İslâm Yardımlaşma ve Dayanışma Dinidir
Zekâtın Teşrî Kılınmasının Tarihi
Zekât'ın
Kendisine Vacib Olduğu
Kimseler ve Zekât'ın Vucûbiyetinin Şartları
Çocuğun ve Delinin Malında Zekât Vardır
Çocuk ile
Delinin Malına Zekâtın Vacib Olmasının
Anlamı
Çocuk ve Delinin
Malına Zekâtın Vacib
Olmasının Delilleri
Altın ve
Gümüşe Zekâtın Vacib Olduğunun
Delili
Kendisine
Zekât Taalluk Eden Altın ve
Gümüşün Çeşitleri
Altın ve Gümüşten
Yapılan Eşyaları Kullanmanın
Haram Olduğunun Delili
Ziraî Mahsullerde
Zekâtın Vacib Olduğunun
Delili
Ticaret
Mallarında Zekâtın Vacib
Olduğunun Delili
Ticaret
Mallarında Zekâtın Vacib Olmasının
Şartları
Madenlerde
Zekâtın Vacib Olduğunun
Delili
Rikaz'da
Zekâtın Vacib Olduğunun
Delili
Malların Nisabları ve Zekâtın Vacib Oluşu
Altın ve Gümüşte Vacib Olan Zekâtın Nisbeti
Zekât Mallarını
Değiştirmek veya Onlarda Tasarruf
Etmek
2. En'âm'ın Nisabı ve Vacib Olan Zekâtın Miktarı
Hayvanlarda
Zekâtın Vacib Olmasının
Özel Şartları
3. Ziraî
Mahsuller ile Meyvelerin Nisabı ve
Onlarda Vacib Olan Zekât Miktarı
Ziraî Mahsuller ve Meyvelerde Vacib Olan Zekât
Miktarı
Ziraî Mahsul ve Meyvelerde Zekâtın Vacib Olma Vakti
Zekâtın
Vacib Olduğu Mahsul
ve Meyveleri Satmanın Hükmü
Mal Yerine Malın Değerini Zekât Olarak Vermek
4, Ticaret Mallarının Nisabı ve Vacib Olan Zekât
Miktarı
Ticarî Mallarda Farz
Olan Zekâtın Miktarı
Ticarî Malların
Zekâtı Mallardan mı, Malın
Değeri Olan Paradan mı
Verilir?
5. Maden ve Rikaz'ın Nisabı ve Vacib Olan Zekâtın
Miktarı
Birbirine Karıştırılmış İki Malın
Zekâtı Nasıl Verilir?
Karışan İki Malın Tek Bir Mal Gibi Kabul Edilmesinin
Şartları
Birbirine
Karışmış İki Malın
Sahiplerinin Zekât Hususunda
Yapmaları Gereken Şeyler
Zekâtı Tehir
Eden Kişinin Durumu
Zekâtın,
Vakti Gelmeden Önce Verilmesi
Zekâtı,
İdareci Vasıtasıyla Vermek
Zekâtı
Dağıtmak Hususunda Vekâlet Vermek
Zekâtın Tesliminde Vekil Tayin Etmek
Zekât'ın Sarfedileceği Yerler ve Zekâta Müstehak
Olanlar
Zekât
Verilecek Sınıfların Beyanı
7. Allah Yolunda
Mücahade Edenler
Zekâtın Hak Sahiplerine Nasıl Verilmesi Gerektiği
Zekâtı, Vacib Olduğu Yerden Başka Bir Yere Nakletmek
Zekât Verilecek Kişilerde Olması Gereken Şartlar ve
Zekât Verilmeyecek Kişiler
Nafakası
Başkası Tarafından Karşılanan
Kişiye Zekât Vermek
Kadının,
Kocasına Zekât Vermesi
Nafakası Vacib
Olmayan Akrabalara Zekât Vermek
Borç Verilen Malın
Zekâtı Ne Zaman Verilir?.
Borçlu Olan
Bir Kimsenin Malına Zekât Düşmesi
İslâm, hayatın her
yönünü kapsayıcı ve mükemmel bir sistemdir. Allah Teâlâ
insanı yeryüzünde mesut
yaşaması için İslâm'la şereflendirmiştir. İnsanın saadeti,
ancak hürriyetinin bilincine vardığında ve kendisinin bir mabudun kulu-kölesi
olduğunu, o mabudun kemâl sıfatların tümüyle muttasıf olduğunu bilip buna
inanmakla tamamlanır. Ancak bundan sonra şerefli yaşamanın sebeplerini
incelemekle, Allah Teâlâ'ya olan ibadetiyle mümarese etmek imkânına sahip olur.
İnsanın şerefli yaşaması, ancak yardımlaşma ve dayanışma yoluyla tamamlanır. Bu
yardımlaşma ve dayanışma karşılıklı sevgi ve saygı temeline dayan- . malıdır.
Yardımlaşma, başkasına zulmedip onu istismar etmeye vesile olmamalıdır. Tüm beşerî
nizamların üstünde olan İslâm, insanın bütün ihti-_ yaçlannı karşılayan bir
dindir. Bunu da insanın fıtratına uygun olarak yapar. Onun meziyetlerini
inceltir, ferdî özelliklerini geliştirir. İslâm, önce akidenin düzeltilmesiyle
işe başlar, sonra kâinata ve hayata bakışı ve ahlâkı düzeltir. Sonra da hayat
yolunu düzenleyen kaide ve kurallar koyar. Önce bunların gelişmesini sağlar,
sonra da isteyerek ve ikna yoluyla insanları hükmü altına alır. Zekât da
Allah'ın teşrî kıldığı birçok kaide ve kurallardan sadece birisidir. Allah
Teâlâ bu kaideleri insanlığın saadeti için koymuştur. Bu kaide ve kuralların fert ve toplum
hayatındaki faydaları açıkça görülmektedir.
Zekâtın amacı, ferdin
malını kontrol altına almak, ferdin gelişmesinde fertler arasındaki adalet
terazisini sağlamlaştırmak ve dolayısıyla ferdin adalet terazisine saldırmasını
önlemektir. Ferdin gelişmesi, fıtrî esaslar dikkate alınarak sağlanmalıdır.
Bunu, Hz. Peygamber'in çeşitli beldelere ve kabilelere elçiler gönderdiğinde
onlara söylediği sözlerde görüyoruz:
Onları Allah'tan başka
ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır. Eğer
onlar buna itaat ederlerse onlara şunu bildir: Allah onlar üzerine hergün beş
vakit namaz farz kılmıştır. Onlar buna da itaat ederlerse, kendilerine şunu
bildir ki Allah onlar üzerine zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât, zenginlerinden
alınır, fakirlerine verilir.[1]
Böylece İslâm şeriatı
durumu tedvir eder, kişiyi şahsî gücüyle başbaşa bırakmaz. Ayrıca
insanı, sadece başkalarına yardım etmesi için iç alemiyle ve insanî duygularıyla da başbaşa
bırakmaz. İslâm şeriatı bu şekilde kaideler ve kurallar koyarak insanın kişisel
gayretlerine yardım etmekte, bu yardımı, başkalarının ihtiyaçlarına yetecek
kadar yardım etmeyi zorunlu kılmasıyla yapmaktadır. Ferdin inatçılık etmemesi,
enaniyet ve saldırganlığın bütün çeşitlerine kapıyı kapatması ve kendi iç âlemini murakabe etmesi için kaide ve
kurallar vaz'etmiştir. Bunlarla onu adalet ve istikâmet yolunda diğerleriyle
beraber bulundurmak istemiştir. Allah'ın izniyle zekâtın ahkâmı, nasıl toplanacağı ve nerelere dağıtılacağı bahsinde bu hakikat
daha bariz bir şekilde görülecektir.
Zekât, artış anlamına
gelen zekâ fiilinin masdarıdır. Bazı yerlerde de tezkiye (=temizlik, arınma) anlamında
kullanılmıştır.
Nefsini temizleyen
(=zekkâha) kurtuluşa ermiştir. (Şems/9>
İslâm şeriatında
zekât, bazı mallardan alınan belli bir miktarın adıdır. Alınan bu miktarı,
insanlardan belli.sınıflara vermek farzdır. Biraz sonra bu şartlardan
bahsedeceğiz.
Maldan alınan bu
miktara zekât denir, çünkü onu alanların duasıyla mal çoğalıp bereketlenir.
Ayrıca zekât, malı pislikten ve haramdan arındırır.
En sahih görüşe göre
zekât, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret edişinin ikinci yılında teşrî
kılınmış, Ramazan orucunun farz kılınmasından az bir süre önce farz olmuştur.
Zekât, İslâm'ın en
önemli rükûnlarmdan biridir. Zekâtın farz olduğunu belirten kesin deliller,
zekâtı, dinde zaruri olarak bilinen ve inkâr edenin kâfir olacağı rükûnlardan
kılmıştır.
Namazı kılın, zekâtı
verin! (Bakara/43)
'Zekâtı verin' emri
Kur'an'da birçok yerde tekrar edilmiştir. Kur'an'ın 32 ayetinde zekâttan söz
edilmiştir.
Zekât'ın hadîsten
delili ise Hz. Peygamber'in şu sözüdür:
İslâm, beş esas
üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun
kulu ve rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ye
Ramazan orucunu tutmak.[2]
.Onlar buna itaat
ederlerse, kendilerine şunu bildir ki Allah onlara zekâtı farz kılmıştır. Bu
zekât, zenginlerden alınır, fakirlere verilir.[3]
Bu konuda daha birçok
hadîs vardır.
Zekâtın hikmet ve
faydalarının tümünü burada saymak zordur. Bunlar genel olarak fert ve toplumun yararına
olan şeylerdir. Zekâtın faydalarından bir kısmını şöyle sıralayabiliriz;
1. Zekât
veren insan, zekât sayesinde cömertliği öğrenerek bunu âdet edinir. Nefsindeki
cimrilik damarlarını söküp atar. Eğer zekâtını, bizzat kendisi malından ayırıp
verirse bu durumu daha bariz bir şekilde hisseder. Ayrıca zekâtın, malı
eksilttiğinden fazla artırdığına şahit olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sadaka hiçbir malı
eksiltmez.[4]
Zekât, malı eksiltmez
belki artırır. Çünkü Allah Teâlâ, zekât sebebiyle zekât veren kimseden
zararı uzaklaştırır. Halkın ona saldırmasını engeller. O zekât sayesinde
faydalanma yollarını kolaylaştırarak malı çoğaltır. Bütün bunlarla beraber kişi Allah rızası için
infak etmenin sevabını da elde eder.
2. Zekât, zekât verenle alanlar arasındaki
kardeşlik ve sevgi bağını pekiştirir. Zekâtın toplumda yayıldığını, her
müslümanm malının zekâtını hak sahiplerine verdiği düşünülecek olursa,
müslümanlar arasındaki yakınlaşmanın, kaynaşmanın derecesi kestirilebilir.
Müslümanlar arasında yakınlaşma, kaynaşma olmazsa, toplumun temel taşı
mesabesinde olan birlik ve beraberlik sağlanamaz. Müslümanlar birbirlerine tek
bir vücut gibi sevgi ve şefkat göstermek zorunda oldukları halde bunu yapmazlarsa,
toplum ayakta kalamaz.
3. Sosyal
ayrılıklara sebep olan, toplumda
ihtiyaç ve fakirlik kapılarını
açan nedenler ne şekilde meydana gelirse gelsin zekât, toplumun ihtiyaçlarını
karşılar. Zekât, fertler arasında meydana gelen sosyal farklılıkların
tehlikelerinden, fakirliği meydana getiren sebeplerden toplumu koruyacak tek
çaredir.
4. Zekât, tembellik ve tembelliğin,
sebeplerinin çoğunu ortadan kaldırır. Tembelliğin en Önemli sebebi fakirliktir.
Çünkü hiç mala sahip olmayan insan birşey yapma imkânına da sahip olamaz. Fakat
şeriatın gereğine göre zekât müessesesi çalıştığında, fakire, bir iş yapacak
imkân sağlanmış olur.
5. Zekât, kalpleri kin, nefret ve hased gibi
tehlikeli mikroplardan temizleyecek tek yoldur. Toplumda merhamet, yardımlaşma
ve şefkat duyguları kalktığı zaman bu tehlikeli mikroplar yayılır. Zekât
müessesesi tatbik edilip toplumda yaygınlaştırıldığı zaman ise meyveleri açık
bir şekilde görünerek kalpleri kin ve nefretten temizlemede zekât hayret verici
bir etki yapar, halkı, maddi derecelerinin değişik olmasına rağmen kardeş yapmada
önemli bir rol oynar.
Onların mallarından
bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin. (Tevbe/103)
a. Zekâtın farziyetini inkâr ederek vermeyenin
hükmü.
Zekât, İslâm'ın
şehadet kelimesi ile namazdan sonra gelen bir rüknüdür. Bu nedenle âlimler,
zekâtın farziyetini inkâr eden bir kimsenin kâfir olduğunda icma etmişlerdir.
Tevbe etmediği takdirde böyle bir kimsenin kanı helâldir. Çünkü zekât,
farziyeti zaruri olarak bilinen emirlerden biridir. Avam ve havass tüm
müslümanlar bunu bilir. Böyle olduğuna dair bir delil veya burhan getirilmesine
de ihtiyaç yoktur.
Hattabî şöyle
demiştir: 'Kim zekâtın farziyetini inkâr ederse, o, müslümanların ittifakıyla
kâfirdir. İmamlar arasında zekâtın farz olduğu hakkında icma vardır. Hatta
müslümanlann avamı ye havassı da bunu bilmektedir. Bu hususta âlimlerle
cahiller ortaktır. Hiç kimse zekâtı inkâr etmek veya herhangibir şekilde tevil
etmekte mazur sayılamaz. Bu durum,
ümmetin üzerinde icma ettiği beş vakit namaz, Ramazan orucu, cünüplükten
yıkanma, zinanın haramlığı, anne, kızkardeş ve mahremi olan kadınlarla
evlenmenin haramlığı gibi hükümleri
inkâr edenler hakkında da geçerlidir[5]
İbn Hacer el-Askalânî
de şöyle demiştir: 'Zekâtın farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur'.[6]
b. Cimrilikten ötürü zekât vermeyenin hükmü.
Zekâtın farz olduğuna
inandığı halde zekât vermeyen kimse fasıktır, günahkârdır. O, ahirette şiddetli
bir azaba çarptırılacaktır.
Altın ve gümüşü
biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele!
(Zekâtı verilmeyen bu mallar) cehennem ateşinde kızdırılıp onlarla
(istifçilerin) alınları, sırtları ve yanları dağlanacağı gün (onlara): 'İşte bu
kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin
azabını tadın!' denir.
(Tevbe/34-35)
İbn Ömer'den mevkuf;
ve merfû olarak şöyle rivayet edilmiştir-'Zekatı verilen mal, kenz sayılmaz.
Zekâtı verilmeyen mal ise kenzdir'.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Allah bir kimseye mal
verir, o da zekâtını vermezse o mal Kıyamet günü kel bir yılana dönüşür. O
yılan çok zehirli olduğundan ötürü tepesinde tüy yoktur. O yılanın ağzında iki
diş vardır veya gözlerinin üstünde iki siyah nokta vardır ki bu yılan,
yılanların en dehşetlisi ve en pisidir. Allah Kıyamet günü o yılanı onun
boynuna sarar. O yılan onun iki dudağından tutup ona 'Ben, senin dünyada istif
ettiğin malınım' der.[7]
Hz. Peygamber bunu
söyledikten sonra şu ayeti okudu:
Sakın Allah'ın fazl u
kereminden kendilerine verdiklerinde cimrilik edenler, bunun kendileri için
daha hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir serdir. Kıyamet
gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin
mirası Allah'ındır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. (Âiu
İmran/180)
Bu anlamda daha birçok
ayet ve hadîs vardır.
Zekât vermeyenlerin
dünyadaki durumu ise, zekâtın kendilerinden zorla alınmasıdır. İnsanlar bu
hususta inat gösterip zekât memuruna itaat etmezlerse, Allah'ın şeriatını
uygulayan idareci, gerekirse savaş yoluyla cebren zekâtı onlardan alır.
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmektedir: Hz. Peygamber vefat edip de Ebubekir halife olunca bazı
Arab kabileleri küfre döndü. Hz. Ebubekir onlara savaş
açtı. Bunun üzerine Hz. Ömer,
Hz. Ebubekir'e "Hz. Peygamber 'Allah'tan
başka ilah yok deyinceye kadar
insanlarla savaşmakla emrolundum. Kim Lâ ilahe illallah derse İslâm
hakkı müstesna, benden malını ve canını korumuştur, hesabı da Allah'a aittir'
demiş olduğu halde sen
insanlarla nasıl
savaşıyorsun?" dedi. Hz. Ebubekir 'Vallahi namazla zekât arasını
ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Vallahi bunlar
Rasûlullah'a veregeldikleri zekâtı benden esirgerlerse, bundan dolayı onlarla
muhakkak savaşırım' dedi. Ömer b. Hattab 'Vallahi aziz ve celil olan Allah'ın
kıtal için Ebubekir'in gönlünü katiyetle açmış olduğuna tamamen kani oldum ve
savaşın hak olduğunu öğrendim' dedi[8]
Zekât, aşağıdaki
şartlara sahip olan kimselere vacibdir:
1. Müslüman
olmak.
Bu nedenle kâfir olan
bir kimse zekâtla mükellef tutulamaz ve muahaze edilemez. Bunun delili, Hz.
Peygamber'in Muaz'ı elçi olarak gönderdiğinde söylediği şu sözlerdir:
Onları, Allah'tan
başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmeye çağır...
Eğer onlar buna itaat ederlerse kendilerine şunu bildir ki Allah onlar üzerine
zekâtı farz kılmıştır.2
Görüldüğü gibi zekât,
Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın elçisi
olduğuna şahitlik etmeye bağlanmıştır. Hz. Ebubekir'in şu sözü de zekâtın
kâfirlere vacib olmadığına delildir: 'Bu, Rasûlullah'ın müslümanlara farz
kıldığı sadakanın farizesidir'.[9]
Hz. Peygamber'in
'müslümanlara farzdır' sözünden açıkça anlaşılmaktadır ki müslüman olmayana
zekât farz değildir. Bu husus, malın zekâtı hakkındadır. Ancak fıtır sadakası,
bazen müslüman akrabalarından
Daha önce geçmişti.
ötürü kâfir kimseye
lâzım gelebilir. Kâfir de nafakası kendisine ait olan müslümanların fitır sadakasını vermek zorundadır.
Bu konu -Allah'ın izniyle- ileride gelecektir.
2. Nisab miktarına mâlik olmak.
Nisab, kendisine zekât
düşen malın en az miktarıdır. Bunun delili kendilerine zekât düşen mallardan
bahsederken geçmektedir.
3. Nisab miktarına ulaşan malın üzerinden, kamerî
bir yıl geçmiş olması.
Bu nedenle üzerinden
bir yıl geçmemiş olan mal ne kadar çok olursa olsun ona zekât düşmez. Bunun
delili şu hadîstir:
Üzerinden bir sene
geçmedikçe hiçbir mala zekât lâzım gelmez.[10]
Ekin, meyve ve hazine
bu şarttan istisna edilmiştir. Bunların zekâtlarının vacib olması için
üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir. Bunlar ele geçer geçmez zekâtları
verilmelidir. Bunların tafsilatı -Allah'ın izniyle-yerinde gelecektir.
Sözü geçen şartlardan
anlaşılmıştır ki bir mala zekâtın vacib olması için mal sahibinin akıllı ve
baliğ olması şart değildir.
Çocukla delinin malına
zekâtın vacib oluşunun anlamı, onların şer'an mükellef olmaları dolayısıyla
mallarının zekâtını vermelerinin vacib olması demektir. Eğer zekâtlarını
vermezlerse kıyamet günü cezasını göreceklerdir anlamında değildir. Onların
mallarına zekâtın vacib olmasının mânâsı şudur: Zekât, onların mallarıyla
ilgilidir. Onların mallarında zekât şartları oluştuğunda, velilerinin malın
zekâtını hak sahiplerine vermesi vacib olur. Eğer veliler bu hususta ihmal
gösterirlerse günahkâr olup azaba müstehak olurlar. Eğer velileri yoksa,
çocuğun baliğ olduktan, delinin de akıllandıktan sonra geçen senelerin zekâtını
hesaplayıp vermesi gerekir.
Onların mallarından
bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip
tezkiye edesin.
(Tevbe/103)
"Onların
mallarında isteyenler ve mahrum olanlar için bir hak vardır.
(Mearic/24-25)
Görüldüğü gibi bu
ayetler, Allah'ın kullarına verdiği malda yoksullar için bir hak bulunduğuna
delâlet etmektedir. Allah Teâlâ, peygamberine de o hakkı o maldan alıp
sahiplerine vermesini emretmiştir.
Allah, burada bir mal
sahibini diğerinden ayırmamıştır. Bu durumda mal sahibi olan herkese zekât
vermek farzdır. Ayrıca zekâtı herhangibir mala da tahsis etmemiştir.
İkinci derecede,
daha önce bahsi
geçen şu haber
de bunun delilidir. Hz.
Ebubekir şöyle demiştir:
'Bu, Hz. Peygamber'in müslümanlar üzerine farz
kıldığı sadaka farizasıdır'.[11]
Bu rivayetin metninde
geçen el-müslimûn kelimesi umumidir; baliğ olan olmayan, akıllı olan olmayan
herkesi kapsar. Hz. Peygamber'den bunu tahsis eden bir delil gelmedikçe,
kelimenin umumi mânâda olması esastır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Kim malı olan bir
yetimin velisi olursa, o mal ile onun için ticaret yapsın. Zekâtın, o malı
yeyip bitirmesini beklemesin.[12]
Yetimlerin mallarıyla
ticaret yapın ki zekât, onların mallarını tüketmesin.[13]
Bu iki hadîsin delil
olma noktası şudur: Bu iki hadîs, malın âtıl bırakıldığında zekâtın o malı
tüketeceğine delâlet eder. Çünkü her yıl zekâtı çıkarıldığında bir müddet
sonra o mal nisab miktarından aşağıya düşer. Malın boşa gitmesi veya tükenmesi
ancak o malı çalıştırmadan zekât vermekle olur. Çocuğun malına zekât
düşmeseydi o maldan zekât vermek caiz olmazdı. Çünkü çocuğun velisi onun malını
teberru olarak bir yere veremez. Bu da çocuğun malına zekât düştüğüne delâlet
eder. Bu hususta deli de çocuğa kıyas edilir. Çünkü deli de çocuk hükmündedir.
Hz. Ömer şöyle
demiştir: 'Yetimlerin mallarıyla ticaret yapınız ki zekât onu yeyip
bitirmesin',[14]
Hz. Ömer, bir kişiye
şöyle demiştir: 'Bizim yanımızda bir yetimin mâlı var ve zekât onu süratle
tüketiyor'.[15]
İmam Şafii ve hocası
İmam Mâlik'ten gelen bu iki rivayetle istidlal etmek, tıpkı bahsi geçen iki
hadîsle istidlal etmek gibidir. İmam Mâlik'in Abdurrahman b. Kasım'dan, onun da
babasından rivayet ettiği şu hâdisede de bunu teyid etmektedir: 'Aişe hem
benim, hem de yetim olan iki kardeşimin velisiydi. Biz onun evinde kalıyorduk.
O, bizim malımızdan zekât veriyordu'.[16]
Ayrıca zekât, fıtır
sadakasına kıyas edilir. Zira fıtır sadakasının çocuklar ve deliler için de
verilmesinin vacib olduğunda icma vardır. Çocukluk ve delilik, onlar için fıtır
sadakası verilmesinin vacib olmasına engel teşkil etmediği gibi, onların
malları nisab miktarını aştığında zekâtın vacib olmasına da engel teşkil
etmemelidir.
Zekâttan maksat,
fakirlerin ihtiyacını gidermek, o malda hakkı bulunanlara hakkını vermek
suretiyle malı temizlemektir. Bunun için de mal sahibinin kimliği değil,
müslüman olması (ailesinin müslüman olması) dikkate alınır. Durum böyle olursa
delinin de, çocuğun da malına zekât düşer. Zekât malı, fıtır sadakası gibidir.
Çünkü ikisi de malî bir haktır.
Zekât, sadece bedenî
bir ibadet değildir ki mükellef olma şartı aransın veya mükellef olmamak
zekâtın farziyetine tesir etsin. Zekât, malî tarafı ağır basan bir ibadettir ve
iktisadî adaletin bir yönünü teşkil eder. Bu bakımdan bu hususta tüm mal
sahiplerinin eşit olması gerekir.
Zekâtın vacib
olmasındaki esas, malın artmasıdır. Bu bakımdan artmaya kabiliyeti olan her
mala zekât düşer. Camid (donuk) ve gelişmeyen mallara zekât taalluk etmez.
Bunun hikmeti açıktır. Çünkü donuk ve çelişmeyen bir maldan zekât verildiğinde
takriben kırk yılda zekât o malı yok eder. Böylece mal sahibi zarara uğramış
olur.
Gelişmeye kabiliyeti
olan mala gelince, zekât burada gelişmeye tâbi olarak taalluk eder. Malın
esasının, zekâttan ötürü yok olma tehlikesi ortadan kalkar. İşte bu esasa
binaen kendisine zekâtın vacib olduğu mallar şunlardır:
1. Altın ve
Gümüş
Altın ve gümüşe, ister
sikkeli, ister sikkesiz olsun zekât düşer. Bunlar hakikaten veya itibaren mülk
sahibinin tasarrufu altına giren maldır. Bunlar, altın ve gümüşün yerine geçen
kağıt paralar ve senetler de olabilir.
Altın ve gümüşü
biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azabı müjdele!
(Tevbe/34)
: Keneden
(biriktirmekten) maksat, kendisine zekât düşen malı hapsetmektir. Buharî,
yukarıdaki ayetin tefsirini îbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor: 'Malı biriktirip
de onun zekâtını vermeyen kimseye azap vardır'.[17]
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Altın ve gümüşün
(zekât) haklarını te'diye etmeyen her altın ve gümüş sahibi kıyamet günü
olduğunda, o altın ve gümüşleri kendisi için ateşten levhalar haline getirilir,
cehennem ateşinde kızdırılır sonra bu kızgın levhalarla böğrü, alnı ve sırtı
dağlanır. Bunlar soğudukça azap için
tekrar kızdırılır. Bu azaplandırma miktarı elli bin sene olan bir gün içinde,
kullar arasında hüküm verilinceye kadar sürer. Neticede o kimse ya cennete veya
cehenneme doğru giden yolunu görür (yahut, cennet veya cehenneme doğru giden
yol kendisine gösterilir).[18]
a. Gümüşten yapılmış dirhemler, altından
yapılmış dinarlar, onlardan meydana getirilen altın ve gümüş sikkeler.
b. Altın ve
gümüş külçeler.
c. Kullanmak veya süs için hazırlanan altın ve
gümüş eşyalar. Kadınların Zînet
Eşyalarında Zekât Yoktur
Zekât düşen süs
eşyalarından, kadının süs eşyası istisna edilmiştir. Onlarda zekât yoktur.
Örneğin kadının israf sınırına varmayan altın veya gümüş takısına veya erkeğin
gümüş yüzüğüne zekât düşmez. Bunun nedeni, onları süs eşyası olarak
kullanmanın onlardaki gelişme sıfatını yok etmesidir.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Zînet eşyasında zekât
yoktur.[19]
Sahabeden rivayet
edilen eserler de bu hükmü teyid etmektedir. İmam Mâlik'in Hz. Aişe'den rivayet
ettiğine göre Hz. Aişe, kardeşinin kızlarının velisiydi. Bu yetimler onun
yanındaydı. Hz. Aişe onların takılanndan zekât vermiyordu.[20]
Abdullah b. Ömer,
kızlarına ve cariyelerine altın takılar yaptırırdı ve bunlardan zekât vermezdi.
. Bir kişi Cabir b. Abdullah'a şöyle sordu:
- Takıda zekât var mı?
- Hayır, yok![21]
Bu hüküm, altın ve
gümüşten olup da kullanılması haram olan eşyalar için geçerli değildir. Meselâ
bir kişi gümüş yüzükten başka bir takı edinirse veya kullandığı aletleri altın
ve gümüşten yaparsa veya duvara asmak için altın veya gümüşten bir levha
yaparsa bunlara zekât düşer. Bu eşyalarda gelişme vasfı her ne kadar ortadan
kalkmışsa da buna itibar edilmez. Çünkü gelişme vasfını ortadan kaldıran
sebebin kendisi haramdır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Altın ve gümüş
kaplardan içmeyiniz. Altın ve gümüş tabaklar içinde yemeyiniz. Çünkü bu eşya
dünyadan onlara (kâfirlere) ait (zînet eşyası)dır, ahirette de bizim
olacaklardır.[22]
Diğer kullanım
şekilleri de yeme ve içmeye kıyas edilmiştir; yani o kaplarda yemek-içmek yasak
olduğu gibi, onları rafa koymak da yasaktır. Nitekim süs için edinmek de
kullanmaya kıyas edilmiştir. Çünkü süs için edinmek, kullanmaya sevkeder. Şârî
ise buna izin vermemiştir. Buradaki asıl, haram olmasıdır. Bu da hem kadınları,
hem de erkekleri eşit şekilde bağlayıcıdır.
2. Zekâtın
vacib olduğu mallardan ikincisi en'âmdır.
En'âmdan maksat, deve,
sığır ve koyunlardır."Keçi de kovuna ilhak edilmiştir.
Bu hayvanlarda zekâtın
vacib olduğuna dair delil şudur:
Enes b. Mâlik'ten
rivayet edildiğine göre Hz. Ebubekir, kendisine bir mektup yazarak onu
Bahreyn'e gönderdi. O mektubun başında şöyle yazıyordu:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bu, Rasûlullah'ın müslümanlar üzerine farz kıldığı sadaka farizesidir.
Müslümanlardan bunu gereği gibi isteyene onu verin, bundan daha fazlasını
isteyene vermeyin![23]Bu,
uzun bir rivayettir. Devamında zekât düşen malların cinsleri zikredilmiş,
nisabları açıklanmış, ne kadar zekâtın vacib olduğu belirtilmiştir. Bunları
kitabımızın çeşitli yerlerinde inceleyeceğiz, açıklamaları da orada
yapılacaktır.
3. Ziraî
mahsuller ve meyveler
Ziraî mahsullerin ve
meyvelerin, halkın normal durumlarda çürümeden azık edinebildikleri
kısımlarına zekât düşer. Meyvelerden yaş hurma ile yaş üzüm, ziraî mahsullerden
de buğday, arpa, pirinç, mercimek, nohut ve mısır gibi yiyecekler bu kışıma
girer. Sadece kıtlık zamanlarında azık edinilen yiyecekler zekât hususunda
dikkate alınmazlar.
Herbiri mahsul verdiği
zaman mahsulünden yeyin. Devşirme gününde hakkını verin. (Enıâm/l4l)
İbn Abbas'tan rivayet
edildiğine göre ayetteki 'hak'tan maksat, zekâtını vermektir.
Ey iman edenler!
Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdiklerimizin iyilerinden
sarfedin.
(Bakara/267)
İleride bu hususta
-Allah dilerse- zikredilecek daha birçok delil vardır. Bu ayetin bu konuya
mahsus olduğuna şu hadîs delâlet eder:
Hurmaların tahmini
gibi onlara da tahmin yapılır ve bilâhere hurmanın zekâtı kuru hurma olarak
ödenir.[24]
Hz. Peygamber, Ebu
Musa el-Eş'arî ile Muaz b. Cebel'i, İslâm'ı öğretmek üzere Yemen'e gönderirken
kendilerine şöyle buyurdu:
Zekâtı; ancak arpa,
buğday, kuru üzüm ve kuru hurmadan alın.[25]
Yine Hz. Peygamber
salatalık, kavun ve nar'ın zekâtının olmadığını söylemiştir.[26]
Hadîsin metninde geçen
el-kâdıb daha yaşken kesilip yenen bir bitkidir.
Genellikle azık
edinilen yiyecekler, arpa ve buğdaya kıyas edilmiştir. Çünkü azık edinmek,
hayat için zaruridir. Bu bakımdan ihtiyaç sahipleri için, o yiyeceklerden bir
hak ayrılması vacib olmuştur.
4. Ticaret
mallan
Buradaki ticaretten
maksat, bir malı karşılıklı olarak kâr maksadıyla değiş-tokuş yapmaktır. Bu da
malın belli bir çeşidine mahsus değildir. Kâr amacıyla karşılıklı değiş-tokuş
yapılan mallar, ticaret mallarıdır.
Ey iman edenler!
Kazandıklarınızdan ve sizin için yerden bitirdiklerimizin iyilerinden
sarfedin. (Bakara/267)
Mücahid 'Bu ayet
ticaret hakkında nazil oldu' demiştir. Bunun anlamı 'Ticaret yoluyla
kazandığınız mallardan zekât verin!' demektir. Hz. Peygamber de şöyle
buyurmuştur:
Devede, sığırda,
koyunda ve kumaşta zekât vardır.[27]
Hadîsin metninde geçen
el-beden maksat, satılmak için hazırlanan kumaşlardır. Ticaret için hazırlanan
diğer mallar da buna kıyas edilmiştir
Semure b. Cündüb şöyle
demiştir: 'Hz. Peygamber, bize satış iÇin hazırladığımız mallardan sadaka (=zekât)
vermemizi emrediyordu'.[28]
Elde edilen malların
ticaret malı olması ve o mala zekâtın vacib olması için aşağıdaki şartların
tahakkuk etmesi gerekir:
a. Alışveriş, icare, mehir ve benzeri gibi bir
bedel karşılığı elde edilen bir mal olması.
Miras, vasiyet veya
hibe yoluyla elde edilen mal ticarî mal sayılmaz.
b. Mal elde edildiği anda onunla ticaret yapmaya
niyet edilmesi ve bu niyetin devamlı olması.
Kişi malı elde
ettiğinde o mal ile ticaret yapmaya niyet etmezse, o mal ticarî mallardan
sayılmaz. Hatta aldığı anda değil de daha sonra niyet etse bile o mal. yine
ticarî mallar kapsamına girmez. Ticaret amacıyla alman, fakat daha sonra
kendisi mülk edinilip ticaret yapılmamaya niyet edilen mala da zekât düşmez.
Bunlardan maksat, yer
altından çıkarılan altın ve gümüştür. Eğer çıkarılan madde, karışık olduğu
diğer maddelerden tasfiye edilirse bu maden'dir. Eğer çıkarılan madde,
İslâm'dan önce para olarak kullanılan bİrşey ise bu da rikazfdır. Fakat İslâm'dan
sonra yere gömülmüş olduğu sabit olursa, bu 'zayi olan mallar' kapsamına girer.
Bunun özel kısımları vardır ve Lukata konusunda tafsilatlı olarak
açıklanacaktır.
Hz. Peygamber
'el-Kabeliyye' denilen beldenin madenlerinden zekât almıştır. Bu yer Mekke ile
Medine arasında bulunan 'el-Furğ' isimli köyün nahiyesidir.
İmam Nevevî
'Arkadaşlarımız, madenlerde zekâtın vacib olduğu hususunda ümmetin ittifak
ettiğini söylemişlerdir' demiştir.[29]
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Define mallarında
beşte bir nisbetinde zekât vardır.[30]
Rikaz ve maden de
altın ve gümüş olmakla beraber biz onları zekât mallarından ayırıp müstakil bir
çeşit olarak dikkate aldık. Çünkü onların kendilerine mahsus hükümleri vardır.
Bunların, senenin geçmesi ve yüz-deleriyle ilgili hükümleri ileriki fasıllarda
incelenecektir. Bu yüzden bunları zekât düşen mallardan ayırarak müstakil bir
çeşit olarak inceledik. Fakat maden ve rikaz, gerçekte altın ve gümüş
kapsamındadır.
Zekât düşen malların
çeşitlerini daha önce zikretmiştik. Nisab, zekât düşen malın en az sınırıdır.
Nisab miktarına ulaşmayan mala zekât düşmez. Her malın, zekât düşmesi için
belli ve kendine mahsus bir nisabı vardır. Bunları teker teker inceleyelim.
20 miskale ulaşmayan
altına zekât düşmez. 200 dirheme ulaşmayan gümüşe de zekât düşmez. Buna göre
altının nisabı 20 mıskal, gümüşün nisabı da 200 dirhem olmaktadır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Senin 200 dirhemin
olur da üzerinden sene geçerse, ona 5 dirhem zekât lâzım gelir. 20 miskal
olmadıkça altından zekât lâzım gelmez.
Senin 20 mıskal
altının olur ve üzerinden sene geçerse yanm dinar zekât lâzım gelir. Bundan
fazla olduğunda fazlanın hesabına düşen verilir.[31]
5 ukiyeden az olan
gümüşte zekât yoktur.[32]
Hadîsin metnindeki
verik kelimesi, gümüş demektir. Evak ise ev-kiye'nin çoğuludur ve 40 dirhem
demektir.
Şu an mâruf olan iki
çeşit miskal vardır:
a. Acem
miskali.
Bu miskal, 4.8 grama
eşittir. 20 miskal, % grama eşittir.
b. Irak
miskali.
Bu da 5 grama eşittir.
Bu bakımdan 20 miskal, 100 grama denktir.
Bu hususta, ikisinden
en az olana, yani 96 grama itibar etmek daha ihtiyatlıdır. Çünkü fakirin maslahatı
bununla daha iyi gözetilmiş olur. 1 gram altının değeri, Türk parasıyla 100.000
TL. olursa, nisab miktarı bugünkü fiyatla çarpıldığında 9.600.000 TL. olur.
Altının fiyatı, normal değişmelerde bu şekilde dikkate alınır. Ancak normal
olmayan durumlardaki fiyatı dikkate alınmaz.
10 dirhemin, tartıda 7
miskale eşit olduğunda ittifak edilmiştir. Yani 10 dirhem 33.6 grama denktir.
Bu birinci ihtimal kabul edildiği takdirde böyledir. Bu bakımdan 200 dirhem,
672 gram altın veya gümüşe denktir. İslâm tarihine baktığımızda, İslâm'ın
başlangıcında 200 dirhem gümüşün, 20 miskal altına denk olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre de 20 miskal altın ile 200 dirhem gümüş nisab miktarı sayılıyor ve
zekât vacib oluyordu. Sonra altının değeri değişerek 20 miskal altının
kıymeti, 200 dirhem gümüşün kıymetini çok aştı. Şu anda da durum böyledir. Her
iki ihtimale binaen de kağıt para edinen kimse onu gümüşün bedeli olarak
dikkate alabilir, Bu. durumda 96 gram altına bedel olduğunda ona zekât vacib
olur. Eldeki para 672 gram gümüşe denk ise, en ihtiyatlı yol şudur:
Fakirler için, altın
ve gümüşe göre takdir edildiğinde hangisinin daha yararlı olduğu dikkate
alınmalıdır. Ancak bu şekilde yapıldığında, Allah katındaki zekâtın ödendiği
kanaatine varılabilir. Gümüşe göre takdir edildiğinde, altına göre nisab
miktarı düşer ve az malda zekât vacib olur. Bu durumda müslüman gümüşe göre
takdir etmeli ve zekâtını ödemelidir. Böylece zimmet-i beraet etmelidir.
