Ana sayfa

 

SEVBAN R.A. :

 

Eshâb-ı kirâmdan, ismi Sevban, künyesi Ebû Abdullah idi. Yemenli Hakemi bin Sa’d bin Himyer’in

kölesiydi. Peygamber efendimiz satın alıp, âzad etmiştir. Doğum yeri Yemen olarak bilinmekte ise de,

doğum târihi ve vefâtında kaç yaşında olduğu bilinmemektedir.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) kendisini âzad ettiği vakit, “Seni âzad ettim, amma yine gönlümüz beraberdir.

Sen bizim ehli beytimizden sayılıyorsun.” buyurmuştu. O da Peygamber efendimizin hizmetinden

hiç ayrılmamış, hazarda-seferde beraber olmuştu. Peygamberimize ve ailesine hizmet etmeyi her

şeye tercih etmişti. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) vefâtından sonra, Medine’de duramadı. Bir kaç gün sonra

Medine’den ayrılarak Remle’ye gitti. Orada yerleşti Hz. Ömer’in hilafeti zamanında, Mısır’ın fethine katıldı.

Mısır’ın fethinden sonra tekrar Remle’ye döndü. Daha sonra Humus’a gitti ve orada ev yaptırıp yerleşti

ve hicretin 54 (m. 675) senesinde Humus’ta vefât etti.

Hz. Sevban, Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) her zaman yanında hazır bulunup, hizmet edenlerdendi. Bu

bakımdan, Peygamber efendimizden (s.a.v.) pek çok istifade etmiş ve ilim bakımından pek yüksek bir

dereceye kavuşmuştur. Nitekim 124 veya 127 hadîs rivâyet etmişti. En çok hadîs-i şerîf ezberleyip neşredenler

arasına girmişti. Hadîsleri iyi ezberlerdi. Ezberlediği hadîsleri yaymayı farz bilirdi. Halk, hadîs

ilmindeki derecesini bildiklerinden, daima ondan hadîs-i şerîf sorar öğrenirlerdi. Bir gün müslümanlar

kendisinden bir hadîs-i şerîf nakletmesini rica edince, dedi ki: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir

müslüman Cenabı Hak’ka bir secde ederse, Cenabı Hak onun makamını bir derece yükseltir ve

günahlarını affeder.”

Eshâb-ı Suffa’dan olan Sevban (r.a.), Resûl-i ekremden sonraki, ilim fazîlet ve fetva sahibi kimseler

arasında sayılmaktadır. Geniş bir ders halkası ve talebeleri vardı. Ma’dan bin Talha, Raşid bin Saad,

Cüheyz bin Nadir, Abdurrahman bin Ganem, Ebû İdris Havlânî onun derslerinden istifade edenlerin

başlıcalarındandır. Hz. Sevban, Resûl-i ekreme, hizmet ve ta’zîmde öyle bir derecede idi ki,

müslümanlar bunu kelimelerle izah etmekte aciz kalırlardı. Resûl-i ekreme (s.a.v.) olan bu sevgi ve bağlılığından

dolayı defalarca zarar görmüş hatta yaralanmıştı. Bir gün bir yahudi gelerek, Resûl-i ekreme

“Esselâmü Aleyke Yâ Muhammed!” demişti. Orada bulunan Hz. Sevban, Niçin “Yâ Resûlallah!” demedi

diye Yahudiyle döğüşmüş ve yaralanmıştı. Hz. Sevban, “Peygamberimizin, kuru kuru ismini söylemeyi

günâh kabul ederim.” derdi.

Peygambere hürmet ve ta’zîm, müslümanlar üzerine çok dikkat etmeleri gereken bir vazifedir. Hz.

Sevban, Resûl-i ekremin (s.a.v.) daha önceleri satın alınan kölesi olduğu için değil, Resûlullah olduğu

için O’na hürmet ederdi. Nitekim bir gün Hz. Sevban, Resûl-i ekremin yüzüne öyle bir baktı ki, onun bu

bakışını gören Hz. Peygamber, hemen Hz. Sevban’a hitaben: “Yâ Sevban, nedir bu hâlin? Bir yerin

mi ağrıyor, yoksa sana bir hastalık mı ârız oldu?” buyurarak durumunu sordu. Hz. Sevban da: “Anam

babam sana fedâ olsun Yâ Resûlallah! Hiç bir yerim ağrımıyor, hiç hastalığım yoktur. Siz, Makâm-ı

mahmûd sahibisiniz. Mertebe-i nübüvvetiniz pek âlîdir. Ben Cennete girsem, kullar arasında olacağım

için sizin sohbetinizde bulunamayacağım. Eğer giremezsem, sizi ebediyyen görmekten mahrum olacağım.

İşte bu korku beni perişan etti.” meâlinde cevap verdi. Bunun üzerine Nisâ sûresinin 69-70. âyet-i

kerîmeleri nâzil oldu. “Allahü teâlâ ve Peygamberlere itâat edenler, işte bunlar, Allahü teâlâ’nın

kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle beraberdir.

Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!”

“İşte itâatkârlara yapılan bu ihsan Allahü teâlâ’dandır. Her şeyi bilici olarak Allahü teâlâ kâfidir.”

Bu âyetleri duyan Hz. Sevban sevincinden uçacak gibi oldu.

Hz. Sevban, Peygamber efendimizin (s.a.v.) söz ve emirlerini bütün gönlüyle, pür dikkat dinler ve

bunlara titizlikle uyardı. Bir defa Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Sevban’a (r.a.): “Kimseden bir şey isteme ve sual

sorma!” diye buyurmuşlardır. Bundan sonra, Hz. Sevban ömrünün sonuna kadar kimseden bir şey istememiş

ve kimseden bir şey sormamıştı. Hatta son zamanlarında, atına binmek veya atından inmek hususunda

kendisine yardım etmek isterler, o reddederdi.

Humus’ta ikamet ettiği sıralarda bir gün hastalanmıştı. Halk akın akın ziyâretine gelip, elini öpüyordu.

Bu sırada Vali Abdullah bin Kanat’ta ziyâretine gelerek şaka yolla Hz. Sevban’a sordu: “Sen Hz.

Mûsâ yahut Hz. Îsâ’nın kölesi olsaydın ne olurdu?” Bu sualden canı sıkılan Hz. Sevban, sıkıldığını belli

etmeden kendisi de şaka yollu “Senin gibi bir vali, benim gibi bir kölenin ziyâretine gelmezdi.” demişti.

Hz. Sevban, çok sâdık, Peygamberimize candan bağlı, fazîlet yönünden örnek bir Sahâbî idi.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Üsüd-ül-gâbe cild-1, sh-249

2) El-İstiâb cild-1, sh-81

3) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-5, sh-276

4) Ebû Dâvûd cild-1, sh-237

5) Tehzîb-üt-tehzîb cild-2, sh-31