Otuz İkinci Bölüm: MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
32.1. MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
32.1.1. Hz. Peygamber'in Görüştüğü Kabileler
32.1.2. Rasûlullah (a.s.)'ın Kabilelerle Görüşmesi Sırasında Meydana Gelen Olaylar
32.1.2.1. Beni Hemdân'a Mensup Bir Şahsın Tereddüdü
32.1.2.2. Beni Bekr bin Vâil İle Mülakat
32.1.2.3. Beni Amir bin Sa'sa'a İle Görüşme
31.1.2.4. Beni Şeybân bin Sa'lebe İle Görüşme
31.1.2.5. Beni Abs ile Görüşme
32.1.3. Evs ve Hazrec'in Tarihçesi
32.1.3.1. Bu Tarihi Durumun Etkileri
32.1.4. Rasûlullah (a.s.) İle Görüşen İlk Medineli
32.1.5. Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'nin İkinci Heyetiyle Görüşmesi
32.1.6. Ensâr'ın İlk Grubunun İslâm'ı Kabul Etmesi ve Birinci Akabe Bi'atı
32.1.7. Medinelilerin İkinci Heyeti ve İkinci Akabe Bi'atı
32.1.8. Rasûlullah'ın, Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye Göndermesi
32.1.9. Medine'de Cuma Namazının Başlaması
32.1.11. Akabe Bi'atının Ehemmiyeti
32.1.12. Ensâr'ın Fedakârlık Duygusu
32.1.14. Akabe Bi'atının Haberini Alan Kureyş'in İlk Tepkisi
32.1.15. Bi'at'ten Sonra Medine'de İslâm'ın Yayılışı
Otuz İkinci Bölüm: MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
32.1. MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
Biz daha önce Rasûlullah. (a.s.)'ın, Bi'set sonrası 10. yılda Taife yaptığı seyahatten bahsettik. Bu seyahatten sonra Rasûlullah (a.s.) iyice anladı ki, Kureyşlilerden herhangi bir hayır beklenmediği gibi, Beni Sakif’in de doğru yola gelmesine imkân yoktur. Beni Sakif’in doğru yola gelmesi bir yana, bu kabile İslâmi davete tahammül etmeye bile razı değildi. Hatta, Hz. Peygamber (a.s.) Taif'te öylesine büyük bir hakarete ve işkenceye maruz kaldı ki, Mekke'de peygamberlikten sonra geçirdiği 10 yılda bile bunun benzerine rastlanmamıştı.
Böylece, Rasûlullah (a.s.) Mekkeli ve Taiflilerden ümidini kestikten sonra Ukâz, Mecenne, Zül-Mecaz panayırlarında ve Hac mevsiminde Mina'da toplanan diğer Arap kabilelerine dikkatini çevirdi. Rasûlullah daha ünce de bu yerlerde halkı İslâma davet ediyordu ama, bu defa davetinin mahiyeti biraz değişikti. Rasûlullah, bu defa muhtelif kabileleri İslâma davet etmekle kalmıyor, onların reis ve ileri gelenleriyle şahsen görüşüp kendisine ve diğer müslümanlara maddi destek sağlamaya çalışıyordu. Rasûlullah (a.s.) bu reislere diyordu ki: "Bakın, Kureyşliler Allah'ın davetinin yolunu tıkamışlardır ve artık sizin yardımınız olmadan davet işi hızla yürüyemez". Musa bin Ukbe'nin İmam Zührî'ye dayanarak verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber (a.s.) Medine'ye hicret etmeden önce görüştüğü her kabileye ve ileri gelenlerine şöyle derdi: "Bana eman verin ve benim davetimi destekleyin ki, Allah'ın kelâmını herkese iletebileyim." Bu gibi davet ve telkinler sırasında Ebu Cehl ve Ebu Leheb başta olmak üzere Kureyş'in diğer pek çok serserileri her zaman Rasûlullah (a.s.)'ı takip ediyorlardı ve Arap kabilelerinin onun vaaz ve telkinlerine kulak asmamaları İçin çağrıda ve tehditte bulunuyorlardı. Bu adamlar bazen Rasûlullah (a.s.)'a taş veya toprak atıyorlardı. Fakat Rasûlullah (a.s.) İslâmi davetini her zamanki metanet ve ciddiyetiyle sürdürüyordu. Bu arada, Rasûlullah (a.s.) umre, ziyaret, veya ticaret maksadıyla Mekke'ye gelen kişileri de Hak dinine davet ediyor, onların kendisini desteklemelerini istiyor ve mümkünse memleketlerine kendisini çağırmalarını teklif ediyordu.
32.1.1. Hz. Peygamber'in Görüştüğü Kabileler
Rasûlullah (a.s.)'ın Hak daveti için yaptığı bu yolculuklarda görüştüğü kabilelerin listesine baktığımızda görüyoruz ki, kendisinin Arabistan'ın doğu kıyısından batı kıyısına ve güneyden kuzeye kadar görüşmediği veya temas kurmadığı tek bir güçlü kabile yoktu. Bunlardan bazılarının isimlerini aşağıda belirtiyoruz:
1) Kinde: Bu, güney Arabistan'ın en büyük kabilelerinden biri olup Hadramût'tan Yemen'e kadar olan bölgeye hâkimdi.
2) Kelb: Bu, Kuda'a'nın bir koluydu ve Kuzey Arabistan'da Dûmet-ul Cendel'den Tebûk'a kadar olan bölgeye hâkimdi.
3) Beni Bekr bin Vâil: Bu, Arabistan'ın savaşçı kabilelerinden biriydi ve ülkenin ortalarından Doğu kıyısına kadar etkisini sürdürüyordu. Bu kabile M.S. 3001 de ilk defa İran imparatorluğuna kafa tutmuş ve peygamberlik döneminde tekrar İranlılarla savaşa girerek düşmana büyük kayıplar verdirmişti. Tarihte bu savaş, Zikâr savaşı adıyla biliniyor.
4) Beni el-Bekka: Bu, Beni Amir bin Sa'sa'a'nın bir kolu olup Mekke ile Irak yolu boyunca hakimiyetini sürdürüyordu.
5) Sa'lebe bin Ukâbe: Beni Bekr bin Vâil'in bir kolu.
6) Beni Şeyban bin Sa'lebe: Beni Sa'lebe bin Ukâbe'nin bir kolu.
7) Beni el-Hâris bin Ka'b: Beni Temim'in bir kolu.
8) Beni Hanife: Bu, Beni Bekr bin Vâil'in bir kolu olup Yemâme'de otururdu. Müseyleme (Kezzab) bu kabileye mensuptu. Hz. Ebu Bekr'in halifeliği sırasında sahte peygamberler fitnesi ortaya çıkınca müslümanlar en çok bu kabile ile uğraşmak zorunda kalmışlardı. Bu kabile de Arabistan'ın savaşçı kabilelerinden biriydi.
9) Beni Süleym: Bu da, Kays-ı Aylan kabilelerinin en büyüğüydü ve Hayber yakınlarında yukarı Necd bölgesinde oturuyordu. Bu kabilenin adamları el-Kurâ vadisine Teymâ'ya kadar yayılmış durumda idiler.
10) Beni Amir bin Sa'sa'a: Havazin'in bir kolu olup Necd'de oturuyorlardı. Havazin de Kays'ı Aylân'dandılar. Bunlar daha sonra Taif in bir bölgesine yerleştiler. Kabilenin bazı üyeleri yazı Taif te kışı da Necd'de geçirirlerdi.
11) Beni Abs: Bu da Kays-ı Aylân'ın bu kolu olan Gatafan'ın bir yan kabilesi idi. Necd'de oturuyor ve savaşçı kabilelerden biri sayılıyordu. Câhiliyye döneminde bazı kabilelerle çok uzun savaşlara girdi. Bu savaşlardan Dâhis ve Ğabrâ' tarihe geçmişlerdir.
12) Beni Üzre: Bu, Beni Abdullah bin Gatafan'ın bir koluydu.
13) Gassân: Bu, Güney Arabistan'ın hatırı sayılır kavimlerinden biriydi. Daha sonra kuzey Arabistan'a geçip yerleşmişti. Çeşitli kabileleri bünyesinde toplayan Gassanlıların bazısı Hıristiyan ve bazısı müşrikti. Gassanlıların bir devletçiği Bizanslılara tabi olmuştu.
14) Fezâre: Bu Gatafan'ın büyük bir yan kabilesiydi ve Necd ile el-Kurâ vadisinde otururdu.
15) Beni Abdullah: Bu, Kelb'in yan kabilelerinden biriydi.
16) Beni Muharib bin Hafse: Bu, Adnanlı kabilelerden biriydi.
Hz. Peygamber (a.s.)'in İslâm dinini yaymak üzere yaptığı çeşitli geziler sırasında görüştüğü kabilelerin belli başlıları bunlardı. Arabistan'ın jeopolitik durumu göz önünde bulundurulur ve yukarıda adlarını yazdığımız kabilelerin toplumdaki durumları, sayıları, güçleri, zenginliği ve yiğitliği ele alınırsa bunların sadece bir tanesinin bile Rasûlullah (a.s.)'ın davetini kabul etmesi halinde İslâm dininin hayli güçleneceği ve günden güne gelişeceğinden kimsenin şüphesi olmayacaktı.
32.1.2. Rasûlullah (a.s.)'ın Kabilelerle Görüşmesi Sırasında Meydana Gelen Olaylar
Hz. Peygamber (a.s.)'in kabilelerle görüşmek üzere yaptığı çeşitli geziler çok ilginç olmuş ve bunlarda bazı dikkate değer olaylar meydana gelmiştir. Rasûlullah, bu geziler sırasında çeşitli adamlarla buluşmuş ve çoğu üzücü olmasına rağmen bazı sevindirici olaylarla da karşılaşmıştır. Mûsâ bin Ukbe'nin "Meğâzi"de belirttiği gibi kabilelerin çoğu şu cevabı verirlerdi: "Bir insanı, mensup olduğu millet ve toplum daha iyi bilir. Bizzat kendi milletinde fesâd ve kavga çıkarmış olan ve milleti tarafından reddedilmiş olan bir kişi bize ne verebilir ki?" Fakat bazı kabileler sadece İslâm'ın davetini reddetmekle kalmadılar, Rasûlullah (a.s.)'a çok kaba ve çirkin davrandılar. İbni Cerir, İbni Hişâm ve Hâfız İbni Kesir'in Muhammed bin İshâk'a dayanarak ifade ettiklerine göre bir defasında Rasûlullah (a.s.) Kinde'nin toplantı yerine gitti ve Kindelilerin yardımını talep etti. Fakat, Kindeliler bu talebi reddettiler. Rasûlullah (a.s.) Kelb kabilelerinden Beni Abdullah'a gitti ve kendilerine "Allahu Teâlâ atanıza iyi bir isim bahsetmiştir, siz bana yardım edin" dedi, ama onlar da bu isteği reddettiler. Rasûlullah (a.s.), daha sonra Beni Hanife'ye gitti, fakat bu kabile daha da kötü davrandı; ve bulundukları yerden Rasûlullah (a.s.)'ı kovdu.
32.1.2.1. Beni Hemdân'a Mensup Bir Şahsın Tereddüdü
İmam Ahmed ile Hâkim ve bazı diğer muhaddisler Hz. Câbir bin Abdullah'a atfen Rasûlullah (a.s.)'ın halka şöyle seslenerek yol kat ettiğini kaydetmişlerdir: "Beni kendi kabilesine götürecek bir adam var mı?" Bu çağrıyı duyan Hamdan kabilesine mensup bir şahıs Rasûlullah (a.s.)'a geldi ve onu kendi kabilesine götürmeye razı oldu. Ama daha sonra kabilesinin kendisine kötü muamele yapacağından korktuğu için Rasûlullah (a.s.)'a döndü ve şöyle dedi: "Ben şimdi kabileme gidiyorum. Onlara senden söz edeceğim ve gelecek yıl Hac mevsiminde seninle görüşeceğim." Bundan sonra bu adamdan haber alınamadı.
