CENNET
VE NİMETLERİ
Cennet
nimet yurdudur. Allah burayı kulları içinden iman edenlerle Allah’ın emri ve
yasakları doğrultusunda hareket eden takva sahibi olanlar için hazırlamıştır.
Bu, onların dünyada iken samimi iman etmiş olmaları ve salih ameller işlemeleri
sebebiyledir. Kendi nefislerini kötü isteklerine direnmeleri, masiyet ve haram
olan şeyleri terk etmeleri bakımındandır. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
“İşte
yaptıklarınıza
karşılık
size miras verilen cennet budur.”
(Zuhruf,
“Kullarımızdan
takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte
budur.” (Meryem,
“İyiler
kesinkes cennettedir.” (Mutaffifin,
“Sabretmelerine
karşılık
onlara cenneti ve cennetteki ipekleri lütfeder.”
(İnsan,
Yüce
Allah müminleri buna özendiriyor. Bunun için iyi amel işlemelerini teşvikte bulunuyor.
Nitekim şanı yüce olan Allah buyuruyor:
“Rabbinizden
bir mağfiret;
Allah’a ve peygamberine inanalar için hazırlanmış
olup genişliği
gökle yerin genişliği
kadar olan cennete koşun.
İşte
bu, Allah’ın lütfudur ki
onu dilediğine
verir. Allah büyük lütuf sahibidir.”
(Hadid,
“Rabbinizin
bağışına
ve takva sahipleri için hazırlanmış
olup genişliği
gökler ve yer kadar olan cennete koşun.”
(Ali İmran,
“İman
edip yararlı
iş
yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar
orada devamlı
kalırlar.”
(Bakara,
“Rabbinin
huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.”
(Rahman,
“Rabbinin
makamından
korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran
için ise şüphesiz
cennet yegâne barınaktır.”
(Naziat,
Ey
kardeşim! Bilmiş ol ki, cennet senin okudukların ver duyduklarının üzerinde bir
şeydir. Hatta aklının ve hayalinin kavradığı her şeyin üstünde anlatılamayacak
derecede güzellikte olan yerdir. Çünkü bizim tüm düşüncelerimiz, algılamalarımız
asla cenneti olduğu gibi ihata edemediği gibi, onu idrak ta edemez, bilemez.
Çünkü bizler
“Bu rızıklar
onlara bazı
yönlerden dünyadakine benzer olarak verilmiştir.”
(Bakara,
Buhari
ve Müslim Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Dediğine göre Allah Resulü n(as)
şöyle buyurmuştur: “ Yüce Allah buyurdu ki: Salih olan kullarım için hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın gönlünden bile geçmediği
şeyler hazırladım.”[1] Ravi
diyor ki İsterseniz şu ayeti okuyun.
“Yaptıklarına
karşılık
olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını
hiç kimse bilemez.” (Secde,
Bilmelisin
ki, cennet de bir tek cennet değildir. Dört cennet vardır dendiği gibi, sekiz
cennet vardır diye de söylenmiştir. Ancak cennetler arasında nimet ve
dereceler bakımından üstünlükler vardır. Yüce Allah buyuruyor ki:
“…
Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları
bakımından
daha büyüktür.” (İsra,
Kaldı
ki bir tek cennette bile içindeki evler ve saraylar, konaklar bakımından bile
derece farklılıkları vardır.
Ubade
b. Samit’ten Tirmizi rivayet ediyor. Ubade diyor ki Allah resulü (as) şöyle
buyurdu:
“Cennette
yüz derece fark vardır. Her bir derece arasındaki farklılık ise gök ile yer
arası kadardır. Bunların içinden Firdevs cenneti en üstün olanıdır. İşte
buradan dört cennetin ırmakları akar durur, bunun üstünde de Arş bulunmaktadır.
Allah’tan bir şey istediğinizde Ondan Firdevs cennetini isteyin.”[2]
Buhari
ve Müslim Sehl b. Sa’d’dan rivayet ediyorlar. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle
buyurdu: “Gökteki yıldızı nasıl görüyorsanız, cennette yüksek köşklerde
yaşayanları aynen öyle göreceksiniz.”[3]
Bir
rivayete göre Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer de oraya gireceklerdendir ve orası ne
güzel yerdir. İşte cennette de herkesin yeri, konumu ve derecesi dünyadaki
amelleriyle orantılı olacaktır.
Cennetlerin
en üstünü ve yücesi Firdevs cennetidir. Bundan sonra ise sırasıyla Adn, Huld,
Me’va adlı cennetler gelir. İşte sözünü ettiğimiz dört cennet bunlardır. Kaldı
ki yüce Allah Rahman suresinde bunu ve bunlar arasında var olanları,
aralarındaki derece farklarını açıklamıştır. Nitekim Allah Teala şöyle
buyuruyor:
“Rabbinin
huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.”
(Rahman,
Yüce
Allah bu ikisinde bulunan nehirleri, meyveleri, yatakları, hurileri de
anlatıyor ve daha sonra şöyle buyuruyor: “Bu ikisinden başka
iki cennet daha vardır.”
(Rahman,
Nitekim
bu ikisi hakkında da özelliklerinden söz edilmektedir ki yeri geldiğinde bunu
da öğreneceksin.
Buhari,
Müslim ve Tirmizi Ebu Musa Eş’ari’den rivayet ediyorlar. Ebu Musa demiş ki
Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “İki cennet var ki içindeki kapları ve her
şeyi olmak üzere hepsi gümüştendir. İki cennette var ki bunun da kapları ve
içindeki her şeyi altındandır. Adn cennetindeki cennet ehli ile bunların
Rablerine bakışları arasında Allah’ın yüzünde Kibriya ridasından, perdesinden
başka bir şey bulunmayacaktır.”[4]
Cennetin
sekiz kapısı bulunmaktadır. Senin de öğrendiğin gibi Bir kapısı
Gelen
rivayetlere göre Allah Resulü (as) cennet kapılarını anlatmış ve buraya
kimlerin girebileceklerini ve hangi ameli işlemeleri durumunda girecek olanları
açıklamıştır. Bu sırada Ebu Bekir (ra); ey Allah’ın Resulü! Sözünü ettiğin tüm
kapılardan çağırılacak olan bir kimse var mıdır? Diye sorması üzerine,
Peygamber (as) evet, ey Ebu Bekir sen de onlardansın” diye buyurmuştur.
Müslim
ve Sünen sahipleri rivayet etmişlerdir. Ömer b. Hattab demiş ki, Resulüllah
(as) şöyle buyurdu:
“Herhangi
biriniz abdest alır ve bunu güzelce tamamlarsa, sonra da: “Eşhedu en la ilahe
illallahu vahdehu la şerikeleh ve enne Muhammeden abduhu ve Resuluh= Şehadet
ederim ki bir tek olan Allah’tan başka ilah yoktur ve onun ortağı da yoktur.
Muhammed onun kulu ve elçisidir, derse kendisi için cennetin sekiz kapısının
sekizi de açılır, hangisini isterse o kapıdan içeri girsin.”[5]
Cennet
nimetlerine gelince, burada insanın gönlünün çektiği, canının arzuladığı her
türlü nimet vardır. İşte sana Kur’an ve sahih Sünnetten bunun açıklamasını
sunayım.
Birinci
olarak cennetin yerinden ve toprağından söz edelim.
Cennet
arazisi ve toprağı bizim dünyadaki arazimize ve toprağımıza benzemez. Çünkü
cennetin toprağı zaferandandır, onun çakılları ise incidendir. Onun harcı, sıvası
ve çamuru da misktendir.
Tirmizi
Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki Allah Resulüne, “şu
varlıklar hangi şeyden yaratıldı?” diye sordum. Allah Resulü, “Sudan yaratılmışlardır”
buyurdu. Bu defa ben, “Ya cennet ve cennetin binaları, yapıları neden
yaratıldı?” dedim. Allah Resulü (as), “Bir tuğlası gümüşten, bir tuğlası da
altından, harcı ve sıvası da izfir-miskten, çakılları inci ve yakuttan, toprağı
zaferandan yaratılmıştır. Buraya giren artık umutsuzluk ve hüzün çekmez,
fakirlik ve yoksulluk görmez, ölmemek üzere orada ebedi kalır. Giysileri asla
eskimez, gençliğinden hiçbir şey kaybetmez.”[6]
İkinci
olarak cennetin ırmakları: Şüphesiz cennette dört ırmak
akar. Bunlar Firdevs cennetinden doğarlar ve diğer dört cennetten geçerler. Bu
nehirlerden birinde
“İman
edip iyi davranışlarda
bulunanlara, içinden ırmaklar
akan cennetler olduğunu müjdele!”(Bakara,
Allah
Teala bu nehirleri açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır: “Muttakilere
vadolunan cennetin durumu şöyledir:
İçinde
bozulmayan sudan ırmaklar,
tadı
değişmeyen
sütten ırmaklar,
içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar
ve süzme baldan ırmaklar
vardır.
Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır.”
(Muhammed,
Bilmelisin
ki cennet suyu dünyadaki suya asla benzemez. Çünkü dünyadaki su, bekleyince ve
bir yerde durunca tadı ve rengi uzun bir süre beklemesi sebebiyle değişir. Oysa
cennet suyu bir yerde ne kadar beklerse beklesin ve süre ne kadar uzarsa uzasın
hiçbir zaman değişime uğramayacağı gibi, tadı ve lezzeti daha da artar. Cennet
suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır. Cennet sütü de dünyadaki sütten
farklıdır. Çünkü dünyadaki sütü yüce Allah, hayvanların karınlarındaki fışkı
ile kan arasından çıkarır. Bu süt fazla bekletilince ekşir ve kokar. Ancak
cennet sütü böyle değildir. O akan bir nehir olup, bu süt ne kadar beklerse
beklesin hiç bozulmaz ve asla kokuşmaz, durdukça lezzeti ve tadı artar. Cennet
şarabı öyledir. O dünyadaki şaraba hiç benzemez. Çünkü dünya şarabı kimi
meyvelerden ve ekşimeye yüz tutan bitkilerden, tohumlardan yapılır. Bir kimse
bundan içince akli dengesi bir an bozulur ve kusmaya başlar, şiddetli
başağrısıyla karşı karşıya kalır. Hâlbuki cennetteki şarap öyle değildir. O bir
nehirden akar, bu şarap kimi meyvelerin ekşimeye ve bozulmaya, kısaca
mayalanmaya bırakılmasıyla üretilmez. İçenini baş ağrısına müptela etmez,
kusmaz, aklı başından almaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Çevrelerinde,
hizmet için ölümsüz gençler dolaşır,
Maiyn çeşmesinden
doldurulmuş
testiler, ibrikler ve kadehlerle. Bu şaraptan
ne başları
ağrıtılır,
ne de akılları
giderilir.” (Vakıa,
Cennetteki
bal da öyledir. Asla dünyadaki bala benzemez. Çünkü dünyadaki balı arılar
bitkilerden topladıkları özlerden oluşturuyorlar. Oysa cennetteki bal, bir
nehir olarak akmaktadır ve içinde balmumu da yoktur, saf süzmedir. İşte sana
cennet nehirleri. Cennet ehli bunlardan içeceklerdir.
Üçüncüsü
de cennetteki saraylar, köşkler ve evlerdir. Önceki sayfalarda okuyup
öğrenmiştin. Dört cennet bulunmaktaydı.
Bunlardan iki cennetin durumlarını ve oradaki köşk ve sarayları Allah
zikretmektedir. Allah Teala buyuruyor ki:
“Fakat
Rabbinden sakınanlara,
üst üste yapılmış,
altlarından
ırmaklar
akan köşkler
vardır.
Bu, Allah’ın
verdiği sözdür.
Allah, verdiği
sözden caymaz.” (Zümer,
“İşte
onlara, sabretmelerine karşılık
cennetin en yüksek makamı verilecek,
orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.”
(Furkan,
Doğrusu
daha önceden de öğrendiğin gibi cennet sarayları, köşkleri altından ve gümüşten
inşa olunmuşlardır. Yoksa dünyada olduğu gibi çamurdan, taştan, tuğla ve kerpiçten
yapılmış değildir. Allah Teala buyuruyor ki:
“Dilerse
sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar
akan cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah’ın
şanı
yücedir.” (Furkan,
Diğer
iki cennete gelince Allah Teala onlardan da söz etmekte ve oradaki yapıların
çadırlardan oluştuğunu bildirmektedir. Yüce Allah önceki iki cennet hakkında
açıklama yaptıktan sonra, diğer ikisi için de devamımda şöyle buyurmaktadır:
“Bu
ikisinden başka
iki cennet daha vardır.”
(Rahman,
Nihayetinde
şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine
tahsis edilmiş
huriler vardır.”
