2- Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak
6- Parmakların Aralarını Ovmak (Hilallemek)
8- Yıkanması Gereken Uzuvları Üçer Defa Yıkamak:
9- Başın Tamamını Bir Defa Defa Meshetmek
1- Abdest Alırken, Uzuvları Yıkamaya Sağdan Başlamak.
2- Abdest Alırken, Enseyi Meslıetmek.
1- Sebîleynden İdrar, Dışkı, Yel, Vedi, Nıezi, Meni,
Kurt Ve Taşcıklar
V- Baygınlık, Delirmek, Aklın Gitmesi Ve Sarhoşluk
Erkeğin Kadına, Kadının Erkeğe Dokunması Abdesti
Bozar mı?
Tırnak Arasındaki Hamurun Durumu :
Kadınların Örülü Saçlarının Durumu:
İhtilâm Olan Kimsenin Durumu :
Gusülle İlgili Bazı Meseleler:
Kendisi İle Abdest Caîz Olan Sular
İçine Pislik Atılan Suyun Durumu :
Hava- Sağır = Küçük Havuzun Durumu :
Akar Suyun Vasıflarından Birinin Bozulması :
Kuyuya Koyun ve Deve Kığısı Düşmesi :
Kaynayan Kuyunun Suyunu Boşaltmak:
Tavuk, Kedi, Güvercin ve Benzerlerinin Kuyuya Düşmesi
:
Kuyudan çıkarılması müstehab olan suların miktarı:
Kendisi İle Abdest Almanın Caiz Olmadığı Sular
Ma-İ Müstamel (Kullanılmış Su)
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler
Teyemmüm Hakkında Bilinmesi Zorunlu Olan İşler
Teyemmümde Ellerî İki Defa Vurmak
Teyemmüm Edilen Azaların Tamamını Meshetmek
Kendisi Île Teyemmüm Yapılan Temiz Toprakla İlgili
Meseleler
Toz İle Teyemmüm Nasıl Yapılır:
Toprağın Bir Başka Şeyle Karışık Halde Bulunması:
Teyemmüm Ederken Üç Parmakla Meshetmek
Suyu Kullanmaya Gücü Yetmeme, Teyemmümün
Sebeplerindendir
Mil, Nasıl Bir Uzunluk Ölçüsüdür :
Teyemmümün Sıhhati İçin, Talep De Gereklidir
Teyemmümle İlgili Çeşitli Meseleler
Meshin Caiz Olması İçin Gereken Şeyler :
Hangi Halde Mestler Üzerine Meshedîlir :
Mestlerin Delik, Yırtık Veya Sökük Olması:
6- KADINLARA MAHSUS BAZI HALLER
Hayız, Nifas Ve-İstıhâze Hakkındaki Hükümler :
Hayız Ve Nifas Hakkında Müşterek Olan Sekiz Hüküm:
Özürlü İle İlgili Bazı Hükümler :
Necasetleri (Pislikleri) Temizlemek
7- Bir Şeyim Mahiyetini Değiştirerek, Temizlemek:
Temizleme İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler :
2- Necaset-i Hafîfe (Hafif Pislikler)
Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Meseleler :
İslâm fıkıh tarihinde Fetâvâyî
Hîndîyye ismi ile meşhur olan bu eser, gerek muhtevası ve gerekse hazırlanışı
bakımından eşine ender rastlanan bir şaheserdir.
Eser hakkındaki
açıklayıcı bilgi, kitabın ön sözünde verilmiştir.
Fetâvâyi Hindiyye'nin
elinizdeki bu tercümesi aslına tamamen sadık kalnarak, Emekli Müftü Mustafa Efe
tarafından yapılmış ve Ankara Merkez Vaizi İsmail Karakaya tarafından tamamen
gözden geçirilerek yayına hazırlanmıştır.
Bu muhteşem eser 16
ciltde tamamlanacaktır.
Eserde geçen
ıstılahların açıklamaları, kitabların ve şahısların tanıtılması, mevzulara göre
umumî fihrist gibi hususlar son ciltte verilecektir.
Akçağ, böyle şerefli
bir hizmeti yapmakla gurur duymaktadır.
Gayret bizden,
tevfikse sadece Allahu Teâlâ'dandır.[1]
Bu kıymetli kitap,
hüküm verme durumunda olan kâdîler ve hâkimler, fetva verme makamında olan
müftîler, ilim öğrenmek isteyen talebeler ve bütün insanlar için, kolay
istifâde edilebilecek bir me'haz, kaynak kitap olarak hazırlanmıştır.
Bu kıymetli eserin
meydana getirilmesine, bütün bilgilerin bir araya toplanıp, bir kitap halini
almasına, insanların bir emsalini görmediği ve bu gibi hizmet sahasında bir
benzeri bulunmayan, Hindistan'ın büyük sultanı yüce halîfe Muhammed Evrengzîb
Âlemgir sebep olmuştur. Her şeyden haberdar bulunan, lütfü ve keremi bol olan
Allahu Teâlâ'nm rahmeti onun üzerine olsun.
Şüphesiz ki o, bütün
şer'î hükümlerin âlimler arasında yayılmasını arzu ediyordu. Ve o, insanların
amellerinin, Ebû Hami? (R.AJ'nin mezhebi dahilinde, müftâbih (kendisi ile fetva
verilen) oian kavle uygun düşmesini istiyordu.
Âlemgii" Şah,
zamanındaki kitapların ekserisinin zayıf rivayetlerle dolu olduğunu ve bunlara
hilâfiyât (üzerinde görüş ayrılığı bulunan mes'eîelerj m da karışmış
bulunduğunu görmüş ve bu kitaplardan istifâde etmenin pek zor olduğunu
anlamıştı. Bu durum ise, ilmî mes'eleleri zaöt-u rabt altına alma imkânının
azalmasına sebep oluyordu. Bu boşluktan istifâde eden bazı liyakatsiz kimseler,
yanlış ve hatalı şeyleri doğru imiş gibi ortaya atıyorlardı.
Âiemgir Şah, fer'i
mes'elelerin hepsinin mu'teber brr kitapta, toplanmasını ve bu kitaptan her
isteyen kimsenin kolayca, istediğini alabilmesinin, aradığını bulabilmesinin
temin edilmesini arzu etti.
Hindistan'ın yüksek
bilginlerinden en meşhurlarım bir araya top'ayarak, bu kitabı telif etmelerini
emretti. Bu âlimlere başkan olarak da Mevle'l-Hümâm Şeyh Nizâm'ı tensib etti.
Ve bu âlimler topluluğu büyük bir gayretle işe başladılar. Niyyetleri temizdi
ve Cenâb-ı Hakk'a güvenleri tamdı.
Âlemgir Şah,
kütüphanesinde mahfuz bulunan, geniş lafsî-lath olan veya tahsüatsız bulunan, bu konu ile ilgili bütün kitapları okudular. Ve hükümdarın, bu
kitap hakkındaki arzusunun, yerine gelmesine gayret ettiler. Cenab- Hak, bu çalışma ve gayretlerinin sonucu
olarak, eserin vech-i mahsus üzere tamamlanmasını onlara nasip eyledi. Böylece
de, kendisinden başka hiç bir fıkhî kitaba ihtiyaç hissettirmeyen ve bütün
mes'elelerî içinde toplayan bu nadide kitap meydana geldi.
Bu kitap, hakikatleri
en son noktasına kadar tamamen açıklayan, fer'î mes'elelerin en doğrusunu
içinde toplayan bir kitaptır.
Bu kitabın meydana
getirilmesi ile, ilim talep edenlerin fıkhî mes'elelerde doğruyu öğrenmek
isteyenlerin, takip edecekleri yol müracaat edecek^ri kaynak da ortaya çıkmış
oldu. Fikhî bilgiler, âlimler için bu kitapla açıklık kazandı.
Alimler, bu kitabın
adını, Âlemgir Şah'a nisbet olsun diye Fetevâ-î Âlemgîrîyye koydular.
Bu, büyük hayrın, bu
muhteşem eserin meydana gelmesine sebepolduğu için, AUahu Teâlâ onu, en yüce
makamlarla mükâfatlandırsın. Sebep olduğu bu hayır sayesinde, fıkıh İlminden talep edilen büyük
menfâatlerin tamamı hâsıl olmuştur.
Kendilerine verilen
vazifeyi yerine getirerek, bu eserin meydana gelmesini te'min eden bu âlimler
topluluğundan her bir müellife AUahu Teâlâ bol bol rahmet eylemiştir.
Inşaallah.
Nakledildiğine göre,
bu kitabın maliyeti yaklaşık olarak—
200000 gümüş ruble'ye baliğ olmuştur.
AÜah-u Teâlâ, o
sultam, Cennet'inde dilediği her şeye eriştirsin.
Peygamberlerin
Efendisi Hz. Muhammed (S.A.V.)'in yüzüsuyu hürmetine, bizi bu sonuca ulaştıran
AUahu Teâîa'ya hamdolsun.
Selâmın tamamı, salâtm
en üstünü, Peygamber C3.A.V.) Efendimizin ve âl-i ashabının üzerine olsun/
Âmîn...
Günahlarının
bağışlanmasını dileyen Abddurahman el - Hanefî el - Berâvî[2]
Her türlü hamd, tek başına şer'î hükümleri koyan Allah-u Teâlâ'ya
mahsustur.
Allah-u Teâlâ, haram
ve helâl bilgilerim kaldırma hakkını kimseye vermemiştir.
Allah-u Tâlâ, ilmin ve
Üim güneşinin serdiğini âlimler topluluğu için yumuşattı. îlmi, âlimlerin
emrine amade kıldı.
Bu sayede alimler,
ilim güneşinden rivayet aylarını aydınlattılar; insanları cahilliğin genel
belasından korudular ve fetvâ'mn doğru yolunda gitmeleri için onlara rehberlik
ettiler.
Salât ve selâm, zaman
ve gönderilme yönünden Peygamberlik makamının musallası ( namezgâhı), mekân ve
rütbe cihetinden delâlet meydanının mücellâsı, yolların bütün bağlı kapılarını
açan, peygamberlerin ve var olan her şeyin var olma, sebebi olan Peygamberimiz
Efendimiz Hz, Muhammed Mustafâ (SJV.V.) üzerine olsun.
O ki, Allah-u
Teâlâ'nın inkarcılara karşı hüccet olarak gönderdiği muazzam Peygamberdir.
O ki, bütün
peygamberler içinde, Rabbımızin nübüvvet kapısını kendi ile mühürîediği en
büyüt en son Peygamberdir.
Salât ve selâm...
O'nun kerametli, âl'inin ve şerefli ashabının cümlesinin üzerine de olsun...
Gerçekten fıkıh ilmi,
hidâyetle delâletin (doğrulukla sapıklığın) arasını hakkiyle ayıran ve
belirten tek ilimdir.
Fıkıh ilmi, amellerin
değer ve kıymetlerini belirtmek için en doğru terazidir.
Fıkıh ilmi, derin
denizler gibidir ve derinliğinin sonu yoktur-
Fıkıh ilmi, yüce
dağlardan meydana gelmiş bir sıra dağlar silsilesi gibidir ki, bu dağların
küçüklerinin zirvesine bile gözler erişmez.
Fıkıh sahasında,
gerçekten tasnif edilmiş olan kitablar elden ele dolaşmakta, te'lif edilmiş
bulunan sâhifeler su gibi içilmekte-dir. Lâkin bu ilimde, hastaya tam şifa
vereni yoktur. Âlimlerden bir kısmı, mes'elelerin yansını ele almışlar, çoğu
da, delillerinde görüş ayrılığı bulunan rivayetlere yönelmişlerdir.
Hakikati arayan
kimselerse, karanlık bir gecede susuz bir yerde, çok susayan kimseler ile çok
karanlık bir gecede devesini kaybede kimseler gibi, hakikâti, arayıp bulmakta
ve ona sarılmakta nice güçlüklerle karşı karşıya geldiler.
Bu yol, o kadar
zahmetli bir hâle gelmişti ki, takvaya en yakın olanı bulmak ve almak için,
gayret sarfeden kimsenin çektiği zahmetten dolayı gönlü daraldı.
Hatta, sünnetin
aydınlığından çok kimsenin gözleri görmez oldu. Ve kişiler, bidatlerin ve bozuk
inançların kötü yollarına doğru yürümeye meylettiler.
Artık, doğru eğriden
ayırdedilemez oMu; haklı kim, haksız kim bilinemez hâle geldi. Sanki, Tîh
çölünün vadisinde uzaklığına dolaşmaya başladılar. (Yani bir çıkmazın içine
girdiler.) İsteklerine göre delil bulamadılar. Ahmağın akıbetine uğradılar.
Allah u Teâlâ, yiğit
ve ulu hükümdarın saltanatının sabahını aydınlatarak ve o sultana devlet ve
ikbâl vererek, o insanlara da lütufta bu'undu.
O sultan ki, ulu bir
kişidir; kavminin efendisidir. O, çok cömerttir. Savaşlarda arslan kesilir. O,
zor günlerin kahramanıdır. O, halktan vergi toplarken adaletten ayrılmayan bir
yiğittir.
O, daima Allah korkusu
taşır; haramdan son derece kaçınır ve ibâdete gösterdiği ihtimamdan dolayı ekseriyetle oruçludur-
O, mü'minlerin
kumandanı, müslümanlarm başkanı, gazilerin önderi, mücâhidlerin serdârı,
Ebû'l-Muzaffer gazi padişah Muhyiddin Muhammed Evrengzib Bahâdır Alemgîr'dir.
Allah-u Teâlâ saltanatını daim eylesin; Hesab gününde, ehl-i ıyâline sevinçle
dönenlerden eylesin; O gün, ökçesinin üzerinde kınanmış ve kovulmuş olarak
dönenlerden olmaktan uzak eylesin.
Gerçekten o büyük
sultan, kâmil bir şekilde ve gösterişten uzak bir kitap te'lif edilmesini
âlimlerden talep etti.
İstiyordu ki, o kitap,
tertib itibariyle fıkhı kitapların en güzeli olsun; uzun ve usandırıcı olmaktan
uzak bulunsun; sahih ve muazzam rivayetleri içinde toplasın; dirayete dayanan
isabetli kavillerin büyüklerini içine alsın; rivayetlerin kuvvetlisini, zayıfını,
sağlamlığını, çürüğünü birbirlerinden seçip açıklasın; bu kitabın bir yaprağı
diğer bîr yaprağına benzemesin (yâni içinde tekrar bulunmasın)...
Ölüden diriyi yaratan
ve indinde hak ile batılın daima belli bulunduğu Yüce Rabbimizin yardımı
sayesinde, çok büyük ve zor bir iş gibi gözüken bu emri yerine getirmek zor
olmadı.
Hükümdar, fıkıh ilminde
çok geniş bilgisi olan alimleri bir araya topladı.
Ayrıca, fıkıhla ilgili
inci mesâbesindeki bütün bilgileri karışık bir şekilde de olsa ihtiva eden kitapları da bir araya getirdi.
Ve alimleri,
mes'elelerin delillerini bıümak, onların çeşitli yönlerini araştırmak, bunları
birbirlerinden ayırmak ve bir kitap ite'lif etmek üzere, bu kitapların üzerine
şevketti.
Yeni te'lif edilecek
kitap öyle bir kitap olmalı idi ki; zahir rivayetleri, üzerinde ittifak edilen
ve akıllı kimselerin vermiş ol-idukları fetvaları içine almalıydı. Bu kitapta,
alimlerin kabul ettiği nâdirattan olan ve fakat âlimlerin kabul etmiş bulunduğu
kaviller de toplanmalı idi. Taki, bu sayede amelde itiyat zayi olmasın ve
patalardan kaçınabilsin...
Alimler, hemen
madenlerinden cevherleri çıkarmaya, gizlilikler arasından fıkhı incelikleri
açıklamaya başladılar; inci ve mercanlarını toplamaya, kuş ve ceylanlarını
avlamaya, koyuldular.
Ve, tortusundan
şırasını ayırdılar. Kitabın hududunu
ta'yin edip önünü, arkasını, başını,
sonunu belli ettiler. Dağılmış gümüş tanelerini dizdiler. Bu kitabın
tertibinde, Hidâye'nin tertibini örnek aldılar. Açıklık ve kısalıkta da
Nihâye'nin metodunu benimsediler. Rivayet ve zevâid kitaplarında bulunan
tekrarlan terk eylediler.
Bir mes'elenin
açıklığa kavuşması veya bir mes'elenin başka bir mes'eleyi içine alması hâli
hâriç olmak üzere lüzumsuz delil ve şâhidlerden kaçındılar.
Ekseriyetle
zâhirü'r-rivâye üzerinde durdular.
Dirayetlere ve
nevâdir'e pek az iltifat ettiler. Buna da ancak, bir mes'elenin cevabını
zahirü'r-rivâyade bulamadıkları zaman baş vurdular. Veyahutta, nevâdir'den olan
bir kavil, «müftâbih olan budur = kendisi ile fetva verilen budur» şeklinde
işaretlenmiş olunca, nevâdir'e iltifat ettiler-
Bu kaynaklarda
buldukları muteber olan her bir kavli, rivayet ederken, kendi ibareleri ile
naklettiler.
Vecihlerinde bir
zaruret olmadıkça, ibareleri bozmadılar.
Bir mes'ele hakkında,
muhtelif cevaplar ve hükümler bulduk* lan zaman, bunlar arasında, müftâbih olan
kavli seçtiler ve onu işaret edip aldılar.
Fakat, bu cevapların
hiç birinde de delilin ve burhanın kuvvetine bir alamet bulamadıkları zaman,
bu cevap ve hükümlerin hepsini de kitaba kaydedip yazdılar.
Doğruya ve isabetliye
muvaffak eden, ancak Allah-u Teâla'dır. [3]
Her türlü hamd
âlemlerin Rabbı olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm da «Peygamberlerin en
büyüğü olan Efendimiz Hz. Muhammed (SJV.V.) e ve O'nun âl'inin ve ashabının
cümlesinin üzerine olsun... [4]
Allah-u Teâlâ, Kur'an-ı
Kerhn'mde:
«Ey İman edenler,
namaz kılmak istediğiniz zaman yüzlerinizi yıkayınız ve dirseklerinizle
beraber etlerinizi de yıkayınız. Başlarınızı mesnediniz. Ve topuklarla
birlikte ayaklarınızı da yıkayınız.» buyurmuştur.[5]
Bu âyet-i kerîmeden de
anlaşıldığı gibi abdestin, dört farzı vardır: [6]
Gasl, isâle demektir.
îsâle ise yıkanan uzvun üzerinden suyu akıtmak demektir. Mesh ise, dokunmak
demektir. Hidâye'de de böyle ta'rif edilmiştir- Tahâvî Şerhinde: «Abdestte suyu
akıtmak şarttır.» denilmiştir. Zâhiru'r-rivaye'de su damlamazsa, abdest caiz
olmaz.
Ebû Yûsuf (R-A.)'a
göre, suyun damlaması şart değildir.
Kar konusuna gelince :
Kar ile abdest alındığı zaman, eğer sulu
olur ve ondanbi? -iki veya daha fazla
su damlarsa, onunla alınan abdest icmâen caiz olur.
Eğer, söylenenin aksi
olursa, yani kardan hiç su damlamazsa, bu durumda İmâmı A'zam Ebû Hantfe (RA)
ve İmâm Muham-med (R.A.)in kavillerine göre, abdest caiz olmaz. İmâm Ebû Yûsuf
CR.A.) göre ise, caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Sahih olan ise; İmâm-ı A'zam ve İmâm Muhammed (R.A.) in kavilleridir. Muzmarât'ta da
böyledir-[7]
Zâhirü'r-rivâye'de ve
Bedâi'de yüzün haddi zikredilmemiş-tir. Muğnî'de ise : «Yüz, saçın bittiği
yerden, sakal ve çene altına, kulakların köklerine kadar olan yerdir.»
denilmiştir. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.
Başın ön kısmının saçı
dökülmüşse, suyu oraya kadar ulaştırmak gerekmez. Esahh olan budur. Hülâsa'da
da böyledir. Zâhidî'de de sahih olarak zikredilen bu kavildir.
Saçı yüzüne inmiş olan
kimsenin o saçı yıkaması vâcibdir. Hidâye şerhi Aynî'de de böyledir,
Gözlerin içine suyu
iletmek, vacib de değildir, sünnet de değildir.
Suyun, gözlerin
kenarına ve göz kapaklarının uçlarına varması için; gözü kapatıp açmak
mükellefiyeti de yoktur. Zâhiriyye'de de böyledir.
Fâkih Ahmed bin
İbrahim'den gelen bir rivayete göre, yüzünü yıkayan kimse, gözlerini şiddetle
kaparsa abdesti caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Göz pınarlarına
suyu iletmek ise, vacibtir.
Hulâsa'da da böyledir.
Ağrıdan dolayı gözü çapaklanmış olan kimsenin, gözlerini
kapattığı zaman, gözlerinin dışında kalan çapağın altına suyun ulaşması
vaciptir- İçte kalan çapağın altına ulaşması ise, vacib değildir. Zahidi de de
böyledir.
Dudağa gelince: Dudaklar yumulduğu zaman, dışarıda kalan
kısımları yüzün hududu içine girer. Bu durumda görünmeyen kısımları işe ağza
tabidir. Sahih olan budur. Hulâsa'da da böyledir.
Sakal başlangıcı ile
kulak yumuşağı arasında kalan beyaz yerin abdest alırkeyıkanması ise her
halükârda vacibtir. Ta-hâvî'de kitabında böyle demiş ve bunu sahih görmüştür.
Alimlerimizin ekserisi de bu görüştedir. Zehiyre'de de böyledir.
Bıyığın ve kaşların
kılları ile çenedeki sakal yıkanır. Kılların dibine suyu iletmek ise yacîb
değildir. Ancak, kıllar az olduğu zaman, suyu altlarına ulaştırmak yani
diplerim yıkamak gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Nısab'da : «Abdest
alan kimsenin, bıyığının uzun olmasından dolayı, su altlarına ulaşmazsa, bu
kimsenin aldığı abdest caiz olur.» denilmiştir. Fetvâ'ıda bunun üzeredir-
Ancak, gusül bunun
aksinedir ve suyu o kılların altına ulaştırmak gereklidir. Muzmarât'ta da
böyledir-
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, sakalın dörtte birini meshet-mek farzdır. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe ve İmâm Muhammed (R.A,)'den rivayet edildiğine göre, gerçekten sakalın
üzerine suyun uğratılması vacibtir. En sahih olan kavil de budur. Tebyîn'de de
bu kavil sahih görülmüştür, Zâhidî'de de böyledir.
Çeneden sarkmakta olan
kılları yıkamak vâcib değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Çenedeki kıllar,
yıkandıktan sonra tıraş edilse, çenenin yeniden yıkanması gerekmez.
Kaş ve bıyığın tıraş
edilmesi halinde de durum böyledir. Başa meshettikten sonra tıraş olmakla ve
abdest aldıktan sonra tırnak kesmekle, abdest bozulmaz veya bunların tekrar
rneshe-dilmesı yahut yıkanması gerekmek. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [8]
İmamlarımızın üçüne
Cyanî İmâmı A'zam, İmâm Ebâ Yûsuf ve !:;Jm Muizanınmed)'e göre de dirseîdere
kadar yıkamak,
eli yıkamaya dahildir
ve farzdır- Muhıyt'te de böyledir.
Ei ve ayaklarda,
normalden fazla olarak bulunan parmak ve sair şeylerin hepsini yıkamak da farzdır. Sİrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin, bir
onıuzunda iki kol yaratılmış bulunursa, tam ve asıl olan, kolu yıkamak farzdır.
Fazla olan diğer kolun da farz mahallinin hizasında olan kısmını yıkamak
farzdır; bu lıizada olmayan kısmını yıkamak ise farz değildir . Fethül-Kadîr'de
de böyledir. Bil'akis bu hizada olmayan kısmın yıkanması mendüp-tur.
Babrar-Raik'da böyledir.
Mâverâü'n-nehr
alimlerinin fetvalarında : «Abdesf azalarında, eğer iğne ucu kadar kuru bir
yer kalsa veya tırnağının altına kuru
yahut baş çamur girip yapışmış olsa
—abdesti— caiz olmaz, Ve eğer, eline hamur veya kına buiaşsa abdesti caiz olun» ibaresi vardır.
Debbûsî'den sorulmuş :
Bir kimsenin eline
hamur buiaşsa ve bu hamur da kurusa, o kimse de bu durumda abdest almış olsa,
durumu ne olur?
Bebbûsî bu suale
cevaben :
Hamur az olduğu
zaman abdesti caizdir, demiştir. Zâhi
dî'de de böyledir.
Abdest azalaruıdaki
tırnakların altında hamur bulunursa, suyu, bu hamurun altına ulaştırmak
vaciptir. Hulâsa'da ve mu'te-ber kitapların ekserisinde de böyledir.
Şeyh tmâmü'z-Zâhid Ebû
Nasri's-Safâ, Şerhinde: «Gerçekten tırnak, parmak ucunu örtecek kadar uzun olursa,
bu durumda onun altına suyun ulaştırılması vacibtir, eğer tırnak kısa ise vacib
değildir.» demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Tırnaklar, parmak
uçlarından dışarı çıkacak kadar uzamış olursa, bir kavle göre, o fazlalığı
yıkamak vaciptir, Fetül-Kadîr'de de böyledir.
Camiü's - Sağir'de
nakledildiğine göre : Ebu'l - Kâsim'dan :
— Tırnaklarının altında kir bulunan veya çamurla uğraşan; parmaklarına kına yakan,
hurma toplayan, boya boyayan kadınların
— abdest bakımından —
halleri nedir? diye soruldu. O, soruya cevaben :
— Bu gibi hallerden, kolaylıkla kaçınmaya güçleri yetmediği zaman, bunların
hepsinin de abdesti caiz olur. Bunlar, durum itibariyle birbirlerine
müsavidirler, demiştir. Fetva da bu gibilerinin
— köylü, şehirli
ayırmaksızm — abdestlerinin caiz olduğu üzerinedir. Zelııyre'de de böyledir-
Zâhidî, Câmiü's-Sağîr'den
naklederek : «Tırnakları hamur olan ekmekçi de böyledir.» demiştir.
Sirâcü'l - Vehhâc'da,
Veciz'den nakledildiğine göre : Boya, toplanır ve bu da kurursa, abdeste ve
gusle mani' olur.
Mecmûu'n - Nevâzil'de
:
«Parmaklarında yüzük
bulunan bir kimse, abdest alırken eğer yüzük bol ise, onu yemıden oynatması
sünnet olur. Lâkin o yüzük dar ise, altına suyun ulaşabilmesi için yüzüğü
yerinden oynatmak farzdır.» denilmektedir. Hulâsa'da da böyledir. Bu,
riva-yet-i zahiredir. Muhıyt'te de böyledir. [9]
İncikleri yıkamak
bizim imamlarımızın üçüne göre de ayakları yıkamaya dahildir. İncik, ayağm üst
tarafında bacakla ayağın bitiştiği yerde bulunan tümsek kemiklerdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimsenin eli,
ayağı kesilmiş olur ve dirseğinden veyâi inciğinden biri kakmamış bulunursa; bu
uzuvları yıkamak — görevi — o kimsenin üzerinden sakıt olur. (düşer.)
Fakat, incik veya
dirseğinden bir kısmı baki kalmış olsa, o kalan kısmı yıkamak farz olur.
Bahrü-r Raik'te de böyledir. Keza, kesik olan bir yer de yıkanır Muhıyt'te de
böyledir.
Yetime'de
bildirildiğine göre : Hancedî'den, ayağının koptuğundan haberi olmayan
kötürümün, abdest alırken ayağının durumunun ne olacağı sorularak : «O kimseye ayaklarını yıkamak vacib olur mu,»
denilmiş; O da «evet, yıkaması vacib olur.» demiştir. Tatarhânîye'de de
böyledir.
Bir kimse, ayaklarım
yağladıktan sonra abdest alsa ve ayaklarına su dökse, fakat su o, yağlı yeri
ileri geçip deriye işlemese, abdesti caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Mecmûu'rı - Nevâzü'de:
«Bir kimsenin ayağında yarık olsa da o yarığa don yağı koymuş bulunsa; o kimse,
ayağım yıkadığı zaman su o yangın altına geçmezse, bakılır; eğer suyun o
yangın altına geçmesi zarar verirse, abdesti caiz olur. Ve eğer zarar vermezse,
abdest caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bu k'mse, eğer o yangı
diktirirse, her halinde abdest caizdir. Hûlâsa'da da böyledir.
Şemsü'l - Eirame
Halvânî şöyle demiştir : «Bir adamın bir uzvunda yanık olduğu zaman, onu
yıkamaktan aciz olursa, o kimseden, o uzvunu yıkamasının farziyeti düşer. O
uzvunun üzerine su dökmesi lâzımdır. Şayet su dökmekten de âciz olursa,
meshetmesi kâfidir. Meshetmekten de âciz olursa, o kimseden meshetmek de sakıt
olur. Sadece, o yangın etrafını yıkar, yank olan yeri olduğu gibi bırakır.»
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin bir
yarası bulunsa ve o yaranın derisi kalkmış olsa, fakat yaranın etrafı deri üe
bitişik bulunsa, bu durumda da yaranın bir tarafından irin çıksa ve deri
yıkanınca, kalkmış olan derinin altma su ulaşmasa, o kimsenin abdesti caiz
olur. Çünkü, derinin altı açıkta değildir ve bu durumda onun yıkanması farz
olmaz. Fetâvâyi Kâdıham'da da böyledir.
Bir kimse, abdest
alırken, azalarının bazısında çıban veya benzeri bir yara olduğu zaman, eğer o
yaranın üzerinde ince deri bulunursa, o derinin üzerine su akıtır. Abdest
aldıktan sonra, o deriyi kopanrsa, kopardığı derinin altını yıkamasının lâzım
olup olmayacağı hususunda şu durumlar vardır :
Eğer, yara iyi olduktan sonra iç acı duymadan kopanhrsa, o yeri
yıkamak lazım gelir.
Fakat, yara iyi
olmadan, elem duyarak kabuğu soyulmuşsa ve yaradan bir şey çıkıp akmişsa, o
kimsenin abdesti bozulur.
Bu durumda, yaradan
bir şey çıkmazsa, o yeri yıkamak lâzım gelmez.
En doğru olan da, her
iki halde de bir şey lazım olmamasıdır.
Fevâid'de, Kâdî İmâm
Ruknü'I- İslâm Aliyyü's - Sağdı şöyle demiştir: «Bir kimse, bazı abdest azalarında
sinek veya pire pisliği olduğu halde abdest aîsa, su bunların altına
geçmese bile, abdest caizdir. Çünkü, onlardan kaçınmak mümkün değildir.
Bir kimsenin, abdest
azalarında balık derisi veya çiğnenmiş ekmek kurusu bulunsa da o kimse, bu hâli
üe abdest alsa; eğer su, bunların altına geçmezse, abdest caiz olmaz- Çünkü,
bunlardan kaçınmak mümkündür.» Muhıyt'te de böyledir.
Abdest alırken, bir
azanın yaşlığı ile, diğer azayı ıslatan kimsenin abdesti caiz olmaz.
Fakat; bu yaşlıktan su
damlamakta ise, bu şekiMeki gusül caiz olur. Hûlâsa'da da böyledir.
Kendisine yağmur
isabet eden veya bir nehre düşen kin> senin, bu durumda bütün vücuduna
su isabet ederse, abdesti de guslü de
caiz olur. Bu durumda, o kimsenin sadece, ağzına ve burnuna su vermesi kâfi
gelir. Sirâciyye'de de böyledir. [10]
Başı meshetmekte farz
olan, nâsiye miktandir. Hidayede de böyledir.
Nasiye miktarı ise,
muhtar olan kavle göre başm dörtte biridir. Muhtar Şerhi thtiyâr'da da
böyledir.
Meshederken, esah olan
kavle göre, üç parmak kullanmak vacibtir. Kifiâye'de de böyledir.
Zâhirü'r - rivâye'ye
göre, bir veya iki parmakla meshedilmiş olsa, bu caiz olmaz. Tahtâvî Şerhin'de
de böyledir.
Şayet, aralan açık
olarak şehâdet parmağı ve baş parmakla meshedümiş olsa, bu iki parmak arasında
avuç içinden de bir kısıra başa değmiş olsa, bu durumda mesh caiz olur. Çünkü
bu durumda, üç parmak başa değmiş gibi olur. Muhıyt'te ve Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, başını
sadece parmak uçları ile meshetmiş olsa, bu durumda eğer, parmak arından su
damlıyorsa, bu mesh caiz olur. Şayet, su damlamıyorsa caiz olmaz.
Zehiyrc'de de böyledir.
Başındaçok usun saçı
bulunan bir kimse, üç parmağı ile meshettiği zaman, eğer su mesh altında başın
bulunduğu kısma isabet ederse, bu mesh caiz olur. Fakat, meshettiği kısmın
altında— baş değil de — alın veya boyun bulunursa bu durumda mesh caiz olmaz.
Bir kimse, kadınların
yaptığı bibi saçını iki yanda bağ]a-mış olsa, yani iki zülfü bulunsa ve o
zülüflerin üzerine meshetmiş olsa, bu durumda din alimlerimizin bazıları ; «O
zülüflerini salıvermezse, msshi caizdir.» (demişlerdir. Çünkü bu durumda,
altında başının bulunduğu saçı üzerine meshetmiştir.
Bu hususta, umumun
görüşü ise; zülüflerin, salınması veya salınmamasi halinde de meshin caiz
olmayacağı şeklindedir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, sadece
kulaklarını meshetmesL başını mes-hetmesi yerine naib olmaz. Yani, kulakları
meshetmek, başı mes-hetmenin yerini tutmaz. Şirâciyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, avuç
içinde bulunan yaşlıkla başını meshet-mesi caizdir. Çünkü, kaptan alman su ile,
kollan yıkadıktan sonra avuçta kalan yaşlık müsavidir. Sahih olan da budur.
Fakat, bir kimsenin
başını meshettikten sonra, mestlerini veya mestlerini meshettikten sonra —
avucunda kalan ıslaklıkla başını
meshelmesi, yukarıdaki hükmün hilafına
caiz değildir. Hü-i as a'da da böyledir.
Bir kimsenin, azaların
birinden aldığı yaşlıkla o uzuv ister yıkanmış olsun, ister meshetmiş bulunsun—
başını meshefc-mesi caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir-
Başını karla meshetmiş
olan herhangi bir kimsenin, bu mes-hi, mutlaka caizdir. Kardan, suyun,
damlaması ile damlamaması arasında bir fark yoktur. Fetâvâyi Bürhânî'de de
böyledir.
Bir kimse, yüzü ile
birlikte başını da yıkamış olsa, bu durumda, baş meshedi-miş sayılır ve bu
caizdir; fakat böyle yapmak mekruhtur. Çünkü bu hâl, emrolunana muhaliftir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse., başınm bir
kısmını traş ettirmiş olsa da tıraş et-iş olduğu yere mesnetçe, bu caizdir.
Cevheretü'n-^eyyire'de de leyledir.
Huccet'de : «Kişi,
başının önüne mesUetrt:emiş olsa yani, başının arkasına veya sağ tarafına yahut
sol tarafıyım "veyahut da ortasına (tepesine) mesh etmiş bulunsa, bu
caizdir. TataHıânlye'de
de böyledir,
Tsk'ka veya. sarık
üzerine methetmek caiz ^Südir. Kadmm, baş Örtüsüne meshetrassi de keza cais
deŞlldv .;at kadın, baş örtüsüne mesh eUifi zaman; su saçına damlarsa, meyhi caiz olur. Hulâsa'da
da I dr. Fakat, bu durumda da sn-yan renklenir...incesi' -Timdir. Zab^iîyye'de
de böyle -?.r. Ancak, e£dsi olan, baş örtüsünü*; altını meshetm^ktir. Fetâv$:.s
:vVİîhân'da da bövlediv, .Saçı boyamış oHn bir kimse, bu boy>irux ÜA.:-j3ie
hettiği zamaa, yaşlık
boya Ue karışırsa, bu dururpJa b;* meshe-dildiği su, mâ-i mutlak \ Ikmünden
çskar ve yapılan r^- th caiz olmaz. Hulâsa'da da t£*lodir. En iyisini büe^,
Allah-u T^f^'îhr, [11]
Mütûn'da abdestin 13
sünneti olduğu zikredilmiştir : [12]
Dalgın olmayan kimseye
besmele çekmek, hiç bir kayda bağlı o1 aaksızın mutlaka sünnettir ve bu
kimsenin besmele'yi abdestin maşında çekmesi muteberdir.
Hatta, bir kimse,
başta besmele çekmeyi unutsa da, bazı uzuvlarını yıkadıktan sonra bunu
hatırlamış olsa ve hatırlayınca da besmele'yi çekse, bu yemek ve emsalinin hilâfına sünnet yerine
kaim olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, abdestin
evvelinde besmele çekmeyi unutmuş olursa, abdestinin besmelesiz olmaması için,
hatırladığı yerde besmele çeker. Sirâcül- Vehhâc'da da böyledir.
Besmele, istincâdan
önce de, sonra da çekilir. Sahih olan budur. Hidâye'de de böyledir.
Çıplak bulunulan halde
ve pis bir mahalde besmele çekilmez. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Tahâvî ve Üstâd Allâme
Mevlânâ Fahrü'd-dîn Mâtemurgî selefin besmele çekerken şöyle dediğini
naklettiler :
«Bismillahil - azîm
ve'l - hamdü lillahi âlâ dîni'l - islam.» Habbâzi-ye'de de Peygamber (SA.VJ
Efendimizden böyle rivayet olunmuştur. Mi'racü'd - Dirâye'de de böyledir.
Bir kimse,
abdestin evvelinde «Iâ ilahe illallah»
veya «el-hamdü lillah» veyahut da «eşhedü enlâ ilahe illallah» demiş olsa, bu besmele çekme yerine kâim
olur. Kınye'de de böyledir. [13]
«Elleri yıkamak
farzdır. Fakat önce yıkamak yani buradaki
tertibsünnettir.» denilmiştir. Fethü'l - Kadîr'de, Mi'râc'da ve Habbazîyye'de
bu görüş ihtiyar edilmiştir. Bu hususta, İmflm Muhammed'in el-Asl'daki kavli
esas alınmıştır, Bahrür-Raik'ta da böyledir. [14]
Eğer su kabı küçükse,
su kabı sol ele alınarak, sağ elin üzerine dökülür. Bu üç defa tekrarlanır.
Sonra da su kabı, aynı şekilde sağ ele alınarak sol elin üzerine dökülür.
Fakat, su kabı eğer
küp gibi büyük olur ve yanında da küçük bir kab bulunursa, yine yukarıda
söylediğimiz gibi yapılır.
Fakat, su kabı büyük
olur ve yanında da küçük bir kap bulunmazsa, sol elini, parmaklarını
bitiştirip avucunu çukurlaştırarak su kabına daldırır, aldığı suyu sağ elinin
içine döker. Temizlenene kadar, parmaklarını birbirleri ile iyice ovarak elini
yıkar. Sonra sağ elini su kabına sokar ve sol elini yıkar. Muzmarât'ta da böyledir.
Tarif edilen bu şekil,
o kimsenin elinde pislik bulunmaması halindedir. Eğer elinde pislik bulunursa,
başka çareler arar. Hülâ-sa'da da böyledir.
O Ellerin istincâ'dan
önce mi, sonra mı yıkanacağı hususunda gerçekten ihtilâf edilnrştir. Fakat
esahh olan, bir defa istincâ'dan önce ve bir defa da istincâdan sonra olmak
üzere, elleri iki defa yıkamaktır- Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir. [15]
Sünnet olan, önce ağzı
üç defa yıkamak, sonra da burna üç defa su çekmektir.
Ayrıca, bunların her
birisi için, her defa suyu yenilemek de sünnettir. Serahsî'nin Muhryt'ınde de
böyledir.
Mazmaza'nın (yani ağza
su vermenin) sınırı, suyun, ağzın tamamını kaplamasıdır.
îstinşâk'ın (yani
burna su vermenin) sının ise, suyun genize ulaşmasıdır. Hulâsa'da da böyledir.
Mazmaza ve İstinşak'ı
terketmek gerçekten gunaht.tr ki, her ikisi de sünnet-i rnüekkededir. Ve onu
terkettnck, sfi^âitl sünneti terketmek gibi .feğikîir; günahı gerektirir.
ZesvMdin terkedilmiş olması ise3 kötülüğü gerektirme Sfrâeül - Völîhâa da hu
böyledir.
Bir kimse, bir .defada
ovucum alstü;: fmîuaduğu suyu maza esnasmda. üç defada kullanırsa, yani bh:
avuç î&yim bîr fc-. mim ağzına alır; sonra onu çi^a-rir; sonra avucım-da
kalan suyun bir kısmım daha alır ve onu da ksrır ve ser, arkada suyun kalarv
kismını alıp çıkararak, bir avuç suyu üçe'«rsk, onunla üç âsm ağzını yıkamış
olursa fer
Fakat, hu. işi
burnunda yapma? ^tinşâkta su. kuîlamİrAıış -
z&sû» geri döner, M'-iz^ bîr durum yoktur.
Bîî' kkosania,
a%Ticucii aldığı suyun bîr ki£3& ile :yaptıktan . nnra, kaian kısmı ile de
istlnşâî m&za yapaıacak değildir. [17]
Misvağın acı ağaçtan
olması uygundur. Çünkü bu î>gaç, ağzın kokusunu temizler, dişleri
kuvvetlendirir ve mideye de sağlamlık kazandırır.
Misvağın kalınlığı,
küçük parmak kalınlığında, uzunluğu ise bir karış uzunluğunda olmalıdır.
Dişleri.parmakla
yıkamak, misvak yerini tutmaz. A&cak, mis-, vak bulunmazsa, sağ elia bir
parmağı we dişleri temizlemek, misvak yerine kaim olur. Muhıyt ve Zahİriyye'de
de bo
Kadm için sakız
çiğnemek, misvak yerini tutar. Babrft'r – îiâlk ta da böyledir.
Misvak nasıl tutulmalı
: Misvak, sağ elle tutulm^chr. Misvakın ön kısmı,, baş parmak alta ve
şeh&dei pancagh. "r'e g cek şekilde tutulur. Bu -esnada, orta panrrâ ve ya parmağı da şehadet parmağı gibi mis\\i&Jn üsKftv;fc-
tî çük parmak ise baş parmak gibi misvakın
altında bulunur. Misvakı bu şekilde tutmak menduptur. Nebrü'I Fâik ta
da böyledir,
Misvak ne zaman
kullanılmalı : Misvak kullanmanın vakti, mazmaza zamanıdır. Nihâye'de de
böyledir-
Misvak nasıl
kullanılmalı: Misvak kıalianmaya, önce sağ taraftarı başlanılmalıdır. Dişlerin boyları istikametinde, altları da üstleri de
misvaklanmalıdir. Sonra dişler, enleri istikametinde ide misvaklanmalıdırlar
C&vheretü'nNeyytre'de de böyledir.
Misvah'nı
ağzmdaki hareketinden dolayı,
kusacağnıdan korkan kimse, misvak kullanmayı törk eder.
Yatarken misvak
kullanmak da mekruh'Uur, Sİrâcül -hâc'da da böyledir. [18]
Ovmak, su damlamakta
olan parmakları, diğer parmakl&nn arasına girdirmekle olur. Böyle yapmak
ise, ittifakla sünnet-i müek-kededir. Nehrü'l Fâik'te de böyledir.
Bu hüküm, suyun,
parmakların arasıra ulaşması haline göredir. Fakat, eğer parmakların, arası, diğer
parmakların giremiyeceği kadar bitişik
olursa, buralara suyu ulaştırmak vacib olur. Teb-yîn'de de böyledir.
Ellerini suyun içine
sokmuş olan kimse için su, durgUB ıu
bile olsa parmak aralarını hilallemek
zarureti yoktur.
