ADAKLAR / NÜZUR |
İBADET / NÜSUK / HAC-UMRE
V.S. KONUSUNDAKİ ADAKLAR
Bu bölümde hac, umre,
hedy vb. gibi şeylerin adanması konusu ele alınacaktır.
Yürüyerek Hac veya Umreye Gitmeyi Adamak
Hac veya Umre Yapmayı Adamak
Namaz, Oruç, Hedy Kurbanı ve Sadaka
Adamak
Köle Azad Etmeyi Adamak
Namazı Belirli Bir Şekilde Kılmayı
Adamak
İbadetler Dışındaki Adaklar
Yürüyerek Hac veya
Umreye Gitmeyi Adamak
Kişi Beytullah'a
yürüyerek gitmeyi veya varmayı adasa mezhepte esas alınan görüşe göre hac veya
umre yapmak için gitmesi gerekir. Şayet Beytullah'a gitmeyi adasa yürümesi
gerekmez. Yürümeyi veya yürüyerek hac yahut umre yapmayı adasa daha güçlü
görüşe göre yürümesi farz olur.
Şayet "yürüyerek hac
yapanm" derse bu, ihrama girdiği yerden itibaren olur. Şayet
"Beytullah'a yürürüm" demişse daha doğru görüşe göre ailesinin
yaşadığı evlerden itibaren olur. Yürümeyi gerekli gördüğümüz durumda kişi bir
özür sebebiyle bineğe binerse bu yeterli olur. Bu durumda daha güçlü görüşe
göre kurban kesmesi gerekir. Özürsüz olarak bineğe binmişse meşhur görüşe göre
bu yeterli olur, kurban kesme si gerekir.
55. Bir kimse;
> Yürüyerek
Beytullah'a gitmeyi adasa ve bunu söylerken beytü'l-haramı yani Kabe'yi
kastetse veya Ravdatü't-talibin 'de belirtildiği üzere bu meselede ve bir
sonrakinde açıkça "beytü'l-haram" ifadesini kullansa,
> Yahut yalnızca
Beytullah'a gitmeyi adasa,
[Bu iki durumda ne yapması
gerekir? Bu konuda iki rivayet söz konusudur:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre hac veya umre yapmak için beytullaha gitmesi farz olur; çünkü Allah
hac veya umre için beytullaha yönelmeyi farz kılmıştır. Bu sebeple diğer
ibadetlerde olduğu gibi bunlar da adak yoluyla gerekli olur.
İkinci rivayet
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre burada adak "dinde caiz olan" şeyanlamında yorumlanarak
bağlayıcı olmaz.
İlk rivayette yer alan
görüş bunu "dinde farz olan" anlamında yorumlamıştır.
56. Kişi her iki
meselede "beytü'l-haram" demez ve buna niyet de etmezse veya Arafat'a
gitmeyi adak olarak adar da hac yapmaya niyet etmezse adağı kurulmuş olmaz;
çünkü beytullah ifadesi hem beytü'l-haram hem de diğer mescitler için
kullanılabilen bir ifadedir. Kişi bunu ne sözü ne de niyetiyle kayıtlamamıştır.
Arafat ise helal bölgede yer aldığından diğer bölgelerden biri gibidir.
57. Kişi Safa, Merve,
Hayf mescidi, Mina, Müzdelife, Ebu Cehil'in evi, Hayzuran gibi harem bölgesinde
yer alan bir yere gitmeyi adak olarak adasa hac veya umre sebebiyle harem
bölgesine gitmesi gerekir; çünkü Allah'a yaklaştırıcı fiil ancak hac ve umre
sebebiyle buraya gitmek suretiyle olur. Adak, daha önce geçtiği üzere farz
olana yorulur. Harem bölgesi, avı korkurtmak vb. konularda yukarıda
zikrettiğimiz hütün yerleri kapsar.
58. Kişi adakta
bulunurken "hac ve umre yapmaksızın" dese bile yine de hac ve umre
gerekli olur. Onun olumsuzlama ifadesi geçersiz olur. Bulkın! ise bu durumda
adağın sahih olmayacağını belirtip gerekçe olarak kişinin buna aykırı şeyi
açıkça zikretmesini söylemiştir.
59. Kişi beytülmakdise
veya Medine'ye yürüyerek gitmeyi adasa bunu yapması gerekmez, adağı geçersiz
olur. Çünkü bu [iki mescit] tıpkı diğer mescitler gibi, hac veya umre için
gidilmeyen bir mescid olduğu için adakta bulunma durumunda gidilmesi gerekmez.
Kişi bu iki mescitte itikaf yapmayı adasa bu adak bağlayıcı olur. Arada şu fark
vardır: İtikaf kendi başına bir ibadet olup mescide özgüdür. Mescidin,
üstlenilen ibadette bir fazileti varsa buna aykırı olarak ibadeti yapma
durumunda adak gerçekleşmiş olmaz.
Not: Nevevi yürüme ve gitmeyi birleştirmek
suretiyle Ebu Hanife'nin görüş ayrılığına dikkat çekmiştir. Zira o yürüme
konusunda bizimle aynı görüşü benimsediği halde gitme konusunda farklı görüş
belirtmiş ve "yürümenin aksine gitme ibadet için amaçlanan bir şey
değildir" demiştir. Oysa şu ayet onun aleyhine bir delildir:
"İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak
yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler." [Hac, 27] Burada
Allah binek üzerinde gitmeyi, tıpkı yürümek gibi gitmenin sıfatı kılmıştır.
60. Kişi beytullah-ı
haram'a yürüyerek gitmeyi veya yürüyerek hac yahut umre yapmayı adak olarak
adasa ve yürümeye güç yetirebilen bir kimse olsa [hüküm ne olur? Bu konuda İmam
Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
yürümesi gerekli olur; çünkü yürüyerek gitmeyi ibadetin bir vasfı olarak
üstlenmiştir. Bu, kişinin orucu peşpeşe tutmayı adaması gibidir. Yürümekten
aciz olan kimsenin ise yürümesi gerekmez. Şayet büyük zorluk ile yürümeye güç
yetirebiliyorsa ZerkeşI'nin belirttiğine göre bu durumda da yürümesi gerekmez.
İkinci görüş
Yürüyebilecek durumda
olan kişinin de yürümesi gerekmez; çünkü bunun cinsinden olan ibadette din
yürümeyi gerekli kılmadığından kişinin bunu adamasıyla da gerekli olmaz.
Not: Görüş ayrılığı şu meseleye dayalıdır: Hacca
binek üzerinde mi yoksa yayan gitmek mi daha faziletlidir? Bu konuda İmam
Şafii'ye ait birden fazla görüş bulunmaktadır.
Nevevi'ye göre bunların
en güçlüsüne göre binerek gitmek daha faziletlidir; çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) binek üzerinde hac yapmıştır. Ayrıca bunda daha fazla masraf yüklenmek
ve Allah yolunda daha fazla nafaka harcamak söz konusudur.
Diğer görüşe göre ise
yürüyerek hac yapmak daha faziletlidir. Rafii, daha çok meşakkat içermesi
sebebiyle bunu doğru kabul etmiştir. Ecir, çekilen yorgunluğa göredir. Rafii,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in binek üzerinde hac yapmasını şu şekilde
yorumlamıştır:
Hz. Peygamber (s.a.v.)
yürüyerek hac yapmış olsaydı kendisiyle birlikte olanların tümü yürüyerek hac
yapacaktı. Oysa onlar içinde ancak güçlükle yürüyebilecek durumda olanların
bulunduğu açıktır. O, ümmetine zorluk çıkarmak istememiştir.
Üçüncü bir görüşe göre
ise her ikisinin üstünlüğünü gerektiren manalar arasında bir çelişki olduğundan
ikisi birbirine eşittir.
Bunu bildikten sonra,
Nevevi'nin yürüyerek gitmeyi farz kabul eden görüşü sahih kabul etmesi onun
yürümeyi binitli olmaktan daha üstün görmesine göre açıkça anlaşılabilir bir
durumdur. Ancak binitli olmayı yürümekten daha faziletli görme görüşüne göre
yürümek gerekmez. Ravdatü't-talibın'de adak türlerinin ikinci türündeki
ifadeden bunun tercih edildiği anlaşılmaktadır. Zira Nevevi orada şöyle
demiştir: "İbadetin aslı adakla gerekli olduğu gibi, ibadette müstehap
olan sıfatı üstlenme halinde buna da riayet etmek gerekir. Mesela bir kimse
adak olarak adadığı hacda yürümeyi şart koşsa ve biz hacda yürümenin binitli
olmaktan daha faziletli olduğunu söylesek o zaman yürümek gerekli olur."
Nevevi el-Mecmu'un adaklar bölümünün baş taraflarında bunu bu lafızia
aktarmıştır. Bu ifade açık bir biçimde yürümenin ancak binekli olmaktan daha
faziletli olduğunu kabul etmemiz halinde gerekli olacağını ifade etmektedir.
Ancak Nevevi, Ravdatü'ttalibın'in bu konusunda Rafii'nin "yürümek
gereklidir" ifadesini onayladıktan sonra şöyle demiştir: "Adakta
bulunma halinde yürüyerek gitmenin gerekli olması daha güçlü olmakla birlikte
-çün-
kü bu, amaçlanan bir
şeydir- doğru olan, binekli olmanın daha faziletli olduğu görüşüdür. Allah en
doğrusunu bilir."
Nevevi'nin bu ifadesine
şu şekilde itiraz edilmiştir: "Fazileti daha düşük ise nasıl amaçlanan bir
şeyolabilir. Amaçlanan bir şey olduğu kabul edilse bile bu durum -tıpkı fıtır
sadakasında olduğu gibi- şart koşulandan daha iyisine yönelmeye engel teşkil
etmez. Yine oturarak namaz kılmayı adayan kişinin namazını ayakta kılması
durumunda da böyledir."
İbn Şühbe şöyle demiştir:
"Burada şunun söylenebileceği ifade edilmiştir: Binmek ve yürümek ibadetin
iki türüdür. Bunların biri diğerinden daha faziletli olsa da biri diğerinin
yerine geçmez. Nitekim kişi sadaka olarak gümüş vermeyi adak olarak adasa her
ne kadar altın, gümüşten daha faziletli olsa da altın sadaka verdiğin- . de
zimmeti adak borcundan kurtulmuş olmaz. Bu, Şeyh İzzeddin bin Abdüsselam'dan
nakledilmiştir."
Nevevi'nin ifadelerine
yönelik itiraza verilecek en güzel cevap budur.
61. Kişi adakta
bulunurken "yürüyerek hac yaparım" veya "hac yaparak
yürürüm" demişse yahut el-Mecmu"da belirtildiği üzere herhangi bir
kayıt koymamışsa kişinin mikatlardan ihrama girdiği yerden itibaren veya bundan
önce yahut sonra yürümesi gerekli olur. Çünkü bu kişi hacda yürümeyi üstlenmiştir.
Hacc ise ihram vaktinden başlar. Kişi evinin bulunduğu yerden itibaren
yürüyeceğini açık olarak belirtmişse o zaman bu gerekli olur.
62. Kişi adakta
bulunurken "beytullah-ı harama yürüyeceğim" veya "harem bölgeye
yürüyerek gideceğim" diye söylemişse [hüküm ne olur? Bu konuda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
ailesinin bulunduğu bölgenin evlerinden itibaren yürümesi gerekir; çünkü
söylediği ifade, kişinin evinden yürüyerek çıkmasını gerektirir, zira lafzIn
gerektirdiği anlam budur.
İkinci görüş
Kişi, yukarıda geçtiği
gibi ihrama girdiği yerden itibaren yürur.
Not: Nevevi'nin, benim açıklamada belirttiğim gibi
"haram" ifadesini zikretmesi daha iyi olurdu. Aksi takdirde beytullah
ifadesinin mutlak olarak kullanılması herhangi bir şeyi gerektirmez.
63. Adakta bulunan
kişiye yürümeyi gerekli kıldığımızda bu kişi bir özür sebebiyle bineğe binse
-ki bu da el-Mecmu'da belirtildiğine göre alimlerin namazda ayakta durmaktan
aciz olan kimse hakkında söyledikleri üzere açık bir zorluğun söz konusu olması
halinde olurhac ve umreyi binekli olarak yapması, yürüyerek hac - umre yapma
adağı için ittifakla yeterli olur. Çünkü Buhari ve Müslim'de belirtildiğine
göre Resulullah (s.a.v.) iki oğlunun kolları arasında götürülen bir adam gördü.
Onun durumunu sorduğunda kendisine adamın yürüyerek hacca gitmeyi adamış
olduğunu söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
> "Allah, bunun
kendisine işkence yapmasından müstağnidir. "(Buharl, Cezau's-sayd, 1865)
Sonra da adamın bineğe
bindirilmesini emretti.
Bu durumda [kişinin
kurban kesmesi gerekir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
farz olanı terk ettiğinden dolayı kurban kesmesi gerekir.
İkinci görüş
Ayakta iken namaz
kılmayı adayıp da acziyet sebebiyle oturarak kılan kimsenin durumunda olduğu
gibi burada da kurban kesmek gerekmez.
İlk görüş sahipleri
arada şu farkın bulunduğunu belirtmiştir: Namaz, hacdan farklı olarak mal ile
telafi edilmez.
Nevevi "yürüyerek
gitmeyi gerekli gÖrdüğümüz takdirde" diyerek bunu gerekli görmediğimiz
durumu dışarıda bırakmıştır. Bu durumda yürümeyi terk etmek kurban keserek telafi
edilmez.
64. Kişi özürsüz olarak
bineğe binmişse [binekli olarak yaptığı hac adağı yerine geçer mi? Bu konuda
iki rivayet bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Meşhur olan rivayete
göre kişi günaha girmiş olmakla birlikte binekli olarak yaptığı hac tamdır.
Çünkü bu kişi yalnızca yapmayı üstlendiği bir şekli yerine getirmemiştir. Bu
şekli terk etmesi ibadetin geçerli sayılmasını engellemez. Bu, tıpkı ihram
yerinden ihrama girmeyi terk etmek gibidir.
İkinci rivayet
Bu yeterli olmaz; çünkü
üstlendiği şeyi yerine getirmemiştir.
65. Nevevi "kurban
kesmesi gerekir" emri bu konuda görüş ayrılığı olmadığı sonucunu
gerektiriyor olsa da bu kastedilmemiştir. Aksine bu, meşhur olan görüşe göre
gereklidir.
Şayet bunu daha önce
zikretseydi her iki görüşe de dönmüş olacaktı. Çünkü özür durumunda kurban
kesmeyi gerekli kılmamız halinde özür yokken evleviyetle gerekli kılınır. Diğer
görüşe göre ise kurban kesmesi gerekmez.
66. Her iki meselede de
kurban ile kastedilen, kurban bayramında kesilen koyun cinsidir.
Not 1: Yürümeyi farz kabul ettiğimizde kişi haccın!
/ umresini tamamlayıncaya veya bozuncaya kadar yürümeye devam eder. Haccını
tamamlaması her iki ihramdan çıkması ile olur. Kişinin şeytan taşlama veya
Müzdelife'de geceleme vaktine kadar yürümeye devam etmesi gerekmez; çünkü bu
ikisi -tıpkı ikinci selamın namazın dışında olması gibi- haccın dışındadır. et-
Tenbih adlı eserde bunun şeytan taşlamaya bağlanması zayıf bir görüştür. Hatta
Nevevi, el-Mecmu'da bunun yanlış olduğunu söylemiştir.
Rafii ve Nevevi şöyle
demişlerdir: Kıyasa göre kişi hac / umre fiillerinin arasında ticaret vb.
amaçlarla gidip geliyorsa bu durumda bineğe binebilir. Ancak alimler bunu
zikretmemiştir.
Kişi haccı kaçırsa veya
haccını bozsa bunu yürüyerek kaza etmesi gerekir. Kaçmış haccın ihramından
çıkmak için yapılan işler esnasında yürümek gerekmediği gibi bozulmuş hac ve
umrede de yürümek gerekmez; çünkü bu hac / umre bozulmakla ve kaçırılmakla
kişinin adağı olarak geçerli olma imkanını kaybetmiştir.
Not 2: Kişi "Allah için iki ayağım üzerinde
yürüyerek hac yapmak borcum olsun" dese bunu yapması gerekli olur. Ancak
bu sözü söylerken yalnızca ayaklarını bu işle yükümlü tutmayı kastetmişse o
zaman gerekmez.
Kişi boynunu veya
nefsini bununla yükümlü tutsa mutlak olarak gerekli olur; çünkü kişi her ne
kadar bu ikisini yükümlü tutmayı kastetmiş olsa bile bu ikisi, insanın zatını
ifade eden kinaye sözcüklerdir.
Kişi çıplak ayakla hac
yapmayı adamış olsa hac yapması gerekli olduğu halde çıplak ayakla yapması
gerekmez. Bu durumda ihramlı iken nalın [sandalet] giyebilir, kendisine kesin
olarak keffaret gerekmez. Çünkü bu bir ibadet değildir. el-Mühimmat adlı eserde
şöyle denilmiştir: "Çıplak ayaklı olmanın müstehap olduğu yerde bu kişinin
çıplak ayaklı olması gerekir. Bu da Mekke'ye girdiğinde olur." Yani kişi
necasetin ayağını kirletmesinden emin olur da bir sıkıntı söz konusu olmazsa
böyledir. Yine tavaf esnasında da çıplak ayaklı olmak mendubtur.
Hac veya Umre Yapmayı
Adamak
Hac veya umre yapmayı
adayan kimsenin bunu kendi başına yapması gerekir. Şayet felçli ise başkasını
vekil tayin eder.
Bunun mümkün olan ilk
vakitte yapılması mendupdur. Kişi yapma imkanını bulur da erteler ve ölürse
onun malından hac yaptırılır.
Kişi o yıl hac yapmayı
adak olarak adar da hac yapması mümkün olursa bunu yapması gerekir. Hastalık,
onun hac yapmasını engellerse kaza yapması gerekir. Düşman engelolursa daha
güçlü görüşe göre hac yapması gerekmez.
67. Bir kimse hac veya
umre yapmayı adasa yapabilecek durumdaysa bunu kendi başına yapması gerekir.
Şayet felçli ise -yani hacca kendi başına gidemeyecek durumdaysa- başkasını
vekil tayin eder. Bu, tıpkı farz olan hacda olduğu gibi ücret veya ödül ödemek
suretiyle bile olsa böyledir.
Not: Mütevelll, hac kitabında şöyle demiştir. Felçli
kişi Mekke'de veya Mekke'ye iki merhaleden daha yakın bir yerde oturuyor olsa
yerine başkasını vekil tayin etmesi caiz olmaz; çünkü onun hac yapmasında büyük
zorluk yoktur. Nevevi, hac bölümünde onun görüşünü kabul etmiştir. Şu halde
burada da durum böyle olmalıdır.
Beğavl'nin fetvalarında
yer aldığına göre felçli kişi kendi başına hac yapmayı adasa bu adak kurulmuş
olmaz. Bu şundan farklıdır: Sağlam olan bir kimse felçli şahsın malıyla haça
yapmayı adamış olsa bu adak kurulur. Çünkü felçli kişi kendi başına hac
yapmaktan ümidini kesmiş olduğu halde sağlam kişi onun malıyla hac yapmaktan
ümidini kesmemiştir. Felçli kişi iyileşse hac yapması gerekli olur; çünkü
kendisinin "hac yapma ümidi kalmamış kişi" olmadığı ortaya çıkmıştır.
Adakta bulunan kişinin
imkan bulduğu senelerin ilkinde haccını derhal yaparak borçtan kurtulmaya
bakması menduptur. Şayet ertelediğinde felçli hale gelmekten korkuyarsa farz
hacda olduğu gibi burada da derhal haccı yerine getirmek gerekir.
68. Kişi fiili derhal
yapma imkanı olduğu halde erteler ve ölürse, onun kusurlu davranışı sebebiyle
kendi malından harcama yapılarak bir kimseye hac yaptırılır. Kişi hac yapma
imkanı bulamadan önce ölse tıpkı farz hacda olduğu gibi bu kişi üzerine gerekli
değildir. Umre de bu konuda hac gibidir.
69. Kişi o yıl hac
yapmayı adamış olsa ve bunu yapması mümkün olsa, yani o yıl hac yapmasına imkan
verecek bir mesafede oturuyor olsa o yıl hac yapması gerekli olur. Bu,
ibadetlerde zaman tayini konusundaki doğru görüşe dayalı bir hükümdür. Buna göre
oruçta olduğu gibi vaktinden önce yapmak veya vaktinden sonra yapmak caiz
olmaz. Kişi bunu ertelediğinde ikinci yıl Maverdl'nin belirttiği üzere kaza
gerekli olur.
70. Nevevi "o
yıl" ifadesiyle kişinin o yıl diye kayıt koymadığı durumu dışarıda bırakmıştır,
zira o durumda kişi hangi yıl yapsa olur.
71. Nevevi "ve
mümkün olsa" ifadesini zikrederek o yıl hac yapmayı adayıp da geride hacca
gitmek için yeterli sürenin bulunmaması durumunu dışarıda bırakmış olmaktadır.
Zira bu durumda daha
doğru görüşe göre adağın bağlayıcı hale gelmesinin imkansız olması sebebiyle bu
adak geçerli olmaz.
Not: Nevevi'nin zikrettiği husus farz hac yapan
kimse hakkındadır. Şayet kişi farz haccı yapmıyorsa, hac yapmayı adak olarak
adadığında onun bir başka hac daha yapması gerekir. Bu, üzerinde öğle namazı
borcu dururken namaz kılmayı adak olarak adayan kimseye benzer. Bu kimsenin
öğle namazından başka bir namaz kılması gerekir.
Kişi farz olan haccı,
adak haccından önce yapar.
Kişinin bu adağının
kurulmuş olduğu durum farzdan başka bir hacca niyet etmiş olduğu durumdur.
Şayet [adakta bulunurken] farz hacca niyet ederse adak kurulmuş olmaz. Bu,
kişinin farz olan namazı kılmayı veya Ramazan orucunu tutmayı adamış olması
gibidir.
Kişi niyet ederken
herhangi bir kayıt koymazsa hüküm yine böyledir [yani adak gerçekleşmiş olmaz];
çünkü Maverdi ve Ruyani'nin belirttiği üzere ihtimalli olan hac / umre,
kurulmuş olmaz.
72. Bir hastalık kişinin
hac / umre yapmasına engelolursa bunu kaza etmesi gerekir. Nitekim kişi muayyen
bir yılı oruçlu geçirmeyi adadıktan sonra o sene içinde hastalık sebebiyle oruç
tutamasa bunu kaza etmesi gerekir.
73. Unutmak, yolu
şaşırma ve yanılmak da bu meselede hastalık gibidir.
Not: Kazanın olacağı durum, hastalığın kişiyi
ihrama girdikten sonra hac yapmasına engelolmasıdır. Şayet insanların hac
yolculuğuna çıktığı anda kişi hasta olur da onlarla birlikte yolculuğa
çıkamazsa ve sonradan yol arkadaşı bulamazsa, yol da korkutucu olup insanların
tek başına gidebileceği şekilde olmasa bu kişinin haccını kaza etmesi gerekmez;
çünkü adanmış olan şey o yılın haccı olup kişi de buna güç yetirememiştir.
Nitekim aynı durumda farz olan hac da kişi üzerine kesin olarak gerekli olmaz.
Bu hüküm, Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'in bu bölümünde yer alan
hükümdür. Bulkini, bunun ihramdan sonra gerçekleşmesini şart koşmaya itiraz
ederek "bu, İmam ŞafiI'nin el-Ümm'deki açık ifadesine aykırıdır"
demiştir.
İlk görüşe göre kazanın
gerekli olduğu durum, hastalık sonucunda kişinin aklı durumunda bir bozulmanın
meydana gelmediği durumdur. Şayet hac kafile si yola çıkarken kişide akıl
hastalığı meydana gelir de kişi yolculuğa çıktığında hacca yetişebilecek
durumda olduğu bir vakitte aklı normal hale dönmezse BulkınI'nin belirttiğine
göre adak haccını kaza etmesi gerekmez. Nitekim İmam Şafii, el-Ümm adlı
eserinde aynı durumda kişi üzerine farz olan haccın kesin olarak gerekli
olmayacağını belirtmiştir.
74. Kişi ihrama
girdikten sonra düşman, devlet başkanı, alacaklı şahıs tek başına bu şahsın
hacca gitmesine engelolsa ve kişinin borcunu ödeyecek imkanı olmayıp bu halde
iken o seneki haccı kaçırsa [hüküm ne olur? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bu durumda özür söz konusu olduğundan kaza gerekmez. Bu duru hastalıktan şu
açıdan ayrılır: Hastalıktan farklı olarak bu durumda kişi, [telbiye getirirken]
ihramdan çıkabilmeyi şart koşmaksızın ihramdan çıkabilir.
İkinci görüş
İbn Süreyc'in tahric
yoluyla elde ettiği görüşe göre kaza gerekir. Çünkü "adak konusu, dinin
farz kıldığı şeye göre daha esnektir. "Bu sebepledir ki kişi birden fazla
hac yapmayı adak olarak adasa bunlar gerekli olur. Ama din, kişiye yalnızca bir
defa hac yapmayı farz kılmıştır.
75. Düşman veya devlet
başkanı, kişi ihrama girdikten sonra genelolarak hacca gidilmesine engelolsa
Cüveyni'nin belirttiğine göre bu engelleme sebebiyle kişinin ihramına devam
etmesi imkansız olduğundan İmam Şafii'nin açık görüşüne kıyasla bu kişinin
haccı kaza etmesi gerekmez.
Bu açıklamadan anlaşılacağı
üzere engellemenin genel ve özel olması arasındaki fark hüküm açısından değil
görüş ayrılığı açısındandır. Bu nokta, öğrencilerin Şarih Celaleddin
Mahalli'nin kitabını okurken takıldığı bir noktadır. Çünkü o herk iki meseleye
yer vermiş, engellemenin genel ve özeloluşuna ilişkin bir kayıt koymamıştır. Bu
sebeple bu meseleye dikkat etmek gerekir.
Not: Kişi mesela on defa hac yapmayı adak olarak
adadıktan bir sene sonra ölse, o yıl hac yapma imkanı bulmuş olsa tek başına o
yılın haccı bu kişinin malından yapılacak harcamayla kaza edilir.
Felçli olan kişi on hac
için başkasını vekil tayin eder. Kişi bu on haccı aynı yıl kendi malından
vekaletle yaptırabilecek imkanı bulabilir ve onunu birden kendi malından kaza
eder. Şayet malı buna yetmezse, yalnızca gücünün yettiği kadar hac onun üzerine
gerekli olur.
Namaz, Oruç, Hedy
Kurbanı ve Sadaka Adamak
Kişi bir vakitte namaz
kılma veya oruç tutma adağında bulunsa, hastalık veya düşman gibi bir engel o
vakitte bunu yapmaya engel olsa bunun kaza edilmesi gerekir.
Kişi hedy kurbanı
götürmeyi adamış olsa bunu Mekke'ye götürup oradakilere tasadduk etmesi
gerekir.
Kişi belirli bir bölge
halkına sadaka vermeyi adak olarak adasa bunu yapması gerekli olur.
Kişi belirli bir yerde
oruç tutmayı adasa o yerde tutması gerekmez.
Yine belirli bir yerde
namaz kılmayı adasa orada kılması gerekmez ama Mescid-i Haram bundan istisna
edilir. imam Şafii'nin bir görüşüne göre Medine mescidi ve Mescid-i Aksa da
bundan istisna edilir.
Ben [Nevevi] derim ki:
Bu iki mescidin adak ile belirlenmiş olma açısından durumu mescid-i haram
gibidir. Allah en doğrusunu bilir.
Kişi ["herhangi bir
gün veya gün sayısı belirtmeksizin"] mutlak olarak oruç tutma konusunda
adakta bulunsa bir gün oruç tutması gerekir. Birkaç gün oruç tutmayı adadıysa
üç gün oruç tutması gerekir.
Kişi sadaka vermeyi adak
olarak adasa her ne verirse olur.
Namaz kılmayı adasa iki
rekat kılması gerekir. imam ŞafiI'nin bir görüşüne göre bir rekat kılması
yeterlidir. ilk görüşe göre kişinin ayakta durmaya gücü yettiğinde bu namazı
ayakta kılması gerekir. İkinci görüşe göre bu gerekmez.
76. Bir kimse muayyen
bir vakitte namaz kılmayı veya oruç tutmayı adak olarak adasa ve o vakitte o
ibadeti yapmak dince yasaklanmamış olsa, hastalık veya düşman gibi bir engel
kişinin o ibadeti yapmasını engellese fiilin o vakitte yapılması kesin gerekli
olduğundan kişi üzerine kaza gerekir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bu da hac gibi kabul edilip orada kaza gerekli kılınmadığı
gibi burada da kaza gerekli görülmez.
Buna şöyle cevap
verilir. Adak sebebiyle farz olan şey, dinin farz kıldığışey gibidir. Kişi
namaz ve oruca güç yetiremediği halde dince bunlar kendisine farz olabilir.
Öyleyse bu ikisi adakla da farz olur. Hac ise ancak kişinin güç yetirmesi
halinde kişiye farz olduğundan, hac adağının hükmü de böyledir.
Şöyle bir soru
sorulabilir:
Oruç ve namazın
[hastalık veya düşman tarafından] engellenmesi nasıl düşünülebilir?
Oruçta kişinin oruca
niyet etmesini engellemek mümkün değildir; çünkü niyet kalp ile yapılır. Şayet
orucunu bozmaya zorlanırsa daha doğru görüşe göre [zorla bir şey yedirilip
içirildiği takdirde] orucu bozulmuş olmaz.
Namaza gelince, namaz
kılmaması için kendisine baskı yapılan kişi belirli bir vakitte kişi namaz
fiillerini kalben devam ettirebilir, daha sonradan da kaza yapar. Çünkü bu
nadir görülen bir özürdür. Nitekim dince farz kılınan namazda da böyledir.
Bu sorulara şöyle cevap
verilir:
İlk sorudaki durum,
el-Mecmu'da belirtildiği üzere öldürülmekten korktuğu için yiyen esir hakkında
söz konusu olabilir.
İkinci sorudaki duruma
gelince; kişi namazı taharetsiz olarak vb. şekillerde kılmış olabilir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir:
Alimlerin "adakla
farz olan şey, dince farz kılınan şey gibidir" ifadesi şu meselede problem
meydana getirmektedir: Bir kimse belirli bir günde namaz kılmayı adak olarak
adasa, o gün baygın olsa daha sonradan bu namazı kaza etmesi gerekir. Ama aynı
günde kılmadığı farz namazları kaza etmesi gerekmez.
Buna şöyle cevap
verilir:
Bu, tıpkı diğer istisna
edilen şeyler gibi istisna edilir.
77. Kişi, Mekke haremi
dışında mekruh olan bir vakitte namaz kılmayı adasa veya [Ramazan ayından olup
olmadığında şüphe edilen] şek gününde oruç tutmayı adasa daha önce geçtiği
üzere, adanmış olan fiili yapmak sahih olsa bile adağın kendisi gerçekleşmiş
olmaz .
78. Bir kimse,
"Mekke'ye / Harem bölgesine bir koyun / elbise hediye olarak götürmek
Allah için borcum olsun" vb. bir ifade kullanarak gerek hayvan gerekse
başka bir şeyi hediye olarak [harem bölgesine] götürmeyi adak olarak adasa bunu
Mekke'ye veya harem bölgeye götürmesi gerekli olur; çünkü hedy'in götürüleceği
yer burasıdır.
79. Kişinin götürdüğü
şeyi o bölgedeki gerek yabancı gerekse aralı olan Müslüman fakir ve miskinlere
tasadduk eder. Hediye olarak götürdüğü şeyi satıp da satım bedelini onlara
dağıtamaz. Hedy olarak belirlenen şeyin kendisi tıpkı kurban gibi, zekattaki
koyun gibi değerlendirilir.
80. [Kişi hedy olarak
bir hayvan belirlemişse burada iki durum söz konusudur:]
> Hedy olarak
belirlediği hayvan, ceylan vb. kurban olmaya elverişli olmayan bir hayvan ise
bunu canlı olarak tasadduk etmesi gerekir, keserse adağı caiz olmaz. Çünkü bu
hayvan kurban olarak yeterli olmadığından onu kesmekte Allah'a yaklaştırıcı bir
yön yoktur. Kesme sonucunda hayvanın değerinde bir azalma olmuşsa bu eksilmeyi
tazmin eder, eti de sadaka olarak verir.
> Götürdüğü hayvan
kurban olmaya elverişli ise bunu kurban bayramı günlerinde kesmesi ve etini de
yukarıda belirtilen kimselere dağıtması gerekir.
81. Nevevi'nin
"hedy" ifadesi, zikredilen hükmün yalnızca deve, sığır ve koyun
cinsine özgü olduğu izlenimi doğurabilirse de bu kastedilmemiştir. Nevevi
"hedy" demek yerine benim yaptığım açıklamada olduğu gibi
"şey" demiş olsaydı daha iyi olurdu.
82. Yine
"Mekke" ifadesi yerine "harem" ifadesini kullanmak gerekir
ki benim yaptığım açıklamaya gerek olmasın. Zira hedyin taşınması yalnızca
Mekke ile kayıtlı olmayıp haremin diğer bölgelerini de kapsamaktadır.
83. Nevevi'nin
"taşımak" ifadesi bu hükmün, taşınması kolay olan şeylerde olduğunu
ifade etmektedir ki doğru olan da budur. Taşıması imkansız olup da hediye
edilen "ev" gibi şeyler veya taşınması çok zor olan "değirmen
taşı" gibi şeylere gelince; kişi bunları kendi başına satar ve bunun satım
bedelini hakime müracaat etmeksizin ,"harem bölgesine nakleder. Bedeli
oranın fakirlerine sadaka olarak verir.
Kişinin bunu kıymeti
karşılığında elinde tutması caiz midir yoksa bu mala, kıymetinden daha fazla
verilmesi ihtimaline binaen caiz ,değil midir? Bu konuda mezhep içinde iki
görüş bulunmaktadır. el-Ki!aye'de mala değerinden daha fazla vermeyi isteyen
biri bulunmadıkça ilk görüşün esas alınacağı belirtilmiştir.
84. Nevevi'nin "onu
tasadduk etmek" ifadesi o şeyin hibe ve hediye edilmesi sahih olmayan
şeylerden bile olsa tasadduk edilebilen bir şeyolmasını gerektirmektedir.
Dolayısıyla bunun kapsamına kişinin necis yağı hediye etmeyi adak olarak
adaması da girer. Nevevi, Kadı Ebu't-Tayyib'ten necis yağın tasadduk
edilemeyeceği görüşünü aktardıktan sonra "necis yağın tasaddukunun sahih
kabul edilmesi kesin olarak benimsenmesi gereken hükümdür" diye
belirtmiştir. İşte yukarıdaki hüküm buna dayalıdır.
85. Yine bunun kapsamına
ölmüş hayvanın tabaklanmadan önceki derisi de girer. Ancak Bulkini şöyle
demiştir: "Tercihe şayan olan görüşe göre bunun, bir insana hediye
edilebilen şeylerden olması şart koşulur."
Bu, daha güçlü görüştür.
86. Hedyin tasadduk
edilmesinin gerekliliği hükmünden, inci ve tek bir elbisenin umumı olarak hedy
olması durumunda olduğu gibi tasadduk etmenin zor olması durumu istisna edilir.
Bu durumda Maverdl'nin belirttiği üzere bu mal satılır ve satım bedeli oranın
halkına tasadduk edilir. Şayet malın harem bölgesinde ve adağın yapıldığı
yerdeki değeri birbirine eşitse kişi malı taşıyıp harem bölgesinde satmak veya
satım bedelini götürmek seçeneklerinden birini seçer. Şayet malın değeri bu
ikisinden birinde [harem bölgesi ve adağın yapıldığı yer] daha fazla ise malın
orada satılması tek yoldur.
87. Şu durum da hedyin
tasadduk edilmesi gerekliliği hükınün,den istisna edilir: Kişi, hedyi yalnızca
Kabe'ye özgü kılmaya niyet etmişse, mesela Kabe'de yakmayı istediği mumu veya
Kabe'nin kandillerinde yakmayı istediği yağı, yahut Kabe'yi güzel
kokulandırmayı düşündüğü kokuyu, yahut da Kabe'de kullanılacak bir şeyi hedy
olarak belirlemişse bu malı satar ve bedelini Kabe'nin maslahatları için
sadeder.
88. Kişi "Allah
için hediye götürmek borcum olsun" veya "Allah için kurban kesmek
borcum olsun" demiş de başka herhangi bir şey zikretmemişse bu durumda
dinde "hedy" olarak bilinen şeyesas alınır ve bu kişinin kurban
olabilecek bir hayvanı götürmesi gerekli olur. Şayet adağını "deve", "sığır",
"koyun" diyerek belirtirse kurban şartlarına uygun olarak bu
hayvanları kesme si gerekli olur. Buna göre sütten yeni kesilmiş bir deve
yavrusu, iki yaşını doldurmamış bir buzağı veya bir yaşından küçük kuzu kesmesi
yeterli olmaz.
89. Adak olarak
belirlenen hedy kurbanı yahut da kişinin adağı yerine geçmek üzere belirlediği
hayvan bıçağın altında kesilme esnasında kusurlansa tıpkı kurbanda oldUğU gibi
bunun kesilmesi yeterli olmaz; çünkü bu hayvan kesilmediği sürece o kişinin
sorumluluğundadır. [Zayın bir görüşe göre bu yeterli olur. İbnü'l-Mukrı bu
görüşü esas almıştır; çünkü hedy, harem bölgesine hediye edilen şeydir. Hayvan
harem bölgesine ulaştığında hediye etme gerçekleşmiştir. Kişinin üzerine düşen,
hayvanı harem bölgesine nakletme masrafını üstlenmektir; çünkü harem bölgesi,
hedyin götürüleceği yerdir. Ayette "hedy kurbanı mahalline ulaşıncaya
dek" [Bakara, 196] buyrulmuştur. Kişinin hiçbir malı yoksa
eş-Şerhu'l-kebır'de belirtildiğine göre hediye olarak belirlenen şeyin bir
kısmı satılarak kalan kısmı nakledilir. Bu durumda kişinin hedy kurbanının
etini harem bölgesindeki fakirlere dağıtması gerekir.
92. el-İbane adlı eserde
şöyle denilmiştir:
Kişi "bu malı
[harem bölgesinin fakirlerine] hediye ettim" dese bunu harem bölgesine
götür me masrafları kendisine aittir. "Bunu hedy kıldım" dese, taşıma
masrafın! karşılamak için o malın herhangi bir bölümü satılmaz.
Bu görüş, el-Bahr adlı
eserde Kaffal'e nispet edilmiş ve güzel görülmüştür.
Rafiı şöyle demiştir:
Ancak bunu hediye etmenin gereği, kişinin malın tümünü harem bölgesine
ulaştırmasıdır.
Bu sebeple tıpkı hedy
olarak belirleme durumunda olduğu gibi masraflar kişi üzerine gerekli olur.
Zahir olan da budur.
91. Yine Maverdi ve Kadı
Hüseyin'in açıkça ifade ettiği üzere kişi, hedy olarak belirlediği hayvanın yem
masraflarını da kendisi karşılar.
92. Kişi bir koyunu
hediye etmeyi adak olarak adayıp bu koyunun kusurlu olmasına veya kuzu olmasına
niyet etse niyet ettiği bu hayvan yeterli olur; çünkü adak ile üstlendiği şey o
maldır.
93. Geçen açıklamalardan
anlaşılacağı üzere kişi hedy olarak belirlediği hayvanı canlı olarak tasadduk
eder. Şayet bedelini tam olarak öderse bu daha faziletlidir.
Not: Geçen açıklamalardan anlaşılacağı üzere
belirtilen mallar harem bölgesinin zenginlerine hediye edilemez. Ancak kişi
hayvanını yalnızca zenginler için boğazlamayı adak olarak adamışsa ve bunda da
bir tür Allah'a yaklaştırıcı özellik söz konusu olursa -mesela zengin olan
şahısların kendisine uyarak hedy yapmaları ihtimali bulunursa- o zaman
el-Bahr'de belirtildiği üzere bu adağa uymak gerekli olur.
Deve veya sığırı hedy
olarak belirleyen kişinin, hayvandan kan akacak şekilde sivri bir şeyle
hayvanın bedenine bir alamet koyması sünnettir. Devede bunun sağ hörgüç
tarafında olması daha iyidir. Yine urgan veya deri gibi bir şeyin hayvanın
boynuna asılması, küçük baş hayvanlarda yaralamanın değil de boynuna bir
şeyasmanın yapılması daha iyidir.
Bunun hikmeti hayvanın
hedy olduğunun bildirilmesi ve böylece insanların o hayvana ilişmesinin
engellenmesidir. Şayet hayvan, harem bölgesine ulaşmadan önce ölme tehlikesiyle
karşılaşırsa adak olan hayvanın kesilmesi zorunlu olur. Adak olmayan hayvanın
kesilmesi ise mendup olur. Bu durumda boynuna bir şey bağlanmış olan hayvanın
boynundaki şey kanına batırılıp bununla hayvanın sırtına damga vurulur.
Fakirlerin o hayvanı
alabilmesi için hayvan onlara terk edilir.
Adak olan hedy
kurbanının aksine nafilede izin şarttır.
Kişinin kendisi ve yol
arkadaşlarının adak olan hedy kurbanından yemesi caiz değildir.
Burada "yol
arkadaşı" ile Nevevi'nin belirttiği üzere kafiledeki herkes
kastedilmektedir.
Kişi, ölmeye yaklaşmış
olan hedy kurbanını kesecek imkanı bulduğu halde kesmese ve hayvan ölse,
hayvanın o andaki değeri ile emsal satım bedelinden hangisi daha fazla ise onu
tazmin eder. Şayet kesme imkanı bulamadan hayvan ölürse tazmin etmesi gerekmez.
Kişi [Arapça ifade
kullanarak] "bedene" adı verilen hayvanı kurban etmeyi adak olarak
adasa ve bunu "deve" vb. ifadelerle kayıtlasa veya herhangi bir kayıt
koymasa deve kesmesi gerekir; çünkü Arapça'da "bedene" ifadesi her ne
kadar Nevevi'nin el-Mecmu'da doğru saydığı görüşe göre sığır ve koyun için
kullanılıyor olsa bile bunun deve için kullanımı daha çoktur. Şayet deve yoksa
ve kişi adağını mutlak olarak yapmışsa sığır keser. Sığır da yoksa İmam
Şafii'nin açık ifadesine göre yedi koyun keser.
Ravdatü't-talibin'deki
ifadenin zahirinden ise kişinin bu durumda bir sığır ile yedi koyun kesme
arasında muhayyer olduğu anlaşılmaktadır.
Deve yoksa ve kişi
hedyini lafız veya niyet olarak deve olarak kayıtlamışsa o zaman bunun
kıymetiyle bir sığır alması gerekir.
Bu mesele mutlak olarak
kullanım durumunda hayvanın değerinin dikkate alınmaması meselesinden
farklıdır. Aksine mutlak kullanım durumunda lafız, dinde bilinen anlamına
yorulur. Bilinen anlama göre ise bir değer belirlemesi söz konusu değildir.
Eğer hayvanın değerinden
bir şeyartarsa mümkün ise bununla başka bir sığır daha alır, aksi takdirde bir
koyun alır. Yahut deve veya sığırdan bir payalır.
Artan para ile
alabileceği koyun veya deve - sığır payı bulamazsa artan parayı tasadduk eder.
Şayet sığır bulamazsa
devenin bedeli ile yedi koyun alır.
Bir deve bedeli ile üç
koyun alabiliyorsa kendi malından ekleyerek bunu yedi koyuna tamamlar.
Kişi bir koyun kesmeyi
adak olarak adasa, bunun yerine deve kesse yeterli olur; çünkü deve daha
faziletlidir. el-Beyan yazarının belirttiği üzere bu, kişinin koyunu zimmetinde
adadığında söz konusu olur. Aksi takdirde [muayyen bir koyunu kesmeyi adamışsa]
mezhebin gerektirdiği hükme göre deve kesme k yeterli olmaz. Bunun tümünün farz
olup olmadığı konusunda mezhep içinde iki görüş bulunmakta olup -hakkında
ihtilaflar bulunmakla birliktedaha doğru olanına göre tümü farzdır.
94. Bir kimse -mesela
Mekke vb. gibi- belirli bir belde halkına bir şey tasadduk etmeyi adasa,
üstlendiği şeye vefa göstermesi için bunu yapması gerekir. Bu sadakayı o
bölgenin fakir Müslümanlarına sarf eder. Ravdatü't-talibıi'de belirtildiği
üzere tıpkı zekatta olduğu gibi bu malı başka bir yere nakletmesi caiz olmaz.
Not: Nevevi'nin ifadesinden sadakanın verileceği o
bölge halkının fakir-zengin, Müslüman veya zımmı olması arasında fark olmadığı
anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. İmam Şafii, el-Ümm'de yalnızca
fakirlere verileceğini söylemiştir. Kadı Hüseyin ve başkaları adağın ehli
zimmete verilemeyeceğini açık olarak ifade etmişlerdir.
Yine Nevevi'nin
ifadelerinden harem bölgesi dışındaki yerlere yönelik olarak ancak sadaka verme
adağında bulunulabileceği anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Kişi başka
bir bölgede kurban kesmeyi adasa hayvanı kesmesi ve etini orada dağıtması
gerekli olur; çünkü bu adak etinin orada dağıtılmasını içermektedir.
Kişi harem bölgesi
dışında bir bölgede kurban kesip etini dağıtmayı adak olarak adasa her ikisini
de orada yapması gerekir; çünkü hayvanı kesmek etini dağıtma amacının bir
vesilesidir. Kişi hayvanı kesme mekanını o bölge olarak belirleyince eti
dağıtma amacına bağlı olarak bu belirleme de bağlayıcı olur.
Kişi hayvanı harem
bölgesinde boğazlayıp etini başka bir yerde dağıtmayı adak olarak adasa bu iki
bölgede bu işleri yapması gerekli olur; çünkü her bir beldeye bağlanan işlem
Allah'a yaklaştırıcı bir ibadettir.
Kişi harem bölgesi
dışında hayvanı boğazlamayı veya gasp edilmiş bile olsa belirli bir bıçakla
boğazlamayı adak olarak adasa ve eti de harem bölgesinde dağıtmayı adasa
yalnızca etin dağıtılacağı yer hakkındaki adak bağlayıcı olur; çünkü harem
bölgesi dışında hayvanı boğazlamanın Allah'a yaklaştırıcı bir yanı olmadığı
gibi harem bölgesinde bile olsa belirli bir bıçakla hayvanı boğazlamanın da
böyle bir özelliği yoktur.
Kişi hayvanı yalnızca
harem bölgesinde bOğazlamayı adasa orada bOğazlaması gerekir; çünkü adakta
boğazlama işini harem bölgesine izafe ederek zikretmek ortada bir ibadet kastı
bulunduğunu hissettirmektedir. Ayrıca harem bölgesinde hayvanı boğazlamak dinde
bilinen bir ibadettir. Etini de dinde farz kılınan uygulamaya yormak suretiyle
harem bölgesinde dağıtmak gerekli olur.
Kişi "en faziletli
bölgede" hayvanı boğazlamayı adak olarak adasa Mekke'de boğazlaması
gerekir; çünkü orası en faziletli bölgedir.
Kişi belirli bir kimseye
birkaç dirhem vermeyi adak olarak adasa, adakta bulunan kimsenin bu paraları
vermemesi halinde o şahsın bu paraları talep etme hakkı vardır. Bu şuna benzer:
Zekatta hak sahibi olan sınırlı sayıda fakir olsa, bu fakirler, verilmesi
gereken zekatı zenginlerden isteyebilirler. Adakta bulunan kişi adadığı parayı
ilgili şahsa verdiği halde diğer şahıs bunu kabul etmezse adakta bulunan kişi
adağını yerine getirmiş olur; çünkü üzerine düşeni yapmıştır. Onun diğer şahsı
zorla kabul ettirme gücü yoktur. Diğer şahıs, zekatta hak sahibi olan
kimselerin aksine bunu kabul etmeye zorlanamaz.
Zekattakiler zorlanır;
çünkü onlar mala sahip olmuşlardır. Adakta hak sahibi olan ise öyle değildir.Ayrıca
zekat İslam'ın rükünlerinden olduğundan zekat atıl kalmasın diye fakirler bunu
kabul etmeye zorlanır. Adak ise böyle değildir.
95. Bir kimse belirli
bir beldede oruç tutmayı adak olarak adasa O orucu tutması gerekli olur; çünkü
oruç tutmak bir ibadettir. [Orucu o bölgede tutması gerekli olur mu? Bu konuda
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Orucu o beldede tutması
gerekmez, başka bir yerde de ututabilir. Burası harem bölgeSi olabileceği gibi
başka bir yer de olabilir. Bu şuna benzer: İhramda farz olan bir şeyi çiğnemek
sebebiyle gerekli olan bedel orucunu kişi harem bölgesinde tutabileceği gibi
başka bir yerde de tutabilir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
şayet orucu harem bölgesinde tutmayı şart koşmuşsa orada tutması gerekir; çünkü
sonraki alimlerden biri, harem bölgesinde yapılan ibadetlerin sevabının diğer
bölgelere göre katlandığı görüşünü tercih etmiştir.
Orada yapılan bir iyilik
başka yerde yapılan yüz bin iyilik değerindedir. İyiliğin katlanması ise
Allah'a yaklaştırıcı bir şeydir.
96. Yine kişi belirli
bir yerde namaz kılmayı adak olarak adasa orada kılması gerekmez, başka bir
yerde de kılabilir; çünkü namaz, beldelerin değişmesine bağlı olarak değişmez.
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesi kişinin farz olan
namazlan belirli bir mescitte kılmayı adamasını da kapsamaktadır. Kişi farz
namazlar için belirli bir mescidi adak olarak tayin etse bile bu mescit
belirlenmez. Bununla birlikte namazı [evde değil] mescitte kılması gerekli
olur. Bu görüş, nafile namazlardan farklı olarak farz namazların sıfatlarının
tek başına adağa konu olabileceği görüşüne dayalıdır. Arada şu fark vardır:
Farzları mescitte eda etmek daha faziletlidir.
97. Kişi namazı Mescid-i
Haram'da kılmayı adak olarak adamışsa, faziletinin büyüklüğü ve bir de hac /
umre ibadetinin orada icra edilmesi sebebiyle namazın orada kılınması zorunlu
olur. İmam Ahmed ve başkalarının rivayet ettiği üzere orada kılınan bir namaz,
başka bir yerde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir. (Müsned, 3, 73)
Not: "Mescid-i Haram" ile kastedilen
bütün harem bölgesidir; çünkü mescid-i haram yalnızca tavaf edilen bölgedir.
Maverdi, sevabın katlanması açısından Mekke harem bölgesinin de mescid-i haram
gibi olduğunu tek görüş olarak aktarmış, Nevevi de hac bölümünde ona tabi olmuştur.
Bu, el-Havi's-sağir adlı eserde de tek görüş olarak belirtilmiştir. Cüveyni
hocasından şunu nakletmiştir: Bir kimse Kabe'de namaz kılmayı adak olarak
adadıktan sonra mescidin uçlarında namaz kılsa adağını yerine getirmiş sayılır;
çünkü her ne kadar Kabe'nin fazileti daha fazlaysa da buranın bütünü mescid-i
harama dahildir.
98. İmam Şafii'ye ait
bir görüşe göre kişi belirli bir yerde namaz kılmayı adak olarak adasa [şayet
adadığı yer Mescid-i haram dışında] Medine mescidi [yani Mescid-i NebevI] ve
Mescid-i aksa [ise] namazın bu iki mescitte kılınması zorunlu olur. NevevI,
Rafil'nin eş-Şerhu 'l-kebır'deki ifadesini esas alarak bu iki mescidin de tıpkı
mescid-i haram gibi [adakta belirlenmesi halinde] zorunlu olarak belirlenmiş
olduğu görüşünün daha güçlü olduğunu belirtmiştir. Çünkü her üçü de fazilette
birbirinden farklı olsa bile faziletin büyüklüğü noktasında ortaktır. Zira Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Ancak üç mescide
yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa (Buhari,
Fadlu's-salat fi mescid-; Mekke ve'l-Medine, 1197; Müslim, Hac, 3248)
Bulkini şöyle demiştir:
"Nevevi'nin bu görüşün daha güçlü olduğunu iddia etmesi ne naklen ne de
delil açısından kabul edilebilir." Bulkini bu meselede uzunca açıklamalar
yapmıştır.
99. Nevevi'nin sözünden
bu iki mescidin dışındaki mescitte namazın kılınmasının yeterli olmayacağı
anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine kişi mescid-i nebevı ve mescid-i
aksa'da kılmayı adadığı namazı mescid-i haramda kılmış olsa daha doğru görüşe
göre adağını yerine getirmiş olur.
Medine mescidi, Mescid-i
Aksa yerine geçer ama İmam Şafii'nin açık ifadesine göre aksi söz konusu
değildir.
NevevI, itikaf adama
meselesi ilgili bölümde geçtiği için burada itikMtan söz etmemiştir.
Not: Bu üç mescitte kılınacak tek bir namaz,
birden fazla namaz adağını yerine getirmiş olmaz. Buna göre kişi kişi mescid-i
haramda bin tane namaz kılmayı adamış olsa mescid-i nebevıde bir tane namaz
kılması bunu karşılamaz. Nitekim kişi medine mescidinde bir namaz kılmayı
adasa, başka mescitte bin namaz kılması nasıl bunu karşılamıyorsa yukarıdaki de
böyledir. Her ne kadar bu mescitlerde kılınan namazlar, diğerlerindekine sayıca
denk olsa bile böyledir. Bu şuna benzer: Bir kimse Kur'an'ın üçte birini
okumayı adak olarak adayıp ihlas suresini okusa, her ne kadar ihlas suresi
Kur'an'ın üçte birine denk olsa da bu yeterli olmaz.
ZerkeşI'nin kendi görüşü
olarak belirttiğinin aksine, uykarıda zikrettiğimiz sebepten Kuba mescidi bu üç
mescide katılmaz. Tirmizi her ne kadar orada kılınan bir namazın bir umre gibi
olduğunu rivayet etmiş olsa da böyledir.
100. Nevevi daha sonra,
adak meselesinde dinde farz kılınan şeyler gibi mi yoksa caiz kılınan şeyler
gibi mi davranılacağını ortaya koyan bir takım ayrıntılı hükümlere yer
vermiştir. Nevevi'ye göre istisna edilen durumlar hariç ilk hüküm geçerlidir.
Iraklılar ise ikincisini tercih etmişlerdir. Nevevi, ric'at [boşamadan dönme]
konusunda iki görüş arasında mutlak tercihte bulunulamayacağını, meselelere
göre tercihe şayan olan görüşün değiştiğini belirtmiştir. Nevevi bu mesele ler
içinden oruç adağını en önce zikretmiştir.
101. Bir kimse ne lafız
ne de niyetinde herhangi bir sayıya temas etmeksizin mutlak olarak oruç tutmayı
adasa bu adak bir günlük oruca yorulur; çünkü oruç kelimesi çok için de az için
de kullanılabilen cins bir isimdir. Oruç bir günden az olamaz. Kesin olarak
bilinen bir gün olduğundan bir günden fazlası gerekmez.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Adağı, dinin farz kıldığı şeye yorduğumuzda bununla
yetinilmemesi gerekirdi; çünkü dinin doğrudan farz kıldığı orucun en azı [yemin
kefaretindeki] üç günlük oruçtur.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu kabul edilemez; çünkü [ihramlıyken veya harem bölgesinde] avlanma
cezası olan ve yine Ramazan ayının son günü fecir doğmadan önce akıl hastalığı
sona erip iyileşen veya buluğa eren kişinin tutması gereken oruç bir günlük
oruçtur.
Not: Kişi "çok oruç" veya "uzun
süreli oruç" tutmayı adak olarak adasa Harezml'nin el-Kafı adlı eserinde
belirttiğine göre bir günden fazla oruç tutması gerekmez. Kişinin "bir
süre", "bir zaman" şeklindeki adağı da böyledir.
102. Kişi [herhangi bir
rakam belirtmeksizin] "birkaç gün" oruç tutmayı adasa üç gün oruç
tutması gerekir; çünkü çoğulun en azı üçtür.
103. Birkaç ay oruç
tutmayı adarsa yukarıdakine kıyasla üç ay oruç tutması gerekir. [Zayıf] bir
görüşe göre ise on bir ay oruç tutması gerekir; çünkü "şuhOr [aylar]"
ifadesi kesret çoğuludur. Şayet kişi "el-eşhur" şeklinde belirlilik
takısı getirerek adakta bulunursa buna ihtimali olduğu gibi seneyi kastetmiş
olması da ihtimal dahilindedir ki zahir olan budur.
104. "Adakta,
şeriatın farz kıldığı hüküm gibi hareket edilir" şeklindeki daha doğru
görüş esas alındığında adak orucunda niyetin geceden yapılması gerekir.
105. Kişi yolculukta
iken oruç tutmayı adak olarak adasa şayet oruç tutması tutmamasından daha
faziletliyse bu adak sahih olur, aksi takdirde sahih olmaz.
106. Kişi her ne olursa
olsun bir şeyi sadaka olarak vermeyi adasa malolarak edinilen bir danık veya
daha az şeyi de sadaka olarak verebilir; çünkü adağında [hiçbir kayıt koymadan]
mutlak bir isim kullanmıştır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Mal zekatında farz olanın en düşüğü beş dirhem veya yarım
dinar olduğu gibi burada da böyle olmalıdır.
Buna şöyle cevap
verilir: Tek bir nisapta birden fazla ortak olabilir. Bu durumda her birine
bundan daha az miktarda zekat ödeme yükümlülüğü düşer.
Not: Kişi "büyük
mal" tasadduk etmeyi adasa [hükmü ne olur?]
Kadı Ebu't-Tayyib,
Ta'lik adlı eserinin ikrar bölümünde bunun herhangi bir miktarla sınırlı
olmadığını, hangi miktarı tasadduk ederse etsin yeterli olacağını söylemiş ve
şöyle demiştir: "Bazılarının bu durumda 200 dirhem sadaka vermeyi gerekli
saydıklarını gördüm."
KaHal, fetvalarında
şöyle demiştir: Kişi "Allah için fakirlere on dirhem vermek borcum
olsun" der de bununla sadakayı kastetmezse herhangi bir şey vermesi
gerekmez. Bu tıpkı "Allah için fakirleri sevmek borcum olsun" ifadesi
gibidir.
Ezrai şöyle demiştir:
"Bu, itiraza açıktır; çünkü bu ifadeden sadece sadaka anlaşılır."
Zahir olan da budur.
Kişi bir dirhem ile
tasadduk etmek üzere ekmek satın almayı adak olarak adasa bir dirhem değerinde
bir ekmeği sadaka vermesi gerekir. Burada mana dikkate alınır ve kişinin ekmeği
satın alması gerekmez; çünkü AlIah'a yaklaştıran yön satın alma değil tasadduk
etmektir.
Bazı ayrıntılar
Kişi ilk olarak
"malım sadakadır" veya "Allah yolundadır" dese bu sözü
hükümsüzdür; çünkü bir şey üstlenmesini gerektirecek bir söz kullamamıştır.
Şayet bu sözü mesela bir yere girmeye bağlayarak "şayet eve girersem malım
sadakadır" dese, bu husumet tarzında bir adak olmuş olur. O zaman ya bütün
malını tasadduk etmesi veya yemin keffareti ödemesi gerekir. Ancak kişinin
bağladığı şart dinde rağbet edilen bir şey ise mesela "eğer Allah bana eve
girme nimetini lütfederse" dese veya bu anlamı kastederek "eğer eve
girersem" dedikten sonra "malım sadakadır" dese malını bizzat
tasadduk etmesi gerekir; çünkü bu, iyilik yapmak üzere yapılmış bir adaktır.
Kişi sadaka yerine "Allah yolundadır" dese bütün malını gazilere
tasadduk eder.
Kişi "Allah hastama
şifa verirse üzerimde borç olarak bin vardır" dese, bu binin ne olduğunu
ne sözüyle ne de niyetiyle tayin etse herhangi bir şey gerekmez; çünkü
fakirleri tayin etmediği gibi "dirhem" de belirtmemiş, tasadduktan ve
başka şeyden de söz etmemiştir.
Şayet bini tasadduka
niyet eder de başka bir şeye niyet etmezse [hüküm ne olur?]
İbnü'l-Mukrl'nin, şerh
ettiği asıl kitaba tabi olmak suretiyle tek görüş olarak belirttiğine göre
hüküm yine böyledir.
Ancak Ezrai şöyle
demiştir: "Bu kişinin adağının kurulmuş olması ihtimal dahilindedir. Bu
durumda bin ile neyi kastettiğini dilediği şekilde belirler. Bu tıpkı
"Allah için bir adağım olsun" demesine benzer.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarı şöyle demiştir: "Ezrai'nin belirttiği görüş bana göre de
doğrudur. Bununla, herhangi bir şeyi sadaka olarak vermeyi adamak arasında ne
fark vardır?"
Kişi "Allah hastama
şifa verirse Allah için bin dirhem tasadduk ketmek borcum olsun" dese ve
hasta iyileştiğinde fakir olsa bakılır: Şayet hastanın nafakasını karşılaması
gerekmiyorsa, adaktan üzerine düşen şeyi o hastaya verebilir, aksi takdirde
bunun hükmü zekat gibidir.
Kişi zengin olan
çocuğuna veya bir başkasına tasadduk etmeyi adasa adak geçerli olur; çünkü
zengin bir şahsa sadaka vermek caizdir ve ibadet vasfı taşır.
Kişi, sadaka olarak
vermeme şartıyla bir koyun kesmeyi adak olarak adasa adağı kurulmuş olmaz;
çünkü adağa aykın olan bir şeyi açık olarak ifade etmiştir.
107. Kişi [herhangi bir
rekat sayısı belirtmeden] "namaz kılmayı" adak olarak adasa [bunun
hükmü ne olur? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bu söz, dinde farz kılınan namazın en azı [olan sabah namazının rekat sayısı]na
yorulur ve bu kişinin iki rekat namaz kılması yeterli olur.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre bu söz, dinde kılınması caiz olan bir rekatlık namaza yorulur ve
bu kişinin bir rekat namaz kılması yeterli olur.
108. Her iki görüşe göre
de kişinin tilavet secdesi veya şükür secdesi yapması yeterli olmaz; çünkü
bunlara namaz adı verilmez. Cenaze namazı kılması da yeterli olmaz; çünkü
cenaze namazı farz-ı ayn namazlardan değildir. [Cenaze namazı kılacak başka
kimse bulunmaması sebebiyle] kişi üzerine farz-ı ayn hale gelse bile bu [cenaze
namazının asli özelliği değil] arızi bir durumdur. Bu sebeple adak, ona
yorulmaz.
109. Adak konusunda
dindeki farzı esas almaya dayalı olan ilk görüş esas alındığında kişinin bu iki
rekat esnasında ayakta durması farzdır. Adak konusunda dindeki caiz olanı esas
almaya dayalı ikinci görüşe göre ise bu iki rekatı kılarken ayakta durmak
gerekmez.
Not: Görüş ayrılığı, kişinin adağı mutlak olarak yapması
haline özgüdür. Şayet "oturarak kılacağım" demişse o zaman kesinlikle
oturarak kılabilir. Nitekim kişi adakta bulunurken "bir rekat namaz
kılacağım" diye açık bir ifade kullansa o zaman kesinlikle bir rekat
kılabilir. Bununla birlikte ayakta kılması daha faziletlidir.
Bazı ayrıntılar:
Bir kimse iki rekat
namaz kılmayı adadıktan sonra tek bir selam ve teşehhüdle veya tek bir selam ve
iki teşehhüdle dört rekat namaz kılsa bunun yeterli olup olmadığı konusunda iki
rivayet bulunmaktadır. el-Mecmu'da daha sahih olanına göre bunun caiz olduğu
belirtilmiştir. Beğavı bunu tek görüş olarak aktarmıştır. Bu, yukarıda geçen
genel kurala aykırıdır. Bu sebeple el-Envar adlı eserde "adakta, dinde
farz kılınana ilişkin hükümler esas alınır" kuralı gereğince bunun caiz
olmadığı tek görüş olarak aktarılmıştır. Bunun caiz olduğunu kabul edenler bunu
on dirhem tasadduk etmeyi adayıp da yirmi dirhem tasaddukta bulunan kimseye
kıyas etmişlerdir.
Rafii,
eş-Şerhu'l-kebir'de görüş ayrılığını zikrettikten sonra şöyle demiştir: Bunu
yukarıda zikredilen genel kurala dayandırmak mümkündür. Şayet adağı, dinde farz
kılınan gibi kabul edersek o zaman [iki rekat namaz adayan kişinin dört rekat
namaz kılması] caiz olmaz. Bu, kişinin sabah namazını dört rekat kılmasına
benzer. Aksi takdirde bu yeterli olur.
Kişi dört rekat namaz
kılmayı adasa, iki selamla [ikişer rekat şeklinde] kılabilir; çünkü bunun
fazileti daha fazladır. Bu, yukarıda belirtilen dayandırmaya aykırı olsa da
böyledir.
Ayrıca kişi dört rekatı
her nasıl kılarsa kılsın kendisine namaz kılan kişi demek mümkündür. Şayet tek
bir selamla kılarsa iki teşehhüd yapar. Eğer ilk teşehhüdü terk ederse sehiv
secdesi yapar. Bu hüküm, kişi tek bir selamla dört rekat namaz kılmayı
adadığında veya mutlak adakta bulunduğunda geçerlidir. Şayet iki selamla dört
rekat kılmayı adarsa o zaman bu şekilde kılması gerekli olur; çünkü bu şekilde
kılmak el-İstiksa yazarının nafile namaz bölümünde açıkça belirttiği üzere daha
faziletlidir.
Kişi iki namaz kılmayı
adasa, bir selamla dört rekat namaz kılması caiz olmaz. Bu, Ravdatü't-talibin
ve eş-Şerhu'l-kebir'de tek görüştür.
Kişi binek üzerinde
namaz kılmayı adamadıkça, yerde veya mutlak olarak kılmayı adadağı adak
namazını binek üzerinde kılamaz. Şayet binek üzerinde kılmayı adamışsa binek
üzerinde kılması yeterli olur, ancak yerde kılması daha faziletlidir.
Köle Azad Etmeyi Adamak
Kişi köle azat etmeyi
adasa, ilk görüşe göre keffarette azat edilen köle gibi bir köle azat etmesi
gerekir. İkinci görüşe göre herhangi bir köle azat edebilir.
Ben [Nevevi] derim ki:
Bu meselede ikinci görüş daha güçlüdür. Allah en doğrusunu bilir.
Kişi kusurlu olan kafir
bir köleyi azat etmeyi adasa kamil bir köleyi azat etmesi yeterli olur.
Kusurlu bir köleyi azat
etmek üzere tayin etse o köleyi azat etmesi gerekir.
110. Kişi, [herhangi bir
kayıt koymaksızın] mutlak olarak bir köle azat etmeyi adak olarak adasa,
yukarıda belirttiğimiz kurala dayalı ilk görüşe göre bu kişinin keffaret olarak
azat edilebilecek bir köleyi azat etmesi gerekir. Bu da ilgili bölümde geçtiği
üzere mümin ve iş ya da kazanç elde etmesini engelleyecek bir kusuru bulunmayan
köledir. İkinci görüşe göre ise kusurlu ve kafir de olsa [herhangi bir] köle az
at etmesi yeterli olur; çünkü ona da köle adı verilmektedir.
Nevevi burada ikinci
görüşün daha güçlü olduğunu belirtmiştir.
Ravdatü't-talibin'de de
bu görüşün alimlerin çoğunluğundan aktarılan "daha doğru görüş"
olduğu ve delil bakımından da tercihe şayan olduğunu belirtmiştir. Çünkü
şeriatın sahibi olan Allah köle azadına özel bir önem vermiştir. Ayrıca aslolan
kişinin borçsuz olmasıdır. Bu sebeple "köle" adı verilecek bir
kimsenin azadı yeterli görülmüştür.
Bununla namaz arasında
şu fark vardır: Köle azadı, insana zor gelen harcama türü tasarruflardan olduğu
için mutlak olarak ifade kullanılması durumunda ancak insana zararı en az olan
anlaşılır, namaz ise böyle değildir.
Not: NevevI, Tahrir adlı eserinde şöyle demiştir:
et- Tenbih adlı eserdeki "veya azat olma" ifadesi doğru bir söz olup
cehaleti sebebiyle buna karşı çıkan kişinin karşı çıkmasına bakılmaz. Bununla
birlikte et-Tenbih yazan "azat etme" demiş olsa daha iyi olurdu.
İbn Şühbe şöyle
demiştir: el-Muharrer'deki ifade "köle azadı" şeklinde olduğu halde
NevevI'nin bunu bırakıp daha iyi olmayan ibareyi esas alması şaşılacak şeydir.
111. Kişi mümin veya
kusursuz bir köle azat etmeyi adasa kafir ve kusurlu bir köle azat etmesi
yeterli olmaz. Kafir ve kusurlu bir köle azat etmeyi adasa bu adak yerine kamil
bir köle azat etmesi yeterli olur; çünkü adadığından daha faziletlisini yerine
getirmiştir. Adakta [köledeki] küfür ve kusur vasıflarının zikredilmesi Allah'a
yaklaşmak için değil, eksik vasıflı olan kölenin azadının caiz olması içindir.
Bu, kalitesiz buğdayı sadaka olarak vermeyi adayıp kaliteli buğdayı vermek
gibidir.
112. Kişi mesela
"bu kafir / kusurlu köleyi azat etmek Allah için borcum olsun"
diyerek eksik vasıfta olan belirli bir köleyi azat etmeyi adasa, o köleyi azat
etmesi zorunlu olur, ondan daha hayırlı bile olsa başka bir köleyi azat etmesi
geçerli olmaz. Çünkü burada adak bizzat kölenin kendisine ilişmiştir.
Not: Nevevi'nin sözünü açıklarken söylediğim
"katir köleyi azat etmesi sahihtir" hükmü konusunda Kadı Hüseyin'in
fetvalarında her ne kadar onun azat edilmesinin gerekmediği belirtilmiş olsa
bile itimad edilmesi gereken görüş budur; çünkü bu kişi küfür vasfını kölenin
bir sıfatı kılmıştır.
Sırf adakta bulunmakla,
kişinin muayyen köle üzerindeki mülkiyeti sona ermez. Kişi bu köleyi satamaz,
hibe edemez. Bunu yapması caiz olmaz. Bu köle telef olursa veya kendisi telef
ederse yerine başkasını azat etmesi gerekmez. Yabancı bir şahıs köleyi telef
ederse kölenin değerini efendisine ödemesi gerekir. Efendinin bu bedeli başka
bir köleye hacaması gerekmez. Hedy kurbanı bundan farklıdır; çünkü orada hak
fakirlere ait olup onlar da mevcuttur. Bu, el-Beyan 'da söylenmiştir.
Namazı Belirli Bir
Şekilde Kılmayı Adamak
Kişi ayakta namaz
kılmayı adasa oturarak kılması caiz olmaz.
Aksi ise bundan
farklıdır.
Kişi namazda uzun
kıraatte bulunmayı, belirli bir sureyi okumayı, cemaatle namaz kılmayı adasa bu
adak geçerli olur.
113. Kişi ayakta durarak
namaz kılmayı adasa zorluk çekmeden ayakta durmaya gücü yettiği sürece bu
namazı oturarak kılamaz; çünkü bu [oturarak kılması], adakta üstlendiği şeyden
daha düşüktür. Yaşlılık veya hastalık gibi bir sebeple ayakta kılması halinde
zorluk oluyorsa daha doğru görüşe göre ayakta kılması gerekmez.
114. Yukarıdakinin aksi
durumda hüküm farklıdır. Yani kişi oturarak namaz kılmayı adasa ayakta
kılabilir; çünkü adadığından daha faziletlisini yapmıştır.
Not: Nevevi'nin ifadesinden bu şahsın oturarak da
kılabileceği anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu's-sağir
ve Ravdatü't-talibin'in adaklar bölümünde bu konuda herhangi bir ihtilaf
olmadığı belirtilmiştir. Ancak Rafiı ve Nevevi yaklaşık üç sayfa sonra, Cüveyni
aracılığıyla imamlardan "ayakta durmaya gücü yetiyorsa ayakta kılması
gerekir" şeklinde görüş nakl etmiştir.
Kişi namazı tam kılmayı
veya kısaltarak kılmayı adak olarak adasa, şayet her biri diğerine göre daha
faziletli ise bu adak sahih olur. Aksi takdirde el-Envar'da kesin olarak
belirtildiği ne göre caiz olmaz.
Kişi nafile namazları
ayakta kılmayı, abdest alırken başına kaplama mesh yapmayı, azalarını üçer kere
yıkamayı, ayaklarını [meshetmeyip] yıkamayı adak olarak adasa el-Envar'da tek
görüş olarak aktarıldığına göre bunları yapması gerekli olur.
115. Kişi ister farz
ister nafile olsun namazda uzun kıraatte bulunmayı adasa -uzun süreli rüku ve
secde yapmayı adamak da böyledir- bu şekilde kılması gerekir. Bu, belirli
sayıda cemaati bulunan bir yerde imam değilse veya Bulkınl'nin belirttiği üzere
sayı belirli olsa bile cemaat uzun kıldırmaya razı olmuyorsa bunu geçerlidir.
Aksi takdirde bunu yapamaz; çünkü bu durumda namazı uzun kıldırmak mekruhtur.
116. Kişi belirli bir
sureyi okumayı veya -cemaatle namaz kılmanın sünnet olduğu bir nafile namazda
bile olsa- cemaatle namaz kılmayı adak olarak adasa bunu yapması gerekli olur.
Çünkü bu bir taat
olduğundan adakta bulunmakla gerekli olur. Nevevi'nin sözünü açıklarken
söylediğim "bu farz ve nafileyi kapsar" ifadesi Hocamız Zekeriya
el-Ensarl'nin de esas aldığı üzere itimad edilen görüştür. Hocamız şöyle
demiştir: "Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de konulan kayıttan
hareketle burada, bunun sahih olmasını yalnızca farz namazlarla sınırlamak bir
vehimdi; çünkü Rafii ve Nevevi bu konuda görüş ayrılığı bulunduğu için o kaydı
koymuşlardır."
117. Kişi namazda Kur'an
okumayı adayıp teşehhüd yapılacak yerde veya funutarak kalktığı fazla rekarta
Kur'an okusa bu sayılmaz.
Not: Kişi, üstlendiği vasfa aykırı davransa mesela
son durumda namazı tek başına kılsa kendisine ibadetin aslı konusunda şeriatın
hitabı düşmüş olur, geriye vasıf kalmıştir. O vasfı tek başına yerine getirmesi
mümkün olmadığından bu ibadeti o vasıfla birlikte tekrar yaypması gerekir.
Bunu, el-Envar yazarı Kadı Hüseyin ve Mütevelli'ye tabi olarak söylemiştir.
Kadı Ebu't-Tayyib ise bu
durumda kişiden adağın da düşeceğini söylemiştir; çünkü bu kişi vasfı terk
etmiştir. Vasfı kaza etmek ise mümkün değildir.
İbnü'r-Rif'a "farz
olan ilkidir" görüşünü kabul etmezsek ilki zahir olan görüştür, aksi
takdirde ikinci görüş daha güçlü olur.
Hocamız Zekeriya
el-Ensarı şöyle demiştir: İlki kişinin mesela öğle namazını adamasına ikincisi
ise onu kılarken farzı hatırlamasına hamledilir.
En uygun olanı, el-En
var yazarının zikrettiğidir.
İbadetler Dışındaki
Adaklar
Doğru görüşe göre ilk
olarak kişi üzerine gerekli olmayan "hasta ziyareti", "cenazeyi
teşyi etme" ve "selam verme" gibi Allah'a yaklaştırıcı özelliği
bulunan her türlü fiil ile adak kurulur.
118. [İbadet türünden
olmayan fiiller ile adak yapılabilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Doğru görüşe göre
hastayı ziyaret etmek, cenazeyi teşyi etmek, başkasına selam vermek veya boş
bir yere girdiğinde kendisine se- G lam vermek, hapşıran kimseye
"yerhamükallah [Allah sana merhamet eylesin]" demek, [uzaktan gelen]
bir kimseyi ziyaret etmek gibi ilk olarak yapılması gerekmeyen Allah'a
yaklaştırıcı her fiil adak olarak adanabilir. Çünkü şeriatın sahibi olan Allah
buna teşvik etmiştir. Kişi bu fiilleri yaparak Allah'a yakınlaşır. Bu yönüyle
bu fiiller ibadetler gibidir.
İkinci görüş
Bunlar adak olarak
adanamaz; çünkü ibadet şeklinde fiiller değillerdir. Bunlar sadece genel bir
takım faydası sebebiyle şeriatın sahibinin teşvik ettiği bir takım güzel amel
ve huylardır.
119. İbadeti ilk vaktinde
yapmayı, kuşluk, teravih, tahiyyetü'lmescid, iki rekatlık ihram namazı kılmayı,
tavaf yapmayı, Kabe'yi ipek örtüyle bile olsa örtmeyi, güzel koku ile
kokulandırmayı, malını Kabe'nin örtüsünü almak veya güzel kokusunu almak için
harcamayı adamak sahihtir. Kişi bunları bizzat yapmaya niyet ederek adakta
bulunursa bunları bizzat yapması gerekli olur. Aksi takdirde malı buralarda
harcaması için bir başkasını görevlendirebilir.
120. Kişinin mescid-i
nebevl, mescid-i aksa ve diğer mescitleri güzel koku ile kokulandırmayı adaması
Nevevi'nin el-Mecmu'da tercih ettiği görüşe göre sahihtir; çünkü mescitleri
güzel koku ile kokulandırmak başlı başına sünnettir. Bu sebeple diğer Allah'a
yaklaştırıcı fiiller gibi bu fiil de adandığında bağlayıcı olur. Evler, alimlerin
ve salihlerin meclisleri gibi yerleri güzel koku ile kokulandırmayı adamak ise
sahih olmaz.
121. Nevevi "ilk
olarak farz / gerekli olmayan" ifadesi ile kendi cinsinden olan şeylerin
dinde farz kılındığı namaz, oruç, hac, köle azadı gibi Allah'a yaklaştırıcı
fiilleri dışarıda bırakmıştır; çünkü etTetimme'de belirtildiği üzere bu fiiller
adandığında kesin olarak gerekli olur.
122. Nevevi'nin adak ile
ilgili ölçüye "dinde bir ruhsatı ibtal etmemesi" şartını koyması
gerekirdi. Bu şart kişinin mesela Ramazan'da yolculuk yaparken orucunu
bırakmamayı, yolculukta iken namazlarını tam kılmayı adaması gibi şeyleri
dışarıda bırakır. Zira bu tip adaklar gerçekleşmez. Yani orucu bozmak ve namazı
kısaltmak daha faziletli olduğunda böyle adaklar -daha önce işaret edildiği
üzere- gerçekleşmez.
123. Nevevi'nin koyduğu
ölçüye şu durum bir itiraz olarak zikredilmiştir: Bir kimse "Allah hastama
şifa verirse malımın zekatını zamanından önce ödemek borcum olsun" diye
adakta bulunsa Ravdatü't-talibin'de daha doğru görüşe göre bu adak kurulmuş
olmaz; çünkü bu bir ibadet değildir. Ancak hak sahiplerinin zekata şiddetle
ihtiyaç duyması veya onların zekat borçlusundan zekatlarını istemesi yahut
zekat memurunun kişinin zekat yılı tamamlanmadan gelmesi gibi zekatı vaktinden
önce ödemenin mendup olduğunu söylediğimiz durumlarda İsnevi ve başkalarının
belirttiği üzere bu adağın sahih olması gerekir.
Adaklar Konusuna İlişkin
Son Hükümler
Bir kimse" Allah
hastama şifa verirse Allah için on dirhem sadaka vermek üzerime borç
olsun" dedikten sonra ikinci gün de aynı şeyi söylese bakılır: Şayet
tekrarı kastetmişse sadece on dirhem vermesi gerekir. Yeni bir adağı
kastetmişse veya herhangi bir şey kastetmemişse Kaffal'in fetvalarında
belirtildiği ne göre yirmi dirhem vermesi gerekir.
Bunun benzeri
ZerkeşI'nin husumet yoluyla olan adakta söylediği hüküm için de söz konusudur.
KaHal'in fetvalarında
belirtildiğine göre kişi ehli zimmete bir dinar sadaka vermeyi adasa bunu
Müslümanlara vermesi caiz olur. Bid'atçılara veya Rafızılere bir dinar sadaka
vermeyi adasa bunu ehl-i sünnete vermek caiz olur. Zenginlere vermeyi adasa
fakirlere vermesi caiz olur.
Kişi "Allah için
çocuğumu kesme k borcum olsun, şayet bu caiz olmazsa bir koyun kesmek borcum
olsun" dese adak sahih olmaz; çünkü bu, Allah'a yaklaştırıcı bir fiil
değildir.
Kafir şahsın kafirken
yaptığı adağı Müslüman olduktan sonra yerine getirmesi gerekli değildir. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Ömer'e cahiliye döneminde yaptığı bir adak için
"adağını yerine getir" sözü bunun [zorunlu olduğuna değil] mendup
olduğuna yorulur.(Buhari, itikaf, 2042; Müslim, eyman, 4268)
Kişi "bu ikisinden
biri fakirlerindir" dese şayet adağı kastettiyse veya mutlak bir niyetle
bunu söylediyse bu adak olur. İkisinden biri telef olursa diğerini fakirlere
verir. Şayet bu sözle ikrarı kastetmiş ve birinin onlara diğerinin ise kendi
mülkü olduğunu kastetmişse, bu iki maldan biri telef olduğunda telef olanın
onlara ait olan malolduğunu söylese onun sözü kabul edilir. Kişi iki şeyden
birini sadaka vermeyi adak olarak adasa, bunların biri telef olsa diğerini
sadaka olarak vermesi gerekir.
Kişi hiç kimseyle
konuşmamayı adak olarak adasa bu fiilde kendisini zora ve sıkıntıya sokma söz
konusu olduğu için adak sahih olmaz.
Kişi "Allah hastama
şifa verirse bu kölem hürdür" dese ve sonra da Allah kayıp olan yakınını
geri döndürürse o kölesini azat etmeyi adasa her iki adak da gerçekleşmiş olur.
Bu iki olayaynı zamanda gerçekleşirse ikisi arasında kur'a çekilir. Nevevi,
Ravdatü't-talibin'de Kadı Hüseyin'in fetvaları aracılığıyla Abbadl'den bu
şekilde nakletmiştir. O eserde Abbadi'den ikinci adağın mevkuf olduğu görüşü de
nakledilmiştir. Şayet Allah, diğer şahsın gelmesinden önce, sonra veya eş
zamanlı olarak hastaya şifa verirse o adağın kurulmamış olduğu ortaya çıkar.
Kölenin ilk adak için azat edilmesi gerekli olur. Şahıs ölürse adak kurulmuş
olur ve köle onun adına azat olmuş olur. Beğavı fetvalarında bu şekilde
zikretmiştir. Bu daha uygundur.
Çocukları ölen bir kimse
"şayet bir çocuğum yaşarsa köle azat edeceğim" diye adakta bulunsa,
çocuklarından biri ölmüş olan çocuklarından az miktarda da olsa daha fazla
yaşasa köleyi azat etmesi gerekir.
Bir kimse mescid veya
başka bir yerin kandilinin yakılması için yağ veya mum adasa veya gelirinden
bunların satın alacağı miktarı vakfetse mescid veya diğer yere namaz kılmak,
uyumak vb. filler için oradan yararlanmak üzere insanlar giriyorsa hem adak hem
de vakıf sahih olur. Aksi takdirde sahih olmaz; çünkü bu malı zayi etmektir.
Ezrai de bunu ifade edecek şeyler söylemiştir. Mumları ve çok sayıda kandilleri
geceleyin devamlı olarak yakmakta israf söz konusu olduğu için bu husus itiraza
açıktır.
Bir veli vb. şahsın
türbesinde geceleyen türbedar için adakta bulunmaya gelince; şayet adakta
bulunan kişi o bölgede olan veya gelip giden şahısların aydınlıkta olmasını
amaçlayarak bu adakta bulunursa bu da bir tür Allah'a yaklaştırıcı fiil olur.
Bunun hükmü zikredildiği gibidir, yani sahihtir. Şayet bununla kabrin üzerinde
kandil yakmayı amaçlıyorsa, isterse bunun yanında diğer insanları aydınlatmayı
da amaçlamış olsun bu adak sahih olmaz. Şayet çoğunlukla görüldüğü üzere
bununla o bölgeye veya kabre tazimde bulunmak veya oraya defnedilmiş yahut da
kabrin kendisine nispet edildiği ölüye yaklaşmayı kastediyorsa bu adak
batıldır, kurulmuş olmaz. Zira bu tip adakta bulunanlar bu mekanların kendileri
için bazı özelliklerinin olduğuna inanırlar ve oraya adakta bulunmanın
kendilerinden belayı def edeceğine inanırlar.
Ezrai şöyle demiştir:
"Vakıf ta bulunmanın hükmü de belirttiğimiz açıdan adakta bulunmak
gibidir."
Şayet böyle bir gelir
has ıl olursa bu sahibine ve sahibinden sonra da onun mirasçısına verilir. Eğer
bunların kim olduğu bilinmiyorsa Müslümanların yararına harcanır.
Şeyh İzzeddin bin
Abdüsselam şöyle demiştir: Mescitlere hediye edilen zeytinyağı ve mumun adak
olduğu açık olarak ifade edilmişse bunların adak yönüne harcanması gerekir,
kişi ne kadar fazla
adakta bulunmuş olursa olsun satılması caiz olmaz. Şayet kişi bunun bağış
olduğunu ifade etmişse onun izni olmaksızın bunlar üzerinde [satım vb.]
tasarruf ta bulunmak caiz olmaz. Bu mallar onun mülkünde kalmaya devam eder.
Şayet aradan, bağış yapan kişinin ölmüş olması ihtimal dahilinde olacak kadar
uzun süre geçmiş olursa onun izni geçersiz olur ve bunları mirasçısına geri
vermek gerekir. Mirasçısı bilinmiyorsa Müslümanların maslahatına harcanır.
Hediye veren kişinin
kastının ne olduğu bilinmiyorsa yukarıda geçen adak hükümleri uygulanır veya
Müslümanların yararı için harcanır.
Kişi en faziletli vakitte
namaz kılmayı adasa alimlerin boşama konusunda söylediği görüşe kıyasla Kadir
gecesinde namaz kılması gerekir. Kişi "Allah'ın en sevdiği vakitte namaz
kılma" konusunda adakta bulunsa ZerkeşI'nin belirttiğine göre onun
adağının sahih olmaması gerekir. Bana göre bunun sahih olması ve "en
faziletli vakitte namaz kılma adağı" gibi değerlendirilmesi gerekir.
Kişi hiç kimseyi Allah'a
şirk koşmayacağı bir ibadet yapma adağında bulunsa ne olur? Bir görüşe göre tek
başına Kabe'yi tavaf eder. Bir başka görüşe göre tek başına beytullahın içinde
namaz kılar. Bir başka görüşe göre devlet başkanlığını üstlenir; çünkü devlet
başkanı ancak bir kişi olabilir. Şayet bunu bir kişi yapıyorsa ibadetlerin en
üstününü yapmıştır. Hz. Süleyman'ın şu ifadesi de bu şekilde yorumlanır:
"Rabbim, bana benden sonra hiç kimseye layık olmayacak bir mülk ver"
[Sad, 35] Bu özellik sadece Hz. Süleyman'a ait idi. Bu özellik insanların,
cinlerin, kuşların ve diğer canlıların maslahatlarını yerine getirmekti.
Kişinin bunlardan herhangi birine kafi gelmesi gerekir.
"Beytullah onu
tavaf eden bir melek veya başka şeyden asla boş kalmaz" ifadesi kabul
edilmez; çünkü burada görünür durum dikkate alınır.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN