757 58
1757-1774=17 1774 57
1774-1789-15 1789 64
1789-1807=18 1807 18
1807-1808=01 1808 29
1808-1839=31 1839 53
: 1839-1861=22 1861 38
1861-1876=15 1876 46
1876-1876=3'ay 1904 64
1876-1909=33 1918 75
: 1909-1918=09 1918 73
: 1918-1922=04 1926 65
1922-1924=0l.3'ay.l5*gün
1868 İstanbul
Padişahlarımızın sayısı otuzaltı olup,fetret devri dediğimiz 1402
ile 1413 yılları arasındaki şehzadelerin birbirleriyle mücadelesi sonucunda
meydana gelen karışıklıklarda başa geçenler olmuş fakat bunlar sifat-ı
padişahiye nail ve sahip olabilecek otoriteyi tesis edememişlerdir. Bu
bakımdan kimi tarihçiler bunları padişah saymak yoluna gittiği gibi kimileri
de böyle görmemişlerdir. Biz de ikinci kategoride yerimizi af-makla beraber, Bu
şehzadelerin de, hükümran olur gibi göründükleri dönemi hiç değilse târih ve
sırasına göre esas cedvel dışında göstermeyi doğru bir davranış addettik.
Sultan l.Süleyman(Emir)
1375 Bursa " ": 1402-1410-08
1410 35
Sultan l.Mûsâ Çelebi
1388 Kütahya " ":
1410-1413-03
1413 25
Taht'dan indirilenler ve menkubiyetde sürdükleri ömür;
Yıldırım Bâyezid: 00'sene,07'ay,06'gün / 2.Bâyezid(Ve!î): 00'se-
ne,01'ay,02'gün
2.Osman(Genç) : 00' "
,00, " ,01' " / 1 .Mustafa :
15'"
,04' " ,10' "
1.İbrahim : 00' "
,00, ", 10 " / 4.Mehmed :
04' "
,01' " ,28' "
2.Mustafa : 00' "
,04, % 08 " / 3.Ahmed :
05'(i
,09' " , 01' " 3.Selim : 01' "
, 02, ", 00 " / 4.Mustafa :
00' "
,03, " , 19' " AbdülazizHân : 00'
" , 00, ",05
" / 5.Murâd :27'" ,
11, " , 29' " 2.Abdülhamid : 08'
" ,09, ",13
" / Vahdeddin :
03'" ,
05, " , 28' "
Abdülmecid Efendi de hilâfetin lağvı ve yurt dışı edilmiş ve
yurdışına çıkışından sonra 20 sene, 5 ay, 21 gün muammer olmuştur.
Padişah Validelerinin İsimleri
Osman Gazi anneshHayme Hatun-Orhan Gazi annesi: Mâl Hatun-Murad-ı
Evvel annesi: Nilüfer Hatun-Yıldınm Bayezid annesi: Gülçiçek Hatun-Çelebi
Mehmed annesi: Devlet Ha-tun-Murâd-ı Sâni annesi: Emine
Hatun-2.Mehmed(Fâtih)an-nesi: Huma Hatun-Bayezid-i Velî annesi: Mükrime
Hatun-l.Selim(Yavuz)annesi: Gülbahar-l.Süleyman(Kanuni)annesi: Hafsa
Hatun-2.Selim annesi: Hürrem SuItan-3.Murâd annesi: Nurbânu Sultan-3.Mehmed
annesi: Safiye Sultan-l.Ahmed annesi: Handan Sultan-1.Mustafa annesi: Handan
Sultan-
2.Osman (Genç) annesi: Mahfiruz Haseki Sultan-4.Murâd annesi:
Kösem Valide Sultan-1 .İbrahim annesi: Kösem Valide Sultan-4.Mehmed annesi:
Hatice Turhan Sultan-2.Süleyman annesi: Saliha Dilaşup Sultan-2.Ahmed annesi:
Hatice Muazzez SuItan-2.Mustafa annesi: Rabia Emetullah Gülnüş Sultan-3.Ahmed
annesi: Emetullah Rabia Gülnüş Sultan-l.Mahmud annesi: Saliha Valide
Sultan-3.Osman annesi: Şehsuvar Valide Sultan-3.Mustafa annesi: Mihrimah
Valide-sultan-l.Abdülhamid annesi: Râbia Şermi Vâlidesultan-3.Selim (Şehid)
annesi: Mihrişah Vâlidesultan-4.Mustafa annesi: Ayşe Saniyeperver
VâlidesuItan-2.Mahmud annesi: Nakşidî! Vâlidesultan- Abdülmecid annesi:
Bezmiâlem Vâlidesultan-Abdülaziz annesi: Pertevniyal Vâlidesultan-5.Murâd
annesi: Şevkefza Vâlidesultan-2.AbdüIhamid annesi: Tirimüjgân Ka-dınef-
endi-5.Mehmed Reşad annesi: Gülcemâl Vâlidesultan-ö.Mehmed Vahideddin annesi :
Gülüstî Vâlidesultanlardır.
2. Abdülhamid Sonrasında Donanmayı Hümayun
l/Eylül/1910'da Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis isimlerini almış
bulunan iki savaş gemisinin Osmanlı donanmasına teslim edildiğini görüyoruz.
Bu gemileri donanma cemiyeti satın almış 25 milyon mark tutan ödemenin nasıl
yapılacağı gündeme gelmiştiki, bu paranın ödenmesi donanma cemiyetinin
ahaliden toplayacağı paralara bağlıydı. Fakat İstanbul'da, bu iki geminin
fiatının haylice fazla olduğunu ileri süren, mukabil bir gurup protestolarda
bulundu. Bu gemiie-rin 1891'de inşa edilmişti. 1902 ile 1904 târihinde
kazanları modernize edilmiş, Ne varki kondensatör arızası, hızında kayıblara
sebeb olmuştu. Bu bakımdan donanmamızda randıman vermesi hayli aksamıştı.
1911'de İngilizlerle iki gemi için pazarlığa girişildi ki bu
gemilerin adları Minas Gerais ile Rio de Janerio idi. Bu pa-zarhk ilk gemi için
tamamlandı. İkincisi yâni Rio de Janerio gemisi Elswick'de inşa olunmaktaydı.
Fakat ödeme aksaması hasebiyle Armsotrong ile yapılan görüşmeler kesilmesi
gerekti. Vikers firması daha başarılı olup, Sir Douglas Gamble iki ağır
kravozör için plânlar hazırlarken, Cemâl Paşa araya girip, 5.Mehmed Reşad
gemisi için l,5(birbuçuk)miiyon altun lira maliyetle Vikerse sipariş verildi.
1912'de zuhur eden Balkan muharebesi hasebiyle faaliyet tatil olunmuştu. 1913'e
gelindiğindeyse, adına 5. Mehmed Reşad denilen gemi İngilizlerce bize teslim
olunmayarak, kraliyet donanmasına HMS Erin adıyla hizmet vermeye başladı.
Osmanlı devleti; güçlü bir donanmaya sahip olamadığı takdirde,
Yunanlıların eline geçmiş bulunan adaların istirdadına kabil olmadığına aklı
kesmişti. Bu bakımdan çeşitli savaş gemilerinin ısmarlanmasına önem
atfediyordu. Evvelâ 5.500 tonluk iki hafif kravozör, 1000'er tonluk dört destroyer,
iki tahtelbahr yâni denizaltı, bir de mayın döşeyeci gerektiği rapor hâlinde
ortaya kondu. Almanlar donanmasının bazı gemilerinin satılık oldu ğunu imâ
edince iki cereyan belirdi bir kısmı bunların alınmasını ileri sürerken, bir
kısmı da, yeni gemi almak gerektiğini müdafaa ediyorlardı. 1/Ara-lık/1913'de
İzmit antlaşması gündeme gelirken; Armstronga GÖlcük'de bir tersane kurması bunada
yaptırtılacak bütün gemilerin burada inşa ettirileceği garantisi verildi.
Armstrong adlı İngiliz şirketi Tersane-i âmireden de hisse almak suretiyle bir
güven sağladı. Böylece de,Tersane-i âmire ile Gölcükte mutasavver yeni tersane
<Doklar-Tersaneler ve İnşaat-ı Bahriye Şirketi> adını aldı. Bütün bu
olanlar cihan savaşı çıkmadan Önce tasarlanmıştı. Rio de Janerio adlı gemiye,
<Sultan Osman-Î evvel> adı verilip, tashavvülata başlandı. Teslim târihi
3/Ağustos/1914 olarak plânlanmıştı. Ancak 2/Ağustos târihi, parası ödenmiş bu
gemimizi kraliyet donanmasında HMS Agincourt ismini vermek suretiyle gasp etmiş
oldu.
Balkan Savaşlarında Donanmay-I Hümayunumuz
17/Aralık/1912 günü Londra sulh müzakereleri başladığında
devfet-i âliye Edirne, Ege Adaları ve Girid'i vermeyi red etti. Otuzaltı gün
sonra murahhaslarımız, yâni 22/Ocak/1913'de Edirne'yi gözden çıkartmaya razı
geldi. Ertesi günde meşhur babıâlî baskını gerçekleşmişti. 5/Mart/1913 günü
elviyei selâseden yâni Rumeli'de üç mühim vilayetten biri olan Yanya, Yunan
işgaline boyun eğmişti.
Ege Denizi Operasyonları
Buharlı gemimiz Florida,Kuşadasmdaki donanma komutanlığı Sisam
Adasına oradaki askeri Personele almak üzere yola çıkarıldı. Bu operasyon
neticesinde birliklerimizin tamamı Ege'yi boşaltarak meydan Yunana
bırakılmıştı. Bu sırada da, ellibeş adet Yunan ticaret gemisi Marmara denizinde
bir nevi tutsak idi ki, iyiniyeti sergilemek için bunların serbest bırakılması
gerçekleştirildi. Günlerde donanmamız savaşa katılabilmek için lâzım gelen teçhizat,
cephane ve kömürden mahrum bulunuyordu. Öte yandan da kuvvei mâneviye çök-memiş
ümidvar olarak kendini hissettirmekteydi. Boşalttığımız Ege havzasındaki bir
çok yer Yunanlıların ellerine geçiyordu. İmroz ve Bozcaada da Yunanlıların
eline geçmişti. Halbuki Balkan savaşının bidayetinde Ege denizinin avrupa
kıyılarında Selanik ile Preveze'de Osmanlı donanma üsleri bulunuyordu.
Bununla birlikte Karadağ sınırı olan İşkodra denizinde de bir
deniz müfremiz bulunmaktaydı. Selânik'deki donanma garnizonu kumandanlığı aynı
zamanda Feth-i Bülend'inde komutanı olan Binbaşı Aziz Mahmud Beydi!. Bu geminin
topları sökülmüş Selanik kalesine takviye olarak yerleştirdiler. Fethi Bülend
adlı gemi ise, bir barınak olarak kullanılma durumuna getirilmişti. Bu
kumandanın emrinde Sürat, Tes- hi-lat, Katerin ve Selanik isimli römorkörlerde
bulunmaktaydı. Selanik ise, mayın döşemeci donatılmıştı. Bütün bu römorkörler
ise 37mm.lik çaplı toplarla toplarla silahlandırmıştı.
Takvim yaprakları 31/Ekim/1912 târihini gösterirken 2 nomerolu
Yunan torbidobctu, '-eftehois'den Selânik'e t ket etmiştir. Gecenin on'unda
Vardar İle Karaburun jöktörleri ve mayın tarlalarını sıyırarak geçer. Gecenin
onbir-buçuğunda Fethi Bülende üç tane torpido atılır. Biri uzaktan geçerek
kömür İskelesine isabet eder ve hayli zarar verir. Diğer İki torpi! ise pruva
direği ile baca arasına isabet kaydedince gemi alabora olur ve batar. Bu gark
oluşta yedi kişi şe-hid olur. 2 nomerolu Yunan gemisi kaçmaya muvaffak olur.
Aynı gün ve târihde Yunan'a sınırı olan Preveze'dekİ donanma üssü düşmanın pek
güçlü olması hasebiyle teslimden başka çâre bulamamıştı.
Antalya adlı torpidobotumuz ve yanmış bulunan Tokad ile 9 ve 10
numaralı motorlu gambotlar teslim olunmadan önce, garnizon komutanın binbaşı
Hüsameddin'in emriyle batı-rılırsa da, Yunanlılar iki torpidobotun batmmasmı
engelledi. İşkodra'da bulunan kuvvetlerimiz buharlı olan Güre, eski bir boğaz
feribotu olan, göl buharlısı İşkodra ve Kiyonc-ya,1912'de aldığımız motorbot
olan Filiyo ve Kisnya, Mesudiye ve Asarı Tevfik'in buharlı fiiikalarıyla çok
sayıda yelken-ii tekne ve satımız vardır. Üç adet buharlı gemi ve iki adet
buharlı işkampavya'dan ibaret küçük bir filomuz vardır.
9/Kasım/1912'ye baktığımızda iki adet Yunan gemisi körfeze girerek
oradaki komplekslerimize ateş açarlar. Bu arada baskına tedbir olarak, Sürat,
Selanik ve Teşkilât adlı gemilerimizi silahlardan tecrit ederek, Fransa
siciline tebdil edilmiş görüyoruz ve böylece Fransa gemisine yapılmış bu
tecavüz tabiatıyla Fransız donanma komutanlığınca şiddetli bir şekilde
Yunanlılar nezdinde protesto olunur. Aynı gün ve târihde Ayvalık'dan Midilli
Adasına gitmekte olan Trabzon adlı ahşap bir yük gemimiz Yunan, torpidobotları
tarafından batırıiır. Kaptan ve makinist hayatlarını kaybederler. Üç gün sonra
da yine Yunanlılar Selânik'de bulunan Kızıl Haç emrindeki hastane gemisi olarak
vazife almış bulunan Fuad adlı yatı tanımayı red eden Yunanlılar bu gemiyi
zorla ele geçirdiler.
27/Kasım/1912'de Selanik, Sürat ve Teşkilat isimli Fransızlara
tescillenen gemilerimiz bu ülke bayrağı altında limandan çıktı. Yunanlılar
Limni açıklarında gemileri durdurmaya teşebbüs ettilerse de, buna muvaffak
olamadan gemilerimiz Çanakkale Boğazına ulaşmayı başardılar. Burada üç geminin
de bayrakları Osmanlı bayrağına tahvil olundu. Anadolu donanma üssü İzmir,
Yunan genel kurmayı için fazla ilgi çeken bir yer değildi. Gemilerini dâima
izmir körfezinden uzak tuttular. Savaşsız bir dönem yaşandı. Zâten bizim
gemilerden Muin-i Zafer hareketsiz, kazanları hasarlı olan Yunus destroyeri,
İzzeddin yatı, Timsah, buharlı Arşipel ve kiralık 8'nome-ralı Golden Horn
feribotunun savaşa cak hâlide yoktu.
Karadeniz operasyonları vakalarına baktığımızda, Afrika kıtasını
bize kısıtlayan İtalya ile savaşımız donanmamızın karasularımızda
bulundurulması neticesini getirmişti. Beri yan-dan da Balkan ülkeleri ile
çatışma olacağı intizarı hasebiyle donanma ile nazırlık arasında gidip gelen
yazışmaların ardı arkası kesilmemiş ancak arızalı gemilerin tamir işine de
şitap olunamamıştı. 1912 yaz mevsiminde bazı gemilerimiz bilhassa Barbaros
Hayreddin, Turgut Reis savaş gemilerimiz, yine Hamidabad ve Demirhisar
muhripleri yabancı donanmalarının evsafında olmamasına rağmen hizmete hazır
olduğu mü talaa ediliyordu.
Savaş gemilerimizde bir çok eksiklikler vardı. Pompa boruları
çürümüş, telefonlar iş görmüyordu. Su geçirmez kapo-talar kapanmıyordu.
2/Ekim/1912'de Nevşehir adlı gemimizi Trabzon'da hazır ederken, Zuhaf adlı olan
da İstanbul boğazı dışında volta vuruyordu. İsmini zikredeceğimiz, şu gemiler
demirli olarak beklemekteydiler: Turgut Reis, Barbaros Hayreddin, Hamidiye,
Mecidiye ile Schichau ve Samsun sınıfı destroyerlerden müteşekkil filo, yine
Mesudiye, Hamidabad, Kütahya gemilerimizde Tarabya önlerinde demirde idiler.
17/Ekim/1912'de Donanma kumandanı Miralay Tâhir Bey; Barbaros Hayreddin, Turgut
Reis, Muavenet-i Milliye ve Ta-şoz gemileriyle İğne Ada'ya git- mek üzere
denize açıldılar.
29/Ekim/1912'de Mecidiye ve Yarhisar, 2472 grostonluk 1872 yapımı
nakliye gemisi olan Marmara'nın, Trabon'dan son kalan osmanlı birliklerini
getirdiği Midye açıklarında demirlemiş görüyoruz. 30/Ekim/1912'de Mecidiye ve
Yarhisar gemilerimiz Varna'ya yola çıkar. Barbaros Hayreddin ve Numûne-i
Hamiyet gemileri onlardan boşalan bölgeyi muhafazaya koşarlar. l/Kasım/1912'de
4084 gros tonluk, 1872 yapımı nakliye Bezm-i âlem, 2500 asker ile 5062 gros tonluk
1890 yapımı Akdeniz adlı gemimiz içinde ikibin piyade askeri ve ve dörtyüz adet
yük hayvanı ile Varna'ya gelir. Ne varki, Bulgarlar, Midye'yi 2/Kasım/1912'de
işgal etmiş ve 1901 yapımı 4458 gros tonluk Reşid Paşa beş taburu indirir.
Barbaros Hayreddin ve humune-i Hamiyet Midye civarındaki karambolda kendi
askerlerimizi vurnnayalım diye savaşa iştirak etmez. Bu arada 3/Kasım ile ayın
10.günü arasında geçen zaman diliminde birbiri peşinde vürûd eden Osmanlı savaş
gemileri Bulgar birliklerini topa tutmak için Midye'de is-bat-ı vücud ederler.
Pek eski gemilerimizden olan İclâliye ve Necm-i Şevket korvetleri gayretlerini
arttırıp, bu hizmete sokulurlar.
19/Kasım/1912'de Berk-i Satvet, Hamidiye, Berkefşan, Yarhisar, ve
Mecidiye Varna açıklarında rasat vazifesi yapmak üzere suları katetmeye
başladılar. Bu vazifenin ifası esnasında dört adet Bulgar torpidobotu bizim
Hamidiye ve Berkefşan'a saldırdılar. Halbuki bu gemilerimiz, bölgede dolaşmakta
bulunan Fransız ve Ruslara ait gemileri takiple vazifeliydiler. Hamidiye bu
saldırıda aldığı isabetle su kesiminin bir metre altında vücuda gelen delik
yüzünden 12 metre uzunluğunda bir yırtıkla karşılaşır sancak tarafında yatmaya
sebeb olan suların tahliyesi ve delik ve yırtığın kapanmasına üstün bir
gayretle çalışan bahriyelilerin gece yarısına kadar süren onarım ve su tahliye
işlemi sonunda Hamidiye'yi atış menzili dışına çıkartıp, dengesinde yüzdürmeğe
muvaffak olmaları denizcilerimizin talihi ile gayretlerinin semeresi olduğu
dost ve düşmanın takdirine mazhar olmuştur. Öte taraftan Berkefşan ile Yarhisar
Bulgar gemilerinin avlanmasını sağlarlar. Hamidiye gemisi ise, Haliç'de tamir
görmek üzre, İstanbul istikametine yola koyulur.
7/Şubat ile ertesi gün olan 8/Şubat/1913'de Podima üzerine bir
ihraç harekâtı planlayan genel kurmayın, evvelâ Asar-ı Tevfik adlı gemimizi
harekete geçirdiğini görüyoruz. Basra ve Taşoz adlı destroyerlerimiz hizmete
hazırken, İstanbul'a silah ve cephane yüklü olarak seyirde olan Kızılırmak ve
ona re fakat eden Bezm-i âlem'Ie birlikte bu ihraç harekâtına iştirak etmek
üzere rotalarını Podima üzerine çevirirler. Fakat bombardıman için Podima'da
ses vermek isteyen Asar-ı Tevfik, haritada gösterilmeyen bir kumsalda karaya
oturur. Makinelerini kullanarak halasa çalışması daha fazla kuma oturmasına
sebeb olur. O dönemde haberleşmede kullanılabilecek radyo sistemi olmadığından
bir kaç kişiyi karaya çıkarıp, İstanbul ile temas kurmayla vazifelendirirler.
Neticede haberleşme temin edilir bölgeye gelen Yunanlılardan
ganimet olarak aldığımız Nikolas kuma oturmuş ge-mimizdeki silah ve cephaneyi
alır, Giresun, kömür ve yorgun mürettebatı alır İstanbul'a doğru yola çıkarlar.
Kumsalda boş gövdesi ile kalan Asar-ı Tevfik, Bulgar topçularının hedefi
olarak terk edilmiş olur. 1913'ün Nisan ve Mayıs aylarında tek
ticaret gemimiz Kızılırmak, Berkefşan ile Taşöz'un refakatinde Romanya üzerine
ticarî seferlerine devam eder.
Çanakkale Boğazı Operasyonları
İttihad ü Terakki gizli cemiyetinin yavaş yavaş kendini le-galize
etmesi hasebiyle ve bu harekâtın dahilinde askeri kanadın da dâhil olduğu
bilinmekte bunların muhalifleri olan subaylarda bulunmakia birlikte neticeye
müessir olabilecek sayı zabitler arasında İttihatçılar tarafındaydı. Bu
eğilimden bahriye zabitlerinin de bulunduğunu elbet kabul gerekir. İttihatçılar
savaş cihetini gütmekteydiler.
Bu bakımdan Tahir Bey, savaş taraftan Ramiz Muman Bey'in yerine
başkomutan olarak atandı. Çeşitli operasyon plânları yapıldı .Yunanlıların
Averof adlı gemisi menzil dışında olduğu her an, Yunan gemilerine baskın karar
altına alındı. Ne varki gemilerin donanımındaki yetersizlik ve tamir
güçlükleri planların kâğıt üzerinde kalmasına badi oldu. Meselâ; Çanakkale
açıklarında devriye görevi yapmakda bulunan Basra ve Taşoz gemilerimize ve
oradaki sularda demirde bekleme görevinde olan Yadigâr-ı Millet ile Muavenet-i
Milli-ye'ye Yunan gemilerine av olma vazifesi verilmişti. Yüzbaşı Rauf (Orbay) kumandasındaki
bu operasyonlar güzel bir plânlama olmakla beraber teknik imkânlarla çatıştığı
iç- in iptalden başka çâre kalmadı.
14/Aralık/1912'de Averof gemisinin İmroz önlerinde ka-ra'ya
oturduğu haberi alındı. Bu tabiiki iyi bir haberdi ve bunun üzerine
Sultanhisar Bozcaada'ya harekete geçirildi. Basra gemimizin Kumkale ve
Çanakkale boğazının Anadolu kıyılarını devriye görevi ile emniyet içinde seyri
kararlaştırıldı.
Bu devriye esnasında bahse konu gemimiz, Supendom ile Lonchi adlı
gemilerinin ateş salvosuna düştü. Çanakkale önlerine sığınmağa doğruldu.
Mecidiye gemimiz bu takibi gördüğünde rotasını takipçi Yunan gemilerinin
üzerine doğrulttu. Supendom ile Lonchi'ye iki Yunan gemisi daha iştirak etmişti
bunlar Tilla ve Nafkratosa olup, buna rağmen Mecidiye bunlara ateş açmaktan
içtinap etmedi. Bütün bunlar olup biterken Yunanlıların, Doksa,Nagena ve Venos
adlı gemileri de bu deniz çatışmasına iştirak ettiler. Durumu uzaktan müşahede
eden Numûne-i Hamiyet adlı gemimiz telsizle vaziyeti Nara-burnu'na rapor etti.
Çünkü; şecaat gemisi olan Mecidiye'nin telsizi çalışmamaktaydı.
Velhasıl Çanakkale operasyonları esnasında çeşitli deniz
müsademeleri vukubuldu. Averof, İmroz'da oturmuş olduğu yerden halas olunca yine
korkulu rüyamız oldu. Nitekim bir çok gemimizin Çanakka le'ye sığınma yolunu
seçmesine se-beb oldu.
19/Aralık/I912'de Nilüfer adlı gemimiz, İstanbul'dan, Çanakkale
Maydos'a üst rütbelerde zabitler ile Bahriye Nâzın Ferik Hurşid Paşa'yı
getirmiş burada, pek mühim bir istişare yapıldı. Düşman eline geçen bazı
adaları istirdat etmek için beraberlik İçinde harekâtı tavsiye ederler. Donanma
böyle bir harekâta lojistik destek veremeyeceğini ifade ederken, düşmanı
tedirgin edecek her harekâta taraftar olduğunu beyan eder. Bu arada da bahse
konu toplantı da, donanmanın yeniden tanzimi kararlaştırıldı. Mecidiye, Berk-i
Satvet 1, donanma kolunu teşkil ederek, Çanakkale'den İmroz(Gökçeada)a hareket
etti.
2. Donanma kolu ise boğazlan muhafaza durumunu üstlendi ve
enerjik komutan Yüzbaşı Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, düşmanın Çanakkale üzerine
saldırılarına karşı, düşmanlara mukavemet göreviyle tâyini yapıldı. İki kol
hâline getiriien donanmanın bu tanzimini Rauf Bey, Anadolu kıyılarına menfi
tesir veren Yunan destroyerlerini sıkıştırmaya bakacaktı. 22/Aralık/1912'de
Yunan denizaltısı (Tahteibahr) Mecidiye gemimize bir torpil atar ancak torpilin
gemimizi ıskaladığı görülürki bu dünya târihinde ilk defa yapılan denizaltı
torpili saldırışıdır.
İmroz (Gökçeada) Bombardımanı
10/Ocak/1913'de Albay Ramiz Bey, başkomutan sıfatıyla İmroz
adasında üslenen düşman gemilerinin burdan ayrılmalarını temin babında,
ada'nın gemilerimizin hepsinin iştirak edeceği bir bombardıman taarruzu
yapmalarını emretti. Plân şöyleydi: Nümûne-i Hayat adlı gemimizin haricinde
bütün gemiler denize açılacaklar, savaş gemileri İmroz'a saldıracak ve Asar-i
Tevfik, İntibah ve dört torbido-bot Çanakkale boğazı açıklarındaki sularda
devriye vazifesi yapacaklardı. Hastane gemisi Reşid Paşa Çanakkalede kalacak
Tir-i Müjgân (Sultan 2.Abdülhamid'in validesinin adı) gemimizse, Kum-kale
yakınlarında saf tutacaktı. Sancak gemimiz Barbaros Hayreddin liderliğinde
Turgut Reis, Mesudiye ve Asar-i Tevfik; Hellas burnunu aştığında önlerinde
Mecidiye ve Hamidi-ye'nin gittiğini gördüler. Ana filo 12,5 mil süratle öndeki
gemileri takip etmekteydi. Krovozörler saat 8.33'de iki düşman destroye ri
görürler takibe başlarlarsa da mesafe ikibin metreye düştüğünde Yunan gemileri
dönüp kaçarlar.
Gemilerimiz bunun üzerine hızlarını kesip ana filonun gelmesine
intizar eder. Bu arada da Tir-i Müjgân gemimiz, Asar-ı Tevfik Hen bölgesinde
bir düşman gemisi olduğu haberini alır. Ramiz Bey, derhal filoya geri dönmesini
emreder. Krovözörler olsun, eskort destroyerleri toplanır ve Çanakkale'ye doğru
rota düzeltilir. Kefalo burnuna doğru paralel bir rota da giden filomuz, Asar-ı
Tevfik'den doğu istikametinden üç tane düşman gemisinin gelmekte olduğu
haberini alır. Gemilerimiz bu gemileri görünce ateş açarlar, onlarda firar yoluna
düşerler. Bu denizdeki operasyonlar Nisan/1913'ün sonlarına kadar devam etti.
Marmara Deniz Operasyonları
7/Kasım/l912'de Tekirdağ, Bulgar işgaline mâruz kaldı. Asar-ı
Tevfik adlı gemimiz kumsalı bombaladıysa da, düşmana bir zarar veremedi. Turgut
Reis ve Basra gemilerimizde gelip bir kaç gün bombardıman yapıp geri
çekildiler. Cephane sıkıntısı kendini göstermeye başladığından bombardıman
müddeti kısıtlı tutuluyor böylece istenen netice elde edilemiyordu. Bu da
ülkenin kendi savaş ihtiyaçlarını kendisinin bol bol karşılamasının gerektiğini
ortaya koyan husus olmalıdır herhalde. İthal silahla yapılacak bir savaşın
akıbeti her zaman bir meçhuliyet arzeder. Şimdi Hamidiye kruvözörün-den
bahsederek donanma ile ilgili bölümü de tamamlayalım.
Osmanlı Donanmasının belkide dünyaca bilinen girişimlerinden biri
Hamidiye Krövözörü ve eski başbakanlarımızdan bu kravÖzörün kumandanı Yüzbaşı
Hüseyin Rauf (Or-bay'1881 -1964) Bey'in gerçekleştirdiği peşpeşe üç adımdan
oluşan ünlü vur-kaç harekâtıdır.
Hüseyin Rauf Bey, İttihat ve Terakki harekâtına genç bir deniz
yüzbaşısı olarak katıldı. 1908'den, 191 l'e kadar komuta ettiği Peyk-i
Şevket'in kaptanı iken, Sultan Abdülha-mid'in tahtdan çekilme krizinde faal bir
rol aldı. İtalya savaşının patlak vermesiyle Peyk-i Şevket, Süveyş'de enterne
edilince Hüseyin Rauf Bey, Hamidiye'nin komutanlığını almak üzere İstanbul'a
dönmek mecburiyetinde kaldı.
Kendisini hep siyasete karışmış bir subay olarak gördüklerinden
Balkan savaşları nihayetlendiğinde Bahriye Nazırlığına getirilmesi pek tabii
idi. Bir çok siyasi görevleri subay olarak yüklendi. Hele 30/Ekim/1918'de
Mondros'ta imzaladığı mütarekede baş murahhas olması üzerine takılı kalan bir
târihi olaydır.
Yunanlıların Averof zırhlısının varlığı Osmanlı donanması için
mühim bir dert olmuştu. O varken bizim gemilere Yunanlıların ancak küçük
gemilerini batırmak şansı kalıyordu. Rauf Bey Hamidiye ile bu işi istenilen
duruma getirmek için denize açılıyordu. 15/Ocak/1913'de İngilizlerin ticaret
gemilerinden olan Alexsandra'yı korumakta olan Makedonya gemisini gözüne
kestiren Rauf Bey, bu gemiyi batırmaya muvaffak olur. Artık hedefi Averof
zırhlısı olmuştur. Kaptan Londoriotis. Rauf Bey'in eline düşmemek için kendini
tuzaklardan korumakdan başka bir şey yapamaz hâle gelir.
16/Ocak/1913'de Girit üzerine rota kıran Rauf Bey, 18/Ocak'da
Beyrut önlerinde demir atar. Burdan aldığı kumanya ve kömürle birlikte Mısır
üzerine rota çevirir. Ertesi gün Port-Said'e gelir. Mısır laf itibarıyla bizde
ise de, İngilizlerin menfi tesiri burada kendini gösterir ve 150 ton kömür
alabilir ve ancak küçük kazanlarının tamirini yaptırabilir. 21/Ocak/1913'de
tarafsız sularda bir müddet kalan Hamidiye gemimiz Port-Said'den ayrılarak,
Süveyş Kanalından geçer ve Kizıldeniz'e açılır. Burada bulunan bütün Osmanlı
limanlarına uğrar ve kendilerine ulaşacak emirleri beklemekte ve bu arada da
yakıt olarak kullanacakları kömürleri de alırlardı. 21/Ocak/1913'de
Port-Said'den başlayan ve 7/Ey-lüi/1913'e kadar süren seferin 7 ay, 17 gün
sürdüğünü ve
Dolmabahçe önlerinde demirlediğinde nice deniz baskınlarını
gerçekleştirmiştir.
1.Dünya Savaşı Ve Donanmamız
Eğer biri kalkıp, 1.cihan harbine girişimizin sebebi donanmadır
dese bunu yalanlayacak gücümüzün olmadığı görülür. Çünkü bir plânmı yoksa
hasbel kadermi henüz kesinlik kazanmamış ve bundan sonra da, kesinleşmesi pek
kabil olmayan Goben ve Breslav adlı gemilerin Çanakkale Boğazına iltica
etmeleri ve daha sonra da Almanlardan satın alındı muamelesi yapılarak
bayrağımızın çekildiği bu iki geminin, mürettebat ve süvarisinin sadece Osmanlı
üniforması giyerek aynı gemilerde vazife görmelerine bakarsak bu iltica ve
satın alınmanın pek tesadüfe bağlı olmadığını göz önüne alma hususunda hayli
güçlü iddialar mevcuddur.
Devlet memurlarının maaşını vermekten aciz hâle gelmiş bulunan
Osmanlı mâliyesinin, gemi alacak bir durumu olmadığı pek açıktır. Nitekim,
Osmanlı donanmasının Karadeniz'de yaptığı bir tatbikat esnasında Rus
limanlarını bu iki geminin bombardıman etmesi savaş sebebi sayılmıştı. Osmanlı
başkumandan vekili Enver Paşa'nin katıksız bir Aiman hayranlığı, bu ülke
kurmaylarının görüşlerine meclup olmasına da yol açmıştı. 1/Ağustos'u
2/Ağustos'a bağ- layan gece Sadrıazam Said Halim Paşa'nın Yeşilköy'deki
ikametgâhında Rusya; Almanya,Avusturya ve Macaristan'a bir saldırı yaparsa
Osmanlı devletide bu devletler yanında Ruslara karşı savaşa girecekti.
Akabinde de, Almanya gerek gemilerimizin tamiri, gerekse Boğaz tahkimatındaki
topların gözden geçirilmesi dahil bir teknisyenler gurubu gönderdi. Bunların
mühendis ve teknisyen ile uzman sayısı altıyüz kişiyi bulmakta kumandanları da
Amiral Von Cisedom idi. Bunlar ilk iş
OSMANLI TARİHİ olarak, Barbaros Hayreddin, Mecidiye ve Peyk-i Şevket
bir de Mesudiye zırhlımız İstanbul'a gelmiş olduklarından derhal incelemeye
alındı ve eksikleri tesbit olunup giderildi birde güzelce gemiler boyandı.
Cephane, kömür ve erzak ile yüklenerek seyire hazır hâle getirildi. Fakat;
savaşın daha ilk döneminde yakıt yâni mazot ihtiyacı için Rusya ve Romanya'ya
muhtaç haldeydik. Kömür istihsalimizde ihtiyacımızı karşıla-makda zorluk
çekmekteydi. Böylece de donanmamız fevkalâde bir durumda olmayıp da, büyük
gayretlere bağlı olarak deniz hareketlerini yerine getirmeğe çalışmaktaydı.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları
ADI SOYADI D
V NASBİ - İSTİFASI
MÜDDET "
1- Mustafa Kemâl Atatürk 1881
10/11/1938 23/4/1920-
24/01/1921 0.09.01
2- Mustafa Fevzi Çakmak
1876 10/4/1950 24/I/192I- 12/07/1922 1.05.29
3- Hüscyin Rauf Orbay 1881 1964 12/71922-
14/08/1923 1.01.03
4- Ali Felhi
Okyar 1880 1943
14/8/1923- 29/10/1923 0.02,16
S- Muslafa İsmet
İnönü 1884 1973
29/10/1923-22/1 f/1924
1.00.24
6- Ali Fethi (2.dcfa)
Okyar 1880 1943
22/1 1/1924-3/3/1925
0.03.1 1
7- Mustala İsmct(2.dcfa) İnönü
1884 İ973 3/3/1925 - 1/1
1/I937(5kb.)l2,7.29
8- Mahmud Cclfıl
Bayar 1883 İ986
1/1 l/1937-25/l/I939(2kb) 01.2.24
9- Dr. Refik
Saydam 1881 1942 25/1/1939-8/7/!942(2kb) 2.05.14
10- Mehmcd Şükrü Saraçoğlu
1887 1953 8/7/1942-
l2/8/l946(2kb) 4.01.05
11- Recep
Pcker 1886 .
1950 12/8/1946- 10/9/1947
1.00.29
12- Hasan Hüsnî
Saka 1886 1960 10/9/1947- 16/l/1949(2kb)
1.04.06
13- Mch.Şcmscdtlin
Günaltay 1883 1961 16/1/1949-22/5/1950 1.04.07
14- Adnan
Menderes 1899 1961 22/5/1950-27/5/196()(5kb)
10.00.05
15- CcmfıI
Gürsel 1895 1966 27/5/1960-20/11/1961 01.05.24
16- Mustara
İsmel 1884 1973 20/1 1/1961
-23/2/1965(3kb)O3.O3.O3
17- Sual Hayri
Ürgüplü 1903 1981 23/2/1965- 27/10/1965 0.08.02
I8- Süleyman Sim Demirci 1924 27/10/1965-26/3/1971 (4kb)
19- Prof.Dr.Nihad
Erim
20-Fcrid
Melen
21-Naim
Talû
22-Mustafa Bülend Ecevil
23-Prof.Dr.Sadi
Irmak
24-Süieyman Sırrı
Demirci
25- Mustafa Bülend Eccvit
26- Süleyman Sırrı
Demirel
27-Mustafa Bülend Ecevil
28-Sülcyman Sırrı
Demirel
29-Bülend
Ulusu
30- Barbaros Turgut Özal
31-Yıldinm
Akbutul
32-Ahmet Mesut Yılmaz
33-Süicyman Sırrı
Demirel
34-Tansu
Çiller
35-Ahmct Mesul Yılmaz
36-Necmeddin Erbakan
37-Ahmel Mesul Yılmaz
38-Mustafa Bülend Ecevil
39 Abdullah Gül
40 Recep Tayyib Erdoğan
i 912 1980 26/3/1971- 5/6/1972{2kb) 1906 1989
5/6/1972-16/4/1973
5.02.29 1 ,2.10 0.10.11
1919
16/4/1973-25/1 /1974 0, 9.0
1925
25/1/1974-17/! 1/1974 0. 9.23
1904 17/1
1/1974-31/3/1975 0.4.14
1924 31/3/1975-21/6/1977 2.2.21
1925
21/6/1977-21/7/1977 0, 1.0
1924
21/7/1977- 5/1/1978 0,5,15
1925
5/1/1978- 12/11/1979 1.10,8
1924
12/11/1979-12/9/1980 0.10.0
1923
21/9/1980- 13/12/1983 3,2.22
1927 1993 13/12/1983-31/10/1989 5.10.19 1934 9/1 1/1989- 23/6/199!
1. 7.14 1946
23/6/1991 - 20/11/1991 0.5.3
1924 20/1
1/1991- 25/6/1993 1, 7. 5 1946 25/6/1993 - 6/3/1996(3kb)2,
8.1 1 1946 6/3/1996-
28/6/1996 0. 3.22
1926
28/6/1996- 30/6/1997 0.1
1.2 1946 30/6/1997-
11/1/1999 1.6.11
1925 11/1/1999- 28/5/1999 0,4.17 1925 28/5/1999 - devam ediyor
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasına ön ayak olan TBMM'nin
küşadi île bu eserin yazıldığı güne kadar,icra vekilleri heyeti reisliği,
başvekillik ve başbakanlık unvanlarını hâiz olarak hükümeti yürüten zevatın
tamamı yirmialtı (26) kişiden müteşekkil olmuştur. Bunlardan enfazla
başvekillik görevi yapan zat Mustafa İsmet Jnönü(Paşa) olup dokuz (9) tane
hükümet kurmuştur. Yekûn müddeti 17 sene, 0 ay, 2 1 günü bulmaktadır. Demokrat
Parti döneminin tek başbakanı Adnan Menderes beş (5) kabine kurmuş ve
müddetide 10 sene, 0 ay, 5 gün sürmüştür. Süleyman Demirel sekiz (8) kabine
kurmak suretiyle müddet olarak 10 se ne, 4 ay, 10 gün süren başbakanlığı ikinci
olarak en uzun müddet sürmüştür. Barbaros Turgut Özal ve Mustafa Bülend Ecevİt
beş (5) kabine kurmuşlardır. Ahmed Mesud Yılmaz ve ülkenin ilk ve hali
hazırdaki tek kadın başbakanı Tansu Çiller üç (3) defa kabine kurmuşlardır. Ali
Fethi (Okyar), Celâl Ba-yar, Dr.Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu, Hasan Hüsnî Saka,
Prof. Nihad Erim iki (2) kabine teşekkül ettirmişlerdir. Bütün bunların ve
birer defa kabine kurmuşların hükümet sayısı, elliyedi (57) hükümeti meydana
getirmiştir.
İşbu Osmanlı Târihi çalışmasını Hasırcızâde Metin Hasırcı
20/Ramazan/1423-25/Kasım/2002 târihinde İstanbul Ümraniye Sangâzi Köyünde,
Şahin Sokakta ikamet etmekte olduğu evde ikmâl etmiş bulunmaktadır. Bu
çalışmanın târih tetkiklerini sevenlere faydalı olması en büyük temennisidir.
Mustafa 'dan olma Hatem'den doğma
1359/1940 FİEMANİLLAH