Nisab miktarına ulaşan
altın ve gümüşte zekâtın vacib olmasının şartı, üzerinden 1 senenin geçmiş
olmasıdır.
Altın veya gümüş,
nisab miktarına ulaştığında, zekâtın vacib olması için bu malın, mükellefin
eline geçtiği andan itibaren üzerinden 1 senenin geçmesi gerekir. Bu müddet zarfında nisab miktarından aşağı
düşmemelidir.
Bunun delili, Hz.
Peygamber'in şu hadîsidir:
Üzerinden sene
geçmedikçe hiçbir mala zekât yoktur.[33]
Mal, nisab miktarından
aşağı düştüğünde, isterse senenin bir gününde veya senenin bir saatinde düşmüş
olsun, tekrar artıp nisab miktarına ulaştığı zamana kadar nisab miktarına
ulaşmış kabul edilmez. Tekrar nisab miktarına ulaşıp bütün sene boyunca hiç
düşmeden kaldığında zekât vacib olur.[34]
Nisab miktarına veya
fazlasına ulaşan altın veya gümüşün üzerinden 1 sene geçmişse, yukarıda
sözügeçen şart da tahakkuk etmişse, malın tamamında % 2.5 (=1/40) zekât
vardır.
Bunun delili, daha
önce bahsi geçen hadîstir. Ayrıca Hz. Ebubekir'in mektubunda yazılı olan şu
hükümdür: 'Rükka'da % 2.5 (=1/40) vardır'.
Buradaki rükka'dan
maksat gümüştür.
Paranın zekâtının para
olarak verilmesi gerektiğinde ihtilaf yoktur Mükellef zekâtını idareciye veya
vekiline verdikten sonra, onlar o zekâtı hak sahiplerine vermeden önce
değiştirmeye yetkili değillerdir; yani para olarak aldıkları zekâtı, para
olarak sahiplerine dağıtmaları gerekir.
Nevevî şöyle der:
"Arkadaşlarımız 'Ne idarecinin, ne de zekât memurunun, zekât mallarından
herhangibir şeyi, ortada bir zaruret olmaksızın satmaya yetkisi yoktur. Alınan
zekâtı, olduğu gibi hak sahiplerine dağıtmak mecburiyetindedirler. Çünkü zekât
verilen kişiler, vâsi ve veliye ihtiyaçları olmayan aklı başında kimselerdir.
Bu bakımdan onların hakkı olan birşeyi, onların iznini almadan değiştirmek veya
satmak caiz olmaz' demişlerdir".[35]
İmam Nevevî'nin
kasdettiği zaruret şekli şöyle olabilir: Alınan zekâtın telef olmasından veya
hak sahiplerine ulaşıncaya kadar bozulmasından endişe edilir veya hak
sahiplerine ulaştırmak için paraya ihtiyaç duyulması sözkonusu olursa, idareci
bu durumda malların bir kısmını satar, gerisini götürür. Ancak böyle bir
zaruret olduğunda zekât malı değiştirilebilir veya satılabilir.
Bu fetvaya binaen
hayır cemiyetlerini idare edenlerin dikkatini çekiyoruz. Zekât diye aldıkları
paraları 'Talebelerin maslahatına daha uygundur' diye gıda maddeleriyle veya
başka maddelerle değiştiremezler. Ancak o zekât hak sahiplerine verildikten
sonra onda tasarruf edebilirler. Bu mallan ne kendileri için, ne de aileleri
için kullanamazlar. İhlas sahibi olanlara tavsiyemiz, eğer ecir ve sevap almak
istiyorlarsa, Şârî'nin emrettiği gibi davranmaktan kaçınmamalıdırlar. Allah'ın
şeriatında zan ve batıl tasavvurlara sapmamahdırlar. Kendilerini, Allah'ın veli
kılmadığı kimseler üzerine veli kılmamahdırlar. Nevevî'nin büyük âlimlerden
naklettiği bu fetvaya yapışmalıdırlar. Zekâta müstehak olan kimseler reşid
kimselerdir, dolayısıyla herhangibir kimse onların velisi olamaz. Bu bakımdan
onların hakkı olan zekâtta, onların eline geçmeden önce kendiliklerinden
tasarruf yapamaz ve onların izni olmadan dağıtamazlar. Onların izinleri de mal
ellerine geçtikten sonra dikkate alınır. Onlar haklarını bizzat aldıktan sonra
başkalarına izin verebilirler.
Nevevî, Şafii
âlimlerinin şöyle dediğini nakleder: 'Eğer deve, sığır veya koyunun zekât
verilmesi gerekiyorsa, mal sahibi onu satarak parasını zekât olarak veremez. Bu
hususta ihtilaf yoktur. Hak sahiplerini bir araya toplayıp deveyi kendilerine
teslim etmesi gerekir Onlar isterlerse deveyi satar, parasını paylaşırlar.
Cumhura göre İmam'ın hükmü de böyledir'[36]
Şunu hiçbir zaman
aklımızdan çıkarmamalıyız: Zekât, bir ibadettir, ibadette de reyin yeri yoktur.
İctihad ancak dar sınırlar dahilinde olur. Bunun için fakihler burada nasslann
sınırında durmuş ve nasslara muhalefette bir maslahat olduğu vehmine
kapılmamışlardır.
Nevevî, İmam
Harameyn'den şöyle naklediyor: 'Arkadaşlarımızın iti-mad ettiği esas şudur:
Zekât, insanları Allah'a yaklaştıran malî bir ibadettir. Böyle olan herşeyde
Allah'ın emrine tâbi olmak gerekir. Bir kişi vekiline falan elbiseyi almasını
emretse, vekil, müvekkilinin yararına da olsa başka bir elbise alamaz. Bu
bakımdan Allah'ın emriyle vacib olan bir emre ittiba evladır'.[37]
En'âm'dan maksadın,
deve, sığır ve koyun olduğunu zikretmiştik. Develer 5 adet olunca nisab
miktarına ulaşmış olur, 5'ten az olan develerde zekât yoktur. Develerin sayısı
arttıkça zekâtları da ona göre artar.
Devenin Nisabı
Nisab |
Miktar |
5fden 9'a |
1 koyun |
10'dan 14'e |
2 koyun |
15'den 19ra |
3 koyun |
20'den 24'e |
4 koyun |
25'den 35'e |
1 deve (iki yaşında) |
36'dan 45'e |
1 deve (üç yaşında) |
46'dan 60'a |
1 deve (dört
yaşında) |
6l'den75'e |
1 deve (beş yaşında) |
76'dan 90'a |
2 deve (iki yaşında) |
91'den 120'ye |
2 deve (dört
yaşında) |
Develer fazlalaştıkça
her 40 deve için üç yaşına basmış 1 dişi deve her 50 deve için dört yaşına
basmış 1 dişi deve verilir. Eğer deve sayısı 170'e ulaşırsa onlarda, üzerinden
1 sene geçtikten sonra iki yaşını doldurmuş 3 dişi deve ve üç yaşını doldurmuş
1 dişi deve zekât olarak verilir. 170 devede üç tane 40, bir tane de 50
vardır.
Hz. Ebubekir, Enes'i
zekât toplamak için Bahreyn'e gönderirken şu mektubu yazdı:
Rahman ve rahim
Allah'ın adıyla! Bu, Peygamber'in muslümanlar üzerine farz kıldığı zekâttır.
Allah" onu, rasûlüne emretmiştir. Kim onu gerektiği şekilde isterse ona
verin her kim de fazlasını isterse ona da vermeyin. 24 ve daha aşağı olan
develerin zekâtı koyun olarak verilir. Her 5 deve için bir koyun. Develer 25'e
ulaştı mı, 25ften 35'e kadar 2 yaşma basmış bir dişi deve verilir. Eğer 2
yaşına basmış dişi deve yoksa, 2 yaşına basmış bir erkek deve verilir. Develer
3ö'ya ulaştığında 45'e kadar 3 yaşma basmış dişi bir deve verilir. 46'dan 60'a
kadar olan develerde 4 yaşma basmış dişi bir deve verilir. 61'den 75re kadar 5
yaşına basmış dişi bir deve verilir. 66'dan 90'a kadar olan develerde 3 yaşma
basmış iki dişi deve verilir. 91'den 120'ye kadar olan develerde 4 yaşına
basmış iki dişi deve verilir. Bunlar
kendilerini erkek deveye teslim edecek hale gelmiş olmalıdırlar. 120'den fazla
olan develerde her 40 deve için 3 yaşına basmış dişi bir deve ve her 50 deve
için 4 yaşına girmiş bir dişi deve verilir.1
Sığırın nisabı ise
otuza ulaşmasıdır. Sığırların sayısı arttıkça zekât oranı da artar. Sığırların
zekâtı, aşağıdaki şekildedir:
Nisab |
Miktar |
30'dan 39ra |
1 erkek veya dişi
buzağı (bir yaşında) |
40'dan 59'a |
1 dişi buzağı (iki
yaşında) |
60'dan 69'a |
2 buzağı (bir
yaşında) |
Buharî/1386
Zekât
307
70'den 79'a |
1 dişi buzağı (iki yaşında), 1
erkek buzağı (bir yaşında) |
80'den 89'a |
2 dişi buzağı (iki
yaşında) |
90'dan 99'a |
3 erkek buzağı (bir
yaşında) |
100'den 109'a |
1 dişi buzağı (iki
yaşında), 2 erkek buzağı (bir yaşında) |
110'dan 119'a |
2 dişi buzağı (iki
yaşında), 1 erkek buzağı (bir yaşında) |
Sığırların sayısı
arttıkça her 30 sığırda bir yaşında erkek bir buzağı, her 40 sığırda iki
yaşında dişi bir buzağı verilir.
Bunun delili Muaz'ın
rivayet ettiği şu hadîstir: 'Hz. Peygamber beni Yemen'e gönderdi. Bana her 30
sığırdan, bir yaşında erkek veya dişi bir sığır, her 40 sığırdan İki yaşında bir
dişi sığır almamı emretti'.[38]
Kırka ulaşmayan
koyunların zekâtı yoktur. Kırka ulaştığında zekât olarak bir koyun verilir. Koyunların
sayısı arttıkça zekât oranı da artar. Koyunların zekâtı aşağıdaki şekildedir:
Nisab |
Miktar |
40fdan 120'ye |
1 koyun (bir
yaşında) veya 1 keçi (iki yaşında) |
121'den 200'e |
2 koyun |
201'den 300'e |
3 koyun |
Bundan sonra her yüz
koyun için bir koyun zekât verilir.
Bunun delili, Hz.
Ebubekir'in Enes'i gönderirken yazmış olduğu şu mektuptur:
Otlatılan koyunlar
40'a ulaştığında 120'e kadar 1 koyun zekât düşer. 120'den 200'e kadar olan
koyunlarda 2 koyun, 200'den 300'e kadar . olan koyunlarda 3 koyun, 300'den
fazla olan koyunlarda her 100 koyun için 1 koyun zekât verilir. Eğer otlatılan
koyunlar 40rdan az ise, 39 bile olsa onlara zekât düşmez. Ancak mal sahibi
isterse verebilir.[39]
Zekâtın vacib
olmasının genel şartlarını açıklamıştık. Ancak hayvanlarda zekâtın vacib
olması için birtakım özel şartların daha bulunması gerekir. Bu şartlar
aşağıdadır:
1. Zekât düşmesi için hayvanın otlaması gerekir.
Hayvan senenin çoğunu
otlayarak geçirmelidir. Yaşamı otlamaktan başka birşeye bağlı olmamalıdır.
Çünkü yukarıda bahsi geçen hadîste bu husus belirtilmiştir.
2. Hayvan çalıştırmak için değil, sütü, yavrusu
ve eti için edinilmiş olmalıdır.
Çalıştırmak için
edinilmiş hayvanlara zekât düşmez. Bunun delili, Hz. Peygamber'in şu hadîsidir:
Çalışan sığırlarda
zekât yoktur.[40]
Diğer çalışan
hayvanlar da sığıra kıyas edilmiştir.
3.. Sene
içinde dünyaya gelen yavrular, üzerinden bir sene geçme şartından istisna
edilir.
Bu durumda annelerinin
üzerinden bir sene geçmesi şartı yavrularda yoktur, onlar annelerine
tabidirler. Zekât senesi dolmak üzereyken dünyaya gelen yavrular da anneleri
gibi zekâta tabidirler.
Ziraî mahsuller ile
meyvelerin nisabını daha önce açıklamıştık. Bunların Kur'an ve Sünnet'ten
delilleri de orada zikredilmişti. Şimdi ziraî mahsul ve meyvelerde zekâtın
vacib olmasının şartlarını izah etmeye çalışalım.
Ziraî mahsul ve
meyveler, kabukları ayrıldıktan, toprak ve çamurları temizlendikten sonra
yaklaşık 5 vesk olmalı ki zekât vacib olsun. Eğer meyve kurutuluyorsa
kurutulduktan sonra 5 veya 6 vesk'e ulaşırsa veya daha fazla olursa zekât vacib
olur. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
5 vesk'ten aşağı olan
miktarda zekât yoktur.[41]
5 vesk'e ulaşmayan
dane ve hurmada zekât yoktur.[42]'
Vesk bir tartı
ölçüsüdür. Hz. Peygamber onu, kendi zamanındaki Medine sa'larından 60 sa1 ile
takdir etmiştir. Yukarıda sözügeçen İbn Hibban'ın rivayet ettiği hadîste şu
ibare vardır: 'Vesk 6 sa', sa' ise 4 müd'dür'., Dairet'uI-MâariPil-İsIâmî
isimli kitapta 1 sa', 3 litre olarak takdir edilmiştir. Bu takdire göre 1 vesk,
180 litre olur. Buna göre ziraî mahsul ve meyvelerin nisabı, 900 litre olur.
Ağaçlar gibi yağmur
suyundan veya nehir suyundan hiçbir masraf yapmadan beslenen mahsul ve
meyvelerden -eğer nisab miktarına ulaşmışsa- 1/10 zekât vardır. Bu bakımdan her
300 sa'dan -ki nisabın en azıdır- 30 sa', her 900 litreden 90 litre zekât
verilir. Eğer mahsul, su taşınarak sulanıyorsa, bu, mahsul sahibine bir masraf
getirdiği için bunun zekâtı 1/20'dir.
Bunun delili, şu
hadîslerdir:
Yağmur, çeşme ve nehir
suyundan kendiliğinden suyunu alan mahsullerde 1/10, su taşınarak sulanan
mahsullerde ise 1/20 zekât vardır.[43]
Nehir ve yağmur suyu
ile elde edilen toprak mahsullerinde 1/10 nis-betinde, hayvan çalıştırılarak
sulanan mahsullerde 1/20 nisbetinde vergi vardır.[44]
Suyu kökleriyle
kendiliğinden çeken ürünlerde 1/10 nisbetinde vergi vardır.[45]
Zekâta tâbi olan
mahsuller olgunlaştıktan sonra zekât vacib olur. Tüm mahsulün olgunlaşıp
kuruması şart değildir; bir kısmının olgunlaşıp kuruması yeterlidir. Meyveler
ise yenmeye elverişli hale geldiklerinde zekât vacib olur. Meyvelerinde bir
kısmının yenmeye elverişli olması, tümünün elverişli olması anlamına gelir.
Meyvelerin yenmeye elverişli olması için tanelerin olgunlaşıp kuruması şart
koşulmuştur. Çünkü bu duruma gelmeden önce azık sayılmazlar. Mahsul ve meyveler kuruyup olgunlaştığında
zekâtlarını hemen vermek vacib değildir. Meyvelerin zekâtı, üzüm ve hurmalar
kurutulduktan sonra verilir. Şu hadîs buna delâlet eder: 'Mahsul, toplanıp
temizlendikten sonra zekâtı verilir'.[46]Devşirme
gününde hakkını yerin. (En'âm/141)
Zekâtın vacib olduğu
mahsul ve meyvelerin satışı batıldır. Ancak mahsul ve meyve zekât memuru
tarafından kuru üzüm veya kuru hurma olarak takdir edilmişse satış sahih olur.
Çünkü takdir etmek, mal sahibini zekât miktarına zamin kılmak demektir. Yemek,
hibe etmek veya telef etmek gibi her tasarruf satmak gibidir. Bu durumda mal
sahibi zekâtı miktarı kadar borçlu olur. Eğer zekât verilmeden malda tasarruf
etmenin yasak olduğu biliniyorsa günahkâr olur.
Buna göre idarecinin
yapması gereken şey şudur: Mahsul ve meyvelerde zekât vacib olduğunda adam
gönderip tahmin (ekspertiz) yaptırmaktır. Çünkü bu hususta Attab b. Esid'in
rivayet ettiği ve yukarıda sözü geçen hadîs vardır. Eğer idareci malı tahmin
ettirmezse, mal sahibi iki adil kişiye malını tahmin ettirerek zekât miktarını
tesbit ettirir. Bundan sonra zekât miktarından geriye kalan mâlında istediği
gibi tasarruf edebilir.
Daha önce hayvanların
zekâtının, yine hayvanlardan verilmesi gerektiğini zikretmiştik. Şârî, onların
herbirini belirtmiştir. Zekât, Allah'ın hakkıdır ve hak sahiplerine sarfedilir.
Bu bakımdan mal yerine, onun değerini vermek caiz değildir. Buna göre
hayvanların zekâtını, yine hayvanlardan vermek farzdır. Nitekim bu hususu
delilleriyle beraber zikretmiştik. Ziraî mahsuller için de hüküm böyledir.
Çünkü Şârî 'Yağmurun suladığında 1/10 vardır' dediğinde hakkı, onlardan çıkana
bağlamıştır. Ancak zaruretten ötürü bazı haller bu hükümden istisna edilir.
Meselâ 5 devesi olduğu için kendisine 1 koyun zekât düşen kişi, bulunduğu memlekette
koyun bulamadığı zaman koyunun değerini zekât olarak verir. Böylece fakirler,
beklemekten dolayı zarar görmezler. Eğer mal sahibi zekât düşen mallarını
gizler, idareci de onun başka mallarını bulursa, gizlediği malların zekâtını
bulduğu mallardan alır.
Ticaret mallarının,
kâr amacıyla değiş-tokuş yapılan mallar olduğunu söylemiştik. Bunlar ister
altın, gümüş, tahıl, meyve ve hayvanlar gibi zekât sınıflarının aslı olsun,
ister kumaş, mamul maddeler, arazi, kar ve ok gibi maddeler olsun, bunların
tümünde -nisab miktarına ulaşıp şartlan oluştuğunda- zekât vardır. Ticaret
malları; nisab, zaman ve zekât miktarı açısından altın ve gümüşe kıyas edilir;
yani ticari mallar, halk arasında tedavülde olan para ile takdir edilir. Eğer
kıymeti 96 gram altına veya 200 dirhem gümüşe denk olursa, o mala zekât vacib
olur. Kişi malını altın veya gümüşten istediğiyle kıymetlendirebilir. Ancak
malını hangisiyle almışsa ona göre takdir etmesi vacib olur. Ticarî mallarda
dikkate alınacak husus, ticarete başlandığı günün senesinde nisab miktarına
ulaşmış olmasıdır. Bu bakımdan ticarete başlandığında malın nisab miktarına
ulaşması dikkate alınmaz. Senenin sonuna kadar nisab miktarından düşmeme şartı
yoktur. Bundan anlaşılıyor ki ticarî malların zekâtındaki 'sene'den maksat,
kişinin o malları ticaret niyetiyle aldığı günden itibaren kamerî bir senenin
geçmiş olmasıdır. Bu hükümlere binaen tüccar bir kimse elindeki ticaret
mallarını altın ve gümüşü esas alarak kıymetiendirmelidir. Eğer nisab miktarına
ulaşırsa bu malların 1/40'ni zekât olarak vermelidir.
Kıymetlendirilmesi
vacîb olan ticarî mallara, evin eşyası ve bu mânâda olan eşyalar dahil
değildir. Fabrika ve işyerinde bulunan aletler de . dahil değildir. Çünkü bu aletler satış için
alınmamıştır. Bunların değeri ne kadar olursa olsun bunlarda zekât sözkonusu değildir.
Sene sonunda
kıymetlendirilmesi gereken mallara, sermaye, kârla beraber girer; yani sermaye
ve kârın tümü hesaplanarak zekâtı verilir. Eğer kıymeti 1000 Suriye lirası olan
birşey ticarete başlarsa, senenin sonunda kıymeti 5000 Suriye lirası olursa
tümünün zekâtını vermek caizdir.
Ticarî malların
üzerinden bir yıl geçtiğinde, o malın memlekette kullanılan paraya göre
değerlendirileceğini öğrenmiş olduk. Eğer malın değeri nisab miktarına
ulaşmışsa, % 2.5 zekât farz olur.
Bu hususta Şafii
mezhebinde üç görüş vardır:
a. Ticarî malların zekâtını, kendisine göre
değerlendirilen paradan (altın veya gümüşten) vermek farzdır.
Bu durumda ticarî
malların bir kısmını zekât olarak vermek yeterli olmaz. Çünkü ticarî malların
bizzat kendileri, zekâta tâbi olan mallar değildir. Onlara zekât düşmesi, ancak
ticaret sebebiyle olmuştur. Zekât da mal hangi paraya göre değerlendirilin işse
o para ile verilir. Bu görüş, bugün uygulanan görüştür.
b. Zekâtın vacib olmasının sebebi mal olduğu
için ticarî malların bizzat kendilerinden zekât verilir, malın değerini zekât
olarak vermek yeterli olmaz.
c. Kişi
ister maldan, isterse de malın değerinden zekât verir. Çünkü zekât hem mala,
hem de paraya bağlanır. Öyle ise onların her ikisi de zekâtın vacib olmasının
sebebidir.
Bununla beraber uygun
olan şudur ki eğer ticarî malların bizzat kendilerinden zekât verilmesi caiz
görüldüğü takdirde elde bulunan ticarî malların zekâtını % 2.5 nisbetinde
vermek vacibdir. Kıymet bakımından düşük, ayıplı veya pazarı olmayan mallan
zekât olarak vermek yeterli olmaz.
Maden ve rikaz'm ne
olduğunu açıklamıştık. Burada tekrar edilmesine gerek yoktur. Burada gerekli
olan şey, onların nisabını ve zekât miktarlarını bilmektir.
Madenin nisabı, altın
ve gümüşün nisabı gibidir. Ancak madende zekâtın vacib olması için üzerinden
bir yıl geçmesi şart değildir. Maden çıkarılır çıkarılmaz zekâtı verilmelidir.
Kişi altın veya gümüşü madeninden çıkardığında nisab miktarına ulaşmış
durumdaysa hemen zekâtını öşrün 1/4 nisbetinde vermelidir.
Rikaz'ın nisabı da
altın ve gümüşün nisabı gibidir. Buna da zekât düşmesi için
üzerinden bir yıl
geçmesi şart değildir.
Mâdenden çıkarıldığında zekâtı verilmelidir. Ancak rikaz'da vacib olan
zekâtın miktarı 1/5'dir.. Bunun delili, şu hadîstir:
Define mallarında 1/5
nisbetinde zekât vardır.[47]
Rikaz, zekât düşen
diğer çeşitlerden ayrıdır. Çünkü rikazı mülk edinmenin fazla bir külfeti,
önemli bir masrafı yoktur. Bu yüzden rikaz'da fakirlerin hakkı daha fazladır.
Madenlerin ve rikazin üzerinden bir yıl geçmesi şart değildir, ikisi de yerden
çıkarılmaktadır. Bunlar buğday mesabesindedir. Nasıl ki buğday olgunlaşıp
temizlendikten sonra hemen zekâtı veriliyorsa, bunlar da öyledir.
Şirket veya benzeri
bir yolla birbirine karışan ve iki kişiye ait olan mallar iki kısma ayrılır:
I. Bizzat malların birbirine karışmış olması.
Bundan maksat, nisab
miktarına ulaşan veya daha fazla olan ve iki kişiye ait olan maldır. Bu malın
üzerinden bir sene geçmiştir, satın almak, miras veya başka yollarla elde
edilen bu mal tek cinstir.
İbn Hacer şöyle diyor:
Bu iki mal, ayırdedilmeyecek şekilde birbirine .karışmış olmaktadır1, sözgelimi
iki kardeşe babalarından 40 koyun miras olarak kalır veya iki kişi ortak olarak
40 koyun satın almışlardır. Bu iki kişinin herbiri her koyunun yarısına
sahiptir. Öyleki 'şu koyun bunun, şu koyun da ötekinin' denemez. Böylece
herbiri miras kalan, satın alınan eşya, mal veya arazinin belli olmayan bir
şekilde yarısına sahiptir.
II. Komşuluk veya sıfatların karışması.
Bundan maksat şudur:
Zekâtla mükellef olan iki kişinin malda, müşterek olmayan bir nisabları vardır.
Aralarında sadece komşuluk vardır. Bu durumda iki malın birbirine katılmadığı,
birbirinden ayrı ve belli olduğu kabul edilir.
Birbirine karışmış iki
mal, hangi cinsten olursa olsun bir kişinin malı gibi kabul edilerek zekâtı ona
göre verilir; yani iki malın toplamı nisab miktarına ulaşıp üzerinden bir yıl
geçerse zekât vacib olur. Her iki mal sahibinin hissesi ayrı ayrı olduğunda
nisab miktarına ulaşmasa da karışık malda zekât, malın toplamına göre takdir
edilir. Malın toplamı nisab miktarına ulaştığında zekât lazım gelir.
Bunun delili, daha
önce bazı parçaları nakledilen hadîsin şu bölümüdür:
Ayrı olan mallar zekât
korkusuyla cemedilemez, cemolmuş mallar da ayrılamaz.[48]
Bu hadîsin anlamı
şudur: İki ayrı mal, zekât alınmak için birleştirilemez. Birbirine karışmış
iki mal da zekât vermemek için ayrılamaz.
Bu hüküm bazı
durumlarda malda zekâtı vacib kılar. Eğer ayrı ayrı olup birbirine
karıştırılmamış olsalardı, onlarda zekât vacib olmazdı. Nitekim bazı durumlarda
da malları karıştırmak zekât nisbetini azaltır. Nisab miktarına ulaşan mallar
karıştırılmamış olsaydı zekâtları daha fazla olurdu.
Birincisinin misali
şudur: İki şahıs bir sene müddetle 40 koyuna sahiptir. Zekât, bu iki şahsın
ortak malı olan 40 koyuna düşmektedir. Eğer bu iki kişinin malları ayrı olsaydı
her ikisine de zekât düşmezdi. Çünkü herbirinin payı, nisab miktarından azdır.
İkincisinin misali de
şudur: İki şahsın 80 koyunu bulunmaktadır. Herbirinin 40 koyunu vardır.
Bunların üzerinden 1 sene geçtiğinde zekât olarak 1 koyun vermeleri gerekir.
Çünkü birbirlerine karışmışlar, tek bir mal durumuna gelmişlerdir. Oysa bunlar
ayrı olsalardı herbirine zekât olarak 1 koyun vermek vacib olurdu ve böylece 1
koyun yerine 2 koyun zekât verilmiş olurdu.
Karışık iki ayrı malı
bir kişinin malıymış gibi kabul ederek, ona göre zekât alınması için iki çeşit
şart vardır:
Birinci şart: Onlar
hangi kısımdan olursa olsun -ister birbirinden ayırdedilmeyecek şekilde,
isterse komşuluktan ötürü karışmış olsun-karıştırılmış olan malın şartlarıdır.
Bunların şartlan aşağıdadır:
a; İki malın
cinsi aynı olmalıdır.
Eğer malların yarısı
koyun, yarısı da sığır olursa, ne şekilde ve nasıl karışmış olurlarsa olsunlar
ayrı ayrı kabul edilirler.
b. İki malın toplamı nisab miktarına ulaşmış
olmalıdır.
Eğer iki malın toplamı
35 koyun olursa onlara zekât düşmez. Ortaklardan birinin veya ikisinin de başka
koyunları olsa ve onları getirip 35'e katsa ve böylece nisab miktarına ulaşsa
bile bu dikkate alınmaz.
c. Karışık olan iki mal bu şekilde bir sene
-eğer üzerinden bir sene geçmesi gereken kısımdan ise- kalmalıdır.
Eğer ortaklardan
herbiri Muharrem ayının başında 40 koyuna sahip olur ve koyunlarını Safer
ayının başında birbirine katarlarsa, sene geçip tekrar Muharrem ayına
geldiğinde herbiri zekât olarak bir koyun vermelidir. Bu durumda onların
karıştırılması dikkate alınmaz. Ziraî mahsuller ve meyveler gibi üzerinde bir
sene geçmesi gereken mallardan değilse, karıştırmanın, meyve veya mahsulün
olgunlaşma zamanına kadar kalması şarttır.
İkinci şart, komşuluk
karışmasına mahsus olan şartlardır ki aşağıda zikredilmiştir:
a. Sığır, deve veya koyunlar birbirinden ayrı
olmamalı; istirahat, toplanma, otlak ve sağım yerleri aynı olmalıdır.
Eğer mal sahipleri
koyunlarını değişik yerlere götürüp otlatır, değişik yerlerde istirahat
ettirir, değişik yerlerde sağarsa, böyle bir karışıklığın hiçbir etkisi olmaz.
Daha önce zikrettiğimiz gibi böyle bir durum, karıştırmanın hükmüne tâbi
olmaz.
b. Karıştırılmış olan sürünün çobanı ve koçu bir
olmalıdır.
Eğer herbirisinin ayrı
çobanı ve ayrı koçlan olursa birbirine karışmış mal hükmüne girmez.
c. Mal, mahsuller gibi zekât düşen mallardan
olduğunda bekçisi, kurutulduğu yer ayrı olmamalıdır, Eğer ticarî mal ise
dükkânları, depolan, alışveriş aletleri ayrı olmamalıdır. Bu şartlar
oluştuğunda karıştırılmış iki mal, tek mal sayılır. Onların belli olmayacak
şekilde birbirlerine karışmaları şart değildir. Bu şartlar mevcut olduktan
sonra komşuluk dahi kâfi gelir. Bu şartlar veya bu şartlardan biri olmazsa, her
mal sahibi kendi malının hesabını tutar ve zekâtını ona göre verir.
Zekât, birbirine
karıştırılmış iki malı tek bir mal kabul ederek alındığında, mal sahiplerinin
malları oranında sorumlulukları vardır.
Eğer malından,
kendisine düşenden daha fazla alınırsa, fazlasını ortaklarından alır, eğer az
alınmışsa, üstünü ortaklarına verir. Karıştırılmış mal 100 koyun ise, ona 2
koyun zekât düşer. Eğer bu yüz koyun üç kişinin olur, ellisi birine, diğer
ellisi de öteki iki ortağa ait olursa, 50 koyuna sahip olana 1 koyunun yarısı,
25'er koyuna sahip olan diğer iki kişiye de bir koyunun 1/4'i zekât olarak
düşer.
Yukarıdaki hükümlerin
delili, Enes'ten rivayet edilen şu hadîste bulunmaktadır: 'Mallarını
karıştıran iki ortak zekâtı eşit şekilde öderler'.
Zekâta tabi olan mal
nisab miktarına ulaşmışsa ve üzerinden bir sene geçmişse, zekât vacib olur. Mal
sahibinin, vacib olan zekâtı hemen vermesi gerekir. Bu da şu iki şartın
bulunmasına bağlıdır:
1. Zekâtı verebilecek imkâna sahip olmak.
Eğer mal kendisinin
bulunduğu memlekette değilse veya borç olarak başkalarına verilmişse, bu
durumda mal sahibi, malın zekâtım hemen vermekle mükellef tutulmaz. Eğer
elindeki mal, başkalarına borç verdiği paranın zekâtına yetecek kadar ise
zekâtı hemen vermesi vacib olur.
2. Zekâta müstehak olan sınıfların, idareci veya
zekât memurunun hazır bulunması.
Kur'an'da zikredilen
sekiz sınıf veya onların vekili hazır değilse, zekât tehir edilir. Hatta hak
sahipleri hazır oluncaya kadar geri bırakılması gerekir.
Şartlar mevcut
olduktan sonra zekâtını vermeyen kişi günahkâr olur. Çünkü hiçbir gerekçe
olmadığı halde fakirlerin malını hapsetmiş sayılır. Böyle-yapmak ise haramdır.
Ancak fakir bir yakınının, fakir bir komşusunun veya muhtaç birisinin
gelmesini beklemek amacıyla tehir eden kimse bundan müstesnadır. Fakat orada
hazır olan hak sahiplerinin mağdur olmamaları gerekir. Hazır olanları perişan
etmek pahasına zekâtı tehir eden kimse günahkâr olur. Ayrıca zekâtı tehir eden
kişi borçlu olur; yani fakirlerin hakkı olan zekât mala bağlı olmaktan çıkarak
mal sahibinin zimmetine geçmiş olur. Eğer bütün malı telef olsa, yine o borcu
(zekâtı) ödemek mecburiyetindedir. Çünkü zekâtı tehir etmekle kusurlu
davranmıştır, kusurunun sorumluluğunu da yüklenmesi gerekir. Hatta zekâtın
tehir edilmesi, daha önce sözü geçen kimseler için olsa dahi yine de bu hüküm
mal sahibi hakkında geçerlidir.
Geçen hükümlerden
anlaşıldı ki mal sahibi birisini vekil tayin eder ve zekât miktarını da teslim
ederse, vekilin, zekâtı, hak sahiplerine derhal vermesi gerekir, tehir etmeye
yetkisi yoktur. Eğer buna rağmen tehir ederse, hem günahkâr, hem de borçlu
olur.
Hayır cemiyetlerini
idare edenlerin dikkatlerine arzediyoruz: Mal sahipleri tarafından sizlere
zekât olarak verilen paranın bir kısmını cemiyetin hesabına yatırarak sermaye
gibi bekletip aylık taksitler gibi peyderpey dağıtmayın! Çünkü bu parayı
bekletmek caiz değildir. Allah'ın şeriatında vacib olan hakkı, hak sahiplerine
hemen vermek kaidesine muhaliftir. Ayrıca bu durum, fakirlerin kendilerine
şerefli bir çalışma zemini hazırlayıp rızıklarını temin etmeleri amacıyla
verilen zekâtın hedefine de ters düşmektedir. Evet, o zekâtı alan fakir, bir iş
kurarak fakirler listesinden silinir, Allah yolunda infak edenler ve sadaka verenler
sınıfına girer. Biz hak sahibinin adına tasarruf yapamayız. Hak sahipleri adına
alman zekât, âkil-bâliğ olduğunda, zekâtı hemen kendisine teslim edilmelidir.
Hayır cemiyetlerini idare eden ihlaslı kişilere tavsiyemiz şudur: Şeriata
muhalif davranmayınız ki çalışmalarınızın ecrini alabilesiniz. Amelleriniz ve
hizmetlerinizin heba olmasından kurtu la bileşiniz.
Mal sahibi zekâtını,
vaktinden önce verirse, malı nisab miktarına ulaşırsa ve üzerinden de bir sene
geçmişse yeniden zekât vermesi vacib olur. Daha önce verdiği mal, zekât yerine
geçmez. Çünkü zekâtın vacib olmasının sebebi nisabdır. Bu durum, eşyayı almadan
önce verilen bedele kıyas edilebilir. Böyle bir durumda ödenen bedel, malın
karşılığı sayılmaz, satış akdinden sonra ödenmesi gereken bedelin yerine geçinmez.
Ancak mal nisab
miktarına ulaşır da üzerinden bir sene geçmeden zekât verilirse bu, zekât
yerine geçer. Sene tamamlanınca ikinci kez zekât vermesine gerek yoktur. Bunun
delili, Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadîstir; Abbas, zamanı gelmeden önce
malının zekâtım acele vermek için Hz. Peygamber'den müsaade istedi. Hz.
Peygamber de ona ruhsat verdi'[49].
Vaktinden Önce
Verilen Zekâtın Sahih
Olmasının Şartları Kişi, malının
zekâtını vakti gelmeden önce acele ederek verirse, sene sonunda verilmesi vacib
olan zekât üzerinden düşer. Ancak bunun için aşağıdaki şartların bulunması
gerekir:
a. Mal sahibi senenin sonuna kadar zekâtı
verecek durumda olmalıdır.
Eğer mal sahibi sene
arasında ölürse, vaktinden önce verilen zekât, zekât sayılmaz. Bu durumda
varisler, verilen o malı -vaktinden önce verilen bir zekât olduğu belirtilmiş
olmak şartıyla- geri alabilirler.
b. Mal, sene sonuna kadar durmalıdır.
Eğer mal, sene içinde
telef olursa veya başka bir şekilde kişinin elinden çıkarsa verilen mal, zekât
sayılmaz. Eğer mal sahibi, zekâtı alan kişiye
'Bu, vaktinden önce verdiğim zekâttır' demiş ise böyle bir durumda geri alabilir.
c. Vaktinden
önce verilen zekâtı alan kişi, senenin sonuna kadar zekât almaya hak sahibi
olarak kalmalıdır.
Eğer zekâtı alan kişi
sene içinde, zekâtın dışında bir mala sahip olur da zekâta müstehak olmaktan
çıkarsa veya irtidad ederek İslâm'dan çıkarsa zekât, yerini bulmamış
sayılır. Çünkü zekâtın vacib olma
şartlarından biri de malın üzerinden bir sene geçmiş olmasıdır.
Bu durumda vaktinden
önce verilen zekâtı alan kişi, sene bitmeden zekâta hak sahibi olmaktan çıkarsa
ona verilen zekât, zekât sayılmaz. Mal sahibi tekrar zekât vermek
mecburiyetindedir. Eğer zekâtı verirken 'Bu benim vaktinden önce verdiğim
zekâtımdır' demişse, ona verdiğini geri alabilir. Eğer böyle birşey
söylememişse ondan hiçbir şey alamaz.
Zekât malları batını ve zahirî olarak ikiye
ayrılır.
Batınî mallar; altın,
gümüş, rikaz ve ticarî mallardır. Mal sahibi bu malların zekâtını çıkararak
fakirlere vermeye yetkilidir. Hatta idareciler, bu malların zekâtını
kendisinden isteseler bile onlara vermeyebilir. Çünkü idarecilerin bu tür
malların zekâtını istemeleri caiz değildir; zira bunlar batını mallardır,
sahipleri bunların miktarını daha iyi bilir.
Bunlar deve, sığır,
koyun, ziraî mahsuller, meyveler ve madenlerdir. Eğer idareci bu malların
zekâtını isterse, mal sahibinin bunların zekâtını idareciye teslim etmesi
vacibdir.
Onların mallarından
bir sadaka al ki o sadaka ile onları temizleyip tezkiye edesin. (Tevbe/103)
Eğer idareci bu zahir
malların zekâtını isterse mal sahibi muhayyerdir; ister zekâtını kendisi
hesaplayıp hak sahiplerine verir, isterse de idareciye teslim eder. Fakat
efdal olan zekâtı idareciye teslim etmektir. Çünkü idareci, hak sahiplerini mal
sahibinden daha iyi bilir ve taksimatı daha iyi yapar. Ayrıca zekâtın idareci
vasıtasıyla verilmesi, başa kakma ve üstünlük taslama yollarını kapatır. Çünkü
idarecinin hak sahipleriyle olan alâkası, babanın çocuklarıyla olan alâkası
gibidir. Bu bakımdan başa kakma, gurur ve büyüklük taslama sözkonusu
olmaz. Zekâta müstehak olanları zekât
ile fakirlikten kurtarmak en güzel şeydir. Böylece iş yapma imkânına sahip olup
kendilerine güvenleri artar.
Eğer idareci adilse,
zekât imama teslim edilir, idareci de hak sahiplerine dağıtır. Eğer idareci
zâlimse veya zekâtı hak sahiplerine dağıtmayacağı zannediliyorsa, bu durumda
efdal olan mal sahibinin kendi zekâtını kendisinin dağıtmasıdır. Ancak idareci
zekâtı mutlaka istiyorsa, o zaman zahir malların zekâtını mal sahibinin
vermemeye yetkisi yoktur. Bu durumda idareci zâlim de olsa zekât ona teslim
edilmelidir.
Kişinin, zekâtını
bizzat hak sahiplerine vermesi en güzelidir. Ancak kişi zekâtını dağıtmak için
başkasına vekalet verebilir. Çünkü zekât mâli bir haktır, mâli hakları eda
etmek için de vekil tayin etmek caizdir. Bu tıpkı borçlarda, satın alınan
mallarda, emanetlerde vekil tayin etmek gibidir. Bu bakımdan mal sahibi, bu
işi kendisi için yapabilecek herkese vekâlet verebilir. Hatta kâfire ve
mümeyyiz çocuğu da vekâlet verilebilir. Ancak bunlara vekalet verildiği zaman
kimlere ne verileceği de söylenmelidir.
Zekât, verirken niyet
etmek vacibdir. Çünkü zekât ancak niyetle kefaretten ve diğer sadakalardan
ayrılır. Ayrıca niyetle ilgili meşhur bir hadîs bulunmaktadır:
Ameller ancak
niyetlere göredir.[50]
Mal sahibi zekâtını
hak sahiplerine bizzat verirken niyet etmeli veya zekât malını diğer mallardan
ayırdığında 'Bu zekâtımdır, bunu zekât olarak vereceğim' demelidir.
Kişi zekâtını dağıtmak
için bir vekil tayin etmişse, vekile zekâtı teslim ettiğinde niyet etmelidir.
Vekilin, zekâtı hak sahiplerine verirken niyet etmesi vacib değildir ve fakat
müstehabdır. Eğer mal sahibi, malı vekile teslim ederken niyet etmemişse,
vekilin zekâtı hak sahiplerine dağıtırken niyet etmesi yeterli olmaz. Ancak
zekâtı idareciye veya naibine verirken niyet etmesi yeterlidir. Çünkü idareci,
hak sahiplerinin naibidir. Zekât idareciye teslim edildiğinde, tıpkı hak
sahiplerine teslim edilmiş gibi olur ve bu durumda yapılan niyet yeterli olur.
Eğer Zekâtı idareciye verirken niyet etmezse, idarecinin niyet etmesi onun
yerine geçmez. Çünkü idareci -daha önce
söylediğimiz gibi- hak sahiplerinin naibidir, mal sahibinin değil. Nitekim
vekilin durumu da böyledir. Bu nedenle mal sahibi yerine vekilin niyet etmesine
itibar edilmez.
Allah Teâlâ, zekât
verilecek kimseleri şu ayette zikretmiştir:
Sadakalar (zekâtlar)
Allah'tan bir farz olarak yalnızca fakirlere, miskinlere, zekât amillerine,
kalpleri (İslâm'a) ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere
ve yolda kalmış olanlara tahsis edilmiştir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir. (Tevbe/60)
Fakir, yemek, elbise
ve mesken bakımından yeterli malı olmayan kimsedir. Sözgelimi on ihtiyacı
vardır, fakat ancak üçünü elde edebilmektedir.
Miskin ihtiyaçlarını
nisbeten karşılayabilen kimsedir. Ancak elinde bulunanlar, ihtiyacına kâfi
gelmez. Meselâ on şeye ihtiyacı vardır, ancak sekizini elde etmiştir. İşte
bunlara ve bunlardan öncekilere -en sahih görüşe göre- yetecek kadar zekât
verilmelidir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da evlenme ihtiyacının olup
olmamasıdır.
Zekât âmilleri, zekât
toplama işinde çalışanlar, devlet tarafından tayin edilen memurlardır.
Bunlara, sadece
çalışmalarının karşılığı nisbetinde zekât mallarından verilir. Onlara,
topladıkları zekâtın muayyen bir bölümünü vermek caiz değildir. Çünkü
Allah'ın şeriatında bunun herhangibir delili yoktur. Bunlar ancak
ücretle çalışan kimselerdir. Bunlara sadece çalışmalarının karşılığı verilmeli,
başka birşey verilmemelidir.
Müellefet'ul-Kulub, dört sınıftır:
a. Yeni
müslüman olmuş imanı zayıf kimseler. Bunlara, imanları kuvvetlensin diye zekât
verilir.
b. İslâm'a yeni girmiş ve halk arasında itibarlı
olan kimseler.
Bunlar gibi olan
kâfirlerin de İslâm'a girmelerini teşvik etmek amacıyla kendilerine zekât
verilir.
c. Sınırları bekleyen mü'minler.
Bunlar müslümanları
korudukları için kendilerine zekât verilerek daha güçlü olmaları sağlanır.
Böylece düşmanların şerrini daha iyi defedebilirler.
d. Kendilerine memur gönderilmesi mümkün olmayan
kavimlerin zekâtını toplayan mü'minler.
Müslümanların bunlara
ihtiyacı olduğu zaman kendilerine zekâttan bir pay verilir. Aksi takdirde
birşey verilmez,
Bunlar âzad olmak için
efendileriyle kitabet akdi yapan kölelerdir.
Efendileriyle kitabet
akdi yapan köleler, ödeyemedikleri taksitlerini ödeyebilmeleri için kendilerine
zekât verilerek hürriyete kavuşturulurlar.
.
Bunlar borçlarını
ödeyemeyen kişilerdir. Bunlara borçlarım ve diğer zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak
kadar zekât verilir. Ancak bu borç, meşru birşey için yapılmış olmalıdır.
Gayr-ı meşru birşey için borçlanmış olan kişiye zekât verilmez. Ancak
masiyetten tevbe ettiği takdirde verilebilir. Bu sınıfa, insanlar arasındaki
anlaşmazlık ve kavgaları ortadan kaldırmak için borçlanan kimseler de dahildir.
Bu kişiler zengin de olsalar bu amaçla borçlandıkları miktar kendilerine
verilir. Bu borcu ödeyecek durumda
olmaları hükmü değiştirmez.
Devletten maaş almadan
Allah rızası için savaşan kişiler, zengin de olsalar, savaşa devam ettikleri
müddetçe evlerine dönünceye kadar, kendilerinin ve ailelerinin nafaka, elbise
ve muhtaç oldukları diğer hususları temin edebilmeleri için kendilerine zekât
verilir.
Bundan maksat, mubah
bir gaye için yapılan yolculuktur. Gezmek için dahi yolculuk yapıyor olsa, yine
de kendisine yetecek kadar zekât verilir. Eğer tekrar dönmek için yolculuk
yapıyorsa, gidiş-geliş nafakası ve yükünü taşıyacak binek verilmesi gerekir. Eğer
mubah olmayan bir gaye için yolculuk yapıyorsa veya seferinde masiyet varsa o
kimseye zekât verilmez. Ancak tevbe eder ve tevbesinin samimi olduğu kanaati
hasıl olursa zekât verilir.
İşte zekât verilecek
sekiz sınıf bunlardır. Bunların dışında hiç kimseye zekât verilmez. Zekâtın,
bu sekiz sınıfa mahsus olduğunun delili, Allah'ın 'Sadakalar ancak
fakirlerin...' şeklinde başlayıp 'Allah'tan bir fari-zedir' şeklinde
devam eden buyruğudur.
Buradaki 'sadakalar'dan maksat,
zekâttır. Zekâttan başka sadakalar, bu sekiz sınıfın dışındakilere de
verilebilir.
Zekât, bu sınıflardan
bir beldede bulunanlarına verilir. Eğer tümü de bulunuyorsa, onlardan
herhangibirini zekâttan mahrum etmek caiz değildir.[51]
Bu sınıflardan biri
olmazsa onun payı diğer sınıflara verilir. Eğer bir smıfa verilen zekât,
onların ihtiyaçlarından fazla ise bu fazlalık diğer sınıflara aktarılır. Zekât,
mevcut sınıflar arasında eşit bir şekilde dağıtılır. Fakat zekât toplayan
memurlar zekât dağıtılmadan önce ücretlerini alırlar. Bir sınıfın fertleri
arasında eşitlik şart değildir. Zekâtı, mal sahibi veya vekili dağıtıyorsa,
hak sahiplerinin sayıları da sayılamayacak kadar çoksa bu durumda her sınıftan
en az üç kişiye vermelidirler. Çünkü ayette, her sınıf cemî sigasıyla
zikredilmiştir. Cemi sigası ise en az üç kişiyi ifade eder. Eğer sayıları çok
değilse ve tesbit edilmesi mümkünse, zekâtı onların tümüne vermek vacibdir.
Bilerek onlardan birini zekâttan mahrum ederse, kişi malı oranında ona borçlu
olur.
Zekâtı, vacib olduğu
memleketten başka bir memlekete nakletmek caiz değildir. Çünkü genellikle o
malın bulunduğu yerde, zekâta hak sahibi olanlar da olur. Götürülen yer çok
yakın da olsa zekât malını nakletmek caiz değildir. Çünkü bu, o memleketin
fakirlerinin kırılmasına ve perişan olmalarına vesile olur. Çünkü onlar zekâtı
beklemektedirler ve onların umudu o zekâta bağlıdır. Ayrıca Hz. Peygamber, Muaz
b. Cebel'i Yemen'e gönderirken şöyle söylemiştir: 'Onlara bildir ki Allah,
onların üzerine zekâtı farz kılmıştır. Bu zekât onların zenginlerinden alınır,
fakirlerine verilir'.[52]
Zekâtın vacib olduğu
memlekette sınıflardan biri yoksa veya onların ihtiyacından fazla mal olursa, o
sınıfın payı veya artan mal, o memlekete en yakın bulunan bir yere nakledilerek
aynı sınıftan olan kişilere verilir.
Kur'an'da zikredilen
sekiz sınıftan birine dahil olan kişinin zekât alabilmesi için şu şartlara
sahip olması gerekir:
1. Müslüman olmak.
Bu nedenle vacib olan
zekât, müslüman olmayan kimseye verilmez. Çünkü Hz. Peygamber'in şu hadîsi buna
delâlet etmektedir:
Onları önce Allah'tan
başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın rasûlü olduğuma şehadet etmeye davet
et. Eğer buna itaat ederlerse onlara şunu bildir, ki Allah, onlara zekâtı farz
kılmıştır. Bu zekât onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.[53]
Zekâtın, zengin
müslümanlardan alınıp, fakir müslümanlara verileceği açıktır. Müslüman olmayan
zenginlerden zekât alınmadığı gibi, müslüman olmayan fakirlere de verilmez.
Müslüman olmayanlara zekâtın dışındaki sadakalardan verilebilir.
2. Çalışmaya gücü yetmemek.
Fakir veya miskin iş
bulup çalışabilir, yeterli para kazanabilirse ona zekât verilmesi, onun da
zekâtı kabul etmesi caiz değildir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zenginlere ve azalan
sağlam olan kuvvetlilere zekât helâl olmaz.[54]
Zenginin ve
kazanabilen güçlü kuvvetli kimselerin zekâtta hakkı yoktur.[55]
3. Zekât
alan kişinin nafakası, zekât veren kişinin üzerine vacib olmamalıdır.
Nafakası zekât verenin
üzerine vacib olan kişi, o nafakadan ötürü zengin sayılır. Zekât verenin ona
zekât vermesi, kendi kendine zekât vermesi gibidir. Çünkü o malın faydası zekât
verenedir; üstelik üzerine vacib olan nafaka yükünü de hafifletmiş olur. Bu
bakımdan kişi zekâtını babasına, annesine, dedesine ve ninesine veremez. Çünkü
onların nafakaları çocuklarının üzerinedir. Kişi zekâtını; küçük çocuklarına
ve küçük torunlarına veremediği gibi, büyük olmasına rağmen deli ve hastalıklı
olan yakınlarına da veremez; zira bunların nafakaları akrabaları üzerine
vacibdir. Kişi zekâtını karısına da veremez, çünkü karısının nafakası kendisine
vacibdir. Ancak burada bir husus vardır: Bu kimselere fakirlik ve miskinlik
sebebiyle zekât verilemez. Ancak bunlar borçlu iseler veya Allah yolunda savaşa
gidiyorlarsa, nafakaları kendisine vacib olan kişi bu durumda onlara zekât
verebilir.
Kendisine zekât vacib
olan kişinin zekâtını, nafakası kendisine vacib olan kimselere (hanımına,
babasına, anasına, çocuklarına) veremeyeceğini söylemiştik. Fakat nafakası
kendisine vacib olmayan, nafakası başkası tarafından verilen bir kimseye
zekâtını verebilir mi? Eğer ona verilen nafaka yeterli oluyorsa, ona zekât
verilmez. Çünkü o kişi verilen nafaka ile zengin sayılır. Ancak verilen nafaka
kendine kâfi gelmiyorsa, ona zekât vermek caiz olur. Çünkü o bu haliyle ya
fakir, ya da miskindir.
Kendisine zekât düşen
kadın, malının zekâtını fakir kocasına verebilir. Hatta zekâtını kocasına
vermesi sünnettir. Kadının, zekâtını çocuklarına infak etmesi müstehabdır.
Çünkü hem kocasının, hem de çocuklarının nafakası kadının üzerine vacib
değildir. Abdullah b. Mes'ud'un karısı Zeyneb, Hz. Peygamber'e şöyle sorar:
- Ben kocama ve akrabalarıma infak edersem, bu,
sadaka yerine geçer ve kâfi gelir mi?
- Evet, onun iki ecri vardır; biri akrabalık ve
sılayı rahim ecri, diğeri sadaka ecri. [56]
Ümmü Seleme şöyle
naklediyor: Bir keresinde 'Ey Allah'ın Rasûlü! (Ölen eşim) Ebu Seleme'nin
oğullarına infak ettiğimden dolayı bana bir ecir var mıdır? Ben onlara infak
ediyorum. Onları şöyle şöyle muhtaç kimseler olarak kendi hallerine
terketmiyorum. Onlar benim de çocuklarım!' dedim. Hz. Peygamber 'Evet, bunlar
hakkında sana, onlara yaptığın infakın sevabı vardır' buyurdu.[57]
Kendisine zekât düşen
kişinin, eğer nafakası kendisine vacib olmayan kardeşleri, amcaları, halaları,
dayıları, teyzeleri, onların çocukları ve kendisinin çocukları
bulunursa ve bunlar
da kendisine zekât verilebilecek sekiz sınıfa dahilse
zekâtını bunlara vermesi caizdir. Hatta bunlara vermek başkasına vermekten daha
evlâdır.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Miskine verilen zekât,
sadece zekâttır. Akrabaya verilen zekât ise hem zekât, hem de sıla-yı rahimdir.
[58]
4. Zekât
verilecek kişi Hâşimoğullarmdan veya Muttalib oğullarından olmamalıdır. Çünkü Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz ki bu
sadakalar, insanların kirlerinden başka birşey değildir. Sadakalar ne
ıMuhammed'e ve ne de Âl-i Muhammed'e helâl olmaz.[59]
Ebu Hüreyre şöyle
rivayet etmektedir: "Bir defasında Hz. Hasan sadaka hurmalarından bir
hurmayı alıp ağzına attı. (Çocuğun hurmayı ağzına attığını gören) Hz. Peygamber
'Hayır, Hayır! Onu ağzından çıkar. Bizim sadaka yemediğimizi bilmiyor musun?'
buyurdu".[60]
Bugün Hâşim ve
Muttaîib oğullarına zekât verilmesi gerekirse, onlara zekât vermek daha
evlâdır. Çünkü onlara zekât verilmezse perişan olurlar. Nitekim onlar zekât
almamalarına karşılık ganimetten pay alıyorlardı.
İyi bilin ki ganimet
olarak ele geçirdiğinizin beşte biri Allah'a, Rasülü'ne, RasüPün akrabalarına,
yetimlere, yoksullara ve yolculara, (diğer beşte dördüde savaşa iştirak
edenlere) aittir.
(Enfal/41)
Cübeyr b. Mûtim şöyle
rivayet ediyor: Ben ve Osman b. Affan Hz. Peygamber'e gittik ve dedik ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Muttalib oğullarına verdin, bize vermedin. Oysa onlarla biz, sana aynı derecede
akrabayız.
- Muttaliboğıılları, Haşimoğullarıyla aynıdır.[61]
Borcun Zekâtı
Nisab miktarına ulaşan
alacağı olan veya alacağı ile elindeki mal ni-sab miktarına ulaşan kişiye, eğer
verdiği borcun üzerinden bir sene geçmişse zekât vacib olur, tıpkı elindeki
mala zekâtın vacib olması gibi. Çünkü verilen borç da nisab miktarına ulaşmış
ve üzerinden bir sene geçmiş ve zekât vacib olmuş bir maldır. Malın elinde
olmaması, zekâtın o malda vacib olmasına mâni değildir. Çünkü yanında olmayan
mal, ticaret malı veya başkasının yanına emanet olarak bırakılan mal gibidir.
Elde hazır bulunmasalar da bunların her ikisine de zekât düşer.
a. Eğer alacağın zamanı gelmiş, borçlu da
borcunu ödeyebilecek durumda ise, malın zekâtının verilme vakti de gelmişse
borç veren kişinin o malın zekâtını hemen vermesi farzdır, isterse alacağını
tahsil edememiş olsun. Çünkü o mal, elinin altındaki mal hükmündedir, borçlunun
elinde emanet gibidir, alacaklı o malı her an alabilir ve istediği gibi
tasarruf edebilir.
b. Borcun ödenme zamanı
geldiği halde, borçlu
olan kişi fakirliğinden veya inkâr ettiğinden dolayı
borcunu ödemiyorsa, alacaklı olan kişinin o malın zekâtını hemen vermesi vacib
olmaz. Çünkü malını alamamaktadır. Ancak o malı aldıktan sonra üzerinden kaç
sene geçtiği hesap edilerek zekâtı verilir. Çünkü o malda zekât, her sene vacib
olmuştur ve sahibinin zimmetinde sayılır. Tıpkı elinde hazır bulunmayan mal
gibi... Dolayısıyla onu ne zaman elde ederse, zekâtını da o zaman vermek vacib
olur.
c. Eğer
verilen borcun ödeme vakti belli değilse onun zekâtını hemen vermek vacib
değildir. Kişi, alacağını ne zaman alır veya ne zaman almaya imkân bulursa,
geçmiş senelerin zekâtını da vermelidir. Eğer zamanı geldiği halde malını
almamışsa ve alma imkânı da yoksa, malım alıncaya kadar beklemeli, aldıktan
sonra geçmiş senelerin zekâtını vermelidir.
Borçlu olan kimsenin
borçları, nisab miktarına ulaşan ve üzerinden bir sene geçmiş olan malları
kadar veya nisab miktarından aşağı indirecek kadar olsa dahi malının zekâtını
vermesi gerekir. Ticarî malları olan kişi için de durum böyledir. Tüccarın
mülkiyetinde olan mal nisab miktarına ulaşmış ve üzerinden de bir sene
geçmişse onun zekâtını vermelidir. Çünkü borçlu olması, elinde bulunan malda
zekâtın vacib olmasına mâni olmaz. Zira borç zimmete bağlıdır. Zekât ise elinin
altında bulunan ve zekât vacib olan mala bağlıdır. Malda zekât vacib olduğunda,
hak sahiplerinin mülkü olur. Mal sahibinin elinde kalsa bile onların mülküdür,
mal sahibinin onu hak sahiplerine vermesi farzdır.
Şu rivayet de bunu
desteklemektedir: 'Bu ay zekât ayıdır. Kimin yanında borç varsa onu ödesin ki
mallar tahsil edilmiş, zekâtlar ödenmiş olsun'.[62]
Hz. Osman böyle
söyleyerek zekât ayından önce borçların ödenmesi hususunda insanları
uyarmıştır. Zekât ayı geçtikten sonra zekât mallan tesbit edilir ve üzerindeki
borçlar dikkate alınmaz.[63]
[1] Buharî/1331, Müslim/19 ve başka muhaddisler
[2] Buharî/8, Müslim/l6 ve başka muhaddisler
[3] Daha önce geçmişti.
[4] Müslim/2588
[5] Nevevî, Şerh-i Müslim, 1/205
[6] Askalanî, Feth'ul-Bârî, III/262
[7] Buharî/1338, (Ebu Hüreyre'den)
[8] Buharî/1335, Müslim/20
[9] Buharî/1386
[10] Ebu Dâvud/1573
[11] Buharî/1386
[12] Dârekutnî, Sünen, H/110, (İbn Ömer'den)
[13] İmam Şafii, el-Umm, 11/23-24
[14] İmam Mâlik, Muvatta, 1/251
[15] İmam Şafii, el-Umm, 11/23-24
[16] Zurkanî, Şerh-i Muvatta, 11/325
[17] Buharî/1339
[18] Müslim/987, (Ebu Hüreyre'den)
[19] Beyhakî, IV/138, Dârekutnî, H/107
[20] İmam Mâlik, Muvatta, 1/250
[21] İmam Şafii, ei-Umm, 11/34-35
[22] Buharî/5110, Müslim/2067, (Huzeyfe b. Yeman'dan)
[23] Buharî/1386
[24] Ebu Dâvud/l6O3, Tirmizî/644, (Attab b. Esîd'den)
[25] Hâkim, (Ebu
Musa el-Eş'arîden; sahih isnadla)
[26] Hâkim, Müstedrek, 1/401. Ravi, bu hadîsin isnadının
sahih olduğunu söylemiştir. Fakat Buharı
ve Müslim bunu rivayet etmemişlerdir. Zehebî hadîsin sahih
olduğunu söylemiştir.
[27] Hâkim, Müstedrek, 1/388. (Sahiheyn'in şartlarına göre
sahihtir).
[28] Ebu Dâvud/1562
[29] Nevevî, el-Mecmû, VI/73-74
[30] Buharî/1428, Müslim/1710, (Ebu Hüreyre'den)
[31] Ebu Dâvud/1573, (Hz. Ali'den)
[32] Buharî/1413, Müslim/980
[33] Ebu Dâvud/1573
[34] Ebu Hanife'nin mezhebine göre ise, esas olan, nisabın
senenin başında veya sonunda bulunmasıdır. Nisabın sene içinde azalması, o
maldaki zekâtı düşürmez. Zekât verilecek fakirler için bu görüş daha
yararlıdır. Mal sahiplerinin bu görüşe göre davranmaları daha güzeldir ve
takvaya daha yakındır. Burada İmam Şafii'nin mezhebine muhalefet etmek
sözkonusu değildir.
[35] Nevevî, el-Mecmû, Vt/178
[36] Nevevî, el-Mecmû, VI/178
[37] Nevevî, eî-Mecmû, V/403
[38] Tirmizî/633, Ebu Dâvud/1576 ve başka muhaddisler
[39] Buharî/1386
[40] Taberânî
[41] Buharî/1340; Müslim/979
[42] Müslim/979
[43] Buharı/1412, (İbn Ömer'den)
[44] Müslim/981, (Câbir b. Abdullah'tan)
[45] Ebu Dâvud/1599
[46] Tirmizî/644, (Attab b. Esîd'den)
[47] Buharî/1428, Müslim/1710
[48] Buharı, (Enes'ten)
[49] İbn Mâce/1795, Ebu Dâvud/1624, Tirmizî/678
[50] Buharî/l, Müslim/1907
[51] Şafiilerin
dışındaki fakihlere göre
zekâtı, bir sınıfa
vermek caİ2dİr. Sınıflardan herhangibirine mensup olan bir
kişiye de vermek caizdir. İmam Mâlik 'Zekât, hangisinin ihtiyacı daha fazla ise
ona verilir' demişür.
[52] Daha önce
geçmişti.
[53] Buharî/1331, Müslim/19
[54] Ebu Dâvud/1634, Tirmizî/652
[55] Ebu Dâvud/1633
[56] Buharî/1397, Müslim/1000
[57] Buharî/1398,
Müslim/1001
[58] Tirmizî/658, Neseî, V/92, İbn Mâce,1844 (Selman b.
Âmir'den)
[59] Müslim/1072
[60] Buharî/1420, Müslim/1069
[61] Buharî/2971
[62] İmam Mâlik, Muvatta, 1/253
[63] İmam Şafii, el-Umm/42-43- (Hanefî mezhebine göre borcu
olan kimseye -borcundan daha fazla mülkü olması müstesna- zekât düşmez.)