Cumartesi, 23 Rebiülahir 1446
Kucuk Cihaddan Buyuk Cihada Donuyoruz Sozunun Tahlili

“Küçük Cihaddan Büyük Cihada Dönüyoruz” Sözünün Tahlili

Tarihi boyunca cihadın karşı karşıya kaldığı en büyük musibet, büyük ve küçük cihad olarak ayrımının yapılmasıdır. Eskiden beri İslam düşmanları cihadın kendileri için arz ettiği tehlikeyi çok iyi biliyorlardı. Cihad baki kaldıkça kendilerinin batıllarıyla ve iğrençlikleri ile yaşayamayacaklarını, devletlerinin ,(güç, kuvvet ve otoritelerinin sarsılacağını, hegemonya ve despotlarının devrileceğini, ihtişam ve görkemlerinin de tehlike altında ) olacağını biliyorlardı. Ayrıca Müslümanların tek bir çağrıya uyarak tek bir yumruk olup, Allah’ın adıyla ve O’nun bereketiyle cihadı ilan ettiklerinde önlerinde hiçbir engelin duramayacağını da biliyorlardı. Çünkü Müslümanlar iki iyilikten birini istiyorlardı: “Ya şehadet ya zafer.” Şüphesiz Yüce Allah da onların yardımcısı olmaya devam edecektir ki bizler tüm bunları bu ümmetin selefinin tarihinden biliyoruz. Nitekim onlar yarım asırdan daha az bir zamanda bu duyguyla dünya küresinin yarısını fethetmişlerdir.

İşte buradan hareketle, İslam düşmanları rahat bir nefes alabilme adına Müslümanların genlerinde bulunan cihad mefhumunu ortadan silebilmek adına azami çaba sarfettiler. Varlıklarını tehdit eden, tarih boyunca uykularını kaçıran bu mefhumun önünü kesebilmek için birçok ajan ve müsteşrik birlikte gecelerini gündüzlerine kattılar, çözüm üretmeye çalıştılar. Hatta bu günümüze kadar devam edegeldi ki beraber yaşama adına uyum şartları(!) geliştirmelerinden daha da ilerisine, Kuran’daki cihad ayetlerinin çıkarıldığı “Furkan” adını verdikleri Kuran üretmeye kadar işi götürdü.

Onların planlarının en muhkemi, en başarılısı, amaçlarına en iyi şekilde hizmet ettirebilecekleri yöntem barışçıl yollarla Müslümanları uyutup cihaddan alıkoymaktı! Hakikaten problem çözüldü. Onlar da sofralarına oturmaya, hatta müslümanların sofralarına çökmeye, ekonomik kaynaklarını devşirmeye, cihaddan müsterih bir şekilde emin ve mutmain olarak vela ve berası olmayan müslümanlar arasında yiyip içmeye başladılar. Ülkelere hükmedip insanları köleleştirdiler…

Müslümanları cihaddan yüzyıllardır alıkoyan, günümüze dek zillet içerisinde oturmalarına razı eden şey, sağ taraftan gelecek sinsi bir taksimattan başkası değildi. Nefislerin aleyhine gibi gösterilen halbuki serkeşlik ve pısırıklık ridaasını giydiren bu ayrım, cihadın büyük ve küçük diye adlandırılarak nefse uyacak taksimatının yapılmasıdır. İşte koca koca hatta sakallı ve sarıklı iri yarı adamları İslam coğrafyası kan ağlarken evlerinin bir köşesinde tepkisiz sıranın kendilerine gelmesini bekleyen koyunlar misali uysalca oturmasına sebep olan bu taksimattı. Miskin miskin oturan, ilim adı altında tesbihle eyleşmeyi ve yapageldikleri rahatlıklara cihad adını vererek, kendilerini teselli etmeyi ilke edinen, Müslümanların yarasına merhem olmaktan uzak bir dindarlık türettiler… Dediler ki; “küçük cihad kafirlerle mücadele, büyük cihad da nefis ve şeytanla mücadeledir.” Bu düşmanlar uyanık insanlardır… Biliyorlar ki insanoğlu diri kaldıkça nefis ve şeytandan kurtulamaz…

