DÖRDÜNCÜ
FASIL
TAZİR
CEZALARI
477-
TAZİRİN MAHİYETİ
Tazir cezası; hakkında had cezası
teşri olunmamış bulunan suçlar için tedib olarak verilen bir cezadır. Yani
tazir; şeriatın hakkında önceden takdir olunmuş bulunan herhangi bir ceza
vazetmemiş olduğu cezalardır.
Tazir cezası nasihat ve
ihtar gibi en hafif cezalarla başlayıp hapis ve dövme gibi en ağır cezalarla
son bulunan ve zaman zaman önemli suçlarda ölüme kadar uzanan bir dizi
suçlardan ibaret olup cezası önceden takdir olunmamıştır. Hakim suçlunun durumuna ve suçun şartlarına bakarak, suçlunun
sabıkalarını ve psikolojisini nazari itibara olarak bu cezalar arasında en
uygun olanı seçer.
Tazir cezası had, kısas ve
diyeti gerektiren suçların dışında bütün
suçlar için tatbik olunur. Ancak had, kısas ve diyet suçlarının özel cezası
vardır. Bu suçlar için tazir cezası asli ceza olarak verilemez. Ancak asli
cezanın verilmesinin imkansız olduğu halde (haddin tatbiki için gerekli
olan şartların bulunmaması gibi) onun
yerine geçmek üzere (bedel olarak)
verebilecek bir cezadır. Ya bedel olarak verilir yahut da ( imam Azam Ebu
Hanife’ye göre) zina halinde sürgüne ilave olarak, İmam Malike göre yaralama
halinde kısasa ek olarak, İmam Şafii’ye göre içki haddi tatbik edilirken kırk
sopaya kırk sopa daha eklenmesinde
olduğu gibi ilave cezalar olarak verilir.
İslam hukuku beşeri hukukun
yaptığı gibi taziri gerektiren suçlardan
herbiri için belirli cezayı vermeye
mecbur etmek cezanın geçerliligini
önler. Ve çoğu kerre cezayı adaletsiz
hale sevkeder. Çünkü gerek suçluların ve
gerekse suçların durumu farklılık arzeder. Bir suçlu için zararlı olabilir. Bir kişiyi suçtan alakoyan
bir ceza, başkasını alakoymayabilir.
İşte bunun için İslam hukuku tazir suçlarına uygulanmak toplu cezalar dizisi
koymuştur. Hakime de suçluyu ıslah
etmek, toplumu suçtan korumak ve suçları azaltmak için gerekli gördüğü cezalardan
istediğini seçmek hakkını
vermiştir. Hakim bir tek ceza ile
cezalandırabileceği gibi daha fazlasıyla da cezalandırabilir. Cezanın iki
sınırı mevcut ise cezayı hafifletebilir.
Veya ağırlaştırabilir. Keza suçlunun
uslanması için yeterli olduğunu, ıslahı ve tedibi için kafi bulunduğunu kabul
etmesi halinde cezanın tatbikini durdurabilir de.
Tazir suçlarında hakime
böylesine geniş yetki vermenin hiç de tehlikeli bir yanı yoktur.
Zira tazir cezası verilecek suçlar önemli ve tehlikeli suçlar değildir. Binaenaleyh bu gibi suçlarda yavaş
davranmak suçluyu ıslah edebilir.Önemli suçlar için ise-ki bunlar haddi, kısas
ve diyeti gerektiren suçlardır- İslam
hukuku önceden belirlenmiş cezalar vazetmiştir. Hakime de bu cezalar konusunda
bir yetki tanımamıştır. Suçlunun suçu
işlediği sabit olduğu takdirde hakimin belirten cezaları uygulamaktan başka
yapabileceği hiçbir şey kalmaz.
İslam hukuku tazir suçlarında belirli cezaları kabul etmiş olmakla bunun dışındakiler kabul etmiyor değil. Bilakis
İslam hukuku suçluyu ıslah edip
uslandıracak ve toplumu suçtan muhafaza edecek bütün
tazir cezalarını kabul eder.
Çünkü İslam hukukuna göre; genel kaide şudur: Suçlunun uslanmasına ve
ıslahına vesile olan, başkalarını suçu işlemekten alakoyan ve toplumu gerek
suçlunun, gerekse suçun şerrinden muhafaza eden hertürlü ceza meşru cezadır.
478-TAZİR CEZALARIYLA DİĞER CEZALAR
ARASINDAKİ FARKLAR
Tazir
cezalarını had, kısas ve diyet gibi diğer suçlara uygulanan cezalardan ayıran
bazı belirgin farklar vardır ki bunları şöylece sıralayabiliriz:
a)-Had,
kısas ve diyet suçları için konulmuş bulunan cezalar, önceden tayin ve takdir
olunmuş cezalardır. Bu cezaları uygulamak şarttır. Hakim onun yerine bir başka
ceza veremez. Keza bu cezaları artırıp eksiltme yetkisi yoktur. İsterse ceza
tabiatı itibarıyla sopa cezasında olduğu gibi iki halde olsun. Çünkü cezanın
önceden ve takdir olunmuş bulunması tek bir hadde sahib ceza hükmüne geçirir.
Tazir cezalarına gelince bu cezalar önceden takdir olunmamış cezalardır.
Hakimin duruma göre bu cezalardan birisini seçip verme yetkisi vardır. Tasir
cezaları genellikle iki haddi bulunan cezalardır. Hakim isterse cezanın en alt
hududunu tatbik eder, isterse en üstün hududuna çıkar. Kaldı ki tazir cezaların
da, ihtar ve nasihat gibi tek haddi bulunan cezalar da vardır. Ama hakim herşeye
rağmen suçun ve suçlunun durumuna uygun düşen ceza olmadığı takdirde dilediği
cezayı verme yetkisine sahibtir. Binaenaleyh hiçbir kayda bağlı değildir.
b-Had,
kısas ve diyet suçları için konulmuş olan cezalar devlet yöneticileri
tarafından affedilemez ve iskat olunamaz. Tacir cezaları ise, gerek toplumun
menfaatlarını alakadar etsin, gerekse fertleri ilgilendirsin devlet
yöneticileri tarafından affedilebilir.
c-Had,
kısas ve diyet suçlarıyla ilgili cezalarda suçun durumu nazari itibara
alınır. Suçlunun kişiliğine dikkat edilmez. Tazir cezalarında ise hem suçun
durumuna bakılır, hem de suçlunun kişiliğine.
479-
TAZİR CEZALARININ ÇEŞİTLERİ
İslam
hukukunda uygulanan tazir cezaları pek çoktur. Aşağıda İslam hukukunun kabul
ettiği ve fiilen uygulama alanına koyuğu en önemli tazir cezalarını ele alacağız.
Ancak şunu unutmamak gerekir ki İslam hukunun genel prensipleri şeriatın
cezalandırma gayesini gerçekleştiren, bu cezaların dışında bir cezanın
verilmesini hiçbir zaman için önlemez.
480-
a) ÖLDÜRME CEZASI
İslam
hukukunda tazir cezası aslında uslandırma için verilir. Ve umumiyetle neticesi
emin olan cezalar tercih olunur224. Şu halde tazir cezasının öldürücü
olmaması gerekir. Binaenaleyh tazir cezasında öldürme ve (el ve ayak) kesme caiz
olmaz225.
(224)
El-Bahr’ür-Raik C: 5, S: 44 Şerh-i Zürkani C: 8, S: 115-116’ Esna’el-Matalib C:
4, S: 161 ve devamı.
(225)
Yukardaki kaynaklar ve ayrıca Tahsirat’ul-Hükkam C: 2, S: 264’ el-İkn C: 4, S:
269.
İslam
hukukçularının çoğunluğu bu genel kaidenin istisnası olarak amme menfatları
öldürme cezası verilmesini gerektirdiği takdirde ölüm cezasının uygulanmasına
cevaz verirler. Bu durumda; ya amme menfaatları suçlunun öldürülmesini
gerektirmelidir, yahut da suçlunun zararları ancak öldürülmesiyle ortadan
kaldırılabilir olmalıdır. Casusun, bid’atlere çağıran kişilerin ve tehlikeli
suçları itiyad haline getirenlerin öldürülmesi gibi226.
(226)
Hayiyet-ül ibn Abidin C: 4, S: 247-248’ el-ikna C: 5, S: 275’ el-Turuk’ul-Hikemiyye
ibn Kayyim el-Cevzi S: 106, el-ihtiyarat ibn Teymiye S: 178’9 Mevahb’ul-Celil C:
3, S: 357’ el-Bahrur-Raik C: 5, S: 45’ Mecmuat’ur-Resail el-Hisbe S: 58.
Tazir
cezası olarak verilen ölüm cezaları umumi kaidenin istisnası olarak varid olduğu
için bu konu daha fazla genişletilmez ve diğer tazir cezlarında olduğu gibi
mesele hakimin isteğine havale olunamaz. Devliti yönetenlerin ölüm cezası
verilmesi caiz olan suçları belirlemesi gerikir. İslam hukukçuları bu suçların
tayin ve tahdidinde kendi içtihatlarını ortaya koymuşlar ve zaruretin
gerektirmesi hali müstesna ölüm cezasının verilmesini mubah görmemişlerdir.
Suçlunun; suçu itiyad haline getirmesi ve ıslah olmasında ümidin kesilmesi yahut
da suçlunun topluma verdiği zararın önlenip toplumun himayesi için ortadan
kalkmasının gerekli görülmesi hallerinde ölüm cezası verilmesi mubah görülmüştür.
Hanefi
fakihler umumiyetle tazir olarak ölüm cezası verilmesini mubah kabul ederler ve
buna “siyaseten ölüm” adı verirler. Bazı Hanbeli fakihler de bu görüştedir.
Özellikle İbn Teymiye ve onun talebesi İbn’ul-kayy’ım el-Cevzi bu görüştedirler.
Maliki mezhebine mensub bir azınlık da bu görüşü benimser127. Fakat
Hanefilerin tazir cezası olarak ölüm cezasını mubah gördükleri suçlarını
çoğunluğu diğer mezheblerde had veya kısas cezası olarak aynı şekilde
cezalandırılmayı gerektiren suçlardır. Binaenaleyh Hanefi mezhebindeki bu
genişlik zahiri bir genişliktir. Ve çoğunlukla diğer memzheblerinden farklı bir
durum yoktur. Mesela Hanefiler hamile kadının öldürülmesinde ve livata suçlarıda
tazir cezası olarak ölümü mabah kabul etmektedirler. Birincide ölümü kısas,
ikinci ve had olarak kabul etmemektedirler. Halbuki Maliki, Şafii ve Hanbeliler,
hamile kadının öldürülmesini had cezası olarak kabul etmektedirler.
(127)
Şafiler ve Malikiler tazir cezası olarak ölümü kabul etmezler işlediği suçlarla
çevresine zarar veren bozguncu suçlunun süresiz hapsedilip toplumu onun
şerrinden korumayı tercih ederler. Bazı Hanbeli fakihler de bu görüşte onları
teyid ederler.
Bazı
Hanbeliler ve Maliki fakihleri de bid’ate davet edenin öldürülmesini tazir
cezası olarak kabul etmektedirler. Diğer bir kısım Malikiler ise bid’ate davet
edenin bu fiiliyle ırtıdad ettiğini ve had tatbik edilerek öldürüleceğini öne
sürmektedirler.
Bu
durumda tazir olarak ölüm cezası vermek; ancak sayısı belirli suçlar için mümkün
olmaktadır. Daha önce de gördük ki İslam hukuku ölüm cezasını haddi gerektiren
suçlardan dördü için vazetmiştir. Bunlar zina, harabe, irdıdat ve isyandır.
Kısası gerektiren suçlardan da sadece kasıtlı öldürmeye ölüm cezası uygulamıştır.
Şu halde tazir olarak verilen ölüm cezalarının ancak beş tür suça münhasır
olacağını belirtirsek görürüz ki, İslam hukukunda ölüm cezası verilen suçların
sayısı onu aşmaz. Tabii bu da tazir olarak olarak ölüm cezası verilmesini caiz
görenler için geçerlidir. Tazir olarak ölüm cezası verilmesini mubah
görmeyenlere göre; islam hukukunda ölüm cezası verilen suçların sayısı beşi
aşmaz. İşte bu özelliğiyle İslam hukuku ta ilk günden beri diğer hukuk
sistemlerinden ayrılmışıtr. İslam hukuku ölüm cezası vermekte aşırı gitmez. Ve
gerekli bulmadığı takdirde bu cezayı uygulamaya başvurmaz. İslam hukukunun bu
noktada ne derece üstün olduğunu daha iyi kavrayabilmek için 18. yüzyıl
sonlarına kadar beşeri hukukun ölüm cezası vermekte ne denli aşırı gittiğini
görmek yeterlidir. Nitekim o tarihlerde ingiliz yasaları ikiyüze yakın suça idam
cezası uygulamakta. Faransız yasaları da yüzonbeşe yakın suçlar için idam cezası
vermekteydi.
Son
zamanarda bazı Avrupa ülkeleri ölüm cezasını bütünüyle kaldırma çabası içine
girmişlerdir. Ancak bu çabalar ıslahı mümkün olmayan suçların kökten ortadan
kaldırılmasında büyük faydalar olduğu kabul eden italyan hukuk görüşünün tesiri
altında kalarak pek etkili olamamıştır. Hatta İtalya, Rusya ve Yugoslavya gibi
ölüm cezasını yasalaştırma gereğini duymuşlar ve bu noktada geriye dönüş
yapmışlardır.
Ölüm
cezası İngiltere, Almanya, Fransa ve Amerika gibi büyük devletlerin bütünün de
yasalarca kabul edilmiştir. Kanun yorumcuları ölüm cezasına neden olarak suça
engel olmasını toplum için tehlike arzeden suçluları kökten silmeye elverişli
biricik çare olmasını belirtmektedirler ki, bu sebebler İslam hukukçuları
tarafından da kabul edilen sebeblerin aynıdır.
481-
b) SOPA CEZASI
Sopa
cezası islam hukukunda temel cezalarından biri olarak kabul edilir. Sopa had
cezaları ve önemli tazir suçları için tatbik olunur. Sopa cezasının diğer
cezalara ek olarak verilmesinin nedeni öyle sanıyoruz ki bu cezanın suçluluğu
itiyad haline getirmiş olan tehlikeli suçluları sindirmekte en uygun ve geçerli
yol olmasıdır. Sopa cezasının iki hududu vardır. Suçlunun kişiliğine ve suçuna
uygun düşen miktarda cezalandırılması mümkündür.
Sopa
cezası ayrıca uygulamada devletin omuzuna ağır bir yük yüklememesi mahkumu
üretim imkanından mahrum bırakmaması ve hapis cezasında olduğu gibi suçlunun
ailesinin ve yakınlarının mağduriyetine neden olmaması hasebiyle daha elverişli
bir cezadır. Çünkü sopa cezası anında tatbik olunur ve suçlu cezanın tatbikinden
sonra tamamen serbest bırakılır. İşi aksamaz ve onun cezasından ailesi sıkıntıya
düşmez.
Sopa
cezasının en ömeli özelliklerinden birisi de mahkumun hapishanelerin
pisliklerinden muhafaza edilebilmesidir. Hapishanelerde mahkumların düçar
oldukları sıhhi, ahlaki bozukluklar, işsizlik, tenbellik ve çalışmama gibi
fenalıkları önlemesidir.
Sopanın
en üst haddi
Sopa
cezasının en üst haddi konusunda ihtilaf vardır. Maliki mezhebinde meşhur olan
görüş uyarınca sopa cezasnda en üst haddi tayin yetkisi devlet yöneticilerine
bırakılmıştır. Binaenaleyh bu cezanın üst hududunu devlet yöneticileri tayin
eder. Buna göre Maliki mezhebinde suçluya yüz sopadan fazla vurulması caizdir.
Halbuki haddi gerektiren suçlarda yüz sopadan fazla vurulması caiz degildir.128
İmam
Azam Ebu Hanife ve İmam Muhammed sopa cezasında en üst sınır olarak tazir
suçlarında 39 kırbacı kabul etmektedir. Ebu Yusuf ise 75 kırbaç vurulması
görüşündedir. Bu sınırlamanın esası onlara göre Allah Resulünün şu hadisi
şerifidir: “Hadsiz bir şekilde hadde baliğ olan mutecavizlerdendir.”
İmam
Azam Ebu Hanife, İmam Muhammed ile İmam Ebu Yusuf arasındaki ihtilafın temeli
şuradandır: Ebu Hanife ve Muhammed hadisteki “had” lafzının nekre (belirsiz)
olarak varid olduğunu kabul etmekte ve demektedirler ki, burada kastolunan
herhangi bir haddir. Köleler için kamil had kırktır. Kırktan bir eksik sopa
tazir suçu için en üst had sayılır ki bu 39 sopadır. İmam Ebu Yusuf ise der
ki,buradaki “had” lafzı hürler için konulmuş olan haddir. Bunun en az sınırı 80
sopadır. Kıyas gereğince Ebu Yusuf’a göre; sopa sayısının 69 olması gerekir ise
de Ebu Yusuf Hz. Ali’nin izini takib ederek, tazir suçu için en üst sınırın 75
sopa olduğunu kabul eder. Böylelikle hürler için konulan cezanın sınırından 5
sopa aşağısını benimser229.
(228)
Taksirat ul-Hükkam C: 2, 262-263, Meveahib’ul-Celil C: 6, S: 219.
(129)
Şerh-ı Feth’ul-Kadir C: 4, S: 214’ el-Bahr’ür-Raik C: 5, S: 51.
Şafii
mezhebinde ise üç görüş vardır:
Birinci
görüş Ebu Hanife ve Muhammed’in görüşüne uymaktadır.
İkinci
görüş Ebu Yusuf’un görüşüne uymaktadır.
Üçüncü
görüş haddin 75’ten fazla olmasını kabul etmekte230 ancak yüze
ulaşmamasını belirtmektedir231. Verilecek ceza, her suç için verilen
had cezasına uygun olarak kıyaslanılmalıdır. Binaenaleyh zinaya başlangıç
hareketlerinde verilecek tazir cezasının miktarı, zinanın haddinden az olmalıdır.
Fakat iftira suçunun haddinden fazla olmalıdır. Keza hareket suçunun tazir
olarak verilecek cezası iftira suçundan az olmalıdır. Yani herhangi bir suça
tazir olarak verilecek cezanın miktarı o konuda had olarak takdir olunan miktara
baliğ olamamalıdır. Mesela nazar ve mubaşeret suçları için verilcek tazir cezası
zina haddine ulaşmamalıdır. Keza iftira etmeksizin hareket ve küfür suçları için
verilecek tazir cezalarının miktarı da iftira suçunun haddine baliğ olmamalıdır.
(330)
Nihayet’ul-Muhtaç C: 8, S: 201’ Ahkam’us-Sultaniye S: 206 Esna’el-Metalib C: 4,
S: 162.
(231)
Mecmuat’ür-Resail,Teymiye’ el-Hisbe S: 57 et,Turuk’ul-Hikemiye İbn-Kayyım Cevzi
S: 106.
Hanbeli
mezhebinde ise muteaddit görüşler vardır. Bunlardan üçü Şafii ve Hanefi
mezhebinde zikrettiğimiz görşülere uygundur. Bunlardan ayrı olarak belli başlı
iki görüş daha vardır:
a) Sopa
cezası her suçta o suçun cinsi için meşru kılınmış olan hadde baliğ olmamalıdır.
Ancak hakkında had cezası konulmuş bulunan suçların cezası başka herhargi bir
suçun haddinin üzerinde olabilir. Mesela bekar zaninin cezası had olarak yüz
sopadır. Evli zaninin cezası ise recmdir. Şu durumda bir kadınla başbaşa kalmak
veya mubaşeret, yahut öpme veya buna benzer zinaya başlangıç suçlarının cezası;
fail bekar ise haddi aşacak şekilde yüz sopa olmamalıdır, evli ise yüz veya daha
fazla sopa olmalıdır. Çünkü evli zaniye had olarak verilen ceza recmdir. Sopa
ise ne olursa olsun recm haddine baliğ olmaz.
b) Tazir
suçlarında vurulacak sopa sayısı hiçbir şekilde onu geçemez. Bu son görüşü öne
sürenlerin delili Ebu Bürde (r.a.) nın Resulullah (s.a.v.) dan rivayet ettiği şu
hadisi şeriftir. Burada Allahın Resulu buyurur ki:
“Hiçbir
kimse on sopanın üzerinde sopa cezasıyla cezlandırılamaz. Ancak Allah’ın
hadlerinden bir haddin verilmesi hali müstesnadır”232. Bazı fakihler,
bu görüşü Şafiilere malederler. Ancak ben gördüğüm Şafii kitablarının hiçbirinde
böyle bir görüşe rastlamadım. Bu görüşü Şafiilere madedenlerin İmam Şafii’nin
“Eğer bu hadis sahih ise benim görüşüm bu doğrultutadır” sözüdür. Çünkü
dayandığı hadis sahihtir233.
(232)
Fetava İbn-Teymiye C: 4, el-İhtiyarat S: 178’ el-Muğni C: 15, S: 347’ et-Turuk’ul-Hikemiyye
S: 106 el-ikna C: 4, S: 270 ve devamı.
(233)
Şerh-i Feth’ul-Kadir’ C: 4, S: 215 et-Turuk’ul-Hikemiyye S: 106.
Mezhebler arası ihtilaf ve aynı mezhebten fukaha arasındaki ihtilafın sebebi,
Hz. Peygamberin zikrettiğimiz şu iki hadisi şerifidir:
“Hadsiz
bir şekilde bir hadde baliğ olan mutecavizledendir.”
“Hiçbir
kimse on sopadan fazla sopa cezasına çarptırılamaz. Ancak Allahın hadlerinden
bir had verilmesi hali müstesnadır.”
Birinci
hadisi; dört mezhebten sadece Maliki’ler reddeder ve bunun mensuh olduğunu
söylerler. Onlara göre, tazir cezasının çoğu için sınır yoktur. Devlet reisi
kendi mefsani arzularından kaçınmak kaydıyle, toplumun faydasına kabul ettiği
miktarda tazir cezasını artırabilir. İkinci hadise gelince bu, Hanbeli
mezhebindeki bazı fakihlerin dışında diğerleri tarafından reddedilmiştir. Bu
hadisi reddedenler; onun ya mensup olduğunu, yahut da Allah Resulünün zamanına
munhasır bulunduğunu kabul etmektedirler234.
(234)
Şerh’ı Feth’ul-Kadir C: 4, S: 2154 Tebsirat’ul-Hükkam C: 3, S: 263.
Birinci
hadisi benimseyenler de onun yorumunda ayrılmaktadırlar. Bazıları bu hadisi,
tazir cezalarında, cezanın en alt sınıra indirilmesini önlediği şeklinde
yorumlamaktadırlar. İçlerinden bir grup ise, ölçü olarak kaleleri almışlar ve
bunlara uygulanan had cezasında insaflı olunacağını kabul ederek haddin en alt
sınırı olarak köleleri almışlardır. Köleler için en alt had sınırı 40 sopadır.
İkinci bir grup ise hayır demişler, köleler için değil hürler için en alt sınırı
kabul ederiz. Hürler için had cezasının en alt sınırı ise seksen değnektir. Bazı
fakihler ise hadisi şerifin tazir cezasının genellikle had cezasına uygulanan
cinsten bir suçta had durumuna ulaşmasını önlediğini kabul etmişlerdir. Bunlara
göre suçlar birbiriyle kıyaslanmalıdır. İçki ve iftira suçuna -tehlikesi ve
konusu bakımından- benzer olan suçlarda sopa cezası seksene ulaşmalıdır. Konusu
ve önemi bakımından zina suçuna mumasil olan suçlarda verilecek tazir cezası da
100 sopaya baliğ olmalıdır. Diğer bir kısım fakihler de bu hadisi şerifi şöyle
yorumlamışlardır. Had cezası verilen suçlar için tatbik olunacak tazir
cezalarının had cezasının sınırına ulaşmaması icabeder. Ancak aynı cins suçlar
için had cezası yoksa verilecek cezanın had cezasının sınırına baliğ olmasını bu
fakihler caiz görürler hatta daha fazlasına müsaade ederler. Mesela bir kadının
yatağında görülen bir erkeğe evli değilse onunla birleşmediği sürece verilecek
sopa cezasının 100 sopayı aşmaması gerekir. Çünkü evli olmayan haddi recmdir.
Hırsıza da yüz veya daha fazla sopa cezası verilebilir. Çünkü hırsızlığın haddi
elin kesilmesidir. Eğer o suçun cinsi için kararalaştırılmış bir had yoksa
cezasının yöneticilerin uygun gördüğü bir hadda baliğ olması caizdir.235
Bu durumda hadisten maksat cinsine had cezası konulmuş olan suçlarda verilcek
tazir cezasının -had cezası verilmesi için gerekli olan şartlar mevcut olmadığı
sürece- had cezasını aşmaması gerekir. Ta ki tam suç ile tamamlanmamış olan
suçlar arasında bir eşitlik söz konusu olmasın. Had cezasının şartlarının
bütünüyle bulunduğu fiiler ile, bu şartların tamamen mevcut olmadığı fiiler
arasında ayırım yapılabilsin. Öyle sanıyoruz ki bu son görüş tertip bakımından
da, mantık açısından da en güzel ve en uygun görüştür.
(235)
Şerh-ı Feth’ul-Kadir C: 4, S: 214 Nihayet’ul-Muhtaç C: 8, S: 20. El-Muğni C: 10,
S: 347. eş-Şerh’ul-Kebir C: 10, S: 354.
Bazı
fakihler; sopa cezasının en azının üç değnek olduğu görüşündedirler. Onlara göre
bu; suçu engeleyici en alt limittir. Bazı fakihler ise sopa cezası için alt
sınır tanımamaktadırlar. Çünkü onara göre, cezanın suçu engelleyici etkisi
insandan insana değişir.236
İslam
hukukunda taziri gerektiren suçlardan herhangi birisi için sopa cezası
uygulanmasını önleyecek bir engel yoktur. Hatta bazı fakihler benzeri suçlar içi
had cezası konmuş olan suçlara sopadan başka bir ceza verilmemesi görüşünde
ısrar ederler. Onlara göre hakkında had cezası uygulanamayan hırsızlıklar için
sopa cezası verilir. Haddin şartları mevcut olmayan zina ve iftira suçları için
sopa cezası verilmesi daha iyidir.237
Bu
fakihler, had cezasını gerektiren benzer suçlar bulunmayan tazir suçları için
de sopa cezasının uygulanması görüşündedirler. Bu fikri serdedenler sopanın daha
uslandırıcı ve suçları önleyici etkisini dikkate almaktadırlar. Onlara göre, had
cezası verilen suçlar, çok önemli suçlardır. Binaenaleyh sopa cezası uygulamak
evla olur.238
(236)
Şerh-ı Feth’ul-Kadir C: 4, S: 215. El-Muğni C: 10, S: 348 Bedai’üs-Sanai C: 7,
S: 94.
(237)
Bedai’üs-Sanai C: 7, S: 64.
(238)
98. nolu paragrafa bakınız.
482-
c) HAPİS CEZASI
İslam
hukukunda iki tür hapis vardır:
a)
Süresi belirli hapis
b)
Süresi belirsiz hapis
483-
SÜRESİ BELİRLİ HAPİS
İslam
hukuku adi tazir suçlarına süresi belirli hapis cezası verir ve genellikle bu
ceza adi suçlular için uygulanır. Az önce İslam hukukçularından bir kısmının
önemli suçlar için veya sopadan başka yola engelenmesi mümkün olmayan suçlular
için sopa cezasının diğer cezalardan daha üstün olduğu görüşünü ifade
ettiklerini zikretmiştik.
Süresi
belirli hapis cezasının en az müddeti bir gündür. En üst sınırı üzerinde ittifak
yoktur. Bir kısmı altı ayı geçmemesi görüşünü serdederken, diğer bir kısmı bir
yıla yaklaşmaması görüşünü öne sürerler. Bunlara karşılık ikinci bir grup da
süresi belirli hapis cezasının en üst sınırını tayin etmeyip bu yetkiyi
yöneticilere bırakmamaktadırlar.239
(239)
Tabsiret’ul-Hükkam C: 2, S: 284. Şerh-ı Feth’ul-Kadir C: 4, S: 216
Ahkam’us-Sultaniye C: 206. el-Muğni C: 10, S: 348.
Hapis
süresini tayin edenler Şafiilerdir. Onlara göre, süresi belirli hapis cezasının,
bir yıla yaklaşmaması şarttır. Çünkü onlar bu cezayı zina haddindeki sürfün
cezasıyla kıyaslamaktadırlar. Bilindiği gibi -onlara göre- zina haddinin
uygulanması halindeki sürgün cezasının bir yılı geçmemesi gerekir. Binaenaleyh
verilecek hapis cezası da bir yıldan az olmalıdır ki bir had; bir başk had ile
cezalandırılmış olmasın. Diğer mezhebler ise bunda farklı olarak sürgünle hapis
arasında mukayeseyi kabul etmezler.
Gerektiği takdirde hapis ve sopa cezası birlikte verilebilir. Ancak bu
cezalardan birisinin tek başına yeterli olamayacağı kanaati hasıl olmalıdır.
Fakat Şafiiler bu durumda, iki cezadan birisinin; ikincisini tamamlayıcı
nitelikte olmasını şart koşmaktadırlar. Mesela suç’u tayin edilen sopaların
yarısı vurulduktan sonra hapis için mukarrer olan müddetin yarısı miktarınca
hapsolunur. Keza tayin edilen sopaların dörtte biri vurulduğu zaman suçlu hapis
olarak belirtilen sürenin dörtte üçünü hapishanede geçirir. Ve bu ölçü devam
eder. Böylece her iki cezadan birisinin miktarı diğerinden eksik kalan miktarını
tamamlayıcı mahiyette olmalıdır. Diğer fakihler ise böyle bir şart öne sürmezler.
Onlara göre; tazir cezası olarak tayin edilen bütün sopaları yedikten sonra
suçlunun uslanması ve başkalarının aynı suçu işlemesini önlemeye kafi gelecek
bir süre hapsolunması caizdir.240
(240)
Tabsirat’ul-Hükkam C: - S: 284 Şerh-ı Feth’ul-kadir C: 4, S: 216.
Ahkam’us-Sultaniye 256 el-Muğni S: 348. Esna’el-Matalib C: 4, S: 292.
Diğer
cezalarda olduğu gibi hapis cezasının da umumiyetle suçlunun ıslahına ve
tedibine vesile olması şarttır. Eğer suçlunun verilen ceza ile ıslah olmayacağı
veya uslanmayacağı zannı galib gelirse, bu hükümden vazgeçilerek bir başka ceza
uygulanır.
İslam
hukukunun hapis cezası konusundaki tutumu tamamiyle beşeri hukuktan ayrılır.
Şöyle ki; beşeri hukukta ilk ceza hapis cezasıdır. Yahut şöyle diyelim: İster
ağır suçlarda olsun, ister adi suçlarda olsun bütün suçlarda uygulanacak ana
ceza hapistir. İslam hukukunda ise hapis cezası ancak ikinci derecede bir
cezadır ve sadece adi suçlara uygulanmaktadır. Ki bu suçları cezalandırmak
yetkisi hakime bırakılmıştır. İsterse o suçlara ceza uygular, isterse uygulamaz.
Kaldı ki hakim bu cezayı uygulamanın faydalı olacağı zannına sahib bulunursa
tatbik eder. Aksi takdirde tatbik etmez.
İslam
hukukuyla beşeri hukuktaki bu farklılığın neticesinde İslam hukukunun
uygulandığı ülkelerde hapishaneleri dolduran insanların sayısı büyük miktarda
azalacaktır. Buna karşılık beşeri hukukun uygulandığı ülkelerde mahkumların
sayısı haddinden fazla artacaktır.
Vakıa
hapishane ve mahpuslar problemi beşeri hukuk bilginlerinin karşı karşıya
bulundukları belli başlı problemler arasında yer almaktadırlar. Hapis cezasını
her türlü suçta ana ceza olarak ele almanın sonucunda hemen hemen hapis cezası
verilenlerin sayısı fazlasıyla yükselmiş ve ne kadar geniş hapishaneler
kurulursa kurulsun mahkumları alamayacak duruma gelmiştir.
Bunun
sonucunda hapishaneler her türlü suç planlarının yapıldığı suç işleme okulları
haline gelmiştir. Asıl gayesi; ferdleri suç işlemekten korumak olan hapishaneler
suç planlarının hazırlandığı birer kulüp durumunu almıştır. Zira suçluların aynı
çatı altında toplanmaları birbirleriyle tanışmaları imkanını doğurmuş ve el
birliğiyle tecrübelerin elden ele geçmesi, suç işleme metotlarının yaygınlaşması
ve suç planlarının en ince noktalarına kadar hazırlanması neticesi ortaya
çıkmıştır. Kaldı ki tecrübeler hapis cezalarının sindirilmesi gereken suçluları
sindirmediğini ispat etmiştir. Bu yüzden hapishaneye düşmüş olan iyi kimseler de
bozulup dejenere olarak kötülere karışmaktadırlar.
Bazı
reformatörler hapis cezasının aksaklıklarını hafifletecek planlar hazırlamışlar
ve bu noktada bir takım çalışmalar yapmışlarsa da hapis cezasının özünde mevcut
olan eksiklikleri ve bozuklukları giderememişler, bu sistemin ana problemini
ortadan kaldıramamışlardır. Bu kimselerin ortaya koydukları proje şudur:Gece
mahkumları ayırmak gündüz birleştirmek ve birlikte oldukları zamanda mutlak
şekilde susmaya zorlamak. Ama bu pratikte tatbiki çok zor ve bedeli ağır olan,
kesin cezalar uygulamayı gerektiren bir programdır. Suçluları karşılıklı
münasebetten ve konuşmaktan alakoymak oldukça zor bir şeydir. Bu kişilerin
ortaya koydukları bir diğer projeyi de gece ile gündüz suçluları birbirinden
ayrı tutmak projesidir ki bu da verim bakımından çok kötü sonuçlar doğuran ve
çok pahalıya malolan bir projedir. Neticede suçluların aptallaşıp delirmelerine
sebeb olmakta ve bu yüzden bazıları intihara kadar sürüklenmektedir. Bir diğer
proje de İrlanda sistemi yahut da tedrici sistem denilen yavaş yavaş ayırma
sistemidir ki; mahpus önce tamamen diğer suçlulardan ayrılır, bilahere gece ayrı
gündüz de diğer suçlularla birlikte topluca bulunur. Ancak kimseyle konuşamaz.
Ama görülüyor ki, bu sistem de önce saydığımız iki projenin sahib bulunduğu
eksiklikleri ortadan kaldırabilmiş değil, aksine her ikisini birleştirmiştir.
İslam
hukukundaki hapis cezasına gelince:Bu beşeri hukuktaki sonuçlardan hiçbirisine
vesile olmaz. Çünkü hapis cezası ancak bazı adi suçlulara ve yeni suç işlemeyi
başlayan suçlulara uygulanır. Bu da çok kısa bır süre içindir. Hakim kısa bir
süre suçlanan mahkum edilmesinin onu engelleyeceğini kabul ederse kısa bir süre
için hapis cezası verir. Bu yüzden de İslam hukukunun uygulandığı yerlerde
mahkumların sayısı azdır. Hapiste kalma süreleri kısadır. Bunun için mahkumların
ahlakı bozulmaz. Suçu adet haline getirmeleri sözkonusu olmaz. Beşeri hukuktaki
cezaandırma sisteminin eksiklikleri ve nedenleri İslam hukukunda tamamen ortadan
kaldırılmıştır.
484-
SÜRESİ BELİRSİZ HAPİS CEZASI
İttifakla kabul edilmektedir ki süresi belirsiz olan hapis cezası ancak
tehlikeli suçlular ve suçu ittiyad haline getirmiş olanlar için uygulanır
öldürmek, dövmek ve hırsızlık suçlarını alışkanlık haline getiren veya tehlikeli
sayılacak suçları birden fazla tekrarlayarak işleyen, yahut da adi cezalarla
sindirilmesi mümkün olmayan suçlular süresiz hapis cezasına çarptırılırlar.
Suçlu tevbe ettği ortaya çıkıncaya ve durumunun düzeldiği belirinceye kadar
hapsolunur. Buna kanaat hasıl olduğu takdirde serbest bırakılır. Yoksa ölünceye
kadar şerri toplumdan önleyecek şekilde haps edilir.242
(242)
Haşiyet-ü Abidin C: 3, S: 260. Tabsirat’ulHükkam C: 3, S: 264. Nihayet’ul-Muhtaç
C: 8, S: 20 el-İkna C: 4, S: 277.
Yine
ittifakla kabul edilmektedir ki hapis süresi önceden tayin olunmaz. Çünkü
süresiz hapis cezası verilmiştir. Hapis süresinin sonra ermesi için ya mahkumun
ıslahı hal etmesi ve tevbe etmesi gerekir yahut da ölmüş olması icab eder.
Süresiz
hapis cezası ancak beşeri hukuk tarafından 19 yüzyılın sonlarına doğru kabul
edilmiştir. Böylelikle İslam hukuku beşeri hukuku tam 13 yüzyıl geride
bırakmıştır. süresiz hapis cezasını benimseyen Batı hukukçularının başında
İtalyan hukukçuları gelirler. Onlar da cezanın tayin edilmemesi zaruretini kabul
ederler. Onlara göre cezanın iki önemli rolü, suçu kökten yoketmek ve suçluyu
ıslahtır. Suçlulardan ıslahı kabil olanların cezası muvakkattır. Kabil
olmayanların cezası ise muebbettir.
Süresiz
hapis cezasında sürenin tayin edilmemesi hali beşeri hukukta çok farklıdır. Bir
kısmı sürenin tayin edilmemesini mutlak olarak kabul etmektedir. Buna göre hakim
süresiz hapis cezası vererek müddeti tayin etmemektedir. Sadece cezanın
tatbikini sağlayan yetkililer (zabıta kuvveti) suçlunun durumuna göre süreyi
tayin etme yetkisine haizdir. Eğer cezaevi yetkilileri suçlunun durumunun iyi
olduğunu görürlerse süreyi azaltırlar. Aksi takirde ölünceye kadar mahkum
hapisten çıkarılmaz. 27. 2. 1885 tarihli Fransız yasaları bu yolu benimsemiş
sürgün cezasının muebbet bir ceza olmasını emretmiştir. İdareye, mahkumün
cezasının hafifletilmesini uygun gördüğü takdirde cezayı indirme yetkisi
tanımıştır. Bazı yasalar ise süresiz hapis cezalarında sürenin tayin
edilmemesini nisbi olarak kabul etmektedirler. Şöyle ki, hakim cezanın süresini
tayin ederek hüküm vermekte ve demektedir ki; suçlunun çekeceği en az ceza haddi
şu kadar yıldır. Bundan daha az hapsolunması doğru değildir. Keza en çok hapis
süresi ise şu kadar yıldır ve bunu aşamaz. Bu hükmü belirttikten sonra cezayı
uygulayan yürütme kuvvetlerinin mahkumun durumuna göre cezayı ayarlama
haklarıdır. Eğer mahkumun ıslahı hal ettiğini görürlerse tayin edilen en alt
limiti yattıktan sonra salıverilir. Aksi takdirde cezanın en üst limitini
tamamlayıncaya kadar hükmünü çeker.
1930
yılında çıkarılan italyan kanunları ise cezanın en alt sınırını tayin etmekte en
üst sınırına karışmamaktadır. Mısır ceza kanunu ise cezanın en üst sınırını
tayin etmekte en alt sınırına karışmamaktadır. Suçu itiyat haline getirenlerle,
yeni suç işleyenlerar asında fark gözetmektedir.
Mısır
Ceza Kanunu, bunamış suçlular için mutlak birsüre tayin ettikten sonra yürütme
organı suçlunun ihtiyati olarak tutuklanmasını öngörürse herhangi bir akıl
hastanesine yatırmasını kabul etmiştir. Suçlunun takibine ait 49. madde bunu
amirdir.
Belçika
ve İtalya gibi bazı Avrupa ülkelerinin kanunları da zanlıların nevrasteniyet
tutulmaları halinde veya alkoliklerin aşırı alkol alma hallerinde belli bir süre
için özel bir yerde tutulmalarını amirdir.
Görülüyor ki 19. yüzyılın başlarından itibaren beşeri hukuk; süresi
belirlenmeyen cezlandırmalarda İslam hukukunun ortaya koyduğu prensibi kabul
etmiştir. Bu hukuk sistemlerinden bir kısmı İslam hukukunun hükmünü tümüyle
kabul ederek süreyi tayin etmezken, bir kısmı süreyi sınırlandırmaktadır. Diğer
bir kısmı ise ikincisini birleştirerek zaman zaman sınırsız, zaman zaman sınırlı
süre kabul etmektedir. Beşeri hukuk bu prensibi gerek sınırlı gerekse sınırsız
olarak kabul etmiş olsun aslında takib ettiği sistem İslam hukukunun sistemidir.
Sınırlama veya sınırlamama ise gerçekte nazariyenin tatbikini düzenlemekten
başka birşey değildir. Hala İslam hukukunun beşeri hukuktan çok üstün sistemler
getirerek onu çok gerilerde bıraktığını inkar edecek kimseler çıkar mı acaba?
485-
d) SÜRGÜN
Zina
cezalarından söz ederken sürgünden de bahsetmiştik ve demiştik ki İmam Azam Ebu
Hanife, sürgün cezasını tazir cezası olarak, diğer imamlar ise had cezası olarak
kabul etmektedirler. Zina suçun dışındaki sürgün cezalarını ise ittifakla tazir
cezası olarak kabul etmektedirler. Sürgün cezası suçlunun fillerinin birden
fazla olup başkalarını da suça çekmesi veya zararı mücip olması halinde
başvurulacak bir ceza metodudur.
Hanbeli
ve Şafii mezhebine mensub bazı fakihler sürgün cazasının tam bir yıla ulaşmaması
görüşündedirer. Çünkü onlara göre sürgün zina suçunda had olarak meşru
kılınmıştır ve süresi bir yıldır. Binaenaleyh Allah Resulünün “Hadsiz olarak bir
hadde baliğ olan mutecavizlerdendir” hadisi şerifine uygun şekilde tazir cezası
olarak verilen sürgün cezasının bir yıla varmaması gerekir.
İmam
Azam Ebu Hanife ise; sürgün cezasının bir yılı geçebileceğini kabul eder. Çünkü
o, zina suçunda sürgün cezasını had olarak kabul etmektedir. İmam Malik ise
sürgün cesanın bir seneyi geçebileceğini kabul etmekte ancak zina suçunda
verilen sürgün cezasının tazir değil had cezası olduğunu öne sürmektedir. Çünkü
o hadisin mensuh olduğu görüşündedir. Şafii ve Hanbeli mezhebinden bazı fakihler
de İmam ve Ebu HAnife’nin görüşünü desteklemektedirler.
Sürgün
müddetinin bir seneyi aşabileceğini söyleyenler; sürgünün süresini tayin
etmemekte, sadece sürgünün sınırsız bir ceza olduğunu öne sürmektedirler. Bunun
ötesinde sürgün edilen kişinin tekrar vatanına dönmesine izin verme yetkisinin
yötecilere ait olduğunu, durumun elverişli olması ve suçlunun uslandığının
bilinmesi halinde geri dönüş iznini onların vereceğini kabul etmektedirler.
Sürgün
cezasına çarptırılanlar belirli bir yerde hapsolunmazlar. Ancka bazı fakihlere
göre, murakabe altında tutulmaları ve hürriyetlerinin kısıtlanması caizdir.
Fakat bütün fukahaca ittifakla kabul edilmektedir (ki; sürgün için müddet tayin
edenlere göne, müddet tamamlanmadan ve sürülen kişinin uslandığı, tevbe ettiği
kabul edilmeden, sürgün için müddet tayin etmeyenlere göre tevbe ettiği
anlaşılmadan) sürgün edilen kişiye sürüldüğü mahalden kendi vatanına geri dönme
izni verilemez.
Allah
Resulu kadınlara benzeyen erkeklere sürgün cezası vermiş ve onların Medine’den
çıkarılmalarını emretmiştir. Mesela Hz. Ömer (r.a.) Dabi’i sopa cezasıyla
cezalandırmış bilahere Basra’ya veya Kufe’ye sürmüştür. Kimsenin de onunla
konuşmamasını emretmiştir. Dabi’ tevbe edip Basra yahut da Kufe valisi Hz.
Ömer’e tevbe ettiği haberini bildirinceye kadar hiçbir kimsenin onunla
konuşmadığı tarihi kaynaklarda belirtilmiştir. Bilahare Hz. Ömer onunla
konuşılmasına müsaade etmiştir. Keza Haccacoğlu Nasr’ı Medine’den dışarıya
sürmüştür.
Günümüzde kanun yorumcularının bir çoğu sürgün cezasının önemini ifade
etmektedirler. Çünkü onlar da artık hapis cezasının mahkumu ıslaha yeterli
olmadığını ve suçluların suç işlemezden önce toplum içindeki yerlerine tekrar
döndürülmelerini sağlayamadığını kabul etmektedirler. Hapis cezasıyla
cezalandırılanların ne kadar uslanır ve dönerlerse dönsünler, suçu işlemiş
oldukları yerde eski durumlarına dönmeleri imkansızdır. Bunun için suçlular
toplumdan ayrı kalmakta ve ister istemez kendilerini suçlular yahut da bozuklar
zümresinin arasına atmaktadırlar. Ancak sürgün cezası toplumu böyle bir kitlenin
varlığından kurtarabilir ve öte yandan da mahkumun tekrar toplum içerisinde
kendisi için yeni bir yer sağlamasını temin eder.
Avrupa
devletleri uzaklaştırma ve sürgün cezasını prensip olarak kabul etmişlerdir.
Mesela İngiltere mahkumları Amerika ve Avustralya’ya sürgün ediyordu. Bilahere
bu sömürgelerin yerlilerinin itirazı üzerine uzaklaştırmaktan vazgeçmek
mecburiyetinde kalmıştır. 1813 tarihli Fransız yasaları da uzaklaştırma cezasını
hakim düzene karşı çıkan siyasilerden kurtulabilmeyi sağlayan biricik ceza
olarak kabul etmiştir. Keza Fransız yasası ağır hapis cezalarının tatbikinde
suçluları sömürgelere sürgün etmiş ve cezalarının geriye kalan kısmını burada
tamamlamalarını emretmiştir. İtalyan yasaları da Adalet Bakanının ağır suçları
tatbik etme iznine sahib olduğunu belirterek suçluyu isterse ağır bir işte
çalıştırabileceğini isterse bir sömürgeye hapsedebileceğini kabul etmiştir.
486-
e) ASMA
Asma
cezası, harebe suçu için tatbik olunan bir had olması hasebiyle daha önce harabe
suçundan bahsederken bu konuyu anlatmıştık. Ve demiştik ki, bazı fakihler
mahkumun öldürüldükten sonra asılmasını kabul etmekte, diğer bir kısmı ise
ölmeden önce, canlı iken asılıp sonra asılı iken öldürülmesi görüşünü
serdetmektedirler. İdam cezasının yol kesme suçu için bir had olarak kabulü
İslam hukukçularının asılmanın tazir cezası olarak kabul edilmesini öne
sürmeleri imkanını sağlamıştır.
Tazir
cezası olarak asma hükmünün erilmesi halinde tabiatı haliyle önceden veya
sonradan öldürme durumu sözkonusu olmaz. Sadece kişi canlı olarak asılır. Yemesi
ve içmesi önlenmez. Namaz için abdest almasına engel olunmaz. Fakat namazını ima
yoluyla kılar ve asılma süresinin üç günden fazla olmasını İslam hukukçuları
şart koşartlar tazir cezası olarak asılma hükmünün meşruluğuna delil olarak
Allah Resulünün bir kişiyi tazir cezası olarak astırdığını ve Ebulhak denilen
tepeden asılı tuttuğunu zikrederler.
Şafiiler
ve Malikiler tazir cezalarını zikrettikleri zaman asma cezasından da sözederler.
Hanefiler ve Hanbeliler ise bu noktayı tasrih etmezler. Ancak bu onların asılmak
cezasını kabul etmdikleri anlamına gelmez. Çünkü İslam hukukunda genel kaide
şudur: Suçlunun ıslahına uslandırlmasına ve toplumun onun şerrinden muhafazasına
vesile olan hertürlü ceza meşru cezadır243. Bu şekilde asma cezası
bedeni bir ceza olup, bununla hem suçlunun uslandırılması kastolunmakta, hem de
teşhir maksadı güdülmektedir. Bu ceza talebelere ayakta durup ellerini bir
müddet yukarıya kaldırarak hiç kımıldamadan durma cezasına benzer. Yahut uzun
veya kısa süre dizleri üstü çömelme cezası verilmesine benzer.
243
Ahkam’üs-Sultaniye S: 206’ Tabsirat’ul-Hükkam C: 2, 266.
Ancak
şunu hatırımızdan çıkarmamalıyız ki tazir cezası, mutlak uygulanması gereken
ceza değlidir. Had ve kısasa benzemez. Binaenaleyh asılma cezasının uygulanması
veya ihmali teşri kurullarına bağlıdır. Teşri kurulları bazı suçlar için veya
bütün suçlar için böyle bir cezanın faydalı olacağını kabul ederse onu tatbik
eder, kabul etmezse terkeder.
487-
f) NASİHAT VE BENZERİ CEZALAR
İslam
hukukuda nasihat bir tazir cezası olarak kabul edilir ve hakimin suçluyu sadece
nasahatla cezalandırmasına müsaade eder. Ancak bu, nasihat suçunun ıslahı ve
sindirlimesi için yeterli bulunması halinde sözkonusundur.
Kur’anı
Kerim açıkça nasihat cezasın ifade etmiş ve buyurmuştur ki:
“Dikkafalılık ve şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin”. (
Nisa: 4/34)
İslam
hukukunda tazir cezası olarak öğüdün altında kalan cezalar da vardır. Mesela
fakihler suçlunun suçu işlediğini açıklamayı da tazir cezası olarak kabul
etmektedirler. Keza suçlunun mahkemeye çağırılmasını da bir tazir cezası olarak
kabul etmektedirler. Ancak yine şunu unutmamak gerekir ki; bu gibi cezalar
kendisi için yeterli bulunan ve tesiri tahmin olunan kimselere uygulanır.
488-
g) TERKCEZASI
İslam
hukukunda tazir olarak bir de terk cezası uygulanır. Bu ceza Kur’an-ı Kerim’de
kadınlar için varid olmuştur:
“Dikkafalılık ve şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara da öğüt verin,
yataklarını bırakın ve döğün.”
Allah’ın
Rasulü Tebuk savaşına katılmayan üç kişiye terk cezasını uygulamıştır. Şöye ki,
Malik oğlu Kaab, Rabia oğlu Mürare ve Umeyye oğlu Hilal, Tebuk savaşına
katılmayıp geride kalmışlardır. Allah’ın Rasulü de onlarla 50 gün kimsenin
konuşmamasını emretmiş ve nihayet şu ayeti celile nazil olunca onlarla
konuşulmasına müsaade buyurmuştur:
“Ve
savaştan geri kalan o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Bütün genişliğine
rağmen yeryüzü onların başına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça,
Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Allah
onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler. Çünkü Allah tevbeyi en çok
kabul eden ve merhamet sahibi olandır.” (Tevbe: 9/118)
Hz. Ömer
(r.a.) da Dabi’i sopa ile beraber sürgün cezasına çarptırmıştır. Tevbe edinceye
kadar kimsenin onunla konuşmamasını emretmiştir. Yukarda belirttiğimiz gibi
Basra veya Kufe valisi Hz. Ömer’e, onun tevbe ettiğini haber verince Hz. Ömer de
halkın kedisiyle konuşmasına müsaade etmiştir...
489-
h) TEVBİH CEZASI
İslam
hukukunda tazir olarak bir de tevbih cezası uygulanır. Hakim suçlunun ıslahı ve
tedibi için tevbih cezasını kafi bulursa bu cezayı uygulayabilir. Allah’ın
Rasulü tevbih cezasını uygulamıştır. Buna örnek olarak Ebu Zerr (r.a.) nın
rivayet ettiği şu hadis gösterilebilir:
Hz.
Ebuzerr diyor ki ben birisiyle sövüştüm ve ona annesiyle hakaret ettim. Allah’ın
Rasulü buyurdu ki:
“Ya
Ebuzerr, sen onu annesiyle mi kınadın? Doğrusu sen kendisinde cahiliyet bulunan
bir kişisin.”
Abdurrahman İbn-i Avf da halktan birisiyle Allah’ın Rasulünün karşısında
muhakeme olur. Abdurrahman kızar ve hakaret ederek der ki:
“Ey kara
avradın oğlu!”
Bunun
üzerine Allah’ın Rasulü kızar, son derece hiddetlenir ve elini kaldırarak
buyurur ki:
“Beyazın
oğlunun, karanın oğluna hakimiyeti ancak hak iledir.”
Bunun
üzerine Abdurrahman utanır ve mahcub olur. Yüzünü topprağa sürer ve sonra köleye
der ki: “Gel yüzümü tepele, beni affet ve bağışla!”
490-
k) TEHDİT CEZASI
Tehdit;
yalancı tehdid olmamak şartıyla ve verimli olacağı kanati hasıl olup suçlunun
uslanması ve ıslahı için yeterli görülmesi kaydıyle islam hukukunda tazir cezası
olarak uygulanır. Hakimin suçluyu bir daha suçu tekrarlaması halinde sopa
cezasıyla cezalandıracağını veya hapsedeceğini, yahut da daha ağır bir ceza
vereceğini söyleyerek tehdid etmesi caizdir. Hakimin bir cezayı verip tatbikini
bir süre durdurarak suçu işlemesi halinde cezayı tatbik edeceğini söyliyerek
tehdid etmesi de caizdir.
Beşeri
hukuk da tevbih ve tehdid cezasını kabul etmiş ilk defa suç işleyenler ve basit
suçlar için bir kazai hüküm olarak koymuştur. Hakim tehdidin kafi geldiğini
kabul ettiği kimselere bu cezayı verir.
Beşeri
hukuk tehdid cezasını muhtelif yollarla uygulamaktadır. Bazı hukuk sistemleri
hakimin cezayı vererek tatbikatını bir süre durdurmasını, suçlu bir daha suç
işlerse durdurulan cezanın tatbikini kabul eder. Bazı hukuk sistemleri ise
hakimin, hüküm vermeden önce hükmünü belli bir süre geciktirip suçu tekrar
etmesi halinde hüküm vermesini kabul etmektedir. Üçüncü grup ta suçlunun suçu
bir daha işlememesini ihtar etmeyi yeterli bulmaktadır.
Beşeri
hukukun muhtelif şekilde uyguladığı bu esaslar tehdid cezasının değişik
tatbikatından başka birşey değildir. Biz sadece şunu belirtelim ki; beşeri hukuk
tevbih ve tehdid cezalarını ancak 19. yüzyıl evvel her iki ceza prensibini de
kabul etmiş ve uygulamıştır.
491-
ı) TEŞHİR
İslam
hukukunda tazir olarak bir de teşhir cezası uygulanır. Teşhirle muhkumun suçu
işlediğinin ilanı kast olunur. Ve umumiyetle teşhir cezası yalancı şahitlik ve
hile gibi halkın güvenine dayanan suçların işlenmesi halinda uygulanır. Önceleri
teşhir cezası sokaklarda suçlunun yüksek sesle suçunun ilan edilmesiyle
yapılırdı. O sıralarda teşhir için başka bir vasıta yoktu. Günümüzde ise teşhir
hükmünün gazetelerde veya umumun gelip geçeceği mahallere asılacak ilanlarla
yapılması mümkündür. Beşeri hukuk da teşhir cezasını kabul etmiştir. Nitekim
Mısır ceza kanunu bazı suçlarda -mecburi satış fiatının üstünde satış ve hile
suçlarında- teşhir cezasını kabul etmiştir.
492-
m) DİĞER CEZALAR
İslam
hukukunda tazir suçları için uygulanabilecek cezaların hepsi bu saydığımızdan
ibaret değildir. Çünkü İslam hukukuna göre, tazir cezaları belirli ve kesin
cezalar olmayıp onları belirleme yetkisi yöneticilere, yani teşri heyetine
bırakılmıştır. Suçla savaşmak, suçluların ıslahı ve tedibi için uygun görülen
ceza yöntemlerini teşri kurulları seçerler. Elverişsiz olan cezaları da
kaldırırlar. İslam hukukundaki ceza prensibinin üzerine dayandığı genel esaslar
gözönünde bulundurulmak kaydıyla, teşri kurulları bu noktada hiçbir sınırla
mukayyet değildirler. Bizim burada zikrettiğimiz cezalar her türlü suçta
uygulanması mümkün olabilen umumi cezaların belli başlılarıdır. Umumi olmayan ve
her türlü a intibak etmeyen diğer bazı cezalar daha vardır ki bunların
bellibaşlıları şunlardır:
a)
Vazifeden azl. Gerek bir bedele, gerekse bedava olarak ifa olunan amme
vazifelerini görenlere uygulanır.
b)
Mahrumiyet ceza. Bu da suçlunun şer’an takarrür etmiş bulunan bazı haklardan
mahrum bırakılmasıdır. Mesela amme hizmetleri görme ve şehadet vazifesini ifa
etme hakının elinden alınması, mahkumun malından mahrum olması veya ganimetten
pay alamaması gibi cezalardır.
c)
Müsadere. Saklanması yasak olan malların veya suç aletlerinin müsaderesi bu tür
cezalandırma şeklidir.
d) İzale.
Suçun veya yasak fiilin etkisinin ortadan kaldırılması bu bölüme girer. Hileli
süt ve içki kaplarının ortadan kaldırılması yahut da amme yolu üzerinde yapılmış
olan binaların yıkılması bu türdendir.
Bu
saydığımız cezaların hepsini beşeri hukuk günümüzde kabul etmekte ve
uygulamaktadır.
493-
n) TAZMİNAT CEZASI
İslam
hukuku bazı tazir suçlarına da tazminat cezası uygular. Mesela İslam hukuku
ağaçtaki meyveyi çalan kimseye hırsızlık cezasının yanısıra, meyvenin mislinin
iki katını tazmin ettirir.
Yitik
bir malı saklayanın cezası da aynı şekildedir. Onun hem malı tazmin etmesi hem
de mislini ödemesi gerektir. Zekatı vermeyenin malının bir bölümünün alınması da
bu tür tazir cezalarındandır.244
(244)
İğaset’ulLehefan C: 1, S: 331 İlam’ul Muvakiin C: 2, S: 220.
Buna
rağmen bazı hukukçular tazminat cezasının her suçta uygulanabilmesinin mümkün
olup olmadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı fakihler tazminat cezasının
umumi bir tazir cezası olarak, mail bakımdan uygulanmasını kabul ederken,
bazıları tazminatın umumi bir ceza olamayacağını kabul etmektedirler.245
(245)
İğaset’ul- Lehefan C:1, S: 331’İlam’ul-Muvakkin C: 2, S: 220 el-Muğni C:10, S:
348 el-İkna C: 4, S: 270 Tabsirat’ul-Hükkam C: 2, S: 261 Şerh’Zürkani C:8, S:
125 Nihayet’ul-Muhtaç C: 8, S: 20 Esna’el-Zürkani C: 8, S: 162. Şerh-i
Feth’ul-KadirC: 4, S: 212 Haşuyet-ü İbn Abidin C: 3, S: 246 Mecmuat’ur-Resail
el-Hisbe S:59.(245)
Mali
tazminat konusunda itiraz edenler bunun Rasulullah devrinde uygulanmakla
birlikte, bilahere nesholunduğu görüşünü serdetmektedirler. Ayrıca suçlularla
savaş vasıtası olarak iyi bir metot olmadığın ifade etmektedirler. Mali
tazminatın mubah görülmesinde idarecileri, halkın malını haksız yere musadere
gibi aşırı bir zulme sevkedecek noktadının bulunmasından endişe etmektedirler.
Mali tazminatı, umumi bir ceza olarak kabul eden bazı fakihler ise bu noktada
çok titizlik göstermişlerdir. Onlar tazminatın tehdid anlamı taşıyan bir ceza
olmasını şart koşmuşlar malın alınıp mahkumun hapsolunmasını ve mahkum ıslah
olunca malın iade edilmesini ıslah olmaması halinde malın herhangi bir yere
sadaka olarak harcamasını öngörmüşlerdir.
Tazminat
cezasına mali yönden karşı çıkanlarla, bu cezanın zenginlerle fakirler arasında
ayırım yapaağını belirterek karşı çıkan fakihler de vardır. Zengin her zaman
mali tazminat ödeyebilir. Fakir ise buna muktedir değildir. Binaenaleyh birçok
cezalardan hafif olan tazminat cezası fakirlere uygulanamaz.
Günümüzde ise devletler sistemleşmiş, devletni gelir kaynakları belirtilmiş
bulunduğundan ve teşri kurullarının tazminatın en alt ve en üst sınırını
belirtme imkanı doğmuş olduğundan mahkemelrin istedikleri gibi cezalandırma
imknaları kalmamış olduğundan dolayı hakimlerin halkın malını lüzumsuz ve haksız
yere müsadere korkusu söz konusu olamaz. Binaenaleyh tazminat cezasına
yöneltilen itirazlardan birisi de ortadan kalkmıştır. Keza yasalara aykırı
hareket etmek gibi bazı suçlara önemsiz mali cezalar verilmesi ve halkın çoğunun
bu önemsiz cezaları ödeyecek güce sahip bulunması durumu da ortaya çıktığı için
tazminat cezasına yöneltilen itirazlardan birisi daha ortadan kalkmış
bulunmaktadır.
Her
halukarda İslam hukukçuları tazminat cezasının ancak basit suçlara elverişli
olan umumi ceza olarak kabul etmektedirler ve tazminat için alt veya süt sınır
tayin etmeyip bu noktayı yöneticilere bırakmışlardır.
Beşeri
hukuk ta birçok suçlarda tazminatı esas ceza olarak kabul eder ve bunu iki yolla
uygular.
a)
Mahkumun malına zorla el koyarak tazminat ödetme. Eğer mahkumun malı olmazsa
bunun yerine geçece ikinci bir ceza.
b)
Bedeni zorlama. Mahkumun mahkumlara has işlerde çalıştırılması veya belirli bir
süre hapsedilmesidir. Böylece tazminat mahkum fakir ise hapisle neticelenmiş
olacaktır. Kaldı ki beşeri hukuk hapis cezasını tazminat cezasından daha ağır
bir ceza olarak kabul etmektedir.
Hukuk
yorumcuları tazminat cezasının eksik ve sakatlıklarını kabul etmek ıslaha
çabalamaktadırlar. Ancak bütün eksikliğine ve kusurlarına rağmen tazminat
cezasının suçun hafifletilmesi ve hapis cezasının kötülüklerini bir noktaya k
adar azaltması bakımından en iyi çare olduğunu kabul etmektedirler. Onlar
tazminat cezasını iyiliklerinden dolayı değil, ancak hapis cezasına göre
fenalıklarının daha az olmsından ötürü kabul etmektedirler. Şu halde hukukçular
daha iyi bir çare düşünmek yerine iki zararlı şeyden daha az zararlı olanını
tercih yoluna başvurmaktadırlar.
İslam
hukuku mali bir meblağ ile cezalandırılan mahkumun hapsine müsaade etmez. Ancak
mali tazminatı ödeyecek durumda olduğu halde ödemezse hapsedilmesi caizdir.
Fakat mahkum, mali cezayı ödeyecek güçte değilse, bu mali cezaya mukabil hapsine
cevaz vermez. Çünkü borçlanmada hapis cezası ancak borçluyu borcunu ödemeye sevk
için meşru kılınmıştır. Eğer borçlu, borcunu ödemekten acizse hapis nedenleri
ortadan kalktığı için hapsedilmesi gerekmez. Fakat İslam hukukunda mahkumu
tazminatı ödemesi için ücretle ve mahkumlara mahsus iş yerlerinde çalıştırmayı
önleyecek bir esas yoktur. Bu noktada İslam hukukunun görüşü gerek teşri
bakımından gerekse mantık bakımından gayet sağlamdır. Zira mahkumun
çalıştırılması, çalışmaktan başka geliri olmayan kimse için bir mali kaynaktır.
Zorla çalıştırılarak cezalandırma, zorla malın alınmasından farklıdır. Mahkumun
borcunu ödeyememesi halinde hapsedilmesi; mahkumun fakirliğinden dolayı
hapsedilmesi demektir. Yoksa hapsi gerektiren bir cezası olduğundan değil.
Binaenaleyh tazminat yerine geçen hapis cezası fakirlere has bir ceza olmaktadır
ki bu da eşitliğe aykırıdır. Cezanın aslında meşru olmaz.
İslam
hukukunda tazminat cezasının tümüyle tazir suçlarına tatbikini yahut da tazir
suçlarının belli başlılarına uygulanmasını önleyecek hiçbir esas yoktur. Çünkü
İslam hukuku hapis cezasını ikinci derecede bir ceza olarak kabul eder ve birçok
tazir suçlarında esas ceza olarak sopayı alır. Böylece İslam hukuku suçlunun
hapse tıkılması halinde ortaya çıkan kötülükleri telafi eder. Nitekim beşeri
hukuk da bu fenalıkları azaltmak için ta minat cezasını kabullenmiştir.
Aslında
İslam hukukunda tazir suçları için birtakım cezalar mecmuası vardır. Bu cezalar
basitlik ve şiddet bakımından birbirinden ayrılır. Hakim suçluya, suça ve
suçlunun şartına, durumuna uygun gördüğü cezayı veya cezaları verme yetkisine
haizdir. İslam hukukçularından bazıları tazminat cezasını umumi cezalardan
saymak konusuna dikkat göstermişlerse bu, onların tazminatı tazir cezası olarak
kabul etme konusundaki hassasiyetlerinden ileri gelmektedir. Binaenaleyh hakim
suça ve suçluya uygun gördüğü takdirde tazminat cezası da verebilir. Eğer suça
ve suçlunun durumuna uygun değilse tazminat cezası vermek zorunda değildir.