İkrah'ın Tahakkuk Etmesi İçin Gerekli Olan Şartlar
İkrah'ın
Vaki Olduğu Tasarruflar
ve Onlar Üzerindeki
Tesiri
I. Hissî
Tasarruflar ve Zorlamanın Onlar Üzerindeki Tesiri
c.
Tasarruf Hususundaki İhtilaflar
d. Malı Geri Verme
Hususundaki İhtilaf
e.
Vekaletin Aslında İhtilaf Edilmesi
f.
Vekaletin Vasfında İhtilaf Edilmesi
2.
Taraflardan Birinin Tasarruf Ehliyetini Kaybetmesi
3.
Müvekkilin Mülkünden veya
Velayetinden Malın
Tasarrufunun Çıkması
4.
Vekilin, Kendisi İçin Vekil
Tayin Edildiği îsi Bitirmesi
Kişiyi
Müslüman Olması İçin Zorlamak
Başkasının
Malını Telef Etmenin Dünyevî Hükmü
3.
Zorlanmaya Rağmen Yerine
Getirilmesi Mubah veya Ruhsatlı Olmayan
Hissi Tasarruflar
a. Bir
Müslümanı Haksız Yere Öldürmek
II.
Zorlamanın Tesir Ettiği Şer'î Tasarruflar
1.
Zorlama Nedeniyle Yapılması
Mubah Olan Hususlar
Dünyevî
Hükümleri Açısından Zorlamanın
Tesiri
2.
Zorlama Nedeniyle Yapılmasına
Ruhsat Verilen Şeyler
Zorlamanın,
Feshe Tahammülü Olan
İnşâî Tasarruf! arda ki Etkisi
Zorlamanın,
Şer'î Tasarruflardaki İkrarlar
Üzerindeki Etkisi
Muhayyerliği
Kabul Eden Tasarruflar
Üzerinde Zorlamam Etkisi
Misbâh'ul-Münîr'de
şöyle denilmektedir: Kerih; sevilmeyen, çirkin görünen şey demektir. Kerh
kelimesi meşakkat anlamına da gelir, kürüh şeklinde de okunur ki kahretmek,
zorlamak anlamına kullanılır. Meselâ 'Onu bir işe ikrah ettim' demek, o işi ona
zorla yaptırdım demektir. Kerh kelimesi 'İsteyerek veya istemeyerek (bana)
gelin' (Fussüet/11) ayetinde olduğu gibi, 'zorla yapmak/yaptırmak' anlamını
ifade eder. Burada kerh kelimesi, itaatin zıddı olarak kullanılmıştır.
Kısacası ikrah
kelimesi lugatta, birini hoşuna gitmeyen bir şeye zorlamak anlamına gelir; yani
onun hoşuna gitmeyen, sevgi ve rızaya ters düşen birşeyi onun
nefsineferieştirmek demektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Hoşunuza gitmeyen
birşey sizin için hayırlı olabilirken sevip hoşlandığınız birşey ise sizin
için şer olabilir. (Bakara/216)
Ayette geçen kerhen
kelimesi, sevgi ve rıza'nin karşıtı olarak kullanılmıştır.
İkrah'a, aynı zamanda
kilitlemek mânâsına gelen iğlak da denir. Sanki zorlanan kişinin önündeki kapı
kilitlenmektedir de ancak zorlandığı işi yaparsa açılmaktadır.
İkrah'm ıstılahî
mânâsı ise bir işi yapmaya zorlamaktır. İmam Şafii eî-Umm adlı kitabında
ikrah'i şöyle tarif ediyor: 'Kişi, öyle bir kimsenin eline düşer ki artık ondan
yakasını kurtaramaz'.
Bu durumdan; vurmak,
hapsetmek, malını telef etmek gibi korku ve mahzurlar hasıl olur. Bu da insanların
durumuna göre değişir:
• Şerefli bir insanı
halk arasında istihfaf etmek tehdit sayılır.
Bazı insanları halk
arasında hafife almak, onu tehdit etmek, korkutmak sayılmaz. Bu hareket ona
zor gelmez.
• Mürüvvet ve makam
sahibi bir kişiye küçük bir tokat vurmak, bazen tehdit sayılır. *
Oysa bazı insanlara
bir tokat atmak tehdit sayılmaz. Malını telef etmekle tehdit etmek, kişiyi
sıkıntıya sokmak demektir. Bu bakımdan mal hususunda zengine yapılan tehdidle
fakire yapılan tehdit farklıdır. Kişinin nefsi için ikrah sayılan durum ile
kişi için aziz sayılan babası, dedesi, kardeşleri, kızkardeşleri, evlâtları ve
benzerlerine yapılan ikrah aynıdır. Bir kişi 'Şu işi yapmazsan yakınlarından
birini öldüreceğim' diye tehdit edilirse, 'Şu işi yapmazsan seni öldüreceğim'
diye tehdit edilmiş gibi sayılır.
.
İkrah'ın tahakkuk
etmesi ve üzerine şer'î hükümlerin terettüb etmesi için şu şartların bulunması
gerekir:
1. Tehdit eden kişi tehdidini yerine getirecek
güçte olmalıdır.. .
Tehdit eden kişi
tehdidini yerine getiremeyecek güçte olursa bu tehdit değil, hezeyan olur.
Çünkü insana bir fiili zorla yaptırmak için güç gerekir.
2. Tehdit edilen kişinin, işi yapmadığı takdirde tehdit sahibinin
tehdidini yerine getireceğine inanması gerekir.
3. Tehdit edilen kişinin; kaçmaktan, mukavemet
etmekten, yardım talebinde bulunmaktan aciz olması gerekir.
4. Zorlanan kişi, zorlandığı fiili zorlanmadan
önce yapmamış olmalıdır; yani başkasının malını telef etmeye veya içki içmeye
veya zina etmeye zorlanan kişi,
zorlanmadan önce bu fiilleri işlememiş olmalıdır.
5. Yapması için zorlandığı şey, yapmadığı
takdirde tehdit edildiği şeyden daha ağır ve tehlikeli olmalıdır. Meselâ kişi
'Malını telef etmezsen bir tokat atacağım' diye tehdit edilirse, bir tokat
yemek de malını telef etmekten daha hafif ise bu zorlama sayılmaz. Eğer kişi
'Elini kesmezsen seni öldüreceğim' diye tehdit edilirse, tehdit eden kişi de bu
tehdidin yerine getirileceğine inanıyorsa bu tehdit sayılır. Çünkü öldürme
tehdidi, tehijke bakımından elini kesmesinden daha şiddetlidir. O zaman kişi
daha ehven olanı tercih edebilir, yani elini kesebilir.
Hz. Aişe şöyle rivayet
ediyor: 'Rasûlullah (s.a) iki şey
arasında muhayyer bırakıldığında en kolay olanı tercih ederdi'.[1]
6. Eğer
zorlanan kişi istenilen şeyi
yaptığında ancak tehdidten kurtulacaksa,
şu hususlara göre karar verilir:
Eğer kişi 'Kendini
öldür, yoksa ben seni öldürürüm' diye
tehdit edilirse bu ikrah sayılmaz. Çünkü her iki durumda da kurtuluş sözko-nusu
değildir. Yine kişinin''Elini sen kesmezsen ben keseceğim1 diye tehdit edilmesi
de bunun gibidir. Bu bakımdan böyle bir
zorlamaya maruz kalan kişinin bu işi bizzat yapması doğru olmaz. Çünkü bu tür
bir tehdit, gerçek anlamda tehdit sayılmaz. Gerçek anlamda tehdit edilen kişi,
istenen şeyi yapınca tehdidten kurtulan kişidir. Oysa kişi kendini öldürdüğünde
veya elini kestiğinde tehdit yerine gelmiş olur. Bunu yapmazsa tehdidin mutlaka yerine
getirileceği kesin değildir. Çünkü tehdit, genellikle korkutmak İçin yapılır.
Tehdit eden kişi tehditini yerine getirmek istese bile onu yerine
getiremeyebilir; meselâ kendisi ölebilir, vs.
7. Tehdit,
derhal yerine getirilecek türden olmalıdır.
Tehdit eden kişi
tehdidini ileride yerine getireceğini söylerse, ikrah tahakkuk etmez. Çünkü
tehdidin tecil edilmesi, tehdidten kurtulmayı kolaylaştırır. Çünkü kişi
birinden yardım isteyebilir, birinin himayesine girebilir veya bir sultana
sığınabilir veya benzeri bir yol bulabilir.
.
8. Zorlanan kişi, zorlandığı husustan daha
fazlasını veya daha azını yapmamalıdır; zira zorlanan kişi zorlandığı hususta
daha fazlasını veya daha azını yaparsa, onu kendi isteğiyle yapmış Sayılır, bu
hususta zorlanmış sayılmaz. Bu bakımdan kişi, hanımını boşaması için
zorlansa, o da hanımını boşamayıp evini satsa veya kişi, hanımını üç talak ile
boşamaya zorlansa o da bir talak ile
boşasa, bunları kendi isteyerek yapmış sayılır. Bunların hükümleri bunları
yapan kişi üzerine terettüb eder. Çünkü bunlar, ikrah kapsamına girmezler.
9. Zorlandığı fiil belli olmalıdır. Meselâ kişi
iki hanımından birini boşamaya zorlansa ve*ya Zeyd ve Amr'dan birini öldürmeye
zorlansa, bu ikrah sayılmaz.
10. Zorlanan kişi, zorlandığı şeyi yapmak
mecburiyetinde olmamalıdır. Meselâ iflas nedeniyle hac'r akma alman kişi
malını satmaya zorlanırsa veya ila yapan bir kişi hanımını boşamaya zorlanırsa
veya kasden bir şahsı öldüren kişi kısas yapmaya zorlanırsa, bunlar ikrah
sayılmaz. Çünkü zaten bunları yapmak mecburiyetindedir.
11. Birini
birşey yapmaya zorlayan kişi, zorlandığı hususta hak sahibi olmamalıdır.
Meselâ evli bir kişi hanımını 'Eğer bende olan alacağını bağışlamazsan seni
boşarım' diye tehdit ederse, bu ikrah sayılmaz. Karısı alacağını bağışlarsa,
borç kocanın üzerinden düşer. Kadın
borcu bir _ daha kocasından isteyemez.
Bazı âlimler bunun
ikrah sayılacağını, zira koca'nın karısı üzerinde hâkim olduğunu ve tehdidini
her an yerine getirebileceğini söylemiş-. lerdir. Bu görüşe göre kadın alacağını
kocasına bağışlasa bile borç kocanın üzerinden düşmez, kadın istediği zaman o
borcu kocasından isteyebilir.
İkrah, bir şeyin
yapılması veya yapılmaması İçin vaki olabilir. Tasarruflar iki çeşittir:
1. Hissî tasarruflar
Bunlar söz, yeme,
içme, öldürme, itlaf etme, küfretme gibi duyularla bilinen birtakım fiillerdir.
2. Şer'î tasarruflar
Bunlar da şeriatla
bilinen satış, nikâh, talak ve benzeri akidlerdir. Şeriat onlara özel isimler
vermiş ve onlar üzerine belli hükümler terettüb etmiştir.
Hissî tasarruflara iki
çeşit hüküm taalluk eder:
• Ahirette taalluk eden hükümler; yani cezası
ve mükafaatı ahirette verilecek fiil ve tasarruflar.
• Dünyaya taalluk eden hükümler; yani ceza
verilip verilmemesi, , tazminat ödenip ödenmemesi dünyada gerçekleşen fiil ve
tasarruflar.
Bu tasarrufların, uhrevî veya dünyevî hükümleri üzerine
terettüb eden eserler nelerdir?
Yapılan zorlamanın
tesiri, hissî tasarrufların türüne göre değişiklik arzeder. Bazen haram veya
mahzurlu olduğu halde zorlama nedeniyle yapılan tasarruf mubah olur. Bazen
yasağın aslı kalmakla beraber zorlama nedeniyle ruhsat verilir. Bazen de
zorlamaya rağmen haramlıği durumda itibar, yeminle beraber inkâr edenin
sözüdür. Bu bakımdan vekil yemin ettikten sonra herhangibir tazminata
çarptırılmaz.
Vekil, satması için
kendisine teslim edilen malı sattığını iddia etse, müvekkil de bunu inkâr etse
veya vekil 'Malı satıp parasını aldım, fakat para telef oldu' dese, müvekkil de
'Sen malı satıp parasını almadın' dese, yeminle beraber yine vekilin sözüne
itibar edilir. Çünkü vekil malı satıp. parasını alma hususunda yetkilidir. Her kim
bir tasarrufa sahip olursa, o tasarruftaki ikrarın da sahibi olur.
.
Vekil, kendisinde bulunan mallan müvekkile geri
verdiğini iddia etse, meselâ vekil, satması için kendisine verilen malı
müvekkiline iade ettiğini veya sattığı malın parasını müvekkile verdiğini iddia
etse, müvekkil de bunu inkâr etse, şu hususlara bakılarak hüküm verilir:
• Vekil, bir bedel karşılığında vekil tayin edilmemişse, yeminle beraber vekilin
sözüne itibar edilir. Çünkü vekilin malı kabzetmesi müvekkilin yararınadır.
Vekil o malı verdiğine dair yemin ederse vekilin sözü kabul edilir.
• Vekii, bir bedel karşılığında vekil olmuşsa,
burada iki görüş vardır:
Bir görüşe göre
vekilin malı kabzetmesi müvekkilin yararına değil, kendi yararınadır. Bu
nedenle vekilin sözüne itibar edilmez.
Diğer görüşe göre ise
menfaat, müvekkilin değil, vekilin malı kab-zetmesiyle meydana gelir. Bu
sebepten ötürü de vekilin sözüne itibar edilmesi gerekir.
İkinci görüş tercihe
daha şayan ve daha kuvvetlidir.
Vekil ile müvekkil
vekaletin aslında ihtilafa düşerse, meselâ vekil belli bir iş hususunda vekil
tayin edildiğini iddia etse, müvekkil de onu vekil tayin etmediğini iddia etse,
şu hususlara bakılarak karar verilir:
• Tasarruftan Önce ihtilaf edilmesi
Bu İhtilaf tasarruftan önce
olursa, mahkeme sözkonusu olmaz. Çünkü bunun.herhangibir faydası
yoktur; zira müvekkilin vekaleti inkâr etmesi, vekili azletmesi anlamına gelir.
Hatta ortada vekalet olsa bile, müvekkilin inkârıyla vekalet sona erer.
• Tasarruftan sonra
ihtilaf edilmesi
Vekil ile müvekkil
tasarruftan sonra ihtilafa düşerlerse, yeminle beraber müvekkilin sözüne itibar
edilir. Çünkü aslolan, vekii tayin etmemektir. Ayrıca burada iddia eden vekil,
inkâr eden de müvekkildir. Daha önce de söylediğimiz gibi muteber olan söz,
yeminle beraber inkâr edenin sözüdür.
Burada taraflardan
birine vekil, diğerine müvekkil denmesi hakikî değil, mecazîdir. Çünkü bu asla
göre değil, vekalet İddiasına göre böyledir.
Vekil ile müvekkil
vekaletin aslında değil de vekaletin vasfında ihtilaf ederlerse, meselâ vekil
'Mallarını borca satmak üzere beni vekil tayin ettin' dese, müvekkil de 'Ben
seni malları peşin satmak üzere vekil tayin ..ettim1 dese veya vekii Talan malı
1000 dirheme almam için beni vekil tayin ettin' dese, müvekkil de 'Ben seni o
malı 500 dirheme alman için seni vekil tayin ettim' dese veya vekil 'Beni bir
araba satın almam için vekil tayin ettin' dese, müvekkil de 'Ben seni araba
değil, ev satın alman için vekil tayin ettim' dese, yeminle beraber müvekkilin
sözüne itibar edilir. Çünkü müvekkil neye İzin verdiğini herkesten daha iyi
bilir. Allah hakikati daha iyi bilir.
Vekalet akdi şunlarla
sona erer:
Vekalet akdi iki taraf
için de caiz bir akiddir; yani müvekkil de vekil de istediği zaman akdi
feshedebilir; yani müvekkil istediği zaman vekili vekillikten azleder; zira
müvekkil bazen vekili azletmekte yarar görebilir veya onu azledip yerine başka
birini vekil tayin etmekte fayda görebilir. Çünkü birini veki! tayin etmek,
mülkünde tasarruf etme izni vermektir. Müvekkil istediği anda bu izini geri
alıp vekili azledebilir.
Vekil de dilediği
zaman vekalet akdini feshedip kendini tasarruf etmekten azledebilir. Çünkü
vekil bazen vekalet konusu olan işi yapacak durumda olmayabilir veya vekalet
onun maslahatına olmayabilir. Eğer vekaleti sürdürmekle mükellef olsaydı, zarar
görme ihtimali sözkonusu olurdu. (Oysa İslâm'da ne zarar vermek, ne de zarara
uğramak yoktur). Vekaletin bir bedel karşılığı, olup olmaması hükmü
değiştirmez. Müvekkil vekilini azlederse vekalet akdi sona erer. Vekalet akdine
son vermek bazen söz ile olur. Meselâ müvekkil 'Ben vekaleti ortadan kaldırdım'
veya 'Seni vekillikten azlettim' veya 'Vekilimi tasarruftan azlettim' derse
veya müvekkil vekiline bir elçi gönderip onu vekillikten azlettiğini bildirirse veya onu azlettiğine
dair bir mektup yazarsa, vekalet akdi sona erer. Azl, müvekkil tarafından olursa
vekil derhal azledilmiş sayılır. Böylece
müvekkil, vermiş olduğu tasarruf izninden geri dönmüş olur. Azl esnasında
vekilin hazır olup olmaması, azledildiğinden haberi olup olmaması hükmü
değiştirmez. Çünkü azletmek, verilen izni, verilen hakkı ortadan kaldırmaktır.
Burada diğer tarafın rızası şart olmadığı gibi, ona malumat vermek de şart
değildir.
Vekil, azledildikten
sonra azledildiğini bilmeden tasarrufta bulunursa bu tasarruf batıldır. Vekilin
kendini azletmesi halinde de durum böyledir. Meselâ vekil 'Ben kendimi
vekillikten azlettim' veya 'Üzerimdeki vekaleti geri verdim' dese veya- benzeri
lafızlar kullanırsa derhal azlolur, vekalet akdi sona erer. Vekilin kendini
vekillikten azlettiğini müvekkil bilmese de hüküm değişmez.
Vekalet akdinin sahih
olması için vekil ve müvekkilde birtakım şartların bulunması gerektiğini daha
önce söylemiş ve bu şartları beyan etmiştik. Bu şartlardan biri vekil veya
müvekkilde eksik olursa tasarruf
ehliyetini kaybeder,
dolayısıyla yaptığı tasarruf batıl olur ve vekalet akdi
sona erer; zira bu
şartlardan biri akid esnasında eksik olsaydı akid sahih
olmazdı. Bu bakımdan
akidden sonra da şartlardan biri eksik olursa
-ister müvekkilde
bulunması gereken şartlardan biri olsun, ister vekilde
bulunması gereken
şartlardan biri eksik olsun- akid sona erer. Meselâ
taraflardan biri
delirirse veya sürekli baygınlık geçirirse veya
iflas
nedeniyle hacr altına
alınırsa vekalet akdi sona erer. Ayrıca vekil veya
müvekkilden birinin
ölümüyle de vekalet akdi sona erer. Taraflardan
birinin ölümünü diğeri
duymasa bile hüküm değişmez. Çünkü ölen kişi
müvekkil olursa,
ölmekle tasarruf etmek hususunda izin verme ehliyetini
kaybetmiş olmaktadır.
Ölen kişi vekil olursa, ölmekle tasarrufta bulunma
ehliyetini
kaybetmektedir.
Vekaletin sona
ermesine sebep olan hususlardan biri de vekilin tasarruf edeceği malın,
müvekkilin mülkünden veya velayetinden çıkmasıdır. Meselâ müvekkil, bir malı
kendisi satsa veya hibe etse, vekalet akdi sona erer veya müvekkil, velayeti
altında bulunan çocuğun malını satmak üzere bir vekil tayin etse, sonra çocuk
baliğ olsa -hacr ortadan kalktığı için- velayet ortadan kalkar, vekalet akdi de
sona erer; zira çocuk baliğ olduğunda, velîsinin onun malında tasarruf için
verdiği izin iptal olur, dolayısıyla vekalet akdi de sona erer. Vekilin
tasarruf edeceği malın, telef olup müvekkilin mülkünden çıkması halinde de
vekalet akdi-sona erer. Meselâ müvekkil, arabasını satmak üzere bir kişiye
vekalet verse araba da çalınsa veya evini satmak için birine vekalet verse ev
de yıkılsa veya kızını nikahlamak için birini vekil tayin etse kızı da Ölse,
vekalet akdi sona erer. Çünkü vekilin tasarruf edebileceği birşey kalmamıştır.
Vekil, müvekkil
tarafından kendisine tevfiz edilen işi yapıp bitirdiğinde vekalet akdinin sona
ereceği açıktır. Meselâ müvekkil vekile, evini satmak veya belli bir malı almak
üzere vekalet verse, vekil evi sattığında, istenilen malı aldığında vekalet
akdi sona erer veya müvekkil, kızını evlendirmek üzere birine vekalet verse,
vekil müvekkilin kızını nikahladığında vekalet akdi sona erer. Çünkü iş
bittikten sonra tasarruf konusu olacak birşey kalmamıştır.kanının helâl olması,
malının ganimet olması gibi birtakım hükümleri vardır. Allah Teâlâ küfre
zorlanan kişiden günahı ıskat edince, küfrün diğer hükümleri de sakıt olmuştur.
Çünkü en büyük hüküm sakıt olunca ondan daha küçük olanlar haydi haydi sakıt
olur'.[2]
Bir kişi, müslüman
olması İçin zorlanır da müslüman olursa, onun müslümanlığı sahih kabul edilir;
ona müslüman muamelesi yapılır. Çünkü bir kâfiri müslüman olması için zorlamak,
onu hakka zorlamaktır, Hele mürtedin ve harbî kâfirin İslâm'a zorlanması daha
da yerindedir. Bu durumda her ne kadar kalbinde küfür bulunma ihtimali olsa da
müslüman kabul edilir. Çünkü İslâm tarafını tercih etmek, hak dini yüceltmek
anlamına gelir. Hak dini yüceltmek de vacibdir. (Burada şuna dikkat edilmelidir
ki İslâm'da bir kâfiri müslüman olmaya zorlamak yoktur.)
b. Müslümanın malını
itlaf etmek veya namusuna zarar vermek Kişi, bir müslümanın malını itlaf etmeye
zorlanırsa, günahkâr olmaz. Çünkü
şiddetli açlık ve benzeri durumlarda
-helak olmamak için-müslümamn
malını itlaf (helak) etmeye ruhsat verilmiştir. Zorlanma halinde de durum
budur; zira bu da bir nev'i kıtlık gibidir. Bir müslü-mana.küfretmek, onun
namusuna dil uzatmak ve benzeri konularda da -zorlanma durumunda- kişi günahkâr
olmaz. Ancak bir müslümanın malım telef
etmek, namusuna dil uzatmak için zorlarfan kişi, eziyete rağmen bunu yapmazsa
sevap kazanır. Çünkü müslümanın malına ve namusuna el ve dil uzatmayı Hz.
Peygamber haram kılmıştır:
Her müslümanın kanı,
malı ve ırzı (şerefi, namusu), diğer müslüman üzerine haramdır.[3]
. Bu bakımdan
herhangibir müslümanın namusuna, malına el ve dil uzatmak helâl değildir. Buna,
sadece zorlama nedeniyle ruhsat verilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi
ruhsat, cezayı düşürmekle birlikte hararnhğı ortadan kaldırmaz. Fakat kişi
ruhsatı kullanmaz da zorlanmasına rağmen müslüman kardeşinin malına, canına,
namusuna el uzatmazsa, müslüman kardeşinin hakkını kendi hakkına tercih etmiş
olur ve sevap kazanır,. Sözkonusu hadîsi, şu hadîs-i şerif de tekid etmektedir:
Kim malını müdafaa
ederken öldürülürse şehiddir.[4]
Bu hadîs, kendi malını
telef etmeye zorlanan kişinin, zorlanmasına rağmen malını telef etmemesinin
daha efdal olduğuna delâlet eder. Kendi malı hususunda durum böyle olduğuna
göre başkasının malını, zorlanmasına rağmen telef etmemesi daha evladır.
Fakihler şöyle
demiştir: 'Bir insan başkasının malını telef etmeye zorlanır da telef ederse,
mal sahibi, isterse zorlayan kişiyi, isterse de zorlanan kişiyi tazminat
ödemeye mahkum eder; yani hangisinden isterse malını ondan talep eder. Çünkü
zorlayan kişi malın telef olmasına sebep olmuş, zorlanan kişi de malı bilfiil
telef etmiştir. Telefe sebep olmak da bilfiil- telef etmek gibidir. Fakat
tazminat, nihayette zorlayan kişinin üzerine kalır; yani zorlanan kişi
tazminata mahkum ediise bile, daha sonra verdiği malı kendisini zorlayan
kişiden alır'. En sahih görüş budur.
Bazi tasarruflar
vardır ki haramlıkları şer'an sabit olduğu gibi, aklen de mahzurludur. Bu
yüzden bu tür tasarruflar ne mubahtır, ne de işlemeye ruhsat verilmiştir.
Bü tasarruflardan biri
bir müslümanı haksız yere öldürmektir. Çünkü bir müslümanı öldürmek, katıksız
bir haramdır; zaruret nedeniyle mubah olmadığı gibi, ruhsat da verilmez.
Allah'ın haram kıldığı
nefsi haksız yere öldürmeyin. (En'âm/151) Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Allah'tan başka
ibadete layık hiçbir ilah bulunmadığına ve benim de Allah'ın muhakkak bir
elçisi olduğuma şehadet eden müslüman kimsenin kanı helâl olmaz, ancak şu üç
sebepten biri ile helâl olur: Zina eden dul (ve evli), öldürdüğü nefse mukabil
öldürülme, İslâm dinini terkedip cemaatten ayrılma![5]
Haram olması
bakımından bir müslümanın azasını kesmek de bir . müslümanı öldürmek gibidir.
Bir müslümanı helak edecek veya şiddetli bir
eziyete sebep olacak darbenin
de durumu böyledir;
zira bu saldırganlıktır,
saldırganlık da haramdır.
Mü'min erkeklere ve
mü'min kadınlara, birşey yapmadıkları halde eziyet verenler gerçekten bir
iftira ve apaçık bir günah işlemişlerdir.
(Ahzab/58)
Bu bakımdan yukarıda
sözü edilen işlerden birini yapmaya zorlanan kişi, bunu yaparsa günahkâr olur.
Fakihler bu hususta ittifak etmişlerdir. Bu zorlamanın, tam bir zorlama veya
eksik bir zorlama olması hükmü değiştirmez.
Haksız yere bir
müslümanı öldürmenin dünyevî hükmüne gelince, kişi, bir müslümanı. öldürmeye
zorlanır da öldürürse -fakihler indindeki en sahih görüşe göre- hem zorlayan
hem de zorlanan kişiye kısas uygulanır. Çünkü zorlayan kişi, bir müslümanın
öldürülmesine sebep olmuş, zorlanan da bilfiil öldürmüştür. Öldürmeye sebep
olmak da bilfiil öldürmek gibidir. Dolayısıyla zorlayan kişi de öldürülür. Bu,
bir kişiyi öldürmeye zorlamanın ve öldürmenin ne kadar korkunç bir iş olduğunu
saldırganlara göstermek içindir.
Zina, işlenmesi hiçbir
durumda mubah ve ruhsatlı olmayan haramlardandır. Çünkü-tüm semavî dinlerde
zina haram kılınmıştır, akıl da zinanın çirkinliği.hususunda dinlerle
beraberdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sakın zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir
yoldur.
(İsra/32)
Bu bakımdan zina
etmeye zorlanan kişinin zina etmesine ruhsat verilmemiştir. Zina etmeye
zorlanan kimsenin erkek veya kadın olması durumu değiştirmez. Zina etmeye
zorlanan kişi zina ederse günahkâr olur ve Allah katında muahazc edilir. Zina
etmeye zorlanan ve zina eden kişinin cezasına gelince, fakihler 'Zina etmeye
zorlanan kişiye hadd uygulanmaz' demişlerdir. Bu hususta erkek ile kadın arasında
fark yoktur. Çünkü zorlama nedeniyle burada şüphe vardır. Hadler ise şüphe
olduğunda, düşer.
Şer'î tasarruflar
inşâî ve ikrarî olmak üzere iki kışıma
aynhr. İnşâî . tasarruflar da
iki çeşittir;
a. Talâk, nikâh, rıda, nc'a, yemin, nezir,
zıhar, ilâ, fey ve kısası affetmek gibi feshi ve reddi kabul etmeyen
tasarruflardır.
Bu tasarruflar lüzumlu
tasarruflardır. Sadece akidle lüzumlu olurlar; ne feshi ne de reddi kabul
etmezler.
b. Almak, satmak, icar, hibe gibi feshi ve reddi
kabul eden tasarruflar.
Bunlar akidle lüzumlu
olmayan tasarruflardır; feshi ve reddi kabul ederler.
Feshi Kabul
Etmeyen İnşâî Tasarruflarda Zorlamanın Etkisi
Fakihler şöyle
demişlerdir; 'Kişi bunlardan birini yapmaya zorlanır da yaparsa, zorlama
nedeniyle yapılan tasarruf muteber sayılmaz, onun üzerine hiçbir şer'î hüküm
tereltüb etmez'.
Buna şöyle delil
getirmişlerdir: Kişi, küfür kelimesini ikrara zorlanır da küfür kelimesini
söylerse, bu küfür sayılmaz, onun üzerine de hiçbir hüküm terettüb etmez. Küfür kelimesini söylemek,
herhangibir bir sözden daha
şiddetlidir, daha ağırdır. En ağır sözün üzerine hiçbir hüküm
terettüb etmezse, ondan daha hafif sözlerin üzerine haydi haydi hiçbir
hüküm terettüb etmez. Bu bakımdan evlenmeye zorlanan kişi, bu nedenle evlenirse
akid geçerli olmaz,
bu akdin üzerine
nikâhın hükümleri terettüb etmez, yani mehir vacib olmaz, cinsî ilişkide
bulunmak helal olmaz, vs.
Şu hadîs-i şerif de
buna delâlet eder; 'Hansa bintü Hizam el-Ensariy-ye'den rivayet edildiğine göre
babası Hizam Hansa'yı, rızasını almaksızın evlendirmişti. Halbuki
Hansa dul bir
kadındı; (rızasının alınması
devam eder,
yapılmasına ruhsat verilmez. Şimdi bu hususların izahlarını ve hükümlerini
beyan edelim:
Zorlanan bir kişi için
murdar olmuş bir hayvanın etini, akan kanı, domuz etini yemek, içki içmek mubah
olur. Bir müslüman bunları yemeye veya içmeye zorlanırsa, bunları yeyip içmesi
mubah olur. Çünkü Allah Teâlâ zaruret olduğunda bunları yeyip içmeyi mubah
kılmıştır; zira Allah Teâlâ bunları haram kıldıktan sonra şöyle buyurmuştur:
Çaresiz kalarak yemek
zorunda olduklarınız hariç. (En'âm/119)
Bunların haramdan
istisna edilmesi, zaruret halinde yenilmelerinin mubah olduğuna delâlet eder.
Yine Allah Teâlâ şöyle Buyurmuştur:
.Fakat darda kalana,
başkasının hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarım aşmamak üzere bunlardan
yemesi ona günah değildir.
(Bakara/173)
Bunlardan günahın
nefyedilmesi, bunların zaruret halinde yenil-. meşinin mubah olduğuna delâlet
eder. Bunları yemeye zorlanmak da zaruret hali sayılır. Bu bakımdan bir kişi
bunları yemeye zorlanır da . yemezse, yemediği için de eziyete maruz kalırsa
sorumlu olur. Çünkü yememekle kendini tehlikeye atmış sayılır. Oysa Allah Teâlâ
nefsi tehlikeye atmayı yasaklamıştır:
Sakın kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.
(Bakara/195) .
Bunlar, ahirete
taalluk etmesi bakımındandır.
Fakİhîer, içki içmeye
zorlanan kişinin hadd cezasına çarptırılıp çarptınlmayacağı hususunda ve
sarhoşun yaptığı tasarrufların hükmü hususunda şöyle demişlerdir: 'İçki içmeye
zorlanan kişiye hadd tatbik edilmez. Çünkü hadd, bir kişiyi işleyeceği bir
suçtan zecren alıkoymak maksadıyla teşri kılınmıştır. İçki içmeye zorlanan
kişinin fiili ise -zorlandığından dolayı- suç değildir; zira içki içrnek,
zorlanan kişi için mubahtır. Hatta zorlanan kişinin içki içmesi vacib olur.
Çünkü içki içmez de içmediği için eziyete maruz kalırsa günahkâr olur'.
İçki içmeye zorlanıp
da sarhoş olan kişinin tasarrufları hususunda da fakihler şöyle demişlerdir:
İçki içmeye zorlanan kişinin sarhoşluk halindeki tasarrufları geçerli kabul
edilmez. Çünkü sarhoşun tasarrufunun geçerli olması için, içkiyi kendi
isteğiyle içmiş olması gerekir. Kendi isteğiyle içip sarhoş olan kişinin
tasarruflarının geçerli kabul edilmesi, onun cezasının katmerleşmesi ve onu
içki içmekten caydırmak içindir. Bu bakımdan içki içmeye zorlanıp da sarhoş
olan kişiyi, İçki içmeden caydırmaya çalışmanın bir anlamı yoktur; zira burada
hedeflenen gaye tahakkuk etmemiştir. Çünkü kişi bunu kendi isteğiyle yapmamış
ve günahkâr olmamıştır. Bu hükümlerin dayanak noktası, şu hadîsin umumi
mânâsıdır:
Allah hata, unutkanlık
ve zorlama nedeniyle işlenen fiillerin günahını
ümmetimden
kaldırmıştır.[6]
Bu bakımdan zorlama
nedeniyle yapılan tasarruf geçerli olmaz. Hadîs, hem dünyevî, hem de uhrevî hükmü
kapsamaktadır.
a. Kişiyi
zahiren küfre sokan bir söz söylemek veya birşey yapmak.
Meselâ kişi Hz.
Peygamber'e küfretmeye zorlansa veya puta secde etmeye zorlansa veya küfür
sayılan başka şeyler yapmaya zorlansa -kalbi iman ile mutmain olduktan sonra-
bunları yapabilir, bu hususta ona ruhsat verilmiştir. Şu ayet buna delildir:
Kalbi iman'ile mutmain
(dopdolu) olduktan sonra küfre zorlanan kimse dışında kim imanından sonra
Allah'ı inkâr eder, göğsünü küfre açarsa
onlarırl üzerine Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.
(Nahl/106)
.
Ammar b. Yasir'den
onun da babasından rivayet ettiğine göre müşrikler Ammar b. Yasir'i yakalamış,
Peygamber'e küfredip putları hayırla
yadetmeden bırakmamışlardır. Daha sonra Ammar b. Yasir Peygamber'in yanına
geldiğinde Peygamber ona şöyle sormuş:
- Geride ne bıraktın?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Şer bıraktım. Çünkü ben
seni inkâr etmeden, onların putlarını hayırla yadetmeden yakamı bırakmadılar.
- Peki! Sen bunları söylerken kalbin ne
durumdaydı?
İkrah
- Kalbim imanla
doluydu ey Allah'ın Rasûlü!
- Eğer onlar seni bir
daha zorlarlarsa, sen de aynı şeyleri söyle![7]
Buna ruhsat verilip de
mubah kılınmamasının sebebi şudur: Küfür her halükârda haramdır, haramlığı
hiçbir şekilde ortadan kalkmaz. Küfür hiçbir durumda mubah olmaz. Ancak
zorlanmadan ötürü, cezası düşer. Zorlama Oikrah), fiilin hükmünü değiştirerek fiilin cezasını
ortadan kaldırır. Yoksa onun haramlığını ortadan kaldırmaz. Küfrün haramlığı
devamlı olduğundan, zorlanma nedeniyle küfretmek mubah değil, bir ruhsattır. Bu
sebeple zorlandığı halde küfre girmeyip ölümü tercih etmek daha üstündür. Fakat
zorlanan kişi küfre girerse, bundan ötürü muahaze edilmez. Küfre girmek için
zorlanan kişi, küfre girmez de bu yüzden öldürülürse, Allah yolunda cihad
edenin ecrini alır. Çünkü Allah'ın dinini yüceltmek için kendisini feda
etmiştir. Şu hadîs buna delâlet etmektedir:
Habbab b. Eret şöyle rivayet
ediyor: (İslâm'ın ilk günlerinde) Rasûluİlah (s.a) Kabe'nin gölgesinde
kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin
işkencelerinden) şikayet ettik:
- (Ey Allah'ın Rasûlü!) Bizim için Allah'tan
zafer dileyemez misin? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah'a dua edemez
misin?
- Sizden önceki ümmetler içinde öyle mazlumlar
vardı ki müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu
çukura (başı dışarıda kalacak şekilde) gömülürdü. Sonra büyük bir testere
getirilir, başı üstüne konur, ikiye bölünürde de (bu işkence) o mü'mini dininden
döndüremezdi. (Bir başkasmında) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve
siniri taranırdı da bu işkence o mü'mini dininden çeviremezdi. Allah'a yemin
ederim ki O, İslâm Dini'ni muhakkak surette kemâle erdirecektir. Öyle bir
derecede ki bir süvari (yalnız başına) Sanâ'dan Hadramevt'e kadar (selametle) gidecek, Allah'tan başka hiçbir
şeyden korkmayacak, yahut koyun sahibi yolcu, kurdun koyunlarına saldırmasından
başka bir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.[8]
Bu hadîsten şu şekilde
istidlal edilir: Hz. Peygamber, işkence gören müslümanlan sabretmekle
vasıflandırıp onları övmüştür. Onlar işkenceden kurtulmak için küfür
kelimesini söylememişlerdir. İşte bu, ruhsat yolunu tercih edip işkenceden
kurtulmak için küfür kelimesini söylemekten, azimet yolunu seçip işkenceye
göğüs germenin daha üstün olduğuna delâlet eder.
Rivayet edildiğine
göre Müseylemetu'l-Kezzab, ashab-ı kiramdan iki kişiyi yakaladı. Onlardan
birine şöyle sordu:
- Muhammed hakkında ne diyorsun?
- Allah'ın Rasulüdür.
- Peki benim hakkımda ne diyorsun?
- Sen de Allah'ın
Rasûlüsün. .
Müseyleme, o kişiyi
serbest bıraktı. Sonra diğerine aynı şeyleri sordu: ; - Sen Muhammed hakkında
ne diyorsun?
- Allah'ın Rasûlüdür.
- Peki benim hakkımda ne diyorsun?
- Ben sağırım.
Müseyleme aynı soruyu
üç kez tekrarladı. O da hep aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Müseyleme onu
öldürdü. Bu haber Rasûlullah'a
ulaştığında Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
- Birinci kişi Allah'ın verdiği ruhsata
yapıştı, ölümden kurtuldu. îjdnci kişi ise hakkı söyledi, ne mutlu ona![9]
Hubeyb'in kıssasında
sabit olan durum da böyledir. Kâfirler Hubeyb'i- yakalayıp Mekke müşriklerine
sattılar. Mekkeliler, Hz. Peygamber'e küfretmesi için Hubeyb'e işkence ettiler.
Fakat Hubeyb, işkenceye rağmen Hz. Peygamber'e küfretmedi, müşrikler de onu öldürdüler.
Bu haber Hz. Peygamber'e ulaştığında, Hz. Peygamber onun ruhsata yapışmayıp
işkenceye katlanmasını reddetmediği gibi,' onun azimeti tercih edip işkenceye
katlanmasını övmüş ve.'O şehitlerin efendisi ve cennette benim arkadaşımdır'
buyurmuştur.[10]
İşte bunlar da
.ahirete taalluk eden hükümlerdir.
Küfre zorlamanın
dünyevî hükümlere tesirine gelince, küfre zorlanan kişi, küfür kelimesini
söylese bile onun küfrüne hükmedilmez. Ona mürted (İslâm'dan dönmüş) muamelesi
yapılmaz.
İmam Şafii (r.a)
'Küfre zorlanan kişi hariç' (Nahl/106) ayeti hakkında şunları söylemiştir:
'Küfür kelimesini söylemenin; karısının boş olması,
gerekirdi). Kadın, bu evlenmeyi hoş görmedi ve
Peygamber'e gidip şikayet etti. Peygamber de bu nikâhı redd ve iptal etti'.[11]
Şu hadîs de bunu tekid
etmektedir: Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre bir genç kız Hz. Aişe'nin
evine gelerek şöyle dedi:
- Babam beni, sırf itibar kazanmak için
kardeşinin oğluyla evlendirdi. Oysa ben istemiyorum.
- Rasûİullah (s.a)
gelinceye kadar bekle!
Hz. Peygamber
geldiğinde durumu ona anlattı. Rasûİullah, kızın babasına haber göndererek
çağırdı: Babasına, kızının fikrini alıp almadığını sordu. Kız şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Babamın yaptığı işe karşı
değilim. Fakat ben, evlenme işinde kadınların da söz hakkı var mı onu öğrenmek
İstedim.[12]
Kişinin boşanmaya
zorlanması da böyledir; yani boşanmaya zorlanan kişi bu nedenle boşanırsa,
boşama geçerli olmaz: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Zorlama olan yerde boşama
ve azad etme geçerli olmaz.[13] İbn
Mâce ye Hâkim'in rivayetinde ğalak kelimesi yerine iğlak kelimesi geçmektedir
ki bu ikrah (zorlama) ile tefsir edilmiştir; zira zorlanan ki-' sinin önündeki
kapı sanki kilitlenmiştir. Bunu daha önce de belirtmiştik. Zorlama olduğunda bu
tasarruflar nazar-ı itibara alınmazlar, âdeta yok gibidirler, onların üzerine
herhangibir hüküm terettüb etmez; zira bu. .hususta birçok delil vardır. Onlardan biri de Hz. Peygamber'in şu sözüdür: "Zorlamanın
hüküm ve eseri zorlanandan kaldırılmıştır".
Ancak şu tasarruflar
bundan istisna edilmiştir: Bir kadın herhangibir çocuğa süt vermeye zorlanırsa
veya bir erkek bir kadınla cinsî münasebette bulunmaya zorlanırsa, zorlama
olması durumu değiştirmez, emzirme ve cinsî münasebetin üzerine şer'î hükümler
terettüb eder; yani emzirilen çocuk iki yaşından küçükse ve beş kere
emzirilmişse, zorlamaya rağmen haramhk meydana gelir. Cinsî münasebete de
-zorlamaya rağmen- mehir ve diğer hükümler terettüb eder.,
Fakihler, bu
tasarruflardan herhangibirinin zorlama nedeniyle meydana gelmesi halinde,
zorlamanın tasarrufu iptal edeceğini, dolayısıyla o tasarrufun üzerine
herhangibir hükmün terettüb etmeyeceğini söylemişlerdir; zira bu tür
tasarrufların sahih olmasının şartı, rızadır. Zorlama olduğunda ise rıza
ortadan kalkar. Bu bakımdan şart tahakkuk etmediği için tasarruf geçerli olmaz
ve üzerine hiçbir hüküm terettüb etmez.
Muğni'I-Muhtaç isimli
eserde şöyle denilmiştir: 'Mal hususunda zorlanan bir kişinin yaptığı akid
sahih değildir'. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Ancak karşılıklı rıza
ile yaptığınız ticaret başkadır. (Nisa/29)
Malî akid; alışverişi,
icareyi, hibeyi, havaleyi, vekaleti ve malla ilgili olan diğer akidleri kapsar.
Fakihler, zorlanması
halinde kişinin ikrarının mülga olduğu ve onun üzerine herhangibir hükmün terettüb etmeyeceği hususunda ittifak
etmişlerdir. İkrar edilen tasarrufun hissî bir tasarruf olması -meselâ zina
yaptığım, içki içtiğini, birisini öldürdüğünü zorla ikrar ettirmek gibi- veya
feshedilmesi mümkün olmayan inşaî bir tasarruf olması -meselâ nikâh, talak ve
benzeri, şeyleri ikrar etmeye zorlanması- veya feshe kabiliyeti olan alışveriş,
icar ve benzerleri gibi inşaî tasarruflardan olması hükmü değiştirmez. Burada
dikkate alınacak esas nokta şudur:
1. Zorlama nedeniyle küfrü ikrar etmek nazar-ı itibara
alınmaz.
Zorlamadan ötürü küfrü
ikrar etmenin üzerine hiçbir hüküm terettüb etmez. Zorlama nedeniyle yapılan
küfür ikrarının üzerine hiçbir hüküm terettüb etmediğine göre, diğer ikrarların
üzerine herhangibir hükmün terettüb etmemesi daha uygundur.
2. Rasûlullah'ın 'Onlara zorla yaptırılan
onlardan kaldırılmıştır' sözü geneldir.
Hz. Peygamber'in bu
sözü, herhangibir tasarrufa zorlanan kişiye o tasarrufun etkisinin olmayacağını
ifade eder. İkrar da tasarruflardan bîr tasarruftur. Bir kişiyi ikrara zorlamak,
yapılan ikrarın hükmünü ortadan kaldırır.
3. İkrar, bir haberdir; doğru da yalan da
olabilir.
Kişi birşeyi
kendiliğinden ikrar ederse doğru olma tarafı tercih edilir, ikrar sahihtir.
Çünkü insan kendi aleyhine yalan söylemekle itham edilmez. Zorlama durumunda
ise yalan tarafı tercih edilir. Çünkü ortada tehdit vardır. Bu nedenle de böyle
bir ikrar sahih olmaz.
4. İkrar, şahitlik babındadır.
Ey iman edenler!
Adaleti ayakta tutanlar olun. Allah için şahit olun. Velev ki şahitliğiniz
kendinizin... aleyhinde olsun. .
(Nisa/135)
Kişinin kendi
aleyhinde şahitlik yapması, ikrardır. Bu bakımdan ikrar, şahitlik hükmündedir.
Şehadet ise töhmet ile reddedilir, sahih olmaz. Zorlanma nedeniyie ikrar eden
kişi de itham edilir, onun şahitliğinde itham vardır. Onun kendi aleyhindeki
şahitliğinde itham okluğu İçin ikrarı kabul edilmez.
Zorlamanın etkisinden
bahsettiğimiz tasarruflar, muayyen birşeye zorlanmakla ilgiliydi. Eğer kişi
muayyen olmayan birşeye zorlanırsa, meselâ şarap içmeye, malı itlaf etmeye,
boşamaya, ilâ yapmaya, satmaya, icareye zorlanırsa, zorlanan kişi de bunlardan
birini yaparsa, bu tasarrufun üzerine hangi hükümler terettüb eder?
Buna şu şekilde cevap
verilir: Zorlamanın tahakkuk etmesinin şartlarından birinin de zorlanan şeyin
muayyen olması olduğunu daha önce belirtmiştik. Kişi muhayyer bırakılırsa
zorlama tahakkuk etmez. Bu tür zorlama, zorlama olarak kabul edilmediği için
tasarrufa herhangibir etkisi olmaz. Meselâ zorlayan kişi 'Şu iki şeyden birini
yap' dese ve hangisinin yapılacağını belirtmese, zorlanan kişi onlardan birini
yaptığında tasarrufu sahih olur, o tasarrufun üzerine -tıpkı kendi isteğiyle
yaptığı tasarruflarda olduğu gibi- şer'î hükümleri terettüb eder. Çünkü kişinin
iki iş arasında muhayyer bırakılması, o işi zorlanma nedeniyle değil, kendi
isteğiyle yaptığına delâlet eder. Bu durumda yapılan tasarrufun hissî, şer'î
veya başka tasarruflardan olması hükmü değiştirmez.
[1] Buharî, Menakıb; Müslim, Fedai!
[2] İmam Şafüj'
el-Umm, IH/209
[3] Müslim/2564 ,
[4] Ebu Dâvud/1771, Tirmizî/14l8
[5] Buharî/6484
Müslim/1676. Bir müslüman, öldüren kişi öldürülür. Eirli veya du! bir
kimse zina ederse'öldürülür. İslâm'dan dönen bir kişi oldurulur.
[6] İbn Mâce
[7] Hâkim, 11/357
[8] Buharî/24l6
[9] Tefsir-i Kurtubî, X/189
[10] Buharı, Mcğazî
[11] Buharî/4845
[12] Neseî, VI/86
[13] Ebu Dâvud/2193; İbn Mâce/2046; Hâkim, Müstedrck,
II/198