(Rahman,
Buradaki
otağ veya çadırlar, dünyada olduğu gibi, kıldan, yünden veya pamuktan yapılmış
değildir. Hayır, kardeşim dünyadaki gibi değildir. Aksine cennet otağları inciden,
yakut ve zebercetten yapılmıştır.
Buhari,
Müslime ve Tirmizi Ebu Musa Eş’ari’den rivayet ediyorlar. Demiş ki Allah Resulü
(as) şöyle buyurdu:
“Cennette
içi oyulmuş
inciden imal edilmiş çadırlar var ki,
genişliği
altmış
mil mesafe kadardır.
Çadırın
her bir köşesinde
kalan aile bireyleri, çadırın
olabildiğince
genişliği
sebebiyle diğer
köşelerde
kalanları
göremezler. Mümin kişi
o ailelerini ziyaret eder durur.”
Tirmizi
Ebu Said Hudri’den rivayet ediyor, demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Cennet
ehlinden makam itibariyle konumu en düşük olanın hizmetinde seksen bin hizmetçisi
vardır, yetmiş iki eşi-hanımı olacaktır. Kendisi adına inci, zebercet ve
yakuttan bir kubbe dikilecektir. Aralığı Cabiye ile Sana arası kadardır.”
İşte
bu anlattıklarımız cennetin evleri ve saraylarıdır.
Dördüncü
olarak da cennetin yatakları ve kapları konusudur. Cennet yatakları ipektendir
ve ipekle içi doldurulmuştur. Bu yataklar da altın işlemeli karyolalara
kurulmuştur. Allah Teala buyuruyor:
“Hepsi
de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar.”
(Rahman,
“Cevherlerle
işlenmiş
tahtlar üzerindedir, karşılıklı
olarak oturup yaslanırlar.”
(Vakıa,
Nitekim
içinde kaldıkları odaların ve sarayların zemin döşemeleri de ipek halılarla
dayalı döşelidir. Etrafında da sıra halinde dizilmiş işlemeli yastıklar vardır.
Yüce
Allah buyuruyor ki: “O cennette devamlı akan pınar,
orada yükseltilmiş
tahtlar, konulmuş kadehler,
sıra
sıra
dizilmiş
yastıklar,
serilmiş
halılar
vardır.”(Ğaşiye,
Bu
anlattıklarımız cennet sergileri ve yataklarıyla alakalıdır. Bir de cennetteki
kullanılan kap-kacak vardır. Buradaki çanak, çömlek, kadehler, testiler ve
kâseler de altındandır. Bu şeyler Firdevs ve Adn cennetine göre olan şeylerdir.
Bir de Huld ve Me’va cennetleri var ki bunların da eşyası, kapları gümüştendir.
Nitekim bununla ilgili bilgiler Ebu Musa Eş’ari hadisinden öğrenmiştik. Bu hadisi
Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmişlerdi. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Onlara
altın
tespihler ve kadehler dolaştırılır.”
(Zuhruf,
“Yanlarında,
gümüş
kaplar ve billur kâselerle, gümüş
beyazlığında
billur gibi şeffaf
kupalarla dolaştırılır
ki, sakiler bu cennet şarabını
ölçüsünce tayin ve takdir ederler.”
(İnsan,
Beşinci
olarak da cennet kadınlarıdır. Aslında mümin kişinin cennette dünya kadınlarından
iki eşi olacaktır. Hurilerden ise, ameline göre değerlendirilecektir. Ola ki
sen, “dünya kadınlarından bana ne, çünkü onlar içerisinde kötü huylu ve
yaratılışlı olanları vardır” gibisinden bir şeyler söylemeye kalkışabilirsin
veya seni rahatsız etmiş olan dünyadaki iki komanın durumlarını göz önünde
bulundurarak böyle bir şeye gönülsüz olabilirsin ama mesele senin sandığın
gibi değil kardeşim! Çünkü cennet ile dünya kıyaslanamaz. Unutma ki Müslüman
kadınlar cennette güzellik ve huy bakımından hurilerden çok daha üstün
olacaklardır. Öyle ki huriler onların yanında ancak hizmetçi gibi kalırlar. Aralarında
haset, kin, düşmanlık ve nefret yoktur. Aksine kardeşlik ve karşılıklı sevgi
vardır. Nitekim Allah Teala buyuruyor:
“Biz
onların
gönüllerindeki kini söküp attık;
onlar artık
köşkler
üzerinde karşı
karşıya
oturan kardeşler
olacaklar.” (Hicr,
Şunu
da bilmelisin ki, cennet ehlinin kadınları tertemizdirler. Bu kadınlar ister
Müslüman kadınlar olsun, ister huriler olsun fark etmez, hepsi de
tertemizdirler. Küçük ve büyük abdest yok, aybaşı ve loğusa durumu yok, doğum
yok, hepsi de kızdırlar. Kocaları her ne zaman yanlarına varsa, onları hep kız
olarak bulacaklardır. Kaldı ki Allah Teala gelecek olan ayetlerde şöyle
buyurmaktadır:
“Onlar
için cennette tertemiz eşler de vardır.
Ve onlar orada ebedi kalıcıdır.”
(Bakara,
“Yanlarında
güzel bakışlarını
yalnız
onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler
vardır.
Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır.”
(Saffat,
“Oralarda
gözlerini yalnız
eşlerine
çevirmiş
güzeller var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.”
(Rahman,
“Gerçekten
biz hurileri apayrı
biçimde yeni yarattık. Onları,
eşlerine
düşkün
ve yaşıt
bakireler kıldık.”
(Vakıa,
Yani
hepsinin de yaşları otuz olacak ve hepsi de evlenme çağında, evliliğe istekli
olacaklar. Allah Teala buyuruyor:
“Göğüsleri
tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar.”
(Nebe,
Bu
nasıl bir sunuş, bu nasıl bir özendirme ve teşvik, göğüsleri tomurcuklanmış
yaşıt kızlar!
Bak
hele kardeşim! Eğer bir adam veya bir genç evlenmek istese, birileri de ona
oldukça güzellikte güzel, ahlakta ve terbiyede üstün değerde olan bir kızın
varlığından haber verse, onun güzelliklerini, özelliklerini bir bir saysa ve o
kızı ona sevdirmesi için elinden geleni yapsa bu kimse nasıl davranır? Kendisi
hakkında bilgi verilen bu kızı, evlenmek isteyen kişi görmek için acele etmez
mi, bir an önce onu görsün istemez mi? Dolayısıyla o kişi, böyle özellikleri
bulunan bu kızı görebilmek uğruna elinde avucunda olan şeyleri vermez mi hiç?
