Yüce Allah'ın İsimleri "Esma-İ Hüsna"
Tevhıd Akidesinden Doğan Neticeler
Allah'ın Dinine Girmenin Şekli
Hz. Muhammed (Sav)'İn Mucizeleri
Kader Başka Bir Kaderle Giderilir
Kadere İman Ve Sebeblere Yapışmak
Bütün hamdler Allah'a
mahsustur? O'na hamd eder O'n~ dan yardım bekler ve mağfiret dileriz. Allah
kime hidayet ederse, işte o, Hakk'a ulaşmıştır? Kimi de hidayetten mahrum ederse
artık onu doğruya yöneltecek bir dors bulamazsın. Şahadet ederim ki Allah'dan
başka İlah yokdur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Rasülüdür.
Allah; ona âline ashabına ve kıyamete kadar, doğru yolda giden herkese salat
ve selam etsin.
"Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden
gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden
gemilerde, Allah'ın gökten indirdiği bir su ile ölmüş olan toprağı diriltmesinde,
yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârlan ve yer ile gök arasında emre
amade bekleyen bulutlan döndürmesinde elbette düşünen bir topluluk için pek çok
deliller vardır". (Bakara: 164)
Allah Teâlâ'nın
kitabından apaçık bir ayet bu... İnsan aklını, yaratma ve idare etme konusunda
bu kâinatın güzelliklerine çekiyor. Böylece insan, devamlı yenilenen bir
duyguyla evrenin manzalaralarını temaşa ediyor. Kalbi imanla aydınlanıyor.
Bu ayet, Cenab-ı
Hakk'ın şu sözünden sonra gelir: "İlahınız tek bir ilahtır. Ondan başka
İlah yoktur. O Rahman'dır, Rahim'dir." (Bakara: 163). Dolayısıyla, gözün,
aklın ve kalbin açılmasını sağlayan en isabetli delili teşkil eder. Göz
açılır; bu evrenin garipliklerini müşahede eder. Akıl açılır; düşünür ve idrak
eder, sonra kalbde, kainatın Yaratıcısının bahşettiği iman ve hidayetle
aydınlığa kavuşur.
İşte bu iki ayet;
kâinat, insan ve hayat felsefesine ışık tutuyor. Bu felsefe, bir çok
araştırmacının derinliklerine daldığı, tabîat ve insan yaratıldığından beri
devamlı olarak zihinleri meşgul eden şu sorulardan oluşuyor:
Nereden geliyoruz?
Nereye gidiyoruz? Ve niçin yaratıldık? Eski ve yeni felsefeler bu sorulan
cevaplamaya çalıştılar fakat cevapları yetersiz kaldı.
Bilakis İslâmi bu
sorulan gayet net ve açık bir biçimde cevaplandırdı. Kur'an'ı Kerim bu konuda
bir çok ayetler serdetti. Ve insan aklını, bu kainatta Allah'ın, bir Yaratıcının
varlığını gösteren emareleri anlamaya davet etti. Zira bu mahlûkat, Halik'
(Yaratıcı) sız kalamazdı.
"Haydi siz,
akşama ulaştığınızda, sabaha kavuştu-ğımıı/fla, gündü/ün sonunda ve öğle
vaktine eriştiğinizde -Allah ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur- teşbih
edin. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor, yer yüzünü ölümün ardından
O canlandırıyor.
İste siz de böyle
çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratması O'nun (varlığının)
delillerindendir. Sonra siz -her tarafa- yayılan birer insan oluverirsiniz.
Kaynaşmanız için size kendinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet
peyda etmesi de O'nun delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim
için ibretler vardır. O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması,
lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için
dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın lütfundan
-nasibinizi-aramanız da O'nun delillerindendir. Gerçekten bunda işiten bir
kavim için ibretler vardır. Yine O'nun delillerindendir ki, size korku ve ümit
vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümün ardından arzı onunla
diriltiyor. Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için dersler vardır. Göğün
ve yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun delillerindendir. Sonra sizi bir
çağırdı mı hemen topraktan çıkıverirsiniz. Gökler ve yerde olanlar hep
O'nundur. Hepsi ona boyun eğmiştir. İlkin mahlûkunu yaratıp sonra bunu
tekrarlayan O'dur, ki bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan
en yüce sıfatlar O'nundur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.". (Rum:
17-27)
"O sizi bir tek
nefisten yaratandır. Sizin için bir kalma yeri, birde emanet olarak
konulacağınız yer vardır. Böylece biz, anlayan bir toplum için ayetleri ayrın*
tılı bir şekilde açıkladık.". (Enam: 98)
Nitekim Kur'an'i Kerim
insan nefsindeki fıtrî sese -kulak vermeye- dikkat çekiyor: "-Rasülüm- Sen
yüzünü hanif olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat
üzere yaratmış ise o
fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur;
fakat insanların çoğu bilmezler.". (Rum: 30)
İşte iman, nefİsde
ayrılmaz fıtrî bir sestir. Fakat bu te-miz-ı pak ses bazen bazı kötü duyguları
susturuyor (engelliyor.). Bazende sahibi bu fıtrî sesi susturuyor. Bu da genellikle
rahavet hallerinde oluyor. Ama insanoğlu sıkıntılı hadiselerle karşılaşınca
tekrar asıl fıtratına dönüyor. "İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize
yalvarıp sonra kendisine tarafından bir nimet verdiğimiz zaman "Bu bana
bilgimden dolayı verilmiştir" der. Hayır o bir imtihandır, fakat çokları
bilmezler.". (Zümer: 49)
Sağlam fıtrata
kainatın yaratıcısı sorulduğunda hemen, O'nun yalnızca Allah olduğunu söyler.
"Andolsun ki onlara "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu
altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. O
halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar." (Ankebut: 61)
İkinci soruya gelince;
Bu gidiş nereye?.. Materyalizm bu soruya saçma cevaplar verdi. İnsan hayatının
doğum ve ölüm çığlıkları arasında sahnede oynayan bir oyun olduğunu savundu.
Rahimler çocuk oluşturur, yeryüzü bitirir. Bundan ötesi yoktur. Kur'an'ı Kerim
bu durumu şöyle tasvir etmiştir. De ki Allah sizi diriltir, sonra öldürür.
Sonra şüphe götürmeyen Kıyamet gününde sizi bir araya toplar. Fakat insanların
çoğu bunu anlamazlar." (Casiye: 26)
"Ey İnsanlar!
Eğer yeniden dirilmekte şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan sonra
nutfeden, sonra pıhtilaşmış kandan, sonra hilkati belli-belirsiz
bîr lokma et
parçasından yarattık. Sonra (kudretimizi) açıkça gösterelim, diye dilediğimiz
bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı
çıkartırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden
kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar
götürülür; ta ki her şeyi bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale
gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve Ölü bir halde görürsün; fakat biz,
üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır, ve her çeşitten iç açıcı
bitkiler verir. Çünkü: Allah hakkın ta kendisidir, O, ölüleri diriltir, yine
O, her şeye hakkıyla kadirdir. Kendisinde şüphe olmayan kıyamet vakti de
gelecek. Allah, kabir-lerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır." (Hacc:
5-7)
Bu giriş kısmında
Kur'an'i Kerim'in bu iki soruya verdiği cevaptan sonra sıra üçüncü soruya
geldi.
İnsan niçin yaratıldı?
Bu hayattaki görevi
nedir?
Bu görevin gerekleri
nelerdir?
Kur'an, Allah Tealânın
insanı yaratırken abes yere yaratmadığını beyan etmiştir: "Sizi sadece boş
yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi
sandınız? Mutlak Hakim ve Hak olan Allah çok yücedir. O'ndan başka İlah yoktur.
O, bereketli Arşın sahibidir.". (Mümînun: 115-116)
O takdirde Allah'ın
kendisi sebebiyle yarattığı insanın bir görevi olmalıdır. İşte bu görevde şöyle
anlatılmaktadır:
"Ben cinleri ve insanları,
ancak bana kulluk etsinler, diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni
doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan
ancak Allah'tır.". (Zari-yat: 56-58)
"Bu ayetler, çok
Önemli evrensel gerçeklerden bir gerçeği içeriyor. O gerçek olmadan ne ferd ne
de ümmetin ayakta kalması mümkün değildir. Bu gerçek te "İbadet
Görevi" nde kendini gösterir. Kim bu ibadet görevini yerine getirirse
yaratılış gayesini gerçekleştirmiş olur, kimde yapmazsa bu gayeyi yok etmiş
sayılır. Allah'a ibadette ise emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından
kaçmmakla mümkündür." (Kitabu Teysiri'l Azizil Hamid 47)
İbn-i Teymiyye'ye
ibadetin ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
"İbadet; Allah'ın
hoşlandığı ve razı olduğu açık-gizli, söz-iş her şeyin genel adıdır... Namaz,
Zekat, Oruç, Hac, doğru konuşma, emaneti (ehline) vermek ana babaya iyilik,
akraba ziyareti, sözleri yerine getirmek, iyiliği emir, kötülükden alıkoyma,
cihad, komşuya yetime, fakire, yolda kalmışlara ve hayvanlara iyilik, dua,
zikir, Kur'an okumak... vs. ibadetler.". (el-Şuhudiyye, 38)
Allah'a ibadetin
gereği olarak kul; bütün işlerini Allah'ın dilediği şekilde düzenler ve hayat
çizgisini o-nun emirleri doğrultusunda çizer. (el-İbade Fil-İslam, 50-53)
Bundan sonra, sıra bu
görevin gereklerine geliyor. O da şudur: Her insan kıyamet gününde,
işlediklerinden dolayı hesap verecektir. İtaat etmişse cennetlik, isyan
etmişse cehennemlikdir. Alemlerin Rabbi olan Allah Tealâ'nın adaleti böyledir.
"Yoksa kötülük
işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller
işleyen kimseler ile bir
mitutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah, gökleri ve yeri hak
ile yarattı. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık
edilmez.". (Casiye: 21-22)
Kullar, bedbahtlar ve
mutlular olmak üzere ikiye ayrılırlar:
Behbaht (şakî olanlar)
Allah'a isyan edenlerdir. Onlar mahlûkatm en kötüsüdürler. Artık yaptıkları
işlerden dolayı cehennem onlara müstahaktır.
"Şüphesiz
ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip
acı duymaz hale geldikçe, onların derilerini başka yerilerle değiştiririz ki
acı duymaya devam etsinler. Allah daima üstün ve hakimdir. (Nisa: 36)
Andolsun biz cin ve
insandan bir çoğunu cehennem için yaratmışız. Zira onların kalbleri vardır,
ama onlarla gerçeği kavramazlar, gözleri vardır, lakin onlarla göremezler,
kulakları vardır, fakat onlarla işite-mezler. İşte onlar hayvanlar gibidir,
hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlirin ta kendileridir".
(Araf: 179)
Mutlulara (Saidlere)
gelince; onlar iman edip amel-i salih işleyenlerdir: "İman edip iyi
davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için konak olarak Firdevs Cennetleri
vardır. Orada ebedi kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.".
(Kehf: 107- 108)
Kulun Allah ve
Rasülünün çağrılarına uyması onlara itaat etmesiyledir: "Ey İnsanlar!
Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasülüne uyun. Ve bilin ki
Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve mutlaka
O'nun huzurunda toplanacaksınız.".
(Enfal: 24)
("Öldükten sonra
dirilip) bize kavuşmayı beklemeyenler dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar
ve ayetlerimizden gafil olanlar var ya!.. İşte onların, kazanmakta oldukları
yüzünden varacakları yer, ateştir. İman edip güzel işler yapanlara gelince,
imanları sebebiyle Rabbleri onları nimet dolu cennetlerde altlarından
ırmaklar akan (köşklere) erdirir. Onların oradaki duası, "Ey Allah'ım
seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirlerine
sağlık dilekleri ise "selâm"dır. Onların dualarının sonuda şudur:
"Hamd; Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." (Yunus: 7-10)
Bu giriş kısmından
sonra, gelecek bölümlerle tevhid inancının meselelerini anlatacağım. Bu
konular, Yermük Üniversitesinde İslâm Kültürünü okuturken ele aldığım
konulardır. Şüphesiz ki bu bilgiler, yalnızca öğrencilerin değil her müminin
bilmesi gereken konulardır. Zira her insan yaratılış gayesini idrak etmek
zorundadır. Her işimizde Allah Tealâ'nın bizlere doğruluğu ve başarıyı ilham
etmesini dilerim. Şüphesiz ki O; duaları işiten ve kabul edendir. [1]
"Akide"
kelimesinin Sözlük ve Şer'î Manası (el-Mu'cemul Vasit 1/28, 2/620, 2/1027 Şerhu
Cevherefi-
TevhidS: 10-11)
Sözlük Anlamı:
Herhangi bir şeye kesin olarak inanmak ve tasdik etmek. Veya; inanana göre
şüphe kabul etmeyecek kadar kesin hüküm.
Şer'î Anlamı: Allah'ın
birliği, kemâl sıfatlara sahip olup eksikliklerden münezzeh olması, vahyin
inmesi ve Peygamberlerin gönderilmesi gibi İslâm açısından inanılması zaruri
olan konular.
"Tevhid"
Kelimesinin Sözlük Anlamı: Bir şeyin tek olduğunu ifade etmektir.
Şer'î Anlamı: Tek
olduğuna inanarak, zatı, sıfatları ve işleri açısından da o tekliği tasdik
etmek, ibadeti ve kulluğu yalnızca ona yapmak.
Tevhid akidesinden
bahseden ilim; Tevhid ilmi (İl-müt-Tevhid) dir. Bu ilim kesin delillere
dayandırılmıştır.
En önemli konusunu da
vahdaniyet konusu oluşturduğundan dolayı bu adı almıştır. [2]
Tevhid İlmi Üç Konu Üzerinde Durur:
1- Allah Tealâ'nın birliği ve inanılması gereken
konular ve ilgili meseleler.
2- Nübüvvet:
Vahiy, nübüvvet, risalet gibi inanılması lazım olan konular.
3- Sem'iyyat: Hükümleri yalnızca nakli delillere
dayanan gaybı Aleminden bilinmesi-inanılması gereken konular. Kıyamet,
melekler gibi.
Tevhid İlminin
Faydası: Kesin delillerle Allah'a inanmak ve ebedi mutluluğa kavuşmak.
Değeri: Tevhid ilmi
ilimlerin en değerlisidir. Çünkü o Allah'ın zatıyla, peygamberleriyle
ilgilidir.
Nisbeti: İlimlerin
aslı, anası durumundadır. Diğer ilimler ise onun kollarıdır. [3]
İmanın rükünleri
altıdır: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve
haynyla şer-riyle kadere inanmaktır.
Bu konuda bir çok
şer'î deliller vardır:
a) Kur'an'ı
Kerim'den Deliller: "Gönderilen peygamber Rabbi tarafından gönderilene
iman etti, müminler de iman ettiler. Onlardan her biri, Allah'a O'-nun
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için
Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız (hepsine inanırız). Onlar: "İşittik, itaat
ettik. Ey Rabbimiz mağfiretini niyaz ederiz. Dönüş yalnızca sanadır."
dediler.". (Bakara: 285)
"Gerçek iyilik;
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin
iyiliğidir ki; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere
inanır. Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara
dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan
harcar, namaz kılar, zekât verir. Andlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
getirirler. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru
olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakiler ancak onlardır.". (Bakara:
177)
"Ey İman Edenler!
Allah'a peygamberine, indirdiği kitab'a ve daha önce indirdiği kitab'a iman
(da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve
kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştm". (Nisa: 136)
b) Sünnetten
Deliller: "Ömer b. Hattab (r.a.)'dan şöyle rivayet edildi: "Bir gün
Rasülullah (a.s.)'ın yanında otururken aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı
simsiyah bir zat çıka geldi. Üzerinde hiçbir yolculuk eseri bulunmuyor;
bizden de hiç kimse kendisini tanımıyordu. Doğru peygamberin yanma oturdu; ve
dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu haber ver" dedi. Rasülullah
(s.a.v.): İslâm: Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed (a.s.v)'in de
Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı
vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri)
cihetine gücün yeterse beyti hacc
etmendir." buyurdu. O zat:
"Doğru
söyledin"dedi. Babam dedi ki: Biz buna hayret ettik. Hem soru soruyor hem
de tasdik ediyordu? "Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlüllah (a.s.):
"Allah'a, Allah'ın meleklerine,kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret
gününe inanman, bir de hayrıyla şerriyle kadere inanmandır." buyurdular. O
zat yine; "Doğru söyledin." dedi. Bu sefer: "Bana ihsandan haber
ver" dedi. Rasûlüllah (a.s.); "Allah'a O'nu görüyormuş gibi ibadet
etmendir. Çünkü her nekadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak
görür," buyurdu. O zat:
"Bana kıyametten
haber ver." dedi. Rasûlüllah (a.s.) "Bu konuda, sorulan sorandan daha
bilgili değildir." buyurdu. "O halde bana bari onun alâmetlerinden
haber ver." dedi. Peygamberimiz (s.a.v.): "Cariyenin kendi sahibesini
doğurması ve yalın ayak çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta
birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir." buyurdular.
Bundan sonra o zat
gitti. Ben hayli bir müdalet (bekledim) durdum. Nihayet Rasûlüllah (a.s.):
"Ya Ömer o soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun? buyurdular.
Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." dedim. "Gerçekten o Cibril'dir. Size
dininizi öğretmeye gelmiş." buyurdular.
Mezkur Hadis, İslâm'ın
şu hadiste belirtilen beş rüknünü de içine almıştır: "İslâm beş (temel)
üzerine kurulmuştur: Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muham-med (a.s.)'in
onun Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan
orucunu tutmak, yol
bakımından imkânı olanlar için hacca gitmek.".
İşte bir müminin
imanın rükünlerinin hepsine birden inanması gerekir. Bunlardan birini inkar
eden kafir olur.
İslâm'ın ve imanın
rükünlerini zikrettikten sonra, dinin emareleri (alâmetleri) konusunda kayda
değer bir beyt vardır.
Dinin alâmetleri
(dörttür): Samimi niyet, sözünde durmak, yasağı terketmek (yapmamak) ve sağlam
inançlı olmak. [4]
Allah'a İmânın Manası:
Kesin olarak; Allah'ın varlığına, tek olup, ortağı olmadığına, her şeyin
yaratıcısı olduğuna, bütün kemâl sıfatlarına sahip olduğuna ve bütün noksan
sıfatlardan münezzeh olduğuna ve tek ibadet olunanın O olduğuna inanmaktır. [5]
Konuyla İlgili Âyetler:
"De ki: O Allah
birdir. Allah sameddir. O doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiçbirşey O'na eş denk
değildir.". (İhlâs: 1-4)
"Allah, kendinden
başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'dır. O, hayy ve kayyumdur. Kendisini ne uyku
yakalar ne de uyuklama. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O'nundur. İzni
olmadan katında kimse şefaat edemez. O, kullarının yapmakta olduklarını ve önceden
yaptıklarını bilir. O'nun dilemişi hariç insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi
tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları
koruyup gözetmek kendisine
ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.". (Bakara: 255)
"O, ilktir,
sondur, zahirdir, batındır. O her şeyi bilendir." (Fussilet: 54)
"Onun zatında
başka her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur. Ve siz ancak ona
döndürüleceksiniz.". (Kasas: 88)
"O her şeyin
yaratıcısıdır.". (Enam: 102, Rad: 16, Zümer: 62)
"Bilesinizki
yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." (A'raf: 54)
"Onun benzeri
hiçbir şey yoktur." (Şura: 11)
"Onun işi bir
şeyi yaratmak istediği zaman sadece (ol) demektir. Ve o şey derhal oluverir. Ve
siz elbette sadece ona döndürüleceksiniz." (Yasin: 82-83)
"Kullarım sana
beni sorduğu vakit de ki: Ben her halde yakınım. Dua edenin duasını bana dua
ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime
uysunlar ve bana inansınlar, umulur ki doğru yolu bulurlar.". (Bakara:
186)
"Göklerde ve
yerde bulunanlar ister istemez secde ederler." (Rad: 15)
Ey İnsanlar! Sizi ve
sizden öncekini yaratan Rab-binize ibadet ediniz, umulur ki böylce korunmuş
olursunuz. O Rab ki yeri sizin için bir zemin, göğü de tavan yaptı. Gökten
size bir su indirdi. O su sebebiyle türlü meyvelerden size bir rızık çıkardı.
Bunları bilerek sakın Allah'a ortaklar koşmayın." (Bakara: 21-22)
"İşte bu ayetler
İslâm'da tevhid inancının genel prensiplerine değiniyor. Bu inançlarda
Allah'ın irade edip kullanna emrettiği katıksız tevhid inancıdır. Ayetler iki
varlığa işaret ediyor: Birinci varlık her şeyi yaratan, evveli ahiri olmayan
her şeyi bilen benzeri olmayan Allah Tealâ'nın varlığıdır. Diğer varlık ise;
Allah'ın yarattığı ve yine Allah'a dönecek olan yaratıkların varlığıdır.
Bu düşüncenin insanın
iç âlemine yerleşmesi, şahsiyetinin oluşmasında rol oynayan ve yaşamını
biçimlendiren bir çok neticeler doğuracaktır.".
(lel-Felsefetül-Kur'aniyye, 101.) [6]
Allah'n varlığını
ispatlayan delilleri fıtri, akli ve Kur'an mucizesi delili olmak üzere üç
grupta toplayabiliriz. [7]
a) Fıtri Delil.
Allah'ın varlığını
fark eden, insanın içinde köksalan bu his fitri bir duygudur. Allah insanları
bu fıtrat üzere yaratmıştır. Din duygusu diye ifade edilen de budur.
"Rasûlüm) Sen
yüzünü hanif olarak dine Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o
fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur;
fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten
sakının, namazı kılın; müşriklerden
olmayın.". (Rum: 30-31)
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet ediyor: "Her doğan (İslâm) fıtratı üzere doğar. Sonra anasıyla
babası onu Yahudi veya Hristiyan veya mecüsi yaparlar. Nasılki her hayvanın
yavrusu bütün azalan tam olarak doğar. Hiç o yavrusunun
burnunda kulağında eksik, kesik bir şey
görülür mü?" Sonra EbuHüreyre diyor ki: Dilerseniz (şu ayeti) okuyun:
"Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir. Allah'ın
yaratışında değişme yoktur, işte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu
bilmezler.". (Buhâ-rı)
Hadis-i şerifin anlamı
şudur: Her doğan, hakkı benimsemekten ibaret olan İslâm fıtratı üzerine doğar.
Fakat daha sonra çevre ona engel olur. Bu şuur bazı sebeplerle unutulur. Ama
yine de onu rahat bırakmayan acılar ve sıkıntılarla uyandırır. Şu ayeti
kerimede buna işaret etmektedir: "İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, yan
yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize dua eder. Fakat biz onların
sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan Ötürü bize dua
etmemiş gibi geçip gider.". (Yunus: 12)
"İnsanlar bir
darlığa uğrayınca, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar." (Rum: 33)
"Dağlar gibi
dalgalar onları kuşattığı zaman dini tamamen Allah'a has kılarak (ihlasla) O'na
yalvarırlar.", (Lokman: 32) [8]
b)- Akli Delil:
İslâm'ın, aklı uyarmak
ve onu düşünmeye sevketmek konusunda en büyük gayesi; insanı hayat kanunlarına,
kainat düzenine ve eşyaların hakikatlerine ulaştırmak ve bunları anlamaya
çağırmaktır. Çünkü insan bu yolla evrenin yaratıcısını düşünür ve neticede onu
tanır. İşte bu Kur'an'ı Kerim'in, Allah'ın varlığını kanıtlarken izlediği
metodlardan biridir. O aklı uyarır ve önüne tabiat kitabını açar ki; böylece
O'nun kemal ve büyüklük sıfatlarını, azametini, küdsiyetinin delillerini,
ilminin genişliğini, kudretinin geçerliliğini ve tek yaratıcı ve icad edicinin
o olduğunu anlasın ve bilsin.
Allah Tealâ insana,
gökler ve yer saltanatına ve içinde geçen olaylara bakmasını emretmiştir. Şüphe
yok ki, birbirine bağlı olarak "her sonradan olan" bir "var
eden"e muhtaçtır. Zaruri olarak anlaşılıyor ki, bu kâinatın ibadet
edilmeye ve kulu olunmaya layık bir yaratıcısı vardır.
Şimdi akli yollarla
Allah'ın varlığını isbat eden ayetlere bir göz atalım:
"Göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklı
selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Ayakta dururken otururken,
yanlan üzerine yatarken Allah'ı ananlar (şöyle dua ederler): Rabbimiz sen bunu
boşuna yaratmadın. Seni teşbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.".
(Ali İmran: 90-91)
"De ki!: Göklerde
ve yerde neler var. Bakın (da ibret alın.)". (Yunus: 101)
"Şüphesiz
göklerde ve yerde inananlar için bir çok ayetler vardır." (Casiye: 3)
"De ki!:
Hamdolsun Allah'a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı yoksa
O'na koştukları ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan,
gökten size su indiren mi? Çünkü biz onunla bir ağacını bile bitirmeye
gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka
bir ilâh mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. (Onlar mı
hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler
akıtan, onun için sabit dağlar
yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka ilâh var öyle
mi? Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. (Onlar mı hayırlı) yoksa
kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı
gideren, sizi yeryüzünün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh
mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz. (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin
karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurunun) önünde rüzgârları
müjdeci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir tanrı var öyle mi?
Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (Onlar mı
hayırlı) yoksa önce yaratan; sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten
hem yerden rizıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? de ki:
Eğer doğru söylüyorsanız, kesin delilinizi getirin haydi." (Nemi: 59-64)
"Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden
gelmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde taşıyarak yüzüp giden
gemilerde, Allah'ın gökten indirdiği bir su ile Ölmüş olan toprağı
diriltmesinde, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında rüzgarları ve yer ile
gök arasında emre âmâde bekleyen bulutları döndürmesinde, elbette düşünen bir
topluluk için çok deliller vardır.". (Bakara: 164)
"Kesin olarak
inananlar için yeryüzünde işaretler vardır. Kendi nefislerinde de ibretler
vardır. Görmüyor musunuz?". (Zariyat: 20-21)
"Ondan sonra
yerküreyi (geord şeklinde) yuvarlattı.". (Nasiret: 30)
"Kendisine hayat
verdiğimiz ölü toprak hakikatte bir ibret âyetidir. Çünkü biz onu yağmurla
dirilttik de ondan pek çok tarım ürünleri çıkardık. İşte onlar bunlardan yerler.
Biz yeryüzünde nice, nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda
birçok pınarlar kaynattık. Onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal
ettiklerinden yemeleri için (bu nimetleri verdik.). Hal böyleyken onlar
şükretmezler mi? Yerin bitirdiklerinden, insanoğlunun kendi varlığından ve henüz
mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı teşbih
ederim. Gecede onlar için bir ibret âyetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz
de, onlar karanlıklara gömülürler. Güneş kendine mahsus yörüngesinde akıp
gitmektedir. İşte bu aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir. Ay için bir takım
menziller tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi olur da geri döner. Ne
güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli
bir yürüngede yüzmeye devam ederler. (Yasin: 33-40)
"Gökte burçları
vareden, onların içinde bir kandil ve aydınlatıcı bir ay vareden Allah yüceler
yücesidir.". (Furkan: 61)
"Biz yakın göğü,
bir süslü yıldızlarla süsledik.". (Safaât: 6)
"Hayır! Yıldızların
yerlerine yemin ederim ki, bilirseniz gerçekten bu büyük bir yemindir.".
(Vakıa: 75-76)
"Şüphesiz Allah
tohum ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden Ölü çıkarandır. İşte size
vasıfları anlatılan o zat Allah'tır. O halde (ona imandan) nasıl çevriliyorsunuz?".
(En'am: 95)
"O gökten suyu
indirendir. İşte biz, bitip gelişen her bitkiyi onunla yetiştirdik. O bitkiden
bir yeşillik çıkardık ki ondan birbiri üzerine binmiş taneler çıkarttık.
Hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, bir kısmı birbirine
benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri çıkardık. Meyve
verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün
bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır." (En'am: 99)
"Yeryüzüne bir
bakmadılar mı ki orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişiz. Şüphesiz
bunlarda birer nişane vardır; ama çoğu iman etmezler.". (Şuara: 7-
"Allah her canlı
şeyi sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı
üzerinde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür.
Allah dilediğini
yapar; çünkü Allah her şeye kadirdir.". (Nur: 45)
"Üstlerinde
kanatlarını açıp kapatarak uçan kuşları görmediler mi? Onları Rahman olan
Allah'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.". (Mülk: 19)
"Rabbin bal
arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan
kendine evler edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana
kolaylaştırdığı yaylanın yollarına git. Onların karınlarından renkleri çeşitli
bir şerbet çıkar.Onda insanlar için bir şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir
kavim için büyük bir ibret vardır.". (Nahl: 68-69)
"Kendi
nefislerinde de ibretler vardır. Görmüyor musunuz? Rızkınızda, size vadedilen
şeylerde semadadır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad sizin
konuşmanız gibi kesin ve gerçektir. (Zariyat: 21-23)
"Andolsun ki biz
insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu emin ve
sağlam karargahta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline
soktuk; bu bir lokmacık eti kemiklere çevirdik. Bu kemikleri etle kapladık.
Sonunda onu bambaşka bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. -Yapıp- Yaratanların
en güzeli olan Allah pek yücedir. (Müminun: 12-14)
"İnsan kendisinin
kemiklerini bir araya toplaya-mayacağımızı sanar öyle mi? Evet, bizim onun
parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.".
(Kiyamet: 3-4)
"Rahimlerde sizi
dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve
hikmet sahibidir.". (Ali İmran: 6)
"Mezkur ayetleri serdettikten
sonra görülüyor ki Allah Tealâ insan aklını "Büyük Hakikat"e
çeviriyor ki O;da Allah'ın varlığıdır. Zaten bu O' Allah'ın yarattığı tabiatın
kâinatın nişanelerinden bellidir. Kainattaki herşey O'na muhtaçtır ve
dolayısıyla Allah'ın varlığına şahittirler... Feza âlemi ve içinde bulunan
güneş, ay ve yıldızlar, gezegenler, yeryüzü ve içinde bulunan insanlar,
hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar...
Bu âlemi bir araya
getiren ve iyice sağlamlaştıran bu sapasağlam bağlantı ve ipincecik düzen...
İşte bunların hepsi
sadece yegâne bir gerçeği ortaya koyar: Allah vardır ve bunları yaratan, yoktan vareden
yalnız ve yalnızca O'dur. Nasıl ki hiçbir sanat eseri sanatçısı olmadan
meydana gelmiyorsa, en değerli'sanatsal değere sahip olan bu alemde elbetteki
sanatkarsız olmaz.
Eğer akıl, yapıcısı
olmayan bir uçağın göklerde uçmasını, üreteni olmayan bir denizaltının da
denizin derinliklerine dalmasını imkânsız görüyorsa, bu demektir ki; o akıl,
kesin olarak bu benzersiz âlemin ve güzel tabiatın da bir yaratanın varlığına
inanıyor. Böylece bu ahenk ve düzen bozulmuyor." (Seyyd Sabit el-
Akidetül-İslamiyye, 39.) [9]
c) Kur'an-ı Kerim Delaleti.
Kur'an'ı Kerim
Allah'ın varlığını kanıtlayan delillerin en hayırlısıdır. Çünkü alemlere
önder, yol gösterici olmak üzere Rasûlü Muhammed'e (a.s.) indirdiği Kitap o kitaptır.
Ayetleri; pek hikmetli, ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ifade
edilmiştir. O bir mucizedir. O'nu korumayı Allah Tealâ kendi üzerine almıştır:
"Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.".
(Hicr: 9)
Malumdur ki kendisine
Kitap indirilen Rasûlüllah (s.a.v.) okurna-yazma bilmeyen bir yüce zattır. Buna
rağmen Kur'an'ı Kerim Araplara meydan okumuş ve onları Kur'an'in bir benzerini
veya bir süresinin bir benzerini meydana getirmeye çağırmıştır. Fakat onlar
bunu başaramamış, âciz kalmışlardır. Sebebi de Kur'an'm, yaratıcı olan Allah
tarafından vahyedilmiş olmasıdır.
"Deki! Andolsun
ki; Kur'an'm bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya
gelseler, birbirlerine destek de olsalar, O'nun benzerini ortaya
getiremezler.". (İsra: 88)
"Eğer kulumuza
indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi O'nun benzeri bir
süre getirin eğer iddianızda doğru iseniz. Allah'dan gayrı şahitlerinizi de çağırınız.
Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı insan ve taş olan
ateşten sakının. Çünkü (o ateş) kafirler için hazırlanmıştır.". (Bakara:
23-24)
Nitekim Kur'an'ı
Kerim'in ince sağlam düzeni de O' nun Allah tarafından indirilen bir kitap olduğunu
ispatlar..
"Hâlâ Kur'an
üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O, Allah'tan başkası tarafından
gelmiş olsaydı, O'nda birçok tutarsızlık bulurlardı.". (Nisa: 82)
İşte bu Kur'an'ı
Kerim, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kelamıdır. Bu söz insanların, dinlemeğe,
okumağa alışageldikleri türden bir şey değildir. Hiçbir kelâm, söz, ibare ona
benzeyemez. Hiç kimsenin yapamayacağı mucizevi bir eserdir. Bu da Allah'ın
varlığının delilidir. O Allah ki Kur'an'ı, Rasûlü Muhammed'e (a.s.v) alemlere
uyarıcı olsun diye indirdi:
"Alemlere uyarıcı
olsun diye kulu Muhammed'e furkanı indiren Allah, yüceler yücesidir.".
(Furkan: 1)
Hazret-i Ali (r.a.)
bir hutbesinde şöyle buyuruyor: "O Kur'an'da her şeyin izahı vardır.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık.". (E-nam: 38)
Bu ayetler birbirini
tasdik eder ve aralarında kesinlikle çelişki yoktur. Allah Tealâ şöyle
buyuruyor: "Eğer O, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı O'nda bir
çok tutarsızlık bulunurdu.". (Nisa: 82)
Zahiri çok hoş, batını
da çok derindir. Güzellikleri bitmez hoşluklaf1 tükenmez. Karanlıklar ancak
onunla aydınlanır.".
İmam SUî'ûti der ki:
"Kur'an, ilimlerin menbaı ve ilimler güneşi^11 doğma yeridir. Allah her
şeyin bilgisini ona bırakmış, sapıklığın da hidâyetin de ayırımını onda
yapmıştır Görüsün ^ ner bilim ondan yardım bekler ve ona dayanır. Fakih»
hükümleri ondan çıkarır. Haram helâli ondan elde ed^r- Nahivci de irab
kaidelerini onun üzerine kurar Yanlış ve doğruyu anlamak için ona müracaat
eder. Beyan ilmiyle uğraşan da onun sayesinde güzel ifadeler kullanabilir
B^a§ât, metodlarını ona göre düzenler ve kalıp döker. O'fl^a' basiret
sahipleri için birçok kıssalar ve haberler fikir ve ^ret sahipleri içinde
birçok vaazlar ve örnekler vardıf- Bunların dışında sayısız bilim dalları vardır
ki onlar d^Kur'an'ı Kerim'den istifade ederler. Buna rağmen akıllaf1 kahredecek
ve kalpleri sıkıştıracak kadar fasih ve beliği ve gayblan bilen Allah'tan başka
kimsenin kadir olatftf30^1 mucizevi bir sisteme sahiptir.". (Ce-laleddin
es suYut*' eı-İtkan Fi Ulumil Kur'an, 1/34)
Kur'an'ı £erim'i
öğretmek hakkında Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor; "Sizin en hayırlınız
Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir. [10]
Allah'ın Tevmd Konusu
Üç Kısma Ayrılır
1. Rubûbiyet
Tevhidi.
2. Ulûhiyet
Tevhidi.
3. İslam ve
sıfatların Tevhidi. [11]
1. Rubûbiyet Tevhidi
Anlamı: Kesin olarak
şöyle inanmak ve şunları itiraf etmektir: Allah Tealâ her şeyin Rabbidir.
O'ndan başka Rab yoktur. Mahrukatın yaratıcısı yalnızca O'dur. Onların sahibi
ve işlerinin düzenleyicisidir. Onları dirilten de, öldüren de, fayda ve zarar
veren de engel olan da, veren de O'dur. Yaratma ve emretme O'na aittir. Her
şeyin mülkü O'nun elindedir. Kainatta "mutlak yapan" O'dur, ortağı da
yoktur.
Allah'ın kaderine
inanmakta bu bölüme girer. Yani her yoktan var edilen şey muhakkak Allah'ın
bilgisinden, iradesinden ve kudretinden geçmiştir. Bu konuda Kur'an ayetleri
pek çoktur:
"Bütün hamdler
alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (Fatiha: 2)
"Bilesiniz ki
yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne
yücedir." (Araf: 54)
"Bu
"Rubûbiyet Tevhidi," tevhid'in diğer bölümlerinin esasım teşkil
etmektedir. Çünkü; ibadet ve itaat edilmeğe, boyun eğilmeye layık olan;
yalnızca yaratıcı, mâlik ve evrenin idarecisi olan Allah'dır. Hamdler,
şükürler, zikirler, dualar, ricalar ve korkular da yalnızca O'na aittir.
İbadetler, sadece yaratma ve emretme kendisine mahsus olan Allah'a yapılabilir.
Diğer bir açıdan da azamet güzellik ve olgunluk sıfatlarının sahibi de elbette
malik ve müdebbir olan Allah'dır. Çünkü bu sıfatlar yalnız âlemlerin Rabbinin
olabilir. Zira diri olan, işiten, gören, kadîr olan istediğini yapan ve
işlerinde ve sözlerinde hikmet sahibi olan da Rabb'den başkası olamaz.".
(Şerhül-Akideti't-Tahaviyye, 76-77; Tefsiru Kurtubi, 1/127) [12]
Bunun anlamı şüphesiz
olarak şu inancı taşımaktır:
Tek ilâh Allah
Tealâ'dır. İbadete layık olan da sadece O'dur. Hiçbir şeye öncelik tanımadan,
Allah'ı samimiyetle sevmek, duayı,tevekkülü, ricayı, korkuyu itaati, boyun eğmeyi
vs. bütün ibadetleri yalnızca O'na yapmak.
Tevhidin bu nevi,
diğer nevilerini de içine alır. Rubû-biyet tevhidine isim ve sıfatların tevhidi
de girer. Fakat tersi mümkün değildir. Çünkü kulun Allah'ı rububiyetle tevhidi,
O'nu ulûhiyet konusunda da tevhid etmesini gerektirmez. Rabliğini kabul eder
fakat Rabbine ibâdet etmeyebilir. İsim ve sıfatların tevhidi de böyledir;
diğerlerini kapsamaz. Fakat Allah'ın tek olduğunu ikrar eden kul aynı zamanda,
ibadet edilenin yalnızca O olup O'ndan başkası olamayacağına inanıyor ve
Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğunu O'nun güzel olgun sıfatlara sahip bulunduğunu
itiraf ediyor, demektir. Çünkü samimi kulluk Rabden başkasına ve noksan
olanlara yapılmaz. Zira kul insanı' yaratıcısı olmayana tapabilir. Noksan olan
bir varlığa ibadet edebilir. Bu sebeple kelime-i şehâdet, tevhidin bütün
çeşitlerini kapsar. Çünkü onun zarurû bir manası da Allah'ı ülühiyyette isim ve
sıfatlarında tevhid etmektir. Tevhid bu açıdan dinin öncesi-son-rası açığı ve
gizlisidir. Ve yine bu kulluk sebebiyle yaratıklar yaratılmıştır. "Ben
cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.". (Zariyat:
56). Peygamberlerin gayesi ve davetlerinin özü de işte bu tevhid inancıdır.
Ortağı olmayan, tek ilân olan Allah'a ibadet etmek"dir. "Senden önce
hiçbir peygamber göndermedik ki ona;
"Benden başka
ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin." diye vahyetmiş olmayayım."
(Enbiya: 25) Uluhiyyet [13]
Tevhidi İki Çeşittir
a. Allah'ın Varlığında ve O'nu Tanıma da Tevhid:
Bu, Allah Tealâ'nın
isim ve sıfatlarının ve fiillerinin varlığını kanıtlamaktadır. O'nun benzeri
hiçbir şey yoktur. Allah Tealâ kendisinden bahsettiği gibi, yine bu konulan
Rasûlüllah da (s.a.v.) ele almıştır. Nitekim Kur'an'ı Ke-rim'de ; Hadid ve Taha
sürelerinin başında Haşr Sûresinin sonunda, Secde ve Âli İmran Sûresinin
başında ve İhlas Sûresinin tamamında bu konu açıklanmıştır. [14]
b. Taleb ve Yönelişte Tevhid
Bu da Kâfirim
Sûresinde, Âli İmran Sûresinin 64. ayetinde, A'raf Sûresinin başında ve sonunda
Yasin Sûresinin başında, ortasında ve sonunda ve En'am Sûresinin tamamında
belirtilmiştir.
Kur'an'ı Kerim'in çoğu
sûreleri Ulûhiyet tevhidinin iki çeşidini de kapsar. Hatta bütün k. kerim. Zira
k. kerim ya; Allah Tealâ'nın zatından, isimlerinden, sıfatlarından haber verir
ki; bu haberi ve ilmi tevhiddir.
Ya da; ortağı olmayan,
sadece Allah'a ibadete ve O'ndan başkasına da tapınmamaya çağırır. İşte bu da
talebi iradi tevhiddir, tevhid'in gerektirdiklerindendir. Ya da: Allah
Tealâ'nın tevhid ehline olan ikramını, onlara dünyada yaptığı iyilikleri ve
ahirette yapacağı ihsanları anlatır. Bu da tevhid mükafatıdır.
Ya da; şirk ehlinden,
onlara dünya'da yaptıklarından ve ahirette vereceği cezalardan bahseder ki bu
da tevhid çizgisinden sapanların cezalandır.
Kısaca K. Kerim
tevhidden, tevhid ehlinden ve onların mükâfatlarından; şirkden, şirk ehlinden
ve onların karşılaşacakları azaplardan bahseder. [15]
3. İsim ve Sıfatların Tevhidi
Bunun anlamı, kesin
olarak şöyle inanmaktır: Allah birdir. Bütün olgunluk sıfatlarına sahip ve
noksanlık sıfatlarından münezzehtir. Allah Tealâ bu konuda tekdir. Bu isim ve
sıfatları da Allah Tealâ veya Rasûlü tarafından Kitap ve Sünnette ifade edilen
ve lafız ve manaları hiçbir değişikliğe uğratılmadan eksiltilmeden;
şekillendirme ve benzetmelerden kaçınılarak muhafaza edilendir. "Onun
benzeri hiçbir şey yoktur.". (Şura: 11) "Hiçbir şey O'na eş veya denk
değildir.". (İhlas: 4) İsimlerden maksat: Allah lafzı gibi sırf Allah
Te-alâ'nın zatına delâlet eden kelimelerdir.
Sıfatlardan maksat:
İlim, kudret gibi Allah'ın sıfatlarından her hangi bir sıfata delâlet eden
kelimelerdir. Rahman kelimesi gibi bazı kelimeler hem isim hem de sıfat
olabilirler. İsim oluşunun örnekleri:
"Rahman arşa
istiva etmiştir.". (Tana: 5) "Rahman Kur'an'i öğretti.".
(Rahman: 1) Sıfat oluşunun örnekleri: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla.".
"O esirgeyen
bağışlayandır.". (Haşr: 22)
İsim ve sıfatların
Tevhidi üç esasa dayanır.
a- Allah'ı
mahlûkata benzemekten ve noksanlıklardan tenzih etmek.
b- Ziyâde,
noksanlık ve değiştirme yapmaksızın Kitap ve Sünnetteki bütün isim ve sıfatlara
inanmak.
c- Bu
sıfatların şekillerini düşünmemek.
Birinci esasa göre:
Her müslümanın Allah'ı ortaktan, denk (eş)'den O'nu izni olmaksızın şefaatçiden
tenzih etmesi ve uyuma, yorulma, unutma, ölüm, zulüm gibi vasıfların Allah'da
bulunmayacağına inanması gerekir.
İkinci esasa göre:
Müslüman; Kitap ve Sünnette geldiği gibi hiçbir değişiklik yapmaksızın isim ve
sıfatlara i-man etmesi gerekir.
Üçüncü esasa göre de;
Müslümanın bu isim ve sıfatların şekillerini düşünmemesi araştırmaması ve
sormaması gerekir. Zira Ehli sünnetin çağunluğuna göre Allah Te-alâ'nın isim ve
sıfatları tevkifidir, yani; Allah Tealâ'nın bunların manalarını bildirmesine
ihtiyaç vardır. Bunlara Kitap ve Sünnette geldiği şekil üzere inanmak lazımdır.
İmam Ahmed b. Hanbel;
"Kitap ve sünnetin dışında hiçbir vasıfla Allah Tealâ
vasıflandrnlamaz." demektedir.
İbn-i Teymiye de şöyle
diyor: "Hiçbir değişiklik, şekillendirme ve benzetme yapmaksızın Allah'ın
sıfatlanyla O'nu vasıflandırmak imanın gereğidir. Müminler Allah'ın benzeri
olmadığına inanırlar. Kelimeleri yerlerinden oynatmazlar. İsim ve sıfatları
inkâr etmezler. Allah mahlû-kattm herhangi bir çeşidine de benzetmezler.
Anlatılanlardan da
anlaşıldığı gibi şunlar Tevhid inancını sarsar:
1. Tahrif; Kelimelerin lafızlarını ve manalarını
fazlalık katarak veya eksilterek değiştirmek.
2. Şekil
kazandırmak.
3. Mahlûkata benzetmek; Müşriklerin putları
Allah'a benzetmeleri, hristiyanların Hz. İsa (a.s.)'ı Allah kabul etmesi gibi.
4. Ta'til ve
ilhad: (Ta'til) Allah'ın mezkur ilahi sıfatlara sahip olmadığını iddia etmek,
isim ve sıfatlarının olmadığını savunmak.
(İlhad) Kelimelerin
lafız ve manalarını gerçeklerden saptırarak, başka yorumlar katmak.
Fahreddin Râzi bu konuyla
ilgili olarak şöyle diyor:
Allah'ın isimlerinde
ilhad üç türlüdür:
1. Allah'dan başka varlıkları da ilâh olarak
isimlendirmek. Putperestlerin putlara ilâh dedikleri gibi.
2. Allah'a O'na yakışmayan bir isim vermek.
Allah| Mesihin babasıdır, demek gibi.
3. Kişinin
Yüce Allah'ı manası bilinmeyen ve sahibi-| de düşünülmeyen bir ifâdeyle anması
gibi. [16]
1-ALLAH:
Doksandokuz ismiden birincisi Allah ismidir. Uluhiyyete mahsus sıfatların
hepsini kendinde topladığı için "İsm-i Âzam"dır. Diğer isimler bir
sıfat veya fiile delalet ederler. Ancak lafz-ı celâl bunların tümünü içine
alır.
2-ER-RAHMAN:
Dünya'da sevdiği ve sevmediği herkesi nimetiendiren.
3-ER-RAHIM:
Ahirette mü'min kullarını sonsuz nimetlerle nzıklandıran.
4-EL-MELIK:
Bütün kainatın sahibi ve hükmedicisi.
5-EL-KUDDÜS:
Hatadan, gafletten ve hertürlü eksiklikten uzaktır.
6-ES-SELÂM:
Kullarını her türlü tehlikelerden koruyan.
7-EL-MÜ'MİN:
Kendine sığınanları koruyan.
8-EL-MÜHEYMİN:
Gözeten ve koruyan.
9-EL-AZIZ:
Mağlup edilmesi mümkün olmayan, galip.
10-EL-CABBAR:
Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan.
11-EL-MÜTEKEBBİR: Herşey ve hadisede büyüklüğünü gösteren.
12-EL-HALİK:
Yaratan, yoktan var eden.
13-EL-BARİ:
Herşeyin âzâ ve cihazım birbirine uygun yaratan, kainattaki bütün yaratıklar
lüzumlu hayat or-ganlarıyla, yaratılış gayesine uygun cihazlarla donatılmıştır.
Her yaratığın bir görevi vardır ve bütün yaratıklar tek bir mekanizma gibidir.
14-EL-MUSAVVİR:
Her şeye şekil ve hususiyet veren.
15-EL-GAFFAR:
Bağışlaması çok olan.
16-EL-KAHHAR:
Her istediğini yapacak güçte galip ve hakim, o her şeyi kuşatandır. Bütün her
şeyin boynu O'na karşı büküktür.
17-EL-VEHHAB:
Çeçişt, çeşit nimetler bahşeden.
18-ER-REZZAK:
Rizıklandıran. Yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri veren.
19-EL-FETTAH:
Her türlü müşkülleri açan, kolaylaştıran.
20-EL-ALİM:
Her şeyi çok iyi bilen.
21-EL-KÂBİD:
Sıkan, daraltan. Allah dilediği kullarına sıkıntı ve darlık vererek imtihan
eder.
22-EL-BASÎT:
Açan, genişleten. Dilediği kullarını bolluk ve sevinçle deneyen.
23-EL-HÂFID:
Alçaltan, yüce Allah dilediği kullarına şan şöhret ve zenginlik sahibi iken
yaptıkları davranışlardan ötürü al aşağı eder.
24-ER-RÂFİ:
Yükselten.
25-EL-MUİZ:
İzzet veren.
26-EL-MÜZÎL:
Zillete düşüren, hor ve hakir eden.
27-ES-SEMF:
Her şeyi işiten.
28-EL-BASÎR:
Her şeyi gören.
29-EI-HAKEM:
Her şeye hakkıyla hükmeden.
30-EL-ADL:
Çok adaletli.
31-E1-LÂTIF:
En ince işlerin bütün inceliklerini bilen.
32-EL-HABİR:
Herşeyin içyüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.
33-EL-HALIM:
Merhameti çok olan, suçluları bağışlayan.
34-EL-AZÎM:
Azametli olan.
35-EL-ĞAFÛR:
Bağışlaması bol olan.
36-EL-ŞEKÛR:
Kendi rızası için yapılan iyi işleri daha fazlası ile mükafatlandıran.
37-EL-ÂLî:
Pek yüksek.
38-EL-KEBIR:
Pek büyük, göklerde ve yerde eşsiz tek büyük O'dur.
39-EL-HAFIZ:
Yapılan işleri bütün tefsilatıyla tutan, her şeyi belirlenmiş vakte kadar afat
ve belalardan saklayan.
40-EL-MUKIT:
Her yaratılmışın azığını veren.
41-EL-HASİB:
Herkesin hayatı boyunca yapıp, ettiklerinin, bütün tafsilat ve teferruatıyla
hesabını iyi bilen.
42-EL-CELİL:
Celalet ve ululuk sahibi.
43-E1-KERİM:
Keremi bol olan. Yoce Allah iyilik edenleri mükafatlandırır.
44-EL-RAKİB:
Bütün varlıkları gözeten. Allah bütün kullarını görür ve herkese yaptığının
karşılığını verir.
45-EL-MÜ'CİB:
Kendine yalvaranların isteklerini veren.
46-E1-VASI:
Geniş ve müsaadekar.
47-EL-HAKİM:
Bütün emirleri ve işleri yerli y-erinde olan.
48-EL-VEDÜD:
Sevilmeye ve dostluğunu kazanmaya layık olan.
49-EL-MECİD:
Şanı büyük ve yüce olan.
50-EL-BÂİS:
Ölüleri dirilten.
51-EŞ-ŞEHİD:
Her şeyi gözetip bilen.
52-EL-HAK:
Varlığı hiç değişmeden duran.
53-EL-VEKİL:
Kendisine güvenip dayananların işlerini düzeltin.
54-EL-KAVİ:
güçlü ve kuvvetli. Yüce Allah kayıtsız şartsız her şeye kadirdir.
55-EL-METİN:
Çok güçlü ve sağlam. Yüce Allah kuvvet ve kudretinde metindir.
56-EL-VELÎ:
İyi kullarına dost..
57-EL-HAMîD:
Bütün varhklarca hamd edilen öğü-len.
58-EL-MUHSî:
Her şeyin sayısını bilen.
59-EL-MUBDî:
Her şeyi bir örneği yokken yoktan var eden.
60-EL-MUîD:
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.
61-EL-MUHYî:
Can bağışlayan, sağlık veren.
62-MUMîT:
Öldüren.
63-EL-HAY:
Diri olan.
64-EL-KAYYÛM:
Gökleri yeri ve her şeyi tutan. Yüce Allah her şeye taktir ettiği vakte kadar
durmak için sebeplerini ihsan eden.
65-EL-VÂCİD:
İstediğini, istediği vakit bulan.Hiç bir şey yüce Allaha karşı kendini
gizleyemez.Her şey dâima O'nun huzurundadır.
66-EL-MÂCİD:
Şanı büyük olan.
67-EL-VÂHİD:
Benzeri ve ortağı olmayan, tek.
68-ES-SAMED:
İhtiyaçları ve ızdıraplan gideren.
69-EL-KÂDIR:
İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten.
70-E1-MUKTEDİR:
Kudret ve kuvvet sahipleri üzerine istediği gibi tasarruf eden.
71-EL-MUKADDİM:
İstediğini ileri geçiren öne alan.
72-EL-MUHARRİR:
İstediğini geri koyan arkaya bırakan.
73-EL-EL-EVVEL:
Varlığının başlangıcı olmayan.
74-EL-AHIR:
Son.Her şey biter helak olur ancak yüce Allah'ın varlığının sonu yoktur.
75-EZ-ZÂHİR:
Aşikar. Yüce Allahm varlığı kesin ve aşikardır. Hissettiğimiz, gördüğümüz,
dokunduğumuz her şey O'nun varlığına delalet eder.
76-EL-BATIN:
Zatının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli.
77-EL-VALİ:
Bu evreni ve burada olup biten her şeyi idare eden. Kainatta olan her şey
O'nun izni ve iradesiyle meyldana gelir. Bir yaprağın düşmesi, hakete geçen
bir zerrenin kımıldayışı hep O'nun izin vermesiyle olur.
78-EL-MUTEÂL:
Yüce ve ulu. Yaratılmışlar için düşünülebilecek her hal ve tavırdan Allah Teala
uzak ve yücedir.
79-EL-BERR:
İyiliği ve bahşişi bol olan. Yüce Allah kulları için daima kolaylık ve rahatlık
ister. Zorluk istemez. Zorluk çıkaranları sevmez.
80-ET-TEVVÂB:
Tövbeleri kabul edip, günahları bağışlayan.
81-EL-MUNTAKİM:
Suçları adaleti ile hak ettikleri cezaya çarptıran.
82-EL-AFÜV:
Afvı çok olan. 83-ER-RÂÛF: Şefkatli, çok merhametli. 84-MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün
ebedi sahibi.
85-ZÜL-CELÂLİ VE'L-İKRÂM:Hem büyüklük sahibi, hemde fazl-ı kerem sahibi.
86-EL-MUKSİT:
Bütün işlerini denk ve birbirineiıy-gun yapan.
87-EL-CAMİ:
İstediğini istediği zaman, istediği yerde tophlayan, Yüce Allah; çürüyüp,suya,
topraüğa. havaya savrulmuş zerreleri toplayarak tekrar diriltecektii.
88-EL-GÂNİ:
Çok zengin ve hiç bir şeye muhtaç olmayan.
89-EL-MUĞNİ:
İstediğini zengin eden.
90-EL-MANİ:
Bir şeyin meydana gelmesine müsa-da etmeyen.
91-EL-DÂRR:
Elem ve mazarrat verici şeyleri yaratan.
92-EN-NÂFİ:
Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan.
93-EN-NÛR:
Alemleri nurlandıran zihinlerde ve gönüllerde nur yağdıran.
94-EL-HÂDİ:
Hidayete erdiren.
95-EL-BEDİ:
Bütün her şeyi yoktan icad eden.
96-EL-BÂKİ:
Varlığı ebedi olan. Sonu olmayan.
97-EL-VÂRİS:
Servetlerin gerçek sahibi.
98-ER-REŞİD:
Bütün işleri ezeli taktirine göre yürü-tüp belli bir nizam ve hikmet üzere
sonuca ulaştıran.
99-ES-SABÛR:
Çok sabırlı.
Alimlere göre Allah
Tealâ'nın isimleri bu kadarıyla sınırlı değildir. Hadiste belirtilmek istenen
sayı değil, to kadarını
sayanın cennete girebileceğidir.
Çünkü Allah Tealâ'nın
bizlere bildirmediği bir takım isimleri de vardır. [17]
Allah Tealâ'nın
Kur'an'ı Kerim'de saydığı birçok sıfatlan vardır. Fakat bunlar başlıca yirmi
kadardır. Ve dörde ayrılırlar:
1. Sıfat-ı Nefsiyye Allah'ın varlığını ifade
eden sıfattır.
2. Sıfat-ı selbiye Allah'a yakışmayan şeyleri Allah'tan
izale eden sıfatlar.
3. Sıfatul
Meâni: Allah'ın zatıyla kaim olan sıfatlar.
4. Sıfatı Maneviyye: Sıfatul Meaniden
kaynaklanan sıfatlar. [18]
Sıfat-ı Nefsiyye
Bundan maksad Allah'ın
var olduğunu varlığım gerektiren vucüd sıfatıyla muttasıf olduğunu ifade
etmektir. Bu yalnızca "Vücud" sıfatıdır.
Allah'ın varlığı
mutlaktır. O'nun varlığı başka etkenlerden kaynaklanmaz. Varlığı vaciptir.
Yokluğu kabul etmez.
Kendisinden
Başkalarının varlığı ise eksiktir. Her şey ona muhtaçtır.
"O size anlatılan
Allah (c.c.)'tır. O'ndan başka İlah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Onun
için O'na
kulluk edin,o her şeye
vekildir." (En'am: 102) [19]
Sıfat-ı Selbiye
Bunlar Allah'a (c.c.)
isnadı mümkün olmayan sıfatlan Allah'dan tenzih eden sıfatlardır. Beş
tanedirler:
1. Vahdaniyet:
Allah zatında, sıfatlarında ve işlerinde tektir.
Allah zatında tektir:
Yani; Allah birdir. Cüzlerden de meydana gelmemiştir. Ortağı yoktur.
Allah sıfatlarında
birdir. Yani; Hiç kimsede Allah'da bulunan sıfatlara benzer bir sıfat yoktur.
Allah fiillerinde
tektir. Hiç kimse Allah gibi yapamaz. O herşeyi yapan, icad edendir. Bütün işler
O'nun elindedir.
"Eğer yer ve
gökte Allah'tan başka ilâhlar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup
giderdi." (Enbiya: 22)
"Allah evlat
edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir İlah da yoktur. Aksi takdirde her ilah
kendi yarattığını sevkü idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine
galabe çalardı. Allah onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden
münezzehtir. (Müminûn: 91)
"De ki: Eğer
söyledikleri gibi Allah'la beraber başka ilâhlarda bulunsaydı, o takdirde bu
ilâhlar arşın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı. Allah
onların söyledikleri şeylerden münezzehtir, son derece yücedir ve
uludur.". (İsra: 1-2-43)
2. Kıdem:
Allah'ın varlığının başlangıcı bulunmaması demektir.
el-Akidetüt-Tahaviyye'de
şöyle denmektedir. (Allah c.c): "Başlangıcı olmayan ezeli, sonu olmayan
ebedidir.".
"O hem eveldir,
hem âhirdir." (Hadid: 3)
3. Beka:
Allah'ın ebedi olması, dima var olması, varlığının sonu olmamamasıdır.
"Yeryüzünde
bulunan her canlı yok olacak ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki
kalacak.". (Rahman: 26-27)
4. Kıyam Binefsihi: Allah (c.c.) kendi kendine kaimdir. Başkasına muhtaç değildir. Allah
her şeyden önce ve hatta zamandan bile önce vardı. "Allah sameddir."
(Yani o hiçbir şeye muhtaç değil fakat her şey ona muhtaçtır. (İhlas: 2)
5. Muhalefettin
Li'1-Havadis: Allah Tealâ kainattan
ve mahlukattan hiçbir şeye benzemez.
"Onun benzeri
hiçbir şey yoktur. O pek işiten ve görendir." (Şura: 11)
Ebu Hanife
"el-Fıkhul-Ekber" adlı eserinde der ki: "O (Allah c.c.)
mahlûkatından da hiçbir şeye benzemez. Bütün sıfatları mahlûkatmınkine zıttır.
(Ondan başkadır). Bilir fakat bizim bilmemiz gibi değil. Her şeye gücü yetendir.
Ancak bizim gibi değil. Görür fakat bizim görmemiz gibi değil." Allah'ın
bütün sıfatları umumidir, kapsamlıdır. Mahlûkatın sıfatları ise kapsayıcı
değildir. "En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. O her şeyden üstün ve
hikmet sahibidir." (Nahl: 60) [20]
Sıfatü'l-Meânî
Bu sıfatlara subuti
sıfatlar da denir. Bunlar Allah Te-alâ'nm zatıyla kaim olan sıfatlardır. Yedi tanedirler.
Kudret, irade, ilim, semi, basar, kelam, hayat.
1. Kudret:
Yüce Allah'ın zatıyla bulunan ezeli bir sıfattır. Allah her şeyi bununla yapar
ve yok eder ve şekillendirir. Allah herşeyi kadirdir. Hiçbir şey onu aciz
bırakamaz.
Yeri, gökleri, gece ve
güdüzü ve bütün evreni düşünerek bu sıfat idrak edilebilir.
"Mutlak
hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O
öyle yüce Allah ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve
hayatı yaratmıştır. O mutlak galiptir, çok bağışlayandır.". (Mülk: 1-2)
"Ne göklerde ne
de yerde Allah'ı aciz bırakacak bir güç yoktur. O, bilir ve güçlüdür.".
(Fatır: 44)
"Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız çocukları,
dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları hem erkek hem kız olmak
üzere çift verir. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi bütünüyle bilendir,
(her şeye) gücü yetendir.". (Şura: 49-50)
2. İrade:
Allah Tealâ'yla kaim ezeli bir sıfattır. Allah Tealâ bu sıfatla mümkinatı
varlık yokluk ve şekille tahsis eder. Yani dilerse var eder, yok eder, kısa
eder, uzun eder, âlim eder, cahil eder. Burada da yapar başka bir yerde de.
Kâinatta dilediği gibi hareket edebilme yalnızca Allah'a aittir.
"Biz bir şeyin
olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece "ol" dememizdir. Hemen
oluverir.".
(Nahl: 40)
"Allah bir
topluma kötülük diledimi artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur.
Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.". (Rad: 11)
3. İlim:
Yüce Allah'la kaim olan'ezelî bir sıfattır.
Bu sıfatla Allah her
şeyi bilir ve bilgisiyle kaplar. Allah her şeyi bilendir. Geçmiş, şimdiki
zaman, gelecek kısaca her şey O'nun malumu olur.
Allah'ın bilgisi
tamdır ve mekan'a bağlı değildir. Kainatın düzeni, sağlamlığı da bunun bariz
delilidir.".
"Hiç yaratan
bilmez mi O en ince işleri görüp bilendir. Ve her şeyden haberdardır.".
(Mülk: 14)
"Onun ilmi her
şeyi kuşatmıştır.". (Tana: 98)
"O öyle bir
Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O
esirgeyen bağışlayandır.". (Haşr: 22)
"Allah
kalblerinizde olanı bilir. Allah hakkıyla bilen cezada acele
etmeyendir.". (Ahzab: 51)
"Göklerde ve
yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu
yerde dördüncü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı
mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerde bulunursa bulunsunlar
mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber
verecektir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir,". (Mücadele: 7)
4. Semi:
Allah'ın zatıyla kaim ezelî bir sıfattır. Dinle-nen-işitilen bütün varlıklarla
ilgilidir. Ne hayalden ne de evhamdan kaynaklanır.
Allah her şeyi
işitendir. O, karanlık gecede sonsuz çölde bile siyah karıncanın yürümesini
işitir.
"Allah'a tevekkül
et çünkü o çok iyi işiten ve pek iyi bilendir.". (Enfal: 61)
"Allah adaletle
hükmeder. Onu bırakıp taptıkları ise hiç bir şeyle hükmedemezler. Şüphesiz Allah
kak-kıyla işiten ve görendir.". (Gafir: 20)
5. Basar: Allah'ın zatıyla kaim ezelî bir sıfattır. Görünen
varlıklara tealluk eder. Hayal ve evhamdan kaynak-| lanmaz. Duyu organlarının
etkisiyle de oluşmaz.
"Şüphesiz ki O
her şeyi hakkıyla görendir." (Mülk: 19) "Böyle iken kiminiz kafir
kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendin". (Teğabun: 2)
6. Kelâm:
Allah Tealâ'nın zatıyla kaim ezeli bir sıfattır. Allah Tealâ bu sıfatla
emreder nehyeder.
el-Akidetüt-Tahaviyye"
adlı eserde şöyle denmektedir: "Kur'an Allah Kelamıdır. Söz biçimi
olmaksızın Al-lah'dan sadır olmuştur. Allah onu vahiy ile peygamberine indirmiş,
müminlerde onu hak olarak tasdik etmiş ve onun Allah kelamı olduğuna kesin iman
etmişlerdir. İnsanların sözleri gibi mahlûk (yaratılmış) değildir. Kim onu
dinler de beşer kelamı olduğunu iddia ederse şüphesiz kafir olur.".
"Ve Allah Musa
ile de gerçketen konuştu." (Nisa: 164)
"De ki,
Rabbimizin sözleri için derya mürekkeb olsa ve bir okadar da ilave getirsek
dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenir.". (Kehf: 109)
"Şayet
yeryüzündeki ağaçlar kalem deniz de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz
daha eklense yine Allah'ın sözleri yazmakla tükenmez.". (Lokman: 27)
7. Hayat:
Allah Tealâ ile kaim ezeli bir sıfattır. Önc&j ki sıfatların varlığı bu
sıfatla hasıl olabilir.
"Allah kendinden
başka hiçbir ilâh bulunmayaı Allah'dir. O hayy ve kayyumdur.". (Bakara:
255)
"O daima diridir
ondan başka hiçbir ilâh yoktur". (Gafir: 65) [21]
Sıfat-Maneviyye
Bu sıfatlar, mana
sıfatlarının sonuçlan durumundadır. O sıfatlardan kaynaklanır. Mana sıfatlarına
parelel olarak yedi tanedirler; Allah'ın; Kadir, Mürid, Alim, Semi, Basar,
Mütekillim ve Hayy olmasıdır.
Bu sıfatlara sahip
olmak, mana sıfatlarına sahip olmanın gereği olduğundan bunlara da manevi
sıfatlar denmiştir.
Zira kudret sıfatına
sahip olmayana kadir; irade sıfatına sahip bulunmayana da mürid denemez. [22]
Şüphesiz ki Allah'a
iman etmenin, tevhid inancının gerek fertlere nisbetle ve gerekse toplumlara
nisbetle bir çok önemli sonuçlar doğurur. Bu sonuçlarından bazıları şunlardır:
1- Nefsi Başkalarının Tahakkümünden ve Korkusundan
Kurtarmak.
"Allah'ı bırakıp
da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan o
takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun. Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır
dilerse O'nun keremini geri çevirecek yoktur. O hayrını kullarından dilediğine
eriştirir. Çünkü O çok bağışlayan pek
esirgeyendir.".
(Yunus: 106-107)
2- Nefsi Hayat Korkusundan Kurtarmak
Zira mümin kesin
olarak inanır ki ölüm de hayat da Allah'ın elindedir. Ne zaman olursa olsun
hiçbir yaratık ömrünü kısaltamaz, uzatamaz.
"HiçUir kimse yok
ki ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm) belli bir süreye göre
yazılmıştır.". (Ali İmran: 145)
"Nerede olursanız
olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile." (Nisa: 78)
Bu inanç insanın
kalbinde cesaret ve şecaat ruhu uyandırır. Çünkü mümin inanır ki ömür
sınırlıdır. Eğer savaşa gider de şehit düşerse o zaman da cennettedir.
3- Nefsi Rızık Korkusundan Kurtarmak
Müminin inanması
gerekir ki; rızık veren Allah'dır. Hiç kimsenin hırsı teşvik edemeyeceği gibi
istemeyenin de istememesi O'nu rızık vermekten alı koymaz.
"Allah
kullarından dilediğine rızkı bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah
her şeyi hakkıyla bilendir.". (Ankebut: 61)
"Yeryüzünde
yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah'ın üzerindedir. Allah o canlının
durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Çünkü (bunların) hepsi açık
bir kitapta (Levhimahfuzda)dır.". (Hud: 6)
4- İnsanı
Sınıflaşma ve Makam Korkusundan Kurtarmak
"De ki mülkün
gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine Verirsin ve mülkü
dilediğinden geri, alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her
türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.". (Âli
İmran: 26)
5- Güven Vermek ve Ümitsizliği Gidermek
"Onlar Allah'a)
iman ederler ve gönülleri Allah'ı anmakla sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki
kalbler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bıriur." (Ra'd: 28)
"İmanlarına iman
katsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur.". (Fetih: 4)
6. İstikamet Üzere Olmayı Sağlamak
Yaşamında hiçbir şeyin
kendine gizli kalmadığı, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın istediği şekilde, ilâhi
metod
üzere hareket etmek.
"Emrolunduğun
gibi doğdoğru ol." (Şura: 15)
7- Dünya'da Hoş Bir Hayat Sağlamak, İmkanlar Tanımak
ve Bereket Kapılarını Açmak.
"Erkek veya kadın
kim mümin olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız. Ve
onların mükafatlarım yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.".
(Nahl: 97)
8- Mümini Düşmanlarından Korumak, Müdafa Etmek ve
Onlara Karşı Onu Desteklemek.
"Bu yüzden)
koruyucu olarak Allah en hayırlı olandır. O acıyanların en
merhametlisidir.". (Yusuf: 64)
"Şüphesiz
peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem şahitlerin
(şahitlik) edecekleri günde yardımederiz.". (Gafir: 51)
9- İnsanı, Mal Şan-Şeref, Neseb, Makam Gibi Sosyal
Değerlere Tapmaktan korumak.
"Muhakkak ki
Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O'ndan en çok
korkamnızdır.". (Hücûrat:13)
"Ve ilave
ettiler; Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz. De
ki, Rabbim dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden) kısar; fakat insanların
çoğu bilmezler. Hiç birinizin malları ve evlatları, huzurumuzda size bir
yakınlık sağlamaz. İman edip iyi amellerde bulunanlar müstesna. Ancak onlara
yaptıklarının kat kat fazlası vardır. Onlar (Cennet) odalarında güven (ve
huzur) içindedirler.". (Sebe: 35-37)
10- İnsanı, Dünya Lezzetlerinden ve Şehevi Arzulardan
Emin Kılar.
"Kadınlardan,
oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten,salma atlardan, sağmal
hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için
bezenip süslendi.Bunlar dünya hayatının metaıdır. Nihayet varılacak güzel yer,
Allah'ın huzurudur. (Rasûlüm) De ki; Size bunlardan daha iyisini bildireyim
mi? Takva sahipleri için Rableri yanında içinden ırmaklar akan ebediyyen
kalacakları, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır.
Allah kullarını çok iyi görür." (Âli İmran: 14-15)
11- "Ahirette Cennete Girmek.".
"İman edip iyi
davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için konak olarak Firdevs cennetleri
vardır. Orada ebedi kalacaklar. Oradan hiç ayrılmak istemezler."
(Kehf: 107-108) [23]
"el-Melaike"
kelimesi "melek" veya "melak" kelimesinin çoğuludur. Aslı
ise elçilik anlamına gelen "ülü-ke" kelimesinden türeyen
"melekedir.
Melekler mahlûkatm bir
çeşididir. Allah onları göklere yerleştirmiş, mahlûkatıyla ilgili görevleri
onlara yüklemiştir. Onlar Allah'a isyan etmez ve emrolunanlanm hemen yaparlar.
Gece gündüz Allah'ı tenzih ederler ve kesinlikle Allah'a isyan etmezler. Bu
sebeple bizim onlar hakkında Kitap ve Sünnette varid olan haberlere inanıp
bunun dışındaki bilgilerden kaçınmamız gerekir. Bu konular bizim
bilebileceğimiz konular değil. Bunları Allah ve Rasûlünün bildirmesiyle
biliriz. (Fethu'1-Bari, 4/332; Şer-hu'1-Akidetü't-Tahaviyye, 15)
Meleklere imanda
imanın rükünlerinden biridir. Bu Kitap ve Sünnetin kesin delilleriyle sabittir:
Kitaptan Delili:
"Gönderilen peygamber, Rabbi tarafından kendisine gönderilene iman etti,
mü'minler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah'a O'nun meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.". (Bakara: 285)
Sünnetten Delili: Cimril'in "İman nedir?" diye sorduğu meşhur hadiste
meleklere imanda belirtilmiştir. [24]
Yaratılışı Ve Özellikleri
Allah Tealâ melekleri
Adem (a.s.)'den önce yaratmıştır. "Hatırla ki Rabbin meleklere; Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar bizler hamdinle sana teşbih ve
seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek birini
mi yaratacaksın? dediler. Allah onlara sizin bilemeyeceğinizi ben bilirim,
dedi.". (Bakara: 30)
Onlar nurdan
yaratılmışlardır. Müslim'de Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre
Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de halis
ateşten yaratıldı. Adem de size vasfedilenden yaratıldı." Buharı ve İmam
Ahmed'in rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) Cibril'e; "Seni, bizi daha
fazla ziyaretden alıkoyan nedir?" diye sordular, dedi ki: Hemen şu ayet
nazil oldu: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önünüzde arkanızda ve
bunlar arasında olan her şey ona aittir. Senin Rabbin unutkan değildir.".
(Meryem: 64) (Lübabü'n-Nükul-Fi Ashabi'n-Nükul, 408)
Melekler duyu
organlarıyla anlaşılmayan latif bir gayb alemidirler. Onlar insanlar gibi
değildirler.
Yemezler, içmezler,
uyumazlar, evlenmezler, dişi-er-kek olma gibi özellikleri de yoktur. Hayvani
arzulardan! uzak; günah ve hatalardan beridirler. Ademoğlunun nite-]
lendirildiği hiçbir vasıfla vasıflanamazlar. İnsan suretin* ve diğer hissi
suretlere bürünebilirler. Bu suretleri onlarJ asıl özelliklerini kaybettirmez.
Harikulade güce sahiptirler.}
"Kitapta;
Meryem'i de an." Hani o, ailesinden ay: rılarak doğu tarafında bir yere
çekilmişti. Meryem oni lara karşı bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumu* zu
gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şekj linde göründü.".
(Meryem: 16-17)
"Andolsun ki
elçilerimiz İbrahim'e müjde getirdîl ler de selâm (sana) dediler. O da (size
de) selâm, dedr ve beklemeden kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini, yemeğe
uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan kalbine bir korku girdi.
Dediler ki; korkma.
Çünkü biz melekiz. Lut kavmine gönderildik. O esnada hanımı ayakta idi (ve bu
sözleri duyunca) güldü. O'na da İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u
müjdeledik (İbrahim'in karısı), vah halime! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir
ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçketen şaşılacak bir şey, dedi.
(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun! Ey ev halkı Allah'ın
rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki o övülmeye layıktır, iyiliği
boldur.". (Hud: 69-73)
Ve sonraki ayetlerde
Lut (a.s.)'un başına gelen hadiseler.
Onların yaratılış
şekillerinden biri de değişik kanatlarının olmasıdır. "Gökleri ve yeri
yaratan, melekleri ikişer üçer dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdol-sun.
O yaratmada (istediğine) dilediği kadar fazla verir. Şüphesiz Allah her şeye
gücü yetendir.". (Fatır: 1)
Buhari ve Müslim'in
rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) Cibril'i altıyüz kanatlı iken görmüştür. [25]
Sayıları ve Reisleri
Sayılan bilinemiyecek
kadar çoktur. Reisleri ise üçtür: Cebrail, Mikail, İsrail. Hayat görevleri
bunlara verilmiştir. Vahiy, Cibrile; su ve yağmur işleri, Mikail'e, sura
üfürme görevi de İsrafil'e verilmiştir.
Cebrail ve Mikail
Kur'an'ı Kerim'de anılmışlardır.
"Cebrail'e kim
düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir
hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci
olarak O indirmiştir. Zira kim Allah'a, düşman olursa bilsin ki Allah da
inkarcı kafirlerin düşmanıdır.". (Bakara: 97-98)
Kur'an'ı Kerim'de adı
geçen meleklerden biri de Cehennem bekçisi olan "Malik"dir. "Ey
Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin, diye seslendiler." (Zuhruf: 77)
Bazı meleklerin adları
da sahih hadislerde zikredilmiştir. [26]
Görevleri
1. İbadet ve Teşbih
"Kuşkusuz Rabbin
katmdakiler O'na kulluk etmekten asla kibirlenmezler, O'nu teşbih eder ve
yalnız O'na secde ederler.". (Araf: 206)
"Melekleri
görürsün ki Rablerine hamd ile teşbih ederek arşın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında
adaletle hükmolunmuş ve "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun"
denilmiştir.". (Zümer: 75).
2. Arşı Taşımak
Melekler onun (göğün)
etrafındadır. O gün Rabbi-nin arşını, bunlarında üstünde (sekiz) (melek)
yüklenir.
(Hakka: 17)
3. Cennet Ehlini Selâmlamak
"Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkedilir, oraya varıp da
kapıları açıldığında bekçileri onlara selam size tertemiz geldiniz artık
ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.". (Zümer: 73)
4. Cehennem İşleri ve Ehliyle İlgilenmek
"Ey iman edenler!
Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun
başında iri gövdeli, sert tabiatlı,
Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan
melekler vardır." (Tahrim: 6)
"Biz cehennem
işlerine bakmakla ancak melekeri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da
inkarcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık". (Müddessir: 31)
5. Vahyi İnzal Etmek Vahiy meleği Cibril'dir.
"De ki! Cibril'e
kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir
hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci
olarak O' indirmiştir.". (Bakara: 97)
6. Mükelleflerin Amellerini Sözlerini Gözetmek ve
Onların Sayımı ve Yazımı. (Kiramen Katibin)
Allah bu görevleri
yapan meleklere rakip (gözeten) ve atid (hazır bulunan) vasfını vermiştir.
"Andolsun ki
insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarım biliriz ve biz ona
şah damarından daha yakınız. Çünkü onun sağında ve solunda oturan her davranışı
yakalayıp tesbit eden iki melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında
gözetleyen, dediklerini zapteden (bir) melek hazır bulunmasın.". (Kaf:
16-18)
"Şunu iyi biliniz
ki; üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtipler vardır. Onlar yapmakta
olduklarınızı bilir ve yazar." (İnfitar: 10-12)
"Her insanın amel
defterini boynuna astık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne
konacak bir kitap çıkarırız. Kitabını oku! Bugün sana hesap so-rucu olarak
kendi nefsin yeter.". (İsra: 13-14)
Bir Kutsi hadisi
şerifte, Rasûlüllah (sav), şöyle buyuruyor: "Allah Tealâ buyurdu ki;
Kulum bir günah işlemek istediği zaman, onu hemen yazmayın. İşlerse ona bir
günah yazın. Kulun bir iyilik yapmak isterse ve henüz yapmamışsa ona bir sevap
yazın. Eğer onu yaparsa on olarak yazın." (Buhari-Müslim)
7. Ruhların Kabzı
"Nihayet birinize
ölüm geldimi elçilerimiz (melekler) onun canını alırlar. Onlar asla geri
kalmazlar."
(En'am: 61)
"De ki sana vekil
kılman ölüm meleği canımızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. (Secde:
11)
Cumhur Ulemaya göre
ölüm meleği tektir. Fakat Allah Tealâ ona bir grup yardımcı melekler de
vermiştir. O orduda bulunan komutan gibidir.
8. Tabiat Kanunlarını Allah'ın İradesine Göre Uygulamak
Gökler ve
yeryüzü,bunların içindeki her türlü olay bu meleklerin işindir.
"Derken bir iş
çevirenler.". (Naziat: 5)
"İşi
ayıranlara.". (Zariyat: 6)
Kitab ve Sünnetten
anlaşıldığına göre her türlü iş için ayrı ayrı melekler vardır. Allah Tealâ,
dağlar, bulutlar, yağmur, insanın yaratılışı, kulun işlerini saymak ve yazmak,
kabir suali i/s. her türlü olay ve işe ayrı, ayrı melekler tahsis etmiştir.
Melekler Allah'ın en
büyük ordusudur. "Yemin olsun iyilik için birbiri peşinden
gönderilenlere.". (Mürselat: 1) "Hakikat tohumlarım yaydıkça
yayanlara.". (Mürselat: 4) "Öğüt telkin edenlere.". (Mürselat:
5) "Söküp çıkaranları yavaşça çekenler, kolayca yüzenler, yarış
edenler.". (Maziat: 1-4) "Saf saf dizilenler, toplayıp sürenler,
zikir okuyanlar.". (Zaffat: 1-3)
İşte bunlar Allah'ın
melekleridir.
9. Müminlere Dua ve İstiğfarda Bulunmak "Arşı
yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunai
(melekler), Rablerini
hamd ile teşbih ederler, ona iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını şöyle
isterler: Ey Rabbimiz senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde
tevbe eden ve senin yolunda gidenleri bağışla onları cehennem azabından koru.
Rabbimiz onları da,
onların atalarından zevcelerinden nesillerinden iyi olanları da kendilerine vadetti-ğin
Adn cennetlerine koy. Şüphesiz aziz ve hakim olan sensin. Bir de onları her
türlü kötülüklerden koru. Sen kimi kötülükten korursan o gün muhakkak ki onu
rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.". (Gafir: 7-9)
10. Sabah ve İkindi Namazlarında Bulunmaları
"... bir de sabah
namazını (kıl) çünkü sabah namazı şahitlidir.". (İsra: 78)
Buharı ve Müslim'in
rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Birbiri ardınca
birtakım melekler geceleyin, birtakım melekler de gündüzleyin,sizin aranıza
gelirler. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizin
aranızda geceleyenler semaya çıkarlar. Rableri kullarının hallerini pekale
bildiği halde onlara kullarımı ne halde bıraktınız? diye sorar. Melekler:
Onları namaz kılarken bıraktık. Kendilerine vardığımız zaman dahi namaz
kılarken bulduk, derler.".
11. Zikir Meclislerinde Bulunmaları
Ebu Hüreyre'nin (r.a.)
rivayetine göre Rasûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: Muhakkak Allah'ın yolda
dolaşan, zikir ehlini arayan melekleri vardır.
Allah'ı zikreden bir
topluluk görürler ve geliniz hacetinize, diye nida ederler. O zikredenleri
dünya semasına kadar kanatlarıyla kuşatırlar. Rableri kullarının durumunu
onlardan daha iyi bildiği halde onlara: Kullarım ne diyorlar? diye sorar.
— Seni teşbih
ediyorlar, seni tekbir ediyorlar ve st ulutuyorlar." derler. Allah:(cc)
— Onlar beni gördüler
mi? buyurur. Melekler:
— Hayır, vallahi seni
görmediler." derler. Allah (cc) şayet beni görseler nasıl olurdu? buyurur.
Melekler:
— Şayet seni
görselerdi sana daha sağlam ibadet eder, seni daha fazla ulular ve sana daha
çok teşbih ederlerdi, derler. Allah (cc):
— Benden ne
istiyorlar? buyurur. Melekler:
— Senden cennet
istiyorlar, derler. Allah:
— Onlar cenneti
gördüler mi? buyurur. Melekler:
— Hayır vallahi
Yarabbi cenneti görmediler, derler. Allah:
— Şayet onlar cenneti
görseler nasıl olur? buyurur. Melekler:
— Onu daha şiddetle
isterler, ve onun hakkındaki rağbetleri de artar, derler. Allah:
—Onlar neden (korkup)
sığınıyorlar?, buyurur.
Melekler:
Cehennemden, derler.
(Allah (cc):
—Onlar cehennemi
gördüler mi? buyurur. Melekler:
—Hayır vallahi onu
görmediler, derler. Allah (cc):
—Onu görselerdi nasıl
olurdular? buyurdu. Melekler:
— Şayet onu görselerdi
ondan daha şiddetle kaçarlar daha fazla da korkarlardı, derler. Allah:
— Sizi şahit tutuyorum
ki Ben onlan atfettim, buyurur. Meleklerden bir tanesi:
— Aralarında onlardan
olmayan filan da var. Bir ihtiyaç için gelmişti, der. Allah: (cc)
— Onlar öyle bir cemaat ki onlarda oturan
kimseler şaki olamazlar, buyurur.". (Buhari-Müslim)
12. İtim Ehlini Tebrik ve Onlara Karşı Tevazu:
Resûlüllah şöyle
buyurmuşlardır: "Şüphesiz melekler ilim tahsil edenin yaptıklarından
duydukları memnuniyetleri sebebiyle kanatlarını (talebelerin ayaklarının
altına) sererler."
13. Kur'an Okunurken İnmeleri ve Dinlemeleri:
Ebu Said el-Hudri'den
rivayet edildiğine göre bir gece Useyd b. Hudayr hurma harmanında (Kur'an)
okurken birden bire atı şahlanmış. Fakat yine o okumaya devam etmiş. Sonra at
tekrar şahlanmış.
İbn-i Hudayr demiş ki:
Atın (oğlum) Yahya'yı çiğnemesinden korktum. Kalkıp yanına gittim. Bir de ne
göreyim. Başımın üstünde gölgelik gibi bir şey! İçinde kandillere benzer
birşeyler var. Bu gölgelik göğe çıktı, hatta onu göremez oldum. Ertesi sabah
Resûlüllah (a.s.)'a giderek:
— Ya Resûlüllah! Dün
akşam ben gece yansı hurma harmanında Kur'an okurken birden atım
şahlandı." dedim. Resûlüllah hemen:
— Oku ibn-i Hudayr,
buyurdular. (Dedem ki):
— Ben yine okudum.
Fakat hayvan sonra tekrar şahlandı. Resûlüllah yine:
— Oku İbn-i Hudayr,
buyurdular. (Dedem ki):
__Ben artık okumaktan
vazgeçtim. (Oğlum) Yahya ata yakındı. Onu çiğner diye korktum. O sırada
gölgelik gibi birşey gördüm. İçinde kandillere benzeyen birşeyler vardı. Bu
gölgelik göğe çıktı. Nihayet onu göremez oldum.".
Bunun üzerine
Rasûlüllah (a.s.):
— Bunlar meleklerdir.
Seni dinliyorlarmış. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler,
halkta onları görür, halktan gizlenmezlerdi." buyurdular.
(Buhari-Müslim.).
14. Namaz Kılanlarla Beraber "AMİN"
Demeleri:
Peygamberimiz (a.s.)
şöyle buyururlar: "İmam; "Gazaba uğramışların ve sapıkların yoluna
değil" ayetini okuduğu zaman. Amin deyin. Zira melekler de amin, der.
İmam da amin der. Her kim meleklerle beraber âmin, derse geçmiş günahları
bağışlanır.
15. Müminlere
Özellikle Onlardan İlim Ehline D-ua Etmeleri:
"Sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleriyle beraber
rahmetini gönderen O'dur. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.".
(Ahzab:43)
Diğer bir rivayete
göre Resûlüllah şöyle buyurmuşlardır: "Şüphesiz ki Allah, melekler ve
gökler ile yeryüzünün ehli insanlara hayrı Öğretenlere elbette salat
eder.".
16. Hakkı ve Hayrı İlham Etmek Suretiyle İnsanda
Bulunan Ruhi Güçleri Gayrete Getirmek (Uyandirmak).
İbn-i Mesud (r.a.)'un
rivayet ettiğine göre Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki
şeytanın Ademoğlu için kalbe inmesi ve meleğinde kalbe inmesi vardır. Şeytanın
kalbe inmesi şerri vadetmek, hakkı yalanlamaktır. Meleğin kalbe girmesi ise
hayrı vadetmek ve hakkı tasdik etmektir. Her kim bundan (meleğin kalbe
girmesinden birşey sezerse bilsin ki o Allah'tandır, ona hamdetsin. Her kim
diğerini sezerse şeytandan (Allah'a) sığınsın. Sonra da (Rasûlüllah (a.s.) şu
ayeti okudu; "Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder ve sizin cimri olmanızı
emreder. Allah ise size katından mağfiret ve lütuf vadeden Allah her şeyi ihata
eden ve her şeyi bilendir.". (Bakara: 263)
Şeytanın kalbe girmesi
vesvese ile, meleğin kalbe girmesi ise ilham ile olur.
17. Allah'ın Sevdiğini ve Sevmediğini İlan Etmek
Müslim Resûlüllah
(a.s.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah Tealâ bir kulunu sevdiği
zaman Cibril'i çağırır ve buyururki; Ben falanı seviyorum sen de onu sev.
Cibril de onu sever. Sonra gökyüzünde nida eder ve der ki: "Allah falanı
sever siz de onu sevin.". Gök ehli de onu sever. Sonra o yeryüzünde de
(İnsanlar tarafından) kabul görür. Bir kuluna da buğz ettiği zaman Cibril'i
çağırır ve der ki, "Ben falana buğzediyorum, sen de buğzet." Cibril
de ona buğzeder. Sonra gök ehline şöyle nida eder: "Allah falan kuluna
buğzetti sîz de ona buğzedin."
Sonra yeryüzünde de
(herkes tarafından) buğz ile karşılanır.".
18. Müminleri
Güçlendirmeleri ve Onlara Destek Olmaları.
"Hani Rabbin
meleklere; "Muhakkak ben sizinle beraberim, haydi iman edenlere destek
olun." diy* vahyediyor.". (Enfal: 12)
19. Temiz
Kimseler Ölürken Onları Selamlama] ve Müjdelemek.
"Kafir ve
fasıkların ise (o anda) yüzlerine ve arkalarına vururlar.".
"(Onlar)
Meleklerin "Selâm sizin üzerinize olsun"... diyerek iyilikle
canlarını aldıkları kimselerdir." (Nahl: 32)
"Şüphesiz
Rabbimiz Allah'tır, deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler
iner. Onlara; "korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin,
derler.". (Fussulet: 30)
"Melekler o
kafirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken onları bir
görseydin.". (Enfal: 50)
20. İnsanı
Hayat Merhalelerinde Çeşitli İşlerinde Korumak:
"Onun önünde ve
arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçi (Melek)Ier vardır.". (Ra'd:
11)
"O kullarının üzerinde
yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu (melekler) gönderir."
(En'am: 61) [27]
Mümin akidesinin
ikinci rüknü olan Meleklere İman konusunu işledikten sonra şimdi de cinler
mevzuuna değineceğiz. Zira onların varlığına inanmak İslam akidesinin bir
parçasıdır. [28]
İsimleri
Cinlere
gizlendiklerinden dolayı Cin adı verilmiştir. Çünkü "ictinas"
gizlenmek anlamındadır. Cennet de ehlini ağaçlarıyla gizlediğinden bu adı
almıştır.
Kur'an'ı Kerim'de
cinn, cânn ve cinnet adlarıyla anılmışlardır. Erkeklerine cinni, dişilerine
ise cinniyye adı verilir. [29]
Özellikleri
Onlar insanlar gibi
mükellef ve akıllı yaratıklardır. Fakat insan yapısından farklıdırlar. Duyu
organlarıyla anlaşılmazlar. Tabiatları üzere ve gerçek şekilleriyle görünmezler.
İstedikleri şekle bürünürler. Fakat girdikleri şekil onları bağlar, yani; bir
cinni, insan veya kuş suretine girse, biri de ona oku yöneltse ok atsa, o
eziyet görür yaralanır. Fakat melekler böyle değildirler.
Cinler de insanlar
gibi evlenirler, çoğalırlar, zürriyet-leri de olur. Yerler içerler insanlar
gibi onlar da gaybı bilmezler. Bir keresinde Süleyman (a.s.)'a mahkûm olmuşlardı.
"Rabbinûı izniyle
cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa ona
alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden havuzlar
kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı.".
(Sebe: 12-13) [30]
Varlıkları ve Bunun Delilleri
Onların varlığı Kitap
ve Sünnetle sabittir. [31]
1- Kitaptan Delili
Cin Sûresine ek olarak,
Kur'an'ı Kerim bir çok yerinde onlardan bahsetmiştir. Onlardan bir kaçı:
"Ben cinleri ve
insanları sadece bana ibadet etsinler, diye yarattım.". (Zariyat: 56)
"Hani cinlerden
bir grubu Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.". (Ahkaf: 29)
2- Sünnetten Delili
Sünneti Nebeviyede de
cinlerin varlıklarını isbat eden ve onlardan haber veren bir çok hadisi şerif
vardır. Onlardan bir kaçı:
"Rasûlüllah (sav)
ashabından bir cemalle birlikte Ukâz panayırına gitmeğe kasdederek yola
çıktılar. O tarihte şeytanlara gökten haber almak yasaklanmış; üzerlerine
göktaşları atılmış,bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin yanma dönmüşler.
Kavimleri onlara: Size ne oldu? demişler. Şeytanlar: Semadan haber almaktan
menedildik. Üzerimize göktaşları gönderildi, diye cevap vermişler. Kavimleri:
Bu mutlak yeni meydana
gelmiş birşeyden olacak. Siz hemen yeryüzünün doğusunu batısını dolaşın da
bakın semadan haber almamıza mani olan bu şey nedir? demişler. Tihame
taraflarını tutan takım Ukâz panayırına gitmekte olan Peygamber (sav) Nahle
denilen yerde ashabına sabah namazı kıldırırken onun yanına uğramışlar. Cinler
Kur'an'ı işitince onu dinlemişler ve (birbirlerine) semedan
haber almanızı engelleyen işte budur,
'demişler. Sonra kavimlerine dönerek:
"Ey kavmimiz! Biz
doğru yolu gösteren şaşılacak bir kıraat dinledik. Ve ona iman ettik, bundan
sonra Rabbimi-ze asla hiçbir şeyi şirk koşmayacağız." demişler. Bunun
üzerine Allah Azze ve Celle Peygamberimize (sav);
"De ki! Bana
cinlerden bir takımının (okuduğu) Kur'an'la dinledikleri vahiy olundu."
ayetini inzal etti. [32]
Yaratıldıkları Madde
Allah Tealâ cinlerin
yaratıldıkları madde hakkında şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki biz
insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan yarattık.
Cinleri de daha önce
zehirli ateşten yaratmıştık.".
(Hicr: 26-27)
Kur'an'ı nassdan
anlaşıldığına göre, cinler insanlardan önce yaratılmışlardır. [33]
Sınıfları
Cinler bir kaç
tayfadırlar. Kimisi çok iyidir, kimisi biraz, kimi kafir kimi de mümindir.
"Gerçekten biz
kimimiz salih kişiler, kiminiz ise bunlardan aşağıda türlü türlü yollar
tutmuştuk.".
(Cinn: 11)
"İçimizde Allah'a
teslimiyet gösterenler de var. Hak yoldan sapanlar da var. (Allah'a) teslimiyet
gösteren kimseler doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince onlar
cehenneme odun olurlar." (Cinn: 15) [34]
Sorumlulukları
Cinler de insanlar
gibi mükeleftirler. Peygamberleri
de insanlardandır.
"Ben cinleri ve
insanları sadece bana kulluk etsinler, diye yarattım.". (Zariyat: 56)
"Ey cinn ve insan
topluluğu içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza
dair, sizi uyaran peygamber gelmedi mi? Derler ki: Kendi aleyhimize şahitlik
ederiz. İşte böylece dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kafir
olduklarına yine kendileri şahitlik ettiler.". (En'am: 130)
"Ey insan ve cinn
sizin de hesabınızı ele alacağız. Hal bu iken Rabbinizin nimetlerinden
hangisini yalanlıyorsunuz? Ey cinn ve insan toplulukları göklerin ve yerin
çevresinden geçmeğe gücünüz y etiyorsa geçin. Ama Allah'ın verdiği bir güç
olmadan geçemezsiniz. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?".
(Rahman: 31-34)
"el-Akidetü't-Tehaviyye"
de şöyle denilmektedir: "Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın seçilmiş kulu,
biricik nebisi, razı olunmuş elçisidir. O peygamberlerin sonuncusu,
müttaküerin imamı, gönderilen (peygamberlerin) efendisi, âlemlerin Rabbinin
sevgilisidir. O hakla, hidayetle, nurla, bütün cinlere ve mahlukatin tümüne
gönderilmiştir.". (el-Akidetü't-Tahaviyye 157, 176) [35]
İblis, İblas kökünden
gelir. İblas da Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, hayırdan uzaklaştırılmak
anlamındadır.
İblis; şeytanların
aslı, onların babasıdır. (Ebu'ş-şeyâ-tin). Şeytan da azgın veya uzaklaştırılmış
anlamındadır.
Şeytan ifadesi,
sapıklık davetçileri içinde kullanılır. "Böylece biz her peygambere insan
ve cinn şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı
sözler fısıldarlar." (En'am: 12)
Şeytan İblis ve
zürriyeti için de kullanılır.
Nasıl melekleri
Allah'ın orduları olarak hayrı ve iyiliği temsil ediyorlarsa İblis ve
yanındaki şeytanlar da Allah'ın düşmanları olarak kötülüğü ve fenalığı temsil
ediyorlar.
Şem ve masiyetleri
süsleyen o şeytandır. Cinsî, ahlakî, içtimaî, siyasi, İktisadî ve insanın
başına gelen ne kadar bela musibet varsa, işte muhakkak bunlar İblis ve onun
şerli ordusunun çalışmaları neticesindedir.
Şeytan insanı ancak o
insan hidayetten yüz çevirdikten ve çizili yoldan çıktıktan sonra
etkileyebilir.
"Kim Rahman'ın
Kur'an-m'dan yüz çevirirse ona biz şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık
onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar
da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanarlar. O şeytan dostu kimse
en son bize geldiği zaman "Keşke benimle senin aranda doğu ile
batı arası kadar uzaklık olsaydı ne kötü
arkadaşsın sen!" der. İkinizde zalim olduğunuz için bugün pişmanlık size
hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü sîz azapta müştereksiniz.". (Zuhruf:
36-39)
Azgınlık ve sapıklıkta
uzun süre devam edince, şeytan artık insan nefsini tamamen istila eder. Hatta
öyle ki; bazısı İblisin askeri veya onun topluluğunun bir üyesi haline gelir.
"Şeytan onları
istila etmiş, onlara Allah'ı anmayı unutturmuştur. İyi bilin ki şeytanın
taraftarları mutlaka kaybedenlerdir.". (Mücadele: 19)
"Fakat
imanlarında sebat eden, Allah'a sığınan, ondan yardım isteyen, onun hidayetiyle
hidayet bulanlar, ahka-mıyla amel edenler ve işlerinde ondan korkanlar... İşte
bunlara kesinlikle şeytanın etkisi yoktur.".
"Şurası muhakkak
ki benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın (hakimiyetin)
olmayacaktır.". (İsra: 65)
"Kur'an okunduğu
zaman önce o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Gerçek şu ki; iman edipte
yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hakimiyeti yoktur. O'nun
hakimiyeti ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.".
(Nahl: 98-100)
Ayakları kayıp, hatayı
düştükleri vakit onda ısrar etmezler ve hemen tevbeye, Allah'a dönmeye
koşarlar.
"Ne zaman
şeytandan kötü bir düşünce gelip seni dürtüklerse hemen Allah'a sığın. Çünkü o
işiten ve bilendir. Takvaya erenler varya; onlara şeytan tarafından bir
vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği
görürler.". (A'raf: 200-201)
Şüphesiz ki insanın
mutluluğu ancak, şeytanın etkili-yebileceği yerler olan nefsi hastalıklardan
kurtulmakla mümkündür. Bu hastalıklarından bir kısmı şunlardır: Zafiyet,
ümitsizlik, şımarıklık, zulüm, cimrilik, gurur, sabırsızlanmak, sızlanmak,
fitneye düşmek, haddi aşmak vs.
Bunlardan kurtulmanın
yolu da, nefse uymaktan vazgeçmek, Allah'ın vahyine tabi olup, nefsin
arzularına sahip çıkmak ve şeytanın vesveselerine ilanı harp etmektir. [36]
İblis'in Yaratılışının Hikmeti
Onun yaratılışının
birçok hikmetleri vardır. Onlardan birkaçı:
1. Allah
Tealâ'mn kudretinin kullar için zıtlar üzerinde de anlaşılması.
Allah Tealâ
yaratıkların en kötüsü olan bu pis varlığı, hayrın sebebi, pak ve temiz olan
Cibril ile karşılaştırdı ki; kudreti bilinsin. Gündüze karşı geceyi, hastalığa
karşı şifasını yarattığı gibi.
İşte bu da Allah
Tealâ'nın kemalinin ve kudretinin en bariz delilidir.
2. Allah Tealâ'nın kahredici isimlerinin
etkilerinin tezahürü:
Örneğin; pek kahraden,
intikam sahibi, adil, zarar veren, fayda veren, azabı şiddetli olan, ikabı
serî olan... İşte bu isimlerin muhakkak bir uygulama alanı olmalı. Eğer cinler
ve insanlar, melekler gibi olsaydılar, bu isimlerin bir anlamı kalmazdı.
3. Hilmini,
affını, mağfiretini, günahları örtmesini, dilediğini azad etmesi gibi
vasıfları içine alan isimlerin etki-sini belirtmesi.
Mezkur isimlerin
neticelerinin meydana gelmesini sağlayan kötü sebepleri yaratmasaydı, e zaman
bu isimlerin bir hikmeti ve faydası kalmazdı.
4. Hikmet ve
haberle ilgili isimlerin etkilerinin gözükmesini sağlamak. Zira Allah pek
hikmet sahibi ve ziyade haberdar olandır. O her şeyi yerli yerine münasib
mekanlara yerleştirir. Hiçbir şeyi ilminin, kemalinin, hikmetinin gerektirdiği
yerin dışına koymaz, yerleştirmez.
5. Çeşitli
ibadetlerin meydana gelmesi: Şayet İblis ya-ratılmasaydı, bu ibadetler olmazdı.
Cihad ibadeti Allah'a olan ibadetlerin en sevimlilerindendir. Eğer bütün
insanlar mümin olsaydılar, o takdirde bu ibadet ve onunla ilgili olan, Allah'a
yaklaşmak ve onun için düşman kazanmak, onun için sevmek, onun için nefret
etmek, onun düşmanıy-la savaşda canı harcamak, emri bilmaruf-nehyi anilmün-ker,
sabır, tevbe istiğfar vb. ibadetlerin hiçbir anlamı kalmaz ve bir hikmeti
bulunmazdı. [37]
İmanın rükünlerinden
biri de Allah Tealâ'nın nebi ve rasûllerine indirdiği kitaplara iman etmektir.
"Gönderilen
peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti müminler de iman
ettiler. Onlardan herbiri Allah'a O'nun meleklerine iman ettiler.".
(Bakara: 285)
"Kim Allah'ı
meleklerini, kitaplarını peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam
manasıyla sapitmıştır." (Nisa: 136)
(Meşhur) hadiste de
geçtiği gibi Cibril Rasûlüllah (a.s.)'a imanı sormuş o (Rasûlüllah (sav) da
şöyle cevap vermiştir: "iman: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
kıyamet gününe ve bir de haynyla şerriyle kadere inanmandır.".
Allah Tealâ semavi
kitapların bazısının isimlerini Kur'an'ı Kerim'de de anmış, bazısını ise
anmamıştır. Bizlere isimlerini bildirdiği kitaplar şunlardır: [38]
1. Musa (a.s.)'ya İndirilen Tevrat:
"Biz içinde
doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a)
vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabını
korumaları kendilerinden istendiği için Rable-rine teslim olmuş zahidler ve
bilginler de (onunla hükmederlerdi.). Hepsi ona (Hak olduğuna) şahidlerdi.".
(Maide: 44) [39]
2. İsa (a.s.)'ya İndirilen İncil
"Önündeki Tevratı
doğrulayıcı olarak izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'ya, arkasından gönderdik.
Ve ona içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik
etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.".
(Maide: 46) [40]
3. Davud (a.s.)'a İndirilen Zebur
"Biz Davud'a
Zebur'u verdik.". (İsra: 55) [41]
4. Allah Tealâ'nın İbrahim ve Musa (a.s.)'ya İndirdiği
Sahifeler:
"Yoksa kendisine
haber verilmedi mi, Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar? Ve sözünü yerine
getiren İbrahim'in sahifelerindekiler? Gerçekten hiçbir günahkâr başkasının
günah yükünü yüklenemez. Bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka
birşey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı
tastamam verilecektir. Ve şüphesiz en son varış Rabbi-nedir.". (Necm:
36-42)
"Temizlenen,
Rabbinin adını anıp ona kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat
siz (Ey İnsanlar!) Âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya
hayatını tercih ediyorsunuz.
Şüphesiz bunlar, ilk
gönderilen kitaplarda İbrahim ve Musa'nın Kitaplarında da vardır."
(el-Â'lâ: 14-19)
Ebu Zer (r.a.)'den
şöyle rivayet olunmuştur: "Dedim ki; Ey Allah'ın Rasûlü! İbrahim'in
sayfaları ne idi?" "Hepsi emsal (meseleler)" buyurdular. Şöyle
ki;
"Ey imtihan
olunan, aldanmış güç sahibi! Dünya'yi üst üste yığasm diye seni göndermedim.
Mazlumun duasını bana ulaşfirmayasın, diye gönderdim. Çünkü kâfir de olsa
mazlumun duasmı geri çevirmem.
Aklına yenik
düşmedikçe, akıllı kişinin bir takım belirli saatleri olması lazımdır. Bir saat
Rabbine yalvanr,bir saat nefis muhasebesi yapar, bir saatte Allah'ın
yarattıklarını düşünür. Ve bir saatini de yeme, içme gibi ihtiyaçları için
ayırır.
Akıllı kişi ancak üç
şeyden dolayı (bir yese) düşebilir: Ahiret veya yaşam için-hazırlık ya da
helalinden lezzet sağlamak için. Akıllı kişinin zamanım iyi değerlendirmesi,
işine iyice sarılması ve dilini tutması lazımdır. Konuşmayı da önemli bir iş
sayan kişi kendisini ilgilendirmeyen konularda fazla konuşmaz."
Dedim ki: "Ey
Allah'ın Rasûlü! Musa (a.s.)'nm sahi-feleri nelerden ibaretti?" Buyurdular
ki:
"Hepsi
ibret-öğüttü." şöyle ki;
Şaşarım o kimseye ki
kesin öleceğini bildiği halde eğlenir.
Şaşarım o kimseye ki
cehenneme kesin inandığı halde güler.
Şaşarım o kimseye ki
kadere kesin inandığı halde yorulur. Şaşarım o kimseye ki dünyayı ve onun
ehliyle birlikte değiştiğini gördüğü halde onda huzur-sukunet bulur. Şaşarım
o kimseye ki yarınki hesaba kesin inandığı halde amel etmez.".
Dedim ki: "Ey Allah'ın
Rasûlü bana öğüt ver" buyurdular ki: "Allah'tan korkmam tavsiye
ederim. Çünkü bütün işlerin başı O'dur.". Beni biraz daha aydınlat,
dedim.". Buyurdular ki: "Kur'an okumaya ve Allah'a inanmaya devam
et. Çünkü sana yerde nur, gökte azıktır.". Biraz daha aydınlat, dedim.
Buyurdular ki; Çok gülmekten sakın. Çünkü o kalbi öldürür ve yüzün nurunu
giderir.". "Biraz daha aydınlat" dedim. Buyurdular ki:
"Cihada devam et, çünkü bu ümmetin ububiyeti odur.". Biraz daha,
dedim. Buyurdular ki: "Senden üstte olana değil, altta olana bak. Çünkü o
Allah'ın senin üzerindeki nimetini küçümseme-men için en uygundur.".
"Biraz daha"
dedim. Buyurdular ki; Senden olduğunu bildiğin şey seni halktan alıkoysun.
Yaptığın şeyleri onlara anlatıp durma. Halkın durumunu bildiğin halde, kendi durumunu
bilmemen ve yaptığın şeyleri onlara anlatıp durman ayıp olarak sana
yeter.".
Sonra eliyle göğsüne
vurdular ve şöyle buyurdular: "Ey Eba Zer! Tedbir gibi akıl, (Haramlardan)
kaçınmak gibi takva ve güzel ahlâk gibi de şeref yoktur.".
(el-Akide-tü'lislamiyye 161, 163) [42]
5. Muhammed (a.s.)'e İndirilen Kur'an'ı Kerim:
O semavi kitapların en
son indirilenidir.
"Allah ki, ondan
başka tanrı yoktur, daima diri ve (yaratıklarını) koruyup yöneticidir. Sana
Kitabı hak ile ve kendinden öncekini doğrulaycı olarak indirdi. Bundan önce de
insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncil'i indirmişti. (Doğruyu ve
eğriyi birbirinden) ayırdeden (Kitapları) da indirdi.". (Âli İmran: 2-4) [43]
Allah Tealâ Kur'an'ı
Kerim'i önceki kitapların tümünden ayırdedici birtakım özelliklere sahip
kılmıştır. Bunların en önemlileri şunlardır:
Kur'an'ı Kerim; önceki
semavi kitapların içerdiği ilahî öğretilerin tümünün özünü kapsar. Onlarda
bulunan; Allah'ın tevhidi, O'na ibadet ve itaatin vacip oluşu, cezayı tasdik
etmek, hakkı uygulamanın vacib olması ve güzel huylarla ahlaklanmak gibi,
konulan destekleyici ve onay-layıcı olarak gelmiştir. O kitaplardaki, dağınık
olan güzellik ve faziletleri bir araya getirmiştir. Ve yine onlardaki
gerçekleri kabullenerek, yapılan tahrif ve tağyirleri de açıklamak suretiyle,
Öncekileri kontrol edici olarak nazil olmuştur.
"Sana da, daha
önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kitabı gönderdik. Artık
aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da
onların arzularına uyma.". (Maide: 48)
2. Kur'an'ı
Kerim kolaydır ve anmak, ezberlemek anlamak ve onun hükümleriyle amel etmek
içinde kolaylaştırılmıştır. Onda anlaşılması veya amel edilmesi güç hiçbir-şey
yoktur.
"Andolsun ki biz
Kur'an'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan yok mudur?".
(Kamer: 17)
3. Kur'an'ı Kerim Allah Kelamıdır. Bu kainatta
onun yapısıdır. Öyleyse Allah Tealâ'nın kelâmı ve yapısı birbirine aykırı
düşmez, bilakis her biri diğerini doğrular. İşte bundan dolayı ilmi gerçekler,
Kur'an'i Kerim'in önceden açıkladığı konuları destekler mahiyette çıkmıştırlar.
Allah'ın ebedî kalmasını dilediği bu Kur'an'ı, bilimin gün gelip de Kur'an'ın
ihtiva ettiği gerçeklerden birine ters düşmesi düşünülemez.
"Ufuklarda (yer,
gök ve dünya üzerinde) ve kendi nefislerinde insanlara ayetlerimizi
göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rab-binin
her şeye şahit olması yetmiz mi?". (Fussilet: 53)
4. Kur'an-ı Kerim'in dışındaki diğer semavi
kitaplar bütün milletlere değil de belli bir millete indirilmişlerdi. Her ne
kadar bunlar dinin aslı (Tevhid Akidesi)'nde aynıy-salar da, onlarda bulunan
hükümler belli zamanlarda belli topluluklara mahsustu.
"(Ey Ümmetler!)
Herbirinize bir şeriat ve bir yol verdik." (Maide: 48)
Kur'an'ı Kerim ise
bütün beşeriyete mahsus bir şeriat olarak gelmiştir. Onda insanların dünya ve
âhiret mutlu-için gereken her şey vardır. Kendinden önceki bütün şeriatları
neshetmiştir. Şeriatın da, her zaman ve mekan için elverişli olan ebedi ve
nihaî hükümleri (kendinden sonra başka hüküm verilmesine gerek duyulmayan son
hükümler) toplamıştır. Böylece bütün insanların akide ve şeriatı
"tek" hale gelmiş oldu.
"Alemlere uyarıcı
olsun diye kulu Muhammed'e (Aleyhisselam) Furkanı indiren Allah yüceler yücesidir.".
(Furkan: 1)
"De ki: Ey
İnsanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın
(gönderdiği) elçiyim.". (Araf: 158)
"Biz seni ancak
alemlere rahmet olarak gönderdik.". (Enbiya: 107)
"Kim İslâm'dan
başka din ararsa,bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek
ve o, âhi-rette ziyan edenlerden olacaktır." (Âli İmran: 85)
5. Allah
Tealâ; Kur'an'ı Kerim'in ebediliğini sağlamayı ve onu her türlü değişimden
korumayı kendi üzerine almıştır.
"Kur'an'ı
kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.", (Hicr: 9)
"Halbu ki o
(Kur'an) eşsiz bir kitaptır. O'na önünden de ardından da batıl gelemez, o,
hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.". (Fussilet: 41-42)
Adı geçen kitaplardan
başka, diğer peygamberlere indirilen birtakım kitaplar da vardır. Bunların
isimlerini Allah Tealâ Kur'an'ı Kerim'de anmamış; yalnızca gönderdiği, her
peygambere kavmine tebliğ etmesi için bir kitap verdiğini bizlere haber vermiştir: "İnsanlar (aslında)
bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarıcı
olarak peygamberleri gönderdi. İn-sanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri
hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da
indirdik.". (Bakara: 213)
"Andolsun biz
peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine
getirmeleri için beraberlerinde Kitabı ve mizanı indirdik.". (Hadid: 25)
Semavi Kitaplara iman
açısından imanın önemli rüknü şöyledir; Allah Tealâ bu kitapları dosdoğru
olarak nebi ve rasûllerine indirmiştir. Bu kitapların hepsi hakkı, nuru,
hidayeti ve Allah Tealâ'nm uluhiyet ve rububiyet sıfatla-rındaki birliğini
tamamıyla kapsar. Allah Tealâ'nın muhafazasını üzerine aldığı semavi
kitapların sonuncusu olan Kur'an'ı Kerim'den başka, zamanlar boyunca o kitaplardan
hiçbirinin koruma işini taahhüd etmemiştir. İnsanların bizzat kendi elleriyle
Tevrat ve İncil'i tahrif ettiklerini Allah Tealâ Kur'an'ı Kerim'de bizlere
haber vermiştir. [44]
Yahudiler Tevrat'ı
tahrif etmişlerdi.
"Şimdi Ey
Müminler! Onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki; onlardan
vaktiyle bir zümre vardı. Allah'ın kelamını işitirler, sonra onu iyice
anlamalarını müteakib bile bile tahrif ederlerdi.". (Bakara: 75)
"Yahudilerden bir
kısmı kelimeleri yerlerinden değjştirirler.". (Nisa: 46)
Şüphesiz ki Musa
(a.s.)'ya indirilen Tevrat şu anda mevcut bulunan Tevrat değildir. Mevcut
Tevrat, tamamen değiştirilmiş olup; değişik zamanlarda birçok kişi tarafından
kaleme alınmıştır. Kur'an'i Kerim'in bugünkü Tevrat'a yaptığı ve Allah'ın
hidayet ve nur olarak Musa'ya gönderdiği Tevrat'ın bütünüyle kendisi olmadığını
ileri sürdüğü tenkitlerin doğruluğuna ilk delil, bugünkü Tevrat'ta, Allah'ın
kemal ve celaline yakışmayan şeylerle ni-telendirilmesidir. Örneğin Tekvir
kitabının 3. babında şöyle denilmektedir: "Ve Rab ilah, dedi. O bu
insanın kendisidir. Bizden hayrı ve şerri bilen biri gibi olmuştur. Belki o da
şimdi elini uzatıyor ve hayat ağacından alıyor, yiyor ve ebediyete kadar
yaşıyor.".
Yine aynı kitabın 6.
babında şöyle denilmektedir: "İnsanlar yeryüzünde çoğalmaya ve onların da
kızları doğmaya başlayınca Allah'ın oğulları insanların kızlarının güzelliklerine
göz diktiler. Beğendiklerini kendilerine seçtiler. Rab dedi ki: Benim ruhum
kayganlığından insanda durmayacaktır. Çünkü o beşerdir... Rab gördü ki insanın
şerri yeryüzünde çoğaldı ve hergün kalbinin efkarını tasavvur şerr oldu. Rab
onun yeryüzünde insanın ameli olduğuna üzüldü ve kendi kendine teessüf etti ve
Rab dedi ki: Yaratığım, insanları yeryüzünden sileceğim. Hem de hayvanat,
haşarat ve gökteki kuşlarla beraber. Zira ben onu yarattığıma pişman oldum.
II. Samuel kitabının
.24. babında (Fıkra 15-İ6)'da şöyle denmektedir:
Ve Rab sabahtan, tayin
olunan vakti kadar İsrail'in üzerine veba gönderdi; ve Dandan Beer-Şebaya kadar
ka-vimden yetişbin kişi öldü. Ve melek Yeruşalimi helak etmek için ona doğru
elini uzatınca, Rab mücazattan nadim olup kavmi helak eden meleğe; Yeter şimdi
elini çek, dedi."
Bu sözlerin Allah
kelâmı olması düşünülebilir mi? Hiç Allah'a yaptığı birşeyden dolayı pişman
olması ve üzülmesi nisbet edilebilir mi?
Bunlardan biri de;
peygamberlerin şereflerini lekeleyen, sahip oldukları ismet sıfatı; yüksek
mevki ve ahlak ile bağdaşmayan şeyler ihtiva etmesidir. Örneğin İbrahim (a.s.)
hakkında; "O yalancıdır.". Lut (a.s.) hakkında; "O iki kızıyla
zina etmiştir.". Harun (a.s.) hakkında; "İsrail oğullarını buzağıya
tapmaya çağırdı.". Davud (a.s.) hakkında; "O Riya'nm karısıyla zina
etti" ve Süleyman (a.s.) hakkında da; "Karısını hoşnud etmek için
putlara taptı." denilmektedir.
İşte tahrif edildiğine
dair bundan daha kuvvetli delil olabilir mi? Yahudi reformistlerden birçok
eleştirmen, bizzat şu gerçeği itiraf etmek zoruda kalmışlardır. "Kuşkusuz
ki Tevrat tahrif edilmiştir.". Bu görüşlerini Paris Hahamı Uculya Vill
"Yahudilik" adlı eserinde anlatmıştır. (el-Aki-deül-İslamiyye) [45]
Hristiyanların İncil'i
tahrif etmeleriyle ilgili olarak Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
"Biz Hristiyanız,
diyenler"den de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine
zikredilenin önemli bir
bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin
saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarım haber verecektir. Ey Ehli Kitap!
Rasû-lüm size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi;
birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir
kitap geldi.". (Maide: 14-15)
Yahudilerin, Hazreti
Üzeyr'in Hristiyanların da Haz-reti İsa'nın Allah'ın oğlu olduklarım iddia
etmeleri de bu tahriflerden biridir.
"Yahudiler; Üzeyr
Allah'ın oğludur," dediler. Hristiyanlar da: "İsa Allah'ın
oğludur," dediler. Öu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir.
(Sözlerini) önceden kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah
onları kahretsin. Nasıl hakdan (batıla) döndürülüyorlar."
Kur'an'ı Kerim
onların, kendi kendilerine yaptıkları bu tahrifi düzeltti ve Allah Tealâ'nm
çocuk sahibi olmaktan münezzeh olduğunu açıkladı.
"De ki: O, Allah
birdir. Allah sameddir. O doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiçbirşey O'na eş ya
da denk değildir.". (İhlas: 1-4)
Yine Kur'an'ı Kerim
ifade etmiştir ki bütün peygamberler beşerdirler. Fakat Allah Tealâ onları
vahiy ve vahyi kabullenip insanlara tebliğ etmeye ehil kılan birtakım Özelliklerle
üstün kılmıştır. "De ki: Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki)
bana ilahınızın, sadece bir i-lah olduğu vahyolunuyor.". (Kehf: 110)
Allah Tealâ'nm
Kur'an'ı Kerim'de bizlere haber verdiği, Hristiyanların yaptıkları
tahriflerden biri de Hazreti İsa (a.s.)'ya nübüvvet gerçeği üzerine ilahlık iddiası ve teslis,
inancıdır.
"Andolsun ki
"Allah, kesinlikle Meryem oğlu Me-sihtir." diyenler kafir
olmuşlardır.". (Maide: 72)
"Ondolsun
"Allah, üçün üçüncüsüdür," diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir
tek ilahtan hiçbir ilah yoktur.". (Maide: 73)
Kur'an'ı Kerim bu
tahrifi açıklamış ve İsa (a.s.) ve anası hakkında şüphelerden uzak olan akideyi
beyan etmiştir.
"Meryem oğlu
Mesih ancak bir rasûldür. Ondan önce de (birçok) rasûller gelip geçmiştir.
Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara
delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.".
(Maide: 75)
Hristiyanlarm,
İncil'lerine göre akidelerini açıkladıktan sonra, bunun ardından (Kur'an'ı Kerim'de
Mesih) konusunu teferruatıyla açıklayacağız. [46]
Mevcut İndilere Göre Hıristiyanlık Akidesi
İsa (a.s.)'ya
indirilen İncil tektir. Fakat bugün biz hristiyanlarm elinde dört İncil
görmekteyiz. Bunlar; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncil'leridir. Bu İncil'ler
yetmiş kadar incilden seçilmiştir. İsa (a.s.)'nın hayatını konu edinmişlerdir.
Hristiyan
eliştirmenlerin de itiraf ettikleri gibi bu İncil'lerin akidesi, diğer
havarilerin değil sadece Pavlus'un görüşleridir.
Aşağıda o İncil'lerden
bazı metinler sunup, bu metinlere dayalı olan Hristiyanlık akidesini ele
alacağız. Daha sonra
da Kur'an'ı Kerim'in, İsa (a.s.) hakkındaki görüşlerini açıklayacağız.
Matta İncil'i: 3. bab.
16,17-fıkralarda şöyle denmektedir:
"Ve İsa vaftiz
olunup hemen sudan çıktı; ve işte gökler açıldı ve Allah'ın ruhunun güvercin
gibi inip üzerine geldiğini gördü; ve işte göklerden bir ses geldi. Sevgili oğlum
budur ondan razıyım."
Yuhanna İncil'i 1.
Bab, 1,3,13 ve 15. fıkralarda şöyle d enmektedird:
"Kelam
başlangıçta vardı ve kelam Allah nezdinde idi ve kelam Allah idi. Her şey onun
ile oldu ve (var) olmuş olaylardan hiç birşey onsuz olmadı. Ve kelam beden olup
inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sabin oldu; biz de onun izzetini,
babanın biricik izzeti olarak gördük. Yahya onun hakkında şahadet etti ve
çağırıp dedi: Benden sonra gelen benden ileri oldu, zira benden önce idi, diye
söylediğim budur."
Mezkur Yahanna
İncil'inin 10. babının 30. fıkrasında da şöyle deniyor: "Ben ve baba
biliriz.".
Aynı babın 38.
fıkrasında da şöyle ifade ediliyor: "Şüphesiz ki baba bende, ben de
babadayım.".
Matta İncil'i, 28.
bab, 10. fıkra: Baba, Oğul ve Ruhul Kudüs ismiyle vaftiz ediniz.
İşte görülüyor ki
hristiyanlar akidelerini, İncillerinde-ki ifadeler üzerine kurmuşlardır.
M. Ebu Zehra "Hristiyanlık
Üzerine Konferanslar" adlı eserinde bu konuyu açıklayarak şöyle diyor:
"Hristiyan bir yazar olan Nevfel b. Nimetullah b. Circis, 'Süleyman'ın
Gülleri' adlı eserinde der ki: Bütün kiliselerin üze-rinde ittifak ettikleri
hristiyanlık inançları, İznik Konsülünde tesbit edilen şu ana düsturdan
ibarettir: Bir tek ilaha, bir tek babaya iman, o her şeyin idarecisi, göklerin
ve yerin yaratıcısı, görünen ve görünmeyenlerin sahibidir. Bunun yamsıra tek
Rabbe, yani babadan doğan bir tek oğula Meşine inanmaktır. Mesih asırlarca
evvel Allah'ın nurundan doğmuştur, hak bir tanndan doğmuş hak bir tanrıdır.
Yaratılmamış, doğrulmuştur. Her şey ancak kendisiyle var olabildiği gibi cevher
de baba ile eşittir. O bizim yüzümüzden, bizim hatalarımızdan dolayı gökten
inmiş, Ruhun Kudüs'ten ayrılıp beden haline gelmiş ve bakire Meryem'den
doğarak insanlaşmıştır. Bizim yüzümüzden Platus devrinde haça gerilmiş, acılar
çekerek Öldürülmüştür. Kabre gömüldükten sonra Kutsal kitapta anlatıldığına
göre ölümünün üçüncü günü dirilerek ayağa kalkmış ve gökyüzüne çıkarak Rabbin
sağ yanma oturmuştur. İleride ölüleri ve dirileri hesaba çekmek için yeniden
büyük bir şerefle yeryüzüne inecektir. Mülkü yok olmayacaktır. Babadan dünyaya
gelen canlı Rabbe, Ruhul Kudüs'e iman etmek Hris-tiyan inancının temel
esaslarındandır. Baba ile oğula birlikte secde ve hamd edilir.". İşte
Hristiyan inancının özü bundan ibarettir. Bu konuda hristiyanlar arasında
ihtilaf yoktur.".
Yukarıda sunduğumuz
pasajlardan anlaşıldığına göre
Hristiyan inanç
sistemi şu üç esasa dayanmaktadır:
I. Esas:
Teslis; üç unsuru kabullenmek.
II. Esas:
İnsanın, insanlığı kurtarmak için haça gerilmesi ve kabrinden kalkıp göğe
çıkması.
III. Esas:
Ölü ve dirileri hesaba çekmesi.
Dr. Poust. (Kutsal Kitabın
Tarihi) adlı eserinde şöyle der:
"Allah'ın tabiatı
birbirine eşit üç unsurdan ibarettir:
a) Baba
Allah
b) Oğul
Allah
c) Ruhul
Kudüs Allah
İnsanlar oğul
vasıtasıyla babaya bağlanır. Kendilerini feda ederek oğula ve temizleyerek de
Ruhul Kudüs'e inti-sab ederler.". Bu ifadeden anlaşılıyor ki, bu üç unsur
birbiriyle iç içedir. Ve yaratıcının zatı bu üçlü esası zaruri kılmaktadır?
(Prof. Muhammed Ebu Zehra: Muhadaratün-Fin-Nasraniyye, 117, 118)
Seyyid Sabık da der
ki: "Hristiyanlık akidesinin esası mukaddes teslistir. Yani üç unsurdan
(Baba, Oğul, Ruhul Kudüs) oluşan mürekkeb bir varlıktır. Üç cevherdir. Her biri
diğerinden bağımsızdır."
Buna rağmen üçü tek
ilahtır. Hristiy ani ardan biri der ki: O ilandır, ilahın oğlu ve ruhudur üçü
de bölünemez birdir, tektir. Teslis inancı sadece hristiyanlara mahsus değildir.
Teslis sözünü açıklamaya çalışan "Fransız, Ondoku-zuncu Asır
Ansiklopedisinde şöyle denilmektedir:
"Hristiyanlık ve
diğer bazı dinlerin inançlarından teslis bir tek ilahı oluşturan birbirinden
farklı üç kişinin bileşimidir. Mesela Hristiyanlık teslisi, Hint teslisi gibi.
Ebu Zehra şöyle der:
"Kıpt Milletinin
Tarihi" adlı kitabın yazarı, İznik Konsili'nin belli bir inanç sistemi
tesbit ettiğini söyler ve Şöyle der: Bu kutsal konsil ve peygamberlik kilisesi
Allah'ın oğlunun bulunmadığı zamanın var olduğunu, doğmadan Önce mevcut
bulunmadığını tek bir şeyden vücuda geldiğini, oğulun babanın cevherinin dışında bir
cevher veya maddeden meydana geldiğini, oğulun yaratılmış olduğunu söyleyen ve
kabul eden herkesi aforoz eder.
"325 (m.) de
toplanan İznik Konsili şu kararları almıştı: Mesih ilahtır. Allah'ın
cevherinden meydana gelmiştir. Allah'ın kıdemi ile kadimdir. Hiçbir değişime
uğramaz."
Bu inançlar,
toplantıyı hazırlatan o zamanın Roma imparatoru Konstantin tarafından zorla
bütün Hristiyanlara kabul ettirildi. Toplantıya 2048 Piskopos katılmışdı. Bunlardan
318'i Pavlus'un görüşünü benimsiyorlardı.
Konstantin'de bu
görüşe sempati duyuyordu. Bu, 318 kişiye özel toplantı tertib etti. Onlar da mezkur
kararlan ve bu kararlara ters düşen bütün vesikaların yok edilmesi kararım
aldılar. (Muhadaratün-Fin-Nasraniyye, 151, 159)
318.'de de I. İstanbul
Konsili Ruhul Kudüs'ün ilahlı-ğına dair karar aldı. İbnul Patrik alınan
kararlan şöyle açıklar:
"İznik'te
toplanmış olan 318 papazın kararlarına ilaveten İstanbul konsili babadan
doğma, diriltici ruha sahip bulunan Ruhul Kudüs'ün de aynen baba ve kendisine
secde edilen oğul gibi inanılması gereken bir ilah olduğunu kabul etti.
Babanın, Oğulun ve Ruhul Kudüs'ün üç uknum; üç cevher, üç özellik olup,üçlükte
birlik, birlikte üçlük olduklarını, üç uknumda birleşmiş tek bir birlik olup,
bir tek tabiattan tek bir cevher de, bir tek ilah olduğunu i-lan ettiler.
Hristiyan inanç
sistemine göre -inanç sistemlerinin üç unsurunda da belirtildiği gibi- Mesih
insanları hesaba çekecek, Kıyamet gününde insanları hesaba çekmek için yakında
gelecek, herkesi yaptığı işe göre hesaba çekecek. Eğer iyilik yapmışsa iyilikle
kötülük yapmışsa kölülükle-İcarşılık verecek. Onun,bununla beraber ebedî mülkü
de vardır. Mülkü yok olmaz.
Hristiyanlar derler
ki: "Allah kıyamet gününde yeryü-zündekileri İsa Mesih ile hesaba
çekecek". Zira onların iddialarına göre, Allah hesaba çekmez fakat, bu
yetkiyi oğu-la vermiştir. Çünkü o da insanoğludur. Bütün insanların Mesih'in
kürsüsü önünde bulunmaları gerekir. Böylece herkes iyi veya kötü yapmış
olduklarının karşılığına ulaşır.". İşte hristiyanların akidesi bunlardan
ibarettir.
Yuhanna İncil'i, 5.
bab. 25-30 fıkralarında şöyle denmektedir:
"Doğrusu ve
doğrusu size derim. Allah'ın oğlunu ölülerin işitecekleri saat geliyor. Ve
şimdidir; ve işitenler yaşayacaklardır. Çünkü Babanın kendisinde hayat olduğu
gi-bi,böylece kendisine hayat olmayı oğula da verdi. Ve hükmetmek selahiyetini
ona verdi. Çünkü insanoğludur. Buna şaşmayın; çünkü saat geliyor, o saatte
kabirlerde olanların hepsi onun sesini işitecekler, iyilik işitenler hayat
kıyametine kötülük işitenler hüküm kıyametine çıkacaklardır. Ben kendiliğimden
birşey yapamam, işittiğim gibi hükmederim ve benim hükmüm doğrudur. Zira ben
kendi irademi değil, fakat beni gönderenin iradesini ararım.
Pavlus'un II. mektubunun
5. babının 10. fıkrasında şöyle denmektedir:
"Çünkü Mesih'in
hüküm kürsüsü önünde hepimizin görünmesi gerekir; tabi herkes gerek iyi gerek
kötü yaptığı şeylere göre bedende yapılan şeyleri alsın."
Burada kayda değer bir
konu da şudurMezkur dört
İncil'e ve onların
inanç sistemlerine ters düşen bir İncil daha vardır ki bu Barnaba İncil'idir.
Bu İncil'de, Tevhid
inancı, peygamberimiz (sav)'in peygamberliği, Mesih'in aşılmadığı gibi konular
yer almaktadır. Fakat hristiyanlar bu İncil'den şüphe ederler. Biz bu
İncil'den kısaca bahsedeceğiz. [47]
Barnaba, kilise
adamlarını rasûl olarak adlandırdıkları, Mesih'in havarilerinden biriydi.
Barnaba İncil'i ilk defa, papa Klasius'un okunması yasak kitaplar arasında
zik~ retmesiyle ortaya çıktı.
Klasius miladî V. asrın
sonlarında peygamberimizin (sav) gönderilmesinden önce papalığa getirildi.
Şeyh Muhammed Bayram
bir İngilizden naklettiğine göre bu İncil Vatikan Papalık Kütüphane'sinde,
himyerî hattıyla yazılmış bir eser olarak bulundu. Orada aynen şöyle deniyordu:
"Benden sonra
gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen..." Bu ifadeler ise
Kur'an'ı Kerim-nassına harfiyyen uymaktaydı.
Bu eser İtalyancadan,
İngilizceye, İngilizceden de Arapçaya çevrildi. Arapça çevirisini, Menar
dergisini çıkaran Muhammed Reşid Rıza 1908 yılında yayımladı.
Bu İncil'de daha Önce
de ifade ettiğimiz gibi Tevhid inancı, Mesih'in aşılmadığı, yerine başkasının
asıldığı, o-nun ise göğe çıkarıldığı belirtiliyor, Hz.' Muhammed (sav)
peygamberliğine de birçok yerde değiniliyordu.
Bu İncil'den bazı
örnekler:
"Ben tek olan
tanrıyım ve benden başka tanrı yoktur.". (Fasıl: 29)
"Ayağı üstüne
kalkan adam, havada güneş gibi parlayan bir yazı gördü. Allah'tan başka ilah
yoktur. Ve Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın rasûlüdür.". (Fasıl: 39)
"Adem çevresine
bakınarak kapının üstünde yazılı olan "Allah'tan başka ilah yoktur ve
Muhammed (aleyhisselam) Allah'ın Rasûlüdür." sözünü gördü." (Fasıl:
41)
"İsa kalp
coşkusuyla cevap verdi. "O Allah'ın elçisi Muhammed (Aleyhisselam)dir. Ve
o dünyaya geldiği zaman getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih
ameller için bir fırsat olacak.". (Fasıl: 163)
"Ben hiç ölmedim.
Allah beni dünyanın sonuna kadar saklamış bulunuyor.". (Fasıl: 220)
"Bakın size
diyorum ki, ben değil hain yahuda Öldü.".(Fasü: 221)
"O zaman kuluna
gelen tehlikeyi gören Allah, (elçileri Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'e
İsa'yı dünya'dan almalarını emretti.)
Kutsal melekler gelip,
İsa'yı güneye bakan percere-den çıkardılar. Onu götürüp üçüncü göğe daima
Allah'ı teşbih ve takdis "etmekte olan meleklerin yanına bıraktılar.".
(Fasıl: 215)
"Sonra havariler
dediler: Söyle bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet olması gerekir?"
İsa cevap verdi:
Allah'ın İbrahim'e olan şu emri yetsin, "İbrahim, kendinin ve evinde
bulunanların önderisini al (Sünnet et) bu seninle benim aramda ebedi bir
ahiddir.". (Fasıl: 22)
"Göğün huzurunda
itiraf ediyor ve yeryüzünde oturan herkesi tanıklığa çağırıyorum ki, insanların
hakkımda dedikleri, yani, benim insandan öte olduğum (şeklinde söyledikleri)
şeylerin tümüne yabancıyım ben.
Çünkü, bir kadından
doğma, Allah'ın hükmüne tabi bir insanım ben.". (Fasıl: 94)
"Benim sözlerime,
benim Allah'ın oğlu olduğumu katanlara lanet olsun.". (Fasıl: 53)
Ayrıca bu İncil 53.
fasıldan 60. fasıla kadar kıyamet alametleri ve kıyamet günüyle ilgili birtakım
meselelere değinmiştir.
Kur'an'ı Kerim apaçık
bir gerçekle ve her türlü tahrifatı ortadan kaldırarak gelmiştir. [48]
Kur'an'ı Kerim'de
Mesih (a.s.)'in adı, Allah Te-alâ'nın kulu ve onun yüce peygamberlerinden biri
olan "İsa"dır. Kur'an'ı Kerim Mesih inancının bütünüyle tam bir
tevhid akidesi olduğunu belirtmiştir. Kullukta tevhid; Allah'dan başkasına
tapılamaz. Tekvin sıfatında Tevhid; gökleri yeryüzünü ve ikisi arasındaki bütün
her şeyi yaratan, ortağı olmayan sadece O'dur. Zât ve sıfatlarda tevhid; O'nun
zatı mürekkeb değildir. O sonradan olanlara benzemekten uzaktır.
Kur'an'ı Kerim İsa
(a.s.)'ın insanları sadece tevhid inancı etrafında toplamaya çalıştığını ifade
eder. Allah Te-alâ kıyamet gününde kendisiyle İsa (a.s.) arasında geçecek
muhavereyi şöyle anlatır: "Allah: "Ey Meryem oğlu İsa!
İnsanlara: "Beni
ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin" diye sen mi dedin?"
buyurduğu zaman o; şöyle (jedi: "Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan
şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen
benim içimdekini bilirsin. Halbuki ben senin zatında olanı bilemem.
Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine
kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız
sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.". (Maide: 116-117)
Mesih (a.s.)'e
indirilen kitab İncil'dir. O Tevrat'ı doğrulayıcı ve kendisinden sonra gelecek
Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyiçidir: "Hatırla ki Meryem oğlu
İsa, "Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen
Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de
müjdeleyici olarak geldim", demişti.". (Saff: 6)
Kur'an'ı Kerim İsa
(Alehisselam)'mn annesi Meryem'in üstünlüğünden, temizliğinden ve onu
doğurmasından şöyle bahseder: "Hani melekler demişlerdi: "Ey Meryem!
Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih
etti (üstün kıldı). (Ali İmran: 42)
"Irzını iffetle
korumuş olanı (Meryem'i)da an. Biz, ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu,
cümle alem için bir ibret kıldık.". (Enbiya: 91)
"(Biz ona
ruhumuzdan üfledik.) yani; Cibril'e emrettik o da Meryem'in gömleğinin
yakasına üfledi. Bu üfleme ile onun karnında İsa'yı meydana getirdik.
Kur'an'ı Kerim Mesih
(a.s.)'in doğum müjdesini de şöyle açıklar: "Melekler demişlerdi ki: Ey
Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu
İsa'dır. Mesih'dir, dünyada da âhirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın
kıldıklarından-dır. O, beşikte de, yetişkinlikte de insanlara peygamber sözleri
ile konuşacakve salihlerden olacak. Meryem "Rabbim! dedi. Bana bir erkek
eli değtnediği halde nasıl çocuğum olur?" Allah şöyle buyurdu: "Öyle
de olsa, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince sadece "Ol" demesiyle
oluverir.". (Âli-İmran: 45-47)
Ayeti kerimede geçen
"kendisinden bir kelime" ifadesinden maksat, Meryem oğlu Mesih
meydana geldiğinde Allah Tealâ'dan sadır olan "ol" kelimesiyle
yaratılmış olmasıdır. Zira Allah Tealâ ona, yaratmayı dilediği zaman "ol"
buyurmuştur o da hemen oluvermiştir. Ayetin $on kısmı bunu izah etmektedir:
"Allah şöyle buyurdu: Öylede olsa, Allah dilediğini yaratır. Bir işe
hükmedince "ol" demesiyle oluverir.". (Âli İmran: 47)
"Allah nezdinde
İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona
"ol" dedi ve oluverdi.". (Âli İmran: 59)
Fahruddin Razı
"kendisinden bir kelime" ifadesini tefsir ederken şöyle der: Her ne
kadar her mahluk "ol" kelimesi vasıtasıyle yaratılmışsa da, İsa
(a.s.) hakkında bilinen malum sebep bulunmuyordu. O da "baba"dır.
Dolayısıyla onun yaratılmasını "ol" kelimesine bağlamak daha uygun
olmuştur. Nitekim çok cömert ve iyilik sahibi kişiye mübalağa için
"cömertliğin kendisi" ve "sıf iyilik dendiği gibi."-
Kur'an'ı Kerim doğum
müjdesini genişçe açıklar: "(Rasûlüm!) Kitapta Meryem'i de an. Hani o,
ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. Meryem, onlara karşı
bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik de o kendisine tastamam
bir insan şeklinde göründü, Meryem dedi ki; Senden, çok esirgeyici olan
Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma) Ruh;
"Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin
bir elçisiyim." dedi. Meryem: "Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz
de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir" dedi. Melek:
"Öyledir, (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz onu
insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız." dedi. Bu hüküm
ve karara bağlanmış bir iş idi. Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla
uzak bir yere çekildi. Doğumsancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) şevketti
"Keşke," dedi, "bundan önce öl-seydim de unutulup
gitseydim!" Altından ona şöyle seslendi: "Tasalanma! Rabbin senin alt
yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.". "Hurma ağacını kendine
doğru silkele ki üzerine olgun taze hurma dökülsün. Ve iç gözün aydın olsun!
Eğer insanlardan birini görürsen, de ki: Ben çok merhametli olan Allah'a oruç
adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım. Nihayet onu kucağında
taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: "Ey Meryem! Hakikaten sen çok
garip bir iş yapmışsın! Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü ^r insan
değildi; annen de iffetsiz değildi.". Bunun üzerine çocuğu gösterdi.
"Biz," dediler, "beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?" Çocuk şöyle dedi:
"Ben Allah'ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı.
Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı;
beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak
kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.". İşte, hakkında şüphe
ettikleri Meryem oğlu İsa hak sözünce budur. Allah için bir evlat edinmek, olur
şey değildir. O, münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece
"Ol" der ve hemen olur.". (Meryem: 16-35)
"Ruhumuz"dan
maksat, Cibril (a.s.)'dır. "Altından seslenen" de Cibril'dir.
"De ki... ben adadım" bu sözden maksat "işaret et"
demektir. Yoksa lafız konuşma kasdedil-miyor.
Kur'an'ı Kerim, Allah
Tealâ'nın İsa (a.s.)'a bahşettiği mucizelerden söz ettiği gibi, onun
peygamberliğinden ve Cibril (Aleyhi s selam) ile desteklendiğinden de
bahsediyor. "Meryem oğlu İsa'ya mucizeler verdik ve onu Ruhul Kudüs
(Cibril) ile destekledik.". (Bakara: 87)
"Allah ona
yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. İsrail oğullarına bir elçi
olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbiniz tarafından bir mucize ile geldim.
Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o, kuş
oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri
diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber
veririm. Eğer iman edenler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.".
(Âli İmran: 48-49)
"Hani havariler:
"Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten donatılmış bir sofra indirebilir
mi?" demişlerdi. O: "İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun."
demişti. Onlar: "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain
olsun,bı'/e doğru söylediğini (kesin olarak) bilelim ve onu gözleriyle görmüş
şahitler olalım." demişlerdi. Meryem oğlu İsa şöyle dedi: "Ey
Rabbimiz! Bize gökten bir fayda indir ki bizim için geçmiş ve geleceklerimiz
için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen
rızık verenlerin en hayırlisisın.". Allah da şöyle buyurdu: "Ben onu
size şüphesiz indireceğim, ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse,
kainatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.". (Maide: 112-115)
İsa Aleyhisselam
insanları ortağı olmayan, sadece Allah'a ibadet-kulluk etmeye çağırıyordu:
"Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz
ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun
yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur."
İsa (as) açık
delillerle gelince, şöyle dedi: "Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa
düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah'tan korkun
ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na
ibadet edin. İşte bu doğru bir yoldur.".(Zuhruf: 63-64)
Fakat
İsrailoğullarının cevabı nasıl olmuştu. "Onlardan küfredenler "bu
apaçık bir sihirdir, başka bîrşey değildir." demişlerdi." (Maide:
110)
"İsrail
oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti.". (Saffa: 14)
İsrailoğullarmdan
birtakım kafirler İsa (a.s.)'yı öldürmek istediler fakat Ailah onları önledi ve
onu kendi tarafına çekti. "(Yahudiler gizlice) tuzak kurdular Allah da
onların hilelerine karşılık verdi. Allah hilelere karşılık vermekte en güçlü
olandır.". (Âli İmran: 54)
"Hani
İsrailoğullarını, kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman (seni
öldürmekten) önlemiştim.". (Maide: 110)
"Halbuki onu ne
Öldürdüler ne de astılar fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun
hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu
hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak
onu öldürmediler. Bilakis Allah onu kendi (nezdi)ne kaldırmıştır. Allah büyük
izzet ve hikmet sahibidir.". (Nisa: 157-158)
Birbirleri arasında da
ihtilafa düştüler: "Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler.
Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!". (Meryem:
37)
Kurtubî bu ayetin
tefsirinde der ki: ehli Kitap İsa (a.s.) konusunda ihtilafa düştüler; yahudiler
sihirbaz olduğunu söylerken hristiyanlar bu meselede üç gruba ayrılmışlardı.
Nasturiler; Allah'ın oğlu olduğunu, Melkaniler üçün üçüncüsü olduğunu Yakubîler
de Allah olduğunu iddia ediyorlardı.
İbn-i Kesir'de aynen
bu açıklamaları yaptıktan sonra şöyle diyor: "Bir grup daha var ki onlar
İsa'nın Allah'ın kulu ve rasûlü olduğunu savunurlar işte onlar doğru yolu bulan
müminlerdir..." İbn-i Kesir ekliyor ve diyor ki; bir gün Kostantin o
grupları büyük bir mecliste topladı ve hepsini dinledi. Sonra da onlardan
birini desteğine aldı ve diğerlerini
dışladı.
"Yahudiler,
"Üzeyir Allah'ın oğludur." dediler. Hristiyanlar da Mesih Allah'ın
oğludur." dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdi.
(Sözlerini) önceden kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah
onları kahretsin. Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar? (Yahudiler)
Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını) Hristiyanlar da) Rahiplerini ve
Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek tanrıya kulluk
etmekten başka birşey emrolunmadı. Ondan başka hiçbir tanrı yoktur. O bunların
ortak koştukları şeylerden uzaktır.". (Tevbe: 30-31)
"Şüphesiz ki
"Allah Meryem oğlu Mesih'dir" diyenler andolsun ki kâfir
olmuşlardır.". (Maide: 17)
"Andolsun Allah
üçün üçüncüsüdür, diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek İlandan başka
hiçbir ilah yoktur. Eğer söyleyegeldiklerinden vaz geçmezlerse, içlerinden
kâfir olanlara acı bir azap vardır.". (Maide: 73)
Kur'an'ı Kerim, ehli
kitabı sağlam inanca uymaya çağırmıştır: "Ey ehli kitap dininizde aşırı
gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Mesih ancak
Meryem'in oğlu İsa'dır. (O) Allah'ın rasûlüdür, Meryem'e ulaştırdığı (ol)
kelimesi (nin esiri)dir. Ondan bir ruhtur. Buna göre Allah'a ve peygamberlerine
i-man edin. Tanrı üçtür, demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan
vazgeçin. Allah ancak bir tek tanrıdır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne mesih
ne de Allah'a yakın melekler Allah'ın kulu olmaktan çekinirler. Ona kulluktan çekinip büyükle-nen
kimselerin hepsini yakında huzurunda toplayacaktır.". (Nisa: 171-172)
Meryem'e ulaştırdığı
kelimesi'nden maksat,yani; o (ol) kelimesiyle yaratılmıştır. Babasız olarak
meydana gelmiştir. Bir görüşe göre ise Allah'ın Meryem (a.s.)'e müjdesi
anlamındadır. Zira şu ayette bunu teyid eder: "Melekler demişlerdi ki:
"Ey Meryem Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor.". (Âli
İmran: 45)
Diğer bazı görüşlere
göre ise buradaki 'Kelime" ayet anlamındadır.
İsa (a.s.)'nın dört
ismi vardır: el-Mesih, İsa, Kelime ve. Ruh. Birinci görüş en sağlam görüştür.
1. Ondan bir ruh sahibidir. Değer kazandırmak
için Allah Tealâ'ya isnad edilmiştir. Hristiyanların iddia ettiği gibi Allah'ın
oğlu, onunla beraber bir ilah veya üçün üçüncüsü değildir. Çünkü ruh sahibi
mürekkeb, ilah ise terkib-den münezzehtir.
2. Geleneksel olarak insanlar son derece temiz
ve pak olan şeylere Ruh adı verirler. İsa (a.s.) da babameni-sinden değil de
Cibril'in üfürmesinden oluştuğu için bu ad verilmiştir. Allah'dan olmasıda
değişik bir farziyettir.
3. İnsanların dini hayatlarına sebep olduğu
için. Bu durumda olana da ruh adı verilir.
"İşte böylece
sana da emrimizle Kur'an'ı (ruh) vahyettik.". (Şura: 52)
4. Allah'tan bir rahmet; "Allah onları
katından bir ruh ile desteklemiştir.". (Mücadele: 22)
Yani katından bir
rahmetle. İsa (a.s.) insanları dünyevi ve uhrevi menfaatlere irşad ettiğinden
dolayı rahmet sayı, ruh olmasına da bir engel yoktur.
5. Ruh Cibril'in üflemesinden ibarettir. (Ondan)
ifadesi bu üfleme Allah'ın emri ve izniyle oldu demektir. Dolayısıyla o (İsa
a.s.) da Allah bir ruhtur. Nitekim Allah Te-alâ şöyle buyuruyor: "Biz ona
ruhumuzdan üfledik.". (Bnbiya: 91)
6. Ruh ifadesi belirsiz olarak kullanılmıştır.
Bu da tazim ifade eder. Dolayısıyla şöyle mana çıkar: Yüce Kadrî ve değerli ruhlardan
bir ruh. Allah'a izafe edilmesi de daha da değer kazandırmak içindir.
7. "Ondan bir ruh" demek yani onun
mahrukatından manasınadır. Allah Tealâ buyurduğu gibi: "O göklerde ve
yerde ne varsa kendinden size boyun eğdirmiştir.". (Casiye: 13) (Yani mahlukatından)
8. Allah'tan bir delil anlamındadır. Zira İsa
aleyhisse-lam kavmi için delildi.
9. Bazen kendinde garip haller beliren kişiye
"rahi" adı verilir ve Allah'a izafe edilir. Allah'dan, yani mahrukatından
bir ruh denir. İsa (a.s.)'da alacalan ve anadan doğma körleri iyeleştirip
ölüleri diriltebildiğine göre gayet tabi bu ismi de kullanabilecektir.
10. Her ne kadar bütün ruhlar Allah'ın
yaratmasıyla meydana geliyorlarsa da burda Allah'a izafe edilmesi faziletli
kılmak içindir. Şu ayette olduğu gibi "Tavaf edenler için evimi temiz
tut.". (el-Hacc: 26)
Kur'an'ı Kerim ehli
kitabdan tevhid akidesine uymalarını ister: "De ki, Ey ehli kitap!
Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına
tapmayalım; ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz
kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman,
"bizim müslü-man olduğumuza şahitlik olsun!" edin." (Âli İmran:
64) Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, hiçbir insaf sahibinin karşı çıkmayacağı
gerçek var ki bugün yeryüzünde Kur'an'ı Kerim'den başka tahrif edilmeyen hiçbir
semavi Kitap yoktur. Kur'an'ı Kerim'in mevcut kitaplardaki tahribatı
anlatmasını bir tarafa bıraksa bile hissi deliller bunu kanıtlar.
1. Kur'an'ı
Kerim'den önceki kitapların asıl nüshaları kalmamıştır. Bugün piyasadaki
kitaplar tercüme eserlerdir. Kur'an'ı Kerim ise süreleri harfleri ve
hareketleriyle korunmaktadır.
2. Bu kitaplar Allah'ın, insanların,
peygamberlerin ve etrafmdakilerin sözleriyle iyice karışmıştır. Bunları birbirinden
ayırmak mümkün değildir.
Kuran-ı Kerim ise ne
Rasülüllah (Aleyhisselam)'m ne de sahabenin sözleriyle hiçbir surette
karışmamıştır.
3. Bu kitapların hiçbiri bugünkü şekliyle hiçbir
peygambere isnad edilemez. Kur'an'ı Kerim ise Rasûlüllah'a kadar tevatür
yolayla dayanır. Ayetleri ve tertibiyle Allah Tealâ'nm koruması altındadır.
4. Bu kitaplardaki çelişkili ifadeler ve
kitapların değişik nüshaları apaçık bir tahrif kanıtıdır.
5. Kesin delillerden biri de bu kitaplarda geçen
bozuk inançlar ve Allah'a yakışmayan görüşleri içermesidir. Zira içinde Allah'ı
insana benzeten ve peygamberlerin şereflerine leke süren birçok ifadeler
vardır.
Bu tahrifler ve
değişikliklerle beraber bu kitaplara i-man, aslının Allah tarafından olduğunu
tasdik İslâm'ın emridir. Biz onların muhtaviyatma ancak Allah'ın ve Rasülünün
bahsettiği şekilde inanırız.
Kur'an'ı Kerim'e
gelince her mümin onun sırf Allah kelamı olup her lafzının korunmakta olduğuna
inanmak emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmak, getirdiği haberleri
tasdik etmek ve kabul etmediklerini de reddetmek zorundadır. [49]
Ahiret gününe inanmak,
iman esaslarından biridir. Mümin, Allah'ın ve peygamberinin haber verdiklerine
inanır. Bu başlık altında şu konular zikredilebilir:
Ölüm anında ruhun
yakalanması, ölümden sonra kabirdeki azab veya nimetler, yeniden dirilme,
insanların toplanması, ahiret meydanına yayılmaları, amel defterleri, hesaba
çekilme, mizan, havuz, sırat köprüsü, cennet, cehennem ve ahiretle ilgili
diğer olaylar. Şimdi bunları inceleyeceğiz. [50]
1) Ölüm Meleği ve Ruhların Yakalanması
Şüphe yok ki Allah,
hayat veren ve öldürendir. Allah şöyle buyurur: "Hükümranlık elinde olan
Allah yücedir ve o herşeye Kadiredir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini
belirtmek için, ölümü ve dirimi yaratan O'dur. O, güçlüdür,
bağışlayandır." (Mülk 1,2)
Yine Allah:
"Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür. (Al-i
İmran 156)
"Allah,
öleceklerin ölümleri anında ruhlarını alır."(Zümer 42)
Fakat Allah'ın hikmeti
ruhların teslim alınması görevini, kendine yakın kıldığı meleklerinden birine
vermiştir. Nitekim yine onun hikmeti, çeşitli yaratıkların varlığını görünen
sebeblere bağlamıştır. Halbuki o sebeplerin etkinlikleri sadece O'nun
iradesine bağlıdır. Şöyle buyurur: Ey Muhammedi De ki: "Size vekil kılman
ölüm meleği canınızı alacak,sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.". (Secde
11)
Büyük müfessir
Mücahid'den şöyle dediği nakledilir: "Ölüm meleğinin önünde dünya, insanın
önündeki sahan gibidir. Dilediği yerden alır. Alimlerin çoğunluğunun görüşüne
göre; ölüm meleği (Azrail)'in bu işi yapmasında ona yardımcı olması için
Allah, başka melekleri de görevlendirmiştir." (Tefsiru Kurtubi 14/94)
Allah şöyle buyurur:
Artık birinize ölüm gelince el-çilerimiz,bir eksiklik yapmaksızın onun canını
alırlar. (Enfal 61)
Kurtubî, bu ayetin
tefsirinde şöyle der: Allah, ölüm meleğini yarattı, o melek vasıtasıyla ruhları
teslim almayı ve bedenlerden çekip çıkarmayı da yarattı.
Allah o melekle
beraber olan, onun emriyle aynı işi yapan bir melek ordusu da yaratmıştı. Allah
şöyle buyurur: Melekleri inkar edenlerin canlarını alırken bir gör-seydin!
(Enfal 50)
Ve yine Allah:
Elçilerimiz onun canını alırlar. (En'am 61) buyurur.
Allah, herşeyi
yaratan, her işi gerçekten yapandır. Şöyle buyuruyor: Allah, öleceklerin
ölümleri anında, öl-meyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarım alır. (Zü-mer
42)
Başka bir ayette: Ölüm
ve hayatı yaratan O'dur.(Mülk 12)
O, diriltir ve
öldürür. (Al-i İmran 156) buyurur.
Ölüm meleği (Azrail)
ruhu yakalar, yardımcıları insanı hazırlar Allah da ruhu çıkarır. [51]
2) Kabir İmtihanı ve İki Meleğin (Mürker-Nekir)
Sorgulaması
Bu konuda birçok hadis
mevcuttur.
a) Buharı ve
Müslim'de Esma (r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Birgün peygamberimiz
sahabeye güneş tutulmasından dolayı namaz kıldırdı. Sonra halka hitab etti.
Evvela Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: Bundan sonra, cennet
ve cehenneme kadar (evvelce) bana gösterilmemiş hiçbir şey kalmadı ki bu makamımdan
görmüş olmayayım. Bana vahy olundu ki siz kabirlerde Deccâl (yüzünden)
çekilecek imtihanlara benzer, yahut ona yakın bir imtihan geçireceksiniz.
(Kabre girmiş olan) Herhangi birinize gelinecek de ona: Bu adam hakkındaki
bilgin nedir? diye sorulacak. Mü'min yahut yakın sahibi olan kimse: O zat,
Muham-med'dir. O, Allah'ın Rasûlü'dür. Bize açık delillerle hidayet getirdi.
Biz de davetine icabet ve itaat ettik, diyecek. Sonra o kimseye: Sen uyu. Yat
da rahatına bak. O zata inandığına şüphemiz kalmamıştır, denilecek. Yok eğer
münafık ise yahut kalbinde şüphe varsa o soruya karşı: Ben ne bileyim?
İnsanlardan işittim, bir şeyler söylüyorlardı, ben de söyledim, cevabını
verecek. (Sahih-i Müslim 111/81)
b) Yine
Buhari ve Müslim'de Enes b. Malik'den rivayet edilmiştir. Peygamberimiz
buyurdular ki: "Kul kabrine konulup da arkadaşları geri dönüp gittikleri
zaman -ki ölü,bunlar yürürken ayakkabılarının seslerini muhakkak işitir- ona
(Münker ve Nekir) adlı iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona: Şu kişi
hakkında ne diyorsun? diye sorarlar. Eğer mü'min ise; Onun Allah'ın kulu ve
Rasûlü olduğuna şehadet ederim, diye cevap verir. Bunun üzerine ona:
Cehennemdeki oturacak yerine bak! Allah cehennemdeki bu oturan yerini senin
için cennetten bir oturak yeri ile değiştirdi, denilir. Allah'ın peygamberi:
"O mü'min cehennem ve cennetteki iki makamını birden görür."
buyurdu. Kabirdeki münafık veya kafir ise soruya cevaben: Ben ne bileyim! İnsanlar
birşeyler söylüyorlardı, ben de söyledim, der. Ona: Tabi bilemezsin, zaten
okumazsın da! der, Melekler tarafından demirden çekiçlerle dövülmeye başlanır.
Öyle çok bağırır ki insan ve cinlerden başka bütün mahlukat onu işitir.
(Sahih-i Müslim 8/394)
c) Yine
Buhari ve Müslim'de Bera b. Azib'den rivayet edilmiştir. Peygamberimiz
buyurdu: Mü'min kabirde oturtulunca gelen (melek) gelir. Mü'min Allah'tan başka
ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şehadet eder. İşte bu,
Aziz ve Celil olan Allah'ın: "Allah, iman edenlere dünya hayatında da
âhi-rette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder..." ayetin-deki sabit
sözün gösterdiği manadır. (Sahih-i Müslim 8/396)
Diğer sahih hadislerde
de kabre konan mü'minin,ölüm meleğine, doğru cevaplar verdikden sonra kendisi
için cennette bir yer hazırlanacağı ve cennetten bir kapının ona açılacağı
belirtilir. Kafirlerin de ruhları, melekler tarafından dünya semasına
getirilir ve kapının açılması istenir, fakat açılmaz. Konunun devamında
peygamberimiz (sav) şu ayeti okur: "Onlara göğün kapıları açılmaz, deve
iğ-nenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. (A'raf 40)
Sonra Allah meleklere
şöyle buyurur: Onu en alçak yerdeki "Siccin"e ("Siccin"
hakkında Mutaffifin suresi 7, 8, 9 ayetlerde şöyle buyurulur; "Allah'ın
buyurduğundan dışarı çıkanlar muhakkak siccin adlı deftere yazılır. Siccinin
ne olduğunu nereden bilirsin? O yazılmış bir kitaptır") yazın!"
Sonra o kafirin ruhu
yere doğru atılır. Peygamberimiz şu ayeti okudu: "Allah'a ortak koşan
kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye
benzer.". (Hacc 31)
Sonra kafirin cesedine
ruhu iade edilir ve iki melek gelip onu oturturlar ve ona şöyle derler: Rabbin
kim? o da: (Şaşkınlıktan) Ha! Hah! Bilmiyorum, der. Sonra melekler ona: Size
gönderilen adam (peygamber) kim? derler. O da: Ha! Hah! Bilmiyorum, der. Sonra
gökten biri bağırır: Yalan söylüyorsa (kabrini) cehennemden döşeyin ve ona cehennemden
bir kapı açın! Böylece ona cehennemden şiddetli bir hararet gelir, kabri
daralır, kaburga kemikleri birbirine geçer, o kafire çirkin yüzlü, kötü
elbiseli, pis kokan bir adam gelir ve ona: Başına gelen bu kötü durumla seni
müjdeliyorum. Sana vaad olunan gün, işte bu gündür, der. O da ona: Sen kimsin?
Yüzün kötü bir şey getirenin yüzüne benziyor, der. O da: Ben senin kötü
amelinim, der. [52]
Kabir Azabı veya Kabirdeki Nimetler
Kabirde insanların karşılaşacağı
azab veya nimetler hakkında Kur'an'dan ve sünnetden çeşitli deliller vardır.
Kur'an'daki ayetlerde Allah (cc) şöyle buyurur:
a) "Bu
zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, "Canlarınızı verin,
bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ötürü alçaltıcı bir azabla
cezalandırılacaksınız.", derken bir görsen!" (En'am 93)
b) "Melekler, onların yüzlerine ve
sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?" (Muham-med 27)
c) "Melekler, inkar edenlerin yüzlerine ve
sırtlarına vurarak, "Yakıcı azabı tadın" diyerek canlarını alırken
bir görseydin!" (Enfal 50)
İbn Hacer bu konuda
şöyle der: "Can alırken verilen azab her ne kadar definden önce ise de
kıyamet öncesi azablardandır ve bu tür azabların kabir azabından sayılması,
bu azabların büyük bir bölümünün kabirde meydana geliyor olmasındandır."
(Fethül-Bâri III /180)
d)
"Kötü azab Firavun'un adamlarını sardı. Onlar, sabah akşam ateşe
sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, "Firavun'un adamlarını azabın en ağırına
sokun." denir." (Mü 'min 45,46)
Bu ayet iki türlü
azaba işaret eder:
1)
"Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar.".
2) Kıyamet çattığı gün, "Firavun'un
adamlarını azabın en ağırına sokun" denir. İkinci tür azab birinciye atıf
yolayla bağlanmıştır.
Bu tür bağlanma değişik olmayı gerektirir. Bu şekilde iyice bilinmiş oluyor ki
sabah, akşam sunuldukları ateş, kıyamet günü sunulacakları ateşten başka bir
ateştir. O halde birinci tür azab onlara Ölüm ile yeniden dirilme arasında
gelecek olan kabir azabıdır.
Sünnete gelince:
Kabir azabı veya
nimetleri hakkında birçok hadisi şerif mevcuttur.
a) Buhari, Müslim ve diğer hadis imamları İbn-i
Ab-bas'ın şöyle rivayet ettiğini belirtirler: Rasûlüllah (s.a.v.) i-ki kabrin
yanına uğradı ve şöyle buyurdu: "Dikkat edin. Bunlar muhakkak azab
olunuyorlar. Hem de büyük bir şeyden dolayı azab olunmuyorlar. Onlardan biri
koğuculuk yapardı. Diğeri ise sidiğinden çekinmez, sakınmazdı." (Müslim
1/361)
b) Buhari, Müslim ve diğer hadis imamları
Abdullah b. Ömer (r.a.)'mn şöyle rivayet ettiğini naklederler: Rasûlüllah
şöyle buyurdu: "Kişi Öldüğü zaman sabah akşam oturacağı yer kendisine
arzolunup gösterilir. O kimse cennet ehlinden ise ona cennet, cehennem ehlinden
ise cehennem gösterilir. Sonra kendisine: İşte burası, kıyamet günü gönderileceğin
oturak yerindir (karargahındır) denilir.". (Müslim 8/392)
c) Müslim de Zeyd b. Sabit'ten şu hadis
nakledilir. Peygamberimiz sahabeye şöyle buyurdu: Cehennem azabından Allah'a
sığınınız! Sahabe de: Cehennem azabından Allah'a sığınırız, dediler.
Peygamberimiz: "kabir azabından Allah'a sığınırız." dedi. Sahabe de:
Kabir azabından Allah'a sığınırız." dediler. Peygamberimiz: Gizli olan ve
açıktan olan bütün fitnelerden Allah'a sığınınız! buyurdu. Sahabe de: Gizli
olan ve açıktan olan bütün fitnelerden Allah'a sığınırız, dediler.
İşte, her insanın,
kabre defnedilsin veya edilmesin öldükten sonra sorguya çekileceğine Ehl-i
Sünnet ve'lCe-ma'at ittifak etmiştir. Kabre defnedilemeyen kişiyi ister yırtıcı
hayvanlar yesin ister yanıp kül olsun ve toz halinde külü havaya dağılsın,
ister denizde boğulsun hiçbirşey değişmez. Kabirdeki azabı veya nimetleri hem
ruh hem de beden bareberce tadarlar. (Akideni'1-İslamiyye 237)
Şayet, "bütün bu
durumlarda ölmesine rağmen kişi nasıl sorguya çekilebilir?" diye bir soru
sorulursa şöyle cevap verilir: İnsan bedeninin zerreleri, ister mezarda toplu
bulunsun, ister boş bir arazide saçılsın isterse yırtıcı bir hayvanın midesinde
parçalanmış olsun onları tekrar hayata geri çevirmek Allah'a da zor bir iş
değildir. Her halükarda kişi, meleklerin sorgulamasından yorgun düşecek,
kendisine soru soran ve konuşan meleği görecektir. Bu meselenin çözüm şeklini
öğrenmek için merak edilecek bir durum yoktur. Çünkü ölüm sonrasının
hakikatleri başka bir sisteme göre programlanmıştır. Şu anda yaşayan
canlıların gördüğü şu alemden ve sistemden tamamen farklıdır.
Bu meselenin
açıklanmasında Gazali şöyle diyor: Bu göz, ruhlara mahsus gaib aleminin
işlerini -ki ahiretle ilgili konularda gaib alemiyle ilgilidir, gözlemlemeye
elverişli değildir. Sahabe-i kiramı görmez misin? Cibril (a.s.)'in indiğine
onu görmedikleri halde nasıl inanıyorlardı? Peygamberimizin de O'nu gördüğünü
nasıl tasdik ediyorlardı? Eğer bunlara inanmıyorsan, meleklere ve vahye olan
imanının esaslarını düzeltmek, yapacağın en önemli iştir. Eğer
buna inanıyor ve Peygamberimizin diğer
insanların göremediği şeyleri görebileceğine ihtimal verebiliyorsan aynı şey
ölü hakkında neden olmasın!...
El-Akîdetü't-Tahaviyye
şârihi kitabında şöyle diyor: "İnsanların durumlarına göre kabirde azab
görecekleri veya nimetlenecekleri ve iki meleğin sorgulaması, Peygamberimizden
nakledilen birçok haberlerde sağlam bir şekilde tesbit edilmiştir. Meselenin
bu şekilde tesbit edildiğine inanmamız ve iman etmemiz gerekir. Bunun şekli
hakkında da konuşmayız, çünkü bunun keyfiyyetini anlayamaz ve akla bu dünyada
iken bu konuda bir bilgi de verilmemiştir. İslâm, akim hiçbir şekilde hayal
edemeyeceği şeyleri insanlara sunmaz. Fakat bazen insan aklını hayrete düşüren,
şaşırtan konuları gündeme getirebilir. Öldükden sonra ruhun bedene dönmesi de
bu dünyada aklın normal olarak bileceği şeylerden değildir. Bu dönüş, dünyada
alışılagelmiş dönüşden farklı bir şekilde meydana gelir.
Ruh bedende her
durumda değişik şekillerde bulunur:
1) Ruhun, ana
karnındaki ceninde bulunma durumu.
2) Ruhun,
insanın dünyaya geldikten sonra bedeninde bulunuşu.
3) Ruhun,
insan bedeninde uyku halinde bulunma durumu.
4) Ruhun, Berzah aleminde (ölümle yeniden
dirilme arası yaşanan alem) insanın bedeninde bulunma durumu. Ruh bu durumda
her ne kadar bedenden ayrılsa bile, hiçbir ilişki kalmayacak şekilde tamamen
ayrılmış sayılmaz. Berzah aleminde ruhun bedenle var olan ilişkisi özel bir
durumdur. Kıyamet gününden Önce bedenin tam bir canlı olmasını gerektirmez.
5) Ruhun,
cesetlerin yeniden diriltildiği bedende bulunuşu. Bu, ruhun bedende en kâmil
bir şekilde bulunuşudur. Bu durumla, ruhun bedende bulunduğu önceki dört durum
arasında bir orantı yoktur. Çünkü bu son durumda ruhun bulunduğu beden ölümü,
uykuyu ve bozulmayı asla kabul etmez. Uyku, ölümün kardeşidir. Bunları düşünen
kişiye birçok kapalı meseleler açık hale gelir.
Şu da bilinmelidir ki
kabir azabı; Berzah alemi aza-bındandır. Çünkü her ölüm, eğer azaba müstehak
ise mutlaka o azabdan hissesine düşene ulaşacaktır. Bu kişi kabre defnedilsin
veya yırtıcı hayvanların yemesiyle veya yanıp kül olması ve havaya saçılmasıyla
veya asılmasıyla veya denizde boğulması sebebiyle defnedilmemiş olması durumları
aynıdır. Bu durumlardaki kişinin ruhuna ve bedenine kabirde bulunan kişiye
olduğu gibi aynı azab ulaşır. Ve yine aynı şekilde meleklerin karşısında
oturtulması, kemiklerinin birbirine geçmesi ve diğer şeyler hadislerde anlatıldığı
gibi aynen uygulanır.
Peygamberimizin bu
hadislerdeki maksadını, fazla aşırıya kaçmadan anlamak gerekir. Onun sözü,
ihtimali olmayan şekillerde yorumlanamaz. Açıklamak istediği maksadı eksik
bırakan yorumlar da yapılamaz.
Büyük alim İbn-ül,
Kayyim el-Cevziyye şöyle der: "Ümmetin selefinin ve imamlarının görüşü
şudur: İnsan ölünce ya nimetler içinde olur ya da azab içinde olur. Her iki
durum da insanın hem bedeni hem ruhu için meydana gelir. Ruh bedenden
ayrıldıktan sonra ya azab çeker ya da nimetlerden faydalanır. Ruh bazen bedene
bitişir ve bedende aynı şekilde ya azab çeker ya da nimetlenir. Sonra Büyük
Kıyamet günü olunca ruhlar bedenlere tamamen iade edilir ve insanlar kabirlerinden kalkarak Rab.'lerine
doğru yönelirler. Bedenlerin yeniden diriltilmeleri müslümanla-rın, yahudilerin
ve hristiyanların fikir birliği ettikleri bir konudur. (Akidetü'l-İslamiyye
237) [53]
Kıyamet Alametleri
"Es Sâ'at"
kıyamet gününün isimlerinden biridir. Kıyamet günü, çok büyük kainat
olaylarının meydana geldiği bir gündür. O günde gökler dürülür, yer yüzü
parçalanır, kainattaki maddî düzen dağılır. Bu olayın meydana geleceği zaman
ve vakitle ilgili bilgiyi Allah (cc), peygamberler de dahil bütün insanlardan
gizlemiştir. Kim olursa olsun hiçbir insanın ömründen geriye kalan süreyi
bilmesine imkân yoktur.
Allah (cc) şöyle
buyurur: Ey Muhammed! Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını
soruyorlar, de ki:"Onu ancak Rabbin bilir, onun vaktini O'ndan başka
belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat,
sizlere ansızın gelecektir." Sen sanki Öğrenmişsin gibi sana soruyorlar,
de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği
bilmezler." (A'raf 187)
Ve yine Allah şöyle
buyurur: "Doğru sözlü iseniz bildirin bu azab sözü ne zamandır.",
derler. De ki: "O bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.".
(Mülk 25, 26)
Diğer bir ayette de
Yüce Allah: Ey Muhammed! Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar.
Nerde senden onu anlatması? Onun bilgisi Rabbine aittir, (Naziat 42, 43,44)
buyuruyor.
Peygamberimiz bu
durumu,üzerine ittifak edilen sahih bir hadiste Cibril'in "Kıyamet ne
zamandır?" sorusuna verdiği cevapta şu şekilde açıklamıştır: "Sorulan
kişi sorandan daha bilgili değildir."
Kıyamet kopmadan önce
meydana gelecek bazı olaylara "Kıyamet Alâmetleri" denir. Allah
şöyle buyurur: "Onlar kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi
bekliyorlar? Şüphesiz onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca
ibret almaları neye yarar?" (Muhammed 18)
Kıyamet alametleri iki
bölüme ayrılır.
a) Küçükal
amerler,
b) Büyük
alametler. [54]
Kıyametin Küçük Alemetleri
Bu konuda birçok sahih
hadis nakledilmiştir ki onlardan bazıları şunlardır:
1) Buhari, Müslim ve Tirmizi'de Enes (r.a.)'den
şu şekilde nakledilmiştir: Peygamberimiz: "Ben ve kıyamet, şu iki parmak
gibi gönderildim, buyurdu ve şahadet parmağı ile orta parmağını birbirine
bitiştirdi. (Müslim
8/505)
Hadis peygamberimiz
ile kıyamet arasında başka bir peygamberin gelmeyeceğini göstermektedir.
Peygamberimizden sonra kıyametin kopması, zamanının yakın olduğunu da
gösterir.
2) Cibril hadisinde de Cibril (a.s.)
Peygamberimize kıyametten sordu. Peygamberimiz de: "Bu meselede so-rulan
sorandan daha bilgili değildir," buyurdu. Cibril de: "Öyle ise bana
onun alâmetlerinden haber ver," dedi. Rasûlüllah: "Cariyenin
sahibesini doğurması, (Diğer bir rivayet ise "sahibini doğurması"
şeklindedir) yalın ayak, çıplak ve fakir olan davar çobanlarının bina yapmakta
birbirleriyle yarış yapar olduklarını görmen-dir," buyurdu.
Bu hadisi Buhari ve
Müslim Hz. Ömer vasıtasıyla nakletmişlerdir.
Cariyenin sahibesini
doğurmasının anlamı; evlatların anne-babaya itaatsizliklerinin artması, çocuğun
annesine, efendinin cariyesine yaptığımız amele gibi söverek, döverek ve
hizmet ettirerek ihanet etmesidir. (Fetu'1-Bâri U/293)
3) Buhari'de
Ebu Hureyre (ra)'den şu hadisi nakleder. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "İki
büyük (İslâm) ordusu birbirleriyle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak-tır. Bu
iki camianın ikisinin de davaları bir olduğu ikisi de İslâm ve hak iddiasında
bulundukları halde aralarında büyük bir harp olacaktır. Otuza yakın bir takım
yalancı Deccâllar türeyip hepsi de Allah'ın Rasûlü olduğunu iddia etmedikçe
kıyamet kopmaz. İlim (ehli) alınmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zamanın
bereketi gitmedikçe, çeşitli fitneler ortaya çıkmadıkça, Here (öldürmek) çoğalmadıkça
kıyamet kopmaz. İnsanların malları o kadar çoğalır ve bollaşır ki zengin
zekatını verecek birisini bulup ona zekat borcunu vermeye teşebbüs edince
verilen kişi: "Benim ona ihtiyacım yok" diyerek onu geri çevirir.
İnsanlar bina yapmakta yarısırlar. (Belalar çoğaldığından) bir adam birinin
kabrinin yanından geçerken: "Keşke ben de orada ölü olsaydım" der.
Güneş batıdan doğar. İşte o zaman bütün insanlar iman ederler fakat o an, daha
önce iman etmemiş veya imanıyla bir hayır kazanmamış kişilerin imanının
hiçbir fayda vermeyeceği bir andır. Kişi sağmal devesini sağarken sağılan süt,
süt kabının ağzına ulaşmadan kıyamet elbette kopar. İki kimse elbise
alışverişi yaparken alışverişi henüz bitirmemiş oldukları halde kıyamet elbette
kopar. Kişi kendi su havuzunu düzeltirken henüz oradan çıkmadan kıyamet kopar.
Yiyeceğini azgına götürür, onu yemeden kıyamet elbette kopar. (Müslim 8/507)
Hadiste geçen bazı
kelimelerin açıklamaları şöyledir: İki büyük ordu; Hz. Ali ve Hz. Muaviye'nin
ordusudur. Deccâllar gönderilir demek, Deccâllar ortaya çıkar, demektir. İlim
alınır demek, din alimleri ve Allah davetçi-lerinin ruhları alınır, demektir.
Zaman yaklaşır demek, uzak mesafeler kısa sürede katedilir, demektir. Nitekim
günümüzde uzay gemileri, uçaklar, arabalar vapurlar, gemiler, trenler ve
benzeri vasıtalar bu konuda birer örnek teşkil edebilir. Başka bir yorum olarak
da şu şekilde denmiştir: Bundan maksat, zaman dahil herşeyden bereketin
kesilmesi demektir. Bir yıl bir ay gibi bin ay bir hafta gibi, bir hafta bir
gün gibi,bir gün bir saat gibi. Herç çoğalır demek; siyasi, iktisâdi,
toplumsal ve diğer konularda ortaya çıkan bunalım ve entrikalarda, öldürmek ve
anarşinin ço-ğalımı demektir. Sağmal deve, sütü çok deve demektir.
4) Buhari ve
Müslim'de Ebu Hureyre rivayetiyle şu hadis zikredilmiştir. Peygamberimiz (sav)
şöyle buyurmuştur: "Müslümanlarla Yahudiler arasında çok kanlı bir savaş
olmadıkça kıyamet kopmaz. O savaşta Müslümanlar Yahudileri tamamiyle kırıp
öldürürler. (Bu Yahudi mahvı o kadar umumi olur ki) hatta bir Yahudi taş veya
bir ağaç arkasına saklanır, sonra o taş veya ağaç: Ey Müslüman! Ey Allah'ın
kulu! Şu arkamda saklanan kimse bir Yahudidir. Gel de onu Öldür, der. Garkad
ağacı müstesnadır. Çünkü o yahudi ağacı çeşi-dindendin (Müslim 8/457)
5) Buhari'de
yine Ebu Hureyre rivayetiyle şu hadis zikredilir: Bir adam Peygamberimize:
"Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Peygamberimiz de: Emanet zayi
edildiği zaman kıyameti bekle! buyurdu. Adam: Onun zayii nasıl olur? diye
sordu. Peygamberimiz: İş (idare) e-hil olmayana verildi mi kıyameti bekle!
buyurdular. [55]
Müslim, Ebu Davud,
Tirmizi ve İbn-i Mace'de Hu-zeyfe b. Esîd el-Gıfârî'den nakledilen bir hadisde
peygamberimiz büyük alametlerden on tanesini şu şekilde saymıştır; Huzeyfe
şöyle dedi: Bizler (kıyamet hakkında...) müzakere eder halde iken peygamber
(sav) ansızın yanımıza çıka geldi ve: "Neyi müzakere ediyor sunuz?"
diye sordu. Orada bulunan sahabiler: "Kıyameti müzakere ediyoruz,
dediler. Peygamberimiz: "Sizler daha evvel on alâmeti görmedikçe asla
kıyamet kopmayacaktır." buyurdu. Ve şunları zikretti: Duman (ve ya ateş),
Deccâl, Dâb-betü'1-Arz, güneşin batıdan doğması, İsâ (a.s.)'nın inişi, Ye'cüc
ve Me'cûc'un çıkması,biri doğuda biri batı-da, biri de Arap yarımadasında olmak
üzere üç yer çöküntüsü, insanları önüne katıp mahşer yerine sürecek olan bir
ateşin Yemen'den çıkması. (Buhari Fitre 25)
Aşağıda bu alâmetlerin
en önemli ve meşhur olanlarını açıklayacağız.
[56]
1) Güneşin Batıdan Doğması:
Kıyamet zamanı
yaklaştıkça Allah, tabiat aleminde bazı değişiklikler yaratacak, insanların
ahşagelmediği birtakım alametler ortaya çıkaracaktır. Mesela güneşin batıdan
doğuşu da, bildiğimiz doğudan doğuşun tersine bir olaydır. Bu konuda Buhari'de
Müslim'de ve Ebu Da-vud'da sağlam hadisler mevcuttur. Bunlardan biri de şudur:
Ebu Hureyre'den Peygamberimizin şöyle dediği nakledilir: "Güneş batı
tarafından doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup, insanlar bu olayı görünce
toptan iman edecekler, fakat bu önceden iman etmemiş olan veya imanında hayır
ve üstünlük kazanmayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda vermediği
zamandır."
Hadiste şu ayete
işaret edilir: Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün,bir kimse daha önce
inanmamiş-sa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez.
(En'am 158)
Ayetin izahı şudur:
Güneş batıdan doğduktan sonra kafire imanı, günahkara tevbesi, daha önceden
güzel işler yapmamış mü'mine de amelleri hiçbir fayda sağlamaz. [57]
2) Dabbetü'l-arz'ın Çıkması
Kur'an'da ve
hadislerde bu isimde bir canlının çıkmasından bahsedilmektedir ki Kur'an'da
Allah şöyle buyu-
rur: "O Söz (ün
manası yani kıyamettehdidi) kendileri-nin aleyhinde meydana geldiği zaman,
yerden bunlar için bir dabbe (canlı) çıkarırız ki, onlara, insanların
ayetlerimize kesin bir kanaat beslemez olduklarını (başlarına kakarak) söyler.
(Nemi 82)
Dâbbenin durumu
hakkında Müslim ve Ebu Da-vud'da zikredilen sağlam hadislerden birinde:
Abdullah b. Amr şöyle der: "Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: "İlk
çıkacak kıyamet alâmeti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti
insanların üzerine Dâbbe'nin çıkmasıdır. Bu ikisinden hangisi diğerinden önce
çıkarsa, öteki de hemen onun izinde olacaktır.
Bu dâbbenin ne tür bir
canlı olduğunu, ve şeklini Al-lah'dan başkası bilmez. Bu canlı insanlarla
konuşacak, insanlara mü'min veya kafir diye tanıtıcı alamet koyacaktır. İşte
artık o zaman, önceden iman etmemiş olan veya imanında hayır ve üstünlük
kazanmayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda vermediği zamandır. [58]
3) Deccâl'ın Ortaya Çıkışı:
Deccâl'e bu isim,
insanların gözlerini boyayarak gerçekleri Örteceği, çok yalan söyleyeceği ve
hakkı batıl ile örteceğinden ötürü verilmiştir. Deccâl, aslen Yahudi olan,
tanrılık davasında bulunacak olan bir şahıstır. İstidrac adı verilen bazı
olağanüstü şeyler göstererek insanları dinlerinden uzaklaştırmaya çalışacak,
gerçek mü'minlerin ayaklarını Allah sabit tutarak onun aldatmalarından etkilenmelerini
önleyecektir. Sonra Allah yok edilmesini isteyince Hz. İsa yeryüzüne iner ve
onu öldürür. Birçok hadis kitaplarında konuyla ilgili olarak korkutan, ondan
haber veren ve onun
sıfatlarını anlatan bol bol hadisler anlatılmıştır. Bunlardan birkaçı
şunlardır:
a) Abdullah
b. Ömer şöyle dedi: "Bir defa peygamberimiz insanların içinde ayağa
kalktı ve Allah'ı ulûhiyet sânına layık sıfatlarla övdü. Sonra Deccâl'i
zikredip şöyle buyurdu: Ben sizleri kesin olarak onun şerrinden sakındırırım.
Bütün Peygamberler kavmini Deccâl'ın şerrinden sakındırmıştır. Fakat şimdi ben
size onun hakkında hiçbir peygamberin söylememiş olduğu bir vasfını
söylüyorum. İyi biliniz ki Deccâl şaşıdır. Pâk ve Yüce Allah ise şaşı
değildir. (Müslim 8/468)
b) Ukbe, Huzeyfe'ye; "Bize Rasûlüllah'dan
Deccâl hakkında işitdiğini anlat, dedi. Huzeyfe: "Şüphesiz ki Deccâl
çıkacaktır. Onun beraberinde bir su ve bir ateş bulunacaktır. Amma insanların
su olarak görecekleri şeye gelince, işte o yakıcı bir ateştir. İnsanların bir
ateş olarak görecekleri şeye gelince, O da tatlı soğuk bir sudur. Sizlerden
her kim Deccâl'ın çıkması zamanına erişirse ateş suretinde göreceği şey
tarafında bulunsun! Çünkü o tatlı soğuk bir sudur." dedi. Bunun üzerine Ukbe',
Huzeyfe'yi tasdik etmek için: Ben de bu hadisi Rasûlüllah'dan işitdim"
dedi. (Müslim 8/474)
c) Nevvas b.
Sem'ân şöyle dedi: Rasûlüllah bir sabah vakti Deccâl'i zikretti ve onun
hakkında o derece alçaltma (hakîr görme) ve yükseltme (harikulade işler yaparak
fitnesinin büyük olması hakkında konuşma) yaptı ki artık bizler onu bir
hurmalık içinde (Medine hurmalıklarının yakınında) zannettik. Biz kendisine
doğru yürüdüğümüzde Rasûlüllah bizdeki bu vaziyeti anladı ve: Sizin haliniz nedir?
dedi. Biz de: Ya Rasûlüllah! Sabahleyin Deccâl'i anlattın ve onun hakkında o
derece alçaltına ve yükseltme yaptın ki nihayet bizler onu bir hurmalık içinde
zannettik, dedik. Rasûlüllah (s.a.v.)
"Beni, sizin
üzerinizde ençok korku ve endişeye düşüren Deccâl bu sizin düşündüğünüz
Deccâl'den başkadır. Eğer O, ben henüz sizin içinizde bulunurken meydana
çıkarsa ben sizin önünüzde ona karşı durup sizleri müdafaa eder ve ona hiç bir
yardımcıya muhtaç olmadan tek başına ve açık delille galib geleceğim. Eğer ben
içinizde yok iken çıkarsa, o zaman her bir kişi bizzat kendi nefsinin
müdafaası olacaktır. Allah da her bir müslüman üzerine benim halefîmdir.
Şüphesiz o, sevilmeyecek şekilde gayet kıvırcık saçlı bir gençtir. Onun bir
gözü (salkımmdaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi) dışarı
fırlamıştır. Sanki ben onu Abdul'uzza b. Kaan'a benzetiyorum. Sizlerden her kim
ona erişirse hemen ona karşı Kehf suresinin başta-raflarını okusun. Muhakkak o,
Şam ile Irak arasında kayalık bir mevkide (yahut o semtde) çıkacaktır da sağ
tarafda ve sol tarfda (yani her tarafda) en süratli şekilde şiddetli
karışıklıklar yapacaktır. Ey Allah'ın Kulları! Sizler sebat ediniz, buyurdu.
Biz: Ya Rasûlüllah!
Onun yeryüzünde kalması ne kadar sürer! diye sorduk. Rasûlüllah: 40 gün, bir
gün bir sene gibidir. Bir gün bir ay gibidir. Bir gün de bir cuma yani bir
hafta gibidir. Onun geri kalan günleri ise sizin günleriniz gibidir, buyurdu.
Biz Ya Rasûlüllah! O'nun yeryüzündeki sürati ne kadardır? diye sorduk.
Rasûlüllah: Rüzgarın yöneltip sevkettiği yağmur (un sürati) gibidir. Deccâl
bir kavmin üzerine gelir ve onları davet eder. Onlar da iman edip kendisine icabet
eder, sonra O, göğe emreder gök te yağmur yağdırır. Yere emreder, o da hertürlü
bitkiyi bitirir. O kavmin otlamaya çıkarılmış olan hayvanları akşam üzeri
kendilerine en yüksek ve en güzel halde memeleri de sütün çokluğundan ötürü en
dolgun vaziyette,boş böğürlerinin çevresi ise iyice doyduklarından dolayı en
uzun olmuş durumda dönerler. Sonra diğer bir kavme gelip onları da davet eder.
Fakat o kavim, onun sözünü kabul etmeyip reddederler. Bunun üzerine Deccâl o
kavimden geri döner, gider.
Sonra o kavim az
yağmurlu bir kıtlık belasına çatarlar. Ellerinde mallarından hiçbirşey kalmaz.
Dec-câl,bir harabeliğe urarda ona hitaben: Hazinelerini meydana çıkar! der.
Sonra o harabeliğin hazineleri bal arısı cemaatlerinin kendi arı beyleri
arkasına tâbi olup gitmeleri gibi onun arkasından giderler. Sonra o, yetişkin,
gençlik dolu bir civanmerd çağırır, onu kılıçla vurup iki parça halinde keser
de parçaları bir ok atımı mesafesi kadar birbirinden ayırır. Sonra Deccâl, parçaladığı
genci çağırır, o da hemen yüzü parıldayarak ve güler halde yönelir gelir.
Deccâl buişle meşgul
olduğu sırada birden bire Allah Meryem oğlu Mesih'i gönderir. O da Dımaşk'ın
doğu tarafındaki Beyaz Minare yanına herd boyası ile boyanmış iki parça
elbise içinde ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş vaziyette iner.
Başını aşağıya eğince su damlatır, yukarıya kaldırdığı zamanda ondan iri inci
tanesi gibi duru ve güzel bir su iner. Artık hiçbir kafir için onun nefesinin
rüzgarını diri olduğu halde bulması mümkün olmaz. Onun nefesi de gözünün
göreceği yere kadar ulaşır. Sonra İsa Deccâl'ı arar ve nihayet ona
Beytulmakdis'e yakın bir yer olan Bâbu Ludd denilen yerde yetişerek
öldürür." (Müslim 81479, 480)
Bu anlatılanlara
bakıldığı zaman kişinin aklına şöyle bir soru gelebilir: Yüce Allah böyle,
ölüyü diriltme benzeri, ancak peygamberlere mahsus, büyük harikulade olayları
nasıl oluyor da Deccâl gibi birinin vasıtasıyla meydana getiriyor?
"Bu soruya cevap
olabilecek şekilde Hattabî şöyle der: Bu bir çeşit kulları imtihan etmedir. Çünkü
kular Dec-câl'ın davasında haksız olduğunu belirten bir takım bilgilere
sahihtirler. Örneğin o şaşıdır, her müslümanın okuyacağı şekilde alnında
"Kafir" yazar, davası batıldır, zatı ve şerefi eksik, küfür alameti
üzerinde açıktık. Şayet o tanrı olsaydı bunlardan beri olması gerekirdi. Gerçek
peygamberlerin mucizeleri her türlü itirazdan kurtulmuştur. İşte ikisi
arasındaki fark budur.
İbn Hacer de şöyle
der: "DeccâTde onun yalancılığını gösteren açık deliller vardır. Çünkü o
parçaları bir araya getirilmiş gibi bir yapıdadır. Gözü şaşı olduğundan yaptığı
işteki beceriksizliği önce kendinde görülür. İnsanlar, kendisinin onların
Rabbi olduğunu kabule çağırıldığı zaman akıllı bir insan onun kötü durumunu
kendi nefsindeki noksanlığı gideremeyen bir tanrının başkasını yaratması, eksiklerini
gidermesinin mümkün olamayacağını bilmesiyle anlamış olur. En azından şu soruyu
sorar: Ey göğün ve yerin yaratıcı olduğunu zanneden bedbaht! Şu haline bak!
Önce kendini düzelt! Kendindeki pürüzü gider! Eğer sen
bir tanrının
kendindeki bir arızayı gideremeyeceğini zannediyorsan alnında yazılı olanı
gider! [59]
4) İsa (a.s.)'in Dünya'ya İnişi
Kıyametin en önemli
alametlerinden biri de İsa (a.s)'nm, son zamanda, Deccâl'in dünyada bulunduğu
sırada yeryüzüne inmesidir. Bu şekilde İsa (a.s.) Deccâl'ı öldürür, İslâm'ın
hükümleri ile Allah'ın takdir ettiği bir süre kadar hükmeder sonra vefat edip,
cenaze namazı kılınır ve defnedilir. İsa (a.s.)'nm yeryüzüne inişi Kur'an ve
sünnetle sabittir. Kur'an'da şöyle buyurulur:
a) "Bu,
bir de: "Meryem oğlu İsa Mesih'i -Allah'ın elçisi- öldürdük."
demelerinden ötürüdür. Oysa onu Öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü.
Ayrılığa düştükleri ancak zanna uymaktan ibarettir, kesin olarak onu
Öldürmediler. Bilakis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah güçlüdür,
hâkim'dir. Ki-tab ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur. O,
-gerektiği gibi inanmadıklarından- kıyamet günü onların aleyhine şahit
olur." (İbn-i Kesir 1/577)
Burada konuya ışık
tutan bölüm "Kitab ehlinden, Ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak
yoktur." bölümüdür. Açıklama şöyledir: İsa (a.s.) indikten sonra Kitab
ehlinden olanların hepsi, o, ölmeden önce ona inanacaklardı. Ayetteki
"ölmeden önce" ifadesindeki zamir İsa'ya aittir ki bu da İsa'nın
henüz ölmediğine apaçık bir delildir.
İbn-i Kesir bu şekilde
ayeti açıkladıktan sonra şöyle der: "Şüphe yok ki doğru olan şekil budur.
Çünkü bu ayetlerden önce geçen ayetlerdeki yahudilerin İsa'yı öldürdükleri ve
astıkları yolundaki iddialarının batıl olduğu ve bumananın kasdedildiğini
göstermektedir. Halbuki Allah, meselenin bu şekilde olmadığını haber vererek
onların İsa'nın benzerini öldürdüklerini, bu konuda yeterli bilgiye sahip
olmadıklarını belirtiyor. Sonra da o'nu Allah kendi katma yükseltti. İsa (a.s.)
hâlâ diridir. Mütevatır hadislerin belirttiği gibi kıyametten önce yeryüzüne
inecek, DeccâTı Öldürecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır.
Yani diğer din sahihlerinden cizye vererek yaşamalarını kabul etmeyip ya
müslüman olmalarını ya da öldürüleceklerini haber verir. Bu ayetin haber
verdiğine göre de o anda bütün ehl-i kitab ona inanacak onu tasdikten hiç kimse
geri kalmayacaktır.".
b) Allah
(cc) şöyle buyurur: Meryem oğlu (İsa) misal verilince, senin kavmin
(kendilerini haklı çıkaran bir delil bulduklarını sanarak) bağırışmaya
başladılar. "Bizim tanrımız mı yoksa, o mu daha iyidir?" dediler.
Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz
kavgacı bir millettir. Meryem oğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğuila-rına
örnek kıldığımız bir kuldur. Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin
yerinizi tutacak melekler var ederdik. O, kıyametin kopacağını bildirir bir
ilimdir, o saatin geleceğinden şüphe etmeyin. Bana uyun, bu doğru yoldur.
(Zuhruf 57, 58, 59, 60, 61)
Burada da konuya ışık
tutan bölüm, "O, kıyametin kopacağını bildirir, o saatin geleceğinden
şüphe etmeyin." bölümüdür. Burdaki zamir de İsa (a.s.)'ya gider. Bunun
manası; İsa'nın, kıyametin kopmasına kesin bir delil olduğudur. Konuyla ilgili
birçok hadis bulunmakla birlikte şu 'kişini belirterek yetineceğiz:
a) Buhari'de Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Rasûlüllah buyurdu ki: "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki,
Meryem oğlu (İsa)'nun âdil bir hâkim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır.
O, haçı kıracak, domuzu Öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. (O zaman) Mal o
kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. Ve hatta bir tek
secde dünya ve dünyanın içindekilerden daha hayırlı olacak?" Bundan sonra
Ebu Hureyre, isterseniz şu (mealdeki) ayeti okuyunuz, der.
"Andolsun, kitap
ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce inanacak olmasın. Kıyamet günü
de o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.". (Nisa 159)
b) Yine Ebu
Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilir: Peygamberimiz buyurdu: Peygamberler
esasında
ortak zevcelerden olma
kardeşlerden ibarettirler. Onların anaları ayrı ayrıdır, halbuki dinleri
birdir. İsa yeryüzüne inecektir. (Müslim 1/206) [60]
5) Ye'cüc-Me'cûc'ün Çıkışı
Kur'an'da ve
hadislerde bu alamet konusunda şunlar zikredilir: Kur'an-ı Kerimde:
a)
"Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda, iki dağın arasına varınca, orada
neredeyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı. Dediler ki: Zülkarneyn!
Doğrusu Ye'cüc ve Me'cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların
araşma bir set yapman için sana bir vergi verelim mi? Rabbimin bana verdikleri
sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına
sağlam bir sed yapayım.". Bana demir kütleleri getirin" dedi. Bunlar
iki dağın arasım doldurunca: "Körükleyin" dedi. Demirler akkor haline
gelince: "Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim" dedi. Artık
Ye'cüc ve Me'cüc onu ne aşabildiler ve ne de delip geçebildiler. Zülkarneyn:
"işte bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin tayin ettiği zaman gelince onu
yerle bir eder, Rabbimin verdiği söz gerçektir." dedi. (Kehf 92, 98)
b) Ye'cüc ve
Me'cüc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar. Gerçek vaad
yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beliriverir.". Vah bize! Bundan
önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik.", derler. (Enbiya 96, 97)
Hadisi şeriflerde de
şunlar beyan edilir:
a) Buhari ve
Müslim'de Zeynep binti Cahş'tan Peygamber (sav)'in şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "LAİLA-HE İLLALLAH! Zamanı yaklaşan serden, büyük imtihandan
dolayı vay Arabın haline! Bu gün Ye'cüc ve Me'cüc'ün şeddinden şunun gibi bir
delik açıldı" bu-yuruyordu. Bunu söylerken de baş parmağı ile onu takip
eden (şehâdet) parmağını baltaladı. Bunun üzerine ben: Ya Resulullah! İçimizde
bunca iyi kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordum. Rasûlüllah:
"Evet (fasıklık, fâcirlik, fuhuş, ahlaksızlık, zulüm gibi maddî manevi her
türlü içtimaî) pislikler çoğaldığı zaman (helak olursunuz)" diye cevap
verdi. (Müslim 8/408)
Müslim, Tirmizi ve
İbn-i Mace'de içinde Deccal'in haberi, İsa'nın inişi ve Ye'cüc'ün zikri geçen
ve Nevvâs b. Sem'ân'dan rivayet edilen uzun hadiste peygamberimiz şöyle
buyurmuştur:
"Ve Allah, Ye'cüc
Me'cüc'ü gönderir. Halbuki onlar her bir tepeden süratle yürüyüp geçerler.
Onların ilk kafileleri Taberiyye gölüne uğrarlar da onda bulunan suyun hepsini
içiverirler. Ye'cüc ve Me'cüs kalabalığının sonu oraya uğrar da: "Yemin
olsun ki bir defasında burada bir su vardı." derler. (Müslim 8/480)
Ye'cüc-Me'cüc'ü
Kur'an, insanlardan meydana gelen büyük bir topluluk olarak ifade etmiştir.
Dünya'ya aniden gelecek, her bir tepeden süratle yürüyüp geçecekler, korkunç
ve gaflete düşüren bir şekilde bozgunculuk ve ölümü yayacaklardır. Şu kadar var
ki Kur'an, onların ortaya çıkacağı zamanı insanlardan gizlemiş, fakat onların
bir gün mutlaka oıtaya çıkacaklarına ve bunun kıyametin yaklaştığın] gösteren
büyük alametlerden biri olduğuna dair kesin beyanda bulunmuştur. Onun zamanını
Allah'dan başka hiçbir kimse bilemez.
Seyyid Kutub "Fi
Ziîalil Kur'an"da şöyle der: "Ye'cüc "Me'cüc kimlerdir? Şu anda
nerededirler? Önceden durumları ne olmuş ve sonradan ne olacaktır? Bütün
bunlar doğru cevap verilmesi güç olan sorulardır. Biz bu konuda ancak Kur'an'da
ve salih hadislerde gelen ve onların kıyamet alametlerinden biri olarak
çıkacaklarından başka birşey bilmiyoruz." (Fizilal-il Kur'an 5/411,413) [61]
Bu başlık altında
kıyametin manası, diğer adları, ne zaman olacağı, Kur'an'ın bu konuya verdiği
önem, kıyametin başlaması, dirilme, yayılma, şefaat, hesaba çekilme, havuz,
mizan,sırat köprüsü, cennet-cehennem konulan açıklanacaktır. [62]
Kıyametin anlamı
Ahiret günü, içinde
yaşadığımız şu alemin yok olmasıyla başlar. Bütün canlı varlıklar ölür,
yeryüzü ve gök değişir, sonra Allah yeniden herşeyi yaratır, bütün insanları
diriltir, onlara yeniden bir hayat verir, diriltilmeden sonra Allah, her ferdi
yaptığı iyi ve kötü işlerden dolayı hesaba çeker, salih amelleri kötü
işlerinden fazla olanları cennete, kötü işleri salih amellerinden fazla
olanları da cehenneme sokar. [63]
Kıyametin diğer adları
Kıyamet gününde olacak
olayları hatırlatan manalarda kıyametin başka isimleri de vardır. Bunlar
şunlardır:
a) Kıyamet günü: "Kıyamet gününe yemin ederim.".
(Kıyamet 1)
b) Dirilme
günü: Kur'an'da şöyle geçer: Kendilerine ilim ve iman verilenler: "And
olsun ki,
siz Allah'ın yazısında
mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür,
fakat sizler anlamıyordunuz." derler. (Rum 56)
c) Hesaba
çekilme günü: Kur'an'da şöyle geçer: Musa: "Doğrusu ben, hesab görülecek
güne inanmayan, böbürlenenlerin hepsinden^ benim de Rabbim sizin de Rabbiniz
olan Allah'a sığınırım." dedi. (Gafur 27)
d) Hüküm günü: "De ki: Hükmün verileceği
gün inkarcılara ne inanmaları fayda verir ve ne de ertelenirler.". (Secde
29)
e) Pişmanlık
günü: "Eymilletim! Âhu figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum.".
(Mü'min 32)
f) Hasret günü: "Ey Muhammedi Hâlâ gaflet
içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, onları, işin bitmiş olacağı o hasret
günü ile uyar." (Meryem 39)
g) Çıkış
günü: "O gün çığlığı gerçekten duyarlar, jşte o, kabirden çıkış
günüdür." (Kaf 42)
h) Sonsuzluk
günü: "O cennete esenlikle girin; işte sonsuzluk günü budur." (Kaf
34)
i) Kavuşma
günü: "Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan Allah, kavuşma gününü ihtar
etmek için kullarından dilediğine emriyle vahyi indirir. O gün onlar meydana
çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. "Bu gün hükümranlık
kimindir?" denir. Hepsi "Gücü herşeye yeten tek Allah'ındır"
derler. (Mü'min)
i) Toplanma
ve adlanma günü: "Sizi toplama gününde biraraya götürdüğü gün, işte o,
kimin aldandığı-nın ortaya çıkacağı gündür." (Teğabun 9)
j) Din günü:
"Din gününün sahibi (olan Allah)." (Fatiha 3)
k) Ahiret :
"Ama sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve
daha bakidir." (A'lal6, 17)
1) Kıyamet :
"Doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir." (Hac 1)
m) Kaplayan:
"Ey insanoğlu! Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mi?"
(Gaşiye 1)
n)
Gerçekleşecek olan: "Gerçekleşecek olan! Nedir o gerçekleşecek olan gün?
Gerçekleşecek olanın ne olduğunu sana ne bildirir?" (Hakka 1, 3)
o) Muazzam
gürültü: "O muazzam gürültü, kıyamet kopup geldiği zaman, o gün, kişi
kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar."
(Abese 33, 37)
ö) Kopan
şey: "Kıyamet koptuğunda kimini alçal-tacak ve kimini yükseltecek olan o
hadisenin, yalan olmadığı ortaya çıkacaktır." (Vakıa 1-3)
p) Yaklaşan
gün: "Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır. Onu Allah'tan başka ortaya
koyacak olan yoktur. (Necm 57, 58)
r) Büyük
baskın: "Güç yetirilemeyen en büyük baskın geldiği zaman, o gün, insan ne
uğurda çalıştığını anlar." (Naziat 34, 35) [64]
Kıyamet Nezaman Kopacaktır?
Bu konudaki bilgiyi
Allah kendine tahsis etmiştir. Şöyle buyurur: (Ey Muhammedi) Sana, kıyamet saatinin
ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun
vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını
kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. "Sen sanki öğrenmişsin
gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama
insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.". (A'raf 87)
Diğer bir ayette de:
"Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir,
rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse
nerede öleceğini bilmez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır,
buyurur. (Lokman 34)
Başka bir ayette de:
Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O'na aittir. O'nun bilgisi dışında hiç bir
ürün kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz, ve doğurmaz. Onlara:
"Bana koştuğunuz ortaklar nerde?"
diye seslendiği gün:
"Sana, buna dair bizden hiç bir şahit olmadığını arzederiz." derler,
buyurur. (Fussilet 47)
Diğer bir ayette de:
"(Ey Peygamber) Sana son saati soruyorlar: "Ne zaman gelip
çatacak?" Sen nerede, o-nun saatini söylemek nerede?! Onun son (bilgisi)
Kab-bine aittir."(Naziat 42-44) [65]
Kur'an'ın Kıyamete Çok Önem Vermesi ve Bunun Hikmeti:
Kur'an kıyamete çok
önem vermiş, birçok ayetlerde ahirete imam Allah'a inanmanın bir gereği
saymıştır. Şöyle buyuru 1 ur:
"Allah'a ve
ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin kalındadır.
Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir." (Bakara 62)
"İyi olan Allah'a
ve ahirete inanandır." (Bakara177)
Bu önemin hikmeti:
İnsanın ahiret gününe, diriltile-ceğine, hesaba çekileceğine, cennete veya
cehenneme gireceğine imanın asıl onun hayatının yönlenmesinde büyük tesiri
vardır.
Böyle bir inanç,
kişinin hayatının düzene girmesinde, Allah'tan korkmasında, iyilikler yapıp
kötülüklerden kaçınmasında faziletlerle bezenmesinde, dine zarar veren rezilliklerden
sıyrılmasında çok büyük rol oynar. Bu şekilde, her yönden düzgün fertlerin
yetişmesine ve sağlıklı bir toplumun oluşmasında, büyük katkı sağlar. [66]
Ahiret Gününün Başlangıcı:
İsrafil adlı meleğin
Allah'ın emri ile Sûra ilk üfürüğü üflemesiyle başlar.
Allah Teala şöyle
buyurur: "Sûr'a üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde ve yerde
olanların hepsi düşüp ölür." (Zümer 68)
Bu üfürüşden sonra
ahiret günü, kainatın umumî değişikliğe uğramasıyla başlar. Bu şekilde gök
parçalanır, yıldızlar saçılır, yeryüzü ufalanır, dağlar yumaşak kum yığını
olur, umumî ölüm meydana gelir. Allah'ın diledikleri hariç göklerde ve yerde
olanların hepsi düşüp ölür.
Allah Teala bu durumu
Kur'an'da şöyle beyan eder: "Yerin başka bir yerle, göklerin de başka
göklerle değiştirildiği, herşeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları
günde..." (İbrahim 48)
Diğer bazı ayetlerde
de şöyle buyurulur: "Güneş dü-rülüp ışığı kalmadığı zaman, yıldızlar düşüp
söndüğü zaman; dağlar yürütüldüğü zaman; yabani hayvanlar bir araya
toplatıldığı zaman; denizler kaynaştırıldığı zaman; canlar bedenlerle
birleştirildiği zaman." (İnfitar 1-5)
"Sûr'a bir üfürüş
üfürüldüğü yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman,
işte o gün olacak olur, kıyamet kopar; gök yarılır, o gün düzeni bozulur."
(Hakka 13-16) [67]
İsrafil, Allah'ın emri
ile sûra ikinci defa üfürür. Kur'an'da: Sonra sûra bir daha üflenince hemen
ayağa kalkıp bakışır dururlar," buyurulur. (Zümer 68)
İşte bu ikinci
üfürüşten sonra ba's olur ki o, ölülerin dirilmesi ve kabirlerinden çıkmasından
ibarettir. Kur'an'da şöyle buyurulur: Sûr'a üflenince, kabirlerinden
Rab-lerine koşarak çıkarlar. (Yasin 57)
Diğer birkaç ayette de
şöyle böyruyur: Yer dehşetle sarsıldığı ve insanın: "Buna ne oluyor?"
dediği zaman; işte o gün, yer Rabbinin ona vahyetmesiyle kendi haberlerini
anlatır. O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük
dönerler. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük
yapmışsa onu görür. (Zelzele 1-8)
Gürültü kopacak olan,
nedir o gürültü koparacak olan? O gürültü koparacak olanın ne olduğunu sen bilir
misin? O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneye dönecekler.
Dağlar, atılmış renkli yüne benzeyecekler. (Karia 1-5)
Ba's, dünyada olduğu
gibi insanın ruh ve cesed olarak iadesiyle olacaktır. Bu konudaki deliller
şunlardır: Kur'ân, sünnet ve akl-ı selim, ba's'e inanmanın doğru olduğunu
gösterir. Allah, Kur'an'da ba'si haber vermiş konuyla ilgili deliller getirmiş,
birçok sûrelerde ba'sı inkar edenlere cevap vermiş ve bütün peygamberlerin
kavimlerini ba's ile müjdelediklerini yahut korkuttuklarını ve ba'sı inkar edenin
kafir olacağını beyan etmiştir. Allah Adem'e ve Havva'ya hitaben:
"Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip
geçineceksiniz. Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip
çıkarılırsınız." (A'raf 25) buyurdu.
Allah, Nuh (a.s.)'ın
kavmine şöyle dediğini haber verir: "Allah sizi yerden bitirir gibi
yetiştirmiştir. Sonra sizi
oraya döndürür, ve yine oradan çıkarır." (Nuh 178)
İbrahim (a.s.)'in
şöyle dediğini haber verir: "Herkes işlediğinin karşılığını görsün, diye
zamanını gizli tuttuğu kıyamet mutlaka gelecektir. Buna inanmayan ve he-vasına
uyan kimse seni ondan alı koymasın, yoksa helak olursun.". (Tâha 15, 16)
buyurur.
Allah, Peygamberimize
de ba'se yemin etmesini emretmiştir.
İşte bir kaç ayet:
"İnkâr edenler: "Kıyamet bize gelmeyecektir." dediler. Ey
Muhammedi De ki: "Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbine and olsun
ki o saat size muhakkak gelecektir.". (Sebe 3)
İnkar edenler, tekrar
dirilmeyeceklerini ileri sürenler. Ey Muhammedi De ki: "Evet, Rabbime and
olsun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size
bildirilecektir. Bu, Allah'a kolaydır.". (Tebeğun 7)
Allah Kur'ân'da
yeniden dirilmeyi isbat için, insanın ilk yaratılışının sonradan olan
yaratılışa delil olduğunu, O'nun gücünün herşeye yeteceğini ve bedenleri eski
haline getirmenin de O'nun gücü dahilinde olduğunu beyan etmektedir.
İşte delillerden
bazıları
a) Allah'ın
şu sözü: "Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka
dirilecek miyiz?" derler. De ki: "İster taş veya demir ya da
kalbinizde büyüttüğünüz başka bir yaratık olun, yine de dirileceksiniz.".
"Bizi tekrar kim diriltir?" derler. De ki: "Sizi ilk defa
yaratan.". Sana başlarını sallayarak: "Ne zamandır bu?" derler.
"Yakında olması mümkündür."de. Sizi çağırdığı gün, O'na hamdederek
davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız.
(İsra 49,52)
Şimdi ayette geçen
soru ve cevapları biraz inceleyelim:
Önce kafirler:
"Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek
miyiz?" dediler. Bu soruya cevaben şöyle denilmiş oldu: Şayet siz, sizi yaratan
bir Rabbin olmadığını sanıyorsanız, taş, demir veya kalbinizde büyüttüğünüz
ölümün yok edemeyeceği bir yaratık mı oldunuz?" Eğer siz:
"Sonsuzluğu kabul etmeyen bir yaratığız." derseniz, sizi önceden
yaratanla yeniden yaratılarak iadenize kim engel olabilir? Bu delilin başka
bir yönü daha vardır. O da: Siz taş, demir veya bunlardan daha büyük bir
yaratık olsanız bile Allah sizi yine Öldürerek hayatınıza son vermeye,
bedenlerinize istediği gibi şekil vermeye, bir durumdan diğer bir duruma
çevermeye gücü yeter. Böyle katı cisimlerde böylesine kolaylıkla tasarrufda
bulunmaya Allah'dan başka kimin gücü yeter?
Sonra Kur'ân onların
diğer bir sorusunu haber veriyor: "Bizim bedenlerimiz yok olup
değiştikleri zaman bizi eski halimize kim iade edebilir?".
Şu sözle cevap
verilmiştir: "De ki: Sizi ilk defa yaratan (Allah)". Bu delil de
onları bağlayınca başka bir soruya geçerler: "Ne zaman olacaktır bu?"
Onlara cevaben "yakında olması mümkündür." buyrulmuştur.
b) Bu
konudaki diğer ayetler şunlardır: "(İnsan) kendi yaratılışını unutarak
bize bir misal verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi.
(Ey Muhammed) De ki "Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her
yaratmayı bilendir.". Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş
yakarsınız. Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir
olmaz mı? Elbette olur; çünkü O, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman,
O'nun buyruğu sadece, o şeye "Ol" demektir, hemen olur. Her şeyin
hükümranlığı elinde olan sizin de kendisine döneceğiniz Allah münezzehtir.
(Yasin 76,83)
Dünyada insanlar
içinde en iyi edip olan bir insan bile bu konuyu böyle güzel bir şekilde
anlatamaz. Allah bu konudaki deliline kafirin getirdiği bir soruyla başlayıp
cevap da "Kendi yaratılışını unutur da" diyerek delilini kuvvetlendiren
şu sözüyle devam eder: "De ki: "Onları ilk defa yaratan
diriltecektir.". Öldükden sonra dirilmeye, ilk yaratılışı delil olarak
getirmektedir. Zira aklı yerinde olan herkes bilir ki ilk defa yaratmaya gücü yeten,
ikinci defa diriltemeye de gücü yeter. Bu yeniden yaratma, yaratıcının
yaratılanlar üzerindeki gücünü ve onları yaratmadaki her türlü bilgiyi
bilmesini gerektirince ayete "O, her türlü yaratmayı bilendir"
sözüyle devam etti. Birinci yaratışta her türlü bilgiye ve yeterli kudrete
sahip olan Allah'ın ikinci yaratışta bu konularda aciz kalabileceği hiç düşünülebilir
mi? Velev ki insan ufalanmış bir kemik bile olsu!
Bu ezici delilden
sonra başka bir inkarcının: "Kemik ufalanınca onun yapısı soğuk ve kuru
olur. Halbuki maddelere canlılık veren sıcaklık ve yaşlılıktır. Bu nasıl dirilir?"
sorusuna cevap olarak "Yaş ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş
yakarsınız" buyurmuştur. Kuruluk ve sıcaklığın son noktasındaki ateşi,
elementleri yaş ve soğuk olan bir varlıktan çıkarmaya gücü yeten, maddelerin
birbirine ters olan yapı taşlarım kendine boyun eğdiren Allah'a,İnkarcının
ileri sürdüğü gibi ufalanmış kemiğin canlandırılması hiç de zor gelmez. Sonra
ayetlere şu anlayışı veren bir cümleyle devam eder: Her akıl sahibi bilir ki
büyük işleri yapabilenler ufak işleri daha rahatlıkla yapabilirler. 200 kiloyu
kaldırabilen 50 kiloyu çok daha rahat kaldırır. İşte ayet: "Gökleri ve
yeri yaratan, kendilerinin benzerini (yeniden) yaratmaya kadir olamaz mı? Bu ayette
Allah; çok büyük, azametli,büyük, geniş ve acaib olan yer ve gökleri yaratan
Allah'ın ufalanmış kemiği ilk haline çevirmeye ve onu canlandırmaya daha
rahatlıkla kadir olacağını haber vermektedir. Nitekim başka bir ayette de:
"Gökleri ve yeri yaratmak insanları yaratmaktan daha büyük bir şeydir.
Fakat insanların çoğu bilmezler." (Mü'min 57)
Ayetlerin devamında
şöyle buyurur: Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini (yeniden)
yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur, çünkü; O, yaratan ve bilendir. Allah
bu ayette, yaratmasının hiçbir zorlukla aletle ve meşakkatle olmadığını,
yaratmak istediği şeyi sadece irade-i seniyyesi ile yarattığını ve o şeye
"Ol" demesiyle o şeyin irade buyurduğu şekilde olduğunu beyan
etmektedir. Sonra bu konudaki delili herşeyin hükümranlığının elinde olduğunu
haber vererek şu sözüyle bitiriyor: Siz de ancak O'na döneceksiniz.
"İnsan başıboş
bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nûtfe (sperm) değil miydi?
Sonra kan pıhtısı oldu da (rabbi onu) yarattı, ona şekil verdi." (Kıyame
36-40)
Allah bu ayetlerdeki
yeniden diriltme deliline insanın bir takım emir ve yasaklardan başı boş
bırakılarak yaratıl-madiğini, Allah'ın insanı yaratma hikmetinin böyle olamayacağını
beyan ederek başlamıştır. Nitekim başka bir ayette: Sizi boşuna yarattığımızı
ve bize döndürülmeyeceği-nizi mi sandınız? (Hacc 5,7) buyurur.
Muhakkak ki meniyi
pıhtılaşmış kana, sonra da bir parça ete nakleden sonra onda kulak ve göz
yaratan, onda bir takım güçler ve duyu organları, kemik, faydalı azalar,
sinirler yaratan, sonra bu yaratışını güzelleştirip kemale erdirecek şekilde
çıkaran -ki bu şekil en güzel ve en tamam şekildir- Allah; o varlığı yeniden
yaratmakta, ikinci defa i-cad etmekden nasıl aciz olur? O'nun hikmeti varlığın
başı boş bırakılmasını nasıl gerektirir? Bu O'nun hikmetine yakışmaz. Buna
gücü aciz de kalmaz. Şu veciz ve hayret veren delile bak! Bundan daha iyi
tasvir olamaz.
d) Ey
İnsanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekte şüphede iseniz bilin ki, ne
olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi toprakdan, sonra meniden, sonra
pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten
yaratmişızdır. Dilediğinizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra
sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip ergenlik çağma varırsınız.
Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en son zamanına ulaştırılır ki,
bilirken birşey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur, fakat Biz ona su
indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir.
Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün herşeye
yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde
olanı dirilteceğini gösterir. (Mü'minun 115)
Bu ayetlerde yeniden
diriltilme ile ilgili delil olan bölünıün konusu şudur:
İnsanları topraktan
yaratan, sonra onu bir yaratışta başka bir şekle sokarak rahimdeki hayatında
çeşitli merhalelerle yaratan, dünyada yaşatıp öldüren, yeri yaratan, o-nun
üzerine yağmur yağdıran, çeşitli bitkileri yetiştiren U-lu Allah da insanı
tekrar diriltmeye elbette kadirdir.
e) Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık..
Sonra onu (bir damla) meni halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi
kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik
etten kemikler yarattık, kemiklere et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık
yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne Uludur! Sizler bütün bunlardan
sonra ölürsünüz. Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz." (Mü'minun
12-16)
f) Kur'ân'ı Kerim'de Ashab-ı Kehf (mağaraya sığınanlarım
mağarada 300 güneş veya 390 ay yılı süresince kalışını anlatan hikayede yeniden
diriltilmeye delildir. Şöyle buyurulur: "Böylece, Allah'ın sözünün gerçek
olduğu ve kıyametin kopmasından şüphe edilemeyeceğini bilmeleri için,
insanların onları bulmalarını sağladık." (Kehf; 21) [68]
Haşr; bütün
yaratıkların diriltildikten sonra mahşer meydanına doğru sevkolunmaları ve
orada haklarında hü-küm verilmesini beklemek için toplanmalarıdır. İnsanlar
yaratıldıktan sonra Allah; meleklere, yaratılanları mahşer meydanına doğru sevk
etmelerini emreder.
O mahşer meydanı beyaz
ve çiğnenmemiş bir toprak parçasıdır. İnsanlar o anda orada, dünyada ilk
yaratıldıkları gibi çıplak, pabuçsuz ve sünnetsizdirler. Allah şöyle buyurur:
"Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun. (Ma-ide 96)
Peygamberimiz de şöyle
buyurur:
Kıyamet gününde
insanlar beyaz ve çiğnenmemiş bir toprak parçası üzerinde toplanırlar. Buhari
ve Müslim'de Hz. Aişe'den nakledilir: Peygamberimizin şöyle buyurduğunu
işittim: "Kıyamet gününde insanlar çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak
haşr olunurlar." Ben de: "Ya Rasûlullahî İnsanlar birbirlerine bakar
halde mi?" diye sordum. Rasûlullah: "Ya Aişe! Haşr işi çok güçtür.
İnsanların birbirlerine bakmalarına müsait değildir." buyurdu. (Müslim
18/383)
Mahşer yerinde
insanlar, haklarında hüküm verilmeyi beklerken birçok zorluklar içinde
kalacaklardır. Müslim'de Mikdad b. Esvedden naklolunan bir hadiste
Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Kıyamet günü güneş halka
yakmlaştırıhr da nihayet güneş insanlara bir mîl miktarı kadar olur. Artık
insanlar amellerinin miktarına göre ter içinde olurlar. Kimi topuklarına kadar,
kimi dizlerine kadar, kimi kalçalarına kadar ter içinde olurlar. Ter, kiminin
de tâ ağzına kadar bürüyüp onu tam manasıyla gemler.". Ravi: Rasûlullah
eliyle kendi ağzına (terin yükselişini) işaret edip gösterdi, demiştir."
(Müslim, Cennet 62)
İşte bu esnada bazı
insanlar Allah'ın gölgesi altında olurlar.Bu kişiler hakkında Buhari ve
Müslim'de Ebu Hu-reyre'deii şu hadis nakledilmiştir: Peygamberimiz şöyle
buyurdu: "Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları, arşın gölgesinden başka
gölge olmayan kıyamet gününde kendi gölgesi altında barındıracaktır. Bunlar:
Âdil i-mam (yani devlet başkanı), Allah'ına ibadet ederek temiz bir hayat
içerisinde serpilip büyüyen genç, gönlü nıescidlere bağlı olan kimse, Allah
için birbirini seven ve bu mahabbetle bir araya gelip, bu sevgi ile ayrılan
i-ki kişi, güzel ve içtimaî mevkii yüksek bir kadın tarafından davet edilipde
kadın kendisini ona arz ettiğinde: Ben Allah'dan korkarım, diyen kişi, sağ
elinin verdiğini sol eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse,
tenhada. Allah'ı zikredip gözleri yaş döken kimsedir. (Müslim, Zekat 91) [69]
Şefaatten maksat,
Allah'ın ahirette insanların kurtuluşunu istemesidir ki bu kabul olacak bir
dua çeşididir. Şefaatin birinci mertebesi şefaat-ı uzmâ denen büyük şefattır.
Bu, ancak bizim peygamberimiz için olacaktır. Kıyamet gününde peygamberimiz,
insanların mahşer yerindeki korkularından kurtularak rahatlamaları için
Allah'tan mahlu-kat hakkında hüküm vermesini ister. Allah da bu isteğe icabet
eder. İşte o zaman gelmiş geçmiş bütün insanlar peygamberimize imrenip ve
böylece peygamberimizin bütün alemlerden üstün olduğu ortaya çıkar ki işte bu
makam"Ey Muhammedi Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan
namaz kıl. Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltir." (İsra 79)
Ayetinde geçen ve peygamberimize vaad olunan makam-ı Mah-mud'tur.
Buhari ve Müslim'de
Ebu Hureyre'den nakledilen: "Kıyamet gününde bazı insanlar bir takım
peygamberlere münacaat ederler, onlar da onlara özür beyan edip peygamberimize
gitmelerini işaret ederler. Böylece onlar peygamberimize gelecek: "Ey
Muhammedi Sen Allah'ın Kabulü, peygamberdin sonuncusunun. Allah sinin geçmiş
ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır. Lütfen hakkımızda Rabbinden şefaat
iste. Ne acıklı durumda olduğumuzu görmüyor musun?" derler. Peygamberimiz
buyurdu: Bunun üzerine hemen ben gidip arşın altına varır ve Rabbime secde ederek
kapanırım. Sonra secdemde, Allah bana kendisine yapılacak hamdlerinden ve en
güzel övgüsünden öyle bir mana açar ve ilham eder ki, şimdiye kadar onu benden
önce hiçbir peygambere feth ve ilham etmemiştir. Sonra Allah tarafından:
"Ya Muhammedi Başını kaldır, iste sana verilir... (Müslim, İman 327)
buyurulur.
Tirmizi'de Ebu
Hureyre'den naklen: Peygamberimiz, "Belki de Rabbin seni övülecek bir
makama yükseltir" ayetindeki övülecek makamdan sorulur ve cevaben: "O
şefaattir." buyurur.
Buhari de Cabir b. Abdullah'tan
naklen Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Ezanı işittiğinde her kim (bu ezan
duasını) derse kıyamet gününde benim şefaatim ona ulaşır. "Ey şu tam
davetin ve kılınmak üzere bulunan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e vesileyi,
fazileti ihsan et! Bir de kendisine vaad ettiğin Makam-ı ^ahmud'u verip oraya
vardır." (Müslim Salat 11) [70]
Kıyamet gününde Peygamberimizin çeşitli şefaatleri
olacaktır ki bunlar:
1) Bir takım
kişilerin sorgusuz-sualsiz cennete girmeleri hakkındaki şefaati. Burada Ukâşe
b. Muhsan'm hadisi güzel bir delildir. Peygamberimizin onun hakkında,
sorgu-suz-sualsiz cennete girecek ilk yetmiş bin kişiden olması için dua
etmiştir. Hadis Buhari ve Müslim'de mevcuttur.
2) Peygamberimiz, sevapları ve günahları eşit
olan bir takım insanlara şefaat edecek ve onlar da bu sayede cennete
gireceklerdir.
3) Peygamberimiz, ümmetinden büyük günah işleyip
de dünyada tevbe etmemiş insanlara şefaat edecektir. Bu kişiler Allah'ın takdir
ettiği bir süre kadar cehennemde kaldıktan sonra peygamberimizin şefaatıyla
cehennemden çıkacaklar ve cennete gireceklerdir.
Kıyamet gününde başka
peygamber ve Allah dostlarının da çeşitli şekillerde şefaatleri olacaktır.
Allah'u Tealâ şöyle buyurur: O'nun izni olmadan katından şefaat edecek kimdir?
(Bakara 255)
Diğer bir ayette:
Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. (Enbiya 28)
buyrulur.
Başka bir ayette de:
Rahman'ın katında bir ahd almamış olandan başkası asla şefaatte bulunamayacaktır.
(Meryem 87) buyurulur.
İşte ayetler lafızları
ve mânâları şefaatin bulunduğunu göstermektedir. [71]
Sünnette de bu konuda deliller
İbn-i Mace'de
Peygamberimiz şöyle buyurur: "Kıyamet gününde üç grup insan şefaat
ederler, önce Peygamberler, sonra âlimler ve sonra şehitler." Ebu
Da-vud'da da Peygamberimiz şöyle buyurur: "Bir şehid, yakınlarından
yetmiş kişiye şefaat edecektir."
Her halükârda şefaatin
üç kuralı vardır:
1) Allah'ın izni olmadan hiç kimse şefaat
edemez. Yüce Allah şöyle buyurur: "O'nun izni olmadan katında şefaat
edecek kimdir?"
2) Şefaat,
ilahi adalet gereği ancak Allah'ın kendisinden razı olduğu kişilere olacaktır.
Yüce Allah: "Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler."
buyurur.
3) Şirk ve
küfür üzere ölen hiçbir kimseye şefaat edilmeyecektir. Zira Allah Teala, bu
kimselerin ebedî cehennemde kalacaklarını kesin olarak beyan etmiştir. Ayette:
"Kitab ehlinden ve puta tapanlardan inkar edenler, şübhesiz içinde temelli
kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en
kötüsüdürler." (Bey-yine
Başka bir ayette de:
"Allah; kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını
dilediğine bağışlar." (Nisa 48) buyurularak müşriklerin asla affedilmeyeceklerini
beyan etmiştir.
Burada şu da
kaydedilmeye değer ki bütün işlerde hükümranlık Allah'a aittir. Ayette:
Buyruğun tamamı Allah'adır. (Al-i İmran 154) buyurulmuştur.
Diğer bir ayette de:
Allah'ın işiyle senin bir ilişiğin yoktur, (Al-i îmran 128) buyrulmuştur.
Bundan dolayı kul,
şefaat konusunda bütün ümitleri Allah'a bağlamalı, şefaatin tamamı Allah'a ait olduğundan şefaati
Allah'a bağlamalı, şefaatin tamamı Allah'a ait olduğundan şefaati Allah'tan
istemelidir. Kur'ân'da: "Bütün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır."
(Zümer 44) buyru-lur.
Allah Teala; O'nun
izni olmadan katında şefaat edecek kimdir (Bakara 25-5) ve onlar Allah'ın
hoşnut olmadığı bir kimseye şefaat edemezler. (Enbiya 25) buyurmuştur.
Allah, ilâhi
adaletinin gereği ancak afva müstehak olan kişilere şefaat edilmesine razı
olur. Bu şekilde şefaat edenin Allah katındaki derecesinin ve değerinin ortaya
çıkmasına da sebeb olur. İşin bu şekilde oluşu, hiçbir kimseyi mükellef olduğu
iman ve ameli salihi işleme konusunda bir gevşekliğe götürmemelidir.
Nitekim aynı şekilde
bu durum insanın kendisini "Orada şefaat edenler var." diyerek günahlarına
dalmasına da sebep olmamalıdır. Bu kişilerin ümitlerini kesmek için Allah Teala
şöyle buyurur: "Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitab ehlinin kuruntularına
göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne
dost ne de yardımcı bulur. Erkek veya kadın, mü'min olarak, kim yararlı işler
işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.
İyilik yaparak kendisim Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbrahim'in dinine
uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? (Nisa, 123,125)
Müslim'de geçen bir
hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyuruyor: Ey Abdi Menaf oğulları! Sizin
için Allah canibinden hiçbir şeye malik değilim. Ey Rasûlullah'ın
amcası Abbas! Senin içinde Allah
canibinden (size gelebilecek biz cezayı kaldırmada) hiçbir şeye malik
değilim." (Müslim, İman 1/ 148) [72]
Allah, kıyamet gününde
insanlara dünya hayatında yaptıkları şeylere göre karşılıklarını verecektir.
Şöyle buy-rulur: "O güny Allah onlara kesinleşmiş cezalarını verecektir.
Allah'ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir." (Nur 25)
Diğer bir ayette:
"Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir. Ortaya bir kötülük
koyan ise ancak misliyle cezalandırıhrp, onlara haksızlık yapılmaz. (En'am
160) buyurulur. Başka bir ayette de: "Allah'a döneceğiniz ve sonra
haksızlığa uğramadan herkesin kazancının eksiksiz verileceği günden
korkunuz." (Bakara 281) buyurulur.
Ebu Zerr'den naklen
bir hadis-i kutside Peygamberimiz şöyle buyurur: "Ey kullarım! Sadece
sizin amelleri-nizdir ki ben, olanı sizin için sayar, size karşı korur, saklar,
sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır bulursa hemen
Allah'a hamdetsin. Her kim bundan başkasını bulursa ancak kendi nefsini
kötülesin." (Müslim-Birr 55)
Amellerinde
karşılıkları, adil bir sorgulamadan sonra olacaktır. O gün insanlar Rabblerine
arz olunurlar ve kendi amel defterlerini okuyarak yaptıkları işleri öğrenmiş
olurlar. Arz hakkında Allah Teala şöyle buyurur: "İşte o gün
olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır;
o gün düzen bozulur. Melekler onun çevresindedirler. O gün Rabbi-nin arşını
onlardan başka sekiz tanesi yüklenir. Ey İnsanlar! O gün siz huzura
alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz." (Hakka 15-18)
Başka bir ayette de:
"Dizi dizi Rabbine sunulduklarında onlara; and olsun ki.sizi ilk defa
yarattığımız gibi bize geldiniz." buyrulur. (Kehf 48)
Amel defterleri ve
insanın onu okuması hakkında da şöyle buyurulur: Her insanın boynuna,
işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.
"Kitabını oku, bugün, hesap görücü olarak sana nefsin yeter." (İsra)
Diğer ayetlerde de
şöylebuyurulur: "Yeryüzü Rabbi-nin nuruyla aydınlanır, kitab açılır,
Peygamberler ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında
adaletle hüküm verilir. Her kişiye, işlediği ödenir. Esasen Allah, onların
yaptıklarını en iyi bilendir. İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür.
Oraya vardıklarında kapıları açılır, bekçileri onlara: "Size içinizden
Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler
gelmedi mi?" derler. Onlar: "Evet geldi." derler. Lakin azab
sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara: "Temelli kalacağınız
cehennemin kapılarından girin, böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir.
Rabblerine karşı gelmekten sa-kınanlar,bölük bölük cennete götürülürler. Oraya
varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selâm size, hoş
geldiniz- Temelli olarak burayagirin." derler. Onlar: "Bize verdiği
sözde duran ve bizi bu yere varis kılan Allah'a hamd olsun. Cennette istediğimiz yerde
oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler.
Melekleri, arşın etrafını çevirmiş oldukları halde, Rabblerini hamd ile
överken görürsün.Artık insanların aralarında adaletle hükümolunmuştur.
"Övgü âlemlerin Rabbi olan Allah içindir." denir. (Zümer 69-75)
Başka bir ayette de
şöyle buyurulur: Amel defteri ortaya konunca, suçluların,onda yazılı olanlardan
korktuklarını görürsün. "Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da
küçük büyük birşey bırakmadan hepsini saymış!" derler.İşlediklerini hazır
bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez. (Kehf 49)
Diğer birkaç ayette de
şöyle buyurulur: Ey İnsanoğlu! Sen Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp
çabalar-sın,sonunda O'nakavuşacaksın. Amel defteri kendisine sağından verilen
kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle
döner. Ama amel defteri kendisine arkasından verilen kimse:
"Mahvoldum." diye bağırır ve çılgın alevli cehenneme girer. Çünkü O,
dünyada, adamlarının yanında zevk içindeydi. Zira o, bir daha dirilip
dönmeyeceğini sanmıştı. Bilinki, Rabbi onu şüphesiz görmekteydi."
(İnşi-rak 6-15) "Amel defterleri açıldığı zaman." (Tekvir 10)
İşte bu amel
defterleri veya kitablari insanın dünyada işlediği iyi veya kötü şeyleri
meleklerin yazmasıyla bir araya gelir. Bu konudaki ayetlerde şöyle buyurulur:
"Sağında ve solunda,onunla beraber oturan iki alıcı yanında hazır birer
gözcü olarak söylediği her sözü zabte-derler. (3) Bu kitabımız gerçekten sizin
aleyhinize ko-nuşuyor.Biz yaptıklarınızı şüphesiz birbir kaydediyorduk.
(Casiye: 29) Oysa,yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi
gözetlemektedirler," (İnfitar: 10-12)
Allah kullarını
amellerine, sözlerine ve itikadlanna göre kıyamet gününde hesaba çekecektir.
Hesaba çekme-konusunda Allah'u Tealâ şöyle buyurur: "İşte bu hesap günü
için, size söz verilenlerdir." (Sâd 53)
Diğer bir ayette şöyle
buyurulur: "Doğrusu Allah yolundan sapanlara, onlara bu hesap gününü
unutmalarına karşılık büyük azab vardır." (Sâd: 26)
Başka bir ayette de
şöyle buyurur: "İçinizdekİni açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi
onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder." (Bakara:
284)
Allah'u Tealâ kıyamet
gününde insanların hepsini birden, herhangi bir vasıta olmaksızın hızlı bir
şekilde hesaba çekecektir. Bu konuda şöyle buyurur: Bu gün herkese,
kazandığının karşılığı verilir. Bu gün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı
çabuk görendir. (Gafir: 17)
Buhari, Müslim ve
Tirmizî'de Adiyy b.Hatem'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle
buyuruyor: "Sizlerden her bir kimseyle Allah Tealâ (kıyamet gününde)
muhakkak konuşacaktır. Öyle ki; Allah ile kendisi arasında hiçbir tercüman
bulunmaz. Bu halde o kimse sağ tarafına bakar, gönderdiği amellerden başka
hiçbir şey göremez. Sol tarafına bakar, önceden işleyip gönderdiği amellerden
başkasını göremez. Önüne bakar, yüzünün karşısında ateşten başka birşey
göremez. Binaenaleyh sizler, bir tek hurmanın yarısı ile de olsa (tasadduk
ederek) ateşten korunun." (Müslim: Zekat 67)
herlerini
anlatacaktır." ayetini okuyup, sonra: Yerin haberlerinin ne olduğunu
biliyor musunuz? diyesorar. Ashab da: Allah ve elçisi daha iyi bilir, derler.
Bunun üzerine Rasûlullah: "Yerin haberleri,kendi üzerinde işlenen
amellere, kulun ve ümmetin aleyhine şahidlikyap-ması, "şu gün şunu yaptı,
bugün bunu yaptı." demesi-dir. İşte yerin haberleri bunlardır. (Tirmizi:
Kıyamet)
Kıyamet gününde
insanın organları da dünyada yapılan işler hakkında şehadette bulunur. Allah
Teala şöyle buyuruyor: "Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına
şahitlik ettikleri gün, onlar,büyük azaba uğrayacaklardır. O gün Allah onlara,
kesinleşmiş cezalarını verecektir. Allah'ın apaçık Hak olduğunu bileceklerdir."
(Nur: 24-25)
Diğer bir kaç ayette
de şöyle buyurulur: "Allah'ın düşmanları o gün cehenneme sürülürler. Hepsi
bir aradadırlar. Sonra oraya varınca, kulakları, gözleri ve derileri,
yaptıkları hakkında, onların aleyhinde şahitlik ederler. Derilerine:
"Aleyhimize niçin şahitlik ettiniz?" derler. "Bizi, herşeyi
konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O'dur. Ve O'na
döndürülüyorsunuz." cevabını verirler. Siz, gözleriniz, kulaklarınız ve
derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden korkarak günah işlemekten
çekinmiyordunuz. Hayır! Siz yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini
sanıyordunuz. (Fusulet: 19-22)
Kıyamet gününde hesaba
çekilme konusunda insanların durumları birbirinden farklıdır. Onlardan
bazılarının amel defterleri sağ elinden verilir ve kolay bir şekilde hesaba
çekilir. Bu şu şekilde olur: İnsan dünyada yaptığı işleri Allah'a arzeder,
Allah da onun yaptığı kötülükleri görür. Fakat Allah'tan başka hiç bir kimse o
kötülükleri bilmez. Sonra Allah,amel defterindeki kötülükleri rahmeti ile
Örter ve af'eder. Ona azab etmez ve o kişide Cennete girerek kurtulanlardan
olur. Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kitabı sağ
elinden verilen alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplaşma ile
karşılaşacağımı umuyordum." der. Artık o, meyveleri sarkmış, yüksek bir
bahçede, hoş bir yaşayış içindedir. (Hakka: 19-23)
Diğer ayetlerde de
şöyle buyurulur: Ama tartılanı ağır gelen kimse hoş bir hayat içinde olacaktır.
(Kana: 6-7)
Bir gün Abdullah b.
Ömer'e: "Râsulullah'ı NECVÂ hakkında söz söylerken nasıl işittin?"
diye sordular. İbn-i Ömer de dedi ki: "Ben Rasûlullah'dan işittim şöyle
buyu-ruyordu: "Mü'min kıyamet gününde Azız ve Celîl olan Rabbine
yaklaştırılır. Hatta Allah onun üzerine şefkat kanadını koyar da (gizlice) ona
bütün günahlarını söyler, Rabbi kuluna: "Sen şu günahı tanıyor musun?
der. Kul: Ey Rabbim! Tanıyorum, diye ikrar eder. Allah (Ey kulum!) Ben senin
aleyhindeki bu günahları dünyada iken halktan gizledim. Bu gün de senin lehine
bunları affediyorum, buyurur. Daha sonra mü'mine iyiliklerinin yazılı olduğu
sayfa verilir. Kafirlere ve münafıklara gelince onlar, birçok halkın gözleri
önünde "Bunlar... Allah'a karşı yalan söyleyen kimselerdir" diye
çağırılıp ilân edilirler." (Müslim Tevbe/ 52)
Kıyamet gününde bazı
insanlara da amel defterleri solundan veya arkalarından verilir. Bu kişiler
çok zor bir hesaba çekilirler. Öyle ki her küçük ve büyük günahın hesabım
verirler. Bu kişiler için hiçbir özür kabul edilmez.
Sonra da bunlar
diğerleri gibi helak olurlar.
Bu konuda Allah Teala
şöyle buyurur: "Fakat kitabı solundan verilen kimse: "Kitabım keşke
bana verilme-seydi! Keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Bu iş keşke son
bulmuş olsaydı! Malım bana fayda vermedi, gücüm de kalmadı." der.
İlgililere şöyle buyurulur: "Onu ahn,bağlayın. Sonra cehenneme
yaslayın.". (Hakka: 25-31)
Diğer ayetlerde de
şöyle buyurulur: "Ama amel defteri arkasından verilen kimse:
"Mahvoldum." diye bağırır. Ve çılgın alevli cehenneme girer."
(İnşikak: 10-12) "Tartıları hafif gelenler ise, onların yeri bir çukurdur.
O çukurun ne olduğnu sen bilir misin? O kızgın bir ateştir." (Karia: 8-11)
Burada şunu da
belirtelim ki Peygamberimizin ümmetinden olan bir grup irisan, cennete hiç
hesaba çekilmeden ve en küçük bir azabı tatmadan gireceklerdir. Bu konuda
Müslim'de Ebu Hureyre'den naklen şu hadis vardır: Peygamberimiz şöyle buyurdu:
"Ümmetimden yetmişbin kişi cennete hiç hesaba çekilmeden girecektir."
(Müslim: İman/ 370) [73]
Peygamberimizin Kevser Havuzu
Kıyamet gününde
Peygamberimizin bir havuzu olduğu konusundaki hadisler, tevatür derecesine
ulaşmaktadır. Bu konuda otuz küsur sahabi rivayette bulunmuştur. Havuz
hakkında rivayet edilen hadisler özetle şu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Bu
büyük bir havuz olup cennet nehirlerinden bir nehir ile dolmaktadır. Sütten
daha beyaz olup, kardan daha soğuk, baldan daha tatlı, miskden daha
güzel kokuludur.
Bu havuz, çok geniş
olduğundan herbir köşesinden diğeri, biraylık yol mesafesindedir.Bazı
hadislerde bu havuzdan bir kere içen kişinin bir daha ebedi olarak
susama-yacağı belirtilir. Kendisini hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı ulu
yaratıcı Allah'ı (cc) her türlü noksanlıktan tenzih ederiz.
Peygamberimizin havuzu
hakkında gelen hadislerden bazıları şunlardır: Buhari ve Müslim'de Sehl b.
Saâd'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Ben
Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Bana uğrayan kimse ondan içer. Ondan
içince de asla susa-maz. Bir takım topluluklar bana gelecekler ki ben onları
tanınm,onlarda beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına girilir. (Onlara
engel olunur.). Ben; "Onlar benim ashabımdır." derim. Bana:
"Onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? denilir. Bunun
üzerine ben de: "Benden sonra dinini değiştirenler (havuzdan) uzak
olsunlar" derim. (Müslim Fazail/ 29)
Buhari ve Müslim'de de
Abdullah b. Ömer'den nakledilen bir hadisde Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Benim havuzumun bir kenarı bir aylık yoldur. (Havuzu mçok geniştir.).
Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskden daha güzel, kadehleri de gökteki
yıldızlardan daha çoktur. Ondan bir kere içen bir daha ebediyen susamaz.
"(Tirmizi: Kıyamet/ 14-15)
Yine sahih hadislerde
belirtilmiştir ki, her Peygamberin bir havuzu olacak ve oradan ümmetine
mahşerden sonra su içirecektir. Peygamberimizin havuzu ise diğer peygamberlerin
havuzlarına göre en büyüğü, en tatlısı, ve ge-leni de en çok olacak olan havuzdur.
Havuz, mizandan Öncedir. [74]
Bu konuda İslâm
alimleri şöyle demişlerdir: Hesaba-çekme işi bitince amellerin tartılması işi
başlar. Çünkü tartı, hesaba çekildikten sonra olması gerekir. Hesaba çekilmek,
amelleri değerlendirmek içindir. Tartı ise, amellerin miktarını ortaya koymak
içindir. Ki bu şekilde amellerin karşılığı tam olarak ortaya çıksın. Amellerin
tartılması, peygamberler, melekler ve cennete hesapsız girenler hakkında
yoktur. Kur'ân'da tartı hakkındaki bazı ayetler:
Bu konuda şöyle
buyurulur: "Kıyamet günü doğru teraziler kurarız, hiçbir kimse hiçbir
haksızhğauğratıl-maz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız.
Hesap gören olarak biz yeteriz." (Enbiya: 47)
Diğer bir ayette de
şöyle buyurulur: "Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş
olanlardır. Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir,
cehennemde temellidirler." (Müminun: 102-103)
Başka bir ayette de
şöyle buyurulur: "Ama sevab tartıları ağır gelen kimse, hoş bir hayat
içinde olacak-tır.Tartıları hafif gelenler ise, onların yeri bir çukurdur. O
çukurun ne olduğunu sen bilir misin? O, kızgın bir ateştir." (Karia: 6-11)
Hadisi şeriflerden
anlaşıldığına göre amellerin tartıl-dığı tartının gözle görülür iki kefesi
olacaktır. Allah'û Te-alâ insanların amellerini ağırlıkları olan cisimlere
çevirecek, iyilikleri bir kefeye, kötülükleri de diğer bir kefeye koyacaktır.
Burada şöyle bir soru
akla gelebilir. Aîlah'û Tealâ insanların amellerinin sayısını ve şeklini iyi
bildiği halde tartıya ne gerek vardır? Bu konuda şöyle cevap verilir:
1) Amellerin
mizanda tartılmasına Allah'ın bir ihtiyacı olmadığı açıkça bellidir. Fakat
Allah'ın adeti,dünya hayatında insan işlerinin yürütülmesi sebeb sonuç
ilişkilerine göre olduğu gibi yeniden yaratılıştan sonra meydana gelen
olaylarda da birtakım kurallara göre olayların cereyanını ilahî hikmet gerekli
kılmıştır. Bu şekildeki bir olaylar zinciriyle insan aklına düşünmekte ve
hayal ettiği şeyi anlaması da mümkün olmaktadır.
2)
İnsanların itibari görünümde olan amellerinin görünen bir cisim haline
getirilmesi mizanın ortaya konması ve amellerin orada tartılmasında insanlara,
ikinci hayatın anlamının, dünya hayatının aynen yansıması olduğunu beyan
vardır. Nitekim hasad mevsimi de tohumlama ve toprağı sürme döneminin aynen
yansımasıdır. Bu manayı insan oğlunun tambir şekilde anlayabilmesi için
olayların bu şekilde cereyanı gereklidir.
Şayet böyle olmasa da;
insana Allahû Tealâ'nın kendi ilminde olduğu şekilde insanları dünyada yaptığı
işlere göre mükafatlandıracağı veya cezalandıracağı söylense ve insanoğlu da
kendi amellerini görmeden ve kendisine bunlar hatırlatılmadan bu türlü mükafata
nail olsa veya cezaya çarptırılsa bu mana ortaya çıkmaz. İşte bu şekilde amellerin
ortaya konulması insanın kendi gözleriyle kendi yaptıklarının neticesini
âhiret gününde görüp anlaması ve mukayese etmesi içindir. Bundan dolayı
Allah'ın hikmeti ameller
için gözle görülür bir mizanın ortaya konulmasını ve bu amellerin bizzat veya
amel defterleride gözle görülür bir hale getirilmesini gerekli kılmıştır.
Hatta insanın azaları bile kendileriyle yapılan günahları ifade edeccek-lerdir.
Belki amellerin kendileri de hakiki bir adalet ile konuşacaklardır. Ve bu
şekilde dünya hayatının sonuçlan kıyamet gününde insanın gözleri önüne
serilecektir. [75]
Sırat; lugatta
"açık yol" demektir. Geçen insanı yuttuğu için bu isim kendisine
verilmiştir. Şeriatte ise sırat; "cehennemin üzerine uzatılmış bir
köprüdür." Mahşer yerinden ayrılıp ameller tartıldıktan sonra insanlar
oradan geçeceklerdir. Cennet ehli olanlar cennete yönelerek köprünün üzerinden
geçecekler. Cehennem ehli de geçemeye-rek cehenneme düşeceklerdir.
Bu konuda Kur'ân'da ve
hadislerde birçok deliller vardır. Önce Kûr'an'da ayetlere bakalım. Allah şöyle
buyurur: "O zalimleri cehennem yoluna koyun. Onları durdurun, çünkü
kendilerinden daha da sorulacaktır." (Saffat: 13-24)
Sırat köprüsü ve
oradan geniş hakkında birtakım sahih hadislerde rivayet edilmiştir. Buharı ve
Müslim'de Ebu Hureyre'den şöyle bir hadis nakledilir: "Birtakım insanlar
Rabbimizi görür müyüz? diye sordular. Rasûlullah: "Bedir olduğugece görmek
hususunda itişip kakı-şır,birbirinize zarar verir misiniz?" buyurdu. Ashab
da: "Hayır, ya Rasûlullah" dediler. Tekrar, "önünde hiçbir
bulut yokken ayı görmek için birbirinize
zarar verir misiniz?" diye sordu. "Hayır, Ya Rasûlullah"
dediler.
Peygamberimiz:
"İşte sizler Allah'ı böyle göreceksiniz," buyurur. Hadisin devamında
Peygamberimiz: "Cehennemde sırat (yani köprü) kurulur. Ümmetimle beraber
onun üzerinden geçenlerin ilki ben olurum. O gün Peygamberden başka hiçbir
kimse konuşamaz. Peygamberlerin de o günkü duaları: "Ya Allah! Selamet
ver, selamet ver (den ibaret) olur.". Cehennemde sâdânı hiç gördünüz mü?
Evet, ya Rasûlullah, dediler.
Rasûlullah: İşte o
çengeller sâdân dikenleri gibidir. Ancak şu varki ne kadar büyük olduklarını
yalnız Allah bilir. İşte bunlar insanları kötü amellerinden dolayı kapıp
alırlar. İnsanlardan kimi ameli sayesinde mümin kalabilen kimi de cezalanmış
olandır. Sonra kurtuluşa ulaştırılır. (Müslim İman/ 299)
Sırat köprüsü
üzerinden bütün insanlar geçecektir. Peygamberler, Allah'ın dostları, cennete
hesaba çekilmeden giren müminler, kafirler de geçeceklerdir. Dünyada Allah'ın
doğru yolu üzere yani hak dini üzere yaşayanlar ahirette sırat köprüsü
üzerinden de dümdüz geçeceklerdir.
Bu konuda İmam Gazali
şöyle der: "Dünyada doğru yol üzere ibadetlerini yapanlar ahiretteki
sırattan da hafifçe geçerler ve kurtuluşa ererler. Dünyadaki doğrulukdan yüz
çevirenler ve isyan ederek sırtlarına günah yükünü yüklenenler sıratı ilk adım
attıklarında ayakları kayıp birden sıçrarlar ve o anda korkudan düşünceye
dalarlar.
Sırat ve cehennemi
görünce kulağına cehennemin şiddetli gürültüsü gelir. Fakat insan bu zayıf
haliyle kalbindeki korku, ayağındaki titreme, sırtındaki ağır yüklerle sırat
üzerinde yürümekle mükelleftir. Bu
şekilde bir insan yeryüzünde bile yürüyemezken sırat üzerinde nasıl yürüsün.
İşte bu şekilde olan bir insan sırat üzerinde yürürken korkudan sağa ve sola
sendeleyerek cehenneme düşenlerin bağlaşmalarını işitecektir.
Bu sırada
Peygamberimiz şöyle diyecektir: "Ya Rab-bi! Selamet ver, esenlik ve
kurtuluş ver." Birçok insan sırattan cehenneme düşeceğinden cehennemin
içlerinden çeşitli pişmanlık sesleri yükselecektir. O anda insan şöyle diyecektir:
İşte korktuğum başıma geldi. Ne olaydı dünyada iken ahirete iyi ameller
gönderseydim. Peygamberlerin getirdiği dini kendime rehber edinseydim. Fakat
kötü insanları dost edinmeseydim. Hatta keşke toprak olsaydım. Unutulmuş bir
varlık olsaydım. Keşke annem beni hiç do-ğurmasıydı.
O an insan için çok
dehşetlidir. Akıllı bir insanın bu tehlikeleri şimdiden düşünerek tedbir alması
gerekir. İnanan kimsenin yapacağı budur. Ama manmayan kimse için cehenneme
gitmekten başka bir çözüm yoktur. Mümin bir kimsenin bunlardan gafil olması
düşünülemez. Böyle bir ahirete hazırlık yapmakta insan gevşek davranamaz. Allah
rızasını isteme konusunda insanın imanı kişiye bir güç vermiyorsa bundan daha
büyük bir hüsranda olamaz. O gerçek iman ki kişiyi Allah'a boyun eğmeye
yöneltmeli, günahlardan kaçmdırmalıdır. (İhya: 4/ 542)
İnsanların dünyadaki
amellerine göre sırat köprüsü üzerinden geçiş de değişik olacaktır. Bu
değişikliği belirten bazı sahih hadisler rivayet edilmiştir. Bu hadislerde;
bazı insanların, göz açıp kapayıncaya kadar, bazı insanların, şimşek gibi,bazı
insanların yıldızların süzülmesi gibi, bazılarının rüzgar gibi, bazılarının koşan bir at
gibi, bazılarının insanın koşması gibi, bazılarının yürüyerek,bazıları
emekleyerek, bazıları sürünerek, bazıları da geçerken eli ayağı yara bere
içinde kalarak, bazılarına cehennem ateşi İsabet ederek geçeceklerdir.
İnsanlardan bazılarını da cehennem çekecek ve onlar cehenneme düşeceklerdir.
Köprünün üzerinde
insanları cehenneme çekmeye çalışan kancalar ve pençeler vardır. Bunlardan
insanı ancak amelleri koruyacaktır. İnsanlardan bazıları bu şekilde sıratı
geçerek cennete ulaşacaklardır. Bunlar dünyada güzel ameller işleyen
kimselerdir. Bazıları da cehenneme düşerek oradan cezalarının karşılığı süresince
yandıktan sonra cennete gideceklerdir.
Fakat kafirler ve
münafıklar cehennemde devamlı olarak kalacaklardır. Burada şunu da söyleyelim
ki sırat köprüsünden geçen müminin önünde bir nur (ışık) olacaktır.
Bu konuda Yüce Allah
şöyle buyurur: "İnanmış erkek ve kadınlara, defterleri sağdan verilmiş ve
nurları önünde olarak giderken gördüğün gün onlara şöyle denecektir:
"Müjde! Bugün içlerinden ırmaklar akan, içlerinde temelli kalacağınız
cennetler sizindir.". İşte bu,büyük kurtuluştur. İki yüzlü erkek ve
kadınlar, müminlere: "Bizi de gözetin, nurunuzdan faydalanalım."
dedikleri gün, onlara: "Ardınıza dönünde nur arayın." denir.
İnananlarla münafıklar arasına, kapının içinde rahmet ve dışında azab olan SÛR
çekilir. Münafıklar inananlara: "Biz sizinle beraber değil miydik"
diye seslenirler. Onlar: "Evet öyle fakat sizler kendinizi
aldat-tınız.Bize pusu kurdunuz. Allah'ın buyruğu gelene kadar dinde şübheye
düştünüz. Sizi kuruntular aldattı. Sizi şeytanlar Allah'a karşı da ayarttı.
Bugün sizlerden ve inkar edenlerden fidye kabul edilmez. Varacağınız yer
ateştir, layık olduğunuz yer orasıdır. Ne kötü bir dönüştür. (Hadid: 12-15)
İbn-i Kesir bu
ayetlerin tefsirinde şöyle der: "Allah buayetlerde kıyamet günündeki
müminlere haber verirken, onların amellerine göre Önlerinde yürüyen bir nurları
olacağını beyan etmektedir. Nitekim Abdullah b. Mesud da: "Onların
nurları önlerinde yürür." ayeti hakkında "insanlar sırat köprüsünden
geçerken amellerine göre önlerinde nurları olacaktır. Bazılarının nuru dağ
gibi, bazılarınınki hurma ağacı gibi, bazılarınınki ayakta duran bir adam gibi
olacaktır. En az nuru olanın ise bir pamuk kadar nuru olacak, bazen yanıp bazen
sönecektir. Müminlerin nuru kendileriyle sırat köprüsünü geçerken önlerini
aydınlatarak yardımcı olacaktır." [76]
Cennet ve Cehennem
Cennet ve cehennem
yaratılmışlardır. Ve hiç yok olmayacaklardır. Allah onları mahlukatı
yaratmadan önce yaratmıştır. Ve şu anda onlar mevcutturlar. Allah onları, sevap
ve ceza sahipleri için hazırlamıştır. İnsan hayatı bu ikisinden birine
varacaktır. İşte bu enson ve devamlı bir akıbettir ki bundan sonra başka bir
âkibet yoktur. Cennet ve cehennem hakiki olarak maddidirler. Cennetin nimetleri,
hissedilebilen maddi şeylerdir. Ceset ve ruh o nimetlerden bareberce
faydalanırlar. Cehennem azabı da hissedilebilen maddi bir şeydir ki ceset ve
ruh her ikisi aynı anda bu cezaya çarptırılırlar.
Allah bunu birçok
ayette, arap dilinin en kuvvetli ifadeleriyle beyan etmektedir. Cennet ve
cennete girenler hakkında Allah şöyle buyurur: "İnanmış olanların yüzleri
o gün pırıl pırildır. Yaptıklarından hoşnutturlar. Yüksek bir cennettedirler.
Orada boş söz işitmezler. Orada akan kaynak vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar
vardır. Yerleştirilmiş kaseler, sıra sıra yastıklar, seçilmiş yumuşak tüylü
halılar vardır. (Gaşiye: 8-16)
Diğer ayetlerde de
şöyle buyurulur: "Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağcılara!
Onlar dikensiz sedir ağaçları,salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge
altında, çağlayarak akan sular kenarlannda,bitip tükenmez ve yasak da edilmeyen
bol meyveler arasında, yüksek döşekler üzerindedirler. (Vakıa: 27-34)
Cehennem ve
cehennemlikler hakkında da Kur'ân'da şöyle buyurulur: "O gün bir takım
yüzler zillete bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düşmüştür. Yakıcı ateşe yaslanırlar.
Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Semirtmeyen, açlığı gidermeyen kötü kokulu
bir dikenden başka yiyecekleri yoktur.". (Gaşiye: 2-7)
Diğer ayetlerde de
şöyle buyrulur: "Doğrusu ayetmi-zi inkar edenleri ateşe sokacağız;
derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.
Allah güçlüdür, Hakîm'dir." (Nisa: 56)
"Doğrusu
suçlular; sapıklık ve çılgınlık içindedirler. Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün
onlara: "Cehennemin dokunan azabını tadın!" denir. (Kamer: 47-48)
"Ey inananlar!
Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı,insanlar
ve taşlardır. Görevlileri, Allah'ın kendilerine verdiği
emirlere başkaldırmayan, kendilerine
buyrulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir."
Müminlerin cennete,
kafirlerin cehennemde kalışının ebedi olduğunu Allah birçok ayet açıklamıştır.
Bu ayetler-den bazıları şunlardır: "Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin
konakları Firdevs çenetleridir. Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek
istemezler." (Kehf: 107-108)
"Doğrusu
suçlular; temelli kalacakları cehennemin azabı içindedirler. Azaba hiç ara
verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar." (Zuhruf: 74-75)
Cehennemde şöyle
seslenirler: "Ey Nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın.".
Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız." der." (Zuhruf: 77)
Bu gerçeği
kuvvetlerindiren birçok hadis nakledilmiştir.
Buharı ve Müslim'de
İbn-i Ömer'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Cennet ahâlisi cennete vardığı, cehennem ahalisi de cehenneme (ayrılıp)
gidince ölüm (gürbüz bir koç şekli verilerek) getirilir. Cennetle cehennem
arasında yatırılır. Sonra kesilir. Sonra bir seslenen: "Ey cennet ahâlisi!
Artık ölüm yoktur. Ey cehennem ahâlisi artık ölüm yoktur, diye bağırır.
"Bu olay sebebiyle cennet ehlinin ferahlığı bir kat daha artar.Cehennem
ehlinin hüzün ve kederi ise bir kat daha artar." (Müslim: Cennet/ 43)
Şu kadar var ki
cehennemde ebedi kalacak olanlar; kafirler, çeşitli grup ve şekillerine göre
Allah'a ortak koşanlar, inkarcılar ve bütün peygamberlere inanmayan ehl-i
kitabdır. Allah Teala şöyle buyuruyor: Kitab ehlinden ve puta tapanlardan inkar
edenler, şüphesiz içinde
temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar yaratıkların en
kötüsüdürler. (Beyyine: 6)
Müminlerden olup da
Allah veya peygamberlerine veya kitaplarına veya âhiret gününe karşı günah
işleyenlerin gidecekleri yer; -azabları ne kadar uzarsa uzasın- Allah'ın afvı
ve cennetidir. İnananların cennette nimetler içinde olacağını, inanmayanların
da cehennemde azab içinde olacağını birçok ayetler açıklamaktadır.
Bu ayetlerden bazıları
şunlardır:" "Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın
bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir. Derler ki:
"Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamd olsun. Doğrusu Rabbimiz
bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. Bizi lütfuyla, temelli kalınacak
cennete O yerleştirdi. Orada bize ne bir yorgunluk gelecek ve ne de usanç gelecektir.
İnkâr edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler.
Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böyle cezalandırırız.
Orada: "Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş
işleyelim." diye bağırışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: "Öğüt
alacak kişinin öğüt alabileceği kadar sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı Peygamber
de gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz." (Fatır:
33-37)
Diğer ayetlerde de
şöyle buyrulur: "Kişinin canı boğaza dayanınca ve siz o zaman bakıp
kalırken, biz o kişiye sizden daha yakınızdır, ama görmezsiniz. Siz diri-lip
yaptıklarınıza karşılık görmeyeceksiniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o
çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize!
Eğer o kişi, Allah'a
yaklaştırılmış (kul)lardan ise rahatlık, hoşluk ve nimet cenneti onundur. Eğer
defteri sağdan verilenlerden ise: "Ey sağcılardan olan kişi! Sana selâm
olsun!" denir. Eğer sapık yalancılardan ise, ona kaynar sudan bir ziyafet,
sunulur. Cehenneme sokulur." (Vakıa: 83-94)
"O gün cennet,
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara
gösterilir." (Şu-arâ: 90-91)
Cennet ehli ile
cehennem ehli arasında bazı konuşmalar da cereyan edecektir: Ayetlerde şöyle
geçer: "Cennet ehli cehennemliklere: "Biz Rabbimizin bize
vâdettiğini, gerçek bulduk. Rabbinizin size vâdettiğini gerçek buldunuz
mu?" diye seslenirler. "Evet." derler. Aralarında bir münâdi;
"Allah'ın laneti Allah yolundan alıkoyan o yolun eğriliğini isteyen ve
âhireti inkar eden zalimlerledir." diye seslenir." (Ârâf: 44-45)
Cehennemlikler,
cennetliklere: "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan
gönderin," diye seslenirler, onlar da: "Doğrusu Allah inkarcılara,
ikisini de haram etmiştir." derler.
Allah'ın mümin
kullarına hazırladığı cennetin genişliği, gökler ve yer kadardır. Şöyle
buyrulur: "Rabbinizin mağfiretine ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar
için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun. (Ali İmran:
133)
Buharı ve Müslim'de
rivayet edildiğine göre "cennetin sekiz kapısı ve bu kapılarda cennete
giren müminleri karşılayan melekler vardır." Şöyle buyrulur: "İnanmış
erkek ve kadınları, defterleri sağdan verilmiş nurlan önlerinde olarak
gördüğün gün onalra şöyle dencektir; "Müjde; bugün içlerinden ırmaklar
akan, içinde temelli kalaca-ğınızcennetler sizindir." İşte bu büyük
kurtuluştur. (Ha-did: 12)
Cennet kapılarında
melekler, müminleri karşılarlar ve onları kutlayıp tebrik ederler. Şöyle
buyrulur: Kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bu
gündür." diye karşılarlar." (Enbiya: 103)
"Rablerine karşı
gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da
kapıları açıldığında, bekçileri onlara: Selâm size, hoş geldiniz! Temelli
olarak buraya girin." derler." (Zümer: 73)
"Melekler her
kapıdan yanlarına gelip: Sabretmenize karşılık size selâm olsun, burası dünyanın
ne güzel bir sonucudur! derler." (Râd: 23-24)
Peygamberimiz de
cennete girerken müminlerin durumunu şöyle anlatır: "Cennete ilk girecek
gurubun yüzleri, ayın ondördü gecesindeki şekli gibi parlaktır. Onların ardı
sıra girecek olanlar ise, gökdeki en keskin ışıklı büyük yıldızın parlaklığı
üzeredir. Onlar (cennette) bevletmezler, pislik ve dışkı çıkarmazlar,
sümkürmez-ler, tükürmezler. Onların cennetteki tarakları altındır. Onların
terleri miskdir (güzel kokudur.). Onların bu-hardanhklarımn ûdları (yanıcı
maddesi) Hint ududur. Onların zevceleri (cennet) hurileridir. (Genç güzel hanımlardır).
Onların ahlakı bir tek adamın ahlakı üzeredir. Onların şekli de babaları Adem
Aleyhisselamın sureti üzeredir, (uzun boyludur). (Müslim: Cennet/ 15)
Cennetteki en büyük
nimet; müminlerin Rablerinin cemâlini görmeleridir. Bu konuda da şöyle
buyrulur: "O gün
bir takım yüzler, Rablerine bakıp parlayacaktır." (Kıyamet: 22-23)
Onların elbiseleri ve
süsleri hakkında şöyle buyrulur: "Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan
elbiseler vardır, gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz
içecekler içirir." (İnsan; 21)
"Doğrusu Allah,
inanıp iyi ameller işleyenleri, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar.
Orada altın bilezikler ve inciler takınırlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.
Bu kimseler, sözün güzelini işitecek duruma u-laştırılmışlar, övülmeye layık
olan Allah'ın yoluna eriş-tirilmişlerdir." (Hacc: 23-24)
Onların döşeklerine
gelince;şöyle buyrulur: "Orada, yükseltilmiş tahtlar, serilmiş yumuşak
tüylü halılar vardır." (Gaşiye: 13-16)
"Orada tahtlara
yaşlanırlar. Orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının
gölgeleri üzerlerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır."
(İnsan: 13-14)
Onların kaplan ve
yiyecekleri hakkında şöyle buyuru-lur: "Onlar için altın kadeh ve tepsiler
dolaştırılır, canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır,
siz orada temellisiniz." (Zuhruf: 71)
"Cennette
olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veriniz." (Tur: 22)
Seçecekleri meyveler,
arzulayacakları kuş eti (ile genç hizmetçiler dolaşırlar). (Vakıa: 20-21)
Onların hizmetçileri
hakkında şöyle buyrulur: "Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır, onları
gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan: 19)
Eşleri hakkında da
şöyle buyrulur: "Onlara orada tertemiz eşler vardır." (Bakara: 25)
"Onlara, ceylan
gözlü eşler veririz." (Tur: 20)
"Yanlarında
bakışlarını kendilerinden ayırmayan iri gözlü dilberler. Sanki onlar örtülüp
saklanmış yumurtalar gibidirler." (Saffât: 48-49)
"Biz, ceylan
gözlüleri (cennettekiler için) yeniden yaratmışızdir. Onları bakire, eşlerine
düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır." (Vakıa: 35-37)
Hanımlar da cennete
kocalarıyla beraber girecektir. Şöyle buyrulur: "Bunlar, ayetlerimize
inanmış ve bize kendilerini vermiş olanlardır. Şöyle denir: Siz ve eşleriniz,
ağırlanmış olarak cennete giriniz.". (Zuhruf: 69-70)
Cennetteki bütün
kadınlar; bakire, hayız, nifas ve kötü ahlaktan temizlenmiş olacaklardır.
Kar'ân'da anlatılan cennet nehirleri; sudan,sütten şarabdan ve baldan
olacaktır. Şöyle buyrulur: "Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, söz
verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt
ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır.
Onlara orada her türlü ürün vardır. (Muhammed: 25)
İslâm alimlerinin
büyük çoğunluğu, Mutezile mezhebi hariç, Allah'ın cennette görüleceği
konusunda fikir beyan ederler. Bu konuda Kur'ân'dan ve sünnetten delil getirirler.
Kur'ân'daki ayetlerden bazıları şunlardır: "O gün bir takım yüzler,
Rablerine bakıp parlayacaktır." (Kıyamet: 22-23)
"İyi
davrananlara, daima daha iyisi ve fazlası verilir. Onların yüzlerine ne bir
karanlık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir. Orada temelli
kalırlar.
"(Yunus; 26)
Ayetteki "daha
iyi" Cennet; "fazlası" ise Allah'a bakmakdır. Kafirler hakkında
şöyle buyrulur: "Hayır, doğrusu onlar o gün Rablerinden yoksun kalacaklardır."
(Mutaffifin: 15)
Ayetin manayı
muhalifi, müminlerin Rablerini görmekten yoksun kalmayacaklandır. Şafii:
"Allah; bir grup insanı (kafirleri) gazabıyla gözlerini örtünce, diğer
grubun (inananları), Allah'ın rızası ile Allah'ı göreceklerini anlıyoruz.
Sünnette, 30'a yakın sahabeden mütevatır derecesinde hadisler rivayet
edilmiştir.
Buhari, Müslim, Tirmizi
ve Ebu Davud'da Ebu Ht reyreden nakledilen hadiste bazı sahabiler Peygamberimi
ze: "Ya Rasûlullah! Biz kıyamet gününde Rabbimiî görecek miyiz?" diye
sordular. Peygamberimiz: Siz öğlen vakti, Önünde hiç bulut yokken güneşi
görmekte birbirinize zarar ve zahmet verir misiniz?" diye sordu. Onlar:
"Hayır," dediler. Rasûlullah: "Sizler ayın on-dördüncü gecesi
önünde hiçbir bulut yok iken onu görmek için birbirinize zarar verir
misiniz?" buyurdu( Onlar: "Hayır," dediler. Bunun üzerine
Peygamberi] miz şöyle buyurdu: "Canım elinde olan Allah'a yemii ederim ki
Rabbımzı görmede de birbirinize zarar ver] meyeceksiniz." (Müslim: Zühd/
16)
Allah'ın azgın kullan
için hazırladığı cehennem; asal ğıya doğru yedi tabakadır. En hafif azab, en
üstte, en şidj detli azab, en alt tabakadadır. Oradakilerin azabı birbirinj den
farklıdır. Cehennemin de yedi kapısı vardır. ŞöyU buyrulur: "O cehennemin
yedi kapısı olup, her kapıdaı onların girecekleri, ayrılmış kısım vardır."
(Hicr: 44)
Kur'ân'da cehennem,
çeşitli isimlerle açıklanmıştır. Bunlar: Cehennem, Lezâ, Hutame, Sa'îr, Sakar,
Cahîm ve Haviye'dir. Kafirler ve günahkarlar cehenneme bölük bölük; zincirlere
vurulmuş olarak atılırlar.
Şöyle buyrulur:
"İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülürler." (Zümer: 71)
"O gün suçluları
zincirlere vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini
ateş bürüyecektir." (İbrahim: 49-50)
"Doğrusu
inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem
hazırladık." (İnsan: 4)
"Ateşe yüzüstü
sürüldükleri gün olara: "Cehennemin dokunan azabını tadın." denir.
Şüphesiz biz her şeyi, bir ölçüye göre yaratmışızdır. Bizim buyruğumuz, bir göz
kırpması gibi anîdir." (Kamer: 48-50)
Cehennemliklerin
boynunda halkalar olur. Şöyle buyrulur: Boyunlarında halkalar ve zincirler
olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar." (Mümin: 71-72)
Nitekim onlar orada
cehennemin kaynamasını, uğultusunu işitirler.
Şöyle buyrulur:
"Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce,onun kanamasını ve uğultusunu
işitirler." (Furkan: 12)
"Oraya
atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise
öfkesinden parlayacak gibi bir hale gelir." (Mülk: 7-8)
Orada onları melekler
azarlar ve onlara vurur. Şöyle buyrulur: "İçine her bir topluluğun
atılmasında,bekçile-ri, onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi? diye sorarlar."
(Mülk: 8)
Bunların bazılarına
lanet ederler. Şöyle buyrulur: "Her ümmet (grub cehenneme) girdikçe kendi
yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehenneme toplanınca,
sonrakiler, öndekiler için, "Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır,
onlara ateşten bir kat daha azab ver." derler. (Allah) "Hepsinin
(azabı) kat kattır ama bilmezsiniz." der. (Araf: 38)
Cehennemdekiler hiç
ölmeyeceklerdir. Derileri ateşte yanınca,başka deriyle değiştirilecektir. Şöyle
buyrulur: "Derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka
derilerle değiştireceğiz." (Nisa: 56)
Onların elbiseleri
ateştendir. Şöyle buyrulur: "Allahi inkar edenlere, ateşten elbiseler
kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve
deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir." (Hacc: 19-21)
Onların yiyecekleri,
cehennemin dibinde büyüyen, tadı çok acı zakkum ağacının meyvesidir.
"Doğrusu günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır. Karınlarda suyun
kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir." (Du-han: 43-46)
"O, cehennemin
dibinde çıkan bir ağaçtır." (Saffat: 64)
Suyutî, bu ayetin iniş
sebebi hakkında şöyle der: "Bir gün Ebu Cehil şöyle dedi: "Şu adam,
cehennemde bir ağaç olduğunu söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer. Biz, hurma ve
şırasından başka zakkum bilmeyiz." dedi. Onların cehennemde bir ağaç
olabileceğine hayret etmelerinden dolayı Allah: "O, cehennemin dibinde
çıkan bir ağaçtır." ayetini indirdi. Darî' denen acı bir diken de onların
yiyecekle öndendir. Şöyle buyrulur: "Semirtmeyen, açlığı giderme-yen kötü
kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur." (Gaşiye: 6-7)
Gıslîn denen ve
cehennemde yananların kan ve irinlerinden süzülen şey de onların yiyeceğidir.
Şöyle buyuru-lur: "Bu sebeple burada bugün, onun bir acıyanı yoktur.
Günahkarların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur."
(Hakka: 35-37)
Onların içecekleri
hamîm denen kaynar sudur. Şöyle buyrulur: "O gün bir takım yüzler zillete
bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düşmüştür. Yakıcı ateşe yaslanırlar.
Kızgın bir kaynakdan içirilirler." (Gaşiye: 2-5)
"Bağırsaklarını
parça parça edecek, kaynar su içi-rilirler" (Muhammed: 15)
"Her inatçı
zorba, hüsrana uğradı. Ardında cehennem vardır, orada kendisine irinli su
içirilecektir." (İbrahim: 15-16)
"Onlar yardım
istediklerinde, erimiş maden gibi, yüzleri kavuran bir su kendilerine
sunulur." (Kehf: 29)
Cehennemdekilerin
azabı,dünyada işlenen kötü fiillere göre değişiklik gösterecektir.
Peygamberimiz şöyle buyurur: Onlardan kimi vardır ki, ateş onu iki topuğuna
kadar yakalar. Kimi vardır ki onu dizlerine kadar yakalar. Kimi vardır ki ateş
onu beline kadar yakalar. Kimi de vardır ki ateş onu boynuna kadar
yakalar." (Müslim: Cennet/ 32)
İnsanların en az azab
göreni hakkında Peygamberimiz şöyle buyurur: Cehennemdekilerin en hafif azab
görecek olanı, ayağında, ateşten iki nalın ile iki nalın kemeri bulunan
kimsedir. Onların tesiriyle beyni tencerenin kaynaması gibi kaynar. Kendisinden daha şiddetli azaba
uğramış kimseyi görmez. Halbuki o, muhakkak azaba uğrayanların en hafif
azabhsıdır." (Müslim: İm-ran/ 364)
Cehennem ateşinin
dünyaya oranı hakkında da Peygamberimiz: "Sizin yakmakta olduğunuz şu
(dünya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz'ünden bir parçadır."
buyurdu. Sahabeler: "Ey Allah'ın Rasulü! Vallahi dünya ateşi (bile
kafirlere azabetmeğe) muhakkak yeterli olur." dediler. Rasûlullah:
"Cehenem ateşi, dünya ateşleri üzerine 69 derece daha fazla kılındı.
Bunların her birinin sıcakhğı,bütün dünya ateşinin sıcaklığı gibidir."
(Müslim/ 30)
Yapacağı işlerin
tedbirini alan, gideceği yeri düşünen ve Rabbinin emirlerine uyan kişi ne
akıllıdır! Allah Teala şöyle buyuruyor: "Size ansızın farkına varmadan
azab gelmeden önce, Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'ân'a uyun.
Kişinin: "Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun.
Gerçekten ben alaya alanlardandım." diyeceği günden sakının."
(Zümer: 55-56)
Ey Allah'ım! Bizi
cehennem azabından koru. Bizi iyi kullarınla beraber cennetine koy. Amin...
"Ama onlar yoldan
sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı. Allah, yoldan çıkan milleti
doğru yola eriştirmez. (Saff: 5) "Allah inkarlarına karşılık onların
kalplerini mühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır." (Nisa:
155)
Bu ayetlerde görüldüğü
gibi sapıtma sebeblerini; insanın ayağının kayması, Allah'ın din Öğretilerinin
dışına çık-mak, Allah'a yapılan sözleşmeyi bozmak, Allah'ın birleştirilmesini
buyurduğu şeyi kesmek, yeryüzünde bozgunculuk yapmak, inkar etmek, çok günah
işlemektir. İşte bu se-bebler insanları sapıttır makta ve onları doğru yoldan
çıkartmaktadır. Çünkü onlar hidayete körlüğü tercih etmişler, ışık yerine
karanlıktan hoşlanmışiardır. Bunların tam karşılığı olarak da Allah sebeb-sonuç
bağlantısında koyduğu sistemin gereği olarak onların kulaklarım sağır, gözlerini
kör yapmıştır.
Bu ve benzeri konular
Kur'ân'da çoktur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "And olsun ki, cehennem için
birçok cinn ve insan yarattık; onların kalbleri vardır, ama anlamazlar,
gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar
hayvanlar gibidirler hatta daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir."
(A'raf: 179)
İşte bu insanlar ilim
ve irfan yollarını ihmal etmişler; onları gerçek gayelerinden uzaklaştırmışl
ardır. O insanlara Allah'ın nuru ulaşmaz. Onların kalpleri kilitlendiğinden
Allah ve O'nun vahyini anlamazlar. Onların gözleri kör olduğundan Allah'ı ve
ayetlerini O'nun kainatında göremezler, kulakları sağır olduğundan Allah'ın
ayetlerini işite-mezler. Onlar, gizli ve açık duydukları kendilerine hiçbir
fayda vermeyen hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan daha aşağıdadırlar.
Çünkü hayvanlar, insanlardaki ruhî, ah-lî ve psikolojik güçlerle
kuşandınimamışlardır. [77]
Kaza ve Kadere İnanmanın Hükmü ve Bunun Sonuçları
Gerçek şu ki; Kıyamete
kadar olacak şeylerin tamamı Levh-i mahfuzda yazılı olup bunu değiştirecek
hiçbir kimse ve güç yoktur. Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Kişinin
başına gelen belalar onu sapıtmak, yaptığı yanlışlıklar da ona başka belalar
isabet ettirmek için değildir.
• İbn-i Abbas'dan
rivayet edilmiştir: "Ey Çocuk! Sana bazı şeyler öğreteyim mi? Allah'ı
(emirlerini) koru ki Allah da seni korusun. Allah'ı (emirlerini) koru ki Allah'ı
yanında (yardımcı) bulasın. Birşey isteyince Al-lah'dan iste. Yardım idelersen
O'ndan dile. Şunu bil ki şayet bütün ümmet sana bir fayda sağlamak için bir
araya gelse Allah'ın yazdığından öte hiçbir fayda sağlayamazlar. Zarar vermek
için de bir araya gelseler, Allah'ın yazdığından öte hiçbir zarar veremezler.
Kalemler kaldırıldı, (yazılar) sahifeler (in mürekkebleri) kurudu."
Müslim de
Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: "(Müminlerin) her birinde
(ayrı ayrı) hayır (güzellik) olmakla beraber Allah'a göre kuvvetli mümin zayıf
müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Sana (gerçek) menfaat verecek şeyler
üzerinde hırs ile çalış, Allah'dan yardım iste, acze düşme. Eğer sana bir şey,
bir musibet gelip çatarsa: Keşke ben şöyle yapaydım, bu böyle olurdu, deme.
Fakat Allah böyle takdir etmiştir o dilediğini yaptı de! Zira bu 'keşke"
kelimesi (yani faydasız yere şöyle yapaydım böyle olurdu, demen) şeytanın
amelini açar. (Onun kötülüklere alışkanlık yaptırmasına fırsat verir). (Müslim:
Kadr 34)
Ebu Davud da Ubade bin
Samit'den nakledilmiştir ki ölüm anında oğluna şöyle tavsiyede bulunur:
"Ey oğlum! Sen imanın gerçek tadına anca, başına gelen belaların seni
sapıtmak için olmadığını, seni yanlışlığa götüren şeylerin de senin başına bela
olarak gelmediğine inandığın zaman varacaksın. Ben Peygamberimizin şöyle
buyurduğunu işittim: "Allah ilk önce kalemi yarattı. Ve ona:
"Yaz" dedi. O da: "Ey Rabbim ne yazayım, dedi. Allah: Kıyamet
kopuncaya kadar her şeyin miktarını yaz, "buyurdu. "Ey oğlum! Ben
Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: "Her kim bundan (imandan) başka
şey üzere ölürse benden değildir." [78]
Kaza ve Kadere İnanmanın Faydası
Kaza ve Kadere
inanmanın hikmeti ve faydası şu şekilde ortaya çıkar:
1) Kadere
inanmak kalbe huzur verir, insanın iç dünyasına rahatlık sağlar, sinirleri
yatıştırır, kişiden gam keder ve hüznü giderir. Kişide bu duygular hakim olunca
hareketleri ve aklı dosdoğru olur.
2) İç dünyaya cesaret verir, kişiyi atılgan
yapar, düşmanlarla korkusuzca savaşa güçleri, vasıtaları ve ifadeliri ne kadar
güçlü olursa olsun onlarla mücadeleye sevkeder.
3) Kadere iman, üstünlüğün Allah'a ait olduğunu
ve devamlı olarak O'na itimad edilmesi gerektiği düşüncesini
aşılar.
4) Mümini dengeli ve Ölçülü hareket eden bir
insan yapar. Mümin bu
imanıyla bir nimete kavuşunca şimar-maz, bir belaya çarpınca sabırsızlık
göstermez. Bolluk da şükreder, darlık da sabreder. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen bir bela yoktur ki biz onu yaratmadan
önce o kitab da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize
üzülme-meniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir.
AUah,kendini beğenip öğünen hiç kimseyi
sevmez. (Hadid: 22,23)
Müslim'de Suheyb'den
nakledilmiştir: Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: "Müminin işine hayret
ederim. Çünkü onun her işi hayırdır. Bu durum müminden başka hiçbir kimse için
böyle değildir. Şayet ona sevinç verici birşey isabet ederse şükreder. Bu da
kendi lehine bir hayır olur. Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir hal isabet
ederse sabreder, bu da onun lehine bir hayır olur." (Müslim, Zühd 64)
5) Kadere
iman kişiyi kullara kulluk etmekten, onlara boyun eğmekten kurtarır. Çünkü kişi
başına gelen her şeyin Allah'dan olduğunu bilir. Ümmet bir araya gelse ona,
Allah'dan olduğunu bilir. Ümmet bir araya gelse ona Allah'ın yazdığından öteye
hiçbir zarar veremeyeceklerini,rızkını ve ecelini tamamlamadıkça ölmeyeceğini
de çok iyi bilir.
6) Kadere iman; mü'mini hiçbir güce baş eğmez ve
güçlü kılar. Onu, nerede bulursa hakkı elde etmeye, batılı defetmeye hazırlıklı
kılar.
7) Mü'minin kalbini aldatma, pusu kurma ve sahtekarlıktan
temizlenmiş ve arındırılmış yapar.
8) Kalbi
zenginlik, emniyet ve kanaatle doldurur... Bu kalbe Allah sevgisini, ona
dayanma ve ona tevekkül etme
duygusunu verir.
9) İnsandan
dünyaya karşı aşırı hırs belalarını giderir. Çünkü hırs her yanlışın başı, her
belanın kökü, her rezilliğin esasıdır.
10) Allah'a ve insanlara karşı olan davranışlarda
güzel ahlaklı olma kapısını açar.
11) Mü'minin maddi ve manevi bütün güçlerini, kainattaki,
Allah'ın kanunlarını öğrenme konusunda tamamen serbest bırakır. İnsan, yeni
şeyler kurar, onarır, yeryüzünün hazinelerini çıkarır, bu kainatın
güzelliklerinden
faydalanır.
12) Kaza ve
kadere iman, birtakım hedeflere ulaşmada itici güç oluşturur. İnsan hayatında
olumlu,sevindirci sonuçlar meydana getirir. İşte böyle kaza ve kadere inanan
şerefli geçmişimiz, hayatın bütün sahalarında büyük zaferler elde etmişlerdir.
Sebebi ere tam yapışarak Allah'ın davetini tebliğde yeryüzüne dağılmışlar,
O'nun yolunda savaşmışlar Allah'a tevekkül etmişler, O'ndan başkasından
korkmamışlardır. Güçlü imanlarının önünde yeryüzündeki bütün güçleri küçük
görmüşler,bu sayede büyük şan ve şeref kazanmışlardır. Bu sayesede İslâm büyük
bir hızla yayılmış, mübarek ve önemli fetihler olmuş, küfrün kaleleri, saltanatı
onların güçlü imanlarının önünde peşpeşe yıkılıp kaybolmuşlardır.
İşte kaza ve kadere
iman budur. İşte bu imanın büyük sonuçları.
Allah'ın dinini
kötüleyip bu inanca sahip olmayanlara gelince; bu kişiler her zaman zarar ve
ayrılık da, bağlantıları kopmuş, yaşayışı dar ve gideceği yer cehennemdir.
Adeta şu ayeti aynen doğrulamaktadırlar: "Benim yoluma uyan ne sapar, ve
ne de bedbaht olur. Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi
olur ve kıyamet günü de onu kor olarak hasrederiz." [79]
"İman" kalp
ile tasdik, dil ile ikrar ve azalar ile amel etmektir. Bu üçü mutlak imanın
tarifidir. Mutlak imana dinin tamamı yani dinin dışı ve içi, temel konuları ve
teferruatı dahildir. Mutlak iman bu unsurların birarada olmasıyla söz konusu
olur. Bunlardan birşeyin eksik oluşu ile mutlak iman ifade edilemez.
O halde mutlak iman;
birtakım inançlardan, sözlerden ve amellerden ibarettir. Fakat bunlar aynı
mertebede olmayıp inançlar imanda temeldir. Herkim; Allah'a meleklere
peygamberlere, kitablara ve ahiret günü hakkında inanılması gereken şeylere
inanmaz ise veya dinden olduğu kesin olan namaz ve zekatın farziyyeti, zina ve
adam öldürmenin haramlığı gibi konulan inkâr ederse, bu inkarıyla imandan
çıkar ve kafir olur. İslâm müçtehitleri, kalbiyle tasdik edip diliyle iman
esaslarını ikrar eden fakat dinin amel yönünü ihmal eden kişilerin Allah'a
Rasûlüne isyankar oldukları ve azaba duçar olacakları konusunda fikir birliği
etmişlerdir. [80]
İmanın Artması ve Eksilmesi
İnsanın sözleri ve
amelleri imanın manası içinde olunca, elbetteki iman da artma ve eksilme
meydana gelmesi tabi olur. Bundan dolayı iman, Allah'a boyun eğmekle artar,
günah işlemekle azalır. Bu konuda Kur'ân'da ve sünnette açık ifadeler vardır.
Aynı zamanda bu durum, müminlerin inanç kuvvetinde, kalblerinin ve azalarının
amel-lerindeki farklı oluşda da açıkça görülmektedir. Bu konudaki deliller
şunlardır:
Kur'ân'dan deliller
1) "O kimselerdir ki Allah anıldığı zaman
kalblerı titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve
Rablerine güvenirler. (Enfal:2)
2) "İnananların da imanlarının artmasını
sağladık." (Müddesir: 31)
3) İnananların imanlarını kat kat artırmaları
için kalblerine güven indiren O'dur. (Fetih, 4)
4)
"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu
topladılar, onlardan korkun." dediler. Bu, onların imanını artırdı da:
"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler." (Al-i İmran,
173)
5) Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere
miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır,
kimi de, Allah'ın izniyle iyiliklere koşar. (Fatır: 32)
Bu ayette Allah
müminleri üç gruba ayırıyor:
a) Hayırda
öne geçenler: Bunlar farzları ve müstehabları yerine getiren, haramları ve
mekruhları terkeden,
Allah'a yakın olan
kullardır.
b) Orta davrananlar: Bunlar, sadece farzlan
yapıp haramlardan kaçınanlardır.
c) Kendine yazık edenler: Bunlar bazı haramları
islemeye cesaret eden, bazı farzlan da yerine getirmeyenlerdir, ancak asıl
imanları mevcut olmakla şartıyla. [81]
Sünnetten deliller
1) Peygamberimiz şöyle buyurur: İman, yetmiş küsur
şubedir. En üst derecesi LAİLAHE İLLALLAH sözü, en alt derecesi de yoldan
eziyet veren bir şeyi kaldırmaktır. Haya (utanmak) da imandan bir
şubedir."
2) Peygamberimiz buyurdu: "Müminlerin
içinde imanı en olgun olan kişi, ahlakı en güzel olan kişidir."
3) Yine
buyurdular: Sizden biriniz bir münker (kötü iş) gördüğü zaman onu eliyle
gidersin, gücü yetmezse diliyle engel olsun, ona da gücü yetmezse kalbiyle
olayı kötülesin. Bu ise imanın en zayıfıdır. [82]
Sahabe sözlerinden deliller
1) Hz. Ömer arkadaşlarına: "Geliniz,
imanımızı artıralım." der ve Allah'ı zikrederlerdi.
2) Kişinin; imanının arttığını veya eksildiği
anlaması onun fıkıh bilgisine sahib oluşundardır.
İbn-i Kayyım imanın
artıp eksilmesi meselesini üç kısma ayırır:
a) Artan,
eksilmeyen iman: Bu peygamberin imanıdır.
b) Ne artan ne de eksilen iman: Bu da meleklerin
imanıdır.
c) Artan ve
eksilen iman: Bu da müminlerin imanıdır. Bucûrî şöyle der: Müminlerin imanı beş
kısmıdır: 1) Taklide dayalı iman: Bu, bir hocanın sözünü delilsiz olarak kabul
etmekten meydana gelen imandır.
2) İlme dayalı iman: Bu inanç konularını delilleriyle bilmekten doğan imandır.
3) Ayne'I-yakîn
olan iman: Bu kalbin Allah'ı
müra-kebesinden doğan imandır. Öyle ki Allah, kişinin kalbinden göz açıp
kapama süresi kadar bile kaybolmaz.
4)Hakka'l-yakîn olan iman: Bu da kişinin kalbiyle Allah'ı müşahede etmesinden
doğan imandır.
5) Hakikî iman:
Bu da, sikinin Allah'dan başka hiçbir şeye şehadette bulunmamasından doğan
imandır. Bu kısımlardan taklid olanı, halk için, ilim olanı; delilleri anlayabilenler
için, ayan olanı; murakabe ehli için, hakk olanı; arifler (Allah'ı yakından
tanıyanlar) için ve hakikat olan iman da imanın sırlarını iyice anlayanlar
içindir ve bu makama fena makam'ı, denir. Çünkü onlar Allah'dan başka
varlıkları yok kabul edip O'ndan başkasını görmeyenlerdir.
Hakikî iman,
peygamberlere aittir. Bunu açıklamaya imkan yoktur. Buna göre kişinin her
halükarda imanını artırmak için devamlı gayret etmesi, noksanlaştırıcı
sebeb-lerden kaçınması gerekir. İmanı artıran en önemli sebeb-lerden birkaçı,
Kur'ân okumak, ilim Öğrenmek ve imanın artmasını Allah'dan istemek, zikir,
Allah'ın yaratıkları, ayetleri ve insanı aciz bırakan gücü hakkında düşünmek,
âhireti bolca hatırlamak, güzel amelleri çokça yapmak, alimlerle hemhal olmak,
camilere çok gitmek, oralarda namaz kılıp vaazlar dinlemektir. [83]
İman ve İslam
İman ve İslâm arasında
manada bir fark olmakla birlikte birbirlerinden ayrılmaz bağlan vardır. Dini
açıdan t lâm ve iman, varlıkta birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir. Biri
olmadan diğeri olmaz. Sahih bir iman ne zaman bulunursa İslâm da aynen bulunur.
Tersi de böyledir. Birbirlerinin yerine de kullanılabilirler. Birini söyleyince
diğeri de anlaşılır. Fakat birarada ayrı ayrı sÖylenirse,iman-dan tasdik ve
inanç; İslâm'dan da dil ile tasdik, azalarla amelden ortaya çıkan teslimiyet ve
açık bir boyun eğiş manası kastedilir.
Bu durum imanın genel
manasına nisbetle böyledir. Fakat imanı genel olarak İslâm'dan daha özel mana
ifade eder, yani bazen İslâm bulunur, iman olmaz. Nitekim Kur'ân'da Yüce Allah:
"Bedeviler, "İman ettik." dediler. De ki: "Siz henüz iman
etmediniz, fakat henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde "İslâm'a
girdik." deyin. Eğer Allah'a ve peygamberine itaat ederseniz, sizin
amellerinizden hiçbir şey eksilmez; çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet
edendir.". (Hucu-rat:14) buyurarak onların İslâm olmakla birlikte imanı olmadıklarım
haber vermiştir. Cibril hadisinde de üç mertebe (İslâm, iman, ihsan) sayılarak
bunlardan her birinin kendinden öncekinden daha özel manalı olduğu gösterilmiştir.
Tahavî Akidini
açıklayan müellif şöyle der: Cibril'in iman ve İslâm hakkında değişik soru
sorması, iman ve İslâm'ın farklı olduğunu bize gösterir. Peygamberimiz de:
"Bu; Cibril'dir, size dininizi öğretmek için geldi." buyurur. Din;
İslâm, iman ve ihsandır. Fakat bunlar derece iledir. Önce müslim,sonra mümin,
sonra muhsin olunur. İmandan maksat kesin İslâm ile beraber olandır, ihsandan
maksat da iman ve İslâm ile beraber
olandır. Bunlarsız ihsan sahibi olmak boştur.
İhsan, yapısı
itibarıyla umumî, sahih olan kişiler itibariyle hususîdir. İman da kendi
açısından umumî, iman ehli açısından, İslâm'dan hususîdir. İhsanın içine iman,
imanın içine de İslâm girer. Fakat ihsan sahibi olanlar müminlerden daha
hususi, müminler de müslimlerden daha hususidir. Bu risaletle nübüvvet
gibidir. Risalet, nübüvvete dahildir.
Risalet; kendi
açısından umumî, ehli açısından hususidir. Her Resul nebidir, her nebi resul
değildir. [84]
Diliyle kelimei
şahadeti (Allah'dan başka hiçbir ilahın olmadığına, Muhammed'in onun elçisi
olduğuna şeha-det eden) söyleyen, kalbiyle bunu tasdik eden,sözv fiiîve i-nanç
yoluyla bunu bozacak orpşey yapmayan Allah'ın dinine girmiş, küfürden ayrılmış
olur.
Peygamberimliz şöyle
buyurur: Allah'dan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim O'nun elçisi olduğuma
şehadet ederim. Bu iki şehadeti şüphe etmeden yaparak Allah'a kavuşanlar
mutlaka cennete gireceklerdir.
Hadisin manası: Tevhid
üzere ölüp, şüphe etmeksizin kalbiyle bu iki şehadeti tasdik ederek Allah'a
koşan kimsenin bir müddet sonra da olsa cennete gireceği, günahları ağır
geldiğinden cehennemde bir süre azab görse bile orada ebedî kalmayacağını beyan
ediyor. İki şehadeti söylemek ve kalbiyle tasdik kişinin iman ve İslâm
dairesine girmesine, cehennemdeki ebedî azabdan kurtulmaya yeterli olur. Fakat
bu iki şehadeti veya birini bozacak bir-şey yapmaması gerekir. Mesela iki
şehadeti yerine getirip de zekatın veya haccın farziyyetini inkar etse, veya
zinanın, faizin, adam öldürmenin haramlığını inkar etse veya buna benzer
Kur'ân'in peygamberin haber verdiği veya zaruri olarak bilinen İslâm'ın
hükümlerini reddetse, mümin olamaz.
İslâm dinine ters bir
inanca sahib olan kişinin İslâm'a girerken o batıl inancından, iki şehadeti
söylemesine nis-betle temizlenmesi gerekir. Buraya kadar söylenenler, İslâm'a
ilk defa girecek kişiler içindir.
İslâm'dan dönen
(MÜRTED)'e gelince: Eğer dinden dönüşü; Allah'ın birliğini veya Peygamberliği
inkar etmesi sebebiyle ise tekrar İslâm'ına hükmedebilmemiz için her iki
şehadeti ikrar, hem de inkar ettiği dinî meseleyi ikrar etmesi gerekir.
İki şehadetin dil ile
söylenilmesi: Söyleyenin zahirî (görünen) yönden müslüman olduğuna itibar
etmemiz ve dünya ile ilgili hükümlerin uygulaması açısındandır. Dil ile
söylemek, kalb ile tasdikle birlikte değilse ebedî cehennem azabından kurtuluş
yoktur.
İmam Gazali şöyle der:
Kalbiyle tasdik etmeksizin kelimei şehadeti söyleyenin âhirette kafirlerden
olacağına ve cehennemde ebedî kalacağına hükmederiz. Şüphesiz bu durum, dünya
hükümlerinde müslüman liderlerden kurtulma açısındandır. Çünkü onun kalbi
bilinemez. Biz; diliyle söylediği şeyin kalbinde de bulunduğunu zannetmekle görevliyiz.
Geride geçen şartlarla iki şehadeti söyleyen, İslâm'ın gereğince muamele
olunur. Çünkü biz bu hayatta hükümleri görünür durumlar üzerine bina etmekle
gizli durumları, sadece Allah bildiğinden, terketmekle yükümlüyüz.
Bunun delili Üsame b.
Zeyd'den rivayet edilen hadistir. Üsame (ra) şöyle anlatıyor: "Rasûlullah
bizi bir seriyye içinde (cihada) göndermişti. Cüheyne kabilesinden Hurukat'a
bir sabah baskını yaptık. O sırada ben bir adama eriştim. O; «LÂİLAHE
İLLALLAH." dedi. Ben kargımı (mızrağımı) ona sapladım. Bu işten gönlüme
bir şüphe düştü. Sonra bunu Peygambere söyledim. Rasûlullah: "LAİLÂHE
İLLALLAH, dediği halde onu niçin öldürdün?" dedi. Ben: "Ya
Rasûlullah! O, bunu ancak silahdan korktuğu için söylemiştir." dedim. Rasûlullah
da: "Onu kalbinden söyleyip söylemediğini bilmen için kalbini mi
yardın?" buyurdu ve bu suali bana karşı hiç durmadan o kadar çok tekrar
etti ki. Nihayet ben o gün müslüman olmuş olsaydım, diye temenni ettim.".
(Müslim-İman/ 158)
Hadisdeki "Onun
kalbini mi yardın?" sözü, bizim görünüşe bakarak ve dilin söylediği ile
amel etmekle yükümlü olduğumuzu, kalbdeki şeyi bilmemize imkan olmadığını
göstermektedir. Kalblerde olanı ancak Allah bilir. [85]
Riddet: Lugatta;
"birşeyden başka birşeye dönüş," demektir. Terim olarak riddet;
akıllı ve ergen bir müslüma-nın herhangi bir zorlama olmadan kendi isteğiyle İslâm'dan
küfre dönüşüdür.
Müslüman ne zaman
mürted (dinden dönen) olur?
Müslüman, kalbi
küfürle rahatlayıp bilfiil küfre girmedikç e İslâm'ın dışında sayılmaz ve
mürted olduğuna hüküm verilmez. Çünkü bu konuda Allah şöyle buyurur:
"Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna,
İnandıktan sonra Allah'ı inkar edip gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından
bir gazab vardır, büyük azab da onlar içindir.". (Nahl: 106)
Hz. Ömer şöyle der:
"Peygamberimizi şöyle derken işittim: "Ameller niyetlere göredir,
herkes için neye niyet etmişse o vardır."
Kalbde olan şeyler
sadece Allah'ın bildiği gizli, bir yoruma ihtimali olmayan kesin ifadeler
olması gerekir.
İbn Abidin şöyle der:
"Kişiyi imanından ancak İslâm'a girdiği şeyi inkar etmesi çıkarır. O şeyi
reddettiği kesin anlaşılınca riddetine hükmedilir. Reddi konusunda şöphe varsa
riddetle hükmedilmez. Çünkü sabit olan İslâm, şüpheyle yok olmaz."
Bir kitab'da şöyle
denilir: "Küfür, çok dehşetli bir şeydir. En küçük bir rivayet de olsa
bulunduğu zaman hiçbir mümini kafir telakki etmez."
Hulasa diğer
kitap'larda şöyle denir: Bir konudaki bütün yönler tekfiri, tek bir yön de
küfrüne engel olur nitelikte olsa müftünün, küfrü engelleyen yöne yönelmesi gerekir.
Bu müslüman hakkındaki güzel zannın gereğidir.
Bezzaziye isimli
kitap'ta şu da eklenmiştir:'Ancak küfrü gerektiren ve yoruma da ihtimali
olmayan bir şeyi açıkça söylerse müslümanlığına hükmedemeyebiliriz."
Tatarhaniy'yede şöyle
denir: "İhtimale dayalı olan bir şeyle kişi kafir sayılmaz, çünkü küfür,
suçun son noktasıdır ve cezanın da son noktasını gerektirir, ihtimalli olmak
son nokta değildir."
Kişinin riddetini veya
küfrünü gösteren örnekler
1) Allah'a
ortak koşmak (şirk), yahut O'nun Rab'liği-ni, birliğini veya sıfatlarından
birini inkar etmek.
2) O'nun eşi
veya çocuğu olduğuna inanmak.
3)
Peygamberlerinden birini inkar etmek.
4)
Kitab'larından birini inkar etmek.
5) Kur'an'ı
Kerim'den birşeyi inkar etmek.
6) Beş vakit
ibadetin farziyyetini veya onlardan birini inkar etmek.
7) Dinin zarurî olarak yönlerini inkâr etmek.
Mesela Allah'ın bu âlemi yarattığını, meleklerin ve cinlerin varlığını,
Kur'ân'ın Allah'dan gelen bir vahiy olduğunu, yeniden dirilmeyi, hesaba
çekilmeyi, cenneti cehennemi inkar etmesi gibi...
8) Kur'ân ve
hadislerde haram kılınmış olan ve bütün müslümanların da haram olduğuna fikir
birliği ettikleri bir şeyin helal olduğuna inanmak. Zinanın, şarabın, faizin,
domuz eti yemenin, günahsız kimseleri öldürmenin, mallarını gasbetmenin
—hiçbir şüphe ve yorum ihtimali olmaksızın- helal olduğuna inanmak gibi.
9) Kur'ân ve hadislerde helal kılınmış olan ve
bütün müslümanların da helal olduğuna fikir birliği ettikleri bir-şeyin haram
olduğuna inanmak. Mesela alış-veriş, evlenme ve temiz yiyecekler gibi.
10) Allah ile veya ayetleriyle veya
Peygamberleriyle veya kitablarıyla eğlenmek; onları alaya almak.
Şöyle buyurulur:
"Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk."
diyecekler. De ki:
Allah'la ayetleriyle,
peygamberleriyle mi alay ediyordunuz?" Özür beyan etmeyin, inandıktan
sonra inkar ettiniz." (Tevbe: 65-66)
11) Peygamberimizden sonra peygamberlik iddiasında
bulunmak veya böyle birini tasdik etmek.
12) Kur'an'ı veya hadis kitaplarını, içlerinde
yazılı olanları küçümseyerek veya hafife alarak, pisliklerin içine atmak.
13) Allah'ın kitabını ve peygamberinin sünnetini
kusurlu bulmak, hayata uygun olmadıklarına inanarak onlarla hükmetmeyi
terketmek, Kur'ân ve hadisler üzerine beşeri kanunları üstün tutmak.
14) Bir puta veya güneşe veya yaratılmışlardan
olan bir şeye secde etmek.
Yeni müslüman olan
birisi, İslâm'ın hükümlerini ve dinî sınırlarını bilmeyerek bir şeyi inkar etse
kafir olmaz. Müslümanların icma ettikleri fakat sadece üst düzeydeki alimlerin
bileceği meseleleri bilmeyerek bir kişi inkar etse yine kafir olmaz, çünkü
bilmemesiyle özürlü kabul edilir. Bu tür bilgiler umum halk arasında yaygın
olmayabilir. Mesela, kasden murisini Öldüren kişinin varis olamayacağı,
ninenin mirasdan 1/ 6 hak alacağı vb. konularda olduğu gibi. İnanması için
inkar edene doğru olan öğretilir, ama öğrendikten sonra inkar ederse kafir
olur. Bunun kuralı, kişi birşeyi bilerek inkar ediyorsa kafir olur.
Bazen insan nefsini
çevreleyen vesveselere ve şeytanın fısıltılarına itibar yoktur. Allah kişiyi
bunlarla sorumlu tutmayacaktır. Ta ki kişinin yanında küfre tam bir kasd bulunsun,
veya bunu konuşsun veya bunu amel etsin, o zaman kafir olur. Müslim'de Ebu
Hureyre'den naklen Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Allah, dil ile
söylemedikleri, yahut fiilen yapmadıkları müddetçe ümmetimin gönüllerinden
geçirdikleri günahlarını cezalandırmamıştır." (Müslim-İman, 201)
Ne kadar büyük olursa
olsun büyük bir veya daha fazla günahı işlemekle kişi, Allah'a ortak koşmadığı
veya İslâm'ın açıkça bilinen bir hükmünü inkar etmediği sürece kafir olacağına
veya mürted olacağına hükmedilmez. Yukarıda sıralanan şeyleri de tabiki inkar
etmemelidir. Ha-ramlığında, farz oluşunda imamların ihlilaf ettikleri,
Kur'an'da veya mütevatır sünnetten kesin bir delil de olmayan konularda bir
hükmü inkar etmek küfrü gerektirmez. Çünkü bir kişiye kafir, diyebilmek çok
büyük bir iştir. Buhari'de Peygamberimiz şöyle buyurur: "Allah'dan başka
hiçbir ilah olmadığına şehadet eden, kıblemize yönelen, namazımızı kılan,
kestiğimizi (hayvanı) yiyen müslümandır. O kişiye, müslümanın lehindeki ve aleyhindeki
hükümler aynen geçerli olur."
Peygamberimiz
müslümanlan birbirlerine kafir, dememeleri konusnada uyarmıştır. Çünkü bu
suçun vebali büyüktür.
Müslim'de Hz. Ömer'den
naklen Peygamberimiz: "Kişi (din) kardeşini kafirliğe nisbet ettiği zaman
muhakkak ikisinden biri o küfür kelimesiyle dönmüştür.". (Müslim: İman/
111)
Durum böyle olunca,
fetvayı ve serî hükmü açıklamaya salahiyetli olan kişinin, müslümanlardan
birini küfre nisbet eden hükme adım atmadan önce iyice düşünmesi ve ihtiyatlı
olması gerekir. Aslında her müslümanın dinini yaşarken ihtiyatı (tedbiri)
elden bırakmaması, dini vazifelerini yerine getirmede hırslı olması, dinî
yasaklardan uzak durması, günahlara ve dinen kötü sayılan şeylere bulaşmaması,
gerekir. Kişi bazı ters düşüncelere sahib olur da birtakım günahlar işlerse
hemen tevbe ederek Allah'ın affedeceğine tevekkül eder.
Kur'ân'da şöyle
buyurulur: "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan
başkasını ise dilediğine bağışlar.". (Nisa: 48)
Başka bir ayette de:
"Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun
tevbesini kabul eder. Allah şübhesiz bağışlayandır, merhametli olandır.".
(Maide: 39) buyurulur. [86]
Allah'ın dininden Başka Birşeyle Hükmetmek Riddet
Sayılır mı?
Önce bakılır; eğer
başka hükmü, kendisinin veya başkasının doğrulamasıyla uyguluyorsa ve Allah'ın
hükmünü başka hükümle, Allah'ı inkar etmek veya İslâm hükümlerinin hayata
elverişli olmadığı düşüncesinde yürümek veya onları ayıplamak değersiz görmek
için değiştirdiğine dair kesin bir delil varsa bu jslâm'dan dönüşü (riddeti)
gerektiren bir durumdur. Bu durumdaki kişi için kelimei şehade-ti söyleyip
dursa ve namaz gibi bütün ibadetleri eda da etse farketmez. Ancak bu kişi,
kendi içindeki bu sebebden tamamen vazgeçtiğine dair tevbe ederse yani önceden
söylediklerinin tersini ilan eder, İslâm şeriatının tamamının hayata elverişli
olduğunu, daha Önce hükmettiği şeyin batıl olduğunu, gerçek doğru olanın İslâm
şeriatının getirdiği hükümler olduğunu söylerse o zaman İslâm sınırları içine
girmiş olur.
Fakat bu kişinin başka
bir şeyle hükmettiğinde; inkarına, ayıpladığına ve küçük gördüğüne dair kesin
delil bulunmasa, Allah'ın hükmüyle amel etmekdeh onu sadece bunamak veya
nefsinin sayıklamalarına ve kötü isteklerine icabet etmek veya İslâm şeriatının
bağlayıcılığından kaçmak gibi bir sebeb alıkoysa ona, bu ihtimalin delilleri
ne kadar zayıf olursa olsun riddet hükümleri tatbik edilmeyeceği gibi, küfre
nisbet edilmesi de caiz olmaz. Çünkü bu konuda temel nokta itikaddır. Bu
durumda sözlü bir beyan veya fiili bir uygulama olursa küfrüne hükmedilir.
Çünkü sözlü beyan ve fiilî uygulama, inkar edici inancı gösteren kesin bir
delildir. Küfrü, hükmünü uygulamak caiz değildir. Burada onun fasıklığma ve
günahkar oluşuna hükmedilir. Fakat yine de işin iç yüzü Allah'a havale edilir.
Nasıl olsa ahirette her şey ortaya çıkacaktır.
İmam Ahmet b. Hanbel
bu gerçeği şöyle açıklar: "Her kim müslüman olarak şarap helaldir, derse o
kafirdir. Ondan tevbe etmesi istenir, ederse ne alâ, etmezse öldürülür. Bu
durum, şarabın haram olduğunu bilecek durumda olanlar içindir. Fakat kişi,
sadece domuz eti yemekle, veya şarap içmekle mürted olmaz... Bu işi ister
küfür diyannda, ister İslâm diyarında yapsın... Çünkü kişiyi, diğer haramlarda
olduğu gibi böyle bir fiili de haram olduğuna inanarak yapması günahkar
sayılmakla birlikte; dinden çıkarmaz. [87]
Mürtedin Cezası
Riddet; inkarın en
çirkini, cezası da en ağır olanıdır. Riddet; müslümanın amellerini siler
götürür. Bu suçu işleyen dünyada ölümle, ahirette ebedî cehennemde kalarak
cezalandırılır.
Kur'ân'da şöyle
buyurulur: "içinizden dininden dönüp kafir olarak Ölen olursa,bunların
amelleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır.
Onlar orada temellidirler." (Bakara: 217)
Buhari ve Müslim'de
İbn-i Abbas'dan naklen bir hadiste Peygamberimiz: "Kim dinini
değiştirirse onu öldürünüz." buyuruyor. İslâm ilim otoriteleri de
mürtedin öldürüleceği konusunda fikir birliği etmişlerdir. Bu hüküm, Hz. Ebu
Bekir'den, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, Hz. Muaz'dan, Hz. Ebu
Musa'dan, Hz. İbn-i Abas'dan, Hz. Halid'den ve diğerlerinden rivayet edilmiş,
kimse bunu inkar etmediğinden icma meydana gelmiştir. (Hidaye: 2/ 164)
Bir müslüman dinden
döndüğü zaman (Allah'a sığınırız) ona İslâm arz olunur. Eğer bir şüphesi varsa
giderilir. İslâm'a dönmezse üç gün hapsedilir. Bu esnada üç defa tevbe etmesi
istenir. Eğer müslüman olursa maksat hasıl olmuştur. Eğer riddetinde ısrar
ederse öldürülür. İslâm'a dönerse bu dönüş, kelimei şehadeti söylemesi ve
İslâm'a ters olan her türlü dinden veya geçiş yaptığı fikrî sistemden berî
olmasıyla olur. Mürtedde üç gün süre tanınması ve tevbe etmesinin istenmesinin
delili, Muvatta'da İman Malik'in Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah b.
Ab-dulkârî'den, o da babasından naklettiği haber ki bir gün Hz. Ömer'e bir adam
gelir ve Hz. Ömer ona: Garibbir o-lay, haber var mı?, der. O da; "Evet,
bir adam müslüman olduktan sonra kafir oldu," der. Ömer (ra): "Ona ne
yaptınız?", der. Adam: "Önümüze alıp onu öldürdük," der. Hz.
Ömer: "Onu üç gün hapsedip her gün ona çörek yedirip
tevbe etmesini isteseydiniz ya, belki
adam tevbe eder veya Allah'ın emrine müracaat ederdi. Ey Allah'ım! Ben orada
bulunmadım, ben emretmedim, haber bana ulaşınca ben
razı olmadım." der.
Karı-kocadan birinin
riddeti aralarında ayrılığı gerektirir. Mürted olanı tevbe eder de İslâm'a
dönerse yeni bir nikah akdi ve yeni bir mehir gerekir. Tabi yeniden evlenmeyi
isterse.
Mürted, akrabalarından
biri öldüğü zaman onun malına varis olamaz. Çünkü mürteddir, dini yoktur,
müslüman akrabasına varis olmaz. Riddeti üzere öldürülür veya kendi Ölürse malı
müslüman varislerine intikal eder. Çünkü o, riddet anından itibaren Ölü
hükmündedir. Mürdeddir hiç kimseye velayeti yoktur, kestiği de haramdır.
Riddetine ısrar ettiğinden öldürülürse cenazesi yıkanmaz, cenaze namazı da
kılınmaz. Riddetiyle İslâm'dan çıktığı için müslü-manların mezarlıklarına
gömülmez, riddetten önce müslüman olduğu için müşriklerin mezarlıklarına da
gömülmez. Ancak cesedi bir çukura atılır. [88]
Günahlar; Kur'ân ve
Sünnetin metni ve selefin icma ile büyük ve küçük olarak ikiye ayrılır.
Kur'ân'da: "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı
örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz." (Nisa: 31) buyurulur.
Diğer ayetlerde de
şöyle buyurulur: "Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır ki o,
kötülük yapanlara işlerinin karşılığını verir; iyi davrananlara, ufak-te-fek
kabahatleri bir yana büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan kaçınanlara
işlediklerinden daha iyisiyie karşılığını verir. Doğrusu Rabbinin bağışı
boldur. Sizi yerden varederken ve siz annelerinizin karınlarında cenin halinde
iken sizleri çok iyi bilen O'dur. Kendinizi temize çıkarmayın. O, sakınanı çok
iyi bilir." (Necm: 31-32)
Peygamberimiz de şöyle
buyurur: "Beş (vakit) namaz, cumaya kadar cuma, Ramazana kadar
Rama-zan,büyük günahlardan sakınüdığı takdirde, aralarında işlenen günahları
için keffarettirler." (Müslim: Tahare/16)
Adam öldürmek
anne-babaya itaatsizlik etmek, yalan yere yemin etmek, yalan yere şahitlik yapmak büyük günah
örneklerindendir. Alimler ayette geçen "lemen" kelimesinin küçük
günahların olduğunu açıklamışlardır. İslam, müminleri büyük küçük günahlardan
sakındırmış, onların takva ile ahiret yolculuğuna azık edinmelerini istemiş, haramlardan
kaçınmalarını, ne kadar küçük olursa olsun hiçbir günahı işlemede gevşeklik
göstermemelerini istemiştir. Kur'ân'da: Kim fenalık yaparsa cezasını görür,
kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur. (Nisa: 123)
buyurmuştur.
Hadisi şerifte
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Günahkar bir günah işlediği zaman
kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Tevbe edip Allah'dan affını isterse
kalbi cilalanır (parlar). Tevbe etmezse o leke artar hatta kalbini
kaplar.". İşte bu durum şu ayette geçen kalbin paslanmasıdır: "Hayır,
hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir."
(Mutaffifin: 14)
Allah'a ortak koşmak
ve küfre düşmek müstesna, günah işleyen, bu günahını, haramlığına delil varsa
ve icma da edilip bu haramhk kesin bir şekilde sabit olmuş ise helal kabul
etmedikçe kafir olmaz, ancak o ameli günahkarlardan sayılır. Tahavî şöyle der:
"Kıble ehlinden olan hiç kimseyi helal kabul etmedikçe işlediği günah
sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. Günah işleyene de, imanla beraber günah zarar
vermez, demeyiz.". Muhammed ümmetinden büyük günah esleyenler, cehenneme
girecekler, tevhid ehli olarak, tevbe etmeyerek ölürlerse ve kendilerinin
durumunun Allah'ın elinde olduğunu, dilerse affedeceğini, fazlı kereminden
mağfiret edeceğini dilerse ilahî adaleti gereği cehennemle azab edeceğini
bilirse cehenneme girseler bile ebedî kalmayacaktır.
Onlann cehenneme girdikden
sonra çıkmaları da Allah'ın rahmeti ve şefaat edebileceklerin şefaati ile
olur. Sonra onları cennetine gönderir. Bu da Allah'ı Rab olarak tanıyanlara
Allah'ın bir lutfudur. Bunlar, Allah'ın hidayetinden mahrum kalan, O'nun
korumasına nail olamayanlar gibi değildirler. Ey Allah'ım! Ey İslâmı ve ehlini
koruyan Allah'ım! Bizi İslâm üzere sabit kıl ki sana onunla kavuşalım.. Nevevî
şöyle der: "Hakikat şu ki, ehli sünnet, öncekiler ve sonrakilerden hak
üzere olanların görüşü; tevhid ehli olarak ölen her halükarda cennete girer.
Eğer çocuk veya deli gibi günahsız biriyse veya şirk ve benzeri günahlardan
tevbe etmiş ve tevbesinden sonra hiç günah işlememiş biriyse cehenneme
girmeden direk cennete gireceklerdir. Fakat cennete gelişleri yani sırattan geçişleri
farklı olacaktır. Günahı olup da tevbe etmeyenin durumu, Allah'ın
dileme-sindedir. Dilerse onu affeder ve hemen cennete koyar. Dilerse
muradettiği kadar azablandırdıktan sonra cennete sokar. Tevhid üzere Ölen, ne
kadar günah işlerse işlesin cehennemde ebedî kalmayacaktır. Nitekim küfür
üzere Ölen de, dünya da ne kadar iyilik de bulunursa bulunsun, cennete
giremeyecektir. Bu konuda doğru olanın özeti budur. Kitab, sünnet ve icma da
bunu gösterir. (Nevevî Şeru'l Müslim 1/217)
Ahirette cezanın düşme
sebepleri
Ahirette günahkarların
cezaları Kur'ân ve Sünnetten beyan edilene göre şu sebeblerle düşer: [89]
1) Nasuh tevbe
Bir daha tevbe edilen
günahı işlememek kastolunanj tevbedir. Kur'ân'da bu konuda şu ayetler vardır:
"Onların j ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil I geldi.
İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını görecekler-1 dir. Ancak tevbe eden,
inanıp yararlı iş yapanlar bunun dışındadır. Bunlar, hiçbir haksızlığa
uğratılmadan! cennete gireceklerdir." (Meryem: 59-60)
"Ancak tevbe edenler,
İslah olanlar ve gerçeği or-j taya koyanlar müstesna; işte onların tevbesini
kabulj ederim. Ben, tevbeleri daima kabul ve merhamet ede-| rim." (Bakara:
160)
Tevbeyi daha geniş
olarak gelecek başlık altında ince-| leyeceğiz. [90]
2) İstiğfar
İstiğfar, bazen tek
başına, bazen tevbe ile beraber söylenir. Tek başına şu ayette olduğu gibidir:
"Allah'daı mağfiret dileyin Allah bağışlar ve merhamet eder.'] (Bakara:
199)
Tevbe ile beraber de
şu ayette geçer: "Rabbinizdei mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin ki,
belli bir süreye] kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faj
ziletinin karşılığını versin." (Hûd: 3)
Tevbe ve istiğfar tek
başına kullanıldıkları zaman dij gerinin manasını da içine alırlar.
Yanyana
kullanıldıklarında ise; istiğfar: Geçmiş zi manda işlenen günahın şerrinden
korunmayı istemek, Tevlbe, gelecekte işlemekten korktuğu kötü amellerin şerrinden
korunmayı istemek ve dönmek, demektir. Burada iki günah var:
a) Geçmişte
işlenen günah; ki bundan istiğfar edilir ve şerrinden korunma istenir.
b) Gelecekte nefsinin şerrinden ve kötü
amellerinden korunmak için O'na dönüş.
Aynı şekilde günahkar;
kendisini yok olmaya götüren, esas gideceği yere götürmeyen bir yola girmiş
kimsegibi-dir. Bu kişi sırtını o yola ters çevirmesi ve kurtuluşunun olduğu
yola dönmesi gerekir. Burada iki iş var: Birşeyden ayrılmak, diğerine dönmek.
İstiğfar; ayrılığa, tevbe de dönüşe tahsis edildi. Fakat tek başına
kullanıldıklarında diğerinin manasını da içine alırlar. Bu ayette belki de
bunun için bu sırada gelmiştir: "Rabbinizden mağfiret dileyiniz ve O'na
tevbe edin." (Hûd: 3)
Tevbe; batıldan
ayrıldıktan sonra doğru yola dönmektir. Aynı şekilde istiğfar; "zararı
gidermek" tevbe; faydayı temin etmektir. Mağfiret; Allah'ın kişiyi günah
şerrinden koruması, tevbe; bu korumadan sonra Allah'ın sevdiği şeyin meydana
gelmesidir.
Umumî şekliyle
istiğfar; yapılan bir günahdan veya ameldeki bir noksanlıkdan dolayı Allah'ın
mağfiretini iste-mekdir. İstiğfar, kurtuluşu ve hayırlara kavuşmayı hızlandırır.
Kur'ân'da: Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin. Doğrusu O; çok
bağışlayandır.". Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallar ve
oğullarla desteklesin." (Nûh: 10-12) [91]
Peygamberlere iman,
imanın esaslarından biridir. Kur'ân'da şöyle buyurulur: Peygamber ve inananlar,
Rabblerinden kendine indirilen Kur'ân'a iman ettiler; hepsi Allah'a,
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar. "(Allah'ın)
Peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik,
Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır.", dediler. (Bakara: 285)
Nübüvvet, Risâlet ve
Vahyin Anlamı
Nübüvvet:
"Haber" anlamındaki "nebe" kökünden türemiştir. Manası:
"Allah'tan gelen haberin, vahiy yoluyla kullar içinden kendisinin seçtiği
birine ulaşması ve o kişinin o haberi almasıdır.
Risalet: Allah'ın,
kullarından birini diğer insanlara, yeni bir kitabı ve yeni bir şeriatı
bildirmekle görevlendirme sidir. [92]
Vahyin Anlamı
Vahiy lügat açısından şu anlamı içerir:
1) İnsanın yaratılışında var olan ilham. Bu
manada Kur'ân'da: "Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir." diye
bildirmiştik.'* (Kasas: 7) buyurulur.
2)
Hayvanlarda tabiî olarak mevcut olan ilham, iç güdü. Yine bu manada Kur'ân'da:
"Senin Rabbin, bal ansına da şöyle bildirdi: "Dağlardan, ağaçlardan
ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin!". (Nahl: 68...)
buyrulmuştur.
3) Sembol ve nişan yollu, hızlı işaret: Bu
manada Kur'ân'da Zekerriyya (as)'dan bahisle şöyle buyurulur: Zekeriyâ bönün
üzerine mâbedden çıkıp milletine: "Sabah-akşam Allah'ı tebih edin."
diye işarette bulundu." (Meryem: 11)
4) Şeytanın fısıldaması, insanın hatırında
kötülükleri süslemesi: Bu manada da Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Doğrusu
şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar." (Enam: 121)
Diğer ayette de şöyle
buyurulur: "Aldatmak için birbirlerine cazib sözler fısıldayan cin ve
insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık." (Enam: 112)
Şu manalarda vahyin
lügat anlamlarmdandır: Yazmak, kitap, mektup, peygamber göndermek, yeniden
dirilmektir şeyi bildirmek için söylenen söz, gizli bildirme, Allah'ın
peygamberlerine vahyetmesi.
Vahiy kelimesi tek
başına söylendiğinde "vahyedilen şey" anlaşılır. [93]
Dinî Açıdan Vahyin Terim Manası
Allah'ın, kullarından
peygamberlik için seçtiği birine insanlar için pek alışılmış olmayan gizli bir
şekilde bilinmesini istediği hidayet yollarını bildirmesidir. Bu şekilde
vahyedilen şey; peygamberine indirilmiş olan Allah'ın kelâmıdır. [94]
Vahyin Geliş Şekilleri
Suyutî, Itkân adlı
eserinde; bilginlerin vahy için şunları saydığını söyler:
1) Buhâri'de
belirtildiği gibi meleğin, çıngırak sesine benzer bir şekilde gelmesidir. Ahmed
b. Hanbel'in Müs~ ned'inde, Abdullah b. Ömer'den naklen şöyle denir: Peygambere
"Vahyi hissediyor musun?" diye sordum. O da: "Ben çıngırak
sesleri işitiyorum, sonra o anda susuyorum. Bu şekilde bana ne zaman
vahyedilse, ruhumun alındığını zannederim." dedi. Hattâbî şöyle der:
"Bu sesten maksat; Peygamberin işittiği dalgalı seslerdir. Bunun meleğin
kanatlarını çırpma sesi olduğu da söylenir.
Bu şekilde meleğin
gelişinden maksat; Peygamberin kulağının vahyin dışındaki sesleri algılamasını
önlemektir. Buhari de bu şekildeki vahyin; en şiddetli vahiy şekli olduğu
anlatılır. Kendisinde tevhit ve korkutma bulunan ayetler bu çeşit vahiyle
gelirdi.
2) Peygamberimiz
uyanıkken, Cebrail tarafından vahyin, Peygamberimizin kalbine üflenmesi,
bırakılmasıdır.
3) Cerâil'in insan şekline girerek getirdiği
vahiydir. Buhâri'de Peygamberimiz, şöyle buyurur: "Bazı zamanlarda melek
insan suretine girer,bana konuşur,ben de onun dediklerini muhafaza ederdim.". Vahyin en
kolay şekli budur.
4)
Meleğin,Peygambere uyku halinde getirdiği vahiydir.
5)
Peygamberin, doğrudan Allah'la konuşması şeklinde olan vahiydir. Bu, ya uyanık
halde olur, miraç da olduğu gibi. Ya da uyku halinde olur ki bu şekilde bir
vahiyle Kur'ân Ma gelmiş olan hiç bir şey yoktur.
İbn-i Kayyım, vahyin
geliş şekillerinin yedi olduğunu söyler. Bunlar:
1) Doğru
rüya.
2) Meleğin görülmeden, Peygamberin kalbine vahyi
bırakması.
3) Meleğin insan şekline girip Peygamberin
onunla görüşmesi ve
konuşması.
4) Meleğin
zil sesi gibi bir sesle gelmesi.
5)
Peygamberin, meleği yaratıldığı şekilde görmesi.
6) Miracda
olduğu gibi yedi kat göklerin üstünde Peygambere vahyedilmesi.
7) Peygamberin perde arkasından melek vasıtası
olmaksızın konuşması.
Doğru rüya şeklindeki
vahye örnek; Hz. İbrahim'in Kur'ân'da zikredilen olayıdır. Şöyle buyurulur:
"Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk kendisinin yanisıra
yürümeye başlayınca: "Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda iken seni
boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?" dedi. "Ey babacığım!
Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse sabredenlerden olduğumu
göreceksin." dedi. Böylece ikisi de Allah'a teslimiyet gösterip, babası
oğlunu alnı üzerine yatırınca
Biz: "Ey İbrahim!
Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böyle mükafatlandırırız."
diye seslendik. (Saffât: 101-105)
İkinci türdeki vahye
örnek: Peygamberimizin şu hadisidir: "Ruhu'l-kudüs rızkı tamamlanıncaya
kadar hiçbir kimsenin ölmeyeceğini benim kalbime üfledi (ilham etti). O halde
Allah'a karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol
tutunuz." Hadisi, Hâkim rivayet etmiştir.
Üçüncü şıktaki vahye
örnek: Buhari'de Ebu Hurey-re'den nakledilen meşhur Cibril hadisidir ki; bu
hadisde Cibril Peygamberimize bir arap köylüsü şeklinde gelmiş ve ona
İslâm'dan, imandan, ihsandan sorular sormuştur. Bu hadis geride anlatılmıştır.
Dördüncü şıktaki vahy:
Vahiy geliş şekillerinin en şiddetlisidir ve zil sesi gibidir.
Beşinci şıktaki vahye
örnek: Buharı ve Müslim'de Câbir'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle
der: "Hirâ dağında bir ay iznivaya çekilmiştim. Bir ay dolunca aşağı inip
vadiye giriyordum ki gaibden bir ses geldi. Kimseyi göremedim. Başımı
kaldırdığımda Hirâ-daki meleği gördüm. Eve dönerek: "Beni örtün!" dedim.
Sonra: "Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! Kalk da (kavmini Allah'ın azabı
ile) korkut! ayetleri indi." (Müddessir: 1-2)
Kur'ân'daki bir ayette
vahiy şekilleri özel olarak üç şekilde anlatılmıştır: "Allah bir insanla
ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir;
izniyle, dilediğini vahyeder. Doğrusu O yücedir, Hakîm'dir. (Şura: 51) [95]
Bu ayet şunları içerir:
1) Ayette geçen vahiy; bir mananın kalbe
atılması, kalbe üfurülmesi, ilham edilmesidir.
2) Perde
arkasından konuşma; O'nu görmeksizin işit-mesidir. Bu; Musa (a.s.)'nm ağacın
arkasından ilâhi çağrıyı işitmesi gibi olur. Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"Musa ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir
haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınabilirsiniz." dedi. Oraya
gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç tarafından: "Ey Musa!
Şüphesiz Ben Alemlerin Rabbi olan Allah'ım." diye seslenildi. (Kasas:
29-30)
3) Allah'dan Peygambere gönderilen meleğin götürdüğü
vahiy. Buhari'de Hz. Aişe'nin rivayetinde Haris b. Hişâm adında bir sahabi:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Vahiy sana nasıl geliyor?" diye sorar.
Peygamberimiz de şöyle cevap verir: "Bazen bana çıngırak sesi gibi gelir
ki; bana en ağır geleni de budur. Benden o hal gider gitmez, meleğin bana
söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen melek bana bir insan şeklinde
görünür,benimle konuşur, ben de söylediğini iyice bellerim."
Hz. Aişe şöyle der:
"Çok soğuk bir
günde, kendisine vahiy gelirken görmüştüm. İşte böyle soğuk bir günde dahi
Rasûlul-lah'dan o hal geçtiği zaman şakaklarından şapır şapır ter akardı."
(Buhari: Kitabu Bed'il-vahy/ 2)
Vahiy çeşitlerinin en
iyisi; bir elçi meleğin vahiyle gönderilenidir. Kur'ân bu şekilde, Cibril
vasıtasıyla inmiştir. Bu konuda Kur'ân'da şu ayetler zikredilir:
"Şüphesiz Kur'ân alemlerin Rabbinin indirmesidir. Ey Muhammed! Apaçık arap
diliyle, uyaranlardan olman için onu Cebrail senin kalbine indirmiştir."
(Şuârâ: 192-195)
"De ki:
"Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır.". Çünkü O, Kur'ân'ı
Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara
müjdeci olarak senin kalbine inmiştir." (Bakara: 97)
Peygamberimize Vahyin
Gelmeye Başlaması Buhari'de müminlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediği
nakledilmiştir: "RasûluIIah'ın vahiy başlangıcı, uykuda doğru rüya
görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi açık ve
aşikâr meydana gelmesin. Ondan sonra kalbine yalnızlık sevgisi konuldu. Artık
Hira dağındaki mağarada tek başına kalıp ailesinin yanına gelinceye kadar
muayyen günlerde ibadet eder ve yine azıklanıp giderdi. Sonra yine Hatice
nezdine dönüp bir okadar zaman için yine azık alırdı. Nihayet Rasûlullah'a bir
gün Hira mağarasında bulunduğu sırada vahiy geldi. Şöyle ki ona melek gelip;
"Oku." dedi. O da: "Ben okuma bilmem." cevabını verdi.
Peygamberimiz şöyle dedi: "O zaman melek beni gücümü yitirinceye kadar
sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine "Oku." dedi. Ben de ona:
"Okuma bilmem." dedim. Yine beni alıp gücümü yitirinceye kadar sıkıştırdı.
Sonra beni bırakıp yine "Oku." dedi. Ben de ona: "Okuma
bilmem." dedim. Yine beni alıp gücümü yitirinceye kadar sıkıştırdı. Sonra
beni bırakıp yine "Oku." dedi. Ben de: "Okuma bilmem."
dedim. Nihayet beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Herşeyi
yaratan Rabbinin adı ile oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin sonsuz ikram
sahibidir. Ki O, kalem ile (yazıyı) öğretti. İnsana bilmediği şeyleri
öğretti," dedi. (Alak: 15)
Bunun üzerine
Rasûlullah bu ayetlerin vahyinden dolayı kalbi titreyerek döndü ve Hz.
Hatice'nin yanına giderek: "Beni sarıp örtünüz." dedi. Korkusu
gidinceye kadar onu sarıp Örttüler.
Sonra Rasûlullah
durumu Hz. Hatice'ye anlatarak: "Kendimden korktum." dedi. Hz.
Hatice: "Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırmaz.
Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın,
fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın,
Hak yolunda meydana gelen olaylarda (halka) yardım edersin." dedi.
(Buhari: Kitabu Bed'il-vahy/ 3) [96]
Peygamberlik İlâhî Bir Bağıştır
Peygamberlik ilâhî bir
bağıştır. Allah, onu kullarından dilediğine verir. Çalışmakla, yorulmakla, çok
itaat ve ibadet etmekle, öğretilmekle, zorla veya başka türlü üstün gelmekle
peygamberlik elde edilmez. Aynı zamanda Peygamberlik veraset yoluyla da
kimseye geçmez. Peygamberlik ancak, Yüce Allah'ın, kullarından en üstününü ve
en yüce meziyetlere sahib olanını bu değerli ve büyük işi taşıyabilecek olanını
seçmesiyle olur.
Kur'ân'da şöyle
buyurulur:
"Andolsun ki
Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti
öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur.
Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler." (Âliîmrân: 164)
"Allah,
peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir." (En'âm: 124) [97]
Peygamberlik
Hz. Muhammed'in vefatı
ile sona ermiştir. Çünkü O, bütün peygamberlerin en sonuncusu idi. Kur'ân'da
şöyle buyurulur: "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, o
Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi bilir."
(Ahzab: 40)
Peygamberimiz şöyle
buyurur:
"Peygamberlik
(zinciri) kesilmiştir. Benden sora ne bir nebi ne de bir rasûl
gelecektir."
Müslim'de
Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Benim ile benden
evvelki peygamberlerin misali, şu bir kimsenin misali gibidir ki, o kimse bir
bina kurmuş ve binayı güzel yapıp süslemiş; yalnız köşelerinden bir köşede
bir tuğla yeri eksik kalmış. Bu vaziyette halk binayı dolaşmaya başlar. Binayı
çok beğenirler ve "keşke şu bir tek tuğla da konulmuş bulunsaydı!"
derler. İşte ben, (o yeri boş bırakılan) tuğlayım, ben peygamberlerin en son
geleniyim." (Müslim, Fedâil/ 22) [98]
Bütün Milletlere Peygamber Gönderilmesi
Allah Teala, tarih
boyunca bütün milletlere kendi dillerinde konuşan peygamberler göndermiştir.
Bu konuda Kur'ân'da şu
ayetler yer alır:
"Geçmiş her ümmet
içinde de mutlaka bîr uyarıcı bulunagelmiştir." (Fatır: 24)
"Her ümmetin bîr
peygamberi vardır." (Yunus: 47)
"Kendilerine
apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik.
Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola eriştirir; güçlü olan,
Hâkim olan O'dur. (İbrahim: 4)
Bu peygamberlerden
bazılarının haberleri ve isimleri bize bildirilmiş, bazılarınmkiler
bildirilmemiştir.
Bu konuda da şöyle
buyurulur:
"Peygamberlerden
bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık."
(Nisa: 164)
"Ey Muhammedi And
olsun ki, senden önce birçok peygamberler gönderdik; sana onların kimini anlattık,
kimini anlatmadık." (Gafir: 78)
Kur'ân'da anlatılan
peygamberler bugün ortadoğu olarak bilinen Arap yarımadası ve civarındaki
bölgede bulunan milletlere gelmiş olan peygamberlerdir. Çünkü onlar birbirine
yakın olan milletlere gönderilmişlerdi ve onların peygamber olarak
gönderildiklerine, peygamberliklerinin yazıldığına ve bu durum hakkında bir
şüphenin olmadığına delil getirmek mümkündü.
Daha uzak bölgelerdeki
milletlere gönderilmiş, izleri kaybolmuş, kendisine uyanların şirke düştüğü
veya dinlerini değiştirmiş olan ümmetlere gönderilmiş olan peygamberlerden
bahsedilmeyişindeki hikmet; o peygamberlerin durumları hakkında tarihçilerle
diğer insanların hoş olmayan tartışma ve mücadelelere düşmesini engellemektir. [99]
Bütün Peygamberlere inanmak Farzdır
Müslümanların, hiçbir
ayrım yapmaksızın bütün peygamberlere inanmaları gerekir. Peygamberlere iman
hususunda aynm yapıp bazısına inanan bazısına küfreden, bazısını doğrulayıp
bazısını yalanlayan kişi kafir olur.
Bu konuda şu ayetler
zikredilir:
"Allah'a, bize
gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İs-hâk'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene,
Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından Peygamberlere verilene, onları
birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız."
deyin." (Baraka: 136)
"Peygamber ve
inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi Allah'a meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri arasından hiçbirini
ayırt etmeyiz, dediler." (Bakara: 285)
"Allah'ı ve
peygamberlerini inkâr eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen
"Bir kısmına inanır, bir kısmını inkar ederiz." diyerek ikisi
arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kafir
olanlardır." (Nisa: 15-151)
Aynı şekilde bütün
müslümanlarm, Allah'ın göndermiş olduğu peygamberlerin tamamının erkek
olduklarına inanması gerekir. Allah onları peygamberlikle şereflendirmiş,
onlara hikmet vermiş, onlara akıl gücü ve doğru görüş bahşetmiş, onları,
yaratılmışlara doğru yolu gösterici kişiler olmaları için seçmiş, onlar da
Allah'ın emir ve yasaklarını kullarına bildirmişler, onları Allah'ın
gazabından ve kızgınlığından sakındırmışlar, insanları, dünya ve ahiret
mutluluğuna ulaştıran yolun rehberleri olmuşlardır.
Bu konuda şöyle
buyurulur:
"Ey Muhammedi
Senden önce de, kendilerine vahyettiğmiz adamlar gönderdik." (Enbiya: 7)
"De ki: "Yer
yüzünde yerleşip dolaşanlar melek ol-salardı,biz de onlara gökten peygamber
olarak bir melek gönderirdik." (İsrâ: 95)
Ayrıca peygamberlerin
ilahlık özelliklerinden hiçbirine sahib olmadıklarına inanmamız gerekir. Peygamberler
kainat üzerinde herhangi bir fonksiyonda bulunamazlar, herhangi bir faydanın
veya zarann mutlak elde edilmesine de sahib değillerdir. Allah'ın dilemesine
hiçbir etkide bulunamayacakları gibi gayb aleminden de, Allah'ın bildirdikleri
müstesna, hiçbir bilgiye sahib olamazlar.
Allah Teala şöyle
buyurur:
De ki: Allah'ın
dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim.
Görülmeyeni hileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben
sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.". (Araf:
188)
"Görülmeyeni
bilen Allah; görülmeyen hakkında kimseyi haberli yapmaz. Ancak peygamberlerden,
bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ
etmelerini ortaya koymak için her peygamberin Önünden ve ardından gözcüler
salar, onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve herşeyi bir bir sayar."
(Cin: 26-28)
Peygamberlerin diğer
insanlar gibi hayat sürdüklerine inanırız. Onlar da yerler, içerler, sağlıklı
veya hasta olurlar, kadınlarla evlenirler, soyları olur, çarşıda dolaşırlar,
uyurlar, otururlar, çeşitli eziyetlerle karşılaşırlar, diğer insanlar gibi
ihtiyarlayıp zayıf düşer ve vefat ederler.
Bu konuda şu ayetler
Kur'ân'da yer alır:
"Ey Muhammedi
Senden önce gönderdiğimiz bü-tün peygamberler de, şüphesiz yemek yerler,
sokaklarda gezerlerdi." (Furkan: 20)
And olsun kî, senden
önce nice peygamberler gönderdik; onlara eşler ve çocuklar verdik. (Ra'd: 38)
"Meryem oğlu
Mesîh sadece peygamberdir, -Ondan önce de peygamberler geçmiştir- Onun annesi
dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi." (Maide: 75)
"Muhammed ancak
bir peygamberdir. Ondan Önce de peygamberler geçmiştir. Ölür veya öldürülürse
geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen Allah'a hiçbir zarar vermez." (Âli
İmrân: 144)
Eyyub da: "Başıma
bir belâ geldi, (sana sığındım) "Sen merhametlerin merhametlisisin."
diye Rabbine seslenmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri
kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hâtıra olmak üzere
ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik." (Enbiya:
83-84)
Bu son iki ayette
olduğu gibi Eyyub (a.s.)'la ilgili diğer ayetler bize onun Allah tarafından
imtihan edildiğini ve onun da sabrederek ve Allah'a sığınarak duasının kabul
edildiğini, kaybettiklerinin fazlasıyla verildiğini, Allah'ın sabredenlere
mükafaatlarını mutlaka verdiğini, ve bunun samimi bir şekilde kulluk edenlere
bir hatıra olduğunu bize göstermektedir.
Peygamberimiz de şöyle
buyurur:
Lâkin ben bazı günler
oruç tutuyorum, bazen tutmuyorum, bazı geceler namaz kılıyorum, bazen uyuyorum,
hanımlarla da evleniyorum. (Buharı)
Kur'ân'da adları geçen
nebi veya rasûl olan peygamberler 25 tanedir.
Bunlar: Adem, İdris,
Nuh, Hud, Salih, ibrahim, Lut, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Şuayb, Musa,
Harun,Davud, Süleyman, Eyyub, Yunus, İlyas, el yesa', Zül-kifl, Zekeriyya,
Yahya, İsa, Muhammed (a.s.)'dır.
Bu peygamberlerden
onsekiz tanesi şu birkaç ayette anlatılır:
"Bu, İbrahim'e
milletine karşı verdiğimiz kesin delilimizdir. Dilediğimizi derecelerle
yükseltiriz. Doğrusu Rabbin Hakimdir, bilendir. Ona İshak'ı, Yakub'u
bağışladık, her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan
Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u -ki işlerini iyi
yapanlara böylece karşılık veririz- Zekeriyya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı,
-ki hepsi iyilerdir- İsmail'i, Elyesa'ı, Yu-nus'u, Lut'u, -ki hepsini dünyalara
üstün kıldık- doğru yola eriştirdik." (En'âm: 83-86)
Diğer yedisi aşağıdaki
ayetlerde anlatılırlar Allah Adem'i ve Nuh'u seçti. (Ali İmrân: 33) Ad
milletine kardeşleri Hûd'u gönderdi. (Hûd: 50) Semüd milletine kardeşleri
Salih'i gönderdik. (Araf: 73)
"Medyen halkına
kardeşleri Şuayb'ı gönderdik." (Hûd: 84)
"(Ey Muhammed!)
İsmail, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların herbiri sabredenlerdendi."
(Enbiya: 85)
"Muhammed
Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert,
birbirlerine merhametlidirler." (Feth: 29) [100]
Peygamberlerin dereceleri
Peygamberler fazilet
ve şeref olarak aynı derecede olmaçlıklarından, Allah onların rütbelerini
farklı yapmıştır.
Şöyle buyurur:
"İşte bu
peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın
kendilerine konuştuğu, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya
belgeler verdik, onu Ruhul-Kudûs'le destekledik." (Bakara: 253)
Kur'ân'i Kerim
Peygamberlerden bazılarına ülü'l-azm peygamberler, diye isim verir.
Şöyle buyurulur:
"Ey Muhammedi
Peygamberlerden azim ve sebat sahibi olanların sabrettiği gibi sen de
sabret." (Ahkâf: 35)
Bu rütbedeki peygamberler
5 tanedir.
Bunlar: Muhammed,
İbrahim, Musa, İsa, Nuh (a.s.)'dır.
Bunlar şu ayette
zikredilir:
"Peygamberlerden
söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu
İsa'dan sağlam bir söz almışızdır." (Ahzab: 7)
Mutlak olarak bütün
peygamberlerin en üstünü, insanların ve yaratılmışların en değerlisi...
Peygamberimiz Hz. Muhammed'dir. Bu konuda bütün müslümanlar kesin olarak fikir
birliği içindedir. Sebebi, onun bütün alemlere umumen Peygamber olarak
gönderilmesidir.
Bu konuda Allah Teala
şöyle buyurur:
"Siz, insanlar
için ortaya çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz." (Ali İmran: 110)
Şüphe yok ki bu
ümmetin hayırlı oluşu, peygamberinin hayırlı oluşuna bağlıdır.
Müslim'de
Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Ben, kıyamet
gününde Adem oğlunun efendisi, kabri ilk açılan, ilk şefaat eden ve edilen
olacağım." "Şifa" adlı eserinde Kadı İyaz,
Peygamber'imizin
üstünlüğüne şu şekilde işaret eder:
Allah bütün
peygamberlere isimleriyle hitab etmiş, peygamberimize ise, onun yüceliğini ve
değerinin üstünlüğünü ortaya koymak için nebiiik veya Rasûlluk vasfıyla hitab
etmiştir.
Şöyle buyurulur:
"Ey Nebi! Biz
seni şâhid, müjdeci, uyarıcı olarak göndermişizdir." (Ahzab: 45)
"Ey Rasûl! Sana
Rabbinden indirileni tebliğ et." (Maide: 67)
Buhari ve Müslim'de geçen
bazı hadislerde de pey-gamber'imizin üstünlüğü şöyle açıklanır:
Peygamberimiz buyurdu:
"Ben diğer
peygamberlere altı şeyle üstün kılındım: Az sözle çok şeyleri ifade etmek,
düşmanıma korku salmakla yardım olundum, ganimetler bana temiz ve namazgah kılındı,
ben bütün mahlukata gönderildim, Peygamberler benimle sona erdiler.
Diğer bir hadiste de
şöyle buyurur:
"Bana beş özellik
verildi ki onlar daha önceki peygamberlere verilmedi, ben her siyah ve
kırmızıya (bütün insanlara) gönderildim. Ganimetler bana helal kılındı,
benden öncekilere helal değildi. Yeryüzü bana temiz ve namazgah kılındı,
kişiye namaz vakti nerede yetişirse orada namazını kılar. Bir aylık yoldan
düşmanıma korku salmakla yardım olundum. Bana şefaat etme hakkı verildi." [101]
Peygamberlerin görevleri
1) Allah'a
kulluk etmeye insanlan çağırmak: Şöyle buyruhır:
"And olsun ki,
her ümmete "Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının" diyen
peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi
de sapıklığı haketti." (Nahl: 36)
2) Allah'ın
emirlerini ve yasaklarını kullara iletmek Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"Ey Peygamber!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini
yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kafirlere yol
göstermez." (Maide: 67)
3) İnsanlara doğru yolu göstermek, onları doğru
metoda iletmek
Şöyle buyrulur:
"Ey Peygamber!
Biz seni şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran
bir ışık olarak göndermişizdir." (Ahzab: 45-46)
Bu şekilde her
peygamber doğru yolu gösteren ve özellikle kendi ümmetini uyaran oldu.
Peygamberimiz ise bütün alemlere karşı bu görevini yapıyordu.
4) Güzel
örnek olmak
Allah da bize onlara
uymayı emretmiştir. Şöyle buyrulur:
"Ey İnananlar!
And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı
çok anan kimseler için Rasûlullah, en güzel örnektir" (Ahzab
21)
"İşte bunlar
Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir» onların yoluna uy." (En'âm: 90)
5) İnsanlan,
dünya hayatıyla aldanmamalan hakkında yönlendirmek, onlara ahireti hatırlatmak:
Şöyle buyurulur:
"Ey Cin ve İnsan
topluluğu! Size ayetlerimizi anlatan, bu günle karşılaşmanızdan sizi uyaran
peygamberler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda şahidiz" derler.
Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı oldııiri«««« kendi aleyhlerinde şahitlik
ettiler. Bu, haberleri yokker* kasabalar halkını Allah haksız yere yok
etmeyeceğin" den dolayıdır." (En'âm: 130-131) [102]
Peygamberlerin Gönderilmesindeki Sebeb
Allah Teala
peygamberleri, insanların gerçek dinin > bilmeleri için göndermiştir.
Böylece Peygamberler lara dünya ve ahiretteki mutluluk prensiplerini öğretir
lah Teala da kıyamet gününde inkarcılara ve günahkarlar^-karşı bunu bir delil
olarak kullanır, onların özür beyan et-^ melerine imkan bırakmaz. Müminlerin
yollarını aydınlatır^" ki onlar bilinçli olarak kulluk vazifelerini
yapabilsinler
Şöyle buyrulur:
"Peygamberlerden
sonra, insanların Allah'a karşıt* bir delilleri olmaması için, gönderilen
müjdeci ve uva-^*~ rıcı peygamberler vardır. Allah güçlüdür, Hakimdir "tf
'
(Nisa: 165)
"Allah; mahvolan,
apaçık delille mahvolsun; yaşaj yan da apaçık delille yaşasın, diye olacak işi
yaptı.')
(Enfâi: 42)
insan, düşüncesi ve
bilgisi ne kadar ilerlerse ilerlesin! görülen alemden Öteye geçemez. Akıl ve
bilgi, din olma] dan tek başına, insanları Allah'ın rızasının ve gazabımı
olduğu, ve insanlık için iyi veya kötü olan şeye ulaştıra] maz. Peygamberlerin
gönderilmesi, doğru yolu açıklam; içindir.
Şu anda biz, çeşitli
bozuklukları, sapıklıkları ve İsli yolu üzere yürümeyen toplumların
çözülmelerini gayet iyi görüyoruz. Halbuki o toplumlar maddî alanda bilimsel vt
teknik açıdan ilerledikleri halde gerçek saadete ulaşamıyorlar. Doğru yolda
olma ve mutluluk, ancak ilahi ve dinî bir yolla olur. Bu şekilde İslâm dinine
en son semavi diı hüviyetiyle uymak ve onun kendinden önceki dinleri kal-|
dırdığını benimsemek gerekir.
Allah Teala: "Ey
Muhammed! Biz seni alemlere! rahmet olarak gönderdik." buyurarak bu
gerçeği açıkla-] mıştır. [103]
Peygamberlerin Davetindeki Özellikler ve Üstünlükleri
1)
Peygamberlerin daveti, AUah'dan gelen vahiyle) ilahî bir özellik taşır.
Şöyle buyurulur:
"Ey Muhammed!
İşte sana da buyruğumuzla Ceb-1 rail'i gönderdik. Sen, Kitab nedir, iman nedir?
önceleri bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi
onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur
kıldık. Şüphesiz sen de insanlara doğru yolu göstermektesin." (Şura: 52)
"O (Peygamber)
nefsinden konuşmuyor. Onun söylediği, kendisine vahyedilen bir vahiydir."
(Necm: 3-4)
2)
Peygamberler davetlerini herhangi bir kimseden bir ücret veya karşılık almak
maksadıyla yapmazlar. Onlar karşılıklarını AUah'dan alırlar. Bundan dolayı
onların daveti, maddi bir kazanca yönelik değildir. Bunda dünyevî bir kâr da
yoktur. Onların tek gayesi, Allah'ın rızasını ve ahiret sevabını kazanmaktır.
Kur'ân'da
Peygamber'imizin özelliği ve bu ulvi gerçeğin ifadesi için şöyle buyurulur:
"De ki: "Ben
buna karşı sizden bir ücret değil, ancak, Rabbine doğru bir yol tutmak dileyen
kimseler olmanızı istiyorum." (Furkan: 57) Bütün peygamberlerin gayesi
budur.
3) Allah'a kulluğa davette peygamberler, samimi
ve ihlas sahibidirler. Onların her zaman ve her yerde hedefleri, insanları
tevhide (Bir Allah inancına) davet etmek, kulluk yapmada Allah'ı tek ilah
kabul etmek, niyet ve işin samimi olması için insanları uyarmaktır.
Şöyle buyrulur:
"Oysa onlar,
doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı
kılmak, ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.
(Beyyine: 5)
"Ey Muhammed!
Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: "Benden başka ilah yoktur, Bana
kulluk edin." diye
vahyetmişizdir." (Enbiya: 25)
4) Davette toleranslı olmak, zorlamamak, sert ve
katı davranmak, yaratılışa uygun olarak işi kolaylıkla ele almak, insanlara
anlayabilecekleri şekilde hikmetle' ve güzel sözle hitab etmek lazımdır.
Ayetler şöyledir:
"Ey Muhammed! De
ki: "Ben kendiliğinden birşey iddia edenlerden değilim.". (Sâd: 86)
"Ey Muhammed!
Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde
tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda
olanları da en iyi bilir." (Nahl: 125)
5) Davette
hedef ve gayenin açıkça belli olması: "Ey Muhammed! De ki: "Benim
yolum budur;
ben ve bana uyanlar
bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarım.
Ben asla Allah'a eş koşanlardan değilim." (Yusuf: 208)
6) Dünyada zühd, ahireti dünya hayatına tercih
etmek:
Şöyle buyrulur:
"Kendilerini
sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere
sakın göz dikme. Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır." (Tana: 131)
"Allah katındaki
daha hayırlı ve daha kalıcıdır." (Kasas: 60)
7) Tevhid
inancında yoğunlaşmak, gayba (görülmeyene) inanmada şiddetli olmak. Tevhid,
bütün peygamberlerin davetinin temeli, bütün çalışmalarının gayesidir. Bu
konuda Kur'ân'da Peygamberleri anlatan birçok ayetler vardır.
Bütün Peygamberler
insanları tevhide çağırmışlardır. Peygamberlerle kavimleri arasındaki savaş,
hakkın savunucusu bir peygamber olmaları ve tevhide davet etmeleri etrafında
oluyordu. Tabiki Hakk'ın galibiyetiyle savaş sona eriyor, Peygamberler galib
geliyor, yalanlayanlar yok oluyorlardı.
Şöyle Duyurulur:
"And olsun ki,
Peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar şüphesiz yardım göreceklerdir.
Bizim ordumuz şübhesiz galib gelecektir." (Saffât: 171-173)
Şu ayette de
peygamberlere ve kıyamete kadar insanları hakk'a çağıracak olan davetçilere
çok büyük müjdeler vardır:
"Doğrusu Biz,
peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahidlerin şahidlik
edecekleri günde yardım ederiz. O gün, zalimlere, özür beyan etmeleri fayda
vermez. Lanet onlaradır. Yurdun kötüsüde onlaradır. (Cehenneme
girerler)." (Gafir: 51-52) [104]
Peygamberlerin Sıfatları
Peygamberlerin
sıfatları şunlardır:
1) Erkek olmak:
Kadınlar nebî veya rasûl olamazlar. Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"Ey Muhammed!
Senden önce de kendilerine vah-yettiğimiz adamlar gönderdik." (Enbiya: 7)
2) Sıdk (Doğru olmak): Her peygamberin yaratılışında var olan bir sıfattır.
Peygamber'imiz
hakkında Kur'ân'da şöyle buyuru-lur:
"Eğer Muhammed,
Bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra
onun şah damarını koparırdık. Hiç biriniz de onu koruyamazdınız. Doğrusu
Kur'ân, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür." (Hakka: 44-48)
3) Emanet
(Güvenilir olmak): Bu sıfat; Peygamberin
vahiy konusunda, güvenilir olması, demektir. Yani Allah'ın emirlerini ve
yasaklarını kullarına eksik veya fazlalık yapmadan, bozma veya değiştirme
olmaksızın tebliğ etmesi demektir. Bütün Peygamberler bu emanete tam bir
şekilde riayet etmişlerdir.
Bütün Peygamber'lerin,
kendi milletlerine şöyle dedikleri zikrolunur:
"Ben sizin için
güvenilir bir nasihatçiyim." (Araf: 68) Bu konuda Allah Teala şöyle
buyurur: "Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet
altında tutulamaz." (Tekvîr: 24)
Yani vahiy ile
gelenler ve gayb hakkında suçlu görülemezler. Nitekim emanetin anlamından,
peygamberlerin iç ve dış dünyalarını yasaklara bulaşmaktan korumaları da
anlaşılabilir.
4) Tebliğ (Bildirmek, ulaştırmak)
Peygamberlerin,
Allah'ın hükümlerini olduğu gibi kullara ulaştırıp; vahyedilenlerden hiçbir şeyi
gizlememeleri demektir.
Kur'ân'da şöyle
buyurulur:
"Allah'ın
göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka
kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter." (Ahzab: 39)
5) Fetânet
Aklın, zekanın ve
uyanık olmanın tam bir şekilde olması, demektir. Allah bu sıfatı
Peygamberlerine vermiştir. Bu sıfatla onlar, gönderildikleri kavimlerin
inkarına karşj delil getirme gücünü elde ederler. Allah'ın ezelî hikmeti,
Peygamberlerin, insanlar arasında aklı ve zekası en iyi, delili ve ısbatı en
güçlü olan kişilerin seçilmesi şeklinde ola gelmiştir. Bu şekilde Hakk'ın ışığı
ortaya çıkmış, Allah'ın daveti yücelmiştir.
"Allah,
Peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından
bir aşağılık ve hilelerinden ötürü de şiddetli bir azab erişecektir."
(Araf: 124)
6) İsmet
Lütügatte, korumak,
engellemek anlamına gelir. Sıfat olarak ismet: Peygamberi, gücü yettiği halde
günah işle-mekden veya günaha meyletmekten koruyan ilahî bir güçtür.
Şöyle de tarif
edilebilir:
Allah'ın,
Peygamberlerini günah işlemekten, yasakları ve haramları yapmakdan
korumasıdır. Bütün peygamberler, yaratılış icabı insanlarda olabilen ve nefret
çeken bütün özelliklerden
korunmuşlardır. [105]
Yüce Allah'ın,
Peygamberlerin ellerinden meydana getirdiği, davanın doğruluğunu açıklayan,
karşı gelinemeyecek bir şekilde meydan okuyan harikulade (olağanüstü)
olaylardır.
Mucizede yedi özellik
aranır
1) Söz, fiil
(iş) veya terk şeklinde olur. Birincisi, Kur'ân'ı Kerim'dir.
İkincisi, Hz. Muhammed
(sav)'in parmaklarının arasından su çıkması
Üçüncüsü, olan terk
şeklindeki de Hazreti İbrahim'i ateşin yakmamasıdır.
2)
Harikulade olması lazımdır. Yani insanların normal tabiat kurallarına göre
alıştıkları şeyin tersine olması lazımdır. Güneşin doğudan doğup batıdan
batması hiçbir peygamber için mucize bir olay olmaz.
3) Mucizenin
bir nebî veya bir Rasûl elinde olması lazımdır.
Keramet;
Allah'ın dinî, veya dünyevî bir yardım gayesiyle çok itaat eden bir kulun
elinde gösterdiği harikulade olaydır.
Maunet:
Halkın elinde, onları sıkıntıdan kurtarmak için ortaya çıkan durumdur.
İstidrâc:
Fâsık ve günahkârın elinde, onu aldatmak için ortaya çıkan bir durumdur.
Ilânet:
Fâsıkın elinde ortaya çıkan, fakat onu yalanlayan bir durumdur. Mesela yalancı
peygamberlerden, Mü-seylimetü'l-Kezzâp' tek gözü kör olan bir adama gözü iyi
olsun diye dua etmiş, bunun üzerine adamın gören gözü de kör olmuştur.
4) Mucizenin, Peygamberliğin iddia edildiği
zaman diliminde meydana gelmiş olması lazımdır.
Irhas: Peygamberliğe
aday olacak şahsın, peygamber olarak gönderilmeden önce, peygamber olacağını
gösteren olağan üstü olaydır. Bi'setten Önce Peygamber'imizi bir bulutun
gölgelemesi gibi.
5) Mucizenin iddia edildiği gibi meydana gelmesi
lazımdır. Nitekim Peygamber; "Benim doğruluğumun göstergesi, denizin
yarilmasıdır," derse ancak dağ yarılırsa
mucize olmaz.
6) Mucizenin, yalanlayıcı ifadesi olmaması
lazımdır. Yoksa mucize olmaz. Mesela Peygamber: Benim doğruluğumun alâmeti şu
cansız varlığın konuşmasıdır, der
ve o cansız varlık da
onun yalancı olduğunu söylerse, mucize olmaz.
7) Karşı
çıkmak mümkün olmamalıdır. Sihirle mucize olmaz.
8) Bazı fevkalâde olayların normal olduğu
dönemde olmamalıdır. [106]
Yüce Allah'ın,
Peygamberimizi kendisiyle donattığı ilk mucize Kur'ân mucizesidir. Bütün
Peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin içinde en büyüğü Kur'ân'dır. Çünkü o
Kur'ân; bütün zamanlar sürecince var olacak, bütün zaman ve mekanlarda Hz.
Muhammed (sav)'in Peygamberliğini isbat edecektir. Mucize oluşundaki hikmet,
şudur: Daha önce gelen peygamberlerin peygamberlik süresi kendinden sonra
gelecek peygamberlerin zamanına kadardı, sınırlıydı. Oysa Hz. Muhammed'in
Peygam-ber'lik süresi, kıyamete kadardır. O halde bütün asırlarda onun
peygamberliğini gösterecek bir mucizeye gerek vardır ki o da Kur'ân'ı
Kerim'dir.
Yüce Allah son
Peygamber (Hz. Muhammed)'in mucizesi olarak onun özünden ayrılamaz birşeyi
yaptı. Kur'ân; Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin hak ve gerçek olduğunu
her devir ve mekanda ispatlayan bir kitap oldu. Bu kitap, davetin temeli,
maksadın ifadesi ve onu getiren için büyük bir delil ve senettir.
Araplar,
Peygamberimizden davetinin doğruluğunu gösterir bir delil istiyorlardı. Allah
Kur'ân'ın, onların istedikleri şeyi gösteren en büyük alamet olduğunu haber
vermiştir.
Şöyle buyrulur:
"Ona Rabbinden
mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?" derler. De ki: "Mucizeler
ancak Rabb'imin katındadir. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım."
"Kendilerine okunan bir Kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?
Bunda inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır." (Ankebut: 50-51)
Peygamberimizde şöyle
buyurur:
"Hiçbir peygamber
yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mucize verilmiş
olmasın. Bana mucize olarak verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiğidir.
Kıyamet gününde en çok kendisine uyanı olan Peygamber olmayı umarım."
(Müslim)
Kur'ân'ın bütün ayetleri,
içerdiği ahlak prensipleri, sosyal ve siyasî esasları ve insanların
karakterlerine ektiği davranış eğitim ve dosdoğru olma tohumları ile bir İslâm
mucizesi ve bir İslâm fermanıdır.
Kur'ân; en büyük kanun
sistemi, bütün alemler için i-nanç, düşünce ahlak, ekonomi, siyaset, aile ve
toplum düzeni, devlet işleri ve insanın dünyada ve ahirette ihtiyaç duyduğu
hayatın bütün alanlarında temel kaidedir.
Kur'ân'ın insanı aciz
bırakan özellikleri değişik sahalarda ele alınabilir.
a) Kur'ân'ın
dil açısından mucize oluşu
Bu yönü onun eşsiz
ifade tarzında kendini gösterir. Yani uslubü düz yazı ve şiirden farklıdır.
Onun üslubu Peygamberin hadis üslubundan da farklıdır. Kur'ân'm ifade şeklinin
özelliklerinden biri onun îcâz oluşudur. Yani o-nun manayı; en az sayıda
lafızlarla, hikayelerle, tam bir belagatla, dolgun mana ile yanlışlık ve
tutarsızlıkdan uzak oluşu ile ifade etmesidir.
b) Kur'an'ın, yaratılışın başlangıcı hakkında
verdiği haberler ve gçmiş ümmetlerin haberlerini anlatması açısından mucize
oluşu söz konusudur. Kur'ân geçmiş ümmetlerin toplum yapılarını, onların iman
edip etmediklerini ve başlarına geleni vaaz etmek ve ibret almamız için
anlatır.
c) Kur'ân'm gayb aleminden, bilinmeyen şeylerden
ve gelecekde olacağım haber verip de bir süre sonra o olayın meydana gelmesi
şeklindeki mucizesidir. Mesala Kur'ân'da Bedir savaşı daha yapılmadan
müşriklerin yenilgiye uğrayacakları haber verilmiş sonra sonuç aynen meydana
gelmiştir. Kur'ân'da: "Toplulukları dağıtılacak, arkalarına
döndürüleceklerdir." buyurulur. (Kamer: 45)
Yine Kur'ân o günkü
Bizans İmparatorluğunun İran'lılara önce yenileceğini, bir süre sonra da onlara
galib geleceğini haber vermiş ve aynı şekilde meydana gelmiştir.
Ve Allah şöyle
buyurur:
"Elif, Lâm, Mîm.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra galip
geleceklerdir." (Rum: 1-3)
Ve yine Kur'ân
Mekke'nin fithini önceden haber vermiş ve aynı şekilde fethedilmiştir.
Şöyle buyurulur:
"And olsun ki
Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey İnananlar! Siz,
Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı traş etmiş veya kısaltmış olarak,
korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir.
Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir." (Feth: 27)
d) Kanun
koymadaki mucizeliği
Kur'ân, ferdin
eğitimiyle bu işe başlamış tevhid inancıyla onun vicdanını bütün hurafelerden,
yanlış düşüncelerden temizlemiş şehvete ve diğer boş şeylere kulluk etnıek-den
onu kurtarmıştır. İnsanlara dünyada ve ahirette faydalı olan ibadetlerin
yapılmasını kanun olarak koymuştur.
Namaz:
Her türlü fuhuş ve
kötülüklerden insanı korur.
Zekat:
İnsanın psikolojik
yapısında mevcut olan mal ihtirasını kökünden kazıyıp atar. Onun nefsine,
toplum bireyleri arasında yardımlaşma duygusunu yerleştirir.
Hac:
İnsanm iç
dünyasına,zorluklara dayanma terbiyesi verir, Allah'ın yarattıklarında gizli
olan sırları sezme gücü verir. Hac, müslümanların tanışdıkları ve danışmalarda
bulundukları uluslararası bir konferanstır.
Oruç:
Nefsi dizginlemek,
kararlılığı kesinleştirmek, iradeyi güçlendirmek, tek bir aile halinde
yaşıyormuş gibi bütün müslümanların nefsani arzularını bir ay boyunca hapsetmeleridir.
Bütün bunlara ek olarak Kur'ân'da çeşitli faziletler teşvik edilmiş, insanın
sabırlı,güvenilir, adaletli, ikramda bulunan, yumuşak, affedici ve alçak
gönüllü olması tavsiye
edilmiştir.
Kur'ân; Ferdin
terbiyesinden ailenin kuruluşuna geçmiş, böylece evlenmeyi meşru ve
kanunlarına uygun hale getirerek insanların devamını, tabiatlarına uygun
şerefli bir üreme şeklinde olmasını sağlamıştır. Aile bağlarını sevgi ve acıma
duygularına, psikolojik huzura ve genel örf ve adetlere uygun bir hayat
standartma endekslenmiştir. Bununla beraber İslâm erkek ve kadının yaratılış
özelliklerini ve kendilerine uygun olan görevlerini de gözetmiştir.
Sonra Kur'ân; İslâm
toplumunun kuruluşuna geçmiş, o toplum için değişik sistemler önermiştir.
Mesela idari düzen gibi. İslâm hükümetinin en uygun şekildeki kurallarını
açıklamıştır. İslâm hükümeti; bir danışma (şûra), eşitlik hükümeti olup mutlak
ferdî tahakkümü engelleyicidir.
Ayrıca Kur'ân'da
çeşitli karar mekanizmalarında bulunanların görevleri, haklarında karar
verilenlerin tavırları açıklanmıştır. İslâm hükümetinin mutlak adalete
dayandığı hiç bir şekilde bir kişinin sevgisinden akrabalık şefkatinden veya
diğer sosyal etkilerden etkilenmediği açıkça belirtilir. Bu adalet gereği
İslâm idaresi, düşmanlarından intikam alma duygusu ile hareket etmez, savaşta
ve barışta uluslararası ilişkileri Kur'ân'da açıklandığı gibi olur. Nitekim
Kur'an; cihad işlerini, orduyu, dini ve ümmeti savunmayı, ceza hukukunu
düzenlemeyi ve beş temel hakkın mutlak korunması gerektiğini içerir ki onlar;
canı, dini, na-musu,mah ve aklı korumaktır. Bunlarla ilgili olarak işlenen
suçlan ve cezalan da belirtir.
Ekonomik yönden birçok
konulara temas eder. Mesela ticaret, ziraat, sanayi, yiyecek ve içecekler,
bağışlar, vakıflar, vasiyyetler, miraslar, nafakalar, emanetler, gasblar,
başkasının malını haksız yok etme,
velayet, vesayet ve diğer kanulara temas eder.
Umumi olarak Kur'ân,
insanın hayatında ihtiyacı olduğu bütün sahalara prensipler bazında temas
etmektedir. Kur'ân her toplumun yapısına uygun kurallar ortaya koyabilecek
niteliktedir.
e) Kur'ân'ın
bir de ilmî, bilimsel mucize oluş yönü vardır.
Kur'ân; bir hidayet
kitabı olmakla birlikte ki şöyle buyurulur:
"Doğrusu bu
Kur'ân, en doğru yola götürür." (İs-ra:9) O, aynı zamanda ayetlerinde insanlığın bilgi dünyasında
mevcut olan tabiat, kimya, tıb, mühendislik, astronomi, coğrafya ve diğer
konularda yeni ortaya çıkan bir çok hakikatlere ince ifadelerle ve gizli
belirtilerle işaret eder.
Kur'ân'ın bilimsel
yönden mucize oluşu konusunda araştırma ve inceleme yapan bazı alimler vardır,
ki onlardan mesela, Dr. Abdülazîz İsmail; "İslâm ve Yeni Tıb Bilimi"
adlı kitabında, matematik ve astronomi bilgini olan Ahmet Muhtar;
"Kur'ân'ın Sırları" adlı kitabında, Ahmet Hanefi; "Kur'ân'ın
Bilimsel Tefsiri" adlı kitabında, Tantavî; "Cevahir" adlı
tefsirinde, Mustafa Sadık er-Riffî; "Kur'ân'ın İcazı" adlı eserinde
ve Dr. Muhammed Vasfı, Abdürrezzak Nevfel, Muhammed el-Mutîî, Dr. Muhammed
el-Gamravi gibi şahıslar da çeşitli eserlerinde, bu konuyu incelemektedirler.
Kur'ân'ın mucize
oluşunu en üst derecede açıklayan delil şu ayettir: "Eğer o (Kur'ân)
Allah'tan başkasından gelseydi onda bir çok aykırılıklar (ihtilaflar)
bulurlardi." (Nisa: 82)
Şu da bilinmektedir
ki, Peygamberimiz Ümmî idi, ya-i ni okuma-yazması yoktu. Kur'ân, ona indirilmiş
ve bütün yaratılmışlara meydan okumuş ve onlarda, ona karşı durmaktan aciz kalmışlardı.
Halbuki o dönemde özellikle! araplar, arapçanm en zirve edebiyat diline
sahiptiler.
Kur'ân'daki meydan
okuma üç safhada olmuştur. [107]
1) Kur'ân'ın tamamıyla meydana okuması Şöyle
buyurulur:
"Ey Muhammed! De
ki: "And olsun insanlar vel cinler şu Kur'ân'ın benzerini getirmeleri için
bir araya toplansa, bazısı bazısına yardımcı da olsa, yine onun| bir benzerini
meydana getiremezler." (İsra: 88) [108]
2) On sûre ile meydan okumuştur: Şöyle buyurulmuştur:
"Senin için"
"Onu uydurdu." diyorlar, öyle mi? Del ki: "Öyleyse onun
sûrelerine benzer uydurma on sûre meydana getirin, Allah'tan başka
çağırabileceklerinizi de çağırın." eğer doğru söylüyorsanız bunu yaparsınız.
Yok eğer bunun üzerine size cevap veremedilerse bilin ki o ancak Allah'ın
ilmiyle indirilmiştir ve O'n-| dan başka ilah yoktur." (Hûd: 13-14) [109]
3) Bir sûre ile meydan okuması Şöyle buyurulur:
Ey Muhammed! Senin
için, "Onu uydurdu mu?"| diyorlar. De ki: "Onun sûrelerine
benzer bir sûre meydana getirin." (Yunus: 38)
Bu meydan okuma şu
ayetlerde de tekrar edilir: "Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız,
haydi onun benzerinden bir sûre de siz getirin. Allah'tan başka şahitlerinizi
de yardıma çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz. Fakat bunu yapamazsınız ki,
elbette yapamayacaksınız, kafirler için hazırlanmış bulunan ve yakıtı
insanlarla taşlar olan ateşten korkun." (Bakara: 23-24)
Bütün mahlukat
Kur'ân'a karşı gelmekten âciz kalmıştır. Kur'ân'm meydan okuması kıyamete
kadar devam edecektir. İşte bu Kur'ân; ancak hakkı, doğruyu söylemektedir,
dorğu yolu ve olgunluğu öğretmekte, hayatın en güzel şekilde resmini çizmekte
ve varlık aleminde en güzel bir seda olmaya devam etmektedir. [110]
Peygamberimiz (sav)'in Diğer Mucizeleri:
Peygamber'imizin
Kur'ân'dan başka mucizeleri de sabit olmuştur ki bunlar:
1) İsrâ (gece yürüyüşü, Kabe'den Kudüs'e) Ve Miraç
(göğe yükselme) mucizesi: Kur'ân İsrâ
sûresinde bunu anlatmış ve müslümanlarm çoğu bu olayın ruh ve bedenle beraber
olduğuna ittifak etmiştir.
2) Şakku'l Kamer (Ayın Yarılması Mucizesi) Kur'ân'da
şöyle anlatılır:
Kıyamet saati
yaklaşır, ay yarılır, onlar bir delil görünce hâlâ, yüz çevirirler. Ve
"Süregelen bir sihir." derler. (Kamer: 1-2)Ayın yarılması hadisi;
Buhari ve Müslim'de sabittir. (el-Lü'lüü ve'1-Mercân: 3/ 380)
3) Parmaklarının arasından su çıkması:
Buhari'de Cabir
(ra)'den naklen şöyle rivayet edilir: "Hudeybiye gününde insanlar
susamıştı. Peygamberimizin önünde insanlar ona doğru yöneldiler. Peygamberimiz:
Size ne oldu?, dedi. Onlar: Ey Allah'ın Rasûlüî Yanımızda senin şu küçük
kovandaki sudan başka ne içecek ne de abdest alacak su var, dediler. Cabir
şöyle devam etti: "Peygamberimiz elini kovanın içine koydu, su fışkırır
gibi çıkıyordu. Hem içtik, hem de abdest aldık. Cabir'e: O gün kaç kişiydiniz?
denince, O: Yüzbin kişi olsaydık yine yeterdi. Biz ise 1500 kişi idik."
dedi. Peygamberimizin parmaklarından su çıkması mucizesi, sahih rivayetlerde
olduğu üzere, birçok kereler meydana gelmiştir.
4) Hurma kötüğünün inlemesi mucizesi
İlk zamanlar yanında
hutbe okuduğu hurma kütüğünün, minber yapıldıktan sonra, Rasûlullah'ın her
minbere çıkışında inlemeye başlaması,bunun üzerine Peygamberimiz (sav)'in onun
yanma vararak, okşar gibi yapıp elini gezdirmesi ve kütüğün susması. (Buhari,
Menakib/ 25)
5) Peygamberimizin bereketiyle yemeğin artması:
Ebu Talha'dan rivayet
edilen hadisde Peygamberimizin Ümmü Süleym'in getirdiği bir parça ekmek ve
katıkla yetmiş veya seksen kişiyi doyurduğu rivayet edilmiştir.
6) Avucunda çakıl taşlarının teşbih çekmesi: Enes b. Malikşöyle der:
"Bir gün Peygamberimizin
yanında otururken, yerden bir avuç çakıl taşı aldı ve taşlar teşbihe başladılar,
öyleki biz bile teşbih sesini işitiyorduk."
7) Ağaç ve
taşların Peygamberimize selâm vermeleri mucizesi.
Hz. Ali şöyle der:
Bir gün Peygamberle
Mekke dolaylarına çıkmıştık. Karşılaştığımız bütün ağaç ve taşlar şöylece
selam veriyordu: "Ey Allah'ın Rasûlü! Selâm üzerinize olsun!" Bunlar
Müslim ve Tirmizi'de Fazail ve Menakib bablarmda geçmektedir.
8) Kızartılmış zehirli koyunun konuşması mucizesi
Hayber fethinde bir
yahudi kadını, yemesi için Peygamberimize zehirlediği kızartılmış koyun etini
sunmuş, koyun da, kendisinin zehirli olduğunu haber vermiştir. (Buhari, Tıb/
55)
9) Katade'nin gözünü iyileştirmesi
Peygamberimiz, Katade
isimli sahabenin gözünün, Uhud savaşında, isabet alması sebebiyle, yerinden
çıkıp, iki yanak yumrusu üzerine yuvarlanan gözlerini yerine koymuş ve onları
sıvazlamasıyla, öncekinden daha iyi bir şekilde görmesini sağlamış ve bu da
bir mucize olarak sabit olmuştur.
10) Koyundan süt akıtması
Peygamberimizin
Medine'ye hicreti esnasında Ümmü Ma'bed'in koyununun memelerini sıvazlamış ve bol miktarda
süt akmıştır. Bu bir mucize olarak tesbit edilmiştir.
Peygamberimizin hissî
(duyulara hitab eden; gözle görülen) mucizeleri buraya kadar anlatılanlardan
çok daha fazladır. Bu tür mucizeler; akaîd,siyer ve hadis kitaplarında bol
miktarda anlatılmaktadır. Bunların içinde sahih olanlarda hiç kimsenin şüphesi
yoktur.
Hatta bazı İslâm
alimleri bu mucize konusunu kitaplarında özel başlıklar altında incelemiştir.
Mesela Buhari ve Müslim böyledir. Bazı alimlerde özel kitaplar yazmışlardır ki
mesela Beyhakî'nin "Delâilü'n Nübüvve" adlı eseri, Isbehânî'nin aynı
adlı eseri, Maverdî'nin "Alâmü'n Nübüvve" adlı eseri, İbn. Cevzi'nin
"el-Vefâ fî Ahvali'l-Mustafa" adlı eseri burada söz konusu
edilebilir. [111]
Kaza ve kadere iman,
imanın esaslarından altıncısıdır. Nitekim Cibril'in Peygamberimize imandan
sorduğu ha-disde cevaben şöyle Duyurulmuştur:
"Allah'a,
meleklerine, kitablanna, Peygamberlerine ahiret gününe, hayır ve şerriyle
kadere inanman-dır." [112]
Kaza ve Kaderin Lügat ve Terim Anlamı
Kaza; lügatte bir kaç
manaya gelir. Bildirmek, haber vermek, emretmek, zorlamak, yaratmak, hükmetmek,
bir işi sona erdirmek, irade etmek, söz vermek, açıklamak ve eda etmekdir.
"Kader" de
lügatte bir kaç manaya gelir. Bunlaı. hükmetmek, güç, miktar,
yüceltmek,bilmek,bölmek, derin bilgi,eşitlemek, hazırlamak, bir şeyi diğer bir
şeyle karşılaştırmak, kuvvet ve imkan tanımaktır. Düşünmek, düşünmeye sevk
etmek, eşyada bazı özellikler meydana getirmek, Allah'ın kulları hakkında
verdiği hükümdür.
Istilahi olarak her
ikisi de aynı manada mıdır? Bazı İslâm alimlerine göre aynı mana sağlam
düzen,sebebleri sonuçlarına bağladığı umumî kanun ve prensiplerdir. Bu manayı ifade
eden ayetler şunlardır:
"O'nun katında
herşey bir ölçüye göredir." (R'ad: 8) "Hazinesi bizim katımızda
olmayan hiçbir şey yoktur. Biz onu ancak belli bir ölçüye göre indiririz."
(Hicr: 21)
"Allah'ın emri
şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir." (Ahzab: 38)
"Şübhesiz biz
herşeyi bir ölçüye göre yaratmışizdır." (Kamer: 49)
"Ey İnsanî Vüce
Rabbinin adını teşbih et. O, yaratıp şekil vermiştir. O, herşeyi ölçüyle yapıp
doğru yolu göstermiştir." (A'la: 13)
Bazı alimlere göre ise
kaza ve kaderin manaları birbirine zıttır. Bunlardan da bazıları kaza kaderden
öncedir, derler. Bu meşhur olan görüştür. Bu görüşe göre kaza; Allah'ın
yaratıklar hakkında gelecekteki durumlarını ezelde bilmesidir. Kader ise; bu
yaratıkları, ezeldeki bilgisine uygun olarak bil fiil yaratmasıdır. Bunun tam
tersini söyleyenler de vardır. Yani kader, kazadan öncedir, derler. Bu durumda
kaderin tanımı yukarıda geçen kazanın tanımı, kazanın tanımı da, kaderin
tanımıdır, derler. [113]
Kadere İnanmanın Anlamı
Önce her mükellefin
hayrı ve şerriyle kadere inanması gerekir. Bu dinin özelliklerinden ve temel
esaslarından biridir. Bunun manası; her mükellefin Allah'ın kullarının işlerini
ve gelecekte mahlukatla ilgili peşpeşe meydana gelecek olaylan ilk önceden
bildiğine inanması gerekir. Aynı şekilde Allah'ın mahrukatı yarattığı anda,
kendine mahsus kaderinde nasıl tayin edilmişse o şekilde yarattığına inanması
gerekir.
Her şey O'nun takdiri
ve dilemesi ile olur. Kulların dilemeleri, ancak Allah'ın onlar için dilemede
bulunduğu anda geçerlidir. Allah dilerse olur, dilemezse olmaz. Onun hükmünü
geri çeviren hiçbir güç yokdur.
Bu konunun
açıklamasında İbni Teymiyye "Akide-i Vasitiyye" isimli eserinde şöyle
der: "Kadere iman, iki mertebedir. Her mertebeiki şeyi içine alır." [114]
Birinci Mertebe
Allah, bütün mahlukatı
fazlasıyla bilir. İnsanlar O'nun ezelî ilmine göre hareket ederler. Allah
yarattıklarının bütün durumlarını yani kendisine itaatlerini, günahlarını,
rı-zıklarını ve ecellerini ezelden bilir. Yüce Allah, Levh-i Mahfuza yaratılış
mikdarlannı yazdı. Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Allah kaleme:
"Yaz" buyurdu. "Ne, yazayım mı?" dedi. Allah:
"Kıyamete kadar olacakları yaz!" buyurdu. İnsanın başına gelen
belalar onuyanılt-mak için ve onu yanıltan şeylerde ona bela olarak gelmiş
değildir. Kalemlerin mürekkebi kurudu,sahifeler dürüldü.
Nitekim Allah Teala
şöyle buyurur
"Gökte ve yerde
olanı Allah'ın bildiğini bilmez misiniz? Bunlar hiç şübhesiz kitabdadır ve
şübhesizbun-lar Allah'a kolaydır." (Hacc: 70)
Diğer bir ayette de:
"Yeryüzüne ve
sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o,
Kitab'da bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır."
(Hadid: 2) [115]
İkinci Mertebe
Allah'ın kuvvetli
dilemesi ve herşeyi kaplayan gücüdür. Bu, Allah'ın dilediğinin olacağına, dilemediğinin
olmayacağına inanmaktır. Göklerde ve yerde meydana gelen her bir hareket ve
sükun ancak O'nun dilemesiyle olur. O'-nun mülkünde dilemediği bir şey olmaz.
Varlık olarak veya yokluk olarak herşeye Allah'ın gücü yeter. Yerde ve gökte
bütün varlıkları yaratan Allah'dır, başka hiç bir yaratıcı yoktur. Bununla
birlikte O,kullarına kendisine ve gönderdiği peygamberlere itaat etmelerini
emretmiş, isyan etmeyi yasaklamıştır. Allah, kendinden korkanları çok iyi-likde
bulunanları, adaletli davrananları sever. Fasıkları sevmez. Hayasızlığı ve
kötülüğü emretmez. Kullarının kafir olmalarına razı olmaz. Toplumda bozukluk
meydana getirenleri sevmez.
İşleri gerçekte kullar
yapmakta ve Allah da onların fiillerini yaratmaktadır. Kullarndan bazıları
mümin bazıları kafir, bazıları iyi bazıları kötü, bazıları namaz kılar, oruç
tutar. Kullar kendi işlerinde kudret sahibidirler. Onların iradeleri vardır.
Allah da kullan ve onların güç ve iradelerini yaratandır.
Bu iki mertebe dört
şıkkı içerir. İbni Teymiye bunları "Şifaü'1-Aîîl" isimli eseri de
kaza ve konularında şöyle açıklar: Kaza ve kadere inanmanın dört şıkkı olup
bunlara inanmayan kaza ve kadere inanmamış olur. Bunlar:
a) Allah'ın
yaratılmadan önce eşyayı bilmesi.
b) Eşyayı
yazması
c) Eşyayı
dilemesi
d) Eşyayı
yaratması.
Adı geçen kitabda İbni
Teymiye bunları genişçe açıklamış, her şıkkı aynı başlık altında incelemiştir.
Kaderin aslı Allah'ın
bir sırrıdır. Bu sırrı ne kendisine yakın olan melekler, ne bir peygamber
bilebilir. Bu konuda çok fazla derinlere dalmak ve çok düşünmek Allah'ın yolundan
ayrılmak ve azgınlık etmekdir. Bundan şiddetle sakınmak lazımdır. Bu insana
şeytandan pırıltılara yol açar. Allah kaderin bilgisini insanların gözlerine
saklamıştır. Bu konuyu çok merak etmeyi yasaklamıştır.
Nitekim şöyle buyurur:
O, yaptığından sorumlu
değildir. Onlar (insanlar) ise sorumlu tutulacaktır. (Enbiya: 23) Allah
Teala'ya niçin yaptın, diyen Allah'ın kitabındaki hükmü, kabul etmemiş ve
kafir olmuştur.
Soru: Allah sevmediği
ve razı olmadığı birşeyi nasıl ister ve yaratır. Buğzu ve çirkin görmesi bu
iradesi ile nasıl bir arada olabilir?
Cevap: İstemek iki
türlüdür. Kendin için istemek, başkası için istemek. Kendin için istemek,
zatına sevimli ve matlubdur ve bunda zatı için bir hayır vardır. Bu, iyi gaye
ve hedefleri murad etmektir. Başkası için istenen bazen isteyenin kendisi için
maksud olmadığı birşey olabilir. Kendi şartına göre bunda bir fayda
olmayabilir. Fakat o şey istediğine bir vesile, bir araçtır. Kendi nefsi ve
zatı açısından o şey çirkin görülmektedir. Fakat onun muradını meydana
getirmek için bir yandan da olmasını ister. İşte burada iki irade, istek bir
araya gelir. Kızgınlık ve istemek. Bunlar birbirine zıt olmaz. Çünkü ilgili
oldukları şey değisiktir.
Bu; istenmeyen bir
ilaç gibidir. İlacı içen onda kendisi için bir şifa olduğunu bilir, mikroplu
organın kesilmesinde diğer organları için bir kurtuluş olduğunu bilir.
Maksadına ulaşmak için zorlu mesafeleri kateder insanlar. Hatta akıllı insan bu
istenmeyen durumlara genel kamsıyla sonuncusu tam ve kesin olarak bilmeden
girişir. İşlerin sonucunu bilen Allah'ın durumu neden böyle olmasın! Allah bir
şeyi çirkin görür ve bu başkası hakkındaki iradesine ters olmaz. Bundan dolayı
Allah; itaatin, amellerin, itikadlann, iradelerin bozukluğunun Özü olan İblisi
yaratmıştır. Şeytan kulların birçok yönden bozulmasına ve Allah'ı gazaba
getiren işleri yapmasına vesile. [116]
Sapıklık ve isyana Kaderi Bahane Etmek Yanlış Bir
Yoldur
Müşrikler, kendi
şirklerine Allah'ın dilemesini bahane etmek istemişler ve "Allah
dilemeseydi kendilerinin müşrik olmayacaklarını" söylemişlerdir. Alan bu
konudaki delillerini şu ayetle yok etmiştir: "Puta tapanlar, "Allah
dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık."
diyecekler; onlardan öncekilerde, bizim,şiddetli azabımızı tadana kadar böyle
demişlerdi. Onlara "Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz
ancak zanna uyuyorsunuz. Ve sadece tahminde bulunuyorsunuz.". "Üstün
delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi."
de. (En'am: 118/149)
Kur'ân müşriklere iki
açıdan cevap veriyor
a) Allah
kafirlere azabını tattırdı, onların cezalarını indirdi. Eğer onlar suçları,günahları, küfrü ve
Allah'a ortak koşmayı seçmeselerdi Allah onlara azab etmezdi. Çünkü O adildir
ve zerre mikdarınca zulmetmez.
b) Bu yanlış
zanlan onların Allah'ı, ve dinini bilmemelerinden dolayıdır. Onların bu konuda
dayanabilecekleri bir bilgileri yoktur. Onların küfrü sadece Allah'ın dinine
karşı isyan ve peygamberlerinin dilinde indirdiği hakk'a karşı bir iftiradır.
Buna göre onların iddiaları zanna dayalı, kesin, hiç bir delile d ayanmayan bir
iddiadır.
Bu şekilde kaderi
mazeret beyan eden kafir ve isyankarlara:
Allah Kitabında
değişik ayetlerde şöyle cevap verir:
Eğer inkar ederseniz
bilinki Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkarından hoşnud olmaz. Eğer şükrederseniz
sizden hoşnud olur. (Zümer :7)
Onlar bir fenalık
yaptıkları zaman, "Atalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu
emretti." derler. De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi
Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?" (A'raf: 28)
Allah kullan için
küfre veya fenalıkları işleyerek günahkar olmaya razı olmaz. Allah bunu
emretmez ve zorlamaz da. Allah kulları için dünyada ve ahirette hayn ister.
Allah, Kur'ân'da kullarına, kendine iman edilmesini,kul-luk edilmesini ve kendi
yolu üzere dosdoğru olunmasını emretmiştir. O halde insanların sapıtmasına,
inanç ve din yönünden Allah'ın emirlerinden ayrılmasına razı olmaz ve bu
sapkınlıklarına sonra da kaza ve kaderi bahane etmelerine de asla müsamaha
göstermez. [117]
Kadere iman, hiçbir
şekilde günah işlemek için cürat-karlığa bir yol, günahlara sebeb, Allah'ın
zorlamasına bir mazeret olamaz. Kadere iman, ancak yüce amellerin ve büyük
gayelerinin gerçekleşmesine yol olabilir.
Kader, başka bir
kaderle giderilir. Açlık, toklukla, susuzluk kaderi, suya kanma kaderiyle
hastalık kaderi tedavi kaderiyle, tembillik kaderi çalışma kaderiyle giderilir.
Rivayet edilir ki, Hz.
Ömer (r.a.) Şam'a doğru yolu çıktığında, bazı valiler, orada taun hastalığının
olduğunu haber vermişler. O da muhacir ve ensara danışmış ve taundan kaçmak
için dönmeye karar vermişler. Hz. Ömer de bunu emretmiştir. O sırada Ebu
Ubeyde, Hz. Ömer'e: "Allah'ın kaderinden mi kaçıyoruz." der. Hz. Ömer:
"Keşke bunu başkası deseydi. Evet, biz Allah'ın bir kaderinden, diğer bir
kaderine kaçıyoruz. Söyle bakalım, senin develerin olsa ve biri otlak diğeri
kurak iki yanı olan bir vadiye gitsen, otlak veya kurak yerde otlatman,
Allah'ın kaderi ile midir?".
Burada maksat, Hz.
Ömer, hastalık ve taun kaderinden, sıhhat ve afiyet kaderine kaçıyor. Bu
şekilde otlak ve kurak yerleri örnek veriyor. Yani develeri kurak yerden, otlak
yere götürmek, bir kaderden, diğer bir kadere geçiştir. Peygamberimiz,
cehalete bilgiyle, hastalığa ilaç ve tedavi ile, küfür ve isyana, cihadla
karşı koymuştur. Peygamberimizin, galib geldiği savaşları, Allah'ın kader ve
dilemesine göre hareket eden yüksek iradesinin görüntülerinden biridir. [118]
Kadere inanmakla
beraber sebeblere yapışmamız ve herşeyin hükümranlığı elinde olan Allah'a
tevekkül etmemiz gereklidir. Bu konuda birçok Kur'ân ve hadis metinleri
mevcuttur.
Kur'ân'da şöyle
buyrulur:
"De ki:
"İstediğinizi işleyin; Allah, peygamberi ve müminler işlediklerinizi
görecektir. (Tevbe: 105)
"İsteyen,
istemeyen, hepiniz, savaşa çıkınız. Allah yanında mallarınızla ve canlarınızla
cihad ediniz.". (Tevbe: 41)
"Şüphesiz Allah,
kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanalrı
sever.". (Saff: 4)
"Namaz bitince
yeryüzüne yayılın; Allah'ın lüt-fundan rızık isteyin.". (Cuma: 10)
"Yeryüzünü, size
boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın» Allah'ın verdiği
rızıkdan yiyin, sonunda dönüş O'nadır.". (Mülk: 15)
"Asra yemin olsun
ki, insan hiç şübhesiz hüsran içindedir. Ancak, inanıp yararlı iş işleyenler,
birbirlerine gerçeği tavsiye edenlerle sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun
dışındadır.". (Asır Sûresi)
Sünnette de şunlar
beyan edilir:
Peygamberimiz (s.a.v.)
buyurdu:
Sizden birinizin bir
kucak odun demetlemesi, sonra bu demeti sırtına yükleyip bunu satması, kendisi
için verecek, yahut vermeyecek olan bir kimseye gidib istemesinden elbette çok
hayırlıdır. (Müslim: 69 Zekât: 10) [119]
Başka bir hadiste Peygamberimiz:
"Sizden biriniz
bir iş yaptığı zaman onu güzel yapmasını Allah sever.", buyurur.
Diğer bir hadiste:
"Kıyamet kopmak
üzere iken bile, birinizin elinde bir fidan varsa gücü yeterse hemen
diksin.", buyurulur.
Başka bir hadiste:
"Her derdin bir
devası vardır. Binaen aleyh der devasına denk gelindiği zaman Azız ve Celîl
olan Allah'ın izniyle, o dert iyi olur. (Müslim, Selâm: 69) buyurur.
Ayrıca, "Allah
yeryüzüne indirdiği her derdin şifasını vermiştir." buyurulur.
Başka bir hadiste de
Usâme b. Zeyd şöyle anlatır:
Peygamberimizin
yanında iken köylüler geldi ve Peygamberimize: Ya Rasûlullahî Tedavi olalım mı?
dediler. Peygamberimiz: "Evet, ey Allah'ın kulları! Tedavi olunuz. Zira
Allah hiçbir dert yaratmadı ki ancak o-nun şifası olmasın. Yaşlılık
müstesna.". Peygamberimiz meşru sebeblere sarılmanında kader olduğunu
beyan etmiştir.
Ebu Huzeyme
Peygamberimize:
"Ya Rasûlullah!
Okunarak veya ilaçla tedavi olalım mı? Korktuklarımızdan sakınalım mı? Bu, Allah'ın
kaderini geri çevirir mi? dedi. Peygamber'imiz: O da Allah'ın kaderidir.",
buyurdu.
Tevekkül sebeblere
yapışmakla olur. Bu konuda da birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.
Kur'ânMa buyurulur:
"Eğer
inanıyorsanız Allah'a güveniniz.". (Maide: 13)
"İnananlar ancak
o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer; ayetleri okunduğu zaman
bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler.". (En-fal: 2)
"Allah, kendisine
karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden
nzık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah,buyruğunu yerine
getirendir. Allah, herşey için bör ölçü var etmiştir.". (Talak: 3)
Sünnet de iki sahih
kitabda şöyle buyurulur:
Peygamberimiz şöyle
derdi:
Ey Allah'ım! Sana
teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, seni vekil edindim, senin
adına düşmanlık ettim.
Hz. Ömer'den naklen
Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Şayet siz
Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, Allah sizi kuşları rızıklandirdığı gibi
rızıklandırırdı. Kursakları boş olarak sabah erkenden çıkar, karınları şiş
olarak akşam dönerler.".
Hadisden
anlaşılmaktadır ki doğru tevekkül, ancak çalışma ile olur. Bunun delili, Allah
kuşları yuvalarında rı-zıklandırmamış olmasıdır. Zira onlar sabah gitmiş ve akşam
dönmüşlerdir.
Bir alim şöyle der:
"Bazı insanlar
tevekkülün ve sebeplere yapışmanın çalışmaya engel olduğunu zannetmişlerdir.
Bütün işler önceden takdir edildiğine göre sebeblerle ilgilenmeye gerek
yoktur." derler. Bu, bozuk bir düşüncedir. Halbuki Peygamberimiz en iyi
Allah'a tevekkül eden idi, savaşlarında zırh giyer, para kazanmak için pazarlarda
dolaşırdı.
İbni Kayyim şöyle der:
Alimler, tevekkülün
sebeblere yapışmaya engel olmadığında görüş birliği içindedirler. Tevekkül
ancak bu şekilde olur. Aksi takdirde bu ihmalkarlık ve bozuk bir tevekküldür.
Devam ederek şöyle
der: "Tevekkül, istenilenin elde edildiği, istenmeyinin defedildiği en
büyük bebedir. Se-bebleri inkar edenin tevekkülü doğru değildir. Fakat sebeblere
tamamen meyletmemek ve kalbin ilişkisini kesmek, tevekkülün tamam
oluşundandır. Kalbinin hali Allah ile; bedenin hali de sebebler ile kaim
olmalıdır. Sebebler, Allah'ın hikmetinin, emrinin ve dininin meydana geldiği
yerlerdir. Tevekkül; O'nun Rabliğine, O'nun kaza ve kaderine bağlıdır. Her
şeyi en iyi bilen Allah 'dır.
Sebeblerin belli
sonuçları ancak Allah'ın izni ile meydana getireceği de bilinmesi gerekir.
Sebebleri yaratan Allah, müsebbeb ve sonuçlan da yaratır. Nesil isteyenin sebeblere
yapışarak evlenmesi gerekir. Evlilik bazen nesil meyvesini verir,bazen vermez.
Bu da Allah'ın iradesi ile olur.
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Dilediğine kız
çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. Yahut hem kız, hem erkek çocuk verir,
dileğini de kısır kılar. O, bilendir, herşeye kadirdir.". (Şura: 49-50)
İnsan toprağa tohumu
atar, bazen biter, bazen bitmez. Bazen büyür meyve verir bazen vermez. Bu da
Allah'ın iradesi ve dilemesi ile olur.
Allah şöyle buyurur:
"Söyleyin,
ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz?
Dilersek biz onu çerçöp yaparız.".
(Vakıa: 63-65)
İnsan ilaç alır bazen
şifa bulur, bazen Allah'ın iradesi ve dilemesiyle şifa bulmaz. Nitekim şöyle
buyurulur:
"Her şeyin
hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah*
münezzehtir.". (Yasin: 83)
Diğer ayette de:
"Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.". (İnsan: 30) buyurulur. [120]
İnsan Hür İradesi İlemi Hareket Eder
Yoksa İşlerini Tamamen Yüce Allah mı Yürütür?
İmanın en önemli
gereklerinden biri de; Allah'ın geniş bir ilim sıfatı, her şeyi kaplayan bir
irade sıfatı ve tam mükemmel olan bir kudret sıfatı olduğuna inanmaktır. Allah
dilediğini yapan ve yapılanları da bilir. Kaza ve kader inancı bu sıfatlara
dayanır. Bunlara iman, Allah'a imanın tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu şekilde
Allah ilmiyle herşe-yi kuşatır, bütün mekanları ve zamanları kaplar.
Kur'ân'da şöyle
buyurur:
"Yerde ve gökte
hiçbir zerre Rabb'inden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü
şüphesiz apaçık bir kitabdadır.". (Yunus: 61)
İşte bu
"Kitab"ın sayfalarında Kaza ve Kader satırları yazılmış, işler
bilinmiş, iyi-kötü sonuçları açıklanmıştır. Fakat biz onlan nereden
bilebiliriz?
Kaza ve Kader, hayatın
olayları, insanların işleri ve tasarrufları ile ilgilidir. Bunlardan her
birinin hükmü diğerinden ayrılır.
Konuyla ilgili şu
bölümleri açıklayacağız[121]
1) Cebrî (insan iradesinin etkisi olmadığı) Sorgulama
ve Hesaba Çekilme Olmayan İşler
Bazı işler sırf Yüce
Kudret sahibi Allah'ın iradesi ile-meydana gelir. İnsanlar bu işleri ister
istemez kabullenirler, ister bunu hissetsinler ister hissetmesinler. Çeşitli
akıllar, onlardaki zeka veya geri zekalılık,sakin veya sinirli karakterler,
uzun veya kısa boylu bedenler, güzellik veya çirkinlik insanın doğduğu zaman
dilimi, yetiştiği bölge, imkanlarından yararlandığı anne-babası, kalıtım
yoluyla kendisine geçen huy ve yönelişler, -hayat, ölüm, sıhhat- hastalık, fakirlik,
zenginlik, gibi konularda insanın hiç bir müdahalesi yoktur. Ve bunlar
hakkında hiçbir sorguya da çekilmeyecektir.
Kur'ân'da konuyla
ilgili şöyle buyurulur:
"Şüphesiz gökte
ve yerde hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi dildiği gibi
şekillendiren O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur, güçlüdür. Hâkimdir.".
(Al-i İmran: 5-6)
Diğer bir ayette de:
"Rabb'in
dilediğini yaratır ve seçer, onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların
koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. Rabb'in gönüllerinin gizlediklerini
ve açığa vurduklarım bilir. Allah, O'dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Ancak O!
Övgü, dünyada ahirette de O'na döndürüleceksiniz.". (Kasas: 68-70)
Başka bir ayette de
şöyle buyurur:
"Allah sana bir
sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremeL.Caııa bir iyilik dilerse O'nun
nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O,
bağışlayandır, merhametlidir.".
(Yunus: 107)
Diğer bir ayette de:
"Yeryüzüne ve
sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o,
Kitabda bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize
üzeîmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah,
kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.". (Hadid: 22-23)
Kadere bu şekilde
inanmak farzdır. Her mü'min buna kalbinin derinliklerinden inanması gerekir.
Geçmiş büyüklerimiz de bu şekilde inanmışlar ve bu, onların işlerinde güzel
bir şekilde gözükmektedir. Bir mü'min kendisine gelen belanın onu sapıttırmak
için olmadığını, rızkının ve kendine ayrılmış ecelinin yazılmış olduğunu
bilirse güre-vini tam bir şekilde yapar. Kulağında da şu ilahi prensip devamlı
çınlar.
De ki: "Allah'ın
bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim M evi a m iz d ir, inananlar
Allah'a güvensin.". (Tevbe: 51) [122]
2) Kendisinde Sorguya ve Hesaba Çekilme Olan İhtiyarî
(insan iradesine dayalı) İşler
Bu işler, akıllı ve
buluğa ermiş bir insanın, katıksız ve hür iradesiyle meydana gelirler. Bunlar,
insanın mükellef olduğu, sevab ve günahın ilgili olduğu işlerdir.
İslâm dini, insanın
bir takım güçler, melekeler, istidatlarla yaratılmış olduğunu kesin olarak
beyan etmiştir. İnsanın bu gücünü iyiye veya kötüye yönlendirmesi mümkündür.
İnsandaki güçlerin tamamı iyiye veya kötüye yöneliktir, denemez.
Bu hüküm şu ayet-i
kerimeye dayanır;
"Kişiye ve onu
şekillendirene; sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun
ki.". (Şems: 7-8)
Yani Allah, insanı,
kendisinden korkmaya veya karşı gelmeye uygun, iyiliğe de kötülüğe de elverişli
yaratmıştır. Allah'ın verdiği akıl sayesinde insan; inanç konularında doğruyu
yanlıştan, bir takım işlerde iyiyi kötüden, sözlerinde de gerçeği yalandan
ayırt edebilmektedir.
Allah, insana doğruyu
doğru bilme, yanlışı yanlış bilme, iyiyi yapma, kötüyü terketme, doğru
söyleyip yalandan kaçınma gücü vermiştir. İnsanın iyiyi kötüden ayırabilen
bir aklı,bir işi yapmaya elverişli gücü, açıkça belli bir metodu varsa -ki
işler ayık bir akıl ve serbest hareket edebilen yönelimlerle meydana, gelir-
insanın serbest iradesi tesbit edilmişse fiillerindeki hür seçimi gerçekleşmiş
olur. Bu şekilde insan ya mü'min ya kafir olur. İsterse iyi işleri yapar,
isterse kötü işleri. Hür iradesiyle yaptığı bütün işler mükellef olma
sorumluluğu altında gerçekleşmiş ve bu işlerle sevab veya günah elde edilmiş
olur.
Bu konuda Kur'ân'da ki
bazı ayetlerde şöyle buyuru-lur:
"Şüphesiz ona yol
gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.". (İnsan: 3)
"Biz ona eğri ve
doğru iki yolu da göstermedik mi?". (Beled: 10)
"De ki:
"Gerçek Rabbinizdendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin.".
(Kehf: 29)
"Kişiye ve onu
şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki,
kendini arıtan saadete ermiştir.". Kendini fenalıklara gömen kimsede
ziyana uğramıştır. (Ankebut: 69)
"De ki "Ey
İnsanlar! Rabb'inizden size gerçek (Hak) gelmiştir. Doğru yola giren ancak
kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin
bekçiniz değilim.". (Muhammed: 17)r
Kaderin bu çeşit
işlere nisbet edilmesi ki bu işler insan iradesiyle teklif çerçevesinde olan
işlerdir. Allah'ın ilminin herşeyi tam bir şekilde içine alması, herşeyi kaplaması,
demektir. Fakat insanın hür iradesi olduğunu söylemekle işlerimizin ilahî
bilgi dairesinden çıkamayacağını söylemek nasıl uyuşabilir, denilebilir?
Buna cevap kolaydır:
İnsan, asık suratlı
olarak, aynanın karşısında dursa, ne görür? Elbette asık suratlı olarak, kendi
resmini görür. Bunda aynanın günahı nedir? Onun görevi, karşısında duran
cismi, şekliyle göstermesidir. Aynanın yaptığı doğrudur. Eğer insan, güler
yüzlü dursa, ayna ona, kendini güler yüzlü olarak gösterir.
İlahi bilginin yansıma
alanı da aynı şekildedir. İnsanların amellerinde bir hareket meydana getirme
ile ilgisi yoktur. O, var olanı ortaya koyma ve açıklama durumundadır.
Allah'ın bilgisi işleri takib eder, işler Allah'ın ilmini takib etmez. İlahi
bilginin ayrıldığı en uç nokta şudur: O yalnızca şu andaki olayları açığa
çıkarmaz, geçmişteki ve gelecekteki olayları da açığa çıkarır.
Burada şöyle bir soru
akla gelebilir.O halde: Kur'ân'da ki: "Allah dilediğini sapıttırır,
dilediğini doğru yola eriştirir." Ayetinin manası nedir?
Bu sorunun cevabı
şöyledir: Gerçek şu ki sapıtmak veya doğru yolda olmak bir takım önceden meydana gelmiş olay ve
sebeblerin sonuçlarıdır. Nasıl ki yiyecekler gıda verir, su harareti keser,
bıçak keser, ateş yakar, aynı şekilde bir takını sebebler vardır ki hidayete,
bir takım se-bebler de vardır ki sapıtmaya götürür. Doğru yolda olmak
güzelişlerin sonucu, sapıtmak da kötü ve çirkin işlerin sonucudur. Hadayet
veya sapıtmak Allah'a ancak, bu işin se~ beb-sonuç ilişkisinin kanunlarım
koymuş olması açısından isnad edilebilir. Yoksa Allah, insanı sapıtmaya veya
hidayete zorlamış değildir.
Aşağıdakiayetler bu
konuyu şöyle açıklamaktadırlar:
Hidayete erme
konusunda ayetler
"De ki:
"Doğrusu Allah, dileyeni saptırır ve kendi] sine yöneleni doğru yola
eriştirir." Onlar inanmışlar} kalbleri Allah'ı anmakla, huzura
kavuşmuştur. Dikkai edin! Kalbler ancak, Allah'ı anmakla, huzura kavuşurj
(Ra'd: 27-28)
"Ama bizim
uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut:
69)
"Doğru yolu
bulanların ise Allah doğruluklarıml artırır, onların karşı gelmekten
sakınmalarını sağlar.".j (Muhammed: 17)
Ayetlerde geçen
Allah'ın insanları doğru yola iletme-j si, onlara bir kitapda bulunma, onları
iyi işler yapmaya muvaffak kılmasındadır. Bu hidayet nefisle yapılan mücadelenin,
Allah'a dayanmanın ve O'nun vahyine ve doğru' yolu göstermesine sımsıkı
sarılmanın bir sunucudur.
Sapıtma konusundaki
ayetler
"Allah, bu
misalle (bir sivr sinek yaratmak da) bir çoğunu saptırır,bir çoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı
yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra
bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde
bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır.". (Bakara: 26-27)
"Allah
inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar,
zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.". (İbrahim: 27)
Abdullah b. Abbas'dan
rivayet edilen bir hadisde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Her kim
istiğfarı çok yaparsa o kişinin bütüa darlıklarına bir çıkış yolu, bütün
kederlerine bir rahatlık verir. O kişinin rızkıda ummadığı yerden
gelir.".
Bundan dolayı
Peygamberimiz çok istiğfar ederdi.
Buhari'de Ebu
Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.) :
"Allah'a yemin
olsun ki ben, günde 70 kereden fazla Allah'a istiğfar ve tevbe ediyorum."
buyurur.
Peygamberimiz ashabına
da istiğfarların en iyisini öğretiyordu.
Bir hadisi Şerifte
şöyle buyurur:
"İstiğfarın
efendisi (en iyisi, üstünü) şudur: "Ey Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. Ben,
senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar senin vadin ve sözün üzereyim.
Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerime olan nimetini, ve günahımı
itiraf ediyorum. Beni affet, zira günahları senden başka bağışlayan
yoktur.". Her kim bu istiğfarı akşam vakti söyler de o gece ölürse cennete
girer. Her kim de sabah vakti söyler de o gün ölürse cennete girer. (Buhari)
Nitekim Peygamberimiz
istifan bir meclisdeki bağrış-tnalar esnasında söylenenleri Örteceğini de
zikreder. Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.):
"Her kim bir
meclise oturur da orada gürültüsü çok olursa ve oradan kalkmadan şunu söylerse,
o mec-lisde olan şeyleri affedilir. "Noksan sıfatlardan münezzeh ve her
türlü övgü sana mahsus olan Allah'ım! Ben şehadet ederim ki Senden başka ilah
yoktur. Senden af diler, sana tevbe ederim.1". (Tirmizi) [123]
3) İyilikler
Ahirette cezayı
düşüren üçüncü sebeb iyiliklerdir. Çünkü bir iyilik 10 misli, bir kötülük bir
misli ile karşılık
görecektir. Kur'ân'da:
"İyilikler
kötülükleri giderir, Duyurulur.". (Hud:114)
Peygamberimiz (s.a.v.)
de bir hadisde şöyle buyurur: "Nerede olursan ol, Allah'dan kork! Yaptığın
kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu silsin. İnsanlara da güzel ahlakla
muamele et.". [124]
4) Dünyevî Afetler
Peygamberimiz (sav)
şöyle buyurur:
"Müslümana ağrı,
yorgunluk, hastalık, keder hatta kendisini bunaltan bir iç sıkıntısına
varıncaya kadar herhangi fena birşey isabet etmez ki buna karşılık kendi
günahlarından bir kısmına keffaret olmasın." (Müslim: Birr/52) [125]
5) İlahi Adaletin Gereği
Kıyamet gününde
şefaate hak sahibi olanlarm,Al-lah'ın izni ile yapacak oldukları şefaat de
ahiretteki cezaları giderir. [126]
6) Hiç Şefaat Olmadan Allah'ın Affı Şöyle buyurur:
"Allah kendisine
ortak toşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar." [127]
7) Diğer Mü'minlerin Hayatta İken
Veya Öldükten Sonra
Dua ve İstiğfar Etmeleri[128]
8) Öldükten sonra Ölüye hediye edilen sadaka
Kur'ân okuma,hacc ve
benzeri ibadetlerin sevabı. Ehli sünnet, ölü olan mü'minlerin, hayattakilerin
çalışmalarından iki şekilde faydalandıklarında ittifak etmiştir.
a) Ölünün hayatta iken bizzat sebeb olduğu hayırlar
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
İnsan, ölünce
kendisinden bütün amelleri kesilir. (Amel defteri kapanır). Ancak bu üç şeyden
amel kesil-meyip (lehine sevab yazılmaya) devam eder. Devamlı (kullanılan)
sadaka (vakıf), faydalanılan ilim (hizmeti), kendisine dua eden iyi bir evlât.
(Müslim: Vasiyye/ 14)
b) Müslümanların ölüye dua ve istiğfarda bulunmaları:
Onun için sadaka verip
hacc etmeleriyle ona sevap ulaştırabilir.
Namaz, oruç, Kur'ân
okumak, zikir gibi bedenle yapılan ibadetlerin sevabının ulaşmasında ihtilaf
olmuştur. Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Selef alimlerinin çoğunluğu
ulaşacağı, Safi ve Malik ise ulaşmayacağı görüşündedirler.
Ölünün bizzat sebeb
olmadığı şeylerin sevabının ulaşacağı görüşündeki Cumhur'un kitab, sünnet,
icma' ve kı-yasdan delilleri vardır:
Kur'ân'da şöyle
buyurulur:
"Onlardan sonra
gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi
bağışla." derler. (Haşr: 10)
Ayette kendilerinden
önce geçen mü'minler için istiğfarda bulunmalarının övülmesi, dirilerin
istiğfarıyla ölülerin faydalandığını göstermektedir. Ölüye duanın ulaştığını,
cenaze namazında ve sünnetle nakledilen diğer dualarda ve defnedildikten
sonraki duada zikredildiğinde ümmet fikir birliği etmiştir.
Ebu Davud'un
rivayetine göre, Hz. Osman (ra) şöyle demiştir:
"Peygamberimiz
ölüyü defnettikten sonra durur ve şöyle derdi":
"Kardeşiniz için
Allah'dan af isteyiniz. Onun için ayaklarının sağlam kılınmasını isteyiniz,
zira şu anda o sorgulanıyor" Aynı şekilde Peygamber'imiz kabirleri ziyaret
ederken de onlara dua ederdi. Mezarlıklara gidince ashabına şöyle dua
etmelerini öğütledi:
"Selam size ey
Mü'min ve Müslüman kabir ahalisi! Allah dilerse bizler de sizlere katılacağız.
Sizin ve bizim için Allah'dan afiyet istiyoruz."
Müslim'de Hz. Aişe (r.
anha) şöyle der:
Peygamberimize,
Ölüler için nasıl istiğfar ediyorsun?
diye sordum. Buyurdu ki: "Şöyle de: Müminler ve müslümanlar diyarının
ahâlisine selam! Allah bizden evvel ölenlerle bizden sonra öleceklere rahmet
eylesin! Ve biz de inşallah sizlere muhakkak kavuşacağız." (Müslim:
Cenaiz/ 103)
Sadakaların sevabının
ölüye ulaşacağına dair Hz. Aişe (ra)'den şu hadis nakledilir:
"Peygamber'imize
bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ansızın vasiyyet edemeden öldü.
Ben öyle zannediyorum ki eğer konuşabilseydi sadaka verirdi. Şimdi ben onun
namına sadaka versem annem için bir sevâb olur mu? diye sordu. Peygamberimiz
(sav), "Evet" (olur) diye cevap verdi." (Müslim: Vasiyyet/ 12)
Bu hadisin benzerleri hadis kitapları içerisinde içinde çoktur.
Orucun sevabının ölüye
ulaşacağına dair olan hadiste Peygamberimiz: "Her kim üzerinde oruç borcu
olarak ölürse velisi onun yerine oruç tutar." (Müslim, Buharı)
Hacc sevabının
ulaşacağına dair olan hadiste şudur:
"Cuheyne
kabilesinden bir kadın, Peygamber'imi-ze gelerek O'na hacc etmeyi adamıştı;
fakat hacc edemeden öldü. Ben onun yerine hacc edeyim mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (sav)
şöyle dedi:
"Onun yerine hacc
yap. Söyle bakalım annenin birine borcu olsa da ödeşen sen onu ödemiş olmaz
mısın? Allah'a da onun borcunu öde. Allah ödenmeye en hak sahabidir. Bunun
benzerleri de çoktur."
Müslümanlar, ölünün -velev
ki yabancıya olsun ve bıraktığı maldan olmasın- borcunun ödenmesiyle onun
so-rumlulğundan düşeceğine dair fikir birliği etmişler ve bu dinin kurallarına
göre olmuştur. Bu da kıyasdır. Zira se-vab, ameli işleyenin hakkıdır. O sevabı
bir müslüman kardeşine karşılıksız vermesine kimse engel olamaz. Nitekim, ona
hayatında iken bir mal hibe etmeye veya öldükten sonra onun borcunu silmeye,
kimsenin engel olamayacağı gibi. "
Ölüye bu tür işlerin
sevabının ulaşmayacağını söyleyen, diğer grubdaki alimlerin delillerine şöyle
cevap verilir: Ölünün kendisine hediye edilen sevablarla faydalanacağı,aş
ağıdaki sebeblerden ötürü şu ayetlerle çelişmez;
"İnsan ancak
çalıştığına erişir." (Necm: 39)
"Kazandığı iyilik
lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir." (Bakara: 286)
"İşlediklerinizden
başkasıyla karşılık görmezsiniz." (Yasin: 54)
Bunun sebebleri
şunlardır:
1) Kişi, İslâm'a girmekle, iman kardeşlerine
bağlanmakla, çalışmasının sonucu ve güzel ahlakıyla bir takım dostlar edinir,
çocuk sahibi olur, eşlerle evlenir, hayırlar yapar ve insanların sevgisini
kazanır. Onlar da ona acır, ona dua eder, ibadetlerin sevabını ona bağışlarlar.
Bu durumda onun çalışması sonucudur.
2) Kur'ân'ı Kerim, kişinin başkasının
çalışmasından faydalanamayacağını beyan etmiştir. Bu ikisi arasında fark
vardır. Kur'ân'da, kişinin ancak kendi çalışmasına sahib
olacağı,başkasının çalışmasının sahibi
ise başkası olduğu haber verilir. Çalışma sahibi ise çalışmasını isterse başkasına
sarfeder, isterse kendine saklar.
3) Kur'ân'da
ilahî adaleti gerektiren ayetlerden mak-sat,hiç kimsenin başkasının suçundan
dolayı cezaya çarptı-rılmayacağı ve sorguya çekilmeyeceğidir. Bundan dolayı
amellerde ciddi olunmalıdır. Herkes kendi ameliyle kurtulacaktır. Bu şekilde
kişi başkalarının yaptıklarıyla kurtuluşa ereceğinden ümidini keser. Dünyada
iken atalarının yaptıklarına güvenenlerin, başkalarının çalışmasından faydalanamayacaklarını
ayetler açıkça ifade eder.
Nitekim ölünün
dirilerin hediye ettikleri sevablardan faydalanması görüşü, Peygamberimizin şu
hadisi ile de çelişmez:
"İnsanoğlu ölünce
ameli kesilir. Üç şey müstesna: Devamlı sadaka, dua eden hayırlı evlat,
kendisinden sonra faydalanılan ilim."
Bunun sebebi de şudur:
Peygamber'imiz başkasının amelinden faydalanma kesilir, dememiştir, böylece
kişinin kendi amelinin kesileceğini haber vermiştir. Başkasının ameli, yapan
kişiye aittir. Dilerse ölüye hibe eder ve onun amelinin sevabı ölüye ulaşır.
Yoksa kendi yaptığı amelin sevabı değil. Bu, insanın başkası adına ödeyerek onu
berî kıldığı bir borç gibidir. Halbuki borcu ödenenin borcu ödeyecek birşeyi
yoktur.
Malla yapıhan
ibadetlerle bedenle yapılan ibadetleri birbirinden ayırarak birinin sevabının
ölüye ulaşacağı, diğerinin ulaşmayacağı görüşü tutarlı değildir. Buna cevap
olarak şöyle denir:
Peygamberimiz, ölünün
yerine oruç tutmayı, geçirli kılmıştır. Bununla birlikte bunda vekillik geçerli
değildir. Çünkü sevabı bağışlamak vekillik babından değildir. Nitekim, özel
tutulan işçide, başkasını kendi yerine vekil, tayin edemez.
Bütün bunlardan dolayı
kabul ettiğimiz ve doğru bulduğumuz görüş, çoğunluğun görüşü olan bedenle
yapılan ibadetlerin malla yapılan ibadetlerle beraber sevabının ölüye
ulaşacağı görüşüdür,
Kur'ân okumak için bir
topluluğu kiralayarak ölüye sevabı bağışlamak işinin selefden ne bir kimse
yapmış ne de dinimizin ilim otoriteleri böyle bir şeyi emretmişlerdir. Bu
konuda hiçbir izin olmadığından ihtilafsız caiz değildir. Aynı şekilde bir
kişiyi, ölü adına namaz kılması, oruç tutması için kiralayıp sevabını ölüye
bağışlamak caiz değildir. Ücretsiz olarak, halis niyetle, Allah rızası için
Kur'ân okumak ve sevabını Ölüye hediye etmek, namaz ve oruçta olduğu gibi
caizdir, makbuldür. [129]
İslâm, devamlı olarak
kendi çizdiği doğru yola uymaya çağırmış, bu şekilde insanın hedefini şaşırmasını
ve yolunu kaybetmesini önlemek istemiştir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
"Bu, dosdoğru
olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah
size bunları sakınasınız, diye emir buyurmaktadır." (En'âm: 153)
Hayatın akışı içinde insan,
ya bilmeme sebebiyle, yahut çevre tesiriyle, yahut da şehvetinin
sıkıştırmasıyla veya öyle birinin teşvikine kulak vererek, bazen hata yapabilir,
doğru yolu kaybedebilir ve yoldan sapabilir.
Allah Teâlâ, insanı,
hata edip ayağı kaydığı zaman durumu değerlendirip düşünmesini, aklı selimine
müracaat etmesini istemiş, tökezlediği yerde düşmek gafletinde bulunmamasını,
nefsine bulaşan kirlerden nefsini yıkamasını ve doğru yol üzere yeniden
yürümeye başlamasını istemiştir.
İnsan ruhunun, bedeni
gibi devamlı temizlenmeye ihtiyacı vardır. Çünkü, her ikisindeki kirler
içerden dışarıya sızmakta, bundan dolayı devamlı temizlik gerekmektedir.
Bedende devamlı
salgılama yapan organlar ve bezler vardır. Bunlar yeryüzündeki hava sebebiyle
bir takım toz ve kirlere maruz kalır. Beden sağlığı için bu kirlerin hepsinin
giderilmesi lazımdır. İnsan nefsi de aynıdır.Nefis, kötülüklere koşar,kötü
şeylere bazen özenir ve insanlarla bir arada bulununca çeşitli fime ve
aldatmacalara maruz kalır. Bundan dolayı devamlı olarak kirleri temizleyen
tevbeye, ihtiyacı vardır. Suyun bedendeki kirleri gidermesinde duyulan ihtiyaç
gibi.
Allah Teâlâ şöyle
buyurur:
"Allah, şüphesiz
daima tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (Bakara: 222)
Peygamberimiz (sav) de
bir hadisinde:
"Ey İnsanlar!
Allah'a tevbe ediniz, O'ndan af dileyiniz. Ben günde 100 defa tevbe
ediyorum" buyurmuştur. (Müslim)
Başka bir hadisde de
şöyle buyurur:
"Azîz ve Celîl
olan Allah, gündüz kötü harekette bulunanların tevbelerini kabul etmek için
geceleyin elini uzatır. Gece günah işleyenlerin tevbelerini kabul etmek için
gündüz elini uzatır. Ve bu güneşin batıdan doğuşuna kadar devam eder."
(Müslim: Tevbe/ 31)
Hadisdeki elini
uzatmakdan maksat, tevbenin kabulüdür.
Diğer bir hadiste de:
"Her insan, çok
yanlış yapar. Hata edenlerin en hayırlısı, çok tevbe edenlerdir" buyurur.
(Tirmizi)
Başka bir hadiste
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
"Muhakkak ki
Allah, kulunun tevbe etmesi ile sizden birinizin bomboş bir arazide kaybetmiş
olduğu devesi üzerine uyanıverdiği zamanki sevincinden daha fazla
sevinçlidir." (Müslim: Tevbe/ 8)
Bütün günahlardan
tevbe etmek, hemen yapılması gereken bir farzdır. Küçük olsun, büyük olsun
günahlardan tevbeyi geciktirmek asla caiz değildir.
Kurtubî şöyle der:
Ümmet, mümin üzerine tevbenin farz olduğuna dair şu ayetten dolayı ittifak
etmiştir.
Ey mü'nıinler! Saadete
ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün. (Nur: 31)
Kim bir günahından
tevbe ederse, tevbesi doğru olur, diğer günahlar kalır.
İbni Kayyim şöyle der:
Günahtan tevbe etmek,
hemen yapılması gereken bir farzdır. Tehiri caiz değildir. Tehir eden
geciktirmekle de günah kazanır. Günahdan tevbe edince tehirden dolayı da tevbe
edilmesi gerekir. Tevbe edenin aklına bu durum çok az gelir. Belki de o,
günahtan tevbe edince hiçbirşey kalmadığını zanneder. Tehirin tevbesinden
kurtulamaz. Bu durumdan onu ancak bildiği ve bilmediği şeylerden umumi olarak
yapacağı tevbe kurtarır. Zira insanın bilmediği günahları, bildiklerinden çok
fazladır. Bilmemek, sorguya çekilmede mazeret olmaz, eğer bilmeye imkanı varsa.
Bu durumda hem bilmeyi terketmekle hem de yapmamakla günahkar olur.
Ebu Musa el-Eş'arî
şöyle der:
Peygamberimiz şöyle
dua ederdi:
"Ey Allah'ım!
Günahımı, bilgisizliğimi, her işimde israfımı ve benden daha iyi bildiğin bütün
kusurlarımı affeyle. Ey Allah'ım! Ciddi halimi, latifemi, hatamı ve bilerek
işlediğim günahımı affeyle. İtiraf ederim ki bu kusurların hepsi bende vardır.
Ya Allah! Evvelden
yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve benden daha iyi bildiğin
bütün günahlarımı affeyle. Öne geçiren ancak Sensin. Geriye barakan da ancak
Sensin ve Sen herşe-ye kadirsin." (Müslim: Zikir: 70)
Tevbe günahların
affolmasımn ve ilahi sorgunun olmamasının ihtilafsız sebebidir. Günahların
tamamını ancak tevbe bağışlatabilir.
Yüce Allah şöyle
buyurur:
"Ey Muhammedi De
ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın
cennetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar.
Çünkü, O, bağışlayandır, merhametlidir." (Zü-mer: 53)
Bu durum, tevbe eden
içindir. Bundan dolayı "ümidinizi kesmeyiniz." buyurdu.
Ayetin devamında şöyle
buyurur:
"Rabbinize
yönelin." (Zümer: 54)
Diğer bir ayette
de:
"Kullarının
tevbesini kabul eden, kötülükleri affeden, yaptıklarınızı bilen O'dıır."
(Şura: 25)
Allah'ın kabul ettiği,
günahları bağışladığı, ahirette cezayı düşürdüğü tevbe, peşinden iyi ameller
yapılan "Na-
sûh" tevbedir.
Şöyle buyurur:
"Doğrusu Ben,
tevbe edeni, inanıp yararlı iş işleyerek doğru yola gireni bağışlarım."
(Taha: 82)
Diğer ayetlerde de
konuyla ilgili şöyle buyurulur:
"Rabbiniz,sizden
kim bilmeyerek fenalık sşler de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse,
ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder."
(En'âm: 54)
"Sonra doğrusu
Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip ardından tevbe eden ve ıslah olanlardan
yanadır. Rabb'in bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."
(Nahl: 119)
"Onlar, Allah'ın
yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız
yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur. Kıyamet günü
azabı kat kat olur. Orada alçaltila-rak temelli kalır. Ancak tevbe eden, inanıp
yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.
Allah bağışlar ve merhamet eder. Kim tevbe edip yararlı iş işlerse, şüphesiz o,
Allah'a gereği gibi yönelmiş olur." (Furkan: 68-71)
Tevbe eden kişinin
tevbe ederken "Tevbe namazı" kılması sünnettir.Peygamberimiz (sav)
şöyle buyurur:
"Kim güzelce
abdest alır farz veya nafile, rukûsu ve secdesi güzel, iki veya dört rekat
namaz kılar sonra da Allah'dan af talep ederse günahları bağışlanır."
Hz. Ali (ra) şöyle
der:
"Bana Ebu Bekir
(ra) Peygamberimiz (sav)'in şöyle derken işittiğini anlattı:" "Bir
adam bir günah işler, sonra kalkıp abdest alır, sonra iki rekat namaz kılar,
sonra Allah'dart af isterse günahları elbette bağışlanır."
Sonra Hz. AH (-ra) şu
ayeti okur:
"Onlar fena bir
şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar,
günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları AUah'dan başka bağışlayan kim
vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile direnmezler. Onların hareketlerinin
karşılığı Rabb'lerinden bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde temelli
kalacakları cennetlerdir." (Ali İmran: 135-136)
Fıkıh kitapları bu
namazın şeklini ve hükümlerini açıklamıştır. (Müğni: l/769,Fıkhü's-Sünne: 1/
180)
Nasûh tevbe hakkında
İbni Kayyım şöyle der: "Nasûh kalıbı arapçada fazlalığı ifade eder.
Karışımdan ve yabancı unsurlardan arınmış bir şeyin özü demektir. Tevbede,
ibadette, danışmada nasûh olmak demek, bunların başka herhangi birşey ile
karışmasından, noksan-lıkdan, bozukluktan temizlenmiş, en olgun şekliyle yapılmış
olması demektir."
Tevbede nasûh olmak üç
şeyi ifade eder:
1) Bütün
günahları tamamen, hiç birini dışarıda bırakmamak üzere kaplaması,
2) Hiçbir
tereddüde yer bırakmayacak şekilde, kişinin kesin kastetmesi,
3)
İhlasındaki bütün kir ve şüphelerden arınmış olması[130]
Nasûh Tevbenin Şartları:
Günahdan vaz geçmek;
küfür, zina, livata, şarap içmek, haram şeyleri yemek, gibi günahlardan tevbe;
pişman olmak, vaz geçmek, ebedi olarak günaha bir daha dönmemeye kastetmek,
AUah'dan af dilemekle olur. Bu icma ile sabit olup ihtilaf olmayan bir
hükümdür. İnsanların namuslarında, bedenlerinde veya mallarında yapılan zulüm
ise pişmanlık, vaz geçmek, Allah'tan af dileme, namusları ve bedenleri
hakkında helallik almakla beraber varsa alınan malın geri verilmesi yoksa
benzerinin verilmesi ile ancak tevbe edilmiş olur. Miktarlar konusunda bilgi
yetersizliği varsa fakirlere tasadduk ve çeşitli iyilik yollarında harcamada
bulunmakla olur. Eğer bunlar mümkün olmuyorsa iş Allah'a havale edilir.
Kıyamet günü, zulme uğrayan, hakkım tam olarak alacaktır. Hatta boynuzsuz koy
un,boynuzlu koyundan hakkını alır. Öldürmeden dolayı tevbe ise hepsinden daha
büyüktür. Bu suçun tevbesi ancak kısas :ıe olur. Eğer bu olmazsa, o kişi çok
hayır yapmalı ki mizanda iyilik kefesi ağır gelsin. [131]
Nevevi şöyle der:
"İşlenen
günahların insanoğlu ile ilişkisi varsa o takdirde tevbenin şartı; hak
sahibinin hakkının ödenmesidir. Mal ve benzeri bir şeyse, şart, onun sahibine
iadesidir." [132]
Bicûrî şöyle der:
"İşlenen günahın
insanoğlu ile ilişkisi varsa tevbenin şartı, hak sahibine hakkının ödenmesi ya
da onun hakkından vaz geçmesidir. Kişinin buna gücü yetmez ve üzerindeki
haklar çok olursa o takdirde ihlaslı olması, Allah'a çok yalvarması gerekir ki
bu sayede belki kıyamet günü alacaklılar ondan hoşnut olabilir." [133]
İbni Kayyim şöyle der:
Günahta insan hakkı
varsa kişinin, tevbesinde o hak-dan ya geri vererek ya da helallik alarak
kurtulması gerekir.
Müslim'de Ebu Hureyre
(ra)'den naklen Peygam-ber'imiz (sav):
"Müflis (iflas
eden) kimdir bilir misiniz? diye sordu. Sahabiler: Bizim içimizde müflis; hiç
parası ve hiç malı kalmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Rasû-lullah: Benim
ümmetimde müflis şu kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç ve zekatla gelir.
Kendisi de şuna sövmüş, şuna iftira atmış, şunun malını yemiş, şunun kanını
dökmüş, şunu dövmüş olduğu halde gelir. Sonra onun iyiliklerinden bir kısmı
şuna verilir. Eğer üzerindeki kul hakları ödenmeden iyileri tükenirse bu sefer
o alacaklı kulların günahlarından alınıp bunun üzerine yüklenir. Sonrada
kendisi cehenneme atılır." (Müslim: Birr/59)
Eğer hak; biri hakkında
kin tutmak, veya gıybet veya iftira sebebiyle ise bu tevbede o kişiye bildirmek
ve helallik almak şart mıdır?
Alimlerden bir bölümü
şöyle der:
Bildirmek ve
halalleşmek gerekir. Diğer kısmı ise şöyle der: İftira ve gıybeti hak sahibine
bildirmek gerekmez. Kendi ile Allah arasında yapacağı tevbe, gıybeti yapılan
veya iftira atılan şahsa gıybet ve iftiranın tersini söy-lemek, gıybeti onu
övgü ve iyiliklerini söylemekle değiştirmek ve gıybet yaptığı miktarda onun
için istiğfarda bulunmak yeterlidir.
İbni Teymiyye'de bu
görüştedir. Bu görüş sahihleri, şu gerekçeleri ileri sürerler: O şahsa gıybeti
veya iftirayı bildirmek katıksız bir zarar vermedir. Hiçbir fayda taşımaz.
Haber vermek; ona eziyet vermeyi, kin tutmasını, ve üzüntüsünü artırmak
demektir. Halbuki onu işitmeden önce rahattı. Onu işitince belki sabredemez.
Nefsine veya bedenine zarar vermiş olur. Böyle bir şeyi Allah istemez. Haber
vermek, onun düşmanlığına sebeb olabilir. Böyle bir şeyden doğan şer, iftira ve
gıybet kötülüğünden daha fazladır. Bu ise Allah'ın; kalblerin birleştirilmesi,
acıma duygularının gelişmesi, yardımlaşma ve sevginin yayılması maksadına
terstir.
Malî haklar ile bunun
arasında iki yönden fark vardır.
a) Mali haklar, sahibine iade edilince
faydalanma olur. Onları gizlemek caiz değildir. Ödemek vacibdir. Gıybet ve
iftira ise ödendiğinde fayda yerine zarar verir. Birini, diğerine kıyas etmek
bozuk bir kıyasdır.
b) Mali haklar hak sahibine bildirilince ona
eziyet vermez. Kin ve düşmanlık doğurmaz. Belki onu sevindirir ve ferahlatır.
İftira, gıybet gibi kişiyi ömrü boyunca rahatsız edecek şeyleri ona haber
vermek, bunun tersidir. Birini diğeriyle mukayese etmek olmaz.
İbni Kayyim: "İki
görüşün doğrusu budur, Allah daha iyi bilir." der.
Seyyid Sabık da şöyle
der:
Tercih edilen
görüş,şudur: Gıybeti yapılan kişiden dolayı Allah'tan af istemek, onun güzel
yönlerini söylemek gıybeti örter. Ona bildirmeye veya onun, hakkından vaz
geçmesini istemeye gerek yoktur.
Mü'min, her zaman
Allah ile bağlantılı, ondan korku üzere, olması gerekir. Bir hata yaptığı zaman
derhal tevbe etmesi gerekir.
Allah şöyle buyurur:
Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir aldatılmaya uğrayınca, Allah'ı
anarlar ve hemen gerçeği görürler. (Araf: 201)
Kitabımızı burada
bitirirken, bizi ve diğer kardeşlerimizi ve bütün müslümanlan, kendi sevdiği
ve razı olduğu söz ve işlerde başarıya ulaştırmasını Yüce Allah'dan dileriz.
Güç ve kuvvet, Yüce olan Allah'a aittir. Her türlü övgü de alemlerin Rabb'i
olan Allah'adır. Efendimiz-Muhammed'e, onun yakınlarına ve arkadaşlarına Allah,kıyamete
kadar devamlı olarak çok selâm ve salatta bulunsun. Amin. [134]
[1] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:5-12.
[2] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 13-14.
[3] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 14.
[4] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:14-17.
[5] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 17.
[6] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:17-19.
[7] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:19.
[8] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 19-20.
[9] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 20-26.
[10] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 26-28.
[11] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:28.
[12] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 29-30.
[13] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 30-31.
[14] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 31.
[15] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 31-32.
[16] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 32-34.
[17] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:35-41.
[18] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 41.
[19] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 41-42.
[20] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 42-43.
[21] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:43-47.
[22] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 47.
[23] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 47-51.
[24] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 52-53.
[25] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 53-55.
[26] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 55.
[27] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 55-64.
[28] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 65.
[29] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 65.
[30] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 65.
[31] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 66.
[32] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 66-67.
[33] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 67.
[34] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 67.
[35] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 68.
[36] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 69-71.
[37] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:71-72.
[38] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 73.
[39] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 74.
[40] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 74.
[41] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 74.
[42] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 74-76.
[43] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 76.
[44] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 77-80.
[45] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 80-82.
[46] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 82-84.
[47]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 84-90.
[48] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 90-92.
[49] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 92-103.
[50]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 104.
[51]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 104-106.
[52]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 106-109.
[53] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 109-114.
[54]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 114-115.
[55] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 115-118.
[56] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 118-119.
[57] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 119.
[58]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 119-120.
[59]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 120-125.
[60]
Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları: 125-127.
[61] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 127-129.
[62] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 129.
[63] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 130.
[64] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:
130-132.
[65] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 132-133.
[66] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 133.
[67] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 133-134.
[68] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 134-141.
[69] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 141-143.
[70] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 143145.
[71] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 145.
[72] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 145-148.
[73] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 148-154.
[74] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 154-156.
[75] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 156-158.
[76] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 158-162.
[77] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 162-175.
[78] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 176-177.
[79] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 177-180.
[80] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 181.
[81] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 182-183.
[82] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 183
[83] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 183-184.
[84] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 184-186.
[85] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 186-188.
[86] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 188-193.
[87] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 193-194.
[88] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 194-196.
[89] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 197-200.
[90] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:
200.
[91] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 200-201.
[92] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 202.
[93] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 203.
[94] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 204.
[95] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 204-206.
[96] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 207-209.
[97] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 209-210.
[98] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 210.
[99] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 210-211.
[100] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 211-215.
[101] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 215-217.
[102] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 218-219.
[103] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 219-220.
[104] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 220-223.
[105] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza Yayınları:
223-226.
[106] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 226-227.
[107] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 228-234.
[108] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 234.
[109] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 234.
[110] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 234-235.
[111] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 235-238.
[112] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 239.
[113] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 239-240.
[114] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 240-241.
[115] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 241-242.
[116] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 242-244.
[117] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 244-245.
[118] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 246.
[119] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 247.
[120] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 248-251.
[121] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 251.
[122] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 252-253.
[123] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 253-258.
[124] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 258.
[125] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 258.
[126] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 259.
[127] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 259.
[128] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 259.
[129] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 259-264.
[130] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 265-270.
[131] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:271.
[132] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 271.
[133] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları:271-272.
[134] Ahmed Muhammed Davud, Akidetü’t, Tevhid, Ravza
Yayınları: 272-274.