Akidetu’t-Tevhid

 

Ahmed Muhammed Davud

 

İMAN.. 2

Giriş. 2

Tevhid Akidesi 4

İmanın Rükünleri 4

Allah'a İman. 5

Allah'ın Varlığının Delilleri 5

Tevhid'in Çeşitleri 8

2. Ulûhiyet Tevhidi 8

Yüce Allah'ın İsimleri "Esma-İ Hüsna". 10

Yüce Allah'ın Sıfatları 12

Tevhıd Akidesinden Doğan Neticeler 14

Meleklere İman. 15

Cinler 19

İblis Ve Şeytanlar 21

Semavi Kitaplara İman. 22

Kur'an-I Kerım'ın Özellikleri 23

Tevratın Tahrifi 24

İncil'in Tahrifi 24

Barnaba İncili 26

Kur'an'ı Kerım'de Mesih. 27

Ahiret Gününe İman. 30

Kıyametin Büyük Alametleri 34

Kıyamet Günü Ve Olayları 37

Ba's (Yeniden Dirilme): 39

Haşr 41

Şefaat 41

Arz Ve Hesap. 42

Mizan. 44

Sırat 45

Kaza Ye Kadere İman. 50

İmanın Hakikati 51

Allah'ın Dinine Girmenin Şekli 53

Rıddet 53

Günahlar 55

PEYGAMBERLERE İMAN.. 57

Mucize. 64

Hz. Muhammed (Sav)'İn Mucizeleri 64

Kaza Ve Kadere İman. 67

Kader Başka Bir Kaderle Giderilir 70

Kadere İman Ve Sebeblere Yapışmak. 70

Tevbe. 75

 

 


İMAN

 

Giriş

 

Bütün hamdler Allah'a mahsustur? O'na hamd eder O'n~ dan yardım bekler ve mağfiret dileriz. Allah kime hidayet eder­se, işte o, Hakk'a ulaşmıştır? Kimi de hidayetten mahrum eder­se artık onu doğruya yöneltecek bir dors bulamazsın. Şahadet ederim ki Allah'dan başka İlah yokdur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Rasülüdür. Allah; ona âline ashabı­na ve kıyamete kadar, doğru yolda giden herkese salat ve selam etsin.

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Al­lah'ın gökten indirdiği bir su ile ölmüş olan toprağı dirilt­mesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârlan ve yer ile gök arasında emre amade bekleyen bulutlan döndürmesinde elbette düşünen bir topluluk için pek çok deliller vardır". (Bakara: 164)

Allah Teâlâ'nın kitabından apaçık bir ayet bu... İnsan aklı­nı, yaratma ve idare etme konusunda bu kâinatın güzelliklerine çekiyor. Böylece insan, devamlı yenilenen bir duyguyla evrenin manzalaralarını temaşa ediyor. Kalbi imanla aydınlanıyor.

Bu ayet, Cenab-ı Hakk'ın şu sözünden sonra gelir: "İlahı­nız tek bir ilahtır. Ondan başka İlah yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir." (Bakara: 163). Dolayısıyla, gözün, aklın ve kal­bin açılmasını sağlayan en isabetli delili teşkil eder. Göz açılır; bu evrenin garipliklerini müşahede eder. Akıl açılır; düşünür ve idrak eder, sonra kalbde, kainatın Yaratıcısının bahşettiği iman ve hidayetle aydınlığa kavuşur.

İşte bu iki ayet; kâinat, insan ve hayat felsefesine ışık tutuyor. Bu felsefe, bir çok araştırmacının derinliklerine daldığı, tabîat ve insan yaratıldığından beri devamlı olarak zihinleri meşgul eden şu sorulardan oluşuyor:

Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Ve niçin ya­ratıldık? Eski ve yeni felsefeler bu sorulan cevaplamaya çalıştılar fakat cevapları yetersiz kaldı.

Bilakis İslâmi bu sorulan gayet net ve açık bir biçim­de cevaplandırdı. Kur'an'ı Kerim bu konuda bir çok ayet­ler serdetti. Ve insan aklını, bu kainatta Allah'ın, bir Yara­tıcının varlığını gösteren emareleri anlamaya davet etti. Zi­ra bu mahlûkat, Halik' (Yaratıcı) sız kalamazdı.

"Haydi siz, akşama ulaştığınızda, sabaha kavuştu-ğımıı/fla, gündü/ün sonunda ve öğle vaktine eriştiği­nizde -Allah ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsus­tur- teşbih edin. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çı­karıyor, yer yüzünü ölümün ardından O canlandırıyor.

İste siz de böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yarat­ması O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz -her tarafa- yayılan birer insan oluverirsiniz. Kaynaşmanız için size kendinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler var­dır. O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yarat­ması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın lütfundan -nasibinizi-aramanız da O'nun delillerindendir. Gerçekten bunda işiten bir kavim için ibretler vardır. Yine O'nun delille­rindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümün ardından arzı onunla diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için dersler vardır. Göğün ve yerin O'nun buy­ruğu ile durması da O'nun delillerindendir. Sonra sizi bir çağırdı mı hemen topraktan çıkıverirsiniz. Gökler ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi ona boyun eğ­miştir. İlkin mahlûkunu yaratıp sonra bunu tekrarla­yan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.". (Rum: 17-27)

"O sizi bir tek nefisten yaratandır. Sizin için bir kalma yeri, birde emanet olarak konulacağınız yer var­dır. Böylece biz, anlayan bir toplum için ayetleri ayrın* tılı bir şekilde açıkladık.". (Enam: 98)

Nitekim Kur'an'i Kerim insan nefsindeki fıtrî sese -kulak vermeye- dikkat çekiyor: "-Rasülüm- Sen yüzü­nü hanif olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat

üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insan­ların çoğu bilmezler.". (Rum: 30)

İşte iman, nefİsde ayrılmaz fıtrî bir sestir. Fakat bu te-miz-ı pak ses bazen bazı kötü duyguları susturuyor (engel­liyor.). Bazende sahibi bu fıtrî sesi susturuyor. Bu da ge­nellikle rahavet hallerinde oluyor. Ama insanoğlu sıkıntılı hadiselerle karşılaşınca tekrar asıl fıtratına dönüyor. "İn­sana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarıp sonra kendisine tarafından bir nimet verdiğimiz zaman "Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir" der. Hayır o bir im­tihandır, fakat çokları bilmezler.". (Zümer: 49)

Sağlam fıtrata kainatın yaratıcısı sorulduğunda he­men, O'nun yalnızca Allah olduğunu söyler. "Andolsun ki onlara "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buy­ruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Al­lah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülü­yorlar." (Ankebut: 61)

İkinci soruya gelince; Bu gidiş nereye?.. Materya­lizm bu soruya saçma cevaplar verdi. İnsan hayatının do­ğum ve ölüm çığlıkları arasında sahnede oynayan bir oyun olduğunu savundu. Rahimler çocuk oluşturur, yeryüzü bi­tirir. Bundan ötesi yoktur. Kur'an'ı Kerim bu durumu şöy­le tasvir etmiştir. De ki Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra şüphe götürmeyen Kıyamet gününde sizi bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bunu anlamazlar." (Casiye: 26)

"Ey İnsanlar! Eğer yeniden dirilmekte şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra pıhtilaşmış kandan, sonra hilkati belli-belirsiz

bîr lokma et parçasından yarattık. Sonra (kudretimizi) açıkça gösterelim, diye dilediğimiz bir süreye kadar ra­himlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkartırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi bü­yütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki her şeyi bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve Ölü bir hal­de görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır, ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir. Çünkü: Allah hakkın ta kendisidir, O, ölüleri di­riltir, yine O, her şeye hakkıyla kadirdir. Kendisinde şüphe olmayan kıyamet vakti de gelecek. Allah, kabir-lerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır." (Hacc: 5-7)

Bu giriş kısmında Kur'an'i Kerim'in bu iki soruya verdiği cevaptan sonra sıra üçüncü soruya geldi.

İnsan niçin yaratıldı?

Bu hayattaki görevi nedir?

Bu görevin gerekleri nelerdir?

Kur'an, Allah Tealânın insanı yaratırken abes yere yaratmadığını beyan etmiştir: "Sizi sadece boş yere ya­rattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getiril­meyeceğinizi mi sandınız? Mutlak Hakim ve Hak olan Allah çok yücedir. O'ndan başka İlah yoktur. O, bere­ketli Arşın sahibidir.". (Mümînun: 115-116)

O takdirde Allah'ın kendisi sebebiyle yarattığı insanın bir görevi olmalıdır. İşte bu görevde şöyle anlatılmaktadır:

"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsin­ler, diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Be­ni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.". (Zari-yat: 56-58)

"Bu ayetler, çok Önemli evrensel gerçeklerden bir ger­çeği içeriyor. O gerçek olmadan ne ferd ne de ümmetin ayakta kalması mümkün değildir. Bu gerçek te "İbadet Görevi" nde kendini gösterir. Kim bu ibadet görevini yeri­ne getirirse yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur, kimde yapmazsa bu gayeyi yok etmiş sayılır. Allah'a ibadette ise emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçmmakla mümkündür." (Kitabu Teysiri'l Azizil Hamid 47)

İbn-i Teymiyye'ye ibadetin ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

"İbadet; Allah'ın hoşlandığı ve razı olduğu açık-gizli, söz-iş her şeyin genel adıdır... Namaz, Zekat, Oruç, Hac, doğru konuşma, emaneti (ehline) vermek ana babaya iyi­lik, akraba ziyareti, sözleri yerine getirmek, iyiliği emir, kötülükden alıkoyma, cihad, komşuya yetime, fakire, yol­da kalmışlara ve hayvanlara iyilik, dua, zikir, Kur'an oku­mak... vs. ibadetler.". (el-Şuhudiyye, 38)

Allah'a ibadetin gereği olarak kul; bütün işlerini Allah'ın dilediği şekilde düzenler ve hayat çizgisini o-nun emirleri doğrultusunda çizer. (el-İbade Fil-İslam, 50-53)

Bundan sonra, sıra bu görevin gereklerine geliyor. O da şudur: Her insan kıyamet gününde, işlediklerinden do­layı hesap verecektir. İtaat etmişse cennetlik, isyan etmişse cehennemlikdir. Alemlerin Rabbi olan Allah Tealâ'nın adaleti böyledir.

"Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıkla­rında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mitutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyor­lar. Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Böylece her­kes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.". (Casiye: 21-22)

Kullar, bedbahtlar ve mutlular olmak üzere ikiye ayrı­lırlar:

Behbaht (şakî olanlar) Allah'a isyan edenlerdir. On­lar mahlûkatm en kötüsüdürler. Artık yaptıkları işlerden dolayı cehennem onlara müstahaktır.

"Şüphesiz ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, onların derilerini başka yerilerle değiştiririz ki acı duymaya devam etsinler. Allah daima üstün ve hakimdir. (Nisa: 36)

Andolsun biz cin ve insandan bir çoğunu cehen­nem için yaratmışız. Zira onların kalbleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar, gözleri vardır, lakin on­larla göremezler, kulakları vardır, fakat onlarla işite-mezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sa­pıktırlar. Onlar gaflete düşenlirin ta kendileridir". (Araf: 179)

Mutlulara (Saidlere) gelince; onlar iman edip amel-i salih işleyenlerdir: "İman edip iyi davranışlarda bulu­nanlara gelince, onlar için konak olarak Firdevs Cen­netleri vardır. Orada ebedi kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.". (Kehf: 107- 108)

Kulun Allah ve Rasülünün çağrılarına uyması onlara itaat etmesiyledir: "Ey İnsanlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasülüne uyun. Ve bilin ki Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve mutlaka O'nun huzurunda toplanacaksınız.". (Enfal: 24)

("Öldükten sonra dirilip) bize kavuşmayı bekle­meyenler dünya hayatına razı olup onunla rahat bu­lanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar var ya!.. İşte on­ların, kazanmakta oldukları yüzünden varacakları yer, ateştir. İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanla­rı sebebiyle Rabbleri onları nimet dolu cennetlerde alt­larından ırmaklar akan (köşklere) erdirir. Onların ora­daki duası, "Ey Allah'ım seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirlerine sağlık dilekleri ise "selâm"dır. Onların dualarının sonuda şudur: "Hamd; Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." (Yunus: 7-10)

Bu giriş kısmından sonra, gelecek bölümlerle tevhid inancının meselelerini anlatacağım. Bu konular, Yermük Üniversitesinde İslâm Kültürünü okuturken ele aldığım konulardır. Şüphesiz ki bu bilgiler, yalnızca öğrencilerin değil her müminin bilmesi gereken konulardır. Zira her in­san yaratılış gayesini idrak etmek zorundadır. Her işimizde Allah Tealâ'nın bizlere doğruluğu ve başarıyı ilham etme­sini dilerim. Şüphesiz ki O; duaları işiten ve kabul edendir. [1]

 

Tevhid Akidesi

 

"Akide" kelimesinin Sözlük ve Şer'î Manası (el-Mu'cemul Vasit 1/28, 2/620, 2/1027 Şerhu Cevherefi-

TevhidS: 10-11)

Sözlük Anlamı: Herhangi bir şeye kesin olarak inan­mak ve tasdik etmek. Veya; inanana göre şüphe kabul et­meyecek kadar kesin hüküm.

Şer'î Anlamı: Allah'ın birliği, kemâl sıfatlara sahip olup eksikliklerden münezzeh olması, vahyin inmesi ve Peygamberlerin gönderilmesi gibi İslâm açısından inanıl­ması zaruri olan konular.

"Tevhid" Kelimesinin Sözlük Anlamı: Bir şeyin tek olduğunu ifade etmektir.

Şer'î Anlamı: Tek olduğuna inanarak, zatı, sıfatları ve işleri açısından da o tekliği tasdik etmek, ibadeti ve kul­luğu yalnızca ona yapmak.

Tevhid akidesinden bahseden ilim; Tevhid ilmi (İl-müt-Tevhid) dir. Bu ilim kesin delillere dayandırılmıştır.

En önemli konusunu da vahdaniyet konusu oluşturduğun­dan dolayı bu adı almıştır. [2]

 

Tevhid İlmi Üç Konu Üzerinde Durur:

 

1-  Allah Tealâ'nın birliği ve inanılması gereken konular ve ilgili meseleler.

2- Nübüvvet: Vahiy, nübüvvet, risalet gibi inanılması lazım olan konular.

3-  Sem'iyyat: Hükümleri yalnızca nakli delillere dayanan gaybı Aleminden bilinmesi-inanılması gere­ken konular. Kıyamet, melekler gibi.

Tevhid İlminin Faydası: Kesin delillerle Allah'a inanmak ve ebedi mutluluğa kavuşmak.

Değeri: Tevhid ilmi ilimlerin en değerlisidir. Çünkü o Allah'ın zatıyla, peygamberleriyle ilgilidir.

Nisbeti: İlimlerin aslı, anası durumundadır. Diğer ilimler ise onun kollarıdır. [3]

 

İmanın Rükünleri

 

İmanın rükünleri altıdır: Allah'a, meleklerine, ki­taplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve haynyla şer-riyle kadere inanmaktır.

Bu konuda bir çok şer'î deliller vardır:

a) Kur'an'ı Kerim'den Deliller: "Gönderilen pey­gamber Rabbi tarafından gönderilene iman etti, mü­minler de iman ettiler. Onlardan her biri, Allah'a O'-nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız (hepsine inanırız). Onlar: "İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz mağfiretini niyaz ederiz. Dö­nüş yalnızca sanadır." dediler.". (Bakara: 285)

"Gerçek iyilik; yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygam­berlere inanır. Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Andlaşma yaptığı zaman söz­lerini yerine getirirler. Sıkıntı, hastalık ve savaş zaman­larında sabreder. İşte doğru olanlar bu vasıfları taşı­yanlardır. Müttakiler ancak onlardır.". (Bakara: 177)

"Ey İman Edenler! Allah'a peygamberine, indirdi­ği kitab'a ve daha önce indirdiği kitab'a iman (da se­bat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, pey­gamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam ma­nasıyla sapıtmıştm". (Nisa: 136)

b) Sünnetten Deliller: "Ömer b. Hattab (r.a.)'dan şöyle rivayet edildi: "Bir gün Rasülullah (a.s.)'ın yanında otururken aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsi­yah bir zat çıka geldi. Üzerinde hiçbir yolculuk eseri bu­lunmuyor; bizden de hiç kimse kendisini tanımıyordu. Doğru peygamberin yanma oturdu; ve dizlerini onun diz­lerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve: "Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver" dedi. Rasülullah (s.a.v.): İslâm: Allah'dan başka ilah ol­madığına, Muhammed (a.s.v)'in de Allah'ın Rasûlü ol­duğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zeka­tı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse beyti hacc etmendir." buyurdu. O zat:

"Doğru söyledin"dedi. Babam dedi ki: Biz buna hayret ettik. Hem soru soruyor hem de tasdik ediyordu? "Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlüllah (a.s.): "Al­lah'a, Allah'ın meleklerine,kitaplarına, peygamberleri­ne ve ahiret gününe inanman, bir de hayrıyla şerriyle kadere inanmandır." buyurdular. O zat yine; "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer: "Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlüllah (a.s.); "Allah'a O'nu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Çünkü her nekadar sen onu görmü­yorsan da o seni muhakkak görür," buyurdu. O zat:

"Bana kıyametten haber ver." dedi. Rasûlüllah (a.s.) "Bu konuda, sorulan sorandan daha bilgili değil­dir." buyurdu. "O halde bana bari onun alâmetlerinden haber ver." dedi. Peygamberimiz (s.a.v.): "Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak çıplak, yok­sul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle ya­rış ettiklerini görmendir." buyurdular.

Bundan sonra o zat gitti. Ben hayli bir müdalet (bek­ledim) durdum. Nihayet Rasûlüllah (a.s.): "Ya Ömer o so­ru soran zatın kim olduğunu biliyor musun? buyurdu­lar. Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." dedim. "Gerçekten o Cibril'dir. Size dininizi öğretmeye gelmiş." buyurdu­lar.

Mezkur Hadis, İslâm'ın şu hadiste belirtilen beş rük­nünü de içine almıştır: "İslâm beş (temel) üzerine kurul­muştur: Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muham-med (a.s.)'in onun Rasûlü olduğuna şehadet etmek, na­maz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak, yol bakımından imkânı olanlar için hacca gitmek.".

İşte bir müminin imanın rükünlerinin hepsine birden inanması gerekir. Bunlardan birini inkar eden kafir olur.

İslâm'ın ve imanın rükünlerini zikrettikten sonra, di­nin emareleri (alâmetleri) konusunda kayda değer bir beyt vardır.

Dinin alâmetleri (dörttür): Samimi niyet, sözünde durmak, yasağı terketmek (yapmamak) ve sağlam inançlı olmak. [4]

 

Allah'a İman

 

Allah'a İmânın Manası: Kesin olarak; Allah'ın var­lığına, tek olup, ortağı olmadığına, her şeyin yaratıcısı ol­duğuna, bütün kemâl sıfatlarına sahip olduğuna ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna ve tek ibadet olu­nanın O olduğuna inanmaktır. [5]

 

Konuyla İlgili Âyetler:

 

"De ki: O Allah birdir. Allah sameddir. O doğur­mamış ve doğrulmamıştır. Hiçbirşey O'na eş denk de­ğildir.". (İhlâs: 1-4)

"Allah, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. O, hayy ve kayyumdur. Kendisini ne uyku yakalar ne de uyuklama. Göklerde ve yerde bulunanla­rın hepsi O'nundur. İzni olmadan katında kimse şefaat edemez. O, kullarının yapmakta olduklarını ve önce­den yaptıklarını bilir. O'nun dilemişi hariç insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'­nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyük­tür.". (Bakara: 255)

"O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O her şeyi bi­lendir." (Fussilet: 54)

"Onun zatında başka her şey helak olacaktır. Hü­küm O'nundur. Ve siz ancak ona döndürüleceksiniz.". (Kasas: 88)

"O her şeyin yaratıcısıdır.". (Enam: 102, Rad: 16, Zümer: 62)

"Bilesinizki yaratmak da emretmek de O'na mah­sustur." (A'raf: 54)

"Onun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura: 11)

"Onun işi bir şeyi yaratmak istediği zaman sadece (ol) demektir. Ve o şey derhal oluverir. Ve siz elbette sa­dece ona döndürüleceksiniz." (Yasin: 82-83)

"Kullarım sana beni sorduğu vakit de ki: Ben her halde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği an­da işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da be­nim davetime uysunlar ve bana inansınlar, umulur ki doğru yolu bulurlar.". (Bakara: 186)

"Göklerde ve yerde bulunanlar ister istemez secde ederler." (Rad: 15)

Ey İnsanlar! Sizi ve sizden öncekini yaratan Rab-binize ibadet ediniz, umulur ki böylce korunmuş olur­sunuz. O Rab ki yeri sizin için bir zemin, göğü de tavan yaptı. Gökten size bir su indirdi. O su sebebiyle türlü meyvelerden size bir rızık çıkardı. Bunları bilerek sa­kın Allah'a ortaklar koşmayın." (Bakara: 21-22)

"İşte bu ayetler İslâm'da tevhid inancının genel pren­siplerine değiniyor. Bu inançlarda Allah'ın irade edip kullanna emrettiği katıksız tevhid inancıdır. Ayetler iki varlı­ğa işaret ediyor: Birinci varlık her şeyi yaratan, evveli ahi­ri olmayan her şeyi bilen benzeri olmayan Allah Tealâ'nın varlığıdır. Diğer varlık ise; Allah'ın yarattığı ve yine Al­lah'a dönecek olan yaratıkların varlığıdır.

Bu düşüncenin insanın iç âlemine yerleşmesi, şahsi­yetinin oluşmasında rol oynayan ve yaşamını biçimlendi­ren bir çok neticeler doğuracaktır.". (lel-Felsefetül-Kur'aniyye, 101.) [6]

 

Allah'ın Varlığının Delilleri

 

Allah'n varlığını ispatlayan delilleri fıtri, akli ve Kur'an mucizesi delili olmak üzere üç grupta toplaya­biliriz. [7]

 

a) Fıtri Delil.

 

Allah'ın varlığını fark eden, insanın içinde köksalan bu his fitri bir duygudur. Allah insanları bu fıtrat üzere ya­ratmıştır. Din duygusu diye ifade edilen de budur.

"Rasûlüm) Sen yüzünü hanif olarak dine Allah in­sanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir. Al­lah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.". (Rum: 30-31)

Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor: "Her doğan (İs­lâm) fıtratı üzere doğar. Sonra anasıyla babası onu Yahudi veya Hristiyan veya mecüsi yaparlar. Nasılki her hayvanın yavrusu bütün azalan tam olarak doğar. Hiç o yavrusunun burnunda kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü?" Sonra EbuHüreyre diyor ki: Dilerseniz (şu ayeti) okuyun: "Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur, işte dosdoğ­ru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.". (Buhâ-rı)

Hadis-i şerifin anlamı şudur: Her doğan, hakkı benim­semekten ibaret olan İslâm fıtratı üzerine doğar. Fakat da­ha sonra çevre ona engel olur. Bu şuur bazı sebeplerle unutulur. Ama yine de onu rahat bırakmayan acılar ve sı­kıntılarla uyandırır. Şu ayeti kerimede buna işaret etmekte­dir: "İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize dua eder. Fakat biz onların sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan Ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gi­der.". (Yunus: 12)

"İnsanlar bir darlığa uğrayınca, Rablerine yönele­rek O'na yalvarırlar." (Rum: 33)

"Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman dini tamamen Allah'a has kılarak (ihlasla) O'na yalvarır­lar.", (Lokman: 32) [8]

 

b)- Akli Delil:

 

İslâm'ın, aklı uyarmak ve onu düşünmeye sevketmek konusunda en büyük gayesi; insanı hayat kanunlarına, ka­inat düzenine ve eşyaların hakikatlerine ulaştırmak ve bunları anlamaya çağırmaktır. Çünkü insan bu yolla evre­nin yaratıcısını düşünür ve neticede onu tanır. İşte bu Kur'an'ı Kerim'in, Allah'ın varlığını kanıtlarken izlediği metodlardan biridir. O aklı uyarır ve önüne tabiat kitabını açar ki; böylece O'nun kemal ve büyüklük sıfatlarını, azametini, küdsiyetinin delillerini, ilminin genişliğini, kudre­tinin geçerliliğini ve tek yaratıcı ve icad edicinin o olduğu­nu anlasın ve bilsin.

Allah Tealâ insana, gökler ve yer saltanatına ve içinde geçen olaylara bakmasını emretmiştir. Şüphe yok ki, birbi­rine bağlı olarak "her sonradan olan" bir "var eden"e muhtaçtır. Zaruri olarak anlaşılıyor ki, bu kâinatın ibadet edilmeye ve kulu olunmaya layık bir yaratıcısı vardır.

Şimdi akli yollarla Allah'ın varlığını isbat eden ayet­lere bir göz atalım:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündü­zün birbiri ardınca gelip gidişinde aklı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Ayakta dururken otururken, yanlan üzerine yatarken Allah'ı ananlar (şöyle dua ederler): Rabbimiz sen bunu boşuna yarat­madın. Seni teşbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.". (Ali İmran: 90-91)

"De ki!: Göklerde ve yerde neler var. Bakın (da ib­ret alın.)". (Yunus: 101)

"Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için bir çok ayetler vardır." (Casiye: 3)

"De ki!: Hamdolsun Allah'a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı yoksa O'na koştukla­rı ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü biz onunla bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturma­ya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, onun için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka ilâh var öyle mi? Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. (Onlar mı ha­yırlı) yoksa kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşı­lık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzü­nün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz. (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurunun) önünde rüzgârla­rı müjdeci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında baş­ka bir tanrı var öyle mi? Allah onların koştukları or­taklardan çok yücedir, münezzehtir. (Onlar mı hayırlı) yoksa önce yaratan; sonra yaratmayı tekrar eden ve si­zi hem gökten hem yerden rizıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? de ki: Eğer doğru söy­lüyorsanız, kesin delilinizi getirin haydi." (Nemi: 59-64)

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirdiği bir su ile Ölmüş olan toprağı diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında rüzgarları ve yer ile gök arasında emre âmâde bekleyen bulutları döndürmesinde, elbette dü­şünen bir topluluk için çok deliller vardır.". (Bakara: 164)

"Kesin olarak inananlar için yeryüzünde işaretler vardır. Kendi nefislerinde de ibretler vardır. Görmü­yor musunuz?". (Zariyat: 20-21)

"Ondan sonra yerküreyi (geord şeklinde) yuvar­lattı.". (Nasiret: 30)

"Kendisine hayat verdiğimiz ölü toprak hakikatte bir ibret âyetidir. Çünkü biz onu yağmurla dirilttik de ondan pek çok tarım ürünleri çıkardık. İşte onlar bun­lardan yerler. Biz yeryüzünde nice, nice hurma bahçe­leri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar kaynattık. Onların meyvelerinden ve elleriyle bunlar­dan imal ettiklerinden yemeleri için (bu nimetleri ver­dik.). Hal böyleyken onlar şükretmezler mi? Yerin bi­tirdiklerinden, insanoğlunun kendi varlığından ve he­nüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri ya­ratan Allah'ı teşbih ederim. Gecede onlar için bir ibret âyetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de, onlar karanlıklara gömülürler. Güneş kendine mahsus yö­rüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir. Ay için bir takım menziller tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi olur da geri dö­ner. Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçe­bilir. Bunlardan her biri belli bir yürüngede yüzmeye devam ederler. (Yasin: 33-40)

"Gökte burçları vareden, onların içinde bir kandil ve aydınlatıcı bir ay vareden Allah yüceler yücesidir.". (Furkan: 61)

"Biz yakın göğü, bir süslü yıldızlarla süsledik.". (Safaât: 6)

"Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bi­lirseniz gerçekten bu büyük bir yemindir.". (Vakıa: 75-76)

"Şüphesiz Allah tohum ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden Ölü çıkarandır. İşte size vasıfları anlatılan o zat Allah'tır. O halde (ona imandan) nasıl çevriliyorsunuz?". (En'am: 95)

"O gökten suyu indirendir. İşte biz, bitip gelişen her bitkiyi onunla yetiştirdik. O bitkiden bir yeşillik çı­kardık ki ondan birbiri üzerine binmiş taneler çıkart­tık. Hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da ben­zemeyen zeytin ve nar bahçeleri çıkardık. Meyve verir­ken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ib­retler vardır." (En'am: 99)

"Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişiz. Şüphesiz bunlarda bi­rer nişane vardır; ama çoğu iman etmezler.". (Şuara: 7-

"Allah her canlı şeyi sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üzerinde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür.

Allah dilediğini yapar; çünkü Allah her şeye ka­dirdir.". (Nur: 45)

"Üstlerinde kanatlarını açıp kapatarak uçan kuş­ları görmediler mi? Onları Rahman olan Allah'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.". (Mülk: 19)

"Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlar­dan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine ev­ler edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylanın yollarına git. Onların ka­rınlarından renkleri çeşitli bir şerbet çıkar.Onda insan­lar için bir şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir ka­vim için büyük bir ibret vardır.". (Nahl: 68-69)

"Kendi nefislerinde de ibretler vardır. Görmüyor musunuz? Rızkınızda, size vadedilen şeylerde semada­dır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. (Zariyat: 21-23)

"Andolsun ki biz insanı çamurdan (süzülüp çıka­rılmış) bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam karargahta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline soktuk; bu bir lokmacık eti kemiklere çe­virdik. Bu kemikleri etle kapladık. Sonunda onu bam­başka bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. -Yapıp- Ya­ratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. (Müminun: 12-14)

"İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplaya-mayacağımızı sanar öyle mi? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz ye­ter.". (Kiyamet: 3-4)

"Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sa­hibidir.". (Ali İmran: 6)

"Mezkur ayetleri serdettikten sonra görülüyor ki Al­lah Tealâ insan aklını "Büyük Hakikat"e çeviriyor ki O;da Allah'ın varlığıdır. Zaten bu O' Allah'ın yarattığı ta­biatın kâinatın nişanelerinden bellidir. Kainattaki herşey O'na muhtaçtır ve dolayısıyla Allah'ın varlığına şahittir­ler... Feza âlemi ve içinde bulunan güneş, ay ve yıldızlar, gezegenler, yeryüzü ve içinde bulunan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar...

Bu âlemi bir araya getiren ve iyice sağlamlaştıran bu sapasağlam bağlantı ve ipincecik düzen...

İşte bunların hepsi sadece yegâne bir gerçeği ortaya koyar: Allah vardır ve bunları yaratan, yoktan vareden yal­nız ve yalnızca O'dur. Nasıl ki hiçbir sanat eseri sanatçısı olmadan meydana gelmiyorsa, en değerli'sanatsal değere sahip olan bu alemde elbetteki sanatkarsız olmaz.

Eğer akıl, yapıcısı olmayan bir uçağın göklerde uçma­sını, üreteni olmayan bir denizaltının da denizin derinlikle­rine dalmasını imkânsız görüyorsa, bu demektir ki; o akıl, kesin olarak bu benzersiz âlemin ve güzel tabiatın da bir yaratanın varlığına inanıyor. Böylece bu ahenk ve düzen bozulmuyor." (Seyyd Sabit el- Akidetül-İslamiyye, 39.) [9]

 

c) Kur'an-ı Kerim Delaleti.

 

Kur'an'ı Kerim Allah'ın varlığını kanıtlayan delille­rin en hayırlısıdır. Çünkü alemlere önder, yol gösterici ol­mak üzere Rasûlü Muhammed'e (a.s.) indirdiği Kitap o ki­taptır. Ayetleri; pek hikmetli, ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ifade edilmiştir. O bir mucizedir. O'nu korumayı Allah Tealâ kendi üzerine almıştır: "Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyaca­ğız.". (Hicr: 9)

Malumdur ki kendisine Kitap indirilen Rasûlüllah (s.a.v.) okurna-yazma bilmeyen bir yüce zattır. Buna rağ­men Kur'an'ı Kerim Araplara meydan okumuş ve onları Kur'an'in bir benzerini veya bir süresinin bir benzerini meydana getirmeye çağırmıştır. Fakat onlar bunu başara­mamış, âciz kalmışlardır. Sebebi de Kur'an'm, yaratıcı olan Allah tarafından vahyedilmiş olmasıdır.

"Deki! Andolsun ki; Kur'an'm bir benzerini orta­ya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, O'nun benzerini ortaya getiremezler.". (İsra: 88)

"Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi O'nun benzeri bir süre getirin eğer iddianızda doğru iseniz. Allah'dan gayrı şahitlerinizi de çağırınız. Bunu yapamazsanız -ki elbet­te yapamayacaksınız- yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının. Çünkü (o ateş) kafirler için hazırlanmıştır.". (Bakara: 23-24)

Nitekim Kur'an'ı Kerim'in ince sağlam düzeni de O' nun Allah tarafından indirilen bir kitap olduğunu ispatlar..

"Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecek­ler mi? Eğer O, Allah'tan başkası tarafından gelmiş ol­saydı, O'nda birçok tutarsızlık bulurlardı.". (Nisa: 82)

İşte bu Kur'an'ı Kerim, Alemlerin Rabbi olan Al­lah'ın kelamıdır. Bu söz insanların, dinlemeğe, okumağa alışageldikleri türden bir şey değildir. Hiçbir kelâm, söz, ibare ona benzeyemez. Hiç kimsenin yapamayacağı muci­zevi bir eserdir. Bu da Allah'ın varlığının delilidir. O Allah ki Kur'an'ı, Rasûlü Muhammed'e (a.s.v) alemlere uyarıcı olsun diye indirdi:

"Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e furkanı indiren Allah, yüceler yücesidir.". (Furkan: 1)

Hazret-i Ali (r.a.) bir hutbesinde şöyle buyuruyor: "O Kur'an'da her şeyin izahı vardır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.". (E-nam: 38)

Bu ayetler birbirini tasdik eder ve aralarında kesinlik­le çelişki yoktur. Allah Tealâ şöyle buyuruyor: "Eğer O, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı O'nda bir çok tutarsızlık bulunurdu.". (Nisa: 82)

Zahiri çok hoş, batını da çok derindir. Güzellikleri bitmez hoşluklaf1 tükenmez. Karanlıklar ancak onunla ay­dınlanır.".

İmam SUî'ûti der ki: "Kur'an, ilimlerin menbaı ve ilimler güneşi^11 doğma yeridir. Allah her şeyin bilgisini ona bırakmış, sapıklığın da hidâyetin de ayırımını onda yapmıştır Görüsün ^ ner bilim ondan yardım bekler ve ona dayanır. Fakih» hükümleri ondan çıkarır. Haram helâli ondan elde ed^r- Nahivci de irab kaidelerini onun üzerine kurar Yanlış ve doğruyu anlamak için ona müracaat eder. Beyan ilmiyle uğraşan da onun sayesinde güzel ifadeler kullanabilir B^a§ât, metodlarını ona göre düzenler ve ka­lıp döker. O'fl^a' basiret sahipleri için birçok kıssalar ve haberler fikir ve ^ret sahipleri içinde birçok vaazlar ve örnekler vardıf- Bunların dışında sayısız bilim dalları var­dır ki onlar d^Kur'an'ı Kerim'den istifade ederler. Buna rağmen akıllaf1 kahredecek ve kalpleri sıkıştıracak kadar fasih ve beliği ve gayblan bilen Allah'tan başka kimse­nin kadir olatftf30^1 mucizevi bir sisteme sahiptir.". (Ce-laleddin es suYut*' eı-İtkan Fi Ulumil Kur'an, 1/34)

Kur'an'ı £erim'i öğretmek hakkında Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor; "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir. [10]

 

Tevhid'in Çeşitleri

 

Allah'ın Tevmd Konusu Üç Kısma Ayrılır

1. Rubûbiyet Tevhidi.

2. Ulûhiyet Tevhidi.

3. İslam ve sıfatların Tevhidi. [11]

 

1. Rubûbiyet Tevhidi

 

Anlamı: Kesin olarak şöyle inanmak ve şunları itiraf etmektir: Allah Tealâ her şeyin Rabbidir. O'ndan başka Rab yoktur. Mahrukatın yaratıcısı yalnızca O'dur. Onların sahibi ve işlerinin düzenleyicisidir. Onları dirilten de, öl­düren de, fayda ve zarar veren de engel olan da, veren de O'dur. Yaratma ve emretme O'na aittir. Her şeyin mülkü O'nun elindedir. Kainatta "mutlak yapan" O'dur, ortağı da yoktur.

Allah'ın kaderine inanmakta bu bölüme girer. Yani her yoktan var edilen şey muhakkak Allah'ın bilgisinden, iradesinden ve kudretinden geçmiştir. Bu konuda Kur'an ayetleri pek çoktur:

"Bütün hamdler alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (Fatiha: 2)

"Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O'na mah­sustur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir." (Araf: 54)

"Bu "Rubûbiyet Tevhidi," tevhid'in diğer bölümleri­nin esasım teşkil etmektedir. Çünkü; ibadet ve itaat edil­meğe, boyun eğilmeye layık olan; yalnızca yaratıcı, mâlik ve evrenin idarecisi olan Allah'dır. Hamdler, şükürler, zi­kirler, dualar, ricalar ve korkular da yalnızca O'na aittir. İbadetler, sadece yaratma ve emretme kendisine mahsus olan Allah'a yapılabilir. Diğer bir açıdan da azamet güzel­lik ve olgunluk sıfatlarının sahibi de elbette malik ve mü­debbir olan Allah'dır. Çünkü bu sıfatlar yalnız âlemlerin Rabbinin olabilir. Zira diri olan, işiten, gören, kadîr olan istediğini yapan ve işlerinde ve sözlerinde hikmet sahibi olan da Rabb'den başkası olamaz.". (Şerhül-Akideti't-Tahaviyye, 76-77; Tefsiru Kurtubi, 1/127) [12]

 

2. Ulûhiyet Tevhidi

 

Bunun anlamı şüphesiz olarak şu inancı taşımaktır:

Tek ilâh Allah Tealâ'dır. İbadete layık olan da sadece O'dur. Hiçbir şeye öncelik tanımadan, Allah'ı samimiyetle sevmek, duayı,tevekkülü, ricayı, korkuyu itaati, boyun eğ­meyi vs. bütün ibadetleri yalnızca O'na yapmak.

Tevhidin bu nevi, diğer nevilerini de içine alır. Rubû-biyet tevhidine isim ve sıfatların tevhidi de girer. Fakat ter­si mümkün değildir. Çünkü kulun Allah'ı rububiyetle tev­hidi, O'nu ulûhiyet konusunda da tevhid etmesini gerektir­mez. Rabliğini kabul eder fakat Rabbine ibâdet etmeyebilir. İsim ve sıfatların tevhidi de böyledir; diğerlerini kapsamaz. Fakat Allah'ın tek olduğunu ikrar eden kul aynı zamanda, ibadet edilenin yalnızca O olup O'ndan başkası olamayaca­ğına inanıyor ve Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğunu O'nun güzel olgun sıfatlara sahip bulunduğunu itiraf ediyor, de­mektir. Çünkü samimi kulluk Rabden başkasına ve noksan olanlara yapılmaz. Zira kul insanı' yaratıcısı olmayana ta­pabilir. Noksan olan bir varlığa ibadet edebilir. Bu sebeple kelime-i şehâdet, tevhidin bütün çeşitlerini kapsar. Çünkü onun zarurû bir manası da Allah'ı ülühiyyette isim ve sıfat­larında tevhid etmektir. Tevhid bu açıdan dinin öncesi-son-rası açığı ve gizlisidir. Ve yine bu kulluk sebebiyle yaratık­lar yaratılmıştır. "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.". (Zariyat: 56). Peygamber­lerin gayesi ve davetlerinin özü de işte bu tevhid inancıdır. Ortağı olmayan, tek ilân olan Allah'a ibadet etmek"dir. "Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona;

"Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayayım." (Enbiya: 25) Uluhiyyet [13]

 

Tevhidi İki Çeşittir

 

a. Allah'ın Varlığında ve O'nu Tanıma da Tevhid:

 

Bu, Allah Tealâ'nın isim ve sıfatlarının ve fiillerinin varlığını kanıtlamaktadır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Allah Tealâ kendisinden bahsettiği gibi, yine bu konulan Rasûlüllah da (s.a.v.) ele almıştır. Nitekim Kur'an'ı Ke-rim'de ; Hadid ve Taha sürelerinin başında Haşr Sûresinin sonunda, Secde ve Âli İmran Sûresinin başında ve İhlas Sûresinin tamamında bu konu açıklanmıştır. [14]

 

b. Taleb ve Yönelişte Tevhid

 

Bu da Kâfirim Sûresinde, Âli İmran Sûresinin 64. ayetinde, A'raf Sûresinin başında ve sonunda Yasin Sûresi­nin başında, ortasında ve sonunda ve En'am Sûresinin ta­mamında belirtilmiştir.

Kur'an'ı Kerim'in çoğu sûreleri Ulûhiyet tevhidinin iki çeşidini de kapsar. Hatta bütün k. kerim. Zira k. kerim ya; Allah Tealâ'nın zatından, isimlerinden, sıfatlarından haber verir ki; bu haberi ve ilmi tevhiddir.

Ya da; ortağı olmayan, sadece Allah'a ibadete ve O'n­dan başkasına da tapınmamaya çağırır. İşte bu da talebi iradi tevhiddir, tevhid'in gerektirdiklerindendir. Ya da: Al­lah Tealâ'nın tevhid ehline olan ikramını, onlara dünyada yaptığı iyilikleri ve ahirette yapacağı ihsanları anlatır. Bu da tevhid mükafatıdır.

Ya da; şirk ehlinden, onlara dünya'da yaptıklarından ve ahirette vereceği cezalardan bahseder ki bu da tevhid çizgisinden sapanların cezalandır.

Kısaca K. Kerim tevhidden, tevhid ehlinden ve onla­rın mükâfatlarından; şirkden, şirk ehlinden ve onların kar­şılaşacakları azaplardan bahseder. [15]

 

3. İsim ve Sıfatların Tevhidi

 

Bunun anlamı, kesin olarak şöyle inanmaktır: Allah birdir. Bütün olgunluk sıfatlarına sahip ve noksanlık sıfat­larından münezzehtir. Allah Tealâ bu konuda tekdir. Bu isim ve sıfatları da Allah Tealâ veya Rasûlü tarafından Ki­tap ve Sünnette ifade edilen ve lafız ve manaları hiçbir de­ğişikliğe uğratılmadan eksiltilmeden; şekillendirme ve benzetmelerden kaçınılarak muhafaza edilendir. "Onun benzeri hiçbir şey yoktur.". (Şura: 11) "Hiçbir şey O'na eş veya denk değildir.". (İhlas: 4) İsimlerden maksat: Allah lafzı gibi sırf Allah Te-alâ'nın zatına delâlet eden kelimelerdir.

Sıfatlardan maksat: İlim, kudret gibi Allah'ın sıfatla­rından her hangi bir sıfata delâlet eden kelimelerdir. Rah­man kelimesi gibi bazı kelimeler hem isim hem de sıfat olabilirler. İsim oluşunun örnekleri:

"Rahman arşa istiva etmiştir.". (Tana: 5) "Rahman Kur'an'i öğretti.". (Rahman: 1) Sıfat oluşunun örnekleri: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.".

"O esirgeyen bağışlayandır.". (Haşr: 22)

İsim ve sıfatların Tevhidi üç esasa dayanır.

a- Allah'ı mahlûkata benzemekten ve noksanlıklar­dan tenzih etmek.

b- Ziyâde, noksanlık ve değiştirme yapmaksızın Kitap ve Sünnetteki bütün isim ve sıfatlara inanmak.

c- Bu sıfatların şekillerini düşünmemek.

Birinci esasa göre: Her müslümanın Allah'ı ortaktan, denk (eş)'den O'nu izni olmaksızın şefaatçiden tenzih et­mesi ve uyuma, yorulma, unutma, ölüm, zulüm gibi vasıf­ların Allah'da bulunmayacağına inanması gerekir.

İkinci esasa göre: Müslüman; Kitap ve Sünnette gel­diği gibi hiçbir değişiklik yapmaksızın isim ve sıfatlara i-man etmesi gerekir.

Üçüncü esasa göre de; Müslümanın bu isim ve sıfat­ların şekillerini düşünmemesi araştırmaması ve sormaması gerekir. Zira Ehli sünnetin çağunluğuna göre Allah Te-alâ'nın isim ve sıfatları tevkifidir, yani; Allah Tealâ'nın bunların manalarını bildirmesine ihtiyaç vardır. Bunlara Kitap ve Sünnette geldiği şekil üzere inanmak lazımdır.

İmam Ahmed b. Hanbel; "Kitap ve sünnetin dışında hiçbir vasıfla Allah Tealâ vasıflandrnlamaz." demektedir.

İbn-i Teymiye de şöyle diyor: "Hiçbir değişiklik, şe­killendirme ve benzetme yapmaksızın Allah'ın sıfatlanyla O'nu vasıflandırmak imanın gereğidir. Müminler Allah'ın benzeri olmadığına inanırlar. Kelimeleri yerlerinden oy­natmazlar. İsim ve sıfatları inkâr etmezler. Allah mahlû-kattm herhangi bir çeşidine de benzetmezler.

Anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi şunlar Tevhid inan­cını sarsar:

1.  Tahrif; Kelimelerin lafızlarını ve manalarını fazla­lık katarak veya eksilterek değiştirmek.

2. Şekil kazandırmak.

3.  Mahlûkata benzetmek; Müşriklerin putları Allah'a benzetmeleri, hristiyanların Hz. İsa (a.s.)'ı Allah kabul etmesi gibi.

4. Ta'til ve ilhad: (Ta'til) Allah'ın mezkur ilahi sıfat­lara sahip olmadığını iddia etmek, isim ve sıfatlarının ol­madığını savunmak.

(İlhad) Kelimelerin lafız ve manalarını gerçeklerden saptırarak, başka yorumlar katmak.

Fahreddin Râzi bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:

Allah'ın isimlerinde ilhad üç türlüdür:

1.  Allah'dan başka varlıkları da ilâh olarak isimlen­dirmek. Putperestlerin putlara ilâh dedikleri gibi.

2.  Allah'a O'na yakışmayan bir isim vermek. Allah| Mesihin babasıdır, demek gibi.

3. Kişinin Yüce Allah'ı manası bilinmeyen ve sahibi-| de düşünülmeyen bir ifâdeyle anması gibi. [16]

 

Yüce Allah'ın İsimleri "Esma-İ Hüsna"

 

1-ALLAH: Doksandokuz ismiden birincisi Allah is­midir. Uluhiyyete mahsus sıfatların hepsini kendinde top­ladığı için "İsm-i Âzam"dır. Diğer isimler bir sıfat veya fiile delalet ederler. Ancak lafz-ı celâl bunların tümünü içi­ne alır.

2-ER-RAHMAN: Dünya'da sevdiği ve sevmediği herkesi nimetiendiren.

3-ER-RAHIM: Ahirette mü'min kullarını sonsuz ni­metlerle nzıklandıran.

4-EL-MELIK: Bütün kainatın sahibi ve hükmedicisi.

5-EL-KUDDÜS: Hatadan, gafletten ve hertürlü ek­siklikten uzaktır.

6-ES-SELÂM: Kullarını her türlü tehlikelerden ko­ruyan.

7-EL-MÜ'MİN: Kendine sığınanları koruyan.

8-EL-MÜHEYMİN: Gözeten ve koruyan.

9-EL-AZIZ: Mağlup edilmesi mümkün olmayan, galip.

10-EL-CABBAR: Dilediğini zorla yaptırmaya muk­tedir olan.

11-EL-MÜTEKEBBİR: Herşey ve hadisede büyük­lüğünü gösteren.

12-EL-HALİK: Yaratan, yoktan var eden.

13-EL-BARİ: Herşeyin âzâ ve cihazım birbirine uy­gun yaratan, kainattaki bütün yaratıklar lüzumlu hayat or-ganlarıyla, yaratılış gayesine uygun cihazlarla donatılmış­tır. Her yaratığın bir görevi vardır ve bütün yaratıklar tek bir mekanizma gibidir.

14-EL-MUSAVVİR: Her şeye şekil ve hususiyet ve­ren.

15-EL-GAFFAR: Bağışlaması çok olan.

16-EL-KAHHAR: Her istediğini yapacak güçte ga­lip ve hakim, o her şeyi kuşatandır. Bütün her şeyin boynu O'na karşı büküktür.

17-EL-VEHHAB: Çeçişt, çeşit nimetler bahşeden.

18-ER-REZZAK: Rizıklandıran. Yaratılmışlara fay­dalanacakları şeyleri veren.

19-EL-FETTAH: Her türlü müşkülleri açan, kolay­laştıran.

20-EL-ALİM: Her şeyi çok iyi bilen.

21-EL-KÂBİD: Sıkan, daraltan. Allah dilediği kulla­rına sıkıntı ve darlık vererek imtihan eder.

22-EL-BASÎT: Açan, genişleten. Dilediği kullarını bolluk ve sevinçle deneyen.

23-EL-HÂFID: Alçaltan, yüce Allah dilediği kulları­na şan şöhret ve zenginlik sahibi iken yaptıkları davranış­lardan ötürü al aşağı eder.

24-ER-RÂFİ: Yükselten.

25-EL-MUİZ: İzzet veren.

26-EL-MÜZÎL: Zillete düşüren, hor ve hakir eden.

27-ES-SEMF: Her şeyi işiten.

28-EL-BASÎR: Her şeyi gören.

29-EI-HAKEM: Her şeye hakkıyla hükmeden.

30-EL-ADL: Çok adaletli.

31-E1-LÂTIF: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen.

32-EL-HABİR: Herşeyin içyüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.

33-EL-HALIM: Merhameti çok olan, suçluları ba­ğışlayan.

34-EL-AZÎM: Azametli olan.

35-EL-ĞAFÛR: Bağışlaması bol olan.

36-EL-ŞEKÛR: Kendi rızası için yapılan iyi işleri daha fazlası ile mükafatlandıran.

37-EL-ÂLî: Pek yüksek.

38-EL-KEBIR: Pek büyük, göklerde ve yerde eşsiz tek büyük O'dur.

39-EL-HAFIZ: Yapılan işleri bütün tefsilatıyla tutan, her şeyi belirlenmiş vakte kadar afat ve belalardan sakla­yan.

40-EL-MUKIT: Her yaratılmışın azığını veren.

41-EL-HASİB: Herkesin hayatı boyunca yapıp, ettik­lerinin, bütün tafsilat ve teferruatıyla hesabını iyi bilen.

42-EL-CELİL: Celalet ve ululuk sahibi.

43-E1-KERİM: Keremi bol olan. Yoce Allah iyilik edenleri mükafatlandırır.

44-EL-RAKİB: Bütün varlıkları gözeten. Allah bü­tün kullarını görür ve herkese yaptığının karşılığını verir.

45-EL-MÜ'CİB: Kendine yalvaranların isteklerini veren.

46-E1-VASI: Geniş ve müsaadekar.

47-EL-HAKİM: Bütün emirleri ve işleri yerli y-erinde olan.

48-EL-VEDÜD: Sevilmeye ve dostluğunu kazanma­ya layık olan.

49-EL-MECİD: Şanı büyük ve yüce olan.

50-EL-BÂİS: Ölüleri dirilten.

51-EŞ-ŞEHİD: Her şeyi gözetip bilen.

52-EL-HAK: Varlığı hiç değişmeden duran.

53-EL-VEKİL: Kendisine güvenip dayananların işle­rini düzeltin.

54-EL-KAVİ: güçlü ve kuvvetli. Yüce Allah kayıtsız şartsız her şeye kadirdir.

55-EL-METİN: Çok güçlü ve sağlam. Yüce Allah kuvvet ve kudretinde metindir.

56-EL-VELÎ: İyi kullarına dost..

57-EL-HAMîD: Bütün varhklarca hamd edilen öğü-len.

58-EL-MUHSî: Her şeyin sayısını bilen.

59-EL-MUBDî: Her şeyi bir örneği yokken yoktan var eden.

60-EL-MUîD: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.

61-EL-MUHYî: Can bağışlayan, sağlık veren.

62-MUMîT: Öldüren.

63-EL-HAY: Diri olan.

64-EL-KAYYÛM: Gökleri yeri ve her şeyi tutan. Yüce Allah her şeye taktir ettiği vakte kadar durmak için sebeplerini ihsan eden.

65-EL-VÂCİD: İstediğini, istediği vakit bulan.Hiç bir şey yüce Allaha karşı kendini gizleyemez.Her şey dâ­ima O'nun huzurundadır.

66-EL-MÂCİD: Şanı büyük olan.

67-EL-VÂHİD: Benzeri ve ortağı olmayan, tek.

68-ES-SAMED: İhtiyaçları ve ızdıraplan gideren.

69-EL-KÂDIR: İstediğini istediği gibi yapmaya gü­cü yeten.

70-E1-MUKTEDİR: Kudret ve kuvvet sahipleri üze­rine istediği gibi tasarruf eden.

71-EL-MUKADDİM: İstediğini ileri geçiren öne alan.

72-EL-MUHARRİR: İstediğini geri koyan arkaya bırakan.

73-EL-EL-EVVEL: Varlığının başlangıcı olmayan.

74-EL-AHIR: Son.Her şey biter helak olur ancak yü­ce Allah'ın varlığının sonu yoktur.

75-EZ-ZÂHİR: Aşikar. Yüce Allahm varlığı kesin ve aşikardır. Hissettiğimiz, gördüğümüz, dokunduğumuz her şey O'nun varlığına delalet eder.

76-EL-BATIN: Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli.

77-EL-VALİ: Bu evreni ve burada olup biten her şe­yi idare eden. Kainatta olan her şey O'nun izni ve irade­siyle meyldana gelir. Bir yaprağın düşmesi, hakete geçen bir zerrenin kımıldayışı hep O'nun izin vermesiyle olur.

78-EL-MUTEÂL: Yüce ve ulu. Yaratılmışlar için düşünülebilecek her hal ve tavırdan Allah Teala uzak ve yücedir.

79-EL-BERR: İyiliği ve bahşişi bol olan. Yüce Allah kulları için daima kolaylık ve rahatlık ister. Zorluk iste­mez. Zorluk çıkaranları sevmez.

80-ET-TEVVÂB: Tövbeleri kabul edip, günahları bağışlayan.

81-EL-MUNTAKİM: Suçları adaleti ile hak ettikleri cezaya çarptıran.

82-EL-AFÜV: Afvı çok olan. 83-ER-RÂÛF: Şefkatli, çok merhametli. 84-MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün ebedi sahibi.

85-ZÜL-CELÂLİ VE'L-İKRÂM:Hem büyüklük sahibi, hemde fazl-ı kerem sahibi.

86-EL-MUKSİT: Bütün işlerini denk ve birbirineiıy-gun yapan.

87-EL-CAMİ: İstediğini istediği zaman, istediği yerde tophlayan, Yüce Allah; çürüyüp,suya, topraüğa. ha­vaya savrulmuş zerreleri toplayarak tekrar diriltecektii.

88-EL-GÂNİ: Çok zengin ve hiç bir şeye muhtaç ol­mayan.

89-EL-MUĞNİ: İstediğini zengin eden.

90-EL-MANİ: Bir şeyin meydana gelmesine müsa-da etmeyen.

91-EL-DÂRR: Elem ve mazarrat verici şeyleri yara­tan.

92-EN-NÂFİ: Hayır ve menfaat verici şeyleri yara­tan.

93-EN-NÛR: Alemleri nurlandıran zihinlerde ve gö­nüllerde nur yağdıran.

94-EL-HÂDİ: Hidayete erdiren.

95-EL-BEDİ: Bütün her şeyi yoktan icad eden.

96-EL-BÂKİ: Varlığı ebedi olan. Sonu olmayan.

97-EL-VÂRİS: Servetlerin gerçek sahibi.

98-ER-REŞİD: Bütün işleri ezeli taktirine göre yürü-tüp belli bir nizam ve hikmet üzere sonuca ulaştıran.

99-ES-SABÛR: Çok sabırlı.

Alimlere göre Allah Tealâ'nın isimleri bu kadarıyla sınırlı değildir. Hadiste belirtilmek istenen sayı değil, to kadarını sayanın cennete girebileceğidir.

Çünkü Allah Tealâ'nın bizlere bildirmediği bir takım isimleri de vardır. [17]

 

Yüce Allah'ın Sıfatları

 

Allah Tealâ'nın Kur'an'ı Kerim'de saydığı birçok sı­fatlan vardır. Fakat bunlar başlıca yirmi kadardır. Ve dörde ayrılırlar:

1.  Sıfat-ı Nefsiyye Allah'ın varlığını ifade eden sıfat­tır.

2.  Sıfat-ı selbiye Allah'a yakışmayan şeyleri Al­lah'tan izale eden sıfatlar.

3. Sıfatul Meâni: Allah'ın zatıyla kaim olan sıfatlar.

4.  Sıfatı Maneviyye: Sıfatul Meaniden kaynaklanan sıfatlar. [18]

 

Sıfat-ı Nefsiyye

 

Bundan maksad Allah'ın var olduğunu varlığım ge­rektiren vucüd sıfatıyla muttasıf olduğunu ifade etmektir. Bu yalnızca "Vücud" sıfatıdır.

Allah'ın varlığı mutlaktır. O'nun varlığı başka etken­lerden kaynaklanmaz. Varlığı vaciptir. Yokluğu kabul et­mez.

Kendisinden Başkalarının varlığı ise eksiktir. Her şey ona muhtaçtır.

"O size anlatılan Allah (c.c.)'tır. O'ndan başka İlah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Onun için O'na

kulluk edin,o her şeye vekildir." (En'am: 102) [19]

 

Sıfat-ı Selbiye

 

Bunlar Allah'a (c.c.) isnadı mümkün olmayan sıfatlan Allah'dan tenzih eden sıfatlardır. Beş tanedirler:

1. Vahdaniyet: Allah zatında, sıfatlarında ve işlerinde tektir.

Allah zatında tektir: Yani; Allah birdir. Cüzlerden de meydana gelmemiştir. Ortağı yoktur.

Allah sıfatlarında birdir. Yani; Hiç kimsede Allah'da bulunan sıfatlara benzer bir sıfat yoktur.

Allah fiillerinde tektir. Hiç kimse Allah gibi yapamaz. O herşeyi yapan, icad edendir. Bütün işler O'nun elindedir.

"Eğer yer ve gökte Allah'tan başka ilâhlar bulun­saydı yer ve gök kesinlikle bozulup giderdi." (Enbiya: 22)

"Allah evlat edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir İlah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevkü idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri di­ğerine galabe çalardı. Allah onların (müşriklerin) ya­kıştırdıkları şeylerden münezzehtir. (Müminûn: 91)

"De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah'la beraber başka ilâhlarda bulunsaydı, o takdirde bu ilâhlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı. Allah onların söyledikleri şeylerden münezzehtir, son derece yücedir ve uludur.". (İsra: 1-2-43)

2. Kıdem: Allah'ın varlığının başlangıcı bulunmama­sı demektir.

el-Akidetüt-Tahaviyye'de şöyle denmektedir. (Allah c.c): "Başlangıcı olmayan ezeli, sonu olmayan ebedidir.".

"O hem eveldir, hem âhirdir." (Hadid: 3)

3. Beka: Allah'ın ebedi olması, dima var olması, var­lığının sonu olmamamasıdır.

"Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.". (Rahman: 26-27)

4. Kıyam Binefsihi: Allah (c.c.) kendi kendine kaim­dir. Başkasına muhtaç değildir. Allah her şeyden önce ve hatta zamandan bile önce vardı. "Allah sameddir." (Yani o hiçbir şeye muhtaç değil fakat her şey ona muhtaçtır. (İhlas: 2)

5.  Muhalefettin Li'1-Havadis: Allah Tealâ kainattan ve mahlukattan hiçbir şeye benzemez.

"Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O pek işiten ve görendir." (Şura: 11)

Ebu Hanife "el-Fıkhul-Ekber" adlı eserinde der ki: "O (Allah c.c.) mahlûkatından da hiçbir şeye benzemez. Bütün sıfatları mahlûkatmınkine zıttır. (Ondan başkadır). Bilir fakat bizim bilmemiz gibi değil. Her şeye gücü ye­tendir. Ancak bizim gibi değil. Görür fakat bizim görme­miz gibi değil." Allah'ın bütün sıfatları umumidir, kap­samlıdır. Mahlûkatın sıfatları ise kapsayıcı değildir. "En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. O her şeyden üstün ve hikmet sahibidir." (Nahl: 60) [20]

 

Sıfatü'l-Meânî

 

Bu sıfatlara subuti sıfatlar da denir. Bunlar Allah Te-alâ'nm zatıyla kaim olan sıfatlardır. Yedi tanedirler. Kud­ret, irade, ilim, semi, basar, kelam, hayat.

1. Kudret: Yüce Allah'ın zatıyla bulunan ezeli bir sıfattır. Allah her şeyi bununla yapar ve yok eder ve şekil­lendirir. Allah herşeyi kadirdir. Hiçbir şey onu aciz bıraka­maz.

Yeri, gökleri, gece ve güdüzü ve bütün evreni düşüne­rek bu sıfat idrak edilebilir.

"Mutlak hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O öyle yüce Al­lah ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir, çok bağışlayandır.". (Mülk: 1-2)

"Ne göklerde ne de yerde Allah'ı aciz bırakacak bir güç yoktur. O, bilir ve güçlüdür.". (Fatır: 44)

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek ço­cukları bahşeder. Yahut onları hem erkek hem kız ol­mak üzere çift verir. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir, (her şeye) gücü yetendir.". (Şu­ra: 49-50)

2. İrade: Allah Tealâ'yla kaim ezeli bir sıfattır. Allah Tealâ bu sıfatla mümkinatı varlık yokluk ve şekille tahsis eder. Yani dilerse var eder, yok eder, kısa eder, uzun eder, âlim eder, cahil eder. Burada da yapar başka bir yerde de. Kâinatta dilediği gibi hareket edebilme yalnızca Allah'a aittir.

"Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sö­zümüz sadece "ol" dememizdir. Hemen oluverir.".

(Nahl: 40)

"Allah bir topluma kötülük diledimi artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Al­lah'tan başka yardımcıları da yoktur.". (Rad: 11)

3. İlim: Yüce Allah'la kaim olan'ezelî bir sıfattır.

Bu sıfatla Allah her şeyi bilir ve bilgisiyle kaplar. Al­lah her şeyi bilendir. Geçmiş, şimdiki zaman, gelecek kı­saca her şey O'nun malumu olur.

Allah'ın bilgisi tamdır ve mekan'a bağlı değildir. Ka­inatın düzeni, sağlamlığı da bunun bariz delilidir.".

"Hiç yaratan bilmez mi O en ince işleri görüp bi­lendir. Ve her şeyden haberdardır.". (Mülk: 14)

"Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.". (Tana: 98)

"O öyle bir Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O esirgeyen bağışla­yandır.". (Haşr: 22)

"Allah kalblerinizde olanı bilir. Allah hakkıyla bi­len cezada acele etmeyendir.". (Ahzab: 51)

"Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini gör­müyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dör­düncü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yer­de altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok ol­sunlar ve nerde bulunursa bulunsunlar mutlaka O, on­larla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıkla­rını haber verecektir. Doğrusu Allah her şeyi bilen­dir,". (Mücadele: 7)

4. Semi: Allah'ın zatıyla kaim ezelî bir sıfattır. Dinle-nen-işitilen bütün varlıklarla ilgilidir. Ne hayalden ne de evhamdan kaynaklanır.

Allah her şeyi işitendir. O, karanlık gecede sonsuz çölde bile siyah karıncanın yürümesini işitir.

"Allah'a tevekkül et çünkü o çok iyi işiten ve pek iyi bilendir.". (Enfal: 61)

"Allah adaletle hükmeder. Onu bırakıp taptıkları ise hiç bir şeyle hükmedemezler. Şüphesiz Allah kak-kıyla işiten ve görendir.". (Gafir: 20)

5.  Basar: Allah'ın zatıyla kaim ezelî bir sıfattır. Gö­rünen varlıklara tealluk eder. Hayal ve evhamdan kaynak-| lanmaz. Duyu organlarının etkisiyle de oluşmaz.

"Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla görendir." (Mülk: 19) "Böyle iken kiminiz kafir kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendin". (Teğabun: 2)

6. Kelâm: Allah Tealâ'nın zatıyla kaim ezeli bir sıfat­tır. Allah Tealâ bu sıfatla emreder nehyeder.

el-Akidetüt-Tahaviyye" adlı eserde şöyle denmekte­dir: "Kur'an Allah Kelamıdır. Söz biçimi olmaksızın Al-lah'dan sadır olmuştur. Allah onu vahiy ile peygamberine indirmiş, müminlerde onu hak olarak tasdik etmiş ve onun Allah kelamı olduğuna kesin iman etmişlerdir. İnsanların sözleri gibi mahlûk (yaratılmış) değildir. Kim onu dinler de beşer kelamı olduğunu iddia ederse şüphesiz kafir olur.".

"Ve Allah Musa ile de gerçketen konuştu." (Nisa: 164)

"De ki, Rabbimizin sözleri için derya mürekkeb olsa ve bir okadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenir.". (Kehf: 109)

"Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem deniz de mü­rekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense yine Allah'ın sözleri yazmakla tükenmez.". (Lokman: 27)

7. Hayat: Allah Tealâ ile kaim ezeli bir sıfattır. Önc&j ki sıfatların varlığı bu sıfatla hasıl olabilir.

"Allah kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayaı Allah'dir. O hayy ve kayyumdur.". (Bakara: 255)

"O daima diridir ondan başka hiçbir ilâh yoktur". (Gafir: 65) [21]

 

Sıfat-Maneviyye

 

Bu sıfatlar, mana sıfatlarının sonuçlan durumundadır. O sıfatlardan kaynaklanır. Mana sıfatlarına parelel olarak yedi tanedirler; Allah'ın; Kadir, Mürid, Alim, Semi, Basar, Mütekillim ve Hayy olmasıdır.

Bu sıfatlara sahip olmak, mana sıfatlarına sahip olma­nın gereği olduğundan bunlara da manevi sıfatlar denmiş­tir.

Zira kudret sıfatına sahip olmayana kadir; irade sıfatı­na sahip bulunmayana da mürid denemez. [22]

 

Tevhıd Akidesinden Doğan Neticeler

 

Şüphesiz ki Allah'a iman etmenin, tevhid inancının gerek fertlere nisbetle ve gerekse toplumlara nisbetle bir çok önemli sonuçlar doğurur. Bu sonuçlarından bazıları şunlardır:

1- Nefsi Başkalarının Tahakkümünden ve Korku­sundan Kurtarmak.

"Allah'ı bırakıp da sana fayda veya zarar verme­yecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun. Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini ge­ri çevirecek yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O çok bağışlayan pek esirgeyendir.".

(Yunus: 106-107)

2- Nefsi Hayat Korkusundan Kurtarmak

Zira mümin kesin olarak inanır ki ölüm de hayat da Allah'ın elindedir. Ne zaman olursa olsun hiçbir yaratık ömrünü kısaltamaz, uzatamaz.

"HiçUir kimse yok ki ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm) belli bir süreye göre yazılmıştır.". (Ali İmran: 145)

"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile." (Nisa: 78)

Bu inanç insanın kalbinde cesaret ve şecaat ruhu uyandırır. Çünkü mümin inanır ki ömür sınırlıdır. Eğer sa­vaşa gider de şehit düşerse o zaman da cennettedir.

3- Nefsi Rızık Korkusundan Kurtarmak

Müminin inanması gerekir ki; rızık veren Allah'dır. Hiç kimsenin hırsı teşvik edemeyeceği gibi istemeyenin de istememesi O'nu rızık vermekten alı koymaz.

"Allah kullarından dilediğine rızkı bol verir, dile­diğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilen­dir.". (Ankebut: 61)

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah'ın üzerindedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Çünkü (bunların) hepsi açık bir kitapta (Levhimahfuzda)dır.". (Hud: 6)

4-  İnsanı Sınıflaşma ve Makam Korkusundan Kurtarmak

"De ki mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine Verirsin ve mülkü dilediğinden geri, alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye ka­dirsin.". (Âli İmran: 26)

5- Güven Vermek ve Ümitsizliği Gidermek

"Onlar Allah'a) iman ederler ve gönülleri Allah'ı anmakla sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki kalbler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bıriur." (Ra'd: 28)

"İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalp­lerine güven indiren O'dur.". (Fetih: 4)

6. İstikamet Üzere Olmayı Sağlamak

Yaşamında hiçbir şeyin kendine gizli kalmadığı, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın istediği şekilde, ilâhi metod

üzere hareket etmek.

"Emrolunduğun gibi doğdoğru ol." (Şura: 15)

7- Dünya'da Hoş Bir Hayat Sağlamak, İmkanlar Tanımak ve Bereket Kapılarını Açmak.

"Erkek veya kadın kim mümin olarak iyi amel iş­lerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız. Ve onla­rın mükafatlarım yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.". (Nahl: 97)

8- Mümini Düşmanlarından Korumak, Müdafa Etmek ve Onlara Karşı Onu Desteklemek.

"Bu yüzden) koruyucu olarak Allah en hayırlı olandır. O acıyanların en merhametlisidir.". (Yusuf: 64)

"Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem şahitlerin (şahitlik) edecek­leri günde yardımederiz.". (Gafir: 51)

9- İnsanı, Mal Şan-Şeref, Neseb, Makam Gibi Sos­yal Değerlere Tapmaktan korumak.

"Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üs­tün olanınız, O'ndan en çok korkamnızdır.". (Hücûrat:13)

"Ve ilave ettiler; Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz. De ki, Rabbim diledi­ğine bol rızık verir ve (dilediğinden) kısar; fakat insan­ların çoğu bilmezler. Hiç birinizin malları ve evlatları, huzurumuzda size bir yakınlık sağlamaz. İman edip iyi amellerde bulunanlar müstesna. Ancak onlara yaptık­larının kat kat fazlası vardır. Onlar (Cennet) odaların­da güven (ve huzur) içindedirler.". (Sebe: 35-37)

10- İnsanı, Dünya Lezzetlerinden ve Şehevi Arzu­lardan Emin Kılar.

"Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten,salma atlardan, sağmal hayvanlar­dan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi.Bunlar dünya hayatının metaıdır. Nihayet varılacak güzel yer, Allah'ın huzuru­dur. (Rasûlüm) De ki; Size bunlardan daha iyisini bil­direyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında için­den ırmaklar akan ebediyyen kalacakları, tertemiz eş­ler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür." (Âli İmran: 14-15)

11- "Ahirette Cennete Girmek.".

"İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır. Ora­da ebedi kalacaklar. Oradan hiç ayrılmak istemezler."

(Kehf: 107-108) [23]

 

Meleklere İman

 

"el-Melaike" kelimesi "melek" veya "melak" keli­mesinin çoğuludur. Aslı ise elçilik anlamına gelen "ülü-ke" kelimesinden türeyen "melekedir.

Melekler mahlûkatm bir çeşididir. Allah onları gökle­re yerleştirmiş, mahlûkatıyla ilgili görevleri onlara yükle­miştir. Onlar Allah'a isyan etmez ve emrolunanlanm he­men yaparlar. Gece gündüz Allah'ı tenzih ederler ve ke­sinlikle Allah'a isyan etmezler. Bu sebeple bizim onlar hakkında Kitap ve Sünnette varid olan haberlere inanıp bunun dışındaki bilgilerden kaçınmamız gerekir. Bu konu­lar bizim bilebileceğimiz konular değil. Bunları Allah ve Rasûlünün bildirmesiyle biliriz. (Fethu'1-Bari, 4/332; Şer-hu'1-Akidetü't-Tahaviyye, 15)

Meleklere imanda imanın rükünlerinden biridir. Bu Kitap ve Sünnetin kesin delilleriyle sabittir:

Kitaptan Delili: "Gönderilen peygamber, Rabbi ta­rafından kendisine gönderilene iman etti, mü'minler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah'a O'nun me­leklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.". (Bakara: 285)    

Sünnetten Delili: Cimril'in "İman nedir?" diye sor­duğu meşhur hadiste meleklere imanda belirtilmiştir. [24]

 

Yaratılışı Ve Özellikleri

 

Allah Tealâ melekleri Adem (a.s.)'den önce yaratmış­tır. "Hatırla ki Rabbin meleklere; Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar bizler hamdinle sana teşbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah onlara sizin bilemeyeceğinizi ben bili­rim, dedi.". (Bakara: 30)

Onlar nurdan yaratılmışlardır. Müslim'de Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah şöyle buyur­muştur: "Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de halis ateşten yaratıldı. Adem de size vasfedilenden yaratıl­dı." Buharı ve İmam Ahmed'in rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) Cibril'e; "Seni, bizi daha fazla ziyaretden alıkoyan nedir?" diye sordular, dedi ki: Hemen şu ayet nazil oldu: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önünüzde arka­nızda ve bunlar arasında olan her şey ona aittir. Senin Rabbin unutkan değildir.". (Meryem: 64) (Lübabü'n-Nükul-Fi Ashabi'n-Nükul, 408)

Melekler duyu organlarıyla anlaşılmayan latif bir gayb alemidirler. Onlar insanlar gibi değildirler.

Yemezler, içmezler, uyumazlar, evlenmezler, dişi-er-kek olma gibi özellikleri de yoktur. Hayvani arzulardan! uzak; günah ve hatalardan beridirler. Ademoğlunun nite-] lendirildiği hiçbir vasıfla vasıflanamazlar. İnsan suretin* ve diğer hissi suretlere bürünebilirler. Bu suretleri onlarJ asıl özelliklerini kaybettirmez. Harikulade güce sahiptirler.}

"Kitapta; Meryem'i de an." Hani o, ailesinden ay: rılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. Meryem oni lara karşı bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumu* zu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şekj linde göründü.". (Meryem: 16-17)

"Andolsun ki elçilerimiz İbrahim'e müjde getirdîl ler de selâm (sana) dediler. O da (size de) selâm, dedr ve beklemeden kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini, yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan kalbine bir korku girdi.

Dediler ki; korkma. Çünkü biz melekiz. Lut kav­mine gönderildik. O esnada hanımı ayakta idi (ve bu sözleri duyunca) güldü. O'na da İshak'ı, İshak'ın ar­dından da Yakub'u müjdeledik (İbrahim'in karısı), vah halime! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçketen şaşılacak bir şey, dedi. (Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şa­şıyor musun! Ey ev halkı Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki o övülmeye layıktır, iyili­ği boldur.". (Hud: 69-73)

Ve sonraki ayetlerde Lut (a.s.)'un başına gelen hadi­seler.

Onların yaratılış şekillerinden biri de değişik kanatla­rının olmasıdır. "Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer üçer dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdol-sun. O yaratmada (istediğine) dilediği kadar fazla ve­rir. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.". (Fatır: 1)

Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) Cibril'i altıyüz kanatlı iken görmüştür. [25]

 

Sayıları ve Reisleri

 

Sayılan bilinemiyecek kadar çoktur. Reisleri ise üç­tür: Cebrail, Mikail, İsrail. Hayat görevleri bunlara veril­miştir. Vahiy, Cibrile; su ve yağmur işleri, Mikail'e, sura üfürme görevi de İsrafil'e verilmiştir.

Cebrail ve Mikail Kur'an'ı Kerim'de anılmışlardır.

"Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Al­lah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehbe­ri, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. Zira kim Allah'a, düş­man olursa bilsin ki Allah da inkarcı kafirlerin düşma­nıdır.". (Bakara: 97-98)

Kur'an'ı Kerim'de adı geçen meleklerden biri de Ce­hennem bekçisi olan "Malik"dir. "Ey Malik! Rabbin bi­zim işimizi bitirsin, diye seslendiler." (Zuhruf: 77)

Bazı meleklerin adları da sahih hadislerde zikredil­miştir. [26]

 

Görevleri

 

1. İbadet ve Teşbih

"Kuşkusuz Rabbin katmdakiler O'na kulluk et­mekten asla kibirlenmezler, O'nu teşbih eder ve yalnız O'na secde ederler.". (Araf: 206)

"Melekleri görürsün ki Rablerine hamd ile teşbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve "Alemlerin Rabbi olan Al­lah'a hamdolsun" denilmiştir.". (Zümer: 75).

2. Arşı Taşımak

Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbi-nin arşını, bunlarında üstünde (sekiz) (melek) yüklenir.

(Hakka: 17)

3. Cennet Ehlini Selâmlamak

"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkedilir, oraya varıp da kapıları açıldı­ğında bekçileri onlara selam size tertemiz geldiniz ar­tık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.". (Zümer: 73)

4. Cehennem İşleri ve Ehliyle İlgilenmek            

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında iri   gövdeli, sert tabiatlı, Allah'ın kendilerine buyurduğu­na karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır." (Tahrim: 6)

"Biz cehennem işlerine bakmakla ancak melekeri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık". (Müddessir: 31)

5. Vahyi İnzal Etmek Vahiy meleği Cibril'dir.

"De ki! Cibril'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O' indirmiştir.". (Bakara: 97)

6. Mükelleflerin Amellerini Sözlerini Gözetmek ve Onların Sayımı ve Yazımı. (Kiramen Katibin)

Allah bu görevleri yapan meleklere rakip (gözeten) ve atid (hazır bulunan) vasfını vermiştir.

"Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin kendi­sine fısıldadıklarım biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. Çünkü onun sağında ve solunda oturan her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen, dedik­lerini zapteden (bir) melek hazır bulunmasın.". (Kaf: 16-18)

"Şunu iyi biliniz ki; üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilir ve yazar." (İnfitar: 10-12)

"Her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün sana hesap so-rucu olarak kendi nefsin yeter.". (İsra: 13-14)

Bir Kutsi hadisi şerifte, Rasûlüllah (sav), şöyle buyu­ruyor: "Allah Tealâ buyurdu ki; Kulum bir günah işle­mek istediği zaman, onu hemen yazmayın. İşlerse ona bir günah yazın. Kulun bir iyilik yapmak isterse ve he­nüz yapmamışsa ona bir sevap yazın. Eğer onu yapar­sa on olarak yazın." (Buhari-Müslim)

7. Ruhların Kabzı

"Nihayet birinize ölüm geldimi elçilerimiz (melekler) onun canını alırlar. Onlar asla geri kalmazlar."

(En'am: 61)

"De ki sana vekil kılman ölüm meleği canımızı ala­cak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde: 11)

Cumhur Ulemaya göre ölüm meleği tektir. Fakat Al­lah Tealâ ona bir grup yardımcı melekler de vermiştir. O orduda bulunan komutan gibidir.

 

8. Tabiat Kanunlarını Allah'ın İradesine Göre Uy­gulamak

Gökler ve yeryüzü,bunların içindeki her türlü olay bu meleklerin işindir.

"Derken bir iş çevirenler.". (Naziat: 5)

"İşi ayıranlara.". (Zariyat: 6)

Kitab ve Sünnetten anlaşıldığına göre her türlü iş için ayrı ayrı melekler vardır. Allah Tealâ, dağlar, bulutlar, yağ­mur, insanın yaratılışı, kulun işlerini saymak ve yazmak, kabir suali i/s. her türlü olay ve işe ayrı, ayrı melekler tah­sis etmiştir.

Melekler Allah'ın en büyük ordusudur. "Yemin olsun iyilik için birbiri peşinden gönderilenlere.". (Mürselat: 1) "Hakikat tohumlarım yaydıkça yayanlara.". (Mürse­lat: 4) "Öğüt telkin edenlere.". (Mürselat: 5) "Söküp çı­karanları yavaşça çekenler, kolayca yüzenler, yarış edenler.". (Maziat: 1-4) "Saf saf dizilenler, toplayıp sü­renler, zikir okuyanlar.". (Zaffat: 1-3)

İşte bunlar Allah'ın melekleridir.

9. Müminlere Dua ve İstiğfarda Bulunmak "Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunai

(melekler), Rablerini hamd ile teşbih ederler, ona iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını şöyle isterler: Ey Rabbimiz senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmış­tır. O halde tevbe eden ve senin yolunda gidenleri ba­ğışla onları cehennem azabından koru.

Rabbimiz onları da, onların atalarından zevcele­rinden nesillerinden iyi olanları da kendilerine vadetti-ğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz aziz ve hakim olan sensin. Bir de onları her türlü kötülüklerden koru. Sen kimi kötülükten korursan o gün muhakkak ki onu rah­metine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluş­tur.". (Gafir: 7-9)

10. Sabah ve İkindi Namazlarında Bulunmaları

"... bir de sabah namazını (kıl) çünkü sabah nama­zı şahitlidir.". (İsra: 78)

Buharı ve Müslim'in rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Birbiri ardınca birtakım me­lekler geceleyin, birtakım melekler de gündüzleyin,sizin aranıza gelirler. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizin aranızda geceleyenler semaya çı­karlar. Rableri kullarının hallerini pekale bildiği halde on­lara kullarımı ne halde bıraktınız? diye sorar. Melekler: Onları namaz kılarken bıraktık. Kendilerine vardığımız za­man dahi namaz kılarken bulduk, derler.".

11. Zikir Meclislerinde Bulunmaları

Ebu Hüreyre'nin (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: Muhakkak Allah'ın yolda dola­şan, zikir ehlini arayan melekleri vardır.

Allah'ı zikreden bir topluluk görürler ve geliniz hace­tinize, diye nida ederler. O zikredenleri dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırlar. Rableri kullarının durumunu onlardan daha iyi bildiği halde onlara: Kullarım ne diyor­lar? diye sorar.

— Seni teşbih ediyorlar, seni tekbir ediyorlar ve st ulutuyorlar." derler. Allah:(cc)

— Onlar beni gördüler mi? buyurur. Melekler:

— Hayır, vallahi seni görmediler." derler. Allah (cc) şayet beni görseler nasıl olurdu? buyurur. Melekler:

— Şayet seni görselerdi sana daha sağlam ibadet eder, seni daha fazla ulular ve sana daha çok teşbih ederlerdi, derler. Allah (cc):

— Benden ne istiyorlar? buyurur. Melekler:

— Senden cennet istiyorlar, derler. Allah:

— Onlar cenneti gördüler mi? buyurur. Melekler:

— Hayır vallahi Yarabbi cenneti görmediler, derler. Allah:

— Şayet onlar cenneti görseler nasıl olur? buyurur. Melekler:

— Onu daha şiddetle isterler, ve onun hakkındaki rağ­betleri de artar, derler. Allah:

—Onlar neden (korkup) sığınıyorlar?, buyurur.

Melekler:

Cehennemden, derler. (Allah (cc):

—Onlar cehennemi gördüler mi? buyurur. Melekler:

—Hayır vallahi onu görmediler, derler. Allah (cc):

—Onu görselerdi nasıl olurdular? buyurdu. Melekler:

— Şayet onu görselerdi ondan daha şiddetle kaçarlar daha fazla da korkarlardı, derler. Allah:

— Sizi şahit tutuyorum ki Ben onlan atfettim, buyu­rur. Meleklerden bir tanesi:

— Aralarında onlardan olmayan filan da var. Bir ihti­yaç için gelmişti, der. Allah: (cc)

  Onlar öyle bir cemaat ki onlarda oturan kimseler şaki olamazlar, buyurur.". (Buhari-Müslim)

12. İtim Ehlini Tebrik ve Onlara Karşı Tevazu:

Resûlüllah şöyle buyurmuşlardır: "Şüphesiz melekler ilim tahsil edenin yaptıklarından duydukları memnuniyet­leri sebebiyle kanatlarını (talebelerin ayaklarının altına) sererler."

13. Kur'an Okunurken İnmeleri ve Dinlemeleri:

Ebu Said el-Hudri'den rivayet edildiğine göre bir ge­ce Useyd b. Hudayr hurma harmanında (Kur'an) okurken birden bire atı şahlanmış. Fakat yine o okumaya devam et­miş. Sonra at tekrar şahlanmış.

İbn-i Hudayr demiş ki: Atın (oğlum) Yahya'yı çiğne­mesinden korktum. Kalkıp yanına gittim. Bir de ne göre­yim. Başımın üstünde gölgelik gibi bir şey! İçinde kandil­lere benzer birşeyler var. Bu gölgelik göğe çıktı, hatta onu göremez oldum. Ertesi sabah Resûlüllah (a.s.)'a giderek:

— Ya Resûlüllah! Dün akşam ben gece yansı hurma harmanında Kur'an okurken birden atım şahlandı." dedim. Resûlüllah hemen:

— Oku ibn-i Hudayr, buyurdular. (Dedem ki):

— Ben yine okudum. Fakat hayvan sonra tekrar şah­landı. Resûlüllah yine:

— Oku İbn-i Hudayr, buyurdular. (Dedem ki):

__Ben artık okumaktan vazgeçtim. (Oğlum) Yahya ata yakındı. Onu çiğner diye korktum. O sırada gölgelik gi­bi birşey gördüm. İçinde kandillere benzeyen birşeyler vardı. Bu gölgelik göğe çıktı. Nihayet onu göremez ol­dum.".

Bunun üzerine Rasûlüllah (a.s.):

— Bunlar meleklerdir. Seni dinliyorlarmış. Eğer oku­maya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, halkta onları görür, halktan gizlenmezlerdi." buyurdular. (Buhari-Müslim.).

14. Namaz Kılanlarla Beraber "AMİN" Demeleri:

Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyururlar: "İmam; "Ga­zaba uğramışların ve sapıkların yoluna değil" ayetini oku­duğu zaman. Amin deyin. Zira melekler de amin, der. İmam da amin der. Her kim meleklerle beraber âmin, der­se geçmiş günahları bağışlanır.

15.  Müminlere Özellikle Onlardan İlim Ehline D-ua Etmeleri:

"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üze­rinize melekleriyle beraber rahmetini gönderen O'dur. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.". (Ahzab:43)

Diğer bir rivayete göre Resûlüllah şöyle buyurmuşlar­dır: "Şüphesiz ki Allah, melekler ve gökler ile yeryüzünün ehli insanlara hayrı Öğretenlere elbette salat eder.".

16. Hakkı ve Hayrı İlham Etmek Suretiyle İnsan­da Bulunan Ruhi Güçleri Gayrete Getirmek (Uyandirmak).

İbn-i Mesud (r.a.)'un rivayet ettiğine göre Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuşlardır:

"Şüphesiz ki şeytanın Ademoğlu için kalbe inmesi ve meleğinde kalbe inmesi vardır. Şeytanın kalbe inme­si şerri vadetmek, hakkı yalanlamaktır. Meleğin kalbe girmesi ise hayrı vadetmek ve hakkı tasdik etmektir. Her kim bundan (meleğin kalbe girmesinden birşey se­zerse bilsin ki o Allah'tandır, ona hamdetsin. Her kim diğerini sezerse şeytandan (Allah'a) sığınsın. Sonra da (Rasûlüllah (a.s.) şu ayeti okudu; "Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder ve sizin cimri olmanızı emreder. Allah ise size katından mağfiret ve lütuf vadeden Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.". (Bakara: 263)

Şeytanın kalbe girmesi vesvese ile, meleğin kalbe gir­mesi ise ilham ile olur.

17. Allah'ın Sevdiğini ve Sevmediğini İlan Etmek

Müslim Resûlüllah (a.s.)'ın şöyle buyurduğunu riva­yet eder: "Allah Tealâ bir kulunu sevdiği zaman Cibril'i çağırır ve buyururki; Ben falanı seviyorum sen de onu sev. Cibril de onu sever. Sonra gökyüzünde nida eder ve der ki: "Allah falanı sever siz de onu sevin.". Gök ehli de onu se­ver. Sonra o yeryüzünde de (İnsanlar tarafından) kabul gö­rür. Bir kuluna da buğz ettiği zaman Cibril'i çağırır ve der ki, "Ben falana buğzediyorum, sen de buğzet." Cibril de ona buğzeder. Sonra gök ehline şöyle nida eder: "Allah fa­lan kuluna buğzetti sîz de ona buğzedin."

Sonra yeryüzünde de (herkes tarafından) buğz ile kar­şılanır.".

18.  Müminleri Güçlendirmeleri ve Onlara Destek Olmaları.

"Hani Rabbin meleklere; "Muhakkak ben sizinle beraberim, haydi iman edenlere destek olun." diy* vahyediyor.". (Enfal: 12)

19.  Temiz Kimseler Ölürken Onları Selamlama] ve Müjdelemek.

"Kafir ve fasıkların ise (o anda) yüzlerine ve arka­larına vururlar.".

"(Onlar) Meleklerin "Selâm sizin üzerinize ol­sun"... diyerek iyilikle canlarını aldıkları kimselerdir." (Nahl: 32)

"Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra dosdoğ­ru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara; "korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevi­nin, derler.". (Fussulet: 30)

"Melekler o kafirlerin yüzlerine ve arkalarına vu­rarak canlarını alırken onları bir görseydin.". (Enfal: 50)

20.  İnsanı Hayat Merhalelerinde Çeşitli İşlerinde Korumak:

"Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçi (Melek)Ier vardır.". (Ra'd: 11)

"O kullarının üzerinde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu (melekler) gönderir." (En'am: 61) [27]

 

Cinler

 

Mümin akidesinin ikinci rüknü olan Meleklere İman konusunu işledikten sonra şimdi de cinler mevzuuna deği­neceğiz. Zira onların varlığına inanmak İslam akidesinin bir parçasıdır. [28]

 

İsimleri

 

Cinlere gizlendiklerinden dolayı Cin adı verilmiştir. Çünkü "ictinas" gizlenmek anlamındadır. Cennet de ehlini ağaçlarıyla gizlediğinden bu adı almıştır.

Kur'an'ı Kerim'de cinn, cânn ve cinnet adlarıyla anıl­mışlardır. Erkeklerine cinni, dişilerine ise cinniyye adı ve­rilir. [29]

 

Özellikleri

 

Onlar insanlar gibi mükellef ve akıllı yaratıklardır. Fakat insan yapısından farklıdırlar. Duyu organlarıyla an­laşılmazlar. Tabiatları üzere ve gerçek şekilleriyle görün­mezler. İstedikleri şekle bürünürler. Fakat girdikleri şekil onları bağlar, yani; bir cinni, insan veya kuş suretine girse, biri de ona oku yöneltse ok atsa, o eziyet görür yaralanır. Fakat melekler böyle değildirler.

Cinler de insanlar gibi evlenirler, çoğalırlar, zürriyet-leri de olur. Yerler içerler insanlar gibi onlar da gaybı bil­mezler. Bir keresinde Süleyman (a.s.)'a mahkûm olmuş­lardı.

"Rabbinûı izniyle cinlerden bir kısmı, onun önün­de çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa ona alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykel­lerden havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazan­lardan ne dilerse yaparlardı.". (Sebe: 12-13) [30]

 

Varlıkları ve Bunun Delilleri

 

Onların varlığı Kitap ve Sünnetle sabittir. [31]

 

1- Kitaptan Delili

Cin Sûresine ek olarak, Kur'an'ı Kerim bir çok yerin­de onlardan bahsetmiştir. Onlardan bir kaçı:

"Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsin­ler, diye yarattım.". (Zariyat: 56)

"Hani cinlerden bir grubu Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.". (Ahkaf: 29)

2- Sünnetten Delili

Sünneti Nebeviyede de cinlerin varlıklarını isbat eden ve onlardan haber veren bir çok hadisi şerif vardır. Onlar­dan bir kaçı:

"Rasûlüllah (sav) ashabından bir cemalle birlikte Ukâz panayırına gitmeğe kasdederek yola çıktılar. O tarih­te şeytanlara gökten haber almak yasaklanmış; üzerlerine göktaşları atılmış,bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin ya­nma dönmüşler. Kavimleri onlara: Size ne oldu? demişler. Şeytanlar: Semadan haber almaktan menedildik. Üzerimi­ze göktaşları gönderildi, diye cevap vermişler. Kavimleri:

Bu mutlak yeni meydana gelmiş birşeyden olacak. Siz hemen yeryüzünün doğusunu batısını dolaşın da bakın se­madan haber almamıza mani olan bu şey nedir? demişler. Tihame taraflarını tutan takım Ukâz panayırına gitmekte olan Peygamber (sav) Nahle denilen yerde ashabına sabah namazı kıldırırken onun yanına uğramışlar. Cinler Kur'an'ı işitince onu dinlemişler ve (birbirlerine) semedan haber almanızı engelleyen işte budur, 'demişler. Sonra ka­vimlerine dönerek:

"Ey kavmimiz! Biz doğru yolu gösteren şaşılacak bir kıraat dinledik. Ve ona iman ettik, bundan sonra Rabbimi-ze asla hiçbir şeyi şirk koşmayacağız." demişler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle Peygamberimize (sav);

"De ki! Bana cinlerden bir takımının (okuduğu) Kur'an'la dinledikleri vahiy olundu." ayetini inzal etti. [32]

 

Yaratıldıkları Madde

 

Allah Tealâ cinlerin yaratıldıkları madde hakkında şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki biz insanı (pişmiş) kuru bir çamur­dan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan yarattık.

Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.".

(Hicr: 26-27)

Kur'an'ı nassdan anlaşıldığına göre, cinler insanlar­dan önce yaratılmışlardır. [33]

 

Sınıfları

 

Cinler bir kaç tayfadırlar. Kimisi çok iyidir, kimisi bi­raz, kimi kafir kimi de mümindir.

"Gerçekten biz kimimiz salih kişiler, kiminiz ise bunlardan aşağıda türlü türlü yollar tutmuştuk.".

(Cinn: 11)

"İçimizde Allah'a teslimiyet gösterenler de var. Hak yoldan sapanlar da var. (Allah'a) teslimiyet gösteren kimseler doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince onlar cehenneme odun olurlar." (Cinn: 15) [34]

 

Sorumlulukları

 

Cinler de insanlar gibi mükeleftirler. Peygamberleri

de insanlardandır.

"Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsin­ler, diye yarattım.". (Zariyat: 56)

"Ey cinn ve insan topluluğu içinizden size ayetleri­mi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza dair, sizi uyaran peygamber gelmedi mi? Derler ki: Kendi aley­himize şahitlik ederiz. İşte böylece dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kafir olduklarına yine kendileri şahitlik ettiler.". (En'am: 130)

"Ey insan ve cinn sizin de hesabınızı ele alacağız. Hal bu iken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalan­lıyorsunuz? Ey cinn ve insan toplulukları göklerin ve yerin çevresinden geçmeğe gücünüz y etiyorsa geçin. Ama Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?".

(Rahman: 31-34)

"el-Akidetü't-Tehaviyye" de şöyle denilmektedir: "Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın seçilmiş kulu, biricik nebisi, razı olunmuş elçisidir. O peygamberlerin so­nuncusu, müttaküerin imamı, gönderilen (peygamberlerin) efendisi, âlemlerin Rabbinin sevgilisidir. O hakla, hidayet­le, nurla, bütün cinlere ve mahlukatin tümüne gönderilmiş­tir.". (el-Akidetü't-Tahaviyye 157, 176) [35]

 

İblis Ve Şeytanlar

 

İblis, İblas kökünden gelir. İblas da Allah'ın rahme­tinden ümit kesmek, hayırdan uzaklaştırılmak anlamında­dır.

İblis; şeytanların aslı, onların babasıdır. (Ebu'ş-şeyâ-tin). Şeytan da azgın veya uzaklaştırılmış anlamındadır.

Şeytan ifadesi, sapıklık davetçileri içinde kullanılır. "Böylece biz her peygambere insan ve cinn şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yal­dızlı sözler fısıldarlar." (En'am: 12)

Şeytan İblis ve zürriyeti için de kullanılır.

Nasıl melekleri Allah'ın orduları olarak hayrı ve iyili­ği temsil ediyorlarsa İblis ve yanındaki şeytanlar da Al­lah'ın düşmanları olarak kötülüğü ve fenalığı temsil edi­yorlar.

Şem ve masiyetleri süsleyen o şeytandır. Cinsî, ahla­kî, içtimaî, siyasi, İktisadî ve insanın başına gelen ne kadar bela musibet varsa, işte muhakkak bunlar İblis ve onun şerli ordusunun çalışmaları neticesindedir.

Şeytan insanı ancak o insan hidayetten yüz çevirdik­ten ve çizili yoldan çıktıktan sonra etkileyebilir.

"Kim Rahman'ın Kur'an-m'dan yüz çevirirse ona biz şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrıl­maz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yol­dan saptırırlar da onlar kendilerinin doğru yolda ol­duklarını sanarlar. O şeytan dostu kimse en son bize geldiği zaman "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı ne kötü arkadaşsın sen!" der. İkinizde zalim olduğunuz için bugün piş­manlık size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü sîz azapta müştereksiniz.". (Zuhruf: 36-39)

Azgınlık ve sapıklıkta uzun süre devam edince, şey­tan artık insan nefsini tamamen istila eder. Hatta öyle ki; bazısı İblisin askeri veya onun topluluğunun bir üyesi hali­ne gelir.

"Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah'ı anmayı unutturmuştur. İyi bilin ki şeytanın taraftarları mutla­ka kaybedenlerdir.". (Mücadele: 19)

"Fakat imanlarında sebat eden, Allah'a sığınan, ondan yardım isteyen, onun hidayetiyle hidayet bulanlar, ahka-mıyla amel edenler ve işlerinde ondan korkanlar... İşte bunlara kesinlikle şeytanın etkisi yoktur.".

"Şurası muhakkak ki benim (ihlaslı) kullarım üze­rinde senin hiçbir ağırlığın (hakimiyetin) olmayacak­tır.". (İsra: 65)

"Kur'an okunduğu zaman önce o kovulmuş şey­tandan Allah'a sığın. Gerçek şu ki; iman edipte yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimi­yeti yoktur. O'nun hakimiyeti ancak onu dost edinenle­re ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.". (Nahl: 98-100)

Ayakları kayıp, hatayı düştükleri vakit onda ısrar et­mezler ve hemen tevbeye, Allah'a dönmeye koşarlar.

"Ne zaman şeytandan kötü bir düşünce gelip seni dürtüklerse hemen Allah'a sığın. Çünkü o işiten ve bi­lendir. Takvaya erenler varya; onlara şeytan tarafın­dan bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.". (A'raf: 200-201)

Şüphesiz ki insanın mutluluğu ancak, şeytanın etkili-yebileceği yerler olan nefsi hastalıklardan kurtulmakla mümkündür. Bu hastalıklarından bir kısmı şunlardır: Zafi­yet, ümitsizlik, şımarıklık, zulüm, cimrilik, gurur, sabırsız­lanmak, sızlanmak, fitneye düşmek, haddi aşmak vs.

Bunlardan kurtulmanın yolu da, nefse uymaktan vaz­geçmek, Allah'ın vahyine tabi olup, nefsin arzularına sa­hip çıkmak ve şeytanın vesveselerine ilanı harp etmektir. [36]

 

İblis'in Yaratılışının Hikmeti

 

Onun yaratılışının birçok hikmetleri vardır. Onlardan birkaçı:

1. Allah Tealâ'mn kudretinin kullar için zıtlar üzerin­de de anlaşılması.

Allah Tealâ yaratıkların en kötüsü olan bu pis varlığı, hayrın sebebi, pak ve temiz olan Cibril ile karşılaştırdı ki; kudreti bilinsin. Gündüze karşı geceyi, hastalığa karşı şifa­sını yarattığı gibi.

İşte bu da Allah Tealâ'nın kemalinin ve kudretinin en bariz delilidir.

2.  Allah Tealâ'nın kahredici isimlerinin etkilerinin te­zahürü:

Örneğin; pek kahraden, intikam sahibi, adil, zarar ve­ren, fayda veren, azabı şiddetli olan, ikabı serî olan... İşte bu isimlerin muhakkak bir uygulama alanı olmalı. Eğer cinler ve insanlar, melekler gibi olsaydılar, bu isimlerin bir anlamı kalmazdı.

3. Hilmini, affını, mağfiretini, günahları örtmesini, di­lediğini azad etmesi gibi vasıfları içine alan isimlerin etki-sini belirtmesi.

Mezkur isimlerin neticelerinin meydana gelmesini sağlayan kötü sebepleri yaratmasaydı, e zaman bu isimle­rin bir hikmeti ve faydası kalmazdı.

4. Hikmet ve haberle ilgili isimlerin etkilerinin gözük­mesini sağlamak. Zira Allah pek hikmet sahibi ve ziyade haberdar olandır. O her şeyi yerli yerine münasib mekanla­ra yerleştirir. Hiçbir şeyi ilminin, kemalinin, hikmetinin gerektirdiği yerin dışına koymaz, yerleştirmez.

5. Çeşitli ibadetlerin meydana gelmesi: Şayet İblis ya-ratılmasaydı, bu ibadetler olmazdı. Cihad ibadeti Allah'a olan ibadetlerin en sevimlilerindendir. Eğer bütün insanlar mümin olsaydılar, o takdirde bu ibadet ve onunla ilgili olan, Allah'a yaklaşmak ve onun için düşman kazanmak, onun için sevmek, onun için nefret etmek, onun düşmanıy-la savaşda canı harcamak, emri bilmaruf-nehyi anilmün-ker, sabır, tevbe istiğfar vb. ibadetlerin hiçbir anlamı kal­maz ve bir hikmeti bulunmazdı. [37]

 

Semavi Kitaplara İman

 

İmanın rükünlerinden biri de Allah Tealâ'nın nebi ve rasûllerine indirdiği kitaplara iman etmektir.

"Gönderilen peygamber, Rabbi tarafından kendi­sine indirilene iman etti müminler de iman ettiler. On­lardan herbiri Allah'a O'nun meleklerine iman etti­ler.". (Bakara: 285)

"Kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını peygamber­lerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapitmıştır." (Nisa: 136)

(Meşhur) hadiste de geçtiği gibi Cibril Rasûlüllah (a.s.)'a imanı sormuş o (Rasûlüllah (sav) da şöyle cevap vermiştir: "iman: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine, kıyamet gününe ve bir de haynyla şerriyle kadere inanmandır.".

Allah Tealâ semavi kitapların bazısının isimlerini Kur'an'ı Kerim'de de anmış, bazısını ise anmamıştır. Biz­lere isimlerini bildirdiği kitaplar şunlardır: [38]

 

1. Musa (a.s.)'ya İndirilen Tevrat:

 

"Biz içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş pey­gamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rable-rine teslim olmuş zahidler ve bilginler de (onunla hük­mederlerdi.). Hepsi ona (Hak olduğuna) şahidlerdi.". (Maide: 44) [39]

 

2. İsa (a.s.)'ya İndirilen İncil

 

"Önündeki Tevratı doğrulayıcı olarak izleri üzeri­ne, Meryem oğlu İsa'ya, arkasından gönderdik. Ve ona içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.". (Maide: 46) [40]

 

3. Davud (a.s.)'a İndirilen Zebur

 

"Biz Davud'a Zebur'u verdik.". (İsra: 55) [41]

 

4. Allah Tealâ'nın İbrahim ve Musa (a.s.)'ya İndir­diği Sahifeler:

 

"Yoksa kendisine haber verilmedi mi, Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar? Ve sözünü yerine getiren İbrahim'in sahifelerindekiler? Gerçekten hiçbir gü­nahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez. Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. Ve şüphesiz en son varış Rabbi-nedir.". (Necm: 36-42)

"Temizlenen, Rabbinin adını anıp ona kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (Ey İn­sanlar!) Âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

Şüphesiz bunlar, ilk gönderilen kitaplarda İbrahim ve Musa'nın Kitaplarında da vardır." (el-Â'lâ: 14-19)

Ebu Zer (r.a.)'den şöyle rivayet olunmuştur: "Dedim ki; Ey Allah'ın Rasûlü! İbrahim'in sayfaları ne idi?" "Hepsi emsal (meseleler)" buyurdular. Şöyle ki;

"Ey imtihan olunan, aldanmış güç sahibi! Dünya'yi üst üste yığasm diye seni göndermedim. Mazlumun duası­nı bana ulaşfirmayasın, diye gönderdim. Çünkü kâfir de olsa mazlumun duasmı geri çevirmem.

Aklına yenik düşmedikçe, akıllı kişinin bir takım belirli saatleri olması lazımdır. Bir saat Rabbine yalvanr,bir saat nefis muhasebesi yapar, bir saatte Allah'ın yarattıklarını dü­şünür. Ve bir saatini de yeme, içme gibi ihtiyaçları için ayırır.

Akıllı kişi ancak üç şeyden dolayı (bir yese) düşebilir: Ahiret veya yaşam için-hazırlık ya da helalinden lezzet sağlamak için. Akıllı kişinin zamanım iyi değerlendirmesi, işine iyice sarılması ve dilini tutması lazımdır. Konuşmayı da önemli bir iş sayan kişi kendisini ilgilendirmeyen konu­larda fazla konuşmaz."

Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Musa (a.s.)'nm sahi-feleri nelerden ibaretti?" Buyurdular ki:

"Hepsi ibret-öğüttü." şöyle ki;

Şaşarım o kimseye ki kesin öleceğini bildiği halde eğ­lenir.

Şaşarım o kimseye ki cehenneme kesin inandığı halde güler.

Şaşarım o kimseye ki kadere kesin inandığı halde yo­rulur. Şaşarım o kimseye ki dünyayı ve onun ehliyle birlik­te değiştiğini gördüğü halde onda huzur-sukunet bulur. Şa­şarım o kimseye ki yarınki hesaba kesin inandığı halde amel etmez.".

Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü bana öğüt ver" buyur­dular ki: "Allah'tan korkmam tavsiye ederim. Çünkü bü­tün işlerin başı O'dur.". Beni biraz daha aydınlat, dedim.". Buyurdular ki: "Kur'an okumaya ve Allah'a inanmaya de­vam et. Çünkü sana yerde nur, gökte azıktır.". Biraz daha aydınlat, dedim. Buyurdular ki; Çok gülmekten sakın. Çünkü o kalbi öldürür ve yüzün nurunu giderir.". "Biraz daha aydınlat" dedim. Buyurdular ki: "Cihada devam et, çünkü bu ümmetin ububiyeti odur.". Biraz daha, dedim. Buyurdular ki: "Senden üstte olana değil, altta olana bak. Çünkü o Allah'ın senin üzerindeki nimetini küçümseme-men için en uygundur.".

"Biraz daha" dedim. Buyurdular ki; Senden olduğunu bildiğin şey seni halktan alıkoysun. Yaptığın şeyleri onlara anlatıp durma. Halkın durumunu bildiğin halde, kendi du­rumunu bilmemen ve yaptığın şeyleri onlara anlatıp dur­man ayıp olarak sana yeter.".

Sonra eliyle göğsüne vurdular ve şöyle buyurdular: "Ey Eba Zer! Tedbir gibi akıl, (Haramlardan) kaçınmak gi­bi takva ve güzel ahlâk gibi de şeref yoktur.". (el-Akide-tü'lislamiyye 161, 163) [42]

 

5. Muhammed (a.s.)'e İndirilen Kur'an'ı Kerim:

 

O semavi kitapların en son indirilenidir.

"Allah ki, ondan başka tanrı yoktur, daima diri ve (yaratıklarını) koruyup yöneticidir. Sana Kitabı hak ile ve kendinden öncekini doğrulaycı olarak indirdi. Bun­dan önce de insanlara doğru yolu göstermek için Tev­rat ve İncil'i indirmişti. (Doğruyu ve eğriyi birbirin­den) ayırdeden (Kitapları) da indirdi.". (Âli İmran: 2-4) [43]

 

Kur'an-I Kerım'ın Özellikleri

 

Allah Tealâ Kur'an'ı Kerim'i önceki kitapların tü­münden ayırdedici birtakım özelliklere sahip kılmıştır. Bunların en önemlileri şunlardır:

Kur'an'ı Kerim; önceki semavi kitapların içerdiği ila­hî öğretilerin tümünün özünü kapsar. Onlarda bulunan; Al­lah'ın tevhidi, O'na ibadet ve itaatin vacip oluşu, cezayı tasdik etmek, hakkı uygulamanın vacib olması ve güzel huylarla ahlaklanmak gibi, konulan destekleyici ve onay-layıcı olarak gelmiştir. O kitaplardaki, dağınık olan güzel­lik ve faziletleri bir araya getirmiştir. Ve yine onlardaki gerçekleri kabullenerek, yapılan tahrif ve tağyirleri de açıklamak suretiyle, Öncekileri kontrol edici olarak nazil olmuştur.

"Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kitabı gönderdik. Artık aralarında Al­lah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.". (Maide: 48)

2. Kur'an'ı Kerim kolaydır ve anmak, ezberlemek an­lamak ve onun hükümleriyle amel etmek içinde kolaylaştı­rılmıştır. Onda anlaşılması veya amel edilmesi güç hiçbir-şey yoktur.

"Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaş­tırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?". (Kamer: 17)

3.  Kur'an'ı Kerim Allah Kelamıdır. Bu kainatta onun yapısıdır. Öyleyse Allah Tealâ'nın kelâmı ve yapısı birbiri­ne aykırı düşmez, bilakis her biri diğerini doğrular. İşte bundan dolayı ilmi gerçekler, Kur'an'i Kerim'in önceden açıkladığı konuları destekler mahiyette çıkmıştırlar. Al­lah'ın ebedî kalmasını dilediği bu Kur'an'ı, bilimin gün gelip de Kur'an'ın ihtiva ettiği gerçeklerden birine ters düşmesi düşünülemez.

"Ufuklarda (yer, gök ve dünya üzerinde) ve kendi nefislerinde insanlara ayetlerimizi göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rab-binin her şeye şahit olması yetmiz mi?". (Fussilet: 53)

4.  Kur'an-ı Kerim'in dışındaki diğer semavi kitaplar bütün milletlere değil de belli bir millete indirilmişlerdi. Her ne kadar bunlar dinin aslı (Tevhid Akidesi)'nde aynıy-salar da, onlarda bulunan hükümler belli zamanlarda belli topluluklara mahsustu.

"(Ey Ümmetler!) Herbirinize bir şeriat ve bir yol verdik." (Maide: 48)

Kur'an'ı Kerim ise bütün beşeriyete mahsus bir şeriat olarak gelmiştir. Onda insanların dünya ve âhiret mutlu-için gereken her şey vardır. Kendinden önceki bü­tün şeriatları neshetmiştir. Şeriatın da, her zaman ve me­kan için elverişli olan ebedi ve nihaî hükümleri (kendinden sonra başka hüküm verilmesine gerek duyulmayan son hü­kümler) toplamıştır. Böylece bütün insanların akide ve şe­riatı "tek" hale gelmiş oldu.

"Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e (Aleyhisselam) Furkanı indiren Allah yüceler yücesi­dir.". (Furkan: 1)

"De ki: Ey İnsanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın (gönderdiği) elçiyim.". (Araf: 158)

"Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönder­dik.". (Enbiya: 107)

"Kim İslâm'dan başka din ararsa,bilsin ki kendi­sinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhi-rette ziyan edenlerden olacaktır." (Âli İmran: 85)

5. Allah Tealâ; Kur'an'ı Kerim'in ebediliğini sağla­mayı ve onu her türlü değişimden korumayı kendi üzerine almıştır.

"Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.", (Hicr: 9)

"Halbu ki o (Kur'an) eşsiz bir kitaptır. O'na önün­den de ardından da batıl gelemez, o, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.". (Fussilet: 41-42)

Adı geçen kitaplardan başka, diğer peygamberlere in­dirilen birtakım kitaplar da vardır. Bunların isimlerini Al­lah Tealâ Kur'an'ı Kerim'de anmamış; yalnızca gönderdi­ği, her peygambere kavmine tebliğ etmesi için bir kitap verdiğini bizlere haber vermiştir: "İnsanlar (aslında) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İn-sanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu göste­ren kitapları da indirdik.". (Bakara: 213)

"Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde Kitabı ve mizanı indirdik.". (Hadid: 25)

Semavi Kitaplara iman açısından imanın önemli rük­nü şöyledir; Allah Tealâ bu kitapları dosdoğru olarak nebi ve rasûllerine indirmiştir. Bu kitapların hepsi hakkı, nuru, hidayeti ve Allah Tealâ'nm uluhiyet ve rububiyet sıfatla-rındaki birliğini tamamıyla kapsar. Allah Tealâ'nın muha­fazasını üzerine aldığı semavi kitapların sonuncusu olan Kur'an'ı Kerim'den başka, zamanlar boyunca o kitaplar­dan hiçbirinin koruma işini taahhüd etmemiştir. İnsanların bizzat kendi elleriyle Tevrat ve İncil'i tahrif ettiklerini Al­lah Tealâ Kur'an'ı Kerim'de bizlere haber vermiştir. [44]

 

Tevratın Tahrifi

 

Yahudiler Tevrat'ı tahrif etmişlerdi.

"Şimdi Ey Müminler! Onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki; onlardan vaktiyle bir zümre vardı. Allah'ın kelamını işitirler, sonra onu iyice anlamalarını müteakib bile bile tahrif ederlerdi.". (Ba­kara: 75)

"Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değjştirirler.". (Nisa: 46)

Şüphesiz ki Musa (a.s.)'ya indirilen Tevrat şu anda mevcut bulunan Tevrat değildir. Mevcut Tevrat, tamamen değiştirilmiş olup; değişik zamanlarda birçok kişi tarafın­dan kaleme alınmıştır. Kur'an'i Kerim'in bugünkü Tev­rat'a yaptığı ve Allah'ın hidayet ve nur olarak Musa'ya gönderdiği Tevrat'ın bütünüyle kendisi olmadığını ileri sürdüğü tenkitlerin doğruluğuna ilk delil, bugünkü Tev­rat'ta, Allah'ın kemal ve celaline yakışmayan şeylerle ni-telendirilmesidir. Örneğin Tekvir kitabının 3. babında şöy­le denilmektedir: "Ve Rab ilah, dedi. O bu insanın kendisi­dir. Bizden hayrı ve şerri bilen biri gibi olmuştur. Belki o da şimdi elini uzatıyor ve hayat ağacından alıyor, yiyor ve ebediyete kadar yaşıyor.".

Yine aynı kitabın 6. babında şöyle denilmektedir: "İn­sanlar yeryüzünde çoğalmaya ve onların da kızları doğma­ya başlayınca Allah'ın oğulları insanların kızlarının güzel­liklerine göz diktiler. Beğendiklerini kendilerine seçtiler. Rab dedi ki: Benim ruhum kayganlığından insanda durma­yacaktır. Çünkü o beşerdir... Rab gördü ki insanın şerri yeryüzünde çoğaldı ve hergün kalbinin efkarını tasavvur şerr oldu. Rab onun yeryüzünde insanın ameli olduğuna üzüldü ve kendi kendine teessüf etti ve Rab dedi ki: Yara­tığım, insanları yeryüzünden sileceğim. Hem de hayvanat, haşarat ve gökteki kuşlarla beraber. Zira ben onu yarattığı­ma pişman oldum.

II. Samuel kitabının .24. babında (Fıkra 15-İ6)'da şöyle denmektedir:

Ve Rab sabahtan, tayin olunan vakti kadar İsrail'in üzerine veba gönderdi; ve Dandan Beer-Şebaya kadar ka-vimden yetişbin kişi öldü. Ve melek Yeruşalimi helak et­mek için ona doğru elini uzatınca, Rab mücazattan nadim olup kavmi helak eden meleğe; Yeter şimdi elini çek, de­di."

Bu sözlerin Allah kelâmı olması düşünülebilir mi? Hiç Allah'a yaptığı birşeyden dolayı pişman olması ve üzülmesi nisbet edilebilir mi?

Bunlardan biri de; peygamberlerin şereflerini lekele­yen, sahip oldukları ismet sıfatı; yüksek mevki ve ahlak ile bağdaşmayan şeyler ihtiva etmesidir. Örneğin İbrahim (a.s.) hakkında; "O yalancıdır.". Lut (a.s.) hakkında; "O iki kızıyla zina etmiştir.". Harun (a.s.) hakkında; "İsrail oğul­larını buzağıya tapmaya çağırdı.". Davud (a.s.) hakkında; "O Riya'nm karısıyla zina etti" ve Süleyman (a.s.) hakkın­da da; "Karısını hoşnud etmek için putlara taptı." denil­mektedir.

İşte tahrif edildiğine dair bundan daha kuvvetli delil olabilir mi? Yahudi reformistlerden birçok eleştirmen, biz­zat şu gerçeği itiraf etmek zoruda kalmışlardır. "Kuşkusuz ki Tevrat tahrif edilmiştir.". Bu görüşlerini Paris Hahamı Uculya Vill "Yahudilik" adlı eserinde anlatmıştır. (el-Aki-deül-İslamiyye) [45]

 

İncil'in Tahrifi

 

Hristiyanların İncil'i tahrif etmeleriyle ilgili olarak Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz Hristiyanız, diyenler"den de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilenin önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onla­ra yaptıklarım haber verecektir. Ey Ehli Kitap! Rasû-lüm size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affedi­yor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.". (Maide: 14-15)

Yahudilerin, Hazreti Üzeyr'in Hristiyanların da Haz-reti İsa'nın Allah'ın oğlu olduklarım iddia etmeleri de bu tahriflerden biridir.

"Yahudiler; Üzeyr Allah'ın oğludur," dediler. Hristiyanlar da: "İsa Allah'ın oğludur," dediler. Öu on­ların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) ön­ceden kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl hakdan (batıla) döndürü­lüyorlar."

Kur'an'ı Kerim onların, kendi kendilerine yaptıkları bu tahrifi düzeltti ve Allah Tealâ'nm çocuk sahibi olmak­tan münezzeh olduğunu açıkladı.

"De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O doğur­mamış ve doğrulmamıştır. Hiçbirşey O'na eş ya da denk değildir.". (İhlas: 1-4)

Yine Kur'an'ı Kerim ifade etmiştir ki bütün peygam­berler beşerdirler. Fakat Allah Tealâ onları vahiy ve vahyi kabullenip insanlara tebliğ etmeye ehil kılan birtakım Özelliklerle üstün kılmıştır. "De ki: Ben yalnızca sizin gi­bi bir beşerim. (Şu var ki) bana ilahınızın, sadece bir i-lah olduğu vahyolunuyor.". (Kehf: 110)

Allah Tealâ'nm Kur'an'ı Kerim'de bizlere haber ver­diği, Hristiyanların yaptıkları tahriflerden biri de Hazreti İsa (a.s.)'ya nübüvvet gerçeği üzerine ilahlık iddiası ve teslis, inancıdır.

"Andolsun ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Me-sihtir." diyenler kafir olmuşlardır.". (Maide: 72)

"Ondolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür," diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir tek ilahtan hiçbir ilah yoktur.". (Maide: 73)

Kur'an'ı Kerim bu tahrifi açıklamış ve İsa (a.s.) ve anası hakkında şüphelerden uzak olan akideyi beyan et­miştir.

"Meryem oğlu Mesih ancak bir rasûldür. Ondan önce de (birçok) rasûller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (hak­tan) yüz çeviriyorlar.". (Maide: 75)

Hristiyanlarm, İncil'lerine göre akidelerini açıkladık­tan sonra, bunun ardından (Kur'an'ı Kerim'de Mesih) ko­nusunu teferruatıyla açıklayacağız. [46]

 

Mevcut İndilere Göre Hıristiyanlık Akidesi

 

İsa (a.s.)'ya indirilen İncil tektir. Fakat bugün biz hristiyanlarm elinde dört İncil görmekteyiz. Bunlar; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncil'leridir. Bu İncil'ler yetmiş kadar incilden seçilmiştir. İsa (a.s.)'nın hayatını konu edin­mişlerdir.

Hristiyan eliştirmenlerin de itiraf ettikleri gibi bu İn­cil'lerin akidesi, diğer havarilerin değil sadece Pavlus'un görüşleridir.

Aşağıda o İncil'lerden bazı metinler sunup, bu metin­lere dayalı olan Hristiyanlık akidesini ele alacağız. Daha sonra da Kur'an'ı Kerim'in, İsa (a.s.) hakkındaki görüşle­rini açıklayacağız.

Matta İncil'i: 3. bab. 16,17-fıkralarda şöyle denmek­tedir:

"Ve İsa vaftiz olunup hemen sudan çıktı; ve işte gök­ler açıldı ve Allah'ın ruhunun güvercin gibi inip üzerine geldiğini gördü; ve işte göklerden bir ses geldi. Sevgili oğ­lum budur ondan razıyım."

Yuhanna İncil'i 1. Bab, 1,3,13 ve 15. fıkralarda şöyle d enmektedird:

"Kelam başlangıçta vardı ve kelam Allah nezdinde idi ve kelam Allah idi. Her şey onun ile oldu ve (var) olmuş olaylardan hiç birşey onsuz olmadı. Ve kelam beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sabin oldu; biz de onun izzetini, babanın biricik izzeti olarak gördük. Yahya onun hakkında şahadet etti ve çağırıp dedi: Benden sonra gelen benden ileri oldu, zira benden önce idi, diye söyledi­ğim budur."

Mezkur Yahanna İncil'inin 10. babının 30. fıkrasında da şöyle deniyor: "Ben ve baba biliriz.".

Aynı babın 38. fıkrasında da şöyle ifade ediliyor: "Şüphesiz ki baba bende, ben de babadayım.".

Matta İncil'i, 28. bab, 10. fıkra: Baba, Oğul ve Ruhul Kudüs ismiyle vaftiz ediniz.

İşte görülüyor ki hristiyanlar akidelerini, İncillerinde-ki ifadeler üzerine kurmuşlardır.

M. Ebu Zehra "Hristiyanlık Üzerine Konferanslar" adlı eserinde bu konuyu açıklayarak şöyle diyor: "Hristi­yan bir yazar olan Nevfel b. Nimetullah b. Circis, 'Süley­man'ın Gülleri' adlı eserinde der ki: Bütün kiliselerin üze-rinde ittifak ettikleri hristiyanlık inançları, İznik Konsü­lünde tesbit edilen şu ana düsturdan ibarettir: Bir tek ilaha, bir tek babaya iman, o her şeyin idarecisi, göklerin ve ye­rin yaratıcısı, görünen ve görünmeyenlerin sahibidir. Bu­nun yamsıra tek Rabbe, yani babadan doğan bir tek oğula Meşine inanmaktır. Mesih asırlarca evvel Allah'ın nurun­dan doğmuştur, hak bir tanndan doğmuş hak bir tanrıdır. Yaratılmamış, doğrulmuştur. Her şey ancak kendisiyle var olabildiği gibi cevher de baba ile eşittir. O bizim yüzümüz­den, bizim hatalarımızdan dolayı gökten inmiş, Ruhun Ku­düs'ten ayrılıp beden haline gelmiş ve bakire Meryem'den doğarak insanlaşmıştır. Bizim yüzümüzden Platus devrin­de haça gerilmiş, acılar çekerek Öldürülmüştür. Kabre gö­müldükten sonra Kutsal kitapta anlatıldığına göre ölümü­nün üçüncü günü dirilerek ayağa kalkmış ve gökyüzüne çıkarak Rabbin sağ yanma oturmuştur. İleride ölüleri ve dirileri hesaba çekmek için yeniden büyük bir şerefle yer­yüzüne inecektir. Mülkü yok olmayacaktır. Babadan dün­yaya gelen canlı Rabbe, Ruhul Kudüs'e iman etmek Hris-tiyan inancının temel esaslarındandır. Baba ile oğula bir­likte secde ve hamd edilir.". İşte Hristiyan inancının özü bundan ibarettir. Bu konuda hristiyanlar arasında ihtilaf yoktur.".

Yukarıda sunduğumuz pasajlardan anlaşıldığına göre

Hristiyan inanç sistemi şu üç esasa dayanmaktadır:

I. Esas: Teslis; üç unsuru kabullenmek.

II. Esas: İnsanın, insanlığı kurtarmak için haça geril­mesi ve kabrinden kalkıp göğe çıkması.                   

III. Esas: Ölü ve dirileri hesaba çekmesi.

Dr. Poust. (Kutsal Kitabın Tarihi) adlı eserinde şöyle der:

"Allah'ın tabiatı birbirine eşit üç unsurdan ibarettir:

a) Baba Allah

b) Oğul Allah

c) Ruhul Kudüs Allah

İnsanlar oğul vasıtasıyla babaya bağlanır. Kendilerini feda ederek oğula ve temizleyerek de Ruhul Kudüs'e inti-sab ederler.". Bu ifadeden anlaşılıyor ki, bu üç unsur birbi­riyle iç içedir. Ve yaratıcının zatı bu üçlü esası zaruri kıl­maktadır? (Prof. Muhammed Ebu Zehra: Muhadaratün-Fin-Nasraniyye, 117, 118)

Seyyid Sabık da der ki: "Hristiyanlık akidesinin esası mukaddes teslistir. Yani üç unsurdan (Baba, Oğul, Ruhul Kudüs) oluşan mürekkeb bir varlıktır. Üç cevherdir. Her biri diğerinden bağımsızdır."

Buna rağmen üçü tek ilahtır. Hristiy ani ardan biri der ki: O ilandır, ilahın oğlu ve ruhudur üçü de bölünemez bir­dir, tektir. Teslis inancı sadece hristiyanlara mahsus değil­dir. Teslis sözünü açıklamaya çalışan "Fransız, Ondoku-zuncu Asır Ansiklopedisinde şöyle denilmektedir:

"Hristiyanlık ve diğer bazı dinlerin inançlarından tes­lis bir tek ilahı oluşturan birbirinden farklı üç kişinin bile­şimidir. Mesela Hristiyanlık teslisi, Hint teslisi gibi.

Ebu Zehra şöyle der:

"Kıpt Milletinin Tarihi" adlı kitabın yazarı, İznik Konsili'nin belli bir inanç sistemi tesbit ettiğini söyler ve Şöyle der: Bu kutsal konsil ve peygamberlik kilisesi Al­lah'ın oğlunun bulunmadığı zamanın var olduğunu, doğ­madan Önce mevcut bulunmadığını tek bir şeyden vücuda geldiğini, oğulun babanın cevherinin dışında bir cevher veya maddeden meydana geldiğini, oğulun yaratılmış ol­duğunu söyleyen ve kabul eden herkesi aforoz eder.

"325 (m.) de toplanan İznik Konsili şu kararları al­mıştı: Mesih ilahtır. Allah'ın cevherinden meydana gel­miştir. Allah'ın kıdemi ile kadimdir. Hiçbir değişime uğra­maz."

Bu inançlar, toplantıyı hazırlatan o zamanın Roma imparatoru Konstantin tarafından zorla bütün Hristiyanlara kabul ettirildi. Toplantıya 2048 Piskopos katılmışdı. Bun­lardan 318'i Pavlus'un görüşünü benimsiyorlardı.

Konstantin'de bu görüşe sempati duyuyordu. Bu, 318 kişiye özel toplantı tertib etti. Onlar da mezkur kararlan ve bu kararlara ters düşen bütün vesikaların yok edilmesi ka­rarım aldılar. (Muhadaratün-Fin-Nasraniyye, 151, 159)

318.'de de I. İstanbul Konsili Ruhul Kudüs'ün ilahlı-ğına dair karar aldı. İbnul Patrik alınan kararlan şöyle açıklar:

"İznik'te toplanmış olan 318 papazın kararlarına ila­veten İstanbul konsili babadan doğma, diriltici ruha sahip bulunan Ruhul Kudüs'ün de aynen baba ve kendisine sec­de edilen oğul gibi inanılması gereken bir ilah olduğunu kabul etti. Babanın, Oğulun ve Ruhul Kudüs'ün üç uk­num; üç cevher, üç özellik olup,üçlükte birlik, birlikte üç­lük olduklarını, üç uknumda birleşmiş tek bir birlik olup, bir tek tabiattan tek bir cevher de, bir tek ilah olduğunu i-lan ettiler.

Hristiyan inanç sistemine göre -inanç sistemlerinin üç unsurunda da belirtildiği gibi- Mesih insanları hesaba çe­kecek, Kıyamet gününde insanları hesaba çekmek için yakında gelecek, herkesi yaptığı işe göre hesaba çekecek. Eğer iyilik yapmışsa iyilikle kötülük yapmışsa kölülükle-İcarşılık verecek. Onun,bununla beraber ebedî mülkü de vardır. Mülkü yok olmaz.

Hristiyanlar derler ki: "Allah kıyamet gününde yeryü-zündekileri İsa Mesih ile hesaba çekecek". Zira onların id­dialarına göre, Allah hesaba çekmez fakat, bu yetkiyi oğu-la vermiştir. Çünkü o da insanoğludur. Bütün insanların Mesih'in kürsüsü önünde bulunmaları gerekir. Böylece herkes iyi veya kötü yapmış olduklarının karşılığına ula­şır.". İşte hristiyanların akidesi bunlardan ibarettir.

Yuhanna İncil'i, 5. bab. 25-30 fıkralarında şöyle den­mektedir:

"Doğrusu ve doğrusu size derim. Allah'ın oğlunu ölü­lerin işitecekleri saat geliyor. Ve şimdidir; ve işitenler ya­şayacaklardır. Çünkü Babanın kendisinde hayat olduğu gi-bi,böylece kendisine hayat olmayı oğula da verdi. Ve hük­metmek selahiyetini ona verdi. Çünkü insanoğludur. Buna şaşmayın; çünkü saat geliyor, o saatte kabirlerde olanların hepsi onun sesini işitecekler, iyilik işitenler hayat kıyame­tine kötülük işitenler hüküm kıyametine çıkacaklardır. Ben kendiliğimden birşey yapamam, işittiğim gibi hükmederim ve benim hükmüm doğrudur. Zira ben kendi irademi değil, fakat beni gönderenin iradesini ararım.

Pavlus'un II. mektubunun 5. babının 10. fıkrasında şöyle denmektedir:

"Çünkü Mesih'in hüküm kürsüsü önünde hepimizin görünmesi gerekir; tabi herkes gerek iyi gerek kötü yaptığı şeylere göre bedende yapılan şeyleri alsın."

Burada kayda değer bir konu da şudurMezkur dört

İncil'e ve onların inanç sistemlerine ters düşen bir İncil daha vardır ki bu Barnaba İncil'idir.

Bu İncil'de, Tevhid inancı, peygamberimiz (sav)'in peygamberliği, Mesih'in aşılmadığı gibi konular yer al­maktadır. Fakat hristiyanlar bu İncil'den şüphe ederler. Biz bu İncil'den kısaca bahsedeceğiz. [47]

 

Barnaba İncili

 

Barnaba, kilise adamlarını rasûl olarak adlandırdıkla­rı, Mesih'in havarilerinden biriydi. Barnaba İncil'i ilk de­fa, papa Klasius'un okunması yasak kitaplar arasında zik~ retmesiyle ortaya çıktı.

Klasius miladî V. asrın sonlarında peygamberimizin (sav) gönderilmesinden önce papalığa getirildi.

Şeyh Muhammed Bayram bir İngilizden naklettiğine göre bu İncil Vatikan Papalık Kütüphane'sinde, himyerî hattıyla yazılmış bir eser olarak bulundu. Orada aynen şöyle deniyordu:

"Benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir pey­gamberi müjdeleyen..." Bu ifadeler ise Kur'an'ı Kerim-nassına harfiyyen uymaktaydı.

Bu eser İtalyancadan, İngilizceye, İngilizceden de Arapçaya çevrildi. Arapça çevirisini, Menar dergisini çıka­ran Muhammed Reşid Rıza 1908 yılında yayımladı.

Bu İncil'de daha Önce de ifade ettiğimiz gibi Tevhid inancı, Mesih'in aşılmadığı, yerine başkasının asıldığı, o-nun ise göğe çıkarıldığı belirtiliyor, Hz.' Muhammed (sav) peygamberliğine de birçok yerde değiniliyordu.

Bu İncil'den bazı örnekler:

"Ben tek olan tanrıyım ve benden başka tanrı yok­tur.". (Fasıl: 29)

"Ayağı üstüne kalkan adam, havada güneş gibi parla­yan bir yazı gördü. Allah'tan başka ilah yoktur. Ve Mu­hammed (Aleyhisselam) Allah'ın rasûlüdür.". (Fasıl: 39)

"Adem çevresine bakınarak kapının üstünde yazılı olan "Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed (aleyhis­selam) Allah'ın Rasûlüdür." sözünü gördü." (Fasıl: 41)

"İsa kalp coşkusuyla cevap verdi. "O Allah'ın elçisi Muhammed (Aleyhisselam)dir. Ve o dünyaya geldiği za­man getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir fırsat olacak.". (Fasıl: 163)

"Ben hiç ölmedim. Allah beni dünyanın sonuna kadar saklamış bulunuyor.". (Fasıl: 220)

"Bakın size diyorum ki, ben değil hain yahuda Öldü.".(Fasü: 221)

"O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, (elçile­ri Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'e İsa'yı dünya'dan al­malarını emretti.)

Kutsal melekler gelip, İsa'yı güneye bakan percere-den çıkardılar. Onu götürüp üçüncü göğe daima Allah'ı teşbih ve takdis "etmekte olan meleklerin yanına bıraktı­lar.". (Fasıl: 215)

"Sonra havariler dediler: Söyle bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet olması gerekir?"

İsa cevap verdi: Allah'ın İbrahim'e olan şu emri yet­sin, "İbrahim, kendinin ve evinde bulunanların önderisini al (Sünnet et) bu seninle benim aramda ebedi bir ahiddir.". (Fasıl: 22)

"Göğün huzurunda itiraf ediyor ve yeryüzünde oturan herkesi tanıklığa çağırıyorum ki, insanların hakkımda de­dikleri, yani, benim insandan öte olduğum (şeklinde söyle­dikleri) şeylerin tümüne yabancıyım ben.

Çünkü, bir kadından doğma, Allah'ın hükmüne tabi bir insanım ben.". (Fasıl: 94)

"Benim sözlerime, benim Allah'ın oğlu olduğumu ka­tanlara lanet olsun.". (Fasıl: 53)

Ayrıca bu İncil 53. fasıldan 60. fasıla kadar kıyamet alametleri ve kıyamet günüyle ilgili birtakım meselelere değinmiştir.

Kur'an'ı Kerim apaçık bir gerçekle ve her türlü tahri­fatı ortadan kaldırarak gelmiştir. [48]

 

Kur'an'ı Kerım'de Mesih

 

Kur'an'ı Kerim'de Mesih (a.s.)'in adı, Allah Te-alâ'nın kulu ve onun yüce peygamberlerinden biri olan "İsa"dır. Kur'an'ı Kerim Mesih inancının bütünüyle tam bir tevhid akidesi olduğunu belirtmiştir. Kullukta tevhid; Allah'dan başkasına tapılamaz. Tekvin sıfatında Tevhid; gökleri yeryüzünü ve ikisi arasındaki bütün her şeyi yara­tan, ortağı olmayan sadece O'dur. Zât ve sıfatlarda tevhid; O'nun zatı mürekkeb değildir. O sonradan olanlara benze­mekten uzaktır.

Kur'an'ı Kerim İsa (a.s.)'ın insanları sadece tevhid inancı etrafında toplamaya çalıştığını ifade eder. Allah Te-alâ kıyamet gününde kendisiyle İsa (a.s.) arasında geçecek muhavereyi şöyle anlatır: "Allah: "Ey Meryem oğlu İsa!

İnsanlara: "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin?" buyurduğu zaman o; şöyle (jedi: "Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin. Halbuki ben senin zatında olanı bilemem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yal­nız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.". (Maide: 116-117)

Mesih (a.s.)'e indirilen kitab İncil'dir. O Tevrat'ı doğ­rulayıcı ve kendisinden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyiçidir: "Hatırla ki Meryem oğlu İsa, "Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, ben­den önce gelen Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra ge­lecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim", demişti.". (Saff: 6)

Kur'an'ı Kerim İsa (Alehisselam)'mn annesi Mer­yem'in üstünlüğünden, temizliğinden ve onu doğurmasın­dan şöyle bahseder: "Hani melekler demişlerdi: "Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti (üstün kıldı). (Ali İmran: 42)

"Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i)da an. Biz, ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu, cümle alem için bir ibret kıldık.". (Enbiya: 91)

"(Biz ona ruhumuzdan üfledik.) yani; Cibril'e emret­tik o da Meryem'in gömleğinin yakasına üfledi. Bu üfleme ile onun karnında İsa'yı meydana getirdik.

Kur'an'ı Kerim Mesih (a.s.)'in doğum müjdesini de şöyle açıklar: "Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Al­lah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesih'dir, dünyada da âhirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarından-dır. O, beşikte de, yetişkinlikte de insanlara peygamber sözleri ile konuşacakve salihlerden olacak. Meryem "Rabbim! dedi. Bana bir erkek eli değtnediği halde na­sıl çocuğum olur?" Allah şöyle buyurdu: "Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince sadece "Ol" demesiyle oluverir.". (Âli-İmran: 45-47)

Ayeti kerimede geçen "kendisinden bir kelime" ifade­sinden maksat, Meryem oğlu Mesih meydana geldiğinde Allah Tealâ'dan sadır olan "ol" kelimesiyle yaratılmış ol­masıdır. Zira Allah Tealâ ona, yaratmayı dilediği zaman "ol" buyurmuştur o da hemen oluvermiştir. Ayetin $on kıs­mı bunu izah etmektedir: "Allah şöyle buyurdu: Öylede olsa, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince "ol" demesiyle oluverir.". (Âli İmran: 47)

"Allah nezdinde İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi ve oluverdi.". (Âli İmran: 59)

Fahruddin Razı "kendisinden bir kelime" ifadesini tef­sir ederken şöyle der: Her ne kadar her mahluk "ol" keli­mesi vasıtasıyle yaratılmışsa da, İsa (a.s.) hakkında bilinen malum sebep bulunmuyordu. O da "baba"dır. Dolayısıyla onun yaratılmasını "ol" kelimesine bağlamak daha uygun olmuştur. Nitekim çok cömert ve iyilik sahibi kişiye müba­lağa için "cömertliğin kendisi" ve "sıf iyilik dendiği gibi."-

Kur'an'ı Kerim doğum müjdesini genişçe açıklar: "(Rasûlüm!) Kitapta Meryem'i de an. Hani o, ailesin­den ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. Mer­yem, onlara karşı bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik de o kendisine tastamam bir in­san şeklinde göründü, Meryem dedi ki; Senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakı­nan bir kimse isen (bana dokunma) Ruh; "Ben, yalnız­ca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim." dedi. Meryem: "Bana bir in­san eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir" dedi. Melek: "Öyledir, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılaca­ğız." dedi. Bu hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi. Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi. Doğumsancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) şevketti "Keşke," dedi, "bundan önce öl-seydim de unutulup gitseydim!" Altından ona şöyle seslendi: "Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.". "Hurma ağacını kendine doğru silkele ki üzerine olgun taze hurma dökülsün. Ve iç gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini gö­rürsen, de ki: Ben çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım. Nihayet onu kucağında taşıyarak kavmine getirdi. De­diler ki: "Ey Meryem! Hakikaten sen çok garip bir iş yapmışsın! Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü ^r insan değildi; annen de iffetsiz değildi.". Bunun üzerine çocuğu gösterdi. "Biz," dediler, "beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?" Çocuk şöyle dedi: "Ben Al­lah'ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygam­ber yaptı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı em­retti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.". İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa hak sözünce budur. Allah için bir evlat edinmek, olur şey değildir. O, münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece "Ol" der ve hemen olur.". (Meryem: 16-35)

"Ruhumuz"dan maksat, Cibril (a.s.)'dır. "Altından seslenen" de Cibril'dir. "De ki... ben adadım" bu sözden maksat "işaret et" demektir. Yoksa lafız konuşma kasdedil-miyor.

Kur'an'ı Kerim, Allah Tealâ'nın İsa (a.s.)'a bahşettiği mucizelerden söz ettiği gibi, onun peygamberliğinden ve Cibril (Aleyhi s selam) ile desteklendiğinden de bahsediyor. "Meryem oğlu İsa'ya mucizeler verdik ve onu Ruhul Kudüs (Cibril) ile destekledik.". (Bakara: 87)

"Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğ­retecek. İsrail oğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöy­le diyecek:) Size Rabbiniz tarafından bir mucize ile gel­dim. Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o, kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca ev­lerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer iman edenler iseniz, bunda sizin için bir ibret var­dır.". (Âli İmran: 48-49)

"Hani havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bi­ze gökten donatılmış bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O: "İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan kor­kun." demişti. Onlar: "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun,bı'/e doğru söylediğini (ke­sin olarak) bilelim ve onu gözleriyle görmüş şahitler olalım." demişlerdi. Meryem oğlu İsa şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Bize gökten bir fayda indir ki bizim için geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen rızık ve­renlerin en hayırlisisın.". Allah da şöyle buyurdu: "Ben onu size şüphesiz indireceğim, ama bundan sonra içi­nizden kim inkâr ederse, kainatta hiçbir kimseye etme­diğim azabı ona edeceğim.". (Maide: 112-115)

İsa Aleyhisselam insanları ortağı olmayan, sadece Al­lah'a ibadet-kulluk etmeye çağırıyordu: "Ey İsrail oğulla­rı! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Bi­liniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur."

İsa (as) açık delillerle gelince, şöyle dedi: "Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, si­zin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin. İşte bu doğru bir yoldur.".(Zuhruf: 63-64)

Fakat İsrailoğullarının cevabı nasıl olmuştu. "Onlar­dan küfredenler "bu apaçık bir sihirdir, başka bîrşey değildir." demişlerdi." (Maide: 110)

"İsrail oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti.". (Saffa: 14)

İsrailoğullarmdan birtakım kafirler İsa (a.s.)'yı öldürmek istediler fakat Ailah onları önledi ve onu kendi tarafı­na çekti. "(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular Allah da onların hilelerine karşılık verdi. Allah hilelere karşılık vermekte en güçlü olandır.". (Âli İmran: 54)

"Hani İsrailoğullarını, kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman (seni öldürmekten) önlemiştim.". (Maide: 110)

"Halbuki onu ne Öldürdüler ne de astılar fakat (öl­dürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürme­diler. Bilakis Allah onu kendi (nezdi)ne kaldırmıştır. Allah büyük izzet ve hikmet sahibidir.". (Nisa: 157-158)

Birbirleri arasında da ihtilafa düştüler: "Sonra grup­lar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şa­hit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!". (Mer­yem: 37)

Kurtubî bu ayetin tefsirinde der ki: ehli Kitap İsa (a.s.) konusunda ihtilafa düştüler; yahudiler sihirbaz oldu­ğunu söylerken hristiyanlar bu meselede üç gruba ayrıl­mışlardı. Nasturiler; Allah'ın oğlu olduğunu, Melkaniler üçün üçüncüsü olduğunu Yakubîler de Allah olduğunu id­dia ediyorlardı.

İbn-i Kesir'de aynen bu açıklamaları yaptıktan sonra şöyle diyor: "Bir grup daha var ki onlar İsa'nın Allah'ın kulu ve rasûlü olduğunu savunurlar işte onlar doğru yolu bulan müminlerdir..." İbn-i Kesir ekliyor ve diyor ki; bir gün Kostantin o grupları büyük bir mecliste topladı ve hepsini dinledi. Sonra da onlardan birini desteğine aldı ve diğerlerini dışladı.

"Yahudiler, "Üzeyir Allah'ın oğludur." dediler. Hristiyanlar da Mesih Allah'ın oğludur." dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdi. (Sözlerini) önceden kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan batıla) döndü­rülüyorlar? (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) Hristiyanlar da) Rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek tanrıya kulluk etmekten başka birşey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.". (Tevbe: 30-31)

"Şüphesiz ki "Allah Meryem oğlu Mesih'dir" di­yenler andolsun ki kâfir olmuşlardır.". (Maide: 17)

"Andolsun Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek İlandan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer söyleyegeldiklerinden vaz geçmezler­se, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap vardır.". (Ma­ide: 73)

Kur'an'ı Kerim, ehli kitabı sağlam inanca uymaya ça­ğırmıştır: "Ey ehli kitap dininizde aşırı gitmeyin ve Al­lah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Mesih ancak Meryem'in oğlu İsa'dır. (O) Allah'ın rasûlüdür, Meryem'e ulaştırdığı (ol) kelimesi (nin esiri)dir. Ondan bir ruhtur. Buna göre Allah'a ve peygamberlerine i-man edin. Tanrı üçtür, demeyin, sizin için hayırlı ol­mak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek tanrı­dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yer­de ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne mesih ne de Allah'a yakın melekler Allah'ın kulu olmaktan çekinirler. Ona kulluktan çekinip büyükle-nen kimselerin hepsini yakında huzurunda toplayacak­tır.". (Nisa: 171-172)

Meryem'e ulaştırdığı kelimesi'nden maksat,yani; o (ol) kelimesiyle yaratılmıştır. Babasız olarak meydana gel­miştir. Bir görüşe göre ise Allah'ın Meryem (a.s.)'e müj­desi anlamındadır. Zira şu ayette bunu teyid eder: "Melek­ler demişlerdi ki: "Ey Meryem Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor.". (Âli İmran: 45)

Diğer bazı görüşlere göre ise buradaki 'Kelime" ayet anlamındadır.

İsa (a.s.)'nın dört ismi vardır: el-Mesih, İsa, Kelime ve. Ruh. Birinci görüş en sağlam görüştür.

1.  Ondan bir ruh sahibidir. Değer kazandırmak için Allah Tealâ'ya isnad edilmiştir. Hristiyanların iddia ettiği gibi Allah'ın oğlu, onunla beraber bir ilah veya üçün üçün­cüsü değildir. Çünkü ruh sahibi mürekkeb, ilah ise terkib-den münezzehtir.

2.  Geleneksel olarak insanlar son derece temiz ve pak olan şeylere Ruh adı verirler. İsa (a.s.) da babameni-sinden değil de Cibril'in üfürmesinden oluştuğu için bu ad verilmiştir. Allah'dan olmasıda değişik bir farziyettir.

3.  İnsanların dini hayatlarına sebep olduğu için. Bu durumda olana da ruh adı verilir.

"İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı (ruh) vahyettik.". (Şura: 52)

4.  Allah'tan bir rahmet; "Allah onları katından bir ruh ile desteklemiştir.". (Mücadele: 22)

Yani katından bir rahmetle. İsa (a.s.) insanları dünyevi ve uhrevi menfaatlere irşad ettiğinden dolayı rahmet sayı, ruh olmasına da bir engel yoktur.

5.  Ruh Cibril'in üflemesinden ibarettir. (Ondan) ifa­desi bu üfleme Allah'ın emri ve izniyle oldu demektir. Do­layısıyla o (İsa a.s.) da Allah bir ruhtur. Nitekim Allah Te-alâ şöyle buyuruyor: "Biz ona ruhumuzdan üfledik.". (Bnbiya: 91)

6.  Ruh ifadesi belirsiz olarak kullanılmıştır. Bu da ta­zim ifade eder. Dolayısıyla şöyle mana çıkar: Yüce Kadrî ve değerli ruhlardan bir ruh. Allah'a izafe edilmesi de da­ha da değer kazandırmak içindir.

7.  "Ondan bir ruh" demek yani onun mahrukatından manasınadır. Allah Tealâ buyurduğu gibi: "O göklerde ve yerde ne varsa kendinden size boyun eğdirmiştir.". (Casiye: 13) (Yani mahlukatından)

8.  Allah'tan bir delil anlamındadır. Zira İsa aleyhisse-lam kavmi için delildi.

9.  Bazen kendinde garip haller beliren kişiye "rahi" adı verilir ve Allah'a izafe edilir. Allah'dan, yani mahruka­tından bir ruh denir. İsa (a.s.)'da alacalan ve anadan doğ­ma körleri iyeleştirip ölüleri diriltebildiğine göre gayet ta­bi bu ismi de kullanabilecektir.

10.  Her ne kadar bütün ruhlar Allah'ın yaratmasıyla meydana geliyorlarsa da burda Allah'a izafe edilmesi fazi­letli kılmak içindir. Şu ayette olduğu gibi "Tavaf edenler için evimi temiz tut.". (el-Hacc: 26)

Kur'an'ı Kerim ehli kitabdan tevhid akidesine uyma­larını ister: "De ki, Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramız­da anlamı eşit bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, "bizim müslü-man olduğumuza şahitlik olsun!" edin." (Âli İmran: 64) Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, hiçbir insaf sahi­binin karşı çıkmayacağı gerçek var ki bugün yeryüzünde Kur'an'ı Kerim'den başka tahrif edilmeyen hiçbir semavi Kitap yoktur. Kur'an'ı Kerim'in mevcut kitaplardaki tahri­batı anlatmasını bir tarafa bıraksa bile hissi deliller bunu kanıtlar.

1. Kur'an'ı Kerim'den önceki kitapların asıl nüshaları kalmamıştır. Bugün piyasadaki kitaplar tercüme eserlerdir. Kur'an'ı Kerim ise süreleri harfleri ve hareketleriyle ko­runmaktadır.

2.  Bu kitaplar Allah'ın, insanların, peygamberlerin ve etrafmdakilerin sözleriyle iyice karışmıştır. Bunları birbi­rinden ayırmak mümkün değildir.

Kuran-ı Kerim ise ne Rasülüllah (Aleyhisselam)'m ne de sahabenin sözleriyle hiçbir surette karışmamıştır.

3.  Bu kitapların hiçbiri bugünkü şekliyle hiçbir pey­gambere isnad edilemez. Kur'an'ı Kerim ise Rasûlüllah'a kadar tevatür yolayla dayanır. Ayetleri ve tertibiyle Allah Tealâ'nm koruması altındadır.

4.  Bu kitaplardaki çelişkili ifadeler ve kitapların deği­şik nüshaları apaçık bir tahrif kanıtıdır.

5.  Kesin delillerden biri de bu kitaplarda geçen bozuk inançlar ve Allah'a yakışmayan görüşleri içermesidir. Zira içinde Allah'ı insana benzeten ve peygamberlerin şerefle­rine leke süren birçok ifadeler vardır.

Bu tahrifler ve değişikliklerle beraber bu kitaplara i-man, aslının Allah tarafından olduğunu tasdik İslâm'ın emridir. Biz onların muhtaviyatma ancak Allah'ın ve Rasülünün bahsettiği şekilde inanırız.

Kur'an'ı Kerim'e gelince her mümin onun sırf Allah kelamı olup her lafzının korunmakta olduğuna inanmak emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak, getirdiği haberleri tasdik etmek ve kabul etmediklerini de reddet­mek zorundadır. [49]

 

Ahiret Gününe İman

 

Ahiret gününe inanmak, iman esaslarından biridir. Mümin, Allah'ın ve peygamberinin haber verdiklerine ina­nır. Bu başlık altında şu konular zikredilebilir:

Ölüm anında ruhun yakalanması, ölümden sonra ka­birdeki azab veya nimetler, yeniden dirilme, insanların toplanması, ahiret meydanına yayılmaları, amel defterleri, hesaba çekilme, mizan, havuz, sırat köprüsü, cennet, ce­hennem ve ahiretle ilgili diğer olaylar. Şimdi bunları ince­leyeceğiz. [50]

 

1) Ölüm Meleği ve Ruhların Yakalanması

 

Şüphe yok ki Allah, hayat veren ve öldürendir. Allah şöyle buyurur: "Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve o herşeye Kadiredir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O, güç­lüdür, bağışlayandır." (Mülk 1,2)

Yine Allah: "Dirilten de öldüren de Allah'tır. Al­lah işlediklerinizi görür. (Al-i İmran 156)

"Allah, öleceklerin ölümleri anında ruhlarını alır."(Zümer 42)

Fakat Allah'ın hikmeti ruhların teslim alınması göre­vini, kendine yakın kıldığı meleklerinden birine vermiştir. Nitekim yine onun hikmeti, çeşitli yaratıkların varlığını görünen sebeblere bağlamıştır. Halbuki o sebeplerin etkin­likleri sadece O'nun iradesine bağlıdır. Şöyle buyurur: Ey Muhammedi De ki: "Size vekil kılman ölüm meleği ca­nınızı alacak,sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.". (Secde 11)

Büyük müfessir Mücahid'den şöyle dediği nakledilir: "Ölüm meleğinin önünde dünya, insanın önündeki sa­han gibidir. Dilediği yerden alır. Alimlerin çoğunluğu­nun görüşüne göre; ölüm meleği (Azrail)'in bu işi yap­masında ona yardımcı olması için Allah, başka melek­leri de görevlendirmiştir." (Tefsiru Kurtubi 14/94)

Allah şöyle buyurur: Artık birinize ölüm gelince el-çilerimiz,bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar. (Enfal 61)

Kurtubî, bu ayetin tefsirinde şöyle der: Allah, ölüm meleğini yarattı, o melek vasıtasıyla ruhları teslim almayı ve bedenlerden çekip çıkarmayı da yarattı.

Allah o melekle beraber olan, onun emriyle aynı işi yapan bir melek ordusu da yaratmıştı. Allah şöyle buyu­rur: Melekleri inkar edenlerin canlarını alırken bir gör-seydin! (Enfal 50)

Ve yine Allah: Elçilerimiz onun canını alırlar. (En'am 61) buyurur.

Allah, herşeyi yaratan, her işi gerçekten yapandır. Şöyle buyuruyor: Allah, öleceklerin ölümleri anında, öl-meyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarım alır. (Zü-mer 42)

Başka bir ayette: Ölüm ve hayatı yaratan O'dur.(Mülk 12)

O, diriltir ve öldürür. (Al-i İmran 156) buyurur.

Ölüm meleği (Azrail) ruhu yakalar, yardımcıları insa­nı hazırlar Allah da ruhu çıkarır. [51]

 

2) Kabir İmtihanı ve İki Meleğin (Mürker-Nekir) Sorgulaması

 

Bu konuda birçok hadis mevcuttur.

a) Buharı ve Müslim'de Esma (r.a.)'dan rivayet edil­miştir: "Birgün peygamberimiz sahabeye güneş tutulma­sından dolayı namaz kıldırdı. Sonra halka hitab etti. Evve­la Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: Bundan sonra, cennet ve cehenneme kadar (evvelce) bana gösterilmemiş hiçbir şey kalmadı ki bu maka­mımdan görmüş olmayayım. Bana vahy olundu ki siz kabirlerde Deccâl (yüzünden) çekilecek imtihanlara benzer, yahut ona yakın bir imtihan geçireceksiniz. (Kabre girmiş olan) Herhangi birinize gelinecek de ona: Bu adam hakkındaki bilgin nedir? diye sorulacak. Mü'min yahut yakın sahibi olan kimse: O zat, Muham-med'dir. O, Allah'ın Rasûlü'dür. Bize açık delillerle hi­dayet getirdi. Biz de davetine icabet ve itaat ettik, diye­cek. Sonra o kimseye: Sen uyu. Yat da rahatına bak. O zata inandığına şüphemiz kalmamıştır, denilecek. Yok eğer münafık ise yahut kalbinde şüphe varsa o soruya karşı: Ben ne bileyim? İnsanlardan işittim, bir şeyler söylüyorlardı, ben de söyledim, cevabını verecek. (Sahih-i Müslim 111/81)

b) Yine Buhari ve Müslim'de Enes b. Malik'den riva­yet edilmiştir. Peygamberimiz buyurdular ki: "Kul kabri­ne konulup da arkadaşları geri dönüp gittikleri zaman -ki ölü,bunlar yürürken ayakkabılarının seslerini mu­hakkak işitir- ona (Münker ve Nekir) adlı iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona: Şu kişi hakkında ne diyorsun? diye sorarlar. Eğer mü'min ise; Onun Al­lah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet ederim, diye cevap verir. Bunun üzerine ona: Cehennemdeki otura­cak yerine bak! Allah cehennemdeki bu oturan yerini senin için cennetten bir oturak yeri ile değiştirdi, deni­lir. Allah'ın peygamberi: "O mü'min cehennem ve cennet­teki iki makamını birden görür." buyurdu. Kabirdeki mü­nafık veya kafir ise soruya cevaben: Ben ne bileyim! İn­sanlar birşeyler söylüyorlardı, ben de söyledim, der. Ona: Tabi bilemezsin, zaten okumazsın da! der, Melek­ler tarafından demirden çekiçlerle dövülmeye başlanır. Öyle çok bağırır ki insan ve cinlerden başka bütün mahlukat onu işitir. (Sahih-i Müslim 8/394)

c) Yine Buhari ve Müslim'de Bera b. Azib'den riva­yet edilmiştir. Peygamberimiz buyurdu: Mü'min kabirde oturtulunca gelen (melek) gelir. Mü'min Allah'tan baş­ka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü ol­duğuna şehadet eder. İşte bu, Aziz ve Celil olan Al­lah'ın: "Allah, iman edenlere dünya hayatında da âhi-rette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder..." ayetin-deki sabit sözün gösterdiği manadır. (Sahih-i Müslim 8/396)

Diğer sahih hadislerde de kabre konan mü'minin,ölüm meleğine, doğru cevaplar verdikden sonra kendisi için cennette bir yer hazırlanacağı ve cennetten bir kapının ona açılacağı belirtilir. Kafirlerin de ruhları, melekler tara­fından dünya semasına getirilir ve kapının açılması istenir, fakat açılmaz. Konunun devamında peygamberimiz (sav) şu ayeti okur: "Onlara göğün kapıları açılmaz, deve iğ-nenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. (A'raf 40)

Sonra Allah meleklere şöyle buyurur: Onu en al­çak yerdeki "Siccin"e ("Siccin" hakkında Mutaffifin su­resi 7, 8, 9 ayetlerde şöyle buyurulur; "Allah'ın buyurdu­ğundan dışarı çıkanlar muhakkak siccin adlı deftere yazı­lır. Siccinin ne olduğunu nereden bilirsin? O yazılmış bir kitaptır") yazın!"

Sonra o kafirin ruhu yere doğru atılır. Peygamberimiz şu ayeti okudu: "Allah'a ortak koşan kimse, gökten dü­şüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma at­tığı şeye benzer.". (Hacc 31)

Sonra kafirin cesedine ruhu iade edilir ve iki melek gelip onu oturturlar ve ona şöyle derler: Rabbin kim? o da: (Şaşkınlıktan) Ha! Hah! Bilmiyorum, der. Sonra melekler ona: Size gönderilen adam (peygamber) kim? derler. O da: Ha! Hah! Bilmiyorum, der. Sonra gökten biri bağırır: Ya­lan söylüyorsa (kabrini) cehennemden döşeyin ve ona ce­hennemden bir kapı açın! Böylece ona cehennemden şid­detli bir hararet gelir, kabri daralır, kaburga kemikleri bir­birine geçer, o kafire çirkin yüzlü, kötü elbiseli, pis kokan bir adam gelir ve ona: Başına gelen bu kötü durumla seni müjdeliyorum. Sana vaad olunan gün, işte bu gündür, der. O da ona: Sen kimsin? Yüzün kötü bir şey getirenin yüzüne benziyor, der. O da: Ben senin kötü amelinim, der. [52]

 

Kabir Azabı veya Kabirdeki Nimetler

 

Kabirde insanların karşılaşacağı azab veya nimetler hakkında Kur'an'dan ve sünnetden çeşitli deliller vardır. Kur'an'daki ayetlerde Allah (cc) şöyle buyurur:

a) "Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, "Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı hak­sız yere söylediklerinizden ötürü alçaltıcı bir azabla ce­zalandırılacaksınız.", derken bir görsen!" (En'am 93)

b)  "Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vura­rak canlarını alırken durumları nice olur?" (Muham-med 27)

c)  "Melekler, inkar edenlerin yüzlerine ve sırtları­na vurarak, "Yakıcı azabı tadın" diyerek canlarını alır­ken bir görseydin!" (Enfal 50)

İbn Hacer bu konuda şöyle der: "Can alırken veri­len azab her ne kadar definden önce ise de kıyamet ön­cesi azablardandır ve bu tür azabların kabir azabın­dan sayılması, bu azabların büyük bir bölümünün ka­birde meydana geliyor olmasındandır." (Fethül-Bâri III /180)

d) "Kötü azab Firavun'un adamlarını sardı. Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, "Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun." de­nir." (Mü 'min 45,46)

Bu ayet iki türlü azaba işaret eder:

1) "Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar.".

2)  Kıyamet çattığı gün, "Firavun'un adamlarını aza­bın en ağırına sokun" denir. İkinci tür azab birinciye atıf

yolayla bağlanmıştır. Bu tür bağlanma değişik olmayı ge­rektirir. Bu şekilde iyice bilinmiş oluyor ki sabah, akşam sunuldukları ateş, kıyamet günü sunulacakları ateşten baş­ka bir ateştir. O halde birinci tür azab onlara Ölüm ile yeni­den dirilme arasında gelecek olan kabir azabıdır.

Sünnete gelince:

Kabir azabı veya nimetleri hakkında birçok hadisi şe­rif mevcuttur.

a)  Buhari, Müslim ve diğer hadis imamları İbn-i Ab-bas'ın şöyle rivayet ettiğini belirtirler: Rasûlüllah (s.a.v.) i-ki kabrin yanına uğradı ve şöyle buyurdu: "Dikkat edin. Bunlar muhakkak azab olunuyorlar. Hem de büyük bir şeyden dolayı azab olunmuyorlar. Onlardan biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise sidiğinden çekinmez, sa­kınmazdı." (Müslim 1/361)

b)  Buhari, Müslim ve diğer hadis imamları Abdullah b. Ömer (r.a.)'mn şöyle rivayet ettiğini naklederler: Rasû­lüllah şöyle buyurdu: "Kişi Öldüğü zaman sabah akşam oturacağı yer kendisine arzolunup gösterilir. O kimse cennet ehlinden ise ona cennet, cehennem ehlinden ise cehennem gösterilir. Sonra kendisine: İşte burası, kıya­met günü gönderileceğin oturak yerindir (karargahın­dır) denilir.". (Müslim 8/392)

c)  Müslim de Zeyd b. Sabit'ten şu hadis nakledilir. Peygamberimiz sahabeye şöyle buyurdu: Cehennem aza­bından Allah'a sığınınız! Sahabe de: Cehennem aza­bından Allah'a sığınırız, dediler. Peygamberimiz: "ka­bir azabından Allah'a sığınırız." dedi. Sahabe de: Ka­bir azabından Allah'a sığınırız." dediler. Peygamberimiz: Gizli olan ve açıktan olan bütün fitnelerden Al­lah'a sığınınız! buyurdu. Sahabe de: Gizli olan ve açık­tan olan bütün fitnelerden Allah'a sığınırız, dediler.

İşte, her insanın, kabre defnedilsin veya edilmesin öl­dükten sonra sorguya çekileceğine Ehl-i Sünnet ve'lCe-ma'at ittifak etmiştir. Kabre defnedilemeyen kişiyi ister yırtıcı hayvanlar yesin ister yanıp kül olsun ve toz halinde külü havaya dağılsın, ister denizde boğulsun hiçbirşey de­ğişmez. Kabirdeki azabı veya nimetleri hem ruh hem de beden bareberce tadarlar. (Akideni'1-İslamiyye 237)

Şayet, "bütün bu durumlarda ölmesine rağmen kişi nasıl sorguya çekilebilir?" diye bir soru sorulursa şöyle ce­vap verilir: İnsan bedeninin zerreleri, ister mezarda toplu bulunsun, ister boş bir arazide saçılsın isterse yırtıcı bir hayvanın midesinde parçalanmış olsun onları tekrar hayata geri çevirmek Allah'a da zor bir iş değildir. Her halükarda kişi, meleklerin sorgulamasından yorgun düşecek, kendisi­ne soru soran ve konuşan meleği görecektir. Bu meselenin çözüm şeklini öğrenmek için merak edilecek bir durum yoktur. Çünkü ölüm sonrasının hakikatleri başka bir siste­me göre programlanmıştır. Şu anda yaşayan canlıların gör­düğü şu alemden ve sistemden tamamen farklıdır.

Bu meselenin açıklanmasında Gazali şöyle diyor: Bu göz, ruhlara mahsus gaib aleminin işlerini -ki ahiretle ilgi­li konularda gaib alemiyle ilgilidir, gözlemlemeye elverişli değildir. Sahabe-i kiramı görmez misin? Cibril (a.s.)'in in­diğine onu görmedikleri halde nasıl inanıyorlardı? Pey­gamberimizin de O'nu gördüğünü nasıl tasdik ediyorlardı? Eğer bunlara inanmıyorsan, meleklere ve vahye olan ima­nının esaslarını düzeltmek, yapacağın en önemli iştir. Eğer buna inanıyor ve Peygamberimizin diğer insanların göre­mediği şeyleri görebileceğine ihtimal verebiliyorsan aynı şey ölü hakkında neden olmasın!...

El-Akîdetü't-Tahaviyye şârihi kitabında şöyle diyor: "İnsanların durumlarına göre kabirde azab görecekleri ve­ya nimetlenecekleri ve iki meleğin sorgulaması, Peygam­berimizden nakledilen birçok haberlerde sağlam bir şekil­de tesbit edilmiştir. Meselenin bu şekilde tesbit edildiğine inanmamız ve iman etmemiz gerekir. Bunun şekli hakkın­da da konuşmayız, çünkü bunun keyfiyyetini anlayamaz ve akla bu dünyada iken bu konuda bir bilgi de verilme­miştir. İslâm, akim hiçbir şekilde hayal edemeyeceği şey­leri insanlara sunmaz. Fakat bazen insan aklını hayrete dü­şüren, şaşırtan konuları gündeme getirebilir. Öldükden sonra ruhun bedene dönmesi de bu dünyada aklın normal olarak bileceği şeylerden değildir. Bu dönüş, dünyada alı­şılagelmiş dönüşden farklı bir şekilde meydana gelir.

Ruh bedende her durumda değişik şekillerde bulunur:

1) Ruhun, ana karnındaki ceninde bulunma durumu.

2) Ruhun, insanın dünyaya geldikten sonra bedeninde bulunuşu.

3) Ruhun, insan bedeninde uyku halinde bulunma du­rumu.

4)  Ruhun, Berzah aleminde (ölümle yeniden dirilme arası yaşanan alem) insanın bedeninde bulunma durumu. Ruh bu durumda her ne kadar bedenden ayrılsa bile, hiçbir ilişki kalmayacak şekilde tamamen ayrılmış sayılmaz. Berzah aleminde ruhun bedenle var olan ilişkisi özel bir durumdur. Kıyamet gününden Önce bedenin tam bir canlı olmasını gerektirmez.

5) Ruhun, cesetlerin yeniden diriltildiği bedende bu­lunuşu. Bu, ruhun bedende en kâmil bir şekilde bulunuşu­dur. Bu durumla, ruhun bedende bulunduğu önceki dört durum arasında bir orantı yoktur. Çünkü bu son durumda ruhun bulunduğu beden ölümü, uykuyu ve bozulmayı asla kabul etmez. Uyku, ölümün kardeşidir. Bunları düşünen kişiye birçok kapalı meseleler açık hale gelir.

Şu da bilinmelidir ki kabir azabı; Berzah alemi aza-bındandır. Çünkü her ölüm, eğer azaba müstehak ise mut­laka o azabdan hissesine düşene ulaşacaktır. Bu kişi kabre defnedilsin veya yırtıcı hayvanların yemesiyle veya yanıp kül olması ve havaya saçılmasıyla veya asılmasıyla veya denizde boğulması sebebiyle defnedilmemiş olması du­rumları aynıdır. Bu durumlardaki kişinin ruhuna ve bede­nine kabirde bulunan kişiye olduğu gibi aynı azab ulaşır. Ve yine aynı şekilde meleklerin karşısında oturtulması, ke­miklerinin birbirine geçmesi ve diğer şeyler hadislerde an­latıldığı gibi aynen uygulanır.

Peygamberimizin bu hadislerdeki maksadını, fazla aşırıya kaçmadan anlamak gerekir. Onun sözü, ihtimali ol­mayan şekillerde yorumlanamaz. Açıklamak istediği mak­sadı eksik bırakan yorumlar da yapılamaz.

Büyük alim İbn-ül, Kayyim el-Cevziyye şöyle der: "Ümmetin selefinin ve imamlarının görüşü şudur: İnsan ölünce ya nimetler içinde olur ya da azab içinde olur. Her iki durum da insanın hem bedeni hem ruhu için meydana gelir. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra ya azab çeker ya da nimetlerden faydalanır. Ruh bazen bedene bitişir ve beden­de aynı şekilde ya azab çeker ya da nimetlenir. Sonra Bü­yük Kıyamet günü olunca ruhlar bedenlere tamamen iade edilir ve insanlar kabirlerinden kalkarak Rab.'lerine doğru yönelirler. Bedenlerin yeniden diriltilmeleri müslümanla-rın, yahudilerin ve hristiyanların fikir birliği ettikleri bir konudur. (Akidetü'l-İslamiyye 237) [53]

 

Kıyamet Alametleri

 

"Es Sâ'at" kıyamet gününün isimlerinden biridir. Kı­yamet günü, çok büyük kainat olaylarının meydana geldiği bir gündür. O günde gökler dürülür, yer yüzü parçalanır, kainattaki maddî düzen dağılır. Bu olayın meydana gelece­ği zaman ve vakitle ilgili bilgiyi Allah (cc), peygamberler de dahil bütün insanlardan gizlemiştir. Kim olursa olsun hiçbir insanın ömründen geriye kalan süreyi bilmesine im­kân yoktur.

Allah (cc) şöyle buyurur: Ey Muhammed! Sana, kı­yamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki:"Onu ancak Rabbin bilir, onun vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir." Sen sanki Öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler." (A'raf 187)

Ve yine Allah şöyle buyurur: "Doğru sözlü iseniz bildirin bu azab sözü ne zamandır.", derler. De ki: "O bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.". (Mülk 25, 26)

Diğer bir ayette de Yüce Allah: Ey Muhammed! Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Nerde senden onu anlatması? Onun bilgisi Rabbine aittir, (Naziat 42, 43,44) buyuruyor.

Peygamberimiz bu durumu,üzerine ittifak edilen sa­hih bir hadiste Cibril'in "Kıyamet ne zamandır?" sorusuna verdiği cevapta şu şekilde açıklamıştır: "Sorulan kişi so­randan daha bilgili değildir."

Kıyamet kopmadan önce meydana gelecek bazı olay­lara "Kıyamet Alâmetleri" denir. Allah şöyle buyurur: "Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? Şüphesiz onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?" (Muhammed 18)

Kıyamet alametleri iki bölüme ayrılır.

a) Küçükal amerler,

b) Büyük alametler. [54]

 

Kıyametin Küçük Alemetleri

 

Bu konuda birçok sahih hadis nakledilmiştir ki onlar­dan bazıları şunlardır:

1)  Buhari, Müslim ve Tirmizi'de Enes (r.a.)'den şu şekilde nakledilmiştir: Peygamberimiz: "Ben ve kıyamet, şu iki parmak gibi gönderildim, buyurdu ve şahadet parmağı ile orta parmağını birbirine bitiştirdi. (Müslim

8/505)

Hadis peygamberimiz ile kıyamet arasında başka bir peygamberin gelmeyeceğini göstermektedir. Peygamberi­mizden sonra kıyametin kopması, zamanının yakın oldu­ğunu da gösterir.

2)  Cibril hadisinde de Cibril (a.s.) Peygamberimize kıyametten sordu. Peygamberimiz de: "Bu meselede so-rulan sorandan daha bilgili değildir," buyurdu. Cibril de: "Öyle ise bana onun alâmetlerinden haber ver," de­di. Rasûlüllah: "Cariyenin sahibesini doğurması, (Diğer bir rivayet ise "sahibini doğurması" şeklindedir) yalın ayak, çıplak ve fakir olan davar çobanlarının bina yap­makta birbirleriyle yarış yapar olduklarını görmen-dir," buyurdu.

Bu hadisi Buhari ve Müslim Hz. Ömer vasıtasıyla nakletmişlerdir.

Cariyenin sahibesini doğurmasının anlamı; evlatların anne-babaya itaatsizliklerinin artması, çocuğun annesine, efendinin cariyesine yaptığımız amele gibi söverek, döve­rek ve hizmet ettirerek ihanet etmesidir. (Fetu'1-Bâri U/293)

3) Buhari'de Ebu Hureyre (ra)'den şu hadisi nakleder. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "İki büyük (İslâm) ordu­su birbirleriyle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak-tır. Bu iki camianın ikisinin de davaları bir olduğu ikisi de İslâm ve hak iddiasında bulundukları halde arala­rında büyük bir harp olacaktır. Otuza yakın bir takım yalancı Deccâllar türeyip hepsi de Allah'ın Rasûlü ol­duğunu iddia etmedikçe kıyamet kopmaz. İlim (ehli) alınmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zamanın bereke­ti gitmedikçe, çeşitli fitneler ortaya çıkmadıkça, Here (öldürmek) çoğalmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanların malları o kadar çoğalır ve bollaşır ki zengin zekatını verecek birisini bulup ona zekat borcunu vermeye te­şebbüs edince verilen kişi: "Benim ona ihtiyacım yok" diyerek onu geri çevirir. İnsanlar bina yapmakta yarısırlar. (Belalar çoğaldığından) bir adam birinin kabri­nin yanından geçerken: "Keşke ben de orada ölü olsay­dım" der. Güneş batıdan doğar. İşte o zaman bütün in­sanlar iman ederler fakat o an, daha önce iman etme­miş veya imanıyla bir hayır kazanmamış kişilerin ima­nının hiçbir fayda vermeyeceği bir andır. Kişi sağmal devesini sağarken sağılan süt, süt kabının ağzına ulaş­madan kıyamet elbette kopar. İki kimse elbise alışverişi yaparken alışverişi henüz bitirmemiş oldukları halde kıyamet elbette kopar. Kişi kendi su havuzunu düzel­tirken henüz oradan çıkmadan kıyamet kopar. Yiyece­ğini azgına götürür, onu yemeden kıyamet elbette ko­par. (Müslim 8/507)

Hadiste geçen bazı kelimelerin açıklamaları şöyledir: İki büyük ordu; Hz. Ali ve Hz. Muaviye'nin ordusu­dur. Deccâllar gönderilir demek, Deccâllar ortaya çıkar, demektir. İlim alınır demek, din alimleri ve Allah davetçi-lerinin ruhları alınır, demektir. Zaman yaklaşır demek, uzak mesafeler kısa sürede katedilir, demektir. Nitekim günümüzde uzay gemileri, uçaklar, arabalar vapurlar, ge­miler, trenler ve benzeri vasıtalar bu konuda birer örnek teşkil edebilir. Başka bir yorum olarak da şu şekilde den­miştir: Bundan maksat, zaman dahil herşeyden bereketin kesilmesi demektir. Bir yıl bir ay gibi bin ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün gibi,bir gün bir saat gibi. Herç çoğalır de­mek; siyasi, iktisâdi, toplumsal ve diğer konularda ortaya çıkan bunalım ve entrikalarda, öldürmek ve anarşinin ço-ğalımı demektir. Sağmal deve, sütü çok deve demektir.

4) Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre rivayetiyle şu hadis zikredilmiştir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlarla Yahudiler arasında çok kanlı bir savaş olmadıkça kıyamet kopmaz. O savaşta Müs­lümanlar Yahudileri tamamiyle kırıp öldürürler. (Bu Yahudi mahvı o kadar umumi olur ki) hatta bir Yahudi taş veya bir ağaç arkasına saklanır, sonra o taş veya ağaç: Ey Müslüman! Ey Allah'ın kulu! Şu arkamda saklanan kimse bir Yahudidir. Gel de onu Öldür, der. Garkad ağacı müstesnadır. Çünkü o yahudi ağacı çeşi-dindendin (Müslim 8/457)

5) Buhari'de yine Ebu Hureyre rivayetiyle şu hadis zikredilir: Bir adam Peygamberimize: "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Peygamberimiz de: Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle! buyurdu. Adam: Onun zayii nasıl olur? diye sordu. Peygamberimiz: İş (idare) e-hil olmayana verildi mi kıyameti bekle! buyurdular. [55]

 

Kıyametin Büyük Alametleri

 

Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve İbn-i Mace'de Hu-zeyfe b. Esîd el-Gıfârî'den nakledilen bir hadisde peygam­berimiz büyük alametlerden on tanesini şu şekilde saymış­tır; Huzeyfe şöyle dedi: Bizler (kıyamet hakkında...) mü­zakere eder halde iken peygamber (sav) ansızın yanımıza çıka geldi ve: "Neyi müzakere ediyor sunuz?" diye sor­du. Orada bulunan sahabiler: "Kıyameti müzakere ediyo­ruz, dediler. Peygamberimiz: "Sizler daha evvel on alâ­meti görmedikçe asla kıyamet kopmayacaktır." buyur­du. Ve şunları zikretti: Duman (ve ya ateş), Deccâl, Dâb-betü'1-Arz, güneşin batıdan doğması, İsâ (a.s.)'nın ini­şi, Ye'cüc ve Me'cûc'un çıkması,biri doğuda biri batı-da, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çö­küntüsü, insanları önüne katıp mahşer yerine sürecek olan bir ateşin Yemen'den çıkması. (Buhari Fitre 25)

Aşağıda bu alâmetlerin en önemli ve meşhur olanları­nı açıklayacağız. [56]

 

1) Güneşin Batıdan Doğması:

 

Kıyamet zamanı yaklaştıkça Allah, tabiat aleminde bazı değişiklikler yaratacak, insanların ahşagelmediği bir­takım alametler ortaya çıkaracaktır. Mesela güneşin batı­dan doğuşu da, bildiğimiz doğudan doğuşun tersine bir olaydır. Bu konuda Buhari'de Müslim'de ve Ebu Da-vud'da sağlam hadisler mevcuttur. Bunlardan biri de şu­dur: Ebu Hureyre'den Peygamberimizin şöyle dediği nak­ledilir: "Güneş batı tarafından doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup, insanlar bu olayı gö­rünce toptan iman edecekler, fakat bu önceden iman etmemiş olan veya imanında hayır ve üstünlük kazan­mayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda ver­mediği zamandır."

Hadiste şu ayete işaret edilir: Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün,bir kimse daha önce inanmamiş-sa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez. (En'am 158)

Ayetin izahı şudur: Güneş batıdan doğduktan sonra kafire imanı, günahkara tevbesi, daha önceden güzel işler yapmamış mü'mine de amelleri hiçbir fayda sağlamaz. [57]

 

2) Dabbetü'l-arz'ın Çıkması

 

Kur'an'da ve hadislerde bu isimde bir canlının çıkma­sından bahsedilmektedir ki Kur'an'da Allah şöyle buyu-

rur: "O Söz (ün manası yani kıyamettehdidi) kendileri-nin aleyhinde meydana geldiği zaman, yerden bunlar için bir dabbe (canlı) çıkarırız ki, onlara, insanların ayetlerimize kesin bir kanaat beslemez olduklarını (başlarına kakarak) söyler. (Nemi 82)

Dâbbenin durumu hakkında Müslim ve Ebu Da-vud'da zikredilen sağlam hadislerden birinde: Abdullah b. Amr şöyle der: "Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: "İlk çıkacak kıyamet alâmeti, güneşin battığı yerden doğ­ması ve kuşluk vakti insanların üzerine Dâbbe'nin çık­masıdır. Bu ikisinden hangisi diğerinden önce çıkarsa, öteki de hemen onun izinde olacaktır.

Bu dâbbenin ne tür bir canlı olduğunu, ve şeklini Al-lah'dan başkası bilmez. Bu canlı insanlarla konuşacak, in­sanlara mü'min veya kafir diye tanıtıcı alamet koyacaktır. İşte artık o zaman, önceden iman etmemiş olan veya ima­nında hayır ve üstünlük kazanmayan kimselerin imanları­nın kendilerine fayda vermediği zamandır. [58]

 

3) Deccâl'ın Ortaya Çıkışı:

 

Deccâl'e bu isim, insanların gözlerini boyayarak ger­çekleri Örteceği, çok yalan söyleyeceği ve hakkı batıl ile örteceğinden ötürü verilmiştir. Deccâl, aslen Yahudi olan, tanrılık davasında bulunacak olan bir şahıstır. İstidrac adı verilen bazı olağanüstü şeyler göstererek insanları dinle­rinden uzaklaştırmaya çalışacak, gerçek mü'minlerin ayaklarını Allah sabit tutarak onun aldatmalarından etki­lenmelerini önleyecektir. Sonra Allah yok edilmesini iste­yince Hz. İsa yeryüzüne iner ve onu öldürür. Birçok hadis kitaplarında konuyla ilgili olarak korkutan, ondan haber veren ve onun sıfatlarını anlatan bol bol hadisler anlatıl­mıştır. Bunlardan birkaçı şunlardır:

a) Abdullah b. Ömer şöyle dedi: "Bir defa peygambe­rimiz insanların içinde ayağa kalktı ve Allah'ı ulûhiyet sâ­nına layık sıfatlarla övdü. Sonra Deccâl'i zikredip şöyle buyurdu: Ben sizleri kesin olarak onun şerrinden sakın­dırırım. Bütün Peygamberler kavmini Deccâl'ın şer­rinden sakındırmıştır. Fakat şimdi ben size onun hak­kında hiçbir peygamberin söylememiş olduğu bir vasfı­nı söylüyorum. İyi biliniz ki Deccâl şaşıdır. Pâk ve Yü­ce Allah ise şaşı değildir. (Müslim 8/468)

b)  Ukbe, Huzeyfe'ye; "Bize Rasûlüllah'dan Deccâl hakkında işitdiğini anlat, dedi. Huzeyfe: "Şüphesiz ki Deccâl çıkacaktır. Onun beraberinde bir su ve bir ateş bulunacaktır. Amma insanların su olarak görecekleri şeye gelince, işte o yakıcı bir ateştir. İnsanların bir ateş olarak görecekleri şeye gelince, O da tatlı soğuk bir su­dur. Sizlerden her kim Deccâl'ın çıkması zamanına eri­şirse ateş suretinde göreceği şey tarafında bulunsun! Çünkü o tatlı soğuk bir sudur." dedi. Bunun üzerine Uk­be', Huzeyfe'yi tasdik etmek için: Ben de bu hadisi Rasû­lüllah'dan işitdim" dedi. (Müslim 8/474)

c) Nevvas b. Sem'ân şöyle dedi: Rasûlüllah bir sabah vakti Deccâl'i zikretti ve onun hakkında o derece alçaltma (hakîr görme) ve yükseltme (harikulade işler yaparak fit­nesinin büyük olması hakkında konuşma) yaptı ki artık bizler onu bir hurmalık içinde (Medine hurmalıklarının ya­kınında) zannettik. Biz kendisine doğru yürüdüğümüzde Rasûlüllah bizdeki bu vaziyeti anladı ve: Sizin haliniz ne­dir? dedi. Biz de: Ya Rasûlüllah! Sabahleyin Deccâl'i anlattın ve onun hakkında o derece alçaltına ve yükseltme yaptın ki nihayet bizler onu bir hurmalık içinde zannettik, dedik. Rasûlüllah (s.a.v.)

"Beni, sizin üzerinizde ençok korku ve endişeye düşüren Deccâl bu sizin düşündüğünüz Deccâl'den başkadır. Eğer O, ben henüz sizin içinizde bulunurken meydana çıkarsa ben sizin önünüzde ona karşı durup sizleri müdafaa eder ve ona hiç bir yardımcıya muhtaç olmadan tek başına ve açık delille galib geleceğim. Eğer ben içinizde yok iken çıkarsa, o zaman her bir ki­şi bizzat kendi nefsinin müdafaası olacaktır. Allah da her bir müslüman üzerine benim halefîmdir. Şüphesiz o, sevilmeyecek şekilde gayet kıvırcık saçlı bir gençtir. Onun bir gözü (salkımmdaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi) dışarı fırlamıştır. Sanki ben onu Abdul'uzza b. Kaan'a benzetiyorum. Sizlerden her kim ona erişirse hemen ona karşı Kehf suresinin başta-raflarını okusun. Muhakkak o, Şam ile Irak arasında kayalık bir mevkide (yahut o semtde) çıkacaktır da sağ tarafda ve sol tarfda (yani her tarafda) en süratli şekil­de şiddetli karışıklıklar yapacaktır. Ey Allah'ın Kulla­rı! Sizler sebat ediniz, buyurdu.

Biz: Ya Rasûlüllah! Onun yeryüzünde kalması ne kadar sürer! diye sorduk. Rasûlüllah: 40 gün, bir gün bir sene gibidir. Bir gün bir ay gibidir. Bir gün de bir cuma yani bir hafta gibidir. Onun geri kalan günleri ise sizin günleriniz gibidir, buyurdu. Biz Ya Rasûlüllah! O'nun yeryüzündeki sürati ne kadardır? diye sorduk. Rasûlüllah: Rüzgarın yöneltip sevkettiği yağmur (un sürati) gibi­dir. Deccâl bir kavmin üzerine gelir ve onları davet eder. Onlar da iman edip kendisine icabet eder, sonra O, göğe emreder gök te yağmur yağdırır. Yere emreder, o da hertürlü bitkiyi bitirir. O kavmin otlamaya çıkarıl­mış olan hayvanları akşam üzeri kendilerine en yüksek ve en güzel halde memeleri de sütün çokluğundan ötü­rü en dolgun vaziyette,boş böğürlerinin çevresi ise iyice doyduklarından dolayı en uzun olmuş durumda döner­ler. Sonra diğer bir kavme gelip onları da davet eder. Fakat o kavim, onun sözünü kabul etmeyip reddeder­ler. Bunun üzerine Deccâl o kavimden geri döner, gi­der.

Sonra o kavim az yağmurlu bir kıtlık belasına ça­tarlar. Ellerinde mallarından hiçbirşey kalmaz. Dec-câl,bir harabeliğe urarda ona hitaben: Hazinelerini meydana çıkar! der. Sonra o harabeliğin hazineleri bal arısı cemaatlerinin kendi arı beyleri arkasına tâbi olup gitmeleri gibi onun arkasından giderler. Sonra o, yetiş­kin, gençlik dolu bir civanmerd çağırır, onu kılıçla vu­rup iki parça halinde keser de parçaları bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden ayırır. Sonra Deccâl, par­çaladığı genci çağırır, o da hemen yüzü parıldayarak ve güler halde yönelir gelir.

Deccâl buişle meşgul olduğu sırada birden bire Al­lah Meryem oğlu Mesih'i gönderir. O da Dımaşk'ın do­ğu tarafındaki Beyaz Minare yanına herd boyası ile bo­yanmış iki parça elbise içinde ellerini iki meleğin ka­natları üzerine koymuş vaziyette iner. Başını aşağıya eğince su damlatır, yukarıya kaldırdığı zamanda ondan iri inci tanesi gibi duru ve güzel bir su iner. Artık hiç­bir kafir için onun nefesinin rüzgarını diri olduğu halde bulması mümkün olmaz. Onun nefesi de gözünün göreceği yere kadar ulaşır. Sonra İsa Deccâl'ı arar ve nihayet ona Beytulmakdis'e yakın bir yer olan Bâbu Ludd denilen yerde yetişerek öldürür." (Müslim 81479, 480)

Bu anlatılanlara bakıldığı zaman kişinin aklına şöyle bir soru gelebilir: Yüce Allah böyle, ölüyü diriltme benze­ri, ancak peygamberlere mahsus, büyük harikulade olayla­rı nasıl oluyor da Deccâl gibi birinin vasıtasıyla meydana getiriyor?

"Bu soruya cevap olabilecek şekilde Hattabî şöyle der: Bu bir çeşit kulları imtihan etmedir. Çünkü kular Dec-câl'ın davasında haksız olduğunu belirten bir takım bilgi­lere sahihtirler. Örneğin o şaşıdır, her müslümanın okuya­cağı şekilde alnında "Kafir" yazar, davası batıldır, zatı ve şerefi eksik, küfür alameti üzerinde açıktık. Şayet o tanrı olsaydı bunlardan beri olması gerekirdi. Gerçek peygam­berlerin mucizeleri her türlü itirazdan kurtulmuştur. İşte ikisi arasındaki fark budur.

İbn Hacer de şöyle der: "DeccâTde onun yalancılığı­nı gösteren açık deliller vardır. Çünkü o parçaları bir araya getirilmiş gibi bir yapıdadır. Gözü şaşı olduğundan yaptığı işteki beceriksizliği önce kendinde görülür. İnsanlar, ken­disinin onların Rabbi olduğunu kabule çağırıldığı zaman akıllı bir insan onun kötü durumunu kendi nefsindeki nok­sanlığı gideremeyen bir tanrının başkasını yaratması, ek­siklerini gidermesinin mümkün olamayacağını bilmesiyle anlamış olur. En azından şu soruyu sorar: Ey göğün ve ye­rin yaratıcı olduğunu zanneden bedbaht! Şu haline bak! Önce kendini düzelt! Kendindeki pürüzü gider! Eğer sen

bir tanrının kendindeki bir arızayı gideremeyeceğini zan­nediyorsan alnında yazılı olanı gider! [59]

 

4) İsa (a.s.)'in Dünya'ya İnişi

 

Kıyametin en önemli alametlerinden biri de İsa (a.s)'nm, son zamanda, Deccâl'in dünyada bulunduğu sı­rada yeryüzüne inmesidir. Bu şekilde İsa (a.s.) Deccâl'ı öl­dürür, İslâm'ın hükümleri ile Allah'ın takdir ettiği bir süre kadar hükmeder sonra vefat edip, cenaze namazı kılınır ve defnedilir. İsa (a.s.)'nm yeryüzüne inişi Kur'an ve sünnet­le sabittir. Kur'an'da şöyle buyurulur:

a) "Bu, bir de: "Meryem oğlu İsa Mesih'i -Al­lah'ın elçisi- öldürdük." demelerinden ötürüdür. Oysa onu Öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle gö­ründü. Ayrılığa düştükleri ancak zanna uymaktan iba­rettir, kesin olarak onu Öldürmediler. Bilakis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah güçlüdür, hâkim'dir. Ki-tab ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yok­tur. O, -gerektiği gibi inanmadıklarından- kıyamet gü­nü onların aleyhine şahit olur." (İbn-i Kesir 1/577)

Burada konuya ışık tutan bölüm "Kitab ehlinden, Öl­meden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur." bölümüdür. Açıklama şöyledir: İsa (a.s.) indikten sonra Kitab ehlinden olanların hepsi, o, ölmeden önce ona inanacaklardı. Ayet­teki "ölmeden önce" ifadesindeki zamir İsa'ya aittir ki bu da İsa'nın henüz ölmediğine apaçık bir delildir.

İbn-i Kesir bu şekilde ayeti açıkladıktan sonra şöyle der: "Şüphe yok ki doğru olan şekil budur. Çünkü bu ayet­lerden önce geçen ayetlerdeki yahudilerin İsa'yı öldürdük­leri ve astıkları yolundaki iddialarının batıl olduğu ve bumananın kasdedildiğini göstermektedir. Halbuki Allah, meselenin bu şekilde olmadığını haber vererek onların İsa'nın benzerini öldürdüklerini, bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını belirtiyor. Sonra da o'nu Allah kendi katma yükseltti. İsa (a.s.) hâlâ diridir. Mütevatır hadislerin belirttiği gibi kıyametten önce yeryüzüne inecek, DeccâTı Öldürecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldı­racaktır. Yani diğer din sahihlerinden cizye vererek yaşa­malarını kabul etmeyip ya müslüman olmalarını ya da öl­dürüleceklerini haber verir. Bu ayetin haber verdiğine göre de o anda bütün ehl-i kitab ona inanacak onu tasdikten hiç kimse geri kalmayacaktır.".

b) Allah (cc) şöyle buyurur: Meryem oğlu (İsa) mi­sal verilince, senin kavmin (kendilerini haklı çıkaran bir delil bulduklarını sanarak) bağırışmaya başladılar. "Bizim tanrımız mı yoksa, o mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir. Meryem oğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğuila-rına örnek kıldığımız bir kuldur. Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin yerinizi tutacak melekler var ederdik. O, kıyametin kopacağını bildirir bir ilimdir, o saatin geleceğinden şüphe etmeyin. Bana uyun, bu doğ­ru yoldur. (Zuhruf 57, 58, 59, 60, 61)

Burada da konuya ışık tutan bölüm, "O, kıyametin kopacağını bildirir, o saatin geleceğinden şüphe etmeyin." bölümüdür. Burdaki zamir de İsa (a.s.)'ya gider. Bunun manası; İsa'nın, kıyametin kopmasına kesin bir delil oldu­ğudur. Konuyla ilgili birçok hadis bulunmakla birlikte şu 'kişini belirterek yetineceğiz:

a)  Buhari'de Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlüllah buyurdu ki: "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa)'nun âdil bir hâkim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, haçı kıracak, do­muzu Öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. (O zaman) Mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. Ve hatta bir tek secde dünya ve dünyanın içindekilerden daha hayırlı olacak?" Bundan sonra Ebu Hureyre, isterseniz şu (mealdeki) ayeti okuyunuz, der.

"Andolsun, kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce inanacak olmasın. Kıyamet günü de o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.". (Nisa 159)

b) Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilir: Peygamberimiz buyurdu: Peygamberler esasında

ortak zevcelerden olma kardeşlerden ibarettirler. On­ların anaları ayrı ayrıdır, halbuki dinleri birdir. İsa yeryüzüne inecektir. (Müslim 1/206) [60]

 

5) Ye'cüc-Me'cûc'ün Çıkışı

 

Kur'an'da ve hadislerde bu alamet konusunda şunlar zikredilir: Kur'an-ı Kerimde:

a) "Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda, iki dağın arasına varınca, orada neredeyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı. Dediler ki: Zülkarneyn! Doğrusu Ye'cüc ve Me'cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların araşma bir set yapman için sana bir vergi verelim mi? Rabbimin bana verdikleri sizinkin­den daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım.". Bana demir kütleleri getirin" dedi. Bunlar iki dağın arasım doldurunca: "Körükleyin" dedi. Demirler akkor haline ge­lince: "Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim" dedi. Artık Ye'cüc ve Me'cüc onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler. Zülkarneyn: "işte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu yerle bir eder, Rabbimin verdiği söz gerçektir." de­di. (Kehf 92, 98)

b) Ye'cüc ve Me'cüc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar. Gerçek vaad yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beliriverir.". Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik.", derler. (En­biya 96, 97)

Hadisi şeriflerde de şunlar beyan edilir:

a) Buhari ve Müslim'de Zeynep binti Cahş'tan Pey­gamber (sav)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "LAİLA-HE İLLALLAH! Zamanı yaklaşan serden, büyük imti­handan dolayı vay Arabın haline! Bu gün Ye'cüc ve Me'cüc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" bu-yuruyordu. Bunu söylerken de baş parmağı ile onu ta­kip eden (şehâdet) parmağını baltaladı. Bunun üzerine ben: Ya Resulullah! İçimizde bunca iyi kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordum. Rasûlüllah: "Evet (fasıklık, fâcirlik, fuhuş, ahlaksızlık, zulüm gibi maddî manevi her türlü içtimaî) pislikler çoğaldığı zaman (he­lak olursunuz)" diye cevap verdi. (Müslim 8/408)

Müslim, Tirmizi ve İbn-i Mace'de içinde Deccal'in haberi, İsa'nın inişi ve Ye'cüc'ün zikri geçen ve Nevvâs b. Sem'ân'dan rivayet edilen uzun hadiste peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Ve Allah, Ye'cüc Me'cüc'ü gönderir. Halbuki onlar her bir tepeden süratle yürüyüp geçerler. Onların ilk kafileleri Taberiyye gölüne uğrarlar da onda bulu­nan suyun hepsini içiverirler. Ye'cüc ve Me'cüs kalaba­lığının sonu oraya uğrar da: "Yemin olsun ki bir defa­sında burada bir su vardı." derler. (Müslim 8/480)

Ye'cüc-Me'cüc'ü Kur'an, insanlardan meydana gelen büyük bir topluluk olarak ifade etmiştir. Dünya'ya aniden gelecek, her bir tepeden süratle yürüyüp geçecekler, kor­kunç ve gaflete düşüren bir şekilde bozgunculuk ve ölümü yayacaklardır. Şu kadar var ki Kur'an, onların ortaya çıka­cağı zamanı insanlardan gizlemiş, fakat onların bir gün mutlaka oıtaya çıkacaklarına ve bunun kıyametin yaklaştı­ğın] gösteren büyük alametlerden biri olduğuna dair kesin beyanda bulunmuştur. Onun zamanını Allah'dan başka hiçbir kimse bilemez.

Seyyid Kutub "Fi Ziîalil Kur'an"da şöyle der: "Ye'cüc "Me'cüc kimlerdir? Şu anda nerededirler? Önce­den durumları ne olmuş ve sonradan ne olacaktır? Bütün bunlar doğru cevap verilmesi güç olan sorulardır. Biz bu konuda ancak Kur'an'da ve salih hadislerde gelen ve onla­rın kıyamet alametlerinden biri olarak çıkacaklarından başka birşey bilmiyoruz." (Fizilal-il Kur'an 5/411,413) [61]

 

Kıyamet Günü Ve Olayları

 

Bu başlık altında kıyametin manası, diğer adları, ne zaman olacağı, Kur'an'ın bu konuya verdiği önem, kıya­metin başlaması, dirilme, yayılma, şefaat, hesaba çekilme, havuz, mizan,sırat köprüsü, cennet-cehennem konulan açıklanacaktır. [62]

 

Kıyametin anlamı

 

Ahiret günü, içinde yaşadığımız şu alemin yok olma­sıyla başlar. Bütün canlı varlıklar ölür, yeryüzü ve gök de­ğişir, sonra Allah yeniden herşeyi yaratır, bütün insanları diriltir, onlara yeniden bir hayat verir, diriltilmeden sonra Allah, her ferdi yaptığı iyi ve kötü işlerden dolayı hesaba çeker, salih amelleri kötü işlerinden fazla olanları cennete, kötü işleri salih amellerinden fazla olanları da cehenneme sokar. [63]

 

Kıyametin diğer adları

 

Kıyamet gününde olacak olayları hatırlatan manalar­da kıyametin başka isimleri de vardır. Bunlar şunlardır:

a)  Kıyamet günü: "Kıyamet gününe yemin ede­rim.". (Kıyamet 1)

b) Dirilme günü: Kur'an'da şöyle geçer: Kendilerine ilim ve iman verilenler: "And olsun ki,

siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz." derler. (Rum 56)

c) Hesaba çekilme günü: Kur'an'da şöyle geçer: Mu­sa: "Doğrusu ben, hesab görülecek güne inanmayan, bö­bürlenenlerin hepsinden^ benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım." dedi. (Gafur 27)

d)  Hüküm günü: "De ki: Hükmün verileceği gün inkarcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertele­nirler.". (Secde 29)

e) Pişmanlık günü: "Eymilletim! Âhu figan günün­den sizin hesabınıza korkuyorum.". (Mü'min 32)

f)  Hasret günü: "Ey Muhammedi Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, onları, işin bit­miş olacağı o hasret günü ile uyar." (Meryem 39)

g) Çıkış günü: "O gün çığlığı gerçekten duyarlar, jşte o, kabirden çıkış günüdür." (Kaf 42)

h) Sonsuzluk günü: "O cennete esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur." (Kaf 34)

i) Kavuşma günü: "Arş sahibi, varlıkların en yüce­si olan Allah, kavuşma gününü ihtar etmek için kulla­rından dilediğine emriyle vahyi indirir. O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kal­maz. "Bu gün hükümranlık kimindir?" denir. Hepsi "Gücü herşeye yeten tek Allah'ındır" derler. (Mü'min)

i) Toplanma ve adlanma günü: "Sizi toplama gü­nünde biraraya götürdüğü gün, işte o, kimin aldandığı-nın ortaya çıkacağı gündür." (Teğabun 9)

j) Din günü: "Din gününün sahibi (olan Allah)." (Fatiha 3)

k) Ahiret : "Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve daha bakidir." (A'lal6, 17)

1) Kıyamet : "Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir." (Hac 1)

m) Kaplayan: "Ey insanoğlu! Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mi?" (Gaşiye 1)

n) Gerçekleşecek olan: "Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün? Gerçekleşecek olanın ne ol­duğunu sana ne bildirir?" (Hakka 1, 3)

o) Muazzam gürültü: "O muazzam gürültü, kıya­met kopup geldiği zaman, o gün, kişi kardeşinden, an­nesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar." (Abese 33, 37)

ö) Kopan şey: "Kıyamet koptuğunda kimini alçal-tacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin, yalan ol­madığı ortaya çıkacaktır." (Vakıa 1-3)

p) Yaklaşan gün: "Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmış­tır. Onu Allah'tan başka ortaya koyacak olan yoktur. (Necm 57, 58)

r) Büyük baskın: "Güç yetirilemeyen en büyük baskın geldiği zaman, o gün, insan ne uğurda çalıştığını anlar." (Naziat 34, 35) [64]

 

Kıyamet Nezaman Kopacaktır?

 

Bu konudaki bilgiyi Allah kendine tahsis etmiştir. Şöyle buyurur: (Ey Muhammedi) Sana, kıyamet saati­nin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan başka belir­tecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldırama­yacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. "Sen sanki öğ­renmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek an­cak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.". (A'raf 87)

Diğer bir ayette de: "Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bu­lunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Allah şüphesiz bilen­dir, her şeyden haberdardır, buyurur. (Lokman 34)

Başka bir ayette de: Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O'na aittir. O'nun bilgisi dışında hiç bir ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz, ve do­ğurmaz. Onlara: "Bana koştuğunuz ortaklar nerde?"

diye seslendiği gün: "Sana, buna dair bizden hiç bir şa­hit olmadığını arzederiz." derler, buyurur. (Fussilet 47)

Diğer bir ayette de: "(Ey Peygamber) Sana son saati soruyorlar: "Ne zaman gelip çatacak?" Sen nerede, o-nun saatini söylemek nerede?! Onun son (bilgisi) Kab-bine aittir."(Naziat 42-44) [65]

 

Kur'an'ın Kıyamete Çok Önem Vermesi ve Bunun Hikmeti:

 

Kur'an kıyamete çok önem vermiş, birçok ayetlerde ahirete imam Allah'a inanmanın bir gereği saymıştır. Şöy­le buyuru 1 ur:

"Allah'a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapan­ların ecirleri Rablerinin kalındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara 62)

"İyi olan Allah'a ve ahirete inanandır." (Bakara177)

Bu önemin hikmeti: İnsanın ahiret gününe, diriltile-ceğine, hesaba çekileceğine, cennete veya cehenneme gi­receğine imanın asıl onun hayatının yönlenmesinde büyük tesiri vardır.

Böyle bir inanç, kişinin hayatının düzene girmesinde, Allah'tan korkmasında, iyilikler yapıp kötülüklerden ka­çınmasında faziletlerle bezenmesinde, dine zarar veren re­zilliklerden sıyrılmasında çok büyük rol oynar. Bu şekilde, her yönden düzgün fertlerin yetişmesine ve sağlıklı bir toplumun oluşmasında, büyük katkı sağlar. [66]

 

Ahiret Gününün Başlangıcı:

 

İsrafil adlı meleğin Allah'ın emri ile Sûra ilk üfürüğü üflemesiyle başlar.

Allah Teala şöyle buyurur: "Sûr'a üflenince, Al­lah'ın dilediği bir yana, göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp ölür." (Zümer 68)

Bu üfürüşden sonra ahiret günü, kainatın umumî deği­şikliğe uğramasıyla başlar. Bu şekilde gök parçalanır, yıl­dızlar saçılır, yeryüzü ufalanır, dağlar yumaşak kum yığını olur, umumî ölüm meydana gelir. Allah'ın diledikleri hariç göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp ölür.

Allah Teala bu durumu Kur'an'da şöyle beyan eder: "Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle de­ğiştirildiği, herşeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde..." (İbrahim 48)

Diğer bazı ayetlerde de şöyle buyurulur: "Güneş dü-rülüp ışığı kalmadığı zaman, yıldızlar düşüp söndüğü zaman; dağlar yürütüldüğü zaman; yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman; denizler kaynaştırıldığı zaman; canlar bedenlerle birleştirildiği zaman." (İnfitar 1-5)

"Sûr'a bir üfürüş üfürüldüğü yer ve dağlar kaldı­rılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar; gök yarılır, o gün düzeni bozulur." (Hakka 13-16) [67]

 

Ba's (Yeniden Dirilme):

 

İsrafil, Allah'ın emri ile sûra ikinci defa üfürür. Kur'an'da: Sonra sûra bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar," buyurulur. (Zümer 68)

İşte bu ikinci üfürüşten sonra ba's olur ki o, ölülerin dirilmesi ve kabirlerinden çıkmasından ibarettir. Kur'an'­da şöyle buyurulur: Sûr'a üflenince, kabirlerinden Rab-lerine koşarak çıkarlar. (Yasin 57)

Diğer birkaç ayette de şöyle böyruyur: Yer dehşetle sarsıldığı ve insanın: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; işte o gün, yer Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi ha­berlerini anlatır. O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük dönerler. Kim zerre ka­dar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kö­tülük yapmışsa onu görür. (Zelzele 1-8)

Gürültü kopacak olan, nedir o gürültü koparacak olan? O gürültü koparacak olanın ne olduğunu sen bi­lir misin? O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp dökü­len pervaneye dönecekler. Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler. (Karia 1-5)

Ba's, dünyada olduğu gibi insanın ruh ve cesed olarak iadesiyle olacaktır. Bu konudaki deliller şunlardır: Kur'ân, sünnet ve akl-ı selim, ba's'e inanmanın doğru olduğunu gösterir. Allah, Kur'an'da ba'si haber vermiş konuyla ilgili deliller getirmiş, birçok sûrelerde ba'sı inkar edenlere ce­vap vermiş ve bütün peygamberlerin kavimlerini ba's ile müjdelediklerini yahut korkuttuklarını ve ba'sı inkar ede­nin kafir olacağını beyan etmiştir. Allah Adem'e ve Hav­va'ya hitaben: "Birbirinize düşman olarak inin, siz yer­yüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Ora­da yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız." (A'raf 25) buyurdu.

Allah, Nuh (a.s.)'ın kavmine şöyle dediğini haber ve­rir: "Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür, ve yine oradan çıkarır." (Nuh 178)

İbrahim (a.s.)'in şöyle dediğini haber verir: "Herkes işlediğinin karşılığını görsün, diye zamanını gizli tuttu­ğu kıyamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve he-vasına uyan kimse seni ondan alı koymasın, yoksa he­lak olursun.". (Tâha 15, 16) buyurur.

Allah, Peygamberimize de ba'se yemin etmesini em­retmiştir.

İşte bir kaç ayet: "İnkâr edenler: "Kıyamet bize gel­meyecektir." dediler. Ey Muhammedi De ki: "Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbine and olsun ki o saat size muhakkak gelecektir.". (Sebe 3)

İnkar edenler, tekrar dirilmeyeceklerini ileri sü­renler. Ey Muhammedi De ki: "Evet, Rabbime and ol­sun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu, Allah'a kolaydır.". (Tebeğun 7)

Allah Kur'ân'da yeniden dirilmeyi isbat için, insanın ilk yaratılışının sonradan olan yaratılışa delil olduğunu, O'nun gücünün herşeye yeteceğini ve bedenleri eski hali­ne getirmenin de O'nun gücü dahilinde olduğunu beyan etmektedir.

İşte delillerden bazıları

a) Allah'ın şu sözü: "Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz?" derler. De ki: "İster taş veya demir ya da kalbinizde büyüttüğünüz başka bir yaratık olun, yine de dirilecek­siniz.". "Bizi tekrar kim diriltir?" derler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan.". Sana başlarını sallayarak: "Ne za­mandır bu?" derler. "Yakında olması mümkündür."de. Sizi çağırdığı gün, O'na hamdederek davetine uyar­sınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. (İsra 49,52)

Şimdi ayette geçen soru ve cevapları biraz incele­yelim:

Önce kafirler: "Biz kemik ve ufalanmış toprak oldu­ğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz?" dediler. Bu soruya cevaben şöyle denilmiş oldu: Şayet siz, sizi ya­ratan bir Rabbin olmadığını sanıyorsanız, taş, demir veya kalbinizde büyüttüğünüz ölümün yok edemeyeceği bir ya­ratık mı oldunuz?" Eğer siz: "Sonsuzluğu kabul etmeyen bir yaratığız." derseniz, sizi önceden yaratanla yeniden ya­ratılarak iadenize kim engel olabilir? Bu delilin başka bir yönü daha vardır. O da: Siz taş, demir veya bunlardan da­ha büyük bir yaratık olsanız bile Allah sizi yine Öldürerek hayatınıza son vermeye, bedenlerinize istediği gibi şekil vermeye, bir durumdan diğer bir duruma çevermeye gücü yeter. Böyle katı cisimlerde böylesine kolaylıkla tasarrufda bulunmaya Allah'dan başka kimin gücü yeter?

Sonra Kur'ân onların diğer bir sorusunu haber veriyor: "Bizim bedenlerimiz yok olup değiştikleri zaman bizi eski halimize kim iade edebilir?".

Şu sözle cevap verilmiştir: "De ki: Sizi ilk defa ya­ratan (Allah)". Bu delil de onları bağlayınca başka bir soruya geçerler: "Ne zaman olacaktır bu?" Onlara ce­vaben "yakında olması mümkündür." buyrulmuştur.

b) Bu konudaki diğer ayetler şunlardır: "(İnsan) ken­di yaratılışını unutarak bize bir misal verdi: "Şu çürü­müş kemikleri kim diriltecek?" dedi. (Ey Muhammed) De ki "Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her yaratmayı bilendir.". Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsınız. Gökleri ve yeri yaratan, kendi­lerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü O, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği za­man, O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, he­men olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir. (Yasin 76,83)

Dünyada insanlar içinde en iyi edip olan bir insan bile bu konuyu böyle güzel bir şekilde anlatamaz. Allah bu ko­nudaki deliline kafirin getirdiği bir soruyla başlayıp cevap da "Kendi yaratılışını unutur da" diyerek delilini kuv­vetlendiren şu sözüyle devam eder: "De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecektir.". Öldükden sonra dirilmeye, ilk yaratılışı delil olarak getirmektedir. Zira aklı yerinde olan herkes bilir ki ilk defa yaratmaya gücü yeten, ikinci defa diriltemeye de gücü yeter. Bu yeniden yaratma, yara­tıcının yaratılanlar üzerindeki gücünü ve onları yaratmada­ki her türlü bilgiyi bilmesini gerektirince ayete "O, her tür­lü yaratmayı bilendir" sözüyle devam etti. Birinci yaratışta her türlü bilgiye ve yeterli kudrete sahip olan Allah'ın ikinci yaratışta bu konularda aciz kalabileceği hiç düşünü­lebilir mi? Velev ki insan ufalanmış bir kemik bile olsu!

Bu ezici delilden sonra başka bir inkarcının: "Kemik ufalanınca onun yapısı soğuk ve kuru olur. Halbuki mad­delere canlılık veren sıcaklık ve yaşlılıktır. Bu nasıl diri­lir?" sorusuna cevap olarak "Yaş ağaçtan size ateş çıka­randır. Ondan ateş yakarsınız" buyurmuştur. Kuruluk ve sıcaklığın son noktasındaki ateşi, elementleri yaş ve soğuk olan bir varlıktan çıkarmaya gücü yeten, maddelerin birbi­rine ters olan yapı taşlarım kendine boyun eğdiren Allah'a,İnkarcının ileri sürdüğü gibi ufalanmış kemiğin canlandı­rılması hiç de zor gelmez. Sonra ayetlere şu anlayışı veren bir cümleyle devam eder: Her akıl sahibi bilir ki büyük iş­leri yapabilenler ufak işleri daha rahatlıkla yapabilirler. 200 kiloyu kaldırabilen 50 kiloyu çok daha rahat kaldırır. İşte ayet: "Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini (yeniden) yaratmaya kadir olamaz mı? Bu ayette Allah; çok büyük, azametli,büyük, geniş ve acaib olan yer ve gökleri yaratan Allah'ın ufalanmış kemiği ilk haline çevir­meye ve onu canlandırmaya daha rahatlıkla kadir olacağı­nı haber vermektedir. Nitekim başka bir ayette de: "Gök­leri ve yeri yaratmak insanları yaratmaktan daha bü­yük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Mü'min 57)

Ayetlerin devamında şöyle buyurur: Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini (yeniden) yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur, çünkü; O, yaratan ve bi­lendir. Allah bu ayette, yaratmasının hiçbir zorlukla aletle ve meşakkatle olmadığını, yaratmak istediği şeyi sadece irade-i seniyyesi ile yarattığını ve o şeye "Ol" demesiyle o şeyin irade buyurduğu şekilde olduğunu beyan etmektedir. Sonra bu konudaki delili herşeyin hükümranlığının elinde olduğunu haber vererek şu sözüyle bitiriyor: Siz de ancak O'na döneceksiniz.

"İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nûtfe (sperm) değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (rabbi onu) yarattı, ona şekil ver­di." (Kıyame 36-40)

Allah bu ayetlerdeki yeniden diriltme deliline insanın bir takım emir ve yasaklardan başı boş bırakılarak yaratıl-madiğini, Allah'ın insanı yaratma hikmetinin böyle olama­yacağını beyan ederek başlamıştır. Nitekim başka bir ayet­te: Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceği-nizi mi sandınız? (Hacc 5,7) buyurur.

Muhakkak ki meniyi pıhtılaşmış kana, sonra da bir parça ete nakleden sonra onda kulak ve göz yaratan, onda bir takım güçler ve duyu organları, kemik, faydalı azalar, sinirler yaratan, sonra bu yaratışını güzelleştirip kemale er­direcek şekilde çıkaran -ki bu şekil en güzel ve en tamam şekildir- Allah; o varlığı yeniden yaratmakta, ikinci defa i-cad etmekden nasıl aciz olur? O'nun hikmeti varlığın başı boş bırakılmasını nasıl gerektirir? Bu O'nun hikmetine ya­kışmaz. Buna gücü aciz de kalmaz. Şu veciz ve hayret ve­ren delile bak! Bundan daha iyi tasvir olamaz.

d) Ey İnsanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekte şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi toprakdan, sonra meniden, sonra pıhtılaş­mış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem et­ten yaratmişızdır. Dilediğinizi belli bir süreye kadar ra­himlerde tutarız, sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip ergenlik çağma varırsınız. Kiminiz öl­dürülür, kiminiz de ömrünün en son zamanına ulaştırı­lır ki, bilirken birşey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur, fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift ye­tiştirir. Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe götürme­yen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir. (Mü'minun 115)

Bu ayetlerde yeniden diriltilme ile ilgili delil olan bölünıün konusu şudur:

İnsanları topraktan yaratan, sonra onu bir yaratışta başka bir şekle sokarak rahimdeki hayatında çeşitli merha­lelerle yaratan, dünyada yaşatıp öldüren, yeri yaratan, o-nun üzerine yağmur yağdıran, çeşitli bitkileri yetiştiren U-lu Allah da insanı tekrar diriltmeye elbette kadirdir.

e)  Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık.. Sonra onu (bir damla) meni halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten ke­mikler yarattık, kemiklere et giydirdik. Sonra onu baş­ka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne Uludur! Sizler bütün bunlardan sonra ölürsünüz. Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz." (Mü'mi­nun 12-16)

f)  Kur'ân'ı Kerim'de Ashab-ı Kehf (mağaraya sığı­nanlarım mağarada 300 güneş veya 390 ay yılı süresince kalışını anlatan hikayede yeniden diriltilmeye delildir. Şöyle buyurulur: "Böylece, Allah'ın sözünün gerçek ol­duğu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceği­ni bilmeleri için, insanların onları bulmalarını sağla­dık." (Kehf; 21) [68]

 

Haşr

 

Haşr; bütün yaratıkların diriltildikten sonra mahşer meydanına doğru sevkolunmaları ve orada haklarında hü-küm verilmesini beklemek için toplanmalarıdır. İnsanlar yaratıldıktan sonra Allah; meleklere, yaratılanları mahşer meydanına doğru sevk etmelerini emreder.

O mahşer meydanı beyaz ve çiğnenmemiş bir toprak parçasıdır. İnsanlar o anda orada, dünyada ilk yaratıldıkları gibi çıplak, pabuçsuz ve sünnetsizdirler. Allah şöyle buyu­rur: "Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun. (Ma-ide 96)

Peygamberimiz de şöyle buyurur:

Kıyamet gününde insanlar beyaz ve çiğnenmemiş bir toprak parçası üzerinde toplanırlar. Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'den nakledilir: Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet gününde insan­lar çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak haşr olunur­lar." Ben de: "Ya Rasûlullahî İnsanlar birbirlerine ba­kar halde mi?" diye sordum. Rasûlullah: "Ya Aişe! Haşr işi çok güçtür. İnsanların birbirlerine bakmaları­na müsait değildir." buyurdu. (Müslim 18/383)

Mahşer yerinde insanlar, haklarında hüküm verilmeyi beklerken birçok zorluklar içinde kalacaklardır. Müs­lim'de Mikdad b. Esvedden naklolunan bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Kıyamet günü güneş halka yakmlaştırıhr da nihayet güneş insanlara bir mîl miktarı kadar olur. Artık insanlar amellerinin miktarına göre ter içinde olurlar. Kimi topuklarına ka­dar, kimi dizlerine kadar, kimi kalçalarına kadar ter içinde olurlar. Ter, kiminin de tâ ağzına kadar bürüyüp onu tam manasıyla gemler.". Ravi: Rasûlullah eliyle kendi ağzına (terin yükselişini) işaret edip gösterdi, de­miştir." (Müslim, Cennet 62)

İşte bu esnada bazı insanlar Allah'ın gölgesi altında olurlar.Bu kişiler hakkında Buhari ve Müslim'de Ebu Hu-reyre'deii şu hadis nakledilmiştir: Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları, arşın gölgesinden başka gölge olmayan kıyamet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır. Bunlar: Âdil i-mam (yani devlet başkanı), Allah'ına ibadet ederek te­miz bir hayat içerisinde serpilip büyüyen genç, gönlü nıescidlere bağlı olan kimse, Allah için birbirini seven ve bu mahabbetle bir araya gelip, bu sevgi ile ayrılan i-ki kişi, güzel ve içtimaî mevkii yüksek bir kadın tara­fından davet edilipde kadın kendisini ona arz ettiğinde: Ben Allah'dan korkarım, diyen kişi, sağ elinin verdiği­ni sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kim­se, tenhada. Allah'ı zikredip gözleri yaş döken kimse­dir. (Müslim, Zekat 91) [69]

 

Şefaat

 

Şefaatten maksat, Allah'ın ahirette insanların kurtulu­şunu istemesidir ki bu kabul olacak bir dua çeşididir. Şefa­atin birinci mertebesi şefaat-ı uzmâ denen büyük şefattır. Bu, ancak bizim peygamberimiz için olacaktır. Kıyamet gününde peygamberimiz, insanların mahşer yerindeki kor­kularından kurtularak rahatlamaları için Allah'tan mahlu-kat hakkında hüküm vermesini ister. Allah da bu isteğe icabet eder. İşte o zaman gelmiş geçmiş bütün insanlar peygamberimize imrenip ve böylece peygamberimizin bü­tün alemlerden üstün olduğu ortaya çıkar ki işte bu makam"Ey Muhammedi Geceleyin uyanıp, yalnız sana mah­sus olarak fazladan namaz kıl. Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir." (İsra 79) Ayetinde ge­çen ve peygamberimize vaad olunan makam-ı Mah-mud'tur.

Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre'den nakledilen: "Kıyamet gününde bazı insanlar bir takım peygamber­lere münacaat ederler, onlar da onlara özür beyan edip peygamberimize gitmelerini işaret ederler. Böylece on­lar peygamberimize gelecek: "Ey Muhammedi Sen Al­lah'ın Kabulü, peygamberdin sonuncusunun. Allah si­nin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Lütfen hakkımızda Rabbinden şefaat iste. Ne acıklı du­rumda olduğumuzu görmüyor musun?" derler. Pey­gamberimiz buyurdu: Bunun üzerine hemen ben gidip arşın altına varır ve Rabbime secde ederek kapanırım. Sonra secdemde, Allah bana kendisine yapılacak hamdlerinden ve en güzel övgüsünden öyle bir mana açar ve ilham eder ki, şimdiye kadar onu benden önce hiçbir peygambere feth ve ilham etmemiştir. Sonra Al­lah tarafından: "Ya Muhammedi Başını kaldır, iste sa­na verilir... (Müslim, İman 327) buyurulur.

Tirmizi'de Ebu Hureyre'den naklen: Peygamberimiz, "Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir" ayetindeki övülecek makamdan sorulur ve cevaben: "O şe­faattir." buyurur.

Buhari de Cabir b. Abdullah'tan naklen Peygamberi­miz şöyle buyurdu: "Ezanı işittiğinde her kim (bu ezan duasını) derse kıyamet gününde benim şefaatim ona ulaşır. "Ey şu tam davetin ve kılınmak üzere bulunan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e vesileyi, fazileti ihsan et! Bir de kendisine vaad ettiğin Makam-ı ^ahmud'u verip oraya vardır." (Müslim Salat 11) [70]

 

Kıyamet gününde Peygamberimizin çeşitli şefaatleri olacaktır ki bunlar:

1) Bir takım kişilerin sorgusuz-sualsiz cennete girme­leri hakkındaki şefaati. Burada Ukâşe b. Muhsan'm hadisi güzel bir delildir. Peygamberimizin onun hakkında, sorgu-suz-sualsiz cennete girecek ilk yetmiş bin kişiden olması için dua etmiştir. Hadis Buhari ve Müslim'de mevcuttur.

2)  Peygamberimiz, sevapları ve günahları eşit olan bir takım insanlara şefaat edecek ve onlar da bu sayede cennete gireceklerdir.

3)  Peygamberimiz, ümmetinden büyük günah işleyip de dünyada tevbe etmemiş insanlara şefaat edecektir. Bu kişiler Allah'ın takdir ettiği bir süre kadar cehennemde kaldıktan sonra peygamberimizin şefaatıyla cehennemden çıkacaklar ve cennete gireceklerdir.

Kıyamet gününde başka peygamber ve Allah dostları­nın da çeşitli şekillerde şefaatleri olacaktır. Allah'u Tealâ şöyle buyurur: O'nun izni olmadan katından şefaat ede­cek kimdir? (Bakara 255)

Diğer bir ayette: Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kim­seden başkasına şefaat edemezler. (Enbiya 28) buyrulur.

Başka bir ayette de: Rahman'ın katında bir ahd al­mamış olandan başkası asla şefaatte bulunamayacak­tır. (Meryem 87) buyurulur.

İşte ayetler lafızları ve mânâları şefaatin bulunduğunu göstermektedir. [71]

 

Sünnette de bu konuda deliller

 

İbn-i Mace'de Peygamberimiz şöyle buyurur: "Kıya­met gününde üç grup insan şefaat ederler, önce Pey­gamberler, sonra âlimler ve sonra şehitler." Ebu Da-vud'da da Peygamberimiz şöyle buyurur: "Bir şehid, ya­kınlarından yetmiş kişiye şefaat edecektir."

Her halükârda şefaatin üç kuralı vardır:

1)  Allah'ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. Yüce Allah şöyle buyurur: "O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?"

2) Şefaat, ilahi adalet gereği ancak Allah'ın kendisin­den razı olduğu kişilere olacaktır. Yüce Allah: "Onlar Al­lah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat ede­mezler." buyurur.

3) Şirk ve küfür üzere ölen hiçbir kimseye şefaat edil­meyecektir. Zira Allah Teala, bu kimselerin ebedî cehen­nemde kalacaklarını kesin olarak beyan etmiştir. Ayette: "Kitab ehlinden ve puta tapanlardan inkar edenler, şübhesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşinde­dirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler." (Bey-yine

Başka bir ayette de: "Allah; kendisine ortak koşma­yı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine ba­ğışlar." (Nisa 48) buyurularak müşriklerin asla affedilme­yeceklerini beyan etmiştir.

Burada şu da kaydedilmeye değer ki bütün işlerde hü­kümranlık Allah'a aittir. Ayette: Buyruğun tamamı Al­lah'adır. (Al-i İmran 154) buyurulmuştur.

Diğer bir ayette de: Allah'ın işiyle senin bir ilişiğin yoktur, (Al-i îmran 128) buyrulmuştur.

Bundan dolayı kul, şefaat konusunda bütün ümitleri Allah'a bağlamalı, şefaatin tamamı Allah'a ait olduğundan şefaati Allah'a bağlamalı, şefaatin tamamı Allah'a ait ol­duğundan şefaati Allah'tan istemelidir. Kur'ân'da: "Bü­tün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır." (Zümer 44) buyru-lur.

Allah Teala; O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir (Bakara 25-5) ve onlar Allah'ın hoşnut olmadığı bir kimseye şefaat edemezler. (Enbiya 25) bu­yurmuştur.

Allah, ilâhi adaletinin gereği ancak afva müstehak olan kişilere şefaat edilmesine razı olur. Bu şekilde şefaat edenin Allah katındaki derecesinin ve değerinin ortaya çıkmasına da sebeb olur. İşin bu şekilde oluşu, hiçbir kim­seyi mükellef olduğu iman ve ameli salihi işleme konusun­da bir gevşekliğe götürmemelidir.

Nitekim aynı şekilde bu durum insanın kendisini "Orada şefaat edenler var." diyerek günahlarına dalmasına da sebep olmamalıdır. Bu kişilerin ümitlerini kesmek için Allah Teala şöyle buyurur: "Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitab ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ne de yardımcı bulur. Erkek veya kadın, mü'min olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete gi­rerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez. İyilik ya­parak kendisim Allah'a teslim edip, hakka yönelen İb­rahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? (Nisa, 123,125)

Müslim'de geçen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyuruyor: Ey Abdi Menaf oğulları! Sizin için Allah canibinden hiçbir şeye malik değilim. Ey Rasûlullah'ın amcası Abbas! Senin içinde Allah canibinden (size gelebi­lecek biz cezayı kaldırmada) hiçbir şeye malik değilim." (Müslim, İman 1/ 148) [72]

 

Arz Ve Hesap

 

Allah, kıyamet gününde insanlara dünya hayatında yaptıkları şeylere göre karşılıklarını verecektir. Şöyle buy-rulur: "O güny Allah onlara kesinleşmiş cezalarını vere­cektir. Allah'ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir." (Nur 25)

Diğer bir ayette: "Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir. Ortaya bir kötülük koyan ise ancak mis­liyle cezalandırıhrp, onlara haksızlık yapılmaz. (En'am 160) buyurulur. Başka bir ayette de: "Allah'a döneceğiniz ve sonra haksızlığa uğramadan herkesin kazancının eksiksiz verileceği günden korkunuz." (Bakara 281) bu­yurulur.

Ebu Zerr'den naklen bir hadis-i kutside Peygamberi­miz şöyle buyurur: "Ey kullarım! Sadece sizin amelleri-nizdir ki ben, olanı sizin için sayar, size karşı korur, saklar, sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır bulursa hemen Allah'a hamdetsin. Her kim bundan başkasını bulursa ancak kendi nefsini kötülesin." (Müslim-Birr 55)

Amellerinde karşılıkları, adil bir sorgulamadan sonra olacaktır. O gün insanlar Rabblerine arz olunurlar ve kendi amel defterlerini okuyarak yaptıkları işleri öğrenmiş olur­lar. Arz hakkında Allah Teala şöyle buyurur: "İşte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır; o gün düzen bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbi-nin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey İn­sanlar! O gün siz huzura alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz." (Hakka 15-18)

Başka bir ayette de: "Dizi dizi Rabbine sunuldukla­rında onlara; and olsun ki.sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz." buyrulur. (Kehf 48)

Amel defterleri ve insanın onu okuması hakkında da şöyle buyurulur: Her insanın boynuna, işlediklerini do­larız ve kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çı­karırız. "Kitabını oku, bugün, hesap görücü olarak sa­na nefsin yeter." (İsra)

Diğer ayetlerde de şöylebuyurulur: "Yeryüzü Rabbi-nin nuruyla aydınlanır, kitab açılır, Peygamberler ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, arala­rında adaletle hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esasen Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya var­dıklarında kapıları açılır, bekçileri onlara: "Size içiniz­den Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşaca­ğınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?" derler. Onlar: "Evet geldi." derler. Lakin azab sözü inkarcıla­rın aleyhine gerçekleşir. Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin, böbürlenenlerin dura­ğı ne kötüdür!" denir. Rabblerine karşı gelmekten sa-kınanlar,bölük bölük cennete götürülürler. Oraya va­rıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selâm si­ze, hoş geldiniz- Temelli olarak burayagirin." derler. Onlar: "Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere varis kılan Allah'a hamd olsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler. Melekleri, arşın etrafını çevirmiş oldukları hal­de, Rabblerini hamd ile överken görürsün.Artık insan­ların aralarında adaletle hükümolunmuştur. "Övgü âlemlerin Rabbi olan Allah içindir." denir. (Zümer 69-75)

Başka bir ayette de şöyle buyurulur: Amel defteri ortaya konunca, suçluların,onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün. "Vah bize, eyvah bize! Bu def­ter nasıl olmuş da küçük büyük birşey bırakmadan hepsini saymış!" derler.İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez. (Kehf 49)

Diğer birkaç ayette de şöyle buyurulur: Ey İnsanoğ­lu! Sen Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp çabalar-sın,sonunda O'nakavuşacaksın. Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çe­kilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner. Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse: "Mahvoldum." diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer. Çünkü O, dünyada, adamlarının yanında zevk içindeydi. Zira o, bir daha dirilip dönmeyeceğini san­mıştı. Bilinki, Rabbi onu şüphesiz görmekteydi." (İnşi-rak 6-15) "Amel defterleri açıldığı zaman." (Tekvir 10)

İşte bu amel defterleri veya kitablari insanın dünyada işlediği iyi veya kötü şeyleri meleklerin yazmasıyla bir araya gelir. Bu konudaki ayetlerde şöyle buyurulur: "Sa­ğında ve solunda,onunla beraber oturan iki alıcı yanın­da hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zabte-derler. (3) Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize ko-nuşuyor.Biz yaptıklarınızı şüphesiz birbir kaydediyor­duk. (Casiye: 29) Oysa,yaptıklarınızı bilen, değerli ya­zıcılar sizi gözetlemektedirler," (İnfitar: 10-12)

Allah kullarını amellerine, sözlerine ve itikadlanna göre kıyamet gününde hesaba çekecektir. Hesaba çekme-konusunda Allah'u Tealâ şöyle buyurur: "İşte bu hesap günü için, size söz verilenlerdir." (Sâd 53)

Diğer bir ayette şöyle buyurulur: "Doğrusu Allah yo­lundan sapanlara, onlara bu hesap gününü unutmala­rına karşılık büyük azab vardır." (Sâd: 26)

Başka bir ayette de şöyle buyurur: "İçinizdekİni açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder." (Ba­kara: 284)

Allah'u Tealâ kıyamet gününde insanların hepsini bir­den, herhangi bir vasıta olmaksızın hızlı bir şekilde hesaba çekecektir. Bu konuda şöyle buyurur: Bu gün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bu gün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir. (Gafir: 17)

Buhari, Müslim ve Tirmizî'de Adiyy b.Hatem'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyuru­yor: "Sizlerden her bir kimseyle Allah Tealâ (kıyamet gününde) muhakkak konuşacaktır. Öyle ki; Allah ile kendisi arasında hiçbir tercüman bulunmaz. Bu halde o kimse sağ tarafına bakar, gönderdiği amellerden başka hiçbir şey göremez. Sol tarafına bakar, önceden işleyip gönderdiği amellerden başkasını göremez. Önüne ba­kar, yüzünün karşısında ateşten başka birşey göremez. Binaenaleyh sizler, bir tek hurmanın yarısı ile de olsa (tasadduk ederek) ateşten korunun." (Müslim: Zekat 67)

herlerini anlatacaktır." ayetini okuyup, sonra: Yerin haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz? diyesorar. Ashab da: Allah ve elçisi daha iyi bilir, derler. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yerin haberleri,kendi üzerinde iş­lenen amellere, kulun ve ümmetin aleyhine şahidlikyap-ması, "şu gün şunu yaptı, bugün bunu yaptı." demesi-dir. İşte yerin haberleri bunlardır. (Tirmizi: Kıyamet)

Kıyamet gününde insanın organları da dünyada yapı­lan işler hakkında şehadette bulunur. Allah Teala şöyle bu­yuruyor: "Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış ol­duklarına şahitlik ettikleri gün, onlar,büyük azaba uğ­rayacaklardır. O gün Allah onlara, kesinleşmiş cezala­rını verecektir. Allah'ın apaçık Hak olduğunu bilecek­lerdir." (Nur: 24-25)

Diğer bir kaç ayette de şöyle buyurulur: "Allah'ın düşmanları o gün cehenneme sürülürler. Hepsi bir ara­dadırlar. Sonra oraya varınca, kulakları, gözleri ve de­rileri, yaptıkları hakkında, onların aleyhinde şahitlik ederler. Derilerine: "Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?" derler. "Bizi, herşeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O'dur. Ve O'na döndürülüyorsunuz." ce­vabını verirler. Siz, gözleriniz, kulaklarınız ve derilerini­zin aleyhinize şahitlik edeceğinden korkarak günah işle­mekten çekinmiyordunuz. Hayır! Siz yaptıklarınızın ço­ğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz. (Fusulet: 19-22)

Kıyamet gününde hesaba çekilme konusunda insanla­rın durumları birbirinden farklıdır. Onlardan bazılarının amel defterleri sağ elinden verilir ve kolay bir şekilde he­saba çekilir. Bu şu şekilde olur: İnsan dünyada yaptığı iş­leri Allah'a arzeder, Allah da onun yaptığı kötülükleri görür. Fakat Allah'tan başka hiç bir kimse o kötülükleri bil­mez. Sonra Allah,amel defterindeki kötülükleri rahmeti ile Örter ve af'eder. Ona azab etmez ve o kişide Cennete gire­rek kurtulanlardan olur. Bu konuda Allah Teala şöyle bu­yuruyor:

"Kitabı sağ elinden verilen alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplaşma ile karşılaşacağımı umuyor­dum." der. Artık o, meyveleri sarkmış, yüksek bir bah­çede, hoş bir yaşayış içindedir. (Hakka: 19-23)

Diğer ayetlerde de şöyle buyurulur: Ama tartılanı ağır gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır. (Kana: 6-7)

Bir gün Abdullah b. Ömer'e: "Râsulullah'ı NECVÂ hakkında söz söylerken nasıl işittin?" diye sordular. İbn-i Ömer de dedi ki: "Ben Rasûlullah'dan işittim şöyle buyu-ruyordu: "Mü'min kıyamet gününde Azız ve Celîl olan Rabbine yaklaştırılır. Hatta Allah onun üzerine şefkat kanadını koyar da (gizlice) ona bütün günahlarını söy­ler, Rabbi kuluna: "Sen şu günahı tanıyor musun? der. Kul: Ey Rabbim! Tanıyorum, diye ikrar eder. Allah (Ey kulum!) Ben senin aleyhindeki bu günahları dün­yada iken halktan gizledim. Bu gün de senin lehine bunları affediyorum, buyurur. Daha sonra mü'mine iyiliklerinin yazılı olduğu sayfa verilir. Kafirlere ve mü­nafıklara gelince onlar, birçok halkın gözleri önünde "Bunlar... Allah'a karşı yalan söyleyen kimselerdir" di­ye çağırılıp ilân edilirler." (Müslim Tevbe/ 52)

Kıyamet gününde bazı insanlara da amel defterleri so­lundan veya arkalarından verilir. Bu kişiler çok zor bir he­saba çekilirler. Öyle ki her küçük ve büyük günahın hesa­bım verirler. Bu kişiler için hiçbir özür kabul edilmez.

Sonra da bunlar diğerleri gibi helak olurlar.

Bu konuda Allah Teala şöyle buyurur: "Fakat kitabı solundan verilen kimse: "Kitabım keşke bana verilme-seydi! Keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Bu iş keşke son bulmuş olsaydı! Malım bana fayda verme­di, gücüm de kalmadı." der. İlgililere şöyle buyurulur: "Onu ahn,bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın.". (Hak­ka: 25-31)

Diğer ayetlerde de şöyle buyurulur: "Ama amel def­teri arkasından verilen kimse: "Mahvoldum." diye ba­ğırır. Ve çılgın alevli cehenneme girer." (İnşikak: 10-12) "Tartıları hafif gelenler ise, onların yeri bir çukur­dur. O çukurun ne olduğnu sen bilir misin? O kızgın bir ateştir." (Karia: 8-11)

Burada şunu da belirtelim ki Peygamberimizin üm­metinden olan bir grup irisan, cennete hiç hesaba çekilme­den ve en küçük bir azabı tatmadan gireceklerdir. Bu ko­nuda Müslim'de Ebu Hureyre'den naklen şu hadis vardır: Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Ümmetimden yetmişbin kişi cennete hiç hesaba çekilmeden girecektir." (Müs­lim: İman/ 370) [73]

 

Peygamberimizin Kevser Havuzu

 

Kıyamet gününde Peygamberimizin bir havuzu oldu­ğu konusundaki hadisler, tevatür derecesine ulaşmaktadır. Bu konuda otuz küsur sahabi rivayette bulunmuştur. Ha­vuz hakkında rivayet edilen hadisler özetle şu şekilde ol­duğu anlaşılmaktadır. Bu büyük bir havuz olup cennet ne­hirlerinden bir nehir ile dolmaktadır. Sütten daha beyaz olup, kardan daha soğuk, baldan daha tatlı, miskden daha güzel kokuludur.

Bu havuz, çok geniş olduğundan herbir köşesinden diğeri, biraylık yol mesafesindedir.Bazı hadislerde bu ha­vuzdan bir kere içen kişinin bir daha ebedi olarak susama-yacağı belirtilir. Kendisini hiçbir şeyin aciz bırakamayaca­ğı ulu yaratıcı Allah'ı (cc) her türlü noksanlıktan tenzih ederiz.

Peygamberimizin havuzu hakkında gelen hadislerden bazıları şunlardır: Buhari ve Müslim'de Sehl b. Saâd'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ben Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Bana uğrayan kimse ondan içer. Ondan içince de asla susa-maz. Bir takım topluluklar bana gelecekler ki ben on­ları tanınm,onlarda beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına girilir. (Onlara engel olunur.). Ben; "Onlar be­nim ashabımdır." derim. Bana: "Onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? denilir. Bunun üzeri­ne ben de: "Benden sonra dinini değiştirenler (havuz­dan) uzak olsunlar" derim. (Müslim Fazail/ 29)

Buhari ve Müslim'de de Abdullah b. Ömer'den nak­ledilen bir hadisde Peygamberimiz şöyle buyurur: "Benim havuzumun bir kenarı bir aylık yoldur. (Havuzu mçok geniştir.). Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskden da­ha güzel, kadehleri de gökteki yıldızlardan daha çok­tur. Ondan bir kere içen bir daha ebediyen susamaz. "(Tirmizi: Kıyamet/ 14-15)

Yine sahih hadislerde belirtilmiştir ki, her Peygambe­rin bir havuzu olacak ve oradan ümmetine mahşerden son­ra su içirecektir. Peygamberimizin havuzu ise diğer pey­gamberlerin havuzlarına göre en büyüğü, en tatlısı, ve ge-leni de en çok olacak olan havuzdur. Havuz, mizandan Ön­cedir. [74]

 

Mizan

 

Bu konuda İslâm alimleri şöyle demişlerdir: Hesaba-çekme işi bitince amellerin tartılması işi başlar. Çünkü tar­tı, hesaba çekildikten sonra olması gerekir. Hesaba çekil­mek, amelleri değerlendirmek içindir. Tartı ise, amellerin miktarını ortaya koymak içindir. Ki bu şekilde amellerin karşılığı tam olarak ortaya çıksın. Amellerin tartılması, peygamberler, melekler ve cennete hesapsız girenler hak­kında yoktur. Kur'ân'da tartı hakkındaki bazı ayetler:

Bu konuda şöyle buyurulur: "Kıyamet günü doğru teraziler kurarız, hiçbir kimse hiçbir haksızhğauğratıl-maz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya ko­yarız. Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya: 47)

Diğer bir ayette de şöyle buyurulur: "Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır. Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde temellidirler." (Müminun: 102-103)

Başka bir ayette de şöyle buyurulur: "Ama sevab tar­tıları ağır gelen kimse, hoş bir hayat içinde olacak-tır.Tartıları hafif gelenler ise, onların yeri bir çukur­dur. O çukurun ne olduğunu sen bilir misin? O, kızgın bir ateştir." (Karia: 6-11)

Hadisi şeriflerden anlaşıldığına göre amellerin tartıl-dığı tartının gözle görülür iki kefesi olacaktır. Allah'û Te-alâ insanların amellerini ağırlıkları olan cisimlere çevirecek, iyilikleri bir kefeye, kötülükleri de diğer bir kefeye koyacaktır.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir. Aîlah'û Tealâ in­sanların amellerinin sayısını ve şeklini iyi bildiği halde tar­tıya ne gerek vardır? Bu konuda şöyle cevap verilir:

1) Amellerin mizanda tartılmasına Allah'ın bir ihtiya­cı olmadığı açıkça bellidir. Fakat Allah'ın adeti,dünya ha­yatında insan işlerinin yürütülmesi sebeb sonuç ilişkilerine göre olduğu gibi yeniden yaratılıştan sonra meydana gelen olaylarda da birtakım kurallara göre olayların cereyanını ilahî hikmet gerekli kılmıştır. Bu şekildeki bir olaylar zin­ciriyle insan aklına düşünmekte ve hayal ettiği şeyi anla­ması da mümkün olmaktadır.

2) İnsanların itibari görünümde olan amellerinin görü­nen bir cisim haline getirilmesi mizanın ortaya konması ve amellerin orada tartılmasında insanlara, ikinci hayatın an­lamının, dünya hayatının aynen yansıması olduğunu beyan vardır. Nitekim hasad mevsimi de tohumlama ve toprağı sürme döneminin aynen yansımasıdır. Bu manayı insan oğlunun tambir şekilde anlayabilmesi için olayların bu şe­kilde cereyanı gereklidir.

Şayet böyle olmasa da; insana Allahû Tealâ'nın kendi ilminde olduğu şekilde insanları dünyada yaptığı işlere gö­re mükafatlandıracağı veya cezalandıracağı söylense ve in­sanoğlu da kendi amellerini görmeden ve kendisine bunlar hatırlatılmadan bu türlü mükafata nail olsa veya cezaya çarptırılsa bu mana ortaya çıkmaz. İşte bu şekilde amelle­rin ortaya konulması insanın kendi gözleriyle kendi yap­tıklarının neticesini âhiret gününde görüp anlaması ve mu­kayese etmesi içindir. Bundan dolayı Allah'ın hikmeti ameller için gözle görülür bir mizanın ortaya konulmasını ve bu amellerin bizzat veya amel defterleride gözle görü­lür bir hale getirilmesini gerekli kılmıştır. Hatta insanın azaları bile kendileriyle yapılan günahları ifade edeccek-lerdir. Belki amellerin kendileri de hakiki bir adalet ile ko­nuşacaklardır. Ve bu şekilde dünya hayatının sonuçlan kı­yamet gününde insanın gözleri önüne serilecektir. [75]

 

Sırat

 

Sırat; lugatta "açık yol" demektir. Geçen insanı yut­tuğu için bu isim kendisine verilmiştir. Şeriatte ise sırat; "cehennemin üzerine uzatılmış bir köprüdür." Mahşer ye­rinden ayrılıp ameller tartıldıktan sonra insanlar oradan geçeceklerdir. Cennet ehli olanlar cennete yönelerek köp­rünün üzerinden geçecekler. Cehennem ehli de geçemeye-rek cehenneme düşeceklerdir.

Bu konuda Kur'ân'da ve hadislerde birçok deliller vardır. Önce Kûr'an'da ayetlere bakalım. Allah şöyle bu­yurur: "O zalimleri cehennem yoluna koyun. Onları durdurun, çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." (Saffat: 13-24)

Sırat köprüsü ve oradan geniş hakkında birtakım sa­hih hadislerde rivayet edilmiştir. Buharı ve Müslim'de Ebu Hureyre'den şöyle bir hadis nakledilir: "Birtakım insan­lar Rabbimizi görür müyüz? diye sordular. Rasûlullah: "Bedir olduğugece görmek hususunda itişip kakı-şır,birbirinize zarar verir misiniz?" buyurdu. Ashab da: "Hayır, ya Rasûlullah" dediler. Tekrar, "önünde hiçbir bulut yokken ayı görmek için birbirinize zarar verir misiniz?" diye sordu. "Hayır, Ya Rasûlullah" dediler.

Peygamberimiz: "İşte sizler Allah'ı böyle göreceksi­niz," buyurur. Hadisin devamında Peygamberimiz: "Cehennemde sırat (yani köprü) kurulur. Ümmetimle beraber onun üzerinden geçenlerin ilki ben olurum. O gün Peygamberden başka hiçbir kimse konuşamaz. Peygamberlerin de o günkü duaları: "Ya Allah! Sela­met ver, selamet ver (den ibaret) olur.". Cehennemde sâdânı hiç gördünüz mü? Evet, ya Rasûlullah, dediler.

Rasûlullah: İşte o çengeller sâdân dikenleri gibidir. Ancak şu varki ne kadar büyük olduklarını yalnız Al­lah bilir. İşte bunlar insanları kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar. İnsanlardan kimi ameli sayesinde mümin kalabilen kimi de cezalanmış olandır. Sonra kurtuluşa ulaştırılır. (Müslim İman/ 299)

Sırat köprüsü üzerinden bütün insanlar geçecektir. Peygamberler, Allah'ın dostları, cennete hesaba çekilme­den giren müminler, kafirler de geçeceklerdir. Dünyada Allah'ın doğru yolu üzere yani hak dini üzere yaşayanlar ahirette sırat köprüsü üzerinden de dümdüz geçeceklerdir.

Bu konuda İmam Gazali şöyle der: "Dünyada doğru yol üzere ibadetlerini yapanlar ahiretteki sırattan da hafif­çe geçerler ve kurtuluşa ererler. Dünyadaki doğrulukdan yüz çevirenler ve isyan ederek sırtlarına günah yükünü yüklenenler sıratı ilk adım attıklarında ayakları kayıp bir­den sıçrarlar ve o anda korkudan düşünceye dalarlar.

Sırat ve cehennemi görünce kulağına cehennemin şid­detli gürültüsü gelir. Fakat insan bu zayıf haliyle kalbinde­ki korku, ayağındaki titreme, sırtındaki ağır yüklerle sırat üzerinde yürümekle mükelleftir. Bu şekilde bir insan yer­yüzünde bile yürüyemezken sırat üzerinde nasıl yürüsün. İşte bu şekilde olan bir insan sırat üzerinde yürürken kor­kudan sağa ve sola sendeleyerek cehenneme düşenlerin bağlaşmalarını işitecektir.

Bu sırada Peygamberimiz şöyle diyecektir: "Ya Rab-bi! Selamet ver, esenlik ve kurtuluş ver." Birçok insan sı­rattan cehenneme düşeceğinden cehennemin içlerinden çe­şitli pişmanlık sesleri yükselecektir. O anda insan şöyle di­yecektir: İşte korktuğum başıma geldi. Ne olaydı dünyada iken ahirete iyi ameller gönderseydim. Peygamberlerin ge­tirdiği dini kendime rehber edinseydim. Fakat kötü insan­ları dost edinmeseydim. Hatta keşke toprak olsaydım. Unutulmuş bir varlık olsaydım. Keşke annem beni hiç do-ğurmasıydı.

O an insan için çok dehşetlidir. Akıllı bir insanın bu tehlikeleri şimdiden düşünerek tedbir alması gerekir. İna­nan kimsenin yapacağı budur. Ama manmayan kimse için cehenneme gitmekten başka bir çözüm yoktur. Mümin bir kimsenin bunlardan gafil olması düşünülemez. Böyle bir ahirete hazırlık yapmakta insan gevşek davranamaz. Allah rızasını isteme konusunda insanın imanı kişiye bir güç ver­miyorsa bundan daha büyük bir hüsranda olamaz. O ger­çek iman ki kişiyi Allah'a boyun eğmeye yöneltmeli, gü­nahlardan kaçmdırmalıdır. (İhya: 4/ 542)

İnsanların dünyadaki amellerine göre sırat köprüsü üzerinden geçiş de değişik olacaktır. Bu değişikliği belir­ten bazı sahih hadisler rivayet edilmiştir. Bu hadislerde; bazı insanların, göz açıp kapayıncaya kadar, bazı insanla­rın, şimşek gibi,bazı insanların yıldızların süzülmesi gibi, bazılarının rüzgar gibi, bazılarının koşan bir at gibi, bazıla­rının insanın koşması gibi, bazılarının yürüyerek,bazıları emekleyerek, bazıları sürünerek, bazıları da geçerken eli ayağı yara bere içinde kalarak, bazılarına cehennem ateşi İsabet ederek geçeceklerdir. İnsanlardan bazılarını da ce­hennem çekecek ve onlar cehenneme düşeceklerdir.

Köprünün üzerinde insanları cehenneme çekmeye ça­lışan kancalar ve pençeler vardır. Bunlardan insanı ancak amelleri koruyacaktır. İnsanlardan bazıları bu şekilde sıratı geçerek cennete ulaşacaklardır. Bunlar dünyada güzel ameller işleyen kimselerdir. Bazıları da cehenneme düşe­rek oradan cezalarının karşılığı süresince yandıktan sonra cennete gideceklerdir.

Fakat kafirler ve münafıklar cehennemde devamlı olarak kalacaklardır. Burada şunu da söyleyelim ki sırat köprüsünden geçen müminin önünde bir nur (ışık) olacak­tır.

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur: "İnanmış er­kek ve kadınlara, defterleri sağdan verilmiş ve nurları önünde olarak giderken gördüğün gün onlara şöyle de­necektir: "Müjde! Bugün içlerinden ırmaklar akan, iç­lerinde temelli kalacağınız cennetler sizindir.". İşte bu,büyük kurtuluştur. İki yüzlü erkek ve kadınlar, mü­minlere: "Bizi de gözetin, nurunuzdan faydalanalım." dedikleri gün, onlara: "Ardınıza dönünde nur arayın." denir. İnananlarla münafıklar arasına, kapının içinde rahmet ve dışında azab olan SÛR çekilir. Münafıklar inananlara: "Biz sizinle beraber değil miydik" diye ses­lenirler. Onlar: "Evet öyle fakat sizler kendinizi aldat-tınız.Bize pusu kurdunuz. Allah'ın buyruğu gelene kadar dinde şübheye düştünüz. Sizi kuruntular aldattı. Sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı. Bugün sizlerden ve inkar edenlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer ateştir, layık olduğunuz yer orasıdır. Ne kötü bir dönüştür. (Hadid: 12-15)

İbn-i Kesir bu ayetlerin tefsirinde şöyle der: "Allah buayetlerde kıyamet günündeki müminlere haber verirken, onların amellerine göre Önlerinde yürüyen bir nurları ola­cağını beyan etmektedir. Nitekim Abdullah b. Mesud da: "Onların nurları önlerinde yürür." ayeti hakkında "in­sanlar sırat köprüsünden geçerken amellerine göre önlerin­de nurları olacaktır. Bazılarının nuru dağ gibi, bazılarının­ki hurma ağacı gibi, bazılarınınki ayakta duran bir adam gibi olacaktır. En az nuru olanın ise bir pamuk kadar nuru olacak, bazen yanıp bazen sönecektir. Müminlerin nuru kendileriyle sırat köprüsünü geçerken önlerini aydınlata­rak yardımcı olacaktır." [76]

 

Cennet ve Cehennem

 

Cennet ve cehennem yaratılmışlardır. Ve hiç yok ol­mayacaklardır. Allah onları mahlukatı yaratmadan önce yaratmıştır. Ve şu anda onlar mevcutturlar. Allah onları, sevap ve ceza sahipleri için hazırlamıştır. İnsan hayatı bu ikisinden birine varacaktır. İşte bu enson ve devamlı bir akıbettir ki bundan sonra başka bir âkibet yoktur. Cennet ve cehennem hakiki olarak maddidirler. Cennetin nimetle­ri, hissedilebilen maddi şeylerdir. Ceset ve ruh o nimetler­den bareberce faydalanırlar. Cehennem azabı da hissedile­bilen maddi bir şeydir ki ceset ve ruh her ikisi aynı anda bu cezaya çarptırılırlar.

Allah bunu birçok ayette, arap dilinin en kuvvetli ifa­deleriyle beyan etmektedir. Cennet ve cennete girenler hakkında Allah şöyle buyurur: "İnanmış olanların yüzle­ri o gün pırıl pırildır. Yaptıklarından hoşnutturlar. Yüksek bir cennettedirler. Orada boş söz işitmezler. Orada akan kaynak vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar vardır. Yerleştirilmiş kaseler, sıra sıra yastıklar, seçil­miş yumuşak tüylü halılar vardır. (Gaşiye: 8-16)

Diğer ayetlerde de şöyle buyurulur: "Defterleri sağ­dan verilenler, ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz se­dir ağaçları,salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlannda,bitip tükenmez ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasın­da, yüksek döşekler üzerindedirler. (Vakıa: 27-34)

Cehennem ve cehennemlikler hakkında da Kur'ân'da şöyle buyurulur: "O gün bir takım yüzler zillete bürün­müştür. Zor işler altında bitkin düşmüştür. Yakıcı ateşe yaslanırlar. Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Semirtme­yen, açlığı gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.". (Gaşiye: 2-7)

Diğer ayetlerde de şöyle buyrulur: "Doğrusu ayetmi-zi inkar edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanı­şında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiş­tireceğiz. Allah güçlüdür, Hakîm'dir." (Nisa: 56)

"Doğrusu suçlular; sapıklık ve çılgınlık içindedir­ler. Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün onlara: "Cehenne­min dokunan azabını tadın!" denir. (Kamer: 47-48)

"Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu ce­hennem ateşinden koruyun; onun yakıtı,insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere başkaldırmayan, kendilerine buyrulanları ye­rine getiren pek haşin meleklerdir."

Müminlerin cennete, kafirlerin cehennemde kalışının ebedi olduğunu Allah birçok ayet açıklamıştır. Bu ayetler-den bazıları şunlardır: "Ama inanıp yararlı iş işleyenle­rin konakları Firdevs çenetleridir. Orada temelli kalır­lar, başka bir yere gitmek istemezler." (Kehf: 107-108)

"Doğrusu suçlular; temelli kalacakları cehenne­min azabı içindedirler. Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar." (Zuhruf: 74-75)

Cehennemde şöyle seslenirler: "Ey Nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.". Nöbetçi: "Siz böyle kala­caksınız." der." (Zuhruf: 77)

Bu gerçeği kuvvetlerindiren birçok hadis nakledilmiş­tir.

Buharı ve Müslim'de İbn-i Ömer'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: "Cennet ahâlisi cennete vardığı, cehennem ahalisi de cehenneme (ayrılıp) gidince ölüm (gürbüz bir koç şekli verilerek) getirilir. Cennetle cehennem arasında yatırılır. Sonra kesilir. Sonra bir seslenen: "Ey cennet ahâlisi! Artık ölüm yoktur. Ey cehennem ahâlisi artık ölüm yoktur, diye bağırır. "Bu olay sebebiyle cennet ehlinin ferahlığı bir kat daha artar.Cehennem ehlinin hüzün ve kederi ise bir kat daha artar." (Müslim: Cennet/ 43)

Şu kadar var ki cehennemde ebedi kalacak olan­lar; kafirler, çeşitli grup ve şekillerine göre Allah'a or­tak koşanlar, inkarcılar ve bütün peygamberlere inan­mayan ehl-i kitabdır. Allah Teala şöyle buyuruyor: Kitab ehlinden ve puta tapanlardan inkar edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar yaratıkların en kötüsüdürler. (Beyyine: 6)

Müminlerden olup da Allah veya peygamberlerine veya kitaplarına veya âhiret gününe karşı günah işleyenle­rin gidecekleri yer; -azabları ne kadar uzarsa uzasın- Al­lah'ın afvı ve cennetidir. İnananların cennette nimetler içinde olacağını, inanmayanların da cehennemde azab içinde olacağını birçok ayetler açıklamaktadır.

Bu ayetlerden bazıları şunlardır:" "Bunlar, Adn cen­netlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir. Derler ki: "Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamd olsun. Doğru­su Rabbimiz bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bizi lütfuyla, temelli kalınacak cennete O yerleştirdi. Orada bize ne bir yorgunluk gelecek ve ne de usanç ge­lecektir. İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümle­rine hükmedilmez ki ölsünler. Kendilerinden cehen­nem azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böyle ceza­landırırız. Orada: "Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımız­dan başka, yararlı iş işleyelim." diye bağırışırlar. O za­man onlara şöyle deriz: "Öğüt alacak kişinin öğüt ala­bileceği kadar sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı Pey­gamber de gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yar­dımcısı olmaz." (Fatır: 33-37)

Diğer ayetlerde de şöyle buyrulur: "Kişinin canı bo­ğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp kalırken, biz o ki­şiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz. Siz diri-lip yaptıklarınıza karşılık görmeyeceksiniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!

Eğer o kişi, Allah'a yaklaştırılmış (kul)lardan ise rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur. Eğer defteri sağdan verilenlerden ise: "Ey sağcılardan olan kişi! Sa­na selâm olsun!" denir. Eğer sapık yalancılardan ise, ona kaynar sudan bir ziyafet, sunulur. Cehenneme so­kulur." (Vakıa: 83-94)

"O gün cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanla­ra yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara gösterilir." (Şu-arâ: 90-91)

Cennet ehli ile cehennem ehli arasında bazı konuşma­lar da cereyan edecektir: Ayetlerde şöyle geçer: "Cennet ehli cehennemliklere: "Biz Rabbimizin bize vâdettiğini, gerçek bulduk. Rabbinizin size vâdettiğini gerçek bul­dunuz mu?" diye seslenirler. "Evet." derler. Aralarında bir münâdi; "Allah'ın laneti Allah yolundan alıkoyan o yolun eğriliğini isteyen ve âhireti inkar eden zalimlerle­dir." diye seslenir." (Ârâf: 44-45)

Cehennemlikler, cennetliklere: "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan gönderin," diye seslenir­ler, onlar da: "Doğrusu Allah inkarcılara, ikisini de ha­ram etmiştir." derler.

Allah'ın mümin kullarına hazırladığı cennetin genişli­ği, gökler ve yer kadardır. Şöyle buyrulur: "Rabbinizin mağfiretine ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşu­şun. (Ali İmran: 133)

Buharı ve Müslim'de rivayet edildiğine göre "cenne­tin sekiz kapısı ve bu kapılarda cennete giren müminleri karşılayan melekler vardır." Şöyle buyrulur: "İnanmış er­kek ve kadınları, defterleri sağdan verilmiş nurlan önlerinde olarak gördüğün gün onalra şöyle dencektir; "Müjde; bugün içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalaca-ğınızcennetler sizindir." İşte bu büyük kurtuluştur. (Ha-did: 12)

Cennet kapılarında melekler, müminleri karşılarlar ve onları kutlayıp tebrik ederler. Şöyle buyrulur: Kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bu gündür." diye karşılarlar." (Enbiya: 103)

"Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bö­lük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıl­dığında, bekçileri onlara: Selâm size, hoş geldiniz! Te­melli olarak buraya girin." derler." (Zümer: 73)

"Melekler her kapıdan yanlarına gelip: Sabretme­nize karşılık size selâm olsun, burası dünyanın ne güzel bir sonucudur! derler." (Râd: 23-24)

Peygamberimiz de cennete girerken müminlerin duru­munu şöyle anlatır: "Cennete ilk girecek gurubun yüzle­ri, ayın ondördü gecesindeki şekli gibi parlaktır. Onla­rın ardı sıra girecek olanlar ise, gökdeki en keskin ışık­lı büyük yıldızın parlaklığı üzeredir. Onlar (cennette) bevletmezler, pislik ve dışkı çıkarmazlar, sümkürmez-ler, tükürmezler. Onların cennetteki tarakları altındır. Onların terleri miskdir (güzel kokudur.). Onların bu-hardanhklarımn ûdları (yanıcı maddesi) Hint ududur. Onların zevceleri (cennet) hurileridir. (Genç güzel ha­nımlardır). Onların ahlakı bir tek adamın ahlakı üze­redir. Onların şekli de babaları Adem Aleyhisselamın sureti üzeredir, (uzun boyludur). (Müslim: Cennet/ 15)

Cennetteki en büyük nimet; müminlerin Rablerinin cemâlini görmeleridir. Bu konuda da şöyle buyrulur: "O gün bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır." (Kıyamet: 22-23)

Onların elbiseleri ve süsleri hakkında şöyle buyrulur: "Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır, gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri on­lara tertemiz içecekler içirir." (İnsan; 21)

"Doğrusu Allah, inanıp iyi ameller işleyenleri, içle­rinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bi­lezikler ve inciler takınırlar. Oradaki elbiseleri de ipek­tendir. Bu kimseler, sözün güzelini işitecek duruma u-laştırılmışlar, övülmeye layık olan Allah'ın yoluna eriş-tirilmişlerdir." (Hacc: 23-24)

Onların döşeklerine gelince;şöyle buyrulur: "Orada, yükseltilmiş tahtlar, serilmiş yumuşak tüylü halılar vardır." (Gaşiye: 13-16)

"Orada tahtlara yaşlanırlar. Orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının gölge­leri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolay­laştırılmıştır." (İnsan: 13-14)

Onların kaplan ve yiyecekleri hakkında şöyle buyuru-lur: "Onlar için altın kadeh ve tepsiler dolaştırılır, can­larının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey orada­dır, siz orada temellisiniz." (Zuhruf: 71)

"Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veriniz." (Tur: 22)

Seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti (ile genç hizmetçiler dolaşırlar). (Vakıa: 20-21)

Onların hizmetçileri hakkında şöyle buyrulur: "Yan­larında ölümsüz gençler dolaşır, onları gördüğünde sa­çılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 19)

Eşleri hakkında da şöyle buyrulur: "Onlara orada tertemiz eşler vardır." (Bakara: 25)

"Onlara, ceylan gözlü eşler veririz." (Tur: 20)

"Yanlarında bakışlarını kendilerinden ayırmayan iri gözlü dilberler. Sanki onlar örtülüp saklanmış yu­murtalar gibidirler." (Saffât: 48-49)

"Biz, ceylan gözlüleri (cennettekiler için) yeniden yaratmışızdir. Onları bakire, eşlerine düşkün ve hepsi­ni bir yaşta kılmışızdır." (Vakıa: 35-37)

Hanımlar da cennete kocalarıyla beraber girecektir. Şöyle buyrulur: "Bunlar, ayetlerimize inanmış ve bize kendilerini vermiş olanlardır. Şöyle denir: Siz ve eşleri­niz, ağırlanmış olarak cennete giriniz.". (Zuhruf: 69-70)

Cennetteki bütün kadınlar; bakire, hayız, nifas ve kö­tü ahlaktan temizlenmiş olacaklardır. Kar'ân'da anlatılan cennet nehirleri; sudan,sütten şarabdan ve baldan olacaktır. Şöyle buyrulur: "Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şa­rap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara ora­da her türlü ürün vardır. (Muhammed: 25)

İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu, Mutezile mezhe­bi hariç, Allah'ın cennette görüleceği konusunda fikir be­yan ederler. Bu konuda Kur'ân'dan ve sünnetten delil geti­rirler. Kur'ân'daki ayetlerden bazıları şunlardır: "O gün bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır." (Kı­yamet: 22-23)

"İyi davrananlara, daima daha iyisi ve fazlası veri­lir. Onların yüzlerine ne bir karanlık, ne de zillet bula­şır. İşte onlar cennetliklerdir. Orada temelli kalırlar.

"(Yunus; 26)

Ayetteki "daha iyi" Cennet; "fazlası" ise Allah'a bakmakdır. Kafirler hakkında şöyle buyrulur: "Hayır, doğrusu onlar o gün Rablerinden yoksun kalacaklar­dır." (Mutaffifin: 15)

Ayetin manayı muhalifi, müminlerin Rablerini gör­mekten yoksun kalmayacaklandır. Şafii: "Allah; bir grup insanı (kafirleri) gazabıyla gözlerini örtünce, diğer grubun (inananları), Allah'ın rızası ile Allah'ı göreceklerini anlı­yoruz. Sünnette, 30'a yakın sahabeden mütevatır derece­sinde hadisler rivayet edilmiştir.

Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud'da Ebu Ht reyreden nakledilen hadiste bazı sahabiler Peygamberimi ze: "Ya Rasûlullah! Biz kıyamet gününde Rabbimiî görecek miyiz?" diye sordular. Peygamberimiz: Siz öğ­len vakti, Önünde hiç bulut yokken güneşi görmekte birbirinize zarar ve zahmet verir misiniz?" diye sordu. Onlar: "Hayır," dediler. Rasûlullah: "Sizler ayın on-dördüncü gecesi önünde hiçbir bulut yok iken onu gör­mek için birbirinize zarar verir misiniz?" buyurdu( Onlar: "Hayır," dediler. Bunun üzerine Peygamberi] miz şöyle buyurdu: "Canım elinde olan Allah'a yemii ederim ki Rabbımzı görmede de birbirinize zarar ver] meyeceksiniz." (Müslim: Zühd/ 16)

Allah'ın azgın kullan için hazırladığı cehennem; asal ğıya doğru yedi tabakadır. En hafif azab, en üstte, en şidj detli azab, en alt tabakadadır. Oradakilerin azabı birbirinj den farklıdır. Cehennemin de yedi kapısı vardır. ŞöyU buyrulur: "O cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdaı onların girecekleri, ayrılmış kısım vardır." (Hicr: 44)

Kur'ân'da cehennem, çeşitli isimlerle açıklanmıştır. Bunlar: Cehennem, Lezâ, Hutame, Sa'îr, Sakar, Cahîm ve Haviye'dir. Kafirler ve günahkarlar cehenneme bölük bö­lük; zincirlere vurulmuş olarak atılırlar.

Şöyle buyrulur: "İnkar edenler, bölük bölük cehen­neme sürülürler." (Zümer: 71)

"O gün suçluları zincirlere vurulmuş olarak gö­rürsün. Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir." (İbrahim: 49-50)

"Doğrusu inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık." (İnsan: 4)

"Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün olara: "Cehenne­min dokunan azabını tadın." denir. Şüphesiz biz her şeyi, bir ölçüye göre yaratmışızdır. Bizim buyruğumuz, bir göz kırpması gibi anîdir." (Kamer: 48-50)

Cehennemliklerin boynunda halkalar olur. Şöyle buy­rulur: Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar." (Mümin: 71-72)

Nitekim onlar orada cehennemin kaynamasını, uğul­tusunu işitirler.

Şöyle buyrulur: "Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce,onun kanamasını ve uğultusunu işitirler." (Furkan: 12)

"Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkar­dığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden parlaya­cak gibi bir hale gelir." (Mülk: 7-8)

Orada onları melekler azarlar ve onlara vurur. Şöyle buyrulur: "İçine her bir topluluğun atılmasında,bekçile-ri, onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi? diye so­rarlar." (Mülk: 8)

Bunların bazılarına lanet ederler. Şöyle buyrulur: "Her ümmet (grub cehenneme) girdikçe kendi yoldaşı­na lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehenneme topla­nınca, sonrakiler, öndekiler için, "Rabbimiz! Bizi saptı­ranlar işte bunlardır, onlara ateşten bir kat daha azab ver." derler. (Allah) "Hepsinin (azabı) kat kattır ama bilmezsiniz." der. (Araf: 38)

Cehennemdekiler hiç ölmeyeceklerdir. Derileri ateşte yanınca,başka deriyle değiştirilecektir. Şöyle buyrulur: "Derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz." (Nisa: 56)

Onların elbiseleri ateştendir. Şöyle buyrulur: "Allahi inkar edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir." (Hacc: 19-21)

Onların yiyecekleri, cehennemin dibinde büyüyen, ta­dı çok acı zakkum ağacının meyvesidir. "Doğrusu günah­karların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir." (Du-han: 43-46)

"O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır." (Saffat: 64)

Suyutî, bu ayetin iniş sebebi hakkında şöyle der: "Bir gün Ebu Cehil şöyle dedi: "Şu adam, cehennemde bir ağaç olduğunu söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer. Biz, hurma ve şırasından başka zakkum bilmeyiz." dedi. Onların cehen­nemde bir ağaç olabileceğine hayret etmelerinden dolayı Allah: "O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır." ayeti­ni indirdi. Darî' denen acı bir diken de onların yiyecekle öndendir. Şöyle buyrulur: "Semirtmeyen, açlığı giderme-yen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yok­tur." (Gaşiye: 6-7)

Gıslîn denen ve cehennemde yananların kan ve irinle­rinden süzülen şey de onların yiyeceğidir. Şöyle buyuru-lur: "Bu sebeple burada bugün, onun bir acıyanı yok­tur. Günahkarların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur." (Hakka: 35-37)

Onların içecekleri hamîm denen kaynar sudur. Şöyle buyrulur: "O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düşmüştür. Yakıcı ateşe yasla­nırlar. Kızgın bir kaynakdan içirilirler." (Gaşiye: 2-5)

"Bağırsaklarını parça parça edecek, kaynar su içi-rilirler" (Muhammed: 15)

"Her inatçı zorba, hüsrana uğradı. Ardında cehen­nem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir." (İb­rahim: 15-16)

"Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi, yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur." (Kehf: 29)

Cehennemdekilerin azabı,dünyada işlenen kötü fiille­re göre değişiklik gösterecektir. Peygamberimiz şöyle bu­yurur: Onlardan kimi vardır ki, ateş onu iki topuğuna kadar yakalar. Kimi vardır ki onu dizlerine kadar ya­kalar. Kimi vardır ki ateş onu beline kadar yakalar. Ki­mi de vardır ki ateş onu boynuna kadar yakalar." (Müslim: Cennet/ 32)

İnsanların en az azab göreni hakkında Peygamberimiz şöyle buyurur: Cehennemdekilerin en hafif azab göre­cek olanı, ayağında, ateşten iki nalın ile iki nalın keme­ri bulunan kimsedir. Onların tesiriyle beyni tencerenin kaynaması gibi kaynar. Kendisinden daha şiddetli aza­ba uğramış kimseyi görmez. Halbuki o, muhakkak azaba uğrayanların en hafif azabhsıdır." (Müslim: İm-ran/ 364)

Cehennem ateşinin dünyaya oranı hakkında da Pey­gamberimiz: "Sizin yakmakta olduğunuz şu (dünya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz'ünden bir par­çadır." buyurdu. Sahabeler: "Ey Allah'ın Rasulü! Val­lahi dünya ateşi (bile kafirlere azabetmeğe) muhakkak yeterli olur." dediler. Rasûlullah: "Cehenem ateşi, dün­ya ateşleri üzerine 69 derece daha fazla kılındı. Bunla­rın her birinin sıcakhğı,bütün dünya ateşinin sıcaklığı gibidir." (Müslim/ 30)

Yapacağı işlerin tedbirini alan, gideceği yeri düşünen ve Rabbinin emirlerine uyan kişi ne akıllıdır! Allah Teala şöyle buyuruyor: "Size ansızın farkına varmadan azab gelmeden önce, Rabbinizden size indirilen en güzel sö­ze, Kur'ân'a uyun. Kişinin: "Allah'a karşı aşırı git­memden ötürü bana yazıklar olsun. Gerçekten ben ala­ya alanlardandım." diyeceği günden sakının." (Zümer: 55-56)

Ey Allah'ım! Bizi cehennem azabından koru. Bizi iyi kullarınla beraber cennetine koy. Amin...

"Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalp­lerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti doğru yo­la eriştirmez. (Saff: 5) "Allah inkarlarına karşılık onla­rın kalplerini mühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır." (Nisa: 155)

Bu ayetlerde görüldüğü gibi sapıtma sebeblerini; insa­nın ayağının kayması, Allah'ın din Öğretilerinin dışına çık-mak, Allah'a yapılan sözleşmeyi bozmak, Allah'ın birleş­tirilmesini buyurduğu şeyi kesmek, yeryüzünde bozguncu­luk yapmak, inkar etmek, çok günah işlemektir. İşte bu se-bebler insanları sapıttır makta ve onları doğru yoldan çı­kartmaktadır. Çünkü onlar hidayete körlüğü tercih etmiş­ler, ışık yerine karanlıktan hoşlanmışiardır. Bunların tam karşılığı olarak da Allah sebeb-sonuç bağlantısında koydu­ğu sistemin gereği olarak onların kulaklarım sağır, gözleri­ni kör yapmıştır.

Bu ve benzeri konular Kur'ân'da çoktur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "And olsun ki, cehennem için birçok cinn ve insan yarattık; onların kalbleri vardır, ama an­lamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları var­dır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler hatta daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir." (A'raf: 179)

İşte bu insanlar ilim ve irfan yollarını ihmal etmişler; onları gerçek gayelerinden uzaklaştırmışl ardır. O insanlara Allah'ın nuru ulaşmaz. Onların kalpleri kilitlendiğinden Allah ve O'nun vahyini anlamazlar. Onların gözleri kör ol­duğundan Allah'ı ve ayetlerini O'nun kainatında göremez­ler, kulakları sağır olduğundan Allah'ın ayetlerini işite-mezler. Onlar, gizli ve açık duydukları kendilerine hiçbir fayda vermeyen hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan daha aşağıdadırlar. Çünkü hayvanlar, insanlardaki ruhî, ah-lî ve psikolojik güçlerle kuşandınimamışlardır. [77]

 

Kaza Ye Kadere İman

 

Kaza ve Kadere İnanmanın Hükmü ve Bunun Sonuçları

 

Gerçek şu ki; Kıyamete kadar olacak şeylerin tamamı Levh-i mahfuzda yazılı olup bunu değiştirecek hiçbir kim­se ve güç yoktur. Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Kişinin başına gelen belalar onu sapıtmak, yaptığı yanlış­lıklar da ona başka belalar isabet ettirmek için değildir.

• İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir: "Ey Çocuk! Sana bazı şeyler öğreteyim mi? Allah'ı (emirlerini) koru ki Allah da seni korusun. Allah'ı (emirlerini) koru ki Al­lah'ı yanında (yardımcı) bulasın. Birşey isteyince Al-lah'dan iste. Yardım idelersen O'ndan dile. Şunu bil ki şayet bütün ümmet sana bir fayda sağlamak için bir araya gelse Allah'ın yazdığından öte hiçbir fayda sağ­layamazlar. Zarar vermek için de bir araya gelseler, Allah'ın yazdığından öte hiçbir zarar veremezler. Ka­lemler kaldırıldı, (yazılar) sahifeler (in mürekkebleri) kurudu."

Müslim de Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: "(Müminlerin) her birinde (ayrı ayrı) hayır (gü­zellik) olmakla beraber Allah'a göre kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Sana (gerçek) menfaat verecek şeyler üzerinde hırs ile çalış, Allah'dan yardım iste, acze düşme. Eğer sana bir şey, bir musibet gelip çatarsa: Keşke ben şöyle yapaydım, bu böyle olurdu, deme. Fakat Allah böyle takdir etmiş­tir o dilediğini yaptı de! Zira bu 'keşke" kelimesi (yani faydasız yere şöyle yapaydım böyle olurdu, demen) şeytanın amelini açar. (Onun kötülüklere alışkanlık yaptırmasına fırsat verir). (Müslim: Kadr 34)

Ebu Davud da Ubade bin Samit'den nakledilmiştir ki ölüm anında oğluna şöyle tavsiyede bulunur: "Ey oğlum! Sen imanın gerçek tadına anca, başına gelen belaların seni sapıtmak için olmadığını, seni yanlışlığa götüren şeylerin de senin başına bela olarak gelmediğine inandığın zaman varacaksın. Ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işit­tim: "Allah ilk önce kalemi yarattı. Ve ona: "Yaz" dedi. O da: "Ey Rabbim ne yazayım, dedi. Allah: Kıyamet kopuncaya kadar her şeyin miktarını yaz, "buyurdu. "Ey oğlum! Ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Her kim bundan (imandan) başka şey üzere ölürse benden değildir." [78]

 

Kaza ve Kadere İnanmanın Faydası

 

Kaza ve Kadere inanmanın hikmeti ve faydası şu şe­kilde ortaya çıkar:

1) Kadere inanmak kalbe huzur verir, insanın iç dün­yasına rahatlık sağlar, sinirleri yatıştırır, kişiden gam keder ve hüznü giderir. Kişide bu duygular hakim olunca hareketleri ve aklı dosdoğru olur.

2)  İç dünyaya cesaret verir, kişiyi atılgan yapar, düş­manlarla korkusuzca savaşa güçleri, vasıtaları ve ifadeliri ne kadar güçlü olursa olsun onlarla mücadeleye sevkeder.

3)  Kadere iman, üstünlüğün Allah'a ait olduğunu ve devamlı olarak O'na itimad edilmesi gerektiği düşüncesini

aşılar.

4)  Mümini dengeli ve Ölçülü hareket eden bir insan yapar. Mümin bu imanıyla bir nimete kavuşunca şimar-maz, bir belaya çarpınca sabırsızlık göstermez. Bolluk da şükreder, darlık da sabreder. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen bir bela yoktur ki biz onu yaratmadan önce o kitab da bulunmasın. Doğ­rusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülme-meniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmama­nız içindir. AUah,kendini beğenip öğünen hiç kimseyi

sevmez. (Hadid: 22,23)

Müslim'de Suheyb'den nakledilmiştir: Peygamberi­miz (sav) şöyle buyurdu: "Müminin işine hayret ederim. Çünkü onun her işi hayırdır. Bu durum müminden başka hiçbir kimse için böyle değildir. Şayet ona sevinç verici birşey isabet ederse şükreder. Bu da kendi lehine bir hayır olur. Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir hal isabet ederse sabreder, bu da onun lehine bir hayır olur." (Müslim, Zühd 64)

5) Kadere iman kişiyi kullara kulluk etmekten, onlara boyun eğmekten kurtarır. Çünkü kişi başına gelen her şe­yin Allah'dan olduğunu bilir. Ümmet bir araya gelse ona, Allah'dan olduğunu bilir. Ümmet bir araya gelse ona Al­lah'ın yazdığından öteye hiçbir zarar veremeyeceklerini,rızkını ve ecelini tamamlamadıkça ölmeyeceğini de çok iyi bilir.

6)  Kadere iman; mü'mini hiçbir güce baş eğmez ve güçlü kılar. Onu, nerede bulursa hakkı elde etmeye, batılı defetmeye hazırlıklı kılar.

7)  Mü'minin kalbini aldatma, pusu kurma ve sahte­karlıktan temizlenmiş ve arındırılmış yapar.

8) Kalbi zenginlik, emniyet ve kanaatle doldurur... Bu kalbe Allah sevgisini, ona dayanma ve ona tevekkül etme

duygusunu verir.

9) İnsandan dünyaya karşı aşırı hırs belalarını giderir. Çünkü hırs her yanlışın başı, her belanın kökü, her rezilli­ğin esasıdır.

10)  Allah'a ve insanlara karşı olan davranışlarda gü­zel ahlaklı olma kapısını açar.

11)  Mü'minin maddi ve manevi bütün güçlerini, ka­inattaki, Allah'ın kanunlarını öğrenme konusunda tama­men serbest bırakır. İnsan, yeni şeyler kurar, onarır, yeryü­zünün hazinelerini çıkarır, bu kainatın güzelliklerinden

faydalanır.

12) Kaza ve kadere iman, birtakım hedeflere ulaşma­da itici güç oluşturur. İnsan hayatında olumlu,sevindirci sonuçlar meydana getirir. İşte böyle kaza ve kadere inanan şerefli geçmişimiz, hayatın bütün sahalarında büyük zafer­ler elde etmişlerdir. Sebebi ere tam yapışarak Allah'ın dave­tini tebliğde yeryüzüne dağılmışlar, O'nun yolunda savaş­mışlar Allah'a tevekkül etmişler, O'ndan başkasından korkmamışlardır. Güçlü imanlarının önünde yeryüzündeki bütün güçleri küçük görmüşler,bu sayede büyük şan ve şe­ref kazanmışlardır. Bu sayesede İslâm büyük bir hızla yayılmış, mübarek ve önemli fetihler olmuş, küfrün kaleleri, saltanatı onların güçlü imanlarının önünde peşpeşe yıkılıp kaybolmuşlardır.

İşte kaza ve kadere iman budur. İşte bu imanın büyük sonuçları.

Allah'ın dinini kötüleyip bu inanca sahip olmayanlara gelince; bu kişiler her zaman zarar ve ayrılık da, bağlantı­ları kopmuş, yaşayışı dar ve gideceği yer cehennemdir. Adeta şu ayeti aynen doğrulamaktadırlar: "Benim yoluma uyan ne sapar, ve ne de bedbaht olur. Benim kitabım­dan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kor olarak hasrederiz." [79]

 

İmanın Hakikati

 

"İman" kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir. Bu üçü mutlak imanın tarifidir. Mutlak imana di­nin tamamı yani dinin dışı ve içi, temel konuları ve tefer­ruatı dahildir. Mutlak iman bu unsurların birarada olmasıy­la söz konusu olur. Bunlardan birşeyin eksik oluşu ile mut­lak iman ifade edilemez.

O halde mutlak iman; birtakım inançlardan, sözlerden ve amellerden ibarettir. Fakat bunlar aynı mertebede olma­yıp inançlar imanda temeldir. Herkim; Allah'a meleklere peygamberlere, kitablara ve ahiret günü hakkında inanıl­ması gereken şeylere inanmaz ise veya dinden olduğu ke­sin olan namaz ve zekatın farziyyeti, zina ve adam öldür­menin haramlığı gibi konulan inkâr ederse, bu inkarıyla imandan çıkar ve kafir olur. İslâm müçtehitleri, kalbiyle tasdik edip diliyle iman esaslarını ikrar eden fakat dinin amel yönünü ihmal eden kişilerin Allah'a Rasûlüne isyan­kar oldukları ve azaba duçar olacakları konusunda fikir birliği etmişlerdir. [80]

 

İmanın Artması ve Eksilmesi

 

İnsanın sözleri ve amelleri imanın manası içinde olunca, elbetteki iman da artma ve eksilme meydana gel­mesi tabi olur. Bundan dolayı iman, Allah'a boyun eğmek­le artar, günah işlemekle azalır. Bu konuda Kur'ân'da ve sünnette açık ifadeler vardır. Aynı zamanda bu durum, mü­minlerin inanç kuvvetinde, kalblerinin ve azalarının amel-lerindeki farklı oluşda da açıkça görülmektedir. Bu konu­daki deliller şunlardır:

Kur'ân'dan deliller

1)  "O kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalblerı titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler. (Enfal:2)

2)  "İnananların da imanlarının artmasını sağla­dık." (Müddesir: 31)

3)  İnananların imanlarını kat kat artırmaları için kalblerine güven indiren O'dur. (Fetih, 4)

4) "İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar si­ze karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun." dediler. Bu, onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler." (Al-i İmran, 173)

5)  Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kim­selere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine ya­zık eder, kimi orta davranır, kimi de, Allah'ın izniyle iyiliklere koşar. (Fatır: 32)

Bu ayette Allah müminleri üç gruba ayırıyor:

a) Hayırda öne geçenler: Bunlar farzları ve müstehabları yerine getiren, haramları ve mekruhları terkeden,

Allah'a yakın olan kullardır.

b)  Orta davrananlar: Bunlar, sadece farzlan yapıp haramlardan kaçınanlardır.

c)  Kendine yazık edenler: Bunlar bazı haramları is­lemeye cesaret eden, bazı farzlan da yerine getirmeyenler­dir, ancak asıl imanları mevcut olmakla şartıyla. [81]

 

Sünnetten deliller

 

1)  Peygamberimiz şöyle buyurur: İman, yetmiş kü­sur şubedir. En üst derecesi LAİLAHE İLLALLAH sö­zü, en alt derecesi de yoldan eziyet veren bir şeyi kal­dırmaktır. Haya (utanmak) da imandan bir şubedir."

2)  Peygamberimiz buyurdu: "Müminlerin içinde imanı en olgun olan kişi, ahlakı en güzel olan kişidir."

3) Yine buyurdular: Sizden biriniz bir münker (kö­tü iş) gördüğü zaman onu eliyle gidersin, gücü yetmez­se diliyle engel olsun, ona da gücü yetmezse kalbiyle olayı kötülesin. Bu ise imanın en zayıfıdır. [82]

 

Sahabe sözlerinden deliller

 

1)  Hz. Ömer arkadaşlarına: "Geliniz, imanımızı artı­ralım." der ve Allah'ı zikrederlerdi.

2)  Kişinin; imanının arttığını veya eksildiği anlaması onun fıkıh bilgisine sahib oluşundardır.

İbn-i Kayyım imanın artıp eksilmesi meselesini üç kısma ayırır:

a) Artan, eksilmeyen iman: Bu peygamberin imanıdır.

b)  Ne artan ne de eksilen iman: Bu da meleklerin imanıdır.

c) Artan ve eksilen iman: Bu da müminlerin imanıdır. Bucûrî şöyle der: Müminlerin imanı beş kısmıdır: 1) Taklide dayalı iman: Bu, bir hocanın sözünü delilsiz olarak kabul etmekten meydana gelen imandır.

2) İlme dayalı iman: Bu inanç konularını delilleriyle bilmekten doğan imandır.

3)  Ayne'I-yakîn olan iman: Bu kalbin Allah'ı müra-kebesinden doğan imandır. Öyle ki Allah, kişinin kalbin­den göz açıp kapama süresi kadar bile kaybolmaz.

4)Hakka'l-yakîn olan iman: Bu da kişinin kalbiyle Allah'ı müşahede etmesinden doğan imandır.

5) Hakikî iman: Bu da, sikinin Allah'dan başka hiç­bir şeye şehadette bulunmamasından doğan imandır. Bu kısımlardan taklid olanı, halk için, ilim olanı; delilleri an­layabilenler için, ayan olanı; murakabe ehli için, hakk ola­nı; arifler (Allah'ı yakından tanıyanlar) için ve hakikat olan iman da imanın sırlarını iyice anlayanlar içindir ve bu makama fena makam'ı, denir. Çünkü onlar Allah'dan baş­ka varlıkları yok kabul edip O'ndan başkasını görmeyen­lerdir.

Hakikî iman, peygamberlere aittir. Bunu açıklamaya imkan yoktur. Buna göre kişinin her halükarda imanını ar­tırmak için devamlı gayret etmesi, noksanlaştırıcı sebeb-lerden kaçınması gerekir. İmanı artıran en önemli sebeb-lerden birkaçı, Kur'ân okumak, ilim Öğrenmek ve imanın artmasını Allah'dan istemek, zikir, Allah'ın yaratıkları, ayetleri ve insanı aciz bırakan gücü hakkında düşünmek, âhireti bolca hatırlamak, güzel amelleri çokça yapmak, alimlerle hemhal olmak, camilere çok gitmek, oralarda na­maz kılıp vaazlar dinlemektir. [83]

 

İman ve İslam

 

İman ve İslâm arasında manada bir fark olmakla birlikte birbirlerinden ayrılmaz bağlan vardır. Dini açıdan t lâm ve iman, varlıkta birbirinden ayrılmaz iki parça gibi­dir. Biri olmadan diğeri olmaz. Sahih bir iman ne zaman bulunursa İslâm da aynen bulunur. Tersi de böyledir. Bir­birlerinin yerine de kullanılabilirler. Birini söyleyince di­ğeri de anlaşılır. Fakat birarada ayrı ayrı sÖylenirse,iman-dan tasdik ve inanç; İslâm'dan da dil ile tasdik, azalarla amelden ortaya çıkan teslimiyet ve açık bir boyun eğiş manası kastedilir.

Bu durum imanın genel manasına nisbetle böyledir. Fakat imanı genel olarak İslâm'dan daha özel mana ifade eder, yani bazen İslâm bulunur, iman olmaz. Nitekim Kur'ân'da Yüce Allah: "Bedeviler, "İman ettik." dediler. De ki: "Siz henüz iman etmediniz, fakat henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde "İslâm'a gir­dik." deyin. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat eder­seniz, sizin amellerinizden hiçbir şey eksilmez; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edendir.". (Hucu-rat:14) buyurarak onların İslâm olmakla birlikte imanı ol­madıklarım haber vermiştir. Cibril hadisinde de üç merte­be (İslâm, iman, ihsan) sayılarak bunlardan her birinin kendinden öncekinden daha özel manalı olduğu gösteril­miştir.

Tahavî Akidini açıklayan müellif şöyle der: Cib­ril'in iman ve İslâm hakkında değişik soru sorması, iman ve İslâm'ın farklı olduğunu bize gösterir. Peygamberimiz de: "Bu; Cibril'dir, size dininizi öğretmek için geldi." buyurur. Din; İslâm, iman ve ihsandır. Fakat bunlar derece iledir. Önce müslim,sonra mümin, sonra muhsin olunur. İmandan maksat kesin İslâm ile beraber olandır, ihsandan maksat da iman ve İslâm ile beraber olandır. Bunlarsız ih­san sahibi olmak boştur.

İhsan, yapısı itibarıyla umumî, sahih olan kişiler itiba­riyle hususîdir. İman da kendi açısından umumî, iman ehli açısından, İslâm'dan hususîdir. İhsanın içine iman, imanın içine de İslâm girer. Fakat ihsan sahibi olanlar müminler­den daha hususi, müminler de müslimlerden daha hususi­dir. Bu risaletle nübüvvet gibidir. Risalet, nübüvvete dahil­dir.

Risalet; kendi açısından umumî, ehli açısından husu­sidir. Her Resul nebidir, her nebi resul değildir. [84]

 

Allah'ın Dinine Girmenin Şekli

 

Diliyle kelimei şahadeti (Allah'dan başka hiçbir ila­hın olmadığına, Muhammed'in onun elçisi olduğuna şeha-det eden) söyleyen, kalbiyle bunu tasdik eden,sözv fiiîve i-nanç yoluyla bunu bozacak orpşey yapmayan Allah'ın di­nine girmiş, küfürden ayrılmış olur.

Peygamberimliz şöyle buyurur: Allah'dan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim O'nun elçisi olduğuma şehadet ederim. Bu iki şehadeti şüphe etmeden yapa­rak Allah'a kavuşanlar mutlaka cennete gireceklerdir.

Hadisin manası: Tevhid üzere ölüp, şüphe etmeksi­zin kalbiyle bu iki şehadeti tasdik ederek Allah'a koşan kimsenin bir müddet sonra da olsa cennete gireceği, gü­nahları ağır geldiğinden cehennemde bir süre azab görse bile orada ebedî kalmayacağını beyan ediyor. İki şehadeti söylemek ve kalbiyle tasdik kişinin iman ve İslâm dairesine girmesine, cehennemdeki ebedî azabdan kurtulmaya yeterli olur. Fakat bu iki şehadeti veya birini bozacak bir-şey yapmaması gerekir. Mesela iki şehadeti yerine getirip de zekatın veya haccın farziyyetini inkar etse, veya zina­nın, faizin, adam öldürmenin haramlığını inkar etse veya buna benzer Kur'ân'in peygamberin haber verdiği veya zaruri olarak bilinen İslâm'ın hükümlerini reddetse, mü­min olamaz.

İslâm dinine ters bir inanca sahib olan kişinin İslâm'a girerken o batıl inancından, iki şehadeti söylemesine nis-betle temizlenmesi gerekir. Buraya kadar söylenenler, İs­lâm'a ilk defa girecek kişiler içindir.

İslâm'dan dönen (MÜRTED)'e gelince: Eğer din­den dönüşü; Allah'ın birliğini veya Peygamberliği inkar etmesi sebebiyle ise tekrar İslâm'ına hükmedebilmemiz için her iki şehadeti ikrar, hem de inkar ettiği dinî meseleyi ikrar etmesi gerekir.

İki şehadetin dil ile söylenilmesi: Söyleyenin zahirî (görünen) yönden müslüman olduğuna itibar etmemiz ve dünya ile ilgili hükümlerin uygulaması açısındandır. Dil ile söylemek, kalb ile tasdikle birlikte değilse ebedî cehen­nem azabından kurtuluş yoktur.

İmam Gazali şöyle der: Kalbiyle tasdik etmeksizin kelimei şehadeti söyleyenin âhirette kafirlerden olacağına ve cehennemde ebedî kalacağına hükmederiz. Şüphesiz bu durum, dünya hükümlerinde müslüman liderlerden kurtul­ma açısındandır. Çünkü onun kalbi bilinemez. Biz; diliyle söylediği şeyin kalbinde de bulunduğunu zannetmekle gö­revliyiz. Geride geçen şartlarla iki şehadeti söyleyen, İs­lâm'ın gereğince muamele olunur. Çünkü biz bu hayatta hükümleri görünür durumlar üzerine bina etmekle gizli du­rumları, sadece Allah bildiğinden, terketmekle yükümlüyüz.

Bunun delili Üsame b. Zeyd'den rivayet edilen ha­distir. Üsame (ra) şöyle anlatıyor: "Rasûlullah bizi bir seriyye içinde (cihada) göndermişti. Cüheyne kabilesin­den Hurukat'a bir sabah baskını yaptık. O sırada ben bir adama eriştim. O; «LÂİLAHE İLLALLAH." dedi. Ben kargımı (mızrağımı) ona sapladım. Bu işten gönlü­me bir şüphe düştü. Sonra bunu Peygambere söyledim. Rasûlullah: "LAİLÂHE İLLALLAH, dediği halde onu niçin öldürdün?" dedi. Ben: "Ya Rasûlullah! O, bunu ancak silahdan korktuğu için söylemiştir." dedim. Ra­sûlullah da: "Onu kalbinden söyleyip söylemediğini bilmen için kalbini mi yardın?" buyurdu ve bu suali bana karşı hiç durmadan o kadar çok tekrar etti ki. Nihayet ben o gün müslüman olmuş olsaydım, diye te­menni ettim.". (Müslim-İman/ 158)

Hadisdeki "Onun kalbini mi yardın?" sözü, bizim görünüşe bakarak ve dilin söylediği ile amel etmekle yü­kümlü olduğumuzu, kalbdeki şeyi bilmemize imkan olma­dığını göstermektedir. Kalblerde olanı ancak Allah bilir. [85]

 

Rıddet

 

Riddet: Lugatta; "birşeyden başka birşeye dönüş," demektir. Terim olarak riddet; akıllı ve ergen bir müslüma-nın herhangi bir zorlama olmadan kendi isteğiyle İs­lâm'dan küfre dönüşüdür.

Müslüman ne zaman mürted (dinden dönen) olur?

Müslüman, kalbi küfürle rahatlayıp bilfiil küfre girmedikç e İslâm'ın dışında sayılmaz ve mürted olduğuna hüküm verilmez. Çünkü bu konuda Allah şöyle buyurur: "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müs­tesna, İnandıktan sonra Allah'ı inkar edip gönlünü kâ­firliğe açanlara Allah katından bir gazab vardır, büyük azab da onlar içindir.". (Nahl: 106)

Hz. Ömer şöyle der: "Peygamberimizi şöyle derken işittim: "Ameller niyetlere göredir, herkes için neye ni­yet etmişse o vardır."

Kalbde olan şeyler sadece Allah'ın bildiği gizli, bir yoruma ihtimali olmayan kesin ifadeler olması gerekir.

İbn Abidin şöyle der: "Kişiyi imanından ancak İs­lâm'a girdiği şeyi inkar etmesi çıkarır. O şeyi reddettiği kesin anlaşılınca riddetine hükmedilir. Reddi konusunda şöphe varsa riddetle hükmedilmez. Çünkü sabit olan İs­lâm, şüpheyle yok olmaz."

Bir kitab'da şöyle denilir: "Küfür, çok dehşetli bir şeydir. En küçük bir rivayet de olsa bulunduğu zaman hiç­bir mümini kafir telakki etmez."

Hulasa diğer kitap'larda şöyle denir: Bir konudaki bütün yönler tekfiri, tek bir yön de küfrüne engel olur nite­likte olsa müftünün, küfrü engelleyen yöne yönelmesi ge­rekir. Bu müslüman hakkındaki güzel zannın gereğidir.

Bezzaziye isimli kitap'ta şu da eklenmiştir:'Ancak küfrü gerektiren ve yoruma da ihtimali olmayan bir şeyi açıkça söylerse müslümanlığına hükmedemeyebiliriz."

Tatarhaniy'yede şöyle denir: "İhtimale dayalı olan bir şeyle kişi kafir sayılmaz, çünkü küfür, suçun son nok­tasıdır ve cezanın da son noktasını gerektirir, ihtimalli olmak son nokta değildir."

Kişinin riddetini veya küfrünü gösteren örnekler

1) Allah'a ortak koşmak (şirk), yahut O'nun Rab'liği-ni, birliğini veya sıfatlarından birini inkar etmek.

2) O'nun eşi veya çocuğu olduğuna inanmak.

3) Peygamberlerinden birini inkar etmek.

4) Kitab'larından birini inkar etmek.

5) Kur'an'ı Kerim'den birşeyi inkar etmek.

6) Beş vakit ibadetin farziyyetini veya onlardan birini inkar etmek.

7)  Dinin zarurî olarak yönlerini inkâr etmek. Mesela Allah'ın bu âlemi yarattığını, meleklerin ve cinlerin varlı­ğını, Kur'ân'ın Allah'dan gelen bir vahiy olduğunu, yeni­den dirilmeyi, hesaba çekilmeyi, cenneti cehennemi inkar etmesi gibi...

8) Kur'ân ve hadislerde haram kılınmış olan ve bütün müslümanların da haram olduğuna fikir birliği ettikleri bir şeyin helal olduğuna inanmak. Zinanın, şarabın, faizin, do­muz eti yemenin, günahsız kimseleri öldürmenin, malları­nı gasbetmenin —hiçbir şüphe ve yorum ihtimali olmaksı­zın- helal olduğuna inanmak gibi.

9)  Kur'ân ve hadislerde helal kılınmış olan ve bütün müslümanların da helal olduğuna fikir birliği ettikleri bir-şeyin haram olduğuna inanmak. Mesela alış-veriş, evlen­me ve temiz yiyecekler gibi.

10)  Allah ile veya ayetleriyle veya Peygamberleriyle veya kitablarıyla eğlenmek; onları alaya almak.

Şöyle buyurulur: "Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk." diyecekler. De ki:

Allah'la ayetleriyle, peygamberleriyle mi alay ediyor­dunuz?" Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkar ettiniz." (Tevbe: 65-66)

11)  Peygamberimizden sonra peygamberlik iddiasın­da bulunmak veya böyle birini tasdik etmek.

12)  Kur'an'ı veya hadis kitaplarını, içlerinde yazılı olanları küçümseyerek veya hafife alarak, pisliklerin içine atmak.

13)  Allah'ın kitabını ve peygamberinin sünnetini ku­surlu bulmak, hayata uygun olmadıklarına inanarak onlar­la hükmetmeyi terketmek, Kur'ân ve hadisler üzerine be­şeri kanunları üstün tutmak.

14)  Bir puta veya güneşe veya yaratılmışlardan olan bir şeye secde etmek.

Yeni müslüman olan birisi, İslâm'ın hükümlerini ve dinî sınırlarını bilmeyerek bir şeyi inkar etse kafir olmaz. Müslümanların icma ettikleri fakat sadece üst düzeydeki alimlerin bileceği meseleleri bilmeyerek bir kişi inkar etse yine kafir olmaz, çünkü bilmemesiyle özürlü kabul edilir. Bu tür bilgiler umum halk arasında yaygın olmayabilir. Mesela, kasden murisini Öldüren kişinin varis olamayaca­ğı, ninenin mirasdan 1/ 6 hak alacağı vb. konularda olduğu gibi. İnanması için inkar edene doğru olan öğretilir, ama öğrendikten sonra inkar ederse kafir olur. Bunun kuralı, ki­şi birşeyi bilerek inkar ediyorsa kafir olur.

Bazen insan nefsini çevreleyen vesveselere ve şeyta­nın fısıltılarına itibar yoktur. Allah kişiyi bunlarla sorumlu tutmayacaktır. Ta ki kişinin yanında küfre tam bir kasd bu­lunsun, veya bunu konuşsun veya bunu amel etsin, o za­man kafir olur. Müslim'de Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Allah, dil ile söylemedikleri, yahut fiilen yapma­dıkları müddetçe ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri günahlarını cezalandırmamıştır." (Müslim-İman, 201)

Ne kadar büyük olursa olsun büyük bir veya daha faz­la günahı işlemekle kişi, Allah'a ortak koşmadığı veya İs­lâm'ın açıkça bilinen bir hükmünü inkar etmediği sürece kafir olacağına veya mürted olacağına hükmedilmez. Yu­karıda sıralanan şeyleri de tabiki inkar etmemelidir. Ha-ramlığında, farz oluşunda imamların ihlilaf ettikleri, Kur'an'da veya mütevatır sünnetten kesin bir delil de ol­mayan konularda bir hükmü inkar etmek küfrü gerektir­mez. Çünkü bir kişiye kafir, diyebilmek çok büyük bir iştir. Buhari'de Peygamberimiz şöyle buyurur: "Allah'dan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet eden, kıblemize yönelen, namazımızı kılan, kestiğimizi (hayvanı) yiyen müslümandır. O kişiye, müslümanın lehindeki ve aley­hindeki hükümler aynen geçerli olur."

Peygamberimiz müslümanlan birbirlerine kafir, de­memeleri konusnada uyarmıştır. Çünkü bu suçun vebali büyüktür.

Müslim'de Hz. Ömer'den naklen Peygamberimiz: "Kişi (din) kardeşini kafirliğe nisbet ettiği zaman mu­hakkak ikisinden biri o küfür kelimesiyle dönmüştür.". (Müslim: İman/ 111)

Durum böyle olunca, fetvayı ve serî hükmü açıklama­ya salahiyetli olan kişinin, müslümanlardan birini küfre nisbet eden hükme adım atmadan önce iyice düşünmesi ve ihtiyatlı olması gerekir. Aslında her müslümanın dinini ya­şarken ihtiyatı (tedbiri) elden bırakmaması, dini vazifelerini yerine getirmede hırslı olması, dinî yasaklardan uzak durması, günahlara ve dinen kötü sayılan şeylere bulaşma­ması, gerekir. Kişi bazı ters düşüncelere sahib olur da bir­takım günahlar işlerse hemen tevbe ederek Allah'ın affe­deceğine tevekkül eder.

Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını ise dile­diğine bağışlar.". (Nisa: 48)

Başka bir ayette de: "Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini ka­bul eder. Allah şübhesiz bağışlayandır, merhametli olandır.". (Maide: 39) buyurulur. [86]

 

Allah'ın dininden Başka Birşeyle Hükmetmek Riddet Sayılır mı?

 

Önce bakılır; eğer başka hükmü, kendisinin veya baş­kasının doğrulamasıyla uyguluyorsa ve Allah'ın hükmünü başka hükümle, Allah'ı inkar etmek veya İslâm hükümle­rinin hayata elverişli olmadığı düşüncesinde yürümek veya onları ayıplamak değersiz görmek için değiştirdiğine dair kesin bir delil varsa bu jslâm'dan dönüşü (riddeti) gerek­tiren bir durumdur. Bu durumdaki kişi için kelimei şehade-ti söyleyip dursa ve namaz gibi bütün ibadetleri eda da et­se farketmez. Ancak bu kişi, kendi içindeki bu sebebden tamamen vazgeçtiğine dair tevbe ederse yani önceden söy­lediklerinin tersini ilan eder, İslâm şeriatının tamamının hayata elverişli olduğunu, daha Önce hükmettiği şeyin batıl olduğunu, gerçek doğru olanın İslâm şeriatının getirdiği hükümler olduğunu söylerse o zaman İslâm sınırları içine girmiş olur.

Fakat bu kişinin başka bir şeyle hükmettiğinde; inka­rına, ayıpladığına ve küçük gördüğüne dair kesin delil bu­lunmasa, Allah'ın hükmüyle amel etmekdeh onu sadece bunamak veya nefsinin sayıklamalarına ve kötü isteklerine icabet etmek veya İslâm şeriatının bağlayıcılığından kaç­mak gibi bir sebeb alıkoysa ona, bu ihtimalin delilleri ne kadar zayıf olursa olsun riddet hükümleri tatbik edilmeye­ceği gibi, küfre nisbet edilmesi de caiz olmaz. Çünkü bu konuda temel nokta itikaddır. Bu durumda sözlü bir beyan veya fiili bir uygulama olursa küfrüne hükmedilir. Çünkü sözlü beyan ve fiilî uygulama, inkar edici inancı gösteren kesin bir delildir. Küfrü, hükmünü uygulamak caiz değil­dir. Burada onun fasıklığma ve günahkar oluşuna hükme­dilir. Fakat yine de işin iç yüzü Allah'a havale edilir. Nasıl olsa ahirette her şey ortaya çıkacaktır.

İmam Ahmet b. Hanbel bu gerçeği şöyle açıklar: "Her kim müslüman olarak şarap helaldir, derse o ka­firdir. Ondan tevbe etmesi istenir, ederse ne alâ, etmezse öldürülür. Bu durum, şarabın haram olduğunu bilecek du­rumda olanlar içindir. Fakat kişi, sadece domuz eti yemek­le, veya şarap içmekle mürted olmaz... Bu işi ister küfür diyannda, ister İslâm diyarında yapsın... Çünkü kişiyi, di­ğer haramlarda olduğu gibi böyle bir fiili de haram oldu­ğuna inanarak yapması günahkar sayılmakla birlikte; din­den çıkarmaz. [87]

 

Mürtedin Cezası

 

Riddet; inkarın en çirkini, cezası da en ağır olanıdır. Riddet; müslümanın amellerini siler götürür. Bu suçu işle­yen dünyada ölümle, ahirette ebedî cehennemde kalarak cezalandırılır.

Kur'ân'da şöyle buyurulur: "içinizden dininden dö­nüp kafir olarak Ölen olursa,bunların amelleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlar­dır. Onlar orada temellidirler." (Bakara: 217)

Buhari ve Müslim'de İbn-i Abbas'dan naklen bir ha­diste Peygamberimiz: "Kim dinini değiştirirse onu öldü­rünüz." buyuruyor. İslâm ilim otoriteleri de mürtedin öl­dürüleceği konusunda fikir birliği etmişlerdir. Bu hüküm, Hz. Ebu Bekir'den, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, Hz. Muaz'dan, Hz. Ebu Musa'dan, Hz. İbn-i Abas'dan, Hz. Halid'den ve diğerlerinden rivayet edilmiş, kimse bunu inkar etmediğinden icma meydana gelmiştir. (Hidaye: 2/ 164)

Bir müslüman dinden döndüğü zaman (Allah'a sığını­rız) ona İslâm arz olunur. Eğer bir şüphesi varsa giderilir. İslâm'a dönmezse üç gün hapsedilir. Bu esnada üç defa tevbe etmesi istenir. Eğer müslüman olursa maksat hasıl olmuştur. Eğer riddetinde ısrar ederse öldürülür. İslâm'a dönerse bu dönüş, kelimei şehadeti söylemesi ve İslâm'a ters olan her türlü dinden veya geçiş yaptığı fikrî sistem­den berî olmasıyla olur. Mürtedde üç gün süre tanınması ve tevbe etmesinin istenmesinin delili, Muvatta'da İman Malik'in Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah b. Ab-dulkârî'den, o da babasından naklettiği haber ki bir gün Hz. Ömer'e bir adam gelir ve Hz. Ömer ona: Garibbir o-lay, haber var mı?, der. O da; "Evet, bir adam müslüman olduktan sonra kafir oldu," der. Ömer (ra): "Ona ne yaptı­nız?", der. Adam: "Önümüze alıp onu öldürdük," der. Hz. Ömer: "Onu üç gün hapsedip her gün ona çörek yedirip tevbe etmesini isteseydiniz ya, belki adam tevbe eder veya Allah'ın emrine müracaat ederdi. Ey Allah'ım! Ben orada bulunmadım, ben emretmedim, haber bana ulaşınca ben razı olmadım." der.

Karı-kocadan birinin riddeti aralarında ayrılığı gerek­tirir. Mürted olanı tevbe eder de İslâm'a dönerse yeni bir nikah akdi ve yeni bir mehir gerekir. Tabi yeniden evlen­meyi isterse.

Mürted, akrabalarından biri öldüğü zaman onun malı­na varis olamaz. Çünkü mürteddir, dini yoktur, müslüman akrabasına varis olmaz. Riddeti üzere öldürülür veya kendi Ölürse malı müslüman varislerine intikal eder. Çünkü o, riddet anından itibaren Ölü hükmündedir. Mürdeddir hiç kimseye velayeti yoktur, kestiği de haramdır. Riddetine ıs­rar ettiğinden öldürülürse cenazesi yıkanmaz, cenaze na­mazı da kılınmaz. Riddetiyle İslâm'dan çıktığı için müslü-manların mezarlıklarına gömülmez, riddetten önce müslü­man olduğu için müşriklerin mezarlıklarına da gömülmez. Ancak cesedi bir çukura atılır. [88]

 

Günahlar

 

Günahlar; Kur'ân ve Sünnetin metni ve selefin icma ile büyük ve küçük olarak ikiye ayrılır. Kur'ân'da: "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurla­rınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz." (Nisa: 31) buyurulur.

Diğer ayetlerde de şöyle buyurulur: "Göklerde olan­lar ve yerde olanlar Allah'ındır ki o, kötülük yapanla­ra işlerinin karşılığını verir; iyi davrananlara, ufak-te-fek kabahatleri bir yana büyük günahlardan ve hayâ­sızlıklardan kaçınanlara işlediklerinden daha iyisiyie karşılığını verir. Doğrusu Rabbinin bağışı boldur. Sizi yerden varederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok iyi bilir." (Necm: 31-32)

Peygamberimiz de şöyle buyurur: "Beş (vakit) na­maz, cumaya kadar cuma, Ramazana kadar Rama-zan,büyük günahlardan sakınüdığı takdirde, aralarında işlenen günahları için keffarettirler." (Müslim: Tahare/16)

Adam öldürmek anne-babaya itaatsizlik etmek, yalan yere yemin etmek, yalan yere şahitlik yapmak büyük gü­nah örneklerindendir. Alimler ayette geçen "lemen" keli­mesinin küçük günahların olduğunu açıklamışlardır. İslam, müminleri büyük küçük günahlardan sakındırmış, onların takva ile ahiret yolculuğuna azık edinmelerini istemiş, ha­ramlardan kaçınmalarını, ne kadar küçük olursa olsun hiç­bir günahı işlemede gevşeklik göstermemelerini istemiştir. Kur'ân'da: Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisi­ne Allah'tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur. (Nisa: 123) buyurmuştur.

Hadisi şerifte Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Gü­nahkar bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir le­ke meydana gelir. Tevbe edip Allah'dan affını isterse kalbi cilalanır (parlar). Tevbe etmezse o leke artar hat­ta kalbini kaplar.". İşte bu durum şu ayette geçen kalbin paslanmasıdır: "Hayır, hayır; onların kazandıkları kalp­lerini paslandırıp körletmiştir." (Mutaffifin: 14)

Allah'a ortak koşmak ve küfre düşmek müstesna, gü­nah işleyen, bu günahını, haramlığına delil varsa ve icma da edilip bu haramhk kesin bir şekilde sabit olmuş ise he­lal kabul etmedikçe kafir olmaz, ancak o ameli günahkar­lardan sayılır. Tahavî şöyle der: "Kıble ehlinden olan hiç kimseyi helal kabul etmedikçe işlediği günah sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. Günah işleyene de, imanla beraber günah zarar vermez, demeyiz.". Muhammed ümmetinden büyük günah esleyenler, cehenneme girecekler, tevhid ehli olarak, tevbe etmeyerek ölürlerse ve kendilerinin durumunun Allah'ın elinde olduğunu, dilerse affedeceğini, fazlı kereminden mağfiret edeceğini dilerse ilahî adaleti gereği cehennemle azab edeceğini bilirse cehenneme girseler bile ebedî kalmayacaktır.

Onlann cehenneme girdikden sonra çıkmaları da Al­lah'ın rahmeti ve şefaat edebileceklerin şefaati ile olur. Son­ra onları cennetine gönderir. Bu da Allah'ı Rab olarak tanı­yanlara Allah'ın bir lutfudur. Bunlar, Allah'ın hidayetinden mahrum kalan, O'nun korumasına nail olamayanlar gibi de­ğildirler. Ey Allah'ım! Ey İslâmı ve ehlini koruyan Al­lah'ım! Bizi İslâm üzere sabit kıl ki sana onunla kavuşalım.. Nevevî şöyle der: "Hakikat şu ki, ehli sünnet, önceki­ler ve sonrakilerden hak üzere olanların görüşü; tevhid ehli olarak ölen her halükarda cennete girer. Eğer çocuk veya deli gibi günahsız biriyse veya şirk ve benzeri günahlardan tevbe etmiş ve tevbesinden sonra hiç günah işlememiş bi­riyse cehenneme girmeden direk cennete gireceklerdir. Fa­kat cennete gelişleri yani sırattan geçişleri farklı olacaktır. Günahı olup da tevbe etmeyenin durumu, Allah'ın dileme-sindedir. Dilerse onu affeder ve hemen cennete koyar. Di­lerse muradettiği kadar azablandırdıktan sonra cennete so­kar. Tevhid üzere Ölen, ne kadar günah işlerse işlesin ce­hennemde ebedî kalmayacaktır. Nitekim küfür üzere Ölen de, dünya da ne kadar iyilik de bulunursa bulunsun, cenne­te giremeyecektir. Bu konuda doğru olanın özeti budur. Kitab, sünnet ve icma da bunu gösterir. (Nevevî Şeru'l Müslim 1/217)

Ahirette cezanın düşme sebepleri

Ahirette günahkarların cezaları Kur'ân ve Sünnetten beyan edilene göre şu sebeblerle düşer: [89]

 

1) Nasuh tevbe

 

Bir daha tevbe edilen günahı işlememek kastolunanj tevbedir. Kur'ân'da bu konuda şu ayetler vardır: "Onların j ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil I geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını görecekler-1 dir. Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş yapanlar bu­nun dışındadır. Bunlar, hiçbir haksızlığa uğratılmadan! cennete gireceklerdir." (Meryem: 59-60)

"Ancak tevbe edenler, İslah olanlar ve gerçeği or-j taya koyanlar müstesna; işte onların tevbesini kabulj ederim. Ben, tevbeleri daima kabul ve merhamet ede-| rim." (Bakara: 160)

Tevbeyi daha geniş olarak gelecek başlık altında ince-| leyeceğiz. [90]

 

2) İstiğfar

 

İstiğfar, bazen tek başına, bazen tevbe ile beraber söy­lenir. Tek başına şu ayette olduğu gibidir: "Allah'daı mağfiret dileyin Allah bağışlar ve merhamet eder.'] (Bakara: 199)

Tevbe ile beraber de şu ayette geçer: "Rabbinizdei mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin ki, belli bir süreye] kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faj ziletinin karşılığını versin." (Hûd: 3)

Tevbe ve istiğfar tek başına kullanıldıkları zaman dij gerinin manasını da içine alırlar.

Yanyana kullanıldıklarında ise; istiğfar: Geçmiş zi manda işlenen günahın şerrinden korunmayı istemek, Tevlbe, gelecekte işlemekten korktuğu kötü amellerin şerrin­den korunmayı istemek ve dönmek, demektir. Burada iki günah var:

a) Geçmişte işlenen günah; ki bundan istiğfar edilir ve şerrinden korunma istenir.

b)  Gelecekte nefsinin şerrinden ve kötü amellerinden korunmak için O'na dönüş.

Aynı şekilde günahkar; kendisini yok olmaya götüren, esas gideceği yere götürmeyen bir yola girmiş kimsegibi-dir. Bu kişi sırtını o yola ters çevirmesi ve kurtuluşunun olduğu yola dönmesi gerekir. Burada iki iş var: Birşeyden ayrılmak, diğerine dönmek. İstiğfar; ayrılığa, tevbe de dö­nüşe tahsis edildi. Fakat tek başına kullanıldıklarında diğe­rinin manasını da içine alırlar. Bu ayette belki de bunun için bu sırada gelmiştir: "Rabbinizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe edin." (Hûd: 3)

Tevbe; batıldan ayrıldıktan sonra doğru yola dönmek­tir. Aynı şekilde istiğfar; "zararı gidermek" tevbe; faydayı temin etmektir. Mağfiret; Allah'ın kişiyi günah şerrinden koruması, tevbe; bu korumadan sonra Allah'ın sevdiği şe­yin meydana gelmesidir.

Umumî şekliyle istiğfar; yapılan bir günahdan veya ameldeki bir noksanlıkdan dolayı Allah'ın mağfiretini iste-mekdir. İstiğfar, kurtuluşu ve hayırlara kavuşmayı hızlan­dırır. Kur'ân'da: Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma di­leyin. Doğrusu O; çok bağışlayandır.". Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallar ve oğullarla destekle­sin." (Nûh: 10-12) [91]

 

Peygamberlere İman

 

Peygamberlere iman, imanın esaslarından biridir. Kur'ân'da şöyle buyurulur: Peygamber ve inananlar, Rabblerinden kendine indirilen Kur'ân'a iman ettiler; hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberle­rine inandılar. "(Allah'ın) Peygamberlerinden hiç biri­nin arasını ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır.", dediler. (Bakara: 285)

Nübüvvet, Risâlet ve Vahyin Anlamı

Nübüvvet: "Haber" anlamındaki "nebe" kökünden türemiştir. Manası: "Allah'tan gelen haberin, vahiy yoluy­la kullar içinden kendisinin seçtiği birine ulaşması ve o ki­şinin o haberi almasıdır.

Risalet: Allah'ın, kullarından birini diğer insanlara, yeni bir kitabı ve yeni bir şeriatı bildirmekle görevlendir­me sidir. [92]

 

Vahyin Anlamı

Vahiy lügat açısından şu anlamı içerir:

 

1)  İnsanın yaratılışında var olan ilham. Bu manada Kur'ân'da: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir." diye bildirmiştik.'* (Kasas: 7) buyurulur.

2) Hayvanlarda tabiî olarak mevcut olan ilham, iç gü­dü. Yine bu manada Kur'ân'da: "Senin Rabbin, bal ansı­na da şöyle bildirdi: "Dağlardan, ağaçlardan ve insan­ların kuracakları kovanlardan kendine evler edin!". (Nahl: 68...) buyrulmuştur.

3)  Sembol ve nişan yollu, hızlı işaret: Bu manada Kur'ân'da Zekerriyya (as)'dan bahisle şöyle buyurulur: Zekeriyâ bönün üzerine mâbedden çıkıp milletine: "Sabah-akşam Allah'ı tebih edin." diye işarette bulun­du." (Meryem: 11)

4)  Şeytanın fısıldaması, insanın hatırında kötülükleri süslemesi: Bu manada da Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar." (Enam: 121)

Diğer ayette de şöyle buyurulur: "Aldatmak için bir­birlerine cazib sözler fısıldayan cin ve insan şeytanları­nı her peygambere düşman yaptık." (Enam: 112)

Şu manalarda vahyin lügat anlamlarmdandır: Yaz­mak, kitap, mektup, peygamber göndermek, yeniden diril­mektir şeyi bildirmek için söylenen söz, gizli bildirme, Allah'ın peygamberlerine vahyetmesi.

Vahiy kelimesi tek başına söylendiğinde "vahyedilen şey" anlaşılır. [93]

 

Dinî Açıdan Vahyin Terim Manası

 

Allah'ın, kullarından peygamberlik için seçtiği birine insanlar için pek alışılmış olmayan gizli bir şekilde bilin­mesini istediği hidayet yollarını bildirmesidir. Bu şekilde vahyedilen şey; peygamberine indirilmiş olan Allah'ın ke­lâmıdır. [94]

 

Vahyin Geliş Şekilleri

 

Suyutî, Itkân adlı eserinde; bilginlerin vahy için şunları saydığını söyler:

1) Buhâri'de belirtildiği gibi meleğin, çıngırak sesine benzer bir şekilde gelmesidir. Ahmed b. Hanbel'in Müs~ ned'inde, Abdullah b. Ömer'den naklen şöyle denir: Pey­gambere "Vahyi hissediyor musun?" diye sordum. O da: "Ben çıngırak sesleri işitiyorum, sonra o anda susuyo­rum. Bu şekilde bana ne zaman vahyedilse, ruhumun alındığını zannederim." dedi. Hattâbî şöyle der: "Bu ses­ten maksat; Peygamberin işittiği dalgalı seslerdir. Bunun meleğin kanatlarını çırpma sesi olduğu da söylenir.

Bu şekilde meleğin gelişinden maksat; Peygamberin kulağının vahyin dışındaki sesleri algılamasını önlemektir. Buhari de bu şekildeki vahyin; en şiddetli vahiy şekli ol­duğu anlatılır. Kendisinde tevhit ve korkutma bulunan ayetler bu çeşit vahiyle gelirdi.

2) Peygamberimiz uyanıkken, Cebrail tarafından vah­yin, Peygamberimizin kalbine üflenmesi, bırakılmasıdır.

3)  Cerâil'in insan şekline girerek getirdiği vahiydir. Buhâri'de Peygamberimiz, şöyle buyurur: "Bazı zaman­larda melek insan suretine girer,bana konuşur,ben de onun dediklerini muhafaza ederdim.". Vahyin en kolay şekli budur.

4) Meleğin,Peygambere uyku halinde getirdiği vahiy­dir.

5) Peygamberin, doğrudan Allah'la konuşması şeklin­de olan vahiydir. Bu, ya uyanık halde olur, miraç da oldu­ğu gibi. Ya da uyku halinde olur ki bu şekilde bir vahiyle Kur'ân Ma gelmiş olan hiç bir şey yoktur.

İbn-i Kayyım, vahyin geliş şekillerinin yedi olduğunu söyler. Bunlar:

1) Doğru rüya.

2)  Meleğin görülmeden, Peygamberin kalbine vahyi bırakması.

3)  Meleğin insan şekline girip Peygamberin onunla görüşmesi ve konuşması.

4) Meleğin zil sesi gibi bir sesle gelmesi.

5) Peygamberin, meleği yaratıldığı şekilde görmesi.

6) Miracda olduğu gibi yedi kat göklerin üstünde Pey­gambere vahyedilmesi.

7)  Peygamberin perde arkasından melek vasıtası ol­maksızın konuşması.

Doğru rüya şeklindeki vahye örnek; Hz. İbrahim'in Kur'ân'da zikredilen olayıdır. Şöyle buyurulur: "Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk ken­disinin yanisıra yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyo­rum, bir düşün, ne dersin?" dedi. "Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse sabredenlerden ol­duğumu göreceksin." dedi. Böylece ikisi de Allah'a tes­limiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca

Biz: "Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız." diye seslendik. (Saffât: 101-105)

İkinci türdeki vahye örnek: Peygamberimizin şu ha­disidir: "Ruhu'l-kudüs rızkı tamamlanıncaya kadar hiçbir kimsenin ölmeyeceğini benim kalbime üfledi (il­ham etti). O halde Allah'a karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz." Hadisi, Hâkim rivayet etmiştir.

Üçüncü şıktaki vahye örnek: Buhari'de Ebu Hurey-re'den nakledilen meşhur Cibril hadisidir ki; bu hadisde Cibril Peygamberimize bir arap köylüsü şeklinde gelmiş ve ona İslâm'dan, imandan, ihsandan sorular sormuştur. Bu hadis geride anlatılmıştır.

Dördüncü şıktaki vahy: Vahiy geliş şekillerinin en şiddetlisidir ve zil sesi gibidir.

Beşinci şıktaki vahye örnek: Buharı ve Müslim'de Câbir'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle der: "Hirâ dağında bir ay iznivaya çekilmiştim. Bir ay do­lunca aşağı inip vadiye giriyordum ki gaibden bir ses geldi. Kimseyi göremedim. Başımı kaldırdığımda Hirâ-daki meleği gördüm. Eve dönerek: "Beni örtün!" de­dim. Sonra: "Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! Kalk da (kavmini Allah'ın azabı ile) korkut! ayetleri indi." (Müddessir: 1-2)

Kur'ân'daki bir ayette vahiy şekilleri özel olarak üç şekilde anlatılmıştır: "Allah bir insanla ancak vahiy su­retiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir; izniyle, dilediğini vahyeder. Doğrusu O yüce­dir, Hakîm'dir. (Şura: 51) [95]

 

Bu ayet şunları içerir:

 

1)  Ayette geçen vahiy; bir mananın kalbe atılması, kalbe üfurülmesi, ilham edilmesidir.

2) Perde arkasından konuşma; O'nu görmeksizin işit-mesidir. Bu; Musa (a.s.)'nm ağacın arkasından ilâhi çağrı­yı işitmesi gibi olur. Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Musa ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısı­nabilirsiniz." dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadi­nin sağ yanındaki ağaç tarafından: "Ey Musa! Şüphe­siz Ben Alemlerin Rabbi olan Allah'ım." diye seslenil­di. (Kasas: 29-30)

3)  Allah'dan Peygambere gönderilen meleğin götür­düğü vahiy. Buhari'de Hz. Aişe'nin rivayetinde Haris b. Hişâm adında bir sahabi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Vahiy sa­na nasıl geliyor?" diye sorar. Peygamberimiz de şöyle cevap verir: "Bazen bana çıngırak sesi gibi gelir ki; ba­na en ağır geleni de budur. Benden o hal gider gitmez, meleğin bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen melek bana bir insan şeklinde görünür,benimle konu­şur, ben de söylediğini iyice bellerim."

Hz. Aişe şöyle der:

"Çok soğuk bir günde, kendisine vahiy gelirken görmüştüm. İşte böyle soğuk bir günde dahi Rasûlul-lah'dan o hal geçtiği zaman şakaklarından şapır şapır ter akardı." (Buhari: Kitabu Bed'il-vahy/ 2)

Vahiy çeşitlerinin en iyisi; bir elçi meleğin vahiyle gönderilenidir. Kur'ân bu şekilde, Cibril vasıtasıyla inmiş­tir. Bu konuda Kur'ân'da şu ayetler zikredilir: "Şüphesiz Kur'ân alemlerin Rabbinin indirmesidir. Ey Muhammed! Apaçık arap diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir." (Şuârâ: 192-195)

"De ki: "Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düş­mandır.". Çünkü O, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle kendin­den öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine inmiştir." (Bakara: 97)

Peygamberimize Vahyin Gelmeye Başlaması Buhari'de müminlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle de­diği nakledilmiştir: "RasûluIIah'ın vahiy başlangıcı, uy­kuda doğru rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya gör­mezdi ki, sabah aydınlığı gibi açık ve aşikâr meydana gelmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi konul­du. Artık Hira dağındaki mağarada tek başına kalıp ailesinin yanına gelinceye kadar muayyen günlerde ibadet eder ve yine azıklanıp giderdi. Sonra yine Hati­ce nezdine dönüp bir okadar zaman için yine azık alır­dı. Nihayet Rasûlullah'a bir gün Hira mağarasında bu­lunduğu sırada vahiy geldi. Şöyle ki ona melek gelip; "Oku." dedi. O da: "Ben okuma bilmem." cevabını verdi. Peygamberimiz şöyle dedi: "O zaman melek be­ni gücümü yitirinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bıra­kıp yine "Oku." dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. Yine beni alıp gücümü yitirinceye kadar sıkış­tırdı. Sonra beni bırakıp yine "Oku." dedi. Ben de ona: "Okuma bilmem." dedim. Yine beni alıp gücümü yiti­rinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine "Oku." dedi. Ben de: "Okuma bilmem." dedim. Niha­yet beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Herşeyi yaratan Rabbinin adı ile oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin sonsuz ikram sahibidir. Ki O, kalem ile (yazıyı) öğretti. İnsana bilme­diği şeyleri öğretti," dedi. (Alak: 15)

Bunun üzerine Rasûlullah bu ayetlerin vahyinden do­layı kalbi titreyerek döndü ve Hz. Hatice'nin yanına gide­rek: "Beni sarıp örtünüz." dedi. Korkusu gidinceye kadar onu sarıp Örttüler.

Sonra Rasûlullah durumu Hz. Hatice'ye anlatarak: "Kendimden korktum." dedi. Hz. Hatice: "Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utan­dırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmek­ten âciz olanların yükünü taşırsın, fakire verir, kimse­nin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağır­larsın, Hak yolunda meydana gelen olaylarda (halka) yardım edersin." dedi. (Buhari: Kitabu Bed'il-vahy/ 3) [96]

 

Peygamberlik İlâhî Bir Bağıştır

 

Peygamberlik ilâhî bir bağıştır. Allah, onu kullarından dilediğine verir. Çalışmakla, yorulmakla, çok itaat ve iba­det etmekle, öğretilmekle, zorla veya başka türlü üstün gelmekle peygamberlik elde edilmez. Aynı zamanda Pey­gamberlik veraset yoluyla da kimseye geçmez. Peygam­berlik ancak, Yüce Allah'ın, kullarından en üstününü ve en yüce meziyetlere sahib olanını bu değerli ve büyük işi taşıyabilecek olanını seçmesiyle olur.

Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Andolsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten, kendile­rinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuş­tur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler." (Âliîmrân: 164)

"Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir." (En'âm: 124) [97]

 

Peygamberlik

 

Hz. Muhammed'in vefatı ile sona ermiştir. Çünkü O, bütün peygamberlerin en sonuncusu idi. Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonun­cusudur. Allah herşeyi bilir." (Ahzab: 40)

Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Peygamberlik (zinciri) kesilmiştir. Benden sora ne bir nebi ne de bir rasûl gelecektir."

Müslim'de Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Benim ile benden evvelki peygamberlerin misali, şu bir kimsenin misali gibidir ki, o kimse bir bina kur­muş ve binayı güzel yapıp süslemiş; yalnız köşelerin­den bir köşede bir tuğla yeri eksik kalmış. Bu vaziyette halk binayı dolaşmaya başlar. Binayı çok beğenirler ve "keşke şu bir tek tuğla da konulmuş bulunsaydı!" der­ler. İşte ben, (o yeri boş bırakılan) tuğlayım, ben pey­gamberlerin en son geleniyim." (Müslim, Fedâil/ 22) [98]

 

Bütün Milletlere Peygamber Gönderilmesi

 

Allah Teala, tarih boyunca bütün milletlere kendi dil­lerinde konuşan peygamberler göndermiştir.

Bu konuda Kur'ân'da şu ayetler yer alır:

"Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bîr uyarıcı bulunagelmiştir." (Fatır: 24)

"Her ümmetin bîr peygamberi vardır." (Yunus: 47)

"Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her pey­gamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dile­diğini saptırır ve dilediğini de doğru yola eriştirir; güç­lü olan, Hâkim olan O'dur. (İbrahim: 4)

Bu peygamberlerden bazılarının haberleri ve isimleri bize bildirilmiş, bazılarınmkiler bildirilmemiştir.

Bu konuda da şöyle buyurulur:

"Peygamberlerden bir kısmını daha önce sana an­latmış, bir kısmını da anlatmamıştık." (Nisa: 164)

"Ey Muhammedi And olsun ki, senden önce bir­çok peygamberler gönderdik; sana onların kimini an­lattık, kimini anlatmadık." (Gafir: 78)

Kur'ân'da anlatılan peygamberler bugün ortadoğu olarak bilinen Arap yarımadası ve civarındaki bölgede bu­lunan milletlere gelmiş olan peygamberlerdir. Çünkü onlar birbirine yakın olan milletlere gönderilmişlerdi ve onların peygamber olarak gönderildiklerine, peygamberliklerinin yazıldığına ve bu durum hakkında bir şüphenin olmadığı­na delil getirmek mümkündü.

Daha uzak bölgelerdeki milletlere gönderilmiş, izleri kaybolmuş, kendisine uyanların şirke düştüğü veya dinle­rini değiştirmiş olan ümmetlere gönderilmiş olan peygam­berlerden bahsedilmeyişindeki hikmet; o peygamberlerin durumları hakkında tarihçilerle diğer insanların hoş olma­yan tartışma ve mücadelelere düşmesini engellemektir. [99]

 

Bütün Peygamberlere inanmak Farzdır

 

Müslümanların, hiçbir ayrım yapmaksızın bütün pey­gamberlere inanmaları gerekir. Peygamberlere iman husu­sunda aynm yapıp bazısına inanan bazısına küfreden, bazısını doğrulayıp bazısını yalanlayan kişi kafir olur.

Bu konuda şu ayetler zikredilir:

"Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İs-hâk'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından Peygamberlere ve­rilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız." deyin." (Baraka: 136)

"Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirile­ne inandı. Hepsi Allah'a meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine inandı. "Peygamberleri arasından hiçbi­rini ayırt etmeyiz, dediler." (Bakara: 285)

"Allah'ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen "Bir kısmına inanır, bir kısmını inkar ederiz." diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kafir olanlardır." (Nisa: 15-151)

Aynı şekilde bütün müslümanlarm, Allah'ın gönder­miş olduğu peygamberlerin tamamının erkek olduklarına inanması gerekir. Allah onları peygamberlikle şereflendir­miş, onlara hikmet vermiş, onlara akıl gücü ve doğru gö­rüş bahşetmiş, onları, yaratılmışlara doğru yolu gösterici kişiler olmaları için seçmiş, onlar da Allah'ın emir ve ya­saklarını kullarına bildirmişler, onları Allah'ın gazabından ve kızgınlığından sakındırmışlar, insanları, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıran yolun rehberleri olmuşlardır.

Bu konuda şöyle buyurulur:

"Ey Muhammedi Senden önce de, kendilerine vahyettiğmiz adamlar gönderdik." (Enbiya: 7)

"De ki: "Yer yüzünde yerleşip dolaşanlar melek ol-salardı,biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik." (İsrâ: 95)

Ayrıca peygamberlerin ilahlık özelliklerinden hiçbiri­ne sahib olmadıklarına inanmamız gerekir. Peygamberler kainat üzerinde herhangi bir fonksiyonda bulunamazlar, herhangi bir faydanın veya zarann mutlak elde edilmesine de sahib değillerdir. Allah'ın dilemesine hiçbir etkide bu­lunamayacakları gibi gayb aleminden de, Allah'ın bildir­dikleri müstesna, hiçbir bilgiye sahib olamazlar.

Allah Teala şöyle buyurur:

De ki: Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni hileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.". (Araf: 188)

"Görülmeyeni bilen Allah; görülmeyen hakkında kimseyi haberli yapmaz. Ancak peygamberlerden, bil­dirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirileri­ni tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin Önünden ve ardından gözcüler salar, onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar." (Cin: 26-28)

Peygamberlerin diğer insanlar gibi hayat sürdüklerine inanırız. Onlar da yerler, içerler, sağlıklı veya hasta olurlar, kadınlarla evlenirler, soyları olur, çarşıda dolaşırlar, uyur­lar, otururlar, çeşitli eziyetlerle karşılaşırlar, diğer insanlar gibi ihtiyarlayıp zayıf düşer ve vefat ederler.

Bu konuda şu ayetler Kur'ân'da yer alır:

"Ey Muhammedi Senden önce gönderdiğimiz bü-tün peygamberler de, şüphesiz yemek yerler, sokaklar­da gezerlerdi." (Furkan: 20)

And olsun kî, senden önce nice peygamberler gönderdik; onlara eşler ve çocuklar verdik. (Ra'd: 38)

"Meryem oğlu Mesîh sadece peygamberdir, -On­dan önce de peygamberler geçmiştir- Onun annesi dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi." (Maide: 75)

"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan Ön­ce de peygamberler geçmiştir. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen Allah'a hiçbir zarar vermez." (Âli İmrân: 144)

Eyyub da: "Başıma bir belâ geldi, (sana sığındım) "Sen merhametlerin merhametlisisin." diye Rabbine seslenmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kul­luk edenlere bir hâtıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik." (Enbi­ya: 83-84)

Bu son iki ayette olduğu gibi Eyyub (a.s.)'la ilgili di­ğer ayetler bize onun Allah tarafından imtihan edildiğini ve onun da sabrederek ve Allah'a sığınarak duasının kabul edildiğini, kaybettiklerinin fazlasıyla verildiğini, Allah'ın sabredenlere mükafaatlarını mutlaka verdiğini, ve bunun samimi bir şekilde kulluk edenlere bir hatıra olduğunu bi­ze göstermektedir.

Peygamberimiz de şöyle buyurur:

Lâkin ben bazı günler oruç tutuyorum, bazen tut­muyorum, bazı geceler namaz kılıyorum, bazen uyuyo­rum, hanımlarla da evleniyorum. (Buharı)

Kur'ân'da adları geçen nebi veya rasûl olan peygam­berler 25 tanedir.

Bunlar: Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, ibrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa, Harun,Davud, Süleyman, Eyyub, Yunus, İlyas, el yesa', Zül-kifl, Zekeriyya, Yahya, İsa, Muhammed (a.s.)'dır.

Bu peygamberlerden onsekiz tanesi şu birkaç ayette anlatılır:

"Bu, İbrahim'e milletine karşı verdiğimiz kesin delilimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğ­rusu Rabbin Hakimdir, bilendir. Ona İshak'ı, Yakub'u bağışladık, her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u -ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık veririz- Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı, -ki hepsi iyilerdir- İsmail'i, Elyesa'ı, Yu-nus'u, Lut'u, -ki hepsini dünyalara üstün kıldık- doğ­ru yola eriştirdik." (En'âm: 83-86)

Diğer yedisi aşağıdaki ayetlerde anlatılırlar Allah Adem'i ve Nuh'u seçti. (Ali İmrân: 33) Ad milletine kardeşleri Hûd'u gönderdi. (Hûd: 50) Semüd milletine kardeşleri Salih'i gönderdik. (Araf: 73)

"Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik." (Hûd: 84)

"(Ey Muhammed!) İsmail, İdris ve Zülkifl hakkın­da anlattığımızı da an; onların herbiri sabredenlerden­di." (Enbiya: 85)

"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merha­metlidirler." (Feth: 29) [100]

 

Peygamberlerin dereceleri

 

Peygamberler fazilet ve şeref olarak aynı derecede olmaçlıklarından, Allah onların rütbelerini farklı yapmıştır.

Şöyle buyurur:

"İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerin­den üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine konuş­tuğu, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhul-Kudûs'le destekle­dik." (Bakara: 253)

Kur'ân'i Kerim Peygamberlerden bazılarına ülü'l-azm peygamberler, diye isim verir.

Şöyle buyurulur:

"Ey Muhammedi Peygamberlerden azim ve sebat sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret." (Ahkâf: 35)

Bu rütbedeki peygamberler 5 tanedir.

Bunlar: Muhammed, İbrahim, Musa, İsa, Nuh (a.s.)'dır.

Bunlar şu ayette zikredilir:

"Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır." (Ahzab: 7)

Mutlak olarak bütün peygamberlerin en üstünü, in­sanların ve yaratılmışların en değerlisi... Peygamberimiz Hz. Muhammed'dir. Bu konuda bütün müslümanlar kesin olarak fikir birliği içindedir. Sebebi, onun bütün alemlere umumen Peygamber olarak gönderilmesidir.

Bu konuda Allah Teala şöyle buyurur:

"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan en hayırlı üm­metsiniz." (Ali İmran: 110)

Şüphe yok ki bu ümmetin hayırlı oluşu, peygamberi­nin hayırlı oluşuna bağlıdır.

Müslim'de Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Ben, kıyamet gününde Adem oğlunun efendisi, kabri ilk açılan, ilk şefaat eden ve edilen olacağım." "Şifa" adlı eserinde Kadı İyaz,

Peygamber'imizin üstünlüğüne şu şekilde işaret eder:

Allah bütün peygamberlere isimleriyle hitab etmiş, peygamberimize ise, onun yüceliğini ve değerinin üstünlü­ğünü ortaya koymak için nebiiik veya Rasûlluk vasfıyla hitab etmiştir.

Şöyle buyurulur:

"Ey Nebi! Biz seni şâhid, müjdeci, uyarıcı olarak göndermişizdir." (Ahzab: 45)

"Ey Rasûl! Sana Rabbinden indirileni tebliğ et." (Maide: 67)

Buhari ve Müslim'de geçen bazı hadislerde de pey-gamber'imizin üstünlüğü şöyle açıklanır:

Peygamberimiz buyurdu:

"Ben diğer peygamberlere altı şeyle üstün kılın­dım: Az sözle çok şeyleri ifade etmek, düşmanıma kor­ku salmakla yardım olundum, ganimetler bana temiz ve namazgah kılındı, ben bütün mahlukata gönderil­dim, Peygamberler benimle sona erdiler.

Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:

"Bana beş özellik verildi ki onlar daha önceki pey­gamberlere verilmedi, ben her siyah ve kırmızıya (bü­tün insanlara) gönderildim. Ganimetler bana helal kı­lındı, benden öncekilere helal değildi. Yeryüzü bana te­miz ve namazgah kılındı, kişiye namaz vakti nerede ye­tişirse orada namazını kılar. Bir aylık yoldan düşmanı­ma korku salmakla yardım olundum. Bana şefaat etme hakkı verildi." [101]

 

Peygamberlerin görevleri

 

1) Allah'a kulluk etmeye insanlan çağırmak: Şöyle buyruhır:

"And olsun ki, her ümmete "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen peygamber göndermişiz­dir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi de sapıklığı haketti." (Nahl: 36)

2) Allah'ın emirlerini ve yasaklarını kullara iletmek Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kafirlere yol göstermez." (Maide: 67)

3)  İnsanlara doğru yolu göstermek, onları doğru me­toda iletmek

Şöyle buyrulur:

"Ey Peygamber! Biz seni şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık ola­rak göndermişizdir." (Ahzab: 45-46)

Bu şekilde her peygamber doğru yolu gösteren ve özellikle kendi ümmetini uyaran oldu. Peygamberimiz ise bütün alemlere karşı bu görevini yapıyordu.

4) Güzel örnek olmak

Allah da bize onlara uymayı emretmiştir. Şöyle buyrulur:

"Ey İnananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah, en güzel örnektir" (Ahzab 21)

"İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir» onların yoluna uy." (En'âm: 90)

5) İnsanlan, dünya hayatıyla aldanmamalan hakkında yönlendirmek, onlara ahireti hatırlatmak:

Şöyle buyurulur:

"Ey Cin ve İnsan topluluğu! Size ayetlerimizi anla­tan, bu günle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygam­berler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda şahidiz" der­ler. Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı oldııiri«««« kendi aleyhlerinde şahitlik ettiler. Bu, haberleri yokker* kasabalar halkını Allah haksız yere yok etmeyeceğin" den dolayıdır." (En'âm: 130-131) [102]

 

Peygamberlerin Gönderilmesindeki Sebeb

 

Allah Teala peygamberleri, insanların gerçek dinin > bilmeleri için göndermiştir. Böylece Peygamberler lara dünya ve ahiretteki mutluluk prensiplerini öğretir lah Teala da kıyamet gününde inkarcılara ve günahkarlar^-karşı bunu bir delil olarak kullanır, onların özür beyan et-^ melerine imkan bırakmaz. Müminlerin yollarını aydınlatır^" ki onlar bilinçli olarak kulluk vazifelerini yapabilsinler

Şöyle buyrulur:

"Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşıt* bir delilleri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uva-^*~ rıcı peygamberler vardır. Allah güçlüdür, Hakimdir "tf '

 (Nisa: 165)

"Allah; mahvolan, apaçık delille mahvolsun; yaşaj yan da apaçık delille yaşasın, diye olacak işi yaptı.')

(Enfâi: 42)

insan, düşüncesi ve bilgisi ne kadar ilerlerse ilerlesin! görülen alemden Öteye geçemez. Akıl ve bilgi, din olma] dan tek başına, insanları Allah'ın rızasının ve gazabımı olduğu, ve insanlık için iyi veya kötü olan şeye ulaştıra] maz. Peygamberlerin gönderilmesi, doğru yolu açıklam; içindir.

Şu anda biz, çeşitli bozuklukları, sapıklıkları ve İsli yolu üzere yürümeyen toplumların çözülmelerini gayet iyi görüyoruz. Halbuki o toplumlar maddî alanda bilimsel vt teknik açıdan ilerledikleri halde gerçek saadete ulaşamı­yorlar. Doğru yolda olma ve mutluluk, ancak ilahi ve dinî bir yolla olur. Bu şekilde İslâm dinine en son semavi diı hüviyetiyle uymak ve onun kendinden önceki dinleri kal-| dırdığını benimsemek gerekir.

Allah Teala: "Ey Muhammed! Biz seni alemlere! rahmet olarak gönderdik." buyurarak bu gerçeği açıkla-] mıştır. [103]

 

Peygamberlerin Davetindeki Özellikler ve Üstünlükleri

 

1) Peygamberlerin daveti, AUah'dan gelen vahiyle) ilahî bir özellik taşır.

Şöyle buyurulur:

"Ey Muhammed! İşte sana da buyruğumuzla Ceb-1 rail'i gönderdik. Sen, Kitab nedir, iman nedir? önceleri bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara doğru yolu göstermektesin." (Şura: 52)

"O (Peygamber) nefsinden konuşmuyor. Onun söy­lediği, kendisine vahyedilen bir vahiydir." (Necm: 3-4)

2) Peygamberler davetlerini herhangi bir kimseden bir ücret veya karşılık almak maksadıyla yapmazlar. Onlar karşılıklarını AUah'dan alırlar. Bundan dolayı onların da­veti, maddi bir kazanca yönelik değildir. Bunda dünyevî bir kâr da yoktur. Onların tek gayesi, Allah'ın rızasını ve ahiret sevabını kazanmaktır.

Kur'ân'da Peygamber'imizin özelliği ve bu ulvi ger­çeğin ifadesi için şöyle buyurulur:

"De ki: "Ben buna karşı sizden bir ücret değil, an­cak, Rabbine doğru bir yol tutmak dileyen kimseler ol­manızı istiyorum." (Furkan: 57) Bütün peygamberlerin gayesi budur.

3)  Allah'a kulluğa davette peygamberler, samimi ve ihlas sahibidirler. Onların her zaman ve her yerde hedefle­ri, insanları tevhide (Bir Allah inancına) davet etmek, kul­luk yapmada Allah'ı tek ilah kabul etmek, niyet ve işin sa­mimi olması için insanları uyarmaktır.

Şöyle buyrulur:

"Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Al­lah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak, ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur. (Beyyine: 5)

"Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: "Benden başka ilah yoktur, Bana kulluk edin." diye vahyetmişizdir." (Enbiya: 25)

4)  Davette toleranslı olmak, zorlamamak, sert ve katı davranmak, yaratılışa uygun olarak işi kolaylıkla ele al­mak, insanlara anlayabilecekleri şekilde hikmetle' ve güzel sözle hitab etmek lazımdır.

Ayetler şöyledir:

"Ey Muhammed! De ki: "Ben kendiliğinden birşey iddia edenlerden değilim.". (Sâd: 86)

"Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, gü­zel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir." (Nahl: 125)

5) Davette hedef ve gayenin açıkça belli olması: "Ey Muhammed! De ki: "Benim yolum budur;

ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarım. Ben asla Al­lah'a eş koşanlardan değilim." (Yusuf: 208)

6)  Dünyada zühd, ahireti dünya hayatına tercih et­mek:

Şöyle buyrulur:

"Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır." (Tana: 131)

"Allah katındaki daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Kasas: 60)

7) Tevhid inancında yoğunlaşmak, gayba (görülmeye­ne) inanmada şiddetli olmak. Tevhid, bütün peygamberle­rin davetinin temeli, bütün çalışmalarının gayesidir. Bu konuda Kur'ân'da Peygamberleri anlatan birçok ayetler vardır.

Bütün Peygamberler insanları tevhide çağırmışlardır. Peygamberlerle kavimleri arasındaki savaş, hakkın savu­nucusu bir peygamber olmaları ve tevhide davet etmeleri etrafında oluyordu. Tabiki Hakk'ın galibiyetiyle savaş so­na eriyor, Peygamberler galib geliyor, yalanlayanlar yok oluyorlardı.

Şöyle Duyurulur:

"And olsun ki, Peygamber kullarımıza söz vermi­şizdir: Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir. Bizim or­dumuz şübhesiz galib gelecektir." (Saffât: 171-173)

Şu ayette de peygamberlere ve kıyamete kadar insan­ları hakk'a çağıracak olan davetçilere çok büyük müjdeler vardır:

"Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahidlerin şahidlik edecekleri gün­de yardım ederiz. O gün, zalimlere, özür beyan etmele­ri fayda vermez. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsüde on­laradır. (Cehenneme girerler)." (Gafir: 51-52) [104]

 

Peygamberlerin Sıfatları

 

Peygamberlerin sıfatları şunlardır:

1) Erkek olmak: Kadınlar nebî veya rasûl olamazlar. Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Ey Muhammed! Senden önce de kendilerine vah-yettiğimiz adamlar gönderdik." (Enbiya: 7)

2) Sıdk (Doğru olmak): Her peygamberin yaratılışın­da var olan bir sıfattır.

Peygamber'imiz hakkında Kur'ân'da şöyle buyuru-lur:

"Eğer Muhammed, Bize karşı ona bazı sözler kat­mış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiç biriniz de onu koruya­mazdınız. Doğrusu Kur'ân, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür." (Hakka: 44-48)

3)  Emanet (Güvenilir olmak): Bu sıfat; Peygambe­rin vahiy konusunda, güvenilir olması, demektir. Yani Al­lah'ın emirlerini ve yasaklarını kullarına eksik veya fazla­lık yapmadan, bozma veya değiştirme olmaksızın tebliğ etmesi demektir. Bütün Peygamberler bu emanete tam bir şekilde riayet etmişlerdir.

Bütün Peygamber'lerin, kendi milletlerine şöyle de­dikleri zikrolunur:

"Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim." (Araf: 68) Bu konuda Allah Teala şöyle buyurur: "Peygamber, görülmeyenler hakkında söyledikle­rinden ötürü töhmet altında tutulamaz." (Tekvîr: 24)

Yani vahiy ile gelenler ve gayb hakkında suçlu görü­lemezler. Nitekim emanetin anlamından, peygamberlerin iç ve dış dünyalarını yasaklara bulaşmaktan korumaları da anlaşılabilir.

4) Tebliğ (Bildirmek, ulaştırmak)

Peygamberlerin, Allah'ın hükümlerini olduğu gibi kullara ulaştırıp; vahyedilenlerden hiçbir şeyi gizlememe­leri demektir.

Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Allah'ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Al­lah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden kork­mazlar. Allah hesap gören olarak yeter." (Ahzab: 39)

5) Fetânet

Aklın, zekanın ve uyanık olmanın tam bir şekilde ol­ması, demektir. Allah bu sıfatı Peygamberlerine vermiştir. Bu sıfatla onlar, gönderildikleri kavimlerin inkarına karşj delil getirme gücünü elde ederler. Allah'ın ezelî hikmeti, Peygamberlerin, insanlar arasında aklı ve zekası en iyi, de­lili ve ısbatı en güçlü olan kişilerin seçilmesi şeklinde ola gelmiştir. Bu şekilde Hakk'ın ışığı ortaya çıkmış, Allah'ın daveti yücelmiştir.

"Allah, Peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve hile­lerinden ötürü de şiddetli bir azab erişecektir." (Araf: 124)

6) İsmet

Lütügatte, korumak, engellemek anlamına gelir. Sıfat olarak ismet: Peygamberi, gücü yettiği halde günah işle-mekden veya günaha meyletmekten koruyan ilahî bir güç­tür.

Şöyle de tarif edilebilir:

Allah'ın, Peygamberlerini günah işlemekten, yasakla­rı ve haramları yapmakdan korumasıdır. Bütün peygam­berler, yaratılış icabı insanlarda olabilen ve nefret çeken bütün özelliklerden korunmuşlardır. [105]

 

Mucize

 

Yüce Allah'ın, Peygamberlerin ellerinden meydana getirdiği, davanın doğruluğunu açıklayan, karşı gelineme­yecek bir şekilde meydan okuyan harikulade (olağanüstü) olaylardır.

Mucizede yedi özellik aranır

1) Söz, fiil (iş) veya terk şeklinde olur. Birincisi, Kur'ân'ı Kerim'dir.

İkincisi, Hz. Muhammed (sav)'in parmaklarının ara­sından su çıkması

Üçüncüsü, olan terk şeklindeki de Hazreti İbrahim'i ateşin yakmamasıdır.

2) Harikulade olması lazımdır. Yani insanların normal tabiat kurallarına göre alıştıkları şeyin tersine olması la­zımdır. Güneşin doğudan doğup batıdan batması hiçbir peygamber için mucize bir olay olmaz.

3) Mucizenin bir nebî veya bir Rasûl elinde olması la­zımdır.

Keramet; Allah'ın dinî, veya dünyevî bir yardım ga­yesiyle çok itaat eden bir kulun elinde gösterdiği harikula­de olaydır.

Maunet: Halkın elinde, onları sıkıntıdan kurtarmak için ortaya çıkan durumdur.

İstidrâc: Fâsık ve günahkârın elinde, onu aldatmak için ortaya çıkan bir durumdur.

Ilânet: Fâsıkın elinde ortaya çıkan, fakat onu yalanla­yan bir durumdur. Mesela yalancı peygamberlerden, Mü-seylimetü'l-Kezzâp' tek gözü kör olan bir adama gözü iyi olsun diye dua etmiş, bunun üzerine adamın gören gözü de kör olmuştur.

4)  Mucizenin, Peygamberliğin iddia edildiği zaman diliminde meydana gelmiş olması lazımdır.

Irhas: Peygamberliğe aday olacak şahsın, peygamber olarak gönderilmeden önce, peygamber olacağını gösteren olağan üstü olaydır. Bi'setten Önce Peygamber'imizi bir bulutun gölgelemesi gibi.

5)  Mucizenin iddia edildiği gibi meydana gelmesi la­zımdır. Nitekim Peygamber; "Benim doğruluğumun gös­tergesi, denizin yarilmasıdır," derse ancak dağ yarılırsa

mucize olmaz.

6)  Mucizenin, yalanlayıcı ifadesi olmaması lazımdır. Yoksa mucize olmaz. Mesela Peygamber: Benim doğru­luğumun alâmeti şu cansız varlığın konuşmasıdır, der

ve o cansız varlık da onun yalancı olduğunu söylerse, mu­cize olmaz.

7) Karşı çıkmak mümkün olmamalıdır. Sihirle mucize olmaz.

8)  Bazı fevkalâde olayların normal olduğu dönemde olmamalıdır. [106]

 

Hz. Muhammed (Sav)'İn Mucizeleri

 

Yüce Allah'ın, Peygamberimizi kendisiyle donattığı ilk mucize Kur'ân mucizesidir. Bütün Peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin içinde en büyüğü Kur'ân'dır. Çünkü o Kur'ân; bütün zamanlar sürecince var olacak, bü­tün zaman ve mekanlarda Hz. Muhammed (sav)'in Pey­gamberliğini isbat edecektir. Mucize oluşundaki hikmet, şudur: Daha önce gelen peygamberlerin peygamberlik sü­resi kendinden sonra gelecek peygamberlerin zamanına kadardı, sınırlıydı. Oysa Hz. Muhammed'in Peygam-ber'lik süresi, kıyamete kadardır. O halde bütün asırlarda onun peygamberliğini gösterecek bir mucizeye gerek var­dır ki o da Kur'ân'ı Kerim'dir.

Yüce Allah son Peygamber (Hz. Muhammed)'in mu­cizesi olarak onun özünden ayrılamaz birşeyi yaptı. Kur'ân; Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin hak ve gerçek olduğunu her devir ve mekanda ispatlayan bir kitap oldu. Bu kitap, davetin temeli, maksadın ifadesi ve onu getiren için büyük bir delil ve senettir.

Araplar, Peygamberimizden davetinin doğruluğunu gösterir bir delil istiyorlardı. Allah Kur'ân'ın, onların iste­dikleri şeyi gösteren en büyük alamet olduğunu haber ver­miştir.

Şöyle buyrulur:

"Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?" derler. De ki: "Mucizeler ancak Rabb'imin katındadir. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcı­yım." "Kendilerine okunan bir Kitabı sana indirmiş ol­mamız onlara yetmiyor mu? Bunda inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır." (Ankebut: 50-51)

Peygamberimizde şöyle buyurur:

"Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi za­manlarındaki insanların inandıkları bir mucize veril­miş olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak Al­lah'ın bana vahyettiğidir. Kıyamet gününde en çok kendisine uyanı olan Peygamber olmayı umarım." (Müslim)

Kur'ân'ın bütün ayetleri, içerdiği ahlak prensipleri, sosyal ve siyasî esasları ve insanların karakterlerine ektiği davranış eğitim ve dosdoğru olma tohumları ile bir İslâm mucizesi ve bir İslâm fermanıdır.

Kur'ân; en büyük kanun sistemi, bütün alemler için i-nanç, düşünce ahlak, ekonomi, siyaset, aile ve toplum dü­zeni, devlet işleri ve insanın dünyada ve ahirette ihtiyaç duyduğu hayatın bütün alanlarında temel kaidedir.

Kur'ân'ın insanı aciz bırakan özellikleri değişik saha­larda ele alınabilir.

a) Kur'ân'ın dil açısından mucize oluşu

Bu yönü onun eşsiz ifade tarzında kendini gösterir. Yani uslubü düz yazı ve şiirden farklıdır. Onun üslubu Peygamberin hadis üslubundan da farklıdır. Kur'ân'm ifa­de şeklinin özelliklerinden biri onun îcâz oluşudur. Yani o-nun manayı; en az sayıda lafızlarla, hikayelerle, tam bir belagatla, dolgun mana ile yanlışlık ve tutarsızlıkdan uzak oluşu ile ifade etmesidir.

b)  Kur'an'ın, yaratılışın başlangıcı hakkında verdiği haberler ve gçmiş ümmetlerin haberlerini anlatması açısın­dan mucize oluşu söz konusudur. Kur'ân geçmiş ümmetle­rin toplum yapılarını, onların iman edip etmediklerini ve başlarına geleni vaaz etmek ve ibret almamız için anlatır.

c)  Kur'ân'm gayb aleminden, bilinmeyen şeylerden ve gelecekde olacağım haber verip de bir süre sonra o ola­yın meydana gelmesi şeklindeki mucizesidir. Mesala Kur'ân'da Bedir savaşı daha yapılmadan müşriklerin ye­nilgiye uğrayacakları haber verilmiş sonra sonuç aynen meydana gelmiştir. Kur'ân'da: "Toplulukları dağıtılacak, arkalarına döndürüleceklerdir." buyurulur. (Kamer: 45)

Yine Kur'ân o günkü Bizans İmparatorluğunun İran'lılara önce yenileceğini, bir süre sonra da onlara galib geleceğini haber vermiş ve aynı şekilde meydana gelmiş­tir.

Ve Allah şöyle buyurur:

"Elif, Lâm, Mîm. Rumlar en yakın bir yerde yenil­diler. Onlar bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler­dir." (Rum: 1-3)

Ve yine Kur'ân Mekke'nin fithini önceden haber ver­miş ve aynı şekilde fethedilmiştir.

Şöyle buyurulur:

"And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey İnananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı traş etmiş veya kısalt­mış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, ya­kın zamanda bir zafer verecektir." (Feth: 27)

d) Kanun koymadaki mucizeliği

Kur'ân, ferdin eğitimiyle bu işe başlamış tevhid inan­cıyla onun vicdanını bütün hurafelerden, yanlış düşünceler­den temizlemiş şehvete ve diğer boş şeylere kulluk etnıek-den onu kurtarmıştır. İnsanlara dünyada ve ahirette faydalı olan ibadetlerin yapılmasını kanun olarak koymuştur.

Namaz:

Her türlü fuhuş ve kötülüklerden insanı korur.

Zekat:

İnsanın psikolojik yapısında mevcut olan mal ihtirası­nı kökünden kazıyıp atar. Onun nefsine, toplum bireyleri arasında yardımlaşma duygusunu yerleştirir.

Hac:

İnsanm iç dünyasına,zorluklara dayanma terbiyesi ve­rir, Allah'ın yarattıklarında gizli olan sırları sezme gücü verir. Hac, müslümanların tanışdıkları ve danışmalarda bu­lundukları uluslararası bir konferanstır.

Oruç:

Nefsi dizginlemek, kararlılığı kesinleştirmek, iradeyi güçlendirmek, tek bir aile halinde yaşıyormuş gibi bütün müslümanların nefsani arzularını bir ay boyunca hapset­meleridir. Bütün bunlara ek olarak Kur'ân'da çeşitli fazi­letler teşvik edilmiş, insanın sabırlı,güvenilir, adaletli, ik­ramda bulunan, yumuşak, affedici ve alçak gönüllü olması tavsiye edilmiştir.

Kur'ân; Ferdin terbiyesinden ailenin kuruluşuna geç­miş, böylece evlenmeyi meşru ve kanunlarına uygun hale getirerek insanların devamını, tabiatlarına uygun şerefli bir üreme şeklinde olmasını sağlamıştır. Aile bağlarını sevgi ve acıma duygularına, psikolojik huzura ve genel örf ve adetlere uygun bir hayat standartma endekslenmiştir. Bu­nunla beraber İslâm erkek ve kadının yaratılış özelliklerini ve kendilerine uygun olan görevlerini de gözetmiştir.

Sonra Kur'ân; İslâm toplumunun kuruluşuna geçmiş, o toplum için değişik sistemler önermiştir. Mesela idari düzen gibi. İslâm hükümetinin en uygun şekildeki kuralla­rını açıklamıştır. İslâm hükümeti; bir danışma (şûra), eşit­lik hükümeti olup mutlak ferdî tahakkümü engelleyicidir.

Ayrıca Kur'ân'da çeşitli karar mekanizmalarında bu­lunanların görevleri, haklarında karar verilenlerin tavırları açıklanmıştır. İslâm hükümetinin mutlak adalete dayandığı hiç bir şekilde bir kişinin sevgisinden akrabalık şefkatin­den veya diğer sosyal etkilerden etkilenmediği açıkça be­lirtilir. Bu adalet gereği İslâm idaresi, düşmanlarından inti­kam alma duygusu ile hareket etmez, savaşta ve barışta uluslararası ilişkileri Kur'ân'da açıklandığı gibi olur. Nite­kim Kur'an; cihad işlerini, orduyu, dini ve ümmeti savun­mayı, ceza hukukunu düzenlemeyi ve beş temel hakkın mutlak korunması gerektiğini içerir ki onlar; canı, dini, na-musu,mah ve aklı korumaktır. Bunlarla ilgili olarak işle­nen suçlan ve cezalan da belirtir.

Ekonomik yönden birçok konulara temas eder. Mese­la ticaret, ziraat, sanayi, yiyecek ve içecekler, bağışlar, va­kıflar, vasiyyetler, miraslar, nafakalar, emanetler, gasblar, başkasının malını haksız yok etme, velayet, vesayet ve di­ğer kanulara temas eder.

Umumi olarak Kur'ân, insanın hayatında ihtiyacı ol­duğu bütün sahalara prensipler bazında temas etmektedir. Kur'ân her toplumun yapısına uygun kurallar ortaya koya­bilecek niteliktedir.

e) Kur'ân'ın bir de ilmî, bilimsel mucize oluş yönü vardır.

Kur'ân; bir hidayet kitabı olmakla birlikte ki şöyle buyurulur:

"Doğrusu bu Kur'ân, en doğru yola götürür." (İs-ra:9) O, aynı zamanda ayetlerinde insanlığın bilgi dünya­sında mevcut olan tabiat, kimya, tıb, mühendislik, astrono­mi, coğrafya ve diğer konularda yeni ortaya çıkan bir çok hakikatlere ince ifadelerle ve gizli belirtilerle işaret eder.

Kur'ân'ın bilimsel yönden mucize oluşu konusunda araştırma ve inceleme yapan bazı alimler vardır, ki onlar­dan mesela, Dr. Abdülazîz İsmail; "İslâm ve Yeni Tıb Bi­limi" adlı kitabında, matematik ve astronomi bilgini olan Ahmet Muhtar; "Kur'ân'ın Sırları" adlı kitabında, Ah­met Hanefi; "Kur'ân'ın Bilimsel Tefsiri" adlı kitabında, Tantavî; "Cevahir" adlı tefsirinde, Mustafa Sadık er-Riffî; "Kur'ân'ın İcazı" adlı eserinde ve Dr. Muhammed Vasfı, Abdürrezzak Nevfel, Muhammed el-Mutîî, Dr. Muham­med el-Gamravi gibi şahıslar da çeşitli eserlerinde, bu ko­nuyu incelemektedirler.

Kur'ân'ın mucize oluşunu en üst derecede açıklayan delil şu ayettir: "Eğer o (Kur'ân) Allah'tan başkasından gelseydi onda bir çok aykırılıklar (ihtilaflar) bulurlardi." (Nisa: 82)

Şu da bilinmektedir ki, Peygamberimiz Ümmî idi, ya-i ni okuma-yazması yoktu. Kur'ân, ona indirilmiş ve bütün yaratılmışlara meydan okumuş ve onlarda, ona karşı dur­maktan aciz kalmışlardı. Halbuki o dönemde özellikle! araplar, arapçanm en zirve edebiyat diline sahiptiler.

Kur'ân'daki meydan okuma üç safhada olmuştur. [107]

 

1) Kur'ân'ın tamamıyla meydana okuması Şöyle buyurulur:

 

"Ey Muhammed! De ki: "And olsun insanlar vel cinler şu Kur'ân'ın benzerini getirmeleri için bir araya toplansa, bazısı bazısına yardımcı da olsa, yine onun| bir benzerini meydana getiremezler." (İsra: 88) [108]

 

2) On sûre ile meydan okumuştur: Şöyle buyurulmuştur:

 

"Senin için" "Onu uydurdu." diyorlar, öyle mi? Del ki: "Öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre meydana getirin, Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın." eğer doğru söylüyorsanız bunu yaparsı­nız. Yok eğer bunun üzerine size cevap veremedilerse bilin ki o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'n-| dan başka ilah yoktur." (Hûd: 13-14) [109]

 

3) Bir sûre ile meydan okuması Şöyle buyurulur:

 

Ey Muhammed! Senin için, "Onu uydurdu mu?"| diyorlar. De ki: "Onun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin." (Yunus: 38)

Bu meydan okuma şu ayetlerde de tekrar edilir: "Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsa­nız, haydi onun benzerinden bir sûre de siz getirin. Al­lah'tan başka şahitlerinizi de yardıma çağırın, eğer id­dianızda doğru iseniz. Fakat bunu yapamazsınız ki, el­bette yapamayacaksınız, kafirler için hazırlanmış bulu­nan ve yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten korkun." (Bakara: 23-24)

Bütün mahlukat Kur'ân'a karşı gelmekten âciz kal­mıştır. Kur'ân'm meydan okuması kıyamete kadar devam edecektir. İşte bu Kur'ân; ancak hakkı, doğruyu söylemek­tedir, dorğu yolu ve olgunluğu öğretmekte, hayatın en gü­zel şekilde resmini çizmekte ve varlık aleminde en güzel bir seda olmaya devam etmektedir. [110]

 

Peygamberimiz (sav)'in Diğer Mucizeleri:

 

Peygamber'imizin Kur'ân'dan başka mucizeleri de sabit olmuştur ki bunlar:

1) İsrâ (gece yürüyüşü, Kabe'den Kudüs'e) Ve Mi­raç (göğe yükselme) mucizesi: Kur'ân İsrâ sûresinde bu­nu anlatmış ve müslümanlarm çoğu bu olayın ruh ve be­denle beraber olduğuna ittifak etmiştir.

2) Şakku'l Kamer (Ayın Yarılması Mucizesi) Kur'ân'da şöyle anlatılır:

Kıyamet saati yaklaşır, ay yarılır, onlar bir delil görünce hâlâ, yüz çevirirler. Ve "Süregelen bir sihir." derler. (Kamer: 1-2)Ayın yarılması hadisi; Buhari ve Müslim'de sabittir. (el-Lü'lüü ve'1-Mercân: 3/ 380)

3) Parmaklarının arasından su çıkması:

Buhari'de Cabir (ra)'den naklen şöyle rivayet edilir: "Hudeybiye gününde insanlar susamıştı. Peygam­berimizin önünde insanlar ona doğru yöneldiler. Pey­gamberimiz: Size ne oldu?, dedi. Onlar: Ey Allah'ın Rasûlüî Yanımızda senin şu küçük kovandaki sudan başka ne içecek ne de abdest alacak su var, dediler. Ca­bir şöyle devam etti: "Peygamberimiz elini kovanın içi­ne koydu, su fışkırır gibi çıkıyordu. Hem içtik, hem de abdest aldık. Cabir'e: O gün kaç kişiydiniz? denince, O: Yüzbin kişi olsaydık yine yeterdi. Biz ise 1500 kişi idik." dedi. Peygamberimizin parmaklarından su çıkması mucizesi, sahih rivayetlerde olduğu üzere, birçok kereler meydana gelmiştir.

4) Hurma kötüğünün inlemesi mucizesi

İlk zamanlar yanında hutbe okuduğu hurma kütüğü­nün, minber yapıldıktan sonra, Rasûlullah'ın her minbere çıkışında inlemeye başlaması,bunun üzerine Peygamberi­miz (sav)'in onun yanma vararak, okşar gibi yapıp elini gezdirmesi ve kütüğün susması. (Buhari, Menakib/ 25)

5) Peygamberimizin bereketiyle yemeğin artması:

Ebu Talha'dan rivayet edilen hadisde Peygamberimi­zin Ümmü Süleym'in getirdiği bir parça ekmek ve katıkla yetmiş veya seksen kişiyi doyurduğu rivayet edilmiştir.

6) Avucunda çakıl taşlarının teşbih çekmesi: Enes b. Malikşöyle der:

"Bir gün Peygamberimizin yanında otururken, yerden bir avuç çakıl taşı aldı ve taşlar teşbihe başladı­lar, öyleki biz bile teşbih sesini işitiyorduk."

7)  Ağaç ve taşların Peygamberimize selâm verme­leri mucizesi.

Hz. Ali şöyle der:

Bir gün Peygamberle Mekke dolaylarına çıkmış­tık. Karşılaştığımız bütün ağaç ve taşlar şöylece selam veriyordu: "Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm üzerinize ol­sun!" Bunlar Müslim ve Tirmizi'de Fazail ve Menakib bablarmda geçmektedir.

8) Kızartılmış zehirli koyunun konuşması mucizesi

Hayber fethinde bir yahudi kadını, yemesi için Pey­gamberimize zehirlediği kızartılmış koyun etini sunmuş, koyun da, kendisinin zehirli olduğunu haber vermiştir. (Buhari, Tıb/ 55)

9) Katade'nin gözünü iyileştirmesi

Peygamberimiz, Katade isimli sahabenin gözünün, Uhud savaşında, isabet alması sebebiyle, yerinden çıkıp, iki yanak yumrusu üzerine yuvarlanan gözlerini yerine koymuş ve onları sıvazlamasıyla, öncekinden daha iyi bir şekilde gör­mesini sağlamış ve bu da bir mucize olarak sabit olmuştur.

10) Koyundan süt akıtması

Peygamberimizin Medine'ye hicreti esnasında Ümmü Ma'bed'in koyununun memelerini sıvazlamış ve bol mik­tarda süt akmıştır. Bu bir mucize olarak tesbit edilmiştir.

Peygamberimizin hissî (duyulara hitab eden; gözle görülen) mucizeleri buraya kadar anlatılanlardan çok daha fazladır. Bu tür mucizeler; akaîd,siyer ve hadis kitapların­da bol miktarda anlatılmaktadır. Bunların içinde sahih olanlarda hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Hatta bazı İslâm alimleri bu mucize konusunu kitap­larında özel başlıklar altında incelemiştir. Mesela Buhari ve Müslim böyledir. Bazı alimlerde özel kitaplar yazmış­lardır ki mesela Beyhakî'nin "Delâilü'n Nübüvve" adlı eseri, Isbehânî'nin aynı adlı eseri, Maverdî'nin "Alâmü'n Nübüvve" adlı eseri, İbn. Cevzi'nin "el-Vefâ fî Ahvali'l-Mustafa" adlı eseri burada söz konusu edilebilir. [111]

 

Kaza Ve Kadere İman

 

Kaza ve kadere iman, imanın esaslarından altıncısıdır. Nitekim Cibril'in Peygamberimize imandan sorduğu ha-disde cevaben şöyle Duyurulmuştur:

"Allah'a, meleklerine, kitablanna, Peygamberleri­ne ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanman-dır." [112]

 

Kaza ve Kaderin Lügat ve Terim Anlamı

 

Kaza; lügatte bir kaç manaya gelir. Bildirmek, haber vermek, emretmek, zorlamak, yaratmak, hükmetmek, bir işi sona erdirmek, irade etmek, söz vermek, açıklamak ve eda etmekdir.

"Kader" de lügatte bir kaç manaya gelir. Bunlaı. hükmetmek, güç, miktar, yüceltmek,bilmek,bölmek, derin bilgi,eşitlemek, hazırlamak, bir şeyi diğer bir şeyle karşı­laştırmak, kuvvet ve imkan tanımaktır. Düşünmek, düşün­meye sevk etmek, eşyada bazı özellikler meydana getir­mek, Allah'ın kulları hakkında verdiği hükümdür.

Istilahi olarak her ikisi de aynı manada mıdır? Bazı İslâm alimlerine göre aynı mana sağlam düzen,sebebleri sonuçlarına bağladığı umumî kanun ve prensiplerdir. Bu manayı ifade eden ayetler şunlardır:

"O'nun katında herşey bir ölçüye göredir." (R'ad: 8) "Hazinesi bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz."

(Hicr: 21)

"Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecek­tir." (Ahzab: 38)

"Şübhesiz biz herşeyi bir ölçüye göre yaratmışizdır." (Kamer: 49)

"Ey İnsanî Vüce Rabbinin adını teşbih et. O, yara­tıp şekil vermiştir. O, herşeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir." (A'la: 13)

Bazı alimlere göre ise kaza ve kaderin manaları birbi­rine zıttır. Bunlardan da bazıları kaza kaderden öncedir, derler. Bu meşhur olan görüştür. Bu görüşe göre kaza; Al­lah'ın yaratıklar hakkında gelecekteki durumlarını ezelde bilmesidir. Kader ise; bu yaratıkları, ezeldeki bilgisine uy­gun olarak bil fiil yaratmasıdır. Bunun tam tersini söyle­yenler de vardır. Yani kader, kazadan öncedir, derler. Bu durumda kaderin tanımı yukarıda geçen kazanın tanımı, kazanın tanımı da, kaderin tanımıdır, derler. [113]

 

Kadere İnanmanın Anlamı

 

Önce her mükellefin hayrı ve şerriyle kadere inanma­sı gerekir. Bu dinin özelliklerinden ve temel esaslarından biridir. Bunun manası; her mükellefin Allah'ın kullarının işlerini ve gelecekte mahlukatla ilgili peşpeşe meydana gelecek olaylan ilk önceden bildiğine inanması gerekir. Aynı şekilde Allah'ın mahrukatı yarattığı anda, kendine mahsus kaderinde nasıl tayin edilmişse o şekilde yarattığına inan­ması gerekir.

Her şey O'nun takdiri ve dilemesi ile olur. Kulların dilemeleri, ancak Allah'ın onlar için dilemede bulunduğu anda geçerlidir. Allah dilerse olur, dilemezse olmaz. Onun hükmünü geri çeviren hiçbir güç yokdur.

Bu konunun açıklamasında İbni Teymiyye "Akide-i Vasitiyye" isimli eserinde şöyle der: "Kadere iman, iki mertebedir. Her mertebeiki şeyi içine alır." [114]

 

Birinci Mertebe

 

Allah, bütün mahlukatı fazlasıyla bilir. İnsanlar O'nun ezelî ilmine göre hareket ederler. Allah yarattıklarının bü­tün durumlarını yani kendisine itaatlerini, günahlarını, rı-zıklarını ve ecellerini ezelden bilir. Yüce Allah, Levh-i Mahfuza yaratılış mikdarlannı yazdı. Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah kaleme: "Yaz" buyurdu. "Ne, yaza­yım mı?" dedi. Allah: "Kıyamete kadar olacakları yaz!" buyurdu. İnsanın başına gelen belalar onuyanılt-mak için ve onu yanıltan şeylerde ona bela olarak gelmiş değildir. Kalemlerin mürekkebi kurudu,sahifeler dürüldü.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurur

"Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez mi­siniz? Bunlar hiç şübhesiz kitabdadır ve şübhesizbun-lar Allah'a kolaydır." (Hacc: 70)

Diğer bir ayette de:

"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitab'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır."

(Hadid: 2) [115]

 

İkinci Mertebe

 

Allah'ın kuvvetli dilemesi ve herşeyi kaplayan gücü­dür. Bu, Allah'ın dilediğinin olacağına, dilemediğinin ol­mayacağına inanmaktır. Göklerde ve yerde meydana gelen her bir hareket ve sükun ancak O'nun dilemesiyle olur. O'-nun mülkünde dilemediği bir şey olmaz. Varlık olarak ve­ya yokluk olarak herşeye Allah'ın gücü yeter. Yerde ve gökte bütün varlıkları yaratan Allah'dır, başka hiç bir ya­ratıcı yoktur. Bununla birlikte O,kullarına kendisine ve gönderdiği peygamberlere itaat etmelerini emretmiş, isyan etmeyi yasaklamıştır. Allah, kendinden korkanları çok iyi-likde bulunanları, adaletli davrananları sever. Fasıkları sevmez. Hayasızlığı ve kötülüğü emretmez. Kullarının ka­fir olmalarına razı olmaz. Toplumda bozukluk meydana getirenleri sevmez.

İşleri gerçekte kullar yapmakta ve Allah da onların fi­illerini yaratmaktadır. Kullarndan bazıları mümin bazıları kafir, bazıları iyi bazıları kötü, bazıları namaz kılar, oruç tutar. Kullar kendi işlerinde kudret sahibidirler. Onların iradeleri vardır. Allah da kullan ve onların güç ve iradele­rini yaratandır.

Bu iki mertebe dört şıkkı içerir. İbni Teymiye bunları "Şifaü'1-Aîîl" isimli eseri de kaza ve konularında şöyle açıklar: Kaza ve kadere inanmanın dört şıkkı olup bunlara inanmayan kaza ve kadere inanmamış olur. Bunlar:

a) Allah'ın yaratılmadan önce eşyayı bilmesi.

b) Eşyayı yazması

c) Eşyayı dilemesi

d) Eşyayı yaratması.

Adı geçen kitabda İbni Teymiye bunları genişçe açık­lamış, her şıkkı aynı başlık altında incelemiştir.

Kaderin aslı Allah'ın bir sırrıdır. Bu sırrı ne kendisine yakın olan melekler, ne bir peygamber bilebilir. Bu konuda çok fazla derinlere dalmak ve çok düşünmek Allah'ın yo­lundan ayrılmak ve azgınlık etmekdir. Bundan şiddetle sa­kınmak lazımdır. Bu insana şeytandan pırıltılara yol açar. Allah kaderin bilgisini insanların gözlerine saklamıştır. Bu konuyu çok merak etmeyi yasaklamıştır.

Nitekim şöyle buyurur:

O, yaptığından sorumlu değildir. Onlar (insanlar) ise sorumlu tutulacaktır. (Enbiya: 23) Allah Teala'ya ni­çin yaptın, diyen Allah'ın kitabındaki hükmü, kabul etme­miş ve kafir olmuştur.

Soru: Allah sevmediği ve razı olmadığı birşeyi nasıl ister ve yaratır. Buğzu ve çirkin görmesi bu iradesi ile na­sıl bir arada olabilir?

Cevap: İstemek iki türlüdür. Kendin için istemek, başkası için istemek. Kendin için istemek, zatına sevimli ve matlubdur ve bunda zatı için bir hayır vardır. Bu, iyi gaye ve hedefleri murad etmektir. Başkası için istenen ba­zen isteyenin kendisi için maksud olmadığı birşey olabilir. Kendi şartına göre bunda bir fayda olmayabilir. Fakat o şey istediğine bir vesile, bir araçtır. Kendi nefsi ve zatı açı­sından o şey çirkin görülmektedir. Fakat onun muradını meydana getirmek için bir yandan da olmasını ister. İşte burada iki irade, istek bir araya gelir. Kızgınlık ve istemek. Bunlar birbirine zıt olmaz. Çünkü ilgili oldukları şey değisiktir.

Bu; istenmeyen bir ilaç gibidir. İlacı içen onda kendisi için bir şifa olduğunu bilir, mikroplu organın kesilmesinde diğer organları için bir kurtuluş olduğunu bilir. Maksadına ulaşmak için zorlu mesafeleri kateder insanlar. Hatta akıllı insan bu istenmeyen durumlara genel kamsıyla sonuncusu tam ve kesin olarak bilmeden girişir. İşlerin sonucunu bi­len Allah'ın durumu neden böyle olmasın! Allah bir şeyi çirkin görür ve bu başkası hakkındaki iradesine ters olmaz. Bundan dolayı Allah; itaatin, amellerin, itikadlann, irade­lerin bozukluğunun Özü olan İblisi yaratmıştır. Şeytan kul­ların birçok yönden bozulmasına ve Allah'ı gazaba getiren işleri yapmasına vesile. [116]

 

Sapıklık ve isyana Kaderi Bahane Etmek Yanlış Bir Yoldur

 

Müşrikler, kendi şirklerine Allah'ın dilemesini bahane etmek istemişler ve "Allah dilemeseydi kendilerinin müşrik olmayacaklarını" söylemişlerdir. Alan bu konu­daki delillerini şu ayetle yok etmiştir: "Puta tapanlar, "Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiç­bir şeyi haram kılmazdık." diyecekler; onlardan önce­kilerde, bizim,şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara "Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz. Ve sa­dece tahminde bulunuyorsunuz.". "Üstün delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi." de. (En'am: 118/149)

Kur'ân müşriklere iki açıdan cevap veriyor

a) Allah kafirlere azabını tattırdı, onların cezalarını indirdi. Eğer onlar suçları,günahları, küfrü ve Allah'a or­tak koşmayı seçmeselerdi Allah onlara azab etmezdi. Çün­kü O adildir ve zerre mikdarınca zulmetmez.

b) Bu yanlış zanlan onların Allah'ı, ve dinini bilme­melerinden dolayıdır. Onların bu konuda dayanabilecekleri bir bilgileri yoktur. Onların küfrü sadece Allah'ın dinine karşı isyan ve peygamberlerinin dilinde indirdiği hakk'a karşı bir iftiradır. Buna göre onların iddiaları zanna dayalı, kesin, hiç bir delile d ayanmayan bir iddiadır.

Bu şekilde kaderi mazeret beyan eden kafir ve isyan­karlara:

Allah Kitabında değişik ayetlerde şöyle cevap verir:

Eğer inkar ederseniz bilinki Allah sizden müstağ­nidir. Kullarının inkarından hoşnud olmaz. Eğer şük­rederseniz sizden hoşnud olur. (Zümer :7)

Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, "Atalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti." derler. De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Al­lah'a karşı mı söylüyorsunuz?" (A'raf: 28)

Allah kullan için küfre veya fenalıkları işleyerek gü­nahkar olmaya razı olmaz. Allah bunu emretmez ve zorla­maz da. Allah kulları için dünyada ve ahirette hayn ister. Allah, Kur'ân'da kullarına, kendine iman edilmesini,kul-luk edilmesini ve kendi yolu üzere dosdoğru olunmasını emretmiştir. O halde insanların sapıtmasına, inanç ve din yönünden Allah'ın emirlerinden ayrılmasına razı olmaz ve bu sapkınlıklarına sonra da kaza ve kaderi bahane etmele­rine de asla müsamaha göstermez. [117]

 

Kader Başka Bir Kaderle Giderilir

 

Kadere iman, hiçbir şekilde günah işlemek için cürat-karlığa bir yol, günahlara sebeb, Allah'ın zorlamasına bir mazeret olamaz. Kadere iman, ancak yüce amellerin ve büyük gayelerinin gerçekleşmesine yol olabilir.

Kader, başka bir kaderle giderilir. Açlık, toklukla, su­suzluk kaderi, suya kanma kaderiyle hastalık kaderi tedavi kaderiyle, tembillik kaderi çalışma kaderiyle giderilir.

Rivayet edilir ki, Hz. Ömer (r.a.) Şam'a doğru yolu çıktığında, bazı valiler, orada taun hastalığının olduğunu haber vermişler. O da muhacir ve ensara danışmış ve taun­dan kaçmak için dönmeye karar vermişler. Hz. Ömer de bunu emretmiştir. O sırada Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'e: "Al­lah'ın kaderinden mi kaçıyoruz." der. Hz. Ömer: "Keşke bunu başkası deseydi. Evet, biz Allah'ın bir kaderinden, diğer bir kaderine kaçıyoruz. Söyle bakalım, senin devele­rin olsa ve biri otlak diğeri kurak iki yanı olan bir vadiye gitsen, otlak veya kurak yerde otlatman, Allah'ın kaderi ile midir?".

Burada maksat, Hz. Ömer, hastalık ve taun kaderin­den, sıhhat ve afiyet kaderine kaçıyor. Bu şekilde otlak ve kurak yerleri örnek veriyor. Yani develeri kurak yerden, otlak yere götürmek, bir kaderden, diğer bir kadere geçiş­tir. Peygamberimiz, cehalete bilgiyle, hastalığa ilaç ve te­davi ile, küfür ve isyana, cihadla karşı koymuştur. Pey­gamberimizin, galib geldiği savaşları, Allah'ın kader ve dilemesine göre hareket eden yüksek iradesinin görüntüle­rinden biridir. [118]

 

Kadere İman Ve Sebeblere Yapışmak

 

Kadere inanmakla beraber sebeblere yapışmamız ve herşeyin hükümranlığı elinde olan Allah'a tevekkül etme­miz gereklidir. Bu konuda birçok Kur'ân ve hadis metinle­ri mevcuttur.

Kur'ân'da şöyle buyrulur:

"De ki: "İstediğinizi işleyin; Allah, peygamberi ve müminler işlediklerinizi görecektir. (Tevbe: 105)

"İsteyen, istemeyen, hepiniz, savaşa çıkınız. Allah yanında mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.". (Tevbe: 41)

"Şüphesiz Allah, kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanalrı sever.". (Saff: 4)

"Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lüt-fundan rızık isteyin.". (Cuma: 10)

"Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse ye­rin sırtlarında dolaşın» Allah'ın verdiği rızıkdan yiyin, sonunda dönüş O'nadır.". (Mülk: 15)

"Asra yemin olsun ki, insan hiç şübhesiz hüsran içindedir. Ancak, inanıp yararlı iş işleyenler, birbirleri­ne gerçeği tavsiye edenlerle sabırlı olmayı tavsiye eden­ler bunun dışındadır.". (Asır Sûresi)

Sünnette de şunlar beyan edilir:

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu:

Sizden birinizin bir kucak odun demetlemesi, sonra bu demeti sırtına yükleyip bunu satması, kendisi için verecek, yahut vermeyecek olan bir kimseye gidib iste­mesinden elbette çok hayırlıdır. (Müslim: 69 Zekât: 10) [119]

 

Başka bir hadiste Peygamberimiz:

 

"Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu güzel yap­masını Allah sever.", buyurur.

Diğer bir hadiste:

"Kıyamet kopmak üzere iken bile, birinizin elinde bir fidan varsa gücü yeterse hemen diksin.", buyurulur.

Başka bir hadiste:

"Her derdin bir devası vardır. Binaen aleyh der devasına denk gelindiği zaman Azız ve Celîl olan Al­lah'ın izniyle, o dert iyi olur. (Müslim, Selâm: 69) buyu­rur.

Ayrıca, "Allah yeryüzüne indirdiği her derdin şifa­sını vermiştir." buyurulur.

Başka bir hadiste de Usâme b. Zeyd şöyle anlatır:

Peygamberimizin yanında iken köylüler geldi ve Peygamberimize: Ya Rasûlullahî Tedavi olalım mı? de­diler. Peygamberimiz: "Evet, ey Allah'ın kulları! Teda­vi olunuz. Zira Allah hiçbir dert yaratmadı ki ancak o-nun şifası olmasın. Yaşlılık müstesna.". Peygamberimiz meşru sebeblere sarılmanında kader olduğunu beyan et­miştir.

Ebu Huzeyme Peygamberimize:

"Ya Rasûlullah! Okunarak veya ilaçla tedavi ola­lım mı? Korktuklarımızdan sakınalım mı? Bu, Al­lah'ın kaderini geri çevirir mi? dedi. Peygamber'imiz: O da Allah'ın kaderidir.", buyurdu.

Tevekkül sebeblere yapışmakla olur. Bu konuda da birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.

Kur'ânMa buyurulur:

"Eğer inanıyorsanız Allah'a güveniniz.". (Maide: 13)

"İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer; ayetleri okunduğu zaman bu on­ların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler.". (En-fal: 2)

"Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden nzık ve­rir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah,buyruğunu yerine getirendir. Allah, herşey için bör ölçü var etmiş­tir.". (Talak: 3)

Sünnet de iki sahih kitabda şöyle buyurulur:

Peygamberimiz şöyle derdi:

Ey Allah'ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sa­na tevekkül ettim, seni vekil edindim, senin adına düş­manlık ettim.

Hz. Ömer'den naklen Peygamberimiz şöyle buyurur:

"Şayet siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, Allah sizi kuşları rızıklandirdığı gibi rızıklandırırdı. Kursakları boş olarak sabah erkenden çıkar, karınları şiş olarak akşam dönerler.".

Hadisden anlaşılmaktadır ki doğru tevekkül, ancak çalışma ile olur. Bunun delili, Allah kuşları yuvalarında rı-zıklandırmamış olmasıdır. Zira onlar sabah gitmiş ve ak­şam dönmüşlerdir.

Bir alim şöyle der:

"Bazı insanlar tevekkülün ve sebeplere yapışmanın çalışmaya engel olduğunu zannetmişlerdir. Bütün işler ön­ceden takdir edildiğine göre sebeblerle ilgilenmeye gerek yoktur." derler. Bu, bozuk bir düşüncedir. Halbuki Pey­gamberimiz en iyi Allah'a tevekkül eden idi, savaşlarında zırh giyer, para kazanmak için pazarlarda dolaşırdı.

İbni Kayyim şöyle der:

Alimler, tevekkülün sebeblere yapışmaya engel olma­dığında görüş birliği içindedirler. Tevekkül ancak bu şekil­de olur. Aksi takdirde bu ihmalkarlık ve bozuk bir tevek­küldür.

Devam ederek şöyle der: "Tevekkül, istenilenin elde edildiği, istenmeyinin defedildiği en büyük bebedir. Se-bebleri inkar edenin tevekkülü doğru değildir. Fakat se­beblere tamamen meyletmemek ve kalbin ilişkisini kes­mek, tevekkülün tamam oluşundandır. Kalbinin hali Allah ile; bedenin hali de sebebler ile kaim olmalıdır. Sebebler, Allah'ın hikmetinin, emrinin ve dininin meydana geldiği yerlerdir. Tevekkül; O'nun Rabliğine, O'nun kaza ve kade­rine bağlıdır. Her şeyi en iyi bilen Allah 'dır.

Sebeblerin belli sonuçları ancak Allah'ın izni ile mey­dana getireceği de bilinmesi gerekir. Sebebleri yaratan Al­lah, müsebbeb ve sonuçlan da yaratır. Nesil isteyenin se­beblere yapışarak evlenmesi gerekir. Evlilik bazen nesil meyvesini verir,bazen vermez. Bu da Allah'ın iradesi ile olur.

Allah Tealâ şöyle buyurur:

"Dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. Yahut hem kız, hem erkek çocuk verir, dileğini de kısır kılar. O, bilendir, herşeye kadirdir.". (Şura: 49-50)

İnsan toprağa tohumu atar, bazen biter, bazen bitmez. Bazen büyür meyve verir bazen vermez. Bu da Allah'ın iradesi ve dilemesi ile olur.

Allah şöyle buyurur:

"Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz? Dilersek biz onu çerçöp yaparız.". (Vakıa: 63-65)

İnsan ilaç alır bazen şifa bulur, bazen Allah'ın iradesi ve dilemesiyle şifa bulmaz. Nitekim şöyle buyurulur:

"Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah* münezzehtir.". (Yasin: 83)

Diğer ayette de:

"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.". (İnsan: 30) buyurulur. [120]

 

İnsan Hür İradesi İlemi Hareket Eder

Yoksa İşlerini Tamamen Yüce Allah mı Yürütür?

 

İmanın en önemli gereklerinden biri de; Allah'ın ge­niş bir ilim sıfatı, her şeyi kaplayan bir irade sıfatı ve tam mükemmel olan bir kudret sıfatı olduğuna inanmaktır. Al­lah dilediğini yapan ve yapılanları da bilir. Kaza ve kader inancı bu sıfatlara dayanır. Bunlara iman, Allah'a imanın tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu şekilde Allah ilmiyle herşe-yi kuşatır, bütün mekanları ve zamanları kaplar.

Kur'ân'da şöyle buyurur:

"Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabb'inden gizli de­ğildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphe­siz apaçık bir kitabdadır.". (Yunus: 61)

İşte bu "Kitab"ın sayfalarında Kaza ve Kader satırları yazılmış, işler bilinmiş, iyi-kötü sonuçları açıklanmıştır. Fakat biz onlan nereden bilebiliriz?

Kaza ve Kader, hayatın olayları, insanların işleri ve tasarrufları ile ilgilidir. Bunlardan her birinin hükmü diğe­rinden ayrılır.

Konuyla ilgili şu bölümleri açıklayacağız[121]

 

1) Cebrî (insan iradesinin etkisi olmadığı) Sorgulama ve Hesaba Çekilme Olmayan İşler

 

Bazı işler sırf Yüce Kudret sahibi Allah'ın iradesi ile-meydana gelir. İnsanlar bu işleri ister istemez kabullenir­ler, ister bunu hissetsinler ister hissetmesinler. Çeşitli akıl­lar, onlardaki zeka veya geri zekalılık,sakin veya sinirli ka­rakterler, uzun veya kısa boylu bedenler, güzellik veya çir­kinlik insanın doğduğu zaman dilimi, yetiştiği bölge, im­kanlarından yararlandığı anne-babası, kalıtım yoluyla ken­disine geçen huy ve yönelişler, -hayat, ölüm, sıhhat- has­talık, fakirlik, zenginlik, gibi konularda insanın hiç bir mü­dahalesi yoktur. Ve bunlar hakkında hiçbir sorguya da çe­kilmeyecektir.

Kur'ân'da konuyla ilgili şöyle buyurulur:

"Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi dildiği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur, güçlüdür. Hâkim­dir.". (Al-i İmran: 5-6)

Diğer bir ayette de:

"Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer, onlar için se­çim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. Rabb'in gönüllerinin gizledikle­rini ve açığa vurduklarım bilir. Allah, O'dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Ancak O! Övgü, dünyada ahirette de O'na döndürüleceksiniz.". (Kasas: 68-70)

Başka bir ayette de şöyle buyurur:

"Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremeL.Caııa bir iyilik dilerse O'nun nimetini engel­leyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir.". (Yunus: 107)

Diğer bir ayette de:

"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitabda bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybet­tiğinize üzeîmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.". (Hadid: 22-23)

Kadere bu şekilde inanmak farzdır. Her mü'min buna kalbinin derinliklerinden inanması gerekir. Geçmiş büyük­lerimiz de bu şekilde inanmışlar ve bu, onların işlerinde güzel bir şekilde gözükmektedir. Bir mü'min kendisine ge­len belanın onu sapıttırmak için olmadığını, rızkının ve kendine ayrılmış ecelinin yazılmış olduğunu bilirse güre-vini tam bir şekilde yapar. Kulağında da şu ilahi prensip devamlı çınlar.

De ki: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim M evi a m iz d ir, inananlar Allah'a gü­vensin.". (Tevbe: 51) [122]

 

2) Kendisinde Sorguya ve Hesaba Çekilme Olan İhtiyarî (insan iradesine dayalı) İşler

 

Bu işler, akıllı ve buluğa ermiş bir insanın, katıksız ve hür iradesiyle meydana gelirler. Bunlar, insanın mükellef olduğu, sevab ve günahın ilgili olduğu işlerdir.

İslâm dini, insanın bir takım güçler, melekeler, istidat­larla yaratılmış olduğunu kesin olarak beyan etmiştir. İnsa­nın bu gücünü iyiye veya kötüye yönlendirmesi mümkün­dür. İnsandaki güçlerin tamamı iyiye veya kötüye yöneliktir, denemez.

Bu hüküm şu ayet-i kerimeye dayanır;

"Kişiye ve onu şekillendirene; sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki.". (Şems: 7-8)

Yani Allah, insanı, kendisinden korkmaya veya karşı gelmeye uygun, iyiliğe de kötülüğe de elverişli yaratmıştır. Allah'ın verdiği akıl sayesinde insan; inanç konularında doğruyu yanlıştan, bir takım işlerde iyiyi kötüden, sözle­rinde de gerçeği yalandan ayırt edebilmektedir.

Allah, insana doğruyu doğru bilme, yanlışı yanlış bil­me, iyiyi yapma, kötüyü terketme, doğru söyleyip yalan­dan kaçınma gücü vermiştir. İnsanın iyiyi kötüden ayırabi­len bir aklı,bir işi yapmaya elverişli gücü, açıkça belli bir metodu varsa -ki işler ayık bir akıl ve serbest hareket ede­bilen yönelimlerle meydana, gelir- insanın serbest iradesi tesbit edilmişse fiillerindeki hür seçimi gerçekleşmiş olur. Bu şekilde insan ya mü'min ya kafir olur. İsterse iyi işleri yapar, isterse kötü işleri. Hür iradesiyle yaptığı bütün işler mükellef olma sorumluluğu altında gerçekleşmiş ve bu iş­lerle sevab veya günah elde edilmiş olur.

Bu konuda Kur'ân'da ki bazı ayetlerde şöyle buyuru-lur:

"Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.". (İnsan: 3)

"Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?". (Beled: 10)

"De ki: "Gerçek Rabbinizdendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin.". (Kehf: 29)

"Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki, kendini arıtan saadete ermiştir.". Kendini fenalıklara gömen kim­sede ziyana uğramıştır. (Ankebut: 69)

"De ki "Ey İnsanlar! Rabb'inizden size gerçek (Hak) gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin bekçiniz değilim.". (Muhammed: 17)r

Kaderin bu çeşit işlere nisbet edilmesi ki bu işler in­san iradesiyle teklif çerçevesinde olan işlerdir. Allah'ın il­minin herşeyi tam bir şekilde içine alması, herşeyi kapla­ması, demektir. Fakat insanın hür iradesi olduğunu söyle­mekle işlerimizin ilahî bilgi dairesinden çıkamayacağını söylemek nasıl uyuşabilir, denilebilir?

Buna cevap kolaydır:

İnsan, asık suratlı olarak, aynanın karşısında dursa, ne görür? Elbette asık suratlı olarak, kendi resmini görür. Bunda aynanın günahı nedir? Onun görevi, karşısında du­ran cismi, şekliyle göstermesidir. Aynanın yaptığı doğru­dur. Eğer insan, güler yüzlü dursa, ayna ona, kendini güler yüzlü olarak gösterir.

İlahi bilginin yansıma alanı da aynı şekildedir. İnsan­ların amellerinde bir hareket meydana getirme ile ilgisi yoktur. O, var olanı ortaya koyma ve açıklama durumun­dadır. Allah'ın bilgisi işleri takib eder, işler Allah'ın ilmini takib etmez. İlahi bilginin ayrıldığı en uç nokta şudur: O yalnızca şu andaki olayları açığa çıkarmaz, geçmişteki ve gelecekteki olayları da açığa çıkarır.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir.O halde: Kur'ân'da ki: "Allah dilediğini sapıttırır, dilediğini doğ­ru yola eriştirir." Ayetinin manası nedir?

Bu sorunun cevabı şöyledir: Gerçek şu ki sapıtmak veya doğru yolda olmak bir takım önceden meydana gel­miş olay ve sebeblerin sonuçlarıdır. Nasıl ki yiyecekler gı­da verir, su harareti keser, bıçak keser, ateş yakar, aynı şe­kilde bir takını sebebler vardır ki hidayete, bir takım se-bebler de vardır ki sapıtmaya götürür. Doğru yolda olmak güzelişlerin sonucu, sapıtmak da kötü ve çirkin işlerin so­nucudur. Hadayet veya sapıtmak Allah'a ancak, bu işin se~ beb-sonuç ilişkisinin kanunlarım koymuş olması açısından isnad edilebilir. Yoksa Allah, insanı sapıtmaya veya hida­yete zorlamış değildir.

Aşağıdakiayetler bu konuyu şöyle açıklamaktadırlar:

Hidayete erme konusunda ayetler

"De ki: "Doğrusu Allah, dileyeni saptırır ve kendi] sine yöneleni doğru yola eriştirir." Onlar inanmışlar} kalbleri Allah'ı anmakla, huzura kavuşmuştur. Dikkai edin! Kalbler ancak, Allah'ı anmakla, huzura kavuşurj (Ra'd: 27-28)

"Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yol­larımıza eriştireceğiz." (Ankebut: 69)

"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarıml artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar.".j (Muhammed: 17)

Ayetlerde geçen Allah'ın insanları doğru yola iletme-j si, onlara bir kitapda bulunma, onları iyi işler yapmaya muvaffak kılmasındadır. Bu hidayet nefisle yapılan müca­delenin, Allah'a dayanmanın ve O'nun vahyine ve doğru' yolu göstermesine sımsıkı sarılmanın bir sunucudur.

Sapıtma konusundaki ayetler

"Allah, bu misalle (bir sivr sinek yaratmak da) bir çoğunu saptırır,bir çoğunu da yola getirir. Onunla sap­tırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan söz­leşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştiril­mesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde boz­gunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır.". (Bakara: 26-27)

"Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar, zalimleri de saptırır. Al­lah dilediğini yapar.". (İbrahim: 27)

Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilen bir hadisde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Her kim istiğfarı çok yaparsa o kişinin bütüa darlıklarına bir çıkış yolu, bütün kederlerine bir rahat­lık verir. O kişinin rızkıda ummadığı yerden gelir.".

Bundan dolayı Peygamberimiz çok istiğfar ederdi.

Buhari'de Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.) :

"Allah'a yemin olsun ki ben, günde 70 kereden fazla Allah'a istiğfar ve tevbe ediyorum." buyurur.

Peygamberimiz ashabına da istiğfarların en iyisini öğ­retiyordu.

Bir hadisi Şerifte şöyle buyurur:

"İstiğfarın efendisi (en iyisi, üstünü) şudur: "Ey Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. Ben, senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar senin vadin ve sözün üzere­yim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerime olan nimetini, ve günahımı itiraf ediyorum. Beni affet, zira günahları senden başka bağışlayan yoktur.". Her kim bu istiğfarı akşam vakti söyler de o gece ölürse cennete girer. Her kim de sabah vakti söyler de o gün ölürse cennete girer. (Buhari)

Nitekim Peygamberimiz istifan bir meclisdeki bağrış-tnalar esnasında söylenenleri Örteceğini de zikreder. Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.):

"Her kim bir meclise oturur da orada gürültüsü çok olursa ve oradan kalkmadan şunu söylerse, o mec-lisde olan şeyleri affedilir. "Noksan sıfatlardan münez­zeh ve her türlü övgü sana mahsus olan Allah'ım! Ben şehadet ederim ki Senden başka ilah yoktur. Senden af diler, sana tevbe ederim.1". (Tirmizi) [123]

 

3) İyilikler

 

Ahirette cezayı düşüren üçüncü sebeb iyiliklerdir. Çünkü bir iyilik 10 misli, bir kötülük bir misli ile karşılık

görecektir. Kur'ân'da:

"İyilikler kötülükleri giderir, Duyurulur.". (Hud:114)

Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadisde şöyle buyurur: "Nerede olursan ol, Allah'dan kork! Yaptığın kö­tülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu silsin. İnsanlara da güzel ahlakla muamele et.". [124]

 

4) Dünyevî Afetler

 

Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:

"Müslümana ağrı, yorgunluk, hastalık, keder hat­ta kendisini bunaltan bir iç sıkıntısına varıncaya kadar herhangi fena birşey isabet etmez ki buna karşılık ken­di günahlarından bir kısmına keffaret olmasın." (Müs­lim: Birr/52) [125]

 

5) İlahi Adaletin Gereği

 

Kıyamet gününde şefaate hak sahibi olanlarm,Al-lah'ın izni ile yapacak oldukları şefaat de ahiretteki cezala­rı giderir. [126]

 

6) Hiç Şefaat Olmadan Allah'ın Affı Şöyle buyurur:

 

"Allah kendisine ortak toşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar." [127]

 

7) Diğer Mü'minlerin Hayatta İken

 

Veya Öldükten Sonra Dua ve İstiğfar Etmeleri[128]

 

8) Öldükten sonra Ölüye hediye edilen sadaka

 

Kur'ân okuma,hacc ve benzeri ibadetlerin sevabı. Eh­li sünnet, ölü olan mü'minlerin, hayattakilerin çalışmala­rından iki şekilde faydalandıklarında ittifak etmiştir.

a)  Ölünün hayatta iken bizzat sebeb olduğu hayır­lar Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:

İnsan, ölünce kendisinden bütün amelleri kesilir. (Amel defteri kapanır). Ancak bu üç şeyden amel kesil-meyip (lehine sevab yazılmaya) devam eder. Devamlı (kullanılan) sadaka (vakıf), faydalanılan ilim (hizmeti), kendisine dua eden iyi bir evlât. (Müslim: Vasiyye/ 14)

b)  Müslümanların ölüye dua ve istiğfarda bulun­maları:

Onun için sadaka verip hacc etmeleriyle ona sevap ulaştırabilir.

Namaz, oruç, Kur'ân okumak, zikir gibi bedenle yapılan ibadetlerin sevabının ulaşmasında ihtilaf olmuştur. Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Selef alimlerinin çoğun­luğu ulaşacağı, Safi ve Malik ise ulaşmayacağı görüşünde­dirler.

Ölünün bizzat sebeb olmadığı şeylerin sevabının ula­şacağı görüşündeki Cumhur'un kitab, sünnet, icma' ve kı-yasdan delilleri vardır:

Kur'ân'da şöyle buyurulur:

"Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve biz­den önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla." derler. (Haşr: 10)

Ayette kendilerinden önce geçen mü'minler için istiğ­farda bulunmalarının övülmesi, dirilerin istiğfarıyla ölüle­rin faydalandığını göstermektedir. Ölüye duanın ulaştığını, cenaze namazında ve sünnetle nakledilen diğer dualarda ve defnedildikten sonraki duada zikredildiğinde ümmet fi­kir birliği etmiştir.

Ebu Davud'un rivayetine göre, Hz. Osman (ra) şöyle demiştir:

"Peygamberimiz ölüyü defnettikten sonra durur ve şöyle derdi":

"Kardeşiniz için Allah'dan af isteyiniz. Onun için ayaklarının sağlam kılınmasını isteyiniz, zira şu anda o sorgulanıyor" Aynı şekilde Peygamber'imiz kabirleri zi­yaret ederken de onlara dua ederdi. Mezarlıklara gidince ashabına şöyle dua etmelerini öğütledi:

"Selam size ey Mü'min ve Müslüman kabir ahali­si! Allah dilerse bizler de sizlere katılacağız. Sizin ve bizim için Allah'dan afiyet istiyoruz."

Müslim'de Hz. Aişe (r. anha) şöyle der:

Peygamberimize, Ölüler için nasıl istiğfar ediyorsun? diye sordum. Buyurdu ki: "Şöyle de: Müminler ve müslümanlar di­yarının ahâlisine selam! Allah bizden evvel ölenlerle bizden sonra öleceklere rahmet eylesin! Ve biz de inşal­lah sizlere muhakkak kavuşacağız." (Müslim: Cenaiz/ 103)

Sadakaların sevabının ölüye ulaşacağına dair Hz. Ai­şe (ra)'den şu hadis nakledilir:

"Peygamber'imize bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ansızın vasiyyet edemeden öldü. Ben öyle zannediyorum ki eğer konuşabilseydi sadaka ve­rirdi. Şimdi ben onun namına sadaka versem annem için bir sevâb olur mu? diye sordu. Peygamberimiz (sav), "Evet" (olur) diye cevap verdi." (Müslim: Vasiy­yet/ 12) Bu hadisin benzerleri hadis kitapları içerisinde içinde çoktur.

Orucun sevabının ölüye ulaşacağına dair olan hadiste Peygamberimiz: "Her kim üzerinde oruç borcu olarak ölürse velisi onun yerine oruç tutar." (Müslim, Buharı)

Hacc sevabının ulaşacağına dair olan hadiste şudur:

"Cuheyne kabilesinden bir kadın, Peygamber'imi-ze gelerek O'na hacc etmeyi adamıştı; fakat hacc ede­meden öldü. Ben onun yerine hacc edeyim mi?" diye sordu.

Peygamberimiz (sav) şöyle dedi:

"Onun yerine hacc yap. Söyle bakalım annenin bi­rine borcu olsa da ödeşen sen onu ödemiş olmaz mısın? Allah'a da onun borcunu öde. Allah ödenmeye en hak sahabidir. Bunun benzerleri de çoktur."

Müslümanlar, ölünün -velev ki yabancıya olsun ve bıraktığı maldan olmasın- borcunun ödenmesiyle onun so-rumlulğundan düşeceğine dair fikir birliği etmişler ve bu dinin kurallarına göre olmuştur. Bu da kıyasdır. Zira se-vab, ameli işleyenin hakkıdır. O sevabı bir müslüman kar­deşine karşılıksız vermesine kimse engel olamaz. Nitekim, ona hayatında iken bir mal hibe etmeye veya öldükten sonra onun borcunu silmeye, kimsenin engel olamayacağı gibi.   "

Ölüye bu tür işlerin sevabının ulaşmayacağını söyle­yen, diğer grubdaki alimlerin delillerine şöyle cevap veri­lir: Ölünün kendisine hediye edilen sevablarla faydalana­cağı,aş ağıdaki sebeblerden ötürü şu ayetlerle çelişmez;

"İnsan ancak çalıştığına erişir." (Necm: 39)

"Kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhi­nedir." (Bakara: 286)

"İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsi­niz." (Yasin: 54)

Bunun sebebleri şunlardır:

1)  Kişi, İslâm'a girmekle, iman kardeşlerine bağlan­makla, çalışmasının sonucu ve güzel ahlakıyla bir takım dostlar edinir, çocuk sahibi olur, eşlerle evlenir, hayırlar yapar ve insanların sevgisini kazanır. Onlar da ona acır, ona dua eder, ibadetlerin sevabını ona bağışlarlar. Bu du­rumda onun çalışması sonucudur.

2)  Kur'ân'ı Kerim, kişinin başkasının çalışmasından faydalanamayacağını beyan etmiştir. Bu ikisi arasında fark vardır. Kur'ân'da, kişinin ancak kendi çalışmasına sahib olacağı,başkasının çalışmasının sahibi ise başkası olduğu haber verilir. Çalışma sahibi ise çalışmasını isterse başka­sına sarfeder, isterse kendine saklar.

3) Kur'ân'da ilahî adaleti gerektiren ayetlerden mak-sat,hiç kimsenin başkasının suçundan dolayı cezaya çarptı-rılmayacağı ve sorguya çekilmeyeceğidir. Bundan dolayı amellerde ciddi olunmalıdır. Herkes kendi ameliyle kurtu­lacaktır. Bu şekilde kişi başkalarının yaptıklarıyla kurtulu­şa ereceğinden ümidini keser. Dünyada iken atalarının yaptıklarına güvenenlerin, başkalarının çalışmasından fay­dalanamayacaklarını ayetler açıkça ifade eder.

Nitekim ölünün dirilerin hediye ettikleri sevablardan faydalanması görüşü, Peygamberimizin şu hadisi ile de çe­lişmez:

"İnsanoğlu ölünce ameli kesilir. Üç şey müstesna: Devamlı sadaka, dua eden hayırlı evlat, kendisinden sonra faydalanılan ilim."

Bunun sebebi de şudur: Peygamber'imiz başkasının amelinden faydalanma kesilir, dememiştir, böylece kişinin kendi amelinin kesileceğini haber vermiştir. Başkasının ameli, yapan kişiye aittir. Dilerse ölüye hibe eder ve onun amelinin sevabı ölüye ulaşır. Yoksa kendi yaptığı amelin sevabı değil. Bu, insanın başkası adına ödeyerek onu berî kıldığı bir borç gibidir. Halbuki borcu ödenenin borcu öde­yecek birşeyi yoktur.

Malla yapıhan ibadetlerle bedenle yapılan ibadetleri birbirinden ayırarak birinin sevabının ölüye ulaşacağı, di­ğerinin ulaşmayacağı görüşü tutarlı değildir. Buna cevap olarak şöyle denir:

Peygamberimiz, ölünün yerine oruç tutmayı, geçirli kılmıştır. Bununla birlikte bunda vekillik geçerli değildir. Çünkü sevabı bağışlamak vekillik babından değildir. Nite­kim, özel tutulan işçide, başkasını kendi yerine vekil, tayin edemez.

Bütün bunlardan dolayı kabul ettiğimiz ve doğru bul­duğumuz görüş, çoğunluğun görüşü olan bedenle yapılan ibadetlerin malla yapılan ibadetlerle beraber sevabının ölü­ye ulaşacağı görüşüdür,

Kur'ân okumak için bir topluluğu kiralayarak ölüye sevabı bağışlamak işinin selefden ne bir kimse yapmış ne de dinimizin ilim otoriteleri böyle bir şeyi emretmişlerdir. Bu konuda hiçbir izin olmadığından ihtilafsız caiz değildir. Aynı şekilde bir kişiyi, ölü adına namaz kılması, oruç tut­ması için kiralayıp sevabını ölüye bağışlamak caiz değil­dir. Ücretsiz olarak, halis niyetle, Allah rızası için Kur'ân okumak ve sevabını Ölüye hediye etmek, namaz ve oruçta olduğu gibi caizdir, makbuldür. [129]

 

Tevbe

 

İslâm, devamlı olarak kendi çizdiği doğru yola uyma­ya çağırmış, bu şekilde insanın hedefini şaşırmasını ve yo­lunu kaybetmesini önlemek istemiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yo­lundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız, diye emir buyurmaktadır." (En'âm: 153)

Hayatın akışı içinde insan, ya bilmeme sebebiyle, ya­hut çevre tesiriyle, yahut da şehvetinin sıkıştırmasıyla ve­ya öyle birinin teşvikine kulak vererek, bazen hata yapabi­lir, doğru yolu kaybedebilir ve yoldan sapabilir.

Allah Teâlâ, insanı, hata edip ayağı kaydığı zaman durumu değerlendirip düşünmesini, aklı selimine müracaat etmesini istemiş, tökezlediği yerde düşmek gafletinde bulunmamasını, nefsine bulaşan kirlerden nefsini yıkamasını ve doğru yol üzere yeniden yürümeye başlamasını istemiş­tir.

İnsan ruhunun, bedeni gibi devamlı temizlenmeye ih­tiyacı vardır. Çünkü, her ikisindeki kirler içerden dışarıya sızmakta, bundan dolayı devamlı temizlik gerekmektedir.

Bedende devamlı salgılama yapan organlar ve bezler vardır. Bunlar yeryüzündeki hava sebebiyle bir takım toz ve kirlere maruz kalır. Beden sağlığı için bu kirlerin hepsi­nin giderilmesi lazımdır. İnsan nefsi de aynıdır.Nefis, kö­tülüklere koşar,kötü şeylere bazen özenir ve insanlarla bir arada bulununca çeşitli fime ve aldatmacalara maruz kalır. Bundan dolayı devamlı olarak kirleri temizleyen tevbeye, ihtiyacı vardır. Suyun bedendeki kirleri gidermesinde du­yulan ihtiyaç gibi.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Allah, şüphesiz daima tevbe edenleri ve temizle­nenleri sever." (Bakara: 222)

Peygamberimiz (sav) de bir hadisinde:

"Ey İnsanlar! Allah'a tevbe ediniz, O'ndan af dile­yiniz. Ben günde 100 defa tevbe ediyorum" buyurmuş­tur. (Müslim)

Başka bir hadisde de şöyle buyurur:

"Azîz ve Celîl olan Allah, gündüz kötü harekette bulunanların tevbelerini kabul etmek için geceleyin eli­ni uzatır. Gece günah işleyenlerin tevbelerini kabul et­mek için gündüz elini uzatır. Ve bu güneşin batıdan do­ğuşuna kadar devam eder." (Müslim: Tevbe/ 31)

Hadisdeki elini uzatmakdan maksat, tevbenin kabulü­dür.

Diğer bir hadiste de:

"Her insan, çok yanlış yapar. Hata edenlerin en hayırlısı, çok tevbe edenlerdir" buyurur. (Tirmizi)

Başka bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:

"Muhakkak ki Allah, kulunun tevbe etmesi ile siz­den birinizin bomboş bir arazide kaybetmiş olduğu de­vesi üzerine uyanıverdiği zamanki sevincinden daha fazla sevinçlidir." (Müslim: Tevbe/ 8)

Bütün günahlardan tevbe etmek, hemen yapılması ge­reken bir farzdır. Küçük olsun, büyük olsun günahlardan tevbeyi geciktirmek asla caiz değildir.

Kurtubî şöyle der: Ümmet, mümin üzerine tevbenin farz olduğuna dair şu ayetten dolayı ittifak etmiştir.

Ey mü'nıinler! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün. (Nur: 31)

Kim bir günahından tevbe ederse, tevbesi doğru olur, diğer günahlar kalır.

İbni Kayyim şöyle der:

Günahtan tevbe etmek, hemen yapılması gereken bir farzdır. Tehiri caiz değildir. Tehir eden geciktirmekle de günah kazanır. Günahdan tevbe edince tehirden dolayı da tevbe edilmesi gerekir. Tevbe edenin aklına bu durum çok az gelir. Belki de o, günahtan tevbe edince hiçbirşey kal­madığını zanneder. Tehirin tevbesinden kurtulamaz. Bu durumdan onu ancak bildiği ve bilmediği şeylerden umu­mi olarak yapacağı tevbe kurtarır. Zira insanın bilmediği günahları, bildiklerinden çok fazladır. Bilmemek, sorguya çekilmede mazeret olmaz, eğer bilmeye imkanı varsa. Bu durumda hem bilmeyi terketmekle hem de yapmamakla günahkar olur.

Ebu Musa el-Eş'arî şöyle der:

Peygamberimiz şöyle dua ederdi:

"Ey Allah'ım! Günahımı, bilgisizliğimi, her işimde israfımı ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı affeyle. Ey Allah'ım! Ciddi halimi, latifemi, hatamı ve bilerek işlediğim günahımı affeyle. İtiraf ederim ki bu kusurların hepsi bende vardır.

Ya Allah! Evvelden yaptığım, sonradan yapaca­ğım, gizlediğim, açığa vurduğum ve benden daha iyi bildiğin bütün günahlarımı affeyle. Öne geçiren ancak Sensin. Geriye barakan da ancak Sensin ve Sen herşe-ye kadirsin." (Müslim: Zikir: 70)

Tevbe günahların affolmasımn ve ilahi sorgunun ol­mamasının ihtilafsız sebebidir. Günahların tamamını ancak tevbe bağışlatabilir.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"Ey Muhammedi De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın cennetinden ümidi­nizi kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini ba­ğışlar. Çünkü, O, bağışlayandır, merhametlidir." (Zü-mer: 53)

Bu durum, tevbe eden içindir. Bundan dolayı "ümidi­nizi kesmeyiniz." buyurdu.

Ayetin devamında şöyle buyurur:

"Rabbinize yönelin." (Zümer: 54)                       

Diğer bir ayette de:                          

"Kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri affe­den, yaptıklarınızı bilen O'dıır." (Şura: 25)

Allah'ın kabul ettiği, günahları bağışladığı, ahirette cezayı düşürdüğü tevbe, peşinden iyi ameller yapılan "Na-

sûh" tevbedir.

Şöyle buyurur:

"Doğrusu Ben, tevbe edeni, inanıp yararlı iş işleye­rek doğru yola gireni bağışlarım." (Taha: 82)

Diğer ayetlerde de konuyla ilgili şöyle buyurulur:

"Rabbiniz,sizden kim bilmeyerek fenalık sşler de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder." (En'âm: 54)

"Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işle­yip ardından tevbe eden ve ıslah olanlardan yanadır. Rabb'in bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."

(Nahl: 119)

"Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur. Kıyamet günü azabı kat kat olur. Orada alçaltila-rak temelli kalır. Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş iş­leyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çe­virir. Allah bağışlar ve merhamet eder. Kim tevbe edip yararlı iş işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönel­miş olur." (Furkan: 68-71)

Tevbe eden kişinin tevbe ederken "Tevbe namazı" kıl­ması sünnettir.Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:

"Kim güzelce abdest alır farz veya nafile, rukûsu ve secdesi güzel, iki veya dört rekat namaz kılar sonra da Allah'dan af talep ederse günahları bağışlanır."

Hz. Ali (ra) şöyle der:

"Bana Ebu Bekir (ra) Peygamberimiz (sav)'in şöyle derken işittiğini anlattı:" "Bir adam bir günah işler, sonra kalkıp abdest alır, sonra iki rekat namaz kılar, sonra Allah'dart af isterse günahları elbette bağışlanır."

Sonra Hz. AH (-ra) şu ayeti okur:

"Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağış­lanmasını dilerler. Günahları AUah'dan başka bağışla­yan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile diren­mezler. Onların hareketlerinin karşılığı Rabb'lerinden bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde temel­li kalacakları cennetlerdir." (Ali İmran: 135-136)

Fıkıh kitapları bu namazın şeklini ve hükümlerini açıklamıştır. (Müğni: l/769,Fıkhü's-Sünne: 1/ 180)

Nasûh tevbe hakkında İbni Kayyım şöyle der: "Nasûh kalıbı arapçada fazlalığı ifade eder. Karışım­dan ve yabancı unsurlardan arınmış bir şeyin özü demek­tir. Tevbede, ibadette, danışmada nasûh olmak demek, bunların başka herhangi birşey ile karışmasından, noksan-lıkdan, bozukluktan temizlenmiş, en olgun şekliyle yapıl­mış olması demektir."

Tevbede nasûh olmak üç şeyi ifade eder:

1) Bütün günahları tamamen, hiç birini dışarıda bırak­mamak üzere kaplaması,

2) Hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde, kişinin kesin kastetmesi,

3) İhlasındaki bütün kir ve şüphelerden arınmış olması[130]

 

Nasûh Tevbenin Şartları:

 

Günahdan vaz geçmek; küfür, zina, livata, şarap iç­mek, haram şeyleri yemek, gibi günahlardan tevbe; piş­man olmak, vaz geçmek, ebedi olarak günaha bir daha dönmemeye kastetmek, AUah'dan af dilemekle olur. Bu icma ile sabit olup ihtilaf olmayan bir hükümdür. İnsanla­rın namuslarında, bedenlerinde veya mallarında yapılan zulüm ise pişmanlık, vaz geçmek, Allah'tan af dileme, na­musları ve bedenleri hakkında helallik almakla beraber varsa alınan malın geri verilmesi yoksa benzerinin veril­mesi ile ancak tevbe edilmiş olur. Miktarlar konusunda bilgi yetersizliği varsa fakirlere tasadduk ve çeşitli iyilik yollarında harcamada bulunmakla olur. Eğer bunlar müm­kün olmuyorsa iş Allah'a havale edilir. Kıyamet günü, zul­me uğrayan, hakkım tam olarak alacaktır. Hatta boynuzsuz koy un,boynuzlu koyundan hakkını alır. Öldürmeden dola­yı tevbe ise hepsinden daha büyüktür. Bu suçun tevbesi ancak kısas :ıe olur. Eğer bu olmazsa, o kişi çok hayır yap­malı ki mizanda iyilik kefesi ağır gelsin. [131]

 

Nevevi şöyle der:

 

"İşlenen günahların insanoğlu ile ilişkisi varsa o tak­dirde tevbenin şartı; hak sahibinin hakkının ödenmesidir. Mal ve benzeri bir şeyse, şart, onun sahibine iadesidir." [132]

 

Bicûrî şöyle der:

 

"İşlenen günahın insanoğlu ile ilişkisi varsa tevbenin şartı, hak sahibine hakkının ödenmesi ya da onun hakkın­dan vaz geçmesidir. Kişinin buna gücü yetmez ve üzerindeki haklar çok olursa o takdirde ihlaslı olması, Allah'a çok yalvarması gerekir ki bu sayede belki kıyamet günü alacaklılar ondan hoşnut olabilir." [133]

 

İbni Kayyim şöyle der:

 

Günahta insan hakkı varsa kişinin, tevbesinde o hak-dan ya geri vererek ya da helallik alarak kurtulması gere­kir.

Müslim'de Ebu Hureyre (ra)'den naklen Peygam-ber'imiz (sav):

"Müflis (iflas eden) kimdir bilir misiniz? diye sor­du. Sahabiler: Bizim içimizde müflis; hiç parası ve hiç malı kalmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Rasû-lullah: Benim ümmetimde müflis şu kimsedir ki kıya­met gününde namaz, oruç ve zekatla gelir. Kendisi de şuna sövmüş, şuna iftira atmış, şunun malını yemiş, şu­nun kanını dökmüş, şunu dövmüş olduğu halde gelir. Sonra onun iyiliklerinden bir kısmı şuna verilir. Eğer üzerindeki kul hakları ödenmeden iyileri tükenirse bu sefer o alacaklı kulların günahlarından alınıp bunun üzerine yüklenir. Sonrada kendisi cehenneme atılır." (Müslim: Birr/59)

Eğer hak; biri hakkında kin tutmak, veya gıybet veya iftira sebebiyle ise bu tevbede o kişiye bildirmek ve helal­lik almak şart mıdır?

Alimlerden bir bölümü şöyle der:

Bildirmek ve halalleşmek gerekir. Diğer kısmı ise şöyle der: İftira ve gıybeti hak sahibine bildirmek gerek­mez. Kendi ile Allah arasında yapacağı tevbe, gıybeti ya­pılan veya iftira atılan şahsa gıybet ve iftiranın tersini söy-lemek, gıybeti onu övgü ve iyiliklerini söylemekle değiş­tirmek ve gıybet yaptığı miktarda onun için istiğfarda bu­lunmak yeterlidir.

İbni Teymiyye'de bu görüştedir. Bu görüş sahihleri, şu gerekçeleri ileri sürerler: O şahsa gıybeti veya iftirayı bildirmek katıksız bir zarar vermedir. Hiçbir fayda taşı­maz. Haber vermek; ona eziyet vermeyi, kin tutmasını, ve üzüntüsünü artırmak demektir. Halbuki onu işitmeden ön­ce rahattı. Onu işitince belki sabredemez. Nefsine veya be­denine zarar vermiş olur. Böyle bir şeyi Allah istemez. Ha­ber vermek, onun düşmanlığına sebeb olabilir. Böyle bir şeyden doğan şer, iftira ve gıybet kötülüğünden daha faz­ladır. Bu ise Allah'ın; kalblerin birleştirilmesi, acıma duy­gularının gelişmesi, yardımlaşma ve sevginin yayılması maksadına terstir.

Malî haklar ile bunun arasında iki yönden fark vardır.

a)  Mali haklar, sahibine iade edilince faydalanma olur. Onları gizlemek caiz değildir. Ödemek vacibdir. Gıy­bet ve iftira ise ödendiğinde fayda yerine zarar verir. Biri­ni, diğerine kıyas etmek bozuk bir kıyasdır.

b)  Mali haklar hak sahibine bildirilince ona eziyet vermez. Kin ve düşmanlık doğurmaz. Belki onu sevindirir ve ferahlatır. İftira, gıybet gibi kişiyi ömrü boyunca rahat­sız edecek şeyleri ona haber vermek, bunun tersidir. Birini diğeriyle mukayese etmek olmaz.

İbni Kayyim: "İki görüşün doğrusu budur, Allah daha iyi bilir." der.

Seyyid Sabık da şöyle der:

Tercih edilen görüş,şudur: Gıybeti yapılan kişiden do­layı Allah'tan af istemek, onun güzel yönlerini söylemek gıybeti örter. Ona bildirmeye veya onun, hakkından vaz geçmesini istemeye gerek yoktur.

Mü'min, her zaman Allah ile bağlantılı, ondan korku üzere, olması gerekir. Bir hata yaptığı zaman derhal tevbe etmesi gerekir.

Allah şöyle buyurur:

Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafın­dan bir aldatılmaya uğrayınca, Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler. (Araf: 201)

Kitabımızı burada bitirirken, bizi ve diğer kardeş­lerimizi ve bütün müslümanlan, kendi sevdiği ve razı ol­duğu söz ve işlerde başarıya ulaştırmasını Yüce Allah'dan dileriz. Güç ve kuvvet, Yüce olan Allah'a aittir. Her türlü övgü de alemlerin Rabb'i olan Allah'adır. Efendimiz-Muhammed'e, onun yakınlarına ve arkadaşlarına Allah,kıyamete kadar devamlı olarak çok selâm ve salatta bulun­sun. Amin. [134]



[1] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:5-12.

[2] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 13-14.

[3] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 14.

 

[4] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:14-17.

[5] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 17.

 

[6] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:17-19.

[7] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:19.

[8] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 19-20.

 

[9] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 20-26.

[10] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 26-28.

[11] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:28.

[12] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 29-30.

[13] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 30-31.

[14] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 31.

 

[15] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 31-32.

[16] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 32-34.

 

[17] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:35-41.

 

[18] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 41.

[19] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 41-42.

[20] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 42-43.

 

[21] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:43-47.

 

[22] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 47.

 

[23] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 47-51.

[24] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 52-53.

 

[25] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 53-55.

[26] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 55.

 

[27] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 55-64.

 

[28] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 65.

[29] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 65.

[30] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 65.

[31] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 66.

[32] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 66-67.

 

[33] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 67.

[34] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 67.

[35] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 68.

 

[36] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 69-71.

[37] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:71-72.

[38] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 73.

 

[39] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 74.

[40] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 74.

[41] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 74.

[42] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 74-76.

[43] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 76.

 

[44] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 77-80.

[45] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 80-82.

 

[46] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 82-84.

 

[47] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 84-90.

[48] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 90-92.

 

[49] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 92-103.

[50] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 104.

[51] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 104-106.

[52] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 106-109.

[53] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 109-114.

[54] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 114-115.

[55] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 115-118.

 

[56] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 118-119.

[57] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 119.

[58] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 119-120.

[59] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 120-125.

[60] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 125-127.

[61] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 127-129.

[62] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 129.

[63] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 130.

 

[64] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 130-132.

[65] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 132-133.

[66] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 133.

[67] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 133-134.

 

[68] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 134-141.

 

[69] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 141-143.

[70] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 143145.

 

[71] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 145.

[72] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 145-148.

 

[73] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 148-154.

 

[74] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 154-156.

[75] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 156-158.

 

[76] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 158-162.

 

[77] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 162-175.

 

[78] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 176-177.

[79] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 177-180.

 

[80] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 181.

[81] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 182-183.

[82] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 183

 

[83] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 183-184.

[84] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 184-186.

 

[85] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 186-188.

 

[86] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 188-193.

 

[87] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 193-194.

[88] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 194-196.

 

[89] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 197-200.

[90] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 200.

 

[91] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 200-201.

[92] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 202.

[93] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 203.

[94] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 204.

 

[95] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 204-206.

 

[96] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 207-209.

[97] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 209-210.

 

[98] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 210.

[99] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 210-211.

 

[100] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 211-215.

 

[101] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 215-217.

[102] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 218-219.

 

[103] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 219-220.

 

[104] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 220-223.

[105] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 223-226.

 

[106] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 226-227.

 

[107] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 228-234.

[108] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 234.

[109] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 234.

[110] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 234-235.

 

[111] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 235-238.

[112] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 239.

 

[113] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 239-240.

[114] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 240-241.

[115] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 241-242.

 

[116] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 242-244.

[117] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 244-245.

 

[118] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 246.

[119] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 247.

 

[120] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 248-251.

[121] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 251.

 

[122] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 252-253.

 

[123] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 253-258.

 

[124] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 258.

[125] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 258.

[126] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 259.

[127] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 259.

[128] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 259.

 

[129] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 259-264.

 

[130] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 265-270.

 

[131] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:271.

[132] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 271.

[133] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:271-272.

 

[134] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 272-274.