ÖLÜNÜN
DEFNİNDEN SONRA KABİR BAŞINDA BEKLEMEK
Ey
kardeşim! Ölünün kabre verilmesinden yani defnedilmesinden sonra bir süre
orada durup beklemek, sorgu melekleri tarafından sorgulanması sırasında onlara
cevap vermesini kolaylaştırması için Allah’a dua etmek, bağışlanması için
mağfiret dilemek sünnettir.
Rivayet
olunduğuna göre, Sa’d b. Muaz (ra) vefat edince, Allah Resulü (as) cenazesine
katılır, cenazede ayak parmaklarının ucuna barsak hareket eder. Bu durum kendisine
sorulunca, meleklerin cenaze törenine çok büyük bir sayıda katıldıklarından
dolayı öyle hareket ettiğini, onlara eza etmek istemediğini belirtir.
Rivayete
göre Sa’d’ın cenazesine yetmiş bin melek katılmıştır. Cenazenin defin işlemi
bitince, oradakiler kabristandan ayrılmaya başlayınca, Allah Resulü (as) şöyle
buyurur:
“Durun
hele! Ayrılmayın
buradan, kardeşiniz
Sa’d için Allah’tan mağfiret ve bağışlanma
dileyin. Çünkü o şuanda
sorguya çekiliyor.”
Amr
b. As ölüm döşeğinde iken çocuklarına vasiyette bulunarak şöyle dedi: “Kabrimin
başında, bir deve kesilip eti dağılana kadar geçen bir süre içerisinde kabrimin
başında durun ki sorgu melekleri beni sorguya çekerken sizin kabrimin başında
bulunmanızdan dolayı kendimi bu duruma hazır görürüm.”
İşte
yine bu cümleden olarak defin işlemi bittikten sonra, herkes oradan
ayrılırlarken bir kişinin orada kısa bir süre kalıp kabrin başında oturarak,
ölen kimsenin hayatta iken konuştuğu ve anlatabildiği dil ile telkinde bulunması
müstahaptır. Ölen kişiye bu manada bir telkin yapılabilmesi için, ölenin akıl
ve baliğ olması, peygamber veya şehit olmaması gerekir. Çünkü bu sayılanlar
için telkin gerekmez. Telkinde söylenecek ifadeler şunlardır:
“Ey
filan kadının
oğlu
(veya kızı)
filan kimse! Dünyada iken üzerinde bulunup da öylece bırakıp
– çıkıp
gittiğin
inancı bir hatırla
bakalım.
O inanç, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in
de Allah’ın
Resulü olduğuna tanıklık
etmen, şahitlikte
bulunma idi. Bilesin ki, cennet haktır,
cehennem ateşi
haktır,
öldükten sonra yeniden dirilmek haktır.
Hiç şüphe
etmemelisin ki, kıyamet
kesinlikle kopacaktır. Şüphesiz
Allah, kabirde bulunanların tamamını
yeniden diriltecektir. Sen Rab olarak Allah’tan hoşnut
ve memnun kaldın,
din olarak İslam dinini seçtin,
Elçi ve peygamber olarak da Muhammed’e iman ettin,
Kur’an’ı
İmam,
Kâbe’yi kıble ve müminleri de
kardeşlerin
olarak kabul ettin.”[1]
Eğer
ölenin annesinin ismi bilinemiyorsa, bu takdirde o ölene telkin sırasında şöyle
seslenilir: “Ey Havva oğlu (veya kızı) filan kes!” Nitekim Peygamber’den (as)
rivayet olunduğuna göre, ölüye telkin yapıldığında iki melekten biri arkadaşının
elinden tutarak der ki: “Bize ne bu adamdan, baksana ona hücceti telkin
olundu.” Aslında telkin olayı
İşte
bu, gaybi olan yani bir tür bilinemez olan konularda, kabir durumuna ilişkin
bize ulaşan bilgiler bunlardır. Ancak gözlerimizle veya duyu organlarımızla
görüp müşahede ettiğimiz ve bu dünyada hissettiğimiz şeylere gelince, işte ben
şimdi onları sana hatırlatmaya çalışacağım. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Sen
yine de öğüt
ver, çünkü öğüt müminlere fayda
verir.” (Zariyat,
Şimdi
de bir başka ayet meali, Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’tan korkan öğütten
yararlanacak. En büyük ateşe
girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçınır.”
(A’la,
Sen
de kesin olarak bilirsin ki, atalarından, yakınlarından ve arkadaşlarından ölenler
olmuştur. Bunlardan hiçbiri beraberlerinde dünyadan bir şeyler alıp kabre gitmiş
değillerdir. Oysa hepsi de dünyaya ve dünya varlıklarına oldukça düşkün idiler.
