399- İKRAH VE ZARURET

 

Zaruret hali de, hüküm bakımından ikraha bağlıdır. Ancak fiilin sebebi noktasında zaruretle ikrah birbirinden ayrılır. İkrah halinde zorlanan kişi kendisini zorlayan bir başkasının emriyle ve mecburiyet altında o fiili işlemek durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Zaruret halinde ise, failin fiilini işlemeye sevkeden herhangi bir etken yoktur. Ancak failin içinde bulunduğu şartlardan kurtulabilmesi için, yasaklanan fiili işlemesi gerekmektedir. Zira ancak böylelikle kendisini veya başkasını tehlikeden kurtarması mümkündür. Mesela, insan ve eşya yüklü gemi, yükü ağır olduğundan açık denizlerde batma tehlikesiyle karşılaşılınca, yolcuların kurtuluşu gemideki yükün hafifletimesini gerektirecektir. Yani gemideki eşyanın bir kısmının veya bütününün denize dökülmesi zorunlu olur. Çünkü yolcuların kurtuluşu buna bağlıdır. İşte bu misal zorunluluk haline örnektir. Zaruret hali örneklerimizinden birisi de şiddetli açlık ve susuzluktur. Aç ve susuz kalan kişi içcecek veya yiyeceğini mubah yolla elde edemediği takdride ölümle yüzyüze gelmektedir. şiddeti açlık ve susuzluğun etkisiyle kişi hayatını kurtaracak veya susuzluğunu giderecek maddeleri çalmak zorunluğunda kalarak aslında haram olan yiyecek veya içecek maddesini alabilir. Bu durumda zaruret vardır. Zaruret halinin bir diğer örneği de soğuktan donmak üzere olan birisinin başkasına  ait odunu çalarak ısınmak için ateş yakmasıdır. Bütün bu örneklerde kişi öldürücü şartlar içerisinde kalmaktadır. Böyle bir durum sonucunda kişinin kendisini veya başkasının hayatını kurtarması için yasaklanan fiili işlemesi gerekmektedir.

 

400- ZARURET HALİNİN ŞARTLARI

 

Zaruret halinin varlığı için dört şart gereklidir:

a- Zaruret “tam” olmalıdır. Öyle ki, fail kendini veya başkasının hayatını veya bir organını kaybetmek endişesini duymalıdır.

b- Zaruret o anda kaim olmalıdır. Beklenen bir şey zaruret olmaz. Aç kalan kişinin ölecek duruma gelmezden önce ölü eti yemesi haramdır.

c- Zaruret halinin önlenmesi için suç işlemekten başka bir çare bulunmamalıdır. Binaenaleyh mubah bir fiille zarureti ortadan kaldırma imkanı olduğu halde, fail bu yola başvurmayarak haram yola tevessül edemez. Mesela yemek alacak güçte olduğu halde, aç kalmak bahanesiyle başkasının yiyeceğini çalmak caiz değildir.

d- Yapılan hareket zaruret halini ortadan kaldırmaya yetecek miktarı aşmamalıdır. Aç bir insan başkasının yiyeceğinden ancak açlığını giderecek miktarda yiyebilir.

 

401- ZARURET HALİNİN HÜKMÜ

 

Zaruret halinde hüküm, suçun çeşidine göre diğişiktir. Dolayısıyla bazı suçlarda zaruret halinin etkisi yoktur. Bazı suçlar da vardır ki, zaruret hali böyle bir fiili mubah kılar. Diğer bir suç çeşidinde, zaruret hali suçu mubah kılmaz. Ancak cezayı ortadan kaldırır.

 

402- ZARURET HALİNİN ETKİLEMEDİĞİ

SUÇLAR

 

Zaruret hali, öldürme, yaralama ve organlardan birini koparma suçları üzerinde etkili değildir. Şu halde, darda kalmış bir kimsenin hiçbir şekilde başkasını öldürmesi, bir organını koparması veya yaralaması ve böylece kendisini tehlikeden kurtarması doğru değilir. Mesela batmak üzere bulunan bir gemideki insanlardan hiçbirisi geminin yükünü azaltmak ve batmayı önlemek için başka bir insanı denize atmak hakkına haiz değildir. Böyle bir fiil işlendiği takdirde fail kesinlikle cezadan kurtulamaz.

İslam hukukçuları arasında oybirliğiyle kabul edilmektedir ki, öldürülmesi, yaralanması veya bir organının koparılması haram olan kişi “masum” olan kişidir. Ama kanı “heder” sayılan kişilerin ölürülmesi mubah olmaktan öte birçok hallerde vacibtir.

İmam Malik, zaruret halinde, kanı heder dahi olsa, insan eti yemeyi “haram” sayar. Mesela yiyecek hiçbir şey bulmadığı için açlıktan ölmek üzere olan kimse “zaruret hali vardır” diyerek kanı heder olan bir insanın -ister sağ, ister ölü olun- etinden, açlığını giderecek miktar da olsa, yiyemez. Bu haramdır. Hanefi mezhebinin “kuvveti” görüşü de böyledir.135

(135) Mevahib’ül-Celil C: 3, S: 233. Haşiyet’u-İbn Abidin C: 5, S: 296.

İmam Şafii ise zaruret halinde kanı heder sayılan kişinin -ister canlı, ister ölü olsun- etini yemeyi caiz görür. Bazı hanefi hukukçular da bu fikirde Şafiilerle beraberdir. Hatta Şafii’lerle bazı Hanefi fakihler zaruret halinde kanı heder olmayan masum ölü etinin bile yenebileceğini kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre “diri” ye sayğı “ölü” ye saygıdan daha önemlidir. İmam Ahmed kanı masum olan ölünün etini yemeyi haram sayıyor.136

İmam Şafii darda kalmış birisinin açlıktan kurtulacağına inanırsa vücudunun bir parçasını yemesini “mubah saymaktadır.137 öteki hukukçular ise, mubah saymazlar.

Darda kalmış insanın, hayatını devam ettirebilmek için kendisi gibi darda kalmış birisinin herhangi bir şeyini alması caiz değildir. Zarurette eşit oldukları için alınacak mal kendisinden daha fazal sahibine layıktir. Eğer darda kalan kişi kendisi gibi darda kalan öteki kişinin yiyeceğini alır ve o da bu nedenle ölürse birinci şahıs ikincisinin ölümünden sorumludur. Ve haksız yere adam öldürmekle suçlanıp cezalandırılır.138

(136)El-Muğni C: 11, S: 79 Esna’el-Metalib C: 1, S: 517.

(137) Esna’el-Metalib C: 1, S: 571.

(138) El-Muğni C: 11, S: 80. Mevahib’ül-Celil C: 6,S: 240.

İkinci şahsın ihtiyacı olmamak kaydıyle birinci şahıs darda kaldığı takdirde hayatını kurtarabilecek miktarda başkasının malını alabilir. Hatta durum savaşmayı gerektiriyorsa onunla savaşabilir. Şayet darda kalan kişi bu bavaşta ölürse katil cezai sorumluluğa maruzdur ve bu olay “savunma hali” sayılmaz. Darda kalan kişi kendisini öldürecek olursa kanı “heder” dir. Çünkü o, darda kalan kişi ile savaşmakla bir tür saldırgan niteliğini kazanmakta ve zulmetmiş olmaktadır. Darda kalan kişinin, ne kadar değerli olursa olsun parayla veya rızayla alabileceği bir şeyi almak için bu yollara başvurmadan çatışmaya girmesi caiz değildir. Çünkü zaruret halinde şeriat ancak mislinin bedelini şart koşmaktadır.139 İmam Malik, Şafii ve Ahmed’in görüşleri bu     paraleldedir. İmam Azam’a gelince... Yukardaki zatlardan şu noktada ayrılmaktadır:

Darda kalan kişinin kendisini kurtarmak için silahla değil de elle mücadelesi mabahtır140.

 

403- ZARURET HALİNİN MUBAH KILDIĞI

SUÇLAR:

 

Bu tür suçlar genellikle yiyecek ve içeceklerle ilgilidir. Ölü eti, domuz eti yemek, kan ve necis içmek gibi... Bunlar ve benzerleri zaruret halinde ittifakla mübahtır. Şu kadar varki, haram fiilini işleniş miktarı zarureti ortadan kaldıracak ölçülere varmamalıdır. Açlıktan ölecek durumda olan kişinin ölü eti yemesi caizdir. Ancak bu miktar kendisini ölümden kurtaracak miktarı aşmamalıdır. Bir diğer görüşe göre “açlığını giderecek kadarı aşmamalıdır.” Eğer zaruret süreklilik belirtiyorsa, -çölde yolunu kaybetmek gibi-bu takdirde dayanacak kadarından fazlası yenebilir141.

(139) El-Muğni C: 11, S: 80 Esna’el-Matalib C: 1, S: 72 Mevahib’ül Celil C: 3, S: 234.

(140) Haşiyet-ü İbn-Abidin C: 5 S: 296.

(141) Ahkam’ül’Kur’an Cassas C: 11, S: 73.

Darda kalan kişi, zaruret halinin sürüp gittiğini bilirse haram olan yiyecek ve içecekten azık edinebilir. Ancak zarüret hali yenilenince yemek ve içmek şartıyla...142

Zaruret halinde mubah olan haram fiilin işlenmesi konusunda değişik görüşler vardır. Ama kuvvetli olan görüş; zaruret halinde haram fiili işlemenin zor durumda kalan kişi için bir “hak” değil “vecibe”olduğu şeklindedir. O halde, yiyecek ve içecekler konusunda darda kalan kişi bunlardan yemez ve içmezse günahkar olur. Çünkü Allah kesin olarak şöyle buyurmaktadır:

“Kendinizi elinizle tehlikeye atmayınız.” (Bakara: 2/195)

“Ve kendi nefsinizi öldürmeyiniz. Muhakak ki, All    ah sizin için Rahim olandır.” (Nisa: 4/29)

Şeriatın zaruret halinde mübah olduğunu açıkça ifade ettiği suçlar, zaruret halinde işlendiği takdirde mübahtır.

O halde bu hükümler gereğinceAllah’ın kendisine helal kıldığı şeyleri gücü yettiği oranda yemesi hayatiyetini devam ettirebilmesi için insana vacib kılınmıştır. Başka bir düşüncenin temsilcileri ise -ki bunların fikirleri fazla taraftar bulmamıştır- zor durumda  kalanların mubah olan yiyecek ve içeceklerden yararlanma konusunda kendilerine izin verildiğini söylemektedirler. Yani yararlanmaları kendileri için vacib değil bir “hak” tır.143

(142) Mevahib-ülCelil C: 3, S: 233.Esna’el-Matalib C: 1, S:75.

(143) Ahkam’ül-Kur’an Cassas C: 1, S: 128.

 

404- ZARURET HALİNİN CEZAYI ORTADAN

KALDIRDIĞI SUÇLAR

 

Darda kalan kişi yukarda belirttiğimiz iki tür suçun dışında kalan fiilleri işlemek zorunda kalırsa; fiil “haram” niteliğini korumaya devam eder, ceza affolunur. Bunun en açık örneği, aç bir insanın yiyecek ve içecek çalması, batmak üzere olan gemideki bir kısım eşyanın yolcular tarafından denize atılması gibi...

Cezanın affolunabilmesi için darda kalan kişinin zarureti ortadan kaldıracak miktarı aşmayacak şekilde hareket etmesi şarttır. Buna göre aç kalan kişi ancak başkasının yemeğinden açlığını giderecek kadar yiyebilir. Bunun ötesinde fazla birşey  alamaz. Keza gemideki yolcular ancak geminin batmasını önleyecek kadar eşyayı denize dökebilirler, fazlasını atmaya hakları yoktur.Cezanın affolunabilmesi için yasaklanan fiili işlemeyi zaruret hali gerekli kılmalıdır. Eğer zaruret hali yasaklanan fiili gerektirmiyorsa onu işleyenin affedilmesi doğru olmaz. Mesela başkasının malını çalıp satarak bu parayla kendisine yiyecek almak isteyen kişi “zaruret halinde böyle yaptığını” iddia edemez. Çünkü eşyanın çalınması zarureti doğrudan doğruya ortadan kaldıramaz. Ama bir parça ekmek çalmış olan kişi bunu zaruret halinde yaptığını söyleyebilir. Çünkü burada çalınan şey zaruret halinin ortadan kalkmasını (yani açlığın giderilmesini) doğrudan doğruya temin edebilir.

 

405- ZARURET HALİNDE MEDENİ HUKUK

BAKIMINDAN SORUMLULUK

 

Medeni hukuk yönünden zaruret halini hükmü “ikrah” ın hükmü gibidir. O halde darda kalan kişi, işlediği fiil yasak olduğu sürece kendisine sorumluluk düşmese de medeni hukuk yönünden sorumlu tutulur.

 

406- ZARURET HALİ KONUSUNDA ŞER’İ

HÜKÜMLERİN ESASI

 

Zaruret halindeki şer’i hükümlerin esası ikrahla ilgili hükümlerin dayandığı temel prensiplerin aynıdır. Şu halde cezanın kalkmadığı hallerde zorlayıcılık niteliği bulunmadığından fiil, cezalandırılmaktadır.

Fiilin mubah olması halinde yasak nedeninin ortadan kalkması bahis konusudur. Cezanın kaldırılması durumunda ise zorlayıcı durum bulunmakta ve “ihtiyar” ortadan kalkmaktadır. İkrahtan sözederken bu konularda uzun uzadıya bilgi vermiştik. Aynı şeyleri burada tekrarlamak gereğini duymuyoruz. Sadece şu kadarını belirtelim ki; zaruret hali için konulmuş bulunan şer’i hükümlerin esası ikrah durumundakilerin aynıdır.