Böylece hayatları boyunca onlara cihaddan kendilerini alıkoyacak bir görev verdiler… Rasulullah (s.a.v),’in Müslümanların gönlündeki değerini bildiklerinden, kendileri için Rasulullah'(s.a.v)in ağzını göstererek uydurma bir hadis öne sürdüler: “Küçük cihaddan büyük cihada döndük”… Bunu da  Müslümanların kitaplarına sokuşturdular.

Dininde aldanmış, miskin kardeşimiz (!) bunu görünce “nefis ve şeytanla mücadele en büyük cihad olduğuna göre küçük cihadı ne yapayım ben” diyerek uzun tesbihini alıp, ibadetgâhına çekilerek nefis ve şeytanıyla mücadele etmeye başladı. Rabbine ibadet ve kulluk bu zannedip ölüm döşeğindeki peygamberin son arzusunun bile cihad olduğunu unuttu. Nitekim o peygamber, insanlardan son olarak” Usame’nin ordusunu asla geri bırakmayın” diye tembihleyip, bu ümmeti hayat bulacağı damara sımsıkı bağlayarak vefat etti. Selef bu vasiyet üzerine elli yılda dünyanın yarım küresini fethe soyundular… Oysaki bu söz Allah Rasulünü tanıyan birinin bile üzerinde duracağı bir söz değildir. Çünkü bu söz Allah yolunda savaşmayı ve canını feda etmeyi küçük görmedir.
Bu nefisle cihad ediyorum diyerek kendini aldattığından gafil, korkakların ve nefis düşkünlerinin gölgeliğidir. Aslında ateşten bir gölgedir onların ki… Nitekim burada nefisle cihadı yüceltmek yoktur. Zaten onu yenemeyenin Allah yolunda savaşabilmesi, o zorluklara katlanabilmesi, açlık yorgunluk vahşi hayvanından haşeratına kadar, susuzluktan yıkanamadığı günlere-haftalara kadar, bir dizi ezayı göze alması hatta ve hatta emire itaat etmesi mümkün değildir. Bütün bunlar nefisle cihad olmaksızın yapılamazken aynı zamanda nefisle cihad bunun parçası iken, bir şeyin parçası nasıl kendisinden büyük olabilir?

Üstünlük de böyledir. Çünkü gerekli olan şey kendisi için gerekli olduğu şeyden üstün olamaz… Antrenman maçtan üstün olamaz. Abdest namazdan üstün olamaz. Mesela namaz kılmak için kişinin abdestli olması, elbisesinin temiz olması, avret mahallini gösterecek şekilde yırtığının bulunmaması gerekir. Bütün bunlar namazdan büyük değildir. Aksine büyük olanın gerekliliğidir. Nitekim Allah yolunda savaş için kişinin nefsine galip olması gerekir ki emirine nefis yapmasın ve gözünü çeperden esirgemesin…

Abdestli olarak, temiz ve avret mahalli göstermeyen bir elbise ile Kuran da okunur, oruç da tutulur hatta gezilir de… Başka şeyler de yapılabilir… Ama namaz ibadetinin kabul olması için bunlar asgari şartlardır. Olabilir, biri abdest suyu bulamaz ve teyemmüm eder, elbise temizleme imkanı ya da sökük dikme imkanı yoktur da böylece vaktin çıkmaması için özürle namazını eda eder.  Ancak bütün bu saydıklarımız namazdan hiçbir zaman üstün değildir. Nitekim bugün zoraki olarak, işgal altındaki bölgelerde de durum buna benzemektedir. Yani elde olanla İslam toprakları savunulmakta, asgari ölçü ve durumla mukavemet edilmektedir. Fakat bu asli şartları dışlayan bir şey değildir. Ha keza Allah yolunda fedakarlık demek olan cihad için gerekli olan şey, nefisi dizginleyebilmiş olmakla mümkündür. Zaten bu ibadet olmasının şartı ve bunun bir parçasıdır. Hiçbir şeyin parçası, bir şeyin aslından büyük olamaz…

İşte bu sözlere aldanmış, mantıktan uzak oldukları kadar Rasulullah’ (s.a.v)’in sözlerini araştırmaktan da aciz olanların sığınağı ateşten bu gölgeliktir. Aslı rahat sever ve sünepe kimselerin, ne pis nefisleri varmış ki yüzyıllardır temizleyemediler bir türlü… İçlerinden biraz hayır taşıyanlar buna niyet etti, ancak:  “büyük cihadı bitirdikten sonra küçük cihad yapacağım” dedilerse de nafile… Yol kesici kandırıcılarına aldanmaktan, ayak bağlayıcılarına takılmaktan kurtulabilen olduysa da, ya iş işten geçti ya da yaş yaştan… Bir bahane ile oturanlarla birlikte oturup çakılı kaldılar… Halbuki birazcık düşünebilselerdi bile bu aymazlıktan kurtulmaları mümkündü.. “Büyük cihadı edeyim sonra da küçüğüne geçerim” diye daha en başından tezat bir cümle sarfedeceklerine,  kendi nefislerine şunu deselerdi ya: “ey nefis küçüğünü yapamayan büyüğünü hiç yapamaz haydi Allah yolunda cihada çıkıver…”

İşte yol kesicileri bunu onlara hadis diye anlattı. Müsteşrik islam düşmanlarının oyunu olan bu düzmece söze kandılar, kitaplarına bile aldılar… Tâki tevbe suresi gibi mahza kıtal anlatan ayetleri bile tefsir ederken, bu saçma sözü kendilerine dayanak almayı ihmal etmediler… Bu uydurma sözü korkaklıklarına delil saydılar… İnsanlara da oturmalarına delil olarak bunu gerekçe gösterdiler…

Peki bu sözün aslı astarı nedir? Böyle bir rivayet sahih hadis kitaplarında mutlak suretle yoktur.

Hatib-i Bağdadi (r.a) Cabir’den (r.a) olan başka bir senedle rivayet eder: “Rasulullah (s.a.v) bir gazadan dönüyordu. Rasulullah (s.a.v) onlara şöyle dedi:
“Hayırlı bir yerden döndünüz, küçük cihaddan büyük cihada döndünüz.”
“Büyük cihad nedir? Ey Allah’ın Rasulü?” dediler.

“Kulun nefsiyle mücalesidir.” dedi. [Tarihul Bağdat 13.cilt 493. s]

Tarihul Bağdat adlı eserde geçen bu rivayetin sened tenkidi, hadis diye sunulan bu sözün ne denli sıhhatten uzak olduğunu ve mevzuudan (uydurmacadan) öte bir şey olmadığını ortaya koymaktadır. İlk olarak rivayetin senedinde hadis otoritelerince iskat ve galatıyla tanınan” Halef b. Muhammed b. İsmail el Hayyam” vardır. Hakim onun için:“onun hadisi sakıttır” derken, Ebul Ya’la el-Halil (b. Abdullah b. Ahmed Halili )’de “o karıştırmış, galatı çok olan birisidir ve o çok zayıftır. Bilinmeyen metinleri rivayet etmiştir.” demektedir.

Hakim ve İbn Ebi Zer’a: “O’ndan çok yazdık, onun sorumluluğundan beriyiz. Ondan ancak itibar için rivayet ettik” demişlerdir.[Mizan’ul İ’tidal 1/662]

Bu rivayetin senedinde Yahya b. Ala el Bahili’de vardır. Kendisi hakkında cerh ve tadilde bulunan hadis uleması onun yalancılık ve uydurmasıyla meşhur olduğuna dikkat çekmişlerdir. Hanbeli mezhebinin kurucusu, fıkıh alimi ve aynı zamanda otuz binden fazla hadisi ihtiva eden Müsned’in sahibi İmam Ahmed b. Hanbel ondan hiçbir rivayette bulunmayarak onun için:”o yalancıdır, hadis uydurur” demiştir. Amr b. Ali, Nesai ve Darekutni gibi büyük hadis alimleri kendisi için “hadisleri metruktür” cerhinde bulunmuşlardır.. İbn-i Adiy ise “hadisleri uydurmadır” diyerek itibara alınmaması gerektiğine dikkat çekmiştir..[Tehzibu’t-Tenzib 11.cilt 261,262]

İmam îbn Teymiyye (Allah rahmet etsin) şöyle der:
Bazılarının Tebük seferi dönüşünde Rasulullah’ın; ‘küçük cihaddan büyük cihada döndük’ şeklinde söylediğini rivayet ettikleri hadisin aslı yoktur. Nebi’nin (s.â.v.) söz ve fiillerini bilen hiç kimse bunu rivayet etmemiştir. Kafirlerle cihad amellerin en büyüğü, hatta insanın yapacağı en büyük iyiliklerdendir.

Tüm bunlardan sonra hadisin mevzu olduğu hususunda şüphe edecek değilim.(Mecmu ul Fetava 11.cilt 197.s.)[El Farku Beyne Evliyai-Rahman ve Evliya-i Şeytan 44-45 ]

Acluni Keşful Hafa adlı eserinde “küçük cihaddan büyük cihada döndük” sözüyle ilgili olarak bunu Hafız El Iraki’nin İhya’u Ulumiddin tahkikini yaparken Beyhaki’nin zayıf bir rivayeti olarak kaydettiğini nakletmiştir. Aynı şekilde İmam Acluni, Hafız İbni Hacer rahimehullah’ın bu söz hakkında:” Bu İbrahim b. Ableh’in sözüdür ve hadis değildir” dediğini nakletmiştir. Ayrıca Beyhaki bizzat kendisi Zuhdul Kebir adını verdiği eserinde bu hadisin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir.(Beyhaki Ez-zuhd ul-Kebir-384.Nolu Hadis)

İmam Nesai aynı şekilde Kitabbul Künâ’da bilakis bunu İbrahim El Ableh’in sözü olarak kaydetmiştir:
İbrahim b. Ebi Ableh’in insanlara şöyle dediğini duydum:” Gazveden döndük ki şüphesiz biz küçük cihada gitmiştik. Peki ya büyük cihadda ne yapacaksınız?” deyince insanlar ona :“Ya Eba İsmail büyük cihad da nedir?”dediler. “Kalbin cihadıdır” diye cevap verdi.

Tabiinden olan İbrahim b. Ebi Ableh’den şöyle rivayet edilmiştir. ”Gazadan dönenlere şöyle demiştir:
Şüphesiz küçük cihaddan döndünüz, bundan sonra büyük cihada… Büyük cihad nedir? dediler. “Kalp cihadıdır” dedi. [Siyerü Alemü’n Nubela 6/324]

Darekutni der ki: “İbrahim b. Ebi Ableh kendi nefsinde güvenilirdir. (Kişisel olarak güvenilir bir kimsedir.) Ancak ona giden yollar safi değildir.” Derim ki, bu sözü tabiundan olan bu kimseye de sözün zayıflığını beyan etmeden isnad etmek caiz olmaz. Bunun ondan sıhhatli bir şekilde geldiğini varsaysak da o bir beşerdir; doğru da yapar, yanlış da. (Nitekim hafız İbni Hacer bu sözün Rasulullah’a ait olmayıp tabiundan İbni Ableh’in bir sözü olduğunu söylemiştir. Zaten İmam Nesai’nin Kitabul Künâ’sında bunun açık bir şekilde İbrahim b. Ableh’in sözü olarak geçtiği görülmektedir. Tabiundan kastımız da budur.) Mücahidlere hitap etmesine rağmen masum değildir. Kafirlerle savaştıklarında bile kalple olan cihadın önemi bilmiyor değildir. Çünkü nefis hayatta kalabilmek için mücahidi firara yöneltebilir, yahut bunun dışında bir şeye -mesela nefsin cimriliğine / korkmaya, kaçmaya, saklanmaya, haddi aşmaya – sevk edebilir. O takdirde kafirlerle mücadele ettiği bir esnada, nefsiyle de mücadele eder. İbrahim b. Ebi Ableh’in görüşünde büyük ve küçük cihad içiçe olup birbirinden bağımsız değildir. Çünkü birinin nakıslığı diğerine halel getirmekdedir. Kendi ibadethanelerinde oturup, insanlardan el-etek çeken kişi aslında ne büyük ne de küçük cihad içerisindedir. Hakikatte o nefsinin arzusuna tabidir. Çünkü nefsi ona bunu sevdirmiştir. Şeytan da ona bunu süslemiştir. Şayet bu büyük cihad ise, bu cihadın en iyi müdavimleri insanlardan ayrı olarak hayatlarını ağaç yapraklarını yemekle idame eden rahipler sınıfı ile hayatlarını oruç ve kulluğa veren Budistlerdir. Ki 11 senelik hayata 27 gazve ve 40’a yakın seriyye sığdıran Rasulullah s.a.v böyle bir cihad anlayışına sahip değildi… Bunların Allah yolunda cihada çıkmaktan geri kalmalarıyla övünüşlerinin akıla mantığa sığacak bir tarafı yoktur.

Tüm bunlar zayıf ve mevzu hadislerin uğursuzluğundandır. Bu hadis uydurmacısının İslam ve ehline karşı kindar oluşundan şüphem yoktur. Sofular bunu rahatlıkla (kalplerinde hiçbir sıkıntı duymadan) aldılar. Allah bizleri de onları da bağışlasın. Sonra bu alçalış ve gerileme döneminde o kültüre mensup bazı kişiler bunu kabul etmiş ve risaleler halinde de İslami kitabevlerine sürmüşlerdir. Kitapçıklarda bu hadisi savunup, onu zayıf gören veya derecesini az görenlere körü körüne saldırıyorlar. Yüce Allah bizleri ve onları dosdoğru yola hidayet etsin.

Allah yolunda cihada denk gelecek hiçbir şey yoktur. Söyleyeceğim delil olarak sana yeter.

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle Nebi’ye (s.a.v) soruldu:

“Allah yolunda cihad etmeye denk ne var?”

“Güç yetiremezsiniz” dedi. Üçüncüsünde :

“Allah yolunda cihad edenin misali , Allah yolunda cihad edenin , evine dönünceye kadar gündüzleri oruçla , geceleri de ibadet ve kıyamla geçiren adamın misali gibidir” dedi. (Müslim, İmare: 29 ; Tirmizi , Cihad : 1)
Hadis boyunca anlatılanlar Nefis ile cihad için köşeye çekilenlerin amilleridir. Ancak bu işten çok daha büyük olduğu bizzat Allah Rasulu tarafından beyan edilmekdedir.

Yine Ebu Hureyre r.a’ den  rivayetle bir adam :

“Ey Allah’ın Rasulü! Cihada denk gelebilecek bir ameli bana göster “ dedi

Rasulullah (s.a.v) :

“Bulamıyorum” dedi .Sonra :

“Mücahid çıktığında sen de mescidine girip , kesintisiz gece kıyam (namaz) edip , (gündüzleri) oruç tutup iftar edebilir misin?” (Adam) :

“Kim bunu yapabilir?” dedi. (Buhari ,Cihad: 2)

Rasulullah’ın (s.a.v) ashabından bir kişi tatlı su kaynaklarının bulunduğu bir vadiden geçti. “İnsanlardan el etek çekip bu vadide kalsam ? Ancak Rasulullah’tan (s.a.v) izin almadan bu işi yapamam” diye düşündü. Bunu Rasulullah’a (s.a.v) söyleyince Rasulullah (s.av) :

“Yapma ! Şüphesiz Allah yolundaki birinizin (yaptığı cihad) fazileti , evindeki yetmiş yıl namazından daha efdaldir. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennetine koymasını istemez misiniz? Allah yolunda cihad ediniz .Devenin iki süt sağımı arası müddeti kadar Allah yolunda savaşanlara cennet vacib olmuştur” (Tirmizi ,Cihad:17)

Bu son hadiste , cihadı ekber (en büyük cihad olduğu) iddialarını tamamen çürütmektedir. Çünkü bu sahabe Rasulullah’tan (s.a.v) insanlardan ayrılıp nefsiyle cihad etmek için istekte bulunmuş, Rasulullah onu bundan men etmiş ve ondan daha iyisine irşad etmiştir. Sonra bu hadiste dikkat edilmesi gereken başka bir espiri de var. Rasulullah’ın (s.a.v):

“Kim devenin iki süt arası kadar Allah yolunda cihad ederse Cennet ona vacip olur..” sözünün genelinden hareketle , Allah yolunda cihad edenler , öldürülse de , öldürülmese de cennetle müjdelenmiştir.

Hadiste geçen “fukava nakati” ,iki süt arası dönem veya sütün sağılıp tekrar sütün memelere dönünceye kadar ki zamandır.(El-Misbahul Münir s. 484)

Bununla bahsedilen o hadisin mana ve sened bakımından batıl olduğunu öğrendik. Ondan başka ibadete layık ilah olmayan Allah’a hamd olsun.

Kalemi bırakmadan önce şunu söylemek istiyorum. Bu düşünce (sadece nefis ile cihad) tamamıyla sofuca bir düşüncedir. Kökeni İslam düşmanlarına dayanmaktadır. Onu bırakın arkamıza atın. Nebi’nizin (s.a.v) nasihatine dönünüz:

“Cihad… , şüphesiz ona hiçbir şey denk gelemez.”

Bu nasihatta, sizin için tüm kötülükleri isteyen -bu kötülükleri ve tuzakları Allah onların başlarına geçirsin- komplocu düşmanınızın ithal düşüncelerinden sizleri müstağni kılacak güzellikler var.

Dolayısıyla cihad hususunda yazılmış eserlerde çağdaş bazı yazarların bu hadisten etkilenerek yaptıkları gibi “büyük cihad” ya da “nefisle cihad” diye isimlendirmelerinden etkilenmemek gerekir.

Buradan benim nefisle mücadeleyi inkar ettiğim veya ona değer vermediğim kesinlikle anlaşılmasın. Aksine bu konu cihada teşvik, Allah yolunda ölme sevgisine has olup, iki şey arasında zihni bulandırmaktan uzak tutmak gerekir. Şahıslara cihadın iki nevini söylediğimizde, sanki onlardan birini seçme serbestliğini veriyoruz. Bu da cihadın içinin boşaltılması anlamına gelmektedir. Böylelikle ortaya seçim sunulmuş küçüğünü seçen safdirik büyüğünü seçen akıllı olmuştur. Halbuki sufilerin burada da mütevaziliklerini gösterip küçüğünü seçmeleri gerekmez miydi ki? Nefisle cihadın ta kendisi bu değil midir? Peki birini diğerine tercih ettiğimizde durum ne olur? Bunu tasavvur edebiliyor musunuz? Bunun felaketten başka adı var mıdır? Dedikleri gibi, her makama bir söz vardır.(Demir tavında dövülür. Her şey yerli yerince söylenir.) Ümmet-i islam’ın hac rükünlerini öğrenmeye muhtaç olduğu, Zilhicce ayında Ramazan orucunun hükümlerinden bahsetmemiz hikmetten değildir. Halbuki iki konu da haktır ve ikisi de doğrudur.

İşte burada selef-i salihinin anlayışları söyledikleri ve yazdıklarındaki fıkıhları ortaya çıkıyor. Cihad ile ilgili kitaplarında; Allah yolunda cihad etmenin fazileti, Allah yolunda ölmenin fazileti, sahabe ve onlara tabi olanların kahramanlık haberlerinden başka bir şey bulamazsın. Bununla birlikte nefisle mücadele etme tarafını da ihmal etmediler. Onun için ayrı bir mevzu tahsis edip ismini ‘zühd’ koydular. En büyük delilimiz, cihad hususunda ilk defa telifte bulunan Abdullah b. Mübarek’in nefis ile cihad için tahsisi ettiği “zühd” adlı eseridir. Seleften bir çoğu eserlerinde  İbn Mübarek’in yaptığını yapmışlardır.

Sonuç olarak bu uydurma sözün savunucuları daha en başında ters köşeye yatmaktadırlar. Otoritece kabul görmeyen en ılımlısının zayıf dediği bu sözü, kendi korkaklık ve miskinliklerine delil alanlar bilsinler ki bu sözde dahi onlara en ufak bir kuytu sığınak yoktur. Çünkü bunun savaş dönüşü söylendiği bütün rivayet incelemelerinde geçmiştir. O halde biran olsun bu sözü sahih sayarsak yine de sizin işe küçük cihadddan başlamanız gerekmektedir. Rasulullah da (s.a.v) bakın böyle yapmıştır. Sizin yaşantınızın sünnetten delil ve dayanağı olmadığı gibi uydurmalardan da bir deliliniz bulunmamaktadır.

Doğru söylediysek Allah’tan yanlışlarsa bizdendir. Ben bu yazımda Mekke Ümmül Kur’a Üniversitesi’nde” Meşariul Eşvak” üzerine master yapmış Dr.İdris  Muhammed ve Dr. Halid İstanbuli’nin ortaklaşa hazırladıkları master tezlerinin başındaki hazırlık çalışmasını dayanak aldım. Hadis tahricinde Elbani’nin “Silsiletil ehadisil daif  vel mevzu ve eseruhe esseyyieh fil ummeh” eserinden istifade ettim. Allah muvaffak kılsın. Umulur ki Ümmete faydası olur.
Sonuç:

Bu hadis için kim ne dedi?

Beyhaki: “Zayıf”
Elbani :”Münker” “Silsiletil ehadisil Daif “2460
İbni Hacer El Askalani: “Hadis değildir İbrahim b. Ebi Ableh’in sözüdür.” Tesdidul Gavsi
İmam Suyuti: “Merfu olarak bilmiyoruz.” Dürer 170.s
Zeylai:”Garip Cidden” Tahricül Keşşaf: 2/395
Ali El Kari El Hanefi. “Aslı Yoktur .Uydurmadır.” Esrarul Merfua
İbni Teymiyye: Aslı Yok ( 11/197 )
Nesai:” Şam ehlinden İbrahim b. Ebi Ableh’in sözüdür.Bu kimse tabiindendir.” Küna
İbni Useymin : “Zayıftır veya uydurmadır.” Mecmuul fetava ibni useymin 27/498

 

Bu çalışmanın temelleri 2008 Kandıra’da zor şartlar altında atılmıştır. Çalışmamı hazırlarken kaynak eseri Medrese-i Yusufiyyeye hediye olarak gönderen kardeşime şükranlarımı sunuyor. Rabbimden aldığım ecre onu da ortak etmesini diliyorum. Kaynak gösterilerek yayılması çalışmaların devamına katkı sağlamış olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.