Zekât Hicrî Kaçıncı Yılda Farz Kılınmıştır?
Zekât, Senesi Dolup Vakti Girince Hemen Verilmelidir
:
Sadaka Verirken Zekâta Niyet Etmek Doğru Olur Mu?
Yıl Sonunda, O Güne Kadar Verdiği Sadakayı Zekât
Sayabilir Mi?
Zekâtını Dağıtmak Üzere Birini Vekil Tutmak :
Ayrılan Zekât Vekile Teslim Edildikten Sonra Müvekkil
Niyetini Değiştirirse :
Mal Ya Da
Parayı Fakire Verdiken Sonra Zekâta Niyet Etmek Doğru Olur Mu?
Haberi
Olmadan Başkasının Malından Ayırıp Zekât Vermek :
Bir Kimse Elindeki Nisap Miktarı Malın Tamamını
Tasadduk Ederse :
Fakir Üzerindeki Alacağından Vazgeçen Kimseye Onun
Zekâtı Gerekir Mi?
Başkası Üzerindeki Alacağını Zekât Niyetiyle Fakire
Havale Etmek:
Zekâtı Açık Ya Da Gizli Vermek :
Fakire Verilen Zekâtı Hibe (Bağış) Diye Adlandırmak
Caiz Midir?
Zekât Ödeme Konusunda Genel Kaide :
Dar-İ Harpte Müslüman Olan Bir Kâfire Zekât Gerekir
Mi?
Zimmî (Gayrimüslim Vatandaş) Müslüman Olursa Zekât
Vermesi Gerekir Mi?
Bütün Bir Seneyi Baygın Vaziyette Geçiren :
4. Zekâta Tabi' Olan Malın Nisaba Ulaşmış Bulunması :
Satın Alınıp Henüz Ele Geçmiyen Mal :
Başkasına Bırakılan Rehin Mal :
Yolculuk Halinde Bulunan Zenginin Zekât Vermesi
Gerekir Mi?
6. Nisab Miktarı Malın Asıl İhtiyaçtan Arta Kalan
Olması :
7. Nisaba Erip Senesi Dolan Mal Ve Paranın Borçtan
Fazla Olması :
Zekât Konusunda Vadeli, Vadesiz Borçlar :
Üzerinde Bir Yıl Öncesine Ait Zekât Borcu Bulunan :
Kadına Ödenecek Mehir De Borç Kapsamına Girer Mi?
Zevcelerin Nafakaları Borç Kapsamına Girer Mi?
Sene Ortalarına Doğru Meydana Gelen Borç :
Mevcut Kitapların Zekâtı Gerekir Mi?
Alacaklı Alacağından Vazgeçerse :
Adak, Kefaret, Sadaka-İ Fıtır Ve Hac Gibi Borçlar
Zekâta Te'sir Eder Mi?
Nisaba Erişen Çok Çeşitli Mallan Olursa :
8. Nisaba Erişen Şeyin Nâmı Olması :
Ticaret Kasdiyle Satın Alınan Câriye :
9. Mülkiyet İle Elde Bulundurmanın Birleşmesi :
Borçlu, Kimseler Bulunmadığında İkrar Eder,
Bulunduğunda İnkâr Ederse :
10. Üzerinden Tam Bir Yılın Geçmesi :
Besi Hayvanlarında Da Durum Böyle Midir?
Elindeki Nisab Miktarı Mala Sene Ortasında Başka Mal
Katılırsa:
Tam Sene Dolduktan Sonra Eline Geçen Mal Ve Para
Mevcuda Eklenir Mi?
Elinde Nisap Miktarı Besi Hayvanı Bulunursa :
Sene Dolmadan Satılık İçin Beslediği Hayvanları
Satarsa :
Arazisini, Haracını Ödedikten Sonra Satarsa :
Mevcut Paranın Zekâtını Verdikten Sonra Onunla Besi
Hayvanı Satın Alırsa :
Kendisine Nisab Miktarı Para Bağışlanırsa :
Sandığında Yirmi Miskal Altın Veya İkiyüz Dirhem
Gümüş Bulunursa :
Ticari Değeri Nisaba Ulaşan Koyunlar :
Zekâtın, Şu Üç Şartın Gerçekleşmesiyle Acele
Verilmesi Doğru Olur:
Senesi Dolmadan Bir Malın Zekâtı Verilebilir Mi?
Senenin Başında Eilnde Nisaba Ermiş Altın Ve Gümüş
Bulunursa :
Muhtelif Cins Hayvanların Zekâtı :
Senesi Tamamlanmadan Zekâtını Bir Fakire Verirse :
Üzerinde Zekât Borcu Bulunduğu Halde Ölen Kinişe :
Ticaret İçin Olmayan Hayvanların Zekâtı :
Ticaret İçin Olup Altı Ay Kırda - Bayırda Otlayıp
Geçinirse :
Geyik İle Koyunun Çiftleşmesinden Meydana Gelen
Hayvan :
Zekâtı Vâcib Olmayan Hayvanlar :
Henüz Bir Yaşını Doldurmamış Hayvanların. Zekâtı
Verilir Mi?
Nisab Miktarını Aşan Kısmın Zekât Durumu
Atların Zekâtı Nasıl Hesaplanıp Takdir Edilir?
İşçiliğinden Veya Sanat Değerinden Dolayı Çok
Kıymetli Olan Altın Ve Gümüş Süs Eşyası :
Altın Veya Gümüş Başka Bir Madenle Karışık Vaziyette
Olursa :
Altın Yirmi Miskalı Aşarsa Zekâtı Nasıl Hesaplanır?
Altın, Gümüş Ve Ticaret Malından Her Birinin Nisaba
Ermesi Şart Mıdır?
Sene Sonunda Fiatlar Yükselir Veya Düşerse Nasıl Amel
Edilir?
Ticaret Malı Bütün Cinsleriyle Aynı Gruba Girer :
Kıymetli Taşlar - Mücevherat :
Kiralık Evler, Oteller Ve Hamamlar :
Attar Ve Benzeri Esnafın Kullanmak İçin Satın Aldığı
Kavanoz, Sandık, Raf Ve Benzeri Şeyler :
Fırıncının Satın Aldığı Odun, Tuz Ve Nakil Vasıtası :
Zekât Verip Vermediğinde Şüphe Ederse :
Sene Ortalarında Bir Malı Diğer Bir Mal İle
Değiştirmek :
Bir Malın Senesi Dolduktan Sonra Borç Verilmesi :
Bir Evde Ayrı Kişilerden Her Birinin Kırk Tane Koyunu
Bulunursa
Bir Kişinin Seksen Kişide Yarıya Birer Koyunu
Bulunursa :
Malın Kıymeti Üzerinden Zekât Vermek :
On Senelik İcarda Bulunan Kimse :
Zekâtı Ölüm Hastalığı Gelip Çatıncaya Kadar
Geciktirirse :
Borçlu Bulunduğunu Sanarak Bir Adama Nisab Miktarı
Para Verirse :
Yanındaki Nisab Miktarı Mal Veya Paradan Bir Miktar
Ayırırsa :
Yeraltı Definesi İki Kişi Tarafından Aranır, Fakat
Birisi Bulursa :
Üccretle Adam Tutup Define Arayan :
Diğer İki Ayrı Cins Madenlere Gelince :
Ev, Han Ve Öterde Bulunan Maden :
İslâm Ülkesinde Raslanan Define :
Başkasına Ait Bir Arazide Bulunan Define Ve Madenler
:
Bir Müslüman Dar-İ Harp'te Başkasına Ait Olmayan Bir
Arazide Define Bulursa :
Yapılan Kazılarda Silah, Kap Ve Benzeri Eşya
Bulunursa :
Denizden Çıkarılan Ürün Ve Madenler :
Yeraltı Madenlerinde Diğer Mezheplerin Görüş Ve
İçtihadı :
Madenin Yitik Mala Benzetilmesi :
TOPRAKTAN ELDE EDİLEN ÜRÜNLERİN ZEKÂTI
Üzerindeki Öşrü Ödemeden Ölen Kimsenin Varislerinden
Alınır Mı?
Öşür Konusunda Ekilen Arazinin Mutlaka Ekene Ait
Olması Şart Mıdır?
Topraktan Elde Edilen Her Üründen Öşür Gerekir Mi?
Topraktan Elde Edilen Tahıl, Meyve Ve Sebzeden Ne
Varsa Hepsinin Zekâtı Verilir Mi?
Dağlarda Kendiliğinden Yetişen Meyve Ağaçları :
Sadece İlaç Veya Tohumluğa Yarıyan Şeylerden Öşür
Verilir Mi?
Senenin Çoğunda Yani Mahsul Devresinin Çoğunda Dolap
Ve Benzeri Şeylerle Sulanan Arazi :
Hasad Yapılmadan Önce Ürün Felâkete Uğrarsa :
Müzaraa Şeklindeki Ortaklıkta Öşür :
Öşür Arazisini Hasad Zamanı Satarsa :
Elde Edilen Üründen Masraflar Çıkarılır Mı?
Elde Edilen Ürünün Öşrü Verilmeden Yenilebilir Mi?
Araziyi Öşriyye İki Kısma Ayrılır :
3. Zekât Toplamakla Görevli Tahsildar :
Amillere Tanınan Haklar Ve Yetkiler :
Âmil (tahsildar)
Topladığı Malı Zayederse :
Zekâtı Sözü Edilen Sekiz Sınıftan Yalnız Birine
Vermek Caiz Olur Mu?
Gayr-İ Müslim Vatandaşlara Zekât Verilebilir Mi?
İslâm Ülkesine İltica Eden Harbiye Zekât Verilebilir
Mi?
Zekât Parasiyle Cami Yaptırılabilir Mi?
Zekât Parasıyla Kefen Alınabilir Mi?
Zekât Ana Babaya Veya Evlâda Verilebilir Mi?
Koca - Karı Birbirine Zekât Verebilir Mi?
Nisab Miktarı Malı Ya Da Parası Olana Zekât Vermek
Caiz Midir?
Zengin Adamın Küçük Çocuğuna Zekât Verilir Mi?
Zengin Adamın Fakir Karısına Zekât Vermek Caiz Midir?
Oğlu Zengin Olan Babaya Zekât Vermek Caiz Midir?
Geniş Kütüphanesi Bulunan İlim Adamına Zekât Verilir
Mi?
Nîsab Miktarı Alacağı Bulunan Kimse Zekât Alabilir
Mi?
Sadece Oturacak Evi Olan Kimse Zekât Alabilir Mi?
Zekât Hâşim Oğullarına Verilmez :
Zekâtı Dağıtmaya Vekil Tutulan Kimse :
Zekâtını Bilmeden Zengine Ya Da Ana Babasına, Verirse
:
Zekât Verdiği Kimsenin Kendi Kölesi Olduğu
Anlaşılırsa :
Zekâtı Bir Beldeden Başka Bir Beldeye Nakletmek :
Zekât Dağıtırken
Öncelik Kimlere Tanınmalı?
Adam Başka Bir Beldede, Malı Da Diğer Bir Beldede
Bulunursa :
Zorbaların, Zâlimlerin Topladığı Zekât :
Fakirin Borcunu Zekât İle Öderse :
Bayram Ve Benzeri Günlerde Çocuklara Verilen Para
Zekât Yerine Geçer Mi?
Verilen Zekât Alınmış Olmalı :
Fakir Çocukları Himaye Eden Kuruluşlara Zekât
Verilebilir Mi?
Deliye Veya Henüz Akletmiyen Çocuğa Zekât Verilebilir
Mi?
Bunağa Verilen Para Zekât Yerine Geçer Mi?
DÖRT ÇEŞİT MAL BEYTÜLMALE KONULUR
Gayr-İ Müslim Vatandaşlara Beytülmaldan Yardım
Yapılabilir Mi?
İSLÂM VERGİ SİSTEMİ VE KAYNAKLARI
Zekât sözlük olarak :
Artma, çoğalma, temizlik ve bereket anlamlarına gelir. Terim olarak : Nisaba
ermiş bir malın Kitap ve Sünnet ile belirlenmiş bölümünü belirli bir zamanda
muhtaç olan müs-lüman fakirlerine -Allah'ın hoşnudluğunu dileyerek- vermektir.
Fu-kahamn çoğu bu tarz bir verişi «temlik» tabiriyle ifade etmişlerdir. Bu
husustaki temlik, zekât niyetiyle maldan çıkarılan belli nisbeti fakire
bırakmaktır.
Zekât, islâm'ın beş
rüknünden biridir. Farziyeti Kitap, Sünnet ve îcma' ile sabit olmuştur. İnkârı
küfrü gerektirir. İnandığı halde yerine getirmiyen kimse büyük günah işlemiş
olur.
Kitap :
«Zekâtlar Allah'tan
bir Tarz olarak fakirlere, yoksullara, onu toplayan tahsildarlara, kalbleri
müslümanlığk ısındırıl aç aklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda
olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir ve hikmet
sahibidir.»[1]
«(Müslüman
zenginlerin) mallarından sadaka (zekât) al ki bununla onları temizlemiş ve
bereketlendirmiş olasın.»[2]
Sünnet ;
«Şüphesiz ki Allah
Müslüman zenginlerin mallarından fakirıe-ıne yetecek kadarını farz kılmıştır.
Fakirlerin aç ve çıplak kaldik-arında sıkıntıya düşmeleri elbetteki zenginlerin
(cimrilik ve haksızla gibi) tutumlarından dolayıdır.
Haberiniz olsun ki,
Allah o zenginleri şiddetli bir hesaba tabi utacaktır ve onları elem verici bir
azâb ile azâblandıracaktır.»[3]
«Üç şey var ki onlar üzerine yemin ederim (mutlaka
dediğim gibi çıkar) ve (bu hususta) size bir hadis söylerim ki onu herhalde hafızanızda
tutun :
1. Hiçbir
mal zekât ve sadaka vermekle noksanlaşmaz.
2. Herhangi
bir kul bir zulme uğrar da ona sabrederse mutlaka Allah o zulümle ona azizlik
ve şeref artırır.
3. Herhangi
bir kul bir dilenme kapısı açarsa,
mutlaka Allah ona fakirlikten bir kapı açar.»[4]
«Şüphesiz ki Aziz ve
Celil olan Allah sadakaları sağ eliyle kabul eder ve sizden biriniz tayını
yetiştirip büyüttüğü gibi onu bereketlendirip çoğaltır; o kadar ki bir lokması
Uhud dağı kadar olur.»[5]
Bir adam Resûîülalh
(A.S.) Efendimize gelerek dedi ki :
— Ya Resûlellah! Ben çok mal sahibiyim, aynı
zamanda çoluk çocuk, servet ve konuk sahibiyim, bana gelip gidenler çok olur.
Ne yapmamı ve bu malı nasıl harcamamı bana açıklayın...
— Efendimiz (A.S.) ona şöyle buyurdu :
— «Malından zekâtı çıkarıp (muhtaçlara) ver.
Çünkü zekât seni temizleyen, paklayan bir ameldir. Bir de akrabanla ilgi kur,
yoksulların, komşu ve dilenenlerin hakkını tanı...»[6]
Câbir bin Abdillah
(R.A.) diyor ki :
«Namaz kılmak, zekât
vermek ve her müslümana nasihatçi olmak üzere Resûlüllah (A.S.) Efendimize
biy'at ettim.»[7]
Zekâtla ilgili yüze
yakın hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Biz sadece birkaç tanesini kitabımıza
teberrüken naklettik. [8]
Fukahanm çoğuna göre,
hicretin ikinci yılında kesin biçimde ve miktarı belli edilerek farz
kılınmıştır.[9]
Zekâtın dindeki yeri,
omurganın bedendeki yeri gibidir. Bu bacımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
«Zekât İslâm'ın köprüsüdür.» Bu köprü, ruhla bedeni, zenginle fakiri birbirine
yaklaştırıp irtibat kurduğu gibi, dünya ile âhiret arasında da bağlantı
sağlamakta, ikisinin paralel yürütülmesine vasat hazırlamaktadır.
Birinci Halîfe
Ebûbekir Sıddîk (R.A.) devrinde diğer ibâdetlere devam edeceklerini ancak
zekât vermiyeceklerini, onu sırf Resû-lüllah'm hatırı için verdiklerini
söyleyen on bir kadar kabileyi tenkil etmek üzere Hâlid bin Velid kumandasında ordu
hazırlayıp gönderilmesi de zekâtın dindeki önemini bir kez daha belirtmeye
kâfi delildir. [10]
Fukahanın çoğuna göre,
vakti girince zekâtı hemen vermek va-cibdir. Geciktiren günahkâr olur. Ancak sarfedilecek
yerleri bulunmadığından veya hastalık ve benzeri bir özürden dolayı geciktirilmesinde
bir sakınca yoktur. Sahih olan da budur.[11]
Zekâtı fakire verirken
niyet getirmek veya daha önce malın ya da paranın kırkta birini zekât niyetiyle
ayırmak şarttır. Niyetsiz verilen bir mal zekât yerine geçmez.
Zekâta önce niyet
etmekle beraber mal ya da paranın kırkta birini ayırıp belirlemez ve ucun ucun
gelen fakir ve muhtaçlara sadaka verir, fakat yine zekâta niyet etmezse, verilen
şeyler zekât yerine geçmez.[12]
Kendisine zekât farz
olan kimse, gelen fakirlere sadaka verirken zekâta niyet ederse, verdiği mal
veya para zekât yerine geçer. Çünkü zekâtta aslolan niyettir. [13]
Yıl sonuna kadar
zekâta niyet etmeksizin fakir ve
muhtaçlara dağıttığı sadakayı hesaplıyarak zekâta mahsup etmek caiz değildir.
Yani böyle bir niyetle zekât ödenmiş olmaz.[14]
Zekâtta vekâlet
caizdir. O halde müslüman zengin zekâtım hesaplayıp ayırdıktan sonra onu
dağıtmak üzere bir kişiyi vekil tutabilir. Ancak bunun sahih olabilmesi için,
zekâtım vekile teslim ederken niyet etmesi gerekir.[15] Vekilin buna niyet getirmesi şart değildir. [16]O
halde vekil kendisine teslim edilen zekâtı fakir ve muhtaçlara dağıtırken
zekâta niyet getirmiyecek olursa, yine de caizdir. Çünkü daha önce müvekkili
buna niyet etmiştir.[17]
Bu durumda vekil
kendisine teslim edilen zekâtı henüz dağıtma-mışsa, müvekkilin ilk niyeti
hükümsüz kalır, ikinci niyetine göre amel edilir. Buna bir misal verelim :
Müvekkil zekâta niyet edip ayırdığı mal ya da parayı vekile teslim ettikten
sonra, vekil henüz onu dağıtmadan müvekkili onu adağına niyet ederse, bu
caizdir. Vekil artık bu ikinci niyete göre amel eder. Ama vekil kendisine
teslim edilen zekâtı dağıttıktan sonra müvekkilinin yapacağı değişik niyete
artık itibar olunmaz.[18]
Fakir ve muhaçlara bir
miktar para ya da ticarî emtia verdikten sonra hatırına gelir de zekâta niyet
ederse, fakir ve muhtaçlar kendilerine verilen mal ya da parayı henüz
harcamamışsa, bu niyet sahih olur; verilmiş bulunan şey de zekâta mahsup
edilebilir. Harcamışlarsa, o takdirde zekât yerine geçmez.[19]
Haberi olmadan başka
bir şahsın malından bir miktar ayırıp zekât niyetiyle dağıtmak caiz olur mu?
Dağıtılan mal ya da para henüz fakirlerini elinde duruyor, mal sahibi de buna
müsaade ediyorsa o takdirde caiz sayılır. Verilen zekât harcandıktan sonra
asıl sahibinin müsaadesi alınsa da artık zekât yerine geçmez.[20]
Bu durumda zekât
vermiş sayılır mı? Elinde başka nisab kalmadığına göre, istihsanen zekât
vermiş sayılır. Elindeki nisab miktarının bir kısmını fakire bağışta
bulunursa, verilen kısmın zekâtı üzerinden kalkmış sayılır. Bu, İmam Muhammed'e
göredir.[21]
Fakir ve muhtaçlarda
alacağı bulunan zengin, bu alacağı onlara bağışlayacak olursa, bağışladığı
miktarın zekâtı üzerinden kalkar mı? Buna niyet etsin etmesin o miktarın
zekâtı üzerinden kalkmış olur. Bu herhangi bir âfette elden giden mal gibidir.
Ama borçlu kimse
zengin olursa, o takdirde bağışlanan borç miktarının zekâtı düşmez, ödemesi
gerekir. En sahih olan görüş te budur.[22]
Başkası üzerindeki
alacağını zekât niyetiyle bir fakire havale eder de o fakir gidip sözü edilen
alacağı alırsa, bu zekât yerine geçer.[23]
Ama fakir üzerindeki
alacağını henüz teslim almadan zekâta niyet etmek kâfi değildir. Bu durumda
zekât ödememiş sayılır. Baş-kasmdaki alacağını niyet ederek fakir üzerindeki
alacağından vazgeçmekle de zekât ödemiş sayılmaz. [24]
Bu hususta farklı görüşler ortaya çıkmışsa da,
fukahanin çoğuna göre, açık vermekte başkasını tahrik ve teşvik gibi yararlar
varsa tercih edilir. Böyle biryarar düşünülmüyorsa veya sözkonusu değilse,
fakirin onurunu zedelememek bakımından gizli verilmesi daha iyidir.[25]
Müslüman zengin
hazırladığı zekâtını fakir ve muhtaçlara verirken dil ile bunun bir bağış
olduğunu söyler, fakat içinden zekâta niyet ederse, en sahih kavle göre, zekât
yerine geçer.[26]
Kölelik kaydı altında
bulunan veya başka milletlere esir düşen kimselere zekât farz değildir.[27]
İslâm zekâtı ancak
kendi müntesiplerine farz kılmıştır. Çünkü ilâhî ahkâm ile onlar yükümlü
bulunuyor. Bu bakımdan kendisine zekât vâcib olduktan sonra henüz bu hakkı
ödemeden irtidad eder (dinden döner) se, zekâtın farziyeti düşer. Hattâ
yıllarca murted kaldıktan sonra yeniden İslâm'a dönerse, irtidad yıllarının
zekâtı kendisine gerekmez.[28]
Eldeki mevcut mal ve
paranın zekâtını mevcut para ve maldar
vermek caiz olduğu gibi, başkası üzerindeki alacak borcun zekâtını da mevcut
mal ve paradan vermek caizdir.
Başkası üzerindeki
alacak borcu, mevcut mal ve paranın zekâtı olarak vermek caiz olmadığı gibi,
alacak bir borcun zekâtını yine alacak bir borçtan vermek caiz değildir. Ancak
borç alındıktan sonra zekât olarak verilebilir. [29]
Dar-i harp,
gayrimüslim ülkelere denir. Böyle bir ülkede İslâm'a giren bir gayrimüslim
zekâtın farz olduğunu bilip öğrenirse o takdirde ödemesi gerekir. Bilmediği
takdirde gerekmez. Nitekim müs-lüman olduktan biı-kaç yıl sonra Müslüman bir ülkeye gelip yerleşecek,
olursa, geçmiş yıllara ait zekâtım vermesi teklif edilmez. Daha önceden, yani
İslâm'a girdiğinde bunun vücubunu bildiğini söylerse, o taktirde geçmiş
yılların da zekâtını vermesi gerekir. [30]
Zimmî olan kimse İslâm'a
girince -zekâtın farz olduğunu bilsin bilmesin- zenginse zekât vermesi gerekir.
Çünkü İslâm ülkesinde bu-iunuyordur.[31]
O halde ergen olmayan
çocuklar ne kadar zengin olursa olsunlar, zekât vermeleri vâcib değildir.
Ancak velileri isterse onları alıştırmak için mallarından zekât çıkarıp
muhtaçlara dağıtabilir. Fuka-hanın bir kısmı buna cevaz vermiştir.
Yılın tamamında akli
dengesini kaybeden kimse, ne kadar zengin olursa olsun zekât vermesi gerekmez.
Çünkü ilâhî teklif akıl sa-hiplerinedir. Ancak yılın bir kısmında akli
dengesini kaybeder, bir kısmında normale dönerse, o takdirde zekât vermesi
gerekir. [32]Bu sürenin az bir miktar
olması da böyledir.[33]
Sadrü'l-îslâm Ebû
Yüsür de bu görüşün daha. sahih olduğunu belirtmiştir.
Doğuştan ya da
ergenlik çağma girmeden akıl hastası olan çocuk ergen olduktan sonra
iyileşirse, zekât hususunda iyileştiği gün sene başı olarak hesaplanır. İmam
Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu anlamdadır.[34]
Zengin çocuk ergen
olunca, zekât konusunda ergenlik çağma girdiği gün sene başı olarak hesaplanır,
aradan bir tam kameri yıl geçince zekatı verilir.[35]
Bütün bir seneyi
baygın ya da koma halinde geçiren zengine zekât gerekir. Baygınlık ya da koma
akü hastalığı gibi değildir.[36]
Nisaba ermiyen bir
ticaret malı, para ve diğer şeylerden zekât vermek gerekmez. İslâm Şeriatı her
malın nisabını belirlemiştir : [37]
Altın |
20 miskal = |
96 gr. |
|
Gümüş |
200 dirhem = |
640 gr. |
|
Koyun - Keçi |
40 adet. |
|
|
Sığır |
30 » |
|
|
Deve. |
5 |
|
|
Nakit Para |
20 miskal altın |
veya 200 |
dirhem gümüş |
|
karşılığı |
|
|
Ticaret Malı |
20 miskal altın |
veya 200 |
dirhem gümüş |
|
karşılığı |
|
|
Bu tabirden maksad,
zekâta tabi olup nisaba eren bir malın hem mülkiyetinde, hem elinin altında
bulunması demektir. O halde yalnız mülkiyetinde olur da elinin altında
bulunmazsa, (kadının kocasından alacağı mehir gibi) zekât gerekmez. Bunun gibi
mülkiyetinde olmaz fakat elinin altında bulunursa, (mükatebin mal ve mülkü ve
borçlunun elindeki mal ve para gibi) yine zekât vâcib olmaz.[38]
Satış muamelesi
tamamlanıp henüz ele alınmayan mal da nisaba dahildir. Buna bir örnek vereilm
: 20 miskal altını nisaba esas kabul edelim. Bugünkü para birimiyle 96.000 TL,
eder. Elinde bu miktar senesi dolmuş para ya da ticaret malı bulunan bir kimse
-asıl ihtiyacından fazla ise- zengin sayılır. Ancak bu paranın bir kısmıyla
ticaret malı satm alır, fakat aldığı mal eline geçmeden sene dolmuş olursa, o
takdirde satm alman mal ele geçmiş gibi kabul edilerek nisaba ulaşmış sayılır
ve zekâtı verilir. Sahih olan da budur.[39]
Bunun gibi, 100.000
TL. karşılığında karısını boşayıp fakat bu parayı teslim alamıyan adama da
-bunu ele geçirinceye kadar- zekâtı gerekmez. Çünkü bununla satm alman ticaret
malı arasında menat ve illet yönünden fark vardır. Biri diğerine kıyas
edilemez.[40]
Başkasına rehin olarak
bırakılan ve fakat henüz geri alınmayan bir mal ya da altın ve gümüşe de
-alınıncaya kadar- zekât gerekmez. Nisab rehin ile tamamlanıyorsa o takdirde
rehin geri alınıncaya kadar nisab tamamlanmamış kabul edilir.[41]
Yolculuk halinde
bulunan ve yanında nisab miktarı nakit ya da ticaret malı bulunmayan zenginin
zekât vermesi vâcibdir. Çünkü bir vekil aracılığıyla malında tasarrufa her
zaman gücü yetebilir.[42]
İslâm bu konuda bir takım esaslar koymuştur : Nisab
miktarı malı, ya da altım, gümüşü bulunur da ancak bunun asıl ihtiyacından
fazla olmadığı tesbit edilirse, o takdirde zekât gerekmez. Çünkü her müslüman
önce kendi asıl ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra arta kalan ve nisaba ulaşan
bir servetten ayırıp fakirlere verir.
Asıl İhtiyaçlar ise Şunlardır :
a) Oturulan
ev,
b) Örfe
uygun giyim eşyası,
c) Evde
kullanılan lüzumlu eşya,
d) Binek,
e) Hizmetçi,
f) Lüzumlu
silah,
g) Nafakası
kendisine vâcib olanların yiyecek ve içeceği...
Elbisenin yazlık ve
kışlık olmak üzere iki takım bulundurulması; yiyecek maddelerinin de iklime
göre, bir senelik veya altı aylık ya da en az bir aylık ihtiyâcı karşılayacak
kadar sağlamış bulunması gerekmektedir. Bütün bu asıl ihtiyaçlardan arta kalan
ticaret malı, altın veya gümüş ya da nakit para nisaba erişirse, o takdirde zekâtı
vâcib olur.
Evde süs ve zînet
olarak bulundurulan elmas, zümrüt, yakut, inci ve benzeri kıymetli taşların da
zekâtı verilmez. Ama zînet eşyası da olsa altın ve gümüşün -nisaba ulaşırsa-
zekâtını vermek gerekir. Bu, Hanefî mezhebine göredir. Şafii mezhebine göre,
kadının süs ve zinet eşyasından zekât verilmez.[43]
Ayrıca lüzumlu
kitaplar ve âletler de asıl ihtiyaçtan kabul edilmiştir.[44]
Tezgâh, fabrika ve
benzeri imalathaneler de zekâta tabi mallardan değildir. Bunlardan elde edilen
gelirin senesi dolduğunda -nisaba ulaşıyorsa- zekâtı verilir.
Fabrika ve
imalathanelerede imalat için satın alman ham madde! ve benzeri şeyler stok
edilir de üzerinden bir sene geçerse onların da zekâtını vermek vâcib olur. [45]
Borç hangi türden
olursa olsun, kul hakkı sayılır ve ödenmesi gerekir. Bu sebeple sene sonunda
elindeki mal ve para nisaba ulaştığı halde üzerinde borç varsa, önce bundan o
borcu mahsub eder, sonra arta kalan kısım nisaba ulaşıyorsa zekâtını vermesi
gerekir. [46]
Zekât hususunda vadeli
ile vadesiz borç arasında fark yoktur. Çünkü her ikisi de ödenmesi şart olan
bir borçtur. O halde yıl sonunda elinde nisab miktarı para ya da ticaret malı
bulunduğu halde bir ya, da iki yıl sonra ödemekle yükümlü bulunduğu borcu varsa,
bu borç miktarını nisaba erişen maldan mahsup ettikten sonra kalan kısmın
nisaba ulaşıp ulaşmadığına bakılır, ulaşırsa zekâtı verilir, ulaşmazsa
verilmez. [47]
Üzerinde bir ya da iki
yıl öncesine ait zekât borcu bulunan kimse, içinde bulunduğu sene sonunda
elindeki para ya da ticaret malından önce borçlu bulunduğu zekâtı çıkarıp
verir. Sonra geriye Kalan kısmın nisaba erişip erişmediğine bakar, erişirse o
senenin zekatını çıkarıp verir, erişmezse vermez. O halde geçen yıllardan ödenmedik
kalan zekât da borç kapsamına girer ve ona göre hüküm taşır.[48]
Mehir.İster muaccel,
ister müeccel olsun fark etmez, her iki surette de borç kapsamına girer. Bu bakımdan
sene sonunda nisab miktarı malı ya da parası bulunan kimsenin üzerinde
ödenmedik mehir varsa, önce onu mahsup eder, kalan kısmın nisaba ulaşıp
ulaşmadığına bakar, ulaşırsa zekâtını verir, ulaşmazsa vermez. Sahih olan da
budur.[49]
İmam Pezdevî ise
El-Câmiu'1-Kebir şerhinde bu konuda şöyle fetva vermiştir : «Karısına mehir
borcunu ödemek istemiyen kimse, bu durumda borçluyum diye mehir nisbetini
nisaba ulaşan mal veya paradan mahsup ederek zekât vermemezlik yapamaz. Çünkü
genellikle kadınların hakları olan mehirleri kocalarından istemedikleri bir
âdet halinde sürüp gitmektedir.» Bu, daha çok fakirin lehine olduğundan hasen
sayılmıştır. [50]Ama herhalde kadın bağışlamadıkça
ödenmesi gereken bir borç olarak zimmette durur. [51]
Koca hem çocuklarına,
hem karılarına bakmakla yükümlüdür. Evin asıl ihtiyaçları araşma bu kabil
nafakalar kendiliğinden girer. Ancak boşanıp ta kocasından nafaka talebinde
bulunan ve hâkimin verdiği hükümle bu nafakayı hak eden zevcelere ödenen nafaka
zekât ^nisabına erişen maldan mahsup edilir. Veya böyle bir durumda karı-koca
kendi aralarında belli bir nafaka konusunda anlaşmaya varmışlarsa, bu da aynı
hükme dahildir. Ne hâkimin kararı, ne de aralarında bir anlaşma yoksa o
taktirde koca mevcut malından zekât nisabına te'sir edecek şekilde bir şey
ayıramaz. Ayırsa bile nisaba te'sir etmez,
Kendisine nikâhı haram
olan yakınlarının nafaka durumu da bu ölçü ve anlamdadır. Ancak bunlara takdir
edilen nafaka bir ay süreyi aşacak ölçüde ise bu borç sayılmaz ve bu sebeple de
zekât nisabına te'sir etmez.[52]
Sene başında nisaba
erişen bir mal böyle sürüp giderken, sene ortalarına doğru nisaba malik olan
kimse bir miktar borçlanırsa, bu zekât nisabına te'sir eder mi? Yapılan
araştırmalara göre, İmam Muhammed, nisaba te'sir eder ve bu sebeple mahsup
edildiğinde mevcut mal veya para nisaptan düşerse, o takdirde zekâtı
verilmez. Ama İmam' Ebû Yusuf'a göre, nisaba te'sir etmez.[53]
Evinde her konuda üç
eserden fazal kitap bulunduran kimsenin fazla kalan bu kitapları nisab
miktarına ulaşırsa, hesablayıp zekâtını vermesi gerekir. Fukahanm çoğunun
görüş ve tesbiti bu yoldadır. Ancak ilmî araştırma yapan âlimlerin bir konuda
üçten fazla eser bulundurma ihtiyaçları dikkate alınarak onlar hakkında daha
geniş kapsamlı fetva verilmiştir.
Fethü'l-Kadîr sahibi,
mutlak ölçüde her konudan iki nüsha bulundurmanın muhtar olduğunu söylemiştir.
O halde bu konuda verilecek fetyâ kişinin kitapları ne maksatla bulundurduğuna
göre olmalıdır. [54]
Borçlunun elindeki mal
ya da para nisab miktarını bulmakla beraber borcunu ayırdığında nisab
miktarından aşağı düştüğünde zekât vermesi gerekmez, demiştik. Şayet alacaklı
sene ortalarına doğru alacağından vazgeçerse, mevcut malın ya da paranın nisab
süresi hangi vakitten itibaren takdir edilir? En sahih kavle göre, alacaklının
alacağını bağışladığı günden itibaren hesaplanır, senesi dolunca da zekâtı
verilir. İmam Muhammed'e göre ise, borçla birlikte nisaba ulaştığı tarihten
itibaren hesaplanır. [55]Bu
iki görüşle de amel etmek mümkündür. [56]
Sözünü ettiğimiz
borçlar kullara karşı değil, bizimle Allah arasındaki borçlar kapsamına
girdiğinden bunlardan hiçbiri zekâta te'sir etmez. Şöyle ki : Mevcut malı ya da
parası, nisaba ulaşıyor, ama üzerinde keffaret veya adak borcu da bulunuyor, bu
borç mahsup edildiği takdirde nisab düşüyorsa yine de zekât vermek gerekir.[57]
Bir müslümanın nisaba
erişen hem altını, hem gümüşü, hem ticaret malı, hem de koyun keçi veya
sığırları bulunur, ayrıca bir miktar da borcu olursa, bu borç sözü edilen
malların hangisinden mahsup edilir? Önce nakit paradan, bu yetmediği takdirde
altın veya gümüşten, bunlar da yetmediği takdirde ticaret malından, bu da yetmediği
takdirde hayvanlardan mahsup eder. Hayvanlar birkaç cins ise en az zekâtı
olandan mahsup edilir. Yetmediği takdirde bu sıra gözetilir.[58]
Nisaba erip zekâtı
verilecek bir malın namî = ar tacı ve üretken olması şarttır. Ancak namı olan
mallar da ikiye ayrılır : Hakikaten nâmı olanlar; ziraat, ticaret ve
hayvanlarda meydana gelen artış ve üreme bu cümledendir. Takdiren namî olanlar;
artırmaya elverişli ola.ı mallar, eldeki veya vekilinin elindeki nakit para,
altın ve gümüş gibi.
Namı olan bu iki tür
maldan herbiri de iki kısma ayrılır : Hilkaten (yaratılıştan) namî olanlar.
Altın ve gümüş bu cümledendir. Bunların aynından yararlanmak, ihtiyaçları
karşılamak mümkün değildir. Ama değerli madenler oldukları için her zaman hem
ticarette, hem bazı gıda maddeleriyle mübadelede kullanmaya elverişlidirler.
O halde ister kullanılsın, ister kullanılmadan bekletilsin, her iki durumda da
nisaba ermiş, senesi dolmuşsa, zekâtının verilmesi vâcibdir. Ticaret ve benzeri
şeylerde kullanmaya niyet edip etmemek buna te'sir etmez.
Fiilî alanda namî
olanlar ise, bunlardan başka mallardır. Zekât durumları niyete bağlıdır.
Davarlar bu cümledendir. Bunlar ticaret kasdiyle bulunduruluyorsa, hayvanlarla
ilgili nisaba tabi olmayıp değerleri üzerinden hesaplanıp ticaret malı gibi
muamele görür. Bu tür mallarda ticaret niyeti sarih olabileceği gibi delâieten
de olabilir. Satın alınan bir malın satış esnasında ticaret maksadıyla alındığına
niyet etmek, sarih (açık) bir niyettir. Herhangi bir malı ticaret malı
karşılığında satın aldığında veya ticaret için elinde bulunan bir evi yine
ticaret malı karşılığında icare vermek, delâieten ticarete niyet sayılır. Bunun
gibi akit dışında eline geçen bağış, sadaka veya akit ile eline geçen mehir,
kan parası, köle azâd etme karşılığı gibi mal ve paralarda ticarete niyet
getirmek sahih değildir. Fukahanm çoğuna göre, bunlar nisab miktarı olur da
senesi dolarsa o takdirde zekâtları gerekir. Sahih olan da budur. [59]Miras
yoluyla eline geçen mal ve nakitte de
ticarete niyet getirilmez.[60]
Miras yoluyla taksim
edilen besi hayvanları ile ticaret malı için varisler bu malların intikalinde
ticarete veya yine besiye niyet ederlerse, ticaret malı ya da besi hayvanları
kapsamına girer. Niyet etmezlerse girmez.[61]
Gerçi bugün artık köle
ve câriye diye bir konu yoktur. İslâm Dini çok yaygın bulunan ve müesseseyi
pedagojik bir yöntem uygulayarak yavaş yavaş kaldırmaya yönelik çok ciddi
adımlar atmış ve analarından hür doğan insanların yine hür yaşamasını savunarak
başarılı hizmetlerde bulunmuştur.
Ne var ki, İslâm Hukukunda bu zayıf unsurların hakları
te'mi-nat altına alınmış ve onlarla ilgili hükümler konulmuştur. Fikir
ver-m bakımından yer yer bu hükümlerden
bahsetmekte yarar vardır.
Ticaret kasdiyle satın aldığı cariyeyi hizmetçi olarak
kullanmaya niyet ederse, ticaret malı olmaktan çıkar ve böylece zekâtı gerekmez.[62]
Bir malın zekâtının
vâcib olması için, yukarıda belirtilen şartlarla birlikte bir de mülkiyetiyle
beraber elde'bulunması şarttır. O halde mülkiyetine sahip olmakla beraber bir
malın ya sahibinin elinde veya vekilinin elinde bulunması ya hakikaten, ya da
hükmen gerekir. Aslı mülkünde baki kalmakla beraber elinden çıkıp ta bir daha
elde edilmesi umulmayan mallar zekâtı hemen gerekmiyenler cümlesindendir. [63]Buna
birkaç örnek verelim
a) İnkâr
edilen alacak,
b)
Gasbedilen mal veya para,
Gasbeden bunu ikrar bile etse, ahıup sahibine teslim
edilmedikçe zekâta tabi değildir.
c) Yitirilen
mal veya para,
d) Denize
düşen mal veya para,
e) Çölde
gömüp yeri unutulan veya belirsiz hale gelen mal veya para,
Evde gömülüp yeri kesin olarak bilinmiyen mal ve para
bu hükmün dışındadır. Çünkü ciddi bir arama-tarama ile bulunabilir. [64]Ama
tarla veya bahçede gömülü olup yeri unutulan bir mal veya para hakkında iki
görüş vardır Bazısına göre bunu da bulmak mümkün olduğundan zekâtı gerekir.
Bazısına göre, tarla veya bahçenin tamamını kazmak çok zor olduğundan zekâtı
gerekmez.
Bunun gibi, borcunu
inkâr eden kimsenin zimmetindeki para veya malın zekâtı, elde sağlam belge veya
şahit varsa, o takdirde gerekir4.1 Bu belge veya şahitler yoksa gerekmez.
Sahih olan da budur.[65]
İnkâr edilen bir
borcun üzerinden yıllar geçtikten sonra bazı belge veya şahitler zuhur ederse,
yine de zekâtı gerekmez. Ancak ödendikten itibaren üzerinden bir yıl geçince
zekâtı verilir. Fukaha-dan bazısına göre, ele geçtiği zaman mevcut yılın zekâtı
verilir, geçen yılların verilmez. Ama devrin kaadısı böyle bir borcu biliyor,
yani resmî belgelerle tevsik edilmişse, o takdride geçen yıllara ait zekâtı
da verilir.[66]
Borçlu iflas eder de
aradan yıllar geçtikten sonra adamın durumu düzelir ve kaadınm da sözü edilen
iflas durumundan haberi varsa, borç ödendiği takdirde, İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Ebû Yusuf'a göre geçen yıllara ait zekâtı çıkarıp vermek vâcib olur.[67]
Borçlu, kimseler
bulunduğunda inkâra sapar, alacaklıyla yalnız kalınca borcunu ikrar ederse, o
takdirde nisaba dahil edilmez ve bu nedenle de zekâtı verilmez.
Borçlu borcunu ikrar
eder, fakat kaadmın huzuruna çıkarılınca inkâr eder, bunun için şahidlerin
dinlenmesi gerekir, şahidler gelip şehadette bulunduktan sonra kaadi alacaklı
lehine karar verirse, o takdirde karar tarihinden itibaren sözü edilen
alacağın zekâtı hesap edilir. [68]Borçlu
Kaçarsa :
Borçlu borcunu
ödememek için kaçar, alacaklı da onu takip edip yakalamaya gücü yeterse veya
bir vekil tutmak suretiyle onu yaka-latabilirse, o takdirde sözü edilen
alacağın zekâtı gerekir. Buna güç getiremezse, gerekmez.[69]
İkrar Edilen Borçlar Üç Kısımdır :
İmam Ebû Hanîfe'ye göre ikrar edilen borçlar üç kısma
ayrılır :
a) Zayıf
b) Vasat
c) Kaviy.
Birincisi, kendi fiili
olmaksızın mülk edindiği mal veya para. Bu bir şeye karşılık değildir. Miras
gibi. Ele geçmediği sürece zekâtı gerekmez. Bir de maldan başka şeye karşılık
olup kendi fiiliyle mülk edinilen mal ve para; mehir, kan parası, boşanma
va'diyle karısının ödeyeceği mal veya para bu cümledendir. Bunlar da ödenmediği
takdirde zekâtı gerekmez. Ancak ödenip ele geçtikten sonra nisaba erişir ve
üzerinden de bir yıl geçerse o takdirde zekâtı gerekir. Geçmiş yılların zekâtı
gerekmez.
İkincisi, ticaret için
olmayan bir mal karşılığında gerekli olan Borçtur. Hizmet için satılan köle,
satışı yapılan eski elbiseler bu cümledendir. Bunların bedelinden nisab
miktarı aldığında, geçmiş yılların zekâtı ödenir.
Üçüncüsü, ticaret malı
karşılığında olan borç. Bundan ©ide edeceği her kırk dirhemin geçen yılların
da dahil olmak üzere zekâtı ödenir.[70]
Buna fıkıhta
«Havalen-i havi» denir. Bu konuda muteber olan kamerî senedir. [71]Bu da
daha çok fakirin lehinedir. Senenin başında ve sonunda nisab tam olursa, o
takdirde sene ortasındaki noksanlaşmaya itibar edilmez. Bunu bir misal ile
açıklayalım : Kameri senenin basında bir tüccarın elinde nisab miktarı mal ve
nakit bulunuyor, sene ortalarına doğru nisaptan düşecek bir noksanlaş-ma
meydana geliyor ve fakat sene sonunda yine nisab miktarına ulaşıyorsa, o
takdirde nisab miktarı bir mal ya da paranın üzerinden tam bir sene geçtiği
kabul edilerek zekâtı verilir.[72]
Ru durumda da bunun
aksine bir durumda da yine zekât gerekir. Bunu biraz daha açıklayalım : Sene
başında elinde nisab miktarı ticaret malı bulunan kimse, sene ortalarına doğru
bunun yarısını veya üçte ikisini paraya tahvil etmiş olur ve böylece sene sonuna
girmiş bulunursa, mevcut para ile mal birlikte hesaplanarak zekâtı verilir.
Ayrı ayrı hesaplayıp her birinin nisaba erişip erişmediğine bakılmaz. [73]
Besi hayvanlarında
durum bunun aksinedir. Meselâ, sene başında elinde otuz sığır bulunduran kimse
sene ortasına doğru bunun on tanesini ya koyun ya da deve ile değiştirecek
olursa, üzerinden tam sene geçmediğinden zekâtı gerekmez. Çünkü sene ortasında
sığırın bir kısmının koyun ile değiştirilmesi, onu nisaptan düşürmüş olur. Elde
edilen koyunlar kırk ya da daha fazla olsa bile onun da sene başı, elde
edildiği tarihten itibaren hesaplanacağı için zekâtı verilmez.[74]
Elinde nisab miktarı
mal ya da para bulunan kimse, sene ortalarına doğru elindekinin cinsinden
başka bir mal veya para kazanır veya kendisine miras yoluyla ulaşır veya bağış
yapılırsa, hepsini bir araya getirip sene sonunda tamamının zekâtını verir.
Cinsler değişikse,
koyunla deve; deveyle sığır gibi birbirine eklenip hepsinin birden zekâtı
verilmez, yani cinsler ayrı olursa birbirine eklenmez, her birinin nisaba
ulaşıp ulaşmadığına ve senesinin dolup
dolmadığına bakılır.[75]
Tam sene dolduktan
sonra ele geçen mal veya para artık mevcuda ilâve edilmez, geçen kısmın
senesinin dolması esas olarak kabul edilir. Fukahanm bu meselede ittifakı
vardır.[76]
Elinde nisap miktarı
besi hayvanı bulunur ve senesi de dolduktan sonra zekâtını verir ve çok
geçmeden bunu satıp paraya çevirir, elinde de ayrıca üzerinden senenin yarısı
geçmiş nisap miktarı nakit para bulunursa, bu iki para birbirine eklenerek
senenin yarısı da geçtikten sonra zekâtım vermek gerekir mi? îman Ebû Hanîfe'ye
göre eklenmez ve besi hayvanının satışından elde ettiği paranın üzerinden bir
sene geçmesini bekler, mevcut nisap miktarı parasının ise, senesi tamamlanınca
zekâtım öder. îmam Ebü Yusuf ile îmam Mu-hammed'e göre, ikisi birbirine
eklenerek üzerinden altı ay geçen mevcut paranın senesinin dolmasıyla hepsinin
birden zekâtı verilir. Şu şartla ki, besi hayvanlarının satışından elde edilen
paranın kendi başına nisaba ermesi gerekir. Aksi halde her üç imama göre de
mevcuda eklenip ona göre zekâtı verilir.[77]
İster bu hayvanları
paraya çevirsin, ister başka hayvana çevirsin, elde edilen şey kendi cinsine
eklenir. Meselâ, paraya çevirdiği takdirde elde edilen para mevcut paraya
eklenerek mevcudun senesinin tamamlanmasına bakılır. Başka hayvanla,
değiştirilmişse oda kendi cinsine eklenerek, mevcudun senesinin dolması
beklenir. Bunda icmâ' vardır.[78]
Bu durumda elde edilen
para, elindeki nisab miktarı paraya eklenir, hepsinin birden zekâtı verilir.[79]
Bu durumda satın
aldığı besi hayvanlarını yanındaki mevcut besi hayvanlarına eklemez. Çünkü bu,
zekâtı ödenmiş bir paranın karşılığıdır; bir malın ise bir yıl içinde iki defa
zekâtı verilmez. Bu, İmam Ebû Hamfe'nin görüş ve içtihadıdır. [80]
Kendisine nisab
miktarı para bağışlanır ve bunu işleterek bir o kadar da kâr sağlar, fakat sene
dolmadan bağışta bulunan yaptığı bağışı geri alırsa, bu durumda kâr olarak
sağladığı nisab miktarı paranın senesi, elde edildiği tarihten hesaplanır.
Bağış yapılan tarihten artık hesaplanmaz, çünkü geri alınmakla bu ölçüsünü kaybetmiştir.[81]
Bu durumca, mevcut
altın veya gümüş ya da o nisbette nakit paranın üzerinden sadece bir gün eksik
olmak kaydiyle üç sene geçer ve sonra bunun zekâtını verecek olursa, sadece
birinci senenin zekâtını vermesi gerekir. İkinci ve üçüncü senelerin zekâtı
gerekmez. Çünkü birinci seneye ait zekâtın verilmesiyle mevcut altın, veya gümüş
ya da nakit para nisabdan düşmüş olur ve bu takdirde de zekât gerekmez.[82]
Ticarî değeri nisaba
ulaşan satılık koyunlar henüz senesi dolmadan zayiat verir yani, onlardan
birkaç tane ölür, mal sahibi ölen koyunların derisini yüzüp dibağat yaptıktan
sonra satar ve elde ettiği para ile mevcut koyunların değeri nisaba ulaşırsa,
sene sonunda zekâtını vermesi gerekir. Koyunların hepsi ölür, yüzülüp dibağat
yapılan derileri nisab miktarı para getirirse, o takdirde yine sene sonunda
bunun zekâtını vermesi vâcib olur. [83]
Zekât, sosyal yapıda
dengeyi sağlamak, fakirle zengin arasındaki mesafeyi kısaltmak için Allah
(C.C.) tarafından zengin müslü-manlara farz kılınmış ve fakirlerin bir hakkı olarak
belirlenmiştir. Senesi dolunca vermekte her bakımdan yarar var. Geciktirilmesi
doğru değildir.
Ashabdan Akabe bin
Haris (R.A.) diyor ki:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimizle birlikte ikindi namazım kıldık. Allah Resulü selâm verince hemen
yerinden kalkıp acele dışarı çıktı, hane-i saadete gitti. Çok geçmeden dönüp
geldiğinde, ashabın yüzünde bir hayret ifadesini sezdi ve şöyle buyurdu :
«Namazda iken hatırıma
yanımızdaki altın geldi. Bu altının bizimle birlikte akşamlamasını veya
gecelemesini hoş görmedim, (fakir ve muhtaçlara) dağıtılmasını emrettim...[84]
Fukahanm çoğu,
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bu hareketinden fakire verilecek bir nesnenin
evde bekletilmesinin, hele o nesne zekât olursa hiç doğru olmayacağım istidlal
etmişlerdir.
İmam Şafiî ve İmam
Buharı Tarihinde Hazreti Âişe'den (R.A.) Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu rivayet etmişlerdir;
«Zekât bir mala
karışmıya görsün, mutlaka onu helak eder.»
Zekâtın farziyetine
inandığı halde onu vermiyen kimse büyük günah işlemiş olur. Bunun âhiretteki
cezası ise pek ağır olacaktır. Bu tutum içinde bulunan müslüm anlardan İslâm
Devleti zorla zekâj ti alıp yerine sarfetmekle mükelleftir. Aynı zamanda o
müslümani ta'zîr de eder. İmam Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, Gevieu
gücüyle alman zekâtın yansı nisbetinde de ayrıca mal veya parası ceza olarak
alınıp dağıtılır.[85]
Bu konuda en açık
hadis ise şudur :
«İnsanlarla, La üâhe
illallah, Muhammedün Resûlüllah deyip şe-hadette bulununcaya, namaz kılıp zekât
verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yerine getirdiklerinde artık
-İslâm'ın ön gördüğü hakkın alınmasında uygulayacağı hüküm müstesna- onlar
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir.[86]
Yine bu konuda
Ebübekir Sıddîk (R.A.)'ın hilafet yıllarında dinden çıkan Araplar oldu. On bir
kabile, «biz zekâtı Hazreti Mu-hammed'in hatırı için veriyorduk. O vefat etti.
Artık vermiyeceğiz» diyerek direniyorlardı. Bunun üzerine halife harekete
geçti. Onları tenkil etmek için ordu hazırladı. Hz. Ömer (R.A.) :
— Ey Resûlüllah'm Halifesi!, «İnsanlarla, Lâ
ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum...» hadisi bizce malûm
olduğu halde, Lâ ilahe illallah diyen insanlarla nasıl savaşacaksın? Kaldıki
Resûlüllah (A.S.) bunu şu sözleriyle bağlamıştır : «Artık kim
böyle söylerse kanım ve malını benden korumuş olur. Ancak İslâm ahkâmına göre
bir hakkın yerine getirilmesi müstesna. »
Halife ona şu cevabı
verdi :
— Allah'a yemin
ederim ki, namazla zekâtı birbirinden
ayırıp «namaz kılarız, ama zekât vermeyiz...» diyenlerle savaşacağım. Çünkü
zekât mala konulmuş bir haktır. Resûlüllah'a verdikleri bir dişi keçiyi bana
vermiyecek olurlarsa, vallahi onlarla savaşırım.
«Vallahi bu, ancak Allah'ın doğru yolu ilham edip
Ebübekir 'ın kalbini savaşa açmasından başka bir şey değildi. Onun haklı
olduğunu anladım.»[87]
İşte bu ve benzeri
sahih rivayetlere dayanan fukaha, nisaba erişip senesi dolan bir malın
zekâtını hemen vermek sünnet veya vâ-cibdir, demişlerdir. Te'hirinden dolayı
günahkâr olur, diyenler eksik değildir.
Malın Nisabı
Dolmadan Zekâtı Verilir mi?
Bir malın nisabı
dolmadan zekâtını vermek sahih olmaz. Verilen miktar ne ise sadaka yerine
geçer.[88]
1. Senesinin
dolması,
2. Sene
sonunda da nisab miktarının mevcut olması,
3. Asıl
ihtiyaçtan fazla bulunması.
Bu üç şarttan biri
gerçekleşmediği takdirde verilen zekât sadaka yerine geçer.[89]
Konunun başlangıcında
da belirttiğimiz gibi, nisaba ermiş bir
malın zekâtını senesi tamamlanmadan vermek caizdir. Çünkü bu fakirin lehine
bir durumdur. O halde sene başında elinde yüzbin lirası olan zengin sene
ortalarına doğru ikiyüz bin liranın zekâtını hesaplayıp fakirlere verirken,
sene sonuna kadar mevcut
param ikiyüz bin olursa, zekâtını şimdiden ödemiş olurum. Yine yüzbinde
kalırsa, gelecek senenin zekâtına karşılık vermiş olurum, şeklinde niyet eder
verirse, caiz olur. Sene sonunda parası
yine yüzbin olarak kalırsa, gelecek senenin zekâtım şimdiden ödemiş sayılır.[90]
Bu durumda ikisinden
birinin zekâtını hesaplayıp sene dolmadan verir, fakat yine sene tamamlanmadan
altın veya gümüşten birini çaldırır veya kaybederse, verdiği zekât elinde
kalana mahsup edilir. Çünkü bu iki cinsi birbirine eklemek caizdir.[91]
Muhtelif cins
hayvanların hepsi de nisaba ermiş bulunur da sahibi bunlardan sadece ismen
belirlediği bir cinsin zekâtını hesaplayıp sene tamamlanmadan verir ve yine
sene tamamlanmadan bir cins hariç diğerleri helak olursa, verilen zekât
belirlenen cinse ait sayılır, helak olmamışsa zekâtı verilmiştir. Helak olmuş
başka bir cins kalmışsa, verilen zekât buna mahsup edilemez. Çünkü cinsleri
birleştirmek caiz değildir.
Bunu bir misal ile
açıklıyalım :
Sene ortalarına doğru
elinde koyun, sığır ve deveden her bir cinsin nisaba ermiş miktarı bulunuyor.
Sene tamamlanmadan koyunların zekâtını çıkarıp veriyor. Sene sonuna doğru
koyunlar bir hastalıktan dolayı ölürse, daha önce verilen zekâtı mevcut sığır
veya deve zekâtına mahsup edemez. Çünkü koyun ile bunların cinsleri ayrıdır,
zekât konusunda birleştirilip hepsi aynı mal kabul edilmez.[92]
Sene tamalanmadan
zekâtını bir fakire verir ve o fakir de yine sene. tamamlanmadan zengin olur
veya dinden çıkar veya ölürse, verilen zekât caiz olur. Fukaha bu hususta
farklı görüş izkâr etmemiştir.[93]
Üzerinde ödenmedik
zekât bulunduğu halde ölen kimse günahkâr olarak ölmüştür. Artık onun durumu
Allah'a kalmıştır. Varisleri bu brocu ödemekle yükümlü değildirler. Ancak kendilerine isabet eden hisseden gönül
rızasıyla çıkarıp verirlerse, buna
engel olunmaz.[94]
Fıkıhta bunlara
«sâirne» denir. Senenin çoğunu mer'a ve kırlarda kendi ağzıyla otlayarak
geçinen ehli hayvanlardan koyun, keçi, sığır, deve ve at'm zekâtı, nisaba
eriştikleri takdirde verilir.
Sözü edilen
hayvanların erkek ve dişisi ya da ikisinin karışık durumu arasında fark yoktur.
Yeter ki bunlar binek ve ticaret niyetiyle beslenmiş olmasın. O takdirde
ticaret malı kapsamına girer, nisab bunların sayısında değil, kıymetlerinde
aranır.[95]
Kasaba satılmak üzere
beslenip etlenmesi sağlanan hayvanlar da ticaret malı kapsamına girer.[96]
Senenin çoğunda ağıl
ve benzeri yerlerde beslenip korunan hayvanlardan zekât vermek gerekmez. Çünkü
bu durumda sahibi hem büyük emek harcamış, hem de geniş bir masraf yapmıştır.[97]
Ticaret niyetiyle
beslenen hayvanlar altı ay ya da daha fazla kırda bayırda otlatılsa bile yine
de ticaret malı kapsamına girer, zekâtı ona göre hesaplanıp çıkarılır.
Ticaret niyetiyle
aldıktan sonra ürününden yararlanmayı düşünerek beslemeye niyet ederse, o
takdirde niyet ettiği andan itibaren senesi hesaplanır, ona göre zekâtı
verilir.[98]
Ürününden yararlanmak
için beslenen deve beş taneden az olursa zekât gerekmez. Beş ya da fazla
olursa, o takdirde aşağıda belirtilen ölçüye
göre zekâtı verilir :
l. Beş deve
için, bir yaşını tamamlayıp ikinci yaşma girmiş bir koyun verilir. Yirmi beş
deveye kadar her beşine karşılık, belirtilen yaşta bir koyun verilir. Develer
yirmi beş olunca, bu kez bir yaşıriı biirip ikinci yaşma ayak basan bir dişi
deve verilir, bu otuz beş I oluncaya kadar aynı ölçüde devam eder. Otuz altı
olunca, iki yaşını tamamlayıp üç yaşına ayak basarı bir dişi deve verilir. Bu
develer kırk beş tane oluncaya kadar aynı ölçüde devam eder; kırk altı olunca
üç yaşını tamamlayıp dört yaşma ayak basan bir dişi deve verilir. Bu develer
Altmış oluncaya kadar aynı ölçüde devam eder. Altmış bir olunca, bu kez dört
yaşım tamamlayıp beş yaşma ayak basmış bir dişi deve verilir. Yetmiş beşe kadar
bu ölçüde devam eder. Yetmiş altı olunca, iki tane iki yaşını tamamlayıp üç
yaşma ayak basmış iki deve verilir. Develer doksan tane oluncaya kadar bu ölçü
devam eder; doksan bir olunca iki yaşını tamamlayıp üç yaşma ayak basmış iki
dişi deve verilir ve bu ölçü yüz yirmiye kadar devam eder. Sonra yüz yirmi
üzerine fazla olan her beş deve için bir koyun verilir ve yukarıda belirtilen
ölçüye göre hesaplanır.
İmam Ebû Hânîfeye'ye
göre, develer bir yaşım bitirip iki yaşma ayak basmadıkça zekâta tabi'
değildirler.[99] İmam Muhammed de aynı
görüştedir. Yavrusunu emziren deve ve bir de döl almak için besleneni zekât
olarak alınmaz.
Fakir ve muhtaçların
lehine uygun geldiği takdirde zekât deve olarak değil, onun kıymeti
hesaplanarak alınabilir.[100]
Sığırlar otuz tane
olduğu takdirde zekât nisabına ulaşmış kabul edilir. Otuzu bulunca, bir yaşını
tamamlayıp iki yaşma ayak basmış bir erkek ya da dişi dana verilir. [101]Bu
ölçü kırka kadar devam eder; kırk olunca iki yaşını tamamlamış üç yaşma ayak
basmış bir sığır verilir. Kırktan altmışa kadar artan her sayı için kıymet
takdir edilerek zekât verilir. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. Buna bir misal
verelim : Sığırlar kırk bir olunca, iki yaşını tamamlamış üç yaşına ayak basan
bir sığır ile bunun kırkta birinin kıymeti hesaplanıp nakit olarak_ verilir.
Sığırlar kırk iki olunca, yine iki yaşını tamamlayıp üç yaşma ayak basmış bir
sığır ile bunun yirmide bir kıymeti hesaplanarak verilir. Sığırlar altmışı
bulunca bu kez bir yaşını tamamlayıp iki yaşma ayak basan iki tane dana
verilir. [102]Altmıştan sonra her kırk
ve her otuz üzerinden hesaplanarak zekâtı verilir.
Yani her kırk sığır
için iki yaşını tamamlayıp üç yaşına ayak basan bir sığır veya her otuz sığır
için bir yaşını tamamlayıp iki yaşına ayak basan bir dana verilir. O sığır
sayısı yetmiş olunca, biri bir yaşını, diğeri iki yaşını tamamlamış iki sığır
verilir. Sığırlar seksen olunca, iki tane iki yaşını tamamlayıp üç yaşına ayak
basan sığır verilir.[103]
Sığırlar yüz yirmi
tane olunca, mal sahibi isterse dört tane bir yaşını bitirip ikinci yaşına ayak
basan dana, isterse üç tane iki yaşını tamamlayıp üç yaşma ayak basan sığır
verir.
Bu cinste manda ile
inek ve öküz arasında fark yoktur. Bunlar ister karışık şekilde bulunsun, ister
yalnız birinden olsun aynı hükme tabidirler. Ancak karışık olduğu takdirde en
çok olan taraftan zekât çıkarılıp verilir. Bunu bir misal ile açıklıyalım : Mal
sahibinin elinde 20 tane manda, 10 tane de inek bulunuyorsa, o takdirde zekât
olarak çıkarıp vereceği bir yaşım tamamlamış hayvanı mandadan ayırıp verir.[104]
Bu cinste dişi ve
erkek aynıdır, biri diğerine tercih edilmez.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed'e göre, sığır ancak bir yaşını tamamlayıp ikinci yaşma ayak
bastıktan sonra zekât nisabına girer.[105]
Koyun ile keçi zekât
konusunda tek cins olarak kabul edilir. Sayısı kırkı bulunca bir koyun ya da
keçi zekât olarak verilir. Ancak bu ikisi karışık vaziyette ise, çok olanından
verilmesi daha uygundur. Bu durum 120'ye kadar aynen devam eder, 121 olunca bu
kez iki koyun verilir ve 200'e kadar aynı ölçü devam eder, 201 olunca üç koyun
verilir. 400'e kadar böyle devam eder. 400 olunca dört koyun verilir. Sonra
artan her yüz tanede bir. tane verilmek suretiyle hesaplanır.
Koyun Keçi zekâtının bu
nisbette belirlenmesi, hem Peygamber (A.S.) Efendimizin âmillere yazdığı
mektuplardan, hem de Ebû-bekir Sıddik (R.A.) devrindeki tatbikat ve verilen
emirlerden anlaşılmış ve icma' vaki olmuştur.
Yine İmam Ebû Hanîfe
ile İmam Muhammed'e göre, koyun ya ida keçi bir yaşını tamamladıktan sonra
zekâta tabi olur.[106]
Geyik de eti yenen
hayvanlardandır; ancak hem ehil olmadığı hem de zekât konusunda koyun-keçi
cinsine girmediği için zekâtı ; gerekmez. Koyunla çiftleşip aralarından meydana
gelen hayvanlar i zekât hususunda analarına tabi'dirler. Eğer anaları koyun ise
zekâtları gerekir, geyik ise gerekmez.
Mal sahibinin 30
koyunu ve 10 tane de babası geyik, anası koyun olan hayvanı bulunursa, bunlar
kırkı tamamladığı için zekâtı gerekir. Çünkü anaları koyun olduğundan artık
onlar da koyun kabul edilir.
Bunun gibi yabanî
sığırla evcil inek arasında çiftleşme sonucu meydana gelen hayvanlar da anasına
tabi'dir ve nisab ölçüsünü bunlarla tamamlamak gerekir.[107]
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed'e göre, atlar ticaret maksadıyla beslenmediği takdirde zekâta
tabi1 değillerdir. Muhtar olan ve fetvaya esas kabul edilen kavi de budur.[108]
Ancak ticaret için beslendiğinde, ticaret malı kapsamına girer. [109]
İmam A'zanı Ebû Hanîfe
ile İmam Muhammed'e göre, gerek koyun ve keçiden, gerek sığırdan henüz bir
yaşını doldurmamış olanlar zekâta tabi değildir, isterse bunların sayısı nisab
barajına ulaşmış veya aşmış olsun. Ancak aralarında bir tane bile olsa bir
yaşını doldurmuşu varsa diğerleri buna tabi olarak hepsinin zekâtı gerekir.
İmam Ebu Yusuf'a göre,
henüz bir yaşını tamamlamamış hayvanlardan da -nisaba erişmişse- zekât vermek
gerekir. Örneğin kırk oğlak için bir oğlak, kırk kuzu için bir kuzu zekât
verilir.
İmam Şafiî'nin de
görüş ve içtihadı bu anlamdadır. [110]
Nisab miktarını aşan
kısımdan sene ortalarında bir miktar telef olursa, zekât durumuna te'sir eder
mi? Müctehid imamların bu mesele hakkındaki görüşleri farklıdr : İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, nisab miktarından aşağı düşmediği için yine
bir ko-te'sir eder.
Buna bir örnek verelim
:
Sene başında yetmiş
koyunu bulunan kimsenin henüz sene sonu gelmeden sayısı kırka düşerse, İmam
Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, nisab miktarından aşağı düşmediği için
yine bir koyun zekât gerekir. İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre, koyunların
yedide üçü elden çıktığına göre, bir koyunun yedide üçü hesaplanarak zekât
verilir. Bilindiği gibi kırktan yüz yirmiye kadar olan koyunlardan bir koyun
zekât verilir. Sene başındaki nisab miktarını aşan kısım da zekâta tabi'
sayılır, helak olan miktara göre zekâttan düşülmesi gerekir.[111]
Evde beslenen ehli
eşek, katır, pars ve talimli köpeğin zekâtı gerekmez. Ancak bunlar ticaret
niyetiyle alınıp beslenirse, o takdirde ticaret malı kapsamına girer ve zekâtı
verilir. [112]
Kuzu konusunda olduğu
gibi, buzağı ve deve yavrularında da zekât gerekmez. Ancak aralarında beş
yaşını doldurmuş bir deve veya iki yaşım doldurmuş bir sığır bulunursa, o
takdirde nisaba da eriyorsa, zekât vâcib olur. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam
Muhammedd'in görüşüdür.[113]
Binek ve yük için beslenen
hayvanlarla senenin çoğunu ağılda ot verilerek geçiren hayvanlara da zekât
gerekmez.[114]
Bu. meseleye kısmen
dokunmuştuk. Ancak açıklanması gereken bazı hususlar vardır ki belirtmemizde
yarar görüyoruz.
İmam Ebû Hanİfe'den
yapılan bir diğer rivayette : Atlar yılın çoğunu kırda - bayırda otlayarak
geçirir de üremesi için beslenir ve erkekle dişi birarada bulunursa o takdirde
zekâtının verilmesi gerekir. Sahih olan da budur.[115]
îmam Ebû Hanife bu
içtihadında, «Onların malından sadaka yani zekât al, muhtaçlara dağıt)»
mealindeki olan âyettir.
O halde atlar ister
dişi, ister erkek olsun binek veya yük için beslenirse o taktirde zekât
gerekmez.
Ancak atlar kaç tane
olduğu takdirde zekât gerekir? Yani nisab miktarı nedir? Bu hususta farklı görüşler
ortaya çıkmıştır : Bazısına göre, biri dişi diğeri erkek iki tane bile olsa
zekât verilir. Diğer bazısına göre, üç, bazısına göre de beş tane olduğu
takdirde zekât gerekir.[116]
İmam Ebû Hanîfeye
göre, mal sahibi dilerse her at başına bir dî-nar, dilerse atların günlük
rayice göre kıymetini belirleyip tutarının kırkta birini verir. Nitekim Hz.
Ömer'in de bu hususta mal sahibini dinarla kıymet takdiri arasında serbest
bıraktığı rivayet yoluyla bilinmektedir.[117]
Yine Ebû Hanife'ye göre, yalnız erkek atlarda -ne için
beslenirse beslensin- zekât gerekmez. Ancak ticaret niyetiyle olursa bu müstesna.
Yalnız dişi oldukları takdirde, bu hususta iki ayrı rivayet varsa da daha
râcih olanı, zekâtı verilmesi hakkındaki rivayettir.
İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, atlardan zekât gerekmez. İmam Şafiî'nin de içtihadı bu
anlamdadır. Bunların delil olarak dayanakları şu hadîstir :
Müslumana beslediği
atından ve yanındaki hizmetçisinden zekât gerekmez.» [118]Bunun
hilâfına vârid olan, «Üremesi için beslenen her at. başına bir dinar veya on
dirhem zekât gerekir.» Mealindeki hadîse gelince, bu hadîsin mensûb olduğu
sanılmaktadır. Çünkü yapılan sahih rivayet ve tesbitlere göre, Hz. Ömer Hac
için Mekke'de bulunduğu günlerde Şam'dan gelen bazı zenginler ona müracaatla
ellerindeki köle ve atlardan zekât almasını teklif ettikleri, Hz. Ömer'in bunu
kabul etmediği, gerekçe olarak da Resûlüllah (A.S.) Efendimilze Ebûbekir Sıddîk
Hazretlerinin bu iki nesneden zekât almadıklarını göstermesi
bilinmektedir. [119]Hem birinci hadîsi,
Müslüman üzerine ne
kölesinde, ne de at*ından zekât farz değildir.»
Bu elfaz ile
Eimme-i-sitte ile İbn Hibban rivayet etmiştir. Aynı zamanda İbn Hibban bunun
sahih olduğunu kaydetmektedir. İkinci hadis ise şu elfaz ile bazı kaynaklardan
rivayet yoluyla tesbit edilmiş ve zayıf olduğu kabul edilmiştir :
«(Senenin çoğunu
otlakta) otlayarak geçinen her at başına bir dinar, ya da 10 dirhem
(zekât) gerekir.»
Dare - Kutni de bu
hadîsi tesbit ettikten sonra râvileri arasında zayıf kimseleri vardır,
demiştir.[120]
Altın ve. gümüşün
zekâtı hakkında daha çok şu âyet dikkati çekmektedir :
«Altın ve gümüşü
biriktirip de onları Allah yolunda
harcamı-yanlan çok acık bir azâb ile müjdele!-.»[121]
Altının nisabı 20 mıskal
(96 gr.), gümüşün nisabı 200 dirhem (640.) dır. Konunun başlangıcında da
belirttiğimiz gibi, bunların senesinin dolması ve asıl ihtiyaç fazlası
bulunması şarttır. Aksi halde zekât gerekmez.
Altın ve gümüşün
madrup ve külçe halinde bulunması fark et-.ediği gibi, süs eşyası veya bir
servet anlamı taşıması arasında da Irk yoktur.
Altın ve Gümüşün
zekâtı kendilerinden ayrılıp verilebileceği .gi-i, günün rayicinegöre
değerlendirilip kıymeti üzerinden de hesap-ınıp verilebilir. Bu, İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir |e fetva da onların kavline göre
verilmiştir. [122]
Sanat değeri çok
yüksek olan veya işçiliğinden dolayı fazla kıy-let taşıyan altın ve gümüşten
raa'mul süs eşyasının zekâtı kıyme- üzerinden mi, yoksa tartısı itibariyle mi
verilir. Aslolan tartıdır, ^ncak kıymeti üzerinden vermek isteyene de mani'
olunmaz, çünkü »öyle yapmak fakirin lehinedir.[123]
O halde kıymeti bin
dirhem olup tartısı 150 dirhem olan gümüş )ir eşyadan veya tartısı 18 mıskal
olup değeri yüz miskal kabul edi-en altın bir eşyadan zekât verilmez. Çünkü bu
hususta, yukarıda da Delirtildiği gibi, asıl olan tartıdır.[124]
Fıkıhta Duna «mağşuş»
denir. Altın gümüş veya altın ile başka bir maden ya da gümüş ile diğer bir
maden karışık vaziyette olursa, aram çok olana göre amel edilir : Altın gümüş
karışımında ekseriyet altınsa hepsi altın olarak, ekseriyet gümüş ise hepsi
gümüş olarak kabul edilir ve zekâtı ona göre verilir. Ama bu tür bir maden
ticaret için elde tutuluyorsa, o takdirde tartısına göre değil kıymetine göre
takdir, edilip zekâtı verilir.
Karışık iki maden eşit
oranda olursa, ihtiyaten zekâtı verilir. Ancak karışık olan iki madeni
birbirinden istenilen zaman ayırmak mümkünse o takdirde gümüş ve altının
karışımdaki nisbeti nisaba ulaşıyorsa zekâtı verilir. Buna bir misal verelim :
Altın kordona takılı gümüşler veya gümüş kordona takılı altınlar, istenildiğinde
birbirinden ayırmak mümkün olduğuna göre, burada eksere bakılmaz, gümüş ve
altından her biri nisaba eriyorsa zekâtı gerekir.[125]
Devlet bankasınca
basılıp tedavüle çıkarılan kâğıt paranın zekatı imamlarına göre, belirtilen
vasıftaki para vacib olur.
O halde eldeki kâğıt
para, bankmot tedavülde bulunduğu ve kıymet taşıdığı sürece altın ve gümüşle
değiştirme gücünü taşıdığından 200 dirhem gümüş kıymetini veya 20 miskal altın
kıymetini taşıdığı takdirde nisaba ermiş sayılır ve zekâtı gerekli olur.[126]
Altın yirmi miskalı,
gümüş ikiyüz dirhemi, nakit para bankınot da bu değerlerinden birini aştığı
takdirde zekâtı nasıl hesaplanır? İmam
Ebû Hanîfe'ye göre, belirtilen nisab miktarını gümüşte kırk dirhem, altında
dört miskal, para da bu kıymet aşmadığı
takdirde fazla olan kısmın zekâtı verilmez. Bunu biraz daha açıkhyalım : Elinde
sene sonunda 238 dirhem gümüşü veya bu değerde kâğıt parası bulunan kimse
sadece ikiyüz dirhemin zekâtını verir.
Üzerindeki fazlalık kırk dirhemi bulmadığı için zekâtı verilmez. Bunun
gibi sene sonunda elinde 23 miskal altını bulunan kimse sadece yirmi mıskalın
zekâtını verir, arta kalan üç miskal dört miskal oluncaya kadar zekâtı
verilmez.[127]
Diğer Hanefî
imamlarına göre, nisab miktarını aşan kısım az olsun, çok olsun nisab miktarına
tabi olarak zekâtı verilir. Bu görüş fakirin lehinedir. [128]
Şart değildir.
Bunlardan biri nisaba ulaşmadığında diğeri eklenerek hepsinin birden zekâtı
verilir. Bunu biraz daha açıkhyalım : Sene sonunda elinde beş miskal (24 gr.)
altın, yüz dirhem (320 gr.) gümüş ve bir miktar da ticaret malı veya nakit
kâğıt parası bulunan kimse bunların hepsini bir araya getirip hesaplanır,
tamamı 20 miskal altının veya 200 dirhem gümüşün kıymetine ulaşıyorsa, zekâtını
verir, ulaşmıyorsa vermez.
O halde bu üç ayrı
cinsi zekât konusunda birleştirmek gerekir. Her biri nisap miktarından az olan
altın ile gümüş birbirini ya kıymet itibariyle, ya da ecza itibariyle
tamamlar. Birinci görüş îmam A'zam'm, ikinci görüş îmameyn'indir.
Bu duruma göre : Sene
sonunda elinde 100 dirhem gümüşü ve 100 dirhem gümüş kıymetinde on mıskal
altını bulunan kimsenin ittifakla beş dirhem zekât vermesi gerekir. Ama elinde
100 dirhem gümüş ile yüz dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altını veya 50 dirhem
gümüş ile 150 dirhem gümüş kıymetinde on miskal altın bulunursa, İmam Ebû
Hanîfeye göre kıymet itibariyle birbirini tamamladığı için beş dirhem zekât
verilir. İmameyn'e göre, ecza itibariyle nisapları noksan olduğundan zekâtları
gerekmez.
Bunun aksine elinde
150 dirhem gümüş ve elli dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altın bulunursa,
her üç imama göre de zekâtı gerekir. Çünkü kıymetleri gümüş nisabına denk gelmektedir.
Günümüzde altın ile
gümüş kıymeti bu ölçülere göre hesaplanarak hükme bağlanır.
İmam Şafii'ye göre :
Cinsleri ayrı olan iki şeyi birbirine eklemek suretiyle nisabı tamamlamaya
gerek yoktur. Gümüş ile altın ayrı cinsten oldukları için her cinsin nisabı
kendinde aranır.[129]
Ticaret malı nisaba
ulaştığında zekâtının hesaplanarak çıkarılması bütün ilim adamlarımızın
ittifakıyla vâcibdir. Buna muhalefet eden olmamıştır. Nitekim Semure bin Cündeb
(R.A.) diyor ki :
«Şüphesiz ki Peygamber
(A.S) Efendimiz bize, alım - satım için elimizde bulundurduğumuz maldan zekât
çıkarıp vermemizi emretti.»[130]
Ebu Zer
EI-Gıffarî (R.A.) de diyor ki :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz şöyle buyrdu : «Devede zekât vardır, koyun keçide zekât
vardır, sığırda zekât vardır, ticaret malında zekât vardır.»[131]
Ebû Amir bin Hammas
babasının şöyle dediğini rivayet ediyor : «Ben deri ile çanak çömlek alıp
satardım. Bir gün İkinci Halife Ömer (R.A.) yanımdan geçerken, «Malın sadakası
(zekâtı) m öde!» buyurdu. Bunun üzerine ben dedim ki : «Ey mü'minlerin emiri!
bu deri ve çanak çömlekten başka bir şey değildir..?» Hz. Ömer : «Öyle de olsa,
kıymetini hesaplayıp zekâtını çıkar.» buyurdu.[132]
Bunun için müetehid
imamlar bu hususta şöyle demişlerdir : «Ticaret malı -ne olursa olsun- kıymeti
nisaba ulaşınca zekâtını .vermek gerekir.[133]
Senenin başında ve
sonunda 20 miskal altın veya 200 dirhem gümüş değerini bulan ticaret malının
zekâtı vâcib olur. Ancak altın ve gümüş nisabı arasında muadelet kalmamışsa,
yani 200 dirhem gümüş 20 miskal altına tekabül etmiyorsa, o takdirde ticaret
malı bunlardan hangisinin değerini bulursa, ona göre hesaplanıp zekâtı verilir.[134]
Bunu bir misal ile
açıklayalım : Elinde 200 dirheme tekabül eder miktarda ticaret için buğday
bulunur ve senesi tamamlandıktan sonra fiatı yükselir veya düşerse, bu durumda
ya mevcut buğdayın kırkta birini ayın olarak çıkarıp zekât olarak verir veya
vacip olduğu günün rayicine göre hesaplayıp nakit olarak zekâtı çıkarılarak verilir.
Vâcib olduğu gün,
kamerî senenin tamamlandığı gündür. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir, imameyn'e
göre, zekâtı ödediği günün rayicine- göre hesaplamak gerekir. [135]Aynı
zamanda mal, bulunduğu beldenin rayicine göre takdir edilir. Bunu bir misal
ile açıklı-yalım : Türkiye'den Suudi Arabistan'a gönderilen malın üzerinden bir
sene geçtiği halde satılmadık beklerse, o malın fiatı Türkiye'ye göre değil,
bulunduğu yer olan Suudi Arabistan'a
göre hesaplanır ve ona göre
zekâtı verilir.[136]
Ticaret inalı cinsi ne
olursa olsun hepsi de aynı guruba girer ve tamamı bir arada hesaplanarak zekâtı
çıkarılır. Bunu bir misal ile açıklıyalım : Elinde ticaret için 10 tane sığır,
3 tane at, iki otomobil, 50 teneke zeytin yağı, üçbin kilo pamuk ve bol
miktarda kumaşı bulunan tacir, bunların hepsinin sene başındaki rayice göre,
İmameyn'e göre, zekâtı ödeyeceği günün rayicine göre fiatmı tesbit eder ve zekâtını
hesaplıyarak çıkarır. [137]
Mücevherattan altın ve
gümüşün dışında kalan ne varsa -ticaret için bulundurulmadığı takdirde- hiç
birinin zekâtı verilmez. O halde kadınların zînet olarak bulundurdukları
pırlanta, yakut, elmas, inci ve benzeri eşya zekâta tabi değildir.[138]
İcare vermek için bir
miktar bakır kap satın alınır ve bunların kıyrneti nisaba ulaşırsa, yine de
zekâtı verilmez, Çünkü ticaret için alınmamıştır. [139]
Satılık için değil de
akarından yararlanmak için satın alman ev, otel, araba, hamam, dükkân ve
benzeri şeylerin ancak gelirinden zekât verilir, kendisinden değil.[140]
Bunun gibi yanındaki
yük ve binek hayvanları için çıngırak, boncuk ve benzeri şeyler alır, bunların
tutarı nisaba ulaşırsa yine de zekâtları verilmez. Çünkü bir ihtiyaç için satın
alınmış, ticaret için değil. Ancak bunları, yanındaki ticaret hayvanları için satın
almış ve hayvanlarla birlikte satışını düşünüyorsa, o takdirde zekâtını kıymeti
üzerinden hesaplayıp çıkarır. [141]
Sözü edilen eşya
kullanılmak için satın alındığından ticaret malına dahil sayılmaz, bu yüzden
zekâtı da gerekmez. Bunun gibi icare vermek için attarlarm satın aldığı çuval,
urgan ve benzeri eşyanın da zekâtı gerekmez. Çünkü alım - satım niyetiyle
alınmamıştır. Bunlardan elde "edilecek gelirin zekâtı senesi dolup nisaba
ulaştığı takdirde verilir.[142]
Fırıncının satın
aldığı tuz, kömür, odun ve nakil vasıtası zekâta tabi değildir. Çünkü bunları
ekmek hazırlamakta kullanacak ve ekmekten elde edeceği gelirden zekât
verecektir. Ancak ekmeğin yüzüne sürmek için satın aldığı susam ve benzeri
şeyler zekâta tabi'-dir. Nasıl ki ambarmdaki stok yaptığı buğday veya un zekâta
tabi ise.[143]
Bu durumda yeniden
vermesi gerekir.[144]
Bir mal zekât
gerektikten sonra helak olursa, zekâtı düşmüş olur. Bir miktarı helak olursa,
zekâtı o nisbette düşmüş sayılır. [145]Nisabdan
düşse de hüküm yine böyledir. [146]
Tacir sene ortalarına
doğru elindeki nisab miktarı malı başka bir mal ile değiştirirse -cinsleri bir
olsun olmasın- zekâtı sene başındaki duruma göre hesaplanır. Değiştirme vakti
senenin başı kabul edilmez.
Ancak körükörüne
aldanır da çok kıymetli bir malı kıymeti çok düşük bir malla değiştirirse,
tacirlerin çoğu bu gibi mübadele işlerinde aklanmayacak durumda iseler, o
takdirde zekâtı kıymetli malına göre hesaplayıp vermesi gerekir. Ama bu tür
aldanmanın farkına varanlar pek az bulunursa, o takdirde mevcuda göre zekâtını
hesaplayıp verir. [147]
Tacir elindeki malın
senesi dolduktan sonra henüz zekâtını ayırıp vermeden veresi satacak olursa,
bu helak olmuş sayılmaz ve zekâtını vermesi gerekir.[148]
Malın senesi dolduktan
sonra, yine henüz zekâtını vermeden onun tamamını veya bir kısmım bağışta
bulunur veya evlendiği kadının mehri olarak ayırır veya kendisine binmek için
bir binit veya hizmet için bir köle satın alırsa, bu durumda müstehlik
sayılacağından zekât miktarına zâmin olur. Diğer taraftan yaptığı bağıştan vazgeçer
de verdiğini geri alırsa, o takdirde zekât nisbetini ödemesi gerekir. En sahih
olan görüş te budur.[149]
Bir evde erkeğin 40
koyunu, kadının da 40 koyunu bulunursa, ikisi birleştirilip bir koyunmu zekât
verilir, yoksa her biri bir koyun mu zekât verir? Aynı evde de olsa ayrı
kişilerin mülkünde bulunduğu için birleştirilemez, her birinin ayrı zekât
vermesi gerekir.[150]
Birkaç kişiye Ait
Hayvanlar Birarada Otlayıp Aynı Ağılda Gecelerse
Bu durumda her birine
ait hayvan nisab miktarına ulaşıyorsa herkes kendi malından hesaplayıp zekât
verir. Hepsi biraraya getirilip bir tek kişininmiş gibi hesaplanmaz.[151]
Birkaç kişi ortaklaşa
ürünlerinden yararlanmak için hayvan besliyor veya başka bir şirket kurup
yürütüyorsa, bu ortaklık ister anonim, ister limited, ister başkası olsun, her
şahıs iştirak ettiği mal ya da para nisbetinde zekât ile sorumludur. İştirak
nisbeti nisaba erişen zekât verir, erişmiyen vermez. Hepsi bir kişinin malıymış
gibi hesaplanıp toptan zekâtı verilmez.[152]
Bir kişinin seksen
kişide birer koyunu yarıya bulunursa, zekât vermesi gerekir mi? Çünkü bu
durumda seksen koyunun yarışma sahip sayılır ki bu kırk tane eder. îmanı Ebû
Hanîfe ile İmam Mu-hammed'e göre zekât gerekmez. İmam Ebû Yusuf'a göre gerekir.[153]
Gerek hayvanlarda,
gerekse altın ve gümüşte, gerekse ticaret malında mevcudun ayninden zekât
verilebileceği gibi kıymeti üzerinden de verilebilir. Nitekim keffaret, adak,
uşur ve benzeri konularda da kıymeti üzerinden ödenmesine cevaz verilmiştir.[154]
Elinde bin dirhemi
bulunan bir kimse bir evi on seneye bin dirheme kiralar ve paranın tamamını
peşin öder, fakat evde oturmaz . onu boş tutarsa, birinci senede 900 dirhemin,
ikinci senede 800 dir-' nemin tâ ikiyüzden aşağı düşünceye kadar zekâtını
ödemesi gerekir.[155]
Kendisine zekât
gerektiği halde bunu ödemez ve ölüm hastalığı gelinceye kadar geciktirirse,
yapacağı ilk iş, vârislerin haberi olmadan bu zekâtı dağıtmaktır. Elinde nakit
parası yoksa, mevcut maldan da hemen ayrılıp veremiyorsa, ölmeden evvel ödeyebileceğini kestiriyorsa
ödünç para bulup zekâtını öder. Ödeyebileceğinde şüpheli ise, ödünç para
bulmaya çalışmaz. Çünkü kullara borçlu olmak, zekâtı ödememekten daha ağır bir
haktır.[156]
Borçlu olduğunu
sanarak nisab miktarını birine para verir ve bu paranın üzerinden bir yıl
geçtikten sonra, birinin borçlu, diğerinin alacaklı olmadığı anlaşılır ve
verilen para iade edilirse, her iki tarafa da zekât vermek gerekmez.
Bunun gibi biri
diğerine yine nisab miktarı mal veya para bağışta bulunur, üzerinden bir sene
geçtikten sonra yaptığı bağışı geri alırsa, iki tarafa da zekât gerekmez.[157]
Yanındaki mal veya
paradan bir miktar ayırır, meselâ 100.000 lirası vardır, henüz senesi dolmadan
bunun 5000 lirasını ayırıp başka bir tarafa kor, sonra bu ayırdığını
zayederse, zekât kendisinden sakit olmaz. Şöyleki : Bugünkü altın rayicine
göre, nisap 100.000 lirayı buluyor, 5000 ayırıyor, sonra da onu sene sonunda
zayediyor, bu sebeple eldeki mevcut nisab miktarından aşağı düşmüş oluyorsa,
yine de 100.000 liranın zekâtını vermesi gerekir.
Evlendiğinde Kadına 40
Koyun Mehir Verirse : Evlendiği kadına peşin olarak 40 koyun mehir verir ve
üzerinden bir yıl geçtikten sonra kadınla cinsel yaklaşmada bulunmadan onu
boşarsa, bu durumda mehrin yarısı geri alınır ve bu kısmın zekâtı verilir.[158] Bu
koyunlar ister ticaret malı olsun, ister ürününden yararlanmak için senenin
çoğunu kırda bayırda otlamak suretiyle geçiren cinsten olsun farketmez. [159]
Yerden üç türlü maden
çıkar :
1. Katı
fakat eriyebilenler.
2. Sıvı
fakat katılaşmıyanlar.
3. Katı
fakat erimiyenler.
Bunlardan birinci
kısım, yani katı fakat eriyebilenler, altın gümüş demir bakır, kurşun ve
benzeri madenlerdir ki bunlardan beşte bîr vergi alınır. Yani % 20'si vergi
olarak devlete ödenin Bunlar vergi hususunda daha çok RÎKAZ'a kıyas
edilmişlerdir. Rıkaz, gayr-ı müslimlere ait olup yeraltında bulunan
definelerdir.
Sözü edilen birinci
kısım madeni bulan kimsenin hür, köle esir, gayr-i müslim vatandaş, çocuk ve
kadın bulunması farketmez. Beşte biri alındıktan sonra gerisi bulana aittir.
İslâm ülkesine iltica
etmiş bir harbi (gayr-i müslim), devletten müsaade almadan kazı yapar da bu tür
bir madene raslarsa, tamamı devlete aittir. Müsaade alarak kazı yapar ve maden
bulursa yukarıdaki şahıslar hakkındaki statüye tabidir. Yani beşte birim devlete
vergi olarak öder. Sözü edilen madeni ister arazı-yı uşrıyyeae, ister arazi-yi
haraciyyede bulsun farketmez.[160]
Arayanlardan kim
bulursa define ona aittir. Sadece beşte birim devlete vergi olarak öder.
Arkadaşına bir şey vermek mecburiyetinde değildir. [161]
Ücretle adam tutup
define arayan kimse, ücretlilerin çalışması sonucu bir defineye raslarsa, bu
tamamen müste'cire aittir. Ücretle tutulan ve defineye rashyan kimselere bundan
bir pay ayrılmaz. Sadece beşte biri devlete vergi olarak ödenir.[162]
Biri katı fakat
erimiyen, diğeri sıvı fakat katilaşmıyan madenlerden vergi verilmez. O halde
petrol, zift, tuz, arsenik, kireç yakut, elmas ve benzeri madenler bu
cümledendir.[163]
Cıva bunlardan ayrı
kabul edildiği için fukahanm çoğuna göre ondan da beşte biri vergi alınır. [164]Hanbeli
Mezhebine göre yerden çıkarılan bütün madenlerden vergi alınır. [165]
Şahsın kendi evinde
veya han ve otelinde yaptığı kazada vergi kapsamına giren madenlerden birine
raslarsa, İmam Ebû Hanîfeye göre, bundan yergi alınmaz. İmameyn'e göre,
diğerlerinde olduğu gibi beşte bir vergi alınır.[166]
İslâm ülkesinde
başkasına ait olmayan bir arazide yaptığı kazı sonucu bir defineye rasîamrsa,
bakılır ; Üzerinde İslâmiyetle ilgili bir alâmet varsa, o takdirde bu, yerde
bulunmuş bir mal hükmündedir. Sahibi varsa ona, yoksa devlet hazinesine kalır.
Üzerinde gayr-i müslimlerle ilgili bir işaret varsa, örneğin üzerinde onların
krallarının şekli veya haç bulunursa, o takdirde define bulan şahsa verilir,
sadece beşte bir vergisi alınır.[167]
Üzerinde hiçbir işaret
ve alâmet bulunmaz, hangi devre ait olduğu anlaşılmazsa, cahiliyye devrine ait
olduğuna hükmedilir, yani o statüye göre işlem yapılır.[168]
Başkasına ait bir
arazide yapılan kazıda define ya da vergi kapsamına giren bir madene
raslanırsa, bunun beşte biri mutlaka devlete vergi olarak ödenir. Geriye kalan
kısım. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, arazi sahibine aittir.[169]
Arazi bir gayr-i
müslim vatandaşa aitse, Fetâvâ-yi İtabiyye'ye göre ona bir şey verilmez. Arazinin
sahibi var, ama bilinmiyorsa, varisleri de ortada yoksa veya tanınmıyorsa,
devlet hazinesine bırakılır. [170]Vârisleri
tesbit edildiğinde onlara verilir, Tesbiti mümkün olmadığında olduğu gibi
devlet hazinesine devredilir. [171]
îster define, ister
vergi kapsamına giren bir maden bulsun, bu arazinin sahibi yoksa, bulunan
define veya maden bulana aittir; bunun vergisi de yoktur. Başkasının mülkünde
bulursa, o takdirde sahibine aittir. Ona göstermeden İslâm ülkesine getirecek
olursa, ona sahip sayılırsa da doğru bir hareket değildir. Satacak olursa, durumu
yakinen bilen kimselerin böyle bir define veya madeni satın almaları doğru
olmaz. [172]Her ne kadar beyi'
usûlüne uygunsa da yani satışı caizse de satın alınması pek uygun
karşılanmamıştır. Bunun en güzel yolu, fakir ve muhtaçlara sadaka olarak
dağıtılması-dır. [173]Tabii
müste'min olarak girmişse hüküm böyledir.
Ama Dar-i Harbe iltica
hakkı istemeden girebilmiş ve bu arada bir define ya da maden bulmuşsa, o
takdirde kendisine ait sayılır ve vergi de alınmaz.[174]
Yapılan kazılarda,
başkasına ait olmayan bir arazide silah, kap, süs eşyası, ve benzeri şeyler
bulunursa, bu da define sayılır ve beşte bir vergisi alınır.[175]
Denizden çıkarılan
mercan, anber, balık ve benzeri şeylerden vergi alınmaz. Bunun gibi denizden
madrup altın veya gümüş de çıkarılsa, yine de hüküm böyledir.[176]
Dağlarda bulunan
Firuzec (gök renkli kıymeli taş) ta da vergi yoktur. [177]Dağlarda
raslanan diğer kıymetli taşlar da aynı hükme girer. [178]
İmam Ahmed bin
Hanbel'e göre, yeraltından çıkan ve altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, kalay,
yakut, zümrüt, billur, kükürt ve benzeri madenlerden olup kıymet taşıyanların
hemen hepsinden vergi alınır. Zift, petrol ve benzeri sıvılar da buna
dahildir.
Günümüzde yeraltı
kaynaklarına inildikçe Hanbeli Mezhebinin bu husustaki içtihadı daha çok değer
kazanmakta ve İslâm Devletinin güçlenmesine geniş kapı açmaktadır. Yukarıda da
belirttiğimiz gibi İmam Ebû Hanife, yeraltından çıkan madenleri üçe ayırmış,
bunlardan sadece katı olup erime imkânı bulunanları vergiye tabi tutmuştu. Halbuki
bugün petrol, kömür ve benzeri madenler devletleri ayakta tutacak ölçüde
bulunduğu tesbit edilmiştir.
Ancak Ahmed bin
Hanbel, yeraltından çıkan ve kıymet taşıyan her madenin zekâtı nisaba
ulaştığında vâcib olur, demiştir.
îmam Ebû Hanîfe'ye
göre, zekâta tabi' olan madenlerde nisab aranmaz.
îmam Malik ile îmam
Şafii ise madenlerden sadece altın ve gümüşün vergisi verilir, diye ictihadda
bulunmuşlar ve bunlar da nisaba ulaştığı takdirde vergiye tabi' olur,
demişlerdir.
Müctehid imamların
hemen hepsine göre, yerden çıkan madenlerin vergisinde bir yılın tamamlanması
şart değildir. Elde edildiği gün vergisi vâcib olur.
Madenlerin zekâtı yani
vergisi hakkında El-Cemaa'nin rivayet ettiği tek bir hadîs vardır :
«İpini koparıp birini
yaralıyan veya bir şeyi tele1 eden hayvanın telef ettiği hederdir (karşılığında
bir hak talep edilmez). Kuyu da hederdir. Yani açılan bir kuyuya bir şey düşüp
telef olursa, o da hederdir. Maden de hederdir. Yani yeraltından kazı sonucu
bir maden bulunursa, ondan vergi alınmaz. Definede ise beşte bîr vergi
vardır.»
İbn Kayyım El-Cevzî bu
hadiste geçen El-Ma'denü Cübarün cümlesi üzerinde durmuş ve şöyle yorumda
bulunmuştur : «Bu cümle iki ayrı mânaya hamledüebilir : Biri, maden bulmak
için ücretle adam tutup kazı işi yaparken işçilerden biri kazılan çukura düşüp
ölürse kanı hederdir, kısas, diyet ve benzeri ceza zerekmez. Nitekim kuyu da
hederdir, cümlesinden bu mana anlaşılmaktadır. İkincisi, yeraltı madenlerinde
zekât yoktur, hüküm anlaşılıyor. Çünkü hadisin sonundaki «definede beşte bir
zekât vardır.» cümlesi bu ikinci mânayı kuvvetlendirmektedir... [179]
Sahipli bir arazide
bulunan maden arazi sahibine aittir. Sahipsiz bir arazide bulunan ise bulana
aittir. Bu hususta fukahanm delili şu hadîstir, yani burada kıyasa
başvurulmuştur :
İşlek bir yolda veya
bayındır bir kasaba ve köyde bulunan bir şey bir sene ilân edilir. Sahibi
gelirse ona teslim edilir; gelmediği takdirde o sanadır. İşlek olmayan bir
yolda veya bayındır olmayan bir kasaba veya köyde bulunan bir şeyde ve definede
beşte bir (zekât) vardır.»[180]
Yukarıda da
belirtildiği gibi, Hanefilere göre, define veya maden bulan kim olursa olsun
kendisinden beşte bir vergi alınır. İmam Şafiî'ye göre, kendisine zekât farz
olan kimselerden alınır. Bu konuda Ebû Hanife'nin içtihadı, devleti
güçlendirmeye matuftur .
Devletin yetkili
organı define ve madenlerden aldığ vergiyi günün şartlarına göre harcamakta
serbesttir. Hazret-i Ömer (R.A) bu kabil vergileri ganimet malı gibi
dağıtmıştır. O gün böyle bir harcamaya ihtiyaç vardı. [181]
Arazi-yyi Öşriyye
tarif ve kapsamına giren ve ürün yetiştirici bulunan topraktan elde edilenin
zekâtı gerekir. Haraç kapsamına giren arazi ise böyle değildir; o ekilsin
ekilmesin, ürün versin vermesin her sene belirlenen vergisi ödenir. Öşür
kapsamına giren arazi ise ekilip ürün verdiği taktirde zekâtı verilir. Bu
bakımdan ekildikten sonra henüz hasad yapılmadan bir felâkete uğrayan arazinin
mahsulünün zekâtı kendiliğinden düşmüş olur. Haraciyye ise böyle değildir.
Öşrün rüknü :
Temliktir. Yani kişinin kullandığı araziden elde ettiği üründür.
Edası, yani ödeme
şartı : Zekâtın ödeme şartları gibidir. Ancak arada bazı farklar vardır : Zekât
çocuğun ve delinin malında vâcib olmadığı halde, onların arazisinden elde
edilen üründe vâcibdir.
O halde Öşrün
vücubunda iki husus aranır : Biri ehliyet yani öşrü verecek kişinin Müslüman
olması, ikincisi farz olduğunu bilmek. Akıl ve ergen olmak şart değildir. Bu
bakımdan çocuk ve delinin arazisinden elde edilen ürünün öşrünü vermek vâcib sayılmıştır.
Vermekten kaçmıldığı takdirde devlet zor kullanarak alır. Bu takdirde ürün
sahibi hiçbir sevap kazanamaz; çünkü istiyerek vermemiştir. [182]
Öşür de bir bakıma
zekâtsa da bazı hususlarda ondan ayrılır.
Örneğin üzerinde zekât
vâcib olan kimse bunu ödemeden ölürse, artık vârislerinden zor kullanılarak
alınmaz. Ama öşür böyle değildir; vârisler vermekten kaçınsa bile devlet zor
kullanarak bu hakkı alır. [183]
Öşür konusunda mülk
şart değildir. Başkasının arazisinden elde edilen üründen de zekât verilir.
Nitekim vakıf araziden elde edilen ürünün öşrü verilmektedir. [184]
Elde edilen ürünün
ziraat kasdiyle yapılanı ve yerin verimliliğini sağlıyanı olmalıdır. O halde
arazide yetişen ağaç, odun, ot, kamış ve benzeri şeylerden öşür alınmaz. Çünkü
bunlarla ne yerin verimliliği kasdedilir, ne de ziraat anlamını taşır.[185]
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, topraktan ziraat yapıp elde edilen her çeşit tahıl, meyve ve sebzenin
öşrü verilir. Bu hususta az ve çok ürün farketmez. [186]Yağmurla
veya dolap ve= benzeri şeyle sulanması da farketmez. [187]Yine
İmam A'zam'a,göre keten ve tohumundan da öşür gerekir. Çünkü keten bilhassa
nemalanmak için ekilir. Badem ve ceviz, anason ve benzeri şeyler de aynı hükme
dahildir.
Araziy-yi Öşriyyede
elde edilen bal ve kudret helvasının da öşrünü vermek vâcibdir.[188]
Bunların meyvesini
toplayan kimsenin öşür vermesi gerekir. Elde eden kimse vermekten imtina'
ettiği takdirde devlet zorla bunu alır. [189]
Kavun, karpuz ve
benzeri şeylerden elde edilen tohumlardan öşür verilmez. Çünkü bunlar daha çok
ziraat ve tedavi için kullanılır. [190]
Bu tür arazide elde
edilen ürünlerin onda biri değil, yirmide biri zekât olarak verilir. Çünkü
büyük masraf ve emeklerle elde edilebilmiştir.[191]
Araziden elde edilen
ürünler toplandığı gün zekâtı vâcib olur. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, tahılın
ortaya çıkması ve meyvelerin olgunlaşması halinde zekât vâcib olur. [192]Bu
bakımdan ürün henüz belirgi.ı hale gelmeden zekâtını vermek caiz değildir.
