II- İFTİRA

 

455- SOPA VE ŞEHADET EHLİYETİNİN

KALKMASI

 

a) Birincisi sopa cezasıdır ve iftiranın asli cezasıdır.

b) İkincisi buna bağlı olan cezadır ve bu iftira edenin şehadetinin kabul olunmamasıdır.

Sopa cezası her ne kadar iki sınırı bulunan bir ceza ise de iftira edene vurulan sopanın tek bir haddi varır. Çünkü vurulacak sopaların sayısı mahdudtur. Hakimin bu sayıyı artırması, eksiltilmesi veya onun yerine başka bir ceza verme yetkisi yoktur.

İftira suçu için verilen her iki cezanın dayanağı yüce Allah’ın şu ayeti celilesidir:

“Namuslu kadınlara iftira atıp da sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur: 24/4)

İslam hukuku iftira ederek zina isnadını ancak yakın ve uydurma olduğu takdirde cezalandırır. Eğer bu isnad doğruysa o takdirde suç ve ceza bahis mevzuu olmaz.

Zina isnad ederek iftira suçuna sürükleyen faktörler pek çoktur. Kıskançlık çekememezlik intikam duygusu bunlar arasında yer alır. Ama hepsinin vardığı hedef itham edilen kişiyi tahkir etmektir. İslam hukukunda  zina ithamına karşı konulmuş bulunan iftira cezası bu duygularla savaşmak esasına mustenittir. Çünkü zina ile itham eden kişi, itham olunana psikolojik azab yapmaktadır. Bunun için ona verilecek ceza da aynı şekilde bedeni işkencedir. Kaldı ki bedeni işkence olmalıdır. Zira ruhi işkenceye mukabil, bedeni işkencedir kaldı ki, bedeni işkence ruha ve duyulara tesir bakımından daha kuvvetlidir. Çünkü ruhi işkence, bedeni işkencenin ihtiva ettiği bölümlerden biridir. Zina ile itham eden kişi, bu ithamının gerisinde itham olunanı, tahkir maksadını gütmektedir. Tahkir ferdidir. Çünkü kaynağı iftira edendir. Buna karşılık verilecek ceza tüm toplum tarafından tahkir olmalıdır. Bu, umumi tahkir, iftira edenin çarptırıldığı cezanın bir kısmını meydana getirmektedir ki, adaletin ortadan kaldırılmasıyla, şehadetinin kabul edilmemesiyle ve ebediyen fasıklık damgası vurulmakla sağlanmaktadır.

 Böylece İslam hukuku suça sevkeden psikolojik faktörlere karşı ters yönden o faktörleri yenebilecek ve insanı suçtan uzaklaştırabilcek psikolojik faktörlerle savaş açmaktadır. Binaenaleyh bir kişi başka birisine işkence etmek için iftira atmayı düşünecek olursa, bedenen ve ruhen çekeceği işkenceleri düşünerek ve toplumun kendisine karşı yönelteceği hakaretleri hatırlayarak ondan vazgeçer. Eğer suça sevkeden faktörler, suçu önleyen faktörleri yenecek olur da kişi suçu işlerse bedenen ve ruhen çarpılmış olduğu cezalar ve işkenceler ayrıca toplum tarafından kendisine karşı yöneltilen hakaretler onu tekrar bir daha suçu işleme fikrinden alıkoyar.

Beşeri hukukta iftira suçunun cezası:Beşeri hukuk iftira suçuna genellike hapis ve tazminat cezası veya ikisini birlikte tatbik eder. Bu cezalar ise korkutucu cezalar değildir. bu yüzden günümüzde hakaret ve iftira suçları son derece artmaktadır. Herkes ve genellikle politikacılar övgü ve metheder gibi küfür ve hakaret yağdırmaktadırlar. Haklı veya haksız herkes diğerini tahkir etmeye çalışmaktadır. kendisini yükseltmek için başkasını yıkmayı normal kabul etmektedir. Birbirlerinin şeref ve haysiyetlerini rencide edip, alakalarını koparacak duruma gelinceye kadar hareketlerine devam etmektedirler. Ama neticede kendilerinden sonrakiler için çok kötü bir örnek bırakmaktadırlar.

Şayet bunlara beşeri hukuk yerine İslam hukukunun hükümeri tatbik edilseydi hiçbirisi diğer arkadaşına yalan söz söyleme cesaretini gösteremezdi. Çünkü yapılan söz sopa ve amme hayatından uzaklaşma ile sonuçlanacaktı. O takdirde liderlik, başkanlık, amirlik, memurluk kalmayacaktı. Çünkü yalan söyleyenin şehadet hakkı elinden alınır. Şehadet hakkı elinden alınanın adaletinden emin olunmaz. Adaletinden emin olunmayan kişinin liderlik ve başkanlık durumu ortadan kalkar. Kaldı ki İslama göre emir ve yasak hakkı ancak Allah’tan korkanlarındır.Fasıklar ebediyyen bu haktan istifade edemezler.

Bugün Mısır’ın şikayet ettği ve acı duyduğu hususların hepsini demokratik sistemle idare edilen ülkeler de duymaktadırlar. Bazı düşünürler bunu seçim sisteminin gerektirdiği geçici bir ihtimal olarak görmektedirler. Çünkü meşveret esası değişik görüşlerin bulunması esasına dayanır. Değişik görüşler bulununca partiler ve kalkınma programları bulunacaktır. Diğer bir kısım düşünürler ise, bu hastalığın demokrasinin tutulduğu en önemli ve en tehlikeli hastalık olduğunu kabul etmekte bunun kaldırılması için demokrasinin kaldırılması gereğini öne sürmektedirler. Her iki görüşün taraftarları da yanılmaktadırlar. Çünkü mesveret esası tabiatı itibariyle suçların ortaya dökülmesine vesile olmaz. Suçu işlemeye teşvik etmez. Eğer bu düşünürler doğru yolu seçmiş olsalardı demeleri gerekirdi  ki demokrasinin tutulduğu bu fena illetin nedeni insanları iftira suçunu işlemekten alakoyan korkutucu bir cezanın olmamasıdır.

Bugün tüm insanlık ceza ve mükafat düşüncesine dayanmaktadır. Azgın materyalist düşüncede ceza ve mükafat görüşü geçerlidir. Halbuki Hattab oğlu Ömer adaletle hükmederken, dünya menfaatini gözetmiyor, ahiret sevabını arzu ediyordu. Zulümden kaçınırken ahiret günü Allah’ın huzuruna varmaktan korkuyordu. Günümüzün yöneticileri ise adaletle hükmettikleri zaman toplumların övgüsüne mazhar olmak için hükmetmektedirler ve zulümden uzaklaşmaktadırlar. Zulmetmezlerken mevkilerini yitirmekten korkarak zulmetmemektedirler. Eskinin zahid bilgini, yazarken Allah için yazıyordu. Allah’ın huzurundaki nimetlere ermek için yazıyordu. Yazmadığı şeyi de Allah’tan korktuğu ve Allah’ın gazabından kaçındığı için yazmıyordu. Günümüzün bilginleri ise yazarken kitablarını toplumlar tarafından rağbet görmesi için yazıyor, yazmazken de toplumların yüz çevirmesinden ve böylelikle tükenip gitmekten korktuğu için yazmıyorlar. Dindar emekçi; Allah rızası için ve emeğinin karşılığını elde etmek için çalışmaktaydı ve halen de çalışmaktadır. O Allah’tan korktuğu için emeğinde kusur etmemektedir. Günümüzün dinden uzak emekçisi ise emeğinden mükafat beklemektedir. Mükafatı da işverenden daha fazla ücret elde etmektir. Görevinde kusur etmemek isterken, işinden olmaktan ve kovulmaktan korkarak kusur etmekten kaçınmaktadır.

İnsan tabiatı böyledir. Görünüşler ne kadar değşise de tabiat değişmez. Vasıtalar farklı olabilir. Ama o yine aynıdır. ilerledikleri ve geriledikleri zaman insanın tabiatı budur. Hep mükafat arzu eder ve mükafat için çalışır. Cezadan korkar ve cezadan hoşlanmaz. İnsanların yönetimlerinde bu fıtri yapılarından istifade edilmesi elbette ki bir hikmetin ifadesidir. İslam hukuku beşer tabiatını bu noktada kullanmış ve hükümlerini insanların tabiatlarındaki köklü esalar üzerine oturtmuştur. Korku ve ümit, korku ve zaaf esaslarına göre, böylece her zaman ve mekan için elverişli olan hükümler getirmiştir. Çünkü her yerde insan tabiatı aynıdır. Ve zamanın değişmesiyle değişmez. İşte İslam hukukunun eskiye ve yeniye elverişli olmasının, uzak ve yakın gelecekte uygulanmaya elverişli sistem oluşun sırrı da buradadır.