MUĞNİ’L-MUHTAC

CİZYE

 

II. CİZYE AKDİNE İLİŞKİN BAZI HÜKÜMLER

 

Bu bölümde, yukarıda geçenlere ek olarak cizyeye ilişkin bir takım hükümler ele alınacaktır.

 

1. [Cizye anlaşması yaptığımız gayri Müslimlerden] elimizi çekmemiz, telef ettiğimiz can ve malları için tazminat ödememiz, onları ehl-i harbe karşı savunmamız gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre zımmıler kendi başlarına bir beldede oturuyorlarsa onları savunmamız gerekmez.

 

2. Bizim kurduğumuz bir şehirde veya halkı Müslümanlığı seçen bir şehirde zımmllerin yeni kilise yapmalarına engel oluruz.

 

3. Savaş yoluyla fethettiğimiz şehirlerde kilise yapamazlar. Daha doğru görüşe göre [fetih anında] orada mevcut olan kilisede ibadetlerine devam etmelerine izin verilmez. Barış yoluyla elde edip arazinin bize ait olmasını, onların ise o topraklarda oturmasını, kiliselerinin de kalmasını şart koştuğumuz bölgelerde [bu şart gereğince kiliselerin kalması] caizdir. Şayet anlaşma mutlak olarak yapılmış [kiliselerin durumuna temas edilmemiş] ise daha doğru görüşe göre kiliselerin kalmasına izin verilmez. Kiliselerin onlara ait olması şart koşulmuşsa kiliseler yerinde bırakılır. Bu durumda daha dOğru görüşe göre yeni kilise de yapabilirler.

 

4. Zımmllerin Müslüman komşusunun binasından daha yüksek bina yapmasına engelolunması vaciptir, [zayıf] bir görüşe göre menduptur. Daha dOğru görüşe göre binalarının eşit uzunlukta olması yasaktır, şayet ayrı bir mahallede oturuyorlarsa [binalarının yüksekliğinin Müslümanlarınkinden daha uzun olması] yasaklanmaz.

 

5. Zımmınin [Müslüman şehirlerde] ata binmesi yasaktır. Eşeklere ve değeri yüksek katırlara binmesi ise yasak değildir. Bindiği zaman demirden eyer, üzengi ve semer değil ahşaptan olanları kullanır.

 

6. Zımmı, [Müslümanların da gelip geçtiği bir yolda yolculuk ederken] yolların en dar bölgelerine gitmeye zorlanır.

 

7. Onlara bulundukları mecliste saygı gösterilmez, baş köşeye oturtulmazlar.

8. [Zımmilerin Müslümanlardan ayırt edilebilmeleri için] elbiselerinin [dikiş yapmanın mutad olmadığı bir yerine] farklı renkte kumaş dikmeleri ve zünnar bağlamaları emredilir.

 

9. Müslümanların bulunduğu bir hamama girdiğinde veya elbisesini çıkardığında boynunda demir, gümüş vb. şeyden yapılmış bir halka bulundurması gerekir.

 

10. Zımmınin Müslümana şirk olan şeyleri işittirmesi, Üzeyir ve mesih ile ilgili görüşlerini aktarması, şarap, domuz, zil çalma ve bayramlarına ilişkin merasimleri açıktan yapmaları yasaktır.

 

11. Zımmilere bunlar şart koşulduğu halde buna aykırı davranırlarsa zimmet anlaşması bozulmuş olmaz.

 

12. Bizimle savaşırlarsa veya cizye vermekten kaçınırlarsa yahut İslam'ın hükümlerinin kendilerine uygulanmasından kaçınırlarsa anlaşma bozulur.

 

13. Zımmi bir erkek bir Müslüman kadınla zina eder veya nikah yaparak ilişkide bulunursa yahut ehl-i kitaba Müslümanların açık noktalarını bildirirse yahut da bir Müslümanı dini konusunda fitneye düşürür, İslam ve Kur'an hakkında ileri geri laf eder, Resulullah (s.a.v.)'ı kötü bir şekilde anarsa daha dOğru görüşe göre bunları yapmaları halinde anlaşmanın bozulması şart koşulmuşsa anlaşma bozulur. Aksi taktirde bozulmaz.

 

14. Savaş yapması sebebiyle anlaşması bozulan zımmiyi İslam ülkesinden kovmak ve öldürmek caizdir. Anlaşması başka sebeple bozulan zımmiyi daha güçlü görüşe göre İslam ülkesi dışında güvende olacağı yere ulaştırmak gerekmez. Devlet başkanı onu öldürme, köleleştirme, fidyesiz serbest bırakma, fidye karşılığı serbest bırakma şıklarından dilediğini seçer. Devlet başkanı herhangi bir seçimde bulunmadan önce o Müslüman olursa köleleştirme yapılamaz.

 

15. Erkeklerin emanları geçersiz hale geldiğinde daha dOğru görüşe göre onların kadın ve çocuklarının emanı geçersiz hale gelmez.

 

16. Bir zımmi, zimmet anlaşmasını bozup darulharbe gitmek istediğinde [sınırdışı edilerek] güvende olacağı yere ulaştırılır.

 

86. Kafirler ile geçerli bir cizye akdi yaptıktan sonra onların can ve mallarına ilişmememiz, esir alınanları serbest bırakmamız, onlardan aldığımız malları geri vermemiz gerekir. Bu, Ravdatü'ttalibin ve eş-Şerhu'l-kebır'de açık olarak belirtilmiştir.

 

87. Yine, bizim içimizde açıkça göstermedikleri sürece onların şarapları, domuzları ve edinmelerine izin verilen başka şeylerine de ilişmememiz gerekir; çünkü Yüce Allah, onlarla Müslüman oluncaya veya cizye verinceye kadar savaşmamızı emretmiştir.

Müslüman olmak can, mal ve buna bağlı şeyleri koruduğu gibi cizye vermek de korur.

 

Ebu Davud, şu hadisi rivayet etmiştir:

 

> Dikkat edin! Kim, anlaşma yapılan bir gayri müslime haksızlık yaparsa, haksını eksik öderse, ona gücünün yetmeyeceği yükümlüklükler yüklerse, onun gönlünün razı olmadığı bir şeyi kendisinden alırsa ben kıyamet günü onun hasmıyım (Ebu Davud, İmare, 3052)

 

88. Onların can veya malını telef ettiğimizde bunu tazmin etmemiz gerekir. Yani biz Müslümanlardan kim telef etmişse tıpkı Müslümanın mal ve canını tazmin ettiği gibi zımmininkini de tazmin etmesi gerekir; çünkü zimmet anlaşmasının işlevi budur.

 

89. "Mal" ifadesi şarap ve domuzu dışarıda bırakmaktadır. Onlar şarap ve domuzlarım ister açığa çıkarmış olsun isterse olmasın bunu telef eden kimse tazminle yükümlü olmaz. Ancak gasp eden kişinin bunu kendilerine geri vermesi gerekir. Geri verme masrafı gasp eden e aittir. Bize domuz ve şaraplarını göstermediği sürece onların malını telef eden isyan etmiş olur.

 

90. Bir Müslüman onlardan şarap satın alıp teslim alırsa bu şarap dökülür. Bunun için bir bedel ödenmez; çünkü onlar bir Müslümana şarap satmakla haddini aşan bir iş yapmışlardır.

 

91. Bir zımmı, bir Müslümana olan borcunu şarap vb. şeylerden elde ettiği paradan öderse bakılır:

 

> Müslüman, onun şarap parası olduğunu biliyorsa bunu kabul etmesi haram olur; çünkü şarap, zımmınin inancına göre de haramdır.

> Müslüman olan şahıs, kendisine yapılan ödemenin şarap vb. malların satımından elde edildiğini bilmiyorsa bunu kabul etmesi gerekir.

 

Nevevi'nin Ravdatü't-talibın'de "müşriğin nikahı" konusundaki ifadesi "bunun şarap parası olduğunu bilse bile kabul etmesi haram olmaz" gibi bir sonuç doğursa da bu kabul edilmez.

 

Dile ilişkin bir not:

 

Metinde geçen "nefsen ve malen" kelimeleri -kefun- kelimesinden temyizdir. Bu iki kelime .... ifadesinden hazfedilmiştir; çünkü önceki kısım ona delalet etmektedir. Temyiz bilindiğinde hazfedilmesi caizdir. Buradaki "keff' ve "daman" kelimeleri iki amilin çekişmesi şeklinde düşünülemez; çünkü ilkini amel ettirdiğinde ikincisini gizlemen gerekir.

Bu durumda temyizin marife olması gerekir. İkincisini amel ettirdiğinde ikincisinin birincisine delalet etmesi sebebiyle bu defa birinciyi hazfetmen gerekir. Bu ise zayıftır.

 

92. Onlardan esir olanları kurtarmamız, onların mallarından alınanları geri vermemiz gerekir.

 

93. [Zımmıleri yabancılara karşı korumamız gerekir mi? Burada üç durum söz konusudur:]

 

Birinci durum

 

Zımmiler, Müslümanların yaşadığı bölgede yaşıyorsa onları ehl-i harbe ve başkalarına karşı savunmamız gerekir. Çünkü İslam ülkesinin savunulması, kafirlerin buraya girmesine engelolunması zorunludur.

 

İkinci durum

 

[Zımmiler, Müslümanlardan ayrı olarak müstakil bir bölgede oturuyorlarsa onları harbilere karşı savunmamız gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır:]

 

Birinci görüş

 

[Zayıf] bir görüşe göre, düşman bize saldırdığında nasıl zımmilerin bizi savunması gerekmiyorsa aynı şekilde zımmiler de İslam ülkesine bitişik olarak ayrı bir bölgede oturuyarlarsa bizim de onları [harbiler vb. kimselere karşı] savunmamız gerekmez.

 

İkinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre onlar da can-mal dokunulmazlığı ve korunma bakımından ehl-i İslam gibi değerlendirilerek mümkün olduğunda onları savunmamız gerekir.

 

Üçüncü durum

 

Darulharbi vatan edinmiş olan zımmıler cizye veriyarlarsa ve yanlarında herhangi bir Müslüman yoksa bizim onları savunmamız kesinlikle gerekli değıidir. Ancak anlaşma yaparken onları orada savunmamız şart koşulmuşsa o zaman şart gereği savunmamız gerekir.

 

94. Zımmıleri savunmamızın gerekli olduğu durumda onları savunamadığımız taktirde, savunmanın olmadığı dönem için cizye söz konusu olmaz.

 

95. Devlet başkanı, zımmılere saldıran kimseleri ele geçirir ve onların mallarını alırsa zımmılere, onların mallarından elde mevcut olanları verir. Şayet zımmılere saldıranlar harbı ise onların telef ettiği mallar için zımmılere tazminat ödenmez. Nitekim harbıler bizim malımızı telef ettiğinde de böyledir.

 

96. Bizim tarafımızdan kurulan Bağdat, KOfe; Basra ve Kahire gibi şehirlerde zımmılerin kilise, havra, manastır, Mecusilerin ateşgedesi gibi ibadethaneler yapmasına izin vermeyiz.

Çünkü Ahmed bin Adiy'in Hz. Ömer'den naklettiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle

buyurmuştur:

 

> İslam'da kilise inşa etmek ve harap olanı yenilemek yoktur. (Abdürrezzak, Musannef, ehlü'l-kitabeyn, hadis 19233)

 

Beyhakl'nin rivayet ettiğine göre Hz. Ömer (r.a.) Şam Hristiyanlarıyla anlaşma yaptığında kendilerine yazdığı mektupta "kendi bölgelerinde olsun civar bölgelerde olsun manastır, kilise, rahiplerin ibadethanelerinden inşa edemezler" ifadesini kullanmıştır.(Beyhaki, Cizye, 9, 202)

İbn Ebı Şeybe bunu İbn Abbas'tan da rivayet etmiştir.(İbn Ebı Şeybe, Musannef, Cihad, 7, 634)

Sahabeden hiç kimse Hz. Ömer ve İbn Abbas'a muhalefet etmemiştir.

 

Ayrıca bu yerleri inşa etmek bir isyan olduğundan İslam ülkesinde böyle bir şey caiz olmaz.

 

97. Şayet inşa ederlerse, anlaşma yapılırken ["inşa edeceğiniz kilisele vb. yerleri yıkarız" şeklinde bir] şart koşulmuş olsun ya da olmasın yaptıkları şey yıkılır. Şayet devlet başkanı akit yaparken onların kilise inşa etmelerine müsaade etmişse bu anlaşma geçersizdir.

 

98. Medine ve Yemen'de olduğu gibi bir şehir halkı Müslüman olduğunda orada yaşayan zımmılerin burada kilise inşa etmeleri -yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle- yasak olur.

 

Not:  Zikredilen bölgelerde kilise vb. ibadethaneler bulunsa ve bunun aslının ne olduğu bilinmese yıkılmaksızın bırakılır. Çünkü belki de bu kilise bir köy veya açık alandaydı ve zamanla şehir büyüyerek bizim yaptığımız binalar onların yaptığı kilise ile bitişmiş olabilir. Ancak şehirlerin inşa edilmesinden sonra bu bölgelerde sonradan yapılan kiliseleri yıkmamız gerekir.

 

Bu hüküm, söz konusu binalar ibadet için yapıldığında söz konusu olur. Şayet yolcuların konaklaması için [kervansaray olarak] yapılmışsa bakılır: Bütün insanlara hizmet veriyorsa bunların yapılması caizdir. Sırf zımmıler için yapılmışsa o zaman mezhep içinde iki görüş vardır. Eş-Şamil yazarı bunları yapmanın caiz olduğunu tek görüş olarak belirtmiştir.

 

99. Mısır, Isfahan, Mağrib beldeleri gibi savaş yoluyla fethedilen arazilerde zımmılerin kilise inşa etmelerine izin verilmez; çünkü Müslümanlar burayı zorla ele geçirerek sahip olmuşlardır. Bu sebeple burada kilise yapılması mümkün değlidir. İlk olarak kilise inşa etmek caiz olmadığı gibi yıkılan kilisenin onarılması da caiz değildir.

 

100. [Bu bölgelerde mevcut olan bir kilisenin varlığım devam ettirmesine izin verilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre yukarıda belirttiğimiz gerekçe sebebiyle mevcut kiliselerinde ibadete devam etmelerine izin verilmez. Bu görüş esas alındığında ZerkeşI'nin belirttiği üzere Mısır'da kiliselerin varlığını devam ettirmesi caiz olmaz. Çünkü Mısır savaş yoluyla fethedilmiştir. Irak da böyledir.

 

İkinci görüş

 

Mevcut kiliselerin devam etmesine izin verilir; çünkü maslahat bunu gerektirebilir.

 

Görüş ayrılığı, fetih zamanında ayakta bulunan kiliseler içindir. Yıkılan veya Müslümanların yıktığı kiliselerin varlığına izin verilmeyeceği kesindir.

 

Not:  Ehl-i harp, zımmılerin bulunduğu ve içinde kiliselerinolduğu bir bölgeyi ele geçirse, sonra biz bu bölgeyi savaş yoluyla geri alsa k o bölge halkına ehl-i harbin orayı ele geçirmesinden önceki hükümler icra edilir. Bunu el-Vafı yazarı belirtmiş, Zerkeşi de destek!emiştir.

 

101. Kudüs'ün fethinde olduğU gibi bir şehir barış yoluyla fethedildiğinde o şehrin arazisinin bize ait olmasını, halkının haraç karşılığı orada kalmasını, kiliselerinin de bırakılmasını şart koşmuşsak bu anlaşma geçerli olur; çünkü şehrin bütününün onlara ait olması şartıyla bile anlaşma geçerli olunca bir kısmı karşılığında yapıldığında evleviyetle [haydi haydi] geçerli olur.

 

Not:  "Kiliselerin bırakılması" ifadesi yeni kilise yapılmasının yasak olmasını gerektirir. Maverdi bunu açık olarak ifade etmiştir. EşŞerhu'l-kebır ve Ravdatü't-talibın'de Ruyani ve başkalarından şu nakledilmiştir: "Zımmılerin yeni kilise inşa edebilecekleri şartıyla anlaşma yapılırsa bu anlaşma da caiz olur." Rafil ve Nevevi bunun aksine bir görüş belirtmemişlerdir. Zerkeşi şöyle demiştir:

 

"Bu, zaruret bunu gerektiriyorsa şeklinde anlaşılır. Aksi taktirde bunun bir delili yoktur."

Yukarıdaki gerekçeden bunun [zaruret olsun ya da olmasın] mutlak olarak caiz olduğu anlaşılmaktadır ki zahir olan da budur. Burada "caiz" derken kastedilen "yasak olmamak" tır. Çünkü caizlik şer'ı bir hükümdür. Şeriatta kilise inşa edilmesinin caizliğine dair bir hüküm yoktur. Buna Subki dikkat çekmiştir.

 

102. Bir bölge sulh yoluyla fethedilir de o bölgenin arazisinin bize ait olması şart koşulur ve sulh yapılırken bölgedeki kiliselerin yerinde bırakılıp bırakılmayacağı konusuna temas edilmezse [bu kiliseler bırakılır mı yıkılır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre bu kiliseler yerinde bırakılamaz, yıkılır. Çünkü [herhangi bir kayıt konulmayan] mutlak lafız, bölgenin bütününün bizim olmasını gerektirir.

 

İkinci görüş

 

Bu kiliselerk yerinde bıralılır. Zımmıler ibadet için buralara ihtiyaç duyduğundan hal karinesine dayanarak kiliseler, mutlak lafzın kapsamından istisna edilir.

 

Not:  Şeyh İzzeddin [bin Abdüsselam] şöyle demiştir: "Müslüman bir kimsenin ehli zimmete ait kiliselere izin almaksızın girmesi caiz değildir; çünkü zımmıler Müslümanların buraya girmesinden hoşlanmaz." Bu ifadeden, izinli olarak girmenin caiz olduğu anlaşılır. Bu, "kiliselerinde resim yoksa" şeklinde yorumlanır. Şayet kiliselerinde oradan ayrılmayacak şekilde resimler bulunuyorsa, şayet bu resim ve heykeller, bulundurmalarına izin verilen şeylerden ise Müslümanın girmesi haram olur. Aksi taktirde onlardan izinsiz olarak girmek caiz olur; çünkü bu resim ve heykelleri gidermek gerekir. Onların şu anda kiliselerinin çüoğunluğu bu şekildedir.

 

103. Bir belde sulh yoluyla fethedilerek arazisinin ödeyecekleri haraç karşılığında onlara ait olması şart koşulsa kiliseleri yerlerinde bırakılır; çünkü bu kiliseler onların mülküdür. [O bölgede yeni kilise inşa edebilirler mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre yeni kilise inşa edebilirler; çünkü hem mülkiyet hem de bölge onlara ait olduğundan diledikleri gibi tasarrufta bulunabilirler.

 

İkinci görüş

 

Yeni kilise inşa edemezler; çünkü o bölge artık İslam hakimiyeti altındadır.

 

104. İlk görüşe göre o bölgede şarap ve domuz gibi şiarlarını açıktan yapmaları ve yine çan çalma gibi merasimlerini icra etmelerine engel olunmaz. Casus barındırmak, haberleri başkalarına ulaştırmak vb. gibi onların ülkesinde yapılması biz Müslümanlara zarar verecek olan faaliyetlerine ise izin verilmez.

 

Not:  Kiliselerinin bırakılmasına izin verdiğimiz durumda yıkılmaya yüz tutan kiliselerin onarılması yasak değildir; çünkü bunlar kalacaktır. Tamirin gizli yapılması gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Daha doğru olanına göre gerekmez; çünkü onların kiliselerini içeriden ve dışarıdan toprakla sıvamaları yasak değildir. Düşen duvarlarını tekrar yapabilirler.

 

Bırakılmasına izin verilen kilise yıkıldığında -eş-Şerhu'l-kebır ve Ravdatü't-talibın'de daha doğru olduğu söylenen görüşe göretekrar yapılmasına engel olunmaz; çünkü bu ilk olarak inşa etmek değildir. Subki "vakıf" bölümünde şöyle demiştir:

 

"Fetvanın buna göre olduğunu görmedim. Hicrı 713 yılı civarında rüyamda zamanımızın büyük alimlerinden birini başında mavi sarıkla gördüm. O gecenin sabahında fecir doğunca bu alim beni aradı ve ben kendisini rüyamda gördüğüm yerde buldum. Elinde kiliselerin tamiri ile ilgili bir defter vardı. Kiliselerin tamir edilmesinin caiz olduğu görüşünü desteklemek ve yardım etmek istiyordu. Ben bunu hatırladım ve ibret aldım."

 

Subki devamla şöyle demiştir: Bizim "tamir etmelerine engel olmayız" ifadesinin anlamı bu caizdir demek değildir. Bu da şarap içme gibi yapmalarına ses çıkarılmayan masiyet türünde fiillerdendir. Bunun onlar için caiz olduğunu söylemeyiz. Yöneticinin: şeriatta caiz olan şeyler gibi buna izin vermesi uygun olmaz. Alimlerin "müsaade etmek" ile kastettikleri onları kendi başına bırakmak ve tepki göstermemektir. Bu, tıpkı onları Tevrat ve İncilleriyle başbaşa bırakmamız gibidir. Onlar Tevrat ve İncil'i satın alsa veya bunu yazdıracak kimseleri ücretle tutsa bu akdin sahih olduğuna hükmedilmez. Devlet başkanı veya hakimin onlara "bunu yapın" demesi ve bu konuda onlara yardım etmesi helalolmadığı gibi Müslümanlardan herhangi birinin onlar için bunu yapması da helalolmaz. Şayet bu iş için bir Müslümanı işçi olarak tutsalar ve anlaşmazlık sebebiyle davalarını bize getirseler kira akdinin batılalduğuna hükmederiz.

 

Subkl şöyle devam etmiştir: Onarma ile kastedilen, yıkılan kısmın yapılması olup yeni aletlerle yapılması değildir. "İade" ve "onarma" sözünün delalet ettiği anlam budur. Bunun aksini idda eden kimseden şeriat alimlerinden birinden bir nakil getirmesi istenir. Özetle söylemek gerekirse mezhebimizde meşhur olan görüş onarmaya müsaade edilmesi olmakla birlikte bana göre doğru olan bundan farklıdır.

 

İbn Yunus'un Şerhu'l-Veciz adlı eserindeki ifadesinden ve Nevevi'nin ifadesinden, kiliselerin yeni malzemeyle onarılabileceği konusunda ittifak bulunduğu ancak onların kiliseyi genişletemeyeceği anlaşılmaktadır. Çünkü genişletilen bölümün hükmü, ilk kiliseye bitişik yeni kilise yapılmasının hükmü gibidir.

 

105. Zimmet akdi yapılırken özelolarak şart koşulmamış olsa bile zımmılerin binalarını Müslüman komşusunun binasından daha fazla yükseltmesine engelolunması vaciptir.

Bunun [vacip değil] mendup olduğu da söylenmiştir. [Bunun sebeplerini şu şekilde belirtebiliriz:]

 

> Buhari'nin İbn Abbas'tan rivayet ettiği hadise göre "İslam üstündür, ona üstün gelinemez. "(Buhari bu hadisi senetsiz olarka [ta'lik yoluyla] rivayet etmiştir. )

 

> İki binanın birbirinden ayırt edilmesi gerekir.

> Ayrıca onların binası daha kısa yapılır ki bizim avret hallerimize muttali olmasınlar.

 

Bu hüküm açısından Müslüman komşunun [zımmıye ait binanın kendi binasından uzun olmasına] razı olması ile olmaması arasında fark yoktur; çünkü burada yasak, sırf komşuya ait olan bir haktan değil din hakkından kaynaklanmaktadır.

 

Yine bu hükümde Müslümanın binasının orta boylu olması ile çok alçak olması arasında da fark yoktur.

 

Not:  Bulkınl'nin belirttiği üzere bunun yasak olduğu durum, Müslümanın binası, normalde mesken olarak kullanılan bir bina olduğundadır. Şayet Müslümanın binası, henüz tamamlanmadığından veya kişi binayı yıkarak bu hale getirdiğinden dolayı adete göre oturulmayacak şekilde kısa olsa zımmınin, duvarını, mesken konusunda adet olan en kısa boyda yapması yasak olmaz. Aksi taktirde Müslümanın kendi seçimiyle veya maddı durumu iyi olmadığı için atıl kıldığı hakkına bağlı olarak zımmınin hakkı batıl olur.

 

Cürcanİ'nin belirttiğine göre "komşu" derken kastedilenler o bölgede oturanların değil mahalle sakinleridir.

 

106. ZlmmI' nin, binasının boyunu Müslümanın binasının boyuyla eşit yapması [yasak mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre Müslümanın binası ile zımmınin binasının boyunun eşit olması da yasaktır. Çünkü Yüce Allah "onlar üzerine zillet vurulmuştur" [Al-i İmran, 112] buyurmuştur. Buna göre onları her durumda küçültmek gerekir; çünkü amaç, onların evlerinin, giyeceklerinin ve bineklerinin Müslümanlardan ayırt edilmesidir. Hadis İslam'ın diğer şeylerden üstün olduğuna delalet etmektedir. Eşitlik durumunda ise üstünlükten söz edilemez.

 

Not:  Nevevi'nin "yükseltmesine engelolunması" ifadesinden bu meseledik yasağın ilk olarak bina yapımıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre bir zımmi, bir Müslümanın binasına eşit veya daha uzun bir bina satın alsa onu yıkmakla yükümlü tutulmaz. Yine onların beldeleri ele geçirilmeden önce inşa ettikleri binalar da yıkılmaz; çünkü bu binalar bir hakka dayalı olarak yapılmıştır. Bununla birlikte zımmınin binasının terasına taş örülüp de çatı yapılmadıkça o şekilde yüksek kalınası yasaklanır. Müslümanın binası ise bundan farklıdır; çünkü Müslümana bu konuda güvenilir.

 

Bizim çocuklarımızdan farklı olarak zımınılerin çocuklarının Müslümana yaklaşması yasaklanır. Bu görüş, el-Kifaye adlı eserde MaverdI' den aktarılmıştır.

 

Bahsi geçen bina yıkılırsa tekrar yapılırken Müslümanın binasından daha yüksek veya eşit yükseklikte yapılmasına engelolunur.

 

Zımmı, binasını Müslümanınkinden yüksek yapsa, Müslüman da binasını onunkinden daha uzun olacak şekilde yükseltmek istese bu istek sebebiyle zımmınin binasının yıkılması ertelenmez. Şayet yıkılması ertelenir de Müslüman binasını onunkinden daha yüksek yaparsa İbnü's-Salah "Zahir olan bu durumda yıkma hakkının ortadan kalkmamasıdır" demiştir.

 

Zımmı binasını yükselttiğinde hakim onun yıkılmasına hükmetse, o da binasını bir Müslümana satsa yıkma hakkı düşer mi? İbnü'rRif'a, Kifaye adlı eserine yazdığı haşiyede şöyle demiştir: "Bu mesele, ödünç aldığı arazide bina yapan ve ödünç verenin malını geri istemesinden sonra bu binayı satan kimsenin binasının yıkılıp yıkılmayacağı ile ilgili iki görüş edayalı olarak çözülür. Yine kira akdi sona erdikten sonra binanın satılması da böyledir. Şayet buna cevaz vermezlerse bu, "kesme şartıyla ağaç satın aldıktan sonra araziyi de satın alan kişinin ağacı kesmesi şart olur mu?" konusundaki iki görüşe dayalı olur.

 

Bundan anlaşıldığına göre hakimin yıkılmasına hüküm vermesinden sonra binayı Müslümana satsa yıkma yükümlülüğü düşmez. Ancak hakimin hüküm vermesinden önce satarsa o zaman düşer.

 

Ezrai şöyle demiştir: Hakimlik yaptığm dönemde bir Yahudi'nin yaptığı binayı yıkmasına, komşusu olan Müslümanın binası ile eşit olmayacak şekilde binanın boyunu eksiltmesine hükmettim. Bu Yahudi Müslüman olunca binasını o haliyle bırakmasına müsaade ettim. Bu mesele içimi rahatsız etmektedir. Zannederim ben ona "eğer Müslüman olursan binanı yıkmam" demiştim.

 

Aksine bu durumda binanın yıkılmaması gerekir. Çünkü ayette şöyle buyrulmuştur: "İnkar edenlere, yaptıklarından vazgeçerlerse günahlarının bağışlanacağını söyle" [Enfal, 38]

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Zimmı bir kimse, yüksek bir bina kiralasa orada oturmasının yasak olmadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Bunu, el-Mürşid adlı eserinde belirtmiştir. Bunun benzeri bir hüküm şurada da geçerli midir? "Zımmınin evinde balkon olamaz" şeklindeki daha doğru görüşü esas aldığımızda o balkonlu bir eve sahip olsa bunu yıkması gerekir mi gerekmez mi? Çünkü evi yükseltmek mülkün haklarındadır. Balkon ise İslam'ın hakkı sebebiyle yasaklamıştır. Oysa bu durum ortadan kalkmıştır. Bu konuda farklı ihtimaller söz konusu olup birinci görüş daha uygundur.

 

Nevevi'nin "Müslüman" ifadesiyle zımmılerin evlerinin birbirlerinden yüksek veya alçak olması durumu dışarıda bırakılmıştır. Şayet onların dinleri birbirinden farklı ise evlerinin birbirinden yüksek olup olamayacağı konusunda el-Havı ve el-Bahr adlı eserde iki görüş yer almaktadır. Bunun caiz olduğunu kesin olarak benimsemek uygundur.

 

107. Zımmıler, [Müslümanlardan] ayrı olarak bir mahallede otursalar binalarını yükseltmeleri[ne izin verilir mi yoksa yasaklanır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre zımmıler Müslümanlardan ayrı olarak şehrin bir ucunda, mamur bölgenin ötesinde bir mahallede yaşasalar binalarını yükseltmelerine engel olunmaz; çünkü yasak olan şey "Müslümanın binasından daha uzun bina yapmak"tır. Bu ise ancak orada Müslümanın binasının bulunması halinde söz konusu olur. Ayrıca bu durumda Müslümanların avretlerine muttali olma endişesi söz konusu değildir.

 

İkinci görüş

 

Bu yasaktır; çünkü bu İslam ülkesinde üstün olmaya çalışmaktır.

 

108. Şehrin evleri bir tarafından zımmılerin yaşadığı bölgeye bitişik olursa sadece o bölgede zımmılerin binalarının Müslüman komşularının binalarından daha yüksek olmamasını dikkate alırız, şehrin diğer yerlerindekini dikkate almayız; çünkü diğer yerlerde onların komşuları yoktur.

 

109. Erkek ve mükellef olan zımmınin, Müslümanların beldelerinde ata binmesi yasaktır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız. [el-Enfal, 60]

 

Yüce Allah bu ayette, düşmanlarına karşı at hazırlamasını dostlarından istemiştir.

 

Ayrıca Buhari ve Müslim'de Urve el-Barıkl'den şu hadis rivayet edilmiştir:

 

> Atın perçemlerine kıyamet gününe kadar hayır bağlanmıştır. (Buhari, Cihad ve's-siyer, 2850; Müslim, İmare, 4826)

 

Burada "hayır" ile ganimet kastedilmiştir. Zımmıler ise [ganimet alan değil] ganimet olarak alınan kimselerdir.

 

Bir rivayette "atların sırtları[na binerek cihad etmek] izzettir" buyrulmuştur. Oysa zımmıler üzerine zillet damgası vurulmuştur.

 

110. Zımmıler bizim ülkemiz dışında bir bölge veya köyde yalnız olarak yaşıyarlarsa Ezral'nin belirtiğine göre İmam Şafii'nin açık ifadesine daha yakın olan görüşe göre ata binmeleri yasak değildir.

 

Ezrai şöyle demiştir: Zımmılerden yardım almamızın caiz olduğu bri savaşta onlardan yardım alsak, bana göre savaş esnasında ata binmelerine müsaade edilir.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinin zahirinden ata binmelerinin yasak olması hükmü açısından değerli olan at ile değersiz at arasında bir fark yoktur. Alimlerin çoğunluğunca benimsenen görüş de budur. Ancak Cüveyni ve başkaları, değersiz aygırları bundan istisna etmiş, İbnü'l-Mukrı de bunu esas almıştır.

 

111. Zımmılerin, değeri yüksek de olsa eşeklere binmesi yasak değildir.

 

112. [Zımmıler, değeri yüksek katırlara binebilirler mi? Bu konuda mezhep içnde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre değeri yüksek katırlara binmesi de yasak değildir; çünkü katır, zatı itibarıyla düşük bir hayvandır.

 

İkinci görüş

 

İmam Cüveyni ve Gazalı, değeri yüksek katırları da at gibi değerlendirmişlerdir. Ezrai ve başkaları da bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü çoğu atlara binmeden daha fazla olarak katırlara binmeyi güzel görme ve bununla büyüklenme söz konusudur.

 

Bulkini "bize göre fetvada bu durum esas alınmaz. Çünkü zamanımızda çoğunlukla insanların önde gelenleri veya onlara benzemeye çalışanlar katırlara binmektedir" demiştir.

 

Zımmılerin, insanların önde gelenlerine veya onlara benzemeye çalışanlarına benzemeye çalışmaları yasaklanır.

 

113. Zımmıler [eşek ve katırlara binerken] demirden değil ahşaptan eyer ve üzengi kullanırlar. Bu konuda Hz. Ömer'in yazdığı mektuba ittiba edilerek bu hüküm uygulanır.

 

Bunun aklı gerekçesi ise Müslümanlardan ayırt edilmeleridir.

 

ZerkeşI'nin MaverdI'den aktardığına göre zımmı, ahşaptan semere binembilir.

 

114. Zımmı [eşek veya katıra binerken] ayaklarını bir tarafta, sırtını diğer tarafta yapacak şekilde yanlamasına biner.

 

Rafii şöyle demiştir: "Bu konuda orta yolu bulmak iyi olur. Şöyle ki yolculuğun şehir içinde yakın bir yere yapılması ile uzak yere yapılması arasında ayrım yapılır." Zahir olan da budur.

 

115. Zımmınin silah taşımasına, altın-gümüşle süslenmiş dizginler kullanmasına engelolunur. Zerkeşi şöyle demiştir: "Onun silah taşımasının yasaklanması meskün bölgeler için olup tehlikeli ve uzun yolculuklar için değildir."

 

116. Kadınlar, çocuklar vb. kimseler üzerine cizye gerekli olmadığı gibi onların bu fiilleri [ata binmek vb.] yapması ise yasak değildir. Rafii, eş-Şerhu'l-kebır'de bunu İbn Kecc'den nakletmiş ve ikrar etmiştir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: "Alimler, kadınların gıyar ve zünnar giymeleri ve hamamlarda Müslüman kadınlarından ayırt edilmeleri görüşünü sahih kabul etmişlerdir.

Burada da böyle olmalıdır."

 

Buna şöyle cevap verilir: Orada, ayırt edilmenin sağlanması için bunun yapılması zorunludur. Bizim meselemizde ise böyle değildir.

 

117. İbnü's-Salah şöyle demiştir: "Onların ata binmeleri yasaklandığı gibi kral ve emirlere hizmet etmeleri de yasaklanmalıdır."

 

118. Zımml, Müslümanların kalabalık olduğu bir yolda yürürken uçuruma yuvarlanmayacak ve duvara çarpmayacak şekilde yolun en dar kısmından gitmeye zorlanır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Yahudi ve Hristiyanlara ilk olarak siz selam vermeyin. Onlarla yolda karşılaştığınızda yolun en dar kısmından gitmeye zorlayın. (Müslim, Selam, 5626)

 

Yolda kalabalık olmazsa [zımmılerin yolun ortasından gitmesi konusunda] bir sıkıntı yoktur.

 

El-Havı'de "zımmıler yolda birbirinden ayrı halde tek başlarına yürüyebilirler" demiştir.

 

119. Zımmılere saygı gösterilmez ve Müslümanın bulunduğu bir mecliste onlar öne geçirilmezler; çünkü Yüce Allah onları zelil kılmıştır. Ezral'nin belirttiğine göre zahir olan, bunu [saygı gösterme ve öne geçirmeyi] yapmanın haram olmasıdır.

 

Not:  Muhammed ibnü'l-velid et-Turtuşı, Ordu komutanı Melikü'lefdal'in yanına girdi. Yanında Hristiyan bir adam oturuyordu.

 

Turtuşi emire bazı öğütler verdi, emir vaazdan etkilenerek ağladı. Bunun üzerine Turtuşı şu beyitleri söyledi:

 

Ey itaat edilmesi ibadet olan,

Sevilmesi üzerimize farz olan!

Senin yücelmene vesile olan kişiye

Şu yanındaki yalancı diyor.

 

Bunun üzerine Melikü'l-efdal o Hristiyanı yanından kaldırdı.

 

Alimler, meliklerin yanına girdiğinde bu şekilde davranırlardı.

 

120. Kafire sevgi göstermek haramdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resulüne düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin. [Mücadele, 22]

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Daha önce düğün ziyafeti konusunda geçtiğine göre kafirlerle içli-dışlı olmak [haram değil] mekruhtur.

 

Buna şöyle cevap verilebilir: İçli-dışlı olmak dışa ilişkin bir durumdur. Sevgi beslemek ise kalbi meyille ilgilidir.

 

Deilebilir ki: Kalbi meyil, kişinin elinde olmayan bir şeydir.

 

Buna şöyle cevap verilir: Kişi, kalbi meyli dOğuran segi sebeplerini yok ederek meyli ortadan kaldırabilir. Nitekim "kötülük etmek, sevgi damarlarını kopam" demişler.

 

121. Mükellef olan zımmı erkek ve kadının -zimmet akdi esnasında şart koşulmamış olsa bile- İslam diyarında elbise giyerken elbiselerinin [dikişin mutad olmadığı] bir köşesine farklı renkte kumaş dikmeleri [gıyar] emredilir. Bu, elbiselerde dikişin mutad olmadığı yerlere dikiş yapmaktır. Mesela dış elbisenin omuzuna, elbisenin renginden farlı renkte bir kumaş takması ve elbisesini bu şekilde giymesi gibi. Bu uygulamanın amacı zımmıyi Müslümandan ayrıştırmaktır. Ayrıca Beyhaki'nin rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, sahabenin huzurunda zımmılerle yaptığı anlaşmada onların elbiselerini Müslümanlarınkinden farklı yapmasını istemiştir.(Beyhaki, Cizye, 9, 202)

 

Şu sorulabilir: Hz. Peygamber (s.a.v.) bu uygulamayı niçin Medin e Yahudilerine ve Necran Hristiyanlarına yapmadı?

 

Buna şöyle cevap verilir: Onların sayısı Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde az ve kendileri biliniyordu. Sahabe zamanında sayıları çoğalıp da sahabe onların Müslümanlarla karışmasından korkunca onların ayırt edilmesine ihtiyaç duydular.

 

122. Eş-Şerhu'l-kebır'de belirtildiğine göre elbiseye mendil vb. şeyler koymak da [farklı renkte kumaş] dikmek gibidir. İbnü'r-Rif'a bunu uzak bir görüş olarak kabul etmiştir.

 

123. Yahudilerin sarı, Hristiyanların mavi ve kül rengi, Mecusilerin kırmızı veya siyah kumaş dikmeleri daha iyidir. Bulkini şöyle demiştir: "Bunun daha iyi olduğuna dair söylenen hükmün herhangi bir delili yoktur."

 

124. Zamanımızda oldUğU gibi [elbisenin bir tarafına farklı renkte kumaş] dikmek yerine [Müslümanlardan farklı tarzda] sarık sarmak da yeterlidir.

 

125. Zımmıler bir mahallede tek başlarına oturuyorlarsa elBahr' da belirtildiğine göre farklı renkte kumaş dikmek uygulamasını yapmayabilirler. Binaları yükseltme konusunda daha önce geçen hükme kıyasla ulaşılacak sonuç da budur.

 

126. Zımmınin, elbisesinin üstüne vücudunun ortasına "zünnar" adı verilen kalın ipten kemer takması emredilir. Çünkü BeyhakJ'nin rivayetine göre Hz. Ömer onlarla bu şekilde anlaşma yapmıştır. (Beyhaki, cizye, 9, 202)

 

Bu, erkek hakkında geçerli hükümdür. Kadına gelince et-Tenbih'te açık olarak belirtildiğine göre o bunu izarının altından bağlar. Rafii bunu et-Tehzlb ve başka eserlerden nakletmiştir.

Ancak bunu yaparken zünnarın bir kısmını dışarıdan görülecek şekilde bağlar ki bunu bağlamasının bir faydası olsun.

 

Maverdi şöyle demiştir: "Bu konuda diğer renkler birbirine eşittir. "

 

Eş-Şerhu'l-kebır'de "Zünnar yerine kemer veya mendil gibi şeyler takamazlar" demiştir.

 

127. Nevevi'nin ifadesinden anlaşıldığına göre farklı renk kumaş dikme ve zünnar takmanın birlikte yapılması daha iyi olmakla birlikte bu zorunlu değildir.

 

128. Zımmıler içinden başına başlık giyenler buna bir alamet koyarak bizim başlıklarımızdan ayırt edilecek şekilde giyer.

 

129. Bir zımmi, içinde Müslümanların bulunduğu bir hamama elbiselerini çıkararak girse veya hamam dışında bir yerde Müslümanların arasında elbiselerini çıkaracak olsa boynuna demir, kurşun vb. şeylerden bir halka geçirmesi gerekir.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesi kadınları da kapsamaktadır. "Zımmı kadınlar, Müslüman kadınlarla birlikte hamama girebilir" görüşü esas alındığında daha doğru görüşe göre yukarıdaki hüküm zımmı kadını da kapsar. Ancak Ravdatü't-talibın'de "daha doğru" olarak belirtilen görüşe göre bu yasaktır. Çünkü o kadınlar din konusunda yabancı olan kadınlardır. Nikah bölümünde bu konuyla alakalı açıklamalar geçmişti. Müslüman kadınların hamama gitmesi konusu ise gusül bölümünde geçmişti.

 

Bazı ayrıntılar:

 

Bir zımml ipek elbise giyse ve sarık sarsa yahut taylasan olarak kullanmsa, değeri yüksek pamuk ve keten giymesine engel olunmadığı gibi buna da engel olunmaz.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Onların [Müslümanlar içinde] ilim ehli, kadılar vb. kimselere benzemeye çalışmasını yasaklamanın gerekli olduğu kesin olarak kabul edilmelidir; çünkü bunda büyüklenme ve azgınlık söz konusudur."

 

Maverdi şöyle demiştir: "Zımmılerin altın ve gümüş yüzük kullanmaları yasaklanır; çünkü bu onların kibirlenmesine ve böbürlenmesine yol açar."

 

Zımmı kadının ayakkabısını iki renkli yapması gerekir.

 

Zımmıler ile Müslümanların yukarıda sayılan bütün açılardan birbirinden ayrılması gerekli olmayıp bu sayılanlardan bir kısmı bakımından farklı olmaları yeterlidir.

 

Halimi şöyle demiştir: Müslüman işçi ve kalıpçıların [ustaların] müşriklere ait ibadethane [kilise] ve haç gibi şeylerin yapımında çalışmamaları gerekir. Ancak zünnar gibi şeylerin dokunmasında bir sakınca yoktur; çünkü onların bunu kullanması onlar için bir alçaklıktır.

 

130. Kafir olan şahsın, "Allah, üçün üçüncüsüdür" gibi şirk sayılan şeyleri Müslümanlara duyurması, işittirmesi yasaktır. Yine onların Üzeyir, Hz. İsa vb. peygamberler hakkındaki görüşlerini [Müslümanların içinde] dile getirmeleri de yasaktır.

 

131. Zımmınin, Müslümanlar içinde şarap ve domuzlarını açıktan göstermeleri, ibadet vakitlerini belli etmek için çaldıkları çanlarını göstermeleri, ibadet merasimlerini -isterse kendi kiliselerinde Tevrat ve İncil'i açıktan okumak şeklinde olsun- açıktan yapmaları yasaktır. Çünkü bunlarda mefsedetler ve küfrün sembollerini açığa vurma söz konusudur.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden anlaşmada şart koşulsun ya da koşulmasın bu fiillerin yasaklanacağı anlaşılmaktadır. Kadı Ebu't-Tayyib, İbnü's-Sabbağ ve başkaları bunu açık olarak ifade etmişlerdir.

 

Zımmıler şaraplarını açıktan Müslümanlara gösterirlerse bu şararpları dökülür. Buna kıyasla çanlarını da açıktan gösterdiklerinde çanları telef edilir.

 

Onlar, haram olduklarına inandıkları bir şey yaptıklarında kendilerine Allah'ın hükmü uygulanır. Onların buna razı olması dikkate alınmaz. Bunun örneği zina ve hırsızlıktır. Zira bu iki fiil, bizim şeriatımızda olduğu gibi onların inancına gÖre de haramdır. Ancak onlar şarap içmek gibi helal olduğuna inandığı bir şey yaptıklarında daha doğru görüşe göre kendilerine şarap içme cezası uygulanmaz.

 

"Açığa vurmak" şeklindeki kayıttan anlaşıldığına göre bunları kendi aralarında yapmaları yasaklanmaz. Yine İmam Şafii'nin el-Ümm'de açık olarak belirttiğine göre bir köyde tek başlarına yaşıyarlarsa bunları açıktan yapmalarına da karışılmaz.

 

Bazı ayrıntılar:

 

Zımmılerin ölülerini açıktan defnetmeleri, ağıt yakmaları, kendilerine [yas tutarak] vurmaları, Müslümana şarap ve domuz servis etmeleri, Müslümanlara karşı seslerini yükseltmeleri, onları kendi hizmetlerinde ücretli veya ücretsiz istihdam. etmeleri yasaktır.

Bunlardan herhangi bir şeyi açıktan yaparlarsa akit esnasında şart koşulmamış olsa bile tazir cezası ile cezalandırılırlar.

 

132. Anlaşma yapılırken gayr-i Müslimlerin yukarıda sayılan kilise yapmak vb. fiilleri yapmamaları şart koşulur da buna bağmen zımmıler bunları açıktan yaparak şarta aykırı davranırlarsa bu durumda anlaşma bozulmuş olmaz. Çünkü onlar, Müslümanlara herhangi bir zararı olmaksızın bunları dinı bir yükümlülük gibi algılayarak uygulamaktadırlar.

Savaşmak vb. fiiller ise -ileride geleceği üzere- bundan farklıdır. Alimler, yukarıdaki şartları onları korkutmaya yönelik olarak yorumlamışlardır.

 

133. Zımmıler, tutunabilecekleri herhangi bir bahaneleri olmaksızın bizimle savaşsalar veya cizye ödemekten yahut İslamı hükümlerin kendilerine uygulanmasından kaçınsalar, bunu yaptıkları taktirde anlaşmanın bozulması şartı konulmamış olsa bile anlaşmaları bozulmuş olur. Çünkü bu, akdin gereğine aykırıdır. Şayet bunu yaparken bir bahane ileri sürerlerse mesela isyancı Müslümanlardan bir gruba yardım edip sonra da bunun yasak olduğunu bilmediklerini iddia etseler veya Müslüman çapulculardan ve yol kesicilerden bir grup zımmılere saldırdığında onlar da kendilerini savunmak üzere bunlarla savaş yapsa anlaşmaları bozulmuş olmaz.

 

134. [Anlaşmanın bozulmuş sayılması için] zımmıler ister cizyenin kendisini isterse bir dinardan fazlasını vermekten kaçınmış olsunlar fark etmez. [Her iki durumda da anlaşma bozulur].

 

Not:  Bu, cizye vermeye gücü yeten ile ilgilidir. Cizye vermeye gücü yetmeyen kimse süre istediğinde anlaşması bozulmuş olmaz. Cüveyni şöyle demiştir: "[Zımmıler cizye vermediğinde] devlet başkanının gücü yetenden zorla cizyeyi alması ve böylece anlaşmanın bozulmamış olması mümkündür. Anlaşmanın bozulması, galip durumda olan ve savaşan kimse ile ilgilidir." Rafii de bunu kabul etmiştir. Cüveyni şöyle demiştir: "İslamı hükümlere boyun eğmemek, ancak bir güç, silah ve savaş hazırlığı bulunduğunda anlaşmaya etki eder. Ancak buna boyun eğmekten kaçınıp kaçan kimsenin anlaşması bozulmaz." Bu, el-Havi's-sağır'de tek hüküm olarak belirtilmiştir.

 

135. Zımmı bir erkek;

 

> Bir kadının Müslüman olduğunu bildiği halde onunla zina yapsa,

 

> Müslüman bir kadınla "nikah" adı altında [bir akit yaparak] ilişkide bulunsa,

> Müslüman bir erkek çocukla livata yapsa,

> Bir Müslümanı kısa sı gerektirecek şekilde öldürmüş olsa,

> Bir Müslümanın yolunu kesse,

> Müslümanlar arasındaki za'af vb. bir durum sebebiyle meydana gelen açığı ehl-i harbe gösterse,

> Ehl-i harbin casusunu barındırsa,

> Bir Müslümanı dini konusunda fitneye [kafa karışıklığına]

sevk etse,

> Bir Müslümana zina iftirasında bulunsa,

> Bir Müslümanı kendi dinine çağırsa,

> İslam'ı veya Kur'an'ı eleştirse,

> Allah'a sövse veya Resulullah (s.a.v.) yahut diğer peygamberleri kendi dinlerinde de bulunmayacak şekilde kötü bir nitelikle nitelese,

 

Bütün bu fiilleri açıktan yaptığında [zimmet anlaşması bozulmuş olur mu olmaz mı? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır]:

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre, anlaşma yapılırken bu durumlarda anlaşmanın bozulmuş sayılacağı şart koşulmuşsa anlaşma bozulur. Şayet şart koşulmamışsa anlaşma bozulmaz; çünkü ilk durumda şarta aykırı davranmış ikincisinde davranmamıştır. Bu, el-Muharrer' de yer alan hükümdür. Eş-Şerhu's-sağır'de bu görüş sahih kabul edilmiştir. Zerkeşi ve başkaları bunu İmam Şafrı'nin açık ifadesi olarka nakletmişlerdir.

 

İkinci görüş

 

[İster ilk olarak anlaşma yapılırken bu fiiller yapıldığında anlaşmanın bozulacağı şart koşulsun, ister koşulmasın] anlaşma mutlak olarak bozulur. Çünkü bunda zarar söz konusudur.

 

Üçüncü görüş

 

Anlaşma mutlak olarak bozulmaz. Eş-Şerhu'l-kebır'de bu görüşün sahih olduğu belirtilmiştir.

 

136. İlk görüş esas alındığında zımmı erkek, kafir bir kadınla evlense, zifaf sonrasında kadın Müslüman olsa ve koca onunla iddet esnasında ilişkide bulunsa anlaşması mutlak olarka bozulmaz. Çünkü bu erkek Müslüman olabilir ve evliliği devam edebilir.

 

137. Zımmılerin "Kur'an, Allah katından gönderilmiş bir kitap değildir." "Muhammed Allah'ın elçisi değildir" şeklindeki dinı inançlarına gelince, onlar bunu dile getirdiklerinde anlaşma mutlak olarak bozulmaz ama bundan dolayı kendilerine tazir cezası uygulanır.

 

138. Zımmı böyle bir şey yaptığında anlaşmasının bozulmuş olacağı kendisine şart koşulsa sonra bir Müslümanı öldürmesine karşılık [kısas yoluyla] öldürülse veya muhsan iken Müslüman bir kadınla zina yapmış olması sebebiyle [recmedilerek] öldürülse malı -İbnü'lMukrı'nin belirttiğine göre- fey olur; çünkü o, bizim elimizde öldürülmüş harbı hükmündedir. Bu malı zımm! akrabalarınana vermek mümkün değildir; çünkü bunlar birbirine mirasçı olamaz. Harbllere de vermek mümkün değildir; çünkü biz onların mallarını ele geçirebilirsek bu mallar bizim için fey ve ganimet olur. Burada ganimeti n şartı mevcut değildir. [Bu sebeple bu mal, feyolur].

 

Not:  Nevevi'nin "aksi taktirde [şart koşulmamışsa] anlaşma bozulmaz" ifadesinin kapsamına, şartın koşulup koşulmadığı konusunda bir karışıklığın bulunması durumu girmez. Ancak el-İntisar adlı eserde şöyle denilmiştir: "Bu durumda şart koşulmuş gibi kabul edilir; çünkü herhangi bir kayıt konulmaksızın yapılan akit bilinen duruma göre yorumlanır. Bu akit dinde mutlak olarak yapıldığında bu şartları zaten içeriyordu.

İbnü'r-Rif'a buna itiraz etmişse de zahir olan budur.

 

139. [Müslümanlara karşı açtığı] savaş sebebiyle zimmet anlaşması bozulan bir kimseyi savaş dışında bir yolla def etmek caiz olduğu gibi kendisini öldürmek de caizdir. Çünkü

Yüce Allah "eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün" [el-Bakara, 191] buyurmuştur. Bu kişi, güvende olacağı bir yere götürülmez; çünkü bizimle savaş halinde iken onu güvende olacağı yere götürmeni n bir anlamı yoktur. Bu durumda devlet başkanı onlardan hür ve kamil [mükellef] olanlar konusunda tıpkı esirlerde olduğu gibi dilediği şıklardan birini uygulamayı seçebilir.

 

Not:  Nevevi'nin "caizdir" demesi bunun vacip olmamasını gerektiriyorsa da bu kastedilmemiştir. Aksine bunu yapmak vaciptir. Nitekim daha önce ehl-i harpten bir grubun İslam ülkesine girmeleri halinde cihadın farz-ı ayn olacağı geçmişti. Bununla, zimmet akdi yaptıktan sonra anlaşmayı bozan kimseler birdir. Ravdatü'ttalibın'deki ifade "onları def etmek ve tamamen yok etmek için uğraşmak vaciptir" şeklindedir.

 

140. Zımml şahsın anlaşması savaş dışında bir sebeple bozulsa ve kendisi anlaşmanın yenilenmesini istemese [bu kişiyi sınırdışı ederek güvende olacağı bölgeye ulaştırmak gerekir mi? Bu konuda İmam Şafii' ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre can güvenliğinin olduğu bir bölgeye ulaştırmak gerekmez. Bununla kastedilen -BendenıCı'nin belirttiği üzere- İslam ülkesine en yakın ehli harbin bölgeleridir. Onu, bunun ötesinde kendi oturduğu ülkeye göndermemiz gerekmez. Ancak küfür beldesi ve onun oturduğu yer arasında kişinin geçmek durumunda olduğu Müslümanlara ait bir belde varsa o zaman başka [o zaman onu kendi yaşadığı ülkeye göndermek gerekir.]

 

Devlet başkanı onu öldürme, esir etme, köleleştirme, bedelsiz serbest bırakma ve fidye karşılığında serbest bırakma şıklarından birini seçebilir; çünkü o, tıpkı harbı gibi emanı bulunmayan bir kafirdir.

 

İkinci görüş

 

Onu güvenli bölgeye ulaştırmak gerekir; çünkü onlar İslam ülkesine emanla girmişlerdir.

Bu sebeple güvenli bölgeye ulaştırmadan önce öldürülmeleri caiz değildir. Bu, bir çocuğun emanı ile girmelerine benzer.

 

İlk görüş sahipleri buna şu şekilde cevap vermişlerdir: Bir çocuğun emanıyla İslam ülkesine giren kimse kendisinin emanının var olduğuna inanmaktadır. Bizim ele aldığımız şahıs ise anlaşmanın bitmesini gerektiren bir şeyi kendi isteğiyle yapmıştır.

 

141. Her iki görüşe göre de kişi had veya taziri gerektiren bir suç işlese bundan önce kendisine cezayı uygularız. Bunu Ruyani ve başkaları had konusunda söylemişlerdir. Tazir de böyledir. Beyhaki'nin Hz. Ömer'den rivayet ettiğine göre o Müslüman bir kadınla zina eden bir Yahudi'yi asmıştır.(Beyhaki, Cizye, 9, 201)

 

142. Zımmı, anlaşmayı yenilemek istese onun isteğine olumlu cevap vermek gerekir.

 

143. Anlaşması bozulan zımmıye ilişkin devlet başkanı yukarıda geçen seçenekler içinden hangisini uygulayacağını belirlemeden önce zımmı Müslüman olsa artık öldürme, köleleştirme ve fidye karşılığı serbest bırakma seçenekleri imkansız hale gelir. Çünkü bu kişi, devlet başkanı tarafından zorla ele geçirilmemiştir, ayrıca kendisinin önceden emanı vardır, bu sebeple ortada hafifletici sebep vardır.

 

Not:  Nevevi "onu serbest bırakmaktan başka yol kalmamış olur" demiş olsa daha iyi olurdu.

 

144. Erkeklerin emanları geçersiz hale geldiğinde onların kadınları ve çocuklarının emanları geçersiz hale [gelir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doru görüşe göre geçersiz hale gelmez; çünkü bunlar için eman sabit olduktan sonra kendilerinden bunu bozacak bir davranış meydana gelmediğinden kendilerini esir olarak almak caiz değildir. Bunları bizim ülkemizde oturtmak caizdir.

 

İkinci görüş

 

Bunların emanları da geçersiz hale gelir; çünkü bunlar erkeklere tabi olarak emanın kapsamına girmişlerdir. Aslın emanı geçersiz hale gelince bunlarınki de geçersiz olur.

 

145. İlk görüşe göre bunlar darulharbe dönmek isteseler kadınların dönmesine izin verilir ama çocuklara verilmez; çünkü1buluğa ermeden önce onların tercihlerinin bir hükmü yoktur. Şayet çocuğa bakım hakkına sahip olan kişi talepte bulunursa onun talebine olumlu karşılık verilir. Çocuklar buluğa erdikten sonra cizye verirlerse anlaşmaları devam eder, aksi taktirde darulharbe katılırlar.

 

Not:  Çift cinsiyetli şahıslar kadınlar gibi, akıl hastaları çocuklar gibi, akıl hastalığının geçmesi de çocuğun buluğa erişme si gibi değerlendirilir.

 

146. Bir zımmı anlaşmayı bozmayı ve darulharbe katılmayı tercih ederse mezhepte esas alınan görüşe göre -daha önce geçen açıklamada yer aldığı üzere- güvende olacağı yere ulaştırılır [sınırdışı edilir]. Çünkü kendisinden bir hıyanet ya da anlaşmayı bozmayı gerektiren bir durum meydana gelmemiştir. Bu sebeple can güvenliğinin olacağı bir yere ulaştırılır.

 

147. Müste'men [kendisine eman verilen harbı] devlet başkanının kendi beldesine ticaret veya elçilik yapmak için giderse canı ve malı konusunda eman devam eder. Şayet orayı yurt edinerek orada kalırsa anlaşması bozulmuş olur.

 

148. Müste'men kendi ülkesine dönüp de orada öldüğünde mirasçısı ve Müslüman devlet başkanı şu konuda anlaşmazlığa düşse, devlet başkanı o şahsın harp ülkesine ikamet etmek için dönerek harbıolduğunu ileri sürerken mirasçısı ticaret için gittiğini ve anlaşmasının bozulmadığını ileri sürse sonraki alimlerin belirttiğine göre devlet başkanının sözü esas alınır; çünkü onun ülkesine geri dönmesinde aslolan ikamet için dönmüş olmasıdır.

 

Not:  Cafer bin Muhammed'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "[Oğlum] İbrahim yaşasaydı dayıları azat olacaktı ve her kıbtiden cizyeyi kaldıracaktı. "(İbn Mace, Cenaiz, 1511)

 

Rivayet edildiğine göre Hz. Hasan, İbrahim'in annesi [Mariye'nin] köy halkı hakkında Muaviye ile konuştu, o da efendimiz İbrahim'e hürmeten onlara cizye konusunda kolaylık gösterdi.

 

Nevevi şöyle demiştir:

 

"Sonraki alimlerin birinden rivayet edilen: İbrahim yaşasaydı peygamber olurdu, sözü batıldır."

 

Son Hükümler

 

Devlet başkanının zimmet anlaşmasını yazdıktan sonra bu anlaşmanın kimin lehine yapılmışsa onun adını, dinini, fiziksel özelliklerini yazması, genç mi yaşlı mı olduğunu belirtmesi, yüz, sakal, kaş, gözler, dudaklar, burun, dişler, şayet yüzünde izler varsa yüzündeki izler gibi organlarına ait özellikleri belirtmesi, renginin esmer mi buğday rengi mi başka şekilde mi olduğunu belirtmesi uygun olur. Onlardan her bir grup için Müslümanlardan bir görevli tayin eder. Bu görevli onlardan ölenleri, Müslüman olanları, buluğa erenleri, onların içlerine dahil olanları tespit eder. Onların cizye ödemesini sağlamak üzere veya kendilerine haksızlık yapıldığında devlet başkanına şikayetlerini iletmek üzere bizden veya onlardan bir görevli seçmek -bu kişi kafir bile olsa- caizdir. Bu görevlinin Müslüman olması yalnızca ilk kısımda gerekli olmuştur; çünkü kafirin haberine güvenilmez.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

ATEŞKES ANLAŞMASI: GİRİŞ