Ne uğrunda yorulup didindikleri ve ne de zorluklarla toplayıp biriktirdikleri
bir şeyi götürdüler, ne de bir başka şey. Götürdükleri tek şey bir kefenden
başkası değildir. Sadece dünyada işledikleri amelleriyle kabirde baş başa
kaldılar.
Buhari
ve Müslim ile Tirmizi Enes b. Malik’ten rivayet ediyorlar. Enes b. Malik’in dediğine
göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Ölüyü üç şey
izler; bunlardan biri ailesi, diğeri
malı
ve üçüncüsü de ameli yani yapıp işledikleridir.
Bunlardan ikisi geri döner, geriye
Malı
onu, teneşir tahtasında yıkanacağı yere kadar izler. Ailesi ve çevresi ise onu
kabre kadar izlerler, O
O
dünyalar güzeli güzel beden yok olmuş geriye
Bir
bilge kişi şöyle seslenir:
Düşün
yaşlılığını
ve varacağın
son noktayı
Güçlü
iken sonradan toprağa gömüleceğini
Bir
kez düşmeyesin
kabre
Beklersin
ta gelecek haşre
Yaşıyorken
sağlamca
olan bedenin
Gün
gelecek darmadağın
olacak cismin
Eğer
örtmeseydi kabir kokuşmanı
İnan
ovaları
ve dağları
iğrendirirdin
Yaratıldın
topraktan oldun yaşayan
bir diri
Öğrendin
konuşmayı,
oldun bir hatip
Tekrar
döndün toprağa
yerleştin
Sanki
topraktan çıkan
sen değildin
Bu
dünyayı
boşadın
üç talakla
Ölmeden
önce tevbeye başla
Öğüt
verdim sana, kulak ver dinlemeye
Senin
gibisine kimse göstermez doğru yolu
Bırakılsak
da bizi bekler ölüm yolu
Dar
gelir bize kalabalıktan
geniş
yol
Her
günün sabahında
ünler biz bir ses
Semiz
bedenini kurtlar, binalarını
da yıkım
bekler
Anlatıldığına göre,
üzerine güneş doğduğu her bir gün, bir çukur yani mezar, oraya gelecek olan
sahibine şöyle seslenir: “Ey filan kimse! Benim kurtlar ve böcekler evi olduğumu,
yalnızlık, vahşet ve karanlıklar yurdu olduğumu, cemaat ve toplumları
birbirinden ayırdığımı, erkek ve kız çocuklarını yetim ve öksüz bıraktığımı,
senin de mutlaka dönüp benim kucağıma konacağını bilmez misin hiç?”
Şu ölüm her yaşayanın
kendisiyle sözlü olduğu şeydir
Bir eve girmeye dursun, tüm sevenleri darmadağın
edendir
Ey
kardeşim! Bilmelisin ki, Allah sevgisi dışında her sevgi ve muhabbet ölümle son
bulur. Görmez misin adam ölüp Allah ruhunu tenden aldığında, çevresinde bulunan
aile bireyleri ve sevenleri ne de çabucak ürpermeye başlar, tüm sevenleri ve
tanıyanları bir an önce olsun onu hemen götürüp mezara vermek isterler, bunda
da acelecilik ederler. Kimi kefen hazırlığına girişirken kimi mezar kazma
işine, kimisi de defin hizmetine koşar. Bundan sonra sanki o adam daha önce
hayatta hiç yaşamamış gibi unutulur. Peygamber (as) şöyle buyuruyor:
“İstediğin
gibi yaşa, sen mutlaka öleceksin, dilediğin kimseyi sev, sen mutlaka bir gün
ondan ayrılacaksın. İstediğini yap, sen mutlaka ona göre hesaba çekilecek, ya
azap veya mükâfat göreceksin.”
Hz.
Ali (kv) Medine kabristanına girer ve şöyle seslenir: “Ey kabir de bulunanlar!
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Bize haberlerinizi
bildirin, yoksa biz mi size haber verelim! Dediğinde “Allah’ın selamı, rahmeti
ve bereketi üzerine olsun. Bizden sonra neler oldu, sen bize onlar hakkında haber
ver” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle konuştu:
—Eğer
hanımlarınızı soruyorsanız, onlar sizden sonra evlendiler. Mallarınızı soruyorsanız,
onlar da mirasçılar arasında bölüşüldü. Sormak istediğiniz, sizden sonra kalan
çocuklarınız ise, onlar da yetimler arasına katıldılar. Hiç yıkılmayacakmış
gibi inşa ettiğiniz, yaptırdığınız binalara gelince, oralarda da sizin
düşmanlarınız oturuyorlar. İşte bizdeki haberler bunlardan ibarettir. Sizden
ne haber var hele, bir siz bize haber verin.