Evlâ olan, ellerde
tesbîk (yani parmakları birbirleri
arasına girdirmek) tir. Ayaklarda ise, sol elin küçük parmağı ile, sağ aya-
başlanır ve bu iş sol ayağın ku-[19]
böyledir Ve Kâdîhân bu
kavli almıştır. Zâhidî'de de böyledir, Meb-sût'ta «Esahh olan da budup>
denilmiştir. Miraci'd - Dirâye'de de böyledir.
Sakalın hiIaUenme
şekli : Parmaklar sakalın içine sokularak alt taraftan üste doğru, sakal hîlâUenir.
Bu, Şemsül - Eİmme-'I - Kerderi'den naklolunmuş. Muzmaratrta da böyledir. [20]
Yıkanması farz olan,
eller, yüz ve ayaklar gibi azalan, üçer defa yıkamak sünnettir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bu uzuvlardan birini
yıkmaya başlayınca, ilk yıkama farzdır. Zahiriye' de de böyledir. Sahih kavle
göre diğer iki yıkayış ise sün-net-i müekkede'dir. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Yıkamanın tamam olduğu
nasıl anlaşılır : Abdest alırken, yıkanmakta olan uzva su ulaşır ve ondan damla
damla dökülüp akarsa, bu durumda yıkama tamam olmuş olur- Hulâsa'da da böy-dir.
Fetâvâyi Huccet'de :
«En uygun olan, abdestte yıkanması farz olan her uzvun her tarafına, her bir
yıkayışta suyu ulaştırmaktır.» denilmiştir.
Birinci defadaki
yıkamada, bazı yerler kuru kalmış olsa da ikinci yıkamada bunlardan bir kısmı
giderilse, fakat yine bir kısım kuru yer kalmış bulunsa; üçüncü yıkamada ise
her yer ıslan* mış olsa, bu durumda azalar üç defa yıkanmış olmaz» denilmiştir.
Muzmarat'ta da böyledir.
Abdest azalarını birer defa yıkamakla
yetinmek nedir : Bir kimse, bir ihtiyaçtan dolayı veya soğuk olduğu için
veyahut da suyun azlığı sebebi ile abdest azalarını birer defa yıkamakla
yetin-se, bu mekruh değildir ve o kimse günahkâr olmaz. Fakat, sayılan
sebeplerde hiç biri yokken abdest azalarım birer defa yıkamakla yetinmek
günahtır. Mi'râcü'd - Dbâye'de de böyledir.
Abdest azalarını üç
defadan fazla yıkamak nedir : Kalbin mutmain olması Veya şüpheden kurtulmak
veyahut da ikinci bir abdest almak niyyeti ile abdest uzuvlarını üçten fazla
yıkamakta bir beis yoktur. Bu husus Nİhâye'de ve Sirâeül-Yehhâc'da da böyledir. [21]
Mütünde de böyledir.
Başın tamamı nasıl
meshedilir : Kişi, iki avcunu ve parmaklarım, başının ön kısmından başlıyarak
arka kısmına kadar, başın tamamını kaphyacak bîr şekilde çekerek mesheder.
Sonra da, iki parmağı ile iki kulağını mesheder. Böyle yapınca su, müsta'mel (kullanılmış su)
olmaz. Bu husus, Tebyîn'de de böyledir.
Başın tamamını kaplama meshetmeyi devamlı olarak ve özürsüz
bir şekilde terketmek günah olur. Gunye'de de böyledir. [22]
Abdest alan kimse,
başını meshettiği su ile, kulaklarının ön ve arka tarafını da mesheder- Tahâvî
Şerhinde de böyledir.
Fakat, başın meshinden
sonra elde bulunan ıslaklıkla değil de, başka taze bir su ile kulakları
meshetmek daha güzel olur. Bah-rü'r - Râik'ta da böyledir.
Bir kimse,
kulaklarının Ön tarafını, yüzünü yıkarken, arka taraflarını da, başı ile
beraber meshetse, böyle yapması caiz olur. Fakat, en faziletli ve üstün olanı,
bir önceki —- paragrafta söylemiş olduğumuz — şekildir, Tahâvî Şerhi'nde de
böyledir.
Kulaklar nasıl
meshedilir : Kulakların, dış tarafı, iki baş parmağın iç tarafı ile; iç
tarafları ise, şehâdet parmaklarının iç tarafları ile meshedilir. Sirâcül -
Vehhâc'da da böyledir. [23]
Abdest alacak olan
kimse, kendisinden hadesin kalkmasına ve ibadetlerden herhangi birinin
abdestsiz sahih olmadığına niyyet etmesi gerekir. Tebyîn'de de böyledir.
Niyyet nasıl yapılır :
«Allah-u Teâlâ'ya yakınlaşmak maksadı ile namaz kılmak için abdest almaya
niyyet ettim.» diyerek niyyet edilebilir. Veya «Hadesin kalkması için.. »,
«temizlik için»..., «namaz kılmak İçin...», «niyyet ettim» denir.
Sirâeü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Ne zaman niyyet
edilmelidir : Niyyetin vakti yüzün yıkan diği zamandır.
'Niyyetin mahalli ise
kalbdir. Niyyeti dil ile söylemek isç müstehaptır. CevJıeretü'n - Neyylre'de de
böyledir. [24]
Tertib : Abdesti,
âyet-i kerimedeki sıraya riayet ederek almak, yani önce elleri, sonra yüzü
yıkamak; sonra da başı mesnet inek ve en sonda da ayakları yıkamaktır.
Tebyîn'de de böyledir.
Kudûrî, niyyeti,
tertibi ve basın tamamını — kaplama — mes-hetmeyi, abdestîn müstehablarından
saymıştır.
Hidâye, Muhiyt, Tuhfe,
İzah ve Vâfâ Sahibleri ise, bunları sünnetten saymışlardır. Esahh olan da
budur. Mi'racü'd - Dirâye'de de böyledir. [25]
Müvâlât: Ortalama bir
zamanda yıkanılmış bulunan bir uzvun, yaşlığı kurumadan önce, diğer bir uzvu
yıkamak demektir.
Bu hususta, şiddetli
sıcağın, şiddetli soğuğun ve rüzgârın kurutmuş olması mu'teber değildir.
Abdest alan kimsenin, normal halde bulunmasına itibar olunur. Cevheretü'n -
Neyyîre'de de böyledir.
Abdest azalarından
birini yıkadıktan sonra, ara verip daha sonra diğer abdest azasını 'yıkamak —
eğer bu durumu meşru kılan abdest alan kimsenin suyunun bitmesi veya benzeri
bir hal olması gibi— bir Özür yoksa mekruhtur.
Böyle bir özür olması
halinde, abdest alırken iki uzvu yıkama esnasında ara vermekte bir beis yoktur.
Yani, özürden dolayı, bir uzvunu yıkadıktan sonra, ara verip daha sonra da öbür
uzvunu yıkamasında herhangi bir mes'uliyet yoktur. Ve bu kavil sahihtir. Gusül
ve teyemmümde de bu kavil geçerlidir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir. [26]
Mütûn'da, abdestin iki
nıüstehâbı olduğa zikredilmiştir : [27]
Sağ eli sol elden, sağ
ayağı sol ayaktan Önce yıkamak, nıus-tehâbhr. Sahih olan kavle göre böyle
yapmak fazilettir.
Abdest azalarından,
çift bulunan, her asanın sağını, solundan önce yıkamak müstehabtır.
Hatta, abdest alan
kimsenin elinin biri olmasa veya bir elinde herhangi bir illet bulunsa, bu
durumda iki eli ile iki kulağını nıeshetmek mümkün olmayacağından, önce sağ
kulağım, sonra da soi kulağını mesheder- Cevkeretü'n - Neyyire'de de böyledir. [28]
Ense ellerin arkası
ile meshedilir. Boğazı meshetmek ise, bid'attır. Bahrü'r - Raik'te de böyledir. [29]
Alimlerimize göre
abdestin edepleri ve bunlarla ilgili diğer bazı sünnetler de vardır. Şöyle ki
:
1- Ayakları
yıkarken su kabı, sağ elle tutulur. Sağ ayağın Ön tarafından başlanılarak su
dökülür ve sol el ile ovalanır. Bu şekilde üç defa yıkanır. Sonra su, sol
ayağın Önünden dökülerek, o da yukarıdaki şekilde ovularak üç defa yıkanır.
Sünnet olan budur. Muhıyt'te de böyledir.
2- Elleri ve
ayaklan yıkamaya, parmak uçlarından başlamak da sünnettir. Fethül - Kadîr'de
de böyledir. Keza, Muhıyt'te de böyledir.
3- Başı
meshederken, ön tarafından başlamak sünnettir. Bu husus Zâhidî'de de böyledir.
4- Mazmaza
ve istinşakta da tertib (bunları sıra ile yapmak) sünnettir. Hulâsa'da da
böyledir.
5- Mazmaza
ve istinşakta mübalağa da sünnettir. Yani ağza ve burna suyu bol bol
vermelidir- Kâfî'de de, Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Yalnız, abdest alan
kimse oruçlu olduğu zaman, mübalağa etmek sünnet değildir. Tatarhânîye'de de
böyledir.
Mazmazada mübalağa,
suyu ağızda gargara etmekle olur. Kâfi'de de böyledir.
îstinşakta mübalağa
ise, suyu — acı duyacak kadar — burnun üst tarafına .— genize— şiddetle
çekmekle olur. Ta ki su, yukarıya kadar çıkmış olsun, Muhiyt'te de böyledir.
6- Abdest
alırken suyu israf etmemek ve onu pek az bir miktarda kullanmamak da
edebdendir. Hülâsa'da da böyledir. Bir kimse, nehir başında ahdest alıyor olsa
ve hatta kendisi nehrin {yani akarsunun) sahibi bulunsa bile, abdest alırken
israf etmemesi gerekir.
Hatta su, temizlenmek
veya abdest alınmak için vakfedü-mişse, bu sudan fazla almak veya israf etmek
—hilafsız olarak— haram olur. Bahrü'r - Râik'te de böyledir.
7- Abdest
azalarını yıkarken konuşmamalı ve her
uzvu yıkarken. (Eşhedü enlâ ilahe Ülellahu vahdehû lâ şerîkeleh ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve Resûlühû)
demelidir. Muiuyt'te de böyledir.
Fakat, abdest alırken,
zarurete binâen konuşmak edebsizlik sayılmaz. Bahrü'r - Raık'te de böyledir.
8- Abdest
alan kimsenin, abdestle ilgili işleri bizzat kendisinin yapması,
9- Abdest
bittikten sonra. (Sübbâneke AUahümme ve bi hamdik. Eşhedü enlâ ilahe illâ ente.
Esteğfirüke ve etûbü ileyk- Ve eşhedü enlâ ilahe iîlellahü ve eşhedü enne
Muhammeden abdühû ve resûlühû) demesi,
10- İstinca
yerlerini sildiği bezle, abdest
uzuvlarını silme-mesi,
11- İstinca
dan sonra, abdest almak için kıbleye karşı oturması,
12- Abdest
aldıktan sonra veya abdest esnasında,
(AUahümme'calnî mine't
- tevvâbîne vec'alnî minel mütetahhi-rîn) demesi,
13- Kerâhat
vakti değilse iki rek'at namaz kılması,
14- Abdest
aldıktan sonra —mutâkıb namaz için— su kabını doldurması, Muhıyt'te de
böyledir.
15- Abdestten
artan sudan, ayakta oîduğu halde ve kıbleye dönerek biraz içmesi,
16- Abdesti
topraktan yapılmış bir kapla alması,
17- Abdest
alırken damlaların elbisesine dökülmesinden ve
sıçramasından sakınması, Zahîdî'de de böyledir.
18- Abdest
alırken ellerini çırpmaması, Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
19- Mazmaza
ve istinşakı sağ eli ile yapıp, sol eli ile sümkür-mesi gibi, yukarıda
saydığımız hususların hepsi de abdestin âdâ-bındandır-
20- Ebu'l -
Leys'in Hazânetü'l - Fıkhı'nda, ayrıca
Halef bin Eyyub'tan naklen şöyle denilmiştir. Kış günü abdest almakta
olan bir kimsenin, abdest uzuvlarını, Önce bir su ile yağlar gibi ıslatması,
sonra da üzerine su dökmesi uygun olur. Çünkü, kışın abdest azalarında
yarılmalar olabilir. Bedâi'de de böyledir.
21- Abdest
azalarını ovalamak,
22- Küçük
parmaklan, kulakların deliklerine sokmak,
23- Abdesti
vaktinden Önce almak,
24- Suyu
çarpmadan yüzüne yaymak ve
25- Abdest
alırken yüksekçe bir yerde oturmak gibi yukarıda saydığımız hususlar da abdestin âdâbındandır. Tebyîn'de de böyledir.
Ayrıca, şu sayacağımız
hususlar da abdestin âdâbındandır :
26- Su
kabının kulpunu üç defa yıkamak,
27- Abdest
alırken pek acele etmeyip, uzuvları yavaş yavaş yıkamak:,
28- Bir uzvu yıkarken, ovalarken, parmak aralarını
hilâllerken hassas davranmak,
29- Yüz ve
eller yıkanırken, bunların tarif edilen hadleri geçilir ki, kalb mutmain
olsun. Mi'râcü'd - Dirâyelde de böyledir.
30- Yüzü
yıkamaya üst kısmından başlanır. Nehrül-Fâik'te de böyledir.
31- Abdest
temiz yerde alınır. Çünkü abdest suyuna, saygı göstermek gerekir. Bu husus
Nehrü'l - Fâifc'te de böyledir ve bu kitaba da Muzmarât'tan nakledilmiştir.
32- Küçük
kabla, bu kabdan su dökülerek abdest almıyorsa, kab sol tarafa konur. Ve eğer
büyük kabla abdest almıyor ve bu kabtan su avuçla almıyorsa bu kab sağ tarafa
konur-
33- Kalben
niyyet edilirken, bu niyyet dil ile de ifade edıTJT:
34- Her aza
yıkanırken «Bismillah» denir.
35- Mazmaza
vaktinde, Aflahümme e'nî 'alâ tilâveti! - Kur'âni ve zikrifce ve şükrike ve hüsnü
ıbâdetilce) denir.
36- îstinşak
zamanında : Allahümme rıhnî râihatel-cenneti ve lâ tünhnî
râihate'n-nârJder.
37- Yüz
yıkamrken :'Allahümme beyyıd vechî yevme tebyaddu vücûhün ve tesved-dü vücuh)
der.
38- Sağ kokr
.ı yıkarken : (Allahümme a'tmî kitabî bi yemimi ve hâsibnî hisâben yesîrâ) der.
39- Sol
kolunu yıkarken : (Allahümme lâ ta'tmî kitabi bi şimalî ve lâ min verâi zahrî) der.
40- Başına
meshederken : (AÜâhümme, ezıllenî tahte zilli arşıke yevme lâ zille 91la
zillearşeke) der.
41- Kulaklarını
meshederken :
(Allâhümme'c'alnî
min el tezine yeştemi'ûnel - kavle feyette-biûne ahsenehû)
der.
42- Ensesini
meshederken :(Allahümme'tik rafcabetî mine'n - nâr) der.
43- Sağ ayağını
yıkarken : (Allahümme sebbit kademeyye
ales - sıratı yevme tezüîlü'l ıü)-
der.
44- Sol
ayağını yıkarken ise :Alîahümnıecalnî zenbi mağfûranve sağyi meşkûrun ve
ticâreti lejn tebûr.) der.
Ve her azasını
yıkadıktan sonra da Peygamber (S.A.V.) Efendimizin üzerine salavct-ı şerife
okur.
Abdest suyunu bir
müd'den noksan eylemez. (Noksanlaşmış^
sa suyu ikmâl eder.) Tebyîn'de de böyledir-[30]
Üç çeşit abdest vardır
: [31]
Namaz kılacak olan
kimsenin abdesti yoksa, alması gereken abdest gibi. [32]
Kabe'yi tavaf için
alınan abdest.
Bir kimse, şayet
Ka'be'yi abdestsiz tavaf etmişse, vacibi terk etmiş olur ve fakat yapmış olduğu
tavaf caiz olur. [33]
Uyku için alman abdest,
devamlı abdestli bulunmak için alınan abdest, gıybetten ve şiir söyledikten
sonra alman abdest, abdest üstüne alınan abdest, kahkaha ile güldükten sonra
alınan abdest, ölü yıkamak için alınan abdest gibi... Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir. [34]
1- Suyu,
yüze şiddetle çarpmak,
2- Mazmaza
ve istinşakı sol elle yapmak,
3- Özürsüz
olarak sağ elle sümkürmek. Ebûl - l netu 1 - Fıkhında da böyledir.)
4- Bir su
ile üç defa meshetmek,
5- Mescid'de
kendisine yer ta'yin etmekte olduğu gibi, abdest almak için de bir kap tayin
ederek o kabdan başkasına abdest aldırmamak da mekruhlardandır. Vecizul
Kerderî'de de böyledir,
Abdesten sonra, mendil
ile silinmekte bir sakınca yoktur. Tebyîn'de de böyledir. [35]
Dışkı, az olsun çok
olsun abdest almayı gerektirir.
Sidik ve arka taraftan
yel çıkması da abdesti bozar. Muhıyt'te de böyledir.
Erkeğin zekerinden, kadmm da fercinden çıkan
yel ise, sahih olan kavle göre abdesti bozmaz.
Ancak, müfeddat (ferci
ile dübürü birleşmiş) olan kadının, bu durumda, abdest alması müstehab olur.
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Kadında açılmış olan bir yaradan yel çıkmış
olsa, pis kokulu geğirmenin abdesti bozmadığı gibi bu yel de abdesti bozmaz. Kınye'de de
böyledir- Sidik, zekerin kamışına inmiş olsa
abdesti bozmaz. Fakat o, zekerin kılıfına çıkmış olursa, abdest bozulur,
Zehiyre'de de böyledir. Sahih olan ıda budur. Bu husus Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Kadmm idrarı, fercinin
iç tarafına çıksa fakat dışına çıkmamış olsa, yine abdesti bozulur.
O Zekeri kesilmiş olan
bir kimseden, idrara benzer bir şey çıkmış olsa, eğer o kimsenin istediği zaman
onu tutmaya veya istediği zaman onu bırakmaya gücü yeterse, bu durumda o şey,
idrardır ve abdesti bozar. Fakat, istediği halde tutmaya gücü yetmezse, o şey
çıkmadıkça, o kimsenin ahdesti bozulmaz. Fetâvâyî Kâdîhân' da da böyledir.
Bir hünsanm erkek
olduğu fetvalarla açığa çıkarsa, o kimsede bulunan ferç, yara menzittndedir.
Ondan bir şey çıkmadıkça, o kimsenin abdesti bozulmaz. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir. Bu husus Fetâvâyi Kâdihân'da, Zehıyre'de, Serahsî'nin Muhıyt'inde ve mu'teber
kitapların çoğunda böyledir. Alimlerin çoğu da, o kimsenin abdest almasının
gerektiği görüşündedir. Tebyîn'de de böyledir, îtimat olunan ise, önceki
görüştür- Nehrü'İ-Fâık'te de böyledir.
Bir erkeğin, zekerinde
yara bulunsa ve bu yaranın iki başı olsa, bunların birinden çıkan idrarın
çıktığı yerden çıksa ve diğer çıkan ise, o yoldan çıkmasa; birincisi ihlil
(zeker deliği) yerindedir. Bu delikte idrar zahir olduğu zaman, dışarı akmasa
bile abdest bozulur. Diğer delikten ise, bir şey çıkmadıkça abdest bozv
Bir kimse, idrarın
çıkmasından korksa da, zekerinin deliğine pamuk tıkasa, idrar pamuğun üzerine
çıkmadıkça, r??.rr.uk olmadığı takdirde çıkacak olsaydı bile, o kimsenin
abder"i bozulmaz ve pamuğu koymuş olmasında da bir beis yoktur. Fetâvâyi
Kâdî han d a da böyledir.
Bir kimsenin dübürü
çıktığı zaman, onu, eli veya bir bez parçası ile yerine girdirse, abdesti
bozulur. Çünkü, eline necasetten bir şey bulaşmıştır.
Şeyhu 1-imâm
Şemsü'l-eimmetü'l-Halvânî :«Dübünün çıkması ile abdest bozulur.» demiştir.
Zehıyrede de böyledir.
Şehvetsiz çıkan vedi'
ve meni'nin bozduğu gibi, mezî de abdesti bozar. Ağır bir yük taşımak veya
yüksek bir yerden düşmek sebebi ile çıkan mezi de abdest almayı gerektirir. Muhıyt'te de böyledir.
Erkeğin menisi
kalındır, beyazdır; kokusu, çiçek kılıfının kokusu gibidir. Ve kadın iç/n onda
zevk vardır. Meninin çıkması ile zekerin gücü kırılır.
Kadının menisi İse,
ince ve sandır.
Mezi incedir, beyaza
yakındır. Kişi şehvetle ailesi ile oynaştığı zaman çıkmaya başlar- Mezinin
kadındaki karşılığı kazidir.
Vedi ise; koyu,
kıvamlı idrardır. İdrardan ve cima' gusülün-den sonra gelir. Tebyin'de de
böyledir.
Bir kimsenin
arkasından kurt çıkmış olması, hadestir. (yani, o kimsenin abdesti bozulur.)
Kadının veya erkeğin
önünden çıkan küçük taşcıklar da kurt gibi abdesti bozarlar. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Yağmur damlası, idrar
deliğine girse ve sonra da çıkmış olsa, abdesti bozmaz. Bu durum, orucu da
bozmaz. Zahirıyye'de de böyledir.
E ir kimse, idrar deliğine yağ akıtmış olsa
da, yağ da oradan çık niş ve akmış bulunsa, o kimsenin abdestini iade etmesi
lâzımdı/. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Alt taraftan içeri
girip, geri çıkan her şey, içerdeki yaşlıktan uzak olamiyacağı ve ondan
ayrılamıyacağı için, bu şeyin bir ucu el;nde bulunup, tamamen girmemiş olsa
bile abdesti bozar. Vecizül-Kerderî'de
de böyledir. [40]
Seyelânm haddi,
yaranın başına yükselip, etrafa dağılmaktır. Serahsî'ntn Muhıyt'inde de
böyledir. Esahh olan da budur- Nehrül-Fâık'te de böyledir.
Kan, yaranın üstüne
yükseldiği zaman, yaranın başından daha fazla bir yeri kaplamış olsa bile—
abdesti bozmaz- 1A-hiriyye'de de böyledir. Fetva da, bu gibi mes'elelerin
abdesti bozmadığı şeklindedir. Muhıyt'te de böyledir.
Kan, irin, sarı su,
yara suyu, nufte, göbek, meme, göz ve kulaktan dertten dolayı çıkan su. en
sahih kavle göre; bunların hepsi müsavidirler. Yani abdesti bozarlar.
Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse, kulağına
yağ damlatmış olsa da o yağ, dimağında bir müddet durduktan sonra, kulağından
veya burnundan tekrar dışarı aksa, o kimsenin abdesti bozulmaz.
İmâm Ebu Yûsuf (R.A.),
bu hususta: «Eğer ağzından çıkarsa abdesti bozulur. Çünkü b, mideye varmadan
çıkmaz. Mide ise, necaset mahallidir. Ve bu şey, istifra hükmünde sayılır.»
dem'ş-tir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Buruna akıtılan ilaç,
ağızdan çıksada ve bu da ağız doîu-su miktarda olsa, abdesti bozar. Fakat bu
üaç, kulaktan çıkarsa, abdesti bozmaz. Sirâcül-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin,
yıkanırken kulağına sn kaçmış olsa ve bu su bir müddet bekledikten sonra,
burnundan geri çıksa, o kimsenin abdesti bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir-
Nisab'da da: «Esahh olan bu kavildir.» demiştir, Tatarfaâniye'de de böyledir.
Fakat bu durumdan
çıkan, irin olursa, o takdirde abdest bozulur. Muzmarat'ta da böyledir.
Kişinin kulağından,
irin veya sarı su çıktığı zaman bakılır, eğer bu şey, kulak ağrımadan çıkmışsa
abdest bozulmaz. Fakat, eğer ağrıyarak çıkarsa abdest bozulur. Çünkü, ağrı ile
birlikte çıktığı zaman, bunun bir yaradan çıkmış olduğu açıktır. Fetâvâ-i
Şemsül-Eimme Halvânî'de de böyledir. Ayrıca, Muhıyt, ZahSre, Tebyîn ve
Sirâcü'l-Vehhâcda da böyledir.
İmâm Muhammed CR.A.)
el-Asl'da: «Bir yaradan, az bir miktarda çıkmış olan kan, silinir ve sonra yine
çıkarsa; ve tekrar silinip bu halde terkedüince yine akacak olursa, abdesti
bozar. Ama, akmazsa abdesti bozmaz. Ve yine, bu kanın üzerine kül veya toprak
akıtılsa, fakat kan yine çıkmış olsa; tekrar toprak veya külle kapatılsa, sonra
bu iş yine tekrarlansa, bu durumlarda abdest bozulur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin başından,
kulak ve burnun temizleme yerlerine kan inse, abdesti bozulur. Muhıyt'ta da
böyledir.
Bir kimsenin ağzından
kan çıkarsa, kan ile tükrük arasındaki çokluğa i'tibar edilir :
Şayet, kan ile tükrüğün
miktarı eşit olursa abdest bozulur. Ayrıca, bu hususta renge de itibar olunur :
Ve eğer renk, Vırmı-zı ise abdest bozulur. San ise, abdest bozulmaz. Tebyân'de
de böyledir.
Abdest alan bir kimse,
bir şeyi ısırsa da onda kan esen görse veya misvak kullanırken misvakta kan
eseri bulsa, kanın attığı bilinmedikçe, bu kimsenin abdesti bozulmaz.
Zâhiriyyede de böyledir.
Bir kimsenin gözünde
yara olsa da bu yaradan çıkan kan gözün diğer bir tarafına varsa, o kimsenin
abdesti bozulmaz. Çünkü o kan, yıkanması farz olan bir yere varmamıştır.
Kifâye'de de böyledir.
Sıkmak sureti ile
yaradan çıkan kan, eğer acıyarak çıkarsa, abdesti bozar. Vecîz-iü Kerderfde do
böyledir. Doğru olan da budur. Gınye'de de böyledir. En uygun olan da budur ve
Halebi'nin Münye Şerhi'nde de böyledir.
Bir kabarcık patlasa
da, ondan su, san su veya bir başka şey çıksa; eğer bu çıkan şey, yaranın
başından akarsa abdesti bozar. Fakat, akmazsa abdesti bozmaz- Bu durum,
kabarcığın kendiliğinden patlaması ve içindekinin kendiliğinden çıkması
hâlinde böyledir.
Fakat, bir kimsenin bu
kabarcığı sıkması neticesinde, içindeki çıkmış olursa, bu hâl abdesti bozmaz.
Çünkü,, çıkan o şey, çıktığı yerin dışına taşıcı değildir. Hidâye'de de
böyledir.
Bir kimse sümkürdüğü
zaman, burnundan mercimek tanesi kadar, pıhtılaşmış kan parçası çıksa, o
kimsenin abdesti bozulmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Gene denilen böcek,
bir kimsenin her hangi bir uzvunu emer de, karnını kan ile doldurursa bakılır, bu böcek
eğer küçük ise sivri sinek ve sinekte bozulmadığı gibi bu
böceğin emmesi ile de abdest bozulmaz. Fakat, eğer gene denilen böcek büyük
ise, ab-dest bozulur.
Yine, sülük bir
kimsenin her hangi bir uzvunu emer de karnım doldurursa, o kimsenin abdesti
bozulur. Serahsî'nin Muhıyt'in-de de böyledir.
Gözde olan bir
hastalık, yara mesabesindedir; ondan çıkıp akan şeyler de abdesti bozar.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
«Bir kimsenin
gözlerinde ağrı olsa ve bu ağrı sebebi ile gözlerinden devamlı su aksa, o
akıntının sarı su olma ihtimali bulunduğu için, o kimse her namaz için abdest
almakla emrolunur.» denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir yaranın başından
kurt çıkmış olsa, bu abdesti bozmaz. Muhıyt'te de böyledir. [41]
Bir kimse, ağız dolusu
acı su, yemek veya su kusarsa abdesti bozulur. Zahıriyye'de de böyledir-
Ağız dolusu kusmanın
hududu : Sahih kavle göre, kusuntuyu, zorlanmadan ve meşakkat çekmeden, ağızda
tutamamaktır. Muhıyt'te de böyledir.
Su içmiş olan bir
kimse, o suyu olduğu gibi hiç karışmadan,
safî olarak kussa, yine abdesti bozulur. Sirâcül Vehhâc'-da da böyle
nakledilmiştir.
Bir kimse, ağız dolusu
balgam kusmuş olsa, abdesti bozulmaz. Balgam karından çıkmışsa, İmâm-ı A'zam
ve İmâm Muhaın-med'e göre, yine abdest bozulmaz. Fakat bu durumda İmâm Ebû
Yûsuf'a göre abdest bozulur. Bu hüküm, bir kimsenin sırf balgam kusması
halindedir.
Fakat, bir kimse,
yemek ve diğer şeylerle karışık olarak balgam kusarsa ve bu durumda da yemek
ağız dolusu olursa, o kimsenin abdesti bozulur. Bu miktara ulaşmazsa abdesti
bozulmaz. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Bir kimse kan kusar ve
bu kan da akıcı olarak baştan inmiş bulunursa^ o kimsenin abdesti bozulur. Bu
hususta ittifak vardır.
Fakat, eğer kusulan
kan, pıhtılaşmış kan ise, yine ittifakla abdest
bozulmaz.
Kusulan kan, karından
çıkan kan ise ve bu kan pıhtılaşmışsa yine ittifakla abdest bozulmaz.
Fakat, bu kan ağız
dolusu olursa, abdest bozulur. Ayrıca, bu
miktar olmasa bile akıcı kan ise abdest
bozulur. Ebû Hanîfe (R.A0 nin1 kavlide bunun üzerinedir. Münye Şer-hi'nde de
böyledir. Muhtar olan CFakihlerin seçmiş bulunduğu) da budur. Tebyîn'de de
böyledir. Bunu, bütün alimlerimiz sahih görmüşlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, azar azar
kusmuş olsa, eğer kustuğu şeylerin toplamı, ağız dolusu miktarına ulaşırsa, bu
durumda, İmâm Muham-med tR.A.) : «Eğer bu kusmaların sebebi aynı ise, o
kimsenin abdesti bozulur, sebep aynı değilse abdest bozulmaz.» demiştir. Sahih
olan da budur. Muzmarat'ta da böyledir.
Kusma sebebinin, aynı
olup olmadığı şöyle anlaşılır : Bir kimse heyecan ve gaseyan haline gelip kusar
ve sakinleşmeden Önce yine kusarsa, bu kusmalarda sebep birdir, aynıdır. Fakat,
kusar sonra sakinleşir ve sonra tekrar kusarsa,, bu kusmalarda ıda sebep
ayrıdır. Kâft'de de böyledir.
İnsan vücudundan çıkan
her şey pis midir?
İnsan bedeninden çıkan
her hangi bir şey hades Cabdesti bozucu) değilse, pis değildir. Az olan
kusuntu, akıp dağılmayan kan gibi... Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan da
budur. Kâft'de de böyledir. [42]
Namaz içinde veya
namaz dışında, yatarak uyumanın, abdesti bozduğu hususunda fukahâ arasında bir
görüş ayrılığı yoktur.
Sol uyluğunun
üzerine oturup da, ayaklarını sağ taraftan çıkararak uzanan ve
bu şekilde uyuyan kimsenin abdesti de bozulur. Bedâi'de de böyledir.
Yüzükoyun başı üstüne
yatan kimsenin de abdesti bozulur. Bahrii'ıRâık'ta da böyledir.
Oturarak uyuyan
kimsenin durumu ; Ökçeleri üzerine oturarak uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz.
Sahih olan budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir-
Bir şeye dayanarak
uyuyan kimsenin hâli :
Alındığı zaman,
düşeceği bir şeye dayanarak uyuyan bir kimsenin, maka'clı yere bitişik
değilsebil - icma' abdesti bozulur. Eğer, yer bitişikse, bu durumda sahih olan,
abdestin bozulmama-sıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Ayakta uyuyan kimselerin,
oturarak uyuyan kimselerin, eyer veya semer üzerinde oturarak
uyuyan kimselerin, rükû halinde veya secde esnasında uyuyan kimselerin, ~bu
halleri namaz içinde veya namaz dışında meydana gelmiş bulunsa
abdestleri bozulmaz.
Ancak, secdelerin
sünnet üzre olması şarttır, (Yani karnın uyluklarından ayrı, kollan da
yanlarından uzak olmalıdır.) Eğer, secdeler, sünnet olan şeklin dışında olur
ve o kimse bu şekilde uyursa, abdesti bozulur. Bahrü'r«Râık'ta da boyledir-
Zahirü'r - rivaye'de,
uykunun galebesi ile kasden uyumak arasında bir fark yoktur.
Fakat, Ebû Yûsuf'a
göre, kasden uyunduğu zaman, abdest bozulur. Bu hususta sahih olan ise,
zahirü'r - rivâye'nin beyanıdır. Mu-hıyt'te de böyledir.
Hasta olan kimsenin
uykusu :Hasta olan kimsenin, uyumasının, abdestini bozup bozmayacağı hakkında
ihtilâf vardır :Hasta, eğer namazını yatarak kılarken uyumuş olursa, o hastanın
abdesti bozulur. Sahih olan da budur. Muhıyt'te, Tebyîn'de, Bahrü'r - Râık'te
de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Nehrü'l-Fâık'ta da böyledir.
Oturarak uyumak :Bir
tarafına eğilerek, oturduğu yerde uyuyan kimsenin, mak'a-di çoğu kere yerden
ayrılır. Fakat Şemsü'l - eimme Halvânî : «O durum, gerçekten hades (abdesti
bozucu) değildir.» demiştir. Zâ-hirul-mezheb de budur. Fetâvâ-i Kâdîhân'da dâ
böyledir.
Oturduğu yerde
uyumakta olan bir kimse, yüzü üstüne veya yanı üstüne düşmüş olsa, düşmeden
veya düşeceği sırada uyanırsa veya uyuyarak düşer fakat düştüğü anda uyanırsa,
o kimsenin abdesti bozulmaz.
Fakat, o kimse,
düştükten sonra da bir müddet uyur ve sonra uyanırsa, o kimsenin abdesti
bozulur. Tebyî'nde de böyledir ;
Bağdaş kurarak oturmuş
olan bir kimse, bu durumda uyursa abdesti bozulmaz keza müteverrik. Hulâsa'da
da böyledir.
Hayvana binmiş olan
kimsenin uykusu :Bir kimsenin bindiği hayvan çıplak olur ve bu hayvanda yokuş
yukarı çıkmakta veya düz bir yolda gitmekte olursa, o kimse uyumuş olsa bile
abdesti bozulmaz-
Fakat, hayvan iniş
inmekte iken üzerinde uyuyan kimsenin ab-desti bozulur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, üzerinde
palan olan bir hayvanın üstünde uyursa, o kimsenin abdesti bozulmaz.
Tandır başında uyuyan
kimse :
Bir kimse, tandırın
başında uyur ve ayaklarını da tandıra uzatırsa, o kimsenin abdesti bozulur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [43]
Bir kimsenin 3'atarak
uyuklaması, ya ağır bir uyuklamadır veya hafif uyuklamadır.
Uyuklama, ağır bir
uyuklama ise, hadestir; yani, abdesti bozar. Eğer hafif bir uyuklama ise,
hades değildir, abdesti bozmaz.
Uyuklamanın hafifi ile
ağın arasındaki fark şudur : Uyuk-layan bir kimse, eğer yanında söylenenleri
işitiyorsa, hafif bir şekilde, fakat, yanında söylenenlerin hiç birini
işitmiyorsa, ağır bir şekilde uyukluyor demektir. Muhıyt'te böyledir. Bu husus
Şemaili -eimme'nin fetvasında da anlatılmıştır. Zehiyre'de de böyledir. [44]
Baygınlığın azı da
çoğu da abdesti bozar.
Delilik, aklın gitmesi
ve sarhoşluk da abdesti bozar.
Bu hususta sarhoşluğun
haddi, bazı âlimlere göre, kişinin kendi kansını bilmeme halidir. Bu, Sadr'üş -
Şehid'in ihtiyarı (seçip beğendiği) dir.
Bu hususta sahih olan
ise, Şemsü'l - Eimme Halvânî'den nakledilen şu kavildir : Sarhoşluğun hududu,
bir kimsenin yürümesine, sallanma halinin gelmesidir. Zehiyre'de ide böyledir-[45]
Kahkahanın haddi, bir
kimsenin gülmesinden dolayı meydana gelen sesi, hem kendisinin ve hem de
yamndakilerin duyma-sıdır.
Dıhk (gülme)'m haddi
ise, sesi kenidisinin duyması ve fakat yamndakilerin duymamasıdır.
Tebessüm ise, sessiz
gülmek, gülümsemektir. Ne tebessüm eden kimse ve ne de yanındakiler bil şey
duyabilirler. Zehiyre'de de böyledir.
Kahkaha, namazm
haricinde abdesti bozmaz.
Dıhk, namazın içinde
olursa, namazı bozar; abdesti bozmaz, £ Tebessüm ise, namazı da abdesti de
bozmaz.
Bir kimse, tilâvet
secdesinde veya cenaze namazında, kahkaha ile gülse, bu kimsenin, tilavet
secdesi ve cenaze namazı bozulursa da abdesti bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Sabinin (çocuğun)
kahkahası, namazını bozar, fakat abdes-tini bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Namazda uyumakta olan bir
kimse, uyuduğu halde kahkaha ile gülmüş olsa, namazı da abdesti de bozulmaz.
Sahih olan da budur. Tebyîn'dede böyledir.
Namaz kıldığı
zannolunan kimse, kahkaha ile gülerse, esah olan kavle göre, o kimsenin abdesti
bozulur. Zahirıyye'de de böyledir.
Bir özürden dolayı îmâ
ile namaz kılmakta olan bir kimse veya bir hayvana binili olduğu halde farz
veya nafile namazlardan birini imâ ile kılmakta olan bir kimse, kahkaha ile
gülerse, abdesti bozulur- Fethü'l - Kadîr'de de böyledir. [46]
Kahkaha, abdesti
bozduğu gibi, teyemmümü de. bozar. Gus-lün abdestini bozmaz. Fakat, «kahkaha
dört a'zanm taharetini bozar,
denilmiştir. Buna göre, gusleden kimsenin, namazda kahkaha üe gülmesi,
namazını batıl eder. Ve, yeniden abdest almadan, namaz kılması caiz olmaz.
Muhıyt'ta da böyledir. Sahîh olan da budur. Ta-tarhâniyye'de de böyledir. [47]
Çıplak ve yaygın bir
halde, tenasül uzuvlarının birbirine dokunması, karının ve kocanın abdestini
bozar. İmâm-ı A'zam Ebû Hanife ile İmâm
Ebfy Yûsuf, istihsanen bu görüştedirler. İmâm hammed ise : «Bu halde abdest
yoktur. — Yani, yemden abdest almak gerekmez.» demiştir. Bu bir kıyastır.
Muluyt'te de böyledir. Nisâb'da da böyledir ve sahih olan da budur. Fetva da
bur-nı üzerinedir.
Tenasül uzuvlarının
birbirine dokunmasındaki hüküm Tatarhâ-niyye'de de böyledir-Erkeğin aletinin
intişarı halinde, kadının abdesti bozulmaz. Kın-ye'de de böyledir. [48]
Erkeğin kadına,
kadının erkeğe dokunması, abdesti bozmaz. Muhıyt'te ide böyledir.
Mezhebimize göre,
kişinin kendi zekerine veya başkasının zekerine dokunması da abdesi bozmaz.
Zâd'da da böyledir.
Bir kadınla, başka bir
kadın veya bir erkekle genç çocuk arasındaki mübaşeret (tenasül uzuvlarını
birbirine dokundurmak) Şeyhayn'e göre abdesti bozar, kınye'de de böyledir, tki
erkek ara-, smda da böyledir. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir. [49]
el - Asl'da beyan
edildiğine göre,: Bir kimse, abdest alırken, bazı azalarını yıkayıp yıkamadığı
hususunda şüpheye düşse, eğer bu şüphe, o kimsenin ilk şüphesi ise, sadece
şüphe ettiği yeri yıkar. Fakat, bu kimsede, bu şekildeki şüpheler çok vak'i
oluyorsa, o şüpheye iltifat edilmez.
Abdest aldıktan sonra
vaki' olan bu gibi şüphelere de iltifat edilmez.
Abdestinin bozulup
bozulmadığı hususunda şüpheye düşen kimse, abdestsiz olmuş olsa bile abdestli sayılır.
O Fakat, abdest alıp
almadığı hususunda şüpheye düşen kimse, abdestsizdir. Bu durumda taharri ile
(abdestli olup olmadığını araştırıp, bir neticeye varmaya çalışmakla) amel
olunamaz. Hulâsa'-da ıda böyledir. [50]
Guslün üç farzı vardır
:
1- Mazmaza
(= ağza su vermek)
2- İstinşak
(= burna su vermek)
3- Bütün
bedeni yıkamak. Yani, Mütûn'da zikredildiği üzere, bütün bedeni bir defa
yıkamaktır-
Mazmaza ve istinşak
ise Hulâsa'dan naklen abdest konusunda
anlatılmış olduğu gibidir.
Cünüp olan bir
kimsenin su içmesinin zararı yoktur. Su içerken, ağzının tamamına su isabet
etmiş olursa, bu mazmaza yerine de geçer.
Dişi oyuk olan ve bu
oyukta yemek artığı kalmış bulunan kimselerin; dişlerinin arasında yiyecek
parçası kalmış olan kimselerin gusülleri, esahh olan kavle göre tamamdır.
Zâhîdî'de de böyledir.
İhtiyata uygun olan
ise, oyuk yerlerden yemek artığım çıkartıp, suyu oraya kadar ulaştırmaktır.
Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Burunda bulunan kuru
kir ise guslün tamamına mâni'dir. Zâhidî'de de böyledir. [51]
Tırnak arasında
bulunan hamur, gusltin tamam olmasına mâni'dir. Fakat, bu durumdaki kir, gusle
mâni' değildir. Bu hususta, köylü ve şehirli birbirlerine müsavidir.
Tırnakta bulunan
toprak ve çamur da gusüle mânı' değildir.
Hurma toplayan
kimselerle boyacıların tırnaklarına bulaşmış olan şey, guslün tamam olmasına
mânî'dir.
«Ancak, bunların hepsi
zaruret ve temizlenmelerinde zorluk olduğu zaman ve zaruret yerlerinde
bulunduğu takdirde caizdir. Ve şer'î kaidelerden müstesnadır.» demiştir.
Zâhiriyye'de de böyledir.
Bir kimsenin bedenine
balık pulu veya çiğnenmiş ekmek yapışmış olur ve bunlar da bedende kurumuş
bulunursa; yıkandıkları zaman, bunların altına su ulaşmazsa, o kimsenin guslü
caiz olmaz.
Fakat, bedeninde sinek
veya pire pisliği bulunan kimsenin guslü caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimsenin vücudunda
bir yara bulunsa ve bu yaranın kabuğu kabarmış olsa, fakat etrafları henüz
deriye bitişik bulunsa ve bu sebeblev
altına su ulaşmazsa, bunda bir beis yoktur. Sonradan kabuk yerinden
kopanlirsa, tekrar yıkanması gerekmez. Zâhi-riyye'de de böyledir.
Gusül esnasında, suyu
gözlerin içine ulaştırmak farz değildir. Serahsî'ninMuhıyt'ınde de böyledir. [52]
Gusül esnasında, şayet
su, kadının saçının dibine ulaşıyorsa, örülü saçını çözmesi lazım değildir.
Yani, kadının, gusül esnasında, suyu zülüflerinin araşma ulaştırması gerekli
değildir. Hidâye'de de böyledir.
Şayet kadının saçı
çözülmüş olursa, onlara suyu ulaştırmak vacib olur.
Erkeğin de,
sakallarının arasım yıkaması vacibdir. Nitekim, sakallarının diblerini yıkamakta
vacibtir.
Erkeğin saçları örgülü
olsa bile, aralarını yıkaması vacibdir. Serahsı nin Muhiyt'ınde de
böyledir-Kadın, başına kokulu bir şey yapıştırmış olsa da, bu sebeple su
saçlarının dibine ulaşmasa; suyun, saçların dibine erişmesi için, o şeyi izale
etmek yani ortadan kaldırmak kadına vacib olur. Sirâcül -Vehbâc'da da böyledir.
Gusül esnasında,
kadmm, küpesini ve dar olan yüzüğünü oynatması vacibdir.
Şayet küpesi yoksa,
yine küpe deliğine suyun ulaşması, guslü. caiz olması için şarttır. Eğer su
girmezse, kadmm, buraya suyu kendisinin ulaştırması gerekir. Fakat, kadın —su
kolay girsin diye — küpe (deliğine, çöp ve benzeri şeyleri sokmakla mükellef
olmaz- Bah-rü'r - Râik'te de böyledir. [53]
Gusül esnasında, suyu
göbeğin içine ulaştırmak vacibdir. Bunu temin edebilmek için de, bir kimsenin
göbek deliğine parmağını sokması uygun olur. Serahsî'nin Muhıyt'ınde de
böyledir.
Cünüplükten çıkmak
için gusletmekte olan bir kimse, suyu, zekerinin kılıfı içine ulaştirmasa da
guslü caizdir. Muhıyt'te de böyledir. Vâkıatu'n - Nâf'î'de de : «Muhtar olan
budur.»' denilmiştir. Ta-tarlıâniyye'de de böyledir.
Suyun, kılıfa
girdirilmesi ise müstehabtır. Fethül Kadîr'de de böyledir.
Cünüblük halinde veya
hayız ve nifas hallerinde, kadının, fercinin dışını yıkaması vacibtir; abdestte
ise sünnettir. Serahsî'nin Muhıyt'ınde deböyledir.
Fetâvâ-i Gıyasiyye'de
: «Kadın, guslederken, parmağını fer-cine girdirmez.» denilmiştir. Muhtar olan
da budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, yağlanmış
olsa da yağlandığı yerin üstüne su dök-. se, su altına ulaşmasa bile, o
kimsenin guslü caiz olur. Vikaye Şer-hi'nde de böyledir. [54]
Guslün sünnetleri
şunlardır:
1- Bileklerle
beraber elleri üç defa yıkamak-
2- Avret
mahallini yıkamak.
3- Bedende
pislik varsa onları temizlemek.
4- Namaz
için alman abdest gibi abdest almak. Fakat, ayakları yıkamayı, guslün sonuna
bırakmak. Mültekat'ta da böyledir.
5- Gusül'de
önce avret mahallini yıkamak da sünnettir. Bu hususta, avret mahallinde,
necasetin olup olmaması müsavidir. Ha-des olsa da olmasa da, diğer azaları
yıkamadan önce, abdest almakta sünnettir. Şemnî'de de böyledir.
Haseüi'in rivayetine
göre gusleden kimse, başım meshetmez. Fakat sahih olan başın meshedilmesidir.
Zâhİdîde ve Kâdîhân'da da böyledir.
6- Suyu
başına ve vücudunun diğer yerlerine dökerek üç defa yıkamak. Zâhidî'de de
böyledir.
Sahih olan kavle göre,
birinci yıkayış farz, diğer iki yıkayış ise, sünnettir. Sirâcti'I - Vehhâc'da
da böyledir.
7 - Suyun
dökülüş şurası şöyledir : Guslederken önce üç defa sağ omuza, sonra üç-defa sol
omuza, daha sonra da üç defa başa ve diğer yerlere su dökülür. Mi'râcü'd -
Dirâye'de de böyledir. Esahh olan da
budur. Zâhidî'de de böyledir-
8- Gusleden
kimse, daha sonra yıkandığı yerden aynin ve ayaklarım yıkar. Muhıyt'te de böyledir.
Ayaklarını sonra yıkamak, suyun ayak altında birikip kaldığı zaman yapılır.
Fakat, gusleden kimse
bir tahta veya taş üzerinde yıkanıyorsa, yani dokunduğu su ayaklarının altında
toplanmıyorsa, ayaklarını yıkamayı sonraya bırakması gerekmez. Cevheretün -
Neyyire'de de böyledir.
Şimdi de, bazı
alimlerimizin zikretmiş olduğu, gusüîle ilgili sünnet ve edebleri sıralayalım
:
9- Gusle,
kalb ile niyyet ederek başlamak ve dil ile de «Cü-nüblüğün giderilmesine...»
veya «Cünüblük İçin gusletmeye...», niyyet ettim.» demek de sünnettir.
10- Sonra
da, ellerini yıkarken Allahu Tefilâ*nın achnı anar (Besmele çeker.)
11- Gusleden
kimse, bundan sonra istinca yapar. Cevheret'ün- Neyyire'de de böyledir.
12- Guslederken,
suyu normal bir miktarda kullanmak, fazla veya noksan harcamamak da sünnettir.
13 - Guslederken,
kıble cihetine dönmek de sünnettir.
14- Yıkanırken,
bütün uzuvlarını iyice ovalamakta,
guslün sünnetîerindendir.
15- Guslederken,
kimsenin görmeyeceği bir yerde yıkanmak da sünnettir.
16- Guslederken
hiç bir şey konuşmamak müstehabtır.
17- Guslettikten
sonra, bir havlu ile kurulanmak da müstehabtır. Münye'de de böyledir. [55]
Guslü icab ettiren
hallerin birincisi cünüblüktür. Cünüblük, şu iki sebebten biri ile sabit olur : [56]
Bu durumda,
meninin uykuda veya uyanıkken,
kadından veya erkekten çıkması arasında, cenabet olma bakımından— bir
fark yoktur. Serahsî'nin Muhiyt'mde de, Hidâye'de de böyledir.
Meninin çıkışındaki
şehvete itibar, meninin yerinden ayrılış zamanmadır. Meninin, zekerin
deliğinden çıktığı vakte itibar edilmez. Tebyîn'de de böyledir. [57]
Bir kimse, ihtilâm
o'duğu veya bir kadına bakmasından dolayı, menisinin şehvetle yerinden
ayrıldığı zaman, şehveti sakinle-şinceye kadar, zekerini tutsa da, sonra o
kimseden meni aksa, İmâm-i A'zam ve İmâm Muhammed'e göre, o kimseye gusül lazım
olur. İmâm Ebû Yûsuf'a göre ise, lazım olmaz. Hülâsa'da da böyledir-
Kendisine gusül icab
etmiş olan bir kimse, uyumadan ve bevletmeden önce yıkanmış olsa ve sonra da
namaz kılsa, bundan sonra da meninin arta kalan kısmı çıkmış bulunsa, bu
durumda İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed'e göre, o kimsenin tekrar
yıkanması gerekir. İmâm Ebû Yûsuf a göre ise, tekrar yıkanması gerekmez.
Fakat, her üç
imamımıza göre de, kılmış bulunduğu namazı tekrar kılması (iade etmesi)
gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, bevlettikten
veya biraz uyuduktan veyahut da bir miktar yürüdükten sonra, o meni çıkmış
olursa, bu durumda, o kimsenin tekrar gusletmesinin gerekmediği hususunda,
imâm-arımızın ittifakı vardır. Tebyîn'de de böyledir.
îhtilâm olan bir
kimsenin menisi, yerinden ayrılır ve fakat zeker deliğinin başında görünmezse,
o kimsenin gusletmesi gerekmez. Fâtâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin,
bevlettiğinde, menisi çıkarsa, bu durumda eğer zekeri yaygın ise, o kimseye
gusül lâzım gelir; değilse, abdest lazım ge!ir. Hülâsa'da da böyledir.
Kocası ile cima
ettikten sonra yıkanan bir kadından, yıkandıktan sonra, kocasının menisi
çıksa; o kadına, gusül değil, abdest lâzım gelir.
Uyandığı zaman,
yatağında veya uyluğunda yaşlık bulan bir kimse, ihtilâm olduğunu da
hatırlamakta olsa; eğer, o yaşlığın, meni veya mezi olduğuna kanaat getirir
veya meni mi, mezi mi olduğunda şüpheye düşerse, o kimse üzerine gusül lazım
olur. Fakat, o yaşlığın vedi olduğuna
kanaat getirirse, kendisine gusül gerekmez.
Eğer, yaşlığı görür
fakat ihtilâm olduğunu hatırlamaz ve yaşlığın da vedi olduğu kanaatine varırsa,
yine, o kimseye gusül gerekmez.
Fakat, bu yaşlığın
meni olduğu kanaatine varırsa, gusletmesi icabeder.
Eğer, o kimse,
yaşlığın, mezi olduğuna inanırsa, yine gusletmesi icab etmez.
Şayet, bu yaşlığın,
meni veya mezi olduğu hususunda şüpheye düşerse; İmâm Ebû Yûsuf'a göre, ihtilâm
olduğuna kanaat getirmedikçe, gusletmesi lazım olmaz. îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
ile İmâm Muhammed'e göre ise, bu durumda, gusletmesi gerekir. Bu kavilleri
Şeyhu'l-İslâm nakletmiştir.
Kâdî İmâm Ebû Ali
en-Nesefî, şöyle demiştir : -«Hisara, İmâm Muhammed'den, Nevâdir'de onun şöyle
dediğini nakletti: Bir adam, uyandığı vakit, zekerinin deliğinde yaşlık bulsa
ve ihtilâm olduğunu da hatırlamasa; eğer, zekeri, uyumadan önce yaygın idiyse,
o kimsenin gusletmesi gerekmez. Fakat, o yaşlığın, meni olduğuna kanaat
getirirse, o zaman gusleder. Fakat, o kimsenin zekeri, uyumadan önce, sakin
idiyse, o senin üzerine gusül lâzım olur.
Şenısu 1-Eimme Halvânî
: «Bumes'ele çok zaman vuku' bulur. Fakat, insanlar bundan habersizdirler. Bu
meseleleri hıfzetmek (akü da bulundurmak) gerekir.» demiştir. Muhiyt'te de
böyledir.
thtilâm olduğunu
hatırlayan ve inzal lezzetini duyan bir
kimse, bir yaşlık görmese, o kimsenin gusletmesi lazım gelmez.
Zâ-hârü'r-rivâve'de hüküm, kadın için de böyledir.
Kadının, üzerine
guslün farz olması için, menisinin, fercinin dışma çıkmış ohnası şarttır. Fetva
da bunun üzerinedir. Mİ'râcü'd Dlrfiye'do "de böyledir.
Oturduğu yerde veya
ayakta veya yürüdüğü halde uyuyan kimse, uyandıktan sonra, bir yaşlık bulsa;
yatarak uyuyan kimse hakkındaki, hükme
tabi'dir. Muhiyt'te de böyledir. [58]
Bayılmış olan bir
kimse, ayıldığı zaman, uyluğunda veya elbisesinde mezi bulsa, o kimsenin
gusletmesi lazım gelmez. Sarhoş da böyledir. Bu haller, uyku gibi değildir-
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, uyandıktan
sonra, ihtüâm olduğunu hatirlasa fakat bir yaşlık görmese, bir müddet
bekledikten sonra mezi çıksa, o kimseye gusül lazım gelmez.
Gece ihtilam olan ve
fakat uyanınca yaşlık görmeyen bir kimseden, abdest alarak sabah namazım
kıldıktan sonra, meni inse, o kimseye gusül lazım olur. Zehİyre'de de
böyledir. Ancak, bu kimse, kılmış olduğu sabah namazını iade eylemez, (tekrar
kılmaz.)
Namaz kılarken uyuyup
ihtilam olan bîr kimseden, meni, namazı tamamlanınca}^ kadar inmese de, namaz
bittikten sonra inse, bu kimse gusleder; fakat namazını iade etmez. Fethül -
Kadîr'de de böyledir. [59]
tki yoldan (fere ve
dübür) birine, zekerin haşefesi girdiği
zaman, bu işi yapana (faile) de, yaptırana (mef'ûle) de gusül farz olur.
Bu durumda, inzal
vaki' olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. Bu, bizim, imamlarımızın
takip ettiği yoldur. Muhıyt'te de böyledir. Sahih olan da budur. Fetâvâyl
Kâdîhânda da böyledir.
Haşefesi kesik olan
bir kimsenin, zekerinin geri kalan yerinden haşefe miktarı girdiği zaman,
gusletmesi gerekir. Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir Hayvan, ölü ve cima' olunmayan küçük çocuğa
yapılan mü-camaatta, inzâi vuku' bulmazsa, gusül gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Kız veya dul olan bir
kadına, fercinin haricinden cima yapüV sa da, meni kadının rahmine (döl
yatağına) ulaşsa, o kadına gusül lazım olmaz. Çünkü bu durumda, ne haşefe
girmiştir ve ne de inzâV vuku' bulmuştur.
Ancak, bu durumda
kadın hamile kalmış olursa, gusletmesi gerekir. Çünkü hamilelik, inzalin vuku'
bulmuş olduğunu gösterir. Fe-tâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
Bir kadın, bu şekilde
hamile kalmış olursa, gusletmesi gerektiği gibi, o mücamaatı yaptığı vakitten
itibaren, kılmış olduğu namazları ıda iade eder. Mültekat'ta da böyledir.
Bir kadın : «Cinni,
benimle mücamaattâ bulunuyor; ben de, kocamla yaptığım cima'nuı tadını
buluyorum.» demiş olsa bile, o kadına, gusül gerekmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
On yaşındaki bir
çocuk, balığa bir kadına cima etse, kadına gusletmek lazım olur; çocuğa ise,
lazım olmaz.
Fakat, itiyaten ve
alışması için,. o çocuğa da gusletmesi .emredilir. Nitekim, bu sebeblerle, o
yaştaki çocuğa, namaz da emredilir.
Eğer, erkek, buluğa
ermiş bulunur, kız da henüz bâliğa olmamış olursa, erkeğin gusletmesi lazım
olur; kadının ise Sazım olmaz.
Husyelerle cima
yapılsa, faile de mef'ûle de gusûl gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, zekerine
bir bez sararak, (ferce) girdirmiş
olsa fakat bu durumda da inzal vaki olmasa; âlimlerin bazıları: «O kimseye
gusül gerekir» demişler; bazıları ise : «...Gerekmez» demişlerdir.
Esahh olan : Eğer,
sarılan bez ince olur da, kişi fercin sıcaklığım ve tadını hissederse,
gusletmesi üzerine vacib olur. Fakat, bunları hissetmezse, gusletmesi
gerekmez.
İhtiyata uygun olan,
her iki halde de, o kimsenin gusletmesi-dir.
Hünsâ-i müşküle
(erkeklik ve kadınlık aletlerinin her ikisi de bulunan veya her ikisi ide
bulunmayan ve erkek mi, kadın mı olduğu bilinmeyen kişi), zekerini, bir
kadının Önüne veya arkasına girdirse, kendisinin gusletmesi gerekmez.
Hünsâ'nm ferci
hakkında da, durum aynıdır.
Eğer bir erkek,
hünsâ-i müşkilin fercine zekerini ihlâl etse, o erkeğin gusletmesi gerekmez.
Tabiîdir ki, bu
söylediklerimizin tamamı inzal vaki' olmadığı vakittedir. Yoksa, inzal vaki'
olursa, bu inzal sebebi ile, o kimsenin gusletmesi gerekir. Sirâcü'l -
Vehh&c'da da böyledir.
Hayız ve nifas
halleri, gusHın sebeplerindendir.
Hayız ve nifas kam,
fercin haricine çıktığı vakit, kadına gusletmesinin vacib olduğudur.
Zahirîyye'de de böyledir. [60]
Guslün, dokuz nev'i
vardır. Bunlardan üçü, farz olan gusül; biri, vacib olan gusül, dördü, sünnet
olan gusül ve biri de, müstehab olan gusüldür.
[61]
1- Cünüblükten
dolayı gusletmek
2- Hayız'dan
dolayı gusletmek,
3- Nifas'dan
dolayı gusletmektir.
Vacib olan gusül ise,
Ölünün gasledilmesidir. Serahsî'nin Muhıyt'înde de böyledir.
Cünüp olan kâfir,
sonradan müslüman olursa, onun
da, gusletmesi de vacibtir. Zahirü'r-Rivâye de böyledir.
Yalnız, hayız kanı
kesilmiş bulunan kâfire bir kadın, müslüman olsa, onun gusletmesi vacib olmaz.
Sabiyye, (kız) hayz
hali ile buluğa ermişse, hayzı kesildikten sonra gusleder.
Erkek de, ihtilâm
sebebile buluğa erince, esahh olan kavle göre, gusletmesi vacib olur. Zahidî'de
de böyledir. İhtiyata uygun oian, bu durumların hepsinde de, guslün vacib
oluşudur. [62]
1- Cum'a
günü yapılan gusül,
2- Bayram
günü yapılan gusül,
3- Arefe
günü yapılan gusül,
4- ihram
zamanı yapılan gusül. [63]
Cünüp olmadığı halde,
müslüman olan kâfirin, gusletmesi müstehabtır. Serahsî'nin Mulııyt'inde de
böyledir.
Sahih olan kavle göre,
cum'a günü, namaz için gusül yapmak da müstehabtır. Hidâye'de de böyledir.
Hatta, bir kimse,
sabahtan sonra gusletmiş olsa da, sonra ab-desti bozulmuş bulunsa; dolayisıyle,
cum'a namazını abdest alarak kılmış olsa ve cumadan sonra gusletse; bu durumda,
sünnet yerine getirilmiş olmaz.
Şayet, cum'a günü
bayram olsa ve kişi de aynı gün, cima etmiş bu'unsa; sonra da, hepsine birden
bir gusül yapsa; bu kimsenin guslü, hepsinin yerine geçer ve dolayısryîe,
sünneti de yerine getirmiş olur. Zahidî'de de böyledir.
Kâfî'de zikredildiğine
göre : Bir adam, sabahtan önce gusletmiş olsa ve onunla cum'a namazı kılsa;
Ebû Yûsuf a göre, gusletmiş olmanın faziletine kavuşmuş olur. Ebû Hasen'e göre
ise, bu fazilete erişmiş olmaz. Fethül - Kadirde de böyledir. [64]
Bazı âlimlerimize
göre, aşağıdaki durumlarda gusletmek, men-dubtur :
1- Mekke'ye
girmek için gusletmek.
2- Müzdelife'de,
vakfe için gusletmek,
3- Medîne-i
Münevvere'ye girmek için gusletmek,
4- Mecnunun
cinnetten kurtulunca gusletmesi,
5- Buluğ
yaşına eriştiği zaman, çocuğun gusletmesi. Teb-yîn'de de böyledir. [65]
Guslü Tehir Etmek :
Cünüp olan kimse,
hemen yıkanmaz da, gusletmeyi namaz vaktine kadar .tehir ederse, günahkâr
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şeyh Sirâcüd-dîn
el-Hindî, şöyle nakletmektedir: îcma'ya göre, abdesti olmayanın üzerine, abdest
almak; cenabet, hayızh ve nifash olanlar üzerine de, gusletmek; namazdan veya
bunlar bulunmayınca, yapılması helâl olmayan bir şeyi yapmadan önce, vacib olmaz.»
Bahrü'r - Râik'te de böyledir.
1- Namaz
kılmak,
2- Tilâvet
secdesi yapmak,
3- Kur'ân-ı
Kerîme el sürmek,
ve bunlara benzer
şeylerdir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Zahirü'r-Rivâye'de,
şöyle zikrolunmuştur : «Gusletmek için,
bir sa' (yaklaşık olarak 4.240 kg.) su, abdest için de, bir müd (yaklaşık
olarak 1.60 kg.) su, kifayet eder.»
Âlimlerimizden
bazıları: Abdest alınmayıp, sadece gusüedil-diği zaman, bir sa' su, kâfidir.
Fakat, gusulle abdest bir arada yapılacaksa, gusül için bir sa', abdest için
de bir müd su kullanılır.» demişlerdir.
Âlimlerimizin çoğu ise
: «Bir sâ' hem abdest, hem de gusül için kâfidir.» demişlerdir. Esahh olan da
budur.
Fakat, tabiîdir ki, bu
miktar, kifayet miktarının en aşağı derecesidir ve kat'î takdir değildir.
Yani, bu miktardan azı kafi geliise, aşırı olmamak şartı ile suyu azaltır ve
eğer bu miktar yetmez ise, israf etmeksizin suyu çoğaltır. Serahsî'nin
Muhtyt'inde de böyledir.
Bir kimse, bir müd'den
az su ile abdestini güzelce alabiliyorsa, bu da caizdir- Tahâvî'de de böyledir.
Abdest için, bir müd
takdir edilmiş olması, kişinin, istincaya muhtaç olmadığı zamandadır. Eğer,
istinca'ya muhtaç ise, bir ntl (yaklaşık 625 gr.) su ile istinca eder. Bir müd
üe de abdest ahr.
Şayet, bir kimsenin
ayağında mesti bulunur ve istinca'ya muhtaç olmaz ise, rıtl su, abdest
almasına kâfî gelir.
Fakat, bunların hiç
birisi, —insanların tabiatları farBı olduğundan— mecburî olan hükümler
değildir. Mebsût Şerhinde de böyledir.
Karı ve kocanın,
guslederken, aynı kapta yıkanmalannida bir beis yoktur. Muhiytfte de böyledir.
Ayrıca, cünüp kişinin,
abdestlenmeden önce, uyumasında ve ailesi ile cima' etmesinde de bir beis
yoktur. Fakat, abdestlenİrse, daha güzel bir iş yapmış olur.
Cünüp bir kimse,
gusletmeden bir şey yemek ve içmek isterse, ellerini Ve ağzını yıkaması uygun
olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [66]
1- Kendisi
ile abdest caiz olan sular,
2- Kendisi
ile abdest caiz olmayan sular, olmak üzere, iki bölüm vardır. [67]
Kendisi ile abdest
almanın caiz olduğu sular da üç nevidir
:
1- Akar
sular,
2- Durgun
sular,
3- Kuyu
suları. [68]
Saman çöpünü götürecek
kadar akıcı olan sulara, akar su denir. Kenz ve Hülâsa'da da böyledir.
Bu ölçü, anlaşılmasında
güçlük olmayan bir haddir. Vikaye Şer-hi'nde de böyledir.
Esahh olan kavil ise :
«Akar su, insanların, kendisini akıcı olarak kabul ettikleri sudur :Tebyîn'de
ye NısaVda da böyledir.
Fetvaya göre, akar su
ile : Pislikten dolayı, kokusu, rengi veya tadı değişmemiş olan sudur,
Muzınarat'ta da böyledir. [69]
Akıcı bir suyun içine,
cîfe gibi, şarap gibi bir şey atıldığı zaman, onun rengini, kokusunu veya
tadını değiştirmezse, su pislenmiş olmaz. Münyetü'l – Musallfde [70] de böyledir.
Nehre düşen köpek
leşinin üzerinden akan su, üzerinden akmayandan (yani, o leşe değip geçen su,
değmeden geçen sudan) az ise, o nehrin, alt tarafından abdest alınır. Durum
bunun aksi ise, abdest alınmaz. Âlimlerimizden Ebû Ca'fer : «Hocam bu görüş üzere
idi.» demiştir. Vikaye Şerahi'nde de, Muhıyt'te de böyledir. Hidâ-ye Sahibi,
Tecnîs'de ide bunu doğrulamıştır. Bahrü'r - Râik'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
'a göre, bu üç vasrfdan biri değişmedikçe, akar su ile abdest almakta bir beis
yoktur. Şerh-i Vikaye'-de de, Nisab'da da böyledir. Fetva da bunun üzerinedir.
Muzmarat'-ta da böyledir.
Suyun altındaki cîfe,
suyun saflığından değil de azlığından görünmekte ve cîfe, suyun aktığı arkm
ortasında bulunmakta ise, bu durumda, suyun ekserisi, o cifeye dokunuyor
sayılır.
Eğer, cîfe görünmüyor
veya ancak arkın yansından azmi kaplıyorsa, suyun ekserisi, o cîfeye
dokunmuyor demektir. Muhıyt'te de-böyledir.
Bir damın üzerinde
necaset bulunsa da, üzerine yağan yağmur, evin oluğundan aksa; bu durumda
eğer, necaset oluğun yanın-ida ve suyun tamamı veya ekserisi veyahut da yansı,
o necasete dokunarak akıyorsa, işte o su pistir. Durum bunun aksi ise, akan su
temizdir.
Eğer necaset, damın
üzerinde, oluğun başında değil de, ay-t n âyn yerlerde, dağınık bir vaziyette
bulunuyorsa; oradan akan su,
pis değildir. Bu su
da, akar su hükmündedir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bazı âlimlerimiz ise,
fetvâlannda : «Bu su, yağmur devamlı yağıyorsa, akar su hükmünde olur. Ve bu
su, damdaki pisliklere değ-. dikten sonra, elbiseye sıçramış olsa, suyun üç
vasıftan birisi değişememiş oldukça, elbise pis olmaz.» demişlerdir.
Yağmur, kendisinde
pislik bulunan bir tavana isabet eder ve bu tavanda damlamakta olur ve bu
damlalar da elbiseye dokunursa; sahih olan kavle göre, yağmur kesilmediği
müddetçe, tavandan damlıyan bu su, temizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Tebiye'de :
«Müteğayyir değilse, yani, suyun bir vasfı değişme misse, temizdir.»
denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Fakat, yağmur kesilmiş
olduğu halde, tavandan su damlarsa, işte bu su necistir, pistir. Muhıytte de
böyledir. Nevâztl'de de: «Mü-teahhirin de böyle demişlerdir. Sahih olan da
budur.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir nehrin veya bir
kaynağın suyu üzerinde bulunan bir pisliği taşıyıp götürüyor olsa ve fakat bu
suyun rengi, kokusu veya tadı değişmemiş bulunsa; bir kimsenin, o pisliğin
yanından avuçlayıp alması caizdir ve bu su temizdir.
Bir nehrin suyu, üst
tarafından kesilmiş olsa ida, o nehir hakkındaki akıcılık hükmü, değişmez. Fetâvâyî
Kâdîhan'da da böyledir.
Misafirin yanında,
geniş bir oluk Cboru) ve ihtiyacına yetecek kadar da, su dolu bir kabı
]?ülunduğu halde, kalbi suyun yet-miyeceğıne kanaat getirirse; Şeyh
Ebû'l-Hasen'den rivayet edildiğine göre, bu durumda o misafir, (yolcu)
arkadaşlarından birine, kabındaki suyu, oluğun bir tarafından döküp akıtmasını
söyler ve bu su ile abdest alır. Oluğun diğer tarafına da temiz bir kap koyarak
akan suyu o kabta toplar. Toplanan bu su, hem temizdir ye hem de
temizleyicidir. Sahih olan da budur. Zehiyre"de de böyledir. [71]
Küçük havuzdan (az bir
su birikintisinden) bir kaç kişinin abdest alması, şu şekilde mümkün olabilir:
Bir kimse, bu su
birikintisinin yanma bir ark (su yolu kazar) ve suyu oraya akıtarak abdestini
alır. Böylece, başka bir yere akmış olan bu su, orada da toplanmış olur ve bir
başka adam da,, suyun yeniden toplanmış bulunduğu yerin yanına, başka bir su
yolu kazıp, o suyu akıtarak abdestini alır. Bir başka şahıs da, aynı usulle,
suyu bir başka yere akıtarak abdestini alır.
Kazılan yerlerin
arası, yakın olmuş olsa bile, bu kişilerin, hepsinin de, almış olduklan
abdestleri caiz olur.
Hatta, çukur iki tane
olur ve su birinden çıkarda diğerine akarsa, bu durumda bile, bu iki çukur arasında
abdest alınır. Muhıyt'tde böyledir.
Bir çok kimsenin, bir
akar suyun (nehrin arkm) kenarına, dizilerek, oturup abdest almaları halinde,
abdestleri caiz olur- Sahih olan da budur. Münyetü'l - Musallî'de de böyledir.
Su, bir küçük havuzun
bir tarafından girip, diğer tarafından çıkıyorsa, o havuzun, her tarafından
abdest almak caizdir. Bu durumda olan bir havuzda, 4x4 veya daha fazla olma
gibi şartlar aranmaz. Fetva da bunun üzerinedir. Şerh-i Vİkâye'de, Zâhidî'de ve
Mırâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Suyu pislenmiş olan
bir küçük havuza, bir taraftan temiz su girer ve havuzun pis suyu diğer
taraftan çıkarsa, bu durum hakkında Fâkih Ebû Ca'fer: «Bu gibi havuzların
temizliğine hükmedilir.» demiştir. Bu, Sadrü'ş-Şehîd'in de görüşüdür. Mulııyt
ve Nevâ-zU'de de böyledir. Bizde onu aldık TatarhânSyye'de de böyledir.
Bir küçük havuza, su
girer fakat çıkmaz ise, insanların o havuzdan avuçları ile alıp dışarı
dökmeleri halinde, o havuzun suyu temizdir. Zahiriyye'de de böyledir.
Avuçlarla su
alınırken, havuzun suyunun, sakin durmaması esastır. Zâhidî'de de böyledir.
Hamamın havuzunun
suyu, içine pislik düştüğü bilinmedikçe temizdir.
Bir adam, üzerinde
pislik bulunan elini, hamamın havuzuna sokarsa, bu durumda eğer, su sakinse ve
kurnadan bu havuza su dökülüyorsa veya insanlar da avuçları veyahut da tasları
ile su almıyorlarsa, o havuzun suyu pislenmiştir.
Fakat, eğer insanlar,
o havuzdan taslan ile su alıyorlarsa; musluktan su akmıyor bile olsa veya bu
durumun aksi vaki' olsa yani mus'uktan su aksa da, insanlar tas veya avuçları
ile havuzdan su almıyor olsalar, çoğunluğun görüşü, o havuzun pislenmiş
olduğudur.
Şayet, insanlar; o
havuzdan su alıyor ve musluktan da havuza
su akıyorsa; yine, çoğunluğun görüşüne
göre, havuzun suyu pisienmemiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir- Fetva da,
bunun üzerinedir. Muhıytte de böyledir. [72]
Akar suyun
vasıflarından birisi bozulup, değiştikten sonra,bu değişiklik temiz bir su
vasıtası He giderilmedikçe değişmiş olan o suyun temizliğine değil, pisliğne hükmedilir. Mufaıyt'te de böyledir. [73]
Kendisi ile abdest
almanın caiz olduğu suların ikincisi'de, durgun sulardır.
Durgun su, çok olduğu
zaman, akar su mesabesindedir. Bu durumdaki bir suya, pislik girer ve fakat
bundan dolayı, o suyun; rengi, tadı ve kokusu değişmiş olmazsa, bu suypis olmuş
sayılmaz. Ulemâ, bu hususta ittifak etmişlerdir. Meşâyihin hepsi de, bunu kabul
etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Durgun bir su içinde,
necasetin göründüğü yerin pislenmiş olduğunda
ittifak vardır. Bu durumda, necaset isabet eden yer bir küçük havuz
genişliğinde bırakılır ve sonra, necaset görünmeyen yerden abdest alınır. Irak
Meşâyihi bu görüştedir. Buhârâ Meşâyihi
ise : «Necasetin vuku bulduğu 3rerden de abdest alınır.» demişlerdir. Hulâsa'da
da böyledir. Esahh olan da budur.
SSrâcü'l -Vehhâc'da da böyledir'[74]
Küçük havuzun ölçüsü
4x4 = 16 arşın murabba (kare) dir. (Bu da, bu günkü ölçülerle, yaklaşık olarak
6,5 metre karedir.) Kifâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
CR.A.)'a göre, büyük çukur, akar su gib'dir. Vasıflarında bir değişiklik
olmadıkça pislenmez. Fethü'l - Kâdîr'de de böyledir.
Çokla, azm arasını
ayırıcı (fark); Bir su, kullanıldığı taraftan necaseti diğer bir tarafa
ulaştırıyorsa, bu su, az sudur; aksi hal vâki ise, o suya da çök su denilir.
Ebû Süleyman el -
Cûzcânî : «Eğer bu suyun sathı 10 x 10 = 100 arşın (kare) olursa, işte bu su
necaseti, bir taraftan diğer .tarafa uîaştıncı sayılmaz.» demiştir. Meşâyih'in Umumîsi
de bunu almışlardır.Muhıyt'te de böyledir.
Avuçlandığı zaman,
dibi açılmayan suya, derin su denilir. Sahih olan da budur. Hidâye'de de
böyledir.
Zira' (arşın) da,
mu'teber olan ise, bez ölçenlerin kullandığı arşındır. (Ki buna zira'ı kırbası
denir. Ve yaklaşık olarak 88,2 santimdir) Zâhireyye'de de böyledir. Fetva da
bunun üzerinedir- Hi-dâye'de de böyledir.
Bu arşına, Zîrâ'ı âmme
de denir ki, 6 kabza (=24 parmak = yaklaşık 88,2 santimetre) miktarına bir
ölçüdür Tebyîn'de ide böyledir.
Eğer, havuz
yuvarlaksa, 48 arşın kareye i'tibar olunur. Hu-İâsa'da da böyledir. İhtiyata
uygun olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Necaseti (pis olduğu)
bilinmediği müddetçe, kokmakta olan havz-i kebîr'de, (büyük havuz'da) abdest almak
caizdir. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
Yazın, içinde su
olmayan ve bu durumda iken insanların ve hayvanların kirlettikleri bir büyük
havuza; kışın, su dolsa ve bu suyun üzeri de buz tuıtsa; eğer o su, pis bir
yerden gelip dolmuş ise yani, pislik suyun havuza girdiği yerde bulunur ve su,
bu pisliğe temas ederek girerse bu havuzdaki su da, buz da miktarca çok olsa bile pistir.
Şayet su,.bu havuzun,
temiz bir yerinden akarak yine temiz bir yerine birikir ve bu temiz suyun alam,
100 arşın kare (yaklaşık 8$ metre kare) olana kadar, bu şekilde temiz olarak ve
temiz yere akmaya devam ederse, bu durum da, bu havuzdaki su da, buz da temizdir.
Fethü'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, kamışlıkta
veya ekinleri bir birlerine bitişik sulu
(bataklık) bir yerde,
abdest alsa; eğer, suyun alanı, 100 arşın kare veya daha fazla— ise, o kimsenin
abdesti caizdir. Kamışların birbirine değmesi, aralarından suyun akmasına ve
diğer taraftaki suya ulaşmasına, mani' değildir.
Bir kimsenin, suyunun
yüzü, tamamen yosun tutmuş bir havuzda abdest alması; eğer bu yosunlar, suyun
sallanması ile sallanıyorsa, caizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, suyu buz
tutmuş bir havuzda, abdest almış olsa; eğer suyu sallayınca, inceliğinden
dolayı üzerindeki buz kınlıyorsa, o kimsenin abdesti, caiz olur.
Fakat, şayet buz,
suyun üzerinde parça parça bir halde bulunuyor ve ağır olmalarından dolayı,
suyu sallamakla da sallanmıyorlarsa, o havuzda abdest almak caiz değildir.
Fakat, buzun miktarı
az olur ve suyu sallamakla buzlar da sallanırsa, bu durumda da, bu havuzdan
abdest almak caiz olur. Mü-hiyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir büyük
havuz (havz-ı kebîr) donmuşsa, üzerindeki buzdan bir delik açarak, abdestini
alır. Fakat, bu durumda su, buza bitişikse, abdesti caiz olmaz; bitişik
değilse, caiz olur Fet-hü'l - Kadîr'de de böyledir.
Şayet su, açılan
delikten yukarı çıkar ve buzun üzerine yayılın sa, bu durumda su; avuçlandığı
zaman, alttaki buz açümıyorsa, burada alman abdest caiz olur. Aksi takdirde
caiz olmaz.
Su, açılan deliğin
içinde, bir tasda durduğu gibi durmakta ise, bu durumda o delikten abdest almak
caiz olmaz. Ancak, delik 100 arşın kare genişliğinde olursa, oradan abdest
almak caiz olur. Fetâvâyi Kâdhân'da da böyledir.[75]
Su oluğu ve ark da
havuz gibidir.
Bir oluğun veya arkın
suyu donduğu vakit, eğer su, buzdan ayrı ise, her ne kadar az da olsa, o su ile
abdest almak caiz olur.
Fakat, buz ve su,
birbirinden ayrı değilde bitişikse, abdest almak caiz olmaz. Muhtar olan da
budur. Hulâsa'da ,da böyledir.
Bir havuzun görünen
yüzü 100 arşın kareden az ve fakat alt kısmı 100 arşın kareden fazla bulunur ve
havuzun üst kısmında da necaset olursa, o havuzun, üst kısmının pis olduğuna
hükmolu-nur.
Fakat, sonra, bu
havuzun suyu, azala azala, alanı 100 arşın kare olan kesime kadar düşse; esahh
olan, burada, abdest almanın ve gusletmenin caiz olduğudur. Muhıyt'te de
böyledir.
Havuz, 100 arşın
kareden az, fakat derin o^a ve içine de necaset düşse; sonra su, yayılsa da
alanı, 100 arşın kareye varsa, bu durumda bile, o havuz necistir.
Fakat, havuz 100 arşın
kare iken, içerisine necaset düşmüş ve sonra, suyunun noksanlaşmasi ile sathı,
100 arşın kareden azalmış olsa, bu durumda havuz temizdir. Hulâsada da
böyledir.
Bir havuza «pistir»
hükmü verildikten sonra, suyu yere çekilip, havuzun altı kurumuş olsa, o
havuzun temizliğine hüküm verilir.
Mezkur havuza, ikinci
defa su dolmuş olsa, esahh olan kavle göre, pis'iği geri dönmez; yani, artık
havuzdaki su ve havuz temizdir. Sirâcül-Vehhâc'da da böyledir. Bu kavlin, aksi görüşte olanlarda vardır. [76]
Kendisi ile teharetin
caiz olduğu suların üçüncüsü de, kuyu su-ları'dır. Şimdi kuyularla ilgili
hükümlere geçelim.
1- Kendisine,
temizlenmesi vacib olacak miktarda bir necaset düşmüş olan kuyunun içindeki
su, temizlenirse; kuyunun da temizlenmiş olacağında, selefin ittifakı vardır.
Hidâyetle de böyledir. [77]
Bîr kuyuya, koyun veya
deve kığısı düştüğü zaman, bunla-? rın miktarı çok olmadıkça, kuyuyu ifsâd
etmez. C kirlendirmez) Fetâvâyi Kâdîhan da da böyledir.
İmâmı Azam Ebû Hanife
Hazretleri, bu hususta : «Bunlar, kuyuya bakan kimseye, çok görünüyorsa, çok;
az görünüyorsa, azdır.» buyurmuştur. İtimat, bunun üzerinedir. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir de, her çekilen
kovada, kığı bulunursa, bu çoktur. Aksi halde, azdır. Yani, her kovada bir veya
daha fazla kığı çıkıyorsa, bu çok; "arada sırada bir çıkıyorsa, bu da az
demektir. Sahih olan da budur. İmânı
Serahsî'nin, Mebsût Şerhi'nde de böyledir- Nihâye'de de böyledir.
Câmi'i - Sağîr'de :
Kiğı'nın, bütün olması ile dağınık olması arasında fark yoktur. Sahih olan
budur. Yaş ile kurusu arasında da, fark yoktur.» denilmiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
At, katır, eşek ve
sığır tersi ile deve, koyun ve keçi kığdan arasında bir fark yoktur. Hidâye'de
de böyledir.
Şehir kuyuları ile yaban
kuyuları arasında da bir fark yoktur. Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan
dsFbudur. Çünkü, hepsinde de zaruret vardır.
Hamamlar ve
kervansaraylar da böyledir. Muluyt'te de böyledir. [78]
Bir kuyuya; koyun,
köpek veya insan, düşer ve ölürse veya hayvan kuyuda şişer veya parçalanıp
dağüırsa; hayvan büyük olsun, küçük olsun, kuyunun suyu tamamen boşaltılır.
Hidâye'de de boyledir.
Hayvanın, tüylerinin
dökülmesi de parçalanıp dağılması gibidir. Yani, bu durumda da, kuyunun suyu
tamamen boşaltılır- Sirâcul -Vehhâc'da da böyledir.
Bir kuyuya, koyun veya
benzeri bir hayvan düştükten sonra canlı olarak çıkarılsa; sahih olan kavle
göre, düşen hayvan bizzat pis değilse, vücudunda da pislik yoksa ve ağzı da
suya değmemişse, o kuyu pislenmemiştri
Şayet, hayvanın ağzı
suya girmişse, o hayvanın artığına itibar olunur : Hayvan, eğer artığı temiz
olan hayvanlardan ise, o kuyunun suyu temizdir. Ve eğer, o hayvan, artığı pis
olan hayvanlardan ise, kuyunun suyu .pislenmiş olur.
Bu durumda, eğer, hayvan,
artığı şüpheli olan hayvanlardan ise, kuyunun suyu yine tamamen boşaltılır.
Hayvan, artığı mekruh
olan hayvanlardan ise, bu kuyunun suyu da mekruh olmuş olur. Bu durumda
müstehâb olan, kuyunun suyunu tamamen boşaltmaktır.
Şayet, kuyuya düşen
hayvan, domuz gibi bizatihi pis bir
hayvan ise, ağzı suya girmemiş olsa bile su, tamamen pislenmiştir. Sahih olan
kavle göre, köpek biaynihî pis değildir; ağzı suya girmedikçe, su ifsâd olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Eti yenmeyen vahşî
hayvanlar ve kuşlarda böyledir. Kuyudan sağ olarak çıkarılırlar ve ağızları da
suya değmemiş o'ursa, kuyudaki suyu pislendirmezler. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Kafirin ölüsü,
yıkanmış olsa da, olmasa da pistir.
Zahiriy-ye'de de böyledir.
Ölü bir müslüman,
eğer, yıkanmadan önce bir kuyuya düşmüş olursa, suyu ifsâd eder; fakat,
yıkandıktan sonra düşmüş olursa, suyu ifsâd etmez. Tatarhâniyye'de detoyledir.
Düşük bebek, ses
çıkarttıktan sonra ölmüşse; hükmü, büyüklerle ilgili hüküm gibidir. Bu bebek
de, yıkandıktan sonra kuyuya düşmüşse, suyu ifsâd etmez.
Fak t, eğer ses
çıkarmamışsa, yıkanmış olsa bile, kuyunun suyunu âd eder.
Kuyuya bir şehid
düşmüş olursa; su, ne kadar az olursa olsun, ifsâd olmaz.
Fakat, şayet, kuyuya
şehidden kan akarsa, o zaman, suyu ifsâd eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [79]
Bir kuyunun
tamamını boşaltmak vâcib olur da suyun, fazlaca kaynıyor
olmasından dolayı, bu mümkün olmazsa; o kuyudan, 200 kova su çıkarılır.
Tebyîn'de de böyledir. En kolay olan da budur. İhtiyâr'da da böyledir.
Bu durumda, en sahih
olan ise : Kuyuda ne kadar su olduğu hususunda, iki kişinin görüşünü alarak, o
kadar suyu çıkarmaktır. Fıkıhta, en uygun olan da budur. Kâfî'de, Şerh-i
Mebsûd'da ve Tebyîn'de de böyledir. [80]
Tavuk, kedi, güvercin
ve benzeri hayvanlar kuyuya düşüp Ölmüş olsalar, bunlar şişip dağılmamişlarsa,
kuyudan 40 veya 50 kova su çıkarılır. Serahsfnin Muhiyt'inde de böyledir. En
zahir olan da budur. Hidâye'de ide böyledir-
Fare ve serçe, kuyuya
düşüp öldüğü zaman, şişip dağılmadan Önce çıkarılırsa; kuyudan 20 ilâ 30 kova
(20 kovadan 30 kovaya kadar) su çıkarılır. Muhıyt'te de böyledir.
Fakat, fareyi
çıkarmadan önce, çıkarılmış olan suya itibar edilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Farenin, kuyuda ölmesi
ile, dışarıda öldükten sonra kuyuya düşmüş.olması arasında,bir fark yoktur. Bu
hüküm, diğer hayvanlar için de böyledir. Bahrü'r - Râık'te de böyledir.
Farenin kuyruğu,
kopartılarak kuyuya atılmış olsa, kuyudaki suyun tamamı boşaltılır.
-Kuyuya «Yunda Kuşu»
denilen kuşun düşmesi, farenin düşmesi menzilesindedir.
Yaban güvercininin
düşmesi.ise, kedinin düşmesi gibidir. Bu durumda, kuyudan 40 ilâ 50 kova su
boşaltılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Büyüklük itibariyle, fare ile tavuk arasında olanlar, fare menzilindedirler.
Tavuk ile koyun
arasında olanlar ise, tavuk menzilindedirler. Zahirü'r - Rivâye'de böyledir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Görüldüğü gibi, daima
küçüğün hükmü büyüğün hükmü gibidir. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Kuyu temizlenmiş
olunca; bu işte kullanılan kova, urgan. makara ile kuyunun etrafı ve suyu çeken
kimsenin elleri de temizlenmiş olur. Serahsi'nin Muhryt'mde de böyledir.
Bir kuyuya, pis bir
odun veya pis bir bez. parçası düşmüş ve kuyuda kaybolmuş bulmuşa; kuyuya tâbi'
olarak, odun da, bez parçası da, temiz olmuş olur. Zâhiriyye'de ide böyledir.
Kendisinden, yirmi
kova su çekilmesi vaeib olan bir kuyudan, ilk olarak çıkarılan bir kova su,
temiz bir kuyuya dökülmüş olsa, bu ikinci kuyudan, 20 kova su boşaltılır.
Bu durumda aslolan,
ikinci kuyu, birinci kuyu sebebi ile temizlenir.
Şayet, bu kuyuya,
ikinci kova da dökülmüş olsa, bu kuyudan, 13 kova su boşaltılır. Eğer, onuncu
kova dökülürse Ebu Hafs'ın rivayetine göre, bu kuyudan, 11 kova su boşaltılır.
Esahh olan da bu-'dur. Bedâü'de de böyledir.
Bir kuyuda bulunan
fare çıkarılıp, ikinci bir kuyuya bırakılsa ve bununla birlikte, ikinci
kuyuya, birinci kuyudan 20 kovada su dökülmüş
olsa; ikinci kuyunun temizlenmesi için, fareyi çıkarttıktan sonra,. 20 kova da
su boşaltmak gerekir.
Yirmişer kova su
çıkarılması icabeden iki kuyudan, birinin 20 kova suyu diğerine dökülmüş olsa,
ikinci kuyudan da yirmi kova su boşaltılır. Daha fazla değil...
İki kuyudan birinden
20, ikincisinden 40 kova su boşaltmak lâzım geldiğinde, bu kuyulardan birinin
suyu, diğerine dökülmüş olsa; kendisine su dökülen kuyudan, 40 kova su
boşaltmak lâzım gelir.
Bu durumda da aslolan,
kendisinden boşaltılması gereken ve kendisine boşaltılandan boşaltılması
gerekene bakmaktır. İkisininde hükümde bir olması halinde, durum eşittir.
Birisinden, diğerine nisbetîe çok çekilmesine hükmedilmişse, bu durumda da az
olan, çok olanın hükmüne dahildir.
Buna göre, üç kuyunun,
her birinden yirmişer kova su çekmek icab etse de, ilk ikisinin yirmişer kova
suyu üçüncü kuyuya dökülmüş olsa, bu üçüncü kuyudan, 40 kova su çekmek icab
eder. Bedâî' de de böyledir.
İki kuyunun birinden
20, diğerinden 10 kova su, üçüncü bir kuyuya dökülmüş olsa, bu kuyudan 30 kova
su boşaltılır- Serahsî'-nin Muhıyt'ınde de böyledir.
Birinden 20,
ikincisinden 40 kova su çekilmesi gereken iki kuyudan çekilen suyun tamamı,
temiz olan üçüncü bir kuyuya dökülmüş olsa, o kuyudan 40 kova su boşaltılır.
Eğer, 40 kova su
çekilmesi gereken kuyudan, 20 kova çekilmesi gereken kuyuya, 1 kova su
dökülmüş olsa, o kuyudan da 40 kova su boşaltmak gerekir. Bedâi'de de
böyledir.
Nevâdir'de, içinde bir
farenin Ölmüş bulunduğu bir miktar su, bir kuyuya akıtılsa, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, kuyuya akıtılan sudan fazlası ile birlikte, 20 kova da su
çıkarılır. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'ınde de böyledir.
Fetvalarda : «İçinde
fare ölmüş olan suyun bir damlası bile bir kuyuya dökülmüş1 olsa, o kuyudan 20
kova su boşaltılır.» denilmiştir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Eğer fare, o su içinde
dağılmış bulunursa; bu suyun, bir damlasının dökülmesinden dolayı, kuyunun
tamamı boşaltılır. Ha-zânâtu Müftîn'de de böyledir.
Pis olan bir kuyunun
yanında bulunan su kuyusu; tadı, rengi ve kokusu değişmedikçe, temiz sayılır.
Zahiriyye'de de böyledir. Aralarındaki mesafe, iki arşınla takdir ve tahdid
edilemez.
Fakat, bu iki kuyunun
arasında, on arşmhk bir mesafe bile bulunsa; eğer su kuyusunda, hela çukurunun
eseri bulunursa, o kuyunun suyu pistir.
Ama, eğer bu iki kuyu
arasında tek bir arşınhk mesafe olduğu halde, su kuyusunda pislik eseri
bulunmazsa; o, su kuyusu da, kuyuda bulunan, su da, temizdir- Muhıyt'te de
böyledir. Sahih olanında bu kavil olduğu, Serahsî'nin Muhıyt'inde —ayrıca—
kaydedilmiştir.
Bir kuyuda, ne zaman
düştüğü belli olmayan fare veya benzeri bir hayvan bulunmuş olsa, eğer o
hayvan şişmemişse; o kuyunun suyundan alınmış olan abdestle kılman, bir gün ve
bir gecenin namazı iade edilir.
Ayrıca, o suyun
dokunmuş olduğu her şey, yıkanıp temizlenir.
Fakat, eğer o hayvan,
şişmiş ve dağılmış ise, üç gün ve üç gecelik namaz iade edilir. (Yeniden
kılınır) Bu kavil, İmâmı A'-zam (R.A.) 'm kavlidir. Diğer iki imamımıza göre
ise, ne zaman düştüğü bilinene kadar, namazların iade edilmesi gerekmez.
Hidâye'de de böyledir.
Şayet, bu hayvanın
düştüğü vakit bilinirse, abdest ve namazın, o vakitten itibaren iade
edileceğinde, icma vardır.
O su ile yoğrulmuş
hamurun ekmeği, eğer ölen fare dağılmış ise, üç günlük
ekmeği; dağılmamışsa, bir günlük ekmeği yenmez. Bu görüşü İmâmı A'zam (R.A.) kabul
etmiştir. Muhıyt'te de böyledir. [81]
Bir kuyuya, fare
düşmüş olursa, 20 kova su çıkarmak müs-tehabtır.
Kedi ve başı boş tavuk
düşmüş olursa, 40 kova su çıkarmak müstehab olur. Çünkü, bu hayvanların
artıkları mekruhtur. Ve, kuyuya düşen bu hayvanların, ağızlarının suya değmiş
olması, galib olan ihtimaldir.
Fakat suyun, bu
hayvanların ağzına dokunmamış olduğuna gerçekten kanaat etmiş olsak; o kuyunun
suyundan, hiç bir miktarda su çıkarmak lazım gelmez.
Kuyuya düşen tavuk,
başıboş bir tavuk değilse, yine kuyudan hiç su çıkarılmaz. Bu
söylediklerimizin hepsi, Zâhirü'r - Rivâ-ye'dir.
Kuyudan su boşaltmanın
müstehab olduğu her yerde, çekilen su, 20 kovadan az olmamalıdır. Bu hususa,
İbrahim'in rivayet ettiğine göre, İmâm Muhammed (R.A.), Nevâdir'de işaret
etmiştir. Muhıyfte de böyledir.
Suyu mekruh olan bir
kuyudan, 10 kova su çekmek müste-habtır. Hulâsa, Nihâye ve Fethüİ - Kadîmde de
böyledir. Bu husu-^ su, çeşitli fetvalardan Bedâi'de böyle nakletmiştir.
Kuyuya, bîr koyun
düşse de sağ olarak çıkarılmış olsa, kalbin
sakinleşmesi için, o kuyudan 20 kova su çıkartılır. Bu iş, tenûz-lik için
yapılmış değildir. Hatta, hiç su çıkarılmamış olsa bile, o kuyunun suyundan
abdest almak caizdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. [82]
Karpuz, hıyar, acur ve
gül suyu ile sirke gibi akıcı olan şeylerin içilenleri ile de, içilmeyenleri
ile de, abdest almak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'ıda da böyledir.
Tuz suyu ile abdest
alınmaz. Hulâsa da da böyledir-
İncelikleri gidip
katılaştıklan zaman sabun ve çöğen suları ile abdest alınmaz. Ancak,
incelikleri bakî kalır ve letafetleri bulunursa, bunlarla abdest almak
caizdir.
Üzüm çubuğundan akan
su ile de abdest alınmaz. Muhıyt ve Kâdîhân'da da böyledir. Evceh olan da
buldur. Bahrü'r - Râık ve Nehru 1 - Fâik'ta da böyledir. Ehvat olan da budur.
Münyetü'l - Mu-sallı Şerhi'nde de böyledir.
Sonbaharda, içine
ağaçların yaprakları dökülerek vasıflarından her üçü de bozulmuş olan sudan
abdest almak, bütün âlimlerimize göre caizdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Eğer, ince olur ve
suyu galib bulunursa; za'feran, gül ve boya suları ile abdest almak caizdir.
Fakat, eğer
kırmızılığı galib olur ve kendi özelliklerini koruyucu bulunurlarsa, bunlarla
abdest almak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir suyun içine boya
veya mazı atıldığı zaman, eğer onunla yazı yazılınca, kağıt üzerine nakış
yaparsa (iz bırakırsa), o su ile ahdest almak caiz olmaz. Aksi halde, caiz
olur. Bahrii'r - Râık, bu hususu Tecmîs'dan nakletmiştir.
Çamur, toprak, kireç
alçı sebebi ile veya uzun süre beklemekten dolayı bozulmuş olan, mutlak su
ile, abdest almak caiz olur. Bedâi'de de böyledir.
Suyu ga^ib olup, ince
olduğu zaman, her ne kadar toprak karışmış olsa da, sel suyu ile abdest almak
caizdir. Sel suyunun, acı veya tatlı olması arasında da bir fark yoktur.
Fakat, eğer çamur gibi
katı bir kıvama uiaşrmşsa, sel suyu ile abdest almak caiz olmaz.
Islanması için içine
nohut, fasulye bırakılmış olan su, tadını ve rengini değiştirmiş olsa bile, inceliği
kaybolmadıkça onunla abdest almak caiz
olur.
Fakat, şayet o suyun
içinde, nohut veya fasulye pişmiş olur ve bunların kokusu suya sinmiş
bulunursa, o su ile abdest almak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Temizliği fazlalaşsın
diye, içinde sabun ve çöğen kaynatılan su ile abdest alınmış olunursa; bu
abdestin caiz olduğunda ittifak vardır.
Ancak, bu şekilde
'kaynatmakla su katılaşmış olursa, abdest caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyt'inde
de böyledir.
Su içine ekmek
ıslatılmış olursa, suyun inceliğinin bakı kalması halinde, onunla abdest almak
caiz olur.
Fakat su, bu sebeple
kalmlaşıp katılaşmış olursa, abdest caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhajn'da da
böyledir.
Mutlak suya, temiz ve
akıcı olan şeylerden sirke, süt, üzüm suyu (hoşaf) ve benzeri gibiler karıştığı
zaman, bu yeni karışma «su» ismi verilemiyorsa, onunla abdest almak caiz olmaz.
Bu durumlarda, yeni
karışımın rengine de bakılır : Eğer, karışan şeyin rengi, suyun rengine
muhalifse, —süt, boya za'feran ve benzeri şeyler gibi— bu durumda, rengin
çokluğuna itibar edilir.
Fakat, eğer karışan
şeyin rengi değişik olmaz da tadında bir değişiklik bulunursa, — bej'az olan
üzümün suyu ve sirkesi gibi — bu durumda da, yeni karışımın tadına itibar edilir.
Şayet, suya karışan
şeylerin, bu iki özelliklerinde de, suya göre bir değişiklik olmazsa, bu
durumda da cüzlerine itibar edilir.
Cüzlerinin eşit olması
hali ise, ZahirüV-Rivâye'de zikrolun-mamışür. Ancak, «Bu durumda yeni karışımın
hükmü, mağlub oîan suyun hükmü gibidir.» demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Ebû Hanife (R.A.) :
«Hurma suyu ile abdest alınır. Hurma suyu ile abdest aldıktan sonra, ayrıca,
temiz bir toprakla teyemmüm etmeye lüzum yoktur.» demiştir. CâmSu's-Sağîr'de,
Şerh-i Ta-hâvî'de ve ekseri metinlerde de böyledir.
Kitâbüs - Salât'ta da
: «Hurma suyu ile abdest alınır. Fakat, bununla birlikte, teyemmüm de edilmiş
olursa, bu bana daha sevimli gelir.» şeklinde de bir kavli vardır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.:
«—Abdest almak için, başka bir su bulunmasa
bile hurma suyu ile abdest alınmaz. Bu durumda temiz bir toprakla teyemmüm
edilir.» demiştir.
İmâm Muhammed (R.A)
ise : «İhtiyaten, bu ikisinn arası cem'edilir; yanî, bu durumda, bir kimse hem
hurma suyu ile abdest alır ve aynı zamanda, hem de temiz bir toprakla teyemmüm
eder. Bu ikisi arasında bir sıra yoktur; hangisi evvel veya sonra yapılmış
olursa olsun caizdir.» demiştir. Şerh-i Tahâvî'de de böyledir.
Esed bin Necm, Nuh bin
Ebî Meryem ve Hasen, Ebû Hanî-fe Hazretlerinden, gerçekten Ebû Yûsuf (R.AJ'un kavline benzer bir kavil de
zikretmişler ve bu kavle sonradan döndüğünü bildirmişlerdir. Sahih olan
da Ebû Hanîfe (R.AJ 'nin
bu son kavil ve aynı şekildeki— Bbû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Şerh-i
Câmiü's-Sahîh'de de böyledir Fetva, da Ebû Yûsuf (R.A.) 'un kavli üzerinedir.
Kenz'in şerhi olan Aynî'de de böyledir-
Yukarıda söylediğimiz
hususların tamamı, hurma suyunun tatlı olduğu veya ekşimiş bulunduğu
durumlardadır.
Fa3;al, hurma suyu
kaynatılıp, kıvamının koyulaştığı ve kö-piirdüğü zaman, onunla abdest almak
—ittifakla— caiz değildir. Çünkü, böyle yapıldığı zaman, o içki olmuş olur.
Yanî, yukarıdaki hükümler çiğ olduğu zamanla ilgilidir Şerh-i Tahâvî'de de
böyledir. Fakat, eğer hurma suyu. az bir miktar pişerse, bu durumda ister
tatlı, ister acı ve isterse âz müskir olsun— onunla abdest almak caiz olur.
Esahh oları da budur. Mîifid ve Mezîd'den naklen Hidâye Şerhi Aynî'de .de
böyledir,
Mtifîd ve Mezîd'd-j
«Biı suyui'i içine hurmalar alılır ve su mtlanir; iakat bu durumda yine ona su ismi verilirse ve inede olursa, o su ile abdest
almanın caiz olduğu hususunda arkadaşlarımız arasında görüş ayrılığı yoktur.»
denilmiştir. Emir Hâcc'ın Mtin-yetü'l - Musallî Şerhi'nde de böyledir.
Hurma suyunun gayrisi
ile abdest almak caiz değildir. Hi-dâye'de de böyledir.
Ayrıca, hurma suyu,
pekmez gibi katı bir kıvama gelmiş olursa, onunla abdest almak da caiz
değildir. Kâfide de böyledir.
Hurma suyu ile
gusletme konusunda, âlimlerimiz arasında görüş ayrılığı vardır.
Ebû Hanîfe (RA.)
indinde, en sahih olan, onunla gusletmenin caiz olduğudur. Şerh-İ Mebsût'ta,
Kâfî'de de Fetâvâyi itâbiyye'de de böyledir.
Müfîd'de ise : Esahh
olan, hurma suyu ile gusletmek caiz değildir. Çünkü, cenâbetlik, iki hadesin en
ağırıdır. Cünüplükte olan zaruret, abdestle olan zaruretten -daha aşağıdır; bu
durumda, onun üzerine kıyas edilemez. Tebyîn ve Câmiü's - Sağîr'de de böyledir.
Esahh olan da budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hurma suyu ile abdest
alırken ve guslederken, niyyet etmek şart kılınmıştır. Nitekim, temiz bîr
toprakla teyemmüm ederken de niyyet şarttır. Zâhiriyye'de de böyledir.
Mâ-i mutlak (temiz su)
'm bulunduğu yerde, hurma suyu ile
abdest almak caiz
değildir.
Bir kimse, hurma suyu
ile abdest aldıktan sonra, temiz bir su bulursa, o abdesti bozulur. Münyetül -
Musallî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimsenin,
kullanmaya gücü yettiği mekruh bir su varken, hurma suyu ile abdest alması da
caiz olmaz.
Şayet, meşkûk (temiz
mi, pis mi olduğu hususunda şüphe edilen) su, hurma suyu ve temiz toprak, bir
arada bulunsalar; bu durumda, Ebû Hanîfe (RA) 'ye göre, yalnız hurma suyu ile
abdest alınır; Ebû Yûsuf (R.A-1 'a göre, şüpheli su ile abdest alınır ve akabinde
teyemmüm de edilir, hurma suyu ile abdest alınmaz; İmâm Muhammed (R.AJ 'e göre
ise, bu üçünün de arası cem' edilir. Yani,hem her iki su ile ayn
ayrı abdest alınır ve hem de teyemmüm
edilir. Bunlardan birini terketmiş olsa, abdesti caiz olmaz. Bunları takdim -
te'hir (öne almak, sona bırakmak) caizdir ve müsavidir. [83]
Kullanılmış suyun,
temizleyici olmadığında, ittifak vardır. Kullanılmış su ile abdest almak caiz
olmaz.
Kullanılmış suyun,
temiz olup olmadığında ise ihtilâf vardır. İmâm Muhammed (R.A.) : «O
temizdir.» demiş ve bu kavli Ebû Hanife (R.A)'den rivayet etmiştir. Fetva da
bunun üzerinedir. Aluhıyt'te de böyledir.
Kendisi ile hades
giderilmiş olan veya Allah'a yakınlık kastı ile kullanılmış bulunan su, sahih
olan kavle göre, bir uzvun hadesini giderici gibi mâ-i müsta'meldir- Hîdây^'de
de böyledir. Hades, büyük olsun küçük olsun müsavidir. Kenz'in Şerhi olan
Aynî'de .de böyledir.
Bir adam kollarını
yıkarken, başka birisi, ellerini altına tutsa da, o su ile bir yerini yıkasa,
caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Abdesti olmayan, cünüp
bulunan veya hayızh olan bir kimse, su almak için, temiz olan elini, bir su
kabına soksa, zaruretten dolayı o su, müsta'mel olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
İbriğini suya düşüren
ve onu çıkartmak maksadı ile ellerini dirseklerine kadar suya sokan kimsenin,
ellerini sokmuş bulunduğu bu su da, müsta'mel su olmaz.
Bir kimse, elini veya
ayağım, serinlemek maksadı ile bir su kabına sokmuş olsa, bu su
—yukarıdakilerin hilâfına müsta'mel su
sayılır. Çünkü, burada bir zaruret yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.Î
'tan gelen ma'rûf bir rivayette, suyun müsta'mel sayılması için, uzvun
tamamının suya girmesi şart kılınmıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir veya iki parmağı
sokmakla, su müstamel sayılmaz; fakat, avucun girmesi ile su müsta'mel olur.
Zahirriyye'de de böyledir.
Cünüp olan bir kimse,
kovayı almak için kuyuya dalsa, Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, adam hâli üzeredir,
(yani cünüptür) ve su da, hali üzeredir, (yanı temizdir.)
İmâm Muhammed (R.A.) e göre ise ikisi de temiz sayılır.
İmâm-ı A'zam (R.A.1 'a göre ise, her ikisi de pistir.
Fetva ise, İmâm
Muhammed'den gelen kavle göredir. Çünkü, adam sudan ayrılmadan önce, o suya,
müsta'mel su hükmü verilmemiştir. Rivayetlerin en muvafık olanı da budur,
Hidâye ve Tefeyîn de de böyledir.
Bir
adam, namaz kılmak maksadı ile gusletmek için, bir kuyuya dalmış olsa, görüş
birliği ile suyu ifsad eder. Nihâye'-de de böyledir.
Hayızlı bir kadın, eğer, kanın kesilmesinden
sonra kuyuya düşmüş ve azalarında da pislik yoksa, bu durumda, kadının düşmesi,
cünübün düşmesi gibidir.
Ve eğer kadın, kuyuya
kan kesilmeden Önce düşmüşse, bu durumda o kadımn düşmesi, temiz bir erkeğin
düşmesi gibidir. Çünkü, bu durumda o kadın, kuyuya düşüp çıkması sebebi ile
hayız halinden çıkmış ve temizlenmiş değildir. Hulâsa ve Fetâvâyî Kâdîhân'da
de böyledir.
Abdest azalarının haricinde, uyluk veya yan
gibi bir yer, busu ile yıkanmış olsa, esahh olan kavle göre —abdest azalarının
hilafına olarak o su, müsta'mel olmaz. Hülâsada da böyledir.
Bir kimse, abdestli
iken, tıraş olmak için başını yıkamış olsa, o su müsta'mel olmaz. Zâhiriyye'de
de böyledir.
Abdestli olan bir
kimse, çamur, hamur veya terini gidermek için abdest atea veya serinlemek için
yıkansa, su müsta'mel olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Q Abdestli olmayan bir
kimse, serinlemek maksadı ile veya öğrenmek, öğretmek için abdest almış olsa,
bu su İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, müsta'mel olur.
İmâm Muhammed tR.A.) 'e göre ise, müstamel olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Hisâmî'nîn Camîü's - Sagîr'inde : «Sabinin abdest alması ile, eğer o sabî (çocuk),
aldı erer çağda ise, su müsta'mel olur. Fakat çocuk, aklı erecek çağda
değilse, su müstağmel olmaz.» denilmiştir. Muzmarat'ta da böyledir.
Bir kimsenin yemek
yemek için veya yemekten sonra elini yıkaması ile su, müsta'mel olur. Fakat,
bunu bir sünneti yerine getirmek kasdı ile yapmışsa su müstamel olur, değilse
olmaz. Serah-sînln Muhıyt'inde de böyledir.
Kadın, saçma
başkalarının saçını eklemiş olsa, sonra da, o uladığı saçı yıkasa, su müsta'mel
olmaz. Fakat, eğer kendi saçını yıkarsa, su müsta'mel olur, Sîrâcül - Vehhâc'da
ve Zâhiriyye'de de böyledir,
Ölü bir insanın,
başının yıkandığı su, müsta'mel olur. Se-rahsî'nln Muhıyt'inde de böyledir.
Cünüp bir kimse
yıkanırken, bedeninden, su kabına su sıç-rasa, bu hâl, suyu ifsâd etmez.
Fakat, cünüp kimsenin
bedeninden akmakta olan su, akarak su kabına girmiş olsa, suyu ifsâd eder.
0 Yine bu su, b"r
hamamın havuzuna az olarak dökülmüş .olsa, havuzun suyuna galebe eîyemedikçe,
İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, havuzdaki suyu ifsad etmez. Hulâsa'da da böyledir.
Ölünün yıkanmış olduğu
su, İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre,
esas itibariyle
necistir. Çünkü ölü, genellikle pislikten hali değildir-Zâhiriyye'de de
böyledir.
Bir adam, sirke veya
gül suyu ile abdest almış olsa, bütün âlimlere göre, bu şey müsta'mel olmaz. Tatarhâniye'de
de böyledir.
Kullanılmış su Cnıâ-i
müsta'mel), bir kuyuya döküldüğü zaman, eğer kuyunun suyundan az olursa, onu
ifsad eylemez.
Fakat, bu su, kuyunun
suyuna galebe eylerse, o zaman, kuyunun suyunu ifsad eder. Sahih olan da budur.
Serahsî'nîn Muhıyt'inde de. böyledir. [84]
Bir hayvanın artığının
hükmü ne ise, terinin hükmü- de odur. Hulâsa'da da böyledir.
Eşeğin ve katırın teri
ve salyaları, az miktardaki suya düştükleri zaman onu ifsad ederler. (Kullanılmaz
hale getirirler.) Bunların ter ve salyalarının miktarı, az olsa da hüküm yine
değişmez. Muhıyt'te de böyledir.
Fakat bunlar, elbiseye
değmiş olsalar, miktarları ne kadar çok olursa olsun, namazın cevazına mani
olamazlar. Zahirü'r - Rivâ-ye'de de böyledir. Hazânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.İnsanın artığı temizdir.
Bu hükme, cünüp,
hayızlı, nifaslı olanlarla kâfirler de dahildir.
Ancak, içki içenin
artığı ile ağzı kanıyan kimsenin artığı, fev-rî olarak (hemen içki içerlerken
veya henüz ağızları kanamakta iken) gerçekten pistir.
Fakat, bu kimseler
tekrartekrar tükürürlerse, sahih olan, ağızlarının temizlenmesi olduğudur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Yabancı erkeğin
artığım, bir kadının içmesinin mekruh o-ldu-ğu gibi yabancı kadının artığını
içmek de, mekruhtur. Bu mekruh oluş, artığm temiz olmayışından değil, bilakis
istilzaz (nefse lezzetli, tatlı gelmesi) korkusundandır. Nekrü'l - Faik'ta da
böyledir.
At'm artığı bü'icmâ
temizdir, Esahh olan da budur. Zâ-hidî'de de böyledir.
Eti yenen hayvanların
ve kuşların artığı temizdir. Ancak, başıboş tavukların, pislik yiyen sığır ve
develerin artığı mekruhtur.
Tavuk, gagası
ayaklarının altına erişemiyecek şekilde hapsedilmiş olarsa, onun artığı mekruh
olmaz. Ancak, gagası ayaklarının altına erişen tavuk, muhallat (gezici,
başıboş tavuk) durumundadır. Serahsî'nin Muhıyfinde de böyledir.
İster suda, ister
karada yaşasın, akıcı kanı olmayan hayvanların artıkları temizdir. Tebyîn'de
de böyledir.
Yılan, fare ve kedi
gibi evlerde bulunabilen hayvanların artıkları, kerâhat-i tenzîhiyye ile
mekruhtur. Hulâsa'da da böy-edir.
Kedi, bir insanın
avucunu yaladığı zaman, o kimsenin, ehni yıkamadan namaz kılması veya kedinin
artığını yemesi mekruhtur-Tebyîn'de de böyledir.
Kedinin artığını
yemek, ancak zenginler için mekruhtur. Çünkü onların, kedinin artığı olan şeyin
aynısını almaya güçleri yeter.
Kedinin artığını
yemek, zaruretinden dolayı, fakirler için mekruh değildir. Sîrâcü'l-Vehhâc'da
da böyledir.
Bir kedi, eğer fareyi
yer yemez bir kabdaki suidan içerse, o su pis olur. Fakat, eğer bir veya iki
saat durur da sonra içerse, sahih olan kavle göre, o su pis olmaz.
Zâhirriyye'de de böyledir.Vahşi kuşların artıkları mekruhtur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle demiştir : «Bir kuş hapsedildiği zaman, sahibi, onun gagasında pislik
olmadığını biliyorsa, o kuşun artığı mekruh olmaz.» Bu rivayet, âlimlerce
müstahsen görülmüştür. Hidâye'de de böyledir.
Bu durumda, eti
yenmiyen kuşların da artıkları temizdir. Fakat, güzel olan, onların
artıklarının mekruh olduğu kavlidir. Mebsût Şerhi'nde de böyledir.
Temiz suyun bulunduğu
bir yerde, mekruh olan suyu kullanarak abdest almak mekruh olur. Temiz su
olmadığı zaman ise, mekruh olmaz. İhtiyar'da da böyledir.
Köpeğin, domuzun ve
yırtıcı hayvanların artıkları
pistir. Kenz'de de böyledir.
Dışına su sızdıran bir
kabın dışını, bir köpek yalamış olsa, bu kabın içinde bulunan su temizdir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kabı, köpek
yaTamış olursa, o kap, üç defa yıkanarak temizlenir. Hidâye'de böyledir.
Katırın ve eşeğin
artığı meşhuktur. (şüphelidir.) Sahih olan, bunların temiz olduğudur. Şüphe
ise, temizleyici olup olmadıkları husûsundadır. Fetâvâyi Kâdihân'da da
böyledir. Cumhur da, bu görüş üzeredir. Kâfî'de de böyledir.
Katır ve eşek
artıklarından başka su bulunmasa, o su ile ab-dest alınır; ayrıca, bu abdestle
birlikte, teyemmüm de yapı!ir. Abdest ve teyemmüm arasında bir sıra gözetmek
gerekmez, hangisi evvel olsa caizdir. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir. Bu
durumda, sadece abdestle veya sadece teyemmümle yetinmek kâfî değildir.
Hazânetül -Müftîn'de de böyledir.
Bize göre, abdesti ve
guslü önce yapmak efdâldir- Bahrü'r-Râik'-ta da böyledir.
Eşek artığı ile alınan
abdestle, niyyet hususunda görüş ay-rıhği vardır. İhtiyata uygun olan niyyet
etmektir. Fethül - Kadîr'de de böyledir.
Eşek artığı, temiz bir
suya karışmış olsa; artık, bu temiz sudan fazla olmadıkça, onunla abdest almak
caiz olur. Nitekim, mâ-i müsta'melde de, durum böyledir ve mâ-i müsta'mel,
temiz suya galebe çalmadıkça, o su ile abdest almak caiz olur. Serahsî'nin
Muiuyt'-inde de böyledir.
Yarasanın bevli ve
tersi, suyu ve elbiseyi pislendirmez. Fetâ-vâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.
Sivrisinek, sinek,
arı, akrep ve benzerleri gibi akıcı kanı olmayan şeylerin suda ölmeleri, o
suyu pislendirmez.
Balık, kurbağa ve
yengeç gibi suda yaşayan hayvanların, su içinde Ölmeleri, o suyu pislendirmez.
Balıktan başka, suyun
dışında yaşıyanlar, suda ölseler, suyu if-sâd ederler denilmiştiı. Fakat, sahih
olan, bu durumda, suyun ifsâd edilmemiş olduğudur.
Kara ve su kurbağası
hüküm bakımından eşittirler. Hidâye'-de de böyledir. Ebûl - Kasım es - Saf fer
: «Biz bu kavli alırız» demiştir. Muzmarat'ta da böyledir.
Sahih rivayete göre,
bunların, suyun içinde ölmeleri ile dışında ölüp sonradan suyun içine
atılmaları arasında bîr fark yoktur. Teb-yîn'de de böyledir Bunların, su içinde
şişip dağılmaları halinde de hüküm aynıdır. Fakat, bu durumda, o suyu içmek
mekruhtur. Çünkü su, o şişip parçalanan şeyin eczasından (cüzlerinden —
parçalarından) hali değildir. Ve bu cüzler de, yenilmesi caiz olan şeylerden
değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Suda yaşayan ve fakat
doğumu ve yatma yeri su olmayan hayvanlar, içinde Öldükleri suyu ifsâd ederler.
HÜdâye'de de boyle-dir.
Kendisine pislik
bulaşmış bir ağaç veya kurumuş koyun gübresi yansa ve kül olsa, bu kül de az
miktardaki bir suya düşse, İmâm Muhammed (R.A.) 'a göre, suyu ifsâd etmez.
Fetva da bunun üzerinedir. Muzmarat'ta da böyâledir.
Ölmüş hayvanın kılı ve
kemiği temizdir.
Yine ölmüş hayvanın
siniri ve tırnağı, devenin tabanı, koyun ve keçinin çatal tırnağı, sığır ve
geyiğin boynuzu ve yünü, devenin tüyü ve kuşun kanadı, dişi, gagası ve pençesi
temizdir.
Ölmüş olan insanın
kılı ve kemiği de temizidir. Sahih olan da budur. İhtiyarda da böyledir.
Bu hükme göre,
kılların temiz olabilmesi için, tras edilmiş veya kesilmiş olması lazımdır.
Fakat, yolunmak sureti ile koparılmış bulunan kıllar, pistir-
Yani, ölü bir-
hayvanın yünü, kılı ve tüyü yolunarak alınırsa pis; kesilir veya tıraş edilirse
temizdir. Sîrâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Ölmüş hayvanın
memesinde olan ağız (doğum yapan hayvanın ilk sütü) ve süt, çıkmış yumurtanın
kabuğu, annesinden düşen kuzu veya oğlak —eğer ıslak olursa— Ebû Hanîfe (RJU
'ye göre temizdir. Serâhsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Su dokunduğu halde
bozulmayan misk göbeği, sahih kavle göre temizdir. Esahh olan ise, her halinde
temiz oluşudur. Tebyîn'de de böyledir.
Domuza gelince, onun
bütün eczası (parçalan, cüzleri), ne? cistir. İhtiyâr'da da böyledir.
Kuyuya, üzerinde et ve
yağ bulunan bir kemik düşmüş olsa, o kuyu pislenmiş olur.
Fakat, üzerinde et ve
yağ bulunmazsa, kuyu pislenmiş olmaz. Mfrâcü'd - Dirâye'de de böyledir.
İnsaiı'derisi veya
derinin kabuğu bir kuyuya düşse; eğer ayak yarıklarından dağılan şey gibi az
olursa, suyu ifsad etmez. Ve eğer, tırnak miktarı veya daha fazla olursa
suyu ifsad eder, Tırn k ise suyu ifsad
etmez. Huîâsa'da da böyledir. asan derisi dibağlanmaz-suretiyle dibağla-nır.
Dibağlanan deri, gerçekten temiz olur. Dibağlanmış deride, namaz kılmak veya
ondan yapılmış bir kabla abdest almak caiz olur. Zâhîdî'de de böyledir.
Hakîkî dibağdan sonra,
deriye su dokunmuş olursa, deri tekrar pis olmuş olmaz.
Fakat, hükmî olan
dibağdan sonra su dokunursa, zahir olan, derinin tekrar pis olmasıdır.
Muzmarât'ta da böyledir.
Dibağla temiz olan
deri deri, hayvanın kesilmesi ile de temiz olur.
Sahih kavle göre,
kesilen bir hayvanın kanı hariç, bütün eczası (parçalan) temiz olur.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
İçinden, küçük bir
kapla su almak maksadı ile, evin bir köşesine konmuş bulunan küpten; onda, pislik
olduğu bilinmedikçe, abdest almak ve su içmek caizdir.
Kediden kaçmakta olan
bir fare, su kabına dokunsa, Şem-sü'I Eimme Halvânî: «Kedi, eğer o fareyi
yaraîamışsa, topraktan veya tahtadan olan kap pislenmiştir; yaralamamışsa,
pislenmemiştir.» demiştir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Fakat bu durumda kap,
her hâl ü kârda pislenir. Çünkü fare, genellikle kediyi görünce bevleder.
Muhıyt'te de böyledir. Muhtar olan kavil de budur. Hulâsa'da da böyledir-
Bir kimsenin, içinde
p;slik bulunma korkusu olan bir havuzdan pislik bulunduğuna kalbi tam kanâat
getirmedikçe abdest alması caiz olur. Onun, temiz olup
olmadığım başkasından sorması gerekmez.
Bir kimse, pis
zannettiği bir havuzdan abdest almış olsa da, sonradan, o havuzun temiz olduğu
ortaya çıksa, o kimsenin abdesti caiz olur. Hulâsa'da da böyledir
0 Bir kimse, vahşî
hayvanların, uğradıklarını gördüğü bir kuyudan su içtiklerini zanneder ve bu
zannı, zann-ı galip olursa, o kuyunun suyu pislenmiş sayılır. Fakat, bu vahşi
hayvanların, o kukadan su içtiklerine dair, galip zannı bulunmazsa, o kuyu
temizdir. Mübteğî'den naklen Bahrü'r - Râık ta da böyledir.
Fetâvfl-Hâbe'de:
«Sahrada az bir su bulunsa, ondan abdest caiz olur.» denilmiştir.
Sahrada az miktarda su
bulan kimsenin, şayet eli pis ise ve ya- I nmda da o suyu alacak bir kap yoksa,
o kimse mendilini o suya ba- | tınr, elinin üzerine sıkar, eline su akarsa eli
temizlenmiş olur
Suyu bulan kimse, o
suyun kenarında, suya bir köpeğin girmiş ' olduğuna dair bir alamet bulur ve bu
alamet de, suya yakın olursa ve köpeğin sudan içmeye gücünün yettiği
anlaşılırsa, o sudan abdest almaz. Eğer böyle değilse, abdest alması caiz olur,
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Çocuklar veya köylüler,
ellerini, kovanın veya kovanm urganının üzerine koymuş olsalar; kova, urgan ve
kuyu temizdir. Zâhİriy-ye'de de böyledir. Bu hüküm, onların ellerinde necaset
bulunmadığına, tam kanaat getirilmesi halindedir. Fethül Kâdîr'de de böyledir.
Çocuk, elini veya
ayağını bir çömleğe (kaba) girdirdiği zaman, eğer, onun elinin temiz olduğu
yakinen biliniyorsa, o kapta bulunan su ile, abdest almak caizdir.
Fakat, elinin temiz
olup olmadığı kesin olarak bilinmiyorsa, müs tehab olan, — varsa — başka su ile
abdest almaktır- O su ile de abdest almış olsa, caizdir. Muhıyt te de
böyledir.
Bir adam, ayaklarını
yıkadıktan sonra, hamamın içinde dÖ-külü bulunan suya dalmış olsa, eğer hamamda
cünüp kimselerin olduğunu bilmiyorsa, her ne kadar ayaklarını tekrar yıkamasa da,
ab-desti veya gusîü caizdir.
Fakat, eğer hamamda
cünüp kimselerin olduğunu biliyorsa, ayaklarını muhakkak yıkar.
İmâm Muhammed (R.AJ se
göre ise, ayaklarım yıkamaya lüzum yoktur. Zahir olan da budur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, azalarım
bir havlu ile silse ve bu havlu ıslansa; yaşlığın fazlalığından, azalarından
elbiseliğine çokça su damlaları dökülse, o kimsenin, o elbise ile kıldığı namaz
caizdir. Çünkü, İmâm Muhammed (R.A.) ,e göre, mâ-i müsta'mel temizdir. Muhtar
olan da budur.
Diğer iki imamımıza
göre, o adam, temiz değilse bile, burada ne-câsetin, mekan zaruretinden dolayı
düşmüş olduğuna i'tibâr olunur, Bedâfde de böyledir.
Mâ-i müstatmeli içmek
mekruhtur. Hulüsa'da da böyledir.
Câmiu'l - Cevâmi'de :
«îçine necaset düştüğü için pislenmiş miş olan az bir suyun, vasıflan da
bozulmuşsa, o sudan, hiç bir cihetle fajrdalamîmaz, idrar gibi... O suyun,
hayvanlara içirilmesine ise, cevaz vardır- O su ile çamur da karılır, fakat o
çamur, mescitte kullanılmaz.» denilmiştir. Tatarhânİyye'de de böyledir.
Akar suya, idrar
yapmak (akıtmak, işemek) mekruhtur. Hu-lâsa'da da böyledir.
Aynı şekilde, durgun
suya idrar yapmak da mekruhtur. Muhtar olan kavil de budur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İçinde, sıkılmış üzüm
şırası gibi bir şey bulunan havuza, idrar düşmüş olsa, eğer o havuz 10 x 10 =
100 arşın kare genişliğinde ise, idrar o havuzu ifsad etmez.
Fakat, eğer yüz Ölçümü
bu miktardan az olursa, idrar suda
olduğu gibi o havuzu ifsâd eder. Hulasa'da da böyledir. [85]
Teyemmüm baklanda,
bilinmesi zaruri olan şeylerin birincil si, niyyettir.
Niyyetin yapılış şekli
: Maksud olan, temizlik olmayınca, sahih olmayan bir ibadete niyyet etmektir.
Temizliğe veya namazın mubah olmasına niyyet etmek, namazı irade (namaz kılmayı
isteme) nin yerine geçer.
Teyemmüm ederken,
abdest için mi, gusül için mi olduğunu belirtmeye gerek yoktur.
Hatta, cünüp bir
kimse, abdesti irade ederek teyemmüm etmiş olsa, caizdir ve cünüplükten
teyemmüm etmiş sayılır. Tebyîn'de de. böyledir. Nisab'da da böyledir- Fetva da
bunun üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Cenaze namazı kılmak
niyyeti ile veya tilâvet secdesi yapmak
niyeti ile teyemmüm etmiş olan bir kimsenin, bu' teyemmüm ile, farz namazları
da kılması, hilafsız caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, ezberinden
veya yüzünden Kur an okumak, kabirleri ziyaret etmek, ölü defnetmek, ezan veya
kamet okumak, mesfetâVâyî hındîyye
cide girmek veya
çıkmak, (mescide girdikten sonra abdesti bozulmuş olan kimse için) veya Kur'an'a
el sürmek gibi şeylerden birine niyyet ederek teyemmüm yapmış olsa, o
teyemmümle namaz da kılar. Fakat, âmrae-i ulemâ «caiz olmaz» demişlerdir.
Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Şükür secdesi için
teyemmüm etmiş olan bir kimse, Ebû Ha-nife (R.A.)ve Ebû Yûsuf (R.A.) 'un
kavillerine göre, teyemmüm ile farz namazları kılamaz. İmâm Muhammed (R.AJ)'e
göre ise, kılabilir. Çünkü, İmâm
Muhammed (İLA.) 'a göre,
muhakkak ki secde, Allah'a yakınlık demektir- Zehiyre*de de böyledir.
Selâm vermek veya
verilen selâmı almak nîyyeti ile teyemmüm etmiş olan kişinin, o teyemmümle
namaz kılması caiz olmaz. Fetâvâyî Kâdihân'da da böyledir.
Niyyeti,o teyemmümle
namaz kılmak olmayan ve başkasına öğretmek maksadı ile teyemmüm etmiş olan bir
kimsenin, teyemmümü, imamlarımızın üçüne göre de caiz olmaz. Hulâsa'da da
böyledir. Bu kavil, Zâhirü'r^Rivâyedir. Kâdîhân'da da böyledir.
Kâfir olan bir kimse,
sadece rnüslüman olmak niyeti ile teyemmüm etse ve müslüman olsa, İmâm-ı A'zam
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) a göre, o teyemmümle namaz kılması caiz olmaz.
Hulâsa'da da böyledir.
Hasta olan bir
kimseye, bir başka kimse teyemmüm ettirmiş olsa; nîyyet etmek, teyemmüm
ettirenin değil, hastanın vazifesidir. Kunye'de de böyledir, [86]
Teyemmüm edecek kimse,
ellerini temiz toprağa vurduktan sonra, önce yüzünü mesheder. İkinci vuruştan sonra da, ellerini — dirsekleri ile birlikte
— mesheder. Hidâye'de de böyledir-
Teyemmümde dirsekler
de meshedüir. Fetevâ-i Kâdihân'da da böyledir.
Hılye'de : «Sahih olan
rivayete göre, teyemmüm esnasında, yüz meshediîirken, derinin ve sakal
kıllarının dış tarafı meshedilir.» denilmiştir. Mî'râcü'd - Dirâye'de de,
Fethül - Kadîr'de de böyledir,
Teyemmüm ederken
zîâr'm (kulakla sakal ucunun arasında kalan beyaz yer) da meshedümesi şarttır.
Fakat, insanların çoğu, bu husustan gafildirler. Zâhîdî'de de böyledir.
Teyemmümde, avuçlar da
mesholunur mu Sahih olan kavle göre,
avuçlar mesholunmaz. Çünkü, onlar toprağa vurulmuştur ve bu kâfidir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Teyemmüm eden
kimsenin, bir darb ile (ellerini toprağa bir defa vurarak) hem yüzünü ve hem de
ellerini ve kollarını, bu bir darb ile
meshetmesi caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir adam, ellerinden
biri ile yüzünü, diğeri ile de kollarını
meshetmiş olsa, yüzünün ve önce meshetmiş bulunduğu kolunun, meshi caiz olur.
Fakat, ikinci kolu için, tekrar darb etmesi ve meshi yenilemesi gerekir.
Sirâcül - Vefchâc'da da böyledir.
Bir kimse, teyemmüm
etmeyi irade ederek, toprakta yuvar-lansa ve eller Üe de vücudunu ovalasa; eğer
toprak, yüzüne, kollarına ve avuçlarına isabet etmişse, teyemmümü caiz olur-
Şayet, toprak buralarına isabet etmemişse, teyemmümü caiz olmaz. Hulâsa'da da
böyledir.
EHeri, bileklerinden
kesik olan bir kimse; teyemmüm esnasında kollarını mesheder.
Kollarının bir kısmı
kesik olan kimse ise, kalan yerlerini mesheder.
Kollan, dirsekten
yukarıdan kesilmiş olanlara, mesh gerekmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir adamın elleri
çolak olsa, kollarım yere, yüzünü de duvara sürer. Bu caizdir. Namazını asla
bırakmaz. Zehîyre isimli kitabın beşinci faslında, Teyemmüm Bölümünde de
böyledir.
Bir adam, İki elini
teyemmüm niyyeti ile yere vursa ve fakat henüz mesh etmeden önce abdesti
bozulsa, o darb ile yapılacak mesh, caiz değildir. Nitekim, abdest
alırken, bazı azalarını yıkadıktan sonra, abdesti bozulan kimsenin dıırumu
da böyledir. Seyyid Ebû Şücca'da böyle
söylemiştir.
Kâdî el -
tsbîc&bl'de: «Biletine su dolduran adamın abdesti bozulmuş olunca, o suyu
kullanmasının caiz olduğu gibi, bu da caiz olur.» demiştir.
Hulâsa'da da : «Esahh
oto, doğrusu, o toprağı kullanmamaktır.» denilmiştir. Şemsül - Eimrae de bunu
ihtiyar etmiştir. Fethü'l -Kadirde de böyledir-[87]
Teyemmümde istî'ab
(yüz ve kolların tamamını - kaplama - mesh etmek) de» Zâhtrü'r - rivâye'de
vacibtir. Muhıyt4 Serahsî'de de böyledir. Muhtar olanda budur. Muzmarâfta da
böyledir.
Hatta, bir kimse,
kâşlarmm altı ile gözlerinin üstünde kalan yeri mesh etmemiş olsa, teyemmümü
caiz olmaz. Serahsî'ntn Muhıyt'İTide de böyledir.
Teyemmüm eden
kimsenin, yüksük ve bileziklerini çıkartması gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
Teyemmüm eden kimsenin, burun delikleri
arasındaki perdeyi de meshelmesd lâzımdır.
Ve eğer toz, parmak
aralarına girmemiş ise, oraları hilaîleme-si de vacibtir. Tebyîn'de de
böyledir. [88]
Teyemmüm., yer
cinsinden olan temiz şeylerle yapılır. Tebyîn'de de böyledir.
Yanınca kül olan,
odun, ot ve benzerleri gibi şeylerle, ateşle yumuşatılıp eritilebilen, demir,
bakır, tunç, cam, altun, gümüş ve
benzerleri gibi şeyler, yer cinsinden değildirler. Özellik itibariyle, bunlara
benzemeyenler yer cinsindendirler. Bedâi'de de böyledir.
Şu sayacağımız
şeylerle teyemmüm yapılır : Toprak, kum, suyun dışında topraktan oluşan tuz,
kireç, alçı, sürme, zırnık (yaldızlı bir maden), aşı, kibrit, fir£zer,
(kıymetli bir maden) akîk, elmas, zümrüt, zeberced. Bahrü'r - Râık'te de
böyledir.
Yakut ve mercanla da teyemmüm yapılır. Tebyîn'de de böyledir.
Kiremitle de teyemmüm
yapılır. Sahih olan da budur. Bahrü'r - Râık'te de böyledir. Zâhirü'r - rivâye
de budur. Tebyîn'de de böyledir.
Toprak cinsinden olan
testi ile teyemmüm yapılır. Ancak; testinin
üzeri toprak cinsinden
olmayan bir şeyle boyanmışsa, onunla teyemmüm yapılmaz.
Hazânetü'I - Fetâvâ'da da böyledir.
Üzerinde toz bulunan
taşla teyemmüm yapılır.
Yıkanmış, üzerinde
toz bulunmayan taşlada teyemmüm yapılır.
Kaypak taş, ufanmış
olsun veya olmasın onunla da teyemmüm yapılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Kırmızı balçıkla,
beyaz balçıkla ve siyah balçıkla da teyemmüm yapılır. Bedâi'de de böyledir.
San çamurla da
teyemmüm yapılır. Hulâsa'da böyledir.
Yeşil balçıkla da
teyemmüm yapılır. Taitarhâniyye'de de böyledir.
Nemlenmiş yerle ve yaş
çamurla da teyemmüm yapılır. Bedâi'de de böyledir.
Başka şeyden yapılan
değilde, madeni olan (topraktan çıkarılmış bulunan) kalayla da teyemmüm
yapılır. Serahsî'nın Muhıyt'inde de böyledir.
Tuz'a Gelince :
Sudan meydana gelmiş
tuz ile teyemmüm etmek, ittifakla caiz olmaz.
Tuz, eğer
dağdan/topraktan meydana gelmişse, bu durumda, onunla teyemmüm yapılır diyenler
de vardır; yapılmaz diyenler de vardır. Bu iki kavil de sahihtir. Fakat, fetva,
onunla teyemmümün caiz olduğu üzeredir. Bahrü'r - Râık'te de böyledir.
Yanmış o!an bir yerin
toprağı ile teyemmüm etmek caizdir. Esahh olan da budur. Zahîriyye'de de
böyledir.
Uf anmış veya uf
anmamış inci (lü'lü1) ile teyemm.' ^n yapılmış olsa, bu caiz olmaz,
Altın veya gümüşle
teyemmüm yapılmış olsa, bunlar eğor eritilmiş iseler, teyemmüm caiz olmaz
Fakat, eğer eritilmemiş olsalar, yani
topraktan çıkarıldı klan
halde durmakta olsalar, onlarla
teyemmüm caiz olur.
Altın ve gümüş,
toprak'a karışık olduğu zaman, toprak fazla ise teyemmüm caizdir. Serahsî'nin
Muhiyt'inde de böyle'dir.
Kül, anber, kâfur ve
misk ile de teyemmüm caiz olmaz. 0
Donmuş su (buz) ile de teyemmüm yapılmaz.
Toprağa gücü yetenin,
toz ile teyemmüm etmesi ise caizdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. Ve bu
şahindir. [89]
Toz ile teyemmüm
yapılırken eller elbiseye veya üzerinde toz
olan temiz keçeye, yastığa veya bunlara benziyen herhangi bir şeye
vurulur. Bu vuruşla, ellere toz isabet ettiği zaman, teyemmüm edilir.
Hatta, bir kimse,
elbisesini, toz yükselene kadar çırpar ve ellerini havada olan toza
kaldırarak, ellerine isabet eden toz ile de teyemmüm edebilir! Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimsenin, yüzüne
ve kollarına toz isadet etmiş olsa, teyemmüm niyyeti ile onunla meshederse, bu
caiz olur; mesh etmez ise, teyemmümü caiz olmaz Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, ellerini
buğday, arpa ve benzeri şeylerin üzerine koymuş olsa ve bu sebeble ellerine
toz bulaşsa, bu tozun eseri görünmekte ise, onunla teyemmüm etmesi caiz olur.
Sirâcü'I-Veh-hâc'da da böyledir.
Fakat, eğer ellerinde
toz eseri görünmezse, teyemmümü caiz olmaz. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir. [90]
Toprak, kendi
cinsinden olmayan bir şeyle karıştığı zaman» bu karışımda, çok olana itibar
edilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Misafir (yolcu) bir
kimse, çamurlu bir yerde bulunmuş olsa da orada, su ve temiz toprak bulumasa;
elbisesinde ve eğerinde de, teyemmüm yapacak toz, bulunmasa, bu durumda, e'b i
sesine veya bedenine çamur bulaştırır ve kurduğu zaman onunla teyemmüm eder.
Fakat, bu durumda,
vakit geçme korkusu olmadan, teyemmüm etmek doğru olmaz. Böyle yaptığı
takdirde, zaruret olmadığı hat de, yüzüne çamur bulaştırmış olur.
Ancak, yine de böyle
teyemmüm etmiş olması, tmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed'e
(R.A.) göre caizdir. Çünkü çamur, toprak cinsindendif.
Çamurun içinde olan
su, müstehliktir, (helak edicidir.) Bedii* de de böyledir.
Şayet, çamur, su ile
karıştığında, su daha çok ise, onunla teyemmüm caiz olmaz. Serahsî'nin
Mumyt'inde de böyledir.
Pis olan bir elbisenin
tozu ile yapılan teyemmüm caiz olmaz. Ancak, bu elbise kuruduktan sonra
—üzerinde— toprak vaki' olursa, bu durumda teyemmüm caiz olur. Nİhâye'de de
böyledir.
Bir yere pislik isabet
etse ve sonra o yer kurumuş olsa da, orada, pislik eseri de kalmasa; yine o
yerde, teyemmüm etmek caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [91]
Teyemmüm esnasında,
azaları meshederken, üç parmaktan daha az parmakla meshetmek caiz değildir.
Nitekim, abdest alırken de, başa veya mestler üzerine mesh ederken, üç
parmaktan daha noksan parmak kullanarak meshetmek de caiz değildir. Tebyîn'de
de böyledir. [92]
Sudan, bit mil uzakta
bulunan kimsenin, teyemmüm yapması caiz olur. Muhtar olan budur. Bu mesafenin,
şehir dışında bulunması ile şehir içinde bulunması arasında bir fark yoktur.
Sahih olan da budur. Teyemmüm edecek kimsenin, mukîm veya misafir (yolcıO olma halleri de müsavidir. Tebyîn'de de
böyledir.
Herhangi bir şehirde,
susuzluktan dolayı teyemmüm etmek caiz olmaz.
Gündüz, halkının çoğu
içinde bulunan köyde, şehir gibidir. Sülemî'nin, burada teyemmüm'ün caiz
olacağını söylediği nakledilmiştir. Fakat, sahih olan ise, bu köyde de
teyemmümün caiz olmadığıdır.
Buradaki görüş
ayrılığı, o muhitte suyu arayıp sorma halinden sonradır. Suyu arayıp sormadan
teyemmümün caiz olmadığı hususunda, âlimlerimizin hepsi ittifak etmişlerdir.
Sirâcül - Vehhâc'da böyledir. [93]
Mil, fersahın üçte
biridir. Yâni 4000 arşındır.
Her arşının uzunluğu
24 parmak ve her parmağın uzunluğu da birinin karnı, diğerinin sırtına bitişik
altı arpanın mesafesidir. Bu hususta, sözlerin en isabetlisi budur- ve
Tebyîn'de de böyledir.
1 mil =.3.032
metredir. (Yaklaşık olarak)
Bundan daha az olan
bir mesafeye, ancak vaktin dar olduğu ve namaz vaktinin geçme ihtimalinin
bulunduğu zaman itibar edilir.
Teyemmüm, vahşi hayvan
veya düşman korkusundan dolayı da yapılabilir. Bu durumda, kendi cam veya malı
dolayısıyla korkmuş olması müsavidir,
Inâye'de : «Yılan ve
ateş korkusu sebebi ile de teyemmüm yapılır.» denilmiştir. Tebyîn'de de
böyledir.
Suyun yanında, hırsız
veya kendisine eza verecek zalim bir kimse bulunduğu zaman da, bir kimse
teyemmüm yapabilir. Kunye'de de böyledir.
Netf'de de : «Eşyaları
kaybetme veya borçlu olduğu şahsın alacağını istemesi korkusundan teyemmüm
yapılır.» denilmiştir. Zahidi ve Kifâye'de de böyledir.
Bir kadın, suyun
yanında bulunan fasık bir kimsenin kendisine tasallut edeceğinden korkarsa,
teyemmüm eder. Bahrü'r - Râık'ta ve NehrüH - Fâık'ta da böyledir.
Kendisinin veya
arkadan gelip kendisine kavuşacak olan> kafilede bulunanların veyahut da bir
hayvanın, av köpeğinin, bek-; çi köpeğinin susuz kalacağından korkan bir kimse,
—yanında bu- \ lunan su ile abdest almayı veya gusletmeyi terkederek teyemmüm
eder.
Yanındaki suya, çorba
pişirmek için değil de hamur yoğurmak için muhtaç olan kimse de, o su, yanında
bulunmasına rağmen teyemmüm eder.
Şehir haricinde
bulunan cünüp bir kimse, su ile yıkandığı zaman, Öleceğinden veya hasta
olacağından korkarsa, teyemmüm etmesi caiz olur.
İmâmı A'zam Ebû
Hanife'ye göre, bu kimse, şehirde olsa bile, teyemmüm etmesi yine caiz olur.
Fakat, diğer iki imamımıza göre caiz olmaz.
Buradaki görüş
ayrılığı, o şehirde hamam bulunmadığı zamandır. Eğer hamam varsa, o kimsenin
teyemmüm etmesinin caiz olmadığı hususunda, imamlarımızın ittifakı vardır.
Bir kimsenin, hamamın
suyunun çok sıcak olmasından dolayı, onunla gusletmeye gücü yetmezse, o
kişinin teyemmüm etmesi caiz olur. Gusletmeye gücü yeterse, teyemmümü caiz
olmaz. Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir.
Abdesti olmayan bir
kimse, abdest ahnea, suyun veya havanın soğuk olmasından dolayı, öleceğinden
veya hasta olacağından korkarsa, bu kişi teyemmüm eder. Kâfî'de de böyledir.
EsrârVla da, bu kavil ihtiyar edilmiştir.
Fakat, esahh olan, bu
durumda teyemmümün caiz olmayışıdır ve bu husustada ittifak vardır, Nehrü -
Fâık'ta da böyledir. Ve sahih olan, o kimse için teyemmüm etmenin mubah
olmayışıdır. Hulâsa ve Fetavâyi Kâtîiîıân'da da böyledir.
Hasta olein bir kimse,
abdest veya gusül için su bulmuş olsa; fakat, suyu kullanması hâlinde,
hastalığının şiddetlenmesinden veya hastalığının iyileşmesinin gecikmesinden
korksa, bu irimse teyemmüm eder.
Hareket sebdbi ile
damar ve kann ağrılarından şikayetçi olan kimse ile, kabarcık ve emsali bir
hastalığı olan kimsenin, suyu kullanması arasında bir fark yoktur. Bunlar
teyemmüm eder.
Bir kimsenin, bizzat
kendisinin suyu kullanmaya gücü yetmez ve kendisine abdest aldıracak birisi de
bulunmazsa, bu kimse de teyemmüm eder.
Fakat, şayet bir
hizmeittçdsi l?utunur veya suyu dökmek üzere bir ücretli tutar veya yardım
istediği zaman kendisine yardım edecek birisi olursa, zâhir-i mezheb üzere o
kimsenin teyemmüm etmesi caiz olmaz. Çünkü, o kimse suyu .kullanmaya gücü
yetecek bir durumdadır. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
O Yukarıda
bahsettiğimiz korkular; ya, delillerine bakılarak vuku bulacağına dair zann-ı
galip hasıl olmakla veya tecrübe ile veyahut da fasıkhğı açıkça belli olmayan,
müslümn hazık (bilgili) bir doktorun haber vermesi ile bilinebilir veya sabit
olabilir. İbrâ-hîm Halebî'nin Münyetüî - Musallî Şerhi'nde de böyledir.
Eğer, bir kimsenin,
vücudunda kabarcık veya yara bulunursa, bu durumda, abdestsizin veya cünübün,
yarasının çokluk miktarına itibar edilir.
Cünüb kimsede itibar,
o kimsenin vücudunun ekserisinin yaralı olmasınadır.
Abdestsiz kimsede ise,
abdest azalarının ekserisinin yaralı olmasına itibar edilir.
Eğer, bedenin veya
abdest azalarının çoğu, sağlam ve sıhhatli ve ancak azı yaralı ise, sağlam olan
yerler yıkanır; yaralı olan yerler ise meshediür. Hem yıkanıp hem de teyemmüm
edilemez. Yani, bunun ikisi bir arada yapılamaz.
Bedenin, yansınan
sağlam ve yansının da yaralı oüması halinde, meşayih arasında ihtilaf vardır.
Fakat, esahh olan, bu durumda su kullanmayıp, teyemmüm etmektir. Hul&sa'da
ve Muluyt'te de böyledir.
Cem'ıı'l - Ulûm'da :
«Sivrisinek veya şiddetli yağmur *e şiddetli sıcak korkusundan da teyemmüm
edilir.» denilmiştir. ZâSri-dt ve Kifâye'de de böyledir.
Kuyunun başında
bulunan bir yolcu (misafir) eğer yanında kovası yoksa teyemmüm eder.
Kovası olan, fakat
yanında ipi bulunmayan yolcu da teyemmüm eder. Ancak, «bu kişinin teyemmüm
edebilmesi, yanında (ip yerine geçecek bir bez parçası) bulunmaması şartına
bağlıdır; yanında böyle bir şey bulunursa, teyemmüm edemez.» demişlerdir.
Şayet, yolcunun
arkadaşının, yanında bir kovası olsa ve o kendisine : «Ben su içene kadar
bekle, kovayı sana vereyim.» demiş olsa, müstehâb olan, yolcunun, arkadaşının
kovasını vermesini beklemesidir.
Fakat, beklemeyip
teyemmüm etmiş olsa, bu da caizdir. Fetâva-yî Kâdîhân'da da böyledir.
Kendisinde buzu
delecek alet bulunan bir kimse, altında su bulunan buz tutmuş bîr
nehrin yanında, teyemmüm yapmaz. Bu hususta, teyemmüm edebilir diyenler de
olmuştur.
Buz veya kar'm yanında
bulunan bir kimsenin, onlan eritecek bir aleti var ise, teyemmüm yapması caiz
olmaz. Bu durumda teyemmüm edebilir, diyenlerde olmuştur; fakat doğrusu,
teyemmüm yapmasının caiz olmadığıdır. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Dâr-ı harb'de esir
olan bir kimseyi, kâfir abdest almaktan, namaz kılmaktan, teyemmüm etmekten men
ettiği zaman, o kimse îmâ ile namazını kılar. Kurtulduktan sonra da, bu
namazlarını iade eder.
Bir adam; diğer bir
kimseye ; «Eğer abdest alırsan, seni hapsederim veya öldürürüm»
derse, bu kimse abdest almaz; teyemmüm ile namazını kılar ve sonra yine bu
namazı iade eder. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Zindanda mahpus olan
bir kimse, su yoksa teyemmüm îe namazını kılar ve kurtulunca, bu
namazları abdestle iade eder.
Çünkü bu durumlarda,
suyu bulmaktan aciz kalmak, gerçekten \ kulların (ölümle, hapisle tehdid
edenlerin veya hapsedenlerin) iste-I ği ile tahakkuk ediyor. Ve kulların isteği,
Allahu Teâlâ'nm hakkım : iskât etmiye, (düşürmeye) müessir değildir.
Bir kimse, yolculukta
hapsedilmiş olsa, teyemmüm eder ve namazını kılar. Sonradan da bu namazları
iade etmez. Çünkü, burada hakiki acizlik durumuna, yolculuk özrü de inzimam
etmiştir, (eklenmiştir, katılmıştır.) Ve galip olan ihtimâl de yolculuk esnasında
.suyun bulunmayışıdır. Bu durumda ise, suyun yokluğu her cihetten tahakkuk
etmiş olmaktadır. Serahsnin Muhıyt'mde de böyledir.
Aslolan, nefsine veya
malına bir zarar dokunmaması halinde, bir kimsenin imkan Ölçüsünde suyu
kullanmasının vacib oluşudur.
Suyun mislinin
değerinden fazlası zarardır. Mislinin değe" rinden fazla bir ücretle,
—abdest için— su satın alması gerekmez. Bahrü'r - Râık'te de böyledir. [94]
Bir yolcu (misafir), o
civarda suyun bulunduğunu, ga:
lip bîr zann ile
zannederse, bir ok atımı —400 arşın kadar--su-vu sorup araması kendisine vacib
olur.
Şayet, kendisine haber
veren bulunmaz ve orada su bulunabileceğine, kendisinin de galip zannı
olmazsa; su araması, o kimse üzerine vacib olmaz. Kâfi'de de böyledir.
O civarda— suyun
bulunup, bulunmayacağı konusunda şüpheye düşerse, o kimsenin suyu araması
müstehâb olur.
Fakat, böyle bir
şüpheye düşmezse, teyemmüm eder. Efdal olanı, su aramayı terk etmemesidir.
Sîrârüîl - Vehhâc'da da böyledir.
Bir ğulve, 400
arşındır. Zâhîriyye'de de böyledir.
Bir adamın, su aramak
için başka birini göndermiş olması, bizzat kendisinin araması gibi kafî gelir.
Bir adam, suyu arayıp
sormadan, teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra arayıp sorsa ve fakat bulamazsa;
bu durumda» İuaâ-m-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed (R,Â.) 'e göre, o kimsenin
namazım iade etmesi gerekir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, iade etmesi
gerekmez. Sirâcü'l-VehKâcda da böyledir.
Bir kimse, soracak
kimse bulamadığından ve kendisinin de bilmediğinden dolayı, çojk yakınında
bulunan bir suyun yanında, teyemmüm edip namaz kılmış olsa, bu caizdir.
Fakat, eğer soracak
kimse olduğu halde, sormadan teyemmüm eder ve namaz kılarsa; namaz kıldıktan
sonra da bir kimseye sorar ve o da, suyun, yakın olduğunu haber verirse, kılmış
bulunduğu namaz caiz olmaz. Tıpkı bir kimsenin, (yolcunun) ma'mûr bir yere
inip de, su aramadan teyemmüm etmesinin caiz olmadığı gibi...
Fakat, bir kimse, suyu
gördüğü halde, kendisine haber verilmez, o da, teyemmüm edip namaz kıldıktan
sonra, suyun yakınlığı haber verilirse, o kimsenin namazı caizdir. Çünkü o
kimse, üzerine düşeni (arayıp sorma) yapmıştır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Arkadaşının yanında su
bulunan ve istediği zaman kendisine verebileceğini zanneden bir kimse,
arkadaşından su istemeden, teyemmüm yapmış olsa, bu teyemmümü caiz olmaz.
Fakat, istediği halde,
arkadaşı, yanında olan suyu vermezse» o kimsenin teyemmümü caiz olur.
Fakat, bu kimse,
arkadaşının, suyu verip vermiyeceğinde tereddüd eder, istemeden teyemmüm ile
namaz kılar ve sonra, isteyince arkadaşı da verirse; o kimse, kılınmış
bulunduğu namazını iade eder. 'itâbfnin Ziyâdât Şerlıi'nde de böyledir. Kâfi'de
de böyledir.
Fakat, o kimse şayet
suyu, teyemmüme başlamadan Önce vermez de, namaz bittikten sonra verirse, o
kimsenin, kılmış bulunduğu namazını iade etmesi gerekmez.
Fakat, eğer o adam,
suyun değeri kadar para vermeden suyu vermek istemez ve su isteyen kimsenin de
parası olmazsa, teyemmüm eder. Fakat, parası varsa, suyu alır ve teyemmüm
etmez.
Ancak, su sahibi,
gabn-i fahiş değerinin iki misli bedelden aşağıya satmaz, o suyu olmayarak
teyemmüm eder. Kâfi'de de böyledir.
Bu durumda, suyun
kıymeti takdir edilirken, oraya en yakın olan yerin, suyunun kıymetine i'tibar
olunur. Fetavâyi Kâdİ-hân'datf ^ böyledir.
Teyemmüm ile namaz
kılmakta olan bir kimse, namaz esnasında, arkadaşının suyunu görse, eğer, o
arkadaşının, suyu kendisine vereceğine dair görüşü kuvvetli ise, namazını
bozar.
Fakat, arkadaşının
suyu verip vermiyeceği hususunda tereddüd ederse, namazına devam eder. Ve,
namazını bitirince suyu ister. Şayet, arkadaşı suyu verirse, abdest alıp
namazını iade eder. Eğer vermezse, namazını tamamlar.
Fakat, önce suyu vermekten
kaçınır ve sonra da verirse, o kimsenin, teyemmümü de namazı da bozulmaz.
Serahsî'nin Muhıyt'in-de de böyledir. [95]
Abdesti bozan her şey,
teyemmümü de bozar. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimsenin,
ihtiyacından fazla olan suyu,
kullanmaya gücünün yetmesi hali de, teyemmümü bozar. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Cünüp olan bir kimse,
yıkansa da, vücudunun tamamını ıslatmadan suyu bitse ve başka su da olmasa; o
kimse, kuru kalan yer için, yeniden teyemmüm eder. Abdesti bozulan kimse de,
abdest için teyemmüm eder.
Hem abdest almaya hem
de gusletmeye yetecek kadar su bulan bir kimse, teyemmüm edemez. Bu suyu,
abdest ve gusül için harcar.
Fakat su, ancak
ikisinden birine yetebilecek kadarsa, o suyu, hangisine yetiyorsa, onda kullanır.
Diğeri için de, teyemmüm eder.
Ancak, —hangisine
yeteceği tayin edilmeksizin— birine yetecek kadar suyu olan kimse, o suyu,
kuru kalan yer4e kullanır; kodesi içinse, teyemmümü iade eder. Bu kavil, İmâm
Muhammed (R. A.)'in kavlidir. İmâm Ebû Yusuf (RA)'a göre, teyemmümü iade
eylemez.
Şayet, o suyu, abdest
için kullanmış olsa, bu da caizdir. İttifakla, cünüplüğü için teyemmüm yapar.
kimsenin, eğer abdest
için yetemmümü yoksa, bu su mevcut değilken de, kuru bir yerini yıkamadan önce
teyemmüm etmiş olsa, İmâm Muhammed <RA.) 'e göre, bu teyemmüm caiz olmaz,
tmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre ise, caiz olur. Önceki görüş sahihtir.
Fakat, eğer o su, hiç
birisine yetmiyecek kadarsa, teyemmümleri yerinde kalır.
Cünüp olan bir kimse,
bedeninde kuru yer varken, teyemmüm etmeden önce abdest bozmuş olsa, ikisine
bir niyyet ederek, bir teyemmüm yapar.
Şayet, hem abdest hem
de guşul için teyemmüm ettikten sonra, bunlardan birisine yetecek kadar su
bulmuş olsa; suyu, cünüp-I iikten gusletmek için,, kuru yerlerine kullanır.
Abdest içinse, yaptığı teyemmümü yeniler. Bu, İmâm Muhammed (R.A.) 'e göredir.
Vikaye Şerhi'nde ed böyledir.
Bir kimsenin, sırtında
kuru yer kalmış Olsa ve abdest azalarından birini de unutmuş bulunsa;
bulabildiği su tla, ancak bunlardan birine yetecek kadar olsa; bu kimse, o
suyu, dilediği yere harcar. Fakat, abdest azasına harcaması, daha sevimlidir.
Itâbî'nin Zl-yâdât Şerhi'nde de böyledir.
Abdesti olmayan bir
misafirin, (yolcunun) elbisesinde necaset bulunsa ve yanında da, ancak
bunların birine yetecek kadar suyu mevcut olsa; o su ile, pisliği yıkaması,
abdest için de, teyemmüm
etmesi gerekir.
Şayet, önce teyemmüm
edip, sonra pisliği yıkamış olsa, teyemmümü iade eder. Çünkü, o önceki
durumda, abdest almaya gücü yeter bir halde idi. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
O kimsenin, mevcut su
ile abdest alması ve namazı, pis elbise ile kılması da caizdir. Fakat, o
kimse, böyle yapmakla günahkâr olur. Fetâvâyiı Kâdîhân'da da böyledir.
Teyemmüm yapma hakkına
sahip olan bir hastanın, iyileştiği zaman, teyemmümü bozulur.
Bir misafir (yolcu) su
olmadığı için teyemmüm yapsa; sonra da, kendisine teyemmüm etmeyi mubah
kılacak olan, bir hastalığa yakalansa, mukim olduğu zaman, o teyemmümle
kıldığı namaz, Caiz olmaz. Yeniden teyemmüm etmesi gerekir. Çünkü, ruhsat
se-beblerinin ayrı olmasından dolayı birinci ruhsatın sebebi, ikinci ruhsatın
sebebine maniî olacağından birinci ruhsat sanki yokmuş gibi olur. Fusûlü'l -
Imâdiyye'de Temizlik Kitabının Hastalarla ilgili Hü-' kümler bölümünde de
böyledir.
Teyemmümlü bir
kimsenin, uyuyarak bir suyun yanından geçmiş olması, bütün âlimlerimize göre,
teyemmümünü bozmaz. Zâ-hidî'de de böyledir.
Bir kimsenin, düşman
veya yırtıcı hayvan korkusundan do-layı Tanına vamıya bir suya uğraması üe teyemmümü bozulmaz.
Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Yanında ipi ve kovası
olmadığı halde bir kuyuya rastiayan
ceği kadar bir suya
uğrayan bir maz.
Bu hususta esas olan :
Var oluşu, teyemmüme manî' olan her şeyin, var oluşunun, teyemmümü bozmasıdır.
Tabidir ki, var oluşu, teyemmüme mani olmayan su ise, teyemmümü bozmaz.
Be-dâi'de de böyledir.
Teyemmümlü olduğu
halde bir suya uğrayan ve .teyemmümlü olduğunu da unutan bir kişinin,
teyemmümü bozulur. Hazane-ıtül - Müftîn'de de böyledir.
Elinde, bir kişiye
keyetecek kadar sn bulunan başka bir kişi, teyemmümlü bulunan bir kaç adama :
«îşte su... Onunla
hanginiz isterseniz abdest alınız...» derse, teyemmümlü bulunanların hepsinin
teyemmümü bozulur.
Fakat, su sahibi :
«îşte sizin için
su...» demiş olsa, teyemmümlü bulunan bu kimseler, o suyu almış bulunsalar
bile, hiç birinin teyemmümü bozulmazaz.
Fakat, bunlar, kendi
aralarından, birine abdest almak için izin vermiş olsalar, o kimsenin teyemmümü
bozulur. Bu, îmâmeyn-in kavlidir; fakat kıyas, İmânı-ı AVam (R.A.) 'm kavli
üzerinedir ki, o kimsenin de teyemmümü bozulmaz. Sahih olan, hepsinin teyemmümünün
bozulmasıdır, Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Çölde yolculuk yapan
bir kimse, küp veya benzeri bir şe ye konulmuş suya rastlarsa, o kimsenin teyemmümü bozulmaz. O kimse, o sudan abdset
de alamaz.
Fakat, su çok ve
çokluğu da içmek ve abdest almak için oraya
konmuş olduğuna delalet ediyorsa, o zaman, yolcunun teyemmümü bozulmuş olur ve
o su ile de abdest alır. Fetâvâyi Kâdüıan'-da da böyledir.
Müteyemmim (teyemmüm
etmiş olan) bir kimse, yolculuk esnasında, ancak farz olan a'zalarmı birer defa
yıkayabilecek miktarda bir su bulsa, öyleki bu su, sünnet üzere abdest
alınacak olunca, kâfî gelmiyecek miktarda olsa, muhtar olan kavle göre, bu mü~
teyemmim yolcunun teyemmümü bozulur. Hülâsa da da böyledir.
Teyemmümdü bulunan bir
kimse, irtidad etse, (İslâmdan ! çıksa) teyemmümü bozulmuş olur. Hatta, tekrar
.Müslüman olsa ve o teyemmümle namaz kusa, bize göre, kıldığı bu namaz caiz
olut. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [96]
Teyemmümün, yedi
sünneti vardır. Bunlar da :
1- îki elini
toprak üstüne koymak,
2- Elleri,
toprağın üstünde ileri - geri sürtmek,
3- Elleri
silkmek,
4- Parmakların
arasım açmak,
5 - Teyemmümün
başında «besmele» çekmek,
6 - Tertibe
riayet etmek,
7- Ve bütün
bunları, arka arkaya yapmak, araya bir fasıla vermemektir. Nehrü'l-Fâık'ta da
böyledir. [97]
Teyemmüm yapacak olan
kimse, iki elini toprağa vurduktan sonra ileri iter ve geri çeker. Sonra
ellerini kaldırır ve topraklar dağılana kadar silker.
îki eli ile yüzünde
hiç bir boş yer kalmayıncaya kadar yüzünü mesheder.
Daha sonra ise,
ellerini önceki gibi yere vurup,
dirsekleri ile beraber kollarım mesheder. Tebyîtt'de de böyledir.
Âlimlerimiz «Parmak
uçlarından dirseğe varıncaya kadar, sol elinin dört parmağı ile sağ elinin dış
tarafını meshettikteri sonra, sol elinin içi ile dirsekten itibaren sağ elinin
iç tarafını, bileğe varıncaya kadar ve sor elinin baş parmağının içini sağ
elinin baş parmağının dışına sürerek sağ eliyle de aynı şeyi yapar; en lâyık
olanı da budur.» demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimsenin, vakit
girmeden önce teyemmüm etmesi, bize göre caizdir.
Fakat, suyu bulacağına
zann-ı galibi olanlar ve suyu bulacağını ümid ettiği yerle kendisi arasında bir
milden daha az bir mesafe bulunanlar için, vaktin sonuna kadar, teyemmümü
tehir etmek müstehabtır. Mi'racü'd - Dîrâye'de de böyledir.
el-Hucnedî : «Vaktin,
caiz olabileceği son zamanına kadar te'hir edilir;» demiştir. Başkaları ise :
«Caiz olan, son vakte kadar te'hir etmek müstehab'tır.» demişlerdir. Sahih olan
da budur. Sirâ-cü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Fakat, suyun varlığına
ümidi olmayan kimse, te'hir etmeyip teyemmüm eder. Namazını da müstehâb olan
—ilk— vakitte kılar. Bedâi'de ve Tahâvî Şerfal'nde ve Kâfi'de de böyledir.
Yolculuk esnasında,
bir cünüp, hayızdan temizlenmesi gereken bir kadın ve bir de cenaze bulunsa;
ancak, bunların birisine yetecek kadar da su olsa, bu su, hangisine ait ise,
onun kullanması evlâdır.
Şayet bu suya, hepsi
de ortaksa, o su, hiçbirisine harcanmaz ve bunların her birine teyemmüm mubah
olur. Bu durum, her ne-kadar mubah ise de, o suyu, cünüp olan kimsenin
kullanması daha evlâdır. Fetvâyi Kâdihân'da da böyledir. Sahîh olan da budur.
Za-hîniyye'de de böyledir.
Hatta, hayızlınm
yerinde, abdesti olmayan bir kimse bulunsa, su, yine cünübe sarfedilir. Hulâsa'da da böyledir.
Su, baba ile oğulun
arasında olursa, babanın, suyu kullanması evlâdır. Fdtâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Cünüb iken yanında,
abdeste yetecek kadar suyu bulunan bir kimse, teyemmüm eder. O sü ile abdest
alması icab etmez.
Fakat, bu kadar suyu
olan bir kimse, cünüp olur ve bununla birlikte abdest almayı gerektiren bir
hades vaki' olursa, o kimsenin, abdest alması gerekir.
Abdesti olmayan bir
kimsenin yanında bulunan ve abdest azalarından bir kısmını yıkayacak kadar
—birazcık— suyu olan bir kimse, o su ile bir yerini yıkamaz, teyemmüm eder.
Vikaye Şerhi'n-de de böyledir.
Seferi (yolcu) bir
kimse, yükü arasında su bulunduğunu bilmese veya suyun varlığını unutsa ve
teyemmüm ederek namaz kilsa kıldığı bu namaz İmâmı A'zam (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre caiz olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, caiz olmaz.
Buradaki görüş
ayrılığı, suyu, bizzat kendisinin koymuş bulunmasına ve bir başkasına, yüküne su
koymasını emretmiş olmasına göredir. Emretmiş olmamasına rağmen, koymuş
bulunduğunu bilmesi de aynıdır.
Fakat, suyu kendisi
koymamış veya bilgisinin dışında kon-muşsa, namazını iade etmiyeceği hususunda
ittifak vardır. Bu durumda, suyu, namazın içinde veya namazdan sonra
hatrlaması da müsavidir. Hidâye'de de
böyledir.
Seferi bir kimse,
çadırını, içinde su bulunan fakat üzere örtülmüş olan bir kuyunun başına
kurarak su olduğunu bilmeden veya bir nehrin kenarında bulunduğu halde sudan
haberi olmadan, teyemmüm edip namaz kilsa; namazı, İmâmı A'zam (R.A.) ile İmâm
Muhammed (R.A.) 'e göre caiz olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre ise, caiz
olmaz. Muhlyt'te de böyledir.
Bir kimse suyunun olup olmadığı konusunda— tereddüt
etse veya suyunun bitmiş olduğunu zannetse ve bu durumda, teyemmüm edip namaz
kıldıktan sonra, suyunu bulsa; o kimsenin, namazını iade edeceğinde ittifak vardır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Su, bir adamın
sırtında veya boynunda takılı —bulunan bir kapta— olsa veyahut da yanına konulmuş
bulunsa da, o kimse, bu suyu unutarak teyemmüm etmiş olsa; bu kimsenin teyemmümünün;
caiz olmadığında ittifak vardır.
Su, palanın (eşek veya
katırın semerinin) üzerinde asılı o'muş olsa; eğer bir kimse bu hayvana binmiş
- olarak gitmekte ve su da, semerin arka tarafında ise, o kimsenin teyemmümü
caiz olur. Fakat, su ön tarafta ise, o kimsenin teyemmümü caiz olmaz.
Fakat, eğer adam, bu
hayva.; sürerek götürmekte ise ve suda semerin arkasında bulunuyorsa, teyemmümü
caiz olmaz; su, semerin Önünde bulunuyorsa, teyemmümü caiz olur.
Fakat, adam, hayvanı
çekerek götüren biri ise, bu kimsenin teyemmümü, her halde caiz olur.
Serâhsî'nin Muhiyf Hnde de böyledir.
Bir kimse, hasta olsa
ve abdest almaya da teyemmüm etmeye de gücü yetmese, ayrıca, yanında, da, abdest
aldıracak veya teyemmüm ettirecek kimsesi bulunmasa, İuıâmeyn'e göre, o adam,
namaz kılmaz.
İmâm Fazl bin Muhammed
: «Ben, Kerkî'nin Câ-mfcU's -
Seğîrlnde, şöyle yazılı olduğunu gördüm : Elleri ve ayakları kesilmiş, yüzü de
yara olan bir adam, abdestsiz ve teyemmümsüz namaz kılar ve iade etmez.»
demiştir. Esahh olan da budur. Zahî-riyye'de de böyledir.
Mahpus olup da, su ve
temiz toprak bulamayan kimse, namaz kılamaz. Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A)
ve İmâm Muhammed (R.A.) 'in kavildir ve yerden veya duvardan bir şey çıkarmaya
imkân olmadığı vakit içindir. Fakat, bu kimsenin toprak çıkarma imkanı olursa,
teyemmüm eder ve namazını kılar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İzâh'da : «Abdest
aldığı zaman idrarını tutamıyan kimse, teyemmüm edince idrarını tutabiliyorsa,
teyemmüm etmesi caizdir.» denilmiştir. Sirâcül'-Vehhâc'da da böyledir.
Çölde bulunan bir
kimsenin, yanında, ağzı lehimlenmiş bir ibrik içinde zemzem bulunsa, o
kimsenin, teyemmüm etmesi caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Hazır olan bir
cenazenin namazının, kendisi abdest alıncaya kadar kılınacağından korkan bir
adamın, cenazenin sahibi değilse, teyemmüm etmesi caizdir. Fakat, kendisi
cenazenin sahibi ise, teyemmüm etmesi caiz değildir. Sahih olan da budur.
Velî'nin, cenaze
namazını kıldırmasını emrettiği kimse de, teyemmüm edemez. Fakat, bu hususta,
cenaze namazını kıldırmaya kendisinden daha yetkili bir velî hazır olunca,
yetkisi az olan kimsenin, teyemmüm etmesi caiz olur. Çünkü, yetkisi az olan
kimse, kendisinin, cenaze namazım kılmak için beklenmemesinden korka-bilir.
Cenaze namazım
kıldırmak için, bir başka kimseye izin vermiş olan velî'nin de, teyemmüm etmesi
caiz olur. Behrü'r-Râık'ta da böyledir.
Bir adam, teyemmümle
bir cenaze namazı kıldıktan sonra, ikinci bir cenaze daha gelmiş olsa; eğer,
birinci cenaze ile ikinci cenaze arasında, bir abdest alacak kadar vakit yoksa,
o teyemmümle, ikinci cenazenin namazını da kılar. Fakat, vakit varsa kılamaz;
yeniden teyemmüm yapar. Muzmarât'ta da böyledir.
Vaktin çıkmasından
korkmadıkça, bayram namazına başlamadan, önce, imâmın teyemmüm etmesi caiz
olmaz. Fakat, vaktin çıkmasından korkuyorsa, teyemmüm caiz olur.
Muttedî'de, eğer,
abdest alıncaya kadar, namazın kılınıp biteceğinden korkmuyorsa, teyemmüm
etmesi caiz olmaz; fakat, namazın kılınacağından korkuyorsa, teyemmüm etmesi
caiz olur.
Teyemmümle namaza
başlamış olan bir kimsenin, abdesti bozuîsa; bu kimsenin, —tekrar— teyemmüm
©dip, namaza devam edeceği hususunda, hiç bir ihtilâf yoktur.
Fakat, abdestle namaza
başlamış olan bir kimsenin, abdesti bozulmuş olsa; bu kimse eğer, vaktin
çıkmasından korkarsa, bil-icinâ', teyemmüm ederek namaza devam eder.
Fakat eğer, bu kimse,
vaktin çıkmasından korkmaz ve imâm, namazı bitirmeden, abdest alıp ona
yetişeceğini ümid ederse; bu kimsenin teyemmüm etmesi, bil-iemâ' mubah olmaz.
Şayet, bunu iunid etmiyorsa, o kimse, teyemmüm edip namazına devam eder. Bu,
İmâm-ı A'zam (R.A.)'a göredir. Diğer imamlarımız ise, buna muhaliftir. Mhâye'de
de böyledir.
Aslolan, edâ
edilmediği zaman, onun yerini tutabilecek bir şeyin .olmaması halinde, teyemmüm
etmek caizdir;
Fakat, bir ibadetki
onun halefi (yerini tutacak bir şey) var-ı!ır, onun için teyemmüm etmek caiz
değildir. Cum'a namazı gibi Cevlıeret'ün - Neyyire'de de böyledir.
İki kimsenin, aynı zamanda ve aynı yerde teyemmüm etmesi caizdir. Serahsî'nin
Muhıyt'inde de böyledir.
Bir adamın, aynı
yerden tekrar tekrar teyemmüm etmesi de caizdir. Fetâvâyi Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Cühüp olan bir
kimsenin, teyemmümle, cenaze ve bayram namazlarını kılması caiz olur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, teyemmümlü
olduğuna kani oldukça, abdes-tirvn bozulduğu şüphesine düşünceye kadar teyemmüm üzeredir. Abdestsiz olduğuna kani
olunca da, teyemroümlü olduğuna inanana kadar abdestsizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Teyemmüm üstüne
teyemmüm etmek, sevab değildir, Künyede de böyledir.
Misafir, (yolcu) suyun
olmadığını bilse bile, cariyesi ile cima' edebilir. Hulâsa'da da böyledir.
Teyemmümle namaz kılan
bir kimseye, bir hiristiyan «aî-dese, o kimse namazım bozmaz. Çünkü, nasranînin
sözü sana su»yunftu, Hüsranının sözü istihza olabilir. Namaz ise, şüpheli olan
bir şeyden dolayı bozulmaz. Namazı bitirdikten sonra o su istenir. Eğer,
Nfesrânî suyu verirse, o kimse, teyemmümle kılmış olduğu o nama7j iade eder.
Fetâ-vâyî Kâdîhân'da da böyledir. [98]
Mestler üzerine
meshetmek bir ruhsattır. Bir kimse, meshin caiz olduğunu görüp bildikten sonra
azimet yolunu tercih etmiş olsa, yani ayaklarım yıkasa, bu daha evla olur.
Tebyîn'de de böyledir. [99]
Mestle yol yürümenin
mümkün olması ve -onun topuk kemiklerini örtmesi, meshin caiz olması için
gereklidir.
Topuklarının üst
tarafını örtmesi şart değildir. Muhıyt'te de böyledir. Hatta bir adam, ancak
topuğunu örtecek kadar olup fazla uzun olmayan bir mest'e, meshetmlş olsa, bu
caizdir.
Üstü ve altı deri ile
kaplanmış olan çoraba, meshedilir. Kâfi'de de böyledir.
Altına deri konularak,
nalın şeklinde getirilmiş olan çora da bunun üzerinedir. Nehrül-Fâık'ta da böyledir.
Bir yere
dayanmaksızın, ayakta dikine durabilen ve altı görünmeyen, derişiz kalın
çoraba da meshetmek caizdir. Fetva da bunun üzerinedir. Nehrü'l-Fâık'ta da
böyledir
Bir adam, ayakları ve
topukları görünmeyen ancak bir veya iki parmak miktarı görünen—, bir fotin (ayakkabı)
giyse, onun üzerine meshetmesi caizdir. Bu ayakkabı, koncu olmayan mest
yerinedir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Ham bez veya benzeri
bir şeyden yapılmış olan bir çizme giymiş bulunan kimsenin, bu çizmenin üzerine
meshetmesi caiz olmaz.
Fakat, sahtiyandan
veya benzeri şeylerden yapılmış olan çizmeler üzerine meshetmek caizdir.
Mestleri üzerine
bezden veya benzeri bir şeyden yapılmış çizme giyen bir kimsenin, o çizmenin
üzerine meshetmesi caiz olmaz. Fakat bu çizmeler, çok ince olur da,
meshedilirken elin yaşlığı, altındaki mestlere geçerse, bu durumda meshetmek
caiz olur.
Eğer, çizmeler
sahtiyan (deri) ve benzeri şeylerden yapılmış olur ve o kimse, çizmelerini,
ayaklanriı yıkamak sureti ile aldığı abdest bozulduktan fakat, mestlerinin
üzerine meshetmeden önce giymiş veya ayni abdesti bozulduktan ve mestlerinin
üzerine mesh ettikten sonra giymiş ise, o çizmelerin üzerine meshetmesi,
bil-ic-mâ caiz olmaz. Fakat, eğer abdesti bozulmadan önce giymiş ise, o
çizmelerin üzerine meshetmesi, bize göre caiz olur. Muînyt'te de böyledir.
Bir kimse,
mestlerinden birinin üzerine, çizmelerinden birini giymiş olsa, mestin biri
ile, o tek çizmenin üzerine meshetmesi caiz olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da
böyledir.
Sahtiyan Ederi) den
veya benzerinden iki kat olarak yapılmış bulunan mestin üzerine methedilir.
Kafî'de de böyledir.
Türklerin keçeden
yaptıklar mestleri, meshetmek caizdir. Çünkü onunla yola gitmek, yürümek
mümkündür. Bu hususta, sahih olan yol da budur. Şerh-i Mebsû't'ta da böyledir.
Çarık, eğer ayağı
Örter, ayağın üstü ve topuklar görünmez ise, onun üzerine meshetmek caizdir.
Ayaktan, veya iki parmak miktannea, bir yerin görünmesi daima müstesnadır ve meshe mani' değildir.
Çarık, söylenildiği
şekilde olmaz, fakat çarık giyen kimse ayağım deri ile örter ve dikerek o
deriyi çarıkla da bitiştirirse, yine, çarığın üzerine meshetmek caiz olur.
Fakat, bu deriyi dilemez de bir
şeyle bağlarsa, bu durumda meshetmek caiz olmaz. Hulâsâ'da da böyledir.
Demirden, camdan ve
odundan yapılmış olan mestlere, meshetmek caiz değildir. Cevhertü'n -
Neyyrre'de de böyledir. [100]
Her mestin üzerinde,
el parmaklarından üç parmak kadar bir yerin meshedilmesi gerekir. Esahh olan da
budur. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Mestin altını,
Ökçesini, koncunu, etrafını ve topuklarını meshetmek caiz olmaz. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir kimse, ayağının
birinin üzerine iki parmak miktarı, diğerine de beş 'parmak miktarı meshetmiş
olsa, bu caiz olmaz. Fethü'I - Kadîr'de de böyledir.
Ayaktan hâlî olan
(içinde ayak bulunmayan) mestin üzerene, meshedilmiş olmasına itibar edilmez.
Bir kimse, geniş olan
mestinin boş kısmına, ayağmı iletse de, o ayağın üzerine mesh etmiş olsa, bu
caiz olur. Fakat, ayak o yerden aynlırsa, meshi iade eder. Sirâcül-Vehhâc'da
da böyledir.
Bir kimsenin,
ayaklarının birinde cerahat (yara) olsa da, onu yıkamaya ve meshetmeye gücü
yetmese, bu kimsenin diğer ayağına meshetmesi caizdir.
Ayağının birisi,
topuğunun yukarısından kesilmiş olan kimsenin de, diğer ayağım meshetmesi
caizdir.
Şayet, kesilmiş olan
ayağında, üç parmak miktarı bir yer kalmışsa, o kimsenin her iki ayağına da
meshetmesi caizdir.
Fakat, kesilen ayakta
meshedüecek yer kalmasa da, yıkanacak yer kalmış olsa, bu durumda, her iki
ayağmı da meshetmesi caiz olmaz', (yani yıkaması gerekir) Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adamın, mestleri
üzerine giydiği çizme geniş olsa da o kimse, eiini çizmenin içine sokarak,
mestlerinin üzerine meshet-kc, bu caiz olmaz. Kunye'de de böyledir. [101]
Sahih olan kavle göre,
meshin, üç parmak ile yapılması gerekir.
Hatta, bir kimse, bir
parmağı ile, suyu tazlemeden üç yere birer defa (toplamı üç defa) meshetmiş
olsa, bu caiz olmaz.
Fakat, bir parmağı
ile, her defasında yeni su alarak, ayrı ayn yerlere üç defa meshetmiş olsa,
yaptığı bu mesh caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, şayet baş
parmağı ile şehâdet parmağının iyice açılmış hâli ile meshetmiş olsa, bu caiz
olur. Fetâvâyi Kâ-dîhgn'da de böyledir.
Bir kimse, üç
parmağını, mestinin üzerine koymuş olsa fakat onları sürterek çekmese, meshi
yine caizdir. Yalnız, bu hal sünnete muhalif olur. Münyetül - Musa&fde de
böyledir.
Bir kimse, mestlerini,
parmaklarının ucu ile meshettiği zaman, eğer parmaklarından su damlarsa, meshi
caiz olur; damlamazsa, caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, meshedilmesi
gereken yere su dökülmüş olur veya yağmur yağmış olmasından veyahut da otlakta
yürümekten dolayı, mestler üç parmak miktarı ıslanmış olursa, bu haller, mesh
yerine caizdir. Sahih kavle göre, çiğ de yağmur gibidir. Tebyîn'de de böyledir.
Yıkanan yerin ıslağı
ile meshetmek caizdir. Bu ıslağın, damlaması ile damlamaması eşittir;
Fakat, meshettikten
sonra, elde kalan ıslakla meshetmek caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Mesh, sağ elin
parmaklarını, sağ ayaktaki mestin önüne; sol elin parmaklarını da, sol ayaktaki
mestin Önüne koyarak ve parmakların arasını da açık bir şekilde bulundurarak,
elleri, topukların üzerine doğru», bacağa varıncaya kadar çekmektir. Bu meshin,
sünnet olan şeklinin ta'rifidir.
Ancak, bacaktan
başlayıp, parmaklara kadar veya enine bir şekilde, meshetmek de caizdir.
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Bir kimse, avuç
içlerini, mestlerinin üzerine kor ve sürterek çekerse veya avuç içi ile
birlikte, parmaklarını da kor ve sürterek çekerse, bu da güzeldir. En güzeü
ise, elin tamamı ile mes-hetmektir.
Avucun dış tarafı ile
meshetmek de caizdir. Ancak, müs-lehab olan, avucun iç tarafı ile meshetmektir.
Hulâsa'da da böyledir.
Zahirür' - rivâye'de,
parmak izlerini açığa çıkarmak şart değildir. Ancak, parmak çizgilerini açığa
çıkarmak müstehabtır. Vîesh'te, tekrar, sünnet değildir. Tahâvî ŞerHi'nde
de böyledir.
Mest'ler üzerine
meshederken, niyyet sari değildir. Sahih olan da budur. Fethül - Kadîr'de de
böyledir.
Bir kimse, tehâret
niyyeti ile değil de, sadece öğretmek niyyeti ile abdest alsa da
mestlerinin üzerine meshetse,bu abesti, abdest olarak caizdir ve sahihdir.
Huîâsa'da da böyledir. [102]
Meshih caiz olabilmesi
için, mestleri giymeden önce veya giydikten sonra, alman abdest, araya hades
girmeden tamamlanmış olmalıdır. Muhıyt'te de böyledir,
Hatta, bir kimse, önce
iki ayağını yıkamış ve sonra da mestlerini giymiş; fakat, henüz abdestini
tamamlamadan* hades vâki' olsa (yani abdesti bozulsa), giymiş bulunduğu
mestlerine, mesh caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, abdestsiz
iken, mestleri giyüi halde ve suya girerek yıkansa ve ayaklarına su dolsa;
sonra da, diğer azalarını vıLayarak abdestini tamamlasa; bu şekilde almış
olduğu abdest, tamamlandıktan sonra, bozulsa; bu kimsenin tekrar abdest
alırken, mestleri üzerine meshetmesi caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, eşeğin
artığı olan su ile abdest alsa ve bu ab-'Ifcstle b; riskle teyemmüm de yaparak
mestlerini giydikten sonra, ah-desii bozulsa; eşeğin artığı ile abdestde alır,
teyemmüm de eder; mestleri üzerine de, mesheder.
Abdesr. alırken, tertibe ilî.yet etmek, sünnettir. Buradaki durum tertibe îııv-ı , (himi'den abdrM alınması, halinde söz
konusudur.
Bu kimsenin, ikinci
defa adbest aldığı su; şayet, eşeğin artığı olan su değil de, içinde hurma
ıslatılmış su olsaydı, mesh yapılmazdı. (Yani ayaklar yıkanırdı.) Kâfî'de de
böyledir.
Fetvalarda : «Eşek
artığı ile abdest alan bir kimse, mestlerini giyse ve abdesti bozulana kadar da
teyemmüm etmese; o kimse, tekrar, eşek artığı olan su ile abdest alır,
mestlerine meshe-der ve sonra da teyemmüm ederek namazını kılar. Serahsî'nin
Mu-hıyt'lnde <"e böyledir.
Teyemmümle mest giyen
kimsenin, abdesti bozulunca, o mestlerıeshetmesi caiz olmaz. Hızânetü'i -
Müftîn'de de böyledir.
Cünüp olan kimse,
ister mestlerini giymeden önce, İsterse mestlerini giydikten sonra, cünüp olmuş
olsun, mestleri üzerine mesheyliyeraez.
Ancak, bu kimse,
cünüplükten temizlenmek için teyemmüm eder, abdestsizükten dolayı da abdest
alırsa ve ayaklarını yıkadıktan sonra da mestlerini giyerse; müddeti içinde,
her abdest alması sırasında, o mestlerle mesh etmesi caiz olur, Muzmarât'ta da
böyledir.
Cünüp olan bir kimse,
yıkandığında, abdest azalarının bazı yerleri kuru kalarak oralara su ulaşmamış
ve o kuru yeri yıka-madanda abdesti bozulmuş olsa; bu durumda, giyilmiş bulunan
mestlerin üzerine, mesh yapılmaz. Tebyîn'de de böyledir. [103]
Mesh, belli bir müddet
için yapılmalıdır.
Müddet, mukîm (yolcu
olmayan) için, bir gün ve bir gecedir. Misafir (yolcu) içinse, üç gün ve üç
gecedir.
Yolculuk, ister ibadet
için olsun, ister kabahat için olsun, müsavidir. Sirâciyye'de de böyledir.
Müddetin başlangıcı:
Mestleri giydikten sonra, abdestin bozulmuş olduğu zamandır.
Sabah vakit abdest
alıp, mestlerini giymiş olan bir kimsenin, ikindi vaktinde, abdesti bozulur ve
tekrar abdest alıp, mestlerine meshederse, o kimse için mesh müddeti, eğer, kendisi seferi değilse bir gün sonranın ikindi vafcinde abdestin bozulduğu-ana kadardır. Fakat, eğer
misafirse, dördüncü günün ikindi vaktine kadardır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Mukim, (yolcu olmayan)
misafir olursa, (yola çıkarsa), mesh müddetini, misafir gibi uzatır.
Mukimin, mesh müddeti
tamam oluktan sonra, yolculuğa çıkması gerekiyorsa; mestleri çıkarır,
ayaklarını yıkar ve tekrar mestlerini giyer. Muhiyt'te de böyledir.
Misafir, mestlerini
mesh müddeti tamam olmadan mukim olsa, mestlerini çıkarır ve ayaklarını yıkar.
Şayet, ikamet müddeti
bitmeden mukim olursa, mestlerini, o müddete tamamlar. (O müddet tamamlanıncaya
kadar çıkarmaz.) Hulâsa'da da böyledir.
Özürlü olan bir
kimsenin, abdest alıp mestlerini giyerken Özürii bulunmazsa, özürü olmayanlar
gibi mesh müddeti içinde, mestlerine mesheder.
Şayet, bir kimsede,
abdest alırken veya meshin birini giyerken, özür bulunursa, onun için mesh
müddeti, içinde bulunduğu vaktin dahilidir. Mesti üzerine meshetmesi, yalnız o
vaktin içinde caiz olur. o vaktin haricinde, caiz olmaz. Bahrü'r - Raık'ta da-
böyledir. [104]
Mestte, ayak
parmağının küçüğü ile, üç parmak miktarı yırtığın, bulunmaması gerekir. Sahih
olan da budur. Hidaye'de de böyledir.
Esahh olan kavle göre,
üç parmak miktarı yırtığın, tamamen görünmesi şarttır.
Yırtığın, mestin iç
yüzünde, dış yüzünde veya ökçe tarafında olması müsavidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Fakat yırtık, mestin
boğaz kısmında bulursa, meshin caiz olmasına mani olamaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Yırtıklarda, üç küçük
parmak miktarına itibar edilmesi, mestlerde, parmakların haricinde olan yerin
açılması halindedir.
Fakat, bizzat
parmakların bulunduğu yer açıldığı /aman, imik-beı* olan, hangisi olursa olsun,
üç parmağın açılmış olmasıdır.
Hatta, baş parmakla
yarımdaki parmak açılmış alsa, aslında bu iki parmak, küçük parmaklardan üç
parmak miktarında olmalarına rağmen, —bunlar, iki parmak oldukları için—, mesh
caizdir.
Fakat, yanlarındaki de
açıîır ve açık parmak sayısı, üçe çıkmış bulu "îursa mesh, caiz olmaz.
Parmaklan kesilmiş
olan kimselerde, —mestin durumunu tesbit ederken— başkalarının parmaklarına
itibar edilir. Tebyîn'do de böyledir.
Yırtıkların, bir
mestte Olması itibare alınır. İki meMifeid yırtıklar, bir araya toplanarak
değerlendirilmezler.
Mestin bîrinde bir
parmak, diğerinde de İki parmak inik [arı yırtık bulunsa, bu mestlerin üzerine
meshetmek caizdir.
Fakat, bir mestte,
mesttir "Önünde, Ökçesinde ve yanında bı rer parmak miktarı yırtık
bulunmuş olsa, bu mestin üzerine mesh etmek caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Dikiş araları gibi çok
küçük yıllıklar, bu meselr\v da M! değildir. Onlara itibar edilmez.
Meshetmeye mani' olan
yırtık, açıhp altı görünen veya bi tişik olsa bile, yürüyünce açılan ve ayağı
gösteren yırtıktır.
Fakat, her ne kadar
yırtık uzun olsa da, eğer altı açıhp görün müyorsa meshe mâni' değildir.
Dışı açılmış olan
mestin, iç kısmında dikilmiş deri veyu bez astra bulunsa, bu şekildeki yırtıkda
meshe mani' değildir. Tebylin'de de böyledir.
Mest, çorap veya
çarık, ayağın üst kısmında yarılmış (yır tılmış, sökülmüş) olsa fakat düğmelerle
üzeri bağlanınca o yani-, kapansa, bu durumda o yarılmamış gibidir.
Eğer, ayağın üst
kısmından bir şey, açığa çıkıp görülürse, Ih. durumda — yarılma da — mestin
yırtılması gibidir. Zâhidi'dc do böyledir. [105]
Abdesti bozan her şey meshi
de bozar.
Ayrıca, mestlerin
ikisinin veya birisinin ayaktan çıkmış olması da meshi bozar.
Mesh müddetinin sona
ermesi de, meshi bozan şeylerdendir. Bu hüküm, su bulunduğu zaman geçerlidir.
Fakat, su bulunmazsa, bu durumda mesh bozulmaz. Bilakis, onunla namaz kılmak
caiz olur. Hatta, bir kimse, namaz kılmakta iken, mesh müddeti bitmiş fakat su
bulamamış olsa; o kimse, namazına devam eder. Esahh olan da budur. Fakat, bazı
alimler: «Bu durumda, o kimsenin namazı bozulur.» demişlerdir. Bu da eşhebdir.
Tebyin'de de böyledir.
Bir kimse, abdestli
iken mestini çıkardığı zaman, yeniden abdest alması gerekmez. Bu kimsenin,
sadece ayaklarını yıkaması kâfî'dir. Abdestli olduğu halde, mesh müddeti biten
kimse de böyle yapar. Hidâye'de de böyledir.
Mestlerini çıkardığı
zaman, ayaklarının soğuktan donacağından korkan bir kimse için, her ne kadar
mesh müddeti uzamış (geçmiş) olsa da, meshetmek caiz olur. Bu durum, sargı
üzerine meshetmek gibidir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Sahih olan kavle göre,
ayağın, mestin koncuna çıkması, mestin —tamamen— çıkması demektir. Hidâye'de de
böyledir,
Mest, geniş olsa da,
ayağı, mestin içinde kaldırınca, ökçe yerinden çıksa; fakat, ayağı basınca ökçe
yerine dönse, bu durumda, o mestin üzerine meshetmek caizdir.
Topal olan bir adam,
ayaklarının dışına basarak yürüyor ve gerçekten ökçesi, ayakkabının içindeki
yerinden aynlıyorsa, bu kimsenin ayağı, mestinin koncuna çıkmadıkça, mesh
etmesi mubahtır. Fetâvâyi Kâdihan'da da böyledir.
Mestlerinin üzerine
astarlı mest giyen kişi, bu giymiş olduğu şeyi çıkarınca, diğer mesti üzerine-
tekrar mesh etmez:
Mestlerinin üzerine
kıllı bir şey giyip de, o şeyin i
kıllarını traş eden kişi ne mestlerinin üzeri soyulan — yani derisi kavlayan kişi
de, mestlerinin üzerine meshi, yenilemez. Serahsî'nin Muhıyt-'in de de
böyledir.
Bir kimse,
çizmelerinin, üzerine meshettikten sonra, onları çıkartmış olursa, altta
bulunan mestlerinin üzerini, yeniden mes-heder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, şayet
çizmelerinden birini çıkartmış olsa. onun altından açığa çıkan mestin üzerine, mesheder. Ve,
diğer çizmeye de, meshi yeniler. Zahirü'r - rivâye'de böyledir. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir.
Mestlerini, kâmil bir
tehâretle (yani, ayaklarını da yıkayarak abdest almış olarak) giymiş olan bir
kimsenin ayağının birine sonradan su girmiş ve giren bu su da topuğuna kadar
çıkmış olsa, hatta, — bu sebebten — ayağının tamamı yıkanmış bulunsa, bu
kimsenin, diğer ayağım da yıkaması gerekmez. (Bu görüş zayıftır. Sahih olan: Bu
kimsenin meshi bozulduğu için,-diğer ayağını da yıkamasıdır.)
Ayağının ekseri
ıslanmış olan kişi için de, durum aynıdır. Esahh olan da budur. Zahiri y ye'de
de böyledir.
Bir adamı abdest alıp,
sargısını bağlayarak^İju, sargı üzerine meshetse veya ayaklarını yıkayıp
mestlerini giys'e; sonra da, abdesti bozulsa, bu durumda, abdest alarak
sargının ve mestlerinin üzerine, mesheder.
Eğer, abdest
bozulmadan yara iyi olursa, yaranın yerini yıkar ve mestlerine mesheder. Şayet,
o abdest bozulduktan sonra yara iyileşmiş olursa; yeniden abdest alırken, mestlerini
de c^car-ması gerekir. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir. [106]
Sargılarüzerine
meshetmek İmâm-i A'zam Ebû Hanfife (R. A.) 'ye göre, farz değil, vacibtir.
Sahih olan da budur. Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Sargılar üzerine,
ancak altını yıkamaya gücü yetmiyenler meshedebilir.
Sargılar üzerine,
yaraya su dokumasının zarar vermesi veya sargının çözülmemesi halinde,
meshedilebilir. Vikaye Şerhi'nde db böyledir. .
Sargının çözülmemesi
bunun bir kimsenin, sargıyı bizzat kendisinin bağlayamayacağı yerde bulunması
veyahutda bağlayacak başka bir kimsenin olmaması halidir. Fethüt - Kadtr' de de
böylediı".
Eğer, yarayı soğuk su
ile" yıkamak zarar verir de, sıcak su ile yıkamak zarar vermezse, onu
sıcak su ile yıkamak lâzım olur. Zahir olan da budur. İmâm-ı A'zam Ebû
Hanafe(RA.' ise: «Zarar vermese bile, yarayı yıkamak terkedilebilir.» demiştir.
Diğer iki İmamımıza göre, bu durumda, yarayı yıkamak terkedilmez. İtâbiyye:
«İmâm-ı A'zam (R.A.) da, îmâmeyn'in bu görüşüne dönmüştür.» demiştir. Fetva
da, bu görüşe göredir.-Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
Eğer sargı, bizzat
yaranın bulunduğu yerden daha fazla yer işgal ediyor yâni, yaranın kapladığı yerden daha fazla
geniş bir alan, sargı ile sarılmışsa ve sargının çözülmesi veya çözüldükten sonra yaranın meshedilmesi zarar veriyorsa, hem yaranın
üzerindeki ve hem de yarasız yerin üzerindeki sargıya meshedülir.
Fakat, eğer yaranın
üzerini meshetmek zarar verir de,
sargının çözülmesi zarar vermezse; o zaman,' yaranın
üzerinde bulunan sargının üzerine meshedilîr, .yaranın etrefmdaki sağlam yerler
ise yıkanır. Yara da bizzat meshedUir.
Yara ile kırık, çıkık
gibi haller müsavidir. Yani, yaranın üzerindeki sargı hangi hükme tabii ise,
kırık ve çıkıkların üzerindeki sargılar da, o hükme tabi'dirler. Fethül -
Kadir'de de böyledir.
Sargının ekserisi
üzerine meshetmek kâfidir. Fetva da buna göredir.
Sargının, yansının
veya yarısından daha az bir kısmının üzerine mesh etmek, caiz olmaz. Bu husus,
biMcmâ' böyledir. Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir.
Kan aldıran bir kimse,
yaranın üzerinde bulunan birinci sargıya meshetse de, onun üzerinde bulunan
sargıya meshetmese, bu caizdir. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
Ele bağlanmış bulunan
iki ayrı sargının arasında, sargısız yer bulunsa, iki sargının arasındaki 6
yere ide meshetmek kâfi gelir. Sahih olan da budur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Yara iyi olmadan,
üzerindeki sargı düşmüş olsa, yarayı yıkamak gerekmez ve mesh de bozulmuş
olmaz.
Ancak, iyi olduğu
zaman, bir yaranın üzerindeki sargı düşerse, bu yaranın yıkanması gerekir.
Çünkü, bu son durumda, mesh de bozulmuştur. Mııhıyt'te de böyledir.
Abdest alan bir kimse,
yaranın üzerinde bulunan ilacın üzerine su sürer ve sonra da, yaranın
iyileşmesinden dolayı bu ilaç düşmüş olsa; o şahsın, bu yaranın yerini yıkaması
gerekir. Aksi taktirde, yani üaç düşnıemişse yıkaması gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Tırnağı kırılmış olan
bir kimse, kınlan tırnağının üzerine, ,ilaç koyduğunda veya sakız
yapıştırdığında, bunların kaldırılması
zarar verirse, kaldırmayıp, üzerlerine mesheder. Meshetmek de zarar verirse,
bu durumda, onu da terkeder.
Uzuvlarında yarık olan
bir kimse, gücü yeterse onların üzerine su dökerejc yıkar; yetmezse buların
üzerini mesheder. Ona da gücü yetmezse, terkeder ve yarıkların etrafım yıkar.
Tebyîn'de de böyledir.
Üzerine meshedihniş
olan sargısı düşen ve bunu başka bir sargı ile değiştirmiş olan kimsenin,
yeniden, — bu yeni sargı üzerine — meshetmesi en doğru davranıştır. Zehiyre'de
de böyledir.
Parmağında bulunan bir
çıbandan dolayı, onu, bir ilacın içine sokmuş olan bir kimsenin, bu durumda;
ilaç çıbanın bulunduğu yerin daha ilerisine geçmiş olursa, bu kimse, abdest
alır ve o çıbanın— üzerindeki ilacın— üzerini mesheder. Bu durumda, yapılan
meshin caiz olması için, meshin sargıyı geçmiş olması gerekir.
Kan aldıran kimse
hakkındaki hüküm de, böyledir. Fetva da bunun üzerinedir.
İki kolunda cebair
(tahta sargılar) bulunan bir kimse, meshetmek niyyeti ile, bir kapdaki suya,
iki kolunu da daldırmış olsa; bu kimsenin meshi caiz olmadığı gibi, kollarını
soktuğu suyu da ifsâd etmiş olur.
Sargının, el
parmaklarında veya avuç içinde olması hali, bunun aksinedir. Yani bir kimse,
meshe niyyet ederek, tahta ile sarılmış olan ellerini, bir kapta bulunan suya
batırsa, meshi caiz olduğu gibi, o su fasid olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Kırıklarda kulanılan
tahta sargılar ile yaralar için kullanılan bez sargıların üzerini meshetmek
buların altını yıkamak gibidir. Ancak, yıkamaya bedel değildir. Hatta, sargı,
ayaklardan birinde olsa ve onun üzerine meshedilmiş bulunulsa, diğer ayağın
yıkanması gerekir. Tebyin'de de böyledir.
Bu meshler, bir
vakitle kayıtlı değildir ve sargıların, ab-destli veya abdestsiz olarak
sarılmış olanları arasında da bir fark yoktur. Büyük ve küçük hadesler, de
(icabettiği halde gusletmemiş veya abdest almamış olmakta da) bir fark yoktur.
Meshedilirken,
niyyetin şart olmadığı hususu, ittifakla nvayet olunmuştur.
Sahih rivayetlere
göre, —her defasında— bir kere meshetmek — yani meshi bir defada birkaç kere tekrarlamamak
— kafidir. Muhıyt'te de böyledir.
Sargıların üzerinde
bulunan sargı katlan düşse, alttan çık--mış olan sargıya yeniden meshetmek icab
etmez Bahni'r - Râık'tda böyledir.
Bir kimsenin, ayağının
birisini yıkaması ve diğer ayağında bulunan mestin üzerini meshetmesi; yani
yıkama işlemi ıfemes-hetme işlemini bu şekilde bir araya getirmesi caiz olmaz.
Kâfi'de de böyledir.
Ayaklarından birinde
yara olan ve bu yara üzerinde sargı bulunan bu adam, abdest alırken sargılı
ayağına mesh, diğer ayağını ise yıkar; sonra da üzerine mestini giymiş olursa,
o mestin üzerine meshetmesi caiz olmaz.
Fakat sargının üzerine
mesheder ve iki mestini de giyerse, o mestlerin üzerine meshetmek caiz olur.
Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Ayaklarının birinde,
sivilce (kabarcık) bulunan bir kimse obdesi alıp, mestlerini giyindikten sonra,
abdesti bozulsa ve yeniden abdest alsa ve mesıtlerinin üzerine mesh eylese; bu
abdestle de namazlar kılmış olsa, mestlerini çıkardığı zaman o sivilceyi
(kabarcığı) patlayıp yarılmış ve ondan kan akmış olduğunu görse ve sivilcenin
de ne zaman varıldığını bilmese; eğer yaranın başı ı ve bu şahıs da mestlerini,
feGrin tulü'u (ortalığın aydınlanma} -imanı giymiş ve çıkarışı da yatsı
namazından sonra vuku' bulmuşsa, sa-Dah namazını yeniden kılmaz, diğer namazları ise yeniden kılar.
Ve eğer, bu yaranın
başı kanla ıslaksa, kılmış bulunduğu namaz-.arın hiç birini iade eylemez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir sargı ile sarılmış
bulunan yaranın kam veya cerahati, »argının dışına çıkarsa, abdest bozulur.
Fakat böyle bir ıslaklık sargının dışına çıkmazsa abdest bozulmaz.
0 Şayet, sargı iki kat
olur da, ıslaklık bir kısmına geçmiş bulunursa, bu durumda abdest bozulur.
Eldivenlere mesHetmek
caiz değildir. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, diğer bir
şahsa, kendisinin mestlerine mesh eylemesini emretse de o da meshetmiş oka, bu
mesh caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Mestler üzerine
meshetmek hususunda, kadınlar da erkekler gibidir. Mestlere meshetmenin caiz
olup olmamasında, her ikisi de eşittir. Muhıytte de böyledir. [107]
Doğum yolundan değil
de rahimden gelen kandır. Arkadan kan gelmiş olsa, o hayız kanı değildir.
Fethü'l Kadîr'de de böyledir.
Hayız kanının
kesilmesinden sonra yıkanmak, müstehabtır.
Bu konu, çok önemli bir
konudur. Hayız kanı ile ilgili meseleleri iyi bilmek lazımdır.
Hayız kanı, dokuz
yaşından itibaren başlar ve kan kesilme zamanına kadar devam eder. Bedâî'de de
böyledir.
Ei-iyâs : «Bu zaman,
elli beş sene —yaş— olarak takdir edilmiştir.» demiştir. Muhtar olan görüş de
budur. Kavillerin en doğrusu ve güvenileni de budur. Fetva da bunun üzerinedir.
Mi'râ-cU'd - Dirâye'dc de böyledir.
Zahir mezhebde, elli
beş yaşından sonra görülen kan, hayız kam değildir. Fakat, eğer kan kuvvetli
ise, onun hayız kanı sayılması ihtiyar edilmiştir. Şerhül - Mecmu'a'da da
böyledir.
Kanın, fereden dışarı
çıkması lâzımdır. Şayet, kürsüf (ka-dinlann kullandığı pamuk veya bez) düşmüş olsa ve kan ondan damUımasa, o kan hayız
kanı sayılmaz. Muhıyt'te de böyledir. F : 9
Temiz bir kadın,
kürsüfunde kan görse, o kürsüfü tutunduğu andan itibaren, hayızlı olduğuna
hükmedilir.
Hayızh olan kadın,
kürsüfünün üzerinde kan eseri bulamazsa, kürsüfü tutunduğu andan itibaren
kanın kesilmiş olduğuna hükmedilir. Vikaye'de de böyledir.
Hayız halinde, kanın
seyelân etmesi (akması) şart değildir. Hülâsa'da da böyledir.
Hayız kanı, siyah,
kirmızı, sarı, yeşil, bulanık ve toprak rengi olmak üzere, altı renkte olabilir.
Mihâye'de de böyledir.
Kürsüf üzerinde
görülen renge, ancak kaldırıldığı zaman, kanın taze ve kurumamış olması halinde
itibar edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer kadın, bez
üzerinde taze ve damlamakta olan, halis bir beyazlık görmüş olsa ve bu da
kuruduğu zaman sarılaşsa, onun hükmü beyaz hükmüdür.
Kadm; bu durumda, bir
kırmızılık veya sanlık görmüş olsa, bunlar da kurudukları zaman beyaz olsalar,
kadının görmüş olduğu hale itibar edilir; değişikliğe itibar edilmez. Tecnîs'de
de böyledir. [108]
Hayzın en az müddeti,
üç gün, üç gecedir. Zahirü'r - rivâye böyledir. Tebyîn'de de böyledir.
Hayzın en çok müddeti
ise, on gün on gecedir. Hülâsa'da da böyledir.
Hamile kadın hayız
olmaz.
Ancak, hayız
müddetinde görülen kanlar, hayız kanı sayılır.
Hayız müddeti içinde
bir gün kan görüp, dokuz gün kan görmeyen veya iki gün kan görüp de daha
sonraki günlerde temiz olan bir kadm için, İmâm Muhammed (R.AJ'in İmâm-i A'zam
(R.A.)'dan rivayet ettiği «Hayız temizlikle başlamadığı gibi, temizlikle de bitmez»
kavline göre «hayızîıdır» denilemez.
Ebû Yûsuf (R.A.) 'un
rivayetine göre ise; «gerçekten temizlik, iki kan arasında, on beş günden az
olmamalıdır.» Yani, bir kadının, hayızlı sayılmaması için, en az on beş gün kan
görmemesi gerekir.
Müteahhirin (sonra
gelen âlimler} bu rivayete göre fetva vermişlerdir. Çünkü, bir sual
karşısında, bu cevap müfti için çok kolaydır. Tebyîn'de ve Zâhldî'de de
böyledir. Bu görüşü almak da kolaydır. Hidâye'de de böyledir. Şehîd Hüsâmeddin
de bunun üzerinde karar kılmış ve bununla fetva vermiştir.
tki kan arası on günü
geçmez ise, temizlik (zamanı) da, kan (görüldüğü zaman) da hayızîıdır.
Bu durumda, kanın ilk
defa görülüyor olması ite adet olmuş olması arasında, bir fark yoktur.
Şayet, iki kan arası,
on günü geçerse; bu durumda, henüz iliç adet gören hakkında, bu halin on günü,
hayızdır. Adetli olan hakkında ise, hayz bildiği günler kadarı, hayzdır.
Temizlik bildiği günler kadarı ise, temizliktir. Sîrâcüt - Vehhâc'da da
böyledir.
Temizliğin, önü ve
sonu kan olduğu zaman, o temizlikde, hayza dahildir. Tebyîn'de de böyledir.
Temizlik, (kan görmeme
hali) on beş gün veya daha fazla olduğu zaman, fasılaya itibar olunur. Ve iki
kandan biri veya her ikisi de hayız sayılır. Muhıyt'te de böyledir.
Temizliğin en az
müddeti on beş gündür. Çoğu içinse, bir sınır yoktur. Ancak, kanın devamlı
olması gibi adet nasbma ihtiyaç olduğu, zaman o kadının, her aydan on gün
hayızU olduğu takdir edilir. Ve bu kadm, diğer günlerde temiz sayılır.
Hidâye'de de böyledir. [109]
Nifas : Doğumu takib
eden kandır. Mutunda da böyledir.
Doğum yaptığı halde,
kan görmemiş olan kadının, gusletmesi icab etmez. Bu görüş, Ebû Yûusuf
(R.A.).'un göıüşüdür. İmâm Muhammed (RjU'den de böyle rivayet olunmuştur.
Müfîd'de : «Sahih olan da budur.» denilmiştir. Fakat, o kadının abdest alması
vacib olur. Çünkü, çocukla beraber, pislik de çıkmıştır. Tebyîn'-de de
böyledir.
İmâm-ı Azam (R.A.)'a
göre ise, o kadının gusletmesi gerekir. Âlimlerin çoğu da, bu görüşü
almışlardır. Sadrü'ş - Şehîd'de, bununla fetva vermiştir. Ebû Aliyyü'd -
Dekkâk da : «Biz de bu görüşü alırız.» demiştir. Fetvalarda da, «sahih olan
budur.» denilmiştir. Mııhıyt, Muzmarât ve Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
"Kadının, nüfesâ
(nifaslı) olması için, çocuğun,
yarısından . daha fazla kısmının çıkması gerekir.
Çocuk, karında
parçalanmış ve ekserisi de çıkmış bulunsa; eğer, düşüğün tırnak, parmak, saç
gibi uzuvlarından bazıları belli oimuşsa, kadın nüfesâ sayılır. Aksi takdirde,
kadın nüfesâ sayılmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer, düşüğün uzuvlarından
hiç birisi belli olmamış ve açığa çikmamışsa, o kadın için nüfesâlık yoktur.
Eğer, o kadım ha-yızh saymak mümkün olursa, kadın hayızh sayılır. Bu mümkün olmazsa,
kadının kanı, istihâza Çözür) kanıdır.
Bir kadın, düşükten
önce veya sonra kan görür ve düşüğün yaratılışı da açık, —uzuvları belli—
olursa, kadının önceki görmüş olcjuğu kan, hayız kam değildir, düşükten sonra
kan gördüğü için, o kadın nüfesâ sayılır.
Fakat, düşüğün
yaratılışı belli olmamışsa, önceki gördüğü kan; eğer, kadını hayızh saymaya
imkân varsa, hayız kanıdır. Nshâye'de de böyledir.
Kadın, göbeği
cihetinden doğursa; ^rvicki, marnında yara olsa da, karnı yarılarak çocuk
oradan çıkarılsa, o akıcı yaranın sahibi olan kadın, nüfesâ değildir.
Zâhtriyye ve Tebyîn'de de böyledir.
Yalnız, çocuğun
göbekten çıkmasını müteakib, fercden kan çıkarsa, işte o zaman kadın nüfesâ
olur. TebymMe de böyledir.
ikiz doğuran kadın, ük
çocuğu doğurduğu andan itibaren nüfesâ'dır. Kâfî'de de böyledir.
İkizlikte şart, iki
çocuk arasındaki zamanın altı aydan az olmasıdır. Üçiz olması halinde de,
üçüncü ile ikinci arası da, yine böyledir. Fakat, birinci ile üçüncünün arası
altı aydan fazladır.
Sahih olan, ikizliğin
şartı, yüklülüğün bir olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Nifasm en az müddeti,
kanın, bir saatcik olsun bulunmasıdır. Son haddi ise, kırk gündür. Fetva
bunun, üzerinedir. Sirâdy-ye'de de böyledir.
Eğer kan, ilk
başlangıçta veya adetlilerde^ kirk günden fazia olursa, —yukarıda işaret
edildiği gibi— bunun kırk gününün, nifaslı olduğuna itibar edilir.
İki kan arasında,
temizlik (kansızlık hali) on beş günden fazla bile olsa, Ebû Hanîfe tR.A.)'ye
göre, bu —zaman—da nifastır. Fetva da bunun üzerinedir.
Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, nifasta adet, bir defa değişik şeklini görmektir. Hulâsa'da da böyledir. [110]
Bir kadın, hayız ve
nifas hallerinin en son haddinden fazla temizlik müddetinden az kan görmüş
olsa; eğer bu hal, kadının ilk hali veya adetli kadının da adetinden sonra ise,
bu kan, istihaze (hastalık, özür) kanıdır.
Bir kadın; hayzın en
az müddetinden, daha az bir süre kan görmüşse, bu kan da istihaze kanıdır.
Yaşı büyük kadınlarla,
küçük sayılan kızların gördükleri kanlar da, istihaze kamdır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kadının, hamile
iken veya doğum yapacağı vakit, doğumdan önce görmüş bulunduğu kanlar da,
istihaze kanıdır. Hidâye ve Muhıyt'fe de böyledir. [111]
Bunların hiç birinde,
kan çıkıp görülmedikçe, hüküm sabit
olmaz. Âlimlerimizin-takip ettiği yol budur;; Ve âttnilefm ekserisi bu görüş
üzerinedir. Fetva da buna göredir. Mwmyt'te de böyledir. [112]
Hayız ve nifas
halinde, namazın edası da kazası da düşer. Kifâye'de de böyledir.
Kadın kanı gördüğü
vakit, o andan itibaren namazı terk eder. Fakîh «Biz bunu alırız.» demiştir.
Nevâzîl'den naklen Tatar-hânilyye'de de böyledir. Sahih olan da budur.
Tebyîn'de de böyledir.
Kadın, hayızlı olduğu
veya nifase bulunduğu, zaman, namazın farzı düşer. Ondan Önceki zamanda,
içinde namaz kılma imkanı olduğu halde, kılmamış bulunduğu vakitlerle ilgili
namazların, hükmü baki kalır. Zehayre'de de böyledir.
Bir kadın, vaktin
sonunda o vaktin namazını kılmaya
başlamış da, sonradan hayızlı.olmuşsa, —nafilenin hilâfına— sonradan, o namazı
kaza eylemez. Hulâsa'da da böyledir.
Hayızlı bir kadının,
namaz vakitleri girdiği zaman, abdest alıp, evinin bir köşesine oturarak teşbih
çekmesi, «lâ ilahe illallah» demesi, müstehabtır. Bunu mümkün olduğu kadar
yapmalıdır. Çünkü temiz olsa idi, namazı eda edecekti. Sirâciyye'de de
böyledir.
Suğra isimli kitabta :
«Hayızlı bir kadın, secde ayetim işittiği zaman, secde eylemez.»
denilmektedir; Tatarhâniyye'de de böyledir. [113]
Hayız ve nifaslının
oruç tutması haramdır. Bunlar, bu oruçları sonradan kaza ederler. Kifâye'de de
böyledir.
Nafile bir oruca
başlamış olan kadın, oruçlu iken hayız olursa, ihtiyaten o orucu kaza eder. [114]
Hayizli veya nifaslı
veyahut da cenabet olan kimseye, ister oturmak için olsun, isterse ibadet
etmek için olsun, mescide girmek, haramdır. MünyettH - Musallî'de de böyledir,
Tefazîb isimli kitahta
; «Cemaat için, hayızlı, mescide giremez.» denilmiştir.
Hüccet'de ise «Hayizh,
başka yerde buJamiyorsa, su için, mescide girebilir.» denilmiştir. Hüküm de
böyledir.
Hayızlı bulunan veya
cünüp olanın, vahşî hayvanlardan veya hırsı dan veyahut da soğuktan korktuğu
zaman, mescidde durmasında "bir beis yoktur. Bu durumla karşılaşanlar
için, evlâ olan ise, mescide tazim ederek, teyemmüm etmektir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Mescidin üzeri de,
mescid hükmündedir. Cevheretü'n - Ney-yire'dede böyledir.
Sahih kavle göre,
cenaze ve bayram namazlarım kılmak için tanzim ecUîmiş olan yerler,
^-namazgahlar— mescid hükmünde değildir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Hayızlı veya cenabet
planın, kabir ziyaret etmesinde, bir beis (sakınca ve mesuliyet) yoktur;
Sfeâeiyye'de de böyledir. [115]
Hayızlı ye nifaslı
olana, dıştan da olsa, Kabe'yi tavaf etmek haramdır. Kifâyede de böyledir.
Cünüp olan da,
Ka'be'yi, dıştan bile olsa tavaf edemez. Bu da, haramdır ve memnudur,
Tebyîn'de de böyledir.[116]
Hâize ve nüfesâ'ya.
Kından okumak da haramdır.
Hayızlı, nifaslı ve
cünüp olanlar, Kur'an-ı Kerîm'den bir âyet veya daha az miktarda da olsa, —hiç
bir şey-^- okuyamazlar. Sahüı kavle göre, Kur'ân okumalarının haram olmasında,
bunların üçü de, birbirlerine müsavidirler.
Ancak, bunlar, bir
ayetten az olan bir miktarı, Kur'ân okuma kastı olmaksızın okuyabilirler.
Meselâ : Şükretmeyi irade ederek «el-hamdü lillâh» demek veya yemeğe başlamak
veya başka bir niyyetle «bismilüah» demek gibi... Bunlarda bir beis yoktur. Cevheretü'n
-- Neyytre'de de böyledir.
Konuşma, esnasında,
lisanda cereyan eden ve Kur'ân âyetlerinde bulunan «sümme nazara», «lem
yelid», «ve lem yûled» gibi ilâhî lafızları teleffuz etmek de, yukarıdaki hükme
tabi'dir. Hıüâsa'-da da böyledir.
Okunması helâl olmayan
bir şeyi okumak için, cünüp kim-se ağzını yıkamış olsa bile yine hüküm
değişmez. Seraksî'nih Mu-hıyfmde de böyledir. Sahih olan da budur. SirâcüT-
Vehhâc'da da . böyledir.
Hayızlı ve nifaslı
olanların Zebur, Tevrat ve İncil'i okumaları da mekruhtur. Tebyîn'de de
böyledir.
Kur'ân öğretmekte olan
kadının, hayızlı olduğu Vakit, iki kelimenin arasını keserek, kelime kelime
okutup öğretmesi lâzımdır. Uygun olan da budur. O kadının, Kur'ân*!,
heceleyerek okumasında ve okutmasında kerahet yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Zahirü'r - rivâye'de,
kunut dualarını okumak da mekruh değildir. Tebyîn'de ve Tecnîs'de de böyledir.
Cünüp ve hayızh
olanların, duaları okuması, ezane cevap vermesi ve benzeri şeyleri yapması da
caizdir. Sirâdyye'de de böy-4 ledir. [117]
Hayızlı, nifash ve
cünüp olanlarla abdesti olmayanların, Kur'an'a dokunmaları da haramdır.
Ancak, Kur'ân, meşin
veya benzeri bir şeyden yapılmış bir kılıfla kıîıflanmış bulunursa, sayüan '
kimseler, bu durumda Kuran'a dokunabilirler. Sahih olan da budur. Fetva da
bunun üzerinedir. Hidâye'de ve Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
Sahih olan kavle göre,
Mushaf'ın kenarına ve beyaz olan «yazısız olan — yerlerine de, el sürmek
memnû'dur. Tebyîn'de de böyledir,
Kur'an'a dokunma
hususunda, taharet azalarının dışında kalan uzuvlarla, tahareti tamamlanmamış
azalar arasında, görüş ayrılığı vardır. Esahh olan, her ikisinin de memnu
oluşudur. ZâbSdî-de de böyledir.
Bu durumda olan
kimselerin, giydikleri elbiselerle Kııtf-an'a dokunmaları da caiz değildir.
Tefsir, Fıkıh ve Hadîs kitaplarına dokunmaları da mekruhtur.
Kur'an'a, sırtındaki
elbisenin yakası ile dokunmakta (onu tutmakta) bir beis yoktur. Tebyîn'de de
böyledir.
Yine bu gibi
kimselerin, içinde tam bir ayet yazılı olan, tahta,, para ve bunlardan başka
şeylere dokunmaları da caiz değildir. Hulâsa da da böyledir.
Şayet, Kur'an farisice
yazılmışsa, İınam-ı A'zam Bbû Ha-ntfe (R.A.)'ye göre, ona da dolçunmak (el
sürmek) mekruhtur. Sahih kavle göre, İmâmeyn'in görüşleri de böyledir.
Hulâsada da böyledir.
Âlimlerin umumuna göre
Kur'an haricinde, içinde Allah'ın zikri geçen kitaplara dokunmanın, mekruh
olduğu görüşü de vardır. ^Iİhâye'de de böyledir.
Cünüp, hayızlı ve
nifoslı olanların, Kur'an'a bakmaları mekruh olmaz. Çevheretü'n - Neyyıre'de de
böyledir.
Cünüp veya hayızlı
olanların, yazmakta oldukları satırların aralarına; Kur'an'dan bir âyeti
yazmaian da mekruhtur. Fakat, yazdıkları bu âyeti okumazlarsa mekruh olmaz.
Cünüp olan-kinişe,
Kuranı Kerim'i yazamaz. Ancak, yazılan sa-hıfe yerde olursa, Kur'an.'ı
yazabilir; fakat -—yazdığı, şeyin üzerine elini koyamaz. Âyetin.haricinde
—kâğıdın yani henüz âyet yazılmamış olan boş kısmına ise elini koyabilir.
İmâm Muhammed (R.A.)
«Bu kimselerin, Kur'an yazmamaları bana göre en sevimli davranışıtır.
demiştir. Buhara âlimleri de, bu görüşü alip benimsemişlerdir.
Sahih kavle göre, sabi
çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur'an'ı vermekte, bir beis (sakınca) yoktur. Sirâcül - Vehhâc'da da
böyledir. [118]
Bu gibilere cima'da,.
haram (yasak, -memnu') dur.
Erkek için, hayızlı
veya nifasü bulunan karısını öpmek, onunla yatmak, göbeği ile diz kapağı arası
hâriç, bütün vücudundan faydalanmak serbesttir. Bu hüküm İmânı z A'zam Ebû
Hanîfe (R. A,) ve İmam Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göredir. Sirâcü'l-Vehhâc'da
da böyledir.
.
Bir kimse, bu durumda,
haram olduğunu bilerek cima' ederse, o kimsenin, tevbe.ve istiğfar etmekten
başka, yapacağı bir şey yoktur. Bir dînar veya yarım dînar, tasadduk etmesi
müstehab olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [119]
Hayızlı veya
nifaslının, kan kesilince gusletmesi vacibtir. Kifâye'de de böyledir.
Hayız müddetinin en
son haddi olan, On gün geçtikten sonra, ister ilk defa hayız gören kadm olsun,
isterse adetli bulunsun, yıkanmadan Önce, cima' etmesi helâl olur. Yıkanana
kadar, cima' etmemek ise müstlehâbtır. Muhıyt'te de böyİedir.
On günden daha az bir
sürede kan kesilirse, yıkanana kadar veya üzerinden bir namaz vakti geçene
kadar, cima' etmek caiz olmaz. Çünkü namaz, ancak vaktin sonunda yıkanacak
kadar bir vakit bulanın üzerine, farz olur. Zâhidî'de de böyledir.
Fakat kan, vaktin
evvelinde kesilir ve kesilme, —kan görülmeme hâli— yakit geçene kadar devam
ederse, bu durumda beklemek şart değildir. Nihâye'de de böyledir.
Bir kadının hayız kam,
adeti olandan daha az bir sürede kesilmiş olsa, o kadın için mukârenet, (cima1!
—adeti geçene kadar, yıkanmış olsa bile— mekruh olur. Fakat, o kadının bu
durumda, ihtiyaten, namaz kılması ve oruç tutması gerekir. Tebyîn'de de
böyledir.
Kanı on günden önce
kesilen, fakat gusletmek için su bulamayıp, teyemmüm eden bir kadına, Ebû
Hairife (R.A.) ve Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, namaz kılana kadar cima' etmek
helâl olmaz.
Su bulursa, yıkanana
kadar Kur'an okuması haram ve fakat cima' etmek helâl olur. Zâhidî'de de
böyledir, el Cühandî : «Sahih olan budur.» demiştir. Sîracül - Vehhâc'da da
böyledin
Ne zaman ki, ilk hayız
gören bir kadın on günden önce ve adetli olan bir kadm da adetinden daha kısa
bir sürede temizlenmiş olsa; (yani kan kesilse) abdest ve guslünü, namazın son
vaktine kadar tehir eder. Fakat, bu tehiri, namazın kerâhat vaktine girmesine
sebep olabilecek kadar, fazla olmamalıdır. Zâhidî'de de böyledir. [120]
Bu hususta, beş hüküm
vardır :
1- tddetin
bitmesi,
2- îs-tibrâ,
3- Bulûğ
yönünden hüküm,
4- Sünnet
olan talakla bid'at olan talak'ın arasını ayırmak, (Kîfâye'de de böyledir.)
5- Oruçta
tetâbu'u (arka arkaya olma halini) kesmemesinin yokluğu Tebyîn' de ve
Muzmarât'm Keffâret-i Zihar bahsin'de de böyledir. [121]
îstihâza kanı, devamlı
burun kanaması gibidir. Namaz kılmaya, oruç tutmaya ve cima' etmeye ma'ni'
değildir. Hfdâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
'a göre, adetin, —basjka bir şekle— çevrilmesi, bir defada olur. Fetva da bunun
üzerinedir. Kafi'de de böyledir.
Bir kadın, iki
temizlik arasında adeti olmayarak, ya fazlalıkla veya noksanlıkla veya
—normalini— ileri geçmekle veya geri kalmakla veyahut da her ikisi ile (yani
hem ileri geçmekle, hem de geri kalmakla), istihâza kanı görür ve on günü ileri
geçmezse, hakîki olsun, hükmî olsun, yeni kan günlerine intikâl eder.
Şayet, on günü ileri
geçerse, bilinen on gün hayız, kalan günlerdeki kan ise, isıtihâze kanıdır. Bu
durumda, adet de değişmiş olmaz.
Mesele, çok önemli
olduğundan dolayı, biraz daha açıklayalım: Meselâ, bir kadmm adetine göre,
hayız müddeti yedi gün olsa; bu böyle devam edip giderkşn, bu yedi gün, sekiz
güne çıkar veya altı güne inerse veya o kadın, adetinden bir gün önce hayz olur
ve bir gün sonra da temizlenirse (yanî, ayda 23 gün olan temiz günleri, bir gün
baştan, bir gün de sonradan eksilerek 21 güne düşerse) bu kadının hayz
müddeti, birinci hale göre 8 güne, ikinci hale göre 6 güne ve üçüncü hale göre
de 9 güne çevrilmiş olur.
Nifas'ta da durum
aynıdır : Eğer bir kadın, kırk günü geçmemek şartiyle, adetinin dışında kan
görse, (Meselâ : Âdeti 20 gün iken 15 günde kan kesÜse veya kan 25 gün devam
etse, birinciye göre, adeti 15 gün; ikinciye göre de, adeti 25 gün olmuş olur)
Mu-hıyt'te de böyledir.
Kırk günden fazla kan
görüldüğü zaman, âdeti kaç gün ise, kadın ona döndürülür. Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, bunun, kan ile veya temizlikle bilinmesi müsavidir. Sirâeü'I - Vehhâc'da
da böyledir.
Adeti beHi olan bir
kadın, kanı devam ettiği veya hayz gün-lerinin sayısının tamam olup ölmaıdığı
hususunda şüpheye düştüğü veyahut da hayz yerinde ve deveranında tereddüt
ettiği zamanı araştırır; hangi şey üzerine kanâat getirirse, o durumda karar
kılar. Fakat, bir şey hususunda kanâati ve re'yî meydana gelmezse, tayin üzere
temiz veya hayızlı olduğuna hükmedilmez. Ancak, ihtiyatla hareket edilir. Bu
durumdaki kadın, haylzhnm kaçındıklarından kaçınır ve her namaz için yeni
abdest alır. Tebyîn'de de böyledir.
Bu durumdaki kadın,
farz, vacib ve sünnet-i müekkede olan namazları kılar, nafileleri bırakır,
kılmaz. Sahih olan kavle göre, farz ve vacib miktarı Kur'an okur. Farz
namazların, son iki rek'atin'de de Kur'an okur. Sahih olan budur. Bahrü'r -
Râsk'ta da böyledir.
Bu durumda olan kadın,
eğer bazı haller üzerinde şüpheye düşer, temizlikle hayzın girmesi arasında
tereddüt ederse, her vakit namazını, yeni abdestle kılar.
Ve eğer, bir kadın,
temiz mi olduğu, hayızlı mı bulunduğu hususunda tereddüt ederse, her namaz
için istihsânen gusleder; Nec-mü'd-Dîn en-Nesefi : «Gerçekten o kadın, her
namaz için gusleder.» demiştir. Sahih olan da budur. Muhıyt'te ve İmâm
Serahsfriin Mebsût Şerhü'nde : «Esahh olan budur.» denilmiştir.
Kanı kesilmeyen, yani
yukarıdaki gibi şüphede bulunan kadın/ ramazan ayında bir şey yemez. Ramazan
ayı çıkınca da, hayızlı günlerinde tutamadığı oruçları kaza eder.
Bu durumdaki bir
kadın, (yani şüphe içinde bulunan kadın) eğer, hayzınm gece başladığını
bilirse, o kadının, 20 günlük orucu kaza etmesi gerekir. Şayet, hayzınm gündüz
başladığını bilirse, ihtiyaten 22 günlük orucunu kaza eder.
Ve eğer, gece mi,
gündüz mü başladığını bilemezse, âlimlerimizin çoğuna göre, 20 günlük orcunu
kaza eder. Fakîh. Bbû Cafer : «İhtiyaten 22 günlük orucunu kaza eder.)
demiştir.
Bu oruçları, dilerse
hemen ramazandan sonra, - dilerse daha sonra kaza eder. Bu ise, adetinin
devrinin her ay bir defa olduğunu bildiği zamandır. Eğer, bunu bilmez ve
hayzinm başlangıcının da gece olduğunu bilirse, ihtiyaten 25 günlük orucunu
kaza eder. İsterse, bu oruçları arka arkaya, isterse ayn ayrı tutar. Şayet,
hayzınuı başlamasînm gündüz vaktine rastladığım bilirse, Ramazandan hemen
sonra ihtiyaten 32-günlük orucu kaza eder. Bu durumda Ramazana bitişik olmadan
ayrı kaza ederse, 38 günlük orucu kaza eder. Hayzinm başladığı vakti bilmez ve
bitişik kaza ederse 32 günlük oruç kaza eder. Ayrı kaza ederse, 38 günlük kaza
eder. Bu, ramazan tam (yani 30 gün) olduğu zamandadır. Eğer, ramazan noksan
ise, işte o zaman, 37 günlük kaza etmesi gerekir. İmâm Serah-sî'nin Mebsût'unda
da böyledir.
Adetli kadın,
veladetten (doğumdan) sonra, kan görüp adetini unuttuğu zaman, eğer bu kan,
kırk günden fazla devam etmezse, o kadın, kırk gün sonra, tam bir temizlikle
temizlenir. Kılmadığı namazları iade etmez.
Eğer, kan kırk günden
fazla devam eder veya kırk günü geçmez; fakat, bu kırk günden sonraki temizlik
(kan görmeme) süresi, 15 günden daha az devanı ederse, kadının, durumunu
araştırması lâzım gelir : Eğer, kanâati ve re'yi, nifas adeti olan adet üzere
olursa, bu böyle devam eder. Ve eğer, böyle bir re'y ve kanaati olmazsa, 40
günlük namazın tamamını kaza eder. Şayet, kan o halde devam ediyorsa, on gün
bekler, sonra o 40 günlük namazı ikinci defa kaza eyler. Muhıyt'te de böyledir.
Mahreçten (fercten)
düşen şeyin, tam Ijilkat olup olmadığı kestirilemez ve kan da —akmakta— devam
ederse; bu şey, eğer kadının adet günlerinin evvelinde düşmüş ise, kadın,
bildiği adeti kadar, namazım :terk eder. Çünkü o, hayızlıdır veya nifashdır.
Sonra, şüphe sebebi ile guslederek, nîfash veya temiz olma ihtimalinden
dolayı, temizlikteki adetince namazını kılar.
Bu kadın, hayızlı
geçen günlerinin kesin .sayısı kadar namazını terk eder. Çünkü, ya nifasli veya
hayızlıdır. Sonra, eğer düşme vaktinden başlıyarak, 40 gün tamamlanmışsa,
gusleder ve temiz olduğunu bildiği günlerin sayısınca namazını kılar. Ancak,
40 günü tamam lamam ışsa, temizlik günlerine dahil olan şüphesi kadarım, sonra
bu adet üzerine devam eder. Bildiği kadarını da kılar. Ve eğer, adet
günlerinden sonra düşmüş ise, o kadın, düşük yaptığı vakitten itibaren
temizlikteki, şüphesinden dolayı, adeti kadar namaz kiiar. Sonra, kesinlikle
bildiği hayız adeti kadar, namazını terk eder.
Hasılı kelam, şüphe
için hüküm-yoktur. İhtiyatlı hareket etmek icâb-eder. Fethül - Kadîr'de de
böyledir. [122]
Başlangıçta, Özrün
sabit olmasının şartı : Bu hâlin, tam bir namaz vaktini, devamlı olarak
kaplamasıdır. Zahir olan da budur.
Vaktin tamamını
kaplamayan, inkıta' (kesilme) gibi sabit olmaz.
Hatta, bir kadının
kanı, namaz vaktinin bir kısmında akmış, kadın da, abdest alıp namaz kılmış
olsa ve vakit çıksa ve ikinci namaz vakti girse ve kadının kanı da bu vakitte
kesilmiş olsa; —vakti tam— kaplama —hâli—bulunmadığı için, o namazı yeniden
kılması gerekir.
Fakat, eğer kanama
ikinci namaz vaktinde de, vakit çıkana kadar kesilmemiş ise, bu durumda, vakti
tam kaplamış olduğundan, o kadın, namazı iade eylemez.
Özrün, devam etmekte
olmasının şartı : Bu özürlü hal üzerinden, bir farz namaz vaktinin geçmesidir.
Tâki, mübtelâ olduğu özür, o vaktin içinde bulunmamış olsun. Tebyîn'de de böyledir.
Müstehâze (özürlü
kadın) veya yel boşalan, devamlı burnu kanayan, ishal olan, veyahut da akıcı
yara sahipleri, her namaz vakti için, abdest alırlar ve o abdestle farz ve
nafile namazlarından, diledikleri kadarını kılabilirler. BahrÜ'r - Raık'ta da
böyledir.
Bir kimse, eğer kan
akarak abdest alırda, inkıta' (kanın kesilmesi) halinde namazını kımuş ve kanın
kesilmiş olma hali de, ikinci vakti kaplayarak şekilde devam etmiş olursa, o
kimse, kıldığı namazı iade eder. Münye ŞerM'nde de böyledir.
Yukarıdaki şekilde
abdest alan kimsenin kanı, namaz içinde kesilmiş ve bu kesilme hali de, yine
yukarıdaki gibi devam etmiş olsa, o kimse, yine bu namazını iade eder
Muzmarât'ta da böyledir.
Bu şekilde alınmış
bulunan abdest, farz olan namazın vak-lı çıkınca batü olur, bozulur. Hİdâye'de
de böyledir. Sahih olan da budur. Muhıyt'de «abdesti bozan şeyler» bahsinde de
böyledir.
Hatta özürlü bir
kimse, bayram namazı için abdest alsa; İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Mııhammed
(R.A.)'e göre, o kimse, bu abdestle, öğle namazını da kılabilir. Sahih olan da
budur. Çünkü, bayram namazı, kuşluk namazı hükmündedir.
Özürlü bir kimse, öğle
namazı için, vaktinde abdest almış olsa, ikinci bir abdesti de yine aynı
vakitte ikindi namazı için almış olsa; İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Mııhammed
(R.A.)'e göre, bu kimsenin bu abdestle ikindi namazını kılması caiz değildir.
Hi-dâye'de de böyledir. Sahih olan da budur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Özürlünün abdesti,
abdest aldığı zaman kan akmakta ise veya vakîi. içinde abdest aldıktan sonra
kan akmaya başlamışsa ancak o zaman bozulur.
Hatta, bir kadın, kam
kesik olduğu zaman, abdest almış ve bu hali devam etmekte iken de vakit çıkmış
olsa; o kadın, abdest üzeredir. Ve o kadının, o abdestle, kan akmadıkça veya
başka bir şekilde abdesti bozulmadikça, namaz kliması caizdir. Tebyîn'de de
böyledir.
Özürlü bir kimse,
ihtiyaç olmaksızın vakit içinde abdest alsa ve sonra da kan aksa, ihtiyaç
olunca, yeniden abdest alması gerekir.
Kan akmanın dışında,
başka bir hades için abdest almış olan kimseden, abdestten sonra kan akmış
olsa, o kimse, yeniden abdest alır. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimsenin, akıcı
kabarcıkları bulunsa da o adam, abdest aldıktan sonra, önceden akmıyan bir
kabarcık aksa, bu kimsenin abdesti bozulur. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Yine; burnunun
birinden kan akmakta olan kimse, abdest aldıktan sonra, diğer burnundan kan
aksa; bu kimsenin, tekrar abdest alması gerekir. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Özürlü bir kadın,
abdest ahp.. nafile bir namaza başlasa ve onun henüz bir rek'atım kılınca da
vakit çıksa, o namaz fâsid o!ur. Kadının ihtiyaten o namazı kaza etmesi
gerekir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir adamın gücü, akan
kanı bağlamaya veya pamuklayıp akıntıyı durdurmaya yettiği veya adam oturduğu
zaman, kanın akması duruyorsa; o adamın, bu kanın akmasını, durdurması
vacibtir.
Bu kimse, kanın akşını
bu şekilde dundurmakla, özür sahibi olmaktan çıkar.
Hayızlı ise, bunun
aksinedir. O kanı durdursa bile dahi yine hayızlıdir. Bahrü'r - Râık'ta da yine
bÖ3rledir.
Nifaslı ve özürlü kadınlar,
pamuk koydukları zaman, kanı durdurmuş olsalar; yine, nifasîı ve Özürlü
olmaktan çıkmış olmazlar. Tecnîs'de de böyledir.
Bir adamın gözünden,
göz ağrısı gibi bir hastalık sebebi ile yaş akıyor olsa; o kimseye, namaz için,
her vakit abdest alması emredilir. Çünkü, o yaşın, sadid (kanla karışık su)
olma ihtimali vardır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adamın akıcı bir
yarası olsa da bu yaranın üzerini, iyice sarıp, bezle bağladıktan sonra, o
beze veya elbisesine, fazla miktarda kan isabet etse; eğer o kimse, isabet
eden bu kanı, bu vaziyette yıkar fakat namazı bitirmeden, bez aynı şekilde
ikinci defa kirlenirse; o kimsenin, o bezi yıkamaması ve yıkamadan önce de
namaz kılması caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. İhtiyar olunan görüş de
budur. Muzmarâi'ta da böyledir.
' '
Bir kimsenin burnu
kanasa veya yarısından kan aksa, bu durumda vaktin sonuna kadar bekler; eğer
kan kesilmezse abdest alır. ve vakit çıkmadan evvel, o kanı da yıkamadan önce
namazım kılar. Zehıyre'de de böyledir. [123]
Pisliklerin
temizlenmesi, şu on yoldan biri ile mümkündür:
[124]
Necaseti, (pisliği) su
ile veya kendisi ile necasetin, giderilmesi mümkün olan, sirke, gül suyu ve
benzeri gibi her nevi temiz mâi (akıcı şey) lerle temizlemek caizdir.
Sıkıldığı zaman,
sikılabilen ve suyu çıkan şeyler de, temizleyici olanlardandır. Hidâye'de de
böyledir.
Yağ gibi
sıkılmıyanlarla, pisliği temizlemek, (necaseti gidermek) caiz değildir. Kâfi
de de böyledir.
Pekmez ve süt gibi,
sıkılabilenlerle de necasetin giderilmesi caiz değildir. Tebyİn'de de
böyledir.
Mâ-i müstamel
(kullanılmış su) da akıcılardandır. Bu, Tmâm-ı A'zam (R.A.)'dan İmâm Muhanuned
(R.AA'in rivayet ettiği kavildir. Fetva da bunun üzerinedir. Zâhidü'de de
böyledir.
Pisliğin giderilmesi:
Eğer pislik, görünen bir pislikse, onun ü;i ^ e i-ilmesi, kendisinin ve
esirinin giderilmesidir. Eğer pislik, eseri giderilen bir şey ise, onda sayıya,
miktara itibar edilmez, Muhıyt'te de bövledir.
Pisliğin kendisi, bir
defa yıkanmakla giderilmiş olsa, onun-ia iktifa edilir. Fakat; bir defada
giderilmez ise, üç defa yıkanır ve yıkamaya, pislik giderilene kadar devam
edilir. Sirâciyye'de de böyledir.
Ve eğer, necasetin
eserinin, temizlenip giderilmesi, kolay olmaz ve bu ancak, meşakkatle mümkün
olan bir jş olur ve onun temizlenmesi için de, suyun gayrinde, sabun gibi
başka bir şeye ihtiyaç hissedilirse; kişi, onun giderilmesi ile teklif
olunmaz. (Mükeİlef olmaz) Tebyin'de de böyledir.
Bu durumda olan kimse,
kaynar su ile yıkamakla da teklif olunmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da ıda böyledir.
Bir adam, elbisesini
veya elini boyasa, veya necfcs ipis) bir kına ile kmalansa, o şeyi, yakidığı
su, safi olana kadar yıkar. O şey, rengin durulması ile birlikte, temizlenmiş
olur. Fethü'J - Kadirde de böyledir.
Bir kimse, elini pis
olan bir yağın .içine daldırsa veya bu yağ elbisesine bula$sa; bu kimse, sonra
da, elini veya elbisesini, sadece su ile.(sabunsuz) yıkamış olsa; yağın eseri,
elinde veya elbisesinde baki kalmış olsa bile, eli ve elbisesi temizlenmiş
olur. Ebû'î - Leys' de, bu görüşü ihtiyar etmiştir. Esahh olan da budur.
Zehıyre'de ûe böyledir.
Bu şekilde yıkanan
şeyin> her defasında, sıkılması da şart kılınır ki, içinde olan sıkılmış
olsun. Sıkmanın, üçüncü defada yapılanında, mübalağa edilir. Hatta, bu üçüncü
defada, o kadar sıkılır ki, bundan sonra bir daha sıkılacak olsa, sıkılan o
şeyden su akmaz.
Sıkma hususunda, her
şahsın kendi kuvvetine itibar edilir.
Bazı rivayetlerde de:
«Bir defa sıkmak yetişir.» denilmiştir. Bu kolay bir yoldur. NevâzÜ'de de,
fetva buna göredir. Tatarhâniyye'-de de böyledir. Fakat, ahvat olan ise, önceki
görüştür.
Kuvveti yetiştiği
halde, elbise daha fazla yıpranmasın düşüncesi veya onu korumak maksadı ile,
sıkarken mübalağa etmemiş olan kimsenin, bu şekilde yıkaması caiz olmaz.
Fetâvâyî Kâni-hân'da da böyledir.
Bir kimse, eğer, üç
defa yıkadığı ve her defasında da sıktığı halde, o şeyden, sonra damlalar
düşer ve bir şeye dokunursa; bu durumda, eğer üçüncü sıkışını gücü yettiği!
kadar yapmışsa;— şayet kendisi sıktığı zaman o şeyden su akmayacak kadar sıkmış
ise o elbise de, o şahsın eli de,
sonradan düşen damlalar da temizclir. Aksi takdirde hepsi de pistir; Muhıyfte
de böyledir.
Tarif edilen bu şekil,
yıkanacak olan şeyin, pisliği içine çok çektiği zamanda uygulanır. Yıkanacak
şey, eğer, pisliği içine almaz veya pek az alırsa, o zaman bu şey, üç defa
yıkamakla temizlenmiş olur. Muhıyfte de böyledir.
Bir kadın, içkinin
içinde, buğday veya et pişirse, o kabın temiz olması için îmâm Ebû Yûsuf (R.Â.)
'a göre, içinde üç defa su kaynatır ve her defasında, kabın içindeki suyu iyice
boşaltır. İmâmı A'zam Ebû Hanife (R.A.) 'ye göre ise, o kap, ebediyyen temiz
olmaz. Fetva da bunun üzerinedir. Nısâb ve Kübrâ'dan naklen Muzmârâi' ta da
böyledir.
Kendisine isabet eden
necaseti, içine çeken bir şeyin pislenmesi; bir bıçağa pis su verilmesi, yeni
yapılmış olan çanak, çönaleK gibi şeylerin içlerine içki bulaşması; kendisine
içki bulaşmış ve bunu emmiş bulunan, buğday gibi sıkılması mümkün olmayan şeylere
necaset bulaşması ile pislenen şeyler, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)' a göre, şöyle
temizlenir :
.
Pis su verilmiş olan
bıçağa, yeniden üç defa temiz su verilir. Toprak kaplar, üç defa yıkanır ve her
defasında kurutulur.
Buğdaya gelince:
içkiyi emip şiştiği gibi, üç defa, suyu emip şişene kadar yıkanır, her
defasında da iyice kurutulur.
Bu işlemler yapılınca,
mezkûr şeylerin temiz olduğuna hükmo-lunur.
Buğday, eğer içki
isabet edince şişmemişse, üç defa yıkamakla temizlenir. Her defasında kurutmak
gerekir. Böylece buğdayın temizlenmiş sayılması, onda içkinin tadının ve
kokusunun bulunmadığı vakittedir. Muhıyfte de böyledir.
Topraktan yapılmış
olan (kiremit) kap, eğer eski ise, onu bir defa da üç kerre yıkamak kafi gelir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bal pislenmiş olursa,
bir tencere veya tavaya konarak üzerine su doldurulur ve bu vaziyette, bal
aslî ağırlığına inene kadar kaynatılır. Bu iş, üç defa tekrarlanınca, bal
temizlenmiş olur.
«Pekmezin de,
temizleme işi, aynı şekilde yapıHır.» denilmiştir.
Pislenmiş olan yağ üç defa yıkanır. Yağın
yıkama işlemi şöyle yapılır: Yağ bir kaba konur: üzerine de kendi ağırlığı
kadar su döküîür ve karıştırılır. Sonra hâli üzere, yağ, suyun üzerine çıkana
kadar bırakılır. Bu iş tamamlanınca, suyun üzerindeki yağ alınır. Veya kabın
altı delinerek, altta bulunan su boşaltılır. Bu durum, üç defa tekrarlanırsa,
yağ temizlenmiş olur. Zâhîdî'de de böyledir.
Pis elbise, üç defa
yıkanır ve kurutulur. Veya bir defada üç kerre yıkanır; her defasında sıkılır.
Bu şekilde temizlenmiş olur. E-ğer, böyle olmamış olsaydı, insanlar için
elbette zor olacaktı,
îçinde temiz olmayan
bir uzuv yıkanmış olan kap ve is-tincâ etmeksizin, içinde cünüp bir kimsenin
yıkanmış olduğu kuyu, elbise gibidir; bu su da, suyun bulunduğu kap veya kuyu
da, pi'slen-miştir.
Elbisede olan dördüncü
su temizdir; azadaki ise, temiz değildir. Çünkü o su ile, yakınlık ikâme
edilmiştir. Kâfi'de de böyledir.
Bir şeye dokununca, o
şey, üç defa yıkanınca temizlenen . veya bir şeye dokununca, o şey, iki defa
yıkanınca temizlenen; veyahut da bir şeye -dokununca, o şey, bir defa
yıkanınca temizlenen, mâilerin (suların) üçü de pistir; düzensizdir.
Serahsî'nin Muhıyt'ir-de ve Tenvîr'de de böyledir.
Bir suda, birinci
elbise yıkandığı zaman, o suyun hükümü ne ise, ikinci elbise yıkandığı zaman
da, hükmü odur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Yıkanan şeye tabi
olarak, üçüncü kap temiz olur. Bakır kabın kulpunun, kaba tâbi olarak veya
içindeki içki, sirkeye dönüştürülen küpün, temiz olması gibi... Zahidî'de de
böyledir.
Boğazı, ham bezden
yapılmış olan bir mestin içine, pis su girmiş olsa, mest elle ovalanarak
yıkanır. Sonra da, içine üç defa su doldurulur ve boşaltılır. Yalnız bu şekil,
mestin sıkılmasının kolay olmadığı zaman tatbik edilir. Bu durumda, artık mest
temizlenmiş olur. >İevâzÜİİ Muhtar'da da : O «mest, her defasında darr
lalar kesilinceye kadar bırakılır.» dâhilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir,
iplikle işlenmiş ve
dış târafk tamamen bükülmüş iplikten yapılmış olan meste, Horasan mesti elenir.
Bu mestin altına pislik dokunursa, o mest, üç defa yıkanır ve her defasında da
kurutulur.
Bazıları da: «Bu mest,
yıkanır ve suları, tamamen damlaymca-ya kadar terk edilir. Sonra, ikinci ve
üçüncü defa da böylece yıkanır, demişlerdir. Doğru olan da budur. Evvelkisi
ise, ihtiyata daha uy^ gundur.
Toprağa (yeryüzüne) ve
ağaca pislik isabet ettiği zaman, yağmur yağar ve bu sebeple, onlarda pislik
eseri kalmazsa, temizlenmiş olurlar.
Odun da böyledir.
Oduna necaset isabet edince, yukardaki gibi
kendisine yağmurun isabet etmesi ile, temizlenmiş olur. Bu durum, yıkama
yerine geçer.
Yer, idrarla
pislendiği zaman, insanların onu temizlemeye ihtiyâo olunca; eğer yer, (toprak)
yumuşak olursa üzerine üç defa su dökmekle temizlenmiş olur.
Fakat, «eğer yer (toprak)
sert ise, üzerine su dökülerek ovalanır.» demişlerdir. Sert toprak, bundan
sonra da, yün veya bezle kurulanır ve bu iş, üç defa yapılır. Böylece o yer de
temizlenmiş olur.
Şayet, o yerin üzerine
bol.miktarda sü dökülür ve pislik, oradan rengi de, kokusu da kahnıyacak
şekilde oradan ayrılmış olursa; o yer, kuruyunca temizlenmiş olur. Fetâvâyi
Kadîhân'da da böyledir.
Bir hasıra isabet eden
necaset eğer, kuru ise, onu elbette ovalamak gerekir ki, yumuşasın. Ve eğer, bu
necaset yaş ve hasuda, kamıştan veya ona benzer oir şeyden yapılmışsa, bu
hasır, yıkamakla temizlenmiş olur. Başka bir şey yapmaya ihtiyaç yoktur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumdaki hasırın,
yıkamakla temizlenmiş olacağı hususunda, görüş ayrılığı yoktur. Çünkü o,
necaseti emmez ve içine çekmez. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Eğer hasır berditden
veya ona benzer bir şeyden yapılmışsa, — kendisine necaset isabet edince — üç
defa yıkanır ve her defasında da kurutulur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre
—ancak— bu şekilde temizlenmiş olur. Münyetü'l - Musaüîî'de de böyledir. Fatvâ
da bunun üzerinedir.
Berdiden yapılmış olan
hasıra, Önceden pis su bırakılmış olsa, üç defa yıkanır ve her defasında da
sıkılır veya kurutulur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve diğer bazı meşayih'e göre bu
hasır, böylece temzlenmiş olur. Kâdihân'ın «Hamam» bölümünde de böyledir.
Pislenmiş olan sergi,
(=yaygı) nehre bırakılarak bir gece üzerinden su akmış olursa, temizlenir.
Hulâsa'da da böyledir. Sahih olan da budur. Münyetü'l - Musallî'de de böyledir.
içindeki içki bulunan
toprak bir kabın temizlenmesi için, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, eğer kap
yeni ise, içkiyi döküp, birer saat ara ile kabın dçine, üç defa su doldurmak
(ve süre sonunda bunu boşaltmak) lâzımdır. Hulâsa'da da böyledir,
îçki kabı eski ve
kullanılmış ise, îiç defa yıkanıca temizlen^ miş olur. Kâdihân'da da böyledir.
Bu kabın temizlenmiş sayılması için, kendisinde, içki kokusu kalmamış olması
gerekir. Kübrâ'dan naklen Tatarhânîyye'de de böyledir.
Kendisine necaset
isabet etmiş olan, dibağlanmış deri, eğer sert ve sertliğinden dolayı pisliği
emmemışse, yıkamakla temizlemnir.
Bu deri, eğer pisliği
emmiş ve şayet sıkma imkânı da varsa, üç defa yıkanır ve her defasında da
sıkılır. Bu deri, böylece temizlenmiş olur. Şayet, sıkma imkânı yoksa. İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, üç defa yıkanır ve her defasında ve bu elbisenin,
temiz olduğuna hükmedilir. Muhtar olan da budur.
da kurutulur. Fetâvâyü
Kâdîhân'da da böyledir.
Elbisenin bir tarafı
pislenir ve ne tarafının pislenmiş.olduğu unutulursa, araştırmaksızm, her
hangi bir tarafı yıkanır Bir kimse, bu şekilde yıkanmış olan bir elbise ile bir
kaç vakit namaz kılmış ve Sonra da necasetin, — yıkanan yerde değil de bir başka tarafta olduğu açığa çıkmış olsa; o
kimse, o elbise ile kılmiş olduğu namazları, yeniden kılar. Hulâsa'da da
böyledir. îhtiya. ta uygun olan, o elbisenin tamamını yıkamaktır.
Yakasının birine,
necaset isabet eden ve fakat hangi yakasına isabet ettiğini bilmeyen kimse de,
her iki yakasını da yıkar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir elbise, pislendiği
zaman, onu üç defa yıkamak vacip o-lur. Bir kimsenin, böyle bir elbiseyi bir
gün bir defa, başka bir gün de iki defa yıkaması caizdir. Çünkü, bu durumda da,
maksad hasıl olmaktadır. Kâdîhân'ın «Kuyuya düşenler hakkındaki bölümünde de,
böyle beyan edilmiştir. [125]
Silmek de, temizleme
yollarından biridir
Katı olan ve fakat
kaba olmayan cilalı kılıç ve bıçak gibi demir ve çelikten olan veya cam, ayna
ve benzeri gibi şeylerin üzerine pislik bulaşsa, bular, temiz bir bez ile
silmekle temizlenmiş o-lurlar.
(Ancak, pis su
verilmiş olan bıçak ve* kılıç gibi şeyler, bu yoîla temizlenmezler. Onların,
yeniden temiz su verilmek sureti ile temizlenebilecekleri, yukarıda geçmişti.
Muhıyt'te de böyledir.)
Bu gibi şeylere
bulaşan pisliğin, yaş veya kuru olması arasında bir fark yoktur. Bu pisliğin,
cirmi (hacmi) olup olmaması arasında da bir fark yoktur. Fetva hususunda,
muhtar olan da budur. İnâye'de de böyledir.
Eğer, demir sert
olmasına rağmen, kaba veya nakışlı ise, silmekle temizlenmiş olmaz. Tebyîn.de
de böyledir.
Şişe vurulan yer, ayrı
ayrı üç defa yaş bezlerle silinmekle temizlenmiş olur. Bu, yıkama yerine geçer,
Çünkü bu, yıkama işini yapmaktadır. Serahsî'nin Muhıyt'înde de böyledir. [126]
Ovalamak da, temizleme
yollarından biridir.
Elbiseye meni
bulaştığı zaman, eğer meni yaş ise, onu yıkamak gerekir. Fakat, meni elbise
üzerinde kurumuş ise, onu güzelce ovalamak caizdir. tnâye'de de böyledir. Sahih
olan kavle gör meninin erkek veya kadın menisi olması arasında bir fark yoktur.
Ovaladıktan sonra,
meninin izinin kalmış olması — temiz lige — bir zarar vermez. Bu durum,
yıkandıktan sonra meninin izi nin kalması gibidir. Zâhidî'de de böyledir.
Meni, şayet, idrarla
pislenmiş olan zekerin başında bulunursa, ovalamakla temizlenmiş olmaz.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Meni, eğer insanın
bedenine bulaşmış olursa, yaş olsun kuru olsun, o, İmâm Ebû Hanîfe IRA.)' den
gelen bir rivayete göre, ancak yıkanmakla temizlenir. Usûl'den naklen Kâfî'de
de böyledir. Kâdîbân ve Hulâsa'da da böyledir.
Fakat, bazı
âlimlerimiz: «Bedene bulaşan ve kurumuş olan meni, ovalamakla temizlenir; Çünkü
onda, zahmet çok şiddetlidir.» demişlerdir.. Hidâye'de de böyledir.
Çarşafa nüfuz etmiş
olan meninin temizlenmesi için de, ovalamak kâfidir. Sahih olan da budur.
Cevheretü'n - Neyyire ve Tebyin'de de böyledir.
Meste meni bulaşmış
olur ve o meni kurumuş bulunursa, onu, ovahyarak temizlemek caizdir. Kâfi'de
ide böyledir.
Meni, elbisede bulunur
ve ovalandığı vakit eseri gitmiş olur, fakat oraya su dokununca — eseri meydana
çıkarsa bu durumda iki rivayet vardır; lâkin, bu rivayetlerden muhtar olanı, bu
durumda necasetin geri dönmiyeceğidir. Hulâsa'da da böyledir. [127]
Bazı şeyle bulaşan
necaset de, sürtmek yolu ile temizlenir.
Bir meste pislik
butaşa; eğer bu pislik, insan pisliği, hayvan pisliği ve meni gibi cisimli ve
kuru ise o pislik sürtmekle temizlenir.
Fakat, yaş ise,
Zahirü'r - rivâye'ye göre ancak yıkamakla temizlenir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
'a göre, mübağla ile silinip, kendisinde pislikten eser kalmamış olduğu zaman .temizlenmiş olur. Umumun helva olduğu için...
Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdihân'd;;
da böyledir.
Eğer, pislik, cisimli
(sabit şekilli) değilse; üzerine atılmış olan, toprak veya benzeri bir şeye
yapışan, içki ve idrar gibi şeyler; üzerine yapışmış bulundukları bu gibi
şeylerle silinirlerse, temizlenmiş olurlar. Sahih olan da budur. Zarurete
binâen, fetva da bunun üzerinedir. Tebyîn'de de böyledir. Mi'racü'd - Öirâye'de
de böyledir.
Fetevâ-i
Hücceti'Uferr'de: «Cisimli (sabit şekilli veya akıcı olmayan) bir pislik, bir
şeye bulaştığı vakit, kuru ise, sürtmekle
temizlenir; mestin temizlendiği gibi...»
denilmiştir. [128]
Bir pisliğin,
kuruyarak eserinin kaybolması da, temizlik yollarından biridir.
Yer (Toprak) kurumakla
ve bu sebeble, üzerindeki necaset eserinin kaybolması ile, üzerinde namaz
kılmak ve kendisi ile teyemmüm etmek için, temiz olmuş olur. Kâfî'de de böyledir.
Güneşle, ateşle,
rüzgarla veya gölge ile kurumak arasında bir fark yoktur. Bahrü'r - Rüuk'ta da
böyledir.
Kurumakla temizleme
hükümü, yer üzerinde sabit olan her şey için müşterektir. Duvar, ağaç, ot,
kamış gibi şeyler yer üzerinde kaim ve daim oldukları müddetçe, yerle aynı
hükme tabidirler.
Ancak, ot, odun ve
kamış gibi şeyler, yerden koparıldıktan sonra kendilerine necaset bulaşmış
olursa, bu durumda, kurumakla temizlenmiş olmazlar; ancak yıkanmakla
temizlenmiş olurlar. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir,
Serilip döşenmiş olan
kiremit de, yer, hükmündedir; kuruunen temiz olur.
Fakat, nakletmek veya
değiştirmek için konmuş bulunan kire-mite necaset İsabet etmiş olursa, onu
muhakkak yıkamak gerekir. -Vuhıyt'ıe de böyledir.
Taş ve tuğla da
kiremit gibidir. Münyetü'l - Musallîde'de bkd
Bu şeyler, kuruyarak
temizlendikten sonra, yerlerinden ko parıhp çıkarılsa, pisliğin bu durumda,
onlara avdet edip etmiyeceği hususunda iki rivayet vardır. Bazıları : «Bu
durumda, onlara pislik avdet eder.» bazıları da : «...avdet etmez.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Çakıl taşları, yerin içinde
bulundukları zaman, yer hükmündedir.
Fakat, yerin üstünde
bulundukları zaman, kurumakla temiz olmazlar Muhıyt'te de böyledir.
Yer kurumakla
temizledikten sonra, kendisine su isabet eylese; sahih olan, ona pisliğin —
geri — dönmüş olmamasıdır. Bir kimse, kurumakla temiz olmuş olan yerin üzerine,
su serper ve sonra oraya oturmuş olursa bunda bir beis yoktur. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir. [129]
Yakmak da, temizleme
yollarından biridir.
Hayvan tersi, kül
oluncaya kadar yakıldığı zaman, İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, o şeyin temiz
olmuş olduğuna hükmedilir. Fetva da bımun üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
İnsan tersi de, ayni
hükme tabi'dir.
Kana bulanmış koyun
başı; kellesi, yakılıp ütüldüğü zaman, bu kan, kaybolunca, onun temiz olduğuna
hükmedilir.
Pis çamurlar, çanak,
çömlek ve tas yapılıp, pişirilince, temizlenmiş olurlar. Muhıyt'te de
böyledir.
Çamuru, pis su ile
karılmış olan tuğla da, ateşte pişirilince, temizlenmiş olur. Fetâvâyi
Garâib'de de böyledir.
Bir kadın, tandırını
iyice ısıtıp kızdırdıktan sonra, onu, pis bir paçavra veya bezle süse ve sonra
da, o tandırın içinde ekmek pişirse; eğer, ateşin harareti, suyun ıslaklığını;
ekmeği tandıra yapıştırmadan önce yemiş-yok etmiş ise, ekmek pislenmiş olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Hayvan gübresi ile
ısıtılan tandırda ekmek pişirmek, mek ruhtur. Fakat, bu durumda, tandıra sû
serpilince, kerâhat ortadan kalkar. Gunye'de de böyledir. [130]
Her hangi bir şeyin,
mahiyetini değiştirmesi de, temizlenme yollarından biridir.
Taze bir küpteki
içkiyi, sirke yapmakla, hem içki hem de, küp ititifakla temizlenmiş olur.
Gunye'de de böyledir.
Hamuru içki ile
yoğrulan ekmek, yıkamakla temizlenmez. Ancak, hamurun içine sirke dökülmüş ve
bu sebeble, içkinin eseri kaybolmuş bulunsa, temizlenmiş olur. Zâhiriyye'de de
böyledir.
41 Yufka ekmek,
içkinin içine atıldığı zaman; içkinin içine, luz atılarak, o içki, sirke
yapılır ve içki kokusu kalmazsa, sahih olan kavle göre, o ekmek, temiz olur.
İçkinin içine soğan
atıldıktan sonra, bu içki sirkeleştirilmiş olsa, soğanın içine girmiş bulunan,
içkinin cüzleri de, sirke olmuştur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
İçki, suyun içine veya
su, içkinin içine düşse ve bu karışım sonradan sirke olsa, temiz olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Bîr çorbaya içki
dökülmüş olsa; bu çorbaya sirke döküldüğünde, eğer çorba, ekşilikte, sirke
gibi olursa-, temizdir. Zehıyre'de de böyledir.
İçkiye fare düştüğü,
fakat bozulup dağılmadan çıkarıldığı zaman, daha sonra bu içki sirkeye
döndürülürse, o sirkeyi yemekte bir beis yoktur.
Fakat, fare, içkinin
içinden, tefessüh edip koktuktan sonra çıkarılmış olursa; bu içki, sonradan
sirkeye dönüştürülmüş olsa bile, bu sirkenin yenilmesi helâl olmaz.
Bir köpek üzüm
şırasını yalasa, sonra o şıra içki olsa ve daha sonra da sirkeye ıdönüştürülse;
yine, o sirkeyi yemek, helâl olmaz. Çünkü, köpeğin salyası, onun içinde
kaimdir ve o sirke hâline getirilmez. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
tekinin üzerine idrar
dökülse, sonra da o içki, sirkeye çevrilse, o sirkenin de yenmesi helâl olmaz.
Hulâsa'da da böyledir,
Pis olan sirke,
içkinin içine .dökülse ve bu içki, sirkeye dü nüşse; içkiden donen bu sirke,
pis olur; çünkü, necis değişmez. Fe-tâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Domuz veya eşek, tuz
gölüne düşmüş ve —orada— tuz hâline gelmiş olsalar; İmânı A'zam (R.A.) ve
İmânı Muhammed (R.A. -r göre, temiz olurlar. İmâm Ebû Yûsuf (R.AJ 'a göre ise,
temiz ol-mp.zlar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
-Üzüm suyunun, kabının
şiddetle kaynadığı, köpüğünü atıp kaynamasının durduğu, eksilip sonra içki
olduğu zaman, eğer içine sirke bırakılır da, uzun müddet beklemek sebebi ile
sirkenin buharı," üzüm suyunun kabının başına kadar yükselirse, temiz
olur.
tt İçki bulaşan elbise
de, sirke ile yıkandığı zaman temiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Pis yağ, sabun
yapılmış olursa, o sabunun, temiz olduğunu hükmedilir. Çünkü, —mahiyeti—
değişmiştir. Zahidî'de do böyledir.
8- Tabaklamak, (derilerde)
9 - Boğazlamak,
(hayvanlarda),
10- Çekmek Ve Boşaltmak da
(kuyularda), temizleme
yollarıdır.
Buradaki temizleme
yollan ile ilgili geniş izahlar, daha önce geçmişti. [131]
Bir adamın bazı
azalarına, necaset isabet edip bulaştığı zaman, o kimse, necasetin eseri (=
izi, alameti) gidinceye kadar onu dili ile yalasa, temizlenmiş olur.
Bir kimse, pislenen
bıçağı; dili ile yalar veya onu tükrügü ile silerse, bıçak temizlenmiş olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, elbisesinde
olan necaseti, eseri kayboluncaya kadar yalamış olsa, o elbise, muhakkakki
temizlenmiş olur. Muhiytte de böyledir.
Bir kimse, ağız dolusu
kustuğu zaman, ağzını yıkamasa ci«ı. abdest aisa ve namaz kilsa, namazı caiz
olur. Çünkü, o kimsenin aptiikrüklc temizlenmiştir.
Sabi çocuk, annesinin
memesine kussa, sonra da o memeyi tekrar tekrar emse, meme temiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Atılan (çırpılan) yün
veya pamuk, pis olursa; atılıp didildiği vakit, eğer tamamı veya yansı pis idi
ise, o temizlenmez. Fakat, eğer pis olan kısmı, az olurda, atılıp - çırpılmakla
temizlenme ihtimali bulunursa, bu işlemden sonra, temizlenmiş olduğuna
hükmedilir. Hu-lâsa'da da böyledir.
«Harmanda düven
sürerken, öküzün veya eşeğin, bevl veya terslerinin isabet etmiş olduğu
buğdayların bazısı, bazısına (yani, pisi
temizine) karışsa, sonra, bunlardan bir kısmı, ayrılıp yıkansa, sonra da hepsi
birbirine karışmış olsa, bunların yenilmesi mubah olur.» denilmiştir.
Bu durumda
olan-buğdaylar, ayrılmış olsa da bir kişiye bağış: lansa veya sadaka olarak
verilse, yenilmesi yine mübâh olur.
Pis mum, erimekle
temizlenmiş sayılmaz; fakat, pis kalay, erimekle temizlenmiş sayılır. Gunye'de
de böyledir.
Donmuş halde bulunan
bir yağın içinde, fare ölmüş olsa, farenin olduğu yerin etrafı, oyularak
atılır; geri kalan yağ, temizdir, yenilir.
Fakat, eğer yağ, cıvık
= akıcı ise, bu durumda yenilmez. Ancak, yemenin dışında, ondan faydalanılır.
Meselâ : Onunla kandil ya-kılabilir, deri tabaklanabilir ve benzeri şeyler
yapılabilir... Hulâsa'-da da böyledir.
Pis yr^ğla, deri
tabaklanmış olursa, o derinin, yıkanılması emredilir. Sıküabiliyorsa, üç defa
yıkanır ve sıkılır. Fakat, sıkılmaz ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre, üç defa
yıkanır ve her defasında da kurutulur. Bedai'de de böyledir.
Yağın, akıcı veya
donucu olduğu şöyle anlaşılır : Oyulup da alman pis yer, aynı saatte
—kendiliğinden— düz bir hale gelmezse, o yağ, donmuş — katı yağdır. Fakat, bu
durumda, yağ düzelirse, o yağ, akıcı = cıvık bir yağdır. Fetâvâyi GarâiVde de
böyledir. [132]
Necaset iki türlüdür :
1- Necaset-i
Galîza (Ağır, kalın pislikler)
2- Necaset-i
Hafife .(Hafif pislikler) [133]
Necaset-i galîza'nın,
ancak, bir dirhem miktarında olanı af-volunmuştur.
Dirhem hakkındaki
rivayetlerde de, görüş ayrılığı vardır. Sahih olan, bu gibi çisimli pislikler
konusunda, dirhemin ağırlığına itibar edilir. Onun ağırlığı da, bir dirhem
miktarıdır ki, büyük mis-kaldir.
Necâset-i galîza'nın
dışında kalanlarda ise, kirlettiği yerin mesahasına (= alanına) itibar edilir.
O da, avuç içi kadar (bir alan) dır. Tebyin, Kâfi ve pek çok fetva kitaplarında
da böyledir.
Miskâl'in ağırlığı 20
kırattır. Şemsü'l - Eirame'den rivayete güre; itibar her zaman dirhemedir.
Sahih olan görüş evvelki görüştür, îzâh'tan naklen, Sirâcül - Vehhâc'da da
böyledir.
İnsan vücudundan
çıkmış olan ve abdesti veya guslü gerektiren bütün şeyler, necaset-i
galîza'dır : tnsan tersi, idrar, meni, me-zi, vedi, irin, sarı su, ağız dolusu
olan kusuntu gibi...Bahru'r-Râık'-ta da böyledir.
Keza, kan ve hayız,
nifas, istihâze kanı da, necaset-i galîza-dir. Siracü'I Vehhâc'da da böyledir.
Ekmek yiyecek çağda
olsun veya olmasın, küçük oğlan ve kız çocuklarının bevilleri de, birbirlerine
müsavidir ve necaset-i ga-lîza'dır. İhtiyar Şerhi Muhtâr'da da böyledir.
İçki, akan kan, ölmüş
hayvan eti, eti yenmeyen hayvanların -sidiği, at, katır ve merkep tersleri,
sığır tersi, köpek tersi, tavuk, kaz ve Ördek tersleri de, necaset-i
galîza'dır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yırtıcı hayvanların
tersleri, kedi ve farenin tersleri ve idrarları, yılanın tersi ve idrarı,
büyük gene ve keler denilen hayvanın kanı (eğer akıcı olursa) da yine necaset-i
galîza (= ağır pislikleri), dır.
Bunlardan her hangi
biri, bir elbiseye, bîr dirhem miktarı bulaşırsa, o elbise ile namaz kılmanın
cevazına, fcaiz olmasına) mani' olur. Muhryt'te de böyledir. [134]
Hafif necasetin,
elbisenin dörtte birinden daha az miktarında olanı, afvediUp, bağışlanmıştır.
Ekseri! - mtitûn'de de böyledir.
Dörtte birin tesbiti.
hususunda, neye itibar e'dileeeği konusunda ihtilaf vardır. «Mu'teber olan,
hafif pisliğin bulaştığı tarafın dörtte biridir, denilmiştir. Etek, yaka, kol,
bacak ve benzeri gibi, elbisenin bölümlerinin, dörtte birine itibar olunur. Bu
hüküm, pislik bulaşan şeyin, elbise olması halindedir.
Eğer, pisliğin
bulaştığı şey; el, ayak gibi bedenin uzuvlarından biri olursa, bu durumda, bu
uzvun, dörtte birine itibar olunur. Tuhfe Sahibi, Muhıyt, BedfiÜ', Müctebâ,
Sîrâcül - Vehhfic, bu görüşü sahih bulmuşlardır. Hakâık'ta ve Bahrü'r - Râık'ta
da, fetva bunun üzerinedir.
Eti yenen hayvanlarla
atın bevli ve eti yenmiyen1 kuşların tersleri, hafif pisliklerdir. Kanz'de de
böyledir.
Hafif necaset,
elbisede, meydana çıkıp görülür. Elbise, suyun içinde olursa, görülemezler.
Kâfî'de de böyledir.
Şehidin kanı, üzerinde
durduğu müddetçe temizdir. Fakat, ondan ayrılınca pis olur.
Her hayvanın salyası,
bevli C = idrarı) gibidir. Zahîriyye'de de böyledir.
İğne ucu gibi olan
idrar sıçrıntılari, elbiseye dolsa bile, zaruretten dolayı bağışlanmıştır. Tebyîn'de de böyledir. Îğnenin ucu kadar değil de,
iğnenin arkası kadar olan, idrar
sıçrmtılai hakkındaki hüküm de, aynıdır.
Bu hüküm, sıçnntılann,
elbise veya bedene vâkiî olmaları ha.. Ündedir. Fakat, bunlar, suya sıçramış
olurlarsa, onu pislendirirler ve bu durum,.bağışlanmış olmaz. Çünkü, suyun
temizliği, bedenle^ rin, elbiselerin ve yerlerin temizliğinden/ daha
kuvvetlidir. S4râ-cül - Vehhâb'da da böyledir.
idrar serpintileri,
büyük iğnenin başı kadar olursa, ondan men olunur, çünkü bu durumda, o necistir
ve bağışlanmaz, Bahrii'r Râık'ta da böyledir. [135]
Yılan, boğazlanmış
olsa bile, onun derisi pistir. Çünkü, yılan derisinin, tabaklanmasına ihtimal
yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Yılanın gömleği
temizdir,
Uyuyanın salyası
(ağızdan çıkan su) temizdir. Salya, ister ağzından çıksın, ister kamından
gelsin, İmâm Ebû Hanîfe (RjU ve İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, müsavidir. Fetva
da bunun üzerinedir.
Ölünün ağzından çıkan
su ise, pistir. Sirâcü'l - Vehhâc'da
da böyledir.
İpek, böceğinin suyu
da, tersi de temizdir. Kunye'de de böyledir.
Eti yenilen kuşların
tersi temizdir. Güvercinler ve serçeler gibi... Sîrâcül - Vehhâc'da da
böyledir.
Sahih kavle göre,
eşeğin südü temizdir. (Tebyın'de de boy-tedir. Fakat, yenilmez.) Ntiıâye ve HuJâsa'da
da böyledir.
Boğazlanmış bulunan
hayvanın, damarlarında kalan kan, çok olsa bile, elbiseyi pislendirmez.
Fetiâvâyi' Kâdîhân'da da böyledir.
Etin içinde kaîan ve
akıcı olmayan kan da temizdir. Serah-sî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Akıcı kandan, ete
yapışan kısım, pistir. Münye'de de böyledir.
Ciğer ve böbrek
kanları, pis değildir. Hazânetül - Fetâvâ'da böyledir.
Sivrisinek, pire, bit,
kazıl böcek gibi hayvanların kanlan, çok olsa bile, elbiseyi pislendirmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyle-
Balığın ve diğer, suda
yaşayanların kanı, elbiseyi ifsad etmez. Bu hüküm, İmâmı A'zam (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R A.) 'e göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fare tersi, buğday
ambarına düşmüş ve onunla birlikte öğütülmüş ve un haline gelmiş olsa, unu
ifsad etmez. Fakat, ünün tadını, bozmamış olması da şarttır.
Fare tersi, yağ kabına
düşmüş olunca, onu da, ifsad eylemez. Yine, yağın tadını bozmamış olması
şartiyle.
Fakîh Ebûl Leys : «Biz
de bu görüşü alırız, demiştir. 9 Ebû
Hafs'ın meselelerinde::
«Fare tersi, şıra ve
sirke kabma düştüğü zaman, onları ifsad eylemez.» denilmiştir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet, bir elbiseye,
pis bir yağ bulaştığında, bu yağın miktarı, dirhemden az olur, fakat, daha
sonra, .etrafa yayılmakla dirhem miktarından fazla olursa; bazıları : «Bu
durum, namazın cevazına manidir.» demişlerdir. Âlimlerin ekserisi de, bu görüşü
aldılar. Münye'de de böyledir.
Pis bir elbise, temiz
bir elbiseye bitişse, yaş olan necasetin eseri de, temiz olan elbise de görünse
ve bu temiz elbiseyi ıslatmış olsa, fakat, sıkıldığı zaman, o elbiseden şayet
bir şey akmaz ve damlamazsa, esahh olan, o temiz elbisenin, pis olmamış
olmasıdır.
Temiz bir elbise, pis
bir elbisenin üstüne serilse veyahut da bu temiz elbise, ıslak ve pis olan bir
yere serilmiş ve pisliğin izi de, o temiz elbisede görülse; fakat, —yukarıda
bahsedildiği gibi— elbise yaş olmasa, yani, sıkıldığı zaman, ondan bir şey
damlanı asa fakat, geriden bakılınca, ıslanan yer belli oluyor olsa, esahh
olan kavle göre, o elbise pis olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, ıslak
ayağını, pis ve ıslak olan bir yere veya pis bir yaygının üzerine koymuş oba, o
kimsenin ayağı, pislenmiş olmaz.
Eğer bir kimse, kuru
ayağını, yaş ve pis bir yaygının üzerine koyar ve bu kimsenin ayağı ıslanırsa,
pislenmiş olur. Fakat, nemlenmiş, rutubetlenmiş olmasına itibar edilmez.
Muhtar olan da budur. SlrâciiT - Vehhâc'da da böyledir.
Çamurun içine gübre
döküldüğü zaman, o çamurun yüksekçe ve kuru olan bir yerinin üzerine, ıslak
bir bez parçası konsa, o bez parçası, pis olmaz.
Kuru bir gübreyi veya
pis bir toprağı, rüzgâr estiği zaman, ıslak bir elbiseye dokundurmuş olsa;
pislik eseri görülmedikçe, o elbise, pis olmuş olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Rüzgâr, pisliğe uğrar
ve onu sürükleyip getirerek yaş elbiseye dokundurur ve elbisede pisliğin kokusu
bulunursa, elbise pislenir.
Fakat, pis buharların
elbiseye dokunması ile, o elbise, pislenmiş olmaz. Sahih olan da budur.
Zehıyre'de de böyledir.
Pis duman, elbiseye
veya bedene dokunursa, sahih olan, onu pislendirmemesi d ir. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Fetvalar da : «Bir
evde pislik yakılsa da, o pisliğin dumanı ve buharı, yükselerek tavana yetişse
ve orada toplanıp yoğun-laşsa; sonra da, erişe veya tavan terlese, dökülen
damlalar da elbiseye bulaşsa, —onda herhangi bir— necaset izi görülmeden,
elbise pislenmiş olmaz.» denilmiştir, İmâm Ebû Bekr Muhammed bin FazI'da,
bununla fetva vermiştir. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.
Ahır, sıcak olduğu,
penceresinin üzerinde bir tavan bulunduğu veya tuvalet çukurunun üzerinde
tavan olduğu vakit, tavan terlese ve damlasa; dokunduğu elbise, kendisinde
necadet eseri görülmedikçe, pis olmaz.
İçinde pislik yakıiıp,
duvarı ve kublesi terlediği zaman, hamam da b.öyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, su ile istinca
yapsa (su ile önünü ve arkasını yı-kasa) da, bir havlu ile silinip kurulanmadan
yellense, umumun görüşüne, göre, bu yellenmesi etrafını pislendirmez.
Bir kimsenin donu,
terledikten veya su ile ıslandıktan sonra, o kimse yellense, donu pislenmez. Hulâsa'da
da böyledir.
Bir kimse, kışın,
ıslak bedeni ile bir davar ağılma girse veya oraya ıslak elbise, veya benzeri
bir şey götürse; bedeni veya götürmüş olduğu şey, ağılın sıcaklığından kurumuş
olsa, bunlar pislenmiş olmazlar. Fakat, ıslak gömleğinde sararma görülmesi
veya götürdüğü şeyin —<>rada— kur.uyunca sararması gibi, necasetin eseri
görülürse, o şey pislenmiş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, yatağında
uyuduğu vakit, yatağa bulaşmış olan meni kurumuş olsa ve adam terleyerek yatak
ıslansa; şayet o kimse, bedeninde bu ıslaklığın izini görmezse, bedeni
pislenmiş sayılmaz.
Eğer, ter çok olur da,
yatak ıslanır, sonra da yatağın ıslaklığı adamın bedenine geçer ve bedeninde, o
meninin eseri görülürse, o adamın bedeni, pislenmiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir eşek, suya
bevletse de, o sudan sıçrayan serpintiler, bir kimsenin elbisesine dokunsa, bu
durum, namazın cevazına mani olmaz. Fakat, sıçrayan şey çok olur ve kişi onun
bevl (= idrar) olduğuna kanaat getirirse, bu durum, namazın cevazına mani olur.
Bir suya pislik atılsa
da bu esnada meydana gelen sıçnn-tılar, bir elbiseye isabet etse; eğer, eseri
elbisede belli olursa, elbiseyi pislendirir. Aksi halde, pislendirmez. Muhtar
olan kavil de budur. Ebû'l - Leys de bunu almıştır. Suyun, akar su olması ile
durgun su o'ması da müsavidir.
Ebû Bekr Muhammed bin
Fadl : «Ayağında pislik olan bir at, suda yürürken, su serpintileri binicinin
elbisesine sıçrarsa, o elbise, pis olur. Suyun, akıcı veya durgun olması
halleri müsavidir.» demiştir. Fakat, esahh olan görüş, evvelki görüştür. Münye
Şerhinde de böyledir.
Tuvalet sineği, bir
elbiseye konmakla, onu ifsad eylemez. Fakat, sayı itibariyle, çok olurlar da,
—elbisenin, kondukları kısmını görünmez edecek kadar— galebe çalarlar, o
zaman, ifsad ederler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kendisine çamur
bulaşan veya çamurda yürüyen bir şahıs, ayağını yıkamadan namaz kılsa —bu
çamurda— pislikten eser olmadıkça, kıldığı namaz caiz olur. İhtiyaten abdest
almak ise, daha güzeldir. Vâkiât-ı Hüsâmiyye'den naklen, Fetâvâyi Karahânî'de
de böyledir.
Pis samanın, çamura
karıştırılması halinde, eğer saman, çamurdan çok duruyor (gözüküyor) sa, o
çamur pis,- aksi halde ise, temizdir. Fetâvâyî Kâdihân'da da böyledir.
Fakat, bu çamur
kurumuş olunca, onun temiz olduğuna hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Köpek, insanın
elbisesini veya bir yerini tutmuş olsa, ıslaklık eseri zahir olmadıkça, sadece
tutmuş olması sebebi ile, tuttuğu yer pislenmiş olmaz. Köpeğin, Öfkeli hali
ile rıza hali de müsavidir. Münyetü'l-Musallî'de de böyledir. Sıyrfiyye'de de
: «Muhtar olan budur.» denilmiştir. Keza, İbrahim Halebî Şerhinde de böyledir.
Üzeri ıslak olmayan
köpek, mescidin hasırının üstünde uyuşa, hasır .pislenmez. Köpek ıslak olsa
bile, necaset eseri zahir olmadıkça, yine pislenmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Filin kemiği temizdir.
Esahh olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.
Filin salyası, (ağız
suyu) arslan ve kablanınki gibi pistir. Hortumu ile, bir elbiseye bulaştirsa, o
elbise pislenmiş olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Geviş getiren her
hayvanın gevişi, gübresi gibidir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Devenin ve koyunun
tersinde bulunan arpa, yıkanır ve yenir. Sığırın tersinde bulunan, bunun
aksinedir. Çünkü onda, salâ-bet (katılık) yoktur. Zahîrİyye'de ide böyledir.
Ekmeğin içinde, fare
tersi bulunsa; eğer o ters, sert ise, çıkarılıp atılır ve ekmek yenir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Deve, koyun ve keçi
tersi (kığısı), süt sağılırken, süt kabının içine düşse ve o anda alınıp
atılmış olsa, bunda bir beis yoktur. Eğer, kığı, sütün içinde ufanmışsa-, süt
pis olur. Ve* daha sonra, temizlenme imkanı da yoktur.
Köpek kılından uçkur
bağı yapılmasında, bir beis yoktur. Hulâsa'da ıda böyledir.
Koyun beyli ve insan
bevli, bir şeye isabet ettiği zaman, —onda bulunan— hafif necaset, ağır
necasete tabi kılınır. Zabîriy-ye'de de böyledir. [136]
îstancâ' : Sebüeyn'den (Ön ve arkadan) çıkan
pisliği, temizleyip, pâk etmekıtir.
Daha açık bir ifade
ile, kazayı hacetten (büyük ve küçük
ab-desttcn) sonra, erkek ve kadının, ön ve arkasını temizlemesidir.
îstincâ'; su, taş,
kesek, ağaç, parçası, toprak, bez, deri ve bunlara benzer şeylerle yapılır.
Çıkması mutad olan
şeyin çıkması ile, mutad olmayan şeyin çıkması arasında, bir fark yoktur.
Arka ve ön yollardan
çıkan şey, necaset ve idrar olmaz da, kan veya irin olursa, bunlar da, taş veya
diğerleri ile temizlenirler. 0 îstincâ'
mahalline, hariçten bir necaset bulaşsa, bu da istin-câ' yolu ile temizlenir.
Taşlarla İstincâ
Yapmanın Şekli :
İstincâ' yapacak olan
' kimse, gücü yettiği kadar, kıbleye, .
rüzgara, güneşe ve ay'a dönmemek üzere, sol tarafına meylederek, oturur.
Yanında olan üç taştan birisini, önden arkaya doğru; ikincisini, arkadan Öne
doğru; üçüncüsünü ise, yine önden arkaya doğru sürtmek sureti ile istincâ'mı
yapar.
Ebû Ca'fer'e göre, yaz
günlerinde, yukarıda anlatıldığı gibi, kış günlerinde ise, önce arkadan öne,
ikinci ile önden arkaya ve üçüncü ile de yine arkadan öne doğru sürtmek sureti
ile istincâ^ yapılır.
Kadın ise, her zaman,
erkeklerin, kış günlerinde yaptığı istjncâ' gibi âstincâ' yapar.
Taş ile yapılan
istincâ' mahallinden çıkan ter, müteahhi-rûn'a göre, temizdir. Ve o terin
isabet ettiği yerler, pislenmiş sayılmaz.
Taşla istincâ' eden
kimse, o halde, az bir suyun içine otursa, o su, Tebyî'in beyanına göre, pis
olur. Zehiyre'de de böyledir. Sahih olan da budur.
îstincâ'da adet,
sünnet değildir. Yâni, istincâ taşlarının, 3, 5, 7, 9, gibi muayyen sayılarda
olması, sünnet değildir. Tebyîn'de de böyledir. :
îstincâ'da şart,
temizliktir. Tek taşla temizlik vâki' olmuş olsa, yine sünnet yerini bulmuş
olun Fakat, üç taşla temizlik hasıl olmamış olsa, sünnet de hasıl olmamış olur.
Muzmarât'da da böyledir.
0. Müstehâb olan,
istincâ' sırasında, kişinin, temiz olan taşlan sağ tarafına koyup,
kullanılanları, necis olan yerleri alt tarafa getirmek suretiyle, sol tarafa
bırakmasıdır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Şayat, avret yerinin
açılma ihtimali varsa, su ile değil, taş ile istincâ' yapılmalıdır. Bu durumda,
efdal olan budur. Fetâvftyi Kâdîhân'da da böyledir.
En üstün istincâ'
şekli, önce taşla ve sonra da, su ile yapılanıdır; yani, hem taş hem de su
kullanılan istincâ'dır. Tebyîn'de ide böyledir,
«Zamanımızda sünnet
olan istincâ', taş ve su ile bitlikte yapılan istincâ'dır.» denilmiştir.
En sahih olan sünnet
ise, mutlak temizliktir, (hangi şekil ile olursa olsun.) Fetva da bunun üzerinedir. Sh-acü'I -
Vehhâc'da da böyledir.
Taşlarla istincâ',
necasetin az olduğu ve çıkış yerinin efr rafına dağılmadığı zaman caiz olur.
Yoksa, dirhem miktarından fazla olan ve nıak'adın etrafına taşan necaseti,
taşlarla temizlemek kâfi gelmez. Bu durumda, su ile temizlik farz olur.
Zekerin deliğinden,
etrafına yayılan idrar, dirhem miktarından fazla olursa, onu da, su ile
yıkamak farz olun
Necaset, çıkış yerinin
etrafında, dirhemden az veya dü-faem miktarı olursa, taşla istincâ', İmâmı Azam
CR.A.) ve İmâm Afciham-med (R.A.)'e göre caizdir. Hatta, çıkış yerinin necaseti
ile etrafmdaki necaset birleştiği zaman, dirhemden fazla olsa bile, taşlarla istincâ'
caiz olur. Su ile yıkamaya ihtiyaç kalmaz. Bu durum, kerîh de değildir:
Zehiyre'de de böyledir. Sahih olan da budur. Zadda da böyledir.
Necaset, istincâ'
mahallinde, dirhem miktarından fazla ise, taşlarla istincâ' yapılır ve
yıkanması gerekmez. Tahâvî Şerht'nde de böyle zikredilmiştir. Bu hususta görüş
ayrılığı vardır. Bazdan: «Üç taşla-silmek temizler, bu caizdir.» demişlerdir,
Esahh olan da budur. Fakih Ebû'l - Leys de böyle söylemiştir. Muhıyt'te de
böyledir. Muhtar olan da budur. Sirâciyye'de de böyledir.
Zekerin deliğinin bir
tarafındaki necaset, dirhem1 miktann-, dan az fakat, diğer yerde olanla
birleşince, dirhemden fazla olsa, mes'ele yine aynıdır. Hulasa'd a da böyledir.
Sahih olan da budur. Tecnîs'de de böyledir.
Mak'adı büyük olup da
onda dirhemden fazla necaset bu Kınan fakat, etrafına taşmamış olan necasetin
temizlenmesi mes'-elesinde de görüş
ayrılığı vardır. Ebû Şüccâ' ve Tahâvî'ye
göre, bu durumda da taşlarla istincâ'
caizdir. Biz de bu kavli alıyoruz. Tebyîn'de de böyledir.
Bevüden istincâ'
ederken, zeker sol elle tutulur. Duvara, taşa veya kerbice sürtülür. Taş ve
zeker, sağ elle tutulmaz. Taş, sol eUe de tutulmaz. Zaruret olursa, keseği iki
topuğun araşma alır, sol eliyle zekerini o keseğe sürer. Ve eğer, özürü varsa,
taşı sağ eliyle tutar. Onu hareket ettirmez. Zâhidî'de de böyledir.
İ&tibrâ (idrar
yerini temizlemek), kalb artık idrarın gelmediğine karar kılıncaya kadar,
vacibtir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bazıları : «Bir kaç
adım yürüdükten sonra istibrâ' yapılır» demişlerdir.
Bazıları da :
«Bevlettikten sonra ayağını yere vurur», «... Ök-sürür gibi yapar», «...sağ
ayağını sol ayağına sarar», «...yukarıdan aşağıya iner (oturur gibi yapar....,
sonra da istibrâ' yapar demişlerdir.
Sahih olan : Kalbin
kanaati, istincâ' ve istibrâ'da esastır. Mün-yetü'l - MusaHî'de ve Muzmarâtta
da böyledir.
0 îstincâ' ve
istibrâ'da da, —namazdaki gibi— şeytanın vesvesesine iltifat etmeyip,
abdestten sonra, eteğine biraz su serpme-lidir ki, gördüğü yaşlığı, o suya
hamletsin. Zahîıiyye'de de böyledir.
Bir kimse, eğer oruçlu
değilse, tamamen gevşedikten sonra, su üe istincâ'i, sol eli iîe yapar. Ünce,
orta parmağını diğer parmaklarının üzerine yükseltir ve tehâret mahallini
temizler. Sonra, küçük parmağın yanmdakini yükselterek . temizlik yapar. Daha
sonra da, küçük parmağını yükselterek istincâ' mahallini yıkar. Sonra da,
şehadet parmağını yükselterek, kalbi mutmain oluncaya veya temizlendiğine dair
zann-ı galibi hasıl oluncaya kadar temizlik yapar. Şayet, oruçlu değilse, bu
işte mübalağada bulunur. Yani, iyice yıkar. Sayı takdir etmez, Ancak, bu kimse
vesveseli ise, üç defa iyice yıkar.
Tebyîn'de de böyledir.
İstincâ'da, üç
parmaktan fazlası kullanılmaz. Ve parmakların uçları ile değil de, enleri ile
istincâ' yapılır. Serâhsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.
îstincâ sırasında su,
gayet yavaş dökülür ve avret mahalline su sertçe çarpılmaz.
İstincâ esnasında, avret mahalli yavaş yavaş,
mülâyemetle ovalanır.
Din büyüklerinin umumî
görüşlerine göre, istincâ' esnasında, parmakları kaldırmamah ve avuç içi île
istincâ' yapmalıdır.
Kadınlar hakkında,
âlimlerin tamamı şöyle demişlerdir : Kadınları, bacakları açık şekilde
otururlar. Avuç içleri ile, avret mahallerinin dışını yıkarlar. Parmaklarını,
avret mahallerine girdirmezler, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. Muhtar olan
da budur. Sıyrfiyye'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kadınlar, erkeklerden daha açık otururlar.
Muzmarât'ta da böyledir.
Ebû Hanîfe (R.A.) ye
göre, avret yerlerinden, önce arka, sonra da ön yıkanır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise önce Ön, sonra arkayikamr. Tatarhâniyye'de
de böyledir. Gazvî'nin görüşü de, îmâmeyn'in görüşüdür ki, eşbah olan da budur.
İbn-i Emîril - Hacc'm Münyetül - Musallî Şeriü'nde de böyledir.
îstinca' mahallinin temizlenmesi
üe birlikte, istincâ'" yapan el de, temizlenmiş olur. SiradyyeMe de
böyledir.
îstincâ'dan sonra el
yıkamak ise, daha önce yıkanmasında olduğu gibi, daha temiz ve daha nazîf oîur.
(Şüphesiz ki, Peygamber (SJV.V.) Efendimiz'in, istmcâ'dan sonra elini yıkadığı
rivayet olunmuştur.) Tecnîs'de de böyledir.
îstincâ', yaz
mevsiminde mübalağa ile yapılır. Kış mevsiminde ise, tam bir temizlik hasıl
olsun diye daha mübalağalı yapılır. Bu, daha fazla mübalağa hali, su soğuk
olduğu zaman gerekir. Su sıcak olursa, kışın da yaz günü gibi yapılır. Fakat,
soğuk su ile yapılan istincâ'mn sevabı, sıcak su üe yapılandan daha çok olur.
Muzmarât'da da böyledir.
Aybaşı hali ve
lohusahk dışında, kan gelen müstehâze kadına, eğer, büyük veya küçük abdest
vâki' olmamışsa, her namaz vakti için, istincâ gerekmez.
Sol eli olmayan kimse,
yardım edip su dökeni yoksa istincâ' etmez. Eğer gücü yeterse, akar sudan
istincâ yapar. Hulâ-sa'da da böyledir.
Abdest olmaya güç
yeüremiyen hasta bir adamın, kansı veya cariyesi yok da, oğlu veya kardeşi
varsa, bunlar, ona, istincâ' etmeksizin, abdest aldırırlar. Çünkü, Onun avret
mahalline el sürülemez, dolayısıyle ondan, istincâ' şakıt olur, Muhıyt'te de
böyled
Hasta olan kadının,
kocası olmaz ve kendisi de abdest almaya güç yetiremezse, kızı veya kız
kardeşi, ona, abdest aldırırlar. Ondan da, istincâ' düşer. Fetâvâyî Kâdîhân'da
da böyledir.
îstincâ' halinde, ön
ve arka tarafı, kıble istikâmetine, çevirmek mekruhtur. Eğer, helada, gafletle
o yöne oturulmuşsa, müstehab olan, imkân dahilinde, yün çevirmektir. Tebyîn'de
de böyledir. Sahrada olsun, binalarda olsun, bize göre, bu hususta gö-rtiş
ayrılığı yoktur. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
Kadınların,
çocuklarını, kıbleye karşı tutup, abdest bozdurmaları mekruhtur. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Kemikle, tezekle Cyani
sığır, deve; at ve emsalinin gübresi ile), yenilecek şeyle, etle, camla,
çanak-çömlek parçası ile, ağaç yaprağı ile, kıl ile istincâ' etmek mekruh
olduğu gibi sağ elle istincâ' etmek de mekruhtur. Tebyîn'de de böyledir.
Sol elinde, istincâ'ya
mani' bir özrü bulunan kimsenin, bu durumda, sağ eli iİe istincâ' yapmasmda
kerâhat yoktur. Sirâcü'l -Vehhâc'da da böyledir.
Necis şeylerle,
kendisinin veya başkasının istincâ' yapmış bulunduğu taşla, istincâ' yapılmaz.
Yalnız, taş —büyük veçok köşeli ise, her defasında bir tarafı ile istincâ'
yapılması, mekruh değildir. Muhıyt'te de böyledir..
Beyaz olan kağıtla da,
istincâ' yapmak mekruh olur. Muzmarât'ta da böyledir.
Kiremitle, kömürle,
ipek gibi kıymetli olan şeylerle, istincâ' yapmak da mekruhtur. Zâhidî'de de
böyledir. [137]
Beş türlü İstincâ'
Vardır :
Bunlardan ilk ikisi
vacib, üçüncüsü sünnet, dördüncüsü müs-tehâb ve beşincisi de bid'at olan
istincâ'dır. Şöyle ki
1- Cünüblükten,
hayızdan ve nifastan dolayı, necaset
mahallini yıkamak vacibtir.
2- Mahrecini,
(çıktığı yeri) geçip dağılan necaset, az olsun, çok olsun, İmâm Muhammed İKA.)
'e göre, onu yıkamak da vacib-tir. îmâmeyn'e göre, dirhem miktarından fazla
olan bu gibd necaseti, yıkamak vacibtir. Çünkü, taşlarla istincânm caiz
olması, necasetin, mahreç üzerinde olması halindedir. Dış tarafa taşmış olan
necaseti ise, yıkamak gerekir.
3- Necaset,
çıkış yerini ileri geçmediği zaman su ite istincâ sünnettir.
4- Küçük
abdest yapıp da, büyüğünü yapmadığı zaman, zekerini veya fercini yıkamak
müstehabtır.
5- Yellendikten sonra, istincâ yapmak ise bid'attir. Muhtarın Şerhi olan İhtöyâr'da
da böyledir.
Tuvalete girmek
isteyen kimsenin, mümkünse, namaz kıldığı elbisenin haricinde, b&şka bir
elbise ile tuvalete girmesi, değilse, gücü yettiği kadar, elbisesini,
necasetten ve mâ-i müstamelden korumaya çalışması, müstehabtır.
Tuvalete, başı Örtülü
olarak girmek de müstehabtır.
Üzerinde, AUahu
Teâlâ'mn isimlerinden birisi yazılı olan yüzükle veya üzerinde, Kur'ân'dan bir
şey yazılı olan, herhangi bir şeyle, helaya girmek mekruhtur. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir. [138]
Allah'ım; pis olajn
şeytanın erkeğinden ve düşislînden sana sığmınm) demek, sol ayağı atarak helaya
girmek ve sağ ayağı atarak dışarı çıkmak da müstehabtır.
Helada, ayakta iken avret mahalli açılmaz. Oturunca, ayakların arası açılır; sol
tarafa doğru meyledirilir;
konuşulmaz;Aİlahu Teâlâ zikredilmez; selâm verenin selâmı alınmaz;
müezzi- nin okumakta olduğu ezana icabet edilmez. Heladaki kimse aksı-rırsa,
dilini oynatmadan, kalbinden hamdeder. İhtiyaç olmaksızın,avret yerlerine
bakmaz. Avret yerinden çıkanlara
da bakılmaz.
Sümkürülnıez, tükürülmez,
tanahmıh edilmez, Cöksürür gibi yapıl-maz.) Sağa - sola sallanılmaz. Vücûdu ile
oynanılmaz. Helada olan kimse, gözlerini
havaya dikip bakmaz, küçük ve büyük abdest için,
İhtiyaçtan fazla
oturmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [139]
Bana eziyet vereni
çıkarıp, fayda vereni bırakan Allah'a hamdederîm.) denir. Tebyîn'de de
böyledir.
Durgun suya, akar
suya, nehre, kuyuya, havuza, ekin içine, pınar etrafına, meyveli ağaç altına,
gölgesinden faydalanılan ağaç altına, cami civarına, bayram namazı kılman
yerlere (namazgahlara) , mezarlıklara, yollara ve toplu halde bulunan
hayvanların arasına, büyük veya küçük abdest bozmak mekruhtur.
Ayrıca, bir yerin alt
tarafına oturup da, üst tarafına işemek; fare, yılan ve karınca deliklerine
işemek; ayakta veya yatarken işemek ve özürsüz olarak çıblak iken işemek de
mekruhtur. Bir Özür varsa, bu son şekil mekruh olmaz.
Abdest alman ve
gusledilen yere, bevletmek de mekruhtur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
O Sert bir yere
işlemek zorunda kalan kimse, ya bevledeceği yeri taşla vurarak yumuşatır
veyahut da oraya bir çukur kazar ki, idrar sıçrantılan üzerine isabet etmesin. [140]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/3.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/5-6.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/7-10.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/11.
[5] Mâide süresi, âyet: 6.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/15.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/15-16.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/16-17.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/18-19.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/19-21.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/21-23
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/24.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/24.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/24-25.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/25.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/25.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/25-26.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/26-27.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/27.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/27-28.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/28-29.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/29.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/29.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/29-30.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/30.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/30.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/31.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/31.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/31.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/31-36.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/36.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/36.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/36.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/36.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/37.
[36] Arka ve ön yollardan çıkan.
[37] İdrar yolundan çıkan beyaz bir su
[38] Şehvet neticesi, idrar yolundan çıkan vedi'den daha
kaim beyaz bir su
[39] Zekerden atılarak çıkan beyaz ve mezi'den daha kalın
bir su
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/38-40.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/40-42.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/43-44.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/44-46.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/46.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/46.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/46-47.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/47.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/47-48.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/48.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/48.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/49.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/50.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/50-51.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/51.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/52-53.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/54.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/54.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/54-56.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/56-58.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/58.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/58-59.
[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/59.
[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/59.
[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/59-60.
[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/60-61.
[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/63.
[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/63.
[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/63.
[70] Münyetü'l-Musallî Şerhi (=HaIebi-Sagir), tarafımızdan
sadeleştirtlip Ak-çağ tarafından neşredilmiştir
[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/63-65.
[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/65-66.
[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/66-67.
[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/67.
[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/67-69.
[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/69-70.
[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/70.
[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/70-71.
[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/71-72.
[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/72.
[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/72-75.
[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/75-76.
[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/77-81.
[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/81-83.
[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/84-90.
[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/91-92.
[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/92-94.
[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/94.
[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/94-96.
[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/96.
[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/97.
[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/97.
[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/98.
[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/98-102.
[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/102-104.
[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/105-108.
[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/109.
[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/109-114.
[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/115.
[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/115-117.
[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/117.
[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/118-119.
[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/119-120.
[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/120-121.
[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/121-122.
[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/123-124.
[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/124-128.
[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/129-130.
[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/130-131.
[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/132-133.
[111] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/134.
[112] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/135.
[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/135.
[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/135.
[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/136.
[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/136.
[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/136-137.
[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/137-138.
[119] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/138-139.
[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/139.
[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/140.
[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/140-143.
[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/143-145.
[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/147.
[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/147-153.
[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/153.
[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/153-154.
[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/154-155.
[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/155-156.
[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/156.
[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/157-158.
[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/158-159.
[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
1/160.
[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/160-161.
[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/161-162.
[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/162-166.
[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/167-172.
[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/172-173.
[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/173.
[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 1/173-174.