ET’İME / YİYECEKLER |
5. YENİLMESİ HELAL VE
HARAM OLAN ŞEYLERE İLİŞKİN ÇEŞİTLİ MESELELER
5. 1. Boğazlanan
Hayvanın Karnından Çıkan Ceninin Hükmü
Boğazlanmış bir hayvanın
karnından çıkan ölü cenini yemek helaldir.
69. Boğazlanmış bir
hayvanın karnından çıkıp ölü halde olan veya kendisinde boğazlanmış bir
hayvanın canı gibi can kalmış bulunan cenini -tüyleri ÇıkmıŞ olsun ya da
olmasın- yemek helaldir. Annenin boğazlanması ister kesmek ister ok atmak
isterse av köpeği göndermek suretiyle olsun fark etmez. Bunun delili şu
hadistir:
> "Ceninin
boğazlanması, annesinin boğazlanmasıyladır.
Bu hadiste kastedilen
şudur: "Anne hayvanı helal kılan boğazlama, anneye tabi olarak karnındaki
yavruyu da helal kılmıştır."
Ayrıca cenin, annenin
bir parçasıdır. Annenin boğazlanması, onun bütün parçalarının boğazlanması
anlamına gelir.
Diğer yandan cenin,
annenin boğazlanmasıyla helal hale gelmiş olmasa, hamileliği ortaya çıkan bir
hayvanı boğazlamak haram olurdu. Nitekim hamile olan bir kadın kısas yoluyla
öldürülmez.
70. Anne boğazlandığında
karnından çıkan yavruda istikrarlı bir hayat varsa bu hayvan, annesinin
boğazlanmasıyla helal olmaz, annesinin boğazlanmasından sonra sakin [hareketsiz]
olması şarttır. Şayet annesinin boğazlanmasından sonra anasının karnında uzun
bir süre hareket edip sonra sakin hale gelirse Şeyh Ebu Muhammed'in el-Furuk
adlı eserinde belirttiğine göre helal olmaz. Rafii ve Nevevi bunu onaylamış,
Beğavı ve Mervezı ise itiraz ederek ceninin mutlak olarak helal olacağını
söylemişlerdir.
Ezrai şöyle demiştir:
Bana göre alimlerimizin kastı "cenin, annesinin kesilmesiyle öldüğü zaman
yenilmesi helal olur" şeklindedir. Şayet annesinin kesilmesinden önce ölmüşse
bu hayvan kesinlikle leş hükmündedir; çünkü annenin boğazlanması cenine etki
etmemiştir. Hadis buna işaret etmektedir.
Buna göre, ceninin başı
ölü olarak çıksa, sonra ce nin anasından ayrılmadan önce annesi kesilse,
-Beğavı bu konuda muhalefet etmiş olsa bile- onu yemek helal olmaz. Bulkini
şöyle demiştir: "Ceninin yenilmesinin helal olduğu durum, ceninin ölmesini
kendisine bağlayacağımız herhangi bir durum bulunmadığındadır. Buna göre cenin,
gebe hayvanın karnında hareketli iken bir kimse gebe hayvanın karnına vursa ve
hareketlilik sona erse, sonra anne boğazlandığında ce nin ölü olarak bulunsa
bunu yemek helal olmaz.
71. Ceninin başı
hayvanın karnından çıktığında ceninde istikrarlı bir hayat bulunsa ceninin tümü
çıkıncaya kadar onu boğazlamak gerekmez. Çünkü iddet ve başka konularda ceninin
bir kısmının çıkması yok hükmündedir. Buna göre annesinin boğazlanması ile
birlikte başının bir kısmının çıkmasıyla "kesilmesine güç yetirilen bir
hayvan" haline gelmişse bile kesilmeden ölmesi durumunda onu yemek helal
olur.
72. Ceninin helal
olmasının şartı azalan belirmiş halde çıkmasıdır. Şayet kan pıhtısı şeklinde
olursa yenilmez; çünkü bu kandır.
73. Cenin bir et parçası
haline gelmekle birlikte azalara ilişkin çizgiler oluşmamışsa onu yemek helal
olmaz; çünkü bu durumdaki ceninin düşürülmesi halinde gurre ödemek gerekli
olmaz. Yine insanlarda bu şekildeki ceninin anneden çıkması halinde o kadın
ümmüveled olmaz.
74. Boğazlanan hayvanın
felçli bir uzvu olsa diğer bölümlerini yemek helal olduğu gibi onu yemek de
helal olur.
5.2. Açlık Sebebiyle Zor
Durumda Kalan Kişiye İlişkin Hükümler
Bir kimse [açlıktan]
ölmekten veya tehlikeli bir hastalığa yakalanmaktan korkar da haram olan bir
şey bulursa onu yemesi gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre yemesi [zorunlu
olmayıp] caizdir.
Eğer yakında helal bir
şeyin gelmesini ümit ediyorsa hayatta kalacak kadar yemesi dışında yemesi helal
olmaz. Aksi takdirde [İmam Şafii'nin] bir görüşüne göre kişi doyacak kadar
yiyebilir. Daha güçlü görüşe göre sadece hayatta kalabilecek kadar yemesi
halinde ölmekten korkmadığı sürece hayatta kalabilecek kadar yer.
[Açlıktan ölme tehlikesi
ile karşı karşıya kalan kişi] ölmüş olan insan etini yiyebilir. Mürted ve
harbıyi [yemek için] öldürebilir. Zımmı, müste'men ve harbınin çocuğunu
öldüremez.
Ben [Nevevi] derim ki:
Daha doğru görüşe göre [açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olan kişi]
yemek için harbıolan çocuk ve kadını öldürebilir.
O an orada olmayan bir
kişinin yiyeceğini bulsa bunu yer ve tazminle yükümlü olur.
Zaruret halinde olan
hazır bir kimsenin yiyeceği varsa, kendisinin yemesinden sonra geriye bir şey
artmıyorsa onun bunu vermesi gerekmez.
Müslüman bir kimseyi
kendisine tercih ederse bu caiz olur.
Kişi zaruret halinde değilse
zor durumda olan Müslüman veya zımmıye yemek yedirmesi gerekir. Şayet
yiyeceğini vermekten kaçınırsa diğer şahıs ondan -öldürmek suretiyle bile olsa-
zorla alır.
Yiyeceği bulunan kişinin
bunu zorda kalan kişiye şayet onun yanında parası varsa peşin bedelle vermesi
gerekir. Yanında parası yoksa veresiye olarak verir. Şayet yiyeceği yedirirken
herhangi bir bedelden söz etmezse daha dOğru görüşe göre bedel ödenmez.
Zorda kalmış olan bir
kimse ölmüş hayvan eti ve bir de başkasına ait yiyecek bulsa veya ihramlı kişi
ölmüş hayvan ve av hayvanı bulsa mezhepte esas alınan görüşe göre ölmüş hayvanı
yemesi gerekir.
Daha doğru görüşe göre
kişinin yemek üzere kendi bedeninden bir parça kesmesi haramdır.
Ben [Nevevi] derim ki:
"Daha doğru görüşe göre bu caizdir. Bunun [caiz olma] şartı ölü hayvan vb.
hiçbir şey bulamamak, [vücuttan] bir yer kesme durumundaki [ölüm] korkulsulnun
[bunu yapmama halindeki ölüm korkusuna göre] daha az olmasıdır. Kişinin, başka
bir şahıs için kendi bedeninden bir parçayı koparması [ve ona vermesi] ve can
dokunulmazlığı bulunan bir kimsenin vücudundan parça koparması haramdır. Allah
en iyisini bilir."
75. Yiyecek bir şey
bulamaması sebebiyle
> Ölmekten,
> Tehlikeli bir
hastalığa yakalanmaktan,
> Hastalığının
artmasından veya süresinin uzamasından,
> Yol arkadaşlarından
ayrı düşmekten,
> Yürümek veya
hayvana binemeyecek şekilde zayıf düşmekten korkan bir kimse helal bir şey
bulamaz da ölmüş hayvan, domuz eti veya başkasına ait bir yiyecek gibi haram
bir şey bulursa [onu yemesinin hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
[Bulduğu haram olan
şeyi] yemesi gerekli olur; çünkü bunu terkeden kimse kendisini öldürmeye
çalışmış olur. Kişinin helalolan bir şeyi yiyerek kendisinden ölümü def etmesi
nasıl gerekli ise [bu durumda haram olan şeyi yiyerek ölümü def etmesi de aynı
şekilde gereklidir.] Nitekim Yüce Allah "kendinizi öldürmeyin" [Nisa,
29] buyurmuştur.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Teyemmümde olduğu gibi burada da insanın görünür bir organında fahiş
derecede [kalıcı] bir çirkinliğin• oluşacak olmasının da hastalığın uzaması
korkusu gibi değerlendirilmesi gerekir."
Yemediği takdirde
korkutucu bir hastalığa yakalanacağını kesin olarak bilmek şart olmayıp bu
konuda zan yeterlidir. Nitekim böyle bir şeyi yemesi için baskı ve tehdit
olması durumunda da böyledir. O durumda da kesin bilgi veya ölüme yaklaşmış
olmak şart değildir. Hatta kişi böyle bir duruma varmış olsa o durumda iken
bunları yemesi helalolmaz, zira eş-Şerhu'{-kebır'de belirtildiği üzere bunun
bir faydası olmaz.
Not: [Yiyeceği bulunmayan] bir kadın yemek
konusunda zor duruma düşse, yemek sahibi onunla zina etmeksizin kendisine
yiyecek vermekten kaçınsa [ne olur?]
Muhibbu't-Taberı şöyle
demiştir: "Bu konuda herhangi bir nakil görmedim. Bana göre ölmüş hayvanın
mübah olmasının aksine bu durumda kadının zinaya müsaade etmesi caiz değildir.
Zira ölmüş hayvanı yeme durumunda zorda kalan kişi bizzat haram olan şeye
ihtiyaç duymakta ve bununla zarureti giderilmektedir. Burada ise haram kılınmış
şeye ihtiyaç duyulmamakta, haram olan şey ihtiyaç duyulan şeye vesile
kılınmaktadır. Üstelik zina ile de zorunluluk ortadan kalkmayabilir; çünkü
ilişkiden sonra da yiyeceğin sahibi yemeği vermekten kaçınabilir.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
zorda kalan kimsenin haram olan bir şeyi yemesi gerekli olmayıp terk etmesi de
yemesi de caizdir. Bu, kişinin saldırgan bir şahsa teslim olmasının caizliği
gibidir.
İlk görüş sahipleri
ikinci görüşe şu şekilde cevap vermişlerdir:
Saldırgana teslim olma
durumunda kişi şehitliği talep ederek başkasının canını kendisine tercih
etmektedir. Buradaki ise bundan farklıdır.
Bundan, günah bir
yolculukta olan kimse istisna edilir. O, tövbe edinceye kadar [haram olan
şeyden] yemesi mübah olmaz. Ezrai şöyle demiştir: "Şayet bir yerde ikamet
etmesi günah olan [ve açlıktan zor durumda kalan] kimsenin bir şey yemesi onun
orada ikamet etmesine yardımcı alacaksa o zaman onun durumunun da günah
yolculukta olan kişinin durumu gibi olması gerekir. Alimlerin "bir yerde
ikamet etmesi günah olan kişinin [ikamet halindeyken] ölmüş hayvandan yemesi
mübah olur" ifadeleri, bu belirtilen durumdan farklı bir durum içindir.
Bulkın! şöyle demiştir:
Mürted ve harbı gibi ölüm cezasını hak etmiş olan kimselerin durumu da günah
yolculuğa çıkmış olan kimsenin durumu gibidir. Bunlar Müslüman olmadıkça [zorda
kalsalar bile, ölmüş hayvan, domuz vb. haram şeylerden] yiyemezler.
Müslümanlardan ölüm cezasını hak etmiş olup da tövbe ederek bu cezayı düşürme imkanına
sahip olan -mesela namazı terk eden kimse ve yol kesme fiili işleyip adam
öldüren kimse- de böyledir.
Ben bu konuya temas
edeni görmedim. Hükmün böyle olması zorunludur.
Not: Nevevi'nin "haram kılınmış olan"
ifadesini mutlak olarak zikretmesinden anlaşıldığına göre kişi mesela ölmüş
olan koyun ve ölmüş olan eşekten dilediğini yemeyi tercih edebilir.
Bununla birlikte leş,
domuz gibi canlı iken necis olan bir hayvana ve eşek gibi canlı iken temiz olan
bir hayvana ait ise Nevevi'nin el-Mecmu'da doğru saydığı görüşe göre temiz olan
hayvanın leşini öncelemesi gerekir. İsnevi, el-Mühimmat adlı eserinde şöyle
demiştir:
"Nevevi'nin doğru
sayarak yaptığı bu ayrım, doğru sayılmayı bırakın mezhep içinde sabit bir görüş
bile değildir." İsnevl'nin bu sözüne "bu, mezhep içinde sabit bir
görüştür" denilerek itiraz edilmiştir. Bu, el-Havi'de tek görüş olarak
aktarılmıştır.
76. Açlıktan zor duruma
düşmüş olan kişi yakın zamanda helal bir yiyeceğe kavuşmayı ümit ediyorsa onun
hayatta kalabilecek kadar yiyecek dışında bir şey yemesi kesin olarak caiz
olmaz; çünkü zorunluluk bu miktarla ortadan kalkmaktadır. Kişi bundan sonra
helal yiyecek bulabilir. Ayrıca ayette [zor durumda kalanlarla ilgili olarak]
"günaha bulaşmaksızın" [el-Maide, 3] buyrulmuştur. Bunun "doyarak
yemek" olduğu söylenmiştir.
İsnevi ve ona tabi olan
bir grup alim şöyle demiştir. "Bir grubun da dediği gibi [el-Minhac
metninde geçen] ramak kelimesi insanın canının [bedeninde] kalmasıdır."
Başka bazıları ise bunun güç / kuvvet oldUğunu söylemiştir.
77. [Açlıktan ölme
tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişi] yakın zamanda helal bir yiyeceğe
kavuşmayı ümit etmiyorsa [haram olan yiyecekten doyuncaya kadar yiyebilir mi?
Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bir görüşe göre
doyuncaya kadar yer. Yani bunu yapması caizdir. Çünkü ayette [herhangi bir
kayıt konulmaksızın] mutlak olarak yemekten söz edilmiştir. Ayrıca boğazlanmış
hayvanda olduğu gibi az miktarda yemesi caiz olan şeyden doyuncaya kadar da
yiyebilir.
Burada doymaktan kasıt,
midesinde yer kalmayacak şekilde tıkabasa yemesi değildir. Bunu yapması kesin
olarak haramdır. Bunu Kadı Ebu't-Tayyib, BendenıCı ve başkaları açık olarak
ifade etmişlerdir. Bununla kasıt, Cüveyni'nin belirttiği üzere artık kişiye
"aç" denilmeyecek şekilde açlığın şiddetini bastırmaktır.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin daha
güçlü görüşüne göre kişi haram olan şeyden doyuncaya kadar yiyemez, daha doğru
görüşe göre yalnızca hayatta kalabilecek kadar yer. Çünkü bu kadar yedikten sonra
artık bu kişi zorda kalmış olmaz, şart ortadan kalktığı için yemesi mübah
olmaz.
Ancak yalnızca hayatta
kalacak kadar yemesi halinde ölmekten, hasta olmaktan veya hastalığının
artmasından korkarsa bundan daha fazla yemesi mübah olur, hatta kendisini
öldürmemesi için bunu yapması zorunlu olur.
Not: Zorda kalan kişi, helalolan yiyeceğe
kavuşmayı ümit etse bile haram olan şeyden yanına azık olarak alabilir. Bu
durumda kişi elde ettiği helallakma ile başlar. Zaruret durumunun kesin olarak
gerçekleşmiş olması için helalolan yiyeceği bitirip tüketmedikçe haram olan
yiyecekten yiyemez.
Ölmüş hayvan vb. bir
şeyi yedikten sonra helalolan yiyecek bulursa -el-Ümm'deki ifadeden çıkan
sonuca göre- kusmak zarar vermediği takdirde bu kişinin o haram olan şeyi kusması
gerekir. İmam Şafii, el-Ümm'de şöyle demiştir: Bir kimse baskı ve tehdit
altında şarap içse veya haram bir şey yese, kusmaya güç yetirebildiği anda bunu
kusması gerekir.
Haram, bütün her tarafta
yaygın hale gelse kişinin ihtiyaç duyduğu miktarda bundan kullanması caiz olur,
zaruret miktan ile yetinmez. Cüveyni "hatta bu, ihtiyaçla da sınırlı
değildir" demiştir.
İzzeddin bin Abdüsselam
şöyle demiştir: "Bu hüküm, kişinin [o haram mal üzerinde] hak sahibinin
kim olduğunu bilme ümidinin bulunması halindedir. Çünkü bundan ümit kesilmesi
halinde mal, kamu yararına tahsis edilmiştir."
78. [Açlıktan ölme
tehlikesi içinde kaldığından] zorda olan kişi, ölmüş olan bir hayvan vb.
bulamadığında ölmüş olan bir insanı yiyebilir. Rafii ve Nevevi, eş-Şerhu'l-kebir
ve Ravdatü't-talibin'de "başka ölü hayvan bulamadığında" şeklinde
kayıt koymuşlardır.
Bu hükmün gerekçesi
şudur: Hayatta olan kişinin saygınlığı, ölünün saygınlığından daha büyüktür.
Bu hükmün kapsamından
ölmüş olan peygamber istisna edilir. İbrahim el-Mervezl'nin tek görüş olarak
belittiğine göre peygamberin cesedinden yemek caiz değildir. Nevevi de bunu
kabul etmiştir.
Yine ölü Müslüman, zorda
kalan kişi kafir ise İslam'ın şerefi sebebiyle kafir kişinin Müslümanın
cesedinden yemesi caiz değildir. Hatta mezhebimizde bir görüşe göre zorda kalan
kişi Müslüman olsa bile Müslüman bir ölünün cesedinden yiyemez.
Not: Saygınlığı bulunan bir insanın cesedinden
yemeyi caiz gördüğümüz durumda bunu pişirmek ve kızartmak caiz olmaz; çünkü
bunu yapmak ölünün saygınlığını [tamamen] zedeler. Bunun dışındaki ölülerde ise
zorda kalan kişi eti çiğ olarak yemek ile pişirerek veya kızartarak yemek
seçeneklerinden dilediğini seçebilir.
79. [Açlıktan zorda
kalan] kişi mürted olan bir şah sı öldürüp yiyebilir ve yine yetişkin harbı bir
şahsı öldürüp yiyebilir; çünkü bu ikisi [mürted ve harbı] can dokunulmazlığına
sahip değildir.
80. Yine [açlıktan zorda
kalan kişi] -devlet başkanı ölüm cezasının uygulanmasına izin vermemiş olsa
bile- muhsan olup da zina eden, eşkıyalık suçu işleyen, namazı terk eden,
kendisine kısas yoluyla ölüm cezası uygulanması gereken bir kimseyi
öldürebilir; çünkü bunların öldürülmesi hak olmuştur. Devlet başkanının izni
zaruret durumu dışında ona karşı olan saygı gereği dikkate alınır. Zaruret 6
durumunda ise herhangi bir edebe riayet etme yükümlülüğü söz konusu değildir.
81. Zorda kalan kişi
zımmı, müste'men, anlaşmalı gayr-i müslim, harbı erkek ve kadının çocuğunu
öldüremez; çünkü bunları öldürmek haramdır.
[Bu konuda Nevevi, Rafil'
den farklı bir görüş ileri sürerek şöyle demiştir:]
Ben [Nevevi] derim ki:
"Daha doğru görüşe göre kişi, yemek için harbı olan çocuk ve kadını
öldürebilir. Allah en iyisini bilir." Çünkü bu ikisi can dokunulmazlığına
sahip değildir.
Zaruret durumu dışında
bu ikisinin öldürülmesinin yasak olması bunların saygınlığı sebebiyle değil
ganimette hakkı olanların hakkı sebebiyledir. Bu sebeple bu ikisini öldürme
sebebiyle keffaret de gerekli olmaz.
Not: Ehl-i harbin akıl hastaları, köleleri ve çift
cinsiyetlilerinin hükmü de tıpkı çocuklarının hükmü gibidir.
İzzeddin bin Abdüsselam
şöyle demiştir: "Zorda kalan kişi harbılerden olan bir yetişkin bir de
çocuk bulsa çocuğa dokunmaz, yetişkin olan şahsı yer. Çünkü çocuğu yemesinde
malı zayi etmek söz konusudur. Ayrıca hakiki küfür, hükmı küfürden daha öte bir
durumdur. "
Bu ifade, bunu yapmayı
gerekli kılmaktadır. Öyleyse bu durum, alimlerin "yemek için harbı çocuğu
öldürmenin caiz olduğu" şeklindeki mutlak ifadelerinden istisna
edilmelidir.
Çocuğa benzetilen diğer
kişiler hakkında da aynı şey söylenir. Bulkini şöyle demiştir: "Bunun
mübah olduğu durum bizim çocuk, kadın vb. şahıslara el koymadığımız durumdur.
Şayet el koymuşsak onlar
can dokunulmazlığına sahip köleler hükmünde olduğundan ganimette hakkı
bulunanların hakkı sebebiyle onları öldürmek kesinlikle caiz olmaz."
82. Zor durumda olan bir
kimse ortada olmayan bir şahsın yiyeceğini bulsa -isterse bu yiyecek koruma
altına alınmamış olsun- bu yiyecekten başka da bir şey bulamasa hayatta kalmak
için onu yer. Ortada olmayan şahsın o malda hakkı bulunduğu için onu yiyen
kişi, yediği şey kıyemı
[mütekavvim] bir mal ise kıymetini ödeyerek, misli bir mal ise mislini ödeyerek
onu tazmin eder. Bu kişi yediğinin bedelini ödeyebilecek durumda olsun aciz olsun
fark etmez; çünkü zimmetler, mallar yerine geçer. Alimlerin "su"
meselesinde zikrettikleri üzere mislı malın [şehirde değil de] açıkalandaki
değeri esas alınır. Zerkeşi buna "malını vermekten kaçınan kimse"
hakkında dikkat çekmiştir.
83. Çocuk ve delinin
velisi ortada bulunmadığında bu ikisinin malının hükmü, gaibin malının hükmü
gibidir. Şayet veli mevcut ise onun çocuk ve akıl hastasının malı üzerindeki
durumu tam ehliyetli kişinin durumu gibidir.
Not: Yemenin gerekli olup olmadığı ve yenilecek miktar
konusunda yukarıda geçen görüş ayrılığı burada da geçerlidir. Bulkın! şunu
istisna etmiştir: Gaip olan şahıs da zorda kalmış ve yakında gelmesi bekleniyor
ise diğer şahıs onun yiyeceğini yiyemez.
84. Kişi, zor durumda
kalmış olan ve hazır olan bir şahsın yiyeceğini bulsa, diğer şahsın
ihtiyacından geriye herhangi bir şey artmıyorsa bunu vermek zorunda değildir,
bu yiyecek üzerinde en fazla hak sahibi olan odur. Bunun delili "[infak
etmeye] önce kendinden başla" hadisidir.(Buhari, Zekat, 1360; Müslim,
Zekat, 2310)
Ayrıca kişi hayatta
kalmak için bunu yapar. Şayet yiyecek maddesine sahip olmayan kişi, peygamber
ise o istemese de yiyecek sahibinin bunu vermesi gerekir. Bu durum Hz. İsa veya
-hayatta oldUğU ve peygamber olduğu görüşü kabul edilirse- Hz. Hızır zamanında
düşünülebilir.
85. Zorda kalmış bir
kimsenin elinde ölmüş bir hayvan bulunsa, tıpkı diğer mübah şeylerde olduğu
gibi bu hayvan konusunda da o, başka bir zorda kalmış şahsa göre öncelik
sahibidir. Ancak Kadı Hüseyin fetvalarında buna aykırı görüş belirterek
"bunun üzerinde zilyetlik sabit olmadığından o kişi ölmüş hayvan üzerinde
daha fazla hak sahibi değildir" demiştir.
Not: Burada kastedilen "hayatta kalacak
miktardan fazla olan kısım" mıdır yoksa "doyduktan sonra artan
kısım" mıdır? ZerkeşI'nin de belirttiği üzere her iki kişinin de hayatta
kalmasını sağlamak üzere zahir olan ilk görüşün tercih edilmesidir.
Bir kimse açlıktan zor
duruma düşmüş iki kişi bulsa ve kendisinde bunların birine yetecek kadar
yiyecek olsa, her iki şahıs da zorunluluk hali, bu şahsa yakınlık ve iyi bir
kimse olma bakımından birbirine eşit olsalar hüküm ne olur? İzzeddin bin
Abdüsselam şöyle demiştir: "Bu şahsın bu ikisinden dilediğini seçmesi de
yiyeceği ikisine taksim etmesi de ihtimal dahilindedir." İkincisi daha
uygundur. Şayet birisi bu şahsın babası veya yakını yahut Allah dostu olduğu
için yahut adaletli devlet başkanı olduğu için daha öncelikli ise o zaman
faziletli olanı diğerine üstün tutar.
Zorda kalan iki şahıs
birbirine eşit olsa, üçüncü şahsın elinde bir ekmek bulunsa bunlardan birine bu
ekmeği vermesi halinde o şahıs bir gün yaşayacak durumda olsa, taksim etmesi
halinde ise her iki şahıs yarım gün yaşayacak olsa ne olur? İzzeddin bin
Abdüsselam, bu durumda tercihe şayan olanın ekmeği o ikisine taksim etmek
olduğunu, yalnızca birine vermesinin caiz olmadığını söylemiştir.
86. Kişi bu durumda iken
zorda kalmış Müslüman ve can dokunulmazlığı bulunan bir kimseyi kendisine
tercih etse [ve yiyeceğini ona verse] bu caiz olur. Hatta -o yiyecekte kendisi
öncelik sahibi olsa bile- böyle yapması Ravdatü't-talibin'de belirtildiğine
göre sünnettir. Çünkü Yüce Allah, "kendilerinde açlık bile olsalar
kardeşlerini kendilerine tercih ederler" [el-Haşr, 9] buyurmuştur. Bu,
salih leri n özelliklerindendir.
"Müslüman"
ifadesi kafiri ve hayvanı dışarıda bırakmaktadır.
"Can dokunulmazlığı
bulunan" ifadesi, ölüm cezasını hak eden kimseyi dışarıda bırakmaktadır.
Kişinin böyle şahıslara karşı kendisini öncelemesi gerekir.
87. Kendisi zorda
kalmamış bir kimse, açlıktan zor durumda kalan, can dokunulmazlığı bulunan
Müslüman veya zımmı yahut antlaşmalı bir kimse görse elindeki yiyeceği ona
yedirmesi gerekir. Daha doğru görüşe göre ileride bu yiyeceğe ihtiyaç duyacak
olsa bile şu an var olan zorunluluk sebebiyle bunu yapması gerekir. Harbı gibi
can dokunulmazlığı bulunmayan kimsenin durumu ise farklıdır.
Not: Bir kimsenin elinde [hayvana verilebilecek]
yiyecek varsa bu hayvan başkasına ait olsa bile şayet dokunulmazlığı bulunan
bir hayvan ise yiyeceği ona yedirmesi gerekir.
Ancak saldırgan köpek
gibi [can dokunulmazlığı bulunmayan] bir hayvan ise o zaman yiyeceği yedirmesi
gerekmez.
Kişi, yararlanması mübah
olan bir köpeğe ve bir de koyuna sahip olsa, köpek aç olsa, köpeği doyurmak
için koyunu kesmesi gerekir. Bu koyunu insanın yemesi de helaldir; çünkü
yenilsin diye kesilmiştir. Zorda kalan kişinin yiyecek sahibinden veya [bu kişi
velayet altındaysa] velisinden o yiyeceği almak için izin istemesi gerekir.
88. An itibarıyla
açlıktan zorda kalmamış olan şahıs veya velisi elindeki yiyeceği bir bedel
karşılığında zorda kalan ve can dokunulmazlığı bulunan kimseye vermekten
kaçınırlarsa bundan kaçınan kişi ileride o yiyeceğe ihtiyaç duyacak olsa bile
zorda kalan kişi yiyeceği karşı tarafı öldürmek suretiyle bile olsa zorla alma
hakkına sahiptir. Bununla birlikte -tıpkı saldırgan bir şahsa karşı kendini
savunmanın gerekli olmadığı gibi- yiyeceğin sahibi ile savaşması gerekmez.
Hatta bu daha da önceliklidir. Bu hüküm, tıpkı kendisine kıyas yapılan meselede
oldUğU gibi yiyecek sahibi Müslüman ise geçerlidir. Bunu Ezrai söylemiştir.
Ayrıca yiyecek sahibinin veya velisinin aklı ve dini [böyle zorda kalmış bir
kimse söz konusu olduğunda] yiyeceği ona vermeye yönlendirir. Bunu yapması
gereklidir.
Dolayısıyla bu işin ona
bırakılması caizdir. Zorda kalan kişinin, ölümden korkmadığı sürece yalnızca
kendi zaruret halini giderecek miktarda -yani hayatta kalacak kadar yiyecek
elde etmek için- karşı tarafla vuruşması caiz olur; çünkü zaruretler kendi
miktarlarınca takdir olunur.
89. Zorda kalan kişi
şayet diğer şahsı öldürecek olursa ona kısas uygulanmaz, kendisinden diyet de
alınmaz. Yiyeceği vermeyi istemeyen kişi zorda kalan şahsı öldürürse ona kısas
uygulanır; çünkü zorda kalan kişi haksız bir fiilde bulunmadığı halde diğeri
haksız fiilde bulunmuştur.
90. Zorda kalan kişi
yiyeceği diğer şahıstan alamaz da açlıktan ölürse yiyeceği vermeyen kişi
tazminle yükümlü olmaz; çünkü kendisinden öldürücü bir fiil meydana
gelmemiştir. Ancak bu şahıs günaha girmiş olur.
Not: Nevevi'nin ifadesi, öldürme pahasına da olsa
zımmınin Müslümanın elindeki yiyeceği zorla alabilmesini gerektirmekte ise de
bu kastedilmemiştir. Bu sebeple Şarih Celaleddin el-Mahallı şöyle demiştir:
"Ancak yiyeceğin sahibi Müslüman olur da zorda kalan kişi gayri müslim
olursa o başka." Yani bu durumda gayri müslimin Müslümandan yiyeceği zorla
alması ve [vermemesi halinde] Müslümanı öldürmesi caiz değildir. Şayet
öldürürse tazminle yükümlü olur; çünkü kafirin, Müslüman olan şahsın ölüsüne
ilişmesine müsaade edilmediğine göre dirisine ilişmesine hiçbir şekilde müsaade
edilmez. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah, kafirler için
müminler aleyhine bir yol vermeyecektir." [Nisa, 141]
Nevevi'nin zikrettiği
hüküm yalnızca yemek yedirmekle ilgili olmayıp sıcaktan veya soğuktan ölmekten
korkma durumunda da söz konusudur. Bu durumda zorda kalan kişide yoksa onun
elbise sahibi olan şahıstan elbisesini alması gerekir. Bu, et-Tehzlb'te yer
almaktadır.
91. Yiyecek sahibi veya onun
velisinin zorda kalan şah sa yiyeceği -şayet bedel hazır ise- peşin bedel
karşılığında -şayet bedel hazır değilse- vadeli bedel karşılığında vermesi
gerekir. Doğru görüşe göre yiyecek sahibinin [veya velisinin] elindeki yiyeceği
karşılıksız olarak veya emsal bedelinin altında vermesi gerekmez. Çünkü zarar,
zararla giderilmez.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden
anlaşıldığına göre zorda kalan kişinin malı hazır olmadığında yiyecek sahibinin
ona yiyeceğini vadeli olarak satması gerekir. Oysa bu kastedilmemiştir. Yiyecek
sahibi peşin bedelle de satabilir, şu var ki karşı tarafın elinde bedel mevcut
değilken bunu talep edemez. Bu durumda iken peşin satmasının yararı, karşı
tarafın ödeme gücüne kavuştuğu anda bedeli ondan talep edebilmektir.
Zorda kalan kişinin
yiyeceği emsal bedelinden daha pahalıya satın alması gerekmez.
Değerinden daha fazlaya
satın almış olmamak için fasid bir satım akdi ile elde ederek bile olsa o
yiyeceği satın alma konusunda hile yoluna başvurması gerekir. Mesela karşı
tarafa "bu yiyeceği bir bedel karşılığında bana bağışla" gibi bir
ifade kullanır. Şayet emsal bedelinden daha fazlaya satın alırsa, bu fazlalık
insanların aldanmaları normal karşılanacak bir miktar bile olsa onu ödemesi
gerekli olur. Satın almada aldatılmış olsa veya karşı taraftan bunu zorla
almaktan aciz olsa bile hüküm böyledir; çünkü [yiyeceği satın alarak] borcu
kendi isteğiyle üstlenmiştir. Bu sebeple o, sanki yiyeceği emsal bedelle satın
almış gibidir.
Yiyecek sahibi,
yiyeceğini bedelsiz olarak bağışlarsa zorda kalanın bunu kabul etmesi gerekir.
Şayet o mekan ve zamandaki emsal bedel karşılığında yahut insanların
aldanabileceği miktarda bir fazlalıkla bağışlarsa zorda olan kişinin de bu
miktar parası varsa yahut borcunu üstlenerek satın almaya karşı taraf razı
olursa yiyeceği satın alması gerekir. Hatta üzerindeki elbise karşılğında bile
olsa yiyeceği satın alması gerekir, kendisi namazını çıplak olarak kılar. Ancak
soğuktan ölmekten korkuyorsa o zaman elbisesi karşılığında satın almaz.
92. Yiyecek sahibi,
yiyeceğini zorda kalan kişiye yedirse ancak herhangi bir bedelden söz etmeyip
sessiz kalsa [bu durumda yiyecek için bedel ödenmesi gerekir mi? Bu konuda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
bedel ödenmez. Bu hareket, adete göre -özellikle de zorda kalan kişiye-
yiyeceği bağışlama konusunda müsamaha göstermiş olma şeklinde yorumlanır.
İkinci görüş
Zorda kalan kişi
yiyeceğin bedelini ödemekle yükümlü olur; çünkü diğer şahıs onu ölmekten
kurtarmıştır.
Not: Görüş ayrılığı, yiyecek sahibinin yiyeceğin
yenilmesine izin verdiğini açıkça ifade etmemesi halinde söz konusudur. Bulkın!
şöyle demiştir: Yine yiyecek sahibinin yiyeceği bağışladığına dair bir karine
bulunursa veya iki taraf bu konuda karşılıklı olarak birbirinin sözünü
doğrularsa o zaman kesin olarak bedel ödemek gerekli olmaz.
93. Yukarıdaki ilk görüş
esas alındığında iki taraf, yiyeceğin bedelini zorda kalan şahsın üstlenip
üstlenmediği konusunda ihtilaf etseler, yiyecek sahibi "ben yiyeceği sana
bedel karşılığında yedirdim" dediği halde diğer şahıs "bedelsiz
yedirdin" dese yeminle birlikte yiyecek sahibinin sözü kabul edilir; çünkü
o, malını karşı tarafa nasıl verdiğini en iyi bilendir.
94. Suya düşmek,
yangının içinde kalmak vb. ölüm tehlikesi içinde bulunan şahısları bu durumdan
kurtaran kişi bu kurtarma sebebiyle herhangi bir ücret almayı hak etmez; çünkü
vakit, ücret belirlenemeyecek kadar dardır. Şayet vakit ücreti belirleyebilecek
kadar geniş olursa ücretsiz olarak kurtarması gerekmez.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Daha önce geçtiği üzere yiyecek sahibinin, elindeki yiyeceği
bedelsiz olarak zorda kalan şahsa vermesi gerekmez. Bu durumda -tıpkı buradaki
meselede olduğu gibi- vaktin dar olması halinde bedelin gerekmediği yahut
mutlak olarak bir bedel karşılığı verilmesi gerektiği şeklinde bir ayrım
yapılabilir mi?
Bu konuda bir görüş
ayrılığı söz konusudur. eş-Şamil yazarı alimlerimizden ilk görüşü aktarmıştır.
Ezrai "doğru olan budur" demiştir. Kadı Ebu't-Tayyib ve başkalarının
belirttiğine ve Asfuni ve Hicazı'nin de Ravdatü't-talibin'e dayanarak
yaptıkları özete göre ikinci görüş esas alınır. Zahir olan da budur.
Arada şu fark vardır:
Zorda kalan kişiye yemek yedirme durumunda bir mal harcama söz konusudur. Kişi,
kendi malını karşılıksız olarak harcamakla yükümlü tutulamaz. Ölüm tehlikesi
içinde bulunan kişiyi kurtarmak ise böyle değildir.
95. Yiyeceğin sahibi,
zorda kalan kişiye yiyeceği onun boğazından zorla yuttursa veya baygın iken
kendisine zorla içirse [bile] yiyeceğin bedelinin ödenmesi gerekir; çünkü
yiyecek sahibi bunu bedelsiz olarak yapmamıştır. Tersine bu durumda karşı
tarafın hayatta kalması için yiyecek sahibinin bunu yedirmesi gerekir. Ayrıca
bunda, yiyecek sahibini böyle bir şeyi yapmaya teşvik vardır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Metinde geçtiğine göre kişi elindeki yiyeceği zorda kalmış
kişiye yedirse ve herhangi bir bedel zikretmese bedel alamaz. Kadı Ebu't-Tayyib
ve başkalarının belirttği üzere hüküm burada da böyle olmalıdır.
Buna şöyle cevap
verilmiştir: Burada bir zorunluluk hali söz konusu olduğundan yiyecek sahibi
kişi bu şekilde davranmaya [yani bedel almamaya] teşvik edilmiştir.
96. [Yiyecek bir şey
bulamayıp] zorda kalmış olan kişi;
> Ölmüş bir hayvan ve
o an orada bulunmayan bir şah sa ait yiyecek maddesi bulsa,
> Veya ihramda olup
zorda kalmış olan kişi kesecek helal bir hayvan bulamasa "ölmüş bir
hayvan" ve "yenilebilir ve bOğazlanmamış olan av hayvanı" bulsa,
[hüküm ne olur? Bu konuda üç rivayet bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
rivayete göre [her iki durumda da] ölmüş hayvanı yemesi gerekir.
İlk durumda bunun böyle
olmasının sebebi şudur: Ölmüş hayvanın zorda kalan kişi için mübah olduğu nass
tarafından belirtilmiştir. Zorda kalan kişinin başkasına ait malı yiyebileceği
ise ictihadla sabittir. Nas, ictihaddan daha güçlüdür. Ayrıca Allah hakkı
konusunda [kul hakkına göre] daha esnek davranılır.
İkinci durumda hükmün
böyle olmasının sebebi şudur: Av hayvanını yeme durumunda hem onu bOğazlama hem
de yeme haramı söz konusudur. Ölmüş hayvanı yemede ise bir tane haram söz
konusudur. Haramlığı hafif olanı tercih etmek daha uygundur.
İkinci rivayet
Zorda kalan kişi, [ölmüş
hayvanı yemez. İlk durumda] başkasına ait yiyeceği [ikinci durumda ise] av hayvanını
yer.
Üçüncü rivayet
Her iki durumda da zorda
kalan kişi seçim hakkına sahiptir. Çünkü ilki [ölmüş hayvan] necistir,
yenilmesi halinde tazminat söz konusu olmaz. İkincisi ise temizdir ama yemesi
halinde tazmin gerekir.
97. İlk durumla ilgili olarak
görüş ayrılığı mezhepteki alimler arasındadır. İhtilafın İmam ŞafiI'ye ait
birden fazla görüş arasında, İmam ŞafiI'ye ait iki görüş arasında, İmam
ŞafiI'nin bir görüşü ile mezhep içindeki görüş arasında olduğu da söylenmiştir.
98. Bu meselede ilk görüşü
tek görüş olarak belirten bir rivayet de bulunmaktadır. Bu rivayet, ihramlı
kişinin kesmiş olduğu hayvanın ölü hayvan gibi kabul edilmesi görüşüne
dayalıdır.
99. Yiyecek sahibi
mevcut olup da yiyeceği satmaktan kaçınırsa veya insanların aldanabileceği
miktarın ötesinde bir fiyattan başkasına satmaya razı olmazsa ilk durumda
kişinin ölmüş hayvanı yemesi gerekli olur. İkinci durumda ise ölmüş hayvanı
yemesi caiz olmakla birlikte şayet gücü yetiyorsa bu bedelle yiyecek maddesini
satın alması sünnettir.
Not: 1.
el-Kifaye'de belirtHdiğine göre harem bölgesinin avı da bu konuda ölmüş hayvan
gibidir. İhramlı olan kişi av hayvanını boğazlasa veya ihramlı olmayan kişi
harem bölgesindeki av hayvanını boğazlasa ve hayvan "ölmüş hayvan /
leş" durumuna düşse, zorda kalan kişi bununla ölmüş hayvanı yemek arasında
seçim hakkına sahip olur; çünkü her ikisi de leştir, tercihi gerektiren bir
durum yoktur. Diğer ölmüş hayvanlar gibi bunun eti için de bedel ödenmez.
2. Av hayvanı ve
başkasına ait yiyecek bulunduğunda zorda kalan kişinin ne yapacağı konusunda
mezhep içinde birden fazla görüş vardır.
Birinci görüş: Zahir
olanına göre av hayvanını yemesi gerekir; çünkü Allah hakkı konusunda
müsamahalı davranılır.
İkinci görüş: Yiyecek
maddesini yemesi tek seçenektir.
Üçüncü görüş: İkisinden
dilediğini seçer.
3. Hasta bir kimse
kendisine veya başkasına ait bir yiyecek maddesi bulmakla birlikte onu yemesi
kendisine -velev ki hastalığını arttır ma şeklinde bile olsa- zarar veriyor
olsa, bu yiyeceği yemeyip ölmüş hayvan yiyebilir.
4. Susuz kalmış olan
kişi necis su bile bulamamışsa idrar içebilir. Necis su bulmuşsa idrar içemez;
çünkü necis suyun necisliği sonradan meydana geldiğinden [aslen necis olan]
idrara göre daha hafif bir necasettir.
100. [Açlıktan ölme tehlikesi
içinde kalmış olan kişi, kendi bedeninden bir parçayı koparıp yiyebilir mi? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre,
zorda kalan kişi yiyecek hiçbir şey bulamadığında kendi bedeninden bir parçayı
-mesela uyluğundan bir bölümü- yemek için koparması helal değildir. Çünkü böyle
yapması ölmesine yol açabilir.
İkinci görüş
Nevevi, Rafii'nin
eş-Şerhu'l-kebir adlı eserinden almak suretiyle şu görüşü ileri sürmüştür:
"Daha doğru görüşe göre bunu yapması caizdir." Çünkü bu, bedeninin
bütünü hayatta kalsın diye bir kısmını telef etmek olup kangren sebebiyle elin
kesilmesine benzer.
Bunun caiz olmasının iki
şartı vardır:
a) Ölmüş hayvan veya
yukarıda geçen diğer yiyeceklerden hiçbirinin olmaması gerekir.
b) Vücudundan bir parça
koparması durumundaki ölüm tehlikesi, yemeyi terk etmesi halindeki ölüm
tehlikesinden daha az olmalıdır. Şayet her iki tehlike eşit ise veya koparma
durumundaki tehlike daha büyük ise bunu yapması kesin olarak haram olur.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Daha önce, bedendeki ur'un koparılması konusunda şu hüküm
geçmişti: "İki tehlike birbirine eşit olduğunda kişinin bunu yapması caiz
olur." Burada da böyle olmalıdır.
Buna şöyle cevap verilir:
Ur, bedendeki fazlalıktır. Bunun koparılması bir yandan bedeni çirkinleştiren
şeyin giderilmesi anlamına gelirken diğer yandan bununla kişinin şifaya
kavuşması ve hayatını devam ettirmesi ümit edilmektedir. Bu yüzden bu, tedavi
amaçlı bir fiildir. Buradaki ise böyle değildir; çünkü bedenden normal bir
parçanın koparılmasında bedeni ifsad etmek ve bünyesini değiştirmek söz
konusudur. Bu, tedavi amaçlı yapılan bir fiil değildir. Bu sebeple Bulkini,
burada kesilecek yere ilişkin "zarar vermeksizin kesilmesi caiz
olmayan" şeklinde kayıtlamıştır. Şayet ur ve kangren olan el gibi
kesilmesi caiz olan bir organ ise zarar verme durumu söz konusu olsa bile
bunların kesilmesi kesin olarak caiz olur.
101. Kişinin, zorda
kalan başka bir kimse için kendi bedeninden bir parçayı koparması kesin olarak
haramdır; çünkü başkası için kendi bedeninden bir parça koparma durumunda
"bedenin bütününü hayatta bırakmak için bir bölümünü koparmak" söz
konusu değildir.
Not: Bu hüküm, şayet o başkası peygamber değilse
söz konusudur. Şayet başka şahıs peygamber ise o zaman kişinin bedeninden bir
parçayı [onun açlıktan ölmemesi için] kesmesi haram olmaz, hatta farz olur.
102. Yukarıda
belirttiğimiz gerekçe sebebiyle zorda kalan kişnin can dokunulmazlığı bulunan
bir hayvandan bir parça kesmesi de haramdır.
Yiyeceklere İlişkin Son
Hükümler
Mübah olan yiyecekleri
yeme konusunda lüksü terk etmek müstehaptır; çünkü yeme konusunda lükse kaçmak
selefin ahlakından değildir. Bu hüküm, misafir ağırlamak, aşura gününde ve iki
bayramda aileye geniş imkanlar sağlamak gibi bir ihtiyacın söz konusu olmadığı
zamanlara özgüdür. Belirtilen durumda da kişi bununla övünmeyi, çokluk
gösterisi yapmayı kastetmemiş olmalı, misafirinin ve ailesinin gönlünü hoş
tutmayı, onların istediği şeyleri yeme konusunda ihtiyaçlarını gidermeyi
amaçlamalıdır.
Nefse arzuladığı mübah
şeyleri verme konusunda Maverdl'nin naklettiği farklı görüşler söz konusudur.
Bunlardan birisi nefis
azgınlaşmasın diye arzuladığı şeyleri nefse vermemek ve nefsi boyunduruk altına
almaktır.
Bir diğeri ise nefsin
dinç olması ve ruhanı konulara şevkle yönelmesi için arzuladığı şeyleri ona
vermektir.
Maverdi bu ikisini
belirttikten sonra şöyle demiştir: "En uygun olanı bu konuda orta yolu
tutmaktır. Çünkü nefse her istediğini vermek onun boyunduruğu altına girmektir.
Nefsi bütün arzularından men etmek tembelliğe sevk eder. "
Yiyeceklerden tatlı
olanları yemek, yemeğe uzanan ellerin çok olması, misafire ikramda bulunmak,
yemek yerken güzel şeylerden söz etmek sünnettir.
Az yemek sünnettir.
Şayet yiyecek başkasına
ait ise onu kötülemek diğer şahsı [incitip] zarar vereceğinden mekruhtur.
Kendisine ait ise bunda bir sakınca yoktur.
Kişinin kendisine ait
olan helal yiyeceği doyduktan sonra yemesi mekruhtur. Kendisini misafir eden
şahsa ait olan yiyeceğe gelince; şayet misafir, yiyecek sahibinin buna razı
olduğunu biliyorsa doyduktan sonra yemesi mekruh olur. Aksi taktirde -velime
konusunda geçtiği üzere- haram olur.
Kişinin yemek kabının
kendisine yakın olan bölümünden yemesi sünnettir. Kendisine uzak olan
bölümünden veya ortasından yemesi mekruhtur. Kişinin yemek yedikten sonra şu
şekilde hamd etmesi sünnettir: "Allah'a çok, güzel [ihlaslı] ve bereketli
bir hamd ile hamdederim. "
Buharl'de rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), yemek sofrası kaldırılırken şöyle dua
ederdi(Buhari, Et'ime, 5458):
"Allah'a güzel
[ihlash], mübarek, reddedilmeyen, nankörlük edilmeyen, terk edilmeyen, müstağni
olunmayan bir hamd ile hamd ederim ey Rabbimiz!"
Ebu Davud'un sahih bir
senede rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şey yiyip içtiğinde şu
şekilde dua ederdi:
"Yediren, içiren,
boğazımızdan geçiren [yutturan] ve çıkması için bir yol yaratan Allah'a hamd
olsun. "(Ebu Davud, Et'ime, 3851)
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ
LİNK’E TIKLAYIN