MAHŞER YERİNDE İNSANLARIN
DURUMU
Daha
önceki sayfalarda sen, insanların dümdüz ve bembeyaz, arı ve duru bir arazinin
üzerinde toplanacağını öğrenmiştin. Buradaki bekleyişlerinin oldukça uzun bir
süre olacağını, haklarında kesin karar çıkana dek burada bekletileceklerini
okumuştun. Melekler halkalar şeklinde yedi kez olmak üzere saf halinde
çevrelerini kuşatmış bir halde bekletileceklerdir. Tüm gök melekleri saf
halinde olacaklardır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
“Ama
yeryüzü parça parça döküldüğü,
Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf
dizildiği
zaman her şey
ortaya çıkacaktır.”
(Fecr,
Bir
başka ayette de Allah şöyle buyuruyor: “Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf
olup durduğu
gün, Rahman’ın
izin verdiklerinden başkaları
konuşmazlar.
Konuşan
da doğruyu
söyler.” (Nebe’
İşte
gökteki melekler diğer yaratılmışları böylece kuşatacaklardır. Bildiğin gibi
zaten gök de yok olup gidecektir. Ancak mahşer yerinde bekleme mahallinde
beklemekte olanlar esasen işledikleri amellere göre farklı farklı
konumdadırlar. İşte bu bekleme yerinde insanların dünyada işledikleri ameller
ortaya çıkacaktır, hiçbir şey hiçbir kimseye gizli kalmaksızın meydana çıkmış
olacaktır. Nitekim Yüce Mevla şöyle buyuruyor:
“Gizlenenlerin
ortaya döküldüğü
günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı
vardır.”
(Tarık,
Burada
öncelikli olarak gündeme getirmek istediğim husus, bekleme yerinde olan korkular
olacaktır. Bundan sonra da orada insanların farklı farklı konumlarda beklediklerini
açıklamaya çalışacağım.
Ey
kardeşim! Şunu unutma ki, o bekleme gününde korkulanın en başında olacak olan
şey, güneşin insanın başı üzerine bir mil mesafeye kadar yaklaşacağıdır. Neredeyse
aşırı sıcaklıktan ve hararetten ötürü insanın beyninin fokur fokur
kaynatacaktır. Nasıl kaynatmasın ki, o güneşin ısısı yüzde yirmi milyon derece
ile değerlendiriliyor.
Müslim,
Mikdat’dan (ra) rivayet ediyor. Mikdat demiş ki, Allah Resulü’nden (as) şöyle
buyururken dinledim:
“Kıyamet
gününde güneş
insanlara bir mil mesafe kalıncaya
dek yaklaştırılır.”[1]
Ravi
Süleym b. Amir diyor ki, ben, hadiste sözü edilen “mil” ifadesinin kara
mili mi yoksa göze süre çekilen mil mi olduğunu bilemiyorum. Hadisin
devamı şöyledir: “O günde insanlar dünyadaki amellerine göre ter içerisinde
kalacaklardır.
Kiminin ter yüksekliği topuklarına
kadar, kiminin dizlerine kadar, kiminin ise ter –eliyle
ağzını işaret ederek- ta ağızlarına
gem vuracak kadar ulaşır.”[2]
İşte
o günde insanlardan akan ter, yetmiş arşın olarak ta yerin dibine inecektir.
Buhari ile Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre’nin dediğine
göre Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet
gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların
teri yetmiş
arşın
derinliğine
ulaşır.
Ter onların
ağızlarına
adeta gem vurur da ta kulaklarına
kadar çıkar.”[3]
İşte
böyle bir sıkıntı ve azap içerisinde beklerlerken hepsi de, oradan kurtulmak
için cehennem de olsa gidecekleri yer, bir an önce buradan ayrılıp gitmeyi
isterler.
O
kıyametin en büyük ve dehşet verici korkularından biri de, cehennemin mahşer
yerine getirilmiş olmasıdır. Cehennemi oraya çekip getirmek için yetmiş bin
halat bağlanmış ve her bir halatını da yetmişer bin melek çekmektedir. Nitekim
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“O
gün cehennem getirilir. İnsan yaptıklarını
birer birer hatırlar.
Fakat bu hatırlamanın
ne faydası
var! İşte o zaman insan:
‘Keşke
bu hayatım
için bir şeyler
yapıp
gönderseydim!’ der. Artık o gün,
Allah’ın
edeceği
azabı
kimse edemez. Onun vuracağı bağı
kimse vuramaz.” (Fecr,
İbn
Mesud’dan Müslim ile Tirmizi rivayet ediyorlar. İbn Mesud demiş ki: “O hesap
gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş
bin halatı vardır.
Her bir halatını
da çeken yetmiş
bin melek vardır.”[4]
Cehennem
mahşer yerine getirildiğinde öylesine bir homurdanışı ve korkutucu bir sesi var
ki, kimse dayanamaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Cehennem
ateşi
uzak bir mesafeden kendilerini görünce, onun öfkelenişini
(müthiş kaynamasını)
ve uğultusunu
işitirler.”
(Furkan,
Yüce
Allah yine şöyle buyuruyor: “Oraya atıldıklarında,
onun kaynarken çıkardığı
uğultuyu
işitirler.”
(Mülk,
Cehennem
ateşi bekleme yerinde olanlara yaklaştırıldığında, ateşten bir boyun uzanır,
böylece bazı insanları toparlayıp yakalar ve ateşin içine çeker.
Tirmizi’nin
Ebu Hureyre’den rivayetine göre, demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Kıyamet
gününde gören iki gözü, işiten
iki kulağı ve konuşan
dili bulunan bir boyun ateşten
dışarıya
doğru
uzanır
ve der ki: ‘Ben üç kişiye
vekil olarak tayin olundum. Bunlardan ilki Allah ile birlikte başka
ilahlar ve putlar edinenler, ikincisi inatçı
olan her zorba ve bir de tasvir (heykel ve büst) yapanlara
cezalandırmada
vekil olarak görevlendirildim.”[5]
İşte
cehennemden uzanan boyun mahşer yerinde beklemekte olan bu kimselerin üzerine
uzanır, oradakilerin arasından bu üç sınıf insanı tıpkı kuşun susam tanelerini
toplayıp yuttuğu gibi onları toplayıp yutar.
İşte
mahşer yerinde bekleme alanında uzun bir bekleyişle birlikte bir de bunlar olacaktır.
Gözler belermiş, dışarı fırlamış olarak hesaplarının sonucunu beklerler.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Resulüm!
Sakın,
Allah’ı
zalimlerin yaptıklarından
gafil sanma! Ancak, Allah onları
cezalandırmayı,
korkudan gözlerinin dışarı
fırlayacağı
bir güne erteliyor. Zalimleri bomboş
olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe
dikişmiş
bir vaziyette koşarlar.”
(İbrahim,
O
gün mahşer yerinde insanların oldukça farklı guruplara ayrılmış olmaları,
amelleri bakımından durumlarının açığa çıkması ve rezil rusvay olmaları ise bir
yanadır. Ancak Sabikun denilen ve ilk sınıfta yer alan, mahşer yerine binitli
olarak gelen bu kimselerle birtakım müminler, bekleme yerinde o insan beynini
kaynatan güneşin sıcaklığından uzak tutulacaklardır, hatta dahası onlar Rahman
olan Allah’ın Arş’ının gölgesinde gölgeleneceklerdir. İşte ben burada sana bu
makamı kazandıracak ve buna muvaffak kılacak bazı amellerden söz edeceğim ki,
sen de yarın kıyamet gününde o Arş’ın gölgesinde yer alanlardan olasın.
Buhari
ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre demiş ki Allah Resulü
(as) şöyle buyurdu:
“Başka
hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde
yüce Allah, yedi sınıf
insanı,
arşının
gölgesinde barındıracaktır. Şöyle
ki:
İşte
kıyamet gününde herkes güneşin yakıcı sıcaklığında kavrulurken sözü edilen bu
yedi sınıf insan özel muamele görecekler ve Arş’ın altında gölgeleneceklerdir.
Bunlardan kimisi de nurdan minberlere kurulup oturacaklardır. Bunlar Allah için
birbirlerini sevenlerdir. Nitekim sahih olan kudsi hadiste bunların durumlarını
yüce Allah şöyle açıklıyor:
“Benim
Celal ve azametim adına birbirlerini sevenler için kıyamet gününde nurdan
minberler kuracağım. Oysa bunların kendileri peygamber ve şehit olmadıkları
halde peygamberler ve şehitler onlara imreneceklerdir.”
Mahşerde
o bekleme yerinde bekleyenlere gelince bunlardan kimisi, dünyada iken verdiği
AMELLERİNE
GÖRE İNSANLARIN
DURUMU
Bir
de herkesin dünyada işlediği amele göre olan durumu vardır. Bu da herkesin
amel durumuna göre orada görülecektir. Örneğin kâfirler, gözleri kör ve yüzleri
siyahlaşmış olarak geleceklerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurur:
“Kim
de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı
bir hayatı
olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak
haşredeceğiz.
O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin?
Oysa ben
Yine
Allah Teala buyuruyor: “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür,
üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.”
(İsra,
İşte
kâfirler bu şekilde yüzleri kapkara olacak olanlardır. Gözleri de kördür. Evet,
kâfirlerle münafıkların, ikiyüzlü insanların hali kıyamet gününde bu
olacaktır. Bir de tevbe etmeyip de asi olan bir takım kimseler de vardır ki
onların da durumlarına göre amellerinin eseri görülecektir.
Kibir
ve gurur sahibi olan, büyüklük taslayan kimselerin mahşerdeki durumuna gelince,
bunlar adeta karıncadan küçük böcekler halinde olacaklar ve mahşer yeri halkı
tarafından ayaklar altında kalacaklar ve üzerlerinden çiğnenin geçilecektir.
Böylece aşağılanıp hakarete uğrayacaklardır. Nitekim bunlar hakkında bir hadisi
şerifte şöyle buyruluyor:
“Büyüklük
taslayanlar, kıyamet
gününde tıpkı
küçücük böcekler gibi ayaklar altında
kalacaklar ve mahşer
yerindeki insanların
ayakları
altında
çiğnenecekler.”[7]
Faiz
yiyenler de kıyamet gününde adeta cin çarpmış gibi olacaklardır. Nitekim yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“Faiz
yiyenler, kabirlerinden, şeytan çarpmış
kimselerin cinnet nöbetlerinden kalktığı
gibi kalkarlar. Bu hal onların
‘Alım
satım
tıpkı
faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysaki Allah, alım
satımı
helal, faizi haram kılmıştır.”
(Bakara,
Herhangi
bir ihtiyaçları olmadığı halde sırf keyfi olarak dilenen yüzsüzlere gelince,
bunların da yüzlerinde sırf kemikten başka et namıyla bir şey olmayacaktır.
Nitekim İbn Ömer’den Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. İbn Ömer diyor ki,
Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Kişi
insanlardan hep dilene dilene sonunda kıyamet gününde
mahşer
yerine yüzünde bir parça et olmaksızın
çıkıp
gelecektir.”[8]
Zekâtını
vermeyenlere gelince, bunların mahşer yerindeki durumu, zekâtını vermedikleri
mallar ile azap göreceklerdir. Verilmeyen zekat ister nakit türünden olsun,
ister deve, sığır veya koyun türünden olsun, bunların cezalandırılmaları da bu
türden olacaklardır. İnsanlar bekleme yerinde onların hallerine şahit
olacaklardır.
Ebu
Hureyre’den Buhari, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet ediyorlar. Ebu Hureyre
demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Zekâtını
ödemeyen her büyük servet sahibi zengin kişi,
kesin olarak cehennem ateşinde yakılacaktır.
Şöyle
ki söz konusu hazineler plakalar haline getirilir
ve bu plakalarla o kimsenin iki yanları ile alnı
süresi elli bin yıl
olan bir gün içerisinde, Allah kulları
arasında
hükmünü verene dek, yakılır.
Daha sonra da ya cennete veya cehenneme doğru
olarak kendisine yolu gösterilir.”
“Zekâtlarını
vermeyen her deve sahibi de muhakkak bir şekilde
o develerin kendisini çiğnemeleri için
kıyamet
gününde geniş
ve düz bir alana yatırılır.
Develeri olduklarından
daha büyük ve iri halleriyle ön ayaklarını
yerden keserek sahibinin üzerine basmak suretiyle şahlanarak
onu çiğnerler. Sürünün en
sonundaki olanı
adamın
üzerinden geçtikçe sürünün başı
da aynı
yerden tekrar onu çiğnemeye devam eder. İşte
bu şekilde
azap ve cezalandırma olayı,
süresi elli bin yıl
olan bir günde, Allah kulları arasında
hükmünü verinceye dek devam eder. Daha sonra o kimseye cennet
veya cehenneme doğru
gideceği
yolu gösterilir.”
“Yine
zekâtlarını
vermeyen her koyun sahibi de, koyunlarının
kendisi çiğnemesi
için düz ve geniş
bir alanda yüz üstü veya sırt üstü yatırılır.
Koyunlar olduklarından
daha semiz ve daha güçlü bir şekilde
o kimseyi ayaklarıyla
çiğnerler.
İçlerinde
boynuzları
büyük ve aynı
zamanda aralarında hiçbir
boynuzsuz koyun bulunmaksızın
o kimseyi boynuzlarıyla da toslarlar.
Koyun sürüsünün en sonu o kimsenin üzerinden çiğneyip
geçerlerken, sürünün baş
tarafı
da yeniden azabı
tekrarlamaya devam eder. İşte
bu azap da süresi elli bin yıl kadar olan bir
günde, Allah kulları
arasında
hükmünü verene dek sürüp gider. Sonra bu kimseye de
cennete veya cehenneme giden yolu gösterilir.”[9]
Nitekim
yüce Allah şöyle buyuruyor: “Altın ve gümüşü
yığıp
da onları
Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte
onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu
paralar cehennem ateşinde kızdırılıp
bunlarla onların alınları,
yanları
ve sırtları
dağlanacağı
gün onlara denilir ki: ‘İşte bu kendini için
biriktirdiğiniz
servettir. Artık yığmakta
olduğunuz
şeylerin
azabını
tadın!’”
(Tevbe,
İşte
bu anlattıklarımızdan Allah’a ait olan bazı haklar. Onları burada göstermiş
olduk.
Bir
de kula hakları vardır. Onlara karşı işlenen haksızlıklar vardır. Kul hakkıyla
mahşere gelenler o günde, kime karşı haksızlık yapmışlarsa onu sırtlarında
taşıyarak üzerinde borç yükü olduğu halde geleceklerdir. Nitekim yüce Allah bu
konuda şöyle buyurmaktadır:
“Onlar
günahlarını
sırtlayarak
gelecekler. Dikkat edin! Yüklendikleri şey ne kötüdür!”
En’am,
Bir
diğer ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim emanete, İslam
devleti malına
hıyanet
ederse, kıyamet günü,
hainlik ettiği
şeyin
günahını
boynuna asılı
olarak gelir.” (Ali İmran,
Şimdi
de bir diğer ayet, yüce Allah burada şöyle buyurmaktadır: “Yükü, günahı
ağır
gelen kimse onu taşıması
için başkasını
çağırsa,
bu çağırdığı
kimse akrabası
da olsa, onun yükünden bir şey
yüklenmez.” (Fatır,
Buhari
ile Müslim Ebu Hamid Saidi’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre Peygamber (as)
şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a
yemin ederim ki, sizden her kim haksız bir şekilde
birinden bir şey
alacak olursa, o kıyamet gününde
o aldığı
şeyi
üzerinde taşımak
suretiyle Allah’ın
huzuruna gelecektir. Eğer haksız
bir şekilde
aldığı
şey
bir deve ise, adamın sırtında
deve ses çıkararak,
aldığı
şey
bir sığır
ise, adam sırtında
o sığırı
böğüre
böğüre
taşıyıp
mahşer
yerine gelecektir, Eğer haksızlık
ettiği
şey
bir koyun ise, adam sırtında
koyun meleyerek huzura gelecektir.”
Allah Resulü (as) daha sonra koltuk altlarının beyazlığı gözükene dek ellerini
havaya kaldırdı ve şöyle buyurdu: “Allah’ım!
Tebliğ
ettim mi?”[10]
Hatta
yaptığı haksızlık bir arazi ise, bir toprak ise, kıyamet gününe onu yedi kat
toprak olarak sırtında taşıyıp huzura gelecektir.
Buhari
ile Müslim Hz. Aişe annemizden rivayet ediyorlar, rivayete göre Peygamber (as)
şöyle buyurmuştur:
“Kim
bir karış
yer kadar bir kimseye haksızlık
ederse, kıyamet gününde o
toprak yedi kat olarak onun boynuna dolandırılmış
bir halde mahşere
gelir.”[11]
HANIMLAR
ARASINDA ADALET
Yine
mahşer yerinde öyle kimseler görürsün ki yarı tarafına inme inmiş gibi, yarı
felçli bir haldedir. Bu gibi kimseler ise, birden fazla evli olup eşleri
arasında dünyada adalete uymayanlardır.
Sünen
sahipleri Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü (as) şöyle
buyurdu:
“Bir
kimse iki evli olup da eşleri arasında
adil davranmıyorsa, kıyamet
gününe bir tarafı
çarpılmış,
eğilmiş
olarak gelir.”[12]
Tüm
bu anlattıklarımız amelleri kötü olanlar ile alakalıdır. Bir de dünyada iken
iyi ve güzel amel işleyenler de vardır. Nasıl ki kötü amel işlemiş olanların
durumları mahşer yerinde gözler önüne serilecekse, iyi amel işleyenlerin o güzel
halleri de elbette bu kimselerin üzerinde orada görülecektir. O toplanma ve
bekleme yerinde her amelin bir önemi, bir meziyeti vardır. Nitekim daha önceki
sayfalarda geçmişti. Allah için birbirlerini sevenlerin kıyamet gününde nurdan
minberler üzerinde, Arşın gölgesinde gölgelenecekleri anlatılmıştı. Hatta
dünyada iken verilen bir
Buhari,
Müslim ve Nesai Adiy b. Hatim’den rivayet ediyorlar. Demiş ki, Allah Resulü
(as) şöyle buyurdu:
“Sizden
her kim yarım
hurma ile de olsa eğer cehennem
ateşinden
korunabiliyor, bir kalkan bulabiliyorsa, hemen bunu yapsın.”[13]
NAMAZ
Namaz
ve namazın tesirlerine gelince, o da şöyledir. Namaz kılanlar mahşer yerine
yüzleri, elleri ve ayakları nurdan parlar bir vaziyette geleceklerdir. Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“Münafık
erkeklerle münafık
kadınların,
müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık
alalım,
diyeceği
günde kendilerine: Artık dönün de bir ışık
arayın!
denilir. Nihayet onların
arasına,
içinde rahmet, dışında
azap bulunan kapılı
bir sur açılır.”
(Hadid,
Yüce
Allah yine şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a
dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla
birlikte iman edenleri utandırmayacağı
günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere sokar. Onların
önlerinden ve sağlarından
amellerinin nurları
aydınlanıp
gider de, ‘ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi
bağışla;
çünkü sen her şeye
kadirsin’ derler.” (Tahrim,
Diğer
bir ayette de yüce Mevla şöyle buyuruyor: “Mümin erkeklerle mümin kadınları,
önlerinden ve sağlarından,
amellerinin nurları
aydınlanıp
giderken gördüğün günde,
onlara: Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve
içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir,
denilir. İşte
büyük kurtuluş budur.”
(Hadid,
Nitekim
Peygamber’den (as) de sahih olarak gelen rivayette, Peygamber (as): “Namaz
nurdur” diye buyurmuştur.[14]
Buhari,
Müslim ve Nesai Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Benim
ümmetim kıyamet
gününde abdest eserlerinden dolayı
yüzleri nurlu, elleri ve ayakları
da sekili olarak çağrılacaklardır.
Artık
kim daha çok bu parlaklığını artırmak
isterse, hemen durmasın
bunu yapsın.”[15]
Doğrusu
bu işaret ve alametler
MÜEZZİNLER
Bir
de ezan okuyan müezzinlerin durumu var. Kıyamet gününde müezzinler mahşerde
bekleme yerinde boyları diğer insanlara göre en uzun olacak olan kimselerdir.
Böylece herkes onların dünyada iken müezzinlik ettiklerini bileceklerdir.
Müslim,
Muaviye’den rivayet ediyor. Muaviye demiş ki, Allah Resulü’nün (as) şöyle
buyurduğunu işittim: “Kıyamet gününde
müezzinler, boyları en uzun olacak olan
kimselerdir.”[16]
Senin
de bildiğin gibi işte bu anlattıklarım, kıyamet gününde mahşer yerinde hesap
için bekleyenlerin durumlarıyla ilgili görülecek olan olaylardır. Bunların tümü
de sahih delilere dayanmaktadır.
HAVUZ
Nitekim
kıyamet sahnelerinden kimisi de peygamberlere ait olan havuzlardır. Herkes
susuzluktan kırılacak hale gelmişken her peygamberin ümmeti, amellerine göre
kendi peygamberinin havuzunun başına geleceklerdir. Hiç şüphesiz bu havuzlar
içerisinde en büyük olanı efendimiz, peygamberimiz Muhammed’in havuzudur. Kaldı
ki yüce Allah ona bu havuzu vaat etmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
“Resulüm!
Şüphesiz
biz sana Kevser’i verdik.”
(Kevser,
Kevser,
cennette bir nehrin adıdır, buradan akan su, bu havuza dökülür.
Enes’ten
Tirmizi rivayet ediyor. Enes demiş ki, Allah Resulüne (as) “Kevser nedir?”
diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “O cennette bir nehirdir. Allah onu bana
verdi. Bunun suyu sütten beyaz ve baldan tatlıdır.
Burada öyle kuşlar
var ki, boyunları adeta deveboynu gibidir.”
Hz. Ömer de: “Bu sözünü ettiğin kuşlar, mutlaka semiz olan kuşlardır” diye
sorunca, Allah Resulü (as) şöyle buyurur: “Bunların
etlerini yiyenler onlardan daha semizdir.”[17]
Yine
Tirmizi, Semure b. Cundeb’ten rivayet ediyor. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle
buyurdu: “Her peygamberin bir havuzu vardır,
ümmetleri o havuzun başına gelirler.
Peygamber, kendi havuzlarının
başına
gelenleri dikkate alarak diğerlerine göre kendi
havuzuna gelenlerin çokluğuyla
övüneceklerdir. Ben, umarım ki o gün diğer
peygamberlerin ümmetlerine göre, havuzunun başına
en çok kişinin
geleceği
kimseler, benim ümmetim olacaktır.”[18]
ORUÇ
Dünyada
iken oruç tutanların kıyamet gününde durumları ne gelince, bu da şöyle olacaktır.
Ağızlarından adeta misk kokusu gibi koku yayılacaktır. Ebu Hureyre’den Buhari
ile Müslim rivayet ediyorlar. Demiş ki Ebu Hureyre, Allah Resulü (as) şöyle
buyurdu:
“Muhammed’in
varlığı
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah katında
oruçlu kimsenin ağız
kokusu, misk kokusundan daha güzeldir.”[19]
Ebu
Zer’den Müslim ve Tirmizi rivayet ediyorlar. Diyor ki, Allah Resulüne, “Havuzun
su tasları nasıldır?” dedim. Şöyle buyurdu: “Muhammed’in varlığı
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onun tasları
gökteki yıldızlardan
v e gezegenlerinden çok daha fazladır.
Dikkatinizi çekerim! Onlar mehtapsız ve duru bir
gökteki yıldızlar
gibi olan cennet taslarıdır. Kim onlardan
içerse bir daha susamaz. Cennetten iki oluk havuzun
içerisine su akıtır.
Havuzun genişliği
Amman ile Eyle arasındaki mesafe uzunluğundadır.
Suyu, sütten de öte beyazdır ve baldan da
tatlıdır.”[20]
Kardeşim,
Allah her ikimizi de, bir daha susuzluk çekmemek üzere Peygamberimiz
Muhammed’in (as) havuzundan su içmeyi nasip kılsın. Şunu da unutmamak gerekir
ki, bu havuzdan ancak İslam şeriatına, efendimiz Muhammed’in (as) yoluna
uyanlar su içebileceklerdir. Onun dışından hiçbir kimse buradan su
içemeyecektir. Nitekim Buhari ile Müslim’in İbn Mesud’dan rivayetlerine göre,
İbn Mesud demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Ben
havuz başına sizden önce geleceğim. Sizden kimi kişiler benim yanıma kadar
çıkıp geleceklerdir. Ben de tam onlara dönüp kendilerine havuzdan su içirmek
üzere iken, melekler hemen onları benden çekip uzaklaştırırlar. Ben de:
‘Rabbim! Onlar benim ashabımdırlar’ derim. Bu arada kendisine denilir ki:
‘Sen, onların enden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun.’ Bunun üzerine ben
de: ‘Öyleyse benden sonra dinde değişiklik yapanlar benden uzak durun, bana
yaklaşmayın’ derim.”[21]
Bu
durum mahşer yerinde hesap için beklerlerken ve bu bekleyişin uzun sürmesi, tahammül
gücünün kalmaması üzerine meydana gelecektir. Senin de bildiği gibi bu sıkıntı,
bu aşırı sıcaklık ve şiddet, bir de güneşin o yakıcı şiddeti ki bu cehennem
ateşinden bir parçadır, devam ederken henüz aralarında Allah hükmünü vermiş,
hesapları bitmemiştir.
İşte
böyle bir durumda iken onlar, bu defa bir an önce yaratılmışların arasında hükmünü
vermesi için Allah katında kendilerine şefaat edebilecek, aracı olabilecek
birilerini aramaya koyulurlar. Bu amaçla önce Âdem’e (as), sonra sırasıyla
Nuh’a (as), İbrahim’e (as), Musa’ya (as) ve İsa’ya (as) gidecekler, kendileri
için Allah katında şefaatçi olmalarını isteyeceklerdir. Ancak bunların hepsi de
kendilerince bir takım mazeretler ileri sürecekler ve böyle bir şeyi yapamayacaklarını
söylerler. Netice onlardan hiçbiri böyle bir işi yapamayacağını söylemeleri üzerine,
bu işin ancak efendimiz Muhammed’in (as) yapabileceğini öğrenmeleri üzerine, hemen
efendimiz Muhammed’e (as) gelirler. O da, “evet, bu işi ben yaparım, bu benim
işimdir. Bu, yüce Allah’ın bana vermeye söz verdiği makamı Mahmud’dur, övgüye
değer en yüce makamdır, der. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gecenin
bir kısmında
uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl.
Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama
göndereceğini
umabilirsin.” (İsra,
Ebu
Hureyre’den Buhari, Müslim ve daha başkaları rivayet ediyorlar. Demiş ki:
“Biz, Allah Resulü (as) ile birlikte bir davette idik. Derken sofraya et kondu,
ona bir but sunuldu. Allah Resulü (as) bunu çok severdi. Derken bundan bir parçaya
yemeye başladı ve şöyle buyurdu:
“Kıyamet
gününde ben tüm insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bunun neden böyle
olacağını biliyor musunuz? Çünkü: Allah da bütün insanları, öncekilerle
sonrakilerin tamamını düz ve geniş bir alanda toplar. Öyle bir alan ki, bakan
biri, orada toplananların tamamını görebilecek ve seslenen biri de oradakilerin
tümüne sesini duyurabilecek bir yerdir. Diğer taraftan güneş de tüm sıcaklığıyla
onların başları üzerine yaklaşacak. İnsanlar, tasalarından, keder ve sıkıntılarından
dolayı artık güç ve takatlerinin kalmayacağı, tahammüllerinin biteceği bir noktaya,
dayanamaz bir konuma geleceklerdir. İşte tam böyle bir anda insanlar; başınıza
gelen bu sıkıntıyı görmüyor musunuz? Siz, Rabbiniz katında size şefaat edebilecek,
aracılık yapabilecek birine bakmayacak mısınız? Bu durum karşısında mahşer
yerinde toplanmış olanlardan kimisi kimisine; İşte atanız Âdem (as). Ona
gidelim, diyecekler. Hemen doğruca ona varacaklar ve kendisine şöyle
diyecekler; Ey Âdem, sen beşerin, tüm insanların atasısın, Allah, seni eliyle
yarattı. Ruhundan sana üfledi, meleklere emir verdi, onlar da sana secde
ettiler. Allah seni cennete yerleştirdi. Rabbin katında bize şefaat etmeyecek
misin? Şu anda başımıza gelenleri, şu çektiğimiz sıkıntıyı bilmiyor musun?
Âdem’in
(as) şu cevabı verir; Rabbim, bugün öyle bir şekilde gazaplanmış ki, ne bundan
önce böyle öfkelendi ve ne de bundan sonra böyle öfkelenecek. Çünkü Allah bana
bir ağacı yasakladı, ben ise ona karşı geldim. Bugün ben ancak kendimi
düşünüyorum, ben, nefsim, nefsim, nefsim diyorum. İyisi siz benden başkasına,
Nuh peygamber’e gidin, der. Onlar da hemen Nuh’a (as) gelirler ve ona: “Sen
yeryüzüne gönderilen ilk Resulsün, Allah sana, şükreden kul adını vermiştir.
Şu halimizi görmüyor musun? Başımıza gelenleri bilmiyor musun, Rabbin katında
bize şefaatte bulunsan olmaz mı?” derler.
Nuh
(as) şu cevabı verir: Rabbim bugün öylesine öfkelenmiştir ki, ondan önce ne
birisine öfkelendi, ondan sonra da öylesine birine öfkelenmeyecektir. Kaldı ki
benim kavmim aleyhinde bir bedduam olmuştu. Ben bugün
Ey
İbrahim, sen yeryüzünde Allah’ın peygamberi ve Halilisin, Rabbin katında bizim
için şefaatçi ol, şu anda ne durumda olduğumuz görmüyor musun?
İbrahim
(as) onlara şöyle der: Doğrusu Rabbim bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan
önce kimseye böylesine gazaplanmamıştır. Oysa ben üç kez yalan söyledim. Ben
bugün kendi derdimdeyim. Vay başıma geleceklere, vay halime ve vay nefsime! En
iyisi siz benden başkasına, Musa’ya gidin, der. Onlar da hemen Musa Peygambere
gelirler ve ona derler ki:
Ey
Musa! Sen Allah’ın elçisisin, Allah seni risaletiyle ve insanlara karşı seninle
konuşmakla seni üstün kıldı. Rabbin nezdinde bize şefaatçi ol, şu anda ne
durumda olduğumuzu bilmiyor musun? Musa (as) onlara der ki:
Rabbim
bugün öylesine gazaplanmıştır ki, bundan önce kimseye öylesine öfkelenmediği
gibi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecektir. Oysa ben, öldürülmesi
konusunda emir almadığım halde birini öldürdüm. Şu anda kendimi, evet kendimi
düşünüyorum. Siz benden başkasına, İsa peygambere gidin. Hemen İsa Peygambere giderler ve ona şöyle
derler:
Sen
Allah’ın Resulüsün ve sen Allah’ın kendisini Meryem’e ilka ettiği kelimesi ve
ondan bir ruhsun, insanlarla henüz beşikte iken konuşansın. Şu anda içinde
bulunduğumuz hali bilmiyor musun? Rabbin katında bize şefaatçi ol. İsa (as) da
onlara şöyle der:
Şüphesiz
Rabbim bugün öylesine kızgındır ki, ne bundan önce birine böylesine kızmış ve
ne de bundan sonra kızacaktır. Ben bugün
Onlar
da ona gelirler ve derler ki: “Ey Muhammed! (as) sen Allah’ın resulüsün ve sen
peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını da
affetmiştir. İçinde bulunduğumuz şu durumuzu bilmiyor musun? Ne olar Rabbin
katında bize şefaatçi ol!”
Peygamberimiz
(as) diyor ki, işte bunun üzerine ben derhal Arş’ın altına gider, hemen Rabbim
için orada secdeye kapanırım, derken Rabbim secdede bana kendisine yapılacak
hamdlerin öylesine güzel olanlarını, öylesine övgüleri ilham edecek ki, benden
önce hiçbir kimseye açmadığı bir güzelliği açacak ve ben öylece Rabbime yakaracağım.
Sonra denecek ki:
Ey
Muhammed! Kaldır başını, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin
kabul olunacaktır. Ben de başımı kaldıracağım ve şöyle diyeceğim:
Rabbim!
Ümmetim! Rabbim! Ümmetimin hali ne olacak! diye şefaat isteğimi dile getiririm.
Bu arada şöyle denilir; ey Muhammed! Ümmetin içerisinden hesaba çekilmeyecek
olanları al, onları cennetin kapılarından olan sağ kapısından içeri sok.
Aslında bu kimseler cennetin diğer kapılarından oradan girecek olanlarla gir
hakkını elde etmiş olanlardır.
Daha
sonra Peygamber (as) şöyle devam etti: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim
ki, cennetin kapı kanatlarından ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Himyer arası
veya Mekke ile Busra arası kadardır.”[22]
İşte
bu, Allah’ın Resulü Muhammed’e (as) vermeyi vaat ettiği Makamı Mahmud, en yüce
makamdır. İnsanların önce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (as) gelmeyip de diğer
peygamberlere teker teker uğramalarının sebebi, Kıyamet gününde Peygamberimizin
faziletini ve diğer peygamberler olan üstünlüğünü ortaya koymak içindir.
Sevgili
kardeşim ola ki senin aklına şöyle bir soru gelebilir, diyebilirsin ki, acaba
kıyamet gününde hiç hesaba çekilmeden doğrudan cennete girecek olanlar
kimlerdir? Bunlar ne gibi bir amel işlediler de bu dereceye ulaşabildiler?
Ey
kardeşim! Onlar her şeyden önce üzerlerine düşeni yerine getirdikten sonra
Allah’a tevekkül eden ve işlerinin sonucunu Allah’a havale eden kimselerdir.
İbn
Abbas’tan (ra) Buhari ve Müslim rivayet ediyorlar. Peygamber (as) anlatmış. Kıyamet
gününde yüce Allah, onun ümmetinden yetmiş
bin kişiyi
hiç hesaba çekmeden doğrudan cennete
koyacağını
vaat etmiştir.
Bu arada her yetmiş bin
kişiyle
birlikte –bir rivayete göre de her bir kişiyle beraber-
yetmiş
bin kişi daha yer alacaktır.
Bunlar cennete hesapsız olarak gireceklerdir.
Bunlar Rabbimin avucuyla üç avuç olacaklardır.
(Yani sayısız kimseler cennete hesaba çekilmeden gireceklerdir.)” Bunların
kimler olduğu sorulunca Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Bunların
kendileri efsun ve büyü yapmazlar, başkalarına
da yaptırmak
istemezler. Teşeum
etmeyenler (yani uğursuzluğa
inanmayan, şomluğu
kabul etmeyenler) ve bir de Rablerine dayanıp
tevekkül edenlerdir.”[23]
Önceki
sayfalardan da öğrendiğin gibi, insanlar üç sınıf idiler. Bunlardan ilki
Sabikun diye anılıyorlardı ki, işte cennete hesapsız olarak girecek olanlar
bunlardır. İkinci sınıf veya gurupta yer alanlar ise sağcılardır ki bunlar;
kitapları sağ tarafından verilecek olanlardır. Bunlar da mümin kimselerdir. Bunlardan
sora gelen sınıf veya gurup ise solcular olup, defterleri sol tarafından
verilecek olan kimselerdir. Bunlar da kâfirler ile münafıklardır. Nitekim daha
önce bu bilgileri edinmiştin.
Daha
sonra mahşer yerinde bulunanların Hz. Muhammed’in (as) şefaati sonucu hesaplarının
görülmeye karar verilmesiyle, oradakilerin hesapları çarçabuk görülecektir,
çünkü Allah, hesabı en çabuk görendir.
i
[1] Müslim, Cennet, h:
[2] Bak önceki kaynak. Tirmizi kıyamet,
[3] Buhari, Rikak,
[4] Müslim, Cennet,
[5] Tirmizi, Cehennemin sıfatı bahsi, h:
[6] Buhari, Ezan,
[7] Tirmizi, Kıyametin Sıfatı bahsi, h:
[8] Müslim, Zekât, h:
[9] Müslim, Zekât,
[10] Müslim, İmaret,
h:
[11] Buhari, Mezalim,
[12] Tirmizi, Nikâh, h:
[13] Müslim, Zekât, h:
[14] Süyuti, Camiussağir eserinde (
[15] Müslim, Taharet,
[16] Müslim, Salât,
[17] Tirmizi, Cennet, h:
[18] Tirmizi, Kıyamet, h:
[19] Buhari, Savm,
[20] Müslim, Fezail, h:
[21] Müslim, Fedail,
[22] Buhari, Tefsir, İsra suresi, h:
[23] Müslim, İman, h,