İslâm Fıkhında Şirketlerin Çeşitleri :
Birinci Kısımla İlgili Hükümler :
İkinci Kısımla İlgili Hüküm Ve Meseleler :
Üçüncü Kısım Ortaklıkla İlgili Hükümler:
Beşinci Kısım Ortaklıkla İlgili Hükümler :
Muzarebe Ortaklığındaki Şartlara Riayet Gerekir :
Veresiye Satış Yapılmaması Şartı :
Muzarebe Şirketinin Süresinin Bitmesi :
Muzarebe Şirketinin Durdurulması İçin Muzaribin
Azledilmesi :
Sözü Edilen Şirketin Malından Bir Miktar Telef Olursa
:
Şirkette Meydana Gelen Zarar :
Müzarebe Şirketinin Feshini Gerektiren Sebepler :
İşgücünü Ortaya Koyan Ortağın Vefatı Halinde
Varisleri Nasıl Hareket Eder?
Müzarib Sermaye Ve Elindeki Malın Miktarını
Bildirmeden Ölürse :
Müzarib Borçlu Olarak Ölürse Öncelik Kimedir?
Genel Yetki, Sınırlı Yetki Üzerinde Îhtilâf Ortaya
Çıkarsa :
Müzarebe Şirketinde Kâr Nisbetî Üzerinde İhtilâf
Ortaya Çıkarsa :
Sermayenin Sermaye Sahibine Ulaşıp Ulaşamadığı
İhtilâf Konusu Olursa :
Müzaraa
Ortaklığı (Ziraat Ortaklığı)
Ekilecek Madde İle İlgili Şart :
Müzaraa Akdinde Neyin Ekileceği Açıklanmazsa :
Çıkacak Ürün Hakkında Anlaşma :
Müzaraa Ortaklığında Ortaklardan Birine Belli Ölçek
Ayrılması Sahih Olur Mu?
Müzaraa Ortaklığı Îçin Verilecek Tarlanın Vasıfları :
Ziraat Aletlerinin Belirlenmesi Gerekir Mi?
Tohumun Kim Tarafından Verileceğinin Belirlenmesi :
Müzaraa Akdini Bozan Sebeplerin Özeti :
Müzari' Öldüğünden Ortada Ürün Yoksa Ne Yapılır?
Ortaklık mânasına gelen
şirketin dinimizde yeri ve önemi oldukça büyüktür. Güçlerin bir araya
gelmesiyle, tek kişinin yapıp beceremediği önemli ticari veya sinaî işleri
birdsn fazla kişinin becermesi libiidir. Bu da ülke ekonomisine büyük
hizmetlere, imkân verir ve birçok işsize iş bulmayı kolaylaştırır. «İnsanların
hayırlısı, insanlara yararlı olanıdır» hadîsinin manâ ve hükmü şirket konusunda
da kendini gösterir. İki kişinin doğruluk ölçüleri içinde biraraya gelip şirket
kurmaları, üçüncü ortak olarak Allah'ı yanlarında bulacaklarında şüphe yoktur.
Çünkü bu hususta sahih, hadisler rivayet edilmiştir.
0 halde
şirket nedir? İslâm Fıkhına göre
: Bir işin, ticari bir müessesenin ya da bir fabrikanın birden fazla kimselere
ihtisası ve o kimselerin o iş veya müessese ile imtiyazı, demektir. [1]
1 — Mülkte ortakhk :
Bu, bir malın birden
fazla kişilere temellük edinme sebeplerinden biriyle has kılınmasıdır. Bu da
bazen ihtiyari, bazen de gayr-i ihtiyarî vücuda gelir : Ortakların satın
almasiyle veya vasiyyet gibi ortakların fiilleriyle sabit olan şirket,
ihtiyarîdir. Malların birbirinden ayırd edilemiyecek kadar karışmış bulunması
veya miras yoluyla yine ayni şekilde intikal eden ve fakat birbirinden ayırd
edilemiyecek kadar karışmış olması ise gayr-i ihtiyarî bir ortaklıktır.
2 — Şirket-i İnan :
Bu, ticari bir amaçla
birden fazla kişinin ortaya sermaye koyarak kurdukları şirkettir. Ancak bu
tarz bir şirkette ortakların katıl-
ma payının eşit olması
şart değildir. Bu durumda her ortak katılma payı oranında kâr ve zarara ortak
olur.
Kollektif ortaklığa
benzerse de esasta ve bazı şartlarda ondan ayrılır.
3 — Şirketi-i Müfaveze :
Bu, ortaklar arasında hem
sermaye miktarının, hem de elde edilecek kârm eşit oranda olması şeklinde
kurulan bir ortaklıktır. Aynı zamanda ortakların böyle bir şirkette yetki ve
tasarrufları da eşit ölçüdedir. Yani ortaklardan birinin alıp satma yetkisi
olduğu kadar diğerlerinin de aynı yetkisi vardır. Tabii bu yetki aralarında
yapılan akidde belirlenip bazı esaslara bağlanır.
Ancak İmam Ebû Yusuf'a
göre, böyle bir şirkette ortakların eşit yetki ve tasarrufa sahip bulunmaları
şart değildir. Aralarında yaptıkları şirket akdi gereğince, farklı tasarruf
belirliyebilirler.
4 — Şirket-i Ebdan :
Bu, birkaç ortağın biraraya
gelip kendi çalışma ve iş güçlerini sermaye anlamında ortaya koyup bir takım
taahhüt işlerini yüklenmeleridir. Örneğin birkaç duvar ustasının biraraya
gelip bir binanın duvarlarını, yani kaba inşaatını ortaklaşa yapıp bitirmeleri
ve elde edecekleri meblağı aralarındaki anlaşma uyarınca taiksim etmeleridir.
5 —- Şirket-i Müzarabe :
Bu, ortaklardan bir
kısmının işgücü, bir kısmının da sermaye ortaya koyarak kurdukları bir
şirkettir. Aralarındaki anlaşma ve yapılan aikde göre, elde edilen kârdan
herkes payını alır.