Hatta öyle ki ona karşı olan sevgisi uğruna canını bile çoğu kez fedaya hazırdır.
İşte
böyle bir haberi veren zat âlemlerin Rabbi Allah’tır ve O haber verenlerin en
doğru haber verenidir. Allah bize hurilerden ve onların özelliklerinden,
güzelliklerinden söz ediyor. Yani iri gözlü, ela bakışlı, sütbeyaz varlıklar
olan huriler. Bu özellikleriyle, güzellikleri Allah onları bize sevdiriyor ve
tanıtıyor. Böyle olunca bizler onlara doğru bir eğilim göstermez miyiz hiç!
Dolayısıyla onları elde edebilmek ve onlarla evlenmek için elimizden ne gelirse
o manada amel işlememiz gerekmez mi?
O
halde onlara talip olan var mı? Onları arzulayan var mı? Eğer sen onlara talip
ve istekli isen, o halde şimdiden onların mehirlerini kendilerine öde, önceden
gönder. Onların mehirleri; Allah’a iman, iyi ve güzel işler yapmak, salih amel
işlemek, Allah’ın haram kıldığı şeylerden de uzak durmak ile mümkündür. Sakın
ola ki şu bedeviye benzemeyesin. Bedevi Allah Resulü’nün mescidine gelir ve
orada hafiften bir namaz kılar ama tavuğun yem topladığı gibi yapar. Sonra da
ellerini açıp şöyle yakarır:
“Allah’ım!
Beni iri gözlü hurilerle evlendir.” Hz. Peygamber (as)
ona: “Sen güzel bir istekte bulundun, dünürcülüğün
iyi oldu ama sen mehrini vermede kötü davrandın”
der.
Ey
kardeşim! Şimdi sana şu hadisi şerifi sunuyorum, ola ki bu senin sevgini
arttırır. Tirmizi, Enes b. Malik’ten (ra) rivayet ediyor. Enes diyor ki, Allah
resulü (as) şöyle buyurdular:
“Eğer
cennet ehlinden olan bir kadın şöyle
bir dönüp yeryüzüne bakabilseydi, böylece o yer ile gök veya
doğu
ile batı arasını
aydınlığa
boğardı
ve yine yer ile gök veya doğu
ile batı
arasını
en güzel kokularla doldururdu. Doğrusu
o kadının
başını
örten başörtüsü
dünyadan da ve dünyada var olan şeylerden de daha
değerlidir.”[7]
Ey
kardeşim! Eğer cennet kadının
Allah’ım!
Onların eşleri olabilmemiz için bize salih ameller işlemeyi nasip eyle ve bizi
buna muvaffak eyle! Ey merhametlilerin en merhametlisi Rabbim! Bizi böyle
ameller işlemeye muvaffak eyle!
Ey
kardeşim şunu da bilmelisin ki, cennettekiler, yüzlerini nasıl olduğunu görmek
için herhangi bir aynaya bakma gereği duymayacaklardır. Çünkü onlar kendilerini
hanımlarının sinelerinde veya onların yüzlerinde göreceklerdir. Bu açıdan
ayrıca bir aynaya gerek olmayacaktır. Hatta dahasını da söylememi ister misin?
Kişi cennette eşinin kemikleri içindeki iliğini, tıpkı billur kadehte gözüken
süt misali öylece göreceklerdir. Mademki kalem cennet kadınlarından ve onların
güzelliklerinden söz ediyor, öyleyse ben de sana, onlara karşı ünsiyet
kazanasın, cennete ve oradaki kadınlara özlem duyasın diye sana şu hikayeyi
anlatayım da, bir gör.
Anlatıldığına
göre Abdulvahid b. Zeyd adında bir Müslüman komutan askerlerine cihaddan,
cihadın öneminden ve Allah yolunda şehit olmaktan söz eder ve bu arada yüce
Rabbimizin şu ayetini de okur:
“Allah
müminlerden, mallarını ve canlarını,
kendilerine verilecek cennet karşılığında
satın
almıştır.
Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürülürler ve ölürler.” (Tevbe,
İşte
bu sırada askerler arasından Said adında biri ayağa kalkar ve komuta der ki:
“Ey komutanım! Her şeyden münezzeh olan yüce Allah bizden canımız ve malımız
karşılığında bize cenneti mi satıyor?” diye sorar. Komutan da, “evet” der. Bu
delikanlı komutanına: “Öyleyse ben cennet karşılığında canımı ve malımı ortaya
koyduğuma seni tanık tutuyorum” der.
Komutanı
Abdulvahid askerine der ki: “Doğrusu sen henüz gepegenç bir delikanlısın.
Endişem o ki, sen böyle bir alışverişi yerine getirmede güç yetiremeyebilirsin.”
Ancak delikanlı: “Aksine ben bunu yapabilecek güçteyim, buna şahit ol. Çünkü
ben canımı ve malımı karşılığında cennet almak üzere Allah’a sattım” der.
Komutanı da dönüp kendinse: “Bu, oldukça karlı bir alışveriştir” der ve onun
başarılı olması için dua eder.
Savaş
Bizanslılara karşı yapılıyordu. Said adındaki bu delikanlı gitti ve ne malı
varsa hepsini Allah yolunda harcadı. Kendisi için
Abdulvahid
komutasında Bizans’a karşı savaşmak üzere ordu hazırlandı. Said orduya gerekli
yardımı yaptı ve kendisi de savaş hazırlığına yaparak orduya katıldı. Henüz düşman
ile karşılaşmadan birkaç saat önce, ordu dinlenmeye çekilmiş ve bu arada
düşmanla karşılaşmanın da hazırlığını yapıyorlardı. Said de dinlenmeye çekilmiş,
uykuya varmıştı. Bu sırada yakınında askerlerden de bir arkadaşı bulunuyordu.
Arkadaşı bakar ki Said uykusunda konuşuyor, elini bir yerlere doğru uzatıyor,
sonra geri çekiyor. Arkadaşı Sait’in rüya gördüğünü anlar, ancak onu uykusundan
uyandırmaz.
Neden
sonra Said uyanınca, arkadaşı kendinse, “Sen rüyanda ne gördün?” diye sorar ve
“gördüğüm ve işittiğim kadarıyla sen uykuda iken konuşuyordun ve elini uzatıp
duruyordun” der. Said arkadaşına, “bir şey görmedim” dese de, arkadaşı
söylemesi için ısrar eder. Bunun üzerine Said arkadaşına: “Gördüğüm rüyayı ben
ölene dek kimseye söylememek üzere bana söz verecek olursan, ben de sana rüyamı
anlatırım” der. Arkadaşı da, Said’e, rüyasını o ölene dek kimseye söylemeyeceğine
dair söz verdi. Bunun üzerine Said rüyasını anlatmaya başlar ve der ki:
—Kendimi
cennette imişim gibi gördüm. Derken sudan bir nehrin başında kendimi buldum.
Burada huriler ve gençler vardı. Onlar beni gördüklerinde hoş geldin Safalar getirdin
ey hoşnut kılınan Aynanın Beyi, dediler. Ben de, “Hoşnut kılınan Ayna aranızda
mı?” diye sordum. Onlar, “hayır, keşke biz onun hizmetinde olanlardan olsaydık,
sen hele ilerle” dediler. Ben de ilerlemeye devam ettim, derken sütten bir
nehrin başına geldim, bir de gördüm ki burada
Artık
bundan sonra Müslümanlar ile Rumlar arasında savaş kızıştı. Said büyük bir
yararlılık gösterdi, akşama kadar yılmaksızın, göksünü gelen oklara hedef
tutarak savaşmayı sürdürdü. Çünkü o şehit olmayı, bu uğurda ölmeyi istiyordu.
Onun bu derece fedakârca savaşmasını gören arkadaşları ona imreniyorlardı.
Cesurca öne atılıyor ve ölümden hiç korkmuyordu. Derken savaşın durmasına az
kala ölümcül bir darbe aldı. Arkadaşları hemen onu aldılar. Bu sırada savaş da
durmuştu. Rüyasını anlattığı arkadaşı durumu öğrenince hemen oraya koştu,
baktı ki arkadaşı Said can çekişiyor. Arkadaşı Said’e, “Ey Said mutlu Ayna ile
seni tebrik ederim” diye seslenince, diğer asker arkadaşları ona: “Kimdir ve
nedir bu mutlu Ayna?” diye sordular. Arkadaşı Sait’in gördüğü rüyayı anlatmak
isteyince, Said, dönüp arkadaşına baktı, dudak hareketleriyle ona, verdiği sözü
hatırlattı. Arkadaşı da, Said ruhunu teslim edene dek, onun gördüğü rüyayı
kimseye anlatmadı.
Ey
kardeşim! İşte samimi iman budur. İşte samimi olarak cenneti ve hurileri
istemek budur. Kaldı ki Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Siz
ve eşleriniz
ağırlanmış
olarak cennete giriniz.” (Zuhruf,
Ey
kardeşim! İşte bundan dolayı ola ki sen bu dünyada güzel seslilerden insanı kendinden
geçiren şarkılar dinlemek istersin. Ve sen kendi kendine, “acaba cennette de
insanın aklını başından alan şarkı var mıdır?” diye sorabilirsin.
Ey
kardeşim! Orada öyle şarkılar ve sesler var ki şu yaratılmışlar âleminde o
kadar güzeli ve manidarı duyulup görülememiştir. Eğer bu sesleri dünyadakiler
işitmiş olsalardı, sevinç ve mutluluklarından kendilerinden geçerlerdi. Doğrusu
orada bu şarkıları söyleyenler ise iri gözlü hurilerden başkası da değildir.
Tirmizi Hz. Ali’den (ra) rivayet ediyor. Hz. Ali demiş ki Allah Resulü (as)
şöyle buyurdu:
“Aslında
cennette hurilerin bir araya gelip toplandıkları yerleri vardır. Burada
birlikte öyle şarkılar söylerler ki, yaratılmışlar arasında onun benzeri
sesler işitilmiş değildir. Onlar şöyle derler: Biz artık
ölümsüsüz, yok olup gidecek değiliz
asla. Bizler yumuşak huyluyuz asla
serleşmeyiz.
Bizler memnun kalmış
olanlarız,
hiç kızmayız.
Doğrusu
ne mutlu bizim olanlara ve ne mutlu bize ki, biz de
onun içiniz.”[8]
Altıncısı
da cennetteki hizmetçiler ve gençler: Yüce Allah, cennet ehlinin
hizmetçileri olan gılmanı yani gençleri tanıtırken, onlar için şu ifadeyi
söylüyor. Kabuğunda saklı inci gibi gençler… Yüce Allah buyuruyor ki:
“O
insanların
etrafında
öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır
ki, onları gördüğünde,
etrafa saçılıp
dağılmış
inciler sanırsın.”
(Tur,
Allah
Teala, onları güzellikleri ve üstünlükleri sebebiyle onları bize tanıtıyor.
Anlatıldığına göre, henüz bebek iken, ergenlik çağına gelmeden müşriklerin ölen
çocukları cennette cennet ehlinin hizmetinde çalışacaklardır.
Unutma
ki, cennet ehlinin emrinde ve hizmetinde bulunan bu genç nedimler, orada ücret
karşılığında çalışan ücretliler değil, aksine onlara aittir ve onların
mülkleridir. Cennet ehlinin en alt derecesinde olan bir kimsenin hizmetinde
önceki sayfalarda da geçtiği gibi seksen bin genç nedim çalışacaktır. Çünkü Ebu
Said Hudri’den Tirmizi tarafından rivayet olunan hadiste buna değinilmişti.
Kaldı ki Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Hizmetlerine
verilmiş,
kabuğunda
saklı
inci gibi gençler etraflarında dolaşırlar.”
(Tur,
Bu
gençler
“Onlara
altın
tepsiler ve kadehler dolaştırılır.
Orada canlarının
istediği,
gözlerinin hoşlandığı
her şey
vardır.
Ve kendilerine: Siz orada ebedi kalacaksınız,
denilir.” (Zuhruf,
“Çevrelerinde,
hizmet için ölümsüz gençler dolaşır,
Maiyn çeşmesinden
doldurulmuş
testiler, ibrikler ve kadehlerle. Bu şaraptan
ne başları
ağrıtılır,
ne de akılları
giderilir. Onlara beğendikleri meyveler,
canlarının
çektiği
kuş
etleri, saklı inciler gibi,
iri gözlü huriler, yaptıklarına karşılık
olarak verilir.” (Vakıa,
Yedincisi
de cennetteki yiyecek ve içecekler konusudur. Cennet ehlinin cennette
yiyecekleri şeyler konusunu yüce Allah zikretmiştir. Bu yiyeceklerin et ve
meyvelerden oluştuğunu anlatıyor. Aslında bu iki çeşit yiyecek cennet
yiyeceklerinin en lezzetlileridir. Yine Allah Teala, cennet ehlinin yedikleri
etler, etlerin en lezzetli olan türüdür. Bu et, kuş etidir. Allah Teala şöyle
buyuruyor:
“Onlara
beğendikleri
meyveler, canlarının
çektiği
kuş
etleri vardır.”
(Vakıa,
“Onlara
canlarının
istediği meyve ve etten
bol bol verdik.” (Tur,
Yine
bilesin ki bu yiyecek maddeleri bitip tükenmeyecektir. Cennet ehlinin bu
yiyeceklerden ne zaman canı yemek isterse, hemen dünyadaki meyvelerin,
sebzelerin ve yiyeceklerine hiçbirine benzemeksizin önlerine konulur. Çünkü
bilindiği gibi dünyada iken yaz mevsiminde yetişen ürünler kış mevsiminde
bulunamazlar, kış mevsiminde bulunanlar ise yaz mevsiminde ele geçmezler. Oysa
cennette böyle bir mevsim ayırımı yoktur. Her an her mevsime ait yiyecekler
vardır. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Tükenmeyen
ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler.”
(Vakıa,
Kim
onu burada bu nimetlerden menedebilir ki? Çünkü bütün bunlar Allah’ın
mülküdürler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar:
Bize verdiği
sözde
Bilesin
ki cennette her çeşit meyve ve sebze vardır. Kısaca önceden bildiklerin de hiç
bilmediklerin de orada vardır. Bunları alıp getirmek için herhangi bir sepete,
seleye, fileye gerek olmadığı gibi, gidip yerinden, bağ ve bahçeden koparıp
getirmeye de gerek olmaz. Çünkü cennet ürünleri dalından oturduğun yerde
üzerine doğru sarkmış bir halde olacaktır. Kişi yatıp uzandığı yerden
zahmetsizce onlardan alıp yiyecektir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Hepsi
de örtüleri atlastan minderlere yaslanırlar.
İki
cennetin de meyvesinin devşirilmesi yakındır.”
(Rahman,
Peygamber
(as) şöyle buyuruyor: “O meyvelere ayakta olan da, oturan da ve yan üzeri
uzanıp
yatmış
olanda yetişir.”
Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Cennet
ağaçlarının
gölgeleri, üzerlerine sarkar, kolayca koparılabilen
meyveleri istifadelerine sunulur.”
(İnsan,
“Meyveleri
sarkmış
olarak…” (Hakka,
Yine
unutma ki cennet ağaçları, dünya ağaçlarına benzemezler. Çünkü dünyadaki ağaçların
kökleri toprakta, dalları ise havadadır. Cennet ağaçları dünyadakilerin tam
tersinedir. Çünkü bunların kökleri havada, dalları ise aşağıya doğru sarkık
vaziyettedir. Cennet ağaçlarının
Tirmizi
Enes’ten rivayet ediyor. Enes’in söylediğine göre Resulüllah (as) şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu
cennette öyle bir ağaç var ki,
binitli bir kimse onun gölgesinde tam yüz yıl
yola devam eder de, yine onun gölgesi bitmez.”[9]
Allah Resulü (as) isterseniz: “Uzamış gölgeler,
… içindedirler.” (Vakıa,
Belki
sen diyebilirsin ki, eğer
Kardeşim!
Bilmelisin ki, cennet ağaçları adeta birbiriyle sarmaş dolaş olmuş gibi iç
içedirler. Dolayısıyla verdikleri tüm ürünler senin yanıbaşında veya başının
üzerinde olacaktır. Allah Teala şöyle buyuruyor: “İki
cennet de çeşit
çeşit
ağaçlarla
doludur.” (Rahman,
Sekizincisi
de cennetteki giysiler ve süslerdir.
Aslında
cennet ehlinin cennetteki giysileri ipektendir ama bu ipek dünyadaki ipekle
asla kıyaslanamaz. Çünkü dünyadaki ipek ipekböceğinden elde olunur. Oysa
oradaki ipek ise, bunlar yüce Allah’ın özel olarak yarattığı kumaşlardır.
Cennet ehlinin her birinin cennet giysilerinden yetmişer elbisesi olacaktır ama
bunlardan hiçbirinin rengi diğerine benzemeyecektir. Allah Teala şöyle
buyuruyor:
“Üzerlerinde
yeşil
ipekten ince ve kalın elbiseler vardır,
gümüş
bilezikler takmışlardır.
Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan,
Bu
giysiler hiç eskimezler, durdukça da güzellikleri artar. Erkekler başlarına,
incilerle bezenmiş taçlar giyerler. Nitekim Tirmizi Ebu Hureyre’den (ra)
rivayet ediyor. Ebu Hureyre diyor ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennet
ehli cennete tüysüz ve kılsız ve doğuştan sürmeli olarak, gençlikleri kaybolmamak
ve elbiseleri de eskimemek üzere gireceklerdir. Başları üzerinde taçlar olacaktır.
İncilerle süslü taçlarının üzerindeki her bir inci doğu ile batı arasını
aydınlatacak derecede parlar.”[10]
Cennet kadınlarına gelince bunlar da başlarına başörtüsü takmış olacaklardır.
Senin
de öğrendiğin gibi Peygamber (as), cennet kadınlarının başörtülerinin dünyadan
ve dünyadaki her şeyden daha değerli olduğunu belirtmişti.
Cennet
ehlinin ziynet ve süslerine gelince, bunlar da bileziklerden ve benzeri
süslerden oluşacaktır. Bunlardan Firdevs ve Adn cennetlerinde bulunan
kadınların süsleri altından olacak ve altın ile süsleneceklerdir. Nitekim yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bunlar
orada altın
bileziklerle ve incilerle bezenirler.”
(Hac,
Huld
ve Me’va cennetinde olanların süs ve ziynetleri ise gümüştendir. Çünkü Allah
Teala şöyle buyurmaktadır:
“Gümüş
bilezikler takınmışlardır.
Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.” (İnsan,
Tirmizi
Sa’d b. Ebu Vakkas’tan (ra) rivayet ediyor. Demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Eğer
cennet ehlinden olan biri şöyle dünyaya bir baksa, bilezikleri ortaya çıkıp
gözükse, bundan dolayı tıpkı güneşin ışığı yanında yıldızların sönük kaldıkları
gibi, güneş de bu süslerin parlaklığı yanında sönük kalır.”[11]
Ey
kardeşim! İşte cennet budur. Eğer bir de cennettekilerin durumundan ve orada
ne tür nimetler içinde bulunduklarından soracak olursan, -özellikle senin ve
Müslümanların onlardan olmalarını dilerim-, hepsi de cennete girdiklerinde
genç olarak gireceklerdir. Öldüklerinde yaşları her ne olursa olsun, ister
yaşlı olarak ve ister çocuk olarak ölmüş olsunlar hiç fark etmeyecek, hepsi de
aynı yaşta olarak cennete gireceklerdir. Yaşları Otuz civarında olacak,
boyları da atamız Âdem’in (as) boyunca olacaktır.
Tirmizi
Ebu Said Hudri’den (ra) rivayet ediyor, demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“İster
küçük yaşta ölmüş olsunlar, ister yaşlandıklarında ölmüş olsunlar cennet ehlinin
yaşları otuza getirilecektir. Ebedi olarak hep bu yaşta olacaklardır. Nitekim
cehennem ehlinin de yaşları böyle olacaktır.”[12]
Buhari,
Müslim ve Tirmizi Ebu Hureyre’den rivayet etmişlerdir. Ebu Hureyre (ra) demiş
ki, Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Cennete
girecek olan ilk gurubun yüzünün parlaklığı adeta ayın dolunay gecesindeki gibi
parlak olacaktır. Tükürmeyecekler, sümkürmeyecekler, büyük ve küçük abdeste çıkmayacaklardır.
Cennetteki kapları altından, tarakları altın ve gümüşten, buhurdanlıkları
ödağacındandır, terleri de misk gibi kokacaktır.”[13]
Allah
Resulü (as) şöyle buyuruyor: “Cennete girecek olan ilk zümrenin yüz aydınlığı,
ayın dolunay gecesindeki aydınlığı gibi olacaktır. İkinci zümre ise, gökteki
yıldızlar içinde en güzel parlayanın parlaklığında olacaktır. Cennet ehlinden
olanların her birisinin ikişer eşi olacaktır.”[14]
Nitekim
orada artık ölmeyecekler, yaşlanmayacaklar, beden güçlerinden bir şey
kaybetmeyecekler, hastalanmayacaklar, üzüntü duymayacaklar ve yorgunluk
nedir bilmeyeceklerdir. Aralarında herhangi bir düşmanlık, kin, öfke, haset,
çekişme ve tartışma da olmayacaktır. Aksine hepsi birbirlerini seven kardeşler
olacaklardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İlk
tattıkları
ölüm dışında,
orada artık
ölüm tatmazlar. Ve Allah onları
cehennem azabından
korumuştur
(sürekli hayata kavuşmuşlardır).”
(Duhan,
Yüce
Allah onların cennetteki konuşmalarından da şöyle haber vermektedir:
“Cennette
şöyle
derler: Bizden tasayı
gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu
Rabbimiz çok bağışlayan,
çok nimet verendir. O Rab ki lütfuyla bizi asıl
oturulacak yurda, cennete yerleştirdi.
Artık
orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada
bize bir usanç gelecektir.” (Fatır,
“Cennette
onların
altlarından
ırmaklar
akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp
atarız.”
(Araf,
Cennette
zaman ilerledikçe, onlar dünyadakinin tam tersine daha da bir güzelleşir ve
güçlenirler.
Müslim
Enes’ten (ra) rivayet ediyor. Dediğine göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Cennette
öyle bir Pazaryeri var ki, cennet ehli her Cuma günü gelip burada toplanırlar.
Derken bu sırada kuzeyden bir rüzgâr eser de, onların elbiselerine ve yüzlerine
cennet kokularını serper. Böylece bu onların güzelliklerine ve cemallerine
güzellik ve cemal katar, böylece eşlerine dönerler. Eşleri onlara: Allah’a
yemim olsun ki, güzelliğiniz ve cemaliniz fazlasıyla artmış bulunmaktadır, derken
kocaları da onlara: Vallahi sizin de aynen öyle fazlasıyla güzelliğiniz ve cemaliniz
fazlasıyla artmış bulunmaktadır, derler.”[15]
Cennet
ehlinin kavuşacağı en büyük nimet, ikramı bol olan Allah’ın yüzüne bakmaları
olacaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Yüzler
vardır
ki, o gün ışıl ışıl
parıldayacaktır.
Rablerine bakacaklardır, onu göreceklerdir.”
(Kıyame,
“Güzel
davrananlara daha güzel karşılık,
bir de fazlası
vardır.”
(Yunus,
Burada
geçen “daha güzel karşılık” ifadesinden kasıt cennettir. “Bir de fazlası
vardır” ifadesinden kasıt ise, ikramı bol olan Allah’ın yüzüne bakmaktır. Allah
Teala şöyle buyuruyor:
“Orada
kendileri için diledikleri her şey vardır.
Katımızda
dahası
da vardır.”
(Kaf,
Yine
bu ayette de yer alan, “dahası da vardır” ifadesinden kasıt, İkramı bol olan Allah’ın
yüzüne bakmaktır. Allah Teala’nın onlardan razı olması hasebiyle rızasıyla tecelli
etmesi, onlar için aradaki perdeleri ortadan kaldırması ile hemen hepsi
Allah’ın huzurunda secdeye kapanacaklardır. Yüce Allah kendilerine: “Kaldırın
başlarınızı ey kullarım! Çünkü ibadet dönemi dünyada kaldı. Siz şu anda ödüllendirme
yurdundasınız” diye buyuracaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Onlara
denir ki: Geçmiş
günlerde işlediğiniz
iyi amellerinize karşılık,
afiyetle yeyin, için.” (Hakka,
Cennette
namaz, oruç, cünüplükten yıkanma ve benzeri manada ibadetler yoktur. Aksine
orada
“Onlar:
Bize verdiği
sözde
“Cennette
şöyle
derler: Bizden tasayı
gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu
Rabbimiz çok bağışlayan,
çok nimet verendir.” (Fatır,
“Ve
onlar derler ki: hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan
Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru
yola iletmeseydi kendiliğimizden
doğru
yolu bulacak değildik.”
(Araf,
Melekler
bu kimselerin ziyaretine gelip selam veririler. Allah Teala buyuruyor ki:
“Melekler
de her kapıdan
onların
yanlarına
varacaklardır.
Melekler onlara: Sabrettiğinize karşılık
size selam olsun! Dünya yurdunun sonu cennet ne güzeldir, derler.”
(Ra’d,
“Orada
birbirleriyle karşılaştıkça
söyledikleri selamdır.
Onların
dualarının
sonu da şudur:
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus,
“Orada
boş
bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.
Söylenen yalnız,
selam, selamdır.”
(Vakıa,
“Onlar
orada ne boş
bir lakırdı,
ne de boş
yalan işitirler.”
(Nebe,
Ancak
cennet ehli cennette dünyada işlediklerini hatırlarlar. Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmaktadır:
“Cennettekiler
birbirlerine dönüp sorarlar: Derler ki: Daha önce biz, aile çevremiz içinde
bile ilahi azaptan korkardık.
Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen
azaptan korudu. Gerçekten biz bundan önce Ona yalvarıyorduk.
Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak odur.” (Tur,
Bilmelisin
ki, cennet ehli, cehennem ehlini gördükleri gibi, cehennem ehli de cennet ehlini
görürler. İşte bu karşılıklı göre olayı, cennet ehlinin nimet içinde
olmalarının değerini ve önemini daha da arttırır, ateştekilerin de azaplarını
arttırır. Çünkü cennet ehli, cehennem ehlini ve azaplarını görünce, şu gerçeğin
farkına varabileceklerdir. Eğer Allah kendilerini cennete koymamış olsaydı
bile, sırf cehennem ateşinden ve azabından Allah’ın onları kurtarmış olması
bile onlar için en büyük nimet olacaktı. Aynı şekilde cehennem ehlini de Allah
ateşe sokmasaydı bile, cennet ehlini ve onların içinde bulundukları nimeti
görmeleriyle, bundan mahrum olmanın da büyük bir azap olacağını göreceklerdi.
İşte bu bile onların hasretini ve azabını artıracaktır.
Bir
de kendileri için hazırlanmış olan yerlerin cennet ehline kaldığını
gördüklerinde daha da perişan olacaklardır. Çünkü onlar bunu elde edecekleri
amelleri işleme imkânları varken bunu yapmamışlardı. Belki de şu anda içinde
azap gördükleri ateşe onlar girecekti ama onlar, amelleri sayesinde kendilerini
o ateşten kurtardılar. Çünkü cennetliklerle cehennemlikler arasındaki engel
veya perde öylesine şeffaftır ki, birbirlerini görmeye engel olmamaktadır.
Hatta cennet ehli ile cehennemlikler birbirleriye konuşabileceklerdir de. Kaldı
ki Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Cennet
ehli cehennem ehline: Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini
gerçek bulduk, siz de Rabbinizin size vaat ettiğini
gerçek buldunuz mu? diye seslenir. ‘Evet’ derler. Ve aralarında
bir çağrıcı,
Allah’ın
laneti zalimler üzerine olsun! diye bağırır.”
(Araf,
“Cehennem
ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah’ın
size verdiği
rızıktan
biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah
bunları
kâfirlere haram kılmıştır,
derler.” (Araf,
İşte
böylece cennet ehli cehennem ehline laf atar ve onlara dünyada iken
yaptıklarını, kafirliklerini ve ahiret gününe inanmamalarını hatırlatırlar.
Yüce Allah cennet ehlinden söz ederek buyuruyor ki:
“İşte
o zaman birbirlerine dönerek dünyadaki hallerini
soracaklar. İçlerinden
biri: Benim, bir vardı,
der. Derdi ki: Sen de dirilmeye iman edenlerden misin? Biz ölüp kemik, sonra toprak
haline geldiğimiz
zaman diriltilip cezalandırılacak
mıyız?
O zat, dünyada geçmiş olan hadiseyi bu
şekilde anlattıktan sonra Allah
Teala orada bulunanlara: Siz işin
gerçeğine
vakıf
mısınız?
dedi. İşte
o zaman konuşan
baktı,
arkadaşını
cehennemin ortasında
gördü. Yemin ederim ki, sen az daha beni de helak edecektin.
Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de cehenneme
getirilenlerden olurdum, dedi. Birinci ölümümüz hariç, bir daha biz ölmeyecek
ve bir daha azap görmeyecek değil
miyiz?” (Saffat,
“Münafık
erkeklerle münafık
kadınların,
müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık
alalım,
diyeceği
günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık
arayın!
denilir. Nihayet onların arasına,
içinde rahmet, dışında
azap bulunan kapılı
bir sur açılır.
Münafıklar
onlara: Biz sizinle beraber değil
miydik? diye seslenirler. Müminler de derler ki: Evet
ama, siz kendi başınızı
belaya soktunuz; fırsat beklediniz,
şüpheye
düştünüz
ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan şeytan
sizi, Allah hakkında bile aldattı.
Nihayet Allah’ın
emri gelip çattı.”
(Hadid,
Cennet
ehli cehennem ehliyle konuşurlarken, onlara kendilerini cehenneme sokan şeyin
ne olduğunu sorarlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ancak
amel defterleri sağdan
verilen sağdakiler
bakla. Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: Sizi şu
yakıcı
ateşe
sokan nedir? diye uzaktan uzağa
sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler:
Biz namaz kılanlardan
değildik,
yoksulu doyurmuyorduk. Batıla dalanlarla
birlikte dalıyorduk.
Ceza günün de yalan sayıyorduk. Sonunda bize
ölüm gelip çattı.”
(Müddessir,
İşte
cennet ehli ile cehennem ehli arasında böyle uzaktan uzağa karşılıklı
konuşmalar olacaktır. Ne mutlu cennet ehline! Yazıklar olsun cehennem ehline!
İşte sözünü ettiğimiz bu cennetleri yüce Allah inanan takva sahibi kulları için
hazırlamıştır. Evet, bütün cennetler hep iman edenler içindir. Ola ki tüm bu
açıklamalardan sonra şöyle diyebilirsin:
Öyleyse
işlediğim zaman beni cennete koyacak ameller nelerdir? Firdevs ve Adn cennetlerine
girebilmem için neler yapmam icap ediyor.
Ki bu iki cennet altından saraylarla doludur.
i
[1] Buhari, Bed’ulhalk,
[2] Tirmizi, Sıfatulcenne,
h:
[3] Buhari, Bed’ulhalk,
[4] Müslim, İman,
[5] Müslim, Tahare,
[6] Tirmizi, Sıfatul
Cennet, h:
[7] Tirmizi, Fedailul cihad, h:
[8] Tirmizi, Sıfatul
cennet, h:
[9] Tirmizi, Sıfatul cenne, h:
[10] Tirmizi, Sıfatul cenne, h:
[11] Tirmizi, sıfatul cenne, h:
[12] Tirmizi, sıfatul cenne.
[13] Tirmizi, aynı bölüm, h:
[14] Tirmizi, aynı bölüm, h:
[15] Müslim, Cennet, h: