KİTÂBÜ'L-BÜYÛ' 4

ALIŞ-VERİŞ. 4

1- BEY'IN TÂRİFİ, RÜKNÜ, ŞARTI, HÜKMÜ VE ÇEŞİTLERİ 4

Bey'ın Tarifi: 4

Bey'ın Rüknü: 4

Bey'ın Şartı: 4

1) Satış Sözleşmesinin Şartı 4

2) Bey'ın Geçerli Olmasının Şartı 5

3) Satışın Sahih Olmasının Şartı 5

Bir Satışın Fâsid Olmasının Bazı Şartları 5

Satışın Sahih Olmasının Husûsî Şartı 6

4) Satışın Lüzumunun Şartı 6

Satışın Hükmü. 6

Bey'ın (= Satışın) Çeşitleri 6

Satılan Şeye Göre Bey'ın Çeşitleri 6

2- SATIŞTA AKİD ve ALINAN MALIN HÜKMÜ.. 6

1- Alış-Verişde Akid. 7

Satılan Şeyde Meydana Gelen Değişiklik. 11

Mektupla Ve Haber Yollamakla Yapılan Alış-Veriş. 12

Bey'-i Teati 12

Bey'-i Teatinin Şartı 12

2- Bey'-i Müsâveme'ye Göre Alınan Şeyin Hükmü. 14

3- Satılan Şey, Bu Şeyin Fiatı Ve Ele Alınmadan Önce, Bunlar Üzerindeki Tasarruf Yetkisi 16

Daimî Bedeller: 16

Daimî Satılanlar: 16

Satılan Şeylerle, Bedel Arasında Olan Aynlar: 16

3- ÎCAB VE KABUL ARASINDA VÂKİ OLAN İHTİLÂF. 17

4- BEDELİ MUKABİLİ SATILAN ŞEYLERİ TESLİM ALMAK VEYA ALMAMAK   19

1- Satılan Bir Şeyi, Bedeline Karşilik Olmak Üzere Elde Tutmak. 19

2-  Satılan Şeyin Teslim Edilmesi Ve Onun Alınıp Alınmaması 20

3- Satılan Şeyi, Satıcının İzni Olmadan Almak. 26

4- Satılan Ve Satın Alınan Şeylerin Kabzedilmelert 27

5- Satılan Şeyi Karıştırmak Ve Onunla İlgili Bir Suç İşlemek. 28

6- Alış-Veriş Yapanların Satılan Şey Ve Onun Bedelini Teslim Etmelerinin Lüzumu  31

5- SARAHATEN ZİKREDİLMEDEN BEY'A DÂHİL OLUP OLMAYAN ŞEYLER   32

1- Ev Ve Benzerinin, Sarahaten Zikredilmeden Alış-Verişe Dâhil Olması 32

2- Tarla Ve Bağ Satışına Dâhil Olan Şeyler 36

3- Zikredilmediği Halde Satışa Dâhil Olan Menkûller 40

6- ALIŞ-VERİŞTE ŞART KOŞULAN MUHAYYERLİK.. 41

1- Sahih Olan Veya Sahih Olmayan Muhayyerlikler 41

Muhayyerliğin Nevileri 41

Muhayyerliğin Müddeti 42

2- Muhayyer Olan Şahıs Ne Yapacaktır Ve Muhayyerliğin Hükmü Nedir 44

3- Alış-Verişte Geçerli Olan Veya Olmayan Muhayyerlik. 46

Muhayyerlikte Bey'ın (= Satışın) Feshi 47

Satışın Kavlen Feshedilmesi 47

Bey'ın Fiilen Feshedilmesi 47

Satıcının Da, Müşterinin De Muhayyer Olması 55

4- Satıcı Ve Alıcının, Muhayyerliğin Şartı Hususunda, Görüş Ayrılığına Düşmeleri 55

5- Akidde Bulunmayan Muhayyerlik Ve Muhayyerliğin Bazı Şartları 56

6- Ta'yin Muhayyerliği 58

7- Muhayyerlik Hususundaki İhtilâf Ve  Satılan Şeyin Kusurlandırılması 61

7- ALIŞ-VERİŞTE GÖRME MUHAYYERLİĞİ (HIYÂR-I RÜ'YET) 61

1- Muhayyerliğin Sabit Olmasının Keyfiyeti Ve Hükümleri 62

2- Bu Muhayyerliğin Îbtâlt Hususunda Satılan Şeyin Bir Kısmını Görmenin Hepsini Görmek Gibi Olduğu. 66

3- Kör'ün, Vekilin Ve Elçinin Alış-Verişi 69

8- ALIŞVERİŞTE KUSUR MUHAYYERLİĞİ (= HIYÂR-I AYB) 71

1- Hıyâr-I Ayb'ın Sabit Olması, Bu Muhayyerliğin Hükmü Ve Şartları Kusurun Tarifi Ve Tafsilâtı 71

Hıyâr-ı Aybın Hükmü. 71

Muhayyerliğin Sabit Olmasının Şartları 72

2- Hayvanlardaki Ve Diğer Şeylerdeki Kusurlar 77

3- Kusurdan Dolayı Geri Verilmesi Yasak Olan Veya Yasak Olmayan Şeyler 80

Satın Alınan Şeyde Meydana Gelen Fazlalıklar 83

Satın Alınan Şeyden Ayrı Olan Fazlalık. 83

Kusur Sebebiyle Satıcıya Nasıl Müracaat Edileceği 89

Kusurla İlgili Dâva Münazaa Ve Beyyine Îkamesi 93

Açık Kusurun Çeşitleri: 93

Gizli Kusurun Çeşitleri: 93

Dâva: 93

5- Ayıplardan Berâet Ve Tazminat Ödemek. 100

6- Kusurlardan Sulh Olma. 103

7- Vasî, Velî Ve Hasta İle İlgili Hükümler 105

9- SATILMASI CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER.. 108

1- Borcu, Borca Bedel Olarak Satmak Bedelleri Satmak Ve Akdin, Teslim Almadan Önceki Ayrılık Sebebiyle Bâtıl Olması 108

Dirhemlerin Çeşitleri 110

Birinci Nevî Dirhemler 110

İkinci Nevi Dirhemler 111

Üçüncü Nev'î Dirhemler 111

2- Meyve, Yeşil Ekin, Bağ, Yaprak Ve Kuru Ot Satışı 112

3- Rehin Bırakılmış, Kiraya Verilmiş Gasbedilmiş, Kaçmış Köle İle Ayrılmış Yer, Ehâre Ve Ekârenin Satışı 115

Kiraya Verilmiş Olan Şeyin Satılması 116

Gasbedilen Şeylerin Satılması 116

Kaçan Kölenin Satılması 118

Harâc Arazisinin Satışı 119

Ehâre Ve Ekâre Arazilerinin Satılması 119

4- Hayvanların Satılması 120

Sudaki Balıkların Satışı 120

Güvercinlerin Satılması 120

Diğer Hayvanların Satışı 120

5- İhramı! Bir Kimsenin Av Satması Ve Haram Olan Şeylerin Satılması 121

6- Ribâ ( = Faiz) 124

7- Su Ve Buz Alım-Satımı 129

8- Satılan Şeyin Veya Bedelinin Bilinmemesi 130

Mezrûât (= Arşın İle Ölçülen Şeyler) 131

Adediyyât (= Sayılan Şeyler) 131

Ağırlık Ölçüsünde Kullanılabilecek Şeyler 135

9- Başkasına İlâve Edilmiş Bulunan Şeylerin Satımı Ve Alış-Verişte İstisna. 137

Alış - Verişte İstisna. 138

10- Birisinin Alınıp - Satılması Caiz Olmayan İki Şeyin Satılması 140

10- FÂSİD OLAN VEYA FÂSİD OLMAYAN ALIŞ - VERİŞİN ŞARTLARI 142

11- CAİZ OLMAYAN ALIŞ-VERİŞİN HÜKÜMLERİ 154

Bâtıl Alış-Veriş. 154

Fâsid Alış-Veriş. 154

Alış-Verişin Sıhhatinde İhtilâf 158

12- BEY'-İ MEVKUF (= BAŞKASININ İZNİNE BAĞLI ALIŞ-VERİŞ) VE İKİ ORTAKTAN BİRİNİN ALIŞ-VERİŞİ 158

İki Kişinin Ortak Bulunduğu Bir Şeyi Ortaklardan Birinin Satması 160

13- İKÂLE (= ALIŞ-VERİŞ AKDİNİN TARAFLARIN RIZÂSI İLE BOZULMASI) 162

İkâlenin Sahih Olmasının Şartları 163

14- MURABAHA (= KÂR İLE SATIŞ) TEVLİYE (= KÂRSIZ, MALİYETİNE SATIŞ) VEDÎ'A (=MALİYETİNDEN AŞAĞIYA SATIŞ) 166

15- İSTİHKAK (= SATILAN ŞEYE HAK KAZANMAK) 170

16- SEMEN VE MÜSEMMEN'DE MEYDANA GELEN FAZLALIK BEDELİ NOKSANLAŞTIRMA.. 174

VE BEDELİ ALMAKTAN VAZ GEÇME. 174

Alış-Veriş Akdinden Sonra Semenin Ve Müsemmenin Artırılması 174

Bedeli Noksanlaştırma. 175

17- BABANIN, VASİNİN VE HÂKİMİN KÜÇÜK BİR ÇOCUĞUN MALINI SATMASI VEYA ONA MAL SATIN ALMASI 175

Vasî'nin Yetimin Malından Bir Şeyi Satması 177

Hâkimin, Yetimin Malı Hakkındaki Tasarrufu. 178

18- SELEM (= PARAYI PEŞİN VERİP, MALI VERESİYE ALMAK) 179

1- Selem'in Mânâsı, Rüknü, Şartları Ve Hükmü Selemin Tarifi 179

Selem'in Rüknü. 179

Selem'in Şartları 180

Re'sü'l-Mâl'le İlgili Şartlar 180

Müslemün Fiyh'deki Şartlar 181

Selem'in Hükmü. 182

2- Selem'in Caiz Olduğu Ve Caiz Olmadığı Şeyler 183

3- Re'sü'l-Mâl'-i Selem Ve Müstemün Fiyh'in Teslim Alınması 187

4- Sâhibü's-Selem İle Müslemün İleyh Arasındaki İhtilâflar 191

Müslemü'n Fiyh'in Cinsinde İhtilâf 191

Müslemün Fiyh'in Miktarında İhtilâf 191

Müslemün Fiyh'in Sıfatında İhtilâf 192

Re'sü'l-Mâl'de İhtilâf 192

Re'sü'l-Mâlin Cinsinde İhtilâf 192

Re'sü'l-Mâl'in Miktarında Veya Sıfatında İhtilâf 192

Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâlin Cinsinde İhtilaf 192

Müslemün Fiyh İle Re'sü'l-Mâlin Miktarında İhtilaf 192

Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâl'in Sıfatında İhtilaf 193

Müslemün Fiyh'in Verileceği Yerde İhtilâf 193

Selemin Müddetinde İhtilâf 194

Re'sü'l-Mâlin, Aynı Mecliste Teslim Alınıp Alınmadığında İhtilâf 194

5- Selemde İkâle, Sulh Ve Kusur Muhayyerliği 196

Selemde İkâle. 196

6- Selemde Vekâlet 198

19- KARZ, İSTİKRAZ VE İSTİSNA.. 201

İstisna. 206

20- MEKRUH OLAN ALIŞ—VERİŞLER VE FÂSİD OLAN MENFÂATLER.. 207

Telcie (= Zorla Satış) 208

Mekruh Alış—Verişler 209

Haram Kazanan Şahsın Mirası 209

Fâsîd Olan Menfâatler (= Kârlar) 210

İhtikâr 212

Narh. 213

Alış—Verişle İlgili Muhtelif Mes'eleler 213

 

 

KİTÂBÜ'L-BÜYÛ'

 

ALIŞ-VERİŞ

 

1- BEY'IN TÂRİFİ, RÜKNÜ, ŞARTI, HÜKMÜ VE ÇEŞİTLERİ

 

Bey'ın Tarifi:

 

Bey': Karşılıklı rızâ ile bir malı, başka bir malla değiştirmektir. [1]

 

Bey'ın Rüknü:

 

Bey'ın rüknüne gelince, bu iki nev'idir:

Birincisi: îcab ve kabûl'dür. Yani satan kimsenin: "Verdim."; alanın da: "Aldım, kabul ettim." demesidir.

İkincisi ise: Satanın, sattığı şeyi teslim etmesi; alanın da, teslim almasıdır. Serahsî'nin Munıytı'nde de böyledir. [2]

 

Bey'ın Şartı:

 

Bey'ın (= alış verişin) dört nevi şartı vardır:

1) Büyü' sözleşmesinin şrtı

2) Bey'm geçerli olmasının şartı

3) Bey'ın sahih olmasının şartı

4) Bey'ın lüzumunun şartı

Bey'ın in'ıkâdının (- akidleşmesinin, sözleşmesinin) şartı da, iki nevidir. [3]

 

1) Satış Sözleşmesinin Şartı

 

a) Birisi, âkid'de (= akid yapanda, sözleşme yapanda) bulunacaktır ki, bu şart: akdi yapan şahsın, akıllı ve mümeyyiz (= iyiyi kötüden ayı­rabilen bir kimse) olmasıdır. Kâfi ve Nihâye'de de böyledir.

Sabî (= bulûğa ermemiş çocuk) ile bunağın satışı, —bunlar, satışa akıl erdirebiliyorlarsa— sahihtir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Satış yapanlar birden fazla kimselerse, iki taraftan da birer kişinin akid yapması sahih olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Ancak, bir baba evlatlarının; bir vasî, kendisine vasiyyet edenlerin mallarını ve bir hâkim de, satılması gereken mallan satabilir.

Bunlar, küçüklerin mallarını da satabilirler ve onlara mal da alabi­lirler.

Ancak, vasî yetimler için satın aldığı veya sattığı zaman, bunda onlar için açık bir menfâatin olması da şarttır.

Ancak köle, efendisinin emri ile, kendisini ondan satın alabilir. Aynî'de de böyledir.

b) Sözleşmenin şartlarından biri de, akidde olur. Bu ise, kabulün, îcaba muvafık olmasıdır.

Şöyleki: Müşterinin (= satın alan şahsın) kabul etmesi, bâyiin de (= satan şahsın da) îcâbı gerekmektedir.

Eğer kabul, îcaba muhalif olursa; (meselâ: Satın alan şahsın: "Satan şahsın: "Verdim." dediğini değil de, başkasını kabul ettim, (veya aldım.)" demesi gibi...) bu durumda, satış akdi tamam değildir.

Ancak, îcap, satın alandan; kabul ise, satandan olduğu zaman, bedel az olursa;

Veya, îcâb satandan; kabul de, satın alandan olursa, bu durumda da bedelin fazlalığı sebebi ile bu akid (= sözleşme) sahih olur. Satan şahıs, fazlalığı aynı mecliste kabul ederse, caiz olur. Bahru'-Râık'ta da böyledir.

c) Sözleşmenin şartlarından birisi de, iki bedel'dedir. Bu ise, —değişilecek— malların hazırda olmasıdır.

Eğer, elde mevcud mal yoksa; bu akid (- sözleşme) caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

d) Sözleşmenin şartlarından birisi de, satılan şeydedir.

Satılan şeyin mevcud olması gerekir. Hazırda bulunmayan bir şey için yapılan sözleşme caiz olmaz.

Satıcı, sattığı şeye bizzat kendisi sahip olmalı ve onun mülkü bulunmalıdır.

Bir kimse, kendi mülkü olmayan bir şeyi, —bu şey, sonradan kendi malı olacak olsa bile— satamaz.

Ancak, gasbedilmiş bulunan bir şey satılabilir.

Bir gâsıp, gasbettiği şeyi sattıktan sonra, onu tazmin ederse; onun bu satışı geçerlidir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

e) Sözleşmenin şartlarından birisi de, satan ve satın alan şahısların birbirlerinin ne söylediğini duymasidır.

Bu şart da, bi'1-icma' satış sözleşmesinin şartlarındandır.

Müşteri: "Satın aldım." dediği halde, satıcı bunu duymasa; satış akdi yapılmış olmaz. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

O mecliste bulunanlar, müşterinin dediğini duyduğu halde, satıcı: "Ben duymadım." derse; bu şahsın kulağında ağır duyma hâli yoksa, hükümde, bu sözü tasdik edilmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

f) Sözlşmenin şartlarından biri de, mekânda yâni satışın yapıldığı yerdedir. Bu ise, satış yapılan meclisin bir olmasıdır.

Şöyle ki: Satıcının îcabı ile, alıcının kabulü bir meclisde olmalıdır.

Meclislerin değişik olması hâlinde, bu satış akdi sahih olmaz.'[4]

 

2) Bey'ın Geçerli Olmasının Şartı

 

Satışın geçerli olmasının şartı da iki nevidir:

1) Mülk veya Velayet.

2) Satılan şeyde, satandan başka kimsenin hakkının olmaması. Eğer satılan şeyde, bir başkasının hakkı olursa, bu satış geçerli

olmaz. Rehin bırakılan veya kiraya tutulmuş olan bir şeyin satılması gibi... Bedâi"de de böyledir. [5]

 

3) Satışın Sahih Olmasının Şartı

 

Satışın sahih olmasının, umûmî ve husûsî şartları vardır:

a) Umûmî şart: Her bir satışta, sözleşme şartlarının bulunmasıdır.   , Çünkü,  sözleşme olmayınca satış sahih olmaz.  Bunun aksi de olmamalıdır.   Bu  durumda,   bize  göre,   teslim  olsa  da  sözleşmede bozukluk olur.

b) Satışın sahih olmasının bir şartı da, satışın muvakkat (= geçici bir süre için) olmamasıdır.

Muvakkat satış yapılmazsa; bu sahih olmaz.

c) Satışın sahih olmasının bir şartı da, satılan malın ve fiatımn da bilinmesidir. Ki, münazaaya yer kalmasın.

Bilinmeyen bir şeyi satmak, cehaleti iktizâ eder. Ve bu, sahih olmaz. Bir sürüden, bir koyun satmak... veya bir şeyi, kıymeti başka biri tarafından tâyin edilmek üzere satmak... gibi...

d) Satışın sahih olmasının bir şartı da, fâîde'dir.

Faydası olmayan satış, fâsiddir. Tartıları (= ağırlıkları) ve sıfatları (= özellikleri) eşit olan paralardan birini verip, diğerini almak gibi... [6]

 

Bir Satışın Fâsid Olmasının Bazı Şartları

 

Satışın fâsid olmasının şartlarından birisi, kandırmak'tır. Bunun bir çok çeşidi vardır.

Bunlardan birisi, satışta aldatmanın bulunmasıdır. Hamile olmayan bir deveyi, hâmiledir diye satmak gibi...

Bu şart mahzurludur. Sözleşmeyi iktiza etmez. Burada, satıcının menfâati vardır.

Satılan benî âdem ise, sözleşme için bir alâmetin bulunmaması, halk arasında cereyanında da bir teamül (= alışkanlık) olmaması ve satılanın da, bedelinin de tehirli olması hâlinde, satılan da, onun bedeli de caizdir.

Satışta, daimî muhayyerlik ve meçhul bir vakte kadar muhayyerlik fahiş bir. cehalettir. "Rüzgâr esene kadar..."; "Yağmur yağana kadar..."; "Filan adam' gelene kadar...", "...muhayyersin." demek gibi...

"Hasâd zamanına kadar..."; "Hacılar gelinceye kadar..." diye yapılan muhayyerliklerde cehalet alâmetidir.

Vakti belli olmayan muhayyerlik, katiyyen caiz değildir. Üç günden fazla muhayyerlik de doğru değildir. [7]

 

Satışın Sahih Olmasının Husûsî Şartı

 

Satılan malın bedelinin ne zaman alınacağının bilinmesi de şarttır. Eğer, bu meçhul olursa, satış fâsid olur.

Bu  şartlardan  birisi de,  menkûl olan ve satışı yapılan şeyi, müşterinin kabzedip, teslim almasıdır.

Bir kimsenin, başka bir kimsede alacağı olarak bulunan bir şeyi satması fâsiddir.

Fâsid satışlardan birisi de, iki bedelin birbirinin aynı olmasıdır. Fâizdeolduğugibi...

Fâsid satışlardan birisi de, faiz şüphesinden dolayı hulüvvdür.[8]

Bey'-i murabaha (= bir şeyin kârla satılması) ve bey'-i tevliye'de (=  bir şeyin alman fiatla, kârsız satılmasında), önceki fiat belli olmalıdır.

Ortaklıkta ve bey'-i vediada (=  alınan bir şeyin zararına satıl­masında) da böyledir. [9]

4) Satışın Lüzumunun Şartı

 

Satışın lüzumunun şartına gelince, bu, satışın muhayyerlikten hâli olmasıdır. Meşhur muhayyerlik dörttür. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [10]

 

Satışın Hükmü

 

Satışın hükmü: Satılan şeyin, satın alanın mülkü; bedelinin de, satanın mülkü olduğunun sabit olmasıdır.

Eğer, satış mevkuf (= başkasının icazetine bağlı) bir satış ise, mül­kün sübûtu (sabit olması) icazet (= izin verme) zamanı, ikisinde de sabit olur. [11]

 

Bey'ın (= Satışın) Çeşitleri

 

Bey'ın çeşitleri, mutlak satış gözü ile bakılınca, dörttür:

1) Bey'-i nafiz: (=  Geçerli Satış): Üzerine başkasının hakkı tealluk etmiyen satıştır ki, o anda, mülkiyet terettüp eder. Yâni satan, sattığı şeyin bedeline, satın alan da, aldığı şeye hemen mâlik olur.

2) Bey'-i mevkuf: Başka bir şahsın hakkı tealluk ettiğinden, geçerli olması o şahsın iznine bağlı bulunan satıştır.

3) Bey'-i fâsid: Esasen sahih olduğu halde, vasfı bakımından sahih olmayan satıştır.

4) Bey'-i bâtıl: Kendisinde akidleşme şartlarının tamamı veya bir kısmı bulunmadığı için, asla sahih olmayan satıştır. [12]

 

Satılan Şeye Göre Bey'ın Çeşitleri

 

Bey', satılan şeylere göre de dört çeşittir:

1) Ayn'ı, ayn ile satmak.

Bu, karşılıklı değişmektir. Satın alan malını, satan da, bedelini teslim alır.

2) Borcu, borç ile satmak. Bu sarftır.

3) Alacağı, ayn ile satmak. Bu selemdir.

4) Ayn'ı, alacak mukabili satmak. Satışlarda, en çok olan bu şekildir.

Satılan malın bedelini belirtmek de, yukarıdaki dört çeşidin ben­zer ler indendir:

1) Bey'-i müsâveme: Bir kimsenin, elinde bulunan bir malı, onu kaça aldığını söylemeden, müşteriye, rızası ile, bir bedel karşılığında satmasıdır. Satışlarda en çok uygulanan yol, budur.

2) Bey'-î murabaha: Bir kimsenin almış bulunduğu bir malı,, kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek, aldığı bedelin biraz fazlasına, müşterinin rızâsı ile satmasıdır.

3) Bey'-i tevliye: Bir kimsenin almış bulunduğu bir malı, ken­disine kaça mâl olduğunu söyleyerek, tam o kadar bedelle satmasıdır.

4) Bey'-l vedîa: Bir kimsenin bir malı, kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek, ondan noksan bir bedelle satmasıdır. Yani, bu zararına satıştır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir. [13]

 

2- SATIŞTA AKİD ve ALINAN MALIN HÜKMÜ

 

Bu babda:

1) Alış-Verişte Akid

2) Bey'-i Müsâveme'ye göre, Satın Alınan Şeyin Hükmü.

3) Satılan Şey ve Onun Bedeli olmak üzere, üç bölüm vardır. [14]

 

1- Alış-Verişde Akid

 

Âlimlerimiz: "Alış-verişte, hem satanın sözü, hem de satın alanın sözü, mülkiyetten haber vermelidir. Bu da mazi (= geçmiş zaman) veya hâl (= içinde bulunulan = şimdiki zaman) sıygası ile olur. Akid, bun­larla husule gelir.

Bu kelimeler ister arapça, ister farsça, ister başka dillerden olsun fark etmez." demişlerdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Akid, mâzî (= geçmiş zaman) sıygası ile olursa, niyyete ihtiyaç olmaz.

Akid, muzârî (= gelecek zaman) sıygası ile olursa, niyyet lâzımdır.

Ancak, bir beldenin halkı, muzârî sıygasını, hâl (- şimdiki zaman) anlamında kullanıyorsa, bu durumda da, niyyete ihtiyaç yoktur. Hârizm halkı gibi...

Satıcı: "Şu köleyi, sana, bin dirheme satıyorum." veya "...onu sana veriyorum." dediği zaman, alıcı da: "Ben de onu senden satın alı­yorum." veya "...alıyorum." der ve bu sözü ile îcâba niyyet ederse;

Veya, biri mazi, diğeri de, —hale niyyetle birlikte— muzârî sıygası ile— îcap ve kabul olursa, bu durumda, akid yapılmış olur.

Ancak  bu  durumda,  niyyet  edilmemişse,  akid  yapılmış olmaz. Kunye'de de böyledir.

Fakat söz, hâle mahsus bir lafızla söylenirse, bu durumda da niyyete ihtiyaç olmaz. Meselâ: "Şu anda, sana satıyorum." denilmesi gibi...

Fakat söz, istikbâl (= gelecek zaman) sıygası ile söylenirse (sevfe, mir gibi kelimelerle söylenmesi gibi...) bu kelimelerle akid yapılmış olmaz.

Ancak, emir —sıygası— kendi mânâsına delâlet ederse ("al", demek gibi) bu müstesnadır.

Böyle bir halde, diğeri de: "Aldım." der ve bu, mâzî gibi olur. Nehrıı'l-Fâık'ta da böyledir.

Ebû'I-Leys'den soruldu:

— Bir kimse, diğer bir şahsa: "Al şu elbiseyi; on dirheme al." der; diğeri de: "Aldım." deyince, satıcı sonradan: "Hayır, sana ver­miyorum." derse; durum ne olur?

îmâm, şu cevabı verdi:

--öyle demeye—hakkı yoktur. Keza, "aldım." dedikten sonra,

müşterinin de almama hakkı yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

Akid, emir lafzı ile olduğu zaman, bu elbette üç lafızla olabilir. Satıcının: "Benden satın al." deyince, diğeri de: "Satın aldım." dese, akid tahakkuk etmez.

Ancak satıcı, bunun üzerine —üçüncü lafız olarak—: "Sattım." deyince, akid yapılmış olur.

Veya, alıcı: "Bana sat."; satıcı ise: "Sattım." deyince;, akdin tahakkuku için, alıcının, yeniden: "Ben satın aldım." demesi gerekir. Sirâcü'i-Vehhâc'da da böyledir.

Bi'1-ittifak, istifham (= soru) sıygası ile akid yapılamaz. Meselâ:   Müşteri,  satıcıya:   "Şu  şeyi,  bana satar mısın?"  veya "...sattın mı?" deyince, satıcı: "Sattım." dese; akid yapılmış olmaz.

Ancak, müşteri yeniden: "Ben de, satın aldım." derse; akid yapılmış olur. Bedâi"de de böyledir.

Keza, bir kimse diğerine: "Şu şeyi, benden satın aldın mı?" der; diğeri de:  "Satın aldım." derse; —satıcı, tekrar: "Ben de, sattım." demedikçe— akid yapılmış olmaz. Hulâsada da böyledir.

İmâm Zahîru'd-dîn, "amcası Şemsü'I-Eimme el-Evzecendî'nin, Şemsü'I-Eimme Serahsî'nin şöyle buyurduğunu, söylediğini" rivayet etmiştir:

   Bu  durumda,   akid   tamamdır.   Çünkü,   ' * sattım.''   demek,

satıcının ifâdesinde zamirdir.  Mânâsı:  "Sen satın aldıysan, ben de sattım." demektir. Mıihtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse: "Bu köleyi sana, bin dirheme ikâle ettim." der; diğeri de: "Kabul ettim." derse; bu durumda ihtilaf edilmiştir: İmâm Ebû Bekir el-İskâf: "İkâle sözüyle, aralarında akid meydana gelmiştir."

demiştir.

Fakiyh Ebû Ca'fer ise: "Bu sözle, akid yapılmış olmaz." demiş ve Fakıyh Ebûl-Leys de, bu görüşü kabul etmiştir.

Bu  kavil   İmâm   Ebû   Hanîfe   (R.A.)'nin   kavlidir. Fetâvâyi Kadlhân'da da böyledir.

Rivayetlerin ittifakı ile,selem[15]  lafzı ile de alış-veriş akdi tamam­lanmış olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu köleyi sana, bin dirhem karşılığında bağışladım."; diğeri de: "Kabul ettim." dese, alış-veriş akdi tamamdır. Hulâsa'da da böyledir.

îcâp sözü (ca'l =) "kıldım" lafzı ile sahih olur. "Şunu sana, şu kadar bedelle kıldım." demek gibi...

İmâm Muhammed (R. A.), şöyle buyurmuştur: Gerçekten hâkim, alacaklı şahsa: "Şunu sana, alacağına karşılık kıldım." der; diğeri de: "Razı oldum." derse; bu sahih olur.

Bir kimse: "Sattım." dedikten sonra, karşısındakinin: "Eceztü" (-   icazet,  izin verdim) demesi ile de,  alış-veriş akdi tamam olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Keza,  müşteri:   "Şuna  karşı  satın  aldım."  satıcı  da:   "Razı oldum." veya "Eceztü" (- izin verdim) derse, yine akid tamam olur. Ihtiyar'da da böyledir.

Keza, bir kimse; borçlu bulunduğu şahsa, borcuna karşılık olarak: 'Şu köle sana satılmıştır." der; diğeri de kabul ederse, akid tamam­lanmış olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Köleni, bin dirheme satın aldım.' deyince, diğeri de: "Ben de öyle yaptım." veya: "Evet" yahut: "Ver parasını." derse; aralarındaki, bu alış-veriş sahih olur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse:  "Onu, şuna mukabil satın aldırn." satan da:  "O senindir." veya:  "Kölendir." yahut:  "Sana feda olsun." derse, bu alış-veriş de tamam olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şunu, şuna karşılık sana sattım." der; diğeri de: "Aldım." derse; alış-veriş tamam olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse diğerine: "Atına karşılık, atımı verdim." deyince, o da: "Ben de öyle yaptım." derse, bu bir âlış-veriştir.

Şemsü '1-Eimme el-Ezvecendî, bu kaville fetva vermiştir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bin dirheme karşılık, şu köle, sana aittir." der; O  da: "Kabul  ettim."  karşılığını .verirse;   bu  alış-veriş  olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu köleyi, bin dirheme sattım ve parasını sana bağışladım." der; diğeri de: "Satın aldım." derse; bu alış-veriş olmaz.

Ancak satıcı, o kadar fiata sattıktan sonra; o fiattan vaz geçerse veya bağışlarsa yahut bunu müşteriye tasadduk ederse; bu sahih olur.

Bir  kimse bir şeyi  satsa;  fakat,  bedel hususunda sussa;  bu durumda satılanı veya bedelini teslim almak hemen vâki olursa, mülk sabit olur.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir. Hulâsa'da da böyledir.

Bu durumda, satın alan şahsın, aldığı şeyin bedelini vermesi lâzımdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Bedelsiz olarak onu, sana sattım." der; o kimse de, onu alırsa; mülkü olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu köleyi sana iki bin dirheme sattım." der; müşteri ise: "Onu bir şey vermeden satın aldım." derse, bu alış-veriş sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kölenin, bir uzvuna izafe edilen ıtk[16]  da, alış-veriş de sahih olur. Zehiyre'de de böyledir.

Nâsırî'nin Tecnîsi'nde şöyle denilmiştir:

Bir kimse: "Şu köleyi bin dirheme sattım. Satın aldın mı?" deyince, karşısındaki şahıs da: "Satın aldım." cevabını verse ve başka bir şey söylenmese; bu alış-veriş,mülk edinme bulunmadığı için, sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Onu sana, şuna mukabil sattım." deyince, diğeri, de:  "Satın aldım." dediği halde,  "...senden..." demezse; bu alış-veriş   sahih   olur.   Bunun  akside  böyledir.   Fethu'l-Kadîr'de  de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse diğerine: "Şu kölem, bin dirheme senindir; eğer, hoşuna giderse..." der; o da: "Hoşuma gitti." derse; bu bir alış-veriştir.

Keza, satıcı: "...muvafakat edersen, senindir." der; müşteri de: "Muvafakat ettim." derse; yine, bu alış-veriş sahihtir.

Keza, satıcı: "...istersen..." der; alıcı da: "İsterim." derse; bun­ların hepsinde de alış-veriş sahihtir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu dolu olan şey beş yüz menn [17]  ise onu sana, şuna mukabil sattım." der; müşteri de: "Satın aldım." dedikten sonra, onu tartar ve bu şey satıcının dediği gibi, beş yüz menn gelirse; bu alış-veriş sahih olmaz.

Ancak bu satıcı, onu satmadan önce ne kadar ağırlıkta olduğunu biliyörduysa, o zaman bu alış-veriş caiz ve sahih olur.

Çünkü, tahkik (= doğru olup olmadığını araştırma) vardır; ta'lîk (= bir şeyi araştırmayıp askıda bırakma) yoktur. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu eşyayı götür; ona, bugün bak; razı olursan, bin dirhem karşılığında senin olsun." derse; o şahsın, alıp götürmesi caiz olur.

"Bugün ondan razı olursan işte o, on bin dirheme senindir." derse; buda, caiz olur.

Bu söz: "Ben, şu köleyi sana bin dirheme sattım. Sen, bugün muhayyersin." sözü gibi olur.

Bu istihsandır. İmamlarımızın üçü de bunu kabul etmişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şunu sana, bin dirheme sattım, istersen geceye kadar serbestsin."  derse;  bu ta'lık değil;  muhayyerlik olur,. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Filan razı olursa onu bin dirheme sattım." der ve o adamdan rızâ vaki olursa; bu caiz olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir elbiseyi fâsid bir satışla sattıktan snora; müşteri bir gün sonra gelerek: "Sen bana, şu elbiseyi bin dirheme satmadın mı?" deyince, satıcı: "evet, sattım." der; müşteri de: "Ben de onu aldım." derse; işte bu bâtıldır. (= geçersizdir.)

Şayet, bu şahıslar fâsid alış verişi yapmazlar; onu terkederlerse, bu durumda ahş-verişieri caiz olur.

Bir kimse bir başkasına, bin dirheme bir köle satar ve: "Eğer, bugün bedelini getirmezsen, aramızda alış-veriş yoktur." der; müşteri de bunu kabul ettiği halde, o gün bedelini getirmez; bir gün sonra karşılaşınca da: "Sen bu köleni bana, bin dirheme satmadın mı?" der, satıcı: "Evet, sattım." deyince de: "Ben de muhakkak aldım." derse; bu satış bu konuşmanın geçtiği sırada tahakkuk etmiş olur.

Çünkü, önceki satış bozulmuştu.

Bu, fâsid alış-veriş gibi değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şunu sana, bin dirheme sattım; bir seneye kadar  bedelini  getirmezsen  aramızda  alış-veriş  yoktur."  derse;  bu fâsiddir. Ve bu, muhayyerlik gibi değildir.

Bu şahıs, üç gün şart koşarak: "Eğer, üç güne kadar bedelini getirmezsen aramızda alış-veriş yoktur." derse; istihsânen bu caiz olur.

Ancak: "....dört güne kadar..." derse, bu caiz olmaz.

Alıcı, bedeli üç güne kadar getirip: "Ben te'hirini istemedim." dese bile, hüküm böyledir.

"Üç güne kadar..." deyip, üçüncü günde getirirse, bu caizdir. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu elbiseye şu kadar dirhem verirsen, onu sana sattım." der;  karşısındaki şahıs da, o meclisde onun bedelini öderse; bu istihsânen sahih bir alış-veriştir.

Bazıları: "Bu, zahiru'r-rivâyeye muhaliftir." demişlerdir. Sahih olan ise, bunun caiz olmamasıdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Siyer'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse: "Bedelini verene sattım." der; birisi de, o meclisde bedelini verirse; bu da, istihsânen sahih bir satıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu cariyeni on dinara satın aldım. Sattın mı?" der; o da: "Sattım." der ve muradı gerçekten alış-veriş olursa; bu sahih bir satış olur.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir:

Hasan bin Ali'den soruldu:  

— Bir kimse vekiline, bir eşyayı yirmi iki dinara satmasını söyler; vekil ise, buna razı olmayıp yirmi beş dinara satmak ister; müşteri de: "Bu, üç dinarı bana bırak." deyince, vekil razı olur; bundan başka, bir şey konuşulmaz ve arada vekilin razı olduğuna dâir şahit de bulunursa, bu alış-veriş olur mu?

Hasan, şu cevabı verdi:

— Bu kadarı, alış-veriş değildir. Ancak, îcap ve kabulün bulunması hâli veya bu makama geçecek fiillerin bulunması hâli müstesnadır.

Tatarhâniyye'de de böyledir.

Alış-veriş işlemi yaparken uzaktan çağırmak veya duvar arkasından söylemek caiz olmaz.

Bir kimse evin üzerinde bulunur; o evin içindeki bir şahıs da ona: "Şunu sana, şunun karşılığında sattım." der; o da: "satın aldım." derse; birbirlerini görmekte olmaları hâlinde, bu alış-veriş sahih olur.

Uzaktaki söze itibar olunmaz. Kunye'de de böyledir.

Uzaklık, her birinin konuşduğu sözlerde iltibas (- iki veya daha çok şeyin biri, diğeri sanılacak şekilde, birbirine benzemesi; her birinin belirsiz olması) meydana getirecek şekilde ise, bu durumda alış-veriş memnu'  (=   yasak)  olur.  Böyle  değilse,  yasak  olmaz.  Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Halk, şu üzüm bağını, iki bin dirheme satm alıyor." deyince; bu şahıs: "Sana bin dirheme sattım." der; diğeri de: -"Ben de onu aldım." derse; —bunlar hezl (= latîfe) yolu ile söylen-memişse— bu alış-veriş sahih olur.

Şayet sözün ciddî mi, latîfe mi olduğu hususunda ihtilaf çıkarsa; bu durumda "latîfe yaptım," diyen şahsın sözü geçerli olur.

Ancak, alan şahıs bedelinden bir kısmını ödedikten sonra, satan kimse: "Ben, şaka ettim." derse; bu durumda, sözü kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Dellâl, şöyle demiştir:

Bir kimse: "Şunu, şu kadar bedelle satıyorum." der; alıcı da: "Ben de aldım." derse; alış-veriş tamam olur.

Muradları hakikaten ahş-verişse, akid tamamlanmış olur. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu kölemi sana, şu kadar bedelle sattım." der; müşteri ise, bir şey söylemeden onu alırsa, alış-veriş tamamdır.

Şeyhu'1-İmâm Hâher-zâde, böyle buyurmuştur.  Sirâcİyye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "senden bin dirhemlik buğday satın aldım." der ve o mecliste, bu buğdayı tasadduk ederse; bu alış-veriş tamam olur.

Kabule delâlet eden, bir söz söylenmemiş olsa bile, hüküm böyledir. Ancak bu kimse, buğdayı o meclisten ayrıldıktan sonra tasadduk ıxicv:-se, bu hâl, öncekinin hilafinâdir:

Çünkü burada, kabÜİÜfen 'ÖnS* İ'râi (^ f&£ ŞeVİHfte} Keza, bir kimse: "Bu kumâşi sana feİB âİfnemS §âttiffl:'; fe ^ bir gömleklik kumaşı da ö meclisten #Rtaâin W&î feİŞ VerİFs% İBü alış-veriş sahih ölür. KerÖerî'niıl V£cîM;nâg âe* fc^Mf.

Bir kimse, diğerine: "Şii kölemi Sânİ feffi Öftteffl£ Sittlffl-." fe; diğeri ise: "O hürdür." derse; bu köle âzİÖ Î&MŞ Smffi-. Httlâ§â'Ö^Öâ böyledir.

Şeyhu'İ-İslâm ve Sate'|-İihM'ffi', ^fflMM MV şöyle  buyuruİrhuştûr:   "Bu  cevaftih' Vfc»,  b\l  fâte  feSf Muhıyi'îe de böyledir.

Eğer, bü şahıs: "İşte, d hurüuf.''' ÖSflS öfeiŞâl; fett KOıe nur olurdu: Öiöyîe Üiyeh müfteri life-,  fem &teM Sâ9rdİ. Httfe'yâ üa böyledir.

İbrâİiîin, İimM etmiştir:

Bir kimse diğer bîr şâhsa: "Şü fe'Ö da: "Sattım." karşılığım vfernM- m%\&\\ "© fettf.Vı te^ Ebû Hahîfe (R.Â.): "Önün hür*r &m&\>, SBtt ilffl!5\ W ISİd demektir." buyurmuştur.

tmm Mtttattİm'eÜ ^-,Â.) İse: ''© feÖte t\W ©lffiSS >5€ ISİfl Stffl* sebebiyle dfe; önü âlmiş 'olmaz-/'"' 'büyttrmtilİüh

Bir sâtiti'riin,  "&tttffi-." M&M Söflî

giymesi,   hayvana   feîttffi€Sİ;  ^H|\  Sâti»  îİSı   Btö\İİUftü  «» Hidâye'de 'de böyledir-.

Bir kimse dieerVAe: ''|ü Pme|İ felftâ fe feneffi V€îfflye.'' der; to da yerse; bü feİt Sİ^VÖİ^ ölüf. VS İBlffittjffffl*  h|H4 ötat.

Burıü,   Şemsüİ-İ böylece zikretmiştir. İ&ÎÜMyVte de!

Bir kimse bir başkası île aI)İ-^fe Jtjftfc öft*ffl ^fe Sittfl ^W W ona: "Senden aldığım her cfeiseıfe lil İŞft ^**^ fâ3^ W$fr:'' fe /e önce satıttalan şahıs, eftfeeyî-, İ&Mftfflfefiî fe= g^S Sittft âfe^^fr-lanlar on veya daha feâi^ elbise ÖİÜ^ Şfttt htSi^ ®tef ^ ^ fet senin bedelini, birer dîrn&n âe kâfi îfe V^Rf.

İitiârh Ebû Vûsüf İ kâr da, satiş da câiz^îr-. da caiz öİnraz.

Bir fcm^e &|erme: "\bunu ^ft\iBBU ltm> "Hayır,  sattc\ da, bu ölür. , müşteri  , o  ©ft dirhemden  aşağıya , satıcının  alıp götü-  a da  fese feaıteffia-:"Şu 'ofttt ^ftto İte feİ tem ^ feft ^İâŞpft olursa, sonra:aV'olur. -."  der; dinara y:  "Satın cinsi  Önce, on satış yeni.'' derse;.  dirheme ^â satış,

Bir satıcı müşteriye: "Ben onu sana bin dirheme sattım; ben onu sana iki bin dirheme sattım." der; müşteri de: "Öncekini kabul ettim." derse, işte bu caiz olmaz.

Eğer müşteri: "Hepsini de kabul ettim, derse; bu durumda, ahş-veriş üç bin dirheme yapılmış olur. Yani, müşterinin böyle demesi: "Ben, üç bin dirheme kabul ettim." demesi gibi olur. Ve satış, iki bin'e, bin daha ilâve ederek tahakkuk etmiş bulunur. Müşteri isterse, aynı mecliste böylece kabul eder; isterse, geri verilir.

Keza, satıcı: "Bin dirheme ve yüz dinara sattım." derse; bu durumda, ikinci bedel olan yüz dinara satılmış olur.

Bazıları ise: "Bu iki bedele satılmış olur." demişlerdir.

Önceki bedel fazladandır. Ancak, müşteri aynı meclisde bunu kabul ederse, vermesi gerekir. Bu, bir vecihtir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şunu sana bin dirheme sattım." der; diğeri de: "Hayır, kabul etmem. Beş yüz dirheme ver." dedikten sonra: "Onu, bin dirheme aldım." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer, —bu bin dirhemi— verirse, bu rızâ olur. Değilse, olmaz." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da dâ böyledir.

Akid esnasında satıcı veya müşteriden biri muhayyer kalırsa; aynı meclisde   ister   kabul,   isterse   reddeder.   Cevheretü'n-Neyyire'de   de böyledir.

Kabulde muhayyerlik, o meclisin sonuna kadar geçerlidir. Kabulün sahih olması için, satıcının hayatta olması şarttır. O ölüverirse,îcap bâtıl (= geçersiz) olur. Nahru'l^Fâık'ta da böyledir.

Alıcı veya satıcıdan her hangi biri, kabulden önce kalkıp giderse, îcap bâtıl (= geçersiz) olur.

Kalkıp gitmediği halde, başka bir şeyle meşgul olmaya başlarsa, yine ahş-veriş geçersiz olur.

Ancak, ayakta durmakta iken, oturur ve sonra kabul ederse, bu durumda ahş-veriş sahih olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Nasıyr'den soruldu:

— Bir kimse, diğerine: "Şu köleyi, sana sattım." dediğinde, müşteri de elinde bulunan bardaktan su içmekte olsa ve suyu içtikten sonra: "Satın aldım." dese, ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Bu ahş-veriş tamam olur.

Keza müşteri, elindeki lokmasını yedikten sonra: "Kabul ettim." dese, yine, bu ahş-veriş tamam olur. Zehıyre'de de böyledir.

Ancak müşteri, yemek yemeye devam eder ve meclis değişir veya ikisi de yarıp uyur yahut birisi yanının üzerine yatıp uyursa, bu durumda ayrılık vukf; bulmuş olur; oturduğu yerde uyumaksa, ayrılık olmaz.

Hulâsa'da da böyledir.

Satıcı ve alıcı bayılıp, sonra ayılarak: "Kabul ettim." derlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu ahş-veriş sahih olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu baygınlık uzun sürerse ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Tatarhânîyye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şunu sana şu kadar bedelle verdim." der; müşteri, buna karşılık bir şey söylemez ve satıcı başka biriyle konuşursa, bu satış bâtıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşteri namaz kılmakta olsa da, namazı bitince kabul eylese, bu satış caiz olur. Künye'de de böyledir.

Müşteri, kılmakta olduğu nafile namaza, îcabtan sonra bir rek'at daha ilâve etse, yine, alış-veriş sahih olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Evin içinde bulunan müşteri, dışarı çıktıktan sonra: "Kabul ettim, satın aldım." derse, aralarındaki alış-veriş sahih olmaz. Bu durumda akid yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Alıcı ve satıcı, yürürken alış-veriş akdi yapmaya çalışırlarsa; ister her ikisi de yaya; ister ikisi bir hayvana binmiş; ister, her biri ayrı ayrı hayvanlara binmiş olsunlar; kabul sözünün, îcap sözüne bitişik olması

hâlinde, akid tamam olur.

Sözler fasılalı olursa bu fasıla az bile olsa, bunların yerlerinin bir olması halinde de akijEJİeft sahih olmaz. Aynî'de de böyledir.

Nevâzil'den naklen, Hulâsa'da şöyle denilmiştir:

Bu müşteri, bir adım veya iki adım sonraya kadar cevap verirse, alış-veriş sahih olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Biz de bû kavli alırız. Cem'u't-Tefânyk'ten naklen Nehru'I-Fâık' ta da böyledir.

Sadru'ş-Şehîd, Fetvalarında: "Zahiru'r-rivâyeye göre bu sahih olmaz." demiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Müşteri, ikisi de durmakta iken cevap verir; sonra yürürler veya konuştuktan sonra birisi yürür ve bu hâl kabulden önce olursa; îcap geçersiz olur ve bu alış-veriş sahih olmaz.

Hareket halindeki gemide yapılan alış-verişte, iki konuşma arasında sekte (= biraz duraklama) olsa bile, bu, akde mâni olmaz. Bu durumda gemi, ev menzilindedir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

filan adama satttm-." fe* e şahıs ise, bu mecliste kas»? buldur ve> "lea ete, sâtıa "alta-." fe§e$

sahih olur, Mhf    âfelm»ev; "Sattım*"* afceı da? "Aita-." te ve bu s©?.ltFi aynı a vâki ûiur^^ bu aüş--v§fîş sahih ve akM tamam ©lüf •. labam ia, bi söylerdi, IhîİM  Û feölli[18]

 

Satılan Şeyde Meydana Gelen Değişiklik

 

 (= satılan şeyia) .dtüşmesiadeiî 8nee ©iması, elteette, şerekliür-. lahnı'Mllili'tâia köyledir-.

lif kimse sıkılmış Mm suyunu satan müşteri i§§, @au hamr t= şarap) ©lafla kaöaf kafesi etmedi Mlihare ie feu şarap §iFkı @1uf ve müfteri feu touffldaı "Mateâl ettim-." igr-§eı teu alışveriş eâig ©lmşs-.

fei fejf möşteriî îeaptjffi §©fifa teif eariytyi kalâl gts©, yine, feu a!i§=v§Fİı mi ©İma?-. TataFhâüiyye^ı ie k@yl§ft

Şif kimse âii@FiRiı "Şu eâFiyıyi §ana feis dirheme sattım-." âen müşteri isei § gâriyınifi eli teir şahıs taFâfîRiâa kesilip, diyeti â§ §tıeıya viFilgng kato kafesi etmeyip, feuRİaa §©RFâi "Makûl ettim-." fe§§i feu alış=veriş eâig İma^, lahıriyye'âe ^g heyleâİF-.

İmâm Muhammeâ [\i-,A-:u Vekâlet Kitâhnulâ, Wm ^laleı etl^n feif mes'ele gikFgımiştiF; Şöyle kiı

Iif kimse iiğeriBei "Şu keleyi §afiâ şu kadar M§11§ sattiffl:"i üşteri âe; "Mafeûl ettim:" te§e, a

Aneak feundâfi §@RFâ sâtıen "L™

bu duFUffîda akid lamamtaamıı §1uf:

laa ilifflîgFi  "iâtıgıı  "lana sattım-." dediği gamâfl? -_..,

iFiflin mülküne havâig ıdilmip ©luf: Müşteri d§ı "Matesl ettim:" dfeymee, ku kâigniH mülkiyeti müştermia «r= \   Ijundas §§RFâ, feu kâlgaifl fegdgliniîi mülkiyetiaia satıgıya ait ©İması i£m,elbette mmı "Ragı @lduffl:" iemesiıiFgkif-. i   Âlimlerm ekserisi i§gı "Möıtffiı "Kalâl ettim:" dgiikıgfl mm^ §âtıgmm-igâ2etiae ihtiyaç y©ktur5" dımiılgrüF: iahih glâR âa satıeı, müştefinifl kabalünien §ngg, i§teii|i

h\\$\ \Mm bite? sıtıçfflffl â@Rffl?s! %Mb etef: Bafcra*F=Biık''ta öt

ttö- "|h fâls^i lâfii*, p tete Mills sattım:" âsâito

 "lea.to, tebffl ettim-.** öspsk Mîi^ırı ttfflaffl vs teli ötef •. fehîH^i'âs de bftyteâit:

teft ite biFlftte? sıtıs âli "•itedfia? iıhım ¥i^ paim-/'' fes ^ e ıpı iftdı sftylesâeFi to ılii-^fiı ismim 8te; Art ano? mfiîtofiflffl: s*Satm aldım-." donesini mfitülâp  âî al«--veHî tamam 8teü| 8te-. SiFdi

ftdıdebftı?ledif-.

feag ve tefe'âl apt anda eiffiâî feu satış tamım 8to-. fti taıfiada

Reıteî malda ajış steııı veyt ıfiFömedefl alm® satılmış tote  ibi hıteâg miiteyyeFlik mi\h Hd^de de feş^lşâif •.

 gibi hıteâg miiteyyeFli                 ^

«Mi tamam slâüfeiH §8Hfiî satışıma iefeöfis Mşfii fcrtma

 fe# toto §ıWfe 8iır ât fetiâtif NehFH'fciiıVta da

ÂReteî ması gibi hıteâg

m slâüfeiH §8Hfiî satş  fe# toto-. §ıWfe 8iır ât

atıeıyai "Şh fesisyi ıgRâgR biR difteme satm aldım-."! tıeı ise- "Sattım-." defi fepâiR ısRîiâi; ffltiitgfii ''İıtpmffl^' deFseı e sfly İsme hakkma sah® degldiF-. Mıyü !de de bSjlediF: * Sif kimse diletme; "Şm-teHdeai w şfti^i sr diFheme'Şâtm aldm-." teı âiise i§s- "§attffl:" âgç *e; "4staapFttffl:" diye \\m î&mm ta dûFradi; mssteri mmmt Sıttmı §ıMp& vs bh §atıs töıatttifc ûmh §tFie«'fc¥Atte'da da feeylsâiî:

« §if kimse; âste âiFtemg feiF elbise ıteıfc isteFi elfeiü ılhifei \ih hm eteak: "gR âiFtog sıtaFim-. A§ı|ıp vgFmsffî:" ösfi ömrur Mmm RîtiıtgFi de; î(<Rfeı 8tdTO:î; -de£ü faalde^ feR §gte di öftise şahitti «esti satfflpFtiffl:" âiF§gi feumı is^lşms Şıfetafli §iWgtiF ve feü sanı tıhıfetek etmiı 8tei5: iMâ^e'de de böylediF:

 

Mektupla Ve Haber Yollamakla Yapılan Alış-Veriş

 

Bu hususda, yazmak da konuşmak gibidir. Haber göndermek de aynıdır.

Bu durumlarda, haberin yerine ulaştığı ve mektubun geldiği meclise itibar edilir, Hidâye'de de böyledir.

Tftcü'ş-Şerîâ, şöyle demiştir: Alış-verişle ilgili mektup şöyle yazılır: "Filan şahsa...filan kölemi sana şu bedelle sattım."

Mektup, o şahsın eline geçtiği zaman, onu okuyup içindeki ifâdeyi anlar ve aynı mecliste kabul ederlerse; bu alış-veriş sahih olur, Aynî'de ,  de böyledir.

Haber gönderme ise:

Bir şahsa: "Filana git. Ve ona şöyle de: Filan şahıs sana, filan köle­sini, şu kadar bedelle sattı, de." der.

O da gelip, o adama haber verir. O da, aynı mecliste kabul ettiği cevabını verirse, bu alış-veriş de sahih olur.

Keza: "Kölen filanı, filan şahsa, şu kadar bedelle sattım. Ey filan, git ve o şahsa haber ver." der. O da gidip o şahsa haber verir. O şahıs kabul ederse, bu alış-veriş sahih olur.

Bir kimse: "Şunu, —hazırda olmayan— filan şahsa sattım." der ve fîatım* da söyler; bu haber de o şahsa ulaşınca, o da bunu kabul ederse, bu alış-veriş sahih olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse: "Şunu, o adama sattım. Ey filan, haber ver." deyince, "haber ver." dediği şahıs değil de, bir başka şahıs bunu haber verirse; bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse başka birine mektup yazarak,  "Filan köleni satın aldım." der; kölenin sahibi de cevaben: "Ben de sana sattım." diye yazarsa; alış-veriş tamam olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse diğerine mektup yazıp: "...Bana, şu fiata sat." der; mektup, o şahsa ulaşınca, o da, ona: "Onu sana o fiata sattım." diye cevap yazsa; diğeri "satın aldım." demedikçe, bu alış-veriş tamam olmaz. Aynî'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine mektup yazıp: "Filan köleni bana sattın." der; o da, cevaben: "Evet o köleyi sana sattım." diye yazarsa; bu alış-veriş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse mektup yazdıktan veya haber gönderdikten  sonra dönerse, —haberi götüren şahıs, bunu bilsin veya bilmesin— bu kim­senin dönüşü, geçerli olur, Aynî'de de böyledir.

Mektup yazan veya haberci gönderen bir kimsenin mektubu veya elçisi, karşıdaki şahsa ulaşmadan, bu alış-verişten dönerse; karşıdaki şahıs bunu bilsin veya bilmesin, bu dönüş sahih olur.

Bu şahsın dönmesinden sonra, karşı tarafın: "Kabul ettim." deme­siyle, bu alış-veriş sahih olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse diğerine: "Şu kölemi şu fiata sana sattım." deyince, o şahıs da bir başka şahsa: "Satın aldım de." der ve bu şahıs da: "Satın aldım." derse; duruma bakılır: Şayet söz, kendisine haber yollanan şahıstan çıkmışsa; bu alış-veriş sahih olur.

Fakat bu söz, ona haber gönderenden çıkmışsa, bu alış-veriş sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir. [19]

 

Bey'-i Teati

 

Bazan da alış-veriş, konuşmaksızın, almak vermek şeklinde olur. Buna, bey'-i teati [20]  denir. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.

Bunda, satılan şeyin iyi olması veya olmaması arasında bir fark yoktur. Bu sahihtir. Tebyîn'de de böyledir. [21]

 

Bey'-i Teatinin Şartı

 

Bey'-i teâtî'de şart, her iki tarafın da vermesidir.

Bu, Şemsü'l-Eimme Halvânî'nin görüşüdür. Kifâye'de de böyledir. Âlimlerin ekserisi de, bu görüştedir. Bezzâziye'de: "Muhtar olan budur." denilmiştir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in nassına göre, sahih olan, birinin almasının kâfi olduğudur.

İki bedelden, birinin alınması ile, bey'-i teâtî sabit olur. Bu ise, ya satılanın veya bedelinin alınması demektir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bu alış-verişin akdedilmesi için,  fiatın belli olması ve mebî'in ( = satılan şeyin) teslim edilmesi de şarttır.

Ebû'l-Fadl el-Kirmânî'nin bu şekilde fetva verdiği hikâye edilmiştir.

Muhıyt'te de böyledir.

gili simaca m\\m mahsasbir- hU^u

bpylcciir.

iif Mş§e taşta biF kimssdgHi bgjN mflsâveme (= 8i? kimsenin, almış eldufu &f malh keHdisiag tap mil elöuiuHu seyigfflgdgHj biF

tetellij kâ§ta§lfiâ; ÖRHH F12İS1 İlg SâtfflâSl) İle bİF fgy Siîlfl âlfflife \§l® W

yamada Kâbı bölunma^ şatıeıto biF kap alıp akılsa? §brf§ da 8 feâfeı geiiFipj aldıimın parasını da vgf§g. bu eli   l âylediF

yşlfflişıîF:

maliH §ahi6ifl€: "8if bü;

 lıyrffl: §âflâ ¥SF^iffl:;î û& ve mili ıtaâteR mûm ipn

^âhâ §8BFâ dâ; dİFhgfflteFİ pîİHP; SâlieidâH teRHiiyfeiâr) |gküd€ fflill

almak i§!sf ¥g paFasm! mm^ bu aliî=veFijî =daha ânee dg§H= 8 anda», giFf ekteşffliş 8iuf: FEtlİH'tMadi^de dg bâjflediF:

« 8if fciffl§e başka bif kiffî§6d€Bi §sfe diF&eiRg biF vitear ^ sısfc veya kaıiF §iFişa pkteölefl bir wh ypesk v§:) §afm aldıktan §8Bfâi saııa^âî "§6feii dirtsfflg biF pfe daha gsiiF:" de^ip» sFidaj ~te&-§§feig ^iF^gfflî vgF§gj §aıi6i; Wf yak daha alıp gfliFSfsfe; şm ygFde

Öİ^ ¥8F§gl bH SâtlŞ dâ ÛMlh §Ştl61î gSfİFdİÜ bU ^üfe İŞİR; §Sfö

iRi telsg gd§F MHsiHiBlt^a da bö^lgdiF:  giBe mt>, Imm

 gd§F:

şpaiitiBasilsaiiyşFSUR^dgFisdâi^Öç

$ ¥gB^8FHffl:!î dg^BEgj fflHŞlgFİİ ''Âlâlffl: îâFt:" ÖSÖİ

kasap 6ii tartmazsa* biF m ggfekmgî:

Mâ§â|3 tâFttlklâB §8flFâ Vg-figBÖZ fflüilSFİ âlfflâdâB 8B6g

Şyj müfigFi âliF vgya feâ§âp gti mflşteFiBifl kabma kemi

h|=VgFİ| îâfflâffl 8İfflH| 8İÜF: ¥g ffiİîpFİ; gtifl bgdglİBİ ÖdgF:

« NevidiF'dg; Jbflü Şmih İffliffl M

İ       FİVİ^gt gİfflİŞÎİF:

Müıtgfi kasaptı "¥âBifldaki saen ton

 ban

da tartaFsai bu duFumda m\\%\m i^n âe^ ka^ap işin ât,

t yine, İmâm Mwhamm^ (R-.A-.  ^               ş

Bir Himsg, jçinât Mmm $h fetipp di feylunâR W pk ^arpu^

g:11 teı müşier-i de^ saMemm g@?ti enftndit m \mmrn şç ve götMr-se ve^a sane* en tan^^ini §jm û^ möştın ^nw H-a^ûl feu alıı veriş iâraam şiuf •. Fethtftöadfr'de de b^lediF-.

«lif kiffi§t bufâa^ almak maksadı Hij bufâa^ satıeısma b viFipî "Buğdayı kaça' saiiy©FSüfl?" âip %®wm saiıeu "¥ftî @lfşmi bir- âinitfâ saupFyffl-." âgF vg müştefi mm §©nfa da ©nâan buldan safta almak isteri bu dwumda âa §aiigii "¥âFiB-." â§F§§i aFalanada alii=vefiş akâi yapılmış §a^ılffla?;

Muşigpi gidip; bir aün §©nFâ büğdaymı almaya ışlmı* fiatia deiişiklik simaş balaasai §aii€i feu âufumâa dâ? §nşeki aarhıan © fflüligFiyı, beş dmlflık feuiâay vefif-. KuBye'âg de feeylgâiF:

« VeFmek--almak sâFeüyle yapılan beyM teâtî âRgak; flsid ve blHl satış ügiFmı elfflââıfeeâ âlış=veFiş ©iuf-.

§u bey'» flsid vt bini Mmm bina giiliF§g; eiig eta: V6€K*de dg

Bif kim§e sdunguyai "Bü %ûmm yökö kaşa?'* diFj @ "Şuna:" di^ı feiF fiai söyleyinge» müıtgFi* "gşeü m-." deF vg satıeı

u alış=yeFii aneak, eiufigu eâunu teslim siip müşteFi d  sahih @îuf: iiFiei^e'de de bâylıüF:

 §İF feiffl§g kâ§âpîâi  4İİİF İİFhlfflg fig kâte İt       İ

i kasap: "İki mgnn:" dese; fflttitgfi -dgî "TaFt: iif ii

" ^ıyip iti âlsaî bu alıpıHş giisdiF: irii tartılan feu eti pfi ilde §&mşz-. İu müşiri ııin taFtı§mda biF Beksaalık §§F§gi 8 umm iidg mi?

İu fflüıliFi, ngk§an %\m eti         p

Şunka âkid) satılsa ffîikıaF uıiFing yapılmııtiF: MifiıfI'bib

İif kimsi hgF |ün Mf kasag'a gelip, feiF iİFhgffl vsfifi kasap da bir parça et keser, tartar ve verir; müşteri ise, bunu bir menn; etin o bel­dede fiatınm da öyle olduğunu zanneder; daha sonra bu müşteri, gün­lerden bir gün aldığı eti evinde tartıp, onu otuz istâr bulursa; kasap'a müracaat ederek ondan, noksan olan etin bedelini alır.

Noksan olan miktarda, et alamaz.

Bu, eti alan şahsın aynı beldenin insanı olması halinde böyledir.

Fakat müşteri, aynı yerin insanı değil de garip ( — yabancı) bir kimse olur; belde, halkı da etin, ekmeğin fiatı üzerinde bir anlaşma yapmış ve bu narh şüyu' bulmuş ve bunda bir değişiklik olmamışsa; bu garip şahsın, ekmekçiye veya kasap'a: "Bana, bir dirhem karşılığında, ekmek veya et ver." demiş olduğu halde; o şahıs; şüyu' bulan miktardan az verir ve garip bunu bilmez, sonradan da öğrenirse; ekmeğin noksanı için ekmekçiye müracaat edebilir. Ve, noksan olan ekmek kadar parasını —aynı beldenin insanıymış gibi— geri alır.

Ancak et hususunda, kasap'a müracaat edemez.

Çünkü, istilân ve narh, ekmekte bilinen bir şeydir. Bunu bütün halk, açıkça bilir.

Et hususunda ise, durum böyle değildir. Bu, garip şeylerdendir. Ve, belde ehli olmayan kimseler hakkında, bu aşikâr değildir. Zahîriyye'de de böyledir.

Mecmû'un-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Başkasında alacağı olan bir kimse, onu ister; borçlu da, belli bir miktardaki arpayı getirip, "Beldenin narhı üzerinden al." der; alacaklı da: "Beldenin narhı bellidir." der ve her ikisi de, narhı bilmekte olur­larsa; bu ahş-veriş tamamdır.

Fakat, beldenin narhı belli değilse veya belli olduğu halde, bunlar piyasayı biliniyorlarsa; bu satış, sahih değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, mal karşılığında bir şey almak ister ve bu alış verişte şuf'a hakkı olmadığı halde, şuf a hakkı kullanmayı murad ederse, bu ahş-veriş caiz olmaz.

Bir vekil, kendi nefsi için aldığı bir şeyi müvekkiline teslim ederse, —müvekkil, onu vekil kıldığını inkâr etse bile— malı teslim alırsa; o mal, müvekkil için satın alınmış olur. Müctebâ'dan naklen BahruV-Râik'ta da böyledir.

Yanına emaneten bir câriye bırakılan şahıs, başka bir câriye geti­rerek emânet bırakan şahsa: "İşte, emânet bıraktığın cariyen." der; diğer şahıs da bunun, emaneten bıraktığı câriye olmadığını tanıdığı halde; diğeri: "Budur." diye yemin eder ve o şahıs da bu cariyeyi alırsa; emânet bırakan şahsın bu cariyeye cima' etmesi helâl olur. Câriye de oraya yerleşir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse terziye: "bu benim gömleğim değildir." dediği halde; terzi: "Senindir." diye yemin ederse; o şahıs bu gömleği' alabilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir müşteri, kusuru sebebiyle cariyeyi geri verir; satıcı da, onun geri verilmesine razı olup alırsa; bu bir bey'-i teâtî olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Temizlikçinin, başka bir elbise vermesi de böyledir. Vâkiât'ta da böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye, bir miktar patates almak için para verir; o da, bu parayı aldığı haİde: "Onu sana vermiyorum." dese; müşteri, ondan patatesi alır. Parayı geri almaz.

Satıcı razı olmuyorsa, —baştan— parasını veya eşyasını geri verir. Veya râzî olup, patatesi verir.

Satıcının, müşterinin gönlünü hoş etmek için, arkasından çağırarak' verdiği şeyi, ona geri vermesi doğru değildir. Bununla beraber, satış sahih olmaz. Kunye'de de böyledir.

Half, şöyle dedi:

Esed'e sordum:                                                

— Bir kimse: "Çarşıda kimde harevî elbise varsa, on dirhemdir. ( = on dirheme aldım.)" der; bir şahıs: "Bende var." deyip onu verirse; müşterinin: "—Benim isteğim— o değildir." demesi hâlinde, bu ahş-veriş olmaz.

Ancak, alacağı zaman: "Onu, on dirheme aldım." der ve giderse, o zaman alış-veriş olur..                                                            

Aynı mes'eleyi, Hasan bin Ziyâd'a sordum; O da:

—"Câtedir. Ancak bu alış-verişte, alıcı ve satıcı için, noksan olan haklarını almak yetkisi vardır." dedi. Muhıyt'te de böyledir.

 

2- Bey'-i Müsâveme'ye Göre Alınan Şeyin Hükmü

 

Bir kimse, başka bir şahsın —satmakta olduğu— elbisesine talip olur; o da: "bu sana yirmi dirheme olur." der; müşteri ise: "Hayır, on

yirffiİı

eme* =aUHffl:=" deyip* ta\m tteefifle © elbiseyi &\\$ ptmr. ve & da* m divtoe m\ ©imasşaî bu ahı-veriş yapılmış sayılmam. Afleak müşteri* bu elbia^i şayi etek ©tofsai bu dufumda>

İıdİrtodefi &teh

         şse* privefih      

İmim Ettâ Hatife fR-.A-.) ite İmâm Mbs Vteııf tfcA.fc "feyis, © elbisenin kameti fit ise* ©nu ödkü *mm ancak* Mitebifakifiz-."   y Ve maşeri satışla* yifffii dirhemi ödef-. Bu kimse* elbiseyi fflöslvtffle y©lu ite-ataarçsa* satıeı Mm

s&i öfttef âa fe^ifteii fi? isiî ©b« ©öeftef- Mavili KidiMıı

 -, bu

Şlttttfcâ

* Bü

 aWe» ©flâ                              

 ff-. Btt

 

 , ffltt%fâfîflffl «Vİ; İ^

 *is\

 ifei m

 fe ^y M

, diprifti te

 " isi»?

* Bir tefflSe; te bit eibtee i%t^, ö da ^ abise v^^ki ^Bü m

 teri

 ŞâTrtl

Vfe ilrâzı Bîr satıştır.

-."üerse"; eft'ftîft Vec-

r ve

 eri Verir.

:ç U yMM

 v^y% te^a teriâ ite-,

te%a

 ^ ta tara

 ete»

 -Söft¥%

Bir kimse, halka duyurması için dellalın eline bir mal verir, dellâl da bunu isteyen bir şahsa verdikten sonra; o şahıs: "Zayi oldu." veya "Düşürdüm, kaybettim." derse; bu malın-bedelini, bu şahıs tazmin eder.

Âlimler: "DelIâTa( = münâdî'ye) bir şey gerekmez." demişlerdir. Bu hüküm, dellâhn elindeki malı satın almaya istekli oian şahsın eline vermeye izinli ve yetkili olduğu zaman geçerlidir.

Durum böyle değilse; zayi olan bu malı dellâl tazmin eder. Zahîriy-ye'de de böyledir.

Satın alma hususunda vekil kılınmış olan bir şahıs, bey'-i mü-sâvem üzere bir elbise satın alıp, bunu müvekkiline (- kendisine vekil eden şahsa) götürünce o, bu elbiseyi beğenmeyip vekiline geri verse ve bu elbise onun yanında iken zayi olsa; Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekr Mııhammed bin  Fadl:   "Onun  kıymetini  vekil  öder;   müvekkiline  müracaat  da edemez. Ancak, müvekkili ona: "Müsâveme yolu ile al." demiş ve böyle emir vermişse; bu durumda vekil, müvekkiline müracaat eder ve elbi­senin bedelini vekil  değil,  müvekkil öder.  Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Nâsırî'nin TecnîsFnde şöyle denilmiştir:

Dellâlin elinde kaybolan elbiseyi, bu dellâl tazmin etmez.

Ancak bunu, —dellâlin elinden alan— dükkân sahibi kaybetmiş olur ve müsâveme hususunda görüş birliğine varmış bulunurlarsa; bu elbisenin kıymetini dükkân sahibi öder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse ,fiatı belli olduktan sonra satın almak istediği bir yayın kirişini,  satıcının  izni  ile  çekse ve  satıcı:   "Kırılırsa  sana  tazminat yoktur," demiş olsa bile; müşteri çekince yay kırılırsa, onun kıymetini tazmin eder.

Eğer fiat belirlenmemiş olsaydı, tazminat gerekmezdi.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet edildiğine göre, bir kimse bakmak için aldığı yayı çekince kırarsa veya bakmak için giydiği elbise yanarsa; sahipleri, yayı çekmeye veya elbiseyi giymeye izin vermemişse; o şahıs bunları tazmin eder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, züccâciye satan bir şahsa gidip: *'Şu şişeyi bana ver." der ve onu gösterir; dükkan sahibi de: "Onu, alıp kaldır." deyince; müşteri   kaldırırken   bu   şişe   kırılırsa;   kaldıran   bu   şahsa   tazmînat gerekmez.

Çünkü, o şahıs bunu, sahibinin izni ile kaldırmıştır.

Eğer, müsâveme suretiyle alış veriş yapılsa da, fiati söylenmemiş bulunsa, yine tazminat gerekmez.

Ancak müşteri, fiatı söylendikten sonra almış ve şişe elinden düşüp kırılmışsa; bedelini alan şahıs tazmin eder.

Bu, zâhiru'r-rivâyede böyledir.

Alan şahıs, dükkan sahibinden şişenin fiatını sorar; o da: "Şu kadar." diye bir fiat söyleyince, alıcı da bir fiat söyler ve bunu satıcı kabul ederse; alıcının, bundan sonra şişeyi kırması halinde, bunu tazmin eder.

Bu hüküm, alıcının şişeyi sahibinin izni ile alması halindedir.

Şayet alıcı, şişeyi sahibinin izni olmadan alıp kırarsa; fiatı belli olsa da olmasa da, bedelini öder. Zahîriyye'de de böyledir.

Müsâveme   suretiyle  bir  bardak  satın   almak   isteyen   şahıs, bardakçıya: "Bana bardağını göster." der ve birini işaret eder; bardakçı da, gösterdiği bardağı ona verince, alıcı ona bakarken elinden düşürür; hem düşen bardak hem de üzerine düştüğü bardaklar kırıhrsa; İmâm Mııhammed (R.A.): "Bu şahıs, isteyip aldığı bardağı ödemez. Çünkü, o emânettir. Fakat, kınlan diğer bardakları öder. Çünkü, onları izinsiz telef etmiştir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şey satın alan kimse, aldığı bu şeyi satmaması üzere satan adama verse ve bu şahıs da, onu zayi etse; bedelini öder. Çünkü o, mü­sâveme üzere allş-veriş olmuştur.

Bu şahıs, kendi çocuğuna o şeyi almasmı söyler; o da alırken hata yapar ve o şey helak (= zayi) olursa; o zaman, —dükkan sahibi— onu ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir. [22]

 

3- Satılan Şey, Bu Şeyin Fiatı Ve Ele Alınmadan Önce, Bunlar Üzerindeki Tasarruf Yetkisi

 

Kudûrî, Kitabında şöyle demiştir:

Akid esnasında belirlenen şey, satılan şeydir, (ayn'dır. Yânı, dışarda mevcud muayyen ve müşahhas olan şeydir.)

Akid esnasında ayn olmayan şey ise bedeldir; pahadır.

Ancak, bu bedel üzerine de, satış lafzı vâki olmuşsa; bu müstes­nadır. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Hindiyye Ayn'lar, üç nevidir:  

1) Daimî bedeller.

2) Daimî satılanlar.

3) Satılan şeylerle bedeller arasında olanlar. [23]

 

Daimî Bedeller:

 

Dirhemler, dinarlar ve bunlara mukabil olanlar ve benzeyenler. Fülûs (=  Paralar, pullar), dirhemler gibi ayn olarak belirlenmiş değildir. [24]

 

Daimî Satılanlar:

 

Bunlar, değişik adetler ve emsal sahibi olmayan ayn'lardır.

Ancak, bunlardan, bir bedel (= paha) olarak, vasıfları belirlenip, bir zamanla kayıt altına alınan elbise ve kumaşlar müstesnadır.

Meselâ: Bir kimse, vasıflı bir elbise karşılığı, bir köle satın aldığı halde, elbise için bir zaman belirtmese bu satış caiz olmaz. Zamanını açıkça belirtirse, bu satış caiz olur .Bu köleyi, teslim almamış olsa bile, bu alış-veriş bozulmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Emsal sahibi olmayan ayn'larla, alış-veriş caiz olmaz. Ayn'lar, müstesnadır. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir. [25]

 

Satılan Şeylerle, Bedel Arasında Olan Aynlar:

 

Bunlar:

1) Mekîlât: Buğday ve arpa gibi, kile ile ölçülen şeylerdir. Bunlara Keylî ve mekîl de denir. Bunların çoğulu ise keyliyyâf ve mekîlât'tır.

2) Mevzûnât: Yağ, bal, şeker gibi tartılan şeylerdir. Buna mevzun da denilir, Çoğulu vezniyyât, mevzûnât'tır.

3) Adediyyât-ı mütekâribe: Bir adedi ile, fertleri arasında kıymetçe mühim farklılıklar bulunmayan ve miktarı adedlerle (= sayılarak) tesbit edilen şeylerdir ki, bunların hepsi de, misliyyât'tandır. Ceviz, yumurta gibi...

Bu saydığımız şeyler, bir bedel karşılığında verildikleri zaman rnebf (= satılan şey) olurlar.

Bunlar, bir bedel karşılığında verilmedikleri zaman bakılır: Eğer İkisi de ayn ise, bu caiz olur ve bunlar bu durumda, mebi' (= satılan şey) olurlar.

—Alış-veriş konusu olan şeylerden— birisi ayn, diğeri ise zimmette vasıflanmış borç ise, bu durumda bunlardan birisinin mebi' (= satılan şey) kılınması caiz olur. Ancak, ayrılmadan önce de alacağın alınması şarttır.

Bunlardan biri borç kılınır; ayn da bedel (— paha) olursa, ayrıl­madan önce, alacak alınmış olsa bile, bu caiz olmaz.

Ancak, veresi usûlü ile olursa, bu caiz olur.

Satılan da bedel de borç olursa, bu caiz olmaz. Çünkü, bu bir kimsenin yanında bulunmayan bir şeyi satrnasıdır ki, caiz değildir. Serahsî'ıiitı Muhıytı'nde de böyledir.

Satılan şey ile onun bedelinin bilindiği hallerde, bize göre, bu şey satılmış hükmündedir.

Satılan bu şey, menkûl (- taşınan şey) olduğu zaman satışı, teslim almadan önce caiz olmamaktadır. Satılan şey hakkında verilen cevabın tamamı ücret hakkında geçerli bir cevaptır.

Eğer ücret ayn ise; bunun acele verilmesi şarttır. Ücret (= bedel, semen) alınmadan önce yapılan satış caiz değildir.

Fakat, mehir bedeli, hulû' (= kadını mal karşılığında boşama) bedeli ve kasden vâki olan kan bedeli ayn oldukları zaman bunlar teslim alınmadan önce yapılan pazarlık caiz olur.

Teslim alınmadan önce, satışı caiz olmayan bir şeyin icâresi (= kira­ya verilmesi) de caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bunun bağışlanması, tasadduk edilmesi veya saülmaksizın rehin bırakılması da caiz değildir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunlar caizdir.

Esahh olan da budur. Serahsî'nin Mtıhıytı'nde de böyledir.

Satılan bir cariyeyi, teslim almadan Önce nikahlamak caiz olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Satıcı hîbeyi kabul etmezse; bu bağış bâtıl olur. Satış ise, hali üzere sahih olur. Tahâvî Şerhi'nden naklen,Tatarhâniyye'de de böyledir.

imâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Teslim alınmadan caiz olan her hangi bir tasarrufun, müşteri tarafından, teslim alınmadan yapılması caiz olmaz.

Bu caiz olmayan şeylerin tamamı da, teslim almakla caiz olur. Hîbe ve benzeri gibi...

Müşteri onu kabul ederse, tasarrufu eline almadan önce caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Kerhî, Muhtasar'da şöyle zikretmiştir:

Bir müşteri satıcıya, bir malı almadan önce: "Onu kendine sat." der; o da bu teklifi kabul ederse; bu nakz-ı büyû'dur. Yani, ahş-verişi bozmak, çözmek, yok saymaktır.

Şayet müşteri: "Onu bana sat." demiş olsaydı, bu nakz-ı büyü' olmazdı.

Ancak bu durumda, satıcı da o malı satsaydi, bu satış caiz olmazdı. Şayet müşteri: "Onu sat." dese de "...bana" veya "...kendine" demese ve o da bunu kabul etseydi, bu öncekini nakz olurdu.

İmâm  Ebû  Hanîfe (R.A.) ile İmâm  Muhammed  (R.A.) böyle buyurmuşlardır.

İmâm Ebû Yûsuf ise: "Nakz olmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

"Kime istersen ona sat.'' derse, bu satış da sahih olmaz.

Müşteri malı almadan önce satıcıya: "Onu azâd et." der; o da azâd ederse; bu ıtk (= azâd etme) satıcı tarafından sahih olur ve önceki alış-veriş feshedilmiş bulunur. Bu- ıtk, müşteri tarafından vâki olmuş olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu ıtk batıldır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satm almış bulunduğu bir cariyeyi teslim almadan, satıcıya: "Onu sat." dese veya satın aldığı şey bir yiyecek olup, satan şahsa: "Onu ye." dese; müşterinin böyle yapması, satışın feshedilmesi olur. Şayet satıcı böyle yapmazsa, satış feshedilmiş olmaz. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Vasıyyet veya mîras yolu ile bir menkûle sahip olan kimsenin, onu teslim almadan satması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir ev veya bir akar satın alan kimsenin, onu teslim almadan, —satmaksızın— bağış yapması, bütün âlimlerimize göre caiz olur.

Bu şahsın, bu şeyi satması İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre caizdir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu şahsın orayı satması caiz olmaz.

Bu kimsenin, o yeri satıcıdan teslim almadan önce kiraya vermesi de, bütün âlimlerimize göre caiz olmaz.

Keza, bir kimse, bakliyat ekilmiş bir yeri satın alır ve burayı teslim almadan önce, satan şahsa, hasad etmesi şartıyle mahsûlü yarı yarıya verirse, böyle yapması caiz olmaz. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse bir ev satın alıp, onu parasını vermeden ve teslim almadan

önce vakfederse; bu askıda bırakılmış bir iştir. Parasını verip, evi teslim alırsa, bu şahsın vakfı caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bize  göre,  bir  bedeli  ve  alacağı  almadan  önce,  tasarrufta bulunmak caizdir. Zehıyre' de de böyledir.

Tahâvî Şerhi'nde ise şöyle denilmiştir:

"Borç alınmadan önce, onda tasarrufta bulunmak caiz değildir." Kudûrî, Kitabında:  "Bu bir sehivdir. Şüphesiz ki, bu caizdir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Siyer-i Kebîr'de şöyle zikredilmiştir:

Düşmanlar tarafından esir alınmış bulunan ve bir harbînin elinin altında olan, bir müslümanın kölesini, bir başka müslüman, dâr-ı harbe gidip satın alır ve dâr-ı İslama getirir; önceki sahibi de gelirse; bu şahıs, ancak para karşılığında o köleyi satın alabilir. İlk sahibi ortada iken, bu şahsın, o köleyi başkasına satması caiz değildir. Hakim bu şekilde hü­küm verir.

Bu şuna benzemektedir: Bir hâkim, bir aybından (= kusurundan) dolayı, müşterinin satın aldığı köleyi, satıcıya geri verir ve o da, teslim almadan tekrar satarsa; aynı müşteriye satmışsa, bu satış caiz olur; başkasına satmışsa caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Her şeyin, en doğrusunu en iyi bilen, ancak Allahu Teâlâ'dır. [26]

 

3- ÎCAB VE KABUL ARASINDA VÂKİ OLAN İHTİLÂF

 

Satıcı iki veya üç şey hakkında îcabda bulunur; müşteri ise,bun-lardan sadece biri hakkında akdi kafcûl etmek isterse; bu şeylerin sıfat­larının aynı olması hâlinde, müşteri böyle yapamaz.

Ancak, satıcının teklif ettiği şeyler, ayrı ayrı şeylerse; müşteri Öyle yapabilir. Yani, birini kabul edebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri îcâbda bulunur da, satıcı onun icâbının bir kısmını kabul edip,   bir  kısmını  da  reddederse;   sıfatın  bir  olması  hâlinde  böyle yapamaz; sıfat ayrı ayrı ise, böyle yapabilir. Kâfî'de de böyledir.

Satıcı: "Şu köleyi sana sattım." dediği halde müşteri, yarısını kabul ederse; bu sahih olmaz.

Ancak, satıcı aynı mecliste, buna razı olursa, o zaman sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kudûrî şöyle demiştir:

Bu gibi şeyler, müşteri tarafından bilinen bir hisse kabul edildiği zaman, gerçekten sahih olur.

Fakat, kıymeti itibariyle, bedeli taksim edildiği zaman, akdi iki köle veya iki elbise üzerine yaparlar da, müşteri onlardan birini kabul eder, diğerini kabul etmezse; satıcı razı olsa bile, alış-verişin sahih olmaması gibi... Zehıyre'de de böyledir.

Sıfatın bir olduğunu bilmek de, elbette gereklidir. Sıfatın, ayrı olduğunu bilmek de lâzımdır.

Biz deriz ki: Satış, alış ve bedel bir olduğu zaman, kıyâsen sıfat bir olmuş olur. Meselâ: Bedel, birlikte söylenir; alıcı bir kişi ve satıcı da bir kişi olursa bu durumda, kıyasen sıfat bir olmuş olur. Bu, istihsânen de böyledir.

Bedel ayrı ayrı olur; meselâ: Satıcı, sattığı şeyin her parçasına —eşit— bir fiat söylerse; bu durumda da sıfat bir olur.

Meselâ: Satıcı alıcıya: "Şu on elbiseyi sana sattım. Her biri on dirhemdir." derse; bu durumda sıfat birdir.

Kezâs satıcı veya müşteriler iki kişi olurlar ve bedelini biri söylerse, yine sıfat bir olur:

Meselâ: Bir satıcı, iki kişi olan alıcılara: "Şunu ikinize, şu fiata sattım." der; o iki müşteri de: "İkimiz de onu, o fiata satın aldık." der­lerse; bu durumda sıfat bir olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu, sözde mevcut olan bir birliktir.

Ayrı ayrı cihetlerin sözlerine gelince; isimler değişik olursa; satıcı, satılacak şeylerin her birine, ayrı ayrı fiat söyler ve satışı tekrarlar veya müşteri alışı tekrarlarsa; yahut satıcı ve alıcı ikişer kişi veya bunlardan biri iki kişi olursa; bu durumda sıfat ayrıdır demektir.

Keza, bedel ayrılır; satış veya alış tekerrür eder ve satıcı veya alıcı bir olursa, yine sıfat ayrıdır demektir.

Şöyleki:

Satıcı bir şahsa: "Şu elbiseleri sana sattım. Şu elbiseyi sana on dirheme; şunu da beş dirheme sattım." derse veya bir müşteri satıcıya: "Senden şu elbiseleri satm aldım. Şunu on dirheme; şunu da beş dirheme satın aldım," derse; işte bunlar, fei*i-ittifak değişik sıfat olur. Nihâye'de de böyledir.

Şayet akid bir olur da, akdi yapanlar ve bedel nıüteaddid olursa, bu kıyâsen müteaddiddir. İstihsanda ise, müteaddid değildir. Fetva da buna göredir. Vecîz'de de böyledir.

Bir kimse iki veya daha fazla eşya alıp, bedelinin de bir kısmını Öder ve bunlardan bazılarını almak isterse; bunların sıfatlarının bir olması hâlinde, bu şahsın istediği gibi yapma hakkı yoktur.

Ancak, sıfatları ayrı ise, bu şahıs, istediğini yapabilir.

Bir kimse, başka bir kimseden her birinin değeri onar dirhem olan, on adet elbise alır ve on dirhem ödeyip: "Bu on dirhem, şu elbisenin bedelidir." der ve onu almayı murad ederse, bunu yapma hakkına sahip olmaz. Çünkü, bu elbiselerin sıfatları birdir.

Keza satıcı bu müşteriye, o elbiselerden bizzat birinin bedelini ibra etse; müşteri ise: "Ben şunu alıcıyım." dese; bu sözü söyleme hakkına sahip değildir.

Satıcı, birinin borcunu on ay te'hir ederse, müşterinin onu alması doğru olmaz.

Keza satıcı, bunların bedellerinin tamamından vazgeçip, yalnız bir dirheminden vaz geçmezse veya bütün bedeli te'hir ettiği halde,tek bir dirhemi te'hir etmese, bu olmaz.

Elbiselerden birinin bedelini o zaman; diğerinin bedelini de ileride ödemek üzere alsa, yine —nakdi ödeyip, onu da alıncaya kadar— olmaz.

Keza, bedel yüz dirhem olsa; müşteri satıcıya bunu doksan dirhe­mini verirse, kalan on dirhemi de vermedikçe, o elbiseye mâlik olmuş sayılmaz.

Elbiselerden bizzat birisi on dinar, diğerleri yüz dirhem olur; müşteri dinarları veya dirhemleri nakden öderse; bunlardan hiçbirini almaya hak sahibi olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahıs bir kişiden, bin dirheme bir köle satın aldıktan sonra, bunlardan biri kaybolup diğeri hazırda bulunursa; bu şahıs, kölenin bedelinin tamamını ödemedikçe ona sahip olamaz.

Eğer, bedelini tamamen ödeyip kölenin tamamını satın alırsa; bu fuzûlî olmaz.

Bu durumda, gaip olan şahıs gelirse; kendi hissesini, —hazır olan şahsa, bedelini ödemedikçe— alma hakkına sahip değildir.

Böyle yaparsa, bu kölenin yarısı kendisinin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Gaip olan şahıs gelmeden önce, bu köle hazırda olan şahsın yanında helak olur veya geldiği halde, onu istemeden önce bu köle helak olursa, bu durumda, emânet helak olmuş olur. Gaip, müracaat edip hissesini alana kadar, bu böyledir.

Eğer gaip şahıs gelir; hissesini ister; diğer şahıs da, —verdiğini, alana kadar— onu men eder; sonra da, bu köle helak olursa, ona verdiği mal helak olur.

Bu satılan şeyin, satıcının elinde helak olmasının yerindedir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kav­lidir.

Satıcı, bu iki müşterinin birinin hissesinin bedelinden vaz geçerse veya onu bir ay te'hir ederse; ikinci şahıs hissesinin bedelini vermedikçe, diğeri hissesini alamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer bu mes'elelerde, sıfat teaddüd ederse; hükümler in'ikâs eder. (Aksine döner.) Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [27]

 

4- BEDELİ MUKABİLİ SATILAN ŞEYLERİ TESLİM ALMAK VEYA ALMAMAK

 

Bu babda:

1) Satılan Bir Şeyi Bedeline Karşılık Olmak Üzere Elde Tutmak.

2) Satılan Şeyin Teslim Edilmesi ve Onun Alınıp Alınmaması.

3) Satıcının İzni Olmadan Satılan Şeyin Alınması.

4) Satılan Şeyin Teslim Alınıp Alınmaması.

5) Satılanı Karıştırmak veya Ona Karşı Bir Suç İşlemek.

6) Akid Yapan Satıcı ve Alıcının, Satılan Şeyi ve Bedelini Teslim Etmeleri olmak üzere altı bölüm vardır. [28]

 

1- Satılan Bir Şeyi, Bedeline Karşilik Olmak Üzere Elde Tutmak

 

Âlimlerimiz: "Satıcının, bedelini almak maksadı ile satılan şeyi, —satışın yapıldığı sırada— vermeyip bekletme hakkı vardır." demişler­dir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet satış tehirli (yani parası sonra verilmek üzere) yapılmışsa; te'hir edilen bu müddet geçmeden önce, satıcının, satılan şeyi vermeme hakkı yoktur. Bu müddet geçtikten sonra da, bu satıcının böyle yapma hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bedelin bir kısmı hemen verilecek, bir kısmı te'hirli ise, satıcının bedel ödenene kadar satılan şeyi vermeme hakkı vardır.

Bu durumda, bedelden cüz'î bir miktar kalmış olsa bile, satıcı sattığı şeyin tamamını vermeyebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Tefrîd'de şöyle denilmiştir:

Satılan şey kaybolmuş olursa; müşteri, bulunana kadar bunun bedelini ödemiyebilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Satılan bu şeyin, o şehirde olması ile, başka bir şehirde olması da müsavidir. Alıcı, hazır oluncaya kadar, bu malın bedelini ödemiyebilir. Sirâcü'l-Vehhâc da da böyledir.

Bedel ödendiği zaman, satılan şey teslim edilir.

Veya satıcı, bedelini almadan önce satılan şeyi teslim edip, bedelini sonra alır.

Veya müşteri, satıcının "al" demesi üzerine, o malı alır. Yahut, müşteri satılan şeyi görüp aldığı halde, satıcı, ona mâni olmaz.

Eğer müşteri, satıcının izni olmadığı halde o şeyi alırsa; bu durumda satıcı, müşterinin onu almasına mâni olabilir. Hulâsa'da da böyledir.

Satılan şeyin bedeli yerine, müşteri rehin bıraksa veya kefil gösterse bile; satıcının onu vermeme hakkı sakıt olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Ziyâdât'ta şöyle denilmiştir:

Satıcı, bir borcu müşteriye havale ederse; bu durumda, satılan şeyi vermeme hakkı sakıt olur.

Ancak müşteri, satıcıyı bir başka şahsa havale ederse; bu durumda satıcının, satılan şeyi müşteriye vermeme hakkı sakıt olmaz. ( = düşmez.)

İmâm Kerhî bunun, İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavli olduğunu zikretmiştir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda da satıcının, satılan şeyi hapsetme (= tutma, alıcıya vermeme) hakkı düşer. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Fetvalarda şöyle denilmiştir:

Satıcı, müşteriden, bir şeyi ariyet (= ödünç) veya emânet olarak alırsa; satılan şeyi, vermeyip elinde tutma hakkı sakıt olur.

Hattazâhiru'r-rivâyede,satıcının o şeyi istirdada (= geri almaya) hakkı yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Eğer  bedel  ertelenmişse;  ertelenme  müddeti geçene  kadar, müşteri, satılan o şeyi alamaz.

Bu müddet geçince, müşteri bedelini vermeden önce de, satılan şeyi alabilir.

Satıcının, bu durumda müşteriye mâni olma hakkı yoktur.

Alıcı da, bu bedeli nakden öder.

Satan şahıs, bedeli, —belli olmayan bir— seneye kadar te'hir eder; bir sene geçene kadar da müşteri bu bedeli hazırlayamaz ve bir sene geçerse; bu durumda müddet bir senedir. Bundan itibaren, bir sene içinde, satılan şeyi müşteri alabilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu hüküm, satıcının satılan şeyi teslim etmekten kaçındığı zaman içindir. Şayet, satıcı bundan imtina etmiyorsa, teslim işleminin başlangıcı, bi'1-icma' akdin yapıldığı andır. Yani, müşteri bedeli ne zaman verirse,  satılan  şeyi o  zaman  alabilir.  Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Alış-verişte muhayyerlik, hem satıcıya hem de alıcıya veya bun­lardan birine ait bulunursa; muhayyerlik müddetinin mutlaka belirtilmesi gerekir.

Muhayyerlik, alış-veriş akdinin yapıldığı andan itibaren başlar.

Muhıyt'te de böyledir.

Bedel, alış-veriş akdi yapıldıktan sonra te'hir edilirse, satıcının (= bâyi'in) satılan şeyi (= mebi"i) hapsetme (- müşteriye vermeyip elinde tutma) hakkı bâtıl ( = geçersiz) olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir köle satın alıp, onu teslim almadan azâd eden veya müdebber kılan bir kimse, müflis (= iflas etmiş) olursa; satıcının, bu köleyi hap­setme (= elinde tutma, vermeme) hakkı olmaz. O kölenin itki (= azâd edilmesi) da geçerlidir.

Bu köle, kıymeti hakkında satıcıya gidemez. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Hulâsa'da da böyledir.

Ve bu, zahiru'r-rivâyedir.

Bu müşteri, o köleyi, teslim almadan önce mükâtebe kılar, icara verir veya rehin bırakırsa; satıcı hâkime müracaat ederek, bu tasarrufu iptal ettirir.

Eğer,satıcı bu tasarrufu iptal ettirmez de,müşteri o kölenin bedelini nakden öderse; mükâtebesi caiz olur. Rehin ve kiraya vermesi ise bâtıl olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bu kölenin bedelini müşteri tamamen öder veya satıcı onun bede­linden tamamen vaz geçerse, satıcının hapsetme (= vermeyip elinde tutma) hakkı bâtıl olur. Bedâi"de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir kapı satın alır ve satıcının izni olmadan da götürüp ona demir çiviler çakarsa(veya bir elbiseyi kabzederse yahut bir yere bir bina yapar veya ağaç dikerse) satıcı, onu geri alır ve hapseder. (Yani elinde tutar, müşteriye vermez.)

Bu satıcı: "Çivileri sökerim." veya "yerimin eski hâline gelmesi için ağaçları sökerim." der ve bunları yapmasından dolayı bir zarar meydana gelmezse; bu durumda sökebilir. Aksi takdirde sökemez.

Eğer bu kapı, satıcının elinde helak olursa;çivilerin ve bununkıyme-tini, müşteriye tazmin eder. Seran sı* n in Muhıytı'nde de böyledir.

Satılan şey bir câriye olur ve satın alan şahıs da ona cima' eder; bu câriye, bundan hâmile kalır ve doğum yaparsa; satıcının, onu tutup müşteriye vermeme hakkı kalmaz.

Ancak, bu câriye hamile kalmaz ve doğum yapmazsa, satıcının onu vermeme hakkı vardır.

Satıcı, cima' etmiş olduğu halde, onu müşteriye vermemiş ve bu câriye yanında ölmüş bulunursa; bu durumda, câriye satıcının malı olarak ölmüş olur.

Ancak, müşteriyi onu almaktan men etmediği halde, bu câriye, satıcının yanında ölmüş olursa; bu durumda müşterinin malı olarak ölmüş olur. Vâkiât'ta da böyledir.

Ravza'da şöyle zikredilmiştir:

Bir köle efendisine: "Nefsimi senden şu kadar bedelle satın aldım." der; efendisi de: "Sattım." karşılığını verirse; bu efendi, o köleyi, bede­lini alana kadar hapsedemez. (= elinde tutamaz) Hulâsa'da da böyledir.

Keza, bir köle, "kendisini, efendisinden almak için bir şahsı vekil tayin eder ve efendisi de bunu bilirse ve o adam kendisi için bu köleyi satın alırsa; bu durumda, satan kimse —bedeli için— onu hapsedemez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [29]

 

2-  Satılan Şeyin Teslim Edilmesi Ve Onun Alınıp Alınmaması

 

Bir şahıs, bedeli ile bir şey satarsa; satın alan kimseye: "Önce bedelim ver," denilir.

Bir kimse, bir eşyayı, diğer bir bedelle satarsa; bu durumda, alana ve satana: "Birlikte teslim edin." denilir. Hidâye'de de böyledir.

Satılanı teslim etmek: Satılan şeyle müşterinin arasını boş bırakıp, müşterinin onu hâilsiz (= perdesiz, mânisiz, engelsiz) olarak alıp, onu kendisine mâl etmesidir.

Bedelin teslimi de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Ecnâs'da   ise:   Bununla   beraber,   "satılan   şeyle   aranı   boş bıraktım; işte, onun al." demek de şart kılınmıştır. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Teslimde, satılan şeyin,başkasının malı olmaktan ayrılmış olması başkasmın  hakkı  ile  meşgul  bulunmamasına  itibar   edilir.

Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Caiz olan Alış-verişte, tahliyenin (= müşteri ile malın arasım boş  bırakmanın, serbest bırakmanın,salıvermenin) kabz (= el ile tutma, ele alma, alma; müşterinin satın aldığı malı eline alması) demek olduğu

hususunda icma' vardır.

Fâsid satışta ise, iki rivayet vardır. Sahih olanı, bunda da, tah­liyenin kabz oluşudur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir malı,  satıcının evinde tahliye etmek,  İmâm Muhammed (R.A.)'e göre sahihtir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli ise, buna muhaliftir.

Evinde bulunan bir küp sirkeyi satan şahıs, sirke ile müşterinin arasını tahliye eder; müşteri de, eve girerek küpün ağzını mühürleyip ve satıcının evinde bıraktıktan sonra, bu sirke zayi olursa; müşterinin malı olarak zayi olmuş bulunur.

Bü, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Fetva da, buna göredir.

Suğra'da da böyledir.

Bir kimse, keylî (= kile ile ölçülen...) veya veznî (= tartılan) şeylerin bulunduğu bir yerden, bu cins şeylerden birisini satın alınca; satan şahıs; "Onunla, senin aranı hâli kıldım." der ve oranın anah­tarını  müşterinin eline verirse;  satıcı, ölçüp tartmasa  bile, müşteri hükmen onu almış olur.

Ancak, satıcı müşteriye anahtarı verdiği halde: "Onunla senin aranızı hâli kıldım." demezse; müşteri, bu durumda, o şeyi almış sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu müşteri, satıcıdan anahtarı alıp, bu şeylerin bulunduğu yere varır ve onu açmaya çalıştığı halde, —kolaylıkla— açamazsa; yine bir şey almış olmaz. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Birisine evini satmış olan bir şahıs, evin anahtarını ona teslim edince; bu müşteri anahtarı alması halinde, —eve gitmese bile— onu almış olur.

Ancak, satıcı: "Ev ile senin aranı hâli bıraktım." dememişse, bu durumda, müşteri, evi almış olmaz.

Hatta, bu müşteri, anahtarı tekrar sahibine vermese bile, evi almış olmaz. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satıcının: "Al." demiş olması ile, müşteri almış olmaz.

Ancak, satıcı, müşteriyi eve götürüp, evi ona gösterdiği zaman: "onu al." derse;  bu teslim olur. Zehiyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Fadlî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Şu eşyayı sana sattım." der ve onu, ona teslim eder; diğeri de: "Kabul ettim." derse; bu işlem, teslim işlemi olmaz.

—Çünkü, ortada satış işlemi yoktur.— Bu malın satıştan sonra, tekrar teslim edilmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle veya cariye satın alan kimse, ona:  "Gel benimle." deyince, o da, onunla gelirse; bu durum satın alanın, teslim alması olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, bu şahıs, bir iş için, o köleyi (veya cariyeyi) bir yere yollarsa, onu teslim almış olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Hazırda olmayan (içinde bulunmadıkları) bir evi satıp, alıcıya: "Onu, sana teslim ettim." deyince, müşteri de: "Kabul ettim." dese bile, bu teslim sayılmaz.

Ancak, ev yakında ise, bu teslim sayılır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, başka memleketli olan bir şahsa, evini   sattığı halde, onu teslim etmez; ancak, sözle: "Teslim ettim." derse; bu durumda, müşterinin bu evin bedelini vermekten kaçınma hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satıcısının evinde, bir köle satın alır; satıcı, alıcıya: "Aranı   hâli   bıraktım."   dediği   halde,   alıcı   onu   teslim   almaktan kaçınırsa; sonradan bu köle burada ölürse, müşterinin malı olarak, ölmüş olur. Muhtârıf 1-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir şahıs, bir elbise satın alınca, satıcı ona: "Teslim al." dediği halde, müşteri onu teslim almaz; başka bir şahıs da, o elbiseyi gasbe-derse; bu durumda, satıcının "teslim al." dediği sırada, müşterinin ayağa kalkmadan, elini uzatıp, onu alma imkânı var idiyse, bu teslim sahihtir. Aksi, takdirde sahih değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, yol üzerine bırakılmış olan ve müşterinin de, üzerinde bulunduğu bir ağacı, o müşteriye satıp, ona: "Teslim al."   der; müşteri, henüz bu ağacı teslim almadan da, bir başka şahıs gelip, o ağacı yakarsa; bu durumda, müşteri bu ağacı, o şahsa ödetir.

Bu ağaca başka biri sahip çıkarsa, bu durumda, yakan şahsa, bu ağacı, o Ödetir.

Müşterinin ödemesi gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fevâları'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimse, evini satıp, teslim ettiği zaman, bu evin içinde kendisine ait az da olsa, eşya bulunursa; —bunları da oradan çıkarmadıkça— teslim işi tamamlanmış sayılmaz.

Ancak, bu satıcı, müşteriye: "Evi de, içindeki o eşyayı da teslim al." diye izin vermişse, bu teslim sahih olur.

Bu durumda, evin içinde bulunan eşya, müşteriye emaneten bırakılmış sayılır. Zehiyre'de de böyledir.

Keza, bir yerini satmış bulunan şahsın, orayı,   —içinde— kendi­sine ait, ekilmiş bir şey bulunduğu halde— alan şahsa teslim etmesi de sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, kozasındaki pamuğu veya başağındaki buğdayı satıp, teslim etmesi; —müşterinin pamuğu kozasından veya buğdayı başağından çıkarma imkânı varsa— sahih olur. Aksi takdirde, bu teslim sahih olmaz. Çünkü, satıcının mülkünde   tasarruf olmaz.

Bir kimse, ağacın üstündeki meyveyi satmış ve onu^ alıcıya teslim etmiş olsa; müşteri onu almış olur. Çünkü, satıcının mülkünde tasar­rufta bulunmadan bu meyvenin toplanması mümkündür. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bir hayvan satın alır ve satan şahıs onda binili iken, müşteri ona: "Beni de senin yanına bindir." der ve hayvana binince de, o hayvan helak olursa; bu durumda, bu hayvan, müşterinin malı olarak ölmüş olur.

KâdîM-îmâm, şöyle demiştir:

"Bu hüküm, hayvanın üzerinde eğer bulunmadığı hallerde geçerlidir.

Ancak, bu hayvanın üzerinde eğer bulunur ve müşteri de, eğerin üzerine binmemiş olursa; onu teslim almış sayılmaz. Aksi takdirde, teslim almış sayılır.

İki kişi, bir hayvana binmiş oldukları halde, sahibi o hayvanı, diğer şahsa satsa;  bu durumda, müşteri o hayvanı teslim almış sayılmaz. Bu, satıcı ile alıcının bir evde bulundukları sırada, evin satılması gibidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, bir yüzükteki kaşı, bir dirheme satıp, yüzüğü müşteriye vererek, kaşını çıkarmasını emreder ve bu yüzük müşterinin yanında helak olursa; bu durumda eğer müşterinin, o kaşı, yüzüğe bir zarar vermeden çıkarma imkânı bulunması halinde yüzüğün bedelini müşteri öder. Bu kaşı yüzüğe zarar vermeden çıkarmak mümkün değilse, o zaman müşteriye bir şey gerekmez. Çünkü, satılanın teslimi, sahih bir şekilde olmamıştır.

Ancak, yüzüğün helak olmaması hâlinde müşteri muhayyerdir. Dilerse, satan şahıs çıkartana kadar bekler; dilerse, bu alış-verişi bozar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, evinde bulunan, ancak kapısı sökülmeden evden çıkartılması mümkün olmayan bir şeyi satar ve satın alan şahıs tarafından da,   bu  şeyi  evin  dışında  teslim  etmesi  hususunda  zorlanırsa;   bu durumda, satıcı, bu satışı bozabilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Hârûniyyât'ta şöyle zikredilmiştir:

Bir baba, ailesi içinde bulunan, küçük oğluna, bir ev satsa, bu satış caiz olur. Ancak, baba, evi boşaltana kadar, oğul teslim almış sayılmaz.

Eğer, baba henüz evi boşaltmadan, bu ev yıkılırsa; babanın malı olarak yıkılmış olur.

Keza, babanın eşyası ve ailesi bu evde durduğu halde, kendisi bu evde bulunmuyorsa; durum yine böyledir.

Keza, bir baba, oğluna, sırtındaki cübbesini, başındaki sarığını veya parmağındaki yüzüğünü satmış olsa; yine —baba— bunları çıkartmadıkça, oğlu onu teslim almış olmaz.

Keza, bir baba, üzerine binmiş olduğu hayvanı —oğluna— satmış olsa; kendisi inse bile, eşyasını da indirmedikçe, oğlu onu teslim almış olmaz. Serahsî'niri Muhiytı'nde de böyledir.

Bir ağılda bulunup kapı üzerlerine kitlenmiş olduğu için, oradan çıkmaları mümkün olmayan kısrakları, sahibi bu durumda satar ve müşteri  ile  onların  arasını tahliye eder;  müşteri  de kapıyı açınca, kısraklar kapıya hücum ederek boşanıp giderlerse; bu durumda, müşteri bedellerini öder. Kısrakları tutmaya, gücünün yetip yetmemesi de mü-sâvîdir.

Ancak, kapıyı müşteri değil de, bir başka şahıs veya rüzgâr açar; kısraklar da çıkıp kaçarsa, duruma bakılır: Eğer, müşterinin, ağıla girip  almaya gücü yetiyorsa, almış olur; aksi takdirde, —teslim— almış olmaz.

Ağılda kısrakları bulunan bir kimse, bunlardan birini, bir şahsa saüp, bedelini alır ve satın alan şahsa da: "Ağiıa gir; kısrağını al." deyince,müşteri kısrağı almak için içeri girer ve o da hoşlanıp kapıdan çıkar ve giderse İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer satıcı, müşteriye, bu kısrağı, onu yakalıyabileceği bir yerde teslim eder ve müşterinin yanında da, onu yakalamak için ipi (kemendi)de olur ve bu kısrağın oradan çıkması da mümkün olmazsa; bu durumda, mü.iteri, onu kabzetmiş ( = almış = teslim almış) olur. Aksi takdirde, tesliir almış olmaz.

Keza, müşterinin, o kısrağı kementsiz yakalamaya gücü yetmez; yanında ise, kemendi bulunmazsa; yine tesli n almış olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşterinin, bu kısrağı yalnız başına yakalamaya gücü yetmez; yardımcı ile, gücü yetecek olur ve yardımcı c,a bulunursa; bu durumda, onu kabzetmiş (= eline almış = teslim almış; olm.

Ancak, bu şahsın yardımcısı yoksa, onu teslim almış olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Kısrak, elinde bulunan ve onu tutmakta olan satıcı, müşteriye: "İşte  beygir." deyince, müşteri de, onun  yularından  tutarsa;  bu durumda, beygir her ikisinin elinde olmuş olur.

Bu durumda satıcı, müşteriye: "Art.k, seninle onun arasını tahliye ediyorum. Ben, onu tutmuyorum; sana erk ediyorum. Tut onu..." der ve bu sırada beygir hoşlanıp ellerinden kaçar ve helak olursa; müşterinin malı olarak helak olmuş olur.

Ancak, beygir, satıcının elinde bulunur ve müşterinin elinin ona yetişmediği sırada, bu satıcı: "Onunla senin aranı tahliye ediyorum. Onu tut. Ben, şu anda, onu, senin için tutuyorum." der ve henüz müşteri tutmadan, beygir kaçıp helak olursa, —müşterinin, onu, satıcının elinden almaya ve zabdetmeye gücü yetse bile—, satıcın malı olarak helak olmuş bulnuur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, büyük bir evin içinde uçmakta olan, evin kapısı açılmadan çıkması mümkün olmayan bir kuşu satın alır; ancak, uçtuğu için yakalayamaz; satıcı da, bu kuşla müşterinin arasını tahliye eder ve bu sırada, müşteri, evin kapısını açınca, kuş çıkıp kaçarsa; Nâtıfî: "Bu müşteri, o kuşu teslim almış olur. Ancak, evin kapısını, başka bir şahıs veya rüzgâr açmış olursa; teslim almış sayılmaz." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şemsü'l-Eimme el-Ezvecendî'den soruldu:

  İki kişinin ortak bulunduğu bir at, merada otlarken, bu ortak­lardan birisi, hissesini diğerine satar ve alıcıya: "Git, al." der; ancak, alan şahıs, bu ata ulaşmadan, o helak olmuş bulunursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Bu at, her ikisinin malı olarak helak olmuş bulunur. Böyle bir hâl, bizim zamanımızda da vâki oldu:

Bir şahıs, başka bir şahıstan, merada otlamakta olan bir ineği satın aldı. Satıcı, ona: "Git, ineği teslim al." dedi.

Âlimlerimizden bazıları şöyle fetva verdiler: "O inek, gerçekten gözle görülüyor ve onu işaret ederek göstermek mümkün oluyorsa; bu durum kabz (= teslim alma) olur. Aksi takdirde olmaz." Ancak, bu cevap sahih değildir.

Sahih oian cevap: "O inek, gerçekten, yakınlarında bulunur ve müşterinin onu alması mümkün olursa;bu durumda,kabzetmiş sayılır." Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerinden, belli bir miktarda yağ satın alıp, şişesini satıcıya geri verir; o da, müşterinin gözü önünde tartarsa; bu durumda, müşteri, yağı kabzetmiş olur.Bunun, müşterinin evinde veya dükkanında teslim edilmiş olması arasında bir fark yoktur.

"Satıcı, bu şişeyi, müşteri yokken tartmış olsa bile, müşteri yağı teslim almış olur." diyenler de vardır. Bu sahihtir. Cevâhiru'l-Ahlâti'de de böyledir.

Bezzâziyye'de şöyle zikredilmiştir:

Tartılan ve ölçülen her şey, kaba konulduğu zaman, müşterinin olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Ancak, yağın belli olmaması halinde, müşteri onu kabzetmiş sayılmayacağ gibi, bu yağ satılmış da sayılmaz.

Müşterinin, bu yağda tasarrufu da, helâl olmaz.

Müşteri, yağı, hâli belli olduktan sonra alırsa; bu yağ satılmış olur. Ve, bu durumda, müşteri de, o yağı kabzetmiş bulunur.

Bu yağ helak olursa; müşterinin malı olarak helak olmuş bulunur. Bu, bi'1-ittifâk böyledir. Giyâsiyye'de de böyledir.

Bazılarına göre, ikinci defa tartılmadan, bu yağda tasarruf helâl olmaz. Tartı tekrarlandıktan sonra, tasarruf helâl olur-

Fetva da buna göredir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, diğerinden, bir dirheme, on rıtıl yağ satın alır ve bir kap getirip,, satıcıya vererek, "ona, muayyen miktardaki yağı, ölçüp koy­masını" söyler ve bir rıtıl tartıp koyunca da şişe kırılır ve yağ dökülürse; bu yağ müşterinin olduktan sonra dökülmüş olur.

Ancak, şişe kırılıp, içindeki dökülmeden önce, satıcı, onu, kendi yağının içine boşaltırsa; o kadar yağı, müşteriye, yeniden'verir.Zahıriyye'de de böyledir.

Müşteri, satıcıya kırık bir şişeyi verdiği halde ^satıcı bunun farkında olmaz ve müşterinin emriyle bunu doldurursa; bu şişeden dökülenin tamamı müşteriye ait olur.

Bu durumda, müşteri, bu şişeyi satıcıya vermeyip bizzat kendisi tutmuş olsa, durum yine aynıdır. Yâni, akan ve döküien müşteriye aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Yağ satın alan bir kimse, satıcıya, bir kap vererek, "Yağı tartıp, bu kaba koymasını" söyler ve bu kabda delik veya sökük olduğu halde, müşteri bunu bilmez; ancak, bu durumu satıcı bilirse; içine koyduğu yağ telef olunca; satıcıdan telef olmuş bulunur. Müşteriden telef olmuş olmaz.

Fakat, bu durumu, müşteri bildiği halde satıcı biSmez veya her ikisi de bilirse; bu durumda müşteri, satılan yağı, teslim almış olur. Ve, —dökülen de dâhil, satın aldığı— yağın tamamının bedelini öder.

Bir kimse, bir buğday yığını satın alır ve satıcıya, boş çuvallar vererek: "—Buğdayı— ölç ve bunların içine koy." der ve müşteri de böyle yaparsa;  bu —teslim— almak olur.  Feîâvâyi Kâdîhâu'da da böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, belli bir buğday satın alıp, satıcıdan di emaneten bir çuval ister ve "buğdayı ölçüp, bu çuvalın içine koymasını söyler; o da, denileni yaparsa; içine buğday konulan çuval, müşterinin, satıcıdan aldığı çuvalın bizzat kendisi olması hâlinde, müşteri ölçüleni teslim almış olur,Çuval,o çuval değilse, yani, müşteri: (<Bana emaneten —rastgele— bir çuval ver." demişse, bu durumda, buğday müşteri hazır değilken ölçülürse; onu teslim almış olmaz.

Ancak, buğday müşteri hazır olduğu sırada ölçülmüşse; bu müşteri,

buğdayı teslim almış olur.

imâm  Muhammed  (R.A.)'e  göre,  buğdayın,   bu  müşteri  nazır bulunmadığı zaman ölçülmesi halinde, her iki vecihte de ona kabzetnr> olmaz. Ancak, çuvalı, bizzat eliyle alıp satıcıya teslim ederse, buğdr* teslim almış olur. Fetâvâyi Sıığrâ'da da böyledir

Hişâm, Nevâdir'inde şöyle demiştir:

İmâm Muhammed (R.A.)'e sordum:

— Bir kimse, bir başka kimseden, bir şey satın alır ve aldığı o şeyi "kendi kabına koymasını"  söyler;  satıcı da,  tartmak için,  o kaba koyunca, bu kap kırılıp, içindeki dökülse, durum ne olur?

İmâm, şöyle buyurdu:

— Dökülen şey, satıcının malıdır. Çünkü, satıcı, o malı, bu kaba, tartmak için ve ne kadar geldiğini bilmek için koydu. Müşteriye teslim etmek için koymadı.

Aslında, satıcı, bu malı, bu torbaya tarttıktan sonra koymuş olsaydı ve bu şey kırılmış bulunsaydı, yine satıcının olurdu.

Fakat, satıcı, o malı, kendi kabında tarttıktan sonra, müşterinin kabına kor ve bu kap bundan sonra kınlirsa; bu durumda dökülen mal, müşterinin olur. Zehıyre'de de böyledir.

Akıcı bir yağ satın alan şahıs, yağcıya bir şişe verip: "Bunu, bizim eve gönder." der; yağcı da, böyle yapar ve yolda götürülürken şişe kırılıp yağ dökülürse Şeyhu'1-lmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Eğer müşteri: 'Benim kölemle gönder.' demiş; yağcı da-, öyle yapmış ve şişe yolda kırılmış olursa; dökülen yağ, müşteriye ait olur. Ancak: "Senin kölenle gönder." demiş ve satıcı da öyle yapmış ve yağ yolda helak olmuşsa; bu durumda, helak olan satıcıya ait olur." demiştir.

Çünkü, müşterinin kölesinin bulunması, müşterinin kendisinin bulunması gibidir.

Satıcının kölesi de satıcı yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir müşteri, satıcıya: "Şu kapta, bana, şunu şunu tart. Onu da, kölen ile veya benim kölemle yolla." der; satıcı da, denildiği gibi yapar ve yolda giderken kap kırılıp içindeki dökülürse; bu dökülen mâl,satıcı­ya ait olur.

Ancak, müşteri: "Sen, onu kölene teslim et." veya "Benim köleme -ver." demiş olsaydı; —onu vekil kılmış olacağından— o köleye verilen, müşteriye verilmiş gibi olurdu.

Bu durumda, yolda dökülünce de, müşterinin malı olarak, dökül­müş bulunurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri, satıcıya: "Oğluma yolla." der; satıcı da, bir hamala yükleyerek, malı oğluna gönderirse; bu bir kabz (= teslim alma) olmaz.

Hamalın ücreti, satıcıya aittir.

Ancak,müşteri:"Hamalın ücretini, benim nâmıma ver." derse, bu müstesnadır.

— O malı almak üzere— ücretle tutulan kimsenin, bu malı teslim alması, neşterinin alması demektir.

Bu durumda, hamalın ücretini, müşteri veri. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mecmûıı'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir köylüden, çarşıda, bir kap süt alır ve o şahsa, "Sütü, dükkanına götürmesini" söyler ve bu kap yolda düşerek süt zayi olursa; bu süt, satan şahsın malı olarak zayi olmuş bulunur.

Keza, bir kimse, pazardan bir yük odun satın alıp, oduncuya da, "onu evine götürmesini" söyler ve bu odun, yolda zayi olursa, satıcının malı olarak zayi olmuş olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir inek satın alan şahıs, satıcıya:  "Onu, evine götür.  Ben, arkandan geleceğim." der ve inek, satıcının elinde iken ölürse;onun malı olarak, ölmüş olur.

Bu satıcı, "ineği teslim ettiğini" söylerse; bu durumda, müşterinin, yemin ederek söylediği söze itibar edilir.

Bir kimse, bir satıcıdan, ahırında hasta bulunan bir hayvanı satın alır ve: "Bu gece, burada dursun. Ölürse, benim malım olarak ölür der ve bu hayvan o gece ölürse; müşterinin değil, satıcının malı olarak ölmüş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başkasına, bir câriye satar ve bu cariyeyi,—müşterinin bedelini ödemesi için, —tavassut eden şahsın yanma kor; câriye de, orada zayi olursa; satıcının malı olarak, zayi olmuş olur.

Tavassut eden şahıs (= aracı), bedelinin bir kısmını alarak, —ancak satıcının haberi olmadan— bu cariyeyi, müşteriye teslim etmiş olursa; bu durumda, satıcı, cariyeyi ondan geri alabilir.

Satıcı, bu şekilde, cariyeyi geri alınca, artık o aracının yanana bırakmaz.

Ancak, bu aracı âdil ise, satıcı, bu cariyeyi yine onun yanına bakabilir. Bu durumda, bu aracı o cariyeyi yine müşteriye teslim ederse ou adil şahıs, satıcıya tazminatta bulunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde ie böyledir.

Bir kimse, bir elbise satın alır; ancak, bedelini ödemez ve bu elbi­seyi teslim almaz ve satıcıya: "Elbiseyi, filan şahsa ver. Ben bedelini ödeyene kadar5elbise o şahısta dursun."der ve satıcı da öyle yapar ve elbise, o şahsın yanında dururken zayi olursa; satıcının malı olarak zayi olmuş olur.

Çünkü, elbisenin yanına bırakılmış olduğu şahıs, onu, bedelini satıcı nâmına almak için yanında tutuyordu. —Dolayısıyle— Bu şahsın elinde bulunması da, zayi olması da, satıcının elinde olması veya onun elinde zayi olması demektir. Zahîriyye'de de böyledir.

  Satıcı, satılan şeyi, müşterinin ailesinden bir ferde verse; bu şey, müşteri tarafından teslim alınmış sayılmaz.

Hatta, bu şey helak olursa, satış bozulmuş olur. Muhtâru'l-Fetâvâ' da da böyledir.

Bir kimse, bir şey satın alıp, bedelinin bir kısmını peşin olarak ödedikten sonra, satıcıya: "Bu şeyi, kalan borcunun yerine, rehin olarak (veya emânet) bıraktım." derse; böyle demesi de kabz (= teslim almak) sayılmaz.

Bir müşteri, satın satın şey satıcının elinde iken, onu telef eder veya onda bir özür meydana getirirse, bu kabz olur.

Böyle bir şeyi, müşterinin sözü üzerine satıcı yaparsa, bu da kabz olur.

Bir müşteri, satıcının elinde bulunan, bir köleyi azâd etse veya müdebber kılsa yahut, bir cariyenin, kendisinin ümm-ü veledi olduğunu ikrar etse; bunlar da kabz olur.

Keza, bu işleri, müşterinin emri ile satıcı yapmış olsa, yine kabz olur,

Hâmile bir câriye satın alan kimse, onu teslim almadan önce, karnındakini azâd ederse; bu kabz olmaz. Çünkü, bu cariyenin azâd edilmesinin sahih olmama ihtimâli vardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir

Bir müşteri, "o malı kabzetmesini" satıcıya emreder; o da, malı kabzederse; bu, müşterinin kabzetmesi gibi olmaz. Vecîz'de de böyledir.

Tefrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Müşteri, henüz onu teslim almadan, satın alınan şeye karşı bir suç işlenirse; bu müşteri muhayyerdir. Eğer, suç işleyenden davacı olursa, satılan şeyi kabzetmiş olur.

Bu, İınâmEhû Yûsuf (R.A.)'a göredir.

İmâm Mulıammed (R.A.) ise, buna muhaliftir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Satılan şey, teslim alınmadan önce öldürülür ve müşteri de kanı bağışlarsa; bu satıtah şey hakkında, müşterinin ihtiyarı olur.

Satıcı, öldürülenin kıymetini katilden alır. Bu kıymet, satıcının elinde rehin olur. Müşteri, satın aldığının bedelini, satıcıya verdiği zaman, satıcı da, katilden aldığını, ona  geri verir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir müşteri, satıcıya, "satın aldığı buğdayı öğütmesini" söylerse, bu kabz olur. Ve, bu un müşterinin olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir müşterinin, satın aldığı şeyi, satıcıya emânet bırakması, ariyet veya ona icara vermesi, kabz sayılmaz. Bu durumda, satıcının icar ödemesi de gerekmez.

Ancak, müşteri, satın aldığı şeyi, başka bir şahsın yanma emânet veya ariyet bıraktıktan sonra, ona, "o şeyi, satıcıya teslim etmesini" söylese, bu kabz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müşteri, satıcıya: "Köleye söyle; benim için, şöyle şöyle yapsın." der; satıcı da bunu söyler ve bu köle söyleneni yaparsa, bu hâl bir kabz'dır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle satın alan kimse, onu teslim almayıp satıcıya "bu köleyi, filana bağışlamasını emreder; satıcı da öyle yapıp, bu köleyi, bağışlanan şahsa teslim ederse; bu hîbe caiz olur. Ve müşteri de, bu köleyi kab­zetmiş olur.

Keza, bir müşteri, satıcıya: "Satın aldığımı, filan şahsa icara ver." der ve bu şahsı açıklarsa; satıcının öyle yapması caiz olur.

Bu durumda, müşteri de, o şeyi kabzetmiş olur.

Satıcının aldığı kira ücreti, bu müşteriye ait olur ve —aldığı şey, müşterinin vereceği şeyin cinsinden ise— borcuna mahsup edilir.

Keza, satıcı, bu köleyi, henüz müşteri teslim almadan önce, bir şahsa emânet bırakır, bağışlar veya rehin korsa; müşterinin izin vermesi hâlinde, bu caiz olur. Ve, bu hâl, kabz sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da

böyledir.

Bir müşteri, henüz teslim almadan, satıcıya, "köleyi azâd etme­sini" söyler, o da, azâd ederse; bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caiz olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir müşteri, satıcıya, "ücretli veya ücretsiz olarak, satın aldığı şeyi yıkamasını" emrederse; bu kabz olmaz.

—Varsa— bunun ücretini, müşteri öder.

Satıcı, o şeyi, ücretle yıkamış ve bu yıkama neticesinde.o malda bir noksanlaşma olmuşsa; bu durumda, müşteri o şeyi kabzetmiş olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir müşterinin, satıcıyı, satın aldığı köleyi okutması veya saçını tıraş  etmesi;  bıyığını,  tırnağını  kesmesi  için  icarlarsa;  bu  da  kabz sayılmaz. Bunların ücreti de, müşteriye aittir.

Ancak, bu durumlarda, satılan şeye, bir noksanlık gelirse, o zaman bunlar kabz sayılır.

Satıcının, satılan bu şeyi korumak için, ücret istemesi sahih olmaz. Çünkü, onu muhafaza etmesi, kendisine vaciptir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müşterinin, satın aldığı köleyi evlendirmesi de, istihsânen kabz olmaz.

Ancak, satın alınıp evlendirilen bir câriye olur ve kocası, —satıcının elinde bulunduğu halde— ona cima' ederse; bu, bi'1-ittifak kabz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bir câriye satın alıp, onu, teslim almadan önce evlen­dirir; kocası da, bu cariyeyi öper veya kucaklarsa; cima' etmesi halinde olduğu gibi, kabz olmuş bulunması uygun olur. Kunye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bir câriye satın alıp, onu teslim almadan önce evlendirir ve bu câriye kocası ile cima etmeden ölürse; bu satış bozulmuş olur.

Ve bu câriye, satıcının malı olarak ölmüş olur. Kocasındaki mehir hakkı ise, müşterinin olur.

Bu mes'elenin bir benzeri, —biraz fazlasıyle— yine Müntekâ'da zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahıstan, bir köleye bedel olarak,, bir carîye satın alır ve onu, yüz dirhem —mehir— mukabilinde, bir şahısla evlen­dirir ve bu cariyenin, evlenmeden önceki kıymeti, iki bin dirheme eşit olduğu halde, evlenmek,onun kıymetini, beş yüz dirhem noksanlaştırmış olur ve kocası, bu cariyeye, henüz satıcının elinde iken, cima' etmiş bulunur ve bu câriye, müşteriye teslim edilmeden önce de, kocası ölürse; bu cariyenin mehri, onu satan şahsındır.

Bu durumda, cariyeyi satan şahıs muhayyerdir: Dilerse, cariyesini, bu noksanlaşmış kıymeti ile, geri alır. Başka birşey alamaz.

Dilerse, kocası ona cima' ettiği zamanki kıymeti olan, iki bin dirhemi, satın aîan şahsa tazmin ettirir.

Şayet, müşteri, bu cariyeyi teslim almadan önce nikâhlar ve kocası da, ona cima' ettikten  sonra ölürse; bu cariyenin satıcısı, dilerse, onu müşteriye teslim edip, cima' vaktindeki kıymetini, ona ödetir. Dilerse, satışı bozar ve cariyeyi, müşteriden geri alır. Bu durumda, nikâh fâsid; mehir bâtıl olur.

Satışı bozmak veya bozmamak hakkı, satıcıya aittir. Müşteriye ait değildir.

Satıcı bozunca, satış bozulmuş olur. Bu satışı, hâkim bozmamış olsa bile, durum böyledir.

Müşteri, bu cariyeyi teslim aldıktan sonra evlerjdirirse; kalan mes'ele, hâli üzeredir.

Satıcının, bu câriye üzerinde, bir hakkı olmaz.

Müşteri, teslim aldığı zamandaki kıyemtini tamzin eder. Ve câriye, müşterinin malı olur.

Mehir ise, satıcıya karşı olur. Nikâh sahih olur.

Müşteri, satıcının izni olmadan,bu cariyeyi alır ve onu evlendirir; satıcı, müşterinin   aldığını bilsin bilmesin, bu hâl teslim sayılmaz.

Çünkü, bu cariyenin, kabz edilmesinden önce evlenmesi sahihtir.

Eğer, müşterinin elinde iken, satan şahıs, bu cariyeye, —nikâh hükmü ile— cima' ederse; bu, bu teslim, satıcı tarafından bir kabzdır.

Eğer, teslimden önce, köle ölürse; bu cariyeye karşı, satıcının bir hakkı kalmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Allahu Teâlâ, en doğrusunu bilir. [30]

 

3- Satılan Şeyi, Satıcının İzni Olmadan Almak

 

Müşteri, satın aldığı şeyi, parasını ödemeden ve satıcıdan izin almadan kabzederse, (~ alırsa), satıcı, bu şeyi geri alabilir.

Müşteri ile satın aldığı malın ve satıcının arası hâli olsa bile, müşteri onu, hakîkaten teslim almayınca, kabz etmiş olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu durumda iken, müşteri tasarrufta bulunur; aldığı şeyi kullanıp, ona noksanlık getirirse, bu tasarrufu fâsid olur.

Meselâ: Müşterinin, o şeyi satması, bağışlaması rehin bırakması, kiraya vermesi veya tasadduk etmesi gibi hallerde, bu tasarrufu nakıs (-bozuk) olur.

Ancak, yapılan bu işlemi feshetmek mümkün olmazsa, satıcı, bu şeyi geri alamaz. Meselâ: Bu şekilde alman bir kölenin azâd edilmesi, müdebbire veya ümm-ü veled kılınması gibi... Zehiyre'de de böyledir.

Müşteri, satın aldığı şeyin parasını, nakden ödediği halde, satıcı o paranın tamamını veya bir kısmım hileli bulur veya bunun başkasının hakkı olduğunu anlarsa; bu durumda satılan şeyi, müşteriye vermeme hakkına sahiptir.

Bu şekilde ödeme yapan müşteri, satıcının izni olmadan, satılan şeyi kabzederse; satıcı onun kabzını ( = almasını) bozabilir.

Müşteri, bu şekilde almış olduğu şeyde tasarrufta bulunursa; bu tasarrufu bozuk olur. Muhiyt'te de böyledir.

Müşteri, bu malı, —bu şekilde— satıcının izni ile almış olursa, bakılır:Eğer, ödenen bedelde,bir züyûf akçe (= değeri, alım gücü düşük para) bulunursa; satıcı, bunu müşteriye iade eder; sattığı şeyi geri alamaz. Bu, imamlarımızın üçüne göre de böyledir.

Ancak, satıcı, aldığı dirhemleri hileli olarak veya kalay karışmış bir şekilde bulur yahut bu dirhemlerde, başkasının hakkı olursa; bu durumda, satıcı, o şahsa sattığı şeyi geri alabilir.

Fakat, müşteri bu mal hakkında, bir tasarrufta bulunmuşsa; satıcının yapacağı bir şey yoktur. Bu tasarrufun fesh edilme ihtimâlinin bulunup bulunmaması da müsavidir. Bedâi"de de böyledir.

Satıcı, bedelde, söylediğimiz hususlardan hiç birini bulamaz ve bu müşteri satın aldığı köleyi satmış veya kiraya vermiş, rehin bırakmış ve bunu teslim etmiş olursa; satıcının, bundan sonra, söylediğimiz arıza­lardan birini bulması hâlinde,müşterinin yaptıklarının hepsi de caiz olur.

Bu satıcı, verdiği şeyi geri alamıyacağı gibi, kölede de bir hakkı olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir çift mest veya ayakkabı satın alıp, bunlardan bir tekini de,satıcının izni olmadan kabzeder, diğerini almaz ve bu satıcının yanında zayi olursa; kendisinin —yani satıcının— malı olarak zayi olmuş olur.

Bunlardan birini kabzetmiş olmak, kabz sayılmaz. Alınan şey hakkında müşteri muhayyerdir. Eğer, müşteri, satılan şeyi teslim almadan öne, ona bir kusur gelirse, bu durumda, müşteri iki-, sini de kabzetmiş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu müşteri, bunlaran birini alınca, onu zayi eder veya ona bir kusur getirirse; diğerini de almış sayılır.

Hatta, müşteri aldığını zayi etmeden önce, satıcının yanında bulunan zayi olmuş olsa; müşterinin malı olarak zayi olmuş olur.

Ancak satıcı, o kalan şeyi vermezse, kendisinin malı olarak, helak olmuş bulunur ve bedelinin yarısı sakıt olur. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet, müşterinin izni ile, satıcı, satılan şeylere karşı bir suç işlerse; bu durumda, müşteri ikisini de kabzetmiş olur. Bundan sonra, helak olan müşteriye aittir.

Ancak, satıcı, bunlardan birini veya ikisini vermeye mâni olursa, zayi olan şeyin kıymeti kendisine âit olur.

Satıcı, müşteriye, bunlardan birini alması için verirse; bu izin, iki­sine de, şâmil olur.

Bu müşteri, ikisini de kabzedince, satıcı birini, bedeli ödenene kadar, yanında tutmak için geri alsa; bu durumda, o şeyi gasbetmiş olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Camimde şöyle buyurmuştur:

Bir kimse,bir başkasından,bin dirhem bedelle, bir câriye satın alıp, bedelini ödemeden ve sahibinin de izni olmadan, bu cariyeyi kabzeder ve onu başka bir şahsa, yüz dinara satıp, teslim eder, bedelinin alır ve bu şahıs (yani önceki müşteri) kaybolursa; bu cariyeyi ilk satan şahsın, ikinci müşteriden, geri istemesi hâlinde, bu ikinci müşteri ikrar ederse, iş satıcının dediği gibidir. Yani, önceki satıcı, bu cariyeyi geri alır.

Bu şahıs, bu cariyeyi geri alınca da, ikinci satış, bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet, ikinci müşteri, birincinin sözünü inkâr eder; onun sözüne inanmaz ve "Ben, senin hakkını bilmiyorum. Sözün, hak mı, bâtıl mı?" derse; gaip olan gelene kadar, aralarında husûmet olmaz, (birbirlerini dâva edemezler.)

Gaip gelince, önceki satıcıyı doğrular,' ikinci müşteriyi doğrulamazsa; önceki satıcıya: "İddianı isbat edecek, beyyineni getir." denilir.

Bu şahıs, önceki ve ikinci müşterinin huzurunda beyyinesini geti­rince; hâkim, bu cariyeyi, önceki satıcıya geri verir; ikinci satış ise, bozulmuş olur.

Ancak, birinci müşteri, câriye geri verilmeden önce, onun bedelini nakden satıcıya verirse; bu durumda hâkim, bu cariyeyi, birinci satıcıya iade edemez.

Şayet,   birinci   müşteri,   bu   cariyenin   bedelini,   cariyeyi   satıcı aldıktan sonra öderse; o da, cariyeyi önceki müşteriye geri teslim eder. İkinci müşterinin, cariyeyi alma yolu olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bu câriye, ikinci cariyenin elinde ölmüş olursa; önceki satıcı, cariyenin kıymetini diğer müşteriye tazmin ettirir.

Şayet bu câriye, önceki satıcının yanında ölmüş olursa, satışların ikisi de bozulur. İkinci müşteri, birinciye müracaat ederek, verdiği parayı geri alır. Bu durum, cariyenin önceki satıcıya iade edilmesi ve satıcı, o malın bir kısmını satarsa; bunu elinde tutamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, bir işe göndermiş bulunduğu kölesini, küçük oğluna satması caizdir. câriye için de bir yolun olmadığı gibi...

İkinci müşteri, birinciye, cariyenin bedelini vermişse; onu geri alır. Zehiyre'de de böyledir. [31]

 

4- Satılan Ve Satın Alınan Şeylerin Kabzedilmelert

 

Asıl  olan:   Satış,  satılan  şeyin  kıymetinin  verilerek,  müşteri tarafından alınması esnasında gerçekleşir. SerahsFnin Muhiytı'nde de böyledir.

Satıcının elinde, gasben veya fâsid bir akidle aldığı bir şey bulunur ve o şeyi, müşteri   sahih bir akidle, sahibinden satın alırsa; bu durumda, birinci kabz, ikinci kabzın yerine geçer.

Hatta bu şahıs, o şeye ulaşmış olduğu veya onu alması mümkün olduğu halde almadığı durumlarda, o şey evine gitmeden helak olsa, kendisi adına helak olmuş olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bu  şahıslar,  gasbolunmuş  bulunan  şeyi,  sarfa bedel  kılarak ayrılmış olsalar, bu satış iptal edilmiş olmaz.

Keza, satılan şeyi de bedelini de almadan, sarf meclisinden ayrıldıktan sonra alıcı, alınacak şeyi satın alırsa; hâl için almış olur. Çünkü, kabzedilen şey elinde kalsaydı, fâsid akid hükmü üzere, onun kıymetini ödemesi gerekirdi; böylece, bu da satılan şeyin yerine kabze-dilmiş bulunurdu. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Satıcının yanında, ödünç, emânet veya rehin olarak bulunan bir şey sadece akd ile kabzedilmiş olmaz. Ancak, müşterinin müracaatı ve bedelin temekkünü ile kabz olur. Hâvî'de de böyledir.

Bu hâlin, müşteride olması durumunda da, kabz olmaz.

Bu durumda, satıcının,alacağına bedel olarak onları hapsetmek ( = elinde tutmak) istemeye de hakkı yoktur.

Satıcı, müşterinin eline ulaşmadan önce, emânet konulan yerden, o emâneti alma hakkına sahiptir.

Satılan şey (= mebi'), satıcı (= bayi') ile   müşterinin yanında iken; satıcı, o malın bir kısmını satarsa; bunu elinde tutamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, bir işe göndermiş bulunduğu kölesini, küçük oğluna satması caizdir.

Bu köle, geri dönmeden ölürse; babanın malı olarak ölmüş olur. Çünkü, babanın eli altındadır. Ancak, bu köle emânettir; bedelirt kabzı için nâib değildir.

Eğer bu köle, çocuk bulûğa erdikten sonra geri dönerse; bu durumda, onu, baba değil, bizzat oğul kabzeder.

Ancak, baba, bu köleyi, oğlu için başka bir şahıstan satın aldıktan sonra, oğul bulûğa ererse; köleyi kabzetme hakkı, babaya ait olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimse, yüz dinara satın aldığı gümüş bir ibriği teslim aldığı halde bedeli olan dinarları satıcıya nakden ödemeden birbirlerinden aynlırlarsa; iki bedelden biri ödenmediği için, bu ahş-veriş bâtıl ( = geçersiz) olur.

Bu ibrik satıcıya geri verilir.

Ancak, bu müşteri, ibriği geri vermeyip evine götürür; sonradan, satıcıya rast gelince de bu ibriği tekrar satın alıp, dinarları verir ve böylece ayılırlarsa, bu satış caiz olur. Ve müşteri, bu ibriği yeni bey'i ile satın almış ve kabzetmiş olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir köle satın alıp, onu kabzettikten ve bedelini de ödedikten sonra; bu alış -verişi iki taraflı bozarlar ve bu köle henüz müşterinin yanmda durmakta iken, bu şahıs, o köleyi yeniden   satın alırsa; bu alış-veriş sahih olur

Ancak, satıcı, bu köleyi bir başka şahsa satmış olursa, bu (yani ilk müşteriye yeniden satması) sahih olmaz. Mücerred akid sebebiyle, kabz hâsıl olmaz.

Bu şahisr köleyi kabzetmeden önce, köle helak olursa; önceki akid üzere helak olmuş bulunur. Pazarlığı bozma ve ikinci akid bâtıl ( = geçersiz) olur.  Çünkü,  satılan şey,  ikâleden sonra,  onun elindedir.

Başkası (yani önceki müşteri) bedeli karşılığı borçlu bulunmaktadır. O, rehin gibi emânettir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir köle karşılığında, bir câriye satın alır; karşılıklı olarak kabzederler ve her şahıs, aldığını evine götürdükten sonra, bu ahş-verişi   bozarlar   ve   bilâhare   de,   bu   şahıslardan   birisi,   almış bulunduğunu geri vermeden, tekrar satın alırsa, bu satış caiz olur. Ve bu müşteri, satın aldığını bizzat kabzetmiş olur.

Hatta, bu, müşterinin eli kendisine yetişmeden Önce helak olursa; —ikinci satış sebebiyle,— müşterinin malı olarak helak olmuş olur. Önceki ikâle de bozulmaz. Çünkü, bu şahıslardan her birinin , ikâieden sonra, kabzetmiş oldukları şeyin bedelini ödeme borcundadırlar.

Bu hüküm kölenin de cariyenin de durmakta olduğu haller için geçerlidir.

Ancak, köle helak olduktan sonra yapılan ikâle de sahih olur.

Köleyi satın alan şahsın, bu durumda, onun kıymetini ödemesi gerekir.

Bu durumda, câriye elinde bulunan şahıs, onu satıcıdan, tekrar satın alır; ancak, bu sırada, bu câriye ikisinin de yanında bulunmaz ve ikinci satıştan sonra da ölürse; önceki satış üzere ölmüş olur.

Bu durumda, hem ikâle, hem de ikinci satış geçersiz olur.

Çünkü, bu câriye, kölenin ölümünden sonra, başka şeye (yani ölen kölenin kıymetine) karşılık, müşteriye karşı mazmun (= ödenmesi lâzım gelen şey) dur. Bu şekildeki kabz ise, satış kabzının yerine geçmez.

Eğer, ikâieden sonra, köle ve câriye durmakta olduğu halde; bilâ­hare alıcı ve satıcı birbirinden yeniden satın alırlar ve bundan sonra da, bu köle ve câriye zayi olursa her birisi, kendisini satın almış bulunan şahsın malı olmuş olarak, zayi olmuş bulunur.

Çünkü, bunlardan her biri, nefislerinin mazmunu idiler.

Bunun içindir ki, bunlardan birisi ikâieden sonra ve ikinci satıştan önce helak olursa, onun kıymetinin ödenmesi gerekmektedir.

Bir müşteri, üç  gün  muhayyer  olmak üzere, dirhemler karşılığında, bir câriye satın alır ve karşılıklı —biri cariyeyi, diğeri parayı kabzederler; (= teslim alırlar) bilâhare, müşteri muhayyer olduğu için bu alış-verişi bozar fakat cariyeyi iade etmezse; bu durumda da, onu yeniden satın alması sahih olur.

Ancak, bu şahsın eli yetişmeden önce, câriye helak olursa, ikinci satış bâtıl (= geçersiz) olur. Önceki satışın hükmü de, ölür.

Çünkü, satış, muhayyerlikle feshedildikten sonra, satılan şey, bedele karşılık mazmundur.

Muhayyerliğin satıcıya ait olması hâlinde de, mes'ele hâli üzeredir, ikinci satış caizdir. Eğer câriye ölürse, ikinci satış üzere ölmüş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir  kimse,  dinarlar  karşılığında,  gümüş  bir ibrik  satın  alıp, karşılıklı kabzettikten sonra, pazarlığı bozarlar; bilâhare tekrar alış-veriş yaptıkları   halde,   iknci defa  kabz  etmeden  ayrılırlarsa;  bu   ikinci alış-veriş ve ikâle bâtıl olur; birinci satış geri döner.

Bir kimse, dinarlar karşılığında, gümüş bir ibrik satın alır; müşteri ibriği, satıcı da parayı kabzettikten sonra, müşteri bedel olarak verdiği dinarların miktarını artırır, satıcı da, aynı mecliste bunu kabû! ederse; böyle yapması caiz olur. Yeniden, kabz işlemi yapılması şart değildir.

Ancak, yeniden pazarlık yaparak,bu bedeli artırır veya eksiltirlerse; bu durumda, müşterinin ibriği, satıcının da dinarları yeniden kabzetme-leri gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [32]

 

5- Satılan Şeyi Karıştırmak Ve Onunla İlgili Bir Suç İşlemek

 

İbn-i Semâa,  Nevâdir'de,  İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahıstan, bir miktar katışıksız buğday ile bir miktar da hâlis arpa satın alır; bu müşteri, onları teslim almadan önce, satıcı, bu arpa ile buğdayı birbirine katar ve: "Böylece, kıymetini artırdım." derse, müşterinin bu hâle razı olması hâlinde mes'ele yok... Aksi takdirde, müşteri bu satışı fesheder. Ve ödediği bedeli satıcıdan geri alır.

Keza, bir satıcının, bir rıtıl yâsemen yağım,bir rıtıl benefsec yağı ile karıştırarak satması hâlinde de hüküm böyledir.

Bir satıcı, bir rıtıl yâsemen yağını, yüz rıtıl zeytin yağına katarak satarsa; yâsemen yağının satışı bâtıl olur.

Müşteri severse, bu satıcıdan, o zeytin yağını, yüz rıtıl olarak satın alır.

Yasemin yağının katılması, zeytin yağının kıymetini düşürmezse, müşteri, böyle yapıp yapmamakta (alıp almamakta) muhayyerdir.

Bir kimse, zeytin yağı küpünden on rıtıl yağ ölçer; onu da, başka bir şahıs satın alır ve satıcı onu tekrar küpe katana kadar teslim almazsa; —ilk— müşteri onu alıp almamakta muhayyerdir. Muhıytte de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme satın almış bulunduğu bir köleyi, —-satıcı, onu yüz dirhem karşılığında rehin bırakana veya icara verene yahut emânet bırakana kadar— teslim almaz ve bu durumda köle de ölürse, alış-veriş feshedilmiş olur. Müşteri için de, bir tazminat gerekmez.

Satıcı, bu köleyi ödünç verir veya bağışlar ve bu köle ödünç verildiği veya bağışlanmış bulunduğu yerde ölür veya satıcı emaneten bıraktığı halde, emânete bıraktığı şahıs, bu köleyi çalıştırır ve köle orada ölürse, müşteri muhayyerdir. İsterse bu satışı kabul eder ve köle kimin yanında ölmüşse ona, bu-köleyi tazmin ettirir.

Bu durumda, tazmin eden şahıs da, satıcıya müracaat edemez.

İsterse, müşteri bu satışı fesheder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Satıcı,  yanma  emaneten  bırakmış  bulunduğu  şahsa, kölenin kıymetini  tazmin  ettirir.  Çünkü,  o  şahıs,  bu  köleyi,  satıcının  izni olmadan çalıştırmış olmaktadır.

Ancak, bu satıcının, kölesini ariyet bıraktığı veya hîbe ettiği şahsa ödetme hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseden,bin dirheme bir köle satın alır ve bu köleyi, satıcıdan teslim almadan, o, kölenin elini keserse; bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse, köleyi yarı fiatına alır; isterse, onu hiç almaz, bırakır. İsterse, akid fesholmuş  ve bedelin tamamı sakıt olmuş olur.

Eğer, müşteri, bu köleyi eli kesilmiş olarak alırsa, bedelin yarısını öder.

Keza, eser bu satıcı, müşteri, onu teslim almadan, köleyi öldürürse, bize göre, müşterinin bedel ödemesi sakıt olur.

Şayet, hiç kimsenin bir fiili olmadan, kölenin eli çolaklaşırsa, bu durumda da, müşteri yine muhayyerdir: İsterse, verdiği bedelin tamamını geri a. r; isterse almaz.

Bu kölenin elini, bir yabancı, kesmiş olursa, müşteri yine muhayyerdir: İsterse, akdi geçerli sayar ve bu kölenin bedelini,satıcıya tam olarak öder. Ve kendisi de,kölenin elini kesen şahsa, onun bedelinin yarısını ödetir.

Böyle yapınca, bedelin, kendi ödediği miktardan fazla olanını tasadduk eder.

Bu müşteri, isterse, bu alış-verişi fesheder.

Bu durumda, satıcı,kölenin kıymetinin yarısını, onun elin; kesen şahıstan alır.

Şayet, —satınca, aldığı— kıymetin yarısından fazlasını ederse; bu durumda, o fazlajiğı tasadduk eder.

Çünkü cinayetin aslı, —satıcının mülkünde meydana geldiğine itibar edilmekte olsa bile— satıcının mülkünde husule gelmemiştir. Mebsüt'ta da böyledir.

Satıcı,   kölenin  elini  kestikten  sonra,  müşterinin  bu  köleyi, satıcının izni ile veya onun izni olmadan teslim alır ve bu köle de, o cinayetten dolayı ölürse, bedelin yarısı sakıt olur. Ve diğer yarısını da, müşterinin, satıcıya vermesi gerekir.

Satıcıya bir şey gerekmez. Çünkü, müşterinin bu köleyi kabz etmesi, akde benzemektedir.

Bir kimsenin satın alıp, henüz teslim almadığı bir köleyi, başka bir şahıs, kasden öldürürse; Şeyhu'1-İmâm Mu ha mmetl bin Fadl: "...İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, müşteri muhayyer bırakılır: Eğer, alış-verişi geçerli sayarsa, kısas kendisine ait olur. Alış-verişi geçerli saymaması halinde ise, kısas yoktur. Köle (nin kıymeti), satıcıya verilir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise, kıymet ödenmesini güzel bulmuş ve: "Kısas gerekmez. Kati hatâen olmuşsa bu kıymet, kısas yerine geçer." buyurmuştur." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı köleyi teslim almadan, satan şahıs, bir başka şahsa, "bu köleyi öldürmesini" emreder ve o şahıs da öldürürse; bu durumda da müşteri muhayyerdir: Dilerse,bu kölenin kıymetini, öldüren şahsa ödetir ve bu bedeli, satıcıya öder. Dilerse, bu alış-verişi bozar.

Müşteri, bu kölenin kıymetini, katile ödetmiş olursa; katil, kölenin sahibine müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Satın alınan bu şey, bir köle değil de, elbise olsa ve satıcı da, bir terziye: "Bundan, bana bir gömleklik kes ve ücretle dik." dese; müşteri, onu ödetmek için, terziye baş vuramaz. Bu kumaşın bedelini satıcıdan alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu bir koyunu kesmesi için, satan şahıs, başka bir şahsa emir verir ve o şahıs da, satılmış olduğunu bildiği halde bu koyunu keserse; müşteri, bu koyunu, kesen şahsa ödetir. Ancak, bu tazminattan sonra, müşteri, satıcıya müracaat edemez.

Koyunu kesen şahıs, onun satılmış olduğunu bilmiyorsa; bu durumda müşteri, bu koyunu, ona ödetemez. Zahîriyye'de böyledir.

Bir kimse, sahibi bulunduğu bir koyunu, bir başka şahsa, kesmesi için verdiği halde o koyunu kesilmeden önce satar; me'mur (- koyunu kesmesi emredilen şahıs) da onu keserse; müşteri, bu koyunu, kesen şahsa ödetir. Âmire (=  kesmesini'emreden şahsa) müracaat edemez. Me'mur koyunun satılmış olduğunu bilse bile, durum böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer, bir kölenin elini, onu satın almış olan kimse kesmiş olursa; bu müşteri, o kölenin tamamını kabzetmiş olur.

Bu köle, satıcının yanında, o kesikten dolayı veya başka bir sebeple, —satıcı müşteriyi bunu yapmaktan men etmeden— ölürse; müşteri, bu kölenin bedelinin tamamım öder.

Eğer satıcı, bu köleyi müşteriye vermekten kaçınır ve köle, elinin kesilmesinden dolayı ölürse, yine müşteri, kıymetinin tamamını öder.

Ancak, bu köle başka bir sebepten ölürse, bu durumda müşteri, satıcıya bedelinin yansını öder.

Önce bu kölenin elini satıcı, sonra da çaprazlamasına ayağını müşteri keser; her iki kesik de iyileşip, —bu yaralardan dolayı, köleye bir şey olmaz, yani— ölmezse; müşteri bu kölenin bedelinin yarısını öder. Bu durumda, müşteriye muhayyerlik de yoktur.

Ancak, önce müşteri bu kölenin elini; sonra da, satıcı çarpazlamasına ayağını keser, bunlar da iyileşirse; bu durumda müşteri muhayyer olur: Dilerse, kölenin bedelinin dörtte üçünü Ödeyerek köleyi alır; dilerse, köleyi terk eder ve bedelinin yarısını öder.

Eğer, müşteri kölenin bedelini nakden ödedikten sonra elini, bilâ­hare de satıcı , bu kölenin ayağını keser ve bu yaralar da iyileşmiş olursa, köle müşterinindir. Bu durumda, bu müşteri için, muhayyerlik de yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Eli kesilmiş olan kölenin kıymetinin yansı satıcıya ait olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Önce kölenin elini satıcı; sonra, müşteri ayağını keserse; kölenin bedelinin yansını müşteri öder. Verdiği bedelin yarısı için de, satıcıya müracaat edip, geri alır. Mebsût'ta da böyledir.

Bu hükümlerin tamamı, kölenin bu yaralardan iyileştiği hallerde geçerlidir.

Fakat, bu cinayetler (= köleye karşı işlenmiş bulunan bu suçlar), içe işler ve köle ölürse; işe önce satıcının başlamış ve kölenin elini kesmiş , olması, bilâhare de,müşterinin ayağını kesmiş bulunması hâlinde; köle, satıcının yanında ölmüş, bedeli de verilmemiş bulunursa; bu durumda müşteri, bedelin sekizde üçünü öder.

Çünkü satıcının , kölenin elini kesmesi sebebiyle, bedelin yarısı müşteriden sakıt olmuş; müşterinin —kölenin ayağını— kesmesi sebe­biyle de, kalanın yarısı sakıt olmuştur. Geride ise, satılanın dörtte biri kalmıştır.

Bu köle, iki cinayetten dolayı telef olmuş bulunduğu için de, bu dörtte bir, yarı yarıya ikisinin olmuştur.

Eğer müşteri bedeli nakden ödemişse, bu durumda satıcıya müra­caat ederek, —onun telefi sebebiyle—bedelin yansım geri alır. "Kölenin kıymetini de alır. Çünkü onun bedeli, müşteri kabzettikten sonra, satıcının cinayetinin tesiri ile telef olmuştur.

Ancak, önce müşteri kölenin elini kesmiş de, sonra da satıcı ayağını kesmişse, mes'ele hâli üzeredir. Müşerinin hakkı, sekizde beştir.

Bu, kölenin bedelinin ödenmemiş olması hâlinde böyledir.

Eğer, bu kölenin bedeli ödenmişse, bu durumda, bedelin tamamı müşterinin hakkıdır.Satıcıya da, kıymetin sekizde üçü vardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme satın aldığı bir kölenin bedelini, —kendisi ayağını, satıcı da elini kestiği zamana kadar— ödemez ve kesilen el tarafında bulunan ayağım kesmiş olmasından dolayı da bu köle ölürse; bedelin yarısı, —satıcının kölenin ayağını kesmiş olmasından dolayı— bâtıl olur.

Sonra, "müşterinin cinayetinden dolayı,bu kölenin kıymetinin ne kadar noksanlaştığına" bakılır: Eğer bu cinayet, geride kalan yarım —kıymetten— kölenin kıymetini, beşte dört oranında noksanlaştırmış olursa; bu durum da, müşterinin üzerine, beşte dört bedel kararlaştırılır.

Sonra, geride kalan yarının beşte biri, ikisinin cinayeti yüzünden telef olmuş olur. Bunun yarısı ise, müşteriye ait olur.

Hasılı, bedelin onda dördü, müşteriye aittir.

Bedelin onda beşi, satıcının cinayeti sebebiyle düşer. Yani onun cinayetinin tesiri, onda beştir. Mebsût'ta da böyledir.

Bu kölenin önce elini satıcı, sonra da müşteri bir başkası iîe bir­likte -ve kölenin bedelini ödemeden— çaprazlamasına ayağını keser ve köle de bu yüzden ölürse; müşteri kölenin bedelinin sekizde üçünü öder.

Bu kölenin bedelinin üçte biri ise, yabancı şahsın cinayetinin hissesidir.

Müşteri, yabancıya müracaat ederek, bedelin sekizde birini alır.

Çünkü, kölenin bedelinin yarısı, satıcının cinayeti sebebiyle sakıt olur.Geride kalan yarım ise, ikisinin cinayeti yüzünden olmuş olur.

Müşterinin, bedelin dörtte birini ödemesi gerekir.

Sonra, geride kalan dörtte bir ise, hepsinin cinayeti ile telef olmuş olur. Ve her birinin telefi dörtte birin üçte biridir.

Bu durumda, köle yirmi dört hisse itibar edilerek hesap yapılır.

Müşterinin bundan bir şey tasadduk etmesi de gerekmez. Çünkü, kâr mülkünde meydana gelmiştir.

Önce bu kölenin elini, satıcı ile bir yabancı; sonra da müşteri ayağını çaprazlamasına keser ve köle bu sebeple ölürse; cinayeti sebe­biyle, müşteriye bedelin dörtte biri vardır. Bedelin üçte ikisi de nefsi-nedir.

Müşteri, yabancı şahsa müracaat ederek, kesilen ele bedel olarak, kölenin kıymetinin dörtte birini alır.Kıymetin üçte ikisini de nefsi için —ve üç senede— alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Önce, bu kölenin elini, müşteri ile bir yabancı; sonra da, ayağını —çaprazlamasına— satıcı keser; bundan dolayı da köle ölürse, müşteri muhayyerdir: Eğer satışı geçerli kabul ederse; kölenin bedelinin sekizde beşi, kendi aleyhinedir. Bedelin üçde biri de böyledir.

Bir kimse iki koyun satın alıp, onları teslim almadan önce, bu koyunlardan biri diğerini süsüp (kafası ile vurup, toslayarak) öldürürse; müşteri muhayyer kalır; İsterse, geride kalan koyunu bedelini vererek alır, isterse onu da almayıp bırakır.

Keza, bir kimse bir eşekle birlikte bir miktar da arpa satın alır ve müşteri bunları teslim almadan eşek arpayı yerse, yine müşteri muhayyerdir. İsterse arpanın bedelini düşerek eşeği alır; isterse onu da almaz.

Bir kimse iki köle satın alır ve bunları teslim almadan önce köle­lerden biri, diğerini öldürürse, bu durumda da, bu müşteri muhayyerdir. İsterse kalan köleyi alır, isterse terk edip almaz.

Keza bir kimse, bir köle ile bir miktar yiyecek satın alır ve bunları teslim almadan önce, köle bu yiyecekleri yerse, bedelden bir şey eksil­tilmez. Çünkü, bu insan işidir ve muteberdir. Müşteri, o köleyi öylece kabul edip alır. Fetâvâyi Kâdîfaân'da da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı iki köleden biri ölürse, müşteri isterse diğer köleyi, hissesine düşen bedelle alıp kabul eder.

Keza, bir müşteri iki hayvan satın alır ve bunlardan biri teslim almadan önce ölürse, bu müşteri, isterse kalan hayvanı hissesine düşen bedeli ödeyerek satın alır, dilerse onu da almaz.

İşbirî'nin Câmii'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin satın aldığı câriye, henüz bu müşteri teslim almadan doğurur ve sonrada sahibi bunlardan birisini öldürürse, yine müşteri muhayyerdir. "İsterse, bedelin tamamına karşılık geride sağ kalanı alır; isterse, terk edip almaz.

Eğer alır ve sonradan da aldığında bir ayıb (=  kusur noksan) bulursa, verdiği bedelin tamamını geri alır ve aldığını da geri verir.

Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir satıcı, bir köle ile birlikte ekmek de satar ve müşteri teslim almadan köle ekmeği yerse, satıcı bu ekmeğin bedelini öder. Çünkü, yapılan bu suç, insan tarafından meydana getirilmiştir ve satıcının yanında işlenmiştir.

Ancak, satıcı eşekle birlikte arpa da satmış ve müşteri teslim almadan önce, eşek bu arpayı yemiş olsa; bu ahş-veriş bozulur. Satıcı, bu arpanın bedelini ödemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Velvâiiciyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir şahıstan bir câriye satın alan ve bedelini ödemeden ona cima' etmek isteyen şahsa, satıcı mâni olur. Câriye ise yanında ölürse, bu müşteriye bi'I-ittifak diyet gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Gerçekten muvaffak kılan ve gerçekten yardımcı olan ancak Allahu Teâlâ'dır. [33]

 

6- Alış-Veriş Yapanların Satılan Şey Ve Onun Bedelini Teslim Etmelerinin Lüzumu

 

Alış-verişte asıl olan: Mutlak akid, ma'kûdün aleyh (= kendisine akidde bulunulmuş olan şahsa, mebi'i (= satılan şeyi)   teslim etmektir.

Satılan şeyi, satın alan şahsa, akdin yapıldığı yerde teslim etmek şart değildir.

Bu, bizim âlimlerimizin açık yoludur.

Meselâ: Şehirde bulunan bir kimse, köyde olan buğdayı satın alırsa; bu buğdayı, —şehirde değil— köyde teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başağmdaki buğdayı satın alırsa; onu harman etmek, sürüp savurarak samanından ayırmak satıcıya aittir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse ölçülmemiş buğday satın alırsa; onu ölçmek de satıcıya aittir.

Keza, bu buğdayı, müşterinin çuvalına dökmek de satıcıya aittir. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, bir satıcının tulumundan su satın alınınca, onu müşterinin kabına dökmek satıcıya aittir.

Örfte muteber olan budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hurma, yaş üzüm, soğan ve benzeri şeyler henüz toplanmadan satılırsa; bu durumda, bunların sökülmeleri ve toplanmaları müşteriye ait olur.

Müşteri bunları topladığı zaman, kabzetmiş (= teslim almış) olur.

Ancak, "ölçmek, tartmak satıcıya aittir." diye şart koşulmuşsa; bu şart yerine getirilir.

Fakat, satıcı onların ölçüsünü veya tartısını haber verir, müşteri de buna inanırsa; bu durumda, yeniden ölçmek veya tartmak gerekmez. İnanmaması hâlinde ise, müşteri ölçer veya tartar.

Sahih olan ise, mutlaka satıcının ölçmesi veya tartmasıdir. Kerderî-nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, gemide bulunan buğdayı satın alırsa; onu gemiden çıkartmak kendisine (yani müşteriye) aittir..

Satılan buğday bir evde olursa; evin kapısını açmak satıcıya; buğdayıpradan çıkarmak ise alıcıya aittir.

Keza, bir satıcı depoda bulunan buğdayı veye elbiseyi satarsa; depoyu açmak satıcıya aldığı şeyi oradan çıkarmak ise alıcıya aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Satılan şeyin ölçülmesi, tartılması veya sayılması şart koşulmuş olursa; ölçen, tartan veya sayan şahsın ücreti, satıcıya aittir. Kâfî'de de böyledir.

Satın alınan şeye bedel olarak verilen şeyin, ölçme, tartma veya sayma     ücreti     ise,     müşteriye     aittir.     Muhtar olan  budur. Cevâhiru'I-Ahlâtî 'de de böyledir.

Satılan şeye bedel olarak verilen şeyi saymak, mutlaka müşteriye aittir. Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu teslim almadan öncedir ve bu sahihtir. Ancak, teslim aldıktan sonra saymak, satıcıya aittir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimsenin bedelini evinde ödemek üzere bir şey satın alması caizdir. İmâm Muhammed (R.A.), buna muhalefet etmiştir.

Köyden odun satın alan bir kimse, satıcıya: "Bunu bizim eve götür." derse; bu alış-veriş bozulmaz. Bu söz, bir şart da olmaz. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse, bir yük odun satın alırsa, örfün hükmüne göre, onu müşterinin evine götürmek satıcıya aittir.

NevâziPin Sulh Bahsi'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.

Bir hayvanın üzerinde iken satın alınan odun, kömür gibi şeyleri satıcı, müşterinin evine götürmeden imtina ederse, ona cebredilir.

Keza, hayvanın üzerinde iken satın alınan buğdayı, satıcı müşterinin evine kadar götürür.

Ancak, buğday çeç halinde yerde yığılı ise, onun satıcı tarafından müşterinin evine götürülmesi üzerine satılması fâsiddir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Bir kimsenin, bir yatağın içindeki yünü satın alması halinde, satıcı onu yataktan çıkarmaktan kaçınırsa, bu durumda şu iki ihtimal söz konusu olabilir.

a) Bu yünün yataktan çıkarılmasında bir zarar bulunabilir. Bu durumda, satıcı yünü çıkarması için cebredilmez. Çünkü, akidle zarar lâzım gelmez.

b) Yünün çıkarılmasında bir zarar bulunmayabilir bu durumda ise satıcı cebrolunur. Ancak,müşterinin durumuna bakılır; o razı olursa; yünün tamamı boşalttırılır. Vâkıât'ta da böyledir.

Nisâb'da şöyle zikredilmiştir:

Bir ev satın alan kimse, satıcıdan bu satış hususunda bir senet ister; o da bu senedi yazmaktan kaçınırsa, bu hususta zorlanamaz.

Ancak, müşteri bu senedi kendisi masraf ederek yazdırır ve satıcıya "şahit göstermesini" teklif ettiği halde o bundan da kaçınırsajbu satıcı­ya iki şahit göstermesi hususunda emir verilir.

Muhtar olan budur. Çünkü, müşteri şahide muhtaçtır.

Fakat, müşteri iki şahit getirir ve onlar bu alış-verişe şahit olurlarsa, bu durumda satıcının şahit aramasına ihtiyaç kalmadığı gibi şahit getirmesi teklif dahi edilemez. Muzmarât'ta da böyledir.

Satıcı, bundan da kaçınırsa; müşteri bu durumu hâkime bildirir. Satıcı,  hâkimin huzurunda evi sattığını ikrar ederse;  bir senet yazılır. Çünkü, senet sünnettir. Muhiyt'te de böyledir.

Keza, satıcı eski senedi vermesi için zorlanmaz. Ancak, onun bozulabilmesi için satıcıya, o senedi getirmesi söylenir. Aksi takdirde, bu eski senet satıcının elinde bir hüccet (= delil = belge) olur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Şayet satıcı, "müşterinin, onun feshedildiğine dair üzerine yazı yazmasından korktuğundan dolayı" eski senedi getirmekten kaçınırsa; bu senedi getirmesi hususunda, ona cebredilir mi?Fakıyh Ebû Ca'fer:

— "Cebredilir." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Allahu Tealâ, doğruya muvaffak kılsın. [34]

 

5- SARAHATEN ZİKREDİLMEDEN BEY'A DÂHİL OLUP OLMAYAN ŞEYLER

 

Bu babda:

1) Sarahaten Zikredilmeden Ev ve Benzerinin Alış Verişe Dâhil Olması

2) Tarla ve Bağ Satışına Dâhil Olan Şeyler.

3) Zikredilmediği Halde, Satışa Dâhil Olan Menkûller olmak üzere, üç bölüm vardır. [35]

 

1- Ev Ve Benzerinin, Sarahaten Zikredilmeden Alış-Verişe Dâhil Olması

 

İmâm Muhammet! (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, üzerinde başka bir ev bulunan bir evi satın alırsa, alman evin üzerinde bulunan ev müşterinin olmaz.

Ancak, pazarlık yapılırken müşteri: ",..Evin, bütün hakkı ile..." veya "...onun murâfıkı (= beraber bulunan) ile..." yahut "...ondan olanın bütün çoğu ve azı ile..." derse; bu durumda, üst katta bulunan ev, —her ne kadar sarih söylenmemişse de— bütün hakkı ile satışa dâhil olmuş olur.

Keza, her ne kadar açıkça söylenmemiş oisa bile, yukarıdaki sözlerle veya benzerleri ile satışa dâhil olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir ev satın alınca, onun üzerindeki ev, —hukuku sarahaten söylenmedikçe— ona dahil olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin aldığı evin üstünde —başka bir— kat yoksa, satın atan şahıs, üst kat yapabilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Âlimler: "Bu cevap, Küfe ehlinin örfü üzerine bina edilmiş bir tafsilattır. Bizim örfümüzde, üst kat satışa dâhil olur. " demişlerdir.

Satıcı burayı, ister ev, ister menzil ister dâr diye satsın bunlar mü-sâvîdir. Çünkü, bunların hepsi de meskendir. Meskene, hâne ismi de verilir.

Bunların büyük veya küçük olmaları da müsavidir. Ancak, hü­kümdarın evine, saray denilir. Kâfî'de de böyledir.

Cenah kelimesi de, bu satışa dâhil olur.

Yol üzerindeki gölgelikler ve direkler üzerine yapılmış bulunan yerler, ev alış-verişine dâhil olmazlar. Ancak bunlarla ilgili bütün hak­lardan da bahsedildiği zaman, ev satışına bunlar da dâhil olurlar.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, bunlara da ev denir. Her ne kadar "bütün hakları ile" denilmese bile, bunlar evin satışına dâhil olurlar. Ancak, bunun için de alınan binanın kapılarının bunlara açılması gerekir .Kapı­lar bunlara açılmıyorsa, "haklan" veya "mürafikları ile..." denilse bile, bunlar eve dâhil olmazlar. Muhıyt'te de böyledir.

Binasını satan şahıs, her ne kadar onun odalarını zikretmese bile, odalar bu satışa dâhil olur.

Apartmanı satan şahıs da, dairelerim zikretmese bile, bu apart­manın tamamı satılmış olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse, bir binadan bir ev satın alınca, zikredilmemesi hâlinde, yolu ve suyunun akacağı yer, bu satışa dâhil olmaz.

Ancak, "bütün hakları ile..." veya "murâfıkı ile..." denilirse, bu durumda, onlar da satışa dâhil olur. Esahh olan da budur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Bir kinişe, bir binadan bir yer veya mesken alırsa; yolu, bu alış-verişe dâhil olmaz. Ancak, "bütün hakları ile...", "murâfıkı ile..." veya "az çok her - jyi ile..." denilirse; o zaman satın alan şahıs, o yerin yoluna da suyuı.un akacağı yere de sahip olur. Fethtı'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, bir ev satın alınca, söylenmemesi halinde, evin yolu, alış-verişe dâhil olmaz.

Bir kimse, "bütün haklan ile..." veya "...ona girmek ve ondan çıkmakla..." diyerek evini satarsa, bu evin yolu da, suyu da, satışa dâhil olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir evle ilgili yol, şu üç çeşitten biri olabilir.

a) Büyük yola kavuşan yol

b) Başka mahalleye karışan yol

c) Bir eve mahsus husûsî yol

Eve mahsus olan husûsî yol, nassan veya hukuk ve murâfıkı ile zîkredilmedikce, satışa dâhil olmaz.

Diğer iki nev'i yol ise, zikredilmeksizin satışa dâhil olur.

Keza, suyun akacağı veya kar'm atılacağı yer de satışa, —ancak,— sarahaten söylenmeleri veya "evin bütün hakları ile" denilmesi hâlinde dâhil olurlar. Muhiyt'te de böyledir.

Binanın suyu ve tamiri, satış bedelinden düşülür.

Hatta, inşaat hâlinde satılan binanın bedeli, ona göre taksim edilir. Kâfî'de de böyledir.

Yolun satışa dâhil edilmemesi hâlinde, bu binadan ana yola bir yol açma imkânı bulunmaz ve satın alan da bu durumu bilmezse, bu alış-verişi reddeder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Evin içine konulmuş bir kapı zikredilmemişse, satışa dâhil olmaz. Evde bulunan odun ve benzeri gibi şeyler, zikredilmeden satışa dâhil olmazlar. Bu sahihtir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Yapılmış bulunan bir binanın alt katını hâriç tutarak, üst katını satın almak caizdir. Ancak, bina yapılmamışsa bu caiz olmaz.

Sonradan yapılmış olan üst katın yolu, zikredilmeden satışa dâhil olmaz. Anca, "her türlü hakları ile..." denilmesi halinde, buranın yolu da satışa dâhil olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Alt katın tavanı, alt kata aittir.

Müşterinin karar (= oturup durma) hakkı vardır. Eğer üst kat yıkılırsa; müşteri aynısını tekrar yaptırır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alt katın, —ister yapılmış olsun, ister harabe bulunsun— satıl­ması caizdir. TahâvîŞerhî'nde de böyledir.

Üst katı satın alan şahıs yolu istisna ederse, satış sahih olur. Kâfî de de böyledir.

Bir ev satan kimse, "büyük, küçük; çok, az; her hakkı dâhildir." demese bile, o binada bulunan ne varsa, —evler, menziller, üst, ali ve bunlara ilâveten mutfak, fırın, hela, banyo ve benzeri şeyler, —satışa dâhil olur.

Ayrıca, evin dışında bulunan kuyu ve hayvan bağlamaya mahsus yerler de, zikredilsin veya zikredilmesin bu satışa dâhil olur.

Ancak, bir kimse evdeki dâirelerden birini satar ve dışarıda bulunan şeyleri zikretmezse, onlar bu satışa dâhil olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse bir ev sattığı zaman, bu "ev" ismine, evin    binası, tavanı, duvarı ve kapısı dâhil olur.

Eğer, satılan bu evde fazladan kapı, odun, tuğla, kireç gibi şeyler varsa; "her hakkı ile..." denilmiş olsa bile, bunlar satışa dâhil olmaz.

Keza, bir kimse "her hakkı dâhil..." diyerek bir ev satın alsa ve içinde yukarıda söylediğimiz şeyler bulunsa, yine bunlar satışa dâhil olmaz. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, evinin mevcut yolunu kapatıp başka bir yol açsa ve bu evi "her türlü hukuku ile..." diyerek satmış olsa; bu durumda satışa ikinci yol dâhil olur; birinci yol dâhil olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse evinden, hududu belli olan bir odasını satar; satın alan da bu odaya evin içinden girmek isteyince, satan şahıs onu men edip: "odama dışarıdan bir kapı aç." derse; satıcının bu odayı satarken, evin içinden ona yol olduğunu beyan etmiş ve göstermiş olması hâlinde, o şahsa mâni olma hakkı yoktur.

Böyle bir şey yapmamış olsa bile, bazı âlimlerimizi: "Yine de, o şahsı men etmek hakkı yoktur." demişlerdir. Sahih olan da budur.Zahi-riyye'de de böyledir.

Bir kadının, birine hela bulunan, ancak, kapısı diğerinde olan iki odası olur ve bu kadın, önce içinde hela bulunan odayı, sonra da diğerini satar ve her ikisi için de senet yazarsa; Ebû Bekir el-Belhî: Eğer, Önce sattığı şahsa, "üstü ile altı ile sattım." diye yazar da, "kapısı diğer odaya açılan hela hâriç..." diye yazmazsa; bu durumda hela, bu odaya ait olmuş olur.

Eğer önceki senette, "kapısı, diğer odaya açılan hela hâriç..." diye yazarsa; ikinci odayı satın alan şahıs, bu helayı oradan kaldırır ve kapısını kapatır.

Satıcının, satışta, helayı da şart koşması hâlinde ikinci müşteri muhayyerdir: İsterse, odasını bedeli mukabili alıp kabul eder; isterse, terkeder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

— Bir kadının, birinde hela bulunan ve helanın kapısı diğerine açılan iki odası bulunur ve kadın, önce helanın kapısının açılmakta bulunduğu odayı, sonra da diğer odayı satıp, her ikisi için de senet yazsa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Eğer kadın, önceki oda için," üstüyle altıyla satıldı." diye yazar ve diğer odada bulunan heladan bahsetmezse; bu durumda o hela diğer odaya ait olur. Helası olan odayı satın aîan kimse, içinde bulunan helayı

kaldırır. Kaldırmazsa, kapısını kapatır.

İkinci   müşteri  ise,  kadının,  tuvaleti  de  şart  koşması  hâlinde muhayyerdir: Dilerse, bedelini vererek, odasını alır; dilerse, terk edip almaz. Hâvî'de de böyledir.

İçinde bir kaç ev bulunan büyük bir binanın sahibi, bu evlerden bazılarını kendi teferruatları ile birlikte sattıktan sonra, bu binanın umûmî kapısını kaldırmak isterse; müşterilerin razı olmaması hâlinde, satan şahıs bu isteğini yapamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Evini satan bir şahsın, sattığı yerinde, bu evin yanında bulunan diğer bir evine yol bulunur ve evi satarken de "bütün hukuku ile..." demiş olursa; bu evi satın alan  şahıs, diğer evin sahibini, bu yoldan geçmekten men edebilir ve ona, duvarının üzerine konulmuş bulunan, ağaçlan kaldırmasını söyleyebilir.

Keza, evin altındaki bodrum müşteriye aittir.

Ancak, satıcı evi satarken bunları istisna etmiş; müşteri ise, "istis­nası yok." demiş olursa; bu durumda müşterinin sözü geçerli olur.

Eğer bu yol, ağaç veya bodrum, bu yabancı şahsın mülkü ve mülkü lâzımesi ise, bu durumda bu hâl bir ayb (= kusur) olur. Çünkü, bu evi satın alan şahıs, diğer şahsı inen edemez. Onun muhayyerliği de yoktur.

Bu durumda satıcı:."Ben bunları müstesna kıldım." derse; onun sözü muteber olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Satılan binanın içinde bulunan bir bahçe, —büyük olsun, küçük olsun— satışa dâhildir.

Bahçe binanın hâricinde ise, —kapısı o eve açılsa bile,— satışa dâhil olmaz.

Bir kimse, suyu başka bir şahsın evine akan bir ev satın alır ve o şahıs da bu satışa, bu haliyle razı olursa; âlimler: "Eğer, bu akan suyun özel bir çukuru varsa; bu evin bedelinden, o şahsa da verilir.

Ancak, bu suyun oraya akması için bir hak varsa, o takdirde, bu bedelden o şahsın hakkı satışa razı olması halinde geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse,  içinde ev  bulunmayan ve su kuyusu olan bir yerini satarsa; bu satışa, kuyuya irtibatlı olan şeyler dâhil olur. Nevâzil'de de şöyle denilmiştir:

İçinde kuyu bulunan bir yerini satan şahsın, bu satışına, kuyu da, kovası da, çıkrığı da, makarası da, ipi de dâhil olur. Çünkü bunlar, kuyunun mürafıkı ( - arkadaşı, yoldaşındır.

Asıl olan: "Satılan bu yerde, satılan şeyle ilgili ve onun mürafıkı ne varsa, —bunların adlarını söylemese bile— satılan yere tâbi olarak satışa dâhil olur.

Bu şeye tâbi olmayan şeyler ise, açık açık zikredilmedikçe satışa dâhil olmaz.

Ancak, bu hususta örfte cereyan eden bir şey varsa; bu husus, satış esnasında zikredilmiş olmasa bile, bu hâl müstesnadır.

Dükkan, ev, dâire satışlarında, buraların üzerinde bulunan kilitler satışa dâhil edilmezler. Ancak, kapı kilitli olur veya "bütün haklan..." yahut "mürâfıkları ile..." denilmiş bulunursa, anahtarlar istihsânen satışa dahil olurlar; kıyâsen ise, satışa dahil olmazlar.

Biz: "Bunların satışa dâhil olması örftür." diyoruz.Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Binaya ekli bulunan merdivenler de satışa dâhil olurlar.

Binaya ekli olmayan merdivenler ise, ihtilaflıdır. Sahih olan, bun­ların satışa dahil olmayışıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Mak'adlar (- oturulacak yer, minder v.s.) da, merdivenler gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir evin satışına, o evin üzerinde bulunan çatı da dâhil olur. Bu çatının, kamıştan veya başka bir şeyden olması da müsavidir.

Çünkü, çatı eve bitişmiş ondan bir parça olmuştur. İcar, lügatta satıh (= damın üstü) demektir. Burada, evin üzerine yapılmış bulunan örtü mânası kasdedilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Tennûr (= fırın) eve dâhilse, satışa da dâhildir. Evin haricinde ise, satışa dahil değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bütün hukuku ile bir ev satın aldığı zaman, bu evde bulunan eşya müşterinin olmaz.

Bir kimse, bütün haklan ile bir yer satar; orada da su değirmeni bulunursa; satışa dâhil olur.

Su dolabı da böyledir. Bunlar, satın alan şahsın olur.

Hayvanla döndürülen dolap ise, satıcıya aittir.

Sökülmüş kütükler de, satıcıya aittir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir değirmen binasını bütün haklan ile birlikte satın alırsa, bu değirmenin alt ve üst taşlan da satın alan şahsın olur.

Bir kimse salonun yarısını satarsa, dış kapının yansı satın alan şahsın olur.

Satılan bir evin merdiveni, tahtadan ve saçtan olduğu zaman, bunlar zikredilmeksizin satışa dâhil olur.

Merdivenin bina ile ilgisi bulunmaz ve seyyar olursa, —satışa dâhil olmaz— satıcıya ait olur.

Binadaki zincirler, kandiller ve avizeler de satıcıya ait olur.

Bir kimse, bir ev satın alır ve bu evin bir kapısı hususunda ihtilâfa düşerler satıcı: "Kapı bana ait." dediği halde, müşteri de:   "Kapı bana ait." derse; kapının eve bitişik   ve ona ilâve edilmiş olması hâlinde, müşterinin sözü geçerli olur.

Bu durumda, evin satıcının veya müşterinin elinde bulunması halleri de müsâvîdir.

Ancak, kapı sökülmüş olur ve ev de satıcının elinde bulunursa, bu durumda satıcının sözü geçerli olur.

Ev müşterinin elinde bulunursa, bu durumda da müşterinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse diğerine: "Şu evi sattım." derse, bu ev, bütün haklan ile satılmış olur.

Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan sormuş:

— Bir kimse, başkasına: "Bu evi sana, içinde bulunan şeylerle bir­likte sattım.'' derse, ne olur?

İmâm, şu cevabı vermiş:

  Haklar alıcıya ait olur. Ancak, satıcının: "Evin içinde bulunan eşya bana aittir."  demesi de caizdir.  Bu durumda ise, evin içinde bulunan eşya, satıcıya ait olur. Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Ebû Bekir, bir suâle şu cevabı vermiştir: Bir kimsenin iki evi bulunur, bunlardan birinin bodrumu olur, fakat bu bodrumun kapısı diğer eve açılır, bu şahıs önce, bodrumun kapısı kendisine açılan evi, sonra da diğerini satar ve: "Bodrum, kapısının açıldığı evindir." derse; önce bodrum kapısının açıldığı evi, sonra da diğerini satmış olması hâlinde bu evin, bodrumda bir hakkı yoktur. Ebû Nasr'dan soruldu:

  Bir kimse, bodrumu bulunan bir ev satın alır, bu bodrumun kapısı bu eve açılır ancak, bu bodrumun bir kısmı, komşunun evinin altında olur ve aralarında niza ederlerse; durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Bu bodrum, kapısı hangi eve açılmışsa, o evin olur.

Ancak,diğer şahıs beyyine getirir ve bu bodrumun ona ait olduğuna hükmedilirse; müşterinin bu evi bütün haklan ile satın almış olması halinde satıcıya müracaat ederek oranın bedelini geri alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin pek gözde olmayan bir mahallede, her birinde bir şahsın oturduğu, iki evi bulunur; bu evlerde oturanlardan birisi, bir yer yaparak, ağacın bir ucunu, kendi oturduğu evin duvarının üzerine, diğer ucunu ise, diğer şahsın oturduğu evin duvarının üzerine koyup, kapısını ise, —başka değil— kendi oturduğu yerden açar; ev sahibi de, bunu bilir ve yapan şahıs, ev sahibinden onu kendisine satmasını isteyince de, ev sahibi, onu bütün hakları ile bu şahsa satar; sonra da, diğer evde oturan şahıs, oturduğu yerin kendisine satılmasını ister ve sahibi, onu da, öylece bütün hakları ile sattıktan sonra, iki müşteri aralarında niza edip, ikinci müşteri,   "sonradan  yapılan  yerin   ağaçlarım,   duvarının   üzerinden kaldırmasını" isterse; buna hakkı vardır ve o ağaçları kaldırtır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir duvar satın alırsa, duvarın altında bulunan şeyler, satışa dahil olur.

Bu husus, Tuhfe'de de, hilafsız olarak böyle zikredilmiştir.

İmâm Muhammed (R.A.) ve Hasan böyle söylemişlerdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu şey satışa dahil olmaz.

Ancak duvarın temeli, zahîr-i mezhebe göre satışa dâhildir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu, bir evin veya dükkânın duvarı yıkılır ve içinden, —üzerine bina yapılan ağaç gibi— binanın cümlesinden olan kalay veya saç çıkarsa, bu şey müşteriye ait olur.

Bu şey oraya emaneten konmuşsa, satıcıya ait olur.

Keza bir şahıs, bir dükkan satınca, bu dükkanın levhaları, tahtaları satışa dahildir. Bu durumda, dükkanın mürâfıkı ile satılması veya bundan hiç bahsedilmemesi hâlleri de müsâvîdir. Hulâsa'da da böyledir.

Dükkânın gölgeliği, satış esnasında zikredilirse, satışa dâhil olur. Aksi takdirde, dâhil olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir demirci, demircilik yaptığı dükkânını satarsa, ocağı da satışa dâhil olur.

Satış esnasında "bütün hakları ile..." denilmiş olsa bile, durum böyledir.

Kuyumcunun ocağı ise, satışa dâhil olmaz.

Satış esnasında "bütün haklan ile..." denilmiş olsa bile, durum böyledir.

Çünkü, demircinin ocağı dükkana muttasıldır. Kuyumcunun ocağı . ise, dükkanına bitişik değildir.

Demircinin körüğü, satışa dâhil değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Boyacının ve çamaşırcının bakırdan yapılmış kazanları, satıcıya aittir.

Çamaşırcının, üzerinde elbise dövdüğü kütük de satışa dâhil olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Un kavurucuların tavası, demirden veya bakırdan yapılmış olursa, —bu  satılan  evin  içinde  bulunsa bile—  satıcıya  aittir.   Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu tava topraktan yapılmış olursa, satışa dâhil olur.Zehıyre'de de böyledir.

Binada sabit bulunan sandık; temizlikçilerin leğenleri; zeytin yağı satanların küpleri; çanak ve çömlekleri satışa dâhil olmaz.

Bu  eşyalar,   evin  metâı  olmadıkları  gibi,   hukukuna  da  dâhil değildirler.

Bu, mes'elelerde dükkan; ister mutlak söylensin; ister "bütün hak­ları ile..." denilsin, müsâvîdir, Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, hamamını satarsa, bu satışa, hamamın tekneleri ve tas­lan dâhil olmaz, "...bütün hakları ile..." denilmiş olsa bile, bu böyledir., Zahîriyye'de de böyledir.

Hamamda bulunan taslar ve kovalar,satışa dâhil olmazlar. Ancak,   Seyyidü'1-lmâm  Ebû'l-Kâsım:   "Örfümüze  göre  bunlar müşterinin olur.'' demiştir. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Hamamın kazanları, —zikredilmeksizin de— satışa   dâhil olur. Muhiyt'te de böyledir.

Hâvî'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:

— Hamamın lambaları satışa dâhil olur mu? O, şu cevabı verdi:

— "Hayır, olmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir. [36]

 

2- Tarla Ve Bağ Satışına Dâhil Olan Şeyler

 

Bir kimse, bir yer veya bir bağ satar ve hakkını zikretmezse;orada sabit bulunan dikili ağaçlar ve yapılmış evler, bu satışa dahil olur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Dikili ağaçlar satışa dâhildir. Bunların zikredilmiş olmaları da lâzım gelmez. Meyveli, meyvesiz, küçük veya büyük olmaları arasında da bir fark yoktur.

Esahh olan, bunların hepsi zikredilmeden de satışa dâhildir. Bun­ların odun için veya başka bir şey için almaiarıda farketmez.Hulâsa'da da böyledir.

Kuru ağaçlar bu satışa dâhil olmazlar. Bunlar, oraya konulmuş odun mesabesindedir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Âlimlerimiz:   "Eğer  buradaki  ağaçlar  odun  olarak  kesilmek niyyeti  ile dikilmişse,  —ziraî mahsuller gibi— satışa tabî ve dâhil olmazlar. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Satılan yerde  ekili  bulunan şeylerle  meyveler, —eğer   şart koşulmamışsa— satışa dâhil olmaz. Bu, istihsânen böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse bir yeri, "mürâfıkı ile.." diyerek satsa bile, burada ekili bulunan şeylerle meyveler, zâhiru'r-rivayede satışa dâhil edilmez: Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satıcı: "Az, çok, her ne varsa, haklarının tamamı ile satılmıştır." dese bile, ekili şeyler satışa dahil olmaz. Eğer böyle elemezse, satışa dâhil olurlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Satıcı: "Az, çok hepsi satışa dahildir." derse; zirâat, baklagiller, reyhanlar ve diğerleri satışa dahil olurlar. Zehıyre'de de böyledir.

Satılan bir yere, toplanarak konulmuş olan şeyler, satışa dâhil olmazlar.

Meyve, hububat, odun, tuğla ve benzeri şeyler ancak, açıktan açığa bunların şart koşulması halinde satışa dahil olurlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimsenin , içinde mezarlar bulunan bir yeri satması caizdir. Bu mezarlar satışın dışında kalırlar. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse bir bağ sattığı şahsa: "Burayı bütün hakları ile sana sattım." derse;  bu satışa, su yolu ve bağın husûsî yolu dâhil olur. Yenâbî'de de böyledir.

Bir kimse, yolu ile birlikte bir hurmalık satın alır, fakat yolunun yeri açıklanmadığı gibi, o cihete mâruf bir yol da bulunmazsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu satış caiz olur. Alan şahıs, nereden dilerse oradan yol edinir.   Çünkü, yol burada bir eksiklik değildir. Eğer, yol bir eksiklik olursa; satış caiz olmaz." buyurmuştur.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Dut yaprağı, za'ferân ve gül meyve hükmündedir. Bunların ağaçları da, hurma ağacı menzilindedir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir  kimsenin   sattığı   yerde   pamuk   bulunursa,   bu   pamuk zikredilmediği müddetçe, satışa dahil edilmez.

Pamuk, meyve hükmündedir.

Pamuğun kökü de, satışa dahil olmaz. Sahih olan budur.

Patlıcanın kökü de zikredilmeden satışa dâhil olmaz.

Bu, Hâkim Ahnıed es-Senierkandî'nin beyânıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Ilgın ve söğüt ağaçları satışa dâhildir.

Meşelik   ve   kökü   olan   bütün   ağaçlar  da,  satışa   dâhildirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir  kimse,  kızıl  dut  ağaçları  satın  alırsa, şart   koşulmadığı müddetçe, bunların yaprakları satışa dâhil olmaz.

Satılan yerde, kerras (= bir nevi ot) bulunsa, satış mutlak yapılınca, bunlar satışa dâhil olmaz.

Sahih olan, bunların senelerce o yerde durmasından dolayı, ağaç menzilinde olmalarıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satılan yerde bekası devamlı olmayan kamış,odun ve ot gibi şeyler, oraya muttasıl olsa bile, satışa dâhil olmazlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kökü olmayan her ağaç, zikredilmese bile satışa dâhil olur.

Bu sıfatta olmayanlar, meyve hükmünde olduklarından, özel olarak, bunlardan bahsedilmediği müddetçe, satışa dâhil olmazlar. Muhiyt'te de böyledir.

Tarlaya ekilen tohum bitmeden önce, bu tarla satılsa, tohum, satışa dâhil olmaz. Çünkü, bu tohum bitmeyebilir. Bundan dolayıdır ki, bu tohum bitse bile, satışa dâhil edilmez. Bu tohumun, bir kıymeti de olmaz.

İmâm Ebû'1-Leys: "Satışa dâhil olmaz." demiştir.

Bunun doğrusu ise, tohumun da satışa dâhil olmasıdır. Sahih olan budur. Serahsî'nin Muhiytf nde de böyledir.

el-Fadlı'nin Fetâvâ Hâşiyesi'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, tohumu ekilmiş fakat daha bitmemiş olan bir yerini sattığında, eğer tohum çürümeye yüz tutmuşsa, müşteriye ait olur. Aksi takdirde, satıcının olur.

Müşteri tohum bitsin diye tarlayı sulasa bile, eğer satış zamanı tohum bozulmamış ise, müşterinin yaptığı nafiledir. Ve bu tohum, satıcınındır. Nihâye'de de böyledir.

Bir kimse, bir yerini satınca, orada bulunan hurma ağaçları ve diğer ağaçlar, —bunlardan bahsedilmese bile— satışa dâhi dâhil olur.

Hurma ağaçları, satış esnasında meyveli olur ve "bunların müşteriye ait olduğu şart koşulursa", meyveler de müştrerinin olur.

Satılan bu yerin kıymeti beş yüz dirhem, ağaçların kıymeti de beş yüz dirhem olur ve hurmaların kıymeti de o kadar olursa, bedel üçe taksim edilir.

Müşteri henüz bu yeri teslim almadan, hurmalar semavî bir âfetle zayi olur veya satıcı bu meyveleri teslim almış bulunursa, bu durumda, müşteriden  bedelin üçte biri sakıt olur.

Bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse,' bu yer ile ağaçlan bedelin üçte ikisini vererek alıp kabul eder; isterse, vaz geçip almaz.

Âlimlerimizin tamamının kavli budur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu durumda, satıcının hurmaları topladığı zamandaki kıymetine itibar olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Alış-veriş akdi yapıldığı sırada meyve olmadığı halde, müşteri satın aldıktan sonra fakat teslim almadan önce, ağaçlar meyve vermiş olursa, bu durumda bu meyveler müşteriye ait olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu meyveler, hurma ağaçlan ve yer için fazlalık olur.

imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu hurma meyveleri, özellikle ağaçlara karşı fazlalık olur.

Bu, şu şekilde açıklanabilir:

Satılan yerin kıymeti beş yüz dirhem, ağaçların kıymeti de beş yüz dirhem ve meyvelerin kıymeti de beş yüz dirhem olur; satıcı da henüz müşteri o yeri teslim almadan bu meyveleri toplayıp alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, satış bedelinin üçte biri müşteriden düşülür. Yani, müşteri bedelin üçte ikisini vererek o yeri ve ağaçlarını aiır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı vardır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu müşteriden satış bedelinin dörtte biri sakıt olur. Ve, bu müşteri muhayyerdir: Dilerse, bedelin dörtte üçü ile yeri ve ağaçları alır; dilerse, terk edip hiç birini almaz. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bu ağaçlar iki defa meyve verirlerse müşteri bu ağaçlarla yeri, satış bedelinin yarısına alır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu müşteri bunları, satış bedelinin üçte ikisine alır.

Eğer ağaçlar üç defa meyve verirse, bu müşteri, yeri ve ağaçları, bedelin beşte ikisine alır. Satış bedelinin beşte üçü, müşterinin üzerinden sakıt olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu müşteri bu yer ve ağaçları, bedelin sekizde beşini vererek alır.

Eğer ağaçlar dört defa meyve verirlerse, bu müşteri, o yeri ve ağaçları bedelin üçte birine alır.

İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre bu müşteri onları, bedelin beşte üçüne alır.

Eğer ağaçlar beş defa meyve verirlerse, bu müşteri, o yeri ve ağaçlan yedide ikiye alır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu müşteri onları, en ikide yediye alır. Mebsût'ta da böyledir,

Meyve, semavî bir âfetle zayi olursa, müşterinin vereceği bedelden bir şey düşülmez.

Bu durumda, müşteri için muhayyerlik de yoktur. Bütün âlimler aynı görüştedir.

Ağaçlar için beş yüz dirhem, yer için de o miktarda fiat söylenmişse, bu durumda hurmalar, özellikle ağaçlara karşı fazla olur.

Şayet, bu meyveleri satıcı toplarsa, müşteriden dörtte bir nisbetinde düşüş yapılır.

Bu durumda, İmâm ,Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre muhayyerlik yoktur. İmâmeyn'e göre ise, müşteri  muhayyerdir.

Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı küçük hurma ağaçlarını satıcının izni ile yerinde bırakır ve onlar iyice büyüdükten sonra, yine satıcının emri ile sökerse, bunlar müşterinin olur.

Ancak müşteri,bu ağaçları satıcının izin olmadan yerlerinde bırakır ve bu ağaçlar büyüyüp meyve verirse; müşteri bu meyveleri tasadduk eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, üzerinde hurma ağaçları bulunan bir yer satın alır; fakat buranın suyu bulunmazsa; müşteri bu durumu bilse bile muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri suyu ile birlikte bir yer satın aldığı halde, satıcı , bu su ile çok yer sularsa; Nevâdir'de: "Müşteriye satın aldığı yeri idare edecek kadar su verilmesine hükmedilir." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdihân'da da

böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı bir yerin yanında bir su kanalı bulunur ve bu yer ile kanal arasındaki kıyı üzerinde ağaçlar olur ve bu yerin hududu kanala   kadar   ulaşırsa, o  kıyı  da,  ağaçlar da, satışa dâhil olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, üzerinde meyve bulunan bir hurma ağacı veya başka bir ağaç satın alır ve satış esnasında şart koşulmamış olursa, bu meyveler satıcının olur.

Ancak, satışın yapıldığı sırada müşteri: "ben. ağacı, meyveleriyle birlikte satın aldım." der; satıcı da buna razı olursa, bu durumda mey­veler de müşterinin olur. Bu durumda meyvelerin kıymetinin olup olmaması da müsavidir.

Sahih olan, bu durumda meyvelerin satıcıya ait olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir  kimsenin,  sökmek üzere ağaç satın almasının caiz olup olmadığı hususunda muhtelif kaviller vardır.

Sahih olan, bu satışın caiz olduğudur.

Bu şekilde, bir ağaç satın alan müşteri, o ağacı kökünden sökebilir.

Bir kimse, kesmek şartı ile bir ağaç satın alırsa, bazı âlimler: "Ağacı neresinden keseceği belli ise bu satış caiz olur; belli değilse, satış caiz olmaz." demişlerdir.

Bazı alimler ise: "Bu satış her durumda caizdir." demişlerdir. Sahih olan da budur. Bu ağaç, yerle birleştiği yerden kesilir.

Bu ağacın, yerde olan kökleri, müşterinin olmaz. Ancak, böyle olması şart koşulmuşsa, kökler de müşterinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir ağaç, şu üç şekilden biri ile satılabilir:

1) Bir ağacın, yerin altından kesilmesi şartiyle satın alınması hâlinde müşteriye, "onu köküyle birlikte sökmesi" emredilir. O da bu ağacı, kökü ile çili ile söker ve bunlar da satışa dâhil olur.

Bu müşterinin, ağacın köklerinin ucuna kadar kazma hakkı olmaz. Sökümü ancak, örf ve âdete göre yapar.

2) Şayet satan şahıs, "ağacın.yerle birleştiği yerden kesilmesini" şart koşarsa veya ağacın kökü ile sökülmesi duvara yakınlığı gibi bir sebeple müşteriye zarar verecekse,     bu durumda   ağacı, yerle birleştiği yerden keser.

Müşteri bu ağacı söktükten veya kestikten sonra, yerde kalan kökünden veya çilinden tekrar ağaçlar yetişirse, bu ağaçlar satan şahsın olur.

Müşteri, bu ağacı yukarı kısmından (başından) keser ve bu ağaç kesildiği yerden tekrar yeşerir ve dal budak salarsa, bunlar da müşteriye ait olur.

3) Müşteri bu ağacı, yeri ile birlikte satın almışsa, ona, bu ağacı sökmesi emredilemez.

Bu şahıs, o ağacı sökerse, yerine başka bir ağaç dikebilir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, satın alınırken böyle bir şart koşulmamışsa, ağacın yeri satışa dâhil olmaz.

imâm Muhamrned (R.A.)'e göre ise, ağacın yeri satışa dâhil olur. Yani ağaç, yeri ile birlikte satın alan şahsın olur.

Sadru'ş-ŞehîcTde, böyle söylemiştir.

Fetvada da, ağacın yeri satışa dâhil olur.

Ağacın kesilmek için satın alınması hâlinde, yerinin satışa dahil olmadığı hususunda icmâ vardır. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, ağacı kesmek için değil de yerinde durması için satın almışsa, bu ağacın altı, bi'1-ittifak satışa dâhildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Satın alman ağacın altının satışa dahil olduğu hallerde, satışın yapıldığı sıradaki yer bu ağaca tâbi olur.

Şayet, bu ağaç daha çok büyür ve —satıldığı gündekine nisbeten— daha çok yer kaplarsa; fazla olan bu yer, satıcıya aittir. Fetva da bunun üzerinedir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, kökü ile birlikte satın aldığı ağacın kökünden, başka ağaçlar da biter, biten bu ağaçların kesilmesi hâlinde de esas ağaç kuruyacaksa, yeni biten ağaçlar da satışa dâhil olur; aksi takdirde dâhil olmaz. Zeiııyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir bağ satın alırsa, —söylenmemiş olsa bile— bu bağın çardakları, asmaların altına dikilen dikmeler, askı ağaçları, bu satışa dâhil olur. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın boş olan bir yerine hurma ağacı diker ve bu yerin sahibi, yerini bu hâli ile ağaçların sahibinin de iznini alarak bin dirheme satarsa; yerin ve ağaçların değerlerinin beş yüzer dirhem olması hâlinde, bu şahıslar, bu bedeli yan yarıya bölüşürler.

Müşteri, henüz bu yeri teslim almadan, ağaçlar semavî bir âfetle helak olursa, bu müşteri muhayyer bırakılır: Ya burayı almaktan vaz geçer veya bedelin tamamı olan bin dirhemi vererek alır. Çünkü bu müşteri, o ağaçlara vasfen ve tabâen sahip olacaktı.

Bu durumda müşteri o yeri ahrsa,bedelin tamamı yerin sahibinin olur. Çünkü, ağaçların satışı bozulmuştur.

Bu yer, bedeli olan bin dirhem karşılığında müşteriye teslim edilir.

Şayet, ağaçların tamamı değil de yarısı -helak olmuş bulunsaydı, o zaman, bedelin dörtte biri ağaçların sahibine, dörtte üçü ise, yerin sahi­bine verilirdi.

Eğer bu hurma ağaçları beş yüz dirhemiik meyve vermiş olsaydı, bunun üçte ikisi ağaç sahibinin, üçte biri de yer sahibinin olurdu.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bunun yarısı ağaçların sahi­binin, yarısı da yer sahibinin olurdu.

Bir kimse, yeri ve içindeki ağaçları ayrı ayrı fiatlarla satar; bunlar da bir kişinin veya iki kişinin olur ve bilâhare de bu ağaçlar kurursa, satış bedelinin yarısı sakıt olur.

Çünkü bu durumda, bu ağaçlar bir yönden asıl, bir yönden de vasıftırlar.

Eğer ağaçlar için ayrı fiatlar tesbit edilmemiş olursa, bu durumda ağaçlar, yere tâbi olur. Fiatın tesbit edilmiş olması hâlinde ise, bu asıl olur. Bu durumda ağaç helak olunca, hissesi de helak olur ve satış bede­linden düşülür.

Bu ağaçlar helak olmaz, henüz müşteri onları teslim almadan önce meyve verirler ve bu meyveler de beş yüz dirhem ederlerse; bu durumda yerin değeri beş yüz dirhem, ağaçların ve meyvelerinin bedeli de, beş yüz dirhem olur. Kâfi'de de böyledir.

Bir kimsenin, bir yerden kesmek üzere bir ağaç satın alması hâlinde, bu ağacın kesilmesi o yere zarar verecek olursa, o ağaç kesilmez.

Çünkü, onun kesilmesinde yer sahibine zarar vardır.

Bu  durumda,   satış   lağvedilir.   Çünkü,   teslimde   acz   vardır. Seıahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ebû'J-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir: . Bir kimse, kesmek için bir ağaç satın aldığı halde, onu kesmez; bir müddet bekler ve yaz gelince müşteri bu ağacı kesmek isterse;  bu durumda, ağacın kesilmesi o yere açıkça zarar verecekse; zararın defi için satın alan şahsın, bu ağacı kesme hakkı yoktur.

Eğer bu ağacın kesilmesi, o yere zarar vermeyecekse, ağaç satın alan şahsın mülküdür; tasarruf hakkı vardır ve onu kesebilir.

Müşterinin kesme hakkı olmayınca, ne yapabilir?

Bu hususta, âlimler ihtilâf etmişlerdir:

Bazıları: "Yerin sahibi, bu ağacın bedelini, müşteriye geri verir. Ve ağaç tekrar kendisinin olur." demişlerdir.

Bu ağacın  bedeli kesilmiş hâline göre mi, yoksa dikili durduğu hâldeki kıymetine göre mi ödenir?

Sahih olan, dikili durduğu haldeki kıymetine göre ödenir.

Bazı âlimler ise: "Bu durumda, satış bozulmuş olur. Satıcı, müşteriden ne almışsa onu öder.'' demişlerdir.

Fetvada bunun üzerinedir.

Fakıyh Ebû Ca'fer de, böyle fetva vermiştir.

Sadru'ş-Şehîd de, Vâkiâtı'nda bu görüşü seçmiştir. Muzmarat'ta da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıstan, arazisindeki ağaçları odun olmak üzere satmasını ister ve ar alarmda," Basra'lı bir kaç kişinin bu ağaçlara bakıp, miktarını tahmin etmesi hususunda" ittifak ederler; onlar da bakıp "yirmi beş yük odun bulunduğunda" görüş birliğine varınca; müşteri, bu ağaçları belli bir bedelle satın alıp ağaçları kestikten sonra, odun yirmi beş yükten fazla çıkınca, satıcının, müşteriyi bu fazlalığı almaktan men etme hakkı olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvalan'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimse, su mecrası ile beraber bir bağ satar ve: "Bütün hakları senindir." der ve bu suyun yolunun geçtiği yerin kenarında da dikili ağaçlar bulunursa, satıcının mülkünde olan ağaçlar müşterinin olur.

Suyun geçtiği yer, satıcının mülkü olmadığı halde, buradaki ağaçlan satıcı dikmiş olursa bu ağaçlar satıcının olur. Ve bunlarda müşterinin bir hakkı olmaz.

Bu ağaçları satıcı da dikmemişse, kim dikmişse onun olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kendisine ait olan bir köyü hududunu zikretmeden satarsa, bu köy, evlerin bulunduğu yerdir. Tarlalar satışa dahil değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse,sahibi bulunduğu bir köyü yeri ile beraber satar ve bu şahsın, o köye bitişik başka köyleri de bulunur ve müşteriye: "Sana şu köyü   hududu ile sattım."   veya  "....ikinci   köyü..:";   "...üçüncü köyü....";   "...dördüncü   köyü..."   derse,   sattığı  köyü   takip   eden satmadığı köy de, satışa dahil olur.

Eğer: "Yalnız bu köyün hududu ile..." derse, diğer köyler satışa dahil olmazlar. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu Allahu Teâiâ bilir. [37]

 

3- Zikredilmediği Halde Satışa Dâhil Olan Menkûller

 

Bir kimse bir köle veya câriye satarsa, bunun avret mahallini örtecek kadar elbise vermesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kölenin ve cariyenin  elbisesi,  şartsız olarak  satışa dahildir. Çünkü, bu örftür.

Ancak,sahibinin piyasaya arz etmek için giydirdiği kıymetli elbise, örf olmadığı için şarta bağlıdır.

Örf olan elbise, her gün iş ve hizmet esnasında giyilen elbisedir.

Satıcı isterse, köle veya cariyesinin üzerinde bulunan kıymetli elbi­seyi çıkarıp başka bir elbise giydirmek; isterse, onu bu elbise ile vermek hususunda muhayyerdir.                              

Çünkü, örfte satışa dâhil olan elbise, kâfi miktardaki elbisedir. Bizzat, köle veya cariyenin üzerinde bulunan elbise değildir.

Bunun içindir ki, çıkarılan bu elbisenin kıymeti, köle veya cariyenin satış bedelinden düşülmez.

Hatta, satılan bir cariyenin üzerindeki elbiseye bir şahıs sahip çıkar ve buna hak kazanırsa, müşteri satıcıya baş vurarak, ona bir elbise isteyemez.

Keza, müşteri elbisede bir kusur bulursa, onu geri veremez. Tebyîiı'de de böyledir.

Müşterinin yanında elbise zayi olduktan sonra, bu câriye bir aybından dolayı iade edilirse, bedelde bir eksiltme olmadan, —satıcı tarafından, müşteriye— tamamen ödenir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Müşteri cariyede bir kusur bulursa, onu üzerindeki elbiseden başka bir elbise ile geri gönderebilir. Bu hüküm, elbisenin zayi olması hâlinde geçerlidir. Ancak o elbise durmakta ise, müşteri bu cariyeyi onunla iade eder.

Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Bir kimse, parmağında yüzük ve kulaklarında küpe bulunan bir cariyeyi satar ve satış akdedildiği sırada da bunlardan bahsetmez ve bu satıcı: "Satışa, zîynet eşyalarından bir şey dâhil olmaz." dediği halde, bunları cariyeye teslim eder ve geri istemezse, bunlar cariyenin ve dolayısıyle de müşterinin olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satış esnasında malı bulunan bir köleyi satar ve malından bahsetmezse, bu mal satıcının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sahih olan budur. Cevahire'1-Ahlatı'de de böyledir.

Bir kimse,  kölesini malı ile birlikte satıp:  "Malı ile birlikte sattım." dediği halde, malının neler olduğunu söylemese, bu satış fasid olur.

Keza, bu şahıs kölesinin malını    söylediği halde:  "Bu mal, insanlarda alacak olarak bulunmaktadır." veya "Bir kısmı alacaktır." derse, bu satış da fâsiddir.

Kölenin malı ayn olur ve kendisinin satıldığı bedelin cinsinden olmazsa, bu satış caiz olur.

Kölenin malı, satıldığı bedelin cinsinden olur ve satıldığı bedelden fazla bulunursa, bu satış caiz olur. Bu kölenin, satıldığı bedelden fazla dirhemlerinin bulunması gibi...

Eğer, kölenin malı, kendi bedeli kadar veya ondan daha az olursa, satış caiz olmaz.

Şayet, kölenin malı satış bedelinin cinsinden değilse; meselâ: Kölenin bedeli dirhemler olduğu halde malı dinarlar ise veya durum bunun aksi ise, aynı mecliste teslim alınması şartıyle satış caiz olur.

Keza, müşteri kölenin malını teslim alır ve onu kölenin bedeline karşılık olarak nakden öder ve köleyi teslim almadan da ayrılırlarsa; kölenin   malı   ile  yapılan   satış,   bâtıl   (=   geçersiz)   olur.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Atın ve devenin satışlarında, —söylenmese bile— yularları satışa dahil olur.

Eşek satışında ise, yular söylenmeden satışa dahil olmaz.

Çünkü, at ve deve yularsız çekilip götürülemez; eşek ise böyle değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Merkebin boynunda bağlı olan ip, örfen satışa dahil olur. —O beldede—    böyle bir örf yoksa, bu ip de satışa dahil olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, eşeğini palanlı ve keçeli olarak satarsa, bunlar satışa dâhil olurlar. Muhtar olan budur. Zahîriyye'de de böyledir.

Şeyhu'l-İmâm Ebû Bekir bin Fadi şöyle demiştir:

Bu şart koşulmamışsa palan satışa dâhil olmaz. Satıldığı sırada eşeğin palanlı olup olmaması da müsavidir. Bu aşikardır. Çünkü, eşek eğer palanı ile satılacaksa, satıcı: "Ben, onu giyeceği ile satıyorum" der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Deve satışında, semer de satışa dahildir.

Bir kimsenin üzerinde eğeri bulunan bir atı satması hususunda kitaplarda bir rivayet yoktur.

Âlimler: "Münâsip olan, atın eğerinin satışa dâhil olmamasıdır. Ancak, özellikle eğerin zikredilmesi veya eğerden dolayı atın fiatının yükseltilmesi hâli müstesnadır.

Atlar çoğunlukla çıplak satılırlar. Gıyasiyye'de de böyledir.

Hayvanların gemleri, ineklerin, öküzlerin boynuzlanndaki ipler,. —örf olmadığı için— şart koşulmadan satışa dâhil olmazlar.

Ancak, örfte bunların satışa dahil olduğu yerler de satışa dahil olurlar. Tebyîn'de de böyledir.

Devenin yavrusu, eşeğin sıpası, ineğin buzağısı, koyunun kuzusu, satış yerine anaları ile beraber gelmişlerse, bunlar da -hâlin delâletiyle- satışa dâhil olurlar.

Ancak örf, hâlin delâletinin aksine ise, bu durumda, bunlar ana­larının satışına dâhil olmazlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Alimlerimiz: "Bir kimsenin satın aldığı balığın karnından, sedefin içinde bulunan bir inci çıkarsa, bu inci müşterinin olur.

Bu inci, sedefinin içinde olmaz ve bizzat satıcı tarafından avlanmış bulunursa, müşteri onu satıcıya verir.

Bu, satıcı için buluntu gibi olur ve satıcı onu tasadduk eder. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Balığın karnından çıkan şey, balığın yediği cinsten ise bu satıcının; böyle değilse, müşterinin olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı tavuğun karnından inci çıkarsa, bu inci satıcının olur. Muhiyt'te de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Uçan hayvanların kursağında bulunan şeyler, yenilen cinsten olursa, o müşterinin olur. Böyle değilse, o şey satıcının olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir balığın karnında bulunan diğer bir balığın karnında inci bulunursa, bu inci satıcının olur.

Şayet balığın karnında sedef, onun içinde de et ve etin içinde de inci bulunursa; bu inci, sedefte bulunmuş gibidir ve bu durumda da, bu inci müşteriye ait olur.

Keza, yenilmesi için inci kabuğu alınır ve onun da içinde inci bulu­nursa, bu müşterinin olur. Zehıyre'de de böyledir.

Satışa tâbi  olarak dâhil  olan  şeylerin  karşılığında bir bedel gerekmez.     

Bunun içindir ki, Kunye'de şöyle denilmiştir:

Bir kimse bir ev satın aldıktan sonra, onu yapma cihetine giderse; bu şahıs o evin satış bedelinden hiç bir şey eksiltemez.

Bu eve, hak sahibi olan.bir şahıs çıksa bile, hüküm böyledir.

Koyunun yünü bunun hilâfınadır. Şart koşmaları hâlinde, yünün bedeli, koyunun bedelinden düşülmez.

Yani, bir kimse, üzerinde yünü bulunan bir koyunu satarken: "Yünü benimdir." diye şart koşarsa,hem koyunun, hem de yünün bede­lini alır. Aksi takdirde, yünün bedelini- alamaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

En doğrusunu, AHahu Teâlâ bilir. [38]

 

6- ALIŞ-VERİŞTE ŞART KOŞULAN MUHAYYERLİK

 

Bu babda:

1) Sahih Olan veya Sahih Olmayan Muhayyerlik­ler.

2) Muhayyer OLan Şahıs Ne Yapacaktır ve Muhayyerliğin Hükmü Nedir?

3) Satışta Geçerli Olan veya Geçerli Olmayan Muhayyerlik.

4) Alıcı ve Satıcının Muhayyerliğin Şartında Görüş Ayrılığına Düşmeleri.

5) Akidde Bulunmayan Muhayyerlik ve Muhay-yerliğib Bazı Şartları

6) Ta' yin Muhayyerliği

7) Müşterinin Ta'yin Muhayyerliği Hususunda İhtilâfı, Muhayyerlik Şartı ile İlgili, Satılan Şeye Karşı Suç İşlemek ve Bu Konu İ'e İlgili Diğer Mes'eleler olmak üzere yedi bölüm vardır. [39]

 

1- Sahih Olan Veya Sahih Olmayan Muhayyerlikler

 

Bize göre, alış-verişte, bir tarafın veya her iki tarafın muhayyerliği şart koşmaları sahihtir.

Keza, bize göre,  —alış-verişte taraf olmayan— bir yabancının muhayyerliğinin şart koşulması da caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da

Muhayyerlik, alış-verişi feshetmek için konulur. Satışa razı olmak için muhayyerlik gerekmez.

Alış-verişi feshetme muhayyerliği için belirlenen vakit geçince, akid tamam olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.[40]

 

Muhayyerliğin Nevileri

 

Bir kaç çeşit muhayyerlik vardır:

1) İttifakla fâsid olan muhayyerlik:

Bir kimsenin: "Günlerce muhayyer olmak üzere..." veya "Ebe-diyyen muhayyer olmak şartıyle satın aldım." demesi gibi...

2) İttifakla caiz olan muhayyerlik:

Üç güne kadar veya daha az bir müddet içinde muhayyer olmak   ' gibi...

3) Caiz olup olmadığı ihtilaflı olan muhayyerlik:

Bir kimsenin: "Ben, bir ay (veya iki ay)'muhayyerim." demesi gibi...

Bu tarz bir muhayyerlik, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre fâsid; İmâmeyen'e göre ise caizdir. İnâye'de de böyledir. [41]

 

Muhayyerliğin Müddeti

 

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, üç günden, fazla muhayyerlik caiz değildir.

İmâmeyn'e göre ise, belirli bir müddet söylenmişse, bu muhayyerlik caizdir. Muhtâru*l-Fetâvâ'da da böyledir.

Sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Cevâhiru'l- Ahlâtî'de de böyledir.

Muhayyerlik, üç günden fazla şart koşulursa, akid fâsid olur. Ancak, üç gün muhayyer olmaya izin verilince, akd sahih olur.

Kâfi'de de böyledir.

Muhayyerliği üç günden fazla şart koşarlar veya bir vakit belirt­mezler yahut da meçhul bir vakit  söylerlerse, bu muhayyerlik, üç gün olarak caiz olur.

Muhayyerlik, sahibinin ölmesi veya satılan köle ise onun ölmesi, yahut müşteri tarafından azat edilmesiyle sakıt olur, yahut, yeni bir konuşma ile bu akid, caiz olan bir akid haline dönüşür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Âlimler, başlangıçta bu —muhayyerliği üç günden   fazla Olan— akdin hükmü hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'in kavli üzerine ihtilâf ettiler.

Bu âlimlerden bir kısmı: "Bu akid fâsiddir." dedikten sonra "Dört günden önce olursa sahihtir." diye dönüş yaptılar.

Bu, ehl-ı ırak'ın (= Iraklı âlimlerin) yoludur. Bu görüşe, zâhiru'r-rivâye diyenler de olmuştur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Dördüncü günün bir bölümü geçince, (o zaman) akid bozulmuş olur. Bu   da, Horasan   ehlinin   (=    Horasan'lı   âlimlerin)   yoludur. Nihâye'de de böyledir.

İmâm   Serahsî,   Fahrıf 1-İslâm,   diğer   pek   çok   alimler   ve Mâverâu'n-Nehir   alimleri   yukarıdaki   görüşü   ihtiyar   etmişlerdir. Bahru'r-Râık'ta aa böyledir.

Muhayyerlik için bir vakit belirlenmemişse, muhayyer olan şahsın hakk-ı hıyarı (— muhayyerlik hakkı) üç gün geçtikten sonra bâtıl olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu akid, —bundan sonra— câizliğe dönüşmez. İmâmeyn'e   göre   ise,   bu   satış   câizliğe   dönüşe bilir.   Sirâcü'l- Vehhac'da da böyledir.

Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, müşterinin "ramazandan sonra iki gün muhayyer olduğu" şartını koşar ve bu alış veriş de ramazanın son gününde yapılmış olursa, caiz olur. Ve bu müşterini ramazanın sonundan üç gün, ramazandan sonra da, iki gün muhayyerlik hakkı olur.

Şayet satıcı, müşteriye: "Sana, ramazanda muhayyerlik yoktur." derse, bu ahş-veriş fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.

Hâniye'de şöyle zikredilmiştir:

Ramazanda bir şey satın almış bulunan şahıs, "ramazandan sonra, üç gün muhayyer olmayı" şart koşsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satış fâsid olur.

Bu şekildeki muhayyerlik satıcıya ait olur ve müşteri, satıcıya: "Sana,   ramazanda  muhayyerlik   yok;   ramazandan   sonra  üç   gün muhayyersin." diye şart koşarsa; bütün âlimlere göre, bu muhayyerlik, ahş-veriş   akdini  fâsid  kılar.   {=   bozar.)  Fetâvâyi   Kâdîhân'da   da böyledir.

Bir kimse diğerine, on dirhem karşılığında bir elbise sattığı zaman, bu satıcı, müşteriye: "Ya elbisen benimdir veya on dirhem."' derse; imâm Muhammed (R.A.):  "Bu bir muhayyerliktir." buyurmuştur.

Muhıyt'te de böyledir.

Muhayyerlik, caiz olan satışta sahih olduğu gibi, fâsid olan satışta da sahihtir.

Hatta, bir kimse, bir kölesini, bin dirhemle beraber bir rıtıl da şaraba satıp, muhayyerliği de şart koşar ve satıcının izni ile müşteri bu köleyi teslim alarak azâd etse; onu azâd etmesi caiz olmadığı gibi geçerli de olmaz. Çünkü, satıcı muhayyer olduğu için, bu satışı bozabilir. Fetâ­vâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir  satıcı,  müşteriye:   "Bedelini  üç güne  kadar  ödemezsen, aramızda alış-veriş yoktur." derse, bu satış da, şart da caizdir.

Bunu, İmâm Mu hamın e d (R.A.) Asl'da zikretmiştir. Ve: "Bu mes'elenin vecihleri vardır." buyurmuştur:

a) Müşteri, asla vakit bildirmez:

Meselâ: "Bedelini nakden ödemezsen, aramzida satış yok." demek gibi...

b) Meçhul bir vakit beyân eder:

Meselâ: "Bedelini günlerce ödemezsen, aramızda satış yoktur." demek gibi...

Bu iki halde de, alış-veriş akdi fâsiddir.

c) Bilinen bir vakit beyan eder ve bu vakit de üç gün veya.daha az bir müddet olursa, bu alış-veriş imamlarımızın üçüne göre de caizdir.

d) Belirlenen müddet, üç günden fazla ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu alış-veriş fâsiddir." buyurmuş; İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bu alış-veriş caizdir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu durumda, müşteri, aldığı şeyin bedelini, üç güne kadar nakden öderse, satış, bütün imamlarımıza göre caizdir. Hidâye'de de böyledir.

Bu müşteri, eğer satın aldığı köleyi, bedelini henüz ödemeden, üç gün içinde azâd ederse, bu azâd etmesi geçerli olur.

Çünkü, bu alış-veriş, müşteri için şartlı bey' menzilindedir.

Üç gün geçtiği halde bedel ödenmezse, sahih olan satış fâsid olur; fakat, münfesih olmaz.

Hatta müşteri, bu köleyi, üç gün geçtikten sonra azâd etse bile, köle kendi yanında ise, itki ( — azâd etmesi) geçerli olur. Ve bu durumda, kölenin bedelini satıcıya öder.

Bu köle, satıcının yanında ise, —üç gün geçtikten sonra— azâd etmesi geçerli olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kime, bir köleyi, "bedelini geri iade etmek üzere," nakden satar ve bu kölenin bedelini geri verirse; bu caiz olur. Bunun manâsı, "satıcı muhayyerdir." demektir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin bu şart altında sattığı köleyi, müşteri teslim alırsa, onun kıymetini mazmundur. (= ödemesi lâzım gelir.)

Şayet, müşteri, bu şartla aldığı köleyi azâd ederse, bu itki geçerli olmaz.

Ancak bu durumda, bu köleyi satıcı azâd etmiş olsa, itki (= azâd etmesi) geçerli olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Muhayyerlik, alış-veriş akdi sırasında şart kılınması halinde sahih olduğu gibi bu akdi müteakiben şart koşulması hâlinde de sahihtir.

Hatta, alış-veriş tamam olduktan sonra, satıcı müşteriye veya müşteri satıcıya: "Üç gün muhayyersin." dese veya buna benzer bir söz söylese, bu sahih olur. Ve o şahıs, söylenen müddet içinde muhayyer olur.

Muhayyerlik fasid olunca, alış-veriş de fâsid olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, bu alış-veriş fâsid olmaz.

Bir kimse diğerine bir şey satıp, müşteri de, satılan bu şeyi teslim aldıktan sonra günler geçse ve satıcı, o zaman alıcıya: Sen muhayyersin.'' dese; aynı mecliste olduğu mü ddetce, mü steri muhayyerdir. Çünkü bu söz, "sen istersen, satışı bozarsın, "demek yerindedir.

Bu durumda satıcı: "Sen, üç gün muhayyersin. derse, müşteri, üç gün muhayyer olur. Muhıyt'te de böyledir. Bu sahihtir. Fetâvâyi Kâd-ıhân'da da böyledir.

Fetâvâyi Attabiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir satıcı, müşteriye: "Akdetmiş bulunduğumuz ahş-verişte seni muhayyer kıldım." dedikten sonra müşteri mutlak surette bir şey satın alırsa, İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, bu satışta, muhayyerlik sabit olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Satıcı, muhayyerliği geceye veya öğle vaktine yahut üç güne kadar diye şarta bağlarsa, muhayyerlik gecenin sonuna; öğle vaktinin tamam­lanmasına veya üçüncü günün bitmesine kadar geçerlidir. Bu vakitler çıkmadan, muhayyerlik son bulmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre, muhayyerlikte gaye (= son, nihayet) yoktur. Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bu mes'ele, Asl'da zikredilmiştir.

Hasan bin Ziyâd, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den, Asl'da zikredilenin hilafını zikretmiş ve şöyle demiştir:

Geceye kadar muhayyerliği şart kılarak satış yapan kimsenin muhayyerliği, güneşin batmasını kadardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, güneş batınca, bu muhayyerlik bâtıl olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyerliği şart koştuktan sonra, bunun (bir veya) iki gününü düşürürse, sanki yalnız bir gün şart koşmuş gibi olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Üç gün muhayyer olmak şartı ile bir köle satan kimse, o üç gün içinde, bu kölenin kazancını alır veya onu kendisine hizmet ettirirse, böyle yaptırması caiz olur ve bu muhayyerlik de bâtıl (=  geçersiz) olmaz.

Ancak, bir kimse, üç gün üzümünü yemek şartıyle bir bağ satarsa, bu satış caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Baba veya vasî, küçük çocuğun bir malını satar ve kendisinin muhayyer olduğu şartını koşarsa, bu caiz olur.

O günler içinde, bu çocuk bulûğa ererse, muhayyerlik müddeti sona erer.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, muhayyerlik bu çocuğun hakkı olur.

Bu muhayyerlik müddeti içinde, satış tamam olursa; muhayyerlik caiz olur. Fakat, satışı reddederse, muhayyerlik de geçersiz olur. Fetâ­vâyi Suğrâ'da da böyledir. [42]

 

2- Muhayyer Olan Şahıs Ne Yapacaktır Ve Muhayyerliğin Hükmü Nedir

 

Satıcının muhayyer olması şart kılındığı zaman, o, satılan   şeyi, bi'1-ittifak mülkünden çıkarmaz.

Satılanın bedeli ise, bi'1-ittifak mülkünden çıkarmaz-Satılanın bedeli ise, bi'1-ittifak müşterinin mülkünden çıkar. Bu bedel, satıcını mülküne girer mi? İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, girmez.

İmâmeyn'in kavline göre ise, bu bedel satıcının mülküne girer. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, muhayyerlik hem satıcıya, hem de müşteriye şart koşulursa; akdin hükmü, asla sabit olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir. Müşterinin   muhayyer   olması   hâlinde,   bedel,    bi'1-ittifak, müşterinin mülkünden ayrılmaz.

Satılan şey ise, bi'1-ittifak, satıcını mülkünden çıkar.

Satılan şey, müşterinin mülküne dâhil olur mu?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye, dâhil olmaz.

İmâmeyn'e göre, dahil olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bu esas üzerine, muhtelif mes'eleler bina edilmiştir:

1) Bir kimse üç gün muhayyer olmak üzere, bir kadın nikahlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre, bu nikâh fâsid olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, bu nikâh fasid olur.

Bu koca, muhayyerlik müddeti bitmeden önce cima' ederse; nikahladığı hanımın kız olması halinde muhayyerlik sakıt olur. Dul ise, muhayyerlik düşmez; kadını   reddedebilir.

İmâmeyn'e göre, bu şahıs muhtar olur.  Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu hüküm cima'm kadına bir noksanlık  vermemesi halinde geçerlidir.

Eğer bu cima', kadına noksanlık verir ve bu kadın da dul olursa, bu şahıs, onu reddetmekten menedilir. Yani bu koca, bu süre içinde bile, bu kadını reddedemez. NehrıTİ-Fâık'ta da böyledir.

Eğer bu şahıs, o kadını nikâhla almamış ve.cima'da etmemişse, —kadın, dul olsun, kız olsun,— bu durumda, o şahıs muhtardır. Bu, bi'I-icma' böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu durumda, cima'ın kadına noksanlık,verip vermemesi de mü-sâvîdır. Nihâye' de de böyledir.

2) Satın alınan câriye, muhayyerlik müddeti içinde, nikahlı olduğu halde doğum yaparsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ümm-ü veled olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, bu câriye ümm-ü veled olur. Hidâye'de de böyledir.

Bu hüküm, cariyenin, muhayyerlik müddeti içinde, satıcının yanında olması hâlinde geçerlidir.

ancak, bu cariyeyi müşteri teslim almış ve câriye onun yanında, muhayyerlik müddeti içinde doğum yapmış olursa, muhayyerlik sakıt olur.

Bu durumda, bu câriye, müşterinin mülkü ve bi'1-ittifak ümm-ü veledi olmuş olur. Çünkü, o câriye, doğum yapmakla kusurlanmış olur.

Kifâye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı bir cariye bu şahıstan doğum yapar ve muhayyerlik de şart kılınmış olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu câriye, sadece satın almış olmasından dolayı,o şahsın ümm-ü veledi olmaz. Ve muhayyerliği, hâli üzere devam eder. Ancak, bu şahıs, onu ihtiyar ederse, bu durumda, o cariye, ümm-ü veled olur.

İmâmeyn'e göre de, bu câriye satın alması ile o şahsın ümm-ü veledi olur. Muhayyerlik ise, bu durumda bâtıl (= geçersiz) olur. O şahsın, bu cariyenin bedelini, tam ödemesi gerekir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyle­dir.

3) Eğer, müşteri yakın aldığının yakını ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —bu durumda— azâd edemez. İmâmeyn'e göre ise, azâd eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

4) "Ben, bir köleye sahip olursam; işte o hürdür." diyen birkimse, muhayyer olarak bir köle satın alırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)" ye göre, bu şahıs, bu durumda, o köleyi azâd edemez.

İmâmeyn'e göre, bu şahıs, o köleyi azâd edebilir. Fakat,   "Bir köle satın alırsam,  işte o hürdür." diyen kimse, muhayyer olarak bir köle satın alırsa, bi'1-ittifak bu köleyi azâd edebilir.

5) Bir kimse, muhayyerlik şartıyla bir câriye satın alır ve bunu da teslim aldıktan sonra, muhayyerlik müddeti içinde, bu câriye hayız olursa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, istibrâsına, bu hayız kâfi gelmez.İmâmeyn'e göre ise, kâfi gelir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müşteri, bu satışı bozar ve bu cariyeyi satıcıya geri verirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satıcıya karşı, istibrâ[43] gerekmez.

Geri verişin, teslimden önce veya sonra olması halleri de müsavidir.

İmâmeyn'e göre, şayet satışı bozup, bu cariyeyi geri verme kabzden önce ise, istihsânen, istibra gerekmez; kıyâsen ise gerekir.

Eğer, geri veriş teslim alındıktan sonra olursa, kıyâsen de istih­sânen de satıcıya karşı isitbra gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

6) Müşteri, satın aldığı şeyi, teslim aldıktan sonra, satıcının yanına emaneten bırakır ve bu şey de muhayyerlik müddeti içinde veya bu müddet bittikten sonra, onun yanında helak olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş fesholmuş olur. İmâmeyn'e göre ise, fes-holmaz. Ve bu şeyin kıymetini, müşteri öder. Muzmarât'ta da böyledir.

Fakat, muhayyerlik satıcıya ait olur, ve o, sattığı şeyi müşteriye teslim ettikten sonra, müşteri, onu, satıcıya emânet eder ve muhayyerlik müddeti içinde bu şey satıcının yanında helak olursa, bu ahş-veriş bi'1-ittifak bâtıl (= geçersiz) olur. Fethu'l-Kadîr 'de de böyledir.

Bir müşteri, satın aldığı şeyi, satıcının izni ile veya onun izni olmadan teslim alır,bedeli peşin veya vadeli olur ve bu müşterinin görüp gözetmek için muhayyerlik hakkı da bulunur ve bu muhayyerlik müddeti içinde, o şeyi, satıcının yanma emânet olarak bırakınca, bu şey, orada zayi olursa, bi'1-icma', müşterinin malı olarak helak olmuş olur. Ve bu müşteri, satın almış bulunduğu bu şeyin bedelini, satıcıya tam olarak öder. Nihâye'de de böyledir.

7) Bir kimse, me'zun (= ticaret yapmasına izin verilmiş) bir köleyi, kendisi için muhayyerliği şart koşarak satın aldıktan sonra satıcı onun bedelinden vaz geçse, bu müşterinin muhayyerliği hâli üzeredir. İsterse, bu köle, bedelsiz olarak, bu müşterinin olur; isterse, satışı feshedip, bu köleyi,  satıcıya,  bedelsiz olarak geri verir.  Bu,  İmâm  Ebû  Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

İmâmeyn'e göre ise, bu satış caiz muhayyerlik ise, bâtıldır. Muz­marât'ta da böyledir.

8) Bir zimmî, diğer bir zimmîden şarap veya domuz satın alır, bunu teslim almadan önce de, bu zimmîlerin birisi veya ikisi birden müslüman olursa, bu satış bâtıl (= geçersiz) olur.

Bu ahş-veriş akdinin, muhayyerlik şartı ile yapılmış olması ile muhayyerliğin bulunmaması halleri de müsavidir.

Zimmî müşteri, o malı teslim aldıktan sonra müslüman olursa, muhayyerlik şartının olmaması halinde, bu satış caizdir; bâtıl olmaz.

Eğer, bu alış-verişte, muhayyerlik şartı olur ve muhayyer olan da müslüman olan da satıcı ise, bu satış bâtıl olur.

Bu durumda, muhayyer olan müşteri ise, satış bâtıl olmaz. Satıcı,* hâli üzere muhayyerdir: İsterse, satışı bozup, içkisini veya domuzunu geri alır; isterse, bu alış-verişi geçerli kılar; içki hükmen müşterinin olur. Bu müslüman, hükmen içkiye mâliktir.

Muhayyerlik hakkı müşterinin oiur, o da müslüman olmuş bulu­nursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegÖre, bu ahş-veriş akdi batıl olur.

İmâmeyn'e göre, bu akid tamamdır; bâtıl değildir.

Eğer, satıcı müslüman olmuşsa, satış bi'1-icma batıl olmaz. Müşterinin muhayyerliği ise, hali üzeredir: İsterse, satışı geçerli kılar; isterse fesheder. Bu durumda içki, müslüman olanın olur. Yani, müs­lüman, bu içkiye hükmen maliktir. Nihâye'de de böyledir.

9) Bir kimse, muhayyer olmak şartı üe bir geyik satın alıp, onu teslim aldıktan  sonra da ihrama girse,  geyiğin yanında bulunması halinde, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş bozulur ve o geyik satıcıya geri verilir. Müşteriye ise, bir şey gerekmez.

Muhayyer olan satıcı ise, bi'1-icma' satış bozulur. Muhayyer olan müşteri ise.satıcı ihrama girince, müşteri geyiği geri iade eder. Fethtf I-Kadîr'de de böyledir.

10) Bir müslüman, diğer bir müsİümandan, muhayyer olmak şartı ile şıra satın alır ve muhayyerlik müddeti içinde de bu şıra şaraplaşırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş fâsid'dir.

İmâmeyn'e göre ise, bu alış-veriş tamamdır. Nihâye'de de böyledir.

11) Müşterinin muhayyer olması hâlinde, akid bozulunca, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, fazlalık satıcıya iade edilir.

İmâmeyn'e göre ise, bu fazlalık müşterinindir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Bir satıcı, üç gün muhayyer olmak üzere, bir köleye, bir cariye satar ve muhayyerlik müddeti içinde, bu köleyi azâd ederse; satış bâtıl, ıtk (= azâd etme).ise geçerli olur.

Cariyeyi azâd ederse, bu da caizdir. Bu durumda, muhayyerlik sakıt, satış ise tamam olur.

Bu şahıs, her ikisini birden, bir kelâmla azâd ederse, ikisi de azâd olmuş bulunur. Ve köle, cariyenin kıymetini borçlanmış olur.

Bu durumda, müşterinin azâd etmesi geçerli oimaz.

Muhayyerlik hakkı müşterinin olursa, bu hükümler tersine olur.

Eğer câriye, satıcının kızı olur ve muhayyer olan da o olursa, bu satıcı, o cariyeyi ıtk (= azâd) edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak şartı ile bir köle satın alırsa, durum ne olur?

— Bu köleyi satan şahıs, üç gün geçene kadar, onun bedelini müşteriden isteyemez. Hâvî'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bişr:  "Ben, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu işittim." demiştir:

Bir kimse, muhayyer olarak bir köle satın aldığı zaman, satıcı, bu köleyi müşteriye teslim etmesi için cebredilemiyeceği gibi, müşteri de, bu kölenin bedelini satıcıya vermesi için cebredilemez.

Müşterinin, bu kölenin bedelini vermesi hâlinde, satıcıya, köleyi teslim etmesi için cebredilir.

Eğer satıcı, bu köleyi, müşteriye teslim etmiş olursa, bu durumda da, müşteriye, kölenin bedelini satıcıya ödemesi hususunda cebredilir.

Eğer, muhayyer olan satıcı olur ve müşteri de bedeli peşin ödeyip, köleyi teslim almak ister, satıcı ise, buna mâni olursa, buna hakkı vardır ve aldığı bedeli geri vermesi için de zorlanamaz.

Âlimlerimiz şöyle demişlerdir:

Muhayyerlik, pazarlığın tamamını men eder. Muhayyerliğin, satı­cıya veya alıcıya ait olması; satılan şeyin bir şey veya pek çok şey olması; (bunların bazısına izin alıp, bazısına almamak olmaz); satılan şeyin teslim alınmış veya teslim alınmamış olması halleri müsâvîdir.

Çünkü, satılan şeyi tefrik etmek caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Muhayyerlik satıcıya âit olur, satılan şey de, teslim edilmiş olduğu halde, onun bir kısmı helak olmuş bulunursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, satıcı, bu satışı caiz kılar.

İmâm Muhammed (R.A.): "Satılan şey, tefâvüt eden (= farklılık gösteren, değişiklik arzeden) şeylerden ise, bu ahş-veriş bozulur. Satıcı, geride kalana da izin vermez.

Satılan şey, eğer ölçülen, tartılan veya sayılan cinsten olur ve bun­ların bir kısmı da helak olmuş bulunursa, bu durumda satıcı, geride kalanların bedelini alır.

Satılan şey, müşterinin yanında iken, onu birisi helak ederse, satıcı bu satışı geçerli sayar ve bedelini müşteriden alır.

Bu,  İmâm-ı  A'zam  Ebû  Hanîfe (R.A.) ile,  İmâm  Ebû  Yûsuf (R.A.)'un önceki kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), daha sonra: "Satıcı, müşterinin rızası olmadan, satışı ilzam edemez." buyurmuştur.

Satın alınan iki köle, satıcının yanında durmakta iken, bunlardan birisi ölürse, müşteri razı olmadan, satıcı, diğerini bu müşteriye veremez. Hâvî'de de böyledir. [44]

 

3- Alış-Verişte Geçerli Olan Veya Olmayan Muhayyerlik

 

Kendisinin muhayyerlik hakkı bulunan bir kimse, —ister satıcı, ister alıcı, ister bir yabancı olsun— bütün fakıyhlere göre, muhayyerlik müddeti içinde, isterse bu ahş-verişi caiz görüp ona razı olur; isterse, bu ahş-veriş akdini fesheder.

Eğer, bu şahıs, satışa izin verdiği halde arkadaşı huzurda olmaz ve onun bilmemesini isterse, satış caiz olur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Satıcının muhayyer olması hâlinde, satışın caiz ve geçerli olması, şu üç mânâdan birisi ile olur:

1) Müddeti içinde, satışa sözle izin vermek: Şöyle ki:

Satıcı: "Satışa izin verdim."; "Ona razı oldum," "Muhayyerliğimi düşürdüm." der veya bunlara benzer bir şey söylerse, satış geçerli olur. FethıTl-Kadîr'de de böyledir.

Bu kimse: "Almaya meylettim."; "Kabul ettim."; "Hoşuma gitti." veya "Bana muvafıktır." dese, bu satış bâtıl olmaz.

2) Satıcının muhayyerlik müddeti içinde ölmesi:

Satıcı, muhayyerlik müddeti içinde ölürse, muhayyerliği de, akdinin geçerliliği de bâtıl olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

3) Fesh ve icazet olmadan muhayyerlik müddetinin bitmesi: Alış-veriş   akdi   feshedilmeden   veya   —muhayyer   olan   şahıs tarafından— buna izin verilmeden, muhayyerlik müddeti tamam olursa, bu durumda satış, hâli üzeredir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Keza, muhayyer olan şahıs bayılır veya aklî muvâzenesi bozulur ve bu durumda muhayyerlik müddeti biterse, yine satış hali üzeredir.

Şayet, böyle bir duruma düşen şahıs, muhayyerlik müddeti içinde ifâ kat bulursa (= iyileşirse) Şeyhu'l-İmâmü'z-Zâhid Ahmed Tavâvîsî'nin: "Bu şahsın muhayyerliği, üzerinde olmaz." dediği rivayet edilmiştir.

Şemsül-Eimme Halvânî ise: "O şahsın muhayyerliği üzerindedir. Bu, me'zun hakkında mensûstur." demiştir. Esahh olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Aslında, bayılmak ve cinnet getirmek, muhayerliği düşürmez. Çünkü, zaman, —muhayyer olan şahsın— ihtiyarının haricinde geçmiş olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Muhayyer olan şahsın, uyuyarak bu müddeti geçirmiş olması hâlinde de, hüküm böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Muhayyer olan bir kimse, içkiden sarhoş olursa, muhayyerliği geçersiz olmaz. Sahih olan budur. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Benuc denilen otu yiyerek,muhayyerlik müddeti içinde sarhoş olan kimsenin muhayyerliği bâtılolur.

Hatta, bu kimsenin sarhoşluğu gitse bile, kalan müddet içinde, muhayyerlik hükmünü icra edemez.

Sahih olan ise, bu hâlin, muhayyerliği ibtâl etmemesidir. Muhiyt'te de böyledir.

Muhayyerlik müddeti içinde irtidâd edip, tekrar müslümân olan kimse, bi'I-icma' muhayyerdir.

Bu şahıs ölür veya öldürülürse, muhayyerliği, bi'1-icma' bâtıl olur.

Bir mürted, inadından sonra, muhayyerlik hükmünü icra ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu şahsın, bu yetkisi durdurulu. İmâmeyn'e göre ise, bu şahsın yetkisi geçerlidir. Zehıyre'de de böyledir. [45]

 

Muhayyerlikte Bey'ın (= Satışın) Feshi

 

Hıyâr-ı şartta (- muhayyerlikte), bey'ın (= satışın) feshedilmesi veya bey'a icazet (— izin) verilmesi, kavlen (= söz ile) sahih olacağı gibi, fiilen (= yapılan bir iş ile) de sahih olur. [46]

 

Satışın Kavlen Feshedilmesi

 

"Ben, satışı feshettim." demekle, satış, kavlen feshedilmiş olur.

Bu durumda bakılır: Eğer, müşteri huzurda ise, fesh sahih olur; kazaya, rızâya ihtiyaç kalmaz.

Eğer, müşteri huzurda yoksa, fesh sahih olmaz.

Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, bu satış, mevkuf ( = durdurulmuş, tutulmuş) olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), buna muhaliftir. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'un muhalefeti, kavlen (= söz ile) yapılan fesih hakkındadır.

Eğer fesih, fiilen olursa, bu durumda, müşteri hazırda olsada olmasa da, bu hükmen fesihtir. Bu, bi'1-ittifak böyledir.

Burada, hazırda olmamaktan maksad, müşterinin, feshe ait bilgi­sinin olmamasıdır.

Huzur (= hazırda olmak) ise, müşterinin, satışın feshi hakkında bilgisinin olmasıdır.

Satıcının satış feshettiği haberi, muhayyerlik müddeti içinde alıcıya ulaşırsa, fesh tamam olur.

Ancak bu haber, müşteriye, muhayyerlik müddeti tamam olduktan sonra ulaşmış olursa, bey' akdi tamam olur. Çünkü, bu durumda, feshten önce muhayyerlik müddeti geçmiş olmaktadır.

Keza, satıcı, fesihten sonra ve müşteri bu fesih haberini almadan önce, satışa izin verirse, bu caiz olur. Bu durumda, fesh de geçersiz kalır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [47]

 

Bey'ın Fiilen Feshedilmesi

 

Satıcı, muhayyerlik müddeti içinde sattığı şeyde bir tasarrufta bulunursa, bu satış feshedilmiş olur.

Meselâ: Satılan şeyin, bir köle olması hâlinde, satıcının onu, azâd etmesi, müdebber veya mükâtep kılması gibi...

Satılan, —köle değil de— başka bir şeyse; onu, birine bağışlaması ve bu bağışı, bağışladığı şahsa teslim etmesi hâlinde, bu satış, bi'1-fiil feshedilmiş olur.

Ancak, satıcının bu bağışı teslim etmemiş olması, fesih sayılmaz.

Müşteri, bu malı rehi bırakırsa, yine satış fiilen feshedilmiş oiur.

Müşteri, bu malı kiraya verirse, —bunu kiraya tutana teslim etsin veya etmesin— yine satış akdi, fiilen feshedilmiş olur.

Amme-i meesâyih'in (= âlimlerin ekserisinin) alıp kabul ettiği kavil budur. Zehıyre'de de böyledir.

Şeyhu'l-İmâm Ebû Bekir bin FadI, şöyle demiştir:

Satıcı, muhayyerlik müddeti içinde, sattığı şeyi, müşteriye, yine muhayyer olmak üzere teslim ederse, muhayyerlik bozulmuş olmaz. Dolayısıyle, bu mal da, müşterinin olmaz.

Ancak satıcı, bu şeyi, müşteriye temlik olarak teslim etmişse, bu durumda, muhayyerlik bâ tıl (= geçersiz) olmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Netice, satıcının sattığı şeyde bulunan, alıcının, ona bedel olarak verdiği   şeyde   de  bulunursa,   bu   satış,   delâleten   feshedilmiş  olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bir köleyi, üç gün muhayyer olmak üzere, zimmetle satıp, bedelini de aldıktan sonra, bu bedeli muhayyerli müddeti içinde müşteriye bağışlar veya bu bedelden vaz geçer yahut bu bedelle o müşteriden bir şey satın alırsa; yaptığı bu şeylerin hepsi sahih olur.

Böylece de muhayyerlik bâtıl (= geçersiz) olmuş bulunur. Çünkü, zimmetinde olan bedel, para gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza satıcı, zimmetinde bulunan bedelle pazarlık ederek bir şey satın almışsa, bu alışı sahih, muhayyerliği ise bâtıl olmuş olur. Bedâi"de de böyledir.

Bu satıcı, zimmetinde bulunan bedelle, —müşteriden değil de— başka bir şahıstan, bir şey satın alırsa, muhayyerliği geçersiz olur. Satış da caiz olmaz.

Bu satıcı, satış bedeli alacaksa, müşteri onu ödeyince, onu alır ve harcarsa, muhayyerlik bâtıl olmaz.

Keza, satıcı, sattığı şeyi müşteriye teslim edince de muhayyerlik bâtıl olmaz.

Muhayyer olan müşteri ise, satıcının, alacağından vaz geçmesi, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, sahih olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Aralarındak satış işlemi, mhuayyerlik müddetinin bitmesi ile tamam olmuş veya bu müddet içinde mhuayyerlik sakıt olmuşsa, satıcının ibrası (= alacağından vaz geçmesi) caiz ve geçerli olur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hulâsa: Bu gibi mes'elelerde, satış bedeli bir şey olunca, satıcı onu teslim aldığı  ve onda satmak veya bağışlamak  gibi bir tasarrufta bulunduğu zaman, bunlar, bu satışın geçerli olduğunun alâmetidir.

Ancak, satılan şeyin bedeli, —bir mal değil de— para (dirhemler, dinarlar) ise, onu harcamak, satışın geçerli olduğuna bir delil olmaz. (Bu paranın, müşteriden veya başka bir şahıstan, bir şey alınarak harcanmış olması da müsavidir.) Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, ikisinde de muhayyer olmak üzere, iki tane köle satar, müşteri bunları teslim aldıktan sonra, birisi Ölür veya ona bir hak sahibi çıkarsa, geride kalan kölenin satışı caiz olmaz.

Alan da, satan da, bu satışa razı olsalar bile, hüküm böyledir. Çünkü satış, muhayyerlik şartı ile yapılmıştır.

Bu köleler hayatta iken, satıcı, bu kölelerin biri hakkında: "Satışı bozdum." dese, bu sözü geçersiz olur. Ve, ikisi hakkındaki muhayyerliği bakidir.

Keza, bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere, bir köleyi sattıktan sonra: "Kölenin yansı hakkında, satışı bozdum." dese, bu söz de batıldır. (= geçersizdir.)

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere yumurta veya çiçek tohumu, çiçek tomurcuğu satar ve bu müddet içinde yumurtadan civciv çıkar yahut tomurcuk çiçek açarsa, satış bâtıl olur.

Bu durumda, müşteri muhayyer olursa, mes'ele hâli üzeredir ve muhayyerliği bakîdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu satış, muhayyerlik şartı ile yapılmamışsa, bu durumda müşteri serbesttir: İsterse, yumurtadan çıkan civcivleri alır; isterse, bunları verip parasını geri alır. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere bir yer satar ve —satılan yerle bedelini— karşılıklı teslim almalarından sonra, satıcı, üç gün içinde satışı bozarsa, bu yer, kıymetine karşılık olarak müşterinin elinde kalır.

Müşteri de, verdiği bedeli geri alana kadar, o yeri elinde bulun­durur.

Eğer satıcı, o sene zirâat yapıp ekmesi için, müşteriye izin verirse, müşteri eker ve bu durumda, o yer müşterinin yanında emânet olur.

Satıcı o yeri,müşterinin satış bedelini vermeden önce,istediği zaman alabilir. Müşteri o yeri, hapsedemez. Verdiğini almak için, elinde tutamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu yeri ekmesi hâlinde, müşteriye ecr-i misil verilir.

Ve satıcı, bu müşteriyi, ekini hasâd etmekten men eder.

Müşteri, bu yeri ektikten sonra, satıcıyı men etmek isterse, satış bedelini verene kadar bunu yapma hakkına sahip değildir.

Müşteri, zirâatın hasat vaktine kadar, ecr-i misil vermeden kaçınır ve ekilenlerin sökülmesini istemeyip, yer sahibine tazminat vermeyi murad ederse, satıcının, zirâat yapmasına izin vermiş olması halinde, bunu yapmaya hakkı olur.

Durum böyle değilse, ancak satıcının rızâsı ile, o mahsûlü hasat eder.

Bu durumda da tazminat gibi bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Sattığı köle hakkında muhayyerlik kendisine ait olan bir satıcı, bu köleye: "Sen, eve girersen hürsün." veya "Eve girersen, sen hürsün." dese; böyle söylemesi satışı bozmak demek değildir.

Keza, böyle bir durumda satıcının, bu köleye: "Sen hürsün." veya ' 'Şu köle hürdür.'' demesi de, satışı bozmak olmaz.

Bu mes'ele, Müniekâ'da zikredilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Muhayyer olarak satılan bir değirmende satıcı, bir şey öğütürse, satış fesholur.

Ancak, bu müşteri öft miktarınca öğütme yaparsa, bu satış sakıt olmaz. Fakat, bundan fazla öğütürse, o zaman, satış bâtıl olur.

Fakıyh Ebû Ca'fer: "Fazla öğütme, bir gün bir gecedir, bundan aşağısı ise, az öğütmedir." Ve muhayyerliği bozmaz." demiştir. Muh-târu'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Satılan şey, teslim alınmadan önce zayi olursa, satış bâtıl ( = geçersiz) olur.

Bu durumda, ister satıcı ister alıcı, isterse ikisi birden muhayyer olsunlar, bir şey değişmez.

Satılan şey, teslim alındıktan sonra helak olur ve muhayyerlik satı­cıya ait bulunursa, satış,bu şekilde bâtıl olur. Çünkü, satılan şey hâli üzeredir.

Muhayyerlik, satın alan şahsa aitse, bu satış bâtıl olmaz. Fakat, muhayyerlik bâtıl olur ve satış bedelini öder. Bedâi"de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine, muhayyerlik şartı ile bir câriye satar ve teslim eder, müşteri de, bu cariyeyi, muhayyerlik müddeti içinde azâd edip veya nikahladıktan sonra da, satıcı, bu satışa rızâ gösterip izin verse; bu durumda, müşterinin azâd etmesi de, nikahlaması da caiz olmaz.

Bu durumda satıcı, satışa izin vermekle, izdivacı bozmuş ve cariyenin fercini, müşteriye helâl kılmış bulunur.

Eğer kocası, bu cariyeye cima' ettikten sonra, satıeı bu satışı bozmuşsa, —önce— bakire olması hâlinde, cima',bu cariyenin kıymetini yüz dirhem düşürmüş olur. Ve müşteri, iki yüz dirhem mehir Öder.

Bu durumda satıcı muhayyerdir: İsterse, kocadan tam mehri alır ve koca da bir yere baş vuramaz; isterse, müşteriden cima', sebebiyle kıymetin noksanlaşan miktarını alır.

Bu durumda müşteri, cariyenin kocasına müracaat ederek, yüz dirhemi ona tazmin ettirir.

Eğer satıcı, cariyeyi müşteriye teslim etmediği halde, müşteri bu cariyeyi, satıcının yanında iken, bir şahsa nikâhlar, kocası da ona cima' ettikten sonra, satıcı, satışa rızâ gösterip izin verirse, o cima', bu cariyeye bir noksanlık vermez. Çünkü, bu câriye dul ve nikâh da fâsiddir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere, bir ev satar; müşteri de, konuşulan   dirhemler   veya   bir   arsa   karşılığında,   bu   satıcı   ile, muhayyerliğin kalkması hususunda anlaşırsa, bu caiz olur.

Keza, muhayyerliğin müşteriye ait olması hâlinde de, satıcı, bu muhayyerliğin kalkması şartı ile satış bedelini düşürerek veya o yeri biraz artırarak sulh olsa, bu da caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satıcı üç gün muhayyer olmak üzere, bin dirheme, bir köle satıp, müşteri de, bedel olarak yüz dinar verdikten sonra, satıcı, bu alış-verişi bozsa, tasarruf bâtıl olur ve satıcı, müşterinin yüz dinarını geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Hişam, şöyle demiştir:

İmâm Muhammed (R. A.)'e sordum:

  Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere, bir ev satınca, satın alan şahıs, evine gizlenerek, o üç günün geçmesini ve satışın geçerli ola-masını istese; bu şahıs, bir bahane ile elde edilebilir mi?

İmâm, şu cevbı verdi:

  Evet. O şahsa, birisi gönderilir. Giden şahıs, bir bahane ile onu ister. Eğer, dışarı çıkarsa ne âlâ. Aksi takdirde muhayyerlik ibtâl edilir.

Ben, yine sordum:

  Onun hasmı: "Ben bir bahane ile şahit edindim. O benden giz­lendi." derse, durum ne olur?

İmâm, şöyle buyurdu:

   Ona:   "Üç gün  içinde,  her gün gittiğine  ve müşterinin  de gizlendiğine dair şahit getir." deriz. Eğer, iş onun dediği gibi ise, aley­hine olan muhayyerlik iptâi olunur.

Bundan sonra, müşteri meydana çıkıp, satıcının iddialarını inkar eder ve ondan muhayyerliğine ve özür beyanına dâir beyyine isterse, o da iddia edilen şeyleri yapar. Zehıyre'de de böyledir.

Üç gün muhayyer olmak şartıyle bir şey satın alan şahıs, bu üç gün içinde, aldığı şeyi geri vermek maksadı ile satıcının kapısına geldiği halde, satıcı gizlenir ve müşteri de, hâkime müracaat ederek, "satıcıya, satın aldığı şeyi geri vermesini" isterse; —bu durumda, hâkimin nasıl davranacağı hususunda— âlimler ihtilâf etmişlerdir:

Bazıları: "Hâkim, müşteri için, hasmını getirtir." demişlerdir.

Muhammed bin Seleme ise: "Hâkim, —bu dâvayı— kabul etmez ve ona bir hasım da nasbetmez. Çünkü bu müşteri, satıcıdan, kendisinin yok olma ihtimâline binâen, bir vekil almamıştır. İşi, satıcıya bırakmıştır." demiştir.

Hâkimin, hasmı getirmemesi hâlinde, müşteri, hâkimden bahane isterse, bu hususta İmâm Muhammed (R.A.)'den iki rivayet vardır:

1) Rivayetin birinde: "Hâkim, bunu kabul eder ve bir adam gönde­rerek, satıcının kapısında: "Hâkim, senin hasmın olan filan şahsın, senden satın aldığı şeyi, şana, geri vermesini söyledi." diye, nida ettirir.

Satıcı, bunun üzerine huzura çıkarsa ne âlâ. Çıkmazsa, satış bozulmuş olur.

Böyle bir özür olmadan, hâkim satışı bozmaz.

2)  Diğer   bir   rivayette   ise: "Hâkim,   —yukarıdakinin   aksine —bahaneyi de kabul etmez.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: "Müşteriye uygun olan: "muamelesini vesikalandırmak ve kefil almaktır. Böylece, satıcı saklanır veya bulunmazsa, aldığı şeyi, bu vekile geri verebilir."' Fetâvâyi

Kâdîhân'da da böyledir

Bir kimse, çabuk bozulan bir şeyi, üç gün muhayyer olmak üzere satın alırsa; kıyâsda, bu müşteri, hiç bir şey için cebredilmez. İstihsanda ise, bu müşteriye: "Ya satışı feshet veya geçerli kıl; iki tarafa da ziyan olmasın." denilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, çabuk bozulan bir şeyi, muhayyerlik olmamak şartıyle satar, müşteri ise, bu malı teslim almadan ve bedelini de ödemeden kay­bolursa; satıcı, o şeyi, bir başkasına satar.

İkinci müşterinin, bunu alması helâl olur. Bu şahıs, daha önce, o şeyin, bir başkasına satılmış olduğunu bilse bile, hüküm aynıdır. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Muhayyerliğin,   satıcı   veya   müşteriye   ait   olduğu   hallerde, muhayyer olan kimse: "Eğer, bugün şu işi yapmazsam, muhayyerliğim bozuldu." dese bile, bu şahsın muhayyerliği bozulmaz.

Keza, bu şahıs, —böyle söylemese de—: "Yarın muhayyerliğimi bozdum." veya "Yarın gelince muhayyerliğimi bozdum." der ve bir gün sonra gelirse, Mtintekâ'da: "Gerçekten, o şahsın muhayyerliği bozulur. Bu, önceki gibi değildir. Çünkü bu, gelmesi muhal olan bir vakittir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi, muhayyer olmak üzere, bir köleye satar; köle de, bu cariyeyi bir şahsa bağışlar veya satışa arzederse, bu durum, satîşa izin vermektir.

Cariyeyi satışa arzetmek, esahh olan kavle göre, satışı feshetmek olur. Bahru'r-Rıuk'ta da böyledir.

Bir kimse, muhayyer oîraak üzere, bir câriye satın ahr ve satıcıya, bu cariyeden başka bir cariyeyi vererek: "İşte, satın aldığım câriye." derse; bu şahsın sözü muteberdir/' Satıcı o cariyeye sahip olur ve cima' da edebilir. Vâkiâtü'l-Husâmiyye'de de böyledir»

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın şov' - buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir müslüman, diğer bir müslümara, —satıcı Jıayyer olmak üzere— sıkılmış üzüm suyu satar, müşteri de bu;.".i teslim alır ve onun elinde iken,bu üzüm suyu şaraba dÖnüşür.Eie,bu stus rnutlaka bozulur.

Bumes'ele, Müntekâ'da zikredilmiştir.

Müşteri, üzüm suyununu bedelini öder.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'den de rivayet edilmiştir.

Hâkim Ebû'1-Fadl, başka bir mevzuda: "Muhayyer olan satıcı, üç gün geçene kadar susarsa, müşterinin, o şeyi satması gerekir." demiştir, bu mevzuda, Bişr: "Gerçekten, satış bozulur." demiştir. Şayet satıcı, satışı geçerli kılarsa, müşterinin razı olmasına itibar edilmez.

Meşhur olan rivayet budur. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, kendisi muhayyer olmak üzere bir köle satar ve bu kölenin de, ticâret yapmasına izin verirse, bu izin, satışı bozmak olmaz.

Ancak, bu satıcının alacağı ödenir. Ve bu şahıs, alacağını alınca, satışı geçerli kılarsa, köleyi kullanması caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse,  kölesini üç gün muhayyer olmak üzere satar ve müşteriye teslim ettikten sonra, onu müşteriden gasbederse; böyle yap­ması ile satış bozulmuş olmaz. Bu durumda, muhayyerlik de bozulmaz. Füsûlü'l-Imâdıyye'de de böyledir.

Bir kimse, kendisi muhayyer olmak üzere, bir köle satar ve müşteri onu teslim aldıktan sonra, bu köle, birisini öldürüp kendisi de ölürse, müşteri, bu kölenin bedelini satıcıya öder.

Kölenin öldürdüğü şahsın velîleri  de,  bu kölenin sahibine baş vurarak, ölenin kıymetini ondan alırlar.

Satıcı da, aynı miktarı, müşteriden alır. Bu durum, gasb menzilinde olur.

Bir kimse, kendisi muhayyer olmak üzere, bir köle satar, bu köle de, kendi yanında bulunur ve bu şahıs, üç gün içinde: "Satışı feshettim ve bozdum." dedikten sonra: "Satışa izin verdim. Razı oldum." der ve müşteri de bunu kabul ederse, —bu satış— istihsânen caiz olur.

Muhayyerlik süresi içinde, bu satıcı, sattığı köleye karşı bir cinayet (= suç) işleyip, onun kıymetini eksilttiği halde, müşterinin: "Ben, böylece alırım." demeye hakkı olmaz. Ancak, satıcının teslim etmesi hâlinde, onu alabilir. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı muhayyer iken, satılan şeyi, bir yabancı helak ederse, satış bozulmuş olmaz.

Bu durumda, satıcı da muhayyer kalır.

Satılan şeyin, satıcının veya müşterinin yanında bulunması halleri demüsâvîdir.

Satıcı, isterse satışı bozar ve cinayet sahibine, o şeyi ödetir.

Keza, satılan şeyi, müşterinin helak etmiş olması halinde de, satıcı muhayyerdir: Ve dilerse, satışı feshedip, bu şeyi, müştyeriye tazmin ettirir.

İsterse, satışı geçerli kılıp, o şeyin satış bedelini, müşteriden alır.

Şayet, satılan şey, satıcının yanında iken ayıplanırsa (= kusurlanıp kıymeti noksanlaşırsa), bu kusurun semavî bir afetle olması veya satıcı tarafından meydana getirilmiş bulunması hallerinde, satış, bâtıl olmaz. Ve satıcı yine muhayyerdir: İsterse, satışı fesheder; isterse geçerli kılar.

Satıcının, bu satışı geçerli kılması hâlinde ise, bu defa da müşteri muhayyer olur: İsterse satış bedelinin tamamını verip, satılan şeyi alır; isterse, —teslim almadan önce, değişiklik olmuş bulunmasından dolayı— olduğu gibi terkeder.

Eğer kusur, satıcının fiili ile olmuşsa, satış bâtıl olur. Fakat, bir yabancının fiili ile olmuşsa, satış bâtıl olmaz.

Bu durumda, satıcı da muhayyerliği üzeredir: Dilerse, satışı feshe­derek, cinayet işleyen şahıstan diyet alır; dilerse, satışı geçerli kılıp, müşteriden satış bedelini alır.

Bu durumda, müşteri de, cinayet sahibine müracaat ederek, o şeyin  diyetini alır.

Keza, satılan şey, müşteri tarafından    kusurlanırsa, satış bâtıl olmaz. Ve satıcı da, muhayyerliği üzeredir.

İsterse, satışı fesheder ve müşteriye tazmin ettirir; isterse, satışı geçerli kılıp, satış bedelini müşteriden alır.

Keza, bu şey, müşterinin yanında iken, müşteri veya bir yabancı tarafından yahut da semavî bir âfet tesiri ile kusurlanmış olursa, satıcı yine muhayyerdir: Dilerse,,satışı geçerli sayar; dilerse fesheder.

Şayet, satışa izin verirse (satış geçerli sayarsa), satış bedelini tam olarak yabancı müşteriden alır

Kusurlama işini, bir yabancı yapmışsa, müşteri ona müracât ederek,

kusurlanan şeyin diyetini alır.

Satılan şeydeki kusur, müşteri tarafından meydana getirilmiş veya semavî bir âfet neticesinde meydana gelmiş olduğunda, satıcı, satışı fes­hederse; satıcı, satılan şeyden baki kalanla.diyetini, müşteriden alır.

Satılan şeydeki kusur, bir yabancı tarafından meydana getirilmişse, satıcı muhayyerdir: İsterse, müşteriden satış bedelini alır. Müşteri de, o yabancıdan, o şeyin diyetini ahr. Bedâi"de de böyledir.

Ebû Süleyman, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir satıcı, muhayyer olduğu halde yanında bulunan satılmış şeye karşı, bir suç işlenir ve bu satıcı, satışı bozarsa; o şey kendisine verilir.

Bu satıcının, satışı geçerli sayması veya muhayyerlik müddeti çıkana kadar susması hâlinde de, müşteri o şeyi olduğu gibi kabul ederse, bu sefer de ona verilir. Veya, satış bedelini satıcı müşteriye öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse,  satıcı muhayyer olmak üzere,  onun oğlunu satın aldıktan sonra, —bu müşteri— ölür, satıcı da, satışı geçerli kılarsa, bu —köle—  çocuk,   babasına  vâris   olamaz.   Fetâvâyi   kâdîhânda   da böyledir.

Üç gün muhayyer olmak üzere, bir koyun satan şahıs, muhayyerlik müddeti içinde, bu koyunun yününü kırkarsa; bu satış bozulmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Muhayyerlik kendisine ait bulunan ve sattığı câriye yanında olan bir satıcı, bu cariyeye cima' ederse; satış bozulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere, bir câriye satar ve bu câriye de müşterinin veya satıcının yanında bir kazanç temin eder veya bir çocuk doğurursa; satışın aralarında tamamlanmış olması hâlinde, bunlar müşterinin olur. Satışın feshedilmesi hâlinde ise, bunlar satıcının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşterinin muhayyer olması hâlinde de bu müşteri, bu cariyeye, yukarıda söylenilen fiillerle veya başka bir şekilde tasarrufta bulunursa bu ahş-veriş geçerlilik kazanır. Yani, bu müşterinin muhayyerlik hakkı ortadan kalkar. Bunun için, müşterinin, bu cariyeye, mülkü gibi tasar­rufta bulnmuş oîması gerekir.

Bunda asıl olan, müşteri, bir şeyi muhayyerlik şartı ile almışsa, onu imtihan etme (= deneme) hakkı vardır.

Ancak, bu deneme, aldığı şeyi, kendi mülkiyetine geçirecek olma­malıdır.

Onu, imtihan maksadı ile, bir şeyle, bir defa iştigal ettirmesi, muhayyerliğinin düşmesine sebep olmaz. İmtihan için gerekli olmayan her hangi bir işi, veya imtihan için olsa bile, mülkü olmayana yapması helâl olmayan bir tasarrufu yapan müşterinin bu davranışı ihtiyarını kulanma manasına gelir. Zehıyre'de de böyledir.

Bu durumda, muhayyer olan, müşteri olur ve bu müşteri, o câa-riyeyi azâd eder veya müdebbere, mükâtebe kılar yahut rehin bırakır veya bağışlar veyahut da kiraya verirse; bunların tamamı, satışın geçerli kılınması demektir. Çünkü, bunlar, Özel mülkte tasarruftur. Nihâye'de de böyledir.

Bu müşteri, bu cariyenin bir kısmını azâd etmiş olsa bile, hüküm yine böyledir.

Bu müşterinin cariyeye cima' etmesi, öpmesi, onu şehvetle kucak­laması, fercine şehvetle bakması, satışa rızâ ve izin demektir.

Ancak, ona elini dokundurması ve fercine şehvetsiz olarak bak­ması, alış-verişe icazet (= izin verme) sayılmaz. Bedâi"de de böyledir.

Bu  müşterinin,  cariyenin  diğar  azalarına  şehvetle  bakması, muhayyerliğini sakıt etmez. Çünkü, bunun denemeye ihtiyacı vardır.

Satıcı ise böyle değildir. O, eğer, cariyeye dokunur; fercine bakar veya başka yerine şehvetle bakarsa muhayyerliği sakıt olur. Çünkü, böyle yapması, mülkünün dışında bir tasarruf olur. Bu ise, helâl olmaz.. Serahsî'nîn Muhıytt'nde de böyledir.

Şehvetin  hududu,  tenasül  âletinin  intişar  etmesi  ve  bunun —gittikçe— ziyadeleşm esidir.

Bazıları ise: "İntişar şart değildir. Kalben arzu duyulması kâfidir." demişlerdir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, başka birinden, üç gün muhayyer olmak üzere bir câriye satın aldıktan sonra, o cariyeyi öper veya fecrine bakar; bilâhare de, geri vermek isteyerek: "Ben, bunları şehvetsiz yaptım." derse, onun yeminle birlikte sözlediği söz geçerli olur.

Bu kavil, İmâm Muhammed (R.A.)'den, bu şekilde —Müntekâ'da— rivayet edilmiştir.

Ve, İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Görülmüyor mu ki, bir kimse karısını öptükten veya ona dokun­duktan yahut da fercine baktıktan sonra: "Ben, bunları şehvetsiz yaptım." deyince onun sözü kabul ediliyor... Buda, öyledir.

Ancak bu şahıs, cariyeye mübaşerette bulunduğu halde "meni şehvetsiz çıktı." derse; bu durumda, sözü kabul edilmez.

Sadru'ş-Şehld: "Öpmek de, müsâharat haramlığına sebeptir." diye fetva vermiş ve: "Onun, şehvetsiz olduğunu açıklayamaz." demiştir.

Dokunma ve fecre bakma husususnda ise: "Şehvetle olmadığı tebeyyün etmese bile, sıhriyeti haram kılmaz." demiştir.

Kıyâs da, bunun üzerinedir.

Buna göre, müşteri cariyeyi öper ve sonra da: "Şehvetsiz öptüm." derse; bu sözüne inanılmaz ve kabul edilmez. Bu müşterinin muhayyerliği de sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.

Cariyeyi öptüğü halde: "Şehvetsiz öptüm." diyen müşteri, onu ağzından öpmüşse, sözü kabul edilmez.

Eğer, başka yerinden Öpmüşse, sözü kabul edilir ve bu müşterinin muhayyerliği devam eder. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Sadru'ş-Şehîd, Kitâbü'l-Büyû'da şöyle demiştir:

Bu. câriye, müşterinin ön tarafına bakar; müşteriyi öper veya ona şehvetle dokunursa ve müşteri de, cariyenin bunları şehvetle yaptığını ikrar ederse ve câriye de bunu, temkin etmek için yapmış bulunursa, bi'1-icma' müşterinin muhayyerliği sakıt olur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Câriye, bu yaptıklarını, —müşteriyi temkin için değil de— iste-miyerek yapmış olsa bile, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine de bu müşterini muhayyerliği sakıt olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan ise, "bu hâlin, satışın geçerli sayıl­masını gerektirmediği" rivayet edilmiştir.

İmâm M un amme d (R.A.)'de: "Bu câriye, bunları hangi halde yaparsa yapsın, bunlar satışa icazet sayılmaz." buyurmuştur.

Bu müşteri uyurken, câriye onunla cima' ederse, bi'I-icma' satıcının muhayyerliği sakıt olur. Bedâi"de de böyledir.

Cariyeyi yatağına da'vet etmekle,bu müşterinin muhayyerliği sakıt olmaz.

Müşteri, bu cariyeyi, bir şahısla nikâhlasa, yine muhayyerliği bâtıl olmaz. Ancak, kocasının bu câriye ile cima' etmesi hâlinde, müşterinin muhayyerliği bâtıl olur. Fetâvâyi Sirâciyye'de de böyledir.

Müşteri muhayyer olur ve satın aldığı şeyi teslim almış bulunursa, bu  şeye  bir  noksanlık  gelmesi   hâlinde,   ahş-veriş  akdi   bozulmaz. Muhayyerlik ise, geçersiz olur.

Bu, durumda, noksanlığın, satıcı veya bir başkasının fiili ile mey­dana gelmiş olması da müsavidir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebıı Yûsuf (R.A.)'un kav­lidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Eğer bu noksanlık, hastalık gibi, gitmesi veya kaybolması muh­temel bir şey ise, bu müşterinin muhayyerliği devam eder: İsterse, bu satışı   fesheder; isterse, geçerli kılar.

Bu noksanlık devam etmekte iken, muhayyerlik müddeti tamam olursa, satış akdini feshetme hakkı bâtıl ve bu satış geçerli olur. Bedâi'.'de de böyledir.

Bir müşterinin, muhayyer olarak satın almış bulunduğu köle has­talanır ve bu müşteri, satıcıya giderek: "Satışı bozdum ve köleyi sana iade ettim." dediği halde, satıcı bunu kabul etmez ve köleyi teslim almaz ve bu köse hasta iken muhayyerlik müddeti biterse, bu köle müşteri­nindir.

Köle, bu müddet içinde iyileşirse, müşteri köleyi teslim etmemiş olsa bile, onu satıcıya iade edebilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Satılan şey, müşterinin yanında iken, bu şeyin aslında mevcut olan, zayıflık, hastalık ve gözdeki beyazlık gibi şeylerin ortadan kalk­ması, satışı bozma ve satılan şeyi iade etme işlemelerine sebep olamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kav­lidir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Muhayyerlik müddeti içinde, satılan şeyde meydana gelmiş olan fazlalık; elbisenin boyanması, dikilmesi; kavrulmuş unun yağa katıl­ması; satılan bir yere ağaç dikilmesi veya bina yapılması gibi,o şeyin aslından doğan bir fazlalık değilse; bunlar, bi'1-icma' redde mânidirler.

Keza, bu durumda fazlalaşan şey, çocuk doğması, süt sağılması, koyunun yünü, mehir, diyet ve benzerleri gibi bir şeyse, yukarıdakiler gibi, bunlar da redde mâni olurlar. Yenâbi"de de böyledir.

Bu şekilde, satılan şeyin aslından zühûr etmeyen, kâr etme, gelir getirme gibi artışlar bi'1-ittifak redde mani değildirler.Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Şayet, —muhayyer olan— bu müşteri, satışı geçerli kılarsa, artan bu şeyler, bi'1-icma' kendisinin olur.

Bu, müşteri, satışı feshederse; bu artan şeyleri, asılları ile birlikte, satıcıya geri verir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, bu müşteri, aslım satıcıya verir; fazlalık ise, kendisinin olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, muhayyer olarak satın aldığı hayvana, sür'atine veya kuvvetine bakmak için biner veya bu şekilde aldığı bir elbiseyi, ona bakmak için giyer yahut, böyle satın aÖfığı bir cariyeye, hizmetini görmek   için   hizmet   yaptırırsa,   bu   durumlarda,   bu   müşterinin muhayyerliği devam eder.

Bu müşteri, bu hayvana, örf ve âdetten fazla binerse, bu ahş-verişe razı olması demek olur ve muhayyerlik hakkı sakıt olur.

Müşterinin, bu hayvana, bir ihtiyacı için binerse, hüküm yine böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Keza, bu müşterinin muhayyerlik hakkının sakıt olmaması için,

müşterinin, muhayyer olmak üzere aldığı cariyeye, az hizmet ettirmesi gerekir.

Eğer, cariyeye yaptırılan hizmet çok olur ve imtihan haddini geçerse, bu da mülkiyetini ihtiyar olur. Yani, bu câriye, müşterinin olur; muhayyerlik düşer ve satış tamamlanmış bulunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu müşteri, muhayyer olmak üzere satın aldığı elbiseyi, soğuktan korunmak için giyerse böyle yapması da, bu ahş-verişe rızâ olur ve bu müşterinin muhayyerlik hakkı ortadan kalkar. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu müşteri, o hayvana, sulamak veya ona yem satın almak yahut onu satıcıya geri vermek için binerse;  kıyasa göre,  böyle yapması, ahş-verişe izin vermesi olur; istihsanda ise, bunlar satışa rızâ sayılmaz ve bu müşterinin muhayyerliği devam eder. Bedai"de de böyledir.

"Bu hüküm, hayvanı sulamanın, otunu satın almanın ve sahibine geri vermenin, ona binmeden mümkün olmadığı hallerde geçerlidir." denilmiştir.

Bu şeylerin, o hayvana binilmeden yapılması mümkün olduğu halde, müşteri binmiş olursa, o zaman, müşterinin, o hayvana binmesi ile muhayyerliği bâtıl (= geçersiz) olur.

Keza müşteri, bu hayvanın yiyeceği, bir kapta olduğu halde onu taşımak için hayvana binmiş olursa, muhayyerliği bâtıl olmaz. Ancak bu kap, heybe gibi iki gözlü bir kap ise, o zaman muhayyerliği bâtıl olur.

Bu mes'ele, Siyer-i Kebîr'de zikredilmiştir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu müşteri, —muhayyer olmak üzere— satın aldığı cariyeyi, ikinci defa, bir hizmette kullanır ve hizmet de birincinin aynı olursa, onun mülkiyetini ihtiyar etmiş olur.

Ancak, bu ikinci hizmet, birinci hizmetin nev'inden ayrı bir hizmet ise, o zaman, bu cariyeyi ihtiyar etmiş sayılmaz.

Ve bu müşterinin, cariyeyi, birinci hizmetin aynısını yapmaya zor­laması da, onu mülkiyetine aldığının delili olur.

İmâm Muhammet) (R.A.), İcârât kitabında, "hizmette kullanmayı" açıklayarak, şöyle buyurmuştur:

Müşteri, cariyeye, bir yükü dama çıkarmasını veya damdan indirmesini yahut ayakkabılarını öne koymasını, yemek pişirmesini, ekmek yapmasını emrederse, bunlar kolay işlerdir.

Ancak, yemek pişirmesini, ekmek yapmasını âdetin üstünde emre­derse, böyle yapması, ahş-verişe razı olması demek olur. Muhıyt'te de" böyledir.

Satın aldığı hayvana sür'atine bakmak için binmiş bulunan bir müşteri, sonradan, başka bir hususunu anlamak için yine binmiş olsa, bu durumda muhayyerliği bozulmaz.

Ancak, elbiseyi bir defa giydikten sonra, enine boyuna bakayım diye, bir daha giyerse, muhayyerliği sakıt olur. Bedâi"de de böyledir.

İçindeki ekini ile birlikte bir yer satın almış bulunan şahıs, bu ekini sular veya ondan koparır, sürer, savurur yahut onu satışa arzederse, muhayyerliği geçersiz olur.

Ancak, bu ekini o yeri almış olduğunu kuvvetlendirmek için, satışa arzetmiş bulunursa, bu durumda muhayyerlik hakkı geçerli kalır.

Bir kimse, satın almış bulunduğu yerdeki hurma ağaçlarının hur­malarını toplarsa, muhayyerliği geçersiz olur.

Bir müşteri, satın aldığı yeri sürer veya ekerse, alış-verişe razı olmuş olur.

Bu işi, muhayyer olan satıcı yaparsa, alış-veriş feshedilmiş olur.

Keza, bu yeri, müşteri, ariyet olarak veya icara verirse, yine muhayyerliği düşer.

Ariyet olarak alan şahsın, bu yeri sulayıp sulamaması arasında da bir fark yoktur.

Keza, müşteri kanalı kazıp, o yerdeki kuyuya su doldurursa, yine muhayyerliği düşer.

Bu müşteri, o yerdeki kuyuyu önce yıkar, sonra da tekrar yaparsa, muhayyerliği geri dönmez.

Bir kimse satın aldığı yerin kuyusundan su içer veya hayvanlarını sularsa, bu durum muhayyerliğe zarar vermez. Çünkü, bu mubahtır.

Bu müşteri, satın aldığı yerin kanalının suyu ile başka bir yer , sularsa, böyle yapması, alış-verişe rızâ göstermesi demek olur.

Ancak, müşterinin haberi olmadan, bu kanaldan, başka bir şahıs sularsa, bu durumda muhayyerliği devam eder.

Bu müşteri, satın aldığı bu yerin otunu, kendi hayvanına otlatırsa, muhayyerliği geçersiz ve satışa razı olmuş