6 — Şirket-i Vücuh veya Şirket-i Mefalis :
Bu, birden fazla
kişinin ana sermayeleri olmadığı halde sağladıkları itibar nedeniyle veresiye
mal alıp satmak suretiyle elde edilecek kâra ve meydana gelecek zarara ortak
olarak kurulan bir şirkettir. Kâr ve zarara oranı kişilerin çalışma ve
taşıdıkları sorumluluk nisbetinde düzenlenebilir. Bununla beraber eşit olarak
da sağlanmasında bir sakınca yoktur.
7 — Şirket-i Emval:
Bu, birden fazla
ortakların para değil de ortaya mal koyup ya birlikte ya da ayrı ayrı yerlere
götürüp sergiliyerek satmaları ve elde edilecek kâr ve zarara -akiddeki
anlaşmaları gereğince- belli bir oran dahilinde katılmalarıdır.[2]
Bunların dışında
birkaç şirket şekli daha varsa da önemli değildir, aynı zamanda belirtilen
şirketlerin kapsamına girmektedir. Bu bakımdan belirtmeye gerek görmedik. [3]
İki veya fazla kişi
ortaklaşa bir mal satın alacak olurlarsa, hepsi de o mala ortak sayılır.
İttifakla o malda tasarruf edebilirler. Her ortak dilediği gibi tasarrufa sahip
değildir. Ancak ortaklar aralarından birine tasarruf veya satma yetkisi
verecek olursa, o takdirde ortak verilen yetki sınırları içinde o malda
tasarruf edebilir. Meselâ : Üç kişi ortaklaşa bir arsa veya ev satın aldıktan
sonra aralarından birine onu değerlendirmesi için bazı yetkiler verebilir,
satması hususunda serbest bırakabilirler.[4]
Oritaklar kendi
hisselerini zorla birbirlerine devredemez. Bunda karşılıklı rıza şarttır.
Yapılan akidde de böyle bir şarta yer verilemez. Aksi halde ortaklığın anlamı
kalmaz, bir iki ortağın keyfi tasarrufuna imkân sağlanmış olur.
Mülk ortaklığında elde
edilen kâr, ortaklar arasında katılma paylarına göre taksim edilir. Meselâ :
Satın alman büyükçe bir bahçenin yarısı bir ortağın, dörtte biri başka bir
ortağın, kalan dörtte biri de bir başka ortağın ise, bu bahçeden elde edilen
gelir, ona göre taksim, olunur. Yani yarısı birinci ortağa, geriye kalan yarısı
da iki ortağa eşit biçimde verilir.
Bundan da anlaşılacağı
gibi, bu tür ortaklıkta ortaklar birbirinin vekili anlamında değildir. [5]
Bu tür ortaklıkta
-daha önce de belirtildiği gibi- ortakların eşit biçimde katılmaları şart
değildir. Her ortak kendi gücü ve arzusu nisbetinde katılabilir. Ancak ortaklar
en az katılma payını tesbit edip belirtirlerse, o takdirde belirtilen nisbetten
aşağı bir ortaklığa kapı açılmaz.
Yine bu tür ortaklıkta
ortakların her biri bütün gücüyle ve mefolağıyla katılmak zorunda değildir.
Aynı zamanda konulan sermayenin aynı cinsten olması da şart değildir. Biri
nakit, para, diğeri altınla katılabilir.
Elde edilecek kârın
eşit biçimde taksimi caizdir. Yapılan akidde bir nisbet de belirlenebilir.
Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü katılma payları değişik olabilir. [6]
Bu tür ortaklıkta
kefaletten, vekâletten, ticaret veya gasb gibi bir sebepten dolayı ortaklardan
birine gereken şey zincirleme diğerlerine de gerekir. Çünkü gerçek anlamda
Müfavaze Ortaklığında ortaklar birbirlerinin kefilleridir.
Ortaklardan biri satın
aldığı malda bir ayıb görüldüğü takdirde bunu kendisi geriye iade edebileceği
gibi, diğer ortaklardan biri de iade edebilir. Çünkü bu şirkette ortaklar
birbirlerinin vekili sayılır.
Ortaklardan biri kendi ev
ihtiyacı için satın aldığı mal ve eşya müstesna bunun dışında ticarî kapsama
giren eşyada satın aldığı, şirkete' intikal eder. Çünkü ortaklardan herbiri
diğerinin yerine kaimdir. Birinin sattın, aldığı mal, hepsinin birden satın
alması anlamı-nadır.
Ortaklardan biri
şirkete koymuş olduğu sermayeden bir miktarım kendi şalisi işleri için çekip
harcar da katılma payında bir eşitsizlik meydana getirirse, o takdirde
Şirket-i Müfaveze şekli bozulmuş ve Şirket-i înana dönüşmüş olur.
Dördüncü Kısım
Ortaklık; her ortağın hizmet ve
sorumluluk nis-betinde bir anlaşma ile katılmaları ve elde edilecek kânn bu
orana göre taksimi caizdir. [7]
Bir taraftan sermaye,
diğer taraftan işgücü şeklinde yapılan ortaklığa Şirket-i Müzarebe
denilmesinin sebebi budur. Yani bir taraf işgücünü ortaya koyarak diğer tarafın
koyduğu sermayeyi değerlendirmesi anlammadır.
Elde edilecek, kâr,
akidde belirtilen nisbete göre taksim olunur. Yani kâr nisbetlerinin belli
olması şarttır.
Müzarebe şirketinde,
sadece para sermaye olarak ortaya konulur. Gayr-i menkuller, yiyecek maddeleri
ve benzeri eşya ana sermaye olamaz. Ancak bunların satılarak bedeli ana
sermaye olabilir.
İşgücünü ortaya koyan
ortağa, elde edilecek kârdan verilecek hissenin belirlenmesi şarttır. O
takdirde bir kısmının sermayeden bir kısmının da kârdan verilmesi gibi bir
anlaşma müzarebe ortaklığına aykırıdır. Böyle bir şart konulduğu takdirde
ortaklık hükümsüz kalır.[8]
İşgücünü ortaya koyan
ortak her bakımdan güvenilir kabul edilir. Elindeki sermaye bir bakıma emanet
anlamındadır. Sermayeyi koyanın da vekili sayılır.
Müzarebe Şirketinde
işgücünü ortaya koyan ortak -yetkisini kötüye kullanmadığı ve zamın olacak bir
taksiratta bulunmadığı takdirde- kâr sağladığı takdirde, anlaşma uyarınca ona
ortak olur, belirli hissesini alır. Zarar edildiği takdirde kendisi zarara
katılmaz.[9]
Müzarebede işgücünü
ortaya koyan ortaklar birden fazla olursa, o takdirde satın alacakları malı
birlikte almaları gerekir. Biri diğerinden habersiz ve izinsiz fahiş fiatla
mal satın alırsa, bunun zararına zamın olur, yani kendisine ödetilir. İşgücünü
ortaya koyan yalnız bir kişi olur ve o da gidip çok fahiş fiatla mal satın alıp
zarar ederse, o takdirde zarar kendisine ödetilir. Çünkü piyasayı bilmek ve ona
göre ahırnsatrmda bulunmak şarttır. Aksi halde ticarete ehil değildir ve
kendisine sermaye verilmesi doğru olmaz.
İşgücünü ortaya koyan
ortak, alım-satımda veresiye satış yapabilir mi? Bu konuda tacirler arasındaki
câri âdete uyarak güvenilir kişilere verebilir. Adetin dışına çıkıp uzun süre
va'de ile satış yapması doğru olmaz. Aksi halde ortaya çıkan zarar kendisine
tazmin ettirilir.
İşgücünü ortaya koyan
ortak alım-satım konularında başkasını vekîl edebilir. Çünkü bu ticaret erbabı
arasında bir örf halinde câridir.
Sermaye sahibinin
izniyle kendi parasını da katıp birlikte iş görebilir. Ancak elde edilecek
kâr, katılma payı nisbetinde taksim olunur. Sermaye sahibi böyle bir izin
vermediği takdirde caiz olmaz.
İşgücünü ortaya koyan
ortak bulunduğu beldenin dışına çıkmak zorunda ise, yani ticarî işleri yürütmek
için şehir dışına çıktığı takdirde, bütün gün dönemiyor veya birkaç gün kalmak
zorunda bulunuyorsa, o takdirde bu süre içindeki masrafları şirkete aittir. [10]
Bir tarafta sermaye,
bir tarafta işgücü olmak üzere kurulan ortaklığa, yukarıda da belirtildiği
gibi İslâm Fıkhında Muzarebe denilir. İşgücünü ortaya koyanın ticari amaçla
yeryüzünde gezip dolaşması dikkate alınarak bu isim verilmiştir.
O halde sermayeyi
ortaya koyan ortak, şu ve şu malları alıp satacaksın, ancak şu ve şu yerlere
gidip pazarlara katılacaksın, şeklinde bir takım şartlar İleri sürerek
muzarebe akdini yaparsa, muzari-bin = sadece işgücüyle ortak olan kişinin bu
şartlara uyması gerekir.
Çünkü ticarî konular,
şahıslara, yerlere, malların türüne ve pazarlara göre değişebilir. Tabii bu ve
benzeri şartlar, şirketin sermayesi nakit olarak devam ettiği sürece
muteberdir.[11]
Muzarib = İşgücünü
ortaya koyan ortak, nakden sermaye koyan ortağın sözü edilen şartlarına aykırı
hareket ederse, gasıb durumuna düşmüş olur. Çünkü başkasına ait bir malda,
sahibinin izni olmadan tasarruf etmek gasb kapsamına girer. Aykırı
davranışından dolayı meydana gelen kâr ve zarar kendisine aittir, elindeki mal
ve nakit zayolduğu takdirde ise ona tamamen zamm olur.
Gasıb durumda olan
işgücü ortağı, kâr ve zararı kendine hasredince, durum ne olur? Yani asıl
sermayeyi nakit olarak koyan ortağın hisse ve durumu ne olur? Bu ortak derhal
şirketi fesheder ve gasb durumuna geçilmeden önceki kâr ve zarar hesaplanarak
sermayesini çeker. Bir aksilik zuhur ettiği takdirde hâkime başvurulur.
Muzarib şarta muhalif
hareketten Ve elindeki sermaye zayolma-dan önce, muhalefetten vazgeçer de
sirken eski haline dönerse, o takdirde mahzur ortadan kalkmış sayılır ve
ortaklık devam edebilir.[12]
Sermaye sahibi ortak
veresiye mal satılmamasını ve falan, falan kişilerle alım-satımda
bulunulmamasını, falan ve falan pazarlara gidilmemesini şart koşabilir. Yani
bu ve benzeri şartları ileri sürüp ona göre bir akid yapabilir. O takdirde
muzarib - işgücünü ortaya koyan ortak, şirket şartnamesinde belirtilen
şartlara uymak zorandadır. Aiksi halde meydana gelecek zarar kendine rücu' eder
ve taksiratı olmadığı halde şarta muhalefetten dolayı elindeki mal zay-olursa
buna zaman olur. [13]
Muzarebe şirketi
kurulduğunda belirlenen süre sona erince şirket kendiliğinden fesholur. ikinci
bir anlaşma ve mukavele yapılmadıkça, ticari alım-satım durdurulur. Ancak
alacak ve verecekler hesaplanır ve muzarib tarafından bunlar kısa zamanda
tesfiye edilerek ana sermaye ile sermaye sahibine düşen kâr ve zarar teslim
edilir.
Alacaklar kâr
kapsamına girmiyor, yani müzaribe düşecek bir kâr sağlamıyorsa, o takdirde
sermaye sahibi ortağın bu alacakları tahsile tevkil edilmesi gerekir. Çünkü
aslında müzarib, bir bakıma ücretle çalışan bir kimse hükmündedir, yapacağı işe
karşılık bir ücret sağlamalıdır. Dışarıdaki alacaklar ona hiçbir karşılık
sağlamıyorsa, o takdirde onları tahsil ile mükellef değildir.[14]
Sermaye sahibi,
anlaşmadaki şartlara rağmen istediği zaman muzarebe şirketinin faaliyetini
durdurabilir ve muzaribi azledebilir. Çünkü bu durumda muzarib bir bakıma
vekildir, müvekkil ise istediği zaman vekilini azletme yetkisine sahiptir.
Ancak sermaye sahibi
muzaribi = işgücünü ortaya koyan ortağını azledince durumu ona bildirmesi
gerekir. O halde muzarib azil haberini alıncaya kadar şirkette tasarrufa
yetkilidir. Bundan dolayı bir şey lâzım gelmez.
Azil haberini aldığı
tarihten itibaren alım-satımı durdurur alacakları toplar, borçları öder ve
sermaye sahibi sermayesini tamamen nakden istiyorsa -ki tamamen nakden
ortaklığa katılmıştı- muzarib elindeki malı paraya çevirip sermayesini nakden
ödemek zorundadır. Ancak sermaye sahibi, muzaribin elindeki malı da para yerir
kabul edeceğini söylerse, mesele yok. Ve bu durumda muzarib elindeki malı
satmaya yetkili değildir. Çünkü sermaye sahibi önu aynen kabul ettiğini
bildirmiştir.
Muzarib = İşgücünü
ortaya koyan ortak kendini azledebilir mi? Fukahanın çoğuna göre, azledebilir.
Çünkü muzarebe şirketi iki taraf için de bir bakıma gerekli olmayan bir
şirkettir. O takdirde taraflardan biri istediği zaman azl yetkisini
kullanabilir. [15]
Muzarebe şirketinin,
malından, muzaribin ihmal ve taksiratı olmaksızın bir miktar telef olursa, bu
güne kadar elde edilen kârdan karşılanır, ana sermayeden mahsup edilmez.
Meydana gelen zarar kârı alıp ana sermayeye dokunuyorsa, o takdirde zarar iki
tarafa da rücu1 etmiş olur, muzarib zamm olmaz. Çünkü hem ihmal ve taksiratı
yok, hem de sermaye sahibinin sermayesinden eksikliği kadar onun da emeği
karşılıksız kalmıştır. [16]
Muzarabe şirketinde
meydana gelen zarar, yukarıda belirtildiği gibi, kârdan mahsup edilir. Böylece
zarar iki ortağa da rücu' etmiş sayılır» birinin sermaye ya da kârına,
diğerinin emeğine ya da kârına.. Meydana gelen zarar kâr nisbetini aşıyor
vey.a ortada hiç kâr yoksa ana sermayeye dokunuyorsa, o takdirde bu zarar
tamamen -sermaye olarak- sermaye sahibine rücu' eder. Muzarib bu zarara katılmaz.
Çünkü onun da karşılıksız kalan bir emeği zarara uğramıştır. Aynı zamanda bu
tür zararlar şirketin feshini gerektirmez.[17]
a) Sermaye sahibinin ölmesi,
b) İşgücünü ortaya koyan ortağın ölmesi,
c) İşgücünü ortaya koyan ortağın cinnet getirmesi,
d) Sermaye sahibi ortağın herhangi bir sebeple malında
tasarruf yapmaktan kanun yolu ile alıkonması, (hacr)
e) Aynı şekilde müzaribin mevcut mallarında tasarrufunun
kanun yolu ile durdurulması,
f) Müzarebe Şirketinin, belirlenen süresinin sona
ermesi,
g) Sermaye sahibinin işgücünü ortaya koyan ortağı
azletmesi,
h) Muzarib = işgücünü ortaya koyan ortağın kendini
azledip ayrılması,
i) Henüz işe başlamadan sermayenin herhangi bir sebeple
telef olması, şirketin feshini gerektiren sebeplerdir.[18]
Şirketin feshini
gerektiren müzaribin ölmesi veya cinnet getirmesi sebeplerinden biri ortaya
çıkınca, onun vârisleri sermaye sahibine durumu bildirirler. Sermaye sahibi
sermaye ve kârını nakden isterse, o takdirde bakılır, ortada sadece nakit var,
mal yoksa, önce ana sermaye, sonra da kâr hesaplanarak teslim edilir. Bir kısmı
nakit, bir kısmı da mal olarak bulunuyorsa, yine sermaye sahibinin arzusuna
uyularak mal satılıp paraya çevrilerek teslim edilir. Ancak sermaye sahibi
mevcut malı aynı olarak da kabul edeceğini söylerse, ona göre hesaplanıp
müzarebe şirketi feshedilir. Kârdan tarafların anlaşmasına göre düşen hisseler
belirlenip dağıtılır.
Sermaye sahibi Ölür
veya cinnet getirirse, muzarib artık şirkette tasarruf edemez, ancak elinde mal
bulunuyor ve sermaye sahibinin vârisleri nakit istiyorsa, o takdirde malı
paraya çevirir ve kâr zarar hesaplanarak şirket feshedilir. Vârislerin izni
olmadan başka bir tasarrufta bulunamaz. [19]
İşgücünü ortaya koyan
ortak, elindeki sermayenin ve ticarî emtianın miktarını vârislerine
bildirmeden ölürse, ne yapılabilir? Sermaye sahibine başvurularak ana
sermayenin miktarı tesbit edilir. Kalan nakit ve mal bunu karşılıyorsa,
kapatılır. Karşılamadığı takdirde ölen ortağın terikesinden çıkarılarak
terikenin kalan kısmı vârisleri arasında taksim edilir. Çünkü borç,
mirasçıların hisselerinden önce gelir.
İşgücünü ortaya koyan
ortağın vârisleri, sermayeden bir kısmının sermaye sahibine murisleri
tarafından iade edildiğini iddia ederlerse, beyyine = belge ve şahit
getirmeleri gerekir. Aksi halde iddiaları dinlenmez.[20]
İşgücünü ortaya koyan,
ortak başkalarına borçlu olduğu halde ölürse, müzarebe şirketindeki kâr ve
sermayeden bunları Ödemek doğru olur mu? Olmaz, önce sermaye sahibinin
sermayesi, sonra da ona isabet eden kâr hesaplanıp çıkarılır. Geriye bir şey
kalırsa diğer alacaklılara verilir. Sermaye sahibinin sermayesi ve kârı ödenmedikçe
mevcut mal ve paradan hiçbir alacaklıya bir şey verilmez. Aynı zamanda
alacaklılar da bunu engelliyemezler.[21]
Sermaye sahibi ile
işgücünü ortaya koyan ortak arasında kendi- ' sine umumi yetki verilip
verilmediği hususunda görüş farikı ortaya çıkarsa, ortada yazılı bir mukavele
veya şahid yoksa, umumî anlamda yetki verildiğini iddia edenin sözü dinlenir,
ona göre hükmedilir. Çünkü şirketlerden amaç, daha çok umumî anlamda yetkilerle
yönelik bulunmasıdır.[22]
Sermaye sahibi ile
işgücünü ortaya koyan ortak arasında kâr nisbeti ve payı üzerinde ihtilâf
ortaya çıkarsa, aralarında yazılı bir mukavele bulunmadığı takdirde, sermaye
sahibinin iddiası asıl kabul edilerek ona göre hükmedilir. Ancak iki taraf da
şâhitlendirirse, yine sermaye sahibinin iddiası kabul edilir. Yalnız muzarib
şahitlen-dirir veya yazılı bir belge getirirse, o takdirde cnun iddiası kabul
edilir.[23]
Bu bakmadan İslâm
Fukahası sözü edilen şirketler ile ilgili akid-lerin şahitlerle tevsik edilecek
biçimde hazırlanması ve yazılı olarak belgelendirilmesi üzerinde durmuş ve
böyle yapmanın daha doğru olacağını belirtmişlerdir. Günümüzde de akdedilen
şirketler belîi kanun ve mukavelelere göre yürütülmektedir. Ancak İslâm Fıkhı,
köy ve kasabalarda veya birbirine çok güvenen kişiler arasında özel mahiyette
meydana getirilen ve resmî, hususî hiçbir belgeye dayan-dınlmiyan şirketler
üzerinde durarak, ortaya çıkacak muhtemel ihtilafların çözümüne hukukî yönden
çareler ve imkânlar, hükümler ve tavsiyeler getirmiştir.
Kâr nisbetinde
ihtilâfa düşüp sermaye sahibi «ben sana kârın üçte birini şart kıldım» .der,
işgücü sahibi «hayır yarısını şart kıldın» der ve ihtilâf çözülmeden muzaribin
elindeki şirket malı telef olursa, bu durumda muzarib sadece kârın altıda
birine zamın olup onu sermaye sahibine öder. Tabii bunu kendi malından öder.
Diğer helak olan mal ve kârdan dolayı -ihmal ve taksiratı yoksa, şartlara da
bağlı kalmışsa- tazminat gerekmez.[24]
Yine kâr konusunda
ihtilâfa düşer, muzarib «bana kârın yarısını veya üçte birni şart kıldın» der,
sermaye sahibi «ben sana hiçbir kâr nisbeti koymadım» diye iddiada bulunur ve
aralarında iddiayı isbata yetecek beyyine bulunmazsa, o takdirde sermaye
sahibinin iddiası kabul edilir ve muzaribe ecr-i misil takdir edilir. Yani emsaline
uygun bir ücret takdir edilerek verilir.[25]
Sermaye sahibi işgücü
sahibine onbin lira sermaye verir ve bu sermaye ile muzarib onbin lira kâr
sağladıktan sonra, «Ben anaser-maye olan onbin lirayı sana geri verdim» diye
iddia eder, sermaye sahibi de bu parayı almadığını iddia ederse, aralarında
yazılı bir belge veya şahit yoksa, o takdirde mal sahibine yemin düşer,
«gönderilen parayı almadığına dan- Allah ile yemin ederse» mudaribden onbin
lirayı alır; bu durumda muzaribin yemin etmesini beklemez. Sonra da işgücü sihifoi
yemin ettirilir. O da sermayeyi zayetmediğine yemin eders©, o takdirde zamın
olmaktan kurtulur. Yani elde edilen kâra zamın. olmaz. Yemin etmiyecek olursa,
ayrıca sağladığı onbin lira kârm yansını da sermaye sahibine öder.[26]
Nbt : İslâm Fıkhında
Müzarebe konusuna geniş yer verilmiştir. Biz kitabımızın hacmini dikkate alarak
mümkün olduğu nisbette konuyu özetlemeye çalıştık. Fazla bilgi edinmek
istiyenlerin Fetâ-vâ-yi Hindiyye, El-Bedayi', El-Muhit ve El-Mebsut adlı kaynak
fıkıh kitaplarının müzarebe bölümüne müracaat etmeleri tavsiye olunur.[27]
Müzaraa : Bir taraftan
arazi, diğer taraftan işgücü ortaya konularak elde edilen ürünün belli oranda
aralarında taksim olunması şartiyle kurulan bir ziraî şirkettir.[28]
îmam A'zam Ebû Hanîfe,
bu tür şirketlerin çoğu zaman işgücünü ortaya koyanın zarariyle
neticelendiğini dikkate alarak fasit saymış, yani bu anlam ve şartla yapılan
şirketlerin sahih olmadığını söylemiştir.
İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed, Hayberin fethinden sonra Peygamber (A.S.) Efendimiz ele
geçirilen Hayber arazisinin, çıkan ürününün yarısının îslâm Devletine
verilmesi şartiyle Hayberli-lere verdiğini ve bu yolda bir müzaraa şirketi
oluşturduğunu delil göstererek müzaraanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Fetva
bu iki imamın içtihadına göredir. [29]
îcab ve kabuldür. Mal
yani arazi sahibi, çalışacak olan kişiye «Şu tarlamı veya arazimi, çıkacak
ürünün, şu kadarının bana verilmesi şartiyle sana ziraat etmen için verdim»
demesi, çalışacak olan kimsenin de Bu teklif ve şartlan kabul ettim veya razı
oldum» de-mesiyle gerçekleşir. [30]
Tabii müzaraanın
şartları denilince, bunların bir kısmı arazi sahibiyle, bir kısmı o araziyi
ekip biçecek işçiyle, bir kısmı ekilecek ürünle, bir kısmı tohumla ve aletle
ilgilidir.
Bundan anlaşılan şudur
: Müzaraanın gerçekleşmesi için dört rüknün bulunması gerekiyor : Arazi, tohum
ve işçilik, zâraatte kullanılacak hayvan ve âletler.
Reddü'l-Muhtar ile
Dürrü'l-Muhtar bu rükünlerin ışığı altında ortaya çıkacak bir müzara şirketinin
şu yedi şekli bulunduğunu tes-bit etmişlerdir ki bunların bir kısmı sahih, bir
kısmı fasit sayılmıştır.
Bunlardan üçü sahih dördü
fasittir :
Sahih olanlar :
1 — Arazi ile tohum bir taraftan işçilik ile hayvan ve
âlet diğer-tar&ftan. Bunun sahih olmasının sebebi, işçilik üzerine bir
isti'car sözkonusudur. Hayvan ve âletler, işçinin âleti sayılır, yani ona tabi'
kabul edilir.
2 — Arazi, tohum hayvan ya da makina bir taraftan,
işçilik diğer taraftan. Bu da sahihtir.
Çünkü arazi sahibi kendi aletiyle iş gördürmek üzere işçi tutmuş, yani
onu ücretle tutmuş sayılır. Bunda da dinen bir sakınca yoktur.
3 — Sadece arazi bir taraftan, işçilik, tohum ve hayvan
ile alet diğer taraftan. Bu da. sahihtir. Çünkü bu durumda tohum sahibi işçi, üründen
belli bir kısım karşılığında araziyi icarla tutmuş saydır ki bunda da bir
sakınca görülmemiştir.
Müzaraada sözkonusu
olan işçilikten amaç, ürünle ilgili işlerdir.
Örneğin, tohumu tarlaya götürmek, araziyi sulamak, yetişen ekini
korumak, biçmek ve harman etmek bu cümledendir.
Fâsid Olanlar :
1 — Arazi ile hayvan bir taraftan, işçilik ile tohum
diğer taraftan. Çünkü tohum âlst kapsamına girmez. Bu bakımdan işçilik üzerine
ilgili olmayan bir yükü yüklemektir. Bu bakımdan fasit görülmüştür.
2 — Arazi ile işçilik bir taraftan, tohum ile hayvan ve
alet diğer taraftan. Burada arazi sahibi bir bakıma kendi arazisini isti'car
etmiş oluyor ki bu sahih değildir.
3 — Arazi, tohum ve işçilik bir taraftan, hayvan ve alet
diğer taraftan. Bu da ikinci maddede olduğu gibi, nıüzari'in kendi tarlasını
icare ile tutmasına yol açtığından sahih görülmemiştir,
4 — Arazi, işçilik ve hayvan bir taraftan, sadece tohum diğer taraftan.
Bu da yukarıdaki sebepten dolayı sahih sayılmamıştır. Bu dört surette de sahih
bir isti'car ölçü ve anlamı mevcut değildir.
Genel durum bu olunca,
şimdi ilgili şartları açıklamaya geçiyoruz.
İşgücünü ortaya koyup
tarlayı ekene «müzari'» denilir. Bunun müzaraa akdinde iki şartı vardır :
1. Âkil olması,
2. Murted (dinden dönmüş) olmaması.
O halde aklî dengesi
yerinde olmayanla henüz aklını kullanacak çağa girmiyen çocuğun müzarî olması
caiz değildir. Çünkü bu durumda iki tarafın da zaraı ile neticelenen bir
ziraat ortaya çıkabilir. Temyiz çağma gelip aklını kullanabilen çocukların
-velilerinin izniyle- ziraat yapmaları caizdir.
İkinci şart, İmam
A'zam Ebû Hanîfe'nin kıyasına göredir. O takdirde imama göre, dinden dönen bir
kimseyle müzaraa ortaklığı yapmak sahih değildir. Ama İmam Ebû Yusuf ile İmam
Muhammed'in kıyas ve içtihadına göre, murtedlik müzaraa şirketinin kurulmasına
engel değildir. Onunla yapılan bir ziraî ortaklık geçerlidir. [31]
Müzaraa şirketinin
akdi yapılırken neyin ekileceğinin belirtilmesi şarttır. Ancak arazi sahibi
ortağına : «Dilediğini ekebilirsin» diyerek genel anlamda ona bir yetki
tanırsa, o takdirde bu şart kendiliğinden kalkar, ancak müzari' bu genel
yetkiye rağmen ağaç dikemez, yani kendisine ortaklık niyetiyle verilen arazi
de ağaç yetiştirme işiyle meşgul olmaz. Çünkü akidde «müzaraa» ismi altında
tarla ve arazide ziraate elverişli bir ürünün ekilmesi sözkonusudur. Ağaç
dikmek bunun dışında kalır.[32]
Ancak ekilecek tohumun
miktarını belirtmeğe gerek yoktur, yani bu akdin şartlarından değildir. Çünkü
ortaklığa konu olan tarlanın, ne kadar ürün yetiştirmeye elverişli olduğu
belli bir ölçü ve sınır ortaya koymaktadır. Bununla beraber belirlenmesinde
yarar vardır. [33]
Eğer tohum arazi
sahibi tarafından verilecekse, belirlenmesi şart değildir. Çünkü ekim zamanı
tohumu ve tarlayı teslim edince tohumun Cinsi belirlenmiş olacak. Ama tohum
müzari' = işgücünü ortaya koyan ortak tarafından sağlanacaksa, o takdirde
cinsinin belirlenmesi şarttır, Aksi halde yapılan akid fâsitt olur. Çünkü
bunun bilinmesi toprak sahibi için lüzumludur. Ancak yakarıda da belirtildiği
gibi, ekiciye genel anlamda bir yetki tanırsa, o takdirde bu şart kendiliğinden
kalkar.[34]
Müzaraa akdi yapılırken
ekilecek tarladan çıkacak ürünün ikisi arasında olması gerekir. Çıkacak ürünün
sadece birisine verilmesi halinde yapılan akid fasit olur. Çünkü ortaklığın
mânası bu akdin yapılmışı içindir. O halde şirketi bu amacın dışına çıkaran
bütün şartlar fasit, geçersizdir, yani akdin fesadını gerektirir.
Ayrıca elde edilecek
ürünün kime ne nisbette verileceği de ön-cedgn tesbit edilmelidir. Yani akdin
şartlan arasında bulunmalıdır. [35]
Tarlanın ne kadar ürün
vereceği önceden kesin bilinmiyeceği için,, ortaklardan birine aMd anında belli
bir miktarın verilmesi şart kılındığı takdirde, akdin fesadını gerektirir. Bunu
bir misal ile açık-hyalun : «Akid yapılırken ortaklardan birine -tarladan ne
kadar ürün çıkarsa çıksın iki ölçek verileceği belirlenirse, o takdirde akid
fasit olur. Çünkü tarla hiç ürün vermiyebilir de birinin zararı ile neticelenebilir.
Bu tür ortaklıkta
verilecek arazi ya da tarlanın vasıflarının bilinmesi, en azından ekime
elverişli bulunması gerekir. Çorak bir arazi üzerinde müzaraa akdi yapmak
sahih değildir.
Aynı zamanda verilecek
arazinin nisbeti belli olmalıdır. Aksi halde ileride bir anlaşmazlığa yol açacağından
sahih değildir. Belirlenen arazinin belli bir kısmında buğday, bir kısmında da
arpa ekilmesi şart koşulursa, bu da caiz ve sahihtir. Çünkü arazinin miktarı
bellidir, O takdirde belli bir kısmında değişik ürün ekmenin bir sakıncası
-ortaklık bakımından- yoktur.
Ortaklık için
belirlenen arazinin, müzari'a teslim edilmesi şarttır. Arazi sahibi elini
araziden çekmez de kendisi işlemeye başlarsa, o takdirde yapılan akid hükümsüz
kalır. [36]
Aletler hem araziye,
hem işi yapana tabi' sayılır. Bu bakımdan akidde bunun belirlenmesi şart
değildir. Ancak ortaklardan herbiri imkânı nisbetinde âlet vermeyi ya da
kullanmayı akdin dışında be-lirlerlerse, daha uygun olur. Belirlenmediği ve
ihtilâf konusu olduğu takdirde, beldenin örfüne göre amel edilir. [37]
Müzaraa ortaklığında
sürenin belirlenmesi şarttır. Ancak ilk yetiştirilecek ürün şeklinde bir kayıt
konulursa, bu da sürenin başlangıç ve bitişini belirler mahiyettedir. Bununla
beraber iklim şartlarına göre, sürenin belirlenmesi şarttır. Aksi halde
yapılan akid sahih olmaz.[38]
O halde belirlenen
süre içinde bir ürün ekip yetiştirmek mümkün olmadığı takdirde, akid
kendiliğinden bozulmuş olur. Bunun gibi, iki ortaktan birinin belirlenen süre sonuna
kadar yaşaması ihtimal dahilinde değilse, yime de akid fasit sayılır. [39]Meselâ
: Ortaklardan biri elli yaşında bulunuyor. Yapılan akidle ortaklığın altmış
yıl veya elli yıl devam etmesi belirleniyorsa, o takdirde yüz, yüz-on yaş
yaşamak pek ihtimal dahilinde bulunmadığı için yapılan akid geçersiz sayılır. [40]
Tohum âlet kabilinden
olmadığı için toprağa ya da işçiye tabi' değildir. Bu balamdan akid yapılırken
tohumun kim taralından ve-rileciğinin belirlenmesi gerekir. Toprak sahibi
tarafından verilecek olursa, müzaraa bir bakıma işgücünü ortaya koyan ortağın
ücretle tutulmuş bir müste'cir olduğu anlamına gelir. İşgücünü ortaya koyan
ortak tarafından getirilecekse, o takdirde müzaraa toprağı is-ti'car anlamına
gelir. [41]
1 — Çıkacak ürünün tamamının ortaklardan birine
verilmesinin şart koşulması,
2 — İşçiliğin toprak sahibine ait olması,
3 — Öküz, traktör ve benzeri şeylerin toprak sahibine ait
olmasının şart koşulması,
4 — Çıkan ürünün biçilmesi, kaldırılması ve harman
yapılması hususlarının kim tarafından yapılacağının şart koşulması,
Böyle bir şarta gerek
yoktur. Çünkü bu ortaklıkta genel kaide şudur : Ürün henüz yetişmeden yapılacak
işler, öraeğin sulama, koruma, yabanî otları temizleme, su arıklarını açma
gibi işler müza-ri'a yani işçiye aittir. Ürün yetiştikten sonra henüz harman
yapılıp daneleri saman ayrılmadan önce yapılacak işler iki ortağın müştereken
yapmasını gerektirir, yani ikisine aittir. Harmanda ayıklanan ürün ortaklar
arasında taksim edildikten sonra işler ise, ilgili olan herbirine aittir. Yani
ortaklardan her biri, hissesi belli olduktan sonra onu evine taşımak ve
benzeri işleri yapmakla mükelleftir.
Ancak İmam Ebû Yusuf,
halkın teamülünü dikkate alarak, ürünün biçiîmesi, harman yerine taşınması,
harman yapılıp danelerin ayrılması için müzari'a ait olduğunu söylemiştir.
Maveraunnehr meşayüıi de bu görüşü uygun bularak fetva vermişlerdir.[42]
Ürünün harman yapılıp
tohumların saman ayrılmasını sağlama işinin sadece işçiye ait kılınması, zrhir
rivayete göre, akdi bozan sebeplerden biri sayılmıştır. Ama Ebû Yusuf'un
dediği gibi, beldenin böyle bir teamülü varsa, ona uymakta bir sakınca yoktur.[43]
5 — Samanın tohumu verene ait olmasının şart kılınması,
6 — Arazi sahibinin işçiye, arazide eseri devam edecek
bir işin yapılmasını, örneğin ihata duvarı,
harman yeri ve benzeri işlerin şart koşulması,
Yani bu tür şartlar da
akdi bozan sebeplerdendir. [44]
Ekilen ürünü ıslah etmek,
tarlayı verimli hale getirmek için yapılan bütün işler ve hususlar müzari'a
yani işgücünü ortaya koyan ortağa gerekir. Tarlayı gübrelemek, içindeki ağaç
köklerini kazıyıp çıkarmak ve benzeri ağır işler ve masraflar iki tarafa
aittir. Bunun gibi, biçmek, harman yerine taşımak ve harman yapmak da daha çok
iki tarafa ait işler arasında yer alır.
Çıkan ürünün
belirlenen nisbette iki ortak arasında taksim edilmesi de bu hükümlerdendir.
Toprakta hiçbir ürün yetişmediği tak-dirde iki ortağa da bir şey gerekmez.
Çünkü zararı ikisi göğüslenmiş bulunuyorlardır. O halde böyle durumlarda ne
ekilen arazi için bir ücret talep edilir, ne de o arazide çalışan kimse ücret
istiyebilir.[45]
Ürün çıkıp henüz
biçilmeden bir afet sebebiyle yok olursa, hüküm yine böyledir. Yani iki tarafa
da zâminiyet gerekmez. Çünkü tarla ve içindeki ürün, müzarı'in elinde bir
emanettir. Kendi taksiratı olmaksızın tabii bir âfetle yok olursa, bir şey
lâzım gelmez.
Müzari' sulama vakti
geldiği halde bunu ihmal eder de ekin ve rim. bir hal alır ve istenilen ürün
sağlanamazsa, bundan dolay meydana gelen zarar tazmin edilir.[46]
Müzari' = İşgücünün
ortaya koyan ortak araziyi ekip ürün ye tiştirdikten sonra henüz ortaklar
arasında taksim edilmeden ölü ve sonra da orada ürün diye bir şeye
rastlanmazsa, o takdirde ars zi sahibinin hissesi; ölen müzari'nin terikesinden
çıkarılıp bir ha olarak ödenir.
Bu durumda müzari'in
varisleri çıkan ürünün çalındığım iddi eder, arazi sahibi de onun müzari'
tarafından tüketildiğini ileri si rerse, iki tarafın da beyyinesi yoksa, arazi
sahibinin iddiasına itibş edilerek, ölenin terikesinden onun hissesi nisbetinde
çıkarılıp verili Ama mirasçılar çıkan ürünün çalındığını veya bir âfete
veradiğıı isbat ederlerse, o takdirde bu bir emanetti, taksirat olmadan yok c
muştur, tazmini gerekmez. [47]
[1] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/411.
[2] Fazla bilgi için bak :
El-Mebsût - Serahsî - El-Bedayi' - Kâsani - Bahrirâik -îbn Nüceym - Fetâvâ-yi
Hindiyye : Şirket bahsi.
[3] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/411-413.
[4] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[5] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/413.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/413-414.
[7] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/414.
[8] El-Bedayi' - Kâsanî -
Et-Tahtavî.
[9] EI-Mebsût - Mülteka –
Bahrirâik.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/414-415.
[11] Mecelle Şerhi
Dürerü'l-Hükkâm.
[12] El-Bedayi1 - Kâsanî -
Mecmau'l-Enhür.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/416.
[13] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/416-417.
[14] Bahriraüc - İbn Nüceym -
El-Kâfî - Mervezî Et-Tebyin – Zeylfil.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/417.
[15] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/417-418.
[16] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/418.
[17] Mecmeu'l-Enhür - Dürer –
Bahrirâik.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/418.
[18] El-Bedayi - Kâsanî : C. 6,
S.; 112 - Müzarebe Akdini Bozan Sebepler Bölümü.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/418.
[19] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/419.
[20] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/419.
[21] Fetava-yi Hindiyye -
El-Bedayi' – Kâsanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/419.
[22] El- Bedayi' - Kasan! -
Fetavâ-yi Hüıdiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/420.
[23] El-Muhit - Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yı Hındiyye.
[24] El-Havi – Fetavâ-yi
Hindiyye.
[25] Ez-Zahire - Mahmud Taceddin
- Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/420-421.
[26] El-Muhit - Radıyûddin
Serahsî - Fetavâ-yi Hindiyye.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/421.
[28] El-Muhit - Radıyûddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[29] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/421-422.
[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/422.
[31] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/422.
[32] El-Bedayi' - Kâsanİ -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[33] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/424.
[34] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/424.
[35] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/424-425.
[36] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/425.
[37] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/425.
[38] El-Bedayi' – Kâsanl.
[39] Ez Zahire - Burhaneddln
Taceddin.
[40] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/425-426.
[41] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/426.
[42] EI-Bedayi' - Kasanı -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[43] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Kübrâ - El-Mebsüt - Şemsül-Einrme Serahsi.
[44] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/426-427.
[45] El-Bedayi' – Kâsanî.
[46] Dürrü'l-Muhtar.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 3/427.
[47] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/427.