Bir
kabirden şöyle bir ses geldi: “Kefenler çürüdü, saçlar darmadağın oldu, deriler
paramparça dağıldı, göz bebekleri yanaklara döküldü, burunlardan kan ve irin
akmaya başladı. Önceden ne göndermiş isek, burada onu bulduk. Geride
bıraktıklarımızdan da zarara uğradık. Doğrusu bizler, işlediğimiz ameller
açısından rehin tutulmaktayız.”
Malik b. Dinar (rh) diyor
ki: “Ölülerden ibret almak ve ders çıkarmak üzere bir gün kabristana gittim.
Orada tefekküre dalmış iken ürperdim ve ağzımdan şu ifadeler döküldü:
Kabristana
geldim bir gün şöyle
bir seslendim
Nerede
o azamet ve nerede o kibir dedim
Nerede
o saltanatıyla
kimseyi tanımayanlar
Nerede
ben güçlüyüm diyen sözde kudretliler
Nerede
bir buyurduğu
iki edilmeyenler
Nerede
o huzurda yaltaklananlar
Malik b. Dinar bundan
sonra diyor ki, bir de ne göreyim, bir ses söylediklerime cevap veriyor ve
şöyle diyor:
Hepsi
yok olu gittiler, haber veren yok
Hepsi
de öldüler, işte
tek bir haber
Günler
hep gelip geçmekte ama
Şu
suretlerin güzellikleri yok olmada
Herkes
işlediklerinin
yaftasını
taktı
boynuna
Kimi
Naim cennetlerine kim gitti Cehenneme
Hepsi
de vardılar
güçlü kralın
huzuruna
Kimse
karşı
çıkamaz
emrolunana
Ey
göçüp gidenlerden haber soran arkadaş
Ders
almadıktan
sonra gidenlerden sana ne arkadaş
Ey kardeşim! Bilmelisin
ki, ölmüş bir kimsenin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra, o ceset artık
orada toprağa dönüşür. Kimsenin kalmaz bedeni sapa sağlam, meğer olsun
peygamber veya şehit ya da Kur’an hafızı. Bir görüşe göre denmiş ki müezzin olanların
da çürümez bedeni, kalır cesedi. İşte bu sayılanların cesetleri çürüyüp toprak
olmaz. Bunların dışında kalanların tamamının cesedi çürüyüp toprak olacaktır.
Sadece insanın kuyruk sokumunda çok ufak, mercimek büyüklüğünde bir kemik
kalır, çürümez. Kıyamet gününde, insanlar dirileceği zaman, işte beden bunun
üzerinde yeniden kurulur, biter.
Ahmed
b. Hanbel, Müslim ve Tirmizi dışında Sünen sahiplerinden gelen rivayete göre,
Ebu Hureyre (ra) Peygamber’in (as) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Bir
tek kemik dışında insan bedeninde var olan tüm organlar çürüyüp toprak
olacaktır. Sadece kuyruk sokumunda, acbuzzeneb denen küçük bir kemik hariç.
İşte kıyamet gününde insanlar bunun üzerine diriltileceklerdir.”[3]
Şu
anda üzerinde yürümekte olduğun yeryüzünün her bir karış toprağı, senden önce
bu topraklar üzerinde yaşamış olan beşerin dağılmış zerreleriyle dopdoludur.
Nitekim söyleyen ne güzel söylemiştir:
Şu
kâinatı
doldurmuş
olan kabirlerimiz sesleniyor bize
Kabirde
yatanlardan var mı
dönen bize
Elinden
geldiğince
incitme bastığın
yerleri
Yeryüzünün
her karışında
gör yatan cesetleri
Kurtubi Tezkire
adlı eserinde hikâye yollu anlatıyor, diyor ki: “İki kişi toprak sebebiyle
birbiriyle kavgaya tutuşurlar. İkisinin de yakınında tuğladan örülmüş bir duvar
bulunuyordu. Yüce Allah bu duvardaki tuğlalardan birini konuşturur. Tuğla der
ki: Neyi paylaşamıyorsunuz, kavganız niye? Bu dünya varlığı için mi kavga edip
duruyorsunuz? Ben var ya, ben, dünyadaki krallardan bir kral idim. Şu kadar
uzun bir ömür yaşadım. Şu kadar kadınla evlilik geçirdim, şu kadar at sırtında
gezip dolaştım. Nihayetinde ecelim geldi ve öldüm, toprağa konuldum, orada bin
yıllık bir ömür geçirdim, toprağa dönüştüm. Derken çanak çömlek yapan bir usta
çıkageldi, toprağımı bu iş için uygun buldu ve beni içinde yemekler yenen
çanaklara dönüştürdü. Gün geldi, ben kırıldım, tekrar toprağa döndüm, yine
toprakta bin yıllık bir zaman geçirdim, yeniden toprağa karıştım, toprak
oluverdim. Bu seferde bir tuğla ustası geldi, beni o iş için uygun buldu ve
benimle tuğla imal etti, benimle işte şu anda görmekte olduğunuz duvarı ördü.
Yani siz şimdi bu dünya için mi kavga ediyorsunuz öyle mi?
Şanı
yüce ve mübarek olan Allah bizi topraktan yarattı, daha sonra bizi oraya döndürdü,
sonra yeniden bir yaratılışla kıyamet gününde bizi oradan çıkaracak ve huzuruna
getirecektir. Çünkü Allah her şeye kadirdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Sizi
topraktan yarattık;
yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha
sizi ondan çıkaracağız.”
(Ta Ha,
Bu
arada bir hususa da dikkat çekmek isterim. Kimileri ölen kişiyi ortada herhangi
bir mazeret olmaksızın özel bir sanduka yani tabut içerisine koyarak kabre öyle
koymaktadırlar. Bu, caiz olmaz. Çünkü böyle bir davranış, ikinci bir masraf
yapılarak fuzuli bir harcamaya gidilmektedir. Bu, mal varlığını çöpe atmak
demektir. Oysa sen, o özel tabut için yaptığın bir harcamayı, ölen kimsenin
hayrı olarak fakir ve yoksullara, ihtiyaç sahiplerine dağıtmış olsaydın bu
durum hem ölen açısından daha hayırlı olur ve hem yaşayan yoksul ve fakirler
için daha iyi olmuş olur.
Bu
şekildeki bir uygulama caiz görülmediği ve uygun olmadığı gibi, ölüye ait
herhangi bir giysisini veya benzeri bir şeyi fazladan onunla beraber kabre
gömmek de malı zayi etmek, çöpe atmak anlamına gelir ki, bu da doğru değildir.
Çünkü biz Müslümanlar bu tür davranışlardan men olunmuşuzdur. Zira biz bu tür
davranışlarla tıpkı gayri Müslimlerin yani Müslüman olmayan kesimlerin batıl ve
İslam’a aykırı adetlerini işlemiş oluyor ve adeta onlara prim veriyoruz, değerlerimizden
uzaklaşıyoruz. Oysa bizler Müslümanlar olarak onları taklit etmekten
menedildiğimiz gibi onlara muhalefet etmekle emrolunduk. Meğerki yapılan şeyler
dinimizin esas ve prensipleriyle uyum sağlayan bir davranış olmuş olsun.
Bu
söylediklerimizden daha kötüsü olanı da var. Örneğin kabirler üzerinde
kubbeler inşa etmek, türbelere dönüştürmek, tunçtan, demirden, topraktan,
kireç ve benzeri maddelerden üzerine inşaat yapmak, anıtlaşmasını sağlamak
gibi şeylerin tümü yasaktır, yanlıştır, milletin, fakir ve yoksulun hakkını yemektir.
Oysaki bu kabirler üzerinde inşa edilen kubbeler, aşırı derecedeki süslemeler
için yapılan harcamalar ile camisi olmayan herhangi bir köye bir cami yapılabilir,
ya da birçok yoksul ve açlıkla çarpışan, ihtiyaç içinde kıvranan ihtiyaç sahiplerinin
ihtiyaçları karşılanabilir. Doğrusu bu işler için yapılan fuzuli harcamalar
eğer bir takım hayır yollarına, işlerine harcansa, bu, çürümüş veya çürüyecek
olan kemikler üzerinde inşa edilen binalara yapılan harcamalardan çok daha hayırlı
ve yararlı olacaktır. Kaldı ki bu durum birkaç açıdan da haramdır. Şöyle ki:
İşte
bu anlattıklarımıza ek olarak şunu da anlatmalıyım ki, kabirler üzerinde
binalar yükseltmek de haramdır. Nitekim bunların kireçlenerek, badana
yapılarak inşası da aynen haramdır. Bu konu hadislerde de özellikle ele alınmıştır.
Nitekim Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi Ebul Heyac el-Esedi’den rivayet
ediyorlar. Ebul Heyac diyor ki bana Ali şöyle dedi: “Allah Resulü’nün (as) beni
görevli olarak gönderdiği şey için seni de görevli olarak göndermemi ister misin?
Allah Resulü (as) bana dedi ki: “Git, nerede bir timsal, resim, heykel
görürsen onu derhal düzelt, kaldır,
nerede üzeri yükseltilmiş bir kabir bulursan hemen düzelt,
toprakla aynı
seviyeye getir.”[4]
Ahmed
b. Hanbel, Müslim ve Sünen sahipleri Cabir’den (ra) rivayet ediyorlar. Cabir
demiş ki: “Allah Resulü (as) kabirlerin üzerine kireçlenmesini ve harç ile
bina yapmasını,
üzerine oturulmasını,
üzerine yazı
yazılmasını
ve üzerine basılmasını
yasakladı.”[5]
Ancak
mezarın üzerine ölenin adı, ölüm tarihi gibi şeylerin yazılması caizdir. Bunun
dışındakiler ise caiz değildir. Allah en iyisini bilir.
i
[1] Taberani bunu rivayet etmiştir.
Burada
her ne kadar bu şekilde taberani’den naklen böyle bir ifade hadis diye alınmış
ise de, aşağıda vereceğimiz uydurma hadis ile ilgili, konunun uzmanları bize
gerekli açıklamaları net olarak, özellikle Sabbağ bu bunun uydurma olduğunu
açıklamaktadır. Şöyle ki:
“إنَّ
النَّاسَ
يَوْمَ
الْقِيَمَةِيُدْعَونَ
بِاُمَّهَاتِهِمْ
لابِاَبَائِهِمْ”
“Doğrusu
insanlar kıyamet
gününde babalarının adıyla
değil, annelerinin adıyla çağrılacaklardır.”
Bu batıl bir hadistir. Ben de “Aliyyulkari”
derim ki, Muhammed b. Ka’b, “İmamlarıyla çağrılırlar” diye söyledi. Yine denildiğine göre
“Anneleriyle çağrılırlar.” Bu konuda yorum yapanlar, bunun üç
hikmet gereği annelerinin adlarıyla çağrılacaklarıdır. Şöyle ki:
Birincisi Hz. İsa babasız doğduğundan, işte
bunun için annelerinin adıyla çağrılırlar.
İkincisi ise Hasan ile Hüseyin’in şeref ve
saygınlığı sebebiyledir.
Üçüncü bir yorum ise zina ürünü olan
çocukların rezil olunmamaları sebebiyledir.
Bu görüşler tümüyle batıldır. Çünkü yalan ve uydurma olan
bir hadis üzerine hüküm bina olunamaz, çıkarılamaz.
Bu görüşlere Beğavi, “Mealimuttenzil” adını verdiği tefsirinde dile getiriyor.
Yine demiştir ki, sahih hadisler ise, tam bunun aksi
manadadırlar. Nitekim
İmam Buhari, Sahih adlı eserinde –ki Buhari diye meşhurdur- “Kıyamet gününde insanlar babalarının isimleriyle çağrılacaklardır”
başlığı altındaki bölümde yer alan hadiste şöyle buyrulmaktadır:
“Kıyamet gününde vefasız herkes için vefasızlığı oranında bir
sancak dikilecek ve denilecek ki işte bu,
filan oğlu filan kimsenin vefasızlığıdır.”
Konuya ilişkin daha başkaca
hadisler de vardır. Ben de (Aliyyulkari) derim ki, gerçi en iyisini Allah bilir
ya, birbiriyle çelişkili imiş gibi olan hadislerin arasını bulmak mümkündür.
Mevduatulkübra’nın bu
hadisle ilgili tahkik dipnotunda şu bilgiye yer veriliyor. Biz de burada bu görüşe aynen katılıyoruz.
Ebu
Lütfi Sabbağ diyor ki; birbiriyle çelişkili gibi gözüken
iki hadisin
arasını bulabilmek için
her ikisinin de sahih hadis olmaları gerekir. Eğer bu hadislerden
biri yalan ve uydurma ise dolayısıyla bunların ortasını bulmak söz konusu
olamaz. Aksine uydurma olanı bir kenara atılır, sahih olan hadis alınır. Olması gereken de budur.
İmam
Süyuti, el-İtkan
Aliyyulkari, agk. S:
[2] Müslim, Zühd, h:
[3] Müslim, Fiten, h:
[4] Müslim, Cenaiz, h:
[5] Müslim, Cenaiz, h: