Ümmetimin fesada gittiği bir dönemde, sünnetime sımsıkı sarılana yüz şehid ecri vardır" deniliyor. Sünnet-i seniyye'yi öğrenip asrın şartları içinde tatbîk keyfiyetini açıklar mısınız?
Bu meselenin de yine elimizdeki kitaplarda fevkalâde terkibi yapılmış ve sünnet yolu Hakk'a vasıl olmanın merdiveni, mirkadı gösterilmiştir. Evet, hem yolu gösterilmiş hem de o yola fevkalâde teşvik yapılmıştır. Bu yol, öyle bir yoldur ki, binlerce veli ve binlerce dimağın bir araya gelmesiyle bulunacak bütün yollar ve o yolların mukaddes düstur ve prensipleri, sünnet-i seniyyenin en küçük meselesi yanında, çok küçük ve sönük kalacağı hakikatını, asrımıza kadar, yüzlerce hakikât eri, yüzlerce mürşid, tekrar be tekrar anlattı ve sünnet yolu, din yolu olduğuna tembihte bulundular.
Farzlardan âdâba kadar, dînî hayatı bize tâlim eden Allah'ın(cc), davranışlarını doğrudan doğruya kontrol altına aldığı, her iş ve hareketinde hayra yönlendirilen Efendimiz (sav), bize hayatı tâlim etmek üzere gönderilmiş bir insandı. Farzı, vacibi, sünneti, müstehabı ve adabıyla.. .
Kul farzlarla Allah'a yaklaşır. Nafileyle o hâle gelir ki, -Kutsî hadiste ifâde buyurulduğu gibi- "Allah onun gören gözü, işiten kulağı, konuşan ağzı, tutan eli olur."Yani ona, gördüğü şeyleri doğru gösterir. Gördüğü şeyler isabetle değerlendirmeye muvaffak kılar ve her şeyden hakikate giden bir yol açar. Hidâyeti görse, kanatlanır, dalâleti görse kaçar. Hakikata çağıran iyi bir ses duyduğu zaman, Hak adına gerilir ve ruhunda yükselme başlar. Aynı zamanda konuşurken, Allah O'na hakkı konuşturur, iş yaparken hep yararlı şeylere sev keder ve her zaman iyilik ve güzellik istikametinde götürür. Hasılı, onu, sürekli olarak Cennet yoluna sev keder ve bir lahza nefsiyle baş başa bırakmaz. O, davranışlarında Hakk'ın hoşnutluğunu aradığı için, Hak da onu hep, marziyat-ı sübhaniyesi içinde hareket ettirir. Binaenaleyh, Efendimizi (sav) ve O'ndan sonraki mühim zevâtın hayatlarını, Cenab-ı Hak daima böyle kontrol altında tutmuş ve marziyata giden caddenin dışındaki bütün yolları onlara tıkayıp, mecburi istikamet olarak sadece sünnet yolunu göstermiş ve bu yolu işlettire işlettire âdeta şehrah haline getirmiş. Artık bugün, hedefe varabilen, teminat altında olan bir yol varsa o da bu yoldur.
Tabii, ümmetin fesadı zamanında bu ehemmiyette olan sünnet-i seniyyenin ihyası, farzıyla, vacibiyle, sünnetiyle o yolun yeniden işler hale getirilmesi ve aynı zamanda o geniş caddenin kıyâmete kadar teminât altına alınması uğrundaki hizmetler, o kadar mübârek ve o kadar kudsidir ki, böyle bir hizmete omuz veren zatların şehitlerle at başı gittiklerinde şüphe edilmemelidir. Hatta bunlar içinde, ömrünün her gününde birkaç şehit sevabı yakalayanların sayısı hiç de az değildir. Bu arada hususiyle erkân-ı imânîyeyi yeniden ihya etmeye çalışanlar, yüz şehidden daha fazla sevap kazanabilir.
Evet o sünnet-i seniyye içinde öyle meseleler vardır ki, onların birini ihyâ eden yüzlerce şehit kadar sevap kazanabilir. Nasıl, gıybet içinde bazan öyle bir gıybet olur ki, adam öldürmekten, zina etmekden daha eşeddir. Evet, elbette toplumu biri birine katıp karıştıran gıybet, herhangi bir şahsın çekiştirilmesi gibi olamaz. Bu durumda o, ferdî büyük günahlardan daha büyüktür. Öyle de,günümüzde ümmetin fesada gittiği meselelerde, bütün İslâm çarkının bozulduğu hengâmda, dine ait herhangi bir meseleyi ihyâ etmek için gayret edenler, elbette yüz şehid belki bin şehid sevabı kazanacaklardır. Hele mübârek gün, mübârek an ve mübârek dakikalarda bu işi yapabilenler, belki daha çok sevap kazanacaklardır. Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle, dilediğine fazlından dilediği kadar ihsanda bulunacağını ifade ediyor. Allah, evvelâ, bu yolda bizi kâim ve dâim eylesin. Sonra ihlâsla hizmete muvaffak kılsın!..
Çok bahtiyar ve talihliyiz. Hizmetimiz anlatılırken deniyor ki "İhsan-ı ilâhi olarak omuzumuza bir vazife yüklenmiş". Evet, bütün bütün her şeyin şirazeden çıktığı bu dönemde, çok kıymetli bir vazifeyle tavfiz edilmiş bulunuyoruz. Bunu müesseseleriyle, kadrosuyla, cemaatıyla ihya etmek, dünyada eşi menendi olmayan bir şeydir. Bir bakıma bu, Efendimiz'in (sav) vazifesini yüklenmek demektir. Şah-ı Geylani'nin manen, bize zahir olması, Hz. Ali (ra)'nin asırları aşarak bize arka çıkması, bu asırda görülen hizmetlerin fevkalâde ehemmiyet kazanmış olmasına binaendir. Bu zatların bir sürü işaret ve beşaretlerinin yanında, çok sadık rüya ve murakabelerde Fahr-i Kâinat-aleyhi ekmelittahâya-Efendimiz'in, tenezzülen asrın garipleri arasında dolaşması; O'nların müesseselerini ziyaret etmesi, bazı şahıslara hususi iltifatlarda bulunması; sünnet ve sünnete hizmetin kerametinden başka bir şey değildir. Şahsî meziyet ve şahsi kemalat uğrunda gösterilen gayretlerle bu takdirlere mazhariyet düşünülemez ve düşünülmemelidir de... Temelde önemli hizmetlere vesile olmuş şahıs, gurup ve müesseselerin "essebebu kel fail "fehvâsınca bu mevzuda arslan payı elde edecekleri de, Allah'ın ayrı bir lütfunun tezahürüdür. Ve O'nun rahmetinin vüs'atinden her zaman beklenebilir. Şimdi, bu iman ve Kur'ân hizmetini belli bir seviyeye getirenler, sonra, ihlas, samimiyet ve aynı coşku, aynı heyecan içinde durumu koruyamaz ve mevcudu muhafaza edemezlerse, yani aynı tempoda hareket edilmezse, emanet alınıp başkasına verilebilir. Refüze olmalar olabilir; yani bazıları dışarıya itilebilir, atılabilir. Bizler, Allah'ın inayetlerini takdir ve idrak edip, takatimiz ölçüsünde gayret gösterebildiğimiz ve takdir, teklif, ihsan buyrulan lütufları değerlendirebildiğimiz nisbette, imtihanı kazanmış, daha büyük lütuflara namzet bulunduğumuzu göstermiş olacağız.
Gönül arzu ediyor ki, her anı ayrı bir şehit sevabı kazandıran bu iman ve Kur'ân hizmetinde koşan arkadaşlar, işin başındaki aşk ve heyecanlarıyla, yakîn gelinceye kadar koşup dursunlar!..