32.1.2.2. Beni Bekr bin Vâil İle Mülakat
Hafız Ebû Nuaym ve Yahya bin Sa'id-ul Ümevi; Kelbi'ye dayanarak diyorlar ki, bir defasında Rasûlullah (a.s.) Beni Bekr bin Vail'e gitti ve onlarla sohbet ederken "savaş durumunuz nasıl" diye sordu. Onlar dediler ki "biz ne İran'la savaşacak durumdayız, ne de İran'a karşı kimseyi koruyabiliriz." Rasûlullah (a.s.) şöyle dedi: "Bir gün gelecek, siz onların menzillerine ineceksiniz, onların kadınlarıyla evleneceksiniz ve onların evlâtlarını esir alacaksınız." Bu görüşmeden sonra Rasûlullah (a.s.) oradan ayrıldı ve oraya Ebû Leheb geldi ve halka şöyle dedi: "Bu adam eskiden çok iyi idi, ama şimdi aklını kaçırmıştır." Beni Bekr bin Vail'e mensup olanlar da dediler ki: "Evet, İranlılardan bahsedince onun akli dengesinin yerinde olmadığına kanaat getirdik." Bu vak'a gösteriyor ki, o sıralarda hiçbir Arap, Arapların İran gibi muazzam bir saltanatı yerle bir edip bütün İran'a hâkim olacaklarını akıllarının uçlarına bile getiremiyordu. Böyle bir şeyi onlarca sadece deli-divane bir kişi söyleyebilirdi. Ama, aradan 15-16 sene geçmedi ki, aynı adamlar Rasûlullah (a.s.)'ın söylediklerinin harfiyen gerçekleştiğine şahit oldular.
32.1.2.3. Beni Amir bin Sa'sa'a İle Görüşme
İbni İshâk'ın, İmam Zührî'ye dayanarak naklettiğine göre Rasûlullah (a.s.) bir defasında Beni Sa'sa'a'nın oturdukları bölgeye gitti ve davetini onlara iletti. Beni Amir'e mensup Beyhare bin Firaş dedi ki: "Vallahi Kureyş'in bu gencini yanıma alsam bütün Arabistan'ı elime geçirebilirim."
Bu adam daha sonra Rasûlullah (a.s.)'a şöyle dedi: "Diyelim ki, sizin işinizde sizinle ortak olduk ve Allah da sizi muhaliflerinize galip kıldı. Bundan sonra siyasi iktidar bizim olacak mı?" Rasûlullah (a.s.) cevap verdi: "Bu iş Allah'ın elindedir. O kime isterse iktidar verir." Bunun üzerine Beyhare bin Firaş şöyle dedi: "Vay be, biz gırtlağımızı Araplara teslim edeceğiz âma Allah sizi galip kılınca iktidarı bize değil başkalarına vereceksiniz. Gidin, biz böyle bir şey istemiyoruz." Beni Amir bin Sa'sa'a'ya mensup olanlar hacdan sonra memleketlerine dönünce Rasûlullah (a.s.) ile görüşme olayını yaşlı bir şeyhe anlattılar ki, şöyle idi: "Kureyşli Beni Abdulmuttalib'in bir genci bize geldi. Kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyordu ve bizden yardım talep ediyordu. O bizim memleketimize gelmek istiyordu. Biz onunla şunları şunları konuştuk. Sonra onu geri çevirdik." Yaşlı şeyh bu hikâyeyi duyunca başını elleri arasına aldı ve şöyle dedi: "Ey Beni Amir, bu hatayı telafi etmeliyiz. Biz büyük bir fırsatı kaçırdık. Elinde canım olan Allah'a yemin ederim ki, hiçbir İsmaili hiçbir zaman böyle bir şey uydurmamıştır. Bu mutlaka doğrudur. Siz o zaman aklınızı mı kaçırmıştınız?"
31.1.2.4. Beni Şeybân bin Sa'lebe İle Görüşme
Ebû Nuaym, Hâkim ve Beyhakî Hz. Abdullah bin Abbas'a dayanarak Hz. Ali'nin bir rivâyetini nakletmişlerdir. Bu rivayet şöyledir: "Ben (Ali) bir defasında Rasûlullah (a.s.) ve Ebu Bekr ile Minâ'da çeşitli kabilelere gidiyorduk. Biz şöyle dolaşırken çok görkemli bir toplantıya vardık. Burada bulunanların hepsi varlıklı ve yaşlı, başlı kimselerdi. Hz. Ebû Bekr sordu, "sizler kimsiniz?" Onlar dediler ki: "Biz Beni Şeybân bin Sa'lebe'liyiz." Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr Rasûlullah (a.s.)'a dönerek şöyle dedi: "Annem ve babam size fedâ olsun. Bunlardan daha muhterem şahsiyetleri daha göremezsiniz." Bu toplantıda Mefrûk bin Amr, Hâni bin Kabisa, Müsennâ bin Hâris ve Nu'man bin Şerik hazırdılar.
Hz. Ebû Bekr'e yakın olan Mefrûk dedi ki: "Galiba siz Kureyş'tensiniz". Hz. Ebu Bekr dedi ki: "Belki de siz biliyorsunuzdur, buraya Allah'ın Rasûlü teşrif etmişlerdir. Huzurunuzdaki şahsiyet ise kendileridirler." Mefrûk, "evet, biz böyle bir şey işittik" dedi ve sonra dikkatini Rasûlullah (a.s.)'a çevirdi. Rasûlullah (a.s.) kendisine şöyle dedi: "Ben sizi İslâm'a davet ediyorum. Siz, Allah'ın tek olduğuna, hiçbir ortağı olmadığına, ibadete layık olan tek varlığın Allah olduğuna ve benim de O'nun Rasûlü olduğuma şahadet ediniz. Sizden yardım ve emân talep ediyorum. Böylece, Allah'ın bana verdiği vazifeyi tam manasıyla yerine getirebilirim. Zira
Kureyş, Allah’ın işini durdurmak için ittifak kurmuştur. Kureyş, Allah’ın Rasûlünü tekzip etmiş ve Hak yerine Batıldan yana çıkmıştır. Halbuki, Allah kullarının yardımına muhtaç değildir ve kendi başına Mahmûd'dur". Mefrûk dedi ki: "Kureyşli kardeş, sen başka neyi emrediyorsun?" Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) En'âm sûresinin 151'den 153'e kadar olan ayetlerini okudu. Mefrûk daha sonra şunları söyledi: "Ey Kureyşli kardeş sen başka neyi vaaz ediyorsun? Vallahi bu, dünyalıların kelâmı değildir. Zira böyle bir şey olsaydı, ben anlardım." Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Nahl sûresinin 90. ayetini tilavet etti. Mefrûk şunları söyledi: "Vallahi, ey Kureyşli birader, siz en güzel ahlâki vasıflara ve iyi amellere davet ettiniz. Sizi yalanlayan millet çok aptal ve akılsızdır." Bundan sonra Mefrûk, Hâni bin Kab Îsa’ya işaret ederek kendi kabilesinin şeyhi ve din adamı olduğunu söyledi. Hâni dedi ki: "Ey Kureyşli kardeş, ben sizin söylediklerinizi duydum ve sizi teyid ediyorum. Fakat, bizim bir toplantıda aniden dinimizi değiştirip sizin dininizi kabul etmemiz biraz acele bir iş olacaktır. Arkamızda milletimiz vardır ki, onun rey ve fikrini almadan onlara bir şey empoze etmemiz doğru olmayacaktır. Biz şimdi memleketimize geri dönüyoruz, siz kendi işinize bakın. Biz meseleyi gözden geçireceğiz. Siz bunun neticelerinin ne olacağını düşünün." Bundan sonra Hâni, Müsennâ bin Haris'i Rasûlullah (a.s.)a tanıştırdı ve kendisinin bir şeyh ve askeri komutan olduğunu bildirdi. Müsennâ dedi ki: "Ey Kureyşli kardeş, ben senin sözlerini dinledim ve beğendim. Fakat, benim cevabım da Hâni'ninki gibidir. Biz bir toplantıda kendi dinimizi bırakıp senin dinini kabul etmeyi doğru bulmuyoruz. Biz oturduğumuz yerde iki zorlukla karşılaşıyoruz: Birincisi Yemâme ve ikincisi Semâve (Arap yarımadasına yakın olan Irak'ın toprakları)." Rasûlullah (a.s.) "Bu iki zorluğun anlamı nedir?" diye sordu. Müsennâ dedi ki: "Birincisi, dağ ve Arap toprakları. İkincisi İran toprakları ve Kisrâ (İran Hükümdarının) nehirleri. Kisrâ ne bizim ne de himayemizde olan başka birinin fevkalâde bir şey yapmasını istiyor. Sizin bizi davet ettiğiniz şey hükümdarların hoşlarına gitmeyebilir. Arap topraklarına gelince, kusur ve özrümüzü kabul edebilirsiniz. Fakat İran ile ilgili herhangi bir yükümlülüğün altına giremeyiz." Rasûlullah (a.s.) kendisine şu cevabı verdi: "Doğruyu söyledinizse yanlış bir hareket yapmadınız. Fakat, şurasını bilin ki, Allah'ın diniyle kalkan bir kişi için müstesnalar söz konusu değildir. O her bakımdan bunu himaye etmelidir." Daha sonra şunları ekledi: "Biraz sabredin, Allah İranlıların mal ve mülkünü size verecektir; onların kızlarını sizin tasarrufunuza verecektir. Evet, bütün bunlardan sonra, siz Allah'ı tesbih ve tenzih edecek misiniz?"
Numan bin Şerik dedi ki: "Ey Kureyşli kardeş, biz senin söylediklerini kabul ettik." Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) "İnnâ erselnâke sahiden ve mübeşşiren ve nezira" ayetlerini okuyarak kalktı ve Hz. Ebu Bekr'i elinden tutarak oradan ayrıldı.
31.1.2.5. Beni Abs ile Görüşme
Vakıdi, Abdullah bin Vâbiste el-Absi'ye dayanarak dedesinin şu rivâyetini nakletmiştir: Kabilemiz Beni Abs Mescid-i Hayf yakınlarında Cemret-ul Ulâ'ya konaklamıştı. Rasûlullah (a.s.) bizim bulunduğumuz çadıra geldi. Yanında Zeyd bin Hârise de vardı. Rasûlullah (a.s.) bizi İslâm'a davet etti ve biz bu daveti kabul etmedik. Bundan önce de her hac mevsiminde Rasûlullah (a.s.) bizim yanımıza gelip Hak dininden söz ederdi ve biz hiçbir zaman onun çağrısını dinlemedik. Son defasında Meysere bin Mesrûk el-Absi de yanımızda idi. O şöyle dedi: "Vallahi biz O'nu tasdik eder ve yanımıza alıp memleketimize götürürsek bu iyi bir hareket olacaktır. Zira, Allah'a yemin ederek söylüyorum, onun kelâmı galip gelecektir, hem de ezici bir şekilde galip gelecektir." Rasûlullah (a.s.) Meysere'nin bu sözleri üzerine ümitlendi ve onunla biraz daha konuştu. Fakat, Meysere daha sonra dedi ki: "Kelâmınız ne kadar güzel ve şahanedir. Ama, benim halkım bana karşı çıkıyor. Benim halkım beni desteklemezse başka kimlere yalvaracağım?" uzun bir müddet sonra Vedâ Haccı sırasında Rasûlullah (a.s.), Meysere'yi gördü ve tanıdı. O zaman Meysere şöyle dedi: "Ya Rasûlullah, ilk defa bizim çadırımıza geldiğiniz zamandan beri size tutkundum, fakat ne çare ki amacıma ulaşamadım. Artık ne olduysa oldu. Şimdi bunca zaman geçtikten sonra müslüman oluyorum."
Kısacası, bütün Arap kabileleri ayaklarına kadar gelen Hak davetine sırt çevirdiler ve büyük bir fırsatı kaçırdılar. Buna karşı Medineliler şanslı ve talihliydiler ki, kendileri Rasûlullah (a.s.)'ın ayağına kadar geldiler ve hem dünyada, hem âhirette felâh buldular. Biz şimdi biraz geriye dönerek mübarek şehir Medine'nin sakinlerinin hangi sebeplerden dolayı zihnen ve fikren Rasûlullah (a.s.)'ın davetini kabul etmeye amade olduklarını anlatmaya çalışacağız.
32.1.3. Evs ve Hazrec'in Tarihçesi
M.S. 450 ya da 451'de Mârib Seddinin yıkılmasıyla Yemen'in marûz kaldığı sel felâketinden kurtulan Sabâ (Sebe') kavmine mensup Amr bin Amr çoluk çocuklarını alıp ülkenin kuzeyine yerleşmişti. Onun bir oğlu Cüfne'nin evlatları Suriye'ye yerleşti ve Gassân ismiyle şöhret kazandı. İkinci oğlu Hârise ise Hicaz'ın dağlık bölgeleri ve Kızıldeniz kıyısı arasında uzanan Tihame adlı düzlüğe yerleşti. Onun evlatları Huzâ'a ismiyle meşhur oldu. Üçüncü oğlu Salebe'nin evlâtları arasında Hârise adında bir kişi vardı. Onun iki oğlu, karılarından birisi Kayle'den doğmuşlardı. Bunlardan birinin adı Evs, diğerinin ise Hazrec idi. Bu iki kardeşin evlâtları gidip Yesrib'e (Medine'ye) yerleştiler. Bu şehre daha önceden Yahudiler hâkimdi. Yahudiler uzun bir müddet Evs ile Hazrec'in evlâtlarına şehrin en güzel mer'a ve diğer yerlerine girme izni vermediler. Bu sebeple Evs ve Hazrecliler çaresizlik içinde şehrin dışında verimsiz, kurak ve çorak arazilerde kalmaya mecbur oldular. Geçimlerini zor sağlayabiliyorlardı ve daima sıkıntı içinde idiler. Nahiyet bunlar, akrabaları olan Suriyeli Ğassânlılardan yardım istediler. Gassanlılar kuvvetli bir orduyla gelip Yahudileri Medine'nin dışına çıkarıp Evs ile Hazrec'i buranın hâkimi yaptılar. Yahudilerin Beni Kureyza ve Beni Nadir adlı iki kabilesi şehrin çevresinde oturmaya mecbur oldular. Yahudilerin bir başka kabilesi, Beni Kaynuka ise Hazrec'in himayesine girip şehrin bir mahallesine yerleşmeyi başardı. Bu kabile yukarıda bahsedilen iki Yahudi kabilenin rakiplerinden biriydi. Bu iki kabile bu gelişmeye karşı harekete geçtiler ve Evs kabilesiyle anlaşma imzalayarak bunun müttefiki oldular. Bundan sonra Evs ile Hazrec te 15 yıl Yahudilerle beraber aynı şehrin içinde ve çevresinde iç içe yaşadılar. Bu arada, bu iki Arap kabilesi aynı soydan gelmelerine ve aralarında evlilik bağları bulunmasına rağmen cehaletleri yükünden hem birbirleriyle sık sık çatışmaya giriyorlardı, hem de kendi müttefikleri arasında çatışma çıkarıyorlardı. Zira, bunlar kendi müttefiklerin birleşmelerini istemiyorlardı ve çarpışarak güçlerini kaybetmelerinden yana idiler. Ayrıca, Yahudiler de bu iki kabilenin birbiriyle daima çatışma durumunda olmalarını kendileri için hayırlı sayıyorlardı. Böylece, Evs ile Hazrec arasında 175 yılda ufak tefek çatışmalar hariç, 11 büyük kanlı muharebe oldu. Bu muharebelerin sonuncusu hicretten sadece beş yıl önce (Yani Bi'set'ten 8 yıl sonra ve M.S. 618'de) meydana geldi. Bu muharebede her iki kabilenin büyük adamları öldü.[1] Fakat bu çatışma ve savaşlara rağmen Medine'de Yahudilerin dini etkisi o kadar kuvvetliydi ki, çocuk doğurmayan veya çocukları sık sık ölen bir kadın, gelecek defa çocuğunun doğması halinde bunu Yahudi yapacağına dair adakta bulunuyordu. Bu durumu İbni Cerir kendi tefsirinde Hz. Abdullah bin Abbas'a dayanarak anlatmıştır. Ebu Davud, Nesâî, İbni Ebi Hâtim ve İbni Hibbân da bu konuda çeşitli rivâyetleri İbn Abbas'a, Mücâhid'e, Sa'id bin Cubeyr'e, Şa'bi'ye Hasan Basri'ye vs.'ye dayanarak nakletmişlerdir.
32.1.3.1. Bu Tarihi Durumun Etkileri
Yukarıda gayet kısa olarak anlatmaya çalıştığımız Evs ile Hazrec'in tarihinden anlaşılacağı gibi bu iki Arap kabilesi üç büyük sebeple İslâmi davete Arabistan'ın diğer bütün kabilelerine oranla daha yatkın idiler. Onlar, zihnen ve fikren İslâmiyet'i kabul etmeye hazırdılar ve zamanı gelince, Rasûlullah (a.s.)'a, suya susamış kişiler gibi koştular.
Birinci sebep şuydu: Evs ile Hazrec uzun yıllardan beri Yahudilerle beraber yaşadıkları için kulakları ve kalbleri nübüvvet, vahiy, kitap, şeriat vs. gibi kavramlara alışmıştı. Diğer Arap kabileleri için ise bu kavramlar yabancıydı.
İkincisi, İbni Hişâm ile Taberî'nin İbni İshâk'a dayanarak belirttiği gibi Evs ile Hazrec Yahudi komşularıyla sohbetleri sırasında bunların sabırsızlıkla bir peygamberi beklediklerini öğreniyorlardı. Böyle bir peygamberin gelişinin Yahudilerin kitabında yazılı olduğunu biliyorlardı. Yahudiler ayrıca böyle bir peygamberin çabuk gelmesi için sık sık Allah'a dua ediyorlardı, zira bu peygamberin gelmesinden sonra üzerlerinden diğer milletlerin galebesinin kalkacağına inanıyorlardı. Özellikle Yahudiler ile Evs ve Hazrec birbiriyle hırlaşınca şöyle derlerdi: "Göreceksiniz, kısa bir zaman sonra bizden bir peygamber çıkacaktır. O peygamber ortaya çıkınca biz ona tabi olacağız ve biz onunla bir olup sizi Ad ve İrem milletleri gibi yok edeceğiz." Yahudilerin bu gibi sözlerine Kur'an-ı Kerim'de de temas edilmiştir:
"Onlar o kitapla müşrikler üzerine fetih ümit ederlerdi." (Bakara; 89)
Yahudilerin bu söz ve hareketlerini yakından izleyen Evs ve Hazrec kabileleri de yeni peygamberleri bekler hale gelmişlerdi ve bu nebi ortaya çıkar çıkmaz kendisine biat etmek ve böylece hasımları olan Yahudileri alt etmek niyetinde idiler.
Üçüncüsü, Evs ile Hazrec kendilerini kemiren ve gün geçtikçe zayıflatan iç savaştan bıkmışlardı. Onlar kendilerini bir bayrak altında birleştirecek bir lideri bekliyorlardı. Kur'an-ı Kerim'de bu kabilelerin bu durumuna da temas edilmiştir:
"Cehennem kuyusunun kenarında iken sizi ondan kurtardı." (Al-i İmran; 102)
Medineliler bu durumlarından kurtulmak için Hazrec'in bir reisi olan Abdullah bin Übeyy'i kendi kralları olarak seçmeye de hazırdılar, işte bu şartlar altında Medinelilere, öteden beri bekledikleri ve can-ü gönülden istedikleri nimet gelmiş oldu. (Bk. İbni Hişâm, eli, s. 234)
32.1.4. Rasûlullah (a.s.) İle Görüşen İlk Medineli
İbni Hişâm ile Taberî, İbni İshâk ve Asım bin Ömer bin Katâde Ensarî'ye dayanarak naklettikleri rivayetle Rasûlullah (a.s.) ile görüşen ilk Medineli vatandaşın Hz. Suveyd bin Sâmit olduğunu ifade etmişlerdir. Hz. Suveyd kabiliyeti, yiğitliği, şiir ve edebiyatı sevmesi ve soylu bir aileye mensup olması sebebiyle "kâmil" lakabıyla tanınırdı. (İbni Sa'd'ın açıklamasına göre halkı arasında son derece zeki, akıllı, okuma-yazması olan, okçuluk ve yüzmede üstün bir yere sahip kişiye cahiliyye döneminde "kâmil" denirdi. (Bk. Tabakat, c. III, s. 603). Hz. Suveyd, Rasûlullah (a.s.)'a akraba da oluyordu. Zira annesi Leylâ binti Amr, Rasûlullah (a.s.) adet üzere kendisiyle görüştü ve kendisini Hak dine davet etti. Suveyd dedi ki, "galiba bende olan sizde de vardır." Rasûlullah (a.s.) "sizde ne var?" diye sordu. Suveyd, "Mecelle-i Lokman (Yani Hikmet-i Lokman". Rasûlullah (a.s.), ondan Lokman'ın sözlerini okumasını istedi. Suveyd dediğini yaptı. Hz. Peygamber (a.s.) dedi ki, "şüphesiz bu iyi bir kelâmdır, ama bende olan kelâm bundan çok daha üstündür. O da Kur'an'dır ki, Allah bana nazil etmiştir. Kur'an bir hidayet ve bir nur'dur". Bundan sonra Rasûlullah (a.s.), Suveyd'e Kur'an'dan bazı parçalar okudu ve kendisini İslâma davet etti. Suveyd bu davetten kaçmadı ve bunun (Kur'an'ın) gerçekten iyi bir kelâm olduğunu söyledi. Bundan sonra Suveyd Medine'ye döndü, ama kısa bir süre sonra Hazrec tarafından öldürüldü. Bu Bu'as savaşından önceki bir olaydır.[2]
32.1.5. Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'nin İkinci Heyetiyle Görüşmesi
İbni Hişâm ile Taberî'nin İbni İshâk'a istinaden naklettikleri rivayete göre Buâs muharebesinden öne Evs ile Hazrec arasında husûmet ve çatışma başlayacakken, Evs'in bir kolu olan Beni Abd-el Eşhel'in bir heyeti Ebu'l-Haysir (ya da Ebul-Hayser) Enes bin Kâfi'nin liderliğinde Hazreç'e karşı Kureyş'i kendi müttefiki yapmak üzere Mekke'ye geldi. Hz. Peygamber (a.s.), bu heyetin geldiğini duyunca onların yanına gitti ve kendilerine şöyle dedi: "Siz, uğruna geldiğiniz şeydan daha iyi bir şey kabul etmek istiyor musunuz?" Onlar bunun ne olduğunu sordular. Rasûlullah (a.s.), karşılık verdi: "Ben Allah tarafından kullarına gönderilen Rasûlüyüm. Ben kulları Allah'tan başka kimseye kulluk etmemek, O'nun dışında kimseye ortak koşmamaya davet etmeye geldim. Bana ayrıca bir Kitab nazil olmuştur." Rasûlullah (a.s.), bundan sonra İslâmın ana ilkelerini açıkladı ve kendilerine Kur'an okudu. Heyette yer alan İyas bin Mu'az adında bir genç bunları duyduktan sonra dedi ki: "Vallahi, arkadaşlar, uğruna geldiğiniz şeyden bu mutlaka daha iyidir." Fakat Ebu'l-Hayser bu gencin yüzüne toprak alıp, "bizi böyle şeyler için bağışla. Biz buraya başka bir iş için geldik" dedi. Bunun üzerine İyas sustu ve Rasûlullah (a.s.) da oradan ayrıldı. Bu heyetin Medine'ye dönmesinden sonra Bu'as muharebesi patlak verdi ve bundan kısa bir süre sonra İyas da vefat etti. Ölüm anında yanında bulunanların ifadelerine göre İyas son nefesine kadar Allah’ın adını andı ve O'nun için hamd ve tesbihte bulundu. Aynı kişiler Mekkedeki görüşmeden sonra İyâs'ın, İslâmın bir neferi olarak Medine'ye döndüğünü ve müslüman olarak öldüğünü beyan etmişlerdir.
İbni Sa'd'ın Vâkıdi'ye dayanarak verdiği teferruatlı bilgi, bazı noktalarda İbni İshâk'ın rivâyetinden fazladır. Buna göre, Beni Abd el-Eşhel heyeti Mekke'de Utbe bin Rebi'a'nın evinde kalmıştı. Utbe, heyeti çok iyi ağırladı, ama ittifakla ilgili muahede imzalanması teklifini "biz sizden çok uzaktayız, böyle bir şeye gerek yok" diye nezâketle geri çevirdi. Vâkıdi'nin ifadesine göre İyâs bin Mu'az, heyetin İslâmiyet'i kabul etmesini teklif ettiği zaman Ebu'l-Hayser kendisine toprak attı ve şöyle dedi: "Amma da konuşuyorsun, biz buraya Kureyş'i düşmanlarımıza karşı müttefik yapmaya geldik, sen de istiyorsun ki Kureyş'i düşman yapıp gidelim." Vâkıdî'nin rivâyetinde ayrıca, İyâs'ın son nefesini alırken yanında bulunanlar arasında Muhammed bin Mesleme, Hz. Seleme bin Selâme bin Vakş ve Ebu'l-Heysem bin et-Teyyihân'ın bulunduğu kaydedilmiştir.
32.1.6. Ensâr'ın İlk Grubunun İslâm'ı Kabul Etmesi ve Birinci Akabe Bi'atı
Bi'set sonrası 11. yılda (M.S. 620) Hac mevsiminde Rasûlullah (a.s.) yine adet üzere muhtelif Arab kabileleriyle görüşmek üzere Mina tarafına yöneldi ve dolaşarak Akabe[3] yakınlarında konaklamış olan Hazrec kabilesinin bir grubuna vardı. İbni Hişâm ile Taberî'nin Muhammed bin İshâk'a dayanarak anlattıklarına göre Rasûlullah (a.s.) kendilerine "siz kimlersiniz?" diye sordu. Onlar, "biz Hazrec kabilesine mensubuz" dediler. Rasûlullah (a.s.) "eğer biraz oturursanız size bazı şeyler söyleyeceğim" dedi. Onlar da "peki" deyince Rasûlullah (a.s.) onların yanına oturdu, onları Allah'a davet etti ve İslâm'ın temel ilkelerini anlattı ve Kur'an'dan parçalar okudu. Onlar aralarında dediler ki: "Arkadaşlar, bilin ki Yahudilerin durmadan söz ettikleri ve geleceğinden korktukları nebi budur. Sakın onlar bizi geçmesinler." Ve hepsi sükûnet ve ciddiyetle İslâm'ı kabul ettiler. Rasûlullah (a.s.)'ı tasdik ettiler ve daha sonra şöyle dediler: "Bizim milletimiz kadar kargaşa ve iç çekişmeye düşen başka bir millet yoktur. Biz milletimizi bu halde bırakıp buraya geldik. Belki de Allahu Teâlâ sizin vasıtanızla onları birleştirir. Biz onlara gidiyoruz ve sizin bize vaaz ettiğiniz dini onlara vaaz edeceğiz ve inanın, Allah onları sizin etrafınızda birleşirlerse sizin kadar kuvvetli daha başka bir adam olmayacaktır." Bazı rivayetlerde bu olaydan şöyle bahsedilmiştir: "Biat'tan sonra Rasûlullah (a.s.) onlara dedi ki, "Rabbimin mesajını herkese iletebilmem için, siz beni destekler misiniz?" Onlar dediler ki: "Ya Rasûlullah, bizde Bu'as muharebesi henüz sona ermiştir. Eğer siz hemen şu sıralarda oraya gelirseniz halkın sizin etrafınızda toplanmaları zor olacaktır. Siz şimdilik bizim oraya dönmemize müsaade edin. Belki de Allahu Teâlâ aralarımızdaki ilişkileri düzeltir. Ve sizin bize telkin ettiğiniz şeyi biz onlara telkin edelim. Belki de Allah onları etrafınızda toplar. Böyle olduğu takdirde sizden daha kuvvetlisi olmayacaktır. Öyleyse, biz gelecek yıl Hac mevsiminde tekrar buluşacağız."
İbni İshâk, Şa'bi ve Zührî diyorlar ki, Akabe'de Rasûlullah (a.s.)'a biat eden altı kişi vardı. İbni Sa'd da Vâkıdi'ye dayanarak sayılarının altı olduğunu kaydetmiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Heni Mâlik bin en-Neccâr'dan:
1) Ebu Ümâme Es'ad bin Zürâre (bu zât cahiliyye döneminde de Tevhid'e inanıyor ve putperestlikten nefret ediyordu).
2) Avf bin el-Hâris bin Rifâ'a (annesinin adı Afra' idi) Beni Zürayk'tan:
3) Râfi, bin Mâlik (Cahiliyye döneminde kâmil lakabıyla tanınırdı).
Beni Selime'den:
4) Kutbe bin Amir bin Hadide.
Beni Harâm bin Ka'b'den:
5) Ukbe bin Amir bin Nabi
Beni Ubeyd bin Adiyy'den:
6) Cabir bin Abdullah bin Ri'âb
İbn Abd-il Berr, siret-ün nebi konusunda söz sahibi olan bazı kimselerin Câbir bin Ri'âb yerine Hz. Ubâde bin Samit'in ismini kaydettiklerini belirtmiştir. Musa bin Ukbe ise ilk Akabe Biat'ına katılanların sayısının sekiz olduğunu kaydetmiştir. Musa bin Ukbe listesinde şu isimleri kaydetmiştir: Es'ad bin Zürâre, Rafi' bin Mâlik, Mu'az bin Afra', Yezid bin Sa'lebe, Ebu'l-Haysem bin et-Teyyihan ve Uveym bin Sâ'ide. Daha sonra şunları yazmıştır: "Bu zevata Ubâde bin Sâmit ve Zekân bin Abd-i Kays'ın da dahil olduğu söyleniyor." Görüldüğü gibi, bu zayıf bir ifadedir ve âlimler ile tarihçilerin çoğu Muhammed bin İshâk'ın ifadesinin daha doğru olduğunu kabul etmişlerdir. Hâfız İbni Hacer de bu ifadeyi diğer ifadelere tercih etmişlerdir (Bk. Feth ul-Bâri).
İbni Sa'd, yukarıda bahsettiğimiz Vâkıdî'nin sözlerinin yanı sıra Medinelilerin İslâmiyeti kabul etmelerine dair üç rivayet daha nakletmiştir, bu rivayetlerde şu ek bilgilere rastlıyoruz: 1) İlk önce Es'ad bin Zürare ile Zekvan bin Abd-i Kays, Cahiliyye'nin örf ve adetine göre Utbe bin Rebi'a ile görüşmek üzere Mekke'ye gittiler. Ancak Utbe ile görüşmeden önce Hz. Peygamber (a.s.) hakkındaki dedikoduları duyduktan sonra onunla görüştüler ve müslüman oldular. Daha sonra Hz. Es'ad Medine'ye gidip durumu Ebul-Haysem bin et-Teyyihan'a anlattı ve o da İslâmı kabul etti. Bundan sonra Ebul-Haysem, Akabe'de Rasûlullah (a.s.) ile görüşmüş olan altı kişiye katıldı. 2) İlk önce Rafi' bin Malik ez-Zurki ve Mu'az bin Afra' umre için Mekke'ye gittiler. Orada Rasûlullah (a.s.) hakkında bilgi edindikten sonra kendisiyle görüştü ve müslüman oldular. 3) Mina'da Rasûlullah (a.s.), Medine'nin altı değil sekiz kişinin adı Mûsa bin Ukbe'nin rivâyetinde yer almıştır.
32.1.7. Medinelilerin İkinci Heyeti ve İkinci Akabe Bi'atı
İbni Sa'd ile İbni İshâk'ın rivayetlerine göre Akabe'de İslâmiyete iman eden ilk Medineliler memleketlerine dönünce İslâmı tebliğ çalışmalarına başladılar. Bunun neticesinde ensarın her evinde Rasûlullah (a.s.)'ın adı duyulmaya başladı. Ertesi yıl (yani bi'set sonrası 12 yıl) hac mevsiminde Medine'den gelen 12 kişilik başka bir heyet bir önceki yıl Hazreclilerin biat ettiği Akabe'de Rasûlullah (a.s.) ile görüştü. Bu 12 kişiden beşi bir önceki yıl müslüman olanlardı (Hz. Cabir bin Abdullah bin Ri'ab ise bu yıl gelmedi). Diğer 7 kişiden 5'i Evs'e bağlıydılar:
Hazrec ve Beni en-Neccâr'dan:
1) Mu'az el-Hâris bin Rifâ'a (Afrâ'nın oğlu)
Hazrec ve Beni Zürayk'tan:
2) Zekvan bin Abd-i Kays (İbn Sa'd ve İbni Hişâm'ın ifadesine göre bu zat Medine'den Mekke'ye gelerek Rasûlullah'ın yanında kaldı ve hicret sırasında Medine'ye döndü).
Hazrec ve Beni Avf bin el-Hazrec'den:
3) Ubâde bin Sâmit
4) Yezd bin Sa'lebe
Hazrec ve Beni Sâlim bin Avf bin Hazrec'den:
5) Abbâs bin Ubâde bin Nadle (İbni İshâk'ın ifadesine göre bu zât da Mekke'de kaldı ve Rasûlullah (a.s.) ile beraber Medine'ye hicret etti).
Evs ve Beni Abdil-Eşhel'den:
6) Ebul-Haysem bin et-Teyyihân (bu zât cahiliyye döneminde de Tevhid'e inanıyor ve putperestlikten nefret ediyordu).
Evs ve Beni Amr bin Avf'tan:
7) Uveym bin Sâ'ide
Rasûlullah (a.s.)'ın bu zevat'dan aldığı bi'atının ismi "Bi'at-ı Nisâ"dır. Zira, bunun sözleri birkaç yıl sonra müslüman kadınlardan biat alınması konusunda Kur'an-ı Kerim'in el-Mümtehine suresinin 12. ayetinde teklif edilen biatın sözlerine çok benziyor. İbni İshâk, Hz. Ubade bin Samit'e dayanarak biatın metnini şöyle nakletmiştir:
"Biz (Medineli müslümanlar) Allah'a kimseyi ortak koşmayacağız. Hırsızlık yapmayacağız. Zina yapmayacağız. Evlatlarımızı katletmeyeceğiz. Kendi el ve ayaklarımıza iftirada bulunmayacağız (yanî, hiçbir kimseye asılsız iftirada bulunmayacağız.) Hiçbir emri ma'ruf konusunda Rasûlullah (a.s.)'a itaatsizlik etmeyeceğiz. Rasûlullah (a.s.)'ın emirlerini dinleyeceğiz ve ister mali durumumuz iyi, ister kötü olsun, ister bu emirleri beğenelim, ister beğenmeyelim, isterse de bize başkaları tercih edilsin, bu emirleri yerine getireceğiz. Ve biz hükümet işlerinde devlet yetkilileriyle ihtilafa düşmeyeceğiz. (Müsned-i Ahmed'de şu ilâve satırlar var: "Hükümette hakkınız olduğunu sandığınız halde" ve Buhârî'de şu kelimeler var: "Sizin aleni küfre şahit olmanız hariç"). Ve biz nerede ve ne şartlar altında olursak olalım, Hak söz söyleyeceğiz ve bizi lanetleyenlerden korkmayacağız. Eğer siz bu sözlere bağlı kalırsanız sizin için cennet vardır. Ve eğer biri yasak bir fiil işlerse, bu mesele Allah'a havale edilecektir. Allah isterse cezalandırır, isterse affeder."
Bu hadisin muhtelif bölümleri; Hz. Ubâde bin Samit'in rivayetleri başlığı altında şu hadis kitaplarında yer almıştır: Buhârî, "Kitab-ul İman", Bölüm: Menâkıb ul-Ensâr, Kitab ul-Hudud, Kitab ul-Fiten, Kitab ul-Ahkâm, Müslim: Kitab ul-Hudûd ve Kitâb ul-Emaret Müsned-i Ahmed: Ubade bin Samit'in rivayetleri.
32.1.8. Rasûlullah'ın, Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye Göndermesi
İbni Cerir ve İbni Hişâm'ın Muhammed bin İshâk'a dayanarak yazdıklarına göre Medinelilerin bu ikinci heyeti memlekete hareket ederken Rasûlullah (a.s.) kendilerine refakat etme üzere Hz. Mus'ab bin Umeyr'i gönderdi. Rasûlullah (a.s.), Mus'ab'ın Medinelilere Kur'an'ı ve İslâm'ı öğretmeye ve dini iyi anlamalarını sağlamaya çalışmasını istedi. Dolayısıyla, Hz. Mus'ab Medine'ye varıp Hz. Es'ad bin Zürâre'nin evinde kaldı. Fakat Musa bin Ukbe'nin rivâyetine göre heyet Medine'ye döndükten sonra Mu'az bin Afra ve Rafi' bin Malik'i kendilerine dini öğretecek bir kişiyi yanlarına almak üzere Mekke'ye gönderdiler. Rasûlullah (a.s.) Medinelilerin bu isteği üzerine Hz. Mus'ab bin Umeyr'i o tarafa gönderdi. Beyhakî'nin İbni İshâk'a dayanarak kaydettiği rivayet bundan biraz değişiktir. Buna göre heyettekiler Rasûlullah (a.s.)'a mektup göndererek dini öğretmek üzere kendilerine bir kişi göndermelerini istediler. Rasûlullah (a.s.), bu mektuba cevap olarak Hz. Mus'ab'ı Medine'ye gönderdi. İbni Sa'd da Vakıdi'nin benzer bir rivâyetini kaydetmiştir.
Ensâr, İkinci Akabe bi'atından memleketlerine döndükten sonra Hz. Mus'ab bin Umeyr başkanlığında İslâmı hızla yaymaya başladılar. İbni
Sa'd'ın, Vakıdi'ye atfen yazdığına göre Beni Abd el-Eşhel'den Abbâd bin Bişr bin Vakş ve müttefiklerinden Muhammed bin Mesleme, Hz. Mus'ab'a biat ettiler. Bundan sonra Beni Abd-el Eşhel'in kabile reisi, Sa'd bin Mu'az ve Üseyd bin Hudayr aynı gün Hz. Mus'ab'a biat ettiler. Hatta, Beni Abd el-Eşhel mahallesinden tek bir müşrik kalmadı. İbni İshâk, İbni Hişâm ve Taberî, Hz. Sa'd ve Hz. Üseyd'in İslâmı kabul etmeleriyle ilgili şu ilginç hikâyeyi nakletmişlerdir:
"Bir gün Es'ad bin Zürâre, Hz. Mus'ab'ı yanına alarak Evs'in bir kolu olan Beni Zafir kabilesine götürdü. Onlar Beni Zafir'in bahçesinde dolaşırlarken müslümanlığı kabul etmiş olan birkaç kişi yanlarına geldi. Sa'd bin Mu'az ile Üseyd bin Hudayr bu faaliyetin haberini alınca Sa'd Üseyd'e şöyle dedi: "Yahu, şu adamlara (Es'ad ve Mus'ab) gitsene. Baksana, bu adamlar bizim mahalleye gelip saf kişileri kandırmaya çalışıyorlar. Git ve onları bahçelerimizden çıkar. Eğer Es'ad bu işe karışmamış olmasaydı ben şahsen oraya gidecektim. Fakat biliyorsun ki o benim halamın oğludur ve ben onunla yüz yüze gelmek istemiyorum." Bunun üzerine Üseyd mızrağıyla bahçeye gitti. Hz. Es'ad'ın kendilerine doğru geldiğini görünce Hz. Mus'ab'a dedi ki: "Bak, bizim kabilemizin reisi geliyor. Ona Allah'ın hak sözünü hakkıyla anlatmaya çalış." Hz. Mus'ab dedi ki; eğer kendisi oturursa onunla mutlaka konuşacağım. Üseyd onlara gelip kızgın bir ifade ile bir an bekledi ve sonra şu sert sözleri söyledi: "Hey, sizi buraya getiren nedir? "Siz niye bizim adamlarımızı kandırıyorsunuz? Eğer canınızı kurtarmak istiyorsanız buradan hemen defolun." Hz. Mus'ab, "sakin olun, siz biraz oturup söyleyeceklerimizi dinler misiniz? Söyleyeceklerimiz hoşunuza gidiyorsa kabul edin, gitmiyorsa reddedin, karar sizindir." Üseyd "haklısın" dedi ve mızrağını yere çakarak oturdu. Hz. Mus'ab (r.a.), ona İslâm'ın temel ilke ve inançlarını anlattı ve Kur'an-ı Kerim'den ayetler okudu. Hz. Es'ad ile Hz. Mus'ab'ın ifadesine göre "yemin ederiz ki, Üseyd'in yüz ifadesi öylesine birden bire değişti ki, İslâmiyetin O'nu tam manasıyla etkilediğine inandık." Nitekim Hz. Mus'ab'ın söylediklerinden sonra Üseyd şöyle dedi: "Hayret ne kadar da güzel bir kelâmdır. Siz bu dine girerken ne yaparsınız?" İkisi kendisine şöyle dedi: "Yıkanın ve vücudunuzu temizleyin, elbiselerinizi de temizleyin. Sonra, Hakk'a, şehâdet getirin, daha sonra namaz kılın." Üseyd o an oradan kalktı, yıkanıp temiz olduktan sonra geldi, kelimeyi şehâdet getirdi ve iki rek'at namaz kıldı. Daha sonra şunları söyledi: "Arkamda bir adam var ki, eğer size tabi olursa eminim, halkından tek bir kişi sözünün dışına çıkmayacaktır. Ben ona gidip onu size yolluyorum." Üseyd bunları söyledikten sonra oradan ayrıldı ve Sa'd bin Muaz'a vardı. O sırada Sa'd bir toplantıda idi. Sa'd onu gelirken görünce, "vallahi, yemin ederim, Üseyd buradan gittiği yüzle dönmüyor" dedi.
Hz. Üseyd gelip toplantıda durdu. Es'ad, kendisinin ne yaptığını sordu. Üseyd şöyle dedi: "Ben her iki adamla konuştum. Bence, onların herhangi bir zararlı çalışması yoktur. Ben onların propaganda yapmamalarını istedim. Onlar da dedi ki, biz zaten sizin dediklerinizi yapıyoruz. Benim duyduğuma göre Beni Harise'ye mensup kimseler Es'ad bin Zürâre'nin senin halanın oğlu olduğunu biliyorlar ve seni küçük düşürmek üzere Es'ad bin Zürare'yi öldürtmek için yola çıkmışlardır". Bunu duyunca Sa'd'ın yüzü değişti ve hemen mızrağını alıp kardeşine yetişmek için oradan ayrıldı. Giderken de, "vallahi, benim seni onlara göndermemin hiçbir faydası olmadı" dedi. Hz. Es'ad uzaktan Sa'd'ın gelmekte olduğunu görünce Mus'ab'a dedi ki, "bu öyle bir reistir ki, arkasında bütün bir halk vardır. Bu müslüman olursa halkından iki kişi bile İslâmı kabul etmekten kaçamaz. " Es'ad her iki adamın gayet sakin ve pervasızca oturduklarını görünce Üseyd'in kendisini onlara bahane ile gönderdiğini anladı ve çok kızdı. Kızgın bir şekilde Hz. Es'ad bin Zürare'ye dönerek şöyle dedi: "Ebu Ümâme, vallahi seninle akrabalığım olmasaydı bu adam (Hz. Mus'ab) benden kurtulamazdı. Sen bizim sülâlemize, beğenmediğimiz bir şeyi mi musallat etmek istiyorsun?" Hz. Mus'ab kendisine şöyle dedi: "Lütfen, siz sakinleşip söyleyeceklerimi dinler misiniz? Beğenirseniz kabul edin. Beğenmezseniz reddedin, inanın, biz sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyi sizden uzak tutacağız." Hz. Es'ad, "doğru söyledin" dedi ve oraya oturdu. Mızrağını da yere dikti. Hz. Mus'ab kendisine İslâm'ı anlattı ve Kur'an'dan parçalar okudu. Hz. Mus'ab ile Es'ad'ın rivâyetine göre, Sa'd henüz konuşmadan yüzündeki tatlı ve yumuşak ifadesiyle İslâma yaklaştığını sezdiler. Sa'd, Hz. Mus'ab'ın sözleri bitince, "siz bu dine girmek için ne yaparsınız?" diye sordu. Onlar, Hz. Üseyd'e söylediklerini tekrarladılar. Sa'd yıkandı ve temiz olarak onlara geldi, kelime-i şehâdet getirdi, iki rek'at namaz kıldı ve mızrağını alıp meclise geri döndü.
Hz. Sa'd'ın geri döndüğünü görenler yüzünden anladılar ki kendisi aynı yüzle Hz. Mus'ab ve Hz. Es'ad'a gitmemişti. Hz. Sa'd gelir gelmez oradakilere şöyle dedi: "Ey Beni Abd el-Eşhel siz benim nasıl bir insan olduğumu sanıyorsunuz?" Oradakiler dediler: "Biz sizi reisimiz olarak tanırız. Siz aramızda en merhametli insansınız. Hepimizden daha fazla fikrinizde isabetlisiniz. Hepimizden daha akıllı ve tecrübelisiniz". Bu cevabı aldıktan sonra Hz. Sa'd şöyle dedi: "Siz Allah'a ve Rasûlüne iman edinceye kadar kadınlarınız ve erkeklerinizle konuşmam haramdır". Böylece akşam olmadan Beni Abd el-Eşhel'in bütün erkek ve kadınları müslüman oldular. Müslüman olmayan sadece el-Üsayrim Amr bin Sâbit kalmıştı. O da Uhud gazvesi sırasında müslüman oldu ve henüz ilk secdede iken şehid edildi. Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "O Cennet'e gidecektir". Şurası unutulmamalıdır ki, beni Abd el-Eşhel'de tek bir münafık yoktu. İbni Sa'd'ın Vakıdi'ye dayanarak naklettiğine göre, Hz. Sa'd bin Mu'az ve Üseyd bin Hudayr müslüman olduktan sonra ilk iş olarak Beni Abd el-Eşhel'in putlarını kırdılar.
İbni İshâk'ın rivâyetine göre Hz. Mus'ab Medine'de tebliğ çalışmalarını hiç aksatmadan ve çok başarılı bir şekilde sürdürdü. Öyle ki, bir kaç müslüman erkek veya kadının bulunmadığı tek bir Ensar mahallesi kalmadı. Sadece birkaç aile Hendek gazvesine kadar İslâmı kabul etmediler.
32.1.9. Medine'de Cuma Namazının Başlaması
Hz. Ka'b bin Mâlik ile Hz. İbni Sirin'in rivâyetine göre, Cuma namazı ile ilgili ilâhi emir gelmeden önce Medineli Ensar haftada bir gün toplu namaz kılmaya karar vermişlerdi. Ensar bu maksad için Yahudilerin Sebt (Cumartesi) ve Hıristiyanların Pazar günü yerine Cuma'yı seçmişlerdi. Cuma'ya cahiliyye döneminde "Arûbe" günü denilirdi. İlk Cum'a namazını Hz. Es'ad bin Zürâre kıldırdı. Beni Beyâda bölgesinde kılınan bu namaza 40 kişi katılmıştı. (Bk. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbni Mace, İbni Hibbân, Abd bin Hamid, Abdurrezzâk, Beyhakî ve İbni Hişâm).
Dare-Kutni'nin Hz. Abdullah bin Abbas'a dayanarak naklettiği rivayete göre, Mekke'de Cuma namazı ile ilgili Allah'tan emir gelince, Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Mus'ab bin Umeyr'i yazılı bir emirle Medine'ye gönderdi. Buna göre zeval (yani güneşin tam tepeye gelmesinden) sonra iki rek'at namaz kıldıracaktı. Cuma namazının kılınması emrinin Medine'ye gönderilmesinin sebebi, o sıralarda Mekke'de cemaatle namaz kılınmanın mümkün olmayışıydı.
Bi'set sonrası 13. yılda Zilhicce'de (Haziran veya Temmuz başı, 622); Hac mevsimi yaklaşmaya kadar İslâm Medine'de bir hayli inkişaf etmişti. İmam Ahmed ve Taberî'nin Câbir bin Abdullah Ensarî'ye dayanarak naklettikleri rivayete göre, "Rasûlullah (a.s.) 10. yıl Ukâz ve Mecenne'deki panayırlarda ve Hac mevsiminde kabilelerin konak yerlerinde dolaşarak "benim Rabbimin mesajını kullarına iletebilmem için beni kim himaye edecek ve yardım edecek ve buna karşı Cennet'i alacak?" diye seslenirdi. Ne var ki, Rasûlullah (a.s.)'ın bu çağrısına müsbet cevap veremiyorlardı. Bunun sebebi, Kureyşli serserilerin daima aleyhinde propaganda yapmalarıydı. Nihayet, bizi (Medinelileri) Allah Yesrib'ten Rasûlullah (a.s.)'a gönderdi ve biz onu teyid ettik. Bundan sonra İslâm öylesine gelişmeye başladı ki, eğer bir kişi evinden çıkıp iman eder, Kur'an okur ve müslüman olursa, eve döndüğünde bakardı ki, evdekilerin hepsi müslüman olmuş. Böylece Ensar bölgesinde müslümanların bir grubunun bulunmadığı ve kişilerin dini inançlarını alenen ilân etmedikleri tek bir mahalle kalmadı. Bir gün biz bir yerde toplandık ve Rasûlullah (a.s.)'ın durumunu görüştük. Biz aramızda dedik ki, Rasûlullah (a.s.) ne zamana kadar Mekke'nin dağlarında ve tepelerinde çaresiz ve acıklı bir şeklide İslâmı yaymak için uğraşacaktır. Rasûlullah (a.s.) her yerde reddediliyor ve hiçbir yerde eman bulmuyor. En iyisi, onu bizim buraya getirelim. Bunu tartıştıktan sonra bizden 70 kişi Hac mevsiminde Mekke'ye gitti ve Rasûlullah (a.s.) ile Akabe'de buluştular." (Bu hadisin geri kalan kısmını biz daha sonra aktaracağız).
İmam Ahmed, Taberânî, İbni Cerir, Taberî ve İbni Hişâm, Muhammed bin İshâk'a dayanarak Hz. Ka'b bin Mâlik'in bir başka rivâyetini nakletmişlerdir ki şöyledir: "Biz milletimizin müşrikleriyle[4] hacca çıktık. Bizimle beraber kabile reisimiz Hz. Berâ' bin Ma'rûr da vardı. Yolda bize dedi ki 'benim bir fikrim var. Bilmem siz bu fikre katılır misiniz?' Biz fikrini sorduk, dedi ki: 'Bence biz Kâ'be'ye sırtımız dönük vaziyetle değil, Kâ'be'ye yüzümüz dönük vaziyette namaz kılmalıyız". Biz dedik ki, 'Rasûlullah (a.s.)'tan bize gelen emre göre biz Suriye'ye (Kudüs) dönerek namaz kılarız. Biz Rasûlullah (a.s.)'ın emrine aykırı hareket etmemeliyiz.' Ne var ki Hz. Berâ' Kâ'be'ye dönerek namaz kılmaya ve biz de onu kınamaya devam ettik. Mekke'ye vardıktan sonra Hz. Berâ' bana dedi ki, "yeğenim, gel Rasûlullah (a.s.) ile görüşelim; ve kıble ile ilgili meseleyi onunla konuşalım. Zira, sizin muhalefet göstermeniz yüzünden ben de tereddüde kapılmışımdır". Biz bundan önce Rasûlullah (a.s.)'ı hiç görmemiştik ve hiç tanımıyorduk. Bu sebeple, Mekkelilerden birine sorduk. O adam, Rasûlullah (a.s.)’ın amcası, Hz. Abbas'ı tanıyıp tanımadığımızı sordu. Biz evet dedik, zira ticaret için Hz. Abbas bize gelip giderdi. Dedi ki, "Harem'e gidin, Rasûlullah'ı Hz. Abbas ile oturur görürsünüz." Biz onun tarif ettiği gibi Harem'e gittik ve Rasûlullah (a.s.)'a selam verdik. Rasûlullah (a.s.) Abbas'a dönerek, "Siz bu beyleri tanır mısınız?" diye sordu. O, "evet" dedi. "Bu Berâ bin Ma'rûr'dur ve bu da Ka'b bin Mâlik." Hiç unutmam, Rasûlullah (a.s.) benim ismimi duyar duymaz "şair" diye sordu. Hz. Abbas da 'evet' dedi. Bundan sonra Hz. Berâ' kendi meselesini sordu ve Rasûlullah (a.s.)'ın buyruğu üzerine Rasûlullah (a.s.)'ın yönüne doğru namaz kılmaya başladı. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Teşrik günlerinin ortasında,[5] gece vakti kendisiyle buluşmamızı teklif etti. Kararlaştırılan gece biz halkımızın konakladığı yerden kalktık ve Rasûlullah (a.s.) ile gizlice buluşmak üzere Akabe'ye hareket ettik, zira milletimizin müşriklerinin bundan haberdar olmalarını istemiyorduk. Fakat aramızda hâlâ eski dininde olan eşraf ve kabile reislerinden Ebu Cabir bin Amr bin Haram'da vardı. Onu da yanımıza aldık. Biz ona dedik ki, "Siz bizim eşraf ve kabile reislerimizden birisiniz. Biz sizin Cehennem ateşinde yanmanızı istemiyoruz. Ona İslâm'ın öğretilerini anlattık ve Rasûlullah (a.s.) ile Akabe'de buluşmaya karar verdiğimizi söyledik. Ebu Cabir o an İslam'ı kabul etti ve bizimle beraber Akabe biatına katıldı. Biz o sırada 73 erkek ve 2 kadındık. Kadınlardan biri Beni Ncccâr'dan Nesibe veya Nuseybe binti Ka'b Ümm-ü 'Umâre[6] ve diğeri Beni Seleme'den Esma binti Amr Ümm-ü Menî idi."
Hz. Câbir (r.a.) bu biata katılanların sayısının 70 olduğunu belirtmiş ve kadınlardan bahsetmemiştir. Amir bin Şa'bi'nin benzeri bir rivâyeti İmam Ahmed ve Beyhâki tarafından nakledilmiştir. Ancak, Hz. Ka'b bin Mâlik bi'aıa 73 erkek ve 2 kadının iştirak ettiğini yazmıştır ve isimlerini de vermiştir. İbni İshâk ise bu hususla daha çok ayrıntılar vermiş ve 73 erkekten 11'inin Evsli, 62'nin Hazreçli ve iki kadının bulunduğuna işaret etmiştir. İbni İshâk'a göre kadınlardan biri Nuseybe binti Ka'b idi. Nuseybe, kocası Zeyd bin Asım ve iki oğlu Habib ve Ubeydullah ile gelmişti, ikinci kadın Esma binti Amr idi. Rivayetlerdeki bu değişik ifade Arapların ekseriya küçük sayıları, özellikle kadınları unuttuklarından kaynaklanmış olsa gerek.
İbni Sa'd, Vâkıdi'ye dayanarak Uveym bin Sâide'nin şu rivâyetini nakletmiştir: "Biz Mekke'ye vardığımızda Sa'd bin Hayseme ve Ma'n bin Adiyy ve Abdullah bin Cubeyr bize dediler ki, gelin Rasûlullah (a.s.) ile
görüşelim ve kendisine selâm verelim. Zira, biz ona iman etmiştik, ama onu henüz görememiştik. Dolayısıyla, biz oradan çıktık. Bize dediler ki Rasûlullah, Hz. Abbas bin Abdulmuttalib'in evinde oturuyor. Biz oraya gittik ve Rasûlullah (a.s.)'a selâm verdik ve biz onun Medine'den gelen heyetle nerede görüştüğünü sorduk. Hz. Abbas dedi ki, "bakın sizinle beraber milletinizin müşrikleri de vardır. Onun için bu meseleyi gizli tutun ve hacıların dağılışına kadar bekleyin." Rasûlullah (a.s.) bizimle görüşmek için sabahına "yevm-un nefes il-âhir" denilen geceyi tesbit etti. (Yani, hacıların Mina'dan ayrılacakları son gün). Rasûlullah (a.s.) görüşme için Akabe'nin alçak yerini teklif etti.[7] Rasûlullah (a.s.) ayrıca uyumakta olan birini uyandırmamızı ve kararlaştırılan yere gelmeyen bir kişiyi aramamızı istedi".
Son Akabe bi'atıyla ilgili rivayetlerde ittifak halinde belirtilen bir husus; gece vakti, Medinelilerin ikişer-dörder grublar halinde kararlaştırılan yere vardıklarında Rasûlullah (a.s.)'ı Hz. Abbas bin Abdulmuttalib'in yanında bulmalarıdır. Rasûlullah (a.s.), bu gibi şahsi ve gizli meselelerde Hz. Abbas'a çok güvenirdi. Halbuki, Hz. Abbas o zamana kadar müslümanlığını gizli tutuyordu ve gayrimüslim olarak görünüyordu.[8] Hz. Abbas'ın orada bulunmasının bir sebebi de, Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'ye hicretiyle ilgili en küçük ayrıntıları tesbit etmek ve herhangi bir pürüz bırakmamaktı.
İmam Ahmed, Beyhâki ve Amir Şa'bi'nin rivâyetine göre Akabe'de herkes toplandıktan sonra Rasûlullah (a.s.) şöyle dedi: "Kim konuşmak istiyorsa kısa konuşsun, fazla uzatmasın. Zira, müşriklerin casusları sizi her yerde aramaktadırlar". Yukarıda aktardığımız Hz. Ka'b bin Mâlik daha sonra rivâyetinde şöyle diyor: "İlk önce Hz. Abbas (r.a.) söze başladı ve şunları söyledi: "Ey Hazrecliler[9] Muhammed'in aramızda nasıl bir mevki ve makamı olduğunu biliyorsunuz. O'nun hakkında hemfikir olanlara, (yani, İslâmiyet'i kabul etmemiş olanlar) nisbetle biz (yani, Beni Hâşim ve Beni Muttalib) onu destekledik ve himaye ettik. Bu sebeple, kendisi milletinde güçlü bir mevkiye sahiptir ve kendi şehrinde emin bir yerde bulunuyor. Fakat o size gitmekte ısrar ediyor. Şimdi eğer siz davet ettiğiniz gibi sözlerinize bağlı kalacak ve muhaliflerine karşı onu koruyacaksınız, üzerinize almak istediğiniz mes'uliyeti alın. Fakat eğer onun buradan çıkması ve size katılmasından sonra herhangi bir zorlukla karşılaşacağınıza dair endişeniz varsa açık açık söyleyin. Eğer, o size gittikten sonra onu bırakmanız veya düşmanlarına teslim etmeniz gerekecekse o zaman şimdiden bu işten vazgeçin. Zira, o halkı arasında kuvvetli bir mevkiye ve şehrinde emin bir yere sahiptir". Biz dedik ki; "Sizin söylediklerinizi dikkatle dinledik. Bundan sonra ey Rasûlullah, siz buyurun ve bizden ne gibi taahhüt almak istiyorsanız alın." Bundan sonra, Hz. Peygamber (a.s.) bir konuşma yaptı ve Kur'an'dan ayetler okudu, bizi Allah'a davet etti, bizim İslâm'a sadık kalmamızı istedi ve şöyle devam etti: "Sizin kendi çoluk çocuklarınız gibi beni de himaye edeceğinize ve destekleyeceğinize dair sizden bi'at almak istiyorum." Bunun üzerine Berâ' bin Ma'rûr, Rasûlullah (a.s.)'ın mübarek elini kendi eline alarak, "evet, sizi Hak ile beraber göndermiş olan Allah'a and içeriz ki, sizi, kendimiz ve çoluk-çocuklarımız gibi koruyacağız. O halde, ya Rasûlullah (a.s.) bizden biat alın. Biz savaşçı kişileriz. Biz kahramanlığı atalarımızdan miras almış bulunuyoruz." Bu sırada Ebu'l.Haysem bin et-Teyyihân lafa karıştı ve dedi ki: "Ya Rasûlullah, bizimle diğerleri (Yahudiler) arasında bir ittifak vardır. Biz bu ittifakı bozmak istiyoruz. Biz şundan kuşkulanıyoruz: Allah bize galebe verirse bizi bırakıp kendi halkınıza (kabilenize) dönebilirsiniz." Rasûlullah (a.s.) tebessüm etti ve dedi ki: "Hayır, artık kanla kan ve kabirle kabir vardır. (Yani hepimiz beraber yaşayacağız ve öleceğiz). Ben sizinim ve siz de benimsiniz. Siz kiminle savaşıyorsanız, ben de onunla savaşacağım ve siz kiminle sulh yaparsanız ben de onunla sulh yapacağım."
Daha önce Müsned-i Ahmed ve Taberânî'ye dayanarak naklettiğimiz Hz. Câbir bin Abdullah'ın rivâyetinde daha sonra şöyle deniliyor: "Biz Akabe'de toplandıktan sonra dedik ki, "Ya Rasûlullah, biz ne hakkında size biat edeceğiz?" Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "İyi ya da kötü her vaziyette emirlerimi dinleyeceğinize, itaat edeceğinize, ister varlıklı ister sıkıntılı halinizde olsun mallarınızı harcayacağınıza, iyilik için çalışacağınıza, herkesi kötülükten men edeceğinize, Allah ile ilgili olarak her zaman doğruyu söyleyeceğinize, sizi kınayan veya size karşı gelenlerden korkmayacağınıza ve ben size geldiğim zaman beni kendi aileniz ve çoluk-çocuğunuz gibi koruyacağınıza dair bi'at edeceksiniz. Bunun mükâfatı olarak siz Cennet'e gideceksiniz." Bundan sonra biz kalkıp Rasûlullah (a.s.)'a yaklaştık ve Rasûlullah (a.s.)'ın elini grubumuzun en genci olan Es'ad bin Zürâre kendi eline aldı ve dedi ki: "Durun ey Yesribliler, biz kendisinin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilerek develerimizi koşturduk ve kendisine geldik. Bugün kendisini yanımıza almak bütün Arapların düşmanlığını kazanmaktır. Bunun neticesinde bebekleriniz ölecek ve kılıçlar kanlarınızı emecekler. Onun için, bütün bunlara dayanacağınıza inanıyorsanız Rasûlullah (a.s.)’ın elini tutun. Allah size bunun mükâfatını verecektir. Fakat eğer siz canınızdan korkuyorsanız, şimdiden bu işten vazgeçin ve açıkça menfi cevabınızı verin. Zira, şu anda menfi cevap vermeniz Allah katında daha makbul sayılacaktır." Bunun üzerine orada bulunanlar dediler ki: "Ey Es'ad, önümüzden çekil. Allah'a yemin ederiz, biz ne bu biattan vazgeçeceğiz ne de elimizi O'nun (Rasûlullah'ın) elinden çekeceğiz." Bundan sonra bütün Medineliler Rasûlullah (a.s.)'a biat ettiler." (Hakim ve Bezzâr da bu rivâyeti nakletmişlerdir).
İbni Cerir, Taberî ve İbni Hişâm, Asım bin Ömer bin Katâde'ye istinaden Muhammed bin İshâk'ın bu rivâyetini nakletmişlerdir. Rivayet şöyledir: "Bi'at sırasında Abbas bin Ubâde bin Nadle Ensarî dedi ki, 'ey Hazrecliler, siz bu muhterem şahsiyetin eline ne için bi'at ettiğiniz biliyor musunuz?" "Evet biliyoruz" diye birkaç ses yükseldi. Abbas, kelimelere basa basa şunları söyledi: Siz siyah ve beyaz, herkesle savaşmak için bi'at ediyorsunuz (yani, biat ettikten sonra bütün dünya size düşman olacaktır). Şimdi eğer malınızın ve eşrafınızın canının tehlikeye gireceğini düşünüyor ve zor şartlarda Rasûlullah (a.s.)'ı düşmanlara teslim edeceğinizi aklınıza getiriyorsanız daha iyisi bugün O'nun peşini bırakın. Zira, Allah'a yemin ederek söylüyorum, böylece hem dünyada hem ahirette rezil olacağız. Fakat eğer diyorsanız ki, malınız ve eşrafınızın canının tehlikeye girmesine rağmen davet etmekte olduğunuz şahsiyeti koruyacaksınız, o zaman O'nun elini tutabilirsiniz. Allah şahittir bu, dünya ve ahiretin en hayırlı en sevaplı işidir." Toplantıda hazır bulunanlar dediler ki, "Biz O'nu almamızdan dolayı mallarımız ve eşrafımızın canlarının tehlikeye girmesine razıyız." Bundan sonra, "Ya Rasûlullah, biz taahhüdümüzü yerine getirirsek, mükâfatımız ne olacaktır?" diye sordular. Rasûlullah "cennet" diye cevap verdi."
İbni Sa'd, Hz. Mu'az bin Rifâ'a'nın rivâyetini Vakıdi'ye dayanarak nakletmiştir ki, şöyledir: "Akabe'de herkes toplandıktan sonra Hz. Peygamber (a.s.)'in amcası, Hz. Abbas bin Abdulmuttalib söze başladı ve şöyle dedi: "Ey Hazrec topluluğu, siz Muhammed (a.s.)'ı kendinize davet etmiş bulunuyorsunuz. Gerçek şu ki, Muhammed (a.s.) kendi ailesi ve akrabaları arasında en güçlü durumda bulunuyor. Bizden dini kabul etmiş veya etmemiş olan herkes namus ve şerefini korumak amacıyla O'nu himaye etmekte ve desteklemektedir. Fakat Muhammed (a.s.) hepimizi bırakıp size gitmek istiyor. Şimdi kendi kuvvetinizi, sebat, kararlılık ve savaş tecrübenizi iyice gözden geçirin ve bütün Arabistan'ın husûmetini kazandıktan sonra direnecek durumda olup olmadığınızı araştırın. Çünkü, şurası muhakkak ki, bütün Araplar birleşip size çullanacaklardır. Onun için, iyice düşünüp taşınıp karar verin. Aranızda fikir teatisinde bulunun ve oy birliğiyle bir karara varın. Zira, en iyi söz doğru sözdür." Toplantıdakiler susup beklediler. Daha sonra Akabe biatından hemen önce İslâmiyet'i kabul etmiş olan Abdullah bin Amr bin Haram şu cevabı verdi: "Vallahi, biz savaşçı bir milletiz. Savaşmak bizim mesleğimizdir. Bu işte biz usta olmuşuz. Savaşmayı atalarımızdan miras aldık. Biz ilk önce okları atarız. Oklar tükenince mızraklarımızı kullanırız. Mızraklar kırılınca kılıçlarımıza sarılırız ve bizden veya düşmandan cesetler serilinceye kadar kılıç sallarız." Hz. Abbas "evet siz gerçekten savaşçı bir milletsiniz" diye tasdik etti. Daha sonra Hz. Berâ' bin Ma'rûr ileriye geldi ve şöyle konuştu: "Biz söylediklerinizi dinledik. Allah şahittir, eğer kalbimizde başka bir şey (fitne, hile) olsaydı, açık açık söylerdik fakat, inanın, biz Rasûlullah (a.s.)'a sadık kalmak ve kendisi için canımızı feda etmek istiyoruz." Vâkıdî'nin başka bir rivâyetinde Hz. Berâ' bin Ma'rûr'un konuşmasından şu bölümlere de yer verilmiştir: "Bizde iyi silah ve savaş malzemesi var ve biz iyi savaşan bir milletiz. Taştan putlara taptığımız zaman böyle idik. Şimdi de Allah bize hakikati göstermiştir ve diğer İnsanlar bundan uzaktırlar. Cenab-ı Allah bizim, Rasûlullah (a.s.)'ı himaye etmemizi sağlamıştır. Böyle bir durumda bizim ne kadar canla ve başla direneceğimizi tahmin edin."
32.1.11. Akabe Bi'atının Ehemmiyeti
Son Akabe bi'atı, İslam tarihinde altın harflerle yazılacak ehemmiyette çok büyük bir vak'adır. Akabe bi'atı Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'deki tebliğ çalışmalarının bir dönüm noktasıdır. Hatta diyebiliriz ki, bu önemli fırsatı Cenab-ı Allah temin etti ve Rasûlullah (a.s.) da bunu kaçırmayacak basiret örneğini verdi. Görüldüğü gibi, Medineliler, Hz. Peygamber (a.s.)'i bir kaçak veya mülteci gibi değil, Allah'ın naibi ve kendi İmam ve hükümdarları olarak davet ediyorlardı. Aynı şekilde Mekke'deki müslümanlar için de Medine'nin kapıları İbni. Medineliler Mekkeli müslümanları birer mülteci olarak çağırmıyorlardı. Onlar istiyordu ki, Arabistan'ın çeşitli bölgelerine dağılmış vaziyette olan müslümanlar Yesrib'de toplanarak güç birliği yapsınlar, disiplinli ve düzenli bir İslam toplumu meydana getirsinler. Başka bir deyişle, Yesrib ve Yesribliler "Medinet'ul-İslam" (İslam şehrinin temellerin attılar ve Rasûlullah (a.s.) Medinelilerin bu davetini kabul etmek suretiyle Arabistan'da ilk "Dar-ul İslam" (İslam beldesi) meydana getirdi. Medineliler attıkları bu büyük adımın ehemmiyetini ve anlamını çok iyi biliyorlardı. Ama onlar, yiğit, mert ve kahraman insanlardı. Bu hayırlı ve sevaplı girişimleriyle bütün Arabistan'a açıkça meydan okuyorlar ve küçük bir kasabanın bütün ülkenin husumet kılıçlarına ve ekonomik ve sosyal boykotuna karşı cansiperane bir şekilde ortaya çıktığını gösteriyorlardı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Akabe bi'atına katılan İslam'ın bu ilk yardımcıları (ensâr) kendi yaptıkları konuşmalarıyla da, ciddiyet ve sadakatle İslam Peygamberini ve sahabelerini her ne pahasına olursa olsun desteklemeyi ve korumayı taahhüt ediyorlardı.
32.1.12. Ensâr'ın Fedakârlık Duygusu
Ensâr, bütün güçlük ve tehlikeleri bilerek şuurlu bir biçimde bi'at etmiş ve Rasûlullah (a.s.)'ı ve arkadaşlarını desteklemeye karar vermişlerdi. Ensârın bu bi'atlarından endişe duymaları veya korkmaları şöyle dursun, mutluluk ve heyecanları görülmeye değer bir şeydi. Onlar yaptıkları işten o kadar memnun oluyor ve övünç duyuyorlardı ki, bi'atten hemen sonra aralarında bir tartışma başladı: Acaba ilk önce bi'at için Rasûlullah (a.s.)'a elini uzatan kimdi diye. Beni en-Neccâr iddia ediyordu ki, ilk bi'at eden Es'ad bin Zürâre idi. Beni Abd el-Eşhel ise bu şerefin Ebu'l-Haysem bin et-Teyyihân'a ait olduğunu ifade ediyordu. (Bk. İbni İshâk). İbni Esir, "Üsd-ul Ğabe"de diyor ki, Beni Seleme, ilk önce bi'at edenin Ka'b bin Mâlik olduğunu ifade ediyordu. İbni Sa'd Vâkıdi'ye dayanarak diyor ki; Evs ile Hazrec de birbiriyle bi'atte öncelik konusunda tartışma yaptılar. Kısacası, herkes bu şerefi üstlenmeye çalışıyordu. En son, bu işi en iyi Abbas'ın bildiği belirtilerek O'nun fikrinin sorulmasına karar verildi. Dolayısıyla, Medineliler Hz. Abbas (r.a.)'a gittiler ve Rasûlullah (a.s.)'a biat için ilk önce elini kimin verdiğini sordular. Hz. Abbas şöyle dedi: "Rasûlullah (a.s.)'a bi'at eden ilk kişi Es'ad bin Zürâre idi. Daha sonra Berâ' bin Ma'rûr ve daha sonra Üseyd bin Hudayr". Bu vak'a gösteriyor ki, Medine'li ensâr fedailik ve fedakârlıkta birbiriyle yansır hale gelmişlerdi.
Yukarıya aldığımız Hz. Ka'b bin Mâlik'in rivâyetinin daha sonraki bölümünde şu ifade yer almıştır: "Bi'atten sonra Rasûlullah (a.s.) bize dedi ki kendi kabilelerinden sorumlu olacak aranızdan 12 nakib seçmelisiniz". (İbni Sa'd'ın Tabakatında yer alan İbn İshâk'ın rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) şöyle dedi: Bu nakibler, Hz. Îsa'nın havarileri gibi kendi kabilelerinin kefili olacaklardır. Tabakatta Vâkıdî'nin de bir rivâyeti vardır bunda Rasûlullah (a.s.)'ın şunları da söylediği kaydedilmiştir: "Mûsâ, Beni İsrail'den 12 Nakib seçmişti". Rasûlullah (a.s.)'ın bu talimatı üzerine Ensâr aralarında görüşerek 12 kişinin ismini verdiler. Bunlardan 9'u Haz-rec'ten ve 3'ü Evs'ten idi. İbni İshâk'ın rivâyetine göre bu zevat şunlardı:
Hazrec'den:
1) Es'ad bin Zürâre. (Rasûlullah (a.s.), kendisini Nakiblerin Nakibi yaptı).
2) Sa'd bin er-Rebi': (Cahiliyye döneminde Medine'nin okuma-yazma bilen birkaç kişisinden biriydi).
3) Abdullah bin Revâha: Bu da okuma yazma biliyordu.
4) Râfi' bin Malik: Cahiliyye döneminde kâmil lakabına sahipti.
5) Berâ' bin Ma'rûr: Hicretten kısa bir süre önce vefat etti ve Rasûlullah (a.s.) onun kabrinde cenaze namazını kıldı.
6) Abdullah bin Amr bin Harâm: Akabe bi'atının yapıldığı gece müslüman olmuştu.
7) Ubâde bin Samit.
8) Sa'd bin Ubâde: Bu da kâmil lakabıyla tanınırdı.
9) Münzir bin Amr. (Bunun da okuması vardı).
Evs'ten:
10) Üseyd bin Hudayr. (Bu da kâmil lakabıyla tanınırdı).
11) Sa'd bin Hayseme.
12) Rifâ'a bin Abd-il Münzir. (İbni Hişâm'ın ifadesine göre bu zâtın yerine bazı tarihçiler Ebu'l-Haysem bin el-Teyyihân’ın ismini yazmışlardır).
Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) ensarın kendi konak yerlerine ve çadırlarına dönmelerini istedi ve onlar oradan ayrıldılar.
32.1.14. Akabe Bi'atının Haberini Alan Kureyş'in İlk Tepkisi
İmam Ahmed, İbni Cerir, Taberî ve İbni Hişâm, Muhammed bin İshâk'a istinâden, Hz. Ka'b bin Mâlik'in bir rivâyetini nakletmişlerdir ki, bununla Kureyş'in Akabe bi'atına karşı ilk tepkisinin ne olduğu ortaya çıkıyor. Buna benzer bir rivâyet Vakıdi tarafından çeşitli senetlere dayanılarak kaydedilmiştir. Bunu İbni Sa'd da kendi eserine almıştır. Rivayetler şöyledir: Akabe bi'atı yapıldığı gece Kureyşliler bundan haberdar oldular ve sabah belli başlı adamları Medinelilerin konakladığı yere geldiler. Onlar Medinelilere şöyle dediler: "Ey Hazrec topluluğu, duyduğumuza göre siz bu adam (Rasûlullah -a.s.-) ile görüşmüş, O'nu kendinize götürmek istemiş ve bize karşı savaş açmak amacıyla O'na bi'at etmişsiniz. Vallahi billahi, Arabistan'da sizinle savaşmamız kadar bizim hoşumuza giden başka bir şey yoktur." Bunun üzerine Medineli müşriklerden bazı kimseler kalkıp, "vallahi, böyle bir şey olmamıştır. Bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktur" dediler. Bu müşrikler gerçekten doğru söylüyorlardı, zira onlar müslümanların bi'atından haberdar değillerdi. Fakat, müslümanlar aralarında gözleriyle işaretleşiyorlardı. Daha sonra Kureyşli kabile reisleri, Medineli mümtaz kişi Abdullah bin Übeyy'e gittiler ve ona durumu izah etmeye çalıştılar. Abdullah bin Übeyy dedi ki, "böylesine büyük bir işe halkım beni atlatarak girişemez. Böyle bir şeyin olduğunu sanmıyorum."
Kureyşliler bu cevaplardan tatmin olmadılar ve sürekli olarak tahkikat ve tetkikte bulundular. Bu soruşturmalarının sonunda bir bi'atın yapıldığı kanısına vardılar. Nitekim, Medineliler hac farizalarını tamamlayıp Mekke'den ayrıldıktan sonra, yol alırlarken Kureyşlilerin bir grubu Ezâhir mevkiinde Hz. Sa'd bin Ubâde ve Münzir bin Amr'ı yakaladı. Münzir kargaşa içinden kurtulmayı başardı, ama Sa'd yakalanıverdi. Kureyşliler Hz. Sa'd bin Ubâde'nin ellerini arkaya bağladılar ve saçından tutarak ve döverek Mekke'ye götürdüler.
Hz. Sa'd'ın ifadesine göre Mekke'de kendisine eziyetler yapılırken bembeyaz, pembe, parlak yüzlü bir şahıs kendisine geldi. (Bu şahıs Süheyl bin Amr idi). Bundan sonra Hz. Sa'd'ın ifadesi şöyledir: "Ben zannettim ki, eğer bu insanlarda biraz insanlık varsa o da bu adamdadır. Fakat o herif gelip yüzüme sert bir yumruk vurdu. Ben kendi kendime dedim, "vallahi, bu hayvanlar arasında merhametli kimse yoktur." Onlar beni yerde sürüyerek çekiyorlardı. Bir süre sonra bir Kureyşli (Ebu'l-Bahteri bin Hişâm) bana gelip, "ey Allah'ın kulu, seninle Kureyş arasında herhangi bir eman ve himaye sözleşmesi yok mudur?" Ben dedim ki, "ben kendi memleketimde Cubeyr bin Mut'im ile Hâris bin Harb bin Ümeyye bin Abd-i Şems'in ticaret kafilelerine eman verirdim. (İbni Sa'd, Cubeyr'in yerine babası Mut'im bin Adiyy'in ismini yazmıştır). Bunun üzerine o adam dedi ki, "sen bu adamların ismini bağıra bağıra söyle ve aralarındaki yakınlığı anlatmaya çalış." Ben dediklerini yaptım. Sonra o adam (Ebul-Bahteri) isimlerini verdiğim iki adamı aramaya çıktı ve onları Ka'be'de buldu. Onlara dedi ki: "Hazrec'in bir adamı Ebtah (Mekke ile Mina arasında Muhassab) vadisinde dövülüyor. Bu adam durmadan sizin isminizi sayıklıyor ve diyor ki "onunla sizin aranızda bir eman sözleşmesi vardır." Onlar dövülen kişinin adını sordular. O adam (Ebu'l-Bahteri) "Sa'd bin Ubade" dedi. Bunu duyunca ikisi dedi ki, "vallahi o doğru söylüyor. O, bizim tüccarlarımıza eman veriyordu ve bize kimsenin zulüm etmesine imkân vermedi." Sonra ikisi geldi ve Hz. Sa'd'ı Kureyşli zalimlerin elinden kurtardılar."
Vâkıdî'nin rivâyetine göre, Hz. Sa'd'ın kaybolduğunu gören Ensâr kendisini aramak üzere geri döndüler, ancak kısa bir süre sonra kendisinin kafileye gelmekte olduğunu gördüler.
32.1.15. Bi'at'ten Sonra Medine'de İslâm'ın Yayılışı
Ensâr, Mekke'den döndükten sonra Medine'de İslâm'ı hızla yaymaya başladılar. Bu fedailer büyük bir coşku ve dini duyguyla putları ve putperestleri yok etmeye çalıştılar. İbn Sa'd'ın verdiği teferruatlı malumata göre Ebu Abs bin Cebr ile Ebu Bürde bin Niyâr, Beni Harise'nin putlarını; Umâre bin Hazm, Es'ad bin Zürâre, Avf bin Afra', Salit bin Kays ve Ebu Sırma, Beni Neccâr'ın putlarını; Ziyâd bin Lebid ve Ferve bin Amr, Beni Beyâda'nın putlarını; Sa'd bin Ubâde, Münzir bin Amr ve Ebû Dücane Beni Sâide'nin putlarını ve Mu'az bin Cebel, Sa'lebe bin Ğanâme ve Abdullah bin Üneys, Beni Selime'nin putlarını kırmak için seferber olmuşlardı. Bu seferberlik gösteriyor ki, müslümanlar Medine'de söz geçirecek hale gelmişlerdi. Müslümanlar alenen putları kırıyorlardı ve kendilerine mani olacak veya mukavemet edecek hemen hemen kimse yoktu.
Bu hususta İbni Hişâm ilginç bir olayı dile getirmiştir. Rivayete göre Medine kabilelerinden Beni Selime'nin lideri Amr bin Camuh, şirkine devam ediyordu. Halbuki, oğlu Mu'az bin Amr müslüman olup Akabe bi'atına katılmıştı. Amr bin Camuh, evinde ağaçtan koca bir put yaptırmıştı. Bu putun adı Menat idi. Bu tür özel putlar müşrik reislerin saray, köşe ve evlerinde umumiyetle bulunuyordu. Amr'in oğlu ve kabilesinin bazı diğer gençleri müslüman olduktan sonra Menat adlı putu gece vakti çukura atıp üzerine çöp ve pislikler attılar. Sabah Amr kalkıp Menât'ı yerinde bulamayınca çok üzüldü, bağırdı, çağırdı ve etrafta aradı. Nihayet, onu çöplükte buldu. Onu geri getirdi, yıkayıp temizledi ve kokular sürerek olduğu yere koydu. Fakat müslüman gençler bu işi adet haline getirdiler ve birkaç gece bu işi tekrarladılar. Amr, her sabah kalkar, putunu arar ve kızgınlıktan patlardı. Her defasında, "ah, ey Menat, seni bu hale sokan rezilleri bir elime geçirsem..." diye söylenirdi. Bir gün aynı şekilde bu putu çukurdan çıkardı ve yerine koydu. Boynuna da bir kılıç asarak; "sana bu muameleyi yapanı bilmiyorum. Fakat senin biraz gayretin varsa bu kılıçla kendini koru" dedi. Gece, gençler bu kılıcı çıkarıp bir yere koydular ve buna bir köpeğin ölüsünü bağlayıp Beni Selime'nin bir kuyusuna attılar. Amr, adet üzere sabah putunu bulamayınca onu aramaya çıktı. Nihayet onu bir kuyuda devrilmiş vaziyette bir köpeğin ölüsüyle birlikte buldu. O zaman kabilesinin adamları ona gelip yaptığı akılsızlığa dikkat çektiler. Onun da gözü açıldı ve huşû ve huzu ile İslâmiyet'i kabul etti.
[1] İbni Sa'd'ın belirttiği gibi Bu'as muharebesi Hicret'leri 6 yıl önce cereyan etmişti. Bu'as bir mer'a veya yerin ismiydi; ki Medine'ye iki mil uzaklıkta Benî Kurayza'nin oturduğu bölgede idi. Muharebede Evs kabilesinin reisi Hz. Üseyd bin Hudayr'ın babası Hudayr'dı. Evs'in yanında Benî Kurayza ile Benî Nadir yer almışlardı. Karşı tarafta ise Hazrec'in reisi Amr bin Nu'mân Beyadi idi ve bunun yanında yahudilerden Benî Kaynuka' vardı. Muharebede Evs ve müttefikleri zafer kazandı. Takat her iki taraf o kadar büyük zayiat verdi ki ikisi de bu tür savaşlara fazla imkân vermemeyi ciddi olarak düşünmeye başladı.
[2] Belâzurî, "Ensab ul-Eşrâf’ta Suveyd'in katlinin zaten Bu'as muharebesi için zemin hazırladığını yazmıştır.
[3] Akabe, Arapçada "tepe"ye denilir. Burada bahsedilen tepe, Minâ bölgesinde ve Mekke yolunda bulunuyor.
[4] Hâkim ile İbni Sa'd'ın rivâyetine göre o yıl Evs ve Hazrec'den 500 kişi hacca gitmişti.
[5] Teşrik günleri, Hac sırasında Minâ'da geçirilen süreye denilir.
[6] Hu hatun sahte peygamber Müseyleme Kezzâb'a karşı savaşta oğlu Abdullah'ın yanında idi. Bizzat savaşa katıldı ve, 12 yara aldı ve, bir kolunu kaybetti. Bundan önce Müseyleme, onun başka bir oğlu Habib'i eziyet ederek ve kol bacak keserek öldürmüştü. (İbn Hişâm, c. II, s. 108-109).
[7] İbni Sa'd bunun bugün bir caminin bulunduğu yer olduğunu kaydetmiştir. (Tabakat-ı İbni Sa'd, Beyrut baskısı, 1957, c. I, s. 221). İbn Sa'd H.S. 168'de doğmuştu ve 230'da vefat etmişti. Bu demektir ki, bu yerde Hicret'in ikinci yüzyılında bir cami vardı. 1936'da Muhammed Hüseyin Hey-kel'in "Kitabu fî-menzîl-ul Vahy"de belirttiği gibi Hicaz'ı gezdi ve burada Mescid-ul Akabe diye bir cami bulunduğunu gördü. Ne var ki bugün bu camiden herhangi bir eser kalmamıştır.
[8] İbni Sa'd, Ebû Râfi' Mevlâ'nın şu rivâyetini nakletmiştir: "Ben Hz. Abbas'ın kölesiydim ve İslâm evimize girmişti. Hz. Abbas ve zevcesi Ümmül Fadl ve ben müslüman olmuştuk. Ama Hz. Abbas, müslüman oluşunu gizli tutuyordu. Bedir savaşından sonra kâfirlerin evlerinde matem varken biz sevinçten uçuyorduk."
[9] O devirde Evs ile Hazrec'in her ikisi de Hazrec diye çağrılıyordu.