Arazi sahibinin müdahelesi olmaksızın yetişen ürünün tamamı felâkete uğrarsa
zekâtı kendiliğinden düşer. Bir kısmı helak olursa, o nisbette zekât düşer. Ama
mal sahibi bilerek ürününü helak ederse, öşür ödemesi gerekir. Yani bu
kendisinden tazmin edilir.[193]
Zekât ve öşür ancak
Müslümana farzdır. Dinden çıkan kimseden bu farziyyet düşmüş olur. Bu bakımdan
kendisine zekât gerektiği halde irtidad eder, yani dinden çıkarsa artık zekât
vermesine gerek kalmaz.
Yine kendisine zekât
gerektiği halde onu ödemeden ve vasiyyet-te de bulunmadan ölen kimseden de bu
farziyyet düşer. Öşür ise -elde edilen ürünü istihlâk etmeden veya o ürün bir
felâkete uğramadan- mal sahibi ölürse, farziyyeti düşmez, varsilerden alınır.
Ama ölmeden onu istihlâk etmiş veya bir felâkete uğramışsa o takdirde öşür
farziyyeti şahsın ölümüyle düşmüş olur.[194]
Öşür kapsamına giren
bir araziyyi icare tutan kimse mi öşür öder, yoksa onu icare veren mal sahibi
mi?... İmam Ebû Hanîfe'ye göre, icare verene, İmameyn'e göre müste'cire, yani
icarla tutana gerekir. [195]Fetva
ikincilerin görüşüne göredir. [196]
Araziyi icarla tutan
kimse henüz hasad yapmadan ürün helak olursa artık kendisine öşür gerekmez. Ama
hasad yaptıktan sonra helak olursa, gerekir. Bu, îmameyn'e göredir. Ama îmam
Ebû Hanîfe'ye göre, ister hasad yapmadan, ister yaptıktan sonra helak olsun
farketmez her iki durumda da öşür sakıt olur.[197]
Yine öşür kapsamına
giren bir araziyi bir müslümandan ariyet olarak alıp eken kimseye mi, yoksa
ariyet veren müslümana mı öşür gerekir? Ariyet olarak alana gerekir. Bir
kâfirden ariyet olarak alırsa, bu durumda kâfire gerekir. Bu artık öşür
anlamında değil de haraç anlamında bir vergi sayılır.[198]
Bir taraftan arazi,
diğer taraftan iş olmak üzere ortaklaşa ziraat yapıldığında, İmameyn'e göre,
herkes hissesi nisbetinde öşür öder. İmanvEbû Hanîfe'ye göre, arazi sahibi öşür
öder. [199]Burada fetva imameynin
kavline göredir.
Müzaraatten elde
edilen ürün henüz öşrü verilmeden helak olursa, yine İmameyn'e göre, öşür
kendiliğinden düşer. Yani ne arazi sahibi, ne de ziraat yapan öşür vermez.
İmam Ebû Hanîfe'den yapılan bir rivayete göre, hasad yapılmadan önce helak
olursa böyledir. Diğer bir rivayette ise, hasad yapıldıktan sonra da helak
olursa böyledir. [200]
Mal sahibi öşür
arazisini üzerindeki mahsûl ile birlikte satarsa veya sadece üzerindeki ürünü
satarsa, bunun öşrü satıcıya aittir, alıcıya öşür gerekmez. Ama ürün henüz
iyice yetişmeden satılır ve alıcı da bunu yetişinceye kadar bekletirse, o
takdirde öşür alıcıya gerekir.[201]
Öşür arazisinden elde
edilen üründen ne işçilerin ücreti, ne öküz veya motorlu araçların masrafı, ne
de bekçinin ücreti çıkarılır. Elde edilen ürünün tamamı hesaplanarak öşrü
çıkarılıp verilir.
Yağmurla sulanmışsa
onda biri, dolap ve benzeri bir şeyle sulanmış-sa yirmide biri hesaplanarak
ödenir.[202]
Fukahamn çoğuna göre,
elde edilen ürünün öşrü verilmeden ondan yemek doğru değildir. Ancak îmam Ebû
Hanîfe'ye göre, çıkan ürünün öşrünü hesaplayıp ayırdıktan sonra yiyebilir.
Ayırmadan yiyecek olsa veya başkasına yedirecek olsa, istihlâk edilen kısmın
öşrünü ödemesi gerekir.[203]
Az once de belirttiğimiz gibi bu tür araziden elde
edilen ürünün ya onda biri, ya da yirmide biri zekât anlamında vergi olarak
alınır. Ancak hangi araziler öşriyye ve hangileri emiriyyedir? Bunların
açıklanması gerekir. [204]
1. Müslüman
fâtihleri tarafından cebren ve kahren
fethedilip arazisi mücahidler ve diğer müslümanlar arasında taksim edilen yerler.
2. İsteyerek
kendiliklerinden İslâmiyeti kabul edip asıl sahihlerine tenıliken terk ve ibka
edilen yerler.
Buna bir üçüncüsünü de
ilâve edersek : Müslümanlar tarafından ihya edilen ölü araziler. Bu da
Arazi-yi Öşriyye kapsamına girmektedir. Sözü edilen bu üç çeşit araziyye
«Arazi-yi Öşriyye» denildiği gibi «Arz-i Sadaka» da denilmiştir. Çünkü öşür
aslında zekât anlamında bir vergiden ibarettir.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz devrinde bunun örnekleri mevcuttur : Hayber'i fethettiğinde ora
arazisini savaşa katılan mücahitler arasında taksim buyurmuş ve bunların öşür
vermesini sağlamıştı. Medine-i Münevvere halkı kendiliğinden İslâmiyyeti kabul
ettiklerinde ise arazileri kendilerine bırakılmış ve öşür vermeleri sağlanmıştı.
Tâif'in de durumu bunun gibi olmuştu. Ayrıca Müslümanlar tarafından ihya edilen
ölü arazilerden de Asr-i Saadette öşür alındığı bilinmektedir.
«Kim bir ölü araziyi
ihya ederse, o arazi onadır. Zalim bir
adamın diktiği bir ağacın kökünde herhangi bir hak yoktur.»[205]
Nitekim Tirmizî bu
hadîsin sahih olduğunu tesbit etmiştir. [206]
Buna «Arazi-yi
Memleket» de denir. Müslüman fâtihleri tarafından cebren ve kahren fethedilip
rakabesi Beytü'1-male ait olmak üzere elde tutulan arazidir.
Bu da genellikle iki
kısma ayrılır :
1. Yukarıda
belirtilen şekil.
2. Arazi-yi
Öşriyye veya haraciyyc'den olup sahiplerinin geriye vâris bırakmaksızın
vefatlarıyla Beytü'1-male intikal eden arazi. Buna «Araz-yi Havz» de denir.
Arazi-yi Emiriyye
diğer bir tabirle Arazi-yi Memleket, konulan resmi vergiyi ödemek şar tiyle
başkasına bırakılan devlete ait arazilerdir. Anadolu ve Rumeli arazileri buna
girer. Arazi kendilerine vergi karşılığı bırakılan şahıslar bunlardan
diledikleri gibi tasarrufa sahip değillerdir. Örneğin rehin, ipotek yaptıramaz,
bağışta bulunamaz, vakfedemez, öleceği sırada vasiyyette bulunamaz. Çünkü elindeki
arazi tamamen devlete aittir. Bu konuda sadece ziraat yapıp vergisini ödemekle
yükümlüdür. Öldüklerinde ise varisleri onların yerine geçemez. Ancak devlet
isterse aynı araziyyi ölenin varislerine belli şartlarla bırakabilir.
Ne var ki arazi
intikal kanunlarında birçok değişiklikler yapıla yapıla 1926'ya kadar böyle
sürüp gelmiştir. Medenî hukukun yürürlüğe konulmasıyla devlet elini bu
arazilerden tamamen çekmiş ve herkesin elinde bulunan araziyi ona bırakmış,
tasarrufta bulunma yetkisi tanımıştır. Bu bakımdan gerek Anadolu, gerekse
Rumeli kesimlerindeki araziler artık Arazi-yi Emiriyye, diğer bir tabirle
Araz-yİ Memlek olmaktan çıkmış, Arazi-yi Öşriyyeye dönmüştür, Gerçi devlet
bugün sözü edilen arazilerden belli bir nisbette vergi almaktadır; bu,
arazinin devlete ait olduğu için değil, sistemin getirdiği bir yükümlülüktür.
Alman vergi hiçbir zaman öşür nisbetini bulmamaktadır. O halde belli
tariflerden hareketle diyebiliriz ki, bugün artık Türkiye sınırları içindeki
arazi, Arazi-yi Öşriyye'dir. Müslüman vatandaşlar elde ettikleri ürünlerin
öşrünü, diğer bir tabirle zekâtlarını dini yönden vermekle yükümlüdürler. Her
şeye rağmen Öşür ve zekât bir inanç ve amel meselesidir. [207]
Arazi-yi Haraciyye ise
belirtilen öşriyye ve emiriyye arazilerinin dışında ayrı bir statüye tabi olan
arazilerdir. Sulh ve anlaşma yoluyla fethedilen yerlerdeki arazi, karşılığında
belli bir nisbette vergisini ödedikleri takdirde arazileri ellerinden alınıp
başkasına verilmez. [208]
Köy, kasaba ve şehir
sınırlarından uzak, şehir veya kördeki yüksek sesin işitilmediği ve kimsenin de
mülkiyetinde bulunmadığı ölü arazilere «Arazi-yi Mevat» denir.
İmam Ebû Hanife'ye
göre arazi ölü ve sahipsiz dahi olsa, tasarruf hakkı devlete aittir. Bu
bakımdan rasgele kimseler devletten müsaade almadan ölü arazileri diriltip
kendilerine mülk edinemezler. Bu hususta devletin müsaadesini almak şarttır.
îmameyn'e göre bu hususta hadîs-i şerif mutlak anlamda söylendiği için sultanın
izni şart değildir.
ileri gelen
fakihlerimizden bir kısmı ve Mecelle'nin 1273. maddesi, Arazi Kanunnamesinin
103. maddesi îmam Ebû Hanîfe'nin bu konudaki içtihadını daha uygun bulmuş ve
ona göre hüküm koymuştur.[209]
Zekât kimlere verilir?
Fukaha konunun Önemine bakarak bunu ayrı bir 'bölümde inceleyip anlatmışlardır.
Çünkü Cenab-ı Hak ze-kâtm kimlere verileceğini bizzat kendisi Kitabında
belirtmiş, bunu peygamberine bile bırakmamıştır.
«Sadaka (fakir ve
muhtaçlara temlik edilmek üzere maldan çıkarılan vergi) ler, Allah tarafından
konulmuş bir farz olarak fakirlere, yoksullara, (zekât toplamak üzere
görevlendirilen) memura, kaîbleri (İslâmiyet'e) ısındırılmak isteyenlere,
kölelere, esirlere borçlulara, Allah yolunda (savaşanlara) ve yolda
kalmışlaradır. Allah bilendir ve hikmet sahibidir.»[210]
Ashabdan Haris Oğlu
Zeyd (R.A.) diyor ki :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimize gelip kendisine bi'at ettim. Bu sırada bir adam da gelip Peygamber
(A.S.) Efendimize «Bana zekâttan bir şey ver!» dedi. Bunun üzerine Efendimiz
(A.S.) o adama şöyle dedi : «Cenâb-ı Hak sadakalar zekât ve vergiler hususunda
ne bir Peygamberin ne de başkasının hükmüne razı olmamış, bizzat kendisi o
konuda hüküm koymuştur. Allah zekâtı (n sarf cihetini) sekiz kısma ayırmıştır;
eğer sen o sekizden biri isen sana zekât veririm.»[211]
Böylece Kur'ân ve
Hadîsin zahirinden zekâtın sekiz sınıfa verilebileceği anlaşılıyor. [212]
Nisab miktarından az
şey elinde bulunan veya nisab miktarı olup nâmi olmayan (artmayan, üremeyen,
çoğalmayan cinsten) bir malı bulunan kimseye denir. Asıl ihtiyaçlarım
karşılıya^ak durumda değildir. Böylesine zekât verilir.[213]
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, Muaz bin Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona bazı
tavsiyelerde bulunmuş bu arada, «Onların zenginlerinden zekât alıp fakirlerine
verirsin!» buyurmuştu.
Özellikle asil
ihtiyaçlarını karşılayamayan ilim adamlarına vermek daha faziletlidir. Çünkü
ilim adamının sıkıntı içinde kalması, ilmin gerilemesine sebep olabilir.[214]
Hiçbir şeyi bulunmayan
ve dilenmek zorunda kalan kimsedir. Böylesine dilenmek caizdir. Çünkü hayatını
sürdürmek zorundadır. Ama fakirin dilenmesi doğru değildir. Çünkü günlük
azığını elde eden ve giyecek bir elbisesi bulunan kimseye dilenmek helâl sayılmamıştır.[215]
Bununla beraber
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz miskin hakkında şöyle buyurmuştur :
«Miskin şu bir iki
hurma ya da bir iki lokmanın geri çevirdiği kimse değil, asıl miskin yüzsuyu
dökmeyip iffetli davranandır. İsterseniz şu âyeti okuyunuz : Onlar yüzsüzlük edip te insanlardan, bir şey
istemezler).»[216]
İslâm Fıkhında buna
ÂMİL denir. Devlet başkanı tarafından tayin edilir. Zekât ve vergi ödemede
Müslümanlara kolaylık olsun diye bu isimle güvenilir şahıslar görevlendirilir.
Topladıkları zekât ve öşürden kendilerine yetecek kadar verilir. Gerisi devletin
yetkili organlarınca Kur'ân'da belirtilen sınıflara düzenli biçimde dağıtılır.
Amüere topladıkları zekâttan en çok yarısı verilebilir.[217]
Zekât veren zengin
Müslümanlar ayırdıkları zekât ve öşrü kendileri getirip devlete teslim
ederlerse, bu durumda âmile ondan bir şey verilmez.[218]
İslâm Devleti mutlaka
zekât toplamak için âmillere toplanan zekâttan vermek mecburiyetinde değildir.
Dilerse devlet hazinesinden belli bir ücret Ödeyerek bu işi yürütebilir. Ancak
fakirler işsiz kalmasın diye Kur'ân bu konuda bir esneklik getirmiştir. [219]
Doğruluğu, iffeti
sabit olan müslümanlara bu görev verilir. Topladığı zekât konusunda devlete
ihanet edenlere elbetteki verilmez. Bir de Haşimî .ailesinden olan zatlara da
bu görev verilmez. Çünkü bu ailenin zekât ve sadaka alması helâl değildir.[220]
Nitekim Hâşîmi
ailesine mensup Rabıa bin Haris ile Fazl bin Abbas Allah ikisinden de razı
olsun) Peygambere gelerek şöyle bir istekte bulundular :
— Ey Allah'ın
Peygamberi! Bizi de zekât toplamakla görevlendirmen için sana geldik.
Başkasının yararlandığı bu menfaatten bize de dokunsun...
Bunun üzerine
Resûlüllah (A.S.) onlara şu cevabı verdi :
— «Doğrusu zekât ve
sadaka Muhammed'e de, Onun hanedanına da caiz değildir. Çünkü bu ancak
insanların (mallarının) kiridir.[221]
Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz devrinde âmillere topladıkları zekât ve öşür hususunda bir takım
yetkiler tanınmıştır : Evi yoksa ev, karısı yoksa kadın olabilir; hizmetçisi
yoksa onu edinebilir, bineği yoksa binek olabilirdi. Çünkü peygamber mektebinde
yetişen herkes güvenilirdi. Hiç bir sahabi harama el uzatmaz, şüpheli şeylerden
bile şiddetle sakımrlardı. Bu bakımdan Efendimiz görevlendirdiği âmilleri asıl
ihtiyaçlarını zekâttan karşılamalarında serbest bıraktı. Halifeler devrinde bu
serbesti kaldırıldı, devlet bizzat bu ihtiyaçları -gerektiğinde- satın alıp
âmirlere verirdi.
Bu meseleden
çıkaracağımız sonuç şudur : Devlet görevlendirdiği me'rnurlarm konut, evlenme
binek, hizmetçi ve diğer lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Bu,
bir bakıma me'muru rüşvet ve benzeri gayr-i meşru yollara sapmaktan kurtarmaya
yöneliktir.
Müstevrid bin Şeddad'm
yaptığı rivayete göre, Allah Resulü şöyle buyurmuştur.
«Kim bizden bir görev
alır (âmil tayin edilir) se; evi yoksa kendisine bir ev edinsin veya karısı
yoksa evlensin veya hizmetçisi yoksa bir hizmetçi edinsin veya bineği yoksa
bir binek edinsin. Kim bundan başka bir şey kendisine ayırırsa, o devlet ve
millet malına ihanet etmiş sayılır.»[222]
Âmil topladığı malı
zayeder veya bir felâkete uğrayıp mal helak olursa, hakkı kendiliğinden düşer
ve zekât, öşür verenler de bu vecibeden kurtulmuş sayılırlar.[223]
Zekâtın sarf
cihetinden biri de kölelerdir. Bunlar efendileriyle yazılı bir anlaşma yaparak
«şu kadar para ödediğinde hürriyetine kavuşursun, yani seni azâd ederim» diye
söz almışsa, o takdirde ona zekât verilir. Çünkü İslâm insanların köle
kalmasına razı değildir. Her insan anasından hür doğar, onları köle edinmeye
kimsenin hakkı yoktur.[224]
Bu durumda olan köle
yeterince para edinmiş de olsa yine kendisine zekât verilir. [225]Ancak
kendisiyle akd-i kitabet yapılan köle Haşimi hanedanından olursa, o takdirde
zekât verilmez. Kendisine nlümkünse bağış yapılır.[226]
Nitekim yapılan sahih
rivayete göre :
Bir adam Peygamber (A.S.) Efendimize gelerek dedi ki :
— Ya Resûlellah! Cennete
yaklaştıracak, Cehennemden de uzaklaştıracak bir amele beni irşad
büyür.
Bunun üzerine
Efendimiz şöyle buyurdu :
— Bir can azâd
et, bir kölenin de kaydını koparıp aç Adam :
— Bu ikisi aynı şey değil midir? Diye sorunca,
Efendimiz buyurdu ki :
— Hayır, bir can azâd etmen senin yalnız başına
bir köleyi hürriyetine kavuşturman demektir. Bir kölenin bağını aşman ise,
akd-i kitabet yapmış bir kölenin hürriyetine kavuşması için kendisine yardım
etmendir.[227]
«Üç kimseye yardım
etmek Allah üzerine bir haktır :
1. Allah
yolunda savaşan gaziye,
2.
Kendisiyle akd-i kitabet yapılan köleye,
3. İffetini
korumak için evlenmek isteyene...»[228]
Borçlu olup borcunu
ödiyecek kadar nisab fazlası malı veya parası olmayanlara da zekât verilir.
Bunun gibi başkası üzerinde alacağı varsa da almaya güç getiremediği için
kendi borcunu ödeyecek nisab fazlası elinde mal veya parası olmayana da
verilir.[229]
Bu bakımdan zekâtı borcu olmayan fakire vermektense,
borçlu olup elinde nisab fazlası mal veya parası bulunmayan kimseye vermek
daha iyidir, denilmiştir.[230]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz borçluyu gözeterek şöyle buyurmuştur :
«Dilenmek ancak şu üç
kimseye helâldir :
1. Şiddetli
ölçüde fakir,
2. Şiddetli
ölçüde borçlu :
3. Kendisini
için için üzen kan pahası (baba tarafından bir yakını adam öldürmekten dolayı
diyet) ödemek zorunda ise ona yardım
edip kısastan kurtarmak için çırpman kimse...»[231]
Yapılan sahih rivayete göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz zamanında bir adam yaş meyve satın almış, ticarî işleri iyi
gitmediği için hem meyvayı uygun biçimde satamamış, hem de çoğunu çürüttüğü
için çok borçlu duruma düşmüştü. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
ashabına dönerek : «Bu kardeşinize zekât veriniz...» buyurdu. Oradakiler de
imkânları nisbetinde ona zekât verdiler ama toplanan para borcuna yetmedi.
Peygamberimiz (A.S.) alacaklılara : «Eh artık ne bulursanız onu alın!» diye
tavsiyede bulundu.[232]
Kur'ân-ı Kerîmde de
borçluyu -ödeyecek durumda olmadığı zaman- fazla sıkıştırmamak anlamında bazı
tavsiyeler vardır. Bu
konudaki hadisler ise on beşe yaklaşmaktadır. [233]
Fukaha ve diğer ilim
adamları «Allah yolunda olanları» birkaç mânaya hamletnıişlerdir :
a) Allah
yolunda savaşmak isteyen fakat silah ve imkân bula-mıyan fakirlerdir.
b) Allah
yolunda savaşıp fakat idaresini te'min edemiyen gazilerdir.
c) Hac
yolculuğunda parasızlıktan kalan kimselerdir,
d) Allah'ın hoşnudluğuna erişmek için ilim peşinde koşup
geliri olmayan kimselerdir.
Cumhur'a göre, en
yakın mâna, Allah yolunda savaşan fakirlerdir. Devletin mali imkânları bunları
teçhize yetmediğinde zekât ile teçhiz edilir. İmam Ebû Yusuf da bu görüştedir.
İmam Muhammed'e göre, hac yolunda imkânsızlıktan kalanlardır. Daha sahihi Ebû
Yusuf'un görüşüdür. [234]Çünkü
Allah yolunda savaşmak için gönüllü çıkan ve fakat silah, azık ve benzeri
ihtiyaçları karşılıyamıyacak kadar fakir bulunan kişilere zekât vermekte büyük
yarar vardır. [235]
Zekâtın sarf
cihetinden biri de memleketinden ve servetinden uzaklarda kalıp perişan olan
yolculardır.[236] Ancak bu gibilerin
ihtiyaçtan fazla alması helâl olmaz.
Yolda kalmışlık sadece
memleketinden çıkıp uzaklarda parasız kalanlar değil, kendi memleketinde
malından herhangi bir sebeple uzak kalıp eli yetişmiyen ve ihtiyaç içinde
bulunan kimseler de dahildir. Yani onlara da ihtiyaçları nisbetinde zekât
verilir. Çünkü bu hususta muteber olan, ihtiyaçtır. [237]Ne
var ki ülkesinden ve malından uzaklarda olup muhtaç duruma düşen veya kendi
memleketinde olup eli malına ve parasına, yetmiyen kimselerin ödünç alma* lan
daha hayırlıdır. [238]Çünkü
zekât bir bakıma sosyal adaleti sağlamaya matuftur ve de verilen malın kiri
mesabesindedir. İleride ödeme imkânı olanların zekât altnasmdansa ödünç alması
hayırlıdır. [239]
Önemli olan bu sekiz
sınıfın ihtiyacını karşılamaktır. Elbetteki bir ülkede bu sekiz sınıfı bir
arada bulmak mümkün değildir. Bu bakımdan İslâm, zekâtın mutlaka bu sekiz
sınıf arasında taksim edilmesini emretmemiş, belki bunlardan ihtiyaç sahipleri
tesbit edildiğinde verilmesini tavsiye etmiştir. Bu ihtiyaç sahibi bir tek
sınıf da
olabilir.[240]
Bir sınıftan tek bir
şahsa vermekle de zekât ödenmiş sayılır. Çünkü farz yerini bulmuştur. [241]Ne
var ki bir memlekette belirtilen sekiz sınıftan birkaçı mevcutsa, hepsini
gözetmek daha uygun olur. Ancak verilen zekât nisab miktarından az ise onu bir
kişiye vermek afdaldır. Çünkü zekâttan maksat bir bakıma fakirin ihtiyacını
karşılamaktır. Verilen zekât bir fakirin ihtiyacını karşılayacak nisbette ise,
o takdirde bir kişiye vermek daha uygun sayılmıştır. [242]Nisab
miktarını bulan zekâtı yalnız bir fakire vermek ise ten-zihen mekruhtur. Ama
verildiği takdirde bu caizdir. [243]Ancak
zekâta muhtaç bulunan kimse borçlu bulunursa, borç miktarı da ni-sab miktarını
birkaç kat aşıyorsa, o takdirde onu hem borcundan kurtarmak, hem de bazı
ihtiyaçlarım karşılayacak nisbette zekât vermekte hiçbir kerahet yoktur.
Bunun gibi kalabalık
nüfusa sahip fakir bir aileye verilecek zekât nisab miktarının çok üstünde
olabilir. Şöyle ki, verilen zekât o âilenia fertleri arasında taksim edildiği
takdirde her birlerine nisab miktarından az bir nisbet düşüyorsa, mesele yok.[244]
Zekât Müslüman
fakirlerin hakkıdır, bu bakımdan gayr-i müs-limlere verilemez. Ancak.gayr-i
müslim vatandaşlardan muhtaçlar varsa onlara zekât dışında bazı yardımlar
yapılmalıdır. Fukahanm bu konuda ittifakı vardır.
Sadak-i Fıtr, adaklar
ve diğer keffaretler Gayr-i müslim vatandaşlara verilebilir mi? İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre verilebilir. Ancak bu konuda da Müslüman
fakirleri tercih etmek afdaldır.[245]
Gayr-i müslim ülke
halkından gayr-i müslim bir kimse İslâm ülkesine iltica eder ve ihtiyaç içinde
bulunursa ne yapılır? Fukahanm ittifakıyla bunlara ne zekât, ne de vâcib olan
başka bir sadaka verilir. Ancak belirtilen vâciblerin dışında yardım yapılır. [246]Bunlara
fıkıh dilinde «Harbi-yi Müste'min» denir.[247]
Zekât, Kur'ân ve
Hadîslerde açıklandığı üzere ancak sekiz sınıfa verilebilir. Allah ve
Resulünün bu hususu yoruma ihtiyaç bırakmaksızın açıklamış olması, yeterli
delildir. Bu bakımdan İslâm müc-tehid imamlarına göre, zekât parası veya malı
ile cami', köprü, sebil, yol, kanal, hac yolu ve bu' anlamda olan yerlere
harcanamaz. Buna cevaz verilmemiştir. Bu konuda genel kaaide şudur : Temlik
imkânı olmayan herhangi bir cihete sarfedilmesi caiz değildir. Bu bakımdan
fukaha genel kaaidenin ışığı altında meseleyi açıklıyarak yeterli bilgi
sunmaya çalışmıştır. [248]
Ölen bir fakiri
kefenlemek için zekât sarfedilemez. Çünkü bu hususta temlik mümkün değildir.
Bunun gibi ölen kimsenin borcunu ödeme konusunda da harcanamaz. [249]Müslümanlar
ölen bir fakire zekât dışı bir yardımla kefen alırlar. Kimse almadığı takdirde
devlet hazinesinden karşılanır. [250]
Zekât, Kur'ânda
belirlendiği gibi sekiz sınıfa verilebilir ki ana baba veya evlâd bu sınıflara
dahil değildir. Çünkü kişi fakir olan ana babasına bakmakla yükümlüdür. Bunun
gibi kişi fakir olan evlâdına da bakmakla mükellef sayılır. Zekât ancak
bunların dışında kalıp sekiz sınıftan birine dahil olan akrabaya, komşuya ve diğer
müslümanlara verilir. O halde zekât usûl ve furu'a verilmez.[251]
Kişi kendi karışma
zekât veremez. Çünkü örf ve âdet bakımından karı koca menfaatte ortak
sayılırlar. İmam Ebû Hanîfe'ye göre kadın da zekâtım kocasına veremez.[252]
îmameyn'e göre vermesi caizdir. [253]
Asıl ihtiyacından
fazla elinde nisab miktarı parası veya altın gümüşü veya ticaret malı ya da
asıl ihtiyacından fazla ev eşyası bulunan kimseye zekât vermek caiz değildir.
Çünkü asıl ihtiyacından fazla nisab miktarına sahip bulunan kimse zengin
sayılır. Ne var ki bu asıl ihtiyacı bir sene kendisine yetecek kadar olmalıdır.[254]
Asıl ihtiyaçtan maksad, ev, ev eşyası, elbise, hizmetçi, binek, silah ve
benzeri şeylerdir.[255]
O halde gücü kuvveti
yerinde olduğu halde elinde nisab miktarından az mal veya parası bulunan
kimseye zekât vermek caizdir. [256]
Zengin adam ergen
olmayan çocuklarını besleyip büyütmekle yükümlüdür. Eu bakımdan onların
çocuklarına zekât vermek caiz değildir. Ancak ergen çocuklarına -eğer babaları
yeterince bakmıyorsa- vermekte bir sakınca görülmemiştir. [257]
Bu bakımdan dinî
ilimleri tahsil eden zengin çocuklarından ergen olanlarına medresede zekât
verilmesine fetva verilmiştir. Çünkü bunda hem nisab miktarı parası olmayan bir
kimseyi korumak, hem de ilim tahsiline isteğini artırmak vardır. [258]
Her ne kadar örf ve
âdet itibariyle koca karısına bakmakla yükümlü bulunuyorsa da kadın fakir
olduğu ve daha muhtaçların da bulunmadığı takdirde ona zekât vermek caizdir.
Bunun gibi zengin bir babanın ergen olan fakir kızma da zekât vermek caiz kabul
edilmiştir. Bütün bunlar daha muhtaç bulunmadığı takdirde dikkate alınmalıdır.[259]
Oğlu zengin olduğu
halde babası fakir ve muhtaç durumda ise, oğlunun değil de başkasının ona zekât
vermesi caizdir. Gerçi zengin evlâda yakışan, babasını zekâta muhtaç durumda
bırakmamaktır. Ama böyle evlâd olabilir düşüncesiyle İslâm fakir babalan korumayı
amaçlamıştır.[260]
Elinde sadece
kitapları bulunuyor ve bunların kıymeti de nisab miktarım aşıyor, ama ilmî
çalışmalar araştırmalar yapıyorsa o takdirde kendisine zekât verilmesi
caizdir.[261]
Nisab miktarı veya fazla miktarda başkası üzerinde
alacağı bulunur, yalnız bu alacak uzun va'deli olur ve alacaklı da sıkıntıda
kalırsa, o takdirde ihtiyaç nisbeti zekât alması caizdir. Borçlusu fakir veya
sıkıntıda ise, va'deli olmasa bile, alacaklının zekât almasına yine de cevaz
verilmiştir. En sahih olan da budur.
Borçlu zengin olur da
bu durumunu itiraf ederse, zekât alması helâl değildir. [262]
Ev ancak asıl ihtiyaçlarından biridir. Diğer
ihtiyaçlarını karşılayacak bir geliri ve hazır para ya da malı yoksa elbetteki
alabilir. İsterse oturduğu evin tamamını işgal etmiş olmasın. Sahih olan da budur.[263]
Bu tabir sadece Kur'ân
da bir yerde geçer. Zekâtın sarf ciheti belirtilirken onlardan birinin de
Müellefetü'l-Kulûb olduğu belirtilir. Bu tabir üzerinde çok farklı yorumlar ve
rivayetler yapılmıştır :
a) İslâm'ın
ilk yıllarında yeni müslüman olanlar. Bunların kalbini İslâm'a daha iyi
ısındırmak için kendilerine zekât verilmesi emredilmiş veya bu anlamda ruhsat
verilmiştir.
b) İmam Zühri'ye
göre, Yahudi ve Hıristiyanlardan
yeni İslâm'a girenler kasdediliyor. Bunlar zengin de olsalar yine de
kalble-rini daha iyi ısındırmak için kendilerine zekât verilir.
c) Henüz
İslâm'a girmiyen gayr-i müslimlerden İslâm'a karşı az-çok sempati duyanlardır.
Bunları İslâm'a sokmak için kendilerine zengin de olsalar zekât verilebilir.
Çünkü gayri müslimlerden öylesi var ki ancak bu yoldan İslama' ısınabilir.
d) Dış
görünüşüyle İslâm'a giren ve fakat kalben henüz yeterince ona ısınmıyanlar.
Bunları daha iyi İslâm'a ısındırmak için zekât verilebilir; isterse zengin
bulunsunlar.
e) Gayr~i
müslimlerin ileri gelenleridir. Çevrelerindeki insanların İslâm'a ısınmalarına
engel olmamaları için onlara zekât verilebilir.
Bütün bu yorum ve
rivayetler birbirine yakınsa da, en uygun yorumu, İslâm'a girmişse de kalbiyle
tamamen ona adapte olmamış kişiler muraddır. Nitekim Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ganimet malı dağıtırken Ansara şöyle buyurmuştu :
«Doğrusu ben, daha
yeni Müslüman olmuş, küfürden daha yeni kopmuş kişilere, kalblerini İslâm'a
ısındırmak için (daha çok) veriyorum...»[264]
Nitekim daha yeni
İslâm'a giren Ebu Sufyan'a 100 deve, onun oğluna, Amir oğlu Süheyl'e ve
Abdüluzza oğlu Huveytıb'a da 100'er deve ganimetten vermişti. Diğer
Mekkelilerden yeni müslüman olanlara da bu ölçüde ganimetten ayırıp vermişti
ki, ilk müslümanlara bu kadar vermemişti.
İslâm güç bulup
ülkeleri fethettikten sonra Müellefetü'l-Kulûb sayılanlara zekât vermek gerekir
mi? Bu hususta da farklı görüş ve tesbitler var :
a) Hz. Ömer,
El-Hasen ve Şa'bî'ye göre, İslâm'ın izzet ve üstünlük sağlamasıyla bu sınıf
kalkmıştır.
İmam Mâlik ile Hanefî imamlarının da içtihadı bu
doğrultudadır.
b) İmam
Zührî'ye göre, bunu hükümsüz bırakan bir emir mevcut değildir. İslâm Devleti
ihtiyaç duyduğu takdirde yine bu sınıfı İslâm'a ısındırmak için zekât
verebilir. Hz. Ömer (R.A.) o günkü ortamı dikkate alarak zekâtı bu sınıftan
kesti. Kaadı Abdülvahhab ve Kadı İbn Arabî de aynı görüştedirler; yani
ihtiyaç hissedildiğinde bu sınıfa zekât
verilebilir. Ebu Cafer En-Nuhas da bu husustaki hüküm bakidir, diyor.[265]
c) Ahmed bin
Hanbel'e göre, İslâm devlet başkanı ihtiyaç duyduğunda bu sınıfa zekât
verebilir.
d) İmam
Şafiî'ye göre, kalbini İslâm'a ısındırmak için kâfirlere verilmez, ama içi
dışı bir olmayan ve İslâm'ı tam manâsıyla haz-metmiyenlere verilebilir.[266]
Yukarıda da bir
nebzecik belirttiğimiz gibi, zekât bir bakıma malın kiridir, peygamber hanedanı
sayılan Hâşim Oğullarına verilmez. Hz. Ali'nin, Hz. Abbas'm, Hz. Cafer'in, Hz.
Akîl'in ve Hars bin Abdülmuttalib'in aileleri Hâşim Oğullarından sayılır. [267]Bunlarm
dışında kalan ailelere vermek caizdir. Örneğin Ebû Leheb ailesine mensup
olanlara verilebilir. Çünkü bu aile zamanında Resûlül-lah (A,S.)
Efendimize yardımcı olmadı.[268]
Sözü edilen ailelere
zekât verilemiyeceği gibi, adak, öşür ve vâ-cib olan kefaretlerden de verilmez.
Ancak onlara bağışta bulunulur.[269]
Define ve benzeri
yeraltı madenlerinden alman beşte bir vergiden Hâşim Oğullarına vermek
caizdir. Çünkü bunlar bir bakıma vergi anlamındadır.[270]
Bir zengin zekâtım
dağıtmak için kendisine bir vekil tutar ve ayırdığı parayı ona teslim ederse,
vekil bu zekâttan' muhtaç durumda bulunan karısına ve ergen olan çocuklarına
verebilir. Ancak kendisine bir şey ayırmaz. Bu da kendisi muhtaç olmadığı
durumda böyledir, denilmiştir.[271]
Bir zengin ayırmış
olduğu zekâtını fakirler arasında bulunan bir kimseyi fakir sanarak verir,
sonra o adamın fakir olduğu belirlenirse mesele yok. Zengin veya Hâşim
Oğullarından veya kâfir veya ana babasından biri veya çocuklarından biri
olduğu ortaya çıkarsa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, bu caiz kabul
edilir ve verilen zekât uhdesinden düşmüş olur. İmam Ebû Yusuf'a göre, caiz
olmaz, yeniden vermesi gerekir. [272]
Zekât verdiği kimsenin
kendi kölesi veya ummuveledi veya mü-kâtebi olduğu anlaşılırsa, bu taktirde
verilen meblağ zekât yerine geçmez, yeniden vermesi gerekir. Bundan icma'
vardır.[273]
Zekâtını verirken,
verdiği kimsenin buna ehil olup olmadığını düşünmezse, verilen zekât caizdir.
Ancak verdikten sonra o kimsenin zekât
almaya ehil olmadığı ortaya çıkarsa, yeniden ödemesi gerekir, Bu, İmam fcbû
Yusuf'a göredir.
Verdiğinde ehil olup
olmadığı üzerinde durur da şüphelenir ve bu hususta ya hiç araştırmaz, ya da
araştırır ehil olup olmadığı tes-bit edilmez veya verdiği sırada onun ehil
olmadığına zann-ı gaalib hâsıl ederse, verilen zekât şüphede kalmıştır, yeniden
vermesi uygun olur. Ancak verdikten sonra yerine sarfedildiği anlaşılırsa mesele
yok.[274] Bu hususta İmamlar arasında görüş birliği
yoktur. [275]
Zekâtı başka bir beldeye nakletmek doğru değildir.
Çünkü o, zenginin bulunduğu memleketin fakirlerinin hakkıdır. Ancak fakir
hısımları başka beldede oturuyorsa, o takdirde onlara göndermekte bir sakınca
görülmemiştir. Bunun gibi, diğer beldedeki fakirlerin çok daha muhtaç durumda
oldukları bilindiğinde zekâtı nakletmeye keza cevaz verilmiştir. Bununla
beraber belirtilen iki durumun dışında zekâtı başka yere nakleden kimsenin
üzerinden bu vecibe kalkmış sayılır. Ancak bunda kerahet vardır. Bilhassa
senesi dolmadan önce nakletmeğe fukaha cevaz vermiş, yani bunda kerahet olmadığını
söylemişlerdir.[276]
Zekât, fıtra, adak, keffaret ve benzeri vacibleri
yerine getirirken şu sıraya dikkat etmekte yarar vardır :
a) Önce fakir
erkek ve kız kardeşlere,
b) Bunların
çocuklarına,
c) Sonra
amca ve halâlara,
d) Sonra da
bunların çocuklarına,
e) Sonra
dayılarla teyzelere,
f) Sonra da bunların çocuklarına,
g) Sonra
Zevi'l-Erham denilen ana tarafından uzak hısımlara,
h) Sonra
yakın ve uzak komşulara, iş arkadaşlarına öncelik tanınır.[277]
Bu durumda adamın
bulunduğu beldeye mi, yoksa malın bulunduğu beldeye mi itibar edilir? Fukahanm
çoğuna göre, bu hususta malın bulunduğu beldeye itibar edilerek zekât oranın
fakirlerine dağıtılır. Sadaka-i Fıtır'da ise, adamm bulunduğu beldeye itibar
edilir. Sahih olan da budur.[278]
Fetva da buna göredir. [279]
Bazı zorba
kuruluşların zorla zekât, öşür, haraç, vergi ve benzeri şeyleri zor kullanarak
almaları, kişiyi zekât veya öşür vecibesinden kurtarırsa da mümkün olduğu
takdirde yeniden fakirlere dağıtmakta büyük yarar vardır. Tabii zorbalar zekât
benzeri şeyleri toplarken mal sahibi zekâta niyet ederse, böyledir. Etmediği
takdirde zekât yerine geçmez. Sahih olan da budur.[280]
Bir zengin fakir
komşusunun başkasına olan borcunu zekât vermek suretiyle öderse caiz olur mu?
Fakirden müsaade alarak böyle yaparsa caiz olur. Aksi halde zekât yerine
geçmez, bağış sayılır. [281]
Bayram ve benzeri
günlerde fakir akraba veya mahalle çocuklarına zekât niyetiyle verilen para
veya eşya, caizdir, zekât yerine geçer. Zekâta niyet etmeden verir, sonra
hatırına gelirse, artık o zekât yerine geçmez, bağış olur.
Yine bayram ve benzeri
günlerde evdeki hizmetçilere veya çalıştırılan fakir işçilere verilen para ve
benzeri şeyler zekât yerine geçer mi? Bu tür yardımlarda bulunmadığı takdirde
onlar çalışmayacak olursa, bunun için zekât niyetide getirirse yinede caiz
olmaz. Ama onların normal ücretlerini veriyor, onlar da bu ücrete razı olarak
çalışıyorsa, o takdirde ücret dışı yaptığı yardımlarda zekâta niyet edilirse,
caiz olur.[282]
Fıkıhta buna k a b z
denir. Yani fakire verilen zekât fakir tarafından kabzolunmadıkça zekât yerine
geçmez. Kabzdan maksat mut-
laka el ile tutmak
değildir. Verilen zekât fakirin yanma konulduğunda veya onun velîsi bulunan
kimseye teslim edildiğinde de fakirin onu kabzetmiş olduğu kabul edilir. [283]
Zekâtta aslolan temlik
ve kabzdır. O halde nıüslüman bir zengin müslüman fakirlere, nıüslüman çocuklara
veya bunları himaye edenlere zekât niyetiyle para veya mal verirse, bu caiz
olur. Yani zekâtın'verilişindeki şartlar böylece de gerçekleşmiş sayılır.
Bunun gibi fakir
çocuğun babası veya vasisi onun adına zekât alabilir. [284]Kişi
kendi ailesinden veya hısımlarından fakir olan kimseler adına onlara vekaleten
zekât alabilir. [285]
Bayram ve benzeri
günlerde çocuklara zekât niyetiyle verilen paralar zekât yerine geçer,
demiştik. Bundan maksat, akleden çocuklardır, yani aldığı parayı para olarak
bilip sokağa atmıyanlar-dır.' Bu bakımdan parayı takdir edecek akle sahip
değilse ona verilen para -zekâta niyet edilse bile- zekât yerine geçmez.
Delinin durumu da böyle. O takdirde bunlara değil, veli veya vasilerine vermek
caizdir. [286]
Fakir bir kimse bunasa
da ona zekât vermek caizdir. Çünkü bunaklık delilik gibi değildir. Bunak eline
geçen parayı az-çok harcayabilir ve onu sokağa atmaz.[287]
Beytûlmal, yani îslâm
Devlet Hazinesine dört çeşit mal ya da *ara konulur :
1.
Hayvanlardan ve araziden alınan zekât ve vergi.
2. Define ve
madenlerden alman beşte bir vergi.
Savaşlarda ganimet olarak elde edilen mal ve paradan alıkonan beşte bir.
3. Haraç ve
cizye.
4. Bulunan
ve sahibi çıkmayan yitik mal ve paralar.
Hayvanlardan alman
zekât ile araziden alınan Öşür, Kur'ân da belirtilen yerlere sarfedilmek üzere
Beytülmale konulur. Sırası gelince sarfedilir.
Ganimet, define ve
yeraltı madenlerinden alınan beşte bir vergi de -yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışlara sarfedilmek üzere- beytülmale konulur.
Müslümanlar tarafından
ülkeleri fethedilip yergi karşılığı arazileri kendilerine bırakılan gayr-i
müslimlerden alman haraç da Beytülmala konulur. Bu para savaşanlara, savaş
araçlarına, silâh satın alınmasına veya imal edilmesine, sınır boylarında
gerekli güvenliğin alınmasına ve yolcuların güven içinde seyahat etmeleri için
gerekli görülen mıntıkalara koruyucu kuvvetler konulmasına, yol ve köprülerin
onarılmasına veya yeniden yapılmasına sarfedilir.[288]
Gayrimüslim
vatandaşlardan alman cizye adıyla vergi de haracın sarfedildiği yerlere
sarfedilir. Bir gayr-i müslim, zimmî yani vatandaşlık statüsünü elde ettikten
sonra Allah ve Peygamberin himayesine girmiş sayılır. Vergi olarak ondam
-günün şartlarına göre-cizye alınır. Aslında bu vergi, onların'askerlikten muaf
tutulmaları ve savunmaya katkıda bulunmalarını sağlamak anlammadır.
Gerek haraç gerekse
cizyeden elde edilen meblağ, aynı zamanda okul ve benzeri te'sislere ve
çalıştırılan me'mur maaşlarına da sarfedilebilir.[289]
Bulunan yitik mallar
sahibi çıkmadığı takdirde hastane, ilaç ve hastalara sarfedilmek üzere
Beytülmale konulur. Vâris bırakmadan veya sadece kocasını veya karısını
mirasçı olarak bırakıp ölenlerin malı da yine -karı koca hisselerini aldıktan
sonra, sözü edilen yerlere sarfedilmek üzere Beytülmale konulur. Bu paradan
fakir ölülerin kefen ve defin masrafları, geçinemiyecek durumda olan fakir
ailelerin aylık masrafları ve benzeri konularda harcanır.[290]
O halde Beytülmalda
toplanan bu dört ya da beş çeşit vergi ve benzeri paraların çeşidine göre ayrı
fonlarda korunması, birbirine karıştırılmaması gerekir. Ancak bir fondaki para
ihtiyacı karşıhya-madığı takdirde devlet diğer fondan istikrazda bulunur ve
bilahere bunu ayarlar. Tabii bu konuda daha çok dikkat edilen fon zekât ve
öşürle ilgili olanıdır.[291]
Devletin yetkili
organı sözü edilen vergilerin sırası geldikçe harcamakla yükümlüdür. Devletin
üst tabakasındaki görevliler ise bu kaynaklardan ancak kendilerine yetecek
kadarını alabilirler; fazlası helâl olmaz. Aylık masrafları günün şartlarına
göre ayarlanıp ona göre maaş alabilirler.[292]
Geliri olmayan ve bu
yüzden sıkıntı çeken veya yaşlılıktan dolayı çalışamıyan fakir gayr-i müslim
vatandaşlara Beytülmaldaki haraç, cizye ve benzeri vergilerden yardım
yapılabilir.[293]
Bu önemli konuyu şöyle özetliyebüiriz : İslâm'ın malî
yapısı ve vergi sistemi 12 maddede toplanır :
1. Cizye
Gayr-i müslim
vatandaşlardan alman vergi. Bu, daha çok ülke savunmasına harcanır.
2. Haraç
Bu toprak vergisi demektir. Gayr-i müslimlerin sahip
oldukları topraklar Müslümanlar tarafından fethedildiğinde vergi karşılığında
kendilerine bırakılan arazilerden alınan vergi.
3. Zekât
Sadece zengin
müslümanlardan alınır ve Kur'ân'da belirtilen yerlere sarfedilir.
4. Öşür
Arazi-yi öşriyye kabul edilen topraklarda yetiştirilen
üründen alman vergidir. Yağmurla sulanıyorsa 1/10, dolap ve benzeri şeylerle
sulanıyorsa 1/20 alınır.
5. Amme
Arazîsi Gelirleri
6. Mer'alar.
7. Gümrük Ve
Geçiş Rüsumu
Bu ikinci halife Ömer
(R.A.) devrinde uygulanmıştır.
8.
Savaşlarda elde edilen ganimet.
9. Gayr-i Müslimlere ait olduğu tesbit edilen
Defineler.
10. Yeraltı
Madenleri Ve Yerüstü Madenleri.
11. Yaris
bırakmadan ölen kimsenin mirası.
12.
Müslümanlar tarafından yapılan vakıflar. [294]
[1] Tevbe Sûresi âyet : 60.
[2] Tevbe Sûresi âyet : 103.
[3] Taberanî : El-Evsat
Ve's-Sağir'de Hz. Ali (R.A)'den.
[4] Tirmizi : Ebû Kebşet :
Enmari'den.
[5] Ahmed bin Hanbel - Tirmizi :
Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[6] Ahmed bin Hanbel : Sahih
Senedle Enes (R.A.)'den.
[7] Buhari Müslim.
[8] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/107-109.
[9] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/109.
[10] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/110.
[11] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/110.
[12] Et-Tebyin - Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/110.
[13] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/110.
[14] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Es-Siraciyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/110-111.
[15] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[16] Mi'racü'd-Diraye.
[17] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsİ.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/111.
[18] Siracü'l-Vehhac - Şemsü'l-Eimme Halvanî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/111.
[19] Mi'racü'd-Diraye - Bahrirâik
- Ibn Nüceym, El-Aynî Şerh-i Hidâye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/111.
[20] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Es-Siraciyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/111-112.
[21] Et-Tebyin – Zeylai.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/112.
[22] El-Muhit – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/112.
[23] Bahrirâik - îbn Nüceym.
[24] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/112.
[25] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/112-113.
[26] Bahririk - îbn Nüceym - Kmye
- Eburrecâ.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/113.
[27] El-Bedayi' – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/113.
[28] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/113.
[29] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/113.
[30] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/113-114.
[31] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/114.
[32] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[33] El-Aynî Şerh i Hidâye.
[34] El-Kâfî - Mervezî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - El-Bödayi' – Kâsani.
[35] Et-Tebyîn – Zeylal.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/114.
[36] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/114.
[37] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/115.
[38] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-Eimme Halvarvi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/115.
[39] El-Muhit Radıyüddin Serahsi
- Fetâvâ-yi Hindiyye.
[40] El-Muzmarat - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/115.
[41] Bahrirâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/116.
[42] Fetâvâ-yi Kaadıhan : Ticaret
Malıyla İlgili Zekât Bölümü.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/116.
[43] El-Ayni Şerh-i Hidâye.
[44] Siracü'l-Vehhac - Halvanî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[45] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/116-117.
[46] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/117.
[47] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/117.
[48] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/117.
[49] El-Muhti - Serahsî.
[50] Cevahirü'l-Fetâvâ.
[51] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/117-118.
[52] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/118.
[53] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/118-119.
[54] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/119.
[55] Fethü'l-Kadîr - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[56] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/119.
[57] El-Muhit - Serahsİ -
El-Bedayi – Kâsani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/119.
[58] Et-Tebyin - Zeylaâ.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/119-120.
[59] Bahr-i Râik - İbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[60] Et-Tebyn - Zeylaî.
[61] El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/120-121.
[62] Ez-Zahidî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/121.
[63] El-Muhit - Serahsî -
El-Bedayi' – Kâsani.
[64] Bahr-i Râik - İbn Nüceym.
[65] El-Kâfi - Hâkim-i Şehid
El-Mervezi.
[66] El-Kâfi - Hâkim-i Şehid
El-Mervezi - Et-Tebyin - Zeylai.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/121-122.
[67] Câmius-Sağir – Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/122.
[68] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[69] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[70] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/122-123.
[71] El-Kınye - Eburreca
Necmüddin.
[72] El-Hidaye – Merğinani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/123-124.
[73] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/124.
[74] El-Muhit – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/124.
[75] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/124-125.
[76] Şerh-i Tahavİ - Fetâvâ-yi
Hiııdiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/125.
[77] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/125.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/125.
[78] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[79] El-Bedayi' – Kasanı.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/125.
[80] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/126.
[81] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/126.
[82] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/126.
[83] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/126.
[84] Buharı - Ahmed bin Hanbel -.
Akabe bin Haris (R.A.)'den.
[85] Bu ictihad, îmam Şâifi'nin
Kavl-i Kadîm'ine göredir.
[86] Buharı - Müslim : İbn Ömer (R.A.)'dan.
[87] Müslim - Ebû Davud - Tirmizi
ve diğer sünenler.
[88] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/127-129.
[89] Fetâvâ-yi Kaadıha.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/129.
[90] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/129.
[91] El-Kâfi Şerhi
Hızanetü'l-Ekmel - Yusuf
Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/130.
[92] El-Muhit Radıyüddin Serahsi
- Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/130.
[93] Siracü'l-Vehhac -
Şemsü'l-Eimme – Halvanî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/130.
[94] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - El-Bedayi' – Kâsanî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/130-131.
[95] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[96] El-Bedayi' – Kâsanî.
[97] Et-Tebyin – Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/131.
[98] El-Muhit - Serahsî -
Mecmau'l-Enhür - Şehzade Damad.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/131.
[99] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[100] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/131-132.
[101] El-Hidaye – Merğinanî.
[102] El-Hidaye - Merğinanî - Fetâvâyi Hindiyye
El-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsî.
[103] Şerhi Tahavî - Fetâvâyi
Hindiyye.
[104] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[105] Şerh-i Tavavt.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/132-133.
[106] Şerh-i Tahavî -
Hizanetü'l-Ekmel - Ebu Abdillah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/133-134.
[107] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/134.
[108] El-Kâfİ - Hızanetü'l-Ekmel -
Ebu Abdillah Cürcanî.
[109] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/134.
[110] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/134.
[111] EI-Bedayi' - Kâsani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/135.
[112] Es-Siraciyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[113] El-Hidâye – Merğinani.
[114] El-Cevheretü'n-Neyire -
El-Hidâye – Merğinani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/135.
[115] Et-Tuhfe - El-Hidâye -
El-Muhit - Serahsİ - El-Bedayi' - Kâsani - El-Kudurî Ebu'l-Hasen -
Mecmau'l-Enhür - Şehzade Damsd.
[116] EI-Kâfî - Fetâvâ-yi
Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/135-136.
[117] El-lnâye - Mecmau'l-Enhür -
Şehzade Damad.
[118] Fıkıh kitaplarının bir
kısmında bu hadise yer verilmiştir. Ebû Dâvud ve Ahmed bin Hanbel'in
rivayetlerinde ise şöyle tesbit edilmiştir : «Sizi at ve köle zekâtından muaf
tuttum.»
[119] Ahmed bin Hanbel - Taberani
El-Kebîr'de : Ricali ise güvenilir kişilerdir.
[120] Fazla bilgi için bak :
Nasbu'r-Râye - Zeylaî : 2/358-359.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/136-137.
[121] Tevbe Sûresi : 34.
[122] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/137-138.
[123] Et Tebyîn - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[124] El-Ayni Şerhü'I-Kenz. -
Tatarhaniyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/138.
[125] Bahrirâik - Ibn Nüceym.
Fetâvâ-yi Hradıyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/138.
[126] Geniş bilgi için bak :
El-Muhit : Zekât-i füls bahsine ve yayınladığımız Büyük İlmihal 499. sahifeye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/139.
[127] Fetâvâ-yi Kadıhan.
[128] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/139.
[129] Fazla bilgi için bak :
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/179, Serahsî'nin El-Muhit'ine Zekât-i Zehbe bahsine.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/139-140.
[130] Ebû Davud – Beyhakî.
[131] Dare- Kutnî – Beyhakî.
[132] Şafii - Ahmed bin Hanbel -
Ebu Ubeyd - Dare - Kutni – Beyhakî.
[133] El-Hidâye – Merğinanî.
[134] Bahrirâik - îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/140-141.
[135] El-Kâfî. - Fetâvâ-yi
Hindiyyo.
[136] Fethü'l-Kadir - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/141-142.
[137] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/142.
[138] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[139] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/142.
[140] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1/180.
[141] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/142.
[142] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/142-143.
[143] Ez-Zahire - Hızanetü'î-Ekmel
- Ebû Abdillah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/143.
[144] El-Muhit - Serahsi -
Es-Siraciyye - Bahrirâik - İbn Nüceym.
[145] El-Hidâye - Merğinanî.
[146] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/143.
[147] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/143.
[148] Bahrirâik - İbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[149] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/143-144.
[150] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[151] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/144.
[152] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/144.
[153] Siracü'l-Vehhac -
Hızanetü'l-Ekmek : Ebû Abdillah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/144.
[154] El-Hidâye – Merğinani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/145.
[155] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - Siracü'l-Vahhac – Halvani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/145.
[156] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/145.
[157] Fetâvâ-yi Kadıhan.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/145.
[158] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yı Hindiyye = 1/182.
[159] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/145-146.
[160] El-Muhit Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/147.
[161] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/147-148.
[162] Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/148.
[163] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Et-Tehzib - Burhaneddin Mahmud.
[164] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[165] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/148.
[166] Et-Tebyîn – Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/148.
[167] El-Muhit - Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/185.
[168] Hızanetü'l-Ekmel - Ebû
Abdiliah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/148.
[169] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi
Hindiyye : Babu'I-Maadin.
[170] Tatarhaniyye - El-Bedayi1 -
Kâsani - Bahrirâik - İbn Nüceym - Şerh-i Tahavi.
[171] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/149.
[172] Şerh-i Tahavi.
[173] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[174] El-Muhit – Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/149.
[175] Et-Tebyin - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/149.
[176] Fetâvâ-yi Kaadihan -
Et-Tehzib - El-Eedayiî - Kâsani.
[177] El-Hidaye - Merğİnanî.
[178] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/150.
[179] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/150-151.
[180] Nesâi : Amir bin Şuayb
(R.A.)'den.
[181] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/151-152.
[182] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/153.
[183] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/153-154.
[184] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/154.
[185] El-Muhit Radıyüddin -
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/154.
[186] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[187] Şerh-i Tahavi.
[188] Hızanetü'l-Müftîn.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/154.
[189] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/154.
[190] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/155.
[191] Hızanetü'l-Müftîn -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[192] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[193] Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/155.
[194] Bahririk - îbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[195] EI-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[196] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/155-156.
[197] Şerh-i Tahavî.
[198] El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/156.
[199] Bahrirâik - İbn Nüceym.
[200] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/156.
[201] Şerh-i Tahavî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/156.
[202] El-Bedayi' - Kâsani -
Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/157.
[203] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - EI-Mebsut - Şemsüleimme Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/157.
[204] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/158.
[205] Ahmed bin Hanbel - Ebû Dâvud
- Tirmizi : Sa'd bin Zeyd (R.A.)'den.
[206] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/158.
[207] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/159.
[208] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/160.
[209] Bu konuda fazla bilgi için
bak Mihran matbaası: 1315. Külliyat-i Şerh-i Kanuni Arazi Halis Eşref-îslâm
Fıkhı C. 2, F. : U.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/161.
[210] Tevbe Sûresi Âyet : 60.
[211] Ebû Dâvud : Ziyad bin Haris
(R.A.)'den, Ancak bu hadisin ravileri arasın smda Abdurrahman el-İfrikiy var ki
bu zat hakkında bazı şüpheler izhar edenler olmuştur.
[212] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/162.
[213] Fethü'l-Kadir - Kemal İbn
Hümam - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[214] Ez-Zahidî - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/163.
[215] Fethü'l-Kadîr - Kemal İbn
Hümam.
[216] Buharı - Müslim ; Ebû
Hüreyre (R.A.)'den. Âyet : Bakare : 273.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/163.
[217] El-Kâfi Şerhi - Bahrirâik -
İbn Nüceym.
[218] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsi.
[219] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/164.
[220] Et-Tebyîn - Zeylaî - İbn
Âbidin - Fethü'l-Kadîr - Kemal îbn Hümatn.
[221] Müslim - Ahmed bin Hanbel.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/164-165.
[222] Ahmed bin Hanbel - Ebû
Dâvud.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/165-166.
[223] Siracülvehhac Şemsü'l-eimme
- Halvâni - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/166.
[224] El-Muhit Radıyüdin Serahsi - İbn Abidîn - El-Bedayi'
- Kâsanî - El-Meb-sut - Şemsüleimme Serahsî - Bahrirâik - İbn Nüceym.
[225] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[226] El-Muhit - Serahsi.
[227] Ahmed bin Hanbel - Dare -
Kutni -. Berâ' (R.A.)'den.
[228] Ahmed bin Hanbel - Tirmizi ;
Hasenün Sahihim.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/166-167.
[229] Et-Tebyin - Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[230] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[231] Ahmed bin Hanbel - Ebû Dâvud
- Tirmiz : Hadisün Hasenün.
[232] Sahih-i Müslim : Ebû Saîd
El-Hudrî (R.A.)'den.
[233] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/167-168.
[234] Et-Tebyin - Zeyîaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - Fıkhu's-Sünne.
[235] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/168.
[236] El-Bedayi' - Kâsani -
El-Mebsut - Şemsüleimme Serahsi.
[237] Et-Tebyin – Zeylai.
[238] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[239] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/169.
[240] El-Hidâye - Merğinani -
Fetâvâ-yi Hindiyye - İbn Abidin.
[241] Fethü'l-Kadîr - Kemal İbn
Hürnam.
[242] Ez-Zahidi -
Fetâvâyi Hindiyye.
[243] El-Hidâye – Merğinani.
[244] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/169-170.
[245] Şerh-i Tahavî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 2/170.
[246] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[247] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/170.
[248] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/170.
[249] Et-Tebyin Zeylai.
[250] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/171.
[251] El-Kâfi - Hızanetü'l-Ekmel -
Ebû Abdillah Cürcani.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/171.
[252] El-Hidaye - Merğinanî -
El-Kâfi - Hakim-i Şehîd Mervezi.
[253] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/171.
[254] Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/189.
[255] El-Kâfi - Hâkim-i Şehîd
Mervezi.
[256] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/171.
[257] Et-Tebyin - Zeylaî -
El-Mebsût : Şemsü'l-eimme Serahsî.
[258] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/171-172.
[259] El-Kâfi Hakim-i Şehid
Mervezi - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/172.
[260] Şerh-i Tahavi - El-Mebsut -
Şemsü'l-eimme Serahsî.
[261] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Muhit - Radıyüddin Serahsi.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/172.
[262] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/172-173.
[263] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/173.
[264] Sahih-i Müslim : Enes bin
Malik (R.A.)'den.
[265] Tel'sir-i Kurtubi :
8/179-180. Tefs'r-i îbn Cerir - Tevbe Sûresi 60. Âyet tefsiri'.
[266] Fıkhü's-Sünne : 1/390.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/173-174.
[267] El-Hidâye - Merğinanî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[268] Siracü'l-Vehhac.
[269] El-Kâfî - Hâkim-i Şehîd
Mervezi.
[270] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/174-175.
[271] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/175.
[272] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/175.
[273] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[274] Et-Tebyîn - Zeylaî.
[275] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/175-176.
[276] EI-Bedayi' - Kâsanî -
Bahrirâik - Ibn Nuceym.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/176.
[277] Siracü'l-Vehhac - Fetava-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/176.
[278] Et-Tebyîn – Zeylai.
[279] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/177.
[280] Tatarhaniyye : Zekâtın
Sekizinci Bölümü.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/177.
[281] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/177.
[282] Mi'racüd'-Diraye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/177.
[283] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/177-178.
[284] El-Hulâsa Fetâvâ-yi.
[285] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/178.
[286] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/178.
[287] El-Muhit - fiadıyüddin
Serahsî. Kbadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/178.
[288] El-Muhit Serahsî - Fetâvâryi
Hindiyye : 1/190.
[289] El-Muhit - Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - Siracü'l-Vehhac.
[290] Şerh-i Tahavi.
[291] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî.
[292] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/179-180.
[293] El-Muhit – Serahsî.
Celal Yıldırım, Kanaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 2/180-181.
[294] Celal Yıldırım, Kanaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 2/181-182.