VAKIF |
VAKFEDİLEN MALA İLİŞKİN
HÜKÜMLER
Daha güçlü görüşe göre,
vakfedilen bir malın kuru mülkiyeti (rakabesi) Allah'a intikal eder, yani bir
insana özgü olmaktan çıkar.
Bu mal ne vakfedenin ne
de kendisine vakıf yapılan kişinin / kişilerin olur.
Vakfedilen malın
menfaatleri kendisine vakıf yapılan kişiye aittir, bu menfaati kendisi elde
edebileceği gibi ödünç verme veya kiralama yoluyla başkasına da devredebilir.
Kendisine vakıf yapılan
kişi [vakfedilen maldan elde edilecek] ücrete ve meyve, yün, şüt gibi
fazlalıklara da malik olur. Daha dOğru görüşe göre vakfedilenden doğan yavruya
da sahip olur. Diğer görüşe göre ise bu mal da vakıf olur.
Vakfedilen hayvan
öldüğünde, onun derisi vakfedilen kişiye ait olur.
Vakfedilen bir cariye
ile birisi şüphe yoluyla veya -evlenmesini sahih görmemiz halinde (ki daha
doğru görüş budur)- evlenerek cinsel ilişkide bulunsa mehir vakfedilen kişiye
aittir.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre, vakfedilen köle öldürüldüğünde kendisine vakfedilmiş olan kişi
kölenin değerine sahip olamaz. Bununla başka bir köle satın alınan köle vakıf
olur.
Şayet tam bir köle satın
alınamazsa köleden bir hisse alınır.
Vakfedilen ağaç kurursa
mezhepte esas alınan görüşe göre vakıf sona ermez, bu durumda vakfedilen kişi
ondan kütük olarak yararlanır. [Zayıf] bir görüşe göre ağaç satılır. Parası
konusunda öldürülen kölenin değeri meselesindeki gibi hareket edilir.
Daha doğru görüşe göre
mescitteki vakfedilmiş olan hasırlar (halılar) çürüdüğünde, kütükler
kınldığında ve ancak yakma işine yaradığında bunları satmak caiz olur.
Vakfedilen bir mescid
çöküp de bunu yeniden yapmak mümkün olmadığında bu hiçbir şekilde satılamaz.
1. Belirli bir kimseye
ya da bir yöne vakfedilmiş olan malın çıplak mülkiyeti [yani rakabesi ne olur?
Bu konuda İmam Şafiı (r.a.)'ye ait üç görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha güçlü görüşe göre
mülkiyet Allah'a (c.c.) intikal eder. Nevevi mülkiyetin Allah'a intikal
etmesini "yani mülkiyet, erkek veya kadın herhangi bir insana özgü
olmaktan çıkar" diyerek yorumlamıştır. Aksi takdirde zaten bütün varlık
bütün zamanlarda Allah'a aittir.
Cüveynı eş-Şamil'de
şöyle demiştir:
Varlıkların mülkiyetinin
kullara ait olduğunu mecazen söylesek bile hakikatte kullar mülkiyete sahip
olamaz. Gerçek malik ancak Allah'tır.
"Vakfedilen mal ne
vakfeden kişiye ne de vakfedilen kişiye ait olur." Nevevi bunu söylemekle
birinci görüşün karşısında yer alan diğer iki görüşe işaret etmiş olmaktadır.
[İkinci görüş]
[Vakfedilen malın çıplak
mülkiyeti vakfeden şansa ait olur.] Bunun gerekçesi şudur: Kişi malın aslını
elinde tutup ondan elde ettiği ürünü / geliri Allah yolunda harcamıştır. Bu,
malın mülkiyetinin onun elinden çıkmasını gerektirmez.
[Üçüncü görüş]
[Vakfedilen malın çıplak
mülkiyeti vakfedilen şahsa ait olur.] Bunun gerekçesi, vakfın sadakaya
kıyaslanmasıdır.
[İtiraz] Vakfetme tasarrufu bir şahit ve bir yeminle
sabit olur. Bu, son iki görüşü[n doğruluğunu] göstermektedir; çünkü Allah
hakları ancak iki şahitle sabit olur.
[Cevap] Burada "sabit olmak" ile kastedilen
şey vakfedilen şeyden elde edilecek ürün / yarardır. Bu ise kul hakkıdır.
Bir kimse bir araziyi
mescit veya kabristan yapsa, buranın insana ait olması özelliğinin ortadan
kalktığı konusunda görüş birliği vardır. Kervansaray, medrese vb. yerler de
böyledir.
2. Belirli bir şahsa
vakfedilmiş malın menfaatleri, kendisine vakfedilen kişinin mülkü olur. Nevevi
bu mülkü şu sözleriyle açıklamıştır: "Vakfedilen kişi bu menfaatleri
kendisi elde edebileceği gibi ödünç verme veya kiraya verme yoluyla başkasını
da yararlandırabilir." Nitekim diğer mülkiyetlerde de böyledir.
Vakfedilen kişi ancak
vakfın nazırı ise veya nazırdan izin almışsa vakıf malı kiraya verebilir.
Durum gerektiriyorsa
vakıf nazırı, vakfı tamir ettirmek amacıyla kiraya vermek için, vakfedilen
kişinin evde oturmasına engelolabilir; çünkü bunu yapmazsa vakfın harap olması
sonucu ortaya çıkabilir.
"Kendisine vakıf
yapılan kişinin vakfın menfaatlerini ödünç olarak verebilmesi" aynı
zamanda emsal ücretin altında bir miktara kiraya verebileceğini de
göstermektedir ki Cüveynı bunu açık olarak ifade etmiştir.
3. Şayet vakıf [belirli
bir kişiye değil de] "fakirler" gibi bir gruba yapılmışsa, kendisine
vakıf yapılan kişi vakfedilen şeyin menfaatine malik olmaz, yalnızca yararlanma
hakkını elde etmiş olur.
Vakıf yapan kişi,
vakfedilen maldan yararlanmayı bir şarta bağlamışsa, örneğin "burayı,
köydeki çocukların öğretmeninin oturması için vakfettim" demişse,
vakfedilen kişinin başka bir şahsı ne ücretle ne de ücretsiz olarak o evde
oturtma hakkı yoktur. Bundan, orayı ödünç de veremeyeceği anlaşılmaktadır ki bu
doğrudur. Bununla birlikte insanlar müderrisin evini ödünç verme konusunda
müsamahakar davranmaktadır.
Anlatıldığına göre
Nevevi, Daru'l-hadıs'e hoca olarak tayin edildiğinde orada "Şeyh"
için ayrılmış bir salon bulunuyordu. Oraya kendisi oturmayıp başkasını oturttu.
4. Vakfeden kişi
"bu evi, kendisinden gelir elde edilip geliri öğretmene verilsin diye
vakfettim" derse er-Ravda ve eş-Şerh u' l-Kebır'de Kaffal'in fetvalarından
ve başka yerlerden aktarıldığına göre öğretmen o evde oturamaz.
5. Vakfedilen maldan
yararlanma sebebiyle malda bir eksilme meydana gelse, -örneğin hamam olarak
vakfedilen binanın tavanındaki kurşunlar hamamda yakılan ateş sebebiyle
dökülse- vakfedilen kişi de vakıf malın kira gelirini elde etmiş olsa,
tavandaki kurşunlarda meydana gelen azalmayı tahsil ettiği ücretten karşılayıp
bunu tavanı daha önceki haline getirmek için harcamalıdır. Bu görüş, el-MatIab'da
fıkhı bir çıkarım olarak ifade edilmiş,
Demırı de insanlar
arasında görülen uygulamanın bu yönde olduğunu belirtmiştir.
Not: Nevevi'nin "vakfedilen malın menfaati,
kendisine vakfedilen kişiye aittir" ifadesi vakfeden kişinin kendisinin
vakıf maldan hiçbir şekilde yararlanamayacağını göstermekteyse de şu durum
bundan istisna edilir: Bir kimse kendi mülkü olan bir yeri mescit olarak
vakfetse orada namaz kılabilir, kabristan olarak vakfetse oraya defnedilebilir,
kuyu olarak vakfetse oradan su çekebilir.
6. Kendisine vakıf
yapılan kişi -tıpkı kendi mülkünü kiraya vermesi durumunda olduğu gibi-
vakfedilen maldan elde edilecek kira gelirine sahip olur; çünkü kira da
vakıftan elde edilen menfaatlerdendir.
Not: Nevevl'nin ifadesinden anlaşıldığına göre
vakfın nazırı vakfı birkaç yıllığına peşin kira bedeli karşılığında kiraya
verse bu kira bedelini kendisine vakıf yapılan kişiye derhal ödemelidir. Bu
konudaki açıklama daha önce "kira" bölümünde geçtiğinden oraya
müracaat edilebilir.
7. Kendisine vakıf
yapılan kişi, -vakıf işlemi yapılırken ister herhangi bir kayıt zikredilmemiş
olsun isterse maldan elde edilecek fazlalıkların vakfedilen kişiye ait olması
şart koşulmuş olsun- vakıf yapıldıktan sonra malda meydana gelen fazlalıklara
sahip olur. Buna örnek olarak meyve ve meyveyle birlikte adeten koparılan dal
gibi şeyleri verebiliriz; çünkü dal da meyve gibidir. Ancak [meyve toplama
esnasında] koparılması adet olmayan şeyler böyle değildir. Şayet vakıf yapan
kişi "koparılması adet olmayan dalların da meyvelerle birlikte
koparılmasını" şart koşmuşsa o zaman dallar da vakfedilen kişiye ait olur.
Bunu
Cüveyni söylemiştir.
Vakıf yapıldığı esnada
ağaçta var olan meyvelere gelince; şayet bunlar aşılanmış ise vakıf yapan
kişiye ait olur. Aşılanmış değilse kime ait olacağı konusunda iki görüş
bulunmaktadır. Bunu Darimı söylemiştir. Bu meyvelerin, kendisine vakfedilen
kişiye ait olması daha uygundur.
8. Vakfedilen hayvanın,
vakıf yapıldıktan sonra meydana gelen tüyleri, yünleri, yapağıları ve sütü
vakfedilen kişiye aittir.
Daha doğru görüşe göre
vakfeden kişi ister mutlak bir ifade kullansın isterse yavrunun vakfedilen
kişiye ait olmasını şart koşsun hayvanın yavrusu da -tıpkı ağacın meyvesi ve
hayvanın sütü gibiona ait olur. Diğer görüşe göre ise yavru da annesine tabi
olarak vakıf olur. Hayvan, vakıf işlemi esnasında hamile olsa, ikinci görüşe
göre yavrusu da vakıf olur.
İlk görüşe göre de kişi
hayvanın hamile olduğunu bilerek vakıf yaptığından yavru da vakıf olur. Daha
doğru olan görüş budur. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin görüşüne göre hayvanın
yünü vb. şeyler de böyledir.
Not:
a. Kendisine cariye
vakfedilen kişinin, bu cariyenin çocuğuna sahip olabilmesi için çocuğun ni
kahtan veya zinadan doğmuş olması gerekir. Şayet şüphe yoluyla cinsel ilişkiden
doğmuşsa çocuk hürdür, ilişkide bulunan kişi onun [köle olarak kabul edilmesi
halinde ödenmesi gereken] değerini öder. Şayet çocuğu, kendisine vakıf yapılan
kişinin mülkü olarak kabul ediyorsak o zaman çocuk için ödenmiş olan bedel de
onun mülkü olur. Aksi takdirde -Rafiıve Nevevl'nin belirttiği üzere- bu parayla
bir köle satın alınarak o da vakıf kapsamına dahil edilir.
b. Bu ifadenin
zahirinden çocuğun erkek veya kız olması arasında bir fark olmadığı
anlaşılmaktadır ki doğrusu da budur. İsnevı ise çocuk erkek ise erkek köle
satın alınaca" ğını, çocuk kız ise cariye satın alınacağını söylemiştir.
Bu tıpkı vakfedilmiş köleninlcariyenin öldürülmesine benzer. Doğru görüş
öncekidir; çünkü vakfedilmiş cariyenin öldürülmesi meselesinin aksine burada
çocuk, vakfın kuruluşu esnasında vakıf olmaya elverişli değildir. Dolayısıyla
erkek köle satın almak daha uygundur. Zira bu cariyeden daha değerlidir,
cariyenin kazanamayacağı şekilde gelir elde edebilir. Bu yüzden vakfa daha
elverişlidir.
c. "Mutlak
olarak" ifadesinin zikredilmesiyle "binmek üzere bir hayvanın
vakfedilmesi" gibi durumlar dışarıda bırakılmıştır; çünkü bu durumda
hayvanın sütü, yünü gibi fazlalıklar vakfeden kişinin mülkü olur. Çünkü bunlar
vakıf kapsamına girmemiştir.
d. Dişilerle
çiftleştirmede kullanılmak üzere vakfedilmiş hayvan başka bir şey için
kullanılamaz. Ancak çiftleştirilemediğinde vakfeden kimsenin onu başka bir iş
için kullanması -Ezral'nin de belirttiği üzere- caiz olur.
9. Vakfedilen hayvan
ölse, derisi vakfedilen şahsa ait olur; çünkü o başkalarına göre öncelikli hak
sahibidir. Şayet deri -Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin belirttiğine göre velev
ki kendiliğinden tabaklanmış olursa- bu deri de vakıf kapsamında yer alır.
Ed-Dekaik'de şöyle
denilmiştir: Burada [deriden bahsederken "mülkiyeti ona ait olur"
denilmemiştir de] "ait olur" ifadesi kullanılmıştır; çünkü necis bir
şey "mülk" ile nitelendirilemez.
10. Kişi, vakfedilmiş
olan eti yenebilen hayvanın öleceğini kesin olarak anlarsa, zorunluluktan
dolayı bu hayvanı kesmek caiz olur. Hakim bu hayvanın etini maslahata uygun
gördüğü bir şekilde mi değerlendirir yoksa bu eti satarak parasıyla o hayvanla
aynı cinsten başka bir hayvan satın alıp vakıf kapsamına mı sokar? Bu konuda
iki görüş bulunmaktadır. İbnü'l-Mukrı birinci görüşü, el-En var yazarı ikinci
görüşü tercih etmiştir.
Hocamız Zekeriya
el-Ensari'nin belirttiğine göre ikinci görüş tercih e şayandır.
Hayvanın öleceği kesin
değilse, hayvan yararlanılabilir olmaktan çıkmış olsa bile onu kesmek caiz
değildir. Nitekim [yararlanılsın diye] vakfedilen köle [yararlanılabilir
olmaktan çıktığında] onu azat etmek caiz değildir.
Er-Ravda'daki ifade bu
hayvanı sağ olarak satmanın caiz olmadığı anlamına gelmektedir ki Maverdı bunun
caiz olduğunu söylemişse de Mehamill ve Cürcanı caiz olmadığı görüşünü sahih
kabul etmişlerdir.
11. Bir cariye bir
kişiye hizmet etsin diye vakfedildiğinde şu durumlarda cariyenin vakfedildiği
kişicariyenin mehrine sahip olur:
> Bu cariye ile bir
şahıs şüphe yoluyla cinsel ilişkide bulunsa,
> Cariyeye zorla
tecavüz etse,
> Cariye mümeyyiz
değil iken onunla ilişkide bulunsa,
> Vakfedilen
cariyenin başkasıyla evlenmesini sahih kabul ettiğimizde -ki daha doğru olan
görüş bu şekildedir- bu cariyeyi hakim vakfeden ve vakfedilen kişiden başka bir
kişiyle evlendirdiğinde, vakfedilen kişi de buna izin verdiğinde.
Çünkü cariyenin mehri de
-tıpkı ağacın meyvesi gibi- ondan elde edilen bir fazlalıktır.
12. Vakfeden kişinin ve
kendisine vakıf yapılan kişinin vakfedilmiş cariye ile cinsel ilişkide
bulunması haramdır.
13. Vakfedilmiş olan
cariye evlenmek için izin istediğinde, kendisine vakıf yapılan kişinin buna
izin vermesi gerekmez; çünkü bu konuda hak ona aittir.
14. Kendisine cariye
vakfedilmiş olan kişinin o cariye ile evlenmesi helal değildir. Hatta kişiye,
evli olduğu cariye vakfedilmiş olsa; vakfın gerçekleşmesi için kabulü şart
gördüğümüzde bu kişi vakfı kabul ederse nikahı fesholmuş olur.
15. Vakfedilmiş olan
cariyenin, vakıf yapan kişiyle evlenmesi de helal değildir.
16. Vakfedilmiş cariye
ile kendisine vakfedildiği kişi cinsel ilişkide bulunursa, bu kişinin cariyenin
mehrini ödemesi, ilişkiden doğacak çocuğun telef olması durumunda yahut hür
olması durumunda onun değerini ödemesi gerekmez. Çünkü kendisine vakfedilmiş
cariyenin mehri de doğuracağı çocuk da vakfedilen kişinindir. Ortada bir şüphe
bulunmadığından bu kişiye had cezası uygulanır. Nitekim vakfeden kişinin ilişkide
bulunması durumunda da böyledir. Vakfedilen kişinin, cariyenin menfaatlerine
sahip olması had cezasını etkilemez. İbnü'l-Mukrl'nin Ravd adlı eserinde esas
aldığı üzere itim ad edilen görüş budur. "Vasiyet" konusunda şu hüküm
gelecektir: "Kendisine bir cariyenin menfaati vasiyet edilmiş olan kişi
cariye ile ilişkide bulunduğunda ona had cezası uygulanmaz." O bölümde
aradaki farka temas edeceğiz.
Not: Nevevi'nin "sahih kabul edersek"
ifadesinden zıt anlam çıkarılamaz; çünkü bu sahih kabul edilmediğinde ilişki
şüphe yoluyla olmuş olur. Daha önce şüphe yoluyla ilişki durumunda da mehrin,
vakfedilen kişiye ait olduğu belirtilmişti.
Mümeyyiz olan eariye
kendi isteğiyle zina ederse, eariyenin vakfedildiği kişi mehir alamaz.
17. Vakfedilen köle;
> Çıplak mülkiyetinin
(rakabesinin) tazmin yükümlülüğünü üstlenen bir kimse tarafından telef
edildiğinde,
> Haksız bir şekilde
yabancı biri tarafından veya vakıf yapan kişi tarafından yahut kendisine vakıf
yapılan kişi tarafından telef edildiğinde,
[Bu durumlarda ne olur?
Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır:]
[Birinci Rivayet]
Mezhepte esas alınan
görüşe göre kendisine köle vakfedilen kişi ve bu vakfı yapan şahıs bu kölenin
değerine sahip olamaz.
Köleyi, kendisine vakıf
yapılan kişi haksız bir fiil sonucu olmaksızın telef etse tazmin söz konusu
olmaz.
Er-Ravda'da
belirtildiğine göre su havuzlarına vakfedilen bardak / çanaklar da böyledir.
Yine öğrencilere
vakfedilmiş kitaplar da onların haksız bir fiili olmaksızın ellerinde telef olduğunda
tazmin edilmez. Haksız bir fiil söz konusu olursa bunu yapan tazmin eder.
Bir malı,
vakfedildiğinden başka bir amaç için kullanmak haksız fiil kapsamına girer.
Yukarıdaki durumda,
telef olan köle için ödenen kıymet ile onun benzeri bir köle satın alınır. İki
görüş içinden Nevevi'nin tercih ettiği görüşe göre kölenin değeri ile cariye,
cariyenin değeri ile köle, büyüğün değeri ile küçük köle satın alınmaz. Ancak
küçüğün değeri ile büyük satın alınabilir.
Satın alınan bu köle
telef olanın yerine vakıf olur. Böylece vakfeden kişinin sevabını devam ettirme
amacı yerine gelmiş olduğu gibi kendilerine vakıf yapılan ikinci batın ve
sonrasının hakkı da gözetilmiş olur.
Not:
a. Yukarıdaki durumda,
ölen kölenin değeri için ödenen tazminle yeni bir köle satın alıp bunu vakfetme
işlemini yapacak olan kişi hakimdir. Vakfın özel bir nazırının olup olmaması
arasında fark yoktur. Bu, vakfın Allah'ın mülkü olduğu görüşüne dayalıdır.
Zerkeşı bu hükmün ilk
kısmında muhalefet etmiştir.
b. Nevevi "vakıf
olmak üzere" ifadesiyle hakim tarafından vakfedilmedikçe satın alınan
kölenin vakıf olmayacağına işaret etmiştir. Vakfedilmiş olan bir binanın
duvarları imar edilip onarıldığında doğrudan vakıf olur. Burada ise hakimin
vakfetmesi şarttır. Arada şu fark vardır: Vakfedilen köle bütünüyle ortadan
kalkmıştır. Vakfedilen arazi ise durmaktadır.
Bu arazi üzerine inşa
edilen yapıdaki çamur ve taşlar o araziye tabi bir özellik gibidir.
Telef olan köle için
ödenen para ile bir tam köle satın almak mümkün olmazsa bir kölenin bir kısmı
satın alınır; çünkü vakfeden kişinin amacına en uygun olan budur. Kurbanlık
koyun telef olduğunda onun değeri ile tam bir koyun alınamadığında koyunun bir
kısmı alınamaz; çünkü koyunun bir kısmının kurban olarak kesilmesi mümkün
değildir.
[Zayıf] bir görüşe göre,
telef edilen kölenin değerini kendisine vakfedilen kişi alır; çünkü kölenin
mülkiyeti ona aittir; vakıf da sonuçta onundur.
[İkinci Rivayet]
Diğer rivayete göre
telef olan kölenin değeri ile bir köle satın alınacağı konusunda tek görüş
vardır.
18. Telef olan kölenin
değeri [tam bir köle almak için yeterli olmadığında] bununla bir köleden hisse
de alınamıyorsa bu durumda ne yapılır? Bu konuda üç görüş bulunmaktadır:
Birinci görüşe göre bir
köleden bir hisse satın alınabilir hale gelinceye kadar bedel bekletilir.
İkinci görüşe göre bu,
kendisine vakıf yapılan kişinin mülkü olur.
Üçüncü görüşe göre bu
bedel, vakıf yapan kişiye en yakın olan kişinin millkü olur. Bu görüş doğruya
en yakındır.
19. Vakfedilen köle,
kısas gerektiren bir suç işlese kendisine kısas cezası uygulanır ve
kendiliğinden ölmesi durumunda olduğu gibi vakıf ortadan kalkar. Şayet işlediği
suç sebebiyle bir mal veya kısas gerekli olduğu halde mal karşılığında
affedilse, vakıfta bulunan kişi -köle suç işledikten sonra ölmüş olsa bile-
kölenin değeri ile cinayet sebebiyle gereken tazminden hangisi azsa onu vermek
suretiyle köleyi bu durumdan kurtarır. Suç sebebiyle gerekli olan tazmin,
kölenin satımının imkansız olması sebebiyle kölenin kuru mülkiyetine ilişmez.
Köle tekrar suç işlerse ümmüveled hükmünde olur.
Vakfeden kimse öldükten
sonra köle bir suç işlerse iki görüşten tercih e şayan olanına göre kölenin
kazancından fidye ödenir. Diğer görüşe göre ise -tıpkı ödeme gücü olmayan hür
kimsenin suç işlemesi durumunda olduğu gibi- devlet hazinesinden ödenir,
vakfeden kişinin malından fidye ödenmez; çünkü bu mal mirasçılara intikal
etmiştir.
20. Vakfedilen malın
menfaati, tazminin söz konusu olmayacağı bir sebeple telef olsa,
> Örneğin vakfedilen
ağaç kurusa,
> Veya rüzgar, sel
gibi bir şeyonu yerinden sökse ve ağaç kurumadan önce yerine dikmesi mümkün
olmasa,
Mezhepte esas alınan
rivayete göre kurumuş olan bu ağaç başlangıçta her ne kadar vakıf yapılmaya
elverişli olmasa bile bu hali üzerindeki vakıf sona ermez; çünkü devam
başlangıçtan daha güçlüdür.
Not: Nevevi, el-Muharrer, er-Ravda ve
eş-Şerhu'l-Kebir'de olduğu gibi "daha doğru görüş" demiş olsa daha
iyi olurdu; çünkü birinci görüşün karşısında yer alan bir rivayet değil mezhep
içinde yer alan görüş olup şöyle demektedir: Bu durumda ağacın vakıf olma
özelliği ortadan kalkar ve bu ağaç vakfeden kişinin mülkiyetine döner.
21. Kurumuş ağaçtan, bir
kütük olarak kiraya vermek yahut başka yolla faydalanılarak o ağacın kendisi
üzerindeki vakıf olma özelliği devam ettirili,r. Bu konunun başında geçen
rivayet sebebiyle bu ağaç satılmaz, hibe edilmez.
22. Ağaçtan ancak
yakarak tüketmek vb. bir yolla yararlanılabiliyorsa bu konuda görüş aynlığı söz
konusudur:
[Birinci görüş]
Bir görüşe göre bu ağaç
kendisine vakıf yapılan kişinin mülkü olur; ancak satılmaz, hibe edilmez,
ağacın kendisinden yararlanılır. Bu tıpkı ümmüveled gibi ve kurbanlık olarak
belirlenip kesilemeyen hayvanın eti gibidir. ibnü'r-Rif'a ve Kamuli bu görüşü
sahih kabul etmiş, ibnü'l-Mukri Ravd adlı eserinde bunu esas almış, er-Ravda'da
da bu görüş Mütevelli'nin tercihi olarak nakledilmiştir.
[İkinci görüş]
Nevevi'nin
-el-Havi's-sağir'de olduğu gibi- zikredilen görüşle yetinmesi bu ağacın hiçbir
şekilde mülke konu olmamasını gerektirir. Hocamız Zekeriya el-Ensan şöyle
demiştir:
Delile ve alimlerin
çoğunluğunun görüşüne uygun olan, itimad edilmesi gereken görüş budur.
İlk görüş daha uygundur.
[İtiraz] Bu görüş çelişki doğurmaktadır; çünkü vakfın
batıl olmadığını söyleyip sonra da bu ağacın mülke konu olacağını söylemek bir
çelişkidir.
[Cevap] Ağacın mülkiyete konu olması demek kişinin -örneğin
yakma ~ gibi bir yolla olsa bile- ağacı tüketerek ondan yararlanabilmesi
anlamına gelmektedir. Vakfın batıl olmaması demek "ağaç var olduğu sürece
diğer mülkler için söz konusu olan satım vb. tasarruflar ağaç için söz konusu
olmaz" demektir. Durum böyle olunca ağaç üzerinde mülkiyetin devam
etmesiyle ağacın mülke konu olması arasında bir çelişki söz konusu değildir.
Hatta bir görüşe göre
vakfedilen mal, vakfedilen kişi ondan yararlandığı sürece onun mülküdür.
23. Kiralanmış bir
araziye yapılan bina ve ağaç vakfedilmiş olsa, bunlardan elde edilen gelir
kirayı karşılamasa veya yalnızca kirayı karşılayacak kadar olsa, İbnü'l-Üstaz
şunu söylemiştir:
Bu, "tüketilmeden
-yani yakma vb. fiiller olmadan- yararlanılamayan vakıf" kapsamında kabul
edilir. Bu durumda bina ve ağaç sökülür ve enkazından yararlanmak mümkün ise bu
şekilde yararlanılır, aksi takdirde vakfedilen kişiye verilir.
Bu da daha önce geçen
görüşü desteklemektedir.
İbnü'l-Üstaz daha sonra
şunları söylemiştir: Ağaç, söküldükten sonra yararlanılabilecek durumdaysa ve
kira süresi dolmuşsa, kiraya veren kişi de ağacın sökülmesi ni tercih etmişse,
bu durumda ilk olarak vakfın sahih olmaması görüşü ortaya çıkar.
Bu görüş kabul edilemez;
çünkü dikilmiş güzel kokulu bitkilerin vakfedilmesi sahihtir.
Bunun gerekçesi
"bir süre kalıcı olması" şeklinde belirtilmiştir.
24. Bir kimse mülk
arazide bir bina satın alsa, araziyi kiralamamış olsa daha sonra binayı
vakfetse [bunun hükmü ne olur?]
Zerkeşi şöyle demiştir:
Zahir olan görüş şudur: Şayet binanın geliri varsa kiranın bundan verilmesi
gerekir. Aksi takdirde vakıf yapan kişi vakıf işleminden sonra oranın kirasını
vermekle yükümlü değildir. Arazi sahibi, vakıfta bulunan kimseden arazisini
boşaltmasını isteyebilir.
Kişi arazi üzerinden
binayı kaldırdığında yukarıdaki meseleyle ilgili ayrıntılar burada da geçerli
olur.
25. [Üzerinde bulunan
ağaçlar ve bina ile birlikte] vakfedilen bir arazinin ağaçları söküldüğünde
yahut binası yıkıldığında, arazisi kalıcı olmayan "ekim" gibi işler
için veya kalıcı olması amaçlanan "ağaç dikmek" gibi şeyler için
kiraya verilir, akit esnasında "kira süresi dolduğunda ağaçların
kaldırılması" şartı getirilir. Kira süresinin tamamlanmasından sonra
arazinin kiralanmasından elde edilen gelir ile sökülmüş olan ağaç yerine ağaç
dikilir, yıkılan bina yerine bina yapılır.
26. Bir mescide
vakfedilmiş olan halılar çürüdüğünde yahut kütükler kırıldığında -yahut da
er-Ravda ve eş-Şerhu'!-Kebir'de belirtildiği üzere çürüyüp kırılmaya yüz
tuttuğunda bunlar yakma dışında bir işe yaramayacak hale gelmişse [satılabilir
mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
[Birinci görüş]
Daha doğru görüşe göre
-bunlar zayi olmasın ve mescid de faydasız yere bunlarla işgal edilmiş olmasın
diye-satılır. Bunun satımından elde edilecek üç beş kuruşun vakıfa geri
verilmesi, bunların zayi olmasına göz yummaktan daha iyidir. Bu mesele
"vakfın satılması" kapsamına girmez; çünkü çürümeye / yıkılmaya yüz tutmuş
halı ve kütük zaten yok hükmündedir.
Rafii ve Nevevi bu
görüşü esas almışlardır. İtimad edilmesi gereken görüş de budur. Bu görüşe göre
satımdan elde edilen gelir, mescidin yararı için harcanır.
Rafii şöyle demiştir:
Kıyasa uygun olan, halının satımından elde edilecek gelirle başka bir şey değil
yalnızca halı alınmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki bunların satımını caiz
görenlerin kastettiği de budur.
Bunu yapmak mümkün
olduğunda Rafil'nin görüşü güçlü olmaktadır, aksi takdirde önceki görüş daha
güçlüdür.
Ağaçların yontulması
sonucunda elde edilen talaşlarda, Kabe'nin örtüsü eskiyip de herhangi bir
yararı ve güzelliği kalmadığında bunlardaki hüküm de eskiyen halı ve kütüklerin
hükmü gibidir.
[İkinci görüş]
Bu malların kendisindeki
vakıf özelliğini devam ettirmek amacıyla bunların kendisi satılmaz. Ayrıca
bunlardan kireci pişirmek ve tuğlayı pişirmek amacıyla yararlanmak mümkündür.
Subki şöyle demiştir:
Kütüğün bir parçası bir tuğla yerine kullanılabilir. Ağaçların talaşları da
toprak yerine kullanılabilir, toprakla karıştırılabilir.
Ezrai şöyle demiştir:
Muhtemelen SubKi bununla çamurda kullanılan kerpici kastetmiştir.
Sonraki alimlerden bir
grubu bu görüşü esas almıştır.
İlk görüşte olanlar buna
şu şekilde cevap vermiştir:
Burada bunlardan
belirtilen şekilde yararlanılabilir olması dikkate alınmaz; çünkü bırakın bütün
mescitleri bir kısım mescitlerde bile bu tür yararlanma imkanı bulunamaz.
27. Mescide hibe edilen
veya mescid için satın alınan halılara gelince, ihtiyaç bulunması durumunda
bunlar satılır.
Nevevi "yakma
dışında bir işe yaramayacak hale gelmişse" diyerek bu tahtalardan levhalar
veya kapıların yapılabilmesi durumunu dışarıda bırakmıştır ki bu durumda bunlar
kesinlikle satılmaz.
Not: Vakfedilmiş bir evin yıkılan duvarlarını
yeniden yapmak mümkün değilse bu telef olmuş hükmündedir. Bunun hükmü de
yukarıda geçenler gibidir.
28. Vakfedilmiş bir
mescid yıkılsa ve yeniden yapılması imkanı da bulunmasa yahut da mescidin
bulunduğu yerleşim birimi harap olsa bu durumda mescid mülke dönüşmez ve hiçbir
şekilde satılmaz. Bu, azat edildikten sonra felçli hale gelen köle gibidir.
Bu durumda olan mescidin
yıkılma riski söz konusu değilse yıkılmaz; çünkü burada namaz kılmak mümkün
olduğu gibi onun önceki durumuna geri dönmesi de mümkündür.
Mütevelli şöyle
demiştir:
Bu mescide ait vakfın
geliri ona en yakın mescide harcanır.
Yani bu mescidin önceki
haline gelmesi ümit edilmediğinde böyle yapılır. Aksi takdirde Cüveynı'nin
belirttiği üzere bu gelir saklanır. Bu görüş, Maverdl'nin "bu gelir fakir
ve miskinlere harcanır" şeklindeki görüşten de Ruyani'nin "Bu, sonu
kesintiye uğramış vakıf gibi kabul edilir" görüşünden de daha iyidir.
Şayet mescidin yıkılması
riski söz konusu-olursa mescid yıkılır ve hakim, maslahata uygun görür ise
bunun enkazı ile başka bir mescit inşa ettirir. Aksi takdirde bunu koruma
altına alır. Yeni yapılacak mescidin eskisinin yakınında olması daha iyidir. Bu
mescidin enkazı ile bir kuyu yapılamaz. Nitekim harap olan bir kuyunun enkazı
ile de mescit değil başka bir kuyu yapılır ki imkan ölçüsünde vakıf yapan
kişinin amacı gerçekleştirilmiş olsun. Bir kimse bir köprü için vakıf ta
bulunsa, vadi yansa ve köprü kullanılamaz hale gelse, başka yerde bir köprü
yapılmasına ihtiyaç olsa bu köprüyü ihtiyaç olan yere nakletmek caizdir.
Sınır -yani İslam
ülkesinin kafirlerin ülkesine bitişik olduğu yerler- için yapılan [ancak daha
sonra sınır olma özelliğini kaybeden] vakfın geliri şayet buralarda bir
güvenlik durumu söz konusu ise vakfın nazırı tarafından bekletilir; çünkü
buraların yeniden sınır haline dönüşmesi mümkündür.
Mescidin (giderler için
harcandıktan sonra) artan geliri, mescidin yıkılması durumunda ihtiyaç duyulacak
miktarı temin için biriktirilir. Kalan gelir ile mescid için gayri menkul satın
alınır ve vakfedilir. Çünkü bu, vakfedilen şeyi koruma altına almada en önde
gelen bir yoldur. Çünkü vakıf yapan kişi bunun için vakıf ta bulunmuştur.
Not:
a. Vakfedilen gayri
menkulün tamir edilmesi, kendisine vakıf yapılan kişilerin hakkından daha önce
gelir; çünkü bu vakfı koruma altına almaktır.
b. Mescide mutlak olarak
veya "mescidin tamiri için" vakfedilen arazinin geliri; mescidin
binasının yapılması, mescidi sağlamlaştıracak şekilde alçıyla sıvanması,
merdivenler, gölgelenmek için hasırlar, süpür me k için süpürgeler, toprağın
taşınması için kürekler, kapının tahtasının yağmur vb. şeylerden zarar
görmemesi için -şayet gelip geçenlere zarar vermiyorsa- gölgelikler yapılması
için harcanabilir. Yine bu gelirlerden mescidi koruyup gözetleme işini yapan
kişinin ücreti ödenir ancak imam ve müezzinin ücreti ödenemez, mescidin
halıları ve [aydınlatmada kullanılacak] yağ parası ödenemez; çünkü diğerlerinin
aksine mescidin bakıcısı mescidi korumaktadır. Şayet vakıf "mescidin
yararı için" yapılmışsa yukarıda belirtilen kişilere vakfın gelirinden
verilir ancak mescidin süslenmesi ve nakış yapılması için verilmez. Hatta kişi
bunun için vakıf ta bulunsa -daha önce işaret edildiği üzere- vakıf sahih
olmaz.
Mescidin halıları için
yapılan vakfın geliri mescidin tavanı için harcanamayacağı gibi bunun aksi de
yapılamaz.
c. Bölüştürme işlemi bir
ifrazdır [payların ayrıştınlması] görüşünü kabul etmiş olsak bile kendisine
vakıf yapılan kişiler vakfı bölüştüremezler ancak nöbetleşe yararlanabilirler;
çünkü bu, vakıf yapan kişinin şartını değiştirmektir.
d. Kendisine vakıf
yapılan kişiler vakfın şeklini değiştiremez-
ler. Örneğin vakfedilen
bir bahçeyi eve veya hamama dö- ~ nüştüremezler; ancak vakıf yapan kişi
"maslahata uygun hareket edilmesi" şartını koşmuşsa onun şartına
uygun bir şekilde maslahata uygun değişiklikler yapılabilir.
Subki şöyle demiştir:
Bana göre bunun dışında üç durumda vakfın şekli değiştirilebilir:
a) Değişikliğin küçük
olup vakfın ismini değiştirecek boyutta olmaması,
b) Vakfın yapısında
bulunan bir şeyi izale etmeyip vakıftan sökülen bir şeyin vakfın başka bir
yerine taşınması [monte edilmesi] şeklinde olması,
c) Bunun vakıf için
yararlı olması.
Bu görüşe göre Ezher
camiinin duvarında Taberistan tarzı pencereler açmak caiz değildir; çünkü bunda
cami için bir yarar yoktur. Yine haremin kapılarının açılması da böyledir;
çünkü kapı açmak yalnızca oturanların yararı içindir.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN