FİİL-İ
SÜNNET
SUNNE
– SUNNETU’L-Fİ’İLİYYE – SUNNETU’L-KAVLİYYE – SUNNTU’N-NEBEVİYYE –
SUNNETU’T-TAKRİRİYYE – TAKRİRİ SÜNNET
SÜNNET :
Sözlükte yol, usul, adet,
iyi ve kötü bir kimsenin gidişatı, alışkanlık hahine getirdiği davranışları
manasınadır. Kelimenin alındığı “senne” kök fiili, esas itibariyle bir çığır
açmak, iyi veya kötü bir yol tutmak anlamını verir. Kur'ân-ı Kerim'deki
“Sunnetu'l-evvelîn” (önceliklerin sünneti) bu manayadır. Sunnetullah (Allah'ın
sünneti) ise hükmü, emir ve nehiyleri, kainatın idaresi için koyduğu fizik
kanunlar demektir. Sünnet kelimesinin çoğulu sünen gelir.
Hadis İlminde Sünnet,
Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ve gerek
peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun,
ahlakî vasıflan ve siretidir. Bu tarif muhaddislerin tarifidir. Buna göre
sünnet hadisle eş manalıdır.
Fıkıh Usulü alimleri
sünneti, Hz. Peygamber'den Kur'ân-ı Kerim dışında sadır olan ve şer'i hükme
delil olabilecek nitelikte söz, fiil ve takrirler olarak tarif etmişlerdir.
Fıkıhcılara gelince onlara göre sünnet, farz veya vacip olmamak kaydiyle Hz.
Peygamber (s.a.s)'den sadır olduğu sabit olan şeylerdir.
Bu tariflerden en
şümullüsü muhaddislerin tarifidir. Onlara göre Hz. Peygamberle ilgili her
nakil, onun sünnetine dahildir. Dikkat edilirse bu tarif pratik hayatta
uygulama imkanı olmayan Hz. Peygamber'in fizyonomik özellikleri gibi bazı
konuları da kapsamaktadır. Fıkıh alimlerinin tarifinde ise hukukî değerin esas
alındığı dikkati çekmektedir.
Bütün bu açıklamalara
göre sünnet özetle, Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, peygamberlik hayatı
boyunca takip ettiği tutumu ve izlediği yoldur. Buna göre “şu iş sünnettir”
denildiği zaman onun, Hz. Peygamber'in söylediği bir sözle sabit olan iş olduğu
veya onun tarafından işilendiği veyahut yapılması emir ya da tavsiye edildiği,
veyahutta sahabîler tarafından yapılıp tasvip gördüğü anlaşılır. Mesela,
“Sehl b. Sa'd'dan Hz.
Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ben ve yetimi koruyan
kimse Cennette şöyle (yanyana) olacağız.” Hz. Peygamber bunları işaret ve orta
parmağını göstererek söyledi.”
“Enes (b. Malik r.a) dan
rivayet edildiğine göre demiştir ki, “Hz. Peygamber (s.a.s) her namaz için
(abdesti bozulmamış bile olsa) abdest alırdı.”
“Amr İbnu'l-As'tan
rivayet edilmiştir, demiştir ki “Zâti's-Selâsil Gazası sırasında soğuk bir gece
ihtilam oldum. Hasta düşer ölürüm korkusuyla boy abdesti almaktan çekindim.
Hemen teyemmüm ettim ve (yol) arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Olayı
(döndüğümüzde) Hz. Peygamber (s.a.s)'e haber verdiler. Bana
“Amr, dedi; cünup
olduğun halde arkadaşlarına namaz kıldırmışsın (öyle mi?)”
“Beni yıkanmaktan
alıkoyan sebebi kendisine haber verdim ve ben Allah'ın (Kur'ân-ı Kerim'de)
“Nefislerinize kıymayın.
Allah size karşı pek merhametlidir” buyurduğunu (sizden) işittim dedim. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi ve bir şey söylemedi.”
Misaller dikkatle incelenecek
olursa görülür ki ilkinde Hz. Peygamber yetimlere kucak açarak onları
büyütenlerin Cennet'te kendisiyle yan yana olacaklarını söylemiştir.
İkincisinde onun yaptığı bir iş haber verilmiştir. Sonucu-sunda ise sahabeden
birinin yaptığı bir işe bir şey söylemediği bildirilmiştir. Şu hale göre
yetimleri korumak, abdestli bile olsa her namaz için ayrı abdest almak,
hastalık tehlikesi söz konusu olduğunda teyemmüm etmek sünnettir.
Sünnet, konusunu teşkil eden
söz, fiil ve takrir itibariyle üç kısma ayrılır. Birincisi kavlî (sözle olan)
sünnettir ki es-Sunnetu'l-Kavliyye denir. Misalimizdeki gibi Hz. peygamber'e
ait sözlerden ibarettir. İkincisi fiilî sünnettir, es-Sııımetu'l-Fi'iliyye adı
verilir ve Hz. Pey-gamber'in fiillerinden ibarettir. Üçüncüsü ise takriri
sünnet (es-Sunnetu’t-Takrîriyye) adını alır ve Hz. Peygamber'in huzurunda veya
onun olmadığı yerde bir sahabî tarafından işlenip kendisine haber verildiğinde
bir şey söylemediği işlerdir.
Hz. Peygamber'in
sözleri, davranışları, hareketleri ve emir ve yasaklarından meydana gelen
sünnet İslâmiyetin ibadet, mu'amelât, helal-haram, ahlak ve diğer konularda
önemli bir hüküm verme vasıtası, kısacası Fıkhın Kur'ân-ı Kerim'den sonra
ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir hüküm bulunmayan
konularda sünnete başvurulur.
Öte yandan Kur'ân-ı
Kerim'deki hükümler mücmeldir. Yani kısa ve özlüdür. Sünnet bu hükümlerin nasıl
tatbik edileceğini açıklığa kavuşturur. Mesela, Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de
Mü’minlere hitaben “namaz kılınız, zekât veriniz” buyurmuştur. Ancak bu
ibadetlerin nasıl yapılacağım açıklamamıştır. Bunları açıklayan, nasıl
yapılacağını gösteren sünnettir. Bununla birlikte sünnet, Kur'ân-i Kerim'de
bulunmayan dinî hükümler koyar. Buna misal olarak da nikahlanması haram olan
kadınlar konusunda Kur'ân-ı Kerim'İn hükmüne ilave olarak bir kadınla teyzesi
veya halasını birlikte nikahlamanın haram kılınması; yırtıcı hayvanlardan köpek
dişlilerin, yırtıcı kuşlardan pençeli olanların ve tek tırnaklılardan eşeklerin
etinin yenmesinin haram olsu hükümleri verilebilir. Bunlar hakkındaki haram
hükmünü sünnet koymuştur. Dinî hüküm kaynağı olması dolayısiyle sünnet geniş
çapta vahye dayanmıştır. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in bir dini hüküm koyan
sünneti vahiy eseridir. Buna delâlet eden pek çok akli ve naklî deliller
vardır. Ancak işaret etmek gerekir ki, vahye dayanan sünnet, tabiî olarak
Kur'ân-ı Kerim'den farklıdır.
Bazı âlimler Hz.
Peygamber'in bütün yaptıklarının vahiy eseri olduğuna kanidirler. Buna karşılık
bazıları da kimi konularda kendi içtihadıyla hareket ettiği görüşündedirler.
Rivayetler onun bir dinî esas olabilecek hususlarda vahye dayandığını, dinî bir
husus söz kkonusu olmayan hususlarda ise kendi ictihadiyle hareket ettiğini gösterecek
nitelikte görülmüştür. Şayet her yaptığının vahiy eseri olduğu kabul edilirse o
takdirde günlük konuşmalarının bilhassa zelle tabir edilen görüşlerinde hata
etmesini, sahabîlerle istişare etmesi sonucu kendi görüşünden vaz geçmesi gibi
olayları vahye bağlamak icap eder. Bu ise imkansızdır. Şu hale göre dinî bir
esas vaz eden sünnetin vahye dayandığını söylemek daha uygun olacaktır.
Sünnette varid olan bir
husus eğer dinî bir hüküm getirmişse müslümanlann kayıtsız şartsız ona uymaları
gerekir. Şu ayet buna delalet eder:
“Allah ve Peygamberi bir
şeyi hükmettiği zaman ne erkek ne de kadın Mü’mine işlerinde başka yolu seçmek
yaraşmaz. Allah'a ve Peygamberine baş kaldıran şüphesiz açık bir şekilde
sapıtmış olur,” Ayrıca Yüce Allah birçok ayette Mü’minlere kendisine itaatten
sonra Hz. Peygamber'e itaati emretmiştir. Bu itibarla herhangi bir dinî konuda
Hz. Peygamber'in söylediklerinin aksine hareket etmek doğru değildir.