MUĞNİ’L-MUHTAC

VAKIF

 

VAKFEDİLEN MALA İLİŞKİN HÜKÜMLER

 

Daha güçlü görüşe göre, vakfedilen bir malın kuru mülkiyeti (rakabesi) Allah'a intikal eder, yani bir insana özgü olmaktan çıkar.

 

Bu mal ne vakfedenin ne de kendisine vakıf yapılan kişinin / kişilerin olur.

 

Vakfedilen malın menfaatleri kendisine vakıf yapılan kişiye aittir, bu menfaati kendisi elde edebileceği gibi ödünç verme veya kiralama yoluyla başkasına da devredebilir.

 

Kendisine vakıf yapılan kişi [vakfedilen maldan elde edilecek] ücrete ve meyve, yün, şüt gibi fazlalıklara da malik olur. Daha dOğru görüşe göre vakfedilenden doğan yavruya da sahip olur. Diğer görüşe göre ise bu mal da vakıf olur.

 

Vakfedilen hayvan öldüğünde, onun derisi vakfedilen kişiye ait olur.

 

Vakfedilen bir cariye ile birisi şüphe yoluyla veya -evlenmesini sahih görmemiz halinde (ki daha doğru görüş budur)- evlenerek cinsel ilişkide bulunsa mehir vakfedilen kişiye aittir.

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre, vakfedilen köle öldürüldüğünde kendisine vakfedilmiş olan kişi kölenin değerine sahip olamaz. Bununla başka bir köle satın alınan köle vakıf olur.

Şayet tam bir köle satın alınamazsa köleden bir hisse alınır.

 

Vakfedilen ağaç kurursa mezhepte esas alınan görüşe göre vakıf sona ermez, bu durumda vakfedilen kişi ondan kütük olarak yararlanır. [Zayıf] bir görüşe göre ağaç satılır. Parası konusunda öldürülen kölenin değeri meselesindeki gibi hareket edilir.

 

Daha doğru görüşe göre mescitteki vakfedilmiş olan hasırlar (halılar) çürüdüğünde, kütükler kınldığında ve ancak yakma işine yaradığında bunları satmak caiz olur.

 

Vakfedilen bir mescid çöküp de bunu yeniden yapmak mümkün olmadığında bu hiçbir şekilde satılamaz.

 

1. Belirli bir kimseye ya da bir yöne vakfedilmiş olan malın çıplak mülkiyeti [yani rakabesi ne olur? Bu konuda İmam Şafiı (r.a.)'ye ait üç görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha güçlü görüşe göre mülkiyet Allah'a (c.c.) intikal eder. Nevevi mülkiyetin Allah'a intikal etmesini "yani mülkiyet, erkek veya kadın herhangi bir insana özgü olmaktan çıkar" diyerek yorumlamıştır. Aksi takdirde zaten bütün varlık bütün zamanlarda Allah'a aittir.

 

Cüveynı eş-Şamil'de şöyle demiştir:

 

Varlıkların mülkiyetinin kullara ait olduğunu mecazen söylesek bile hakikatte kullar mülkiyete sahip olamaz. Gerçek malik ancak Allah'tır.

 

"Vakfedilen mal ne vakfeden kişiye ne de vakfedilen kişiye ait olur." Nevevi bunu söylemekle birinci görüşün karşısında yer alan diğer iki görüşe işaret etmiş olmaktadır.

 

[İkinci görüş]

 

[Vakfedilen malın çıplak mülkiyeti vakfeden şansa ait olur.] Bunun gerekçesi şudur: Kişi malın aslını elinde tutup ondan elde ettiği ürünü / geliri Allah yolunda harcamıştır. Bu, malın mülkiyetinin onun elinden çıkmasını gerektirmez.

 

[Üçüncü görüş]

 

[Vakfedilen malın çıplak mülkiyeti vakfedilen şahsa ait olur.] Bunun gerekçesi, vakfın sadakaya kıyaslanmasıdır.

 

[İtiraz]  Vakfetme tasarrufu bir şahit ve bir yeminle sabit olur. Bu, son iki görüşü[n doğruluğunu] göstermektedir; çünkü Allah hakları ancak iki şahitle sabit olur.

 

[Cevap]  Burada "sabit olmak" ile kastedilen şey vakfedilen şeyden elde edilecek ürün / yarardır. Bu ise kul hakkıdır.

 

Bir kimse bir araziyi mescit veya kabristan yapsa, buranın insana ait olması özelliğinin ortadan kalktığı konusunda görüş birliği vardır. Kervansaray, medrese vb. yerler de böyledir.

 

2. Belirli bir şahsa vakfedilmiş malın menfaatleri, kendisine vakfedilen kişinin mülkü olur. Nevevi bu mülkü şu sözleriyle açıklamıştır: "Vakfedilen kişi bu menfaatleri kendisi elde edebileceği gibi ödünç verme veya kiraya verme yoluyla başkasını da yararlandırabilir." Nitekim diğer mülkiyetlerde de böyledir.

Vakfedilen kişi ancak vakfın nazırı ise veya nazırdan izin almışsa vakıf malı kiraya verebilir.

Durum gerektiriyorsa vakıf nazırı, vakfı tamir ettirmek amacıyla kiraya vermek için, vakfedilen kişinin evde oturmasına engelolabilir; çünkü bunu yapmazsa vakfın harap olması sonucu ortaya çıkabilir.

 

"Kendisine vakıf yapılan kişinin vakfın menfaatlerini ödünç olarak verebilmesi" aynı zamanda emsal ücretin altında bir miktara kiraya verebileceğini de göstermektedir ki Cüveynı bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

3. Şayet vakıf [belirli bir kişiye değil de] "fakirler" gibi bir gruba yapılmışsa, kendisine vakıf yapılan kişi vakfedilen şeyin menfaatine malik olmaz, yalnızca yararlanma hakkını elde etmiş olur.

 

Vakıf yapan kişi, vakfedilen maldan yararlanmayı bir şarta bağlamışsa, örneğin "burayı, köydeki çocukların öğretmeninin oturması için vakfettim" demişse, vakfedilen kişinin başka bir şahsı ne ücretle ne de ücretsiz olarak o evde oturtma hakkı yoktur. Bundan, orayı ödünç de veremeyeceği anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Bununla birlikte insanlar müderrisin evini ödünç verme konusunda müsamahakar davranmaktadır.

 

Anlatıldığına göre Nevevi, Daru'l-hadıs'e hoca olarak tayin edildiğinde orada "Şeyh" için ayrılmış bir salon bulunuyordu. Oraya kendisi oturmayıp başkasını oturttu.

 

4. Vakfeden kişi "bu evi, kendisinden gelir elde edilip geliri öğretmene verilsin diye vakfettim" derse er-Ravda ve eş-Şerh u' l-Kebır'de Kaffal'in fetvalarından ve başka yerlerden aktarıldığına göre öğretmen o evde oturamaz.

 

5. Vakfedilen maldan yararlanma sebebiyle malda bir eksilme meydana gelse, -örneğin hamam olarak vakfedilen binanın tavanındaki kurşunlar hamamda yakılan ateş sebebiyle dökülse- vakfedilen kişi de vakıf malın kira gelirini elde etmiş olsa, tavandaki kurşunlarda meydana gelen azalmayı tahsil ettiği ücretten karşılayıp bunu tavanı daha önceki haline getirmek için harcamalıdır. Bu görüş, el-MatIab'da fıkhı bir çıkarım olarak ifade edilmiş,

Demırı de insanlar arasında görülen uygulamanın bu yönde olduğunu belirtmiştir.

 

Not:  Nevevi'nin "vakfedilen malın menfaati, kendisine vakfedilen kişiye aittir" ifadesi vakfeden kişinin kendisinin vakıf maldan hiçbir şekilde yararlanamayacağını göstermekteyse de şu durum bundan istisna edilir: Bir kimse kendi mülkü olan bir yeri mescit olarak vakfetse orada namaz kılabilir, kabristan olarak vakfetse oraya defnedilebilir, kuyu olarak vakfetse oradan su çekebilir.

 

6. Kendisine vakıf yapılan kişi -tıpkı kendi mülkünü kiraya vermesi durumunda olduğu gibi- vakfedilen maldan elde edilecek kira gelirine sahip olur; çünkü kira da vakıftan elde edilen menfaatlerdendir.

 

Not:  Nevevl'nin ifadesinden anlaşıldığına göre vakfın nazırı vakfı birkaç yıllığına peşin kira bedeli karşılığında kiraya verse bu kira bedelini kendisine vakıf yapılan kişiye derhal ödemelidir. Bu konudaki açıklama daha önce "kira" bölümünde geçtiğinden oraya müracaat edilebilir.

 

7. Kendisine vakıf yapılan kişi, -vakıf işlemi yapılırken ister herhangi bir kayıt zikredilmemiş olsun isterse maldan elde edilecek fazlalıkların vakfedilen kişiye ait olması şart koşulmuş olsun- vakıf yapıldıktan sonra malda meydana gelen fazlalıklara sahip olur. Buna örnek olarak meyve ve meyveyle birlikte adeten koparılan dal gibi şeyleri verebiliriz; çünkü dal da meyve gibidir. Ancak [meyve toplama esnasında] koparılması adet olmayan şeyler böyle değildir. Şayet vakıf yapan kişi "koparılması adet olmayan dalların da meyvelerle birlikte koparılmasını" şart koşmuşsa o zaman dallar da vakfedilen kişiye ait olur. Bunu

Cüveyni söylemiştir.

 

Vakıf yapıldığı esnada ağaçta var olan meyvelere gelince; şayet bunlar aşılanmış ise vakıf yapan kişiye ait olur. Aşılanmış değilse kime ait olacağı konusunda iki görüş bulunmaktadır. Bunu Darimı söylemiştir. Bu meyvelerin, kendisine vakfedilen kişiye ait olması daha uygundur.

 

8. Vakfedilen hayvanın, vakıf yapıldıktan sonra meydana gelen tüyleri, yünleri, yapağıları ve sütü vakfedilen kişiye aittir.

 

Daha doğru görüşe göre vakfeden kişi ister mutlak bir ifade kullansın isterse yavrunun vakfedilen kişiye ait olmasını şart koşsun hayvanın yavrusu da -tıpkı ağacın meyvesi ve hayvanın sütü gibiona ait olur. Diğer görüşe göre ise yavru da annesine tabi olarak vakıf olur. Hayvan, vakıf işlemi esnasında hamile olsa, ikinci görüşe göre yavrusu da vakıf olur.

İlk görüşe göre de kişi hayvanın hamile olduğunu bilerek vakıf yaptığından yavru da vakıf olur. Daha doğru olan görüş budur. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin görüşüne göre hayvanın yünü vb. şeyler de böyledir.

 

Not:

a. Kendisine cariye vakfedilen kişinin, bu cariyenin çocuğuna sahip olabilmesi için çocuğun ni kahtan veya zinadan doğmuş olması gerekir. Şayet şüphe yoluyla cinsel ilişkiden doğmuşsa çocuk hürdür, ilişkide bulunan kişi onun [köle olarak kabul edilmesi halinde ödenmesi gereken] değerini öder. Şayet çocuğu, kendisine vakıf yapılan kişinin mülkü olarak kabul ediyorsak o zaman çocuk için ödenmiş olan bedel de onun mülkü olur. Aksi takdirde -Rafiıve Nevevl'nin belirttiği üzere- bu parayla bir köle satın alınarak o da vakıf kapsamına dahil edilir.

 

b. Bu ifadenin zahirinden çocuğun erkek veya kız olması arasında bir fark olmadığı anlaşılmaktadır ki doğrusu da budur. İsnevı ise çocuk erkek ise erkek köle satın alınaca" ğını, çocuk kız ise cariye satın alınacağını söylemiştir. Bu tıpkı vakfedilmiş köleninlcariyenin öldürülmesine benzer. Doğru görüş öncekidir; çünkü vakfedilmiş cariyenin öldürülmesi meselesinin aksine burada çocuk, vakfın kuruluşu esnasında vakıf olmaya elverişli değildir. Dolayısıyla erkek köle satın almak daha uygundur. Zira bu cariyeden daha değerlidir, cariyenin kazanamayacağı şekilde gelir elde edebilir. Bu yüzden vakfa daha elverişlidir.

 

c. "Mutlak olarak" ifadesinin zikredilmesiyle "binmek üzere bir hayvanın vakfedilmesi" gibi durumlar dışarıda bırakılmıştır; çünkü bu durumda hayvanın sütü, yünü gibi fazlalıklar vakfeden kişinin mülkü olur. Çünkü bunlar vakıf kapsamına girmemiştir.

 

d. Dişilerle çiftleştirmede kullanılmak üzere vakfedilmiş hayvan başka bir şey için kullanılamaz. Ancak çiftleştirilemediğinde vakfeden kimsenin onu başka bir iş için kullanması -Ezral'nin de belirttiği üzere- caiz olur.

 

9. Vakfedilen hayvan ölse, derisi vakfedilen şahsa ait olur; çünkü o başkalarına göre öncelikli hak sahibidir. Şayet deri -Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin belirttiğine göre velev ki kendiliğinden tabaklanmış olursa- bu deri de vakıf kapsamında yer alır.

 

Ed-Dekaik'de şöyle denilmiştir: Burada [deriden bahsederken "mülkiyeti ona ait olur" denilmemiştir de] "ait olur" ifadesi kullanılmıştır; çünkü necis bir şey "mülk" ile nitelendirilemez.

 

10. Kişi, vakfedilmiş olan eti yenebilen hayvanın öleceğini kesin olarak anlarsa, zorunluluktan dolayı bu hayvanı kesmek caiz olur. Hakim bu hayvanın etini maslahata uygun gördüğü bir şekilde mi değerlendirir yoksa bu eti satarak parasıyla o hayvanla aynı cinsten başka bir hayvan satın alıp vakıf kapsamına mı sokar? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır. İbnü'l-Mukrı birinci görüşü, el-En var yazarı ikinci görüşü tercih etmiştir.

Hocamız Zekeriya el-Ensari'nin belirttiğine göre ikinci görüş tercih e şayandır.

 

Hayvanın öleceği kesin değilse, hayvan yararlanılabilir olmaktan çıkmış olsa bile onu kesmek caiz değildir. Nitekim [yararlanılsın diye] vakfedilen köle [yararlanılabilir olmaktan çıktığında] onu azat etmek caiz değildir.

 

Er-Ravda'daki ifade bu hayvanı sağ olarak satmanın caiz olmadığı anlamına gelmektedir ki Maverdı bunun caiz olduğunu söylemişse de Mehamill ve Cürcanı caiz olmadığı görüşünü sahih kabul etmişlerdir.

 

11. Bir cariye bir kişiye hizmet etsin diye vakfedildiğinde şu durumlarda cariyenin vakfedildiği kişicariyenin mehrine sahip olur:

 

> Bu cariye ile bir şahıs şüphe yoluyla cinsel ilişkide bulunsa,

> Cariyeye zorla tecavüz etse,

> Cariye mümeyyiz değil iken onunla ilişkide bulunsa,

> Vakfedilen cariyenin başkasıyla evlenmesini sahih kabul ettiğimizde -ki daha doğru olan görüş bu şekildedir- bu cariyeyi hakim vakfeden ve vakfedilen kişiden başka bir kişiyle evlendirdiğinde, vakfedilen kişi de buna izin verdiğinde.

 

Çünkü cariyenin mehri de -tıpkı ağacın meyvesi gibi- ondan elde edilen bir fazlalıktır.

 

12. Vakfeden kişinin ve kendisine vakıf yapılan kişinin vakfedilmiş cariye ile cinsel ilişkide bulunması haramdır.

 

13. Vakfedilmiş olan cariye evlenmek için izin istediğinde, kendisine vakıf yapılan kişinin buna izin vermesi gerekmez; çünkü bu konuda hak ona aittir.

 

14. Kendisine cariye vakfedilmiş olan kişinin o cariye ile evlenmesi helal değildir. Hatta kişiye, evli olduğu cariye vakfedilmiş olsa; vakfın gerçekleşmesi için kabulü şart gördüğümüzde bu kişi vakfı kabul ederse nikahı fesholmuş olur.

 

15. Vakfedilmiş olan cariyenin, vakıf yapan kişiyle evlenmesi de helal değildir.

 

16. Vakfedilmiş cariye ile kendisine vakfedildiği kişi cinsel ilişkide bulunursa, bu kişinin cariyenin mehrini ödemesi, ilişkiden doğacak çocuğun telef olması durumunda yahut hür olması durumunda onun değerini ödemesi gerekmez. Çünkü kendisine vakfedilmiş cariyenin mehri de doğuracağı çocuk da vakfedilen kişinindir. Ortada bir şüphe bulunmadığından bu kişiye had cezası uygulanır. Nitekim vakfeden kişinin ilişkide bulunması durumunda da böyledir. Vakfedilen kişinin, cariyenin menfaatlerine sahip olması had cezasını etkilemez. İbnü'l-Mukrl'nin Ravd adlı eserinde esas aldığı üzere itim ad edilen görüş budur. "Vasiyet" konusunda şu hüküm gelecektir: "Kendisine bir cariyenin menfaati vasiyet edilmiş olan kişi cariye ile ilişkide bulunduğunda ona had cezası uygulanmaz." O bölümde aradaki farka temas edeceğiz.

 

Not:  Nevevi'nin "sahih kabul edersek" ifadesinden zıt anlam çıkarılamaz; çünkü bu sahih kabul edilmediğinde ilişki şüphe yoluyla olmuş olur. Daha önce şüphe yoluyla ilişki durumunda da mehrin, vakfedilen kişiye ait olduğu belirtilmişti.

 

Mümeyyiz olan eariye kendi isteğiyle zina ederse, eariyenin vakfedildiği kişi mehir alamaz.

 

17. Vakfedilen köle;

 

> Çıplak mülkiyetinin (rakabesinin) tazmin yükümlülüğünü üstlenen bir kimse tarafından telef edildiğinde,

 

> Haksız bir şekilde yabancı biri tarafından veya vakıf yapan kişi tarafından yahut kendisine vakıf yapılan kişi tarafından telef edildiğinde,

 

[Bu durumlarda ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır:]

 

[Birinci Rivayet]

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre kendisine köle vakfedilen kişi ve bu vakfı yapan şahıs bu kölenin değerine sahip olamaz.

 

Köleyi, kendisine vakıf yapılan kişi haksız bir fiil sonucu olmaksızın telef etse tazmin söz konusu olmaz.

 

Er-Ravda'da belirtildiğine göre su havuzlarına vakfedilen bardak / çanaklar da böyledir.

 

Yine öğrencilere vakfedilmiş kitaplar da onların haksız bir fiili olmaksızın ellerinde telef olduğunda tazmin edilmez. Haksız bir fiil söz konusu olursa bunu yapan tazmin eder.

 

Bir malı, vakfedildiğinden başka bir amaç için kullanmak haksız fiil kapsamına girer.

 

Yukarıdaki durumda, telef olan köle için ödenen kıymet ile onun benzeri bir köle satın alınır. İki görüş içinden Nevevi'nin tercih ettiği görüşe göre kölenin değeri ile cariye, cariyenin değeri ile köle, büyüğün değeri ile küçük köle satın alınmaz. Ancak küçüğün değeri ile büyük satın alınabilir.

 

Satın alınan bu köle telef olanın yerine vakıf olur. Böylece vakfeden kişinin sevabını devam ettirme amacı yerine gelmiş olduğu gibi kendilerine vakıf yapılan ikinci batın ve sonrasının hakkı da gözetilmiş olur.

 

Not:

a. Yukarıdaki durumda, ölen kölenin değeri için ödenen tazminle yeni bir köle satın alıp bunu vakfetme işlemini yapacak olan kişi hakimdir. Vakfın özel bir nazırının olup olmaması arasında fark yoktur. Bu, vakfın Allah'ın mülkü olduğu görüşüne dayalıdır.

Zerkeşı bu hükmün ilk kısmında muhalefet etmiştir.

 

b. Nevevi "vakıf olmak üzere" ifadesiyle hakim tarafından vakfedilmedikçe satın alınan kölenin vakıf olmayacağına işaret etmiştir. Vakfedilmiş olan bir binanın duvarları imar edilip onarıldığında doğrudan vakıf olur. Burada ise hakimin vakfetmesi şarttır. Arada şu fark vardır: Vakfedilen köle bütünüyle ortadan kalkmıştır. Vakfedilen arazi ise durmaktadır.

Bu arazi üzerine inşa edilen yapıdaki çamur ve taşlar o araziye tabi bir özellik gibidir.

 

Telef olan köle için ödenen para ile bir tam köle satın almak mümkün olmazsa bir kölenin bir kısmı satın alınır; çünkü vakfeden kişinin amacına en uygun olan budur. Kurbanlık koyun telef olduğunda onun değeri ile tam bir koyun alınamadığında koyunun bir kısmı alınamaz; çünkü koyunun bir kısmının kurban olarak kesilmesi mümkün değildir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre, telef edilen kölenin değerini kendisine vakfedilen kişi alır; çünkü kölenin mülkiyeti ona aittir; vakıf da sonuçta onundur.

 

[İkinci Rivayet]

 

Diğer rivayete göre telef olan kölenin değeri ile bir köle satın alınacağı konusunda tek görüş vardır.

 

18. Telef olan kölenin değeri [tam bir köle almak için yeterli olmadığında] bununla bir köleden hisse de alınamıyorsa bu durumda ne yapılır? Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:

 

Birinci görüşe göre bir köleden bir hisse satın alınabilir hale gelinceye kadar bedel bekletilir.

 

İkinci görüşe göre bu, kendisine vakıf yapılan kişinin mülkü olur.

Üçüncü görüşe göre bu bedel, vakıf yapan kişiye en yakın olan kişinin millkü olur. Bu görüş doğruya en yakındır.

 

19. Vakfedilen köle, kısas gerektiren bir suç işlese kendisine kısas cezası uygulanır ve kendiliğinden ölmesi durumunda olduğu gibi vakıf ortadan kalkar. Şayet işlediği suç sebebiyle bir mal veya kısas gerekli olduğu halde mal karşılığında affedilse, vakıfta bulunan kişi -köle suç işledikten sonra ölmüş olsa bile- kölenin değeri ile cinayet sebebiyle gereken tazminden hangisi azsa onu vermek suretiyle köleyi bu durumdan kurtarır. Suç sebebiyle gerekli olan tazmin, kölenin satımının imkansız olması sebebiyle kölenin kuru mülkiyetine ilişmez. Köle tekrar suç işlerse ümmüveled hükmünde olur.

 

Vakfeden kimse öldükten sonra köle bir suç işlerse iki görüşten tercih e şayan olanına göre kölenin kazancından fidye ödenir. Diğer görüşe göre ise -tıpkı ödeme gücü olmayan hür kimsenin suç işlemesi durumunda olduğu gibi- devlet hazinesinden ödenir, vakfeden kişinin malından fidye ödenmez; çünkü bu mal mirasçılara intikal etmiştir.

 

20. Vakfedilen malın menfaati, tazminin söz konusu olmayacağı bir sebeple telef olsa,

 

> Örneğin vakfedilen ağaç kurusa,

> Veya rüzgar, sel gibi bir şeyonu yerinden sökse ve ağaç kurumadan önce yerine dikmesi mümkün olmasa,

 

Mezhepte esas alınan rivayete göre kurumuş olan bu ağaç başlangıçta her ne kadar vakıf yapılmaya elverişli olmasa bile bu hali üzerindeki vakıf sona ermez; çünkü devam başlangıçtan daha güçlüdür.

 

Not:  Nevevi, el-Muharrer, er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'de olduğu gibi "daha doğru görüş" demiş olsa daha iyi olurdu; çünkü birinci görüşün karşısında yer alan bir rivayet değil mezhep içinde yer alan görüş olup şöyle demektedir: Bu durumda ağacın vakıf olma özelliği ortadan kalkar ve bu ağaç vakfeden kişinin mülkiyetine döner.

 

21. Kurumuş ağaçtan, bir kütük olarak kiraya vermek yahut başka yolla faydalanılarak o ağacın kendisi üzerindeki vakıf olma özelliği devam ettirili,r. Bu konunun başında geçen rivayet sebebiyle bu ağaç satılmaz, hibe edilmez.

 

22. Ağaçtan ancak yakarak tüketmek vb. bir yolla yararlanılabiliyorsa bu konuda görüş aynlığı söz konusudur:

 

[Birinci görüş]

 

Bir görüşe göre bu ağaç kendisine vakıf yapılan kişinin mülkü olur; ancak satılmaz, hibe edilmez, ağacın kendisinden yararlanılır. Bu tıpkı ümmüveled gibi ve kurbanlık olarak belirlenip kesilemeyen hayvanın eti gibidir. ibnü'r-Rif'a ve Kamuli bu görüşü sahih kabul etmiş, ibnü'l-Mukri Ravd adlı eserinde bunu esas almış, er-Ravda'da da bu görüş Mütevelli'nin tercihi olarak nakledilmiştir.

 

[İkinci görüş]

 

Nevevi'nin -el-Havi's-sağir'de olduğu gibi- zikredilen görüşle yetinmesi bu ağacın hiçbir şekilde mülke konu olmamasını gerektirir. Hocamız Zekeriya el-Ensan şöyle demiştir:

Delile ve alimlerin çoğunluğunun görüşüne uygun olan, itimad edilmesi gereken görüş budur.

 

İlk görüş daha uygundur.

 

[İtiraz]  Bu görüş çelişki doğurmaktadır; çünkü vakfın batıl olmadığını söyleyip sonra da bu ağacın mülke konu olacağını söylemek bir çelişkidir.

 

[Cevap]  Ağacın mülkiyete konu olması demek kişinin -örneğin yakma ~ gibi bir yolla olsa bile- ağacı tüketerek ondan yararlanabilmesi anlamına gelmektedir. Vakfın batıl olmaması demek "ağaç var olduğu sürece diğer mülkler için söz konusu olan satım vb. tasarruflar ağaç için söz konusu olmaz" demektir. Durum böyle olunca ağaç üzerinde mülkiyetin devam etmesiyle ağacın mülke konu olması arasında bir çelişki söz konusu değildir.

 

Hatta bir görüşe göre vakfedilen mal, vakfedilen kişi ondan yararlandığı sürece onun mülküdür.

 

23. Kiralanmış bir araziye yapılan bina ve ağaç vakfedilmiş olsa, bunlardan elde edilen gelir kirayı karşılamasa veya yalnızca kirayı karşılayacak kadar olsa, İbnü'l-Üstaz şunu söylemiştir:

 

Bu, "tüketilmeden -yani yakma vb. fiiller olmadan- yararlanılamayan vakıf" kapsamında kabul edilir. Bu durumda bina ve ağaç sökülür ve enkazından yararlanmak mümkün ise bu şekilde yararlanılır, aksi takdirde vakfedilen kişiye verilir.

 

Bu da daha önce geçen görüşü desteklemektedir.

 

İbnü'l-Üstaz daha sonra şunları söylemiştir: Ağaç, söküldükten sonra yararlanılabilecek durumdaysa ve kira süresi dolmuşsa, kiraya veren kişi de ağacın sökülmesi ni tercih etmişse, bu durumda ilk olarak vakfın sahih olmaması görüşü ortaya çıkar.

 

Bu görüş kabul edilemez; çünkü dikilmiş güzel kokulu bitkilerin vakfedilmesi sahihtir.

Bunun gerekçesi "bir süre kalıcı olması" şeklinde belirtilmiştir.

 

24. Bir kimse mülk arazide bir bina satın alsa, araziyi kiralamamış olsa daha sonra binayı vakfetse [bunun hükmü ne olur?]

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Zahir olan görüş şudur: Şayet binanın geliri varsa kiranın bundan verilmesi gerekir. Aksi takdirde vakıf yapan kişi vakıf işleminden sonra oranın kirasını vermekle yükümlü değildir. Arazi sahibi, vakıfta bulunan kimseden arazisini boşaltmasını isteyebilir.

 

Kişi arazi üzerinden binayı kaldırdığında yukarıdaki meseleyle ilgili ayrıntılar burada da geçerli olur.

 

25. [Üzerinde bulunan ağaçlar ve bina ile birlikte] vakfedilen bir arazinin ağaçları söküldüğünde yahut binası yıkıldığında, arazisi kalıcı olmayan "ekim" gibi işler için veya kalıcı olması amaçlanan "ağaç dikmek" gibi şeyler için kiraya verilir, akit esnasında "kira süresi dolduğunda ağaçların kaldırılması" şartı getirilir. Kira süresinin tamamlanmasından sonra arazinin kiralanmasından elde edilen gelir ile sökülmüş olan ağaç yerine ağaç dikilir, yıkılan bina yerine bina yapılır.

 

26. Bir mescide vakfedilmiş olan halılar çürüdüğünde yahut kütükler kırıldığında -yahut da er-Ravda ve eş-Şerhu'!-Kebir'de belirtildiği üzere çürüyüp kırılmaya yüz tuttuğunda bunlar yakma dışında bir işe yaramayacak hale gelmişse [satılabilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre -bunlar zayi olmasın ve mescid de faydasız yere bunlarla işgal edilmiş olmasın diye-satılır. Bunun satımından elde edilecek üç beş kuruşun vakıfa geri verilmesi, bunların zayi olmasına göz yummaktan daha iyidir. Bu mesele "vakfın satılması" kapsamına girmez; çünkü çürümeye / yıkılmaya yüz tutmuş halı ve kütük zaten yok hükmündedir.

 

Rafii ve Nevevi bu görüşü esas almışlardır. İtimad edilmesi gereken görüş de budur. Bu görüşe göre satımdan elde edilen gelir, mescidin yararı için harcanır.

 

Rafii şöyle demiştir: Kıyasa uygun olan, halının satımından elde edilecek gelirle başka bir şey değil yalnızca halı alınmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki bunların satımını caiz görenlerin kastettiği de budur.

 

Bunu yapmak mümkün olduğunda Rafil'nin görüşü güçlü olmaktadır, aksi takdirde önceki görüş daha güçlüdür.

 

Ağaçların yontulması sonucunda elde edilen talaşlarda, Kabe'nin örtüsü eskiyip de herhangi bir yararı ve güzelliği kalmadığında bunlardaki hüküm de eskiyen halı ve kütüklerin hükmü gibidir.

 

[İkinci görüş]

 

Bu malların kendisindeki vakıf özelliğini devam ettirmek amacıyla bunların kendisi satılmaz. Ayrıca bunlardan kireci pişirmek ve tuğlayı pişirmek amacıyla yararlanmak mümkündür.

 

Subki şöyle demiştir: Kütüğün bir parçası bir tuğla yerine kullanılabilir. Ağaçların talaşları da toprak yerine kullanılabilir, toprakla karıştırılabilir.

 

Ezrai şöyle demiştir: Muhtemelen SubKi bununla çamurda kullanılan kerpici kastetmiştir.

 

Sonraki alimlerden bir grubu bu görüşü esas almıştır.

 

İlk görüşte olanlar buna şu şekilde cevap vermiştir:

 

Burada bunlardan belirtilen şekilde yararlanılabilir olması dikkate alınmaz; çünkü bırakın bütün mescitleri bir kısım mescitlerde bile bu tür yararlanma imkanı bulunamaz.

 

27. Mescide hibe edilen veya mescid için satın alınan halılara gelince, ihtiyaç bulunması durumunda bunlar satılır.

 

Nevevi "yakma dışında bir işe yaramayacak hale gelmişse" diyerek bu tahtalardan levhalar veya kapıların yapılabilmesi durumunu dışarıda bırakmıştır ki bu durumda bunlar kesinlikle satılmaz.

 

Not:  Vakfedilmiş bir evin yıkılan duvarlarını yeniden yapmak mümkün değilse bu telef olmuş hükmündedir. Bunun hükmü de yukarıda geçenler gibidir.

 

28. Vakfedilmiş bir mescid yıkılsa ve yeniden yapılması imkanı da bulunmasa yahut da mescidin bulunduğu yerleşim birimi harap olsa bu durumda mescid mülke dönüşmez ve hiçbir şekilde satılmaz. Bu, azat edildikten sonra felçli hale gelen köle gibidir.

 

Bu durumda olan mescidin yıkılma riski söz konusu değilse yıkılmaz; çünkü burada namaz kılmak mümkün olduğu gibi onun önceki durumuna geri dönmesi de mümkündür.

 

Mütevelli şöyle demiştir:

 

Bu mescide ait vakfın geliri ona en yakın mescide harcanır.

 

Yani bu mescidin önceki haline gelmesi ümit edilmediğinde böyle yapılır. Aksi takdirde Cüveynı'nin belirttiği üzere bu gelir saklanır. Bu görüş, Maverdl'nin "bu gelir fakir ve miskinlere harcanır" şeklindeki görüşten de Ruyani'nin "Bu, sonu kesintiye uğramış vakıf gibi kabul edilir" görüşünden de daha iyidir.

 

Şayet mescidin yıkılması riski söz konusu-olursa mescid yıkılır ve hakim, maslahata uygun görür ise bunun enkazı ile başka bir mescit inşa ettirir. Aksi takdirde bunu koruma altına alır. Yeni yapılacak mescidin eskisinin yakınında olması daha iyidir. Bu mescidin enkazı ile bir kuyu yapılamaz. Nitekim harap olan bir kuyunun enkazı ile de mescit değil başka bir kuyu yapılır ki imkan ölçüsünde vakıf yapan kişinin amacı gerçekleştirilmiş olsun. Bir kimse bir köprü için vakıf ta bulunsa, vadi yansa ve köprü kullanılamaz hale gelse, başka yerde bir köprü yapılmasına ihtiyaç olsa bu köprüyü ihtiyaç olan yere nakletmek caizdir.

Sınır -yani İslam ülkesinin kafirlerin ülkesine bitişik olduğu yerler- için yapılan [ancak daha sonra sınır olma özelliğini kaybeden] vakfın geliri şayet buralarda bir güvenlik durumu söz konusu ise vakfın nazırı tarafından bekletilir; çünkü buraların yeniden sınır haline dönüşmesi mümkündür.

 

Mescidin (giderler için harcandıktan sonra) artan geliri, mescidin yıkılması durumunda ihtiyaç duyulacak miktarı temin için biriktirilir. Kalan gelir ile mescid için gayri menkul satın alınır ve vakfedilir. Çünkü bu, vakfedilen şeyi koruma altına almada en önde gelen bir yoldur. Çünkü vakıf yapan kişi bunun için vakıf ta bulunmuştur.

 

Not:

a. Vakfedilen gayri menkulün tamir edilmesi, kendisine vakıf yapılan kişilerin hakkından daha önce gelir; çünkü bu vakfı koruma altına almaktır.

 

b. Mescide mutlak olarak veya "mescidin tamiri için" vakfedilen arazinin geliri; mescidin binasının yapılması, mescidi sağlamlaştıracak şekilde alçıyla sıvanması, merdivenler, gölgelenmek için hasırlar, süpür me k için süpürgeler, toprağın taşınması için kürekler, kapının tahtasının yağmur vb. şeylerden zarar görmemesi için -şayet gelip geçenlere zarar vermiyorsa- gölgelikler yapılması için harcanabilir. Yine bu gelirlerden mescidi koruyup gözetleme işini yapan kişinin ücreti ödenir ancak imam ve müezzinin ücreti ödenemez, mescidin halıları ve [aydınlatmada kullanılacak] yağ parası ödenemez; çünkü diğerlerinin aksine mescidin bakıcısı mescidi korumaktadır. Şayet vakıf "mescidin yararı için" yapılmışsa yukarıda belirtilen kişilere vakfın gelirinden verilir ancak mescidin süslenmesi ve nakış yapılması için verilmez. Hatta kişi bunun için vakıf ta bulunsa -daha önce işaret edildiği üzere- vakıf sahih olmaz.

 

Mescidin halıları için yapılan vakfın geliri mescidin tavanı için harcanamayacağı gibi bunun aksi de yapılamaz.

 

c. Bölüştürme işlemi bir ifrazdır [payların ayrıştınlması] görüşünü kabul etmiş olsak bile kendisine vakıf yapılan kişiler vakfı bölüştüremezler ancak nöbetleşe yararlanabilirler; çünkü bu, vakıf yapan kişinin şartını değiştirmektir.

 

d. Kendisine vakıf yapılan kişiler vakfın şeklini değiştiremez-

ler. Örneğin vakfedilen bir bahçeyi eve veya hamama dö- ~ nüştüremezler; ancak vakıf yapan kişi "maslahata uygun hareket edilmesi" şartını koşmuşsa onun şartına uygun bir şekilde maslahata uygun değişiklikler yapılabilir.

 

Subki şöyle demiştir: Bana göre bunun dışında üç durumda vakfın şekli değiştirilebilir:

 

a) Değişikliğin küçük olup vakfın ismini değiştirecek boyutta olmaması,

b) Vakfın yapısında bulunan bir şeyi izale etmeyip vakıftan sökülen bir şeyin vakfın başka bir yerine taşınması [monte edilmesi] şeklinde olması,

 

c) Bunun vakıf için yararlı olması.

 

Bu görüşe göre Ezher camiinin duvarında Taberistan tarzı pencereler açmak caiz değildir; çünkü bunda cami için bir yarar yoktur. Yine haremin kapılarının açılması da böyledir; çünkü kapı açmak yalnızca oturanların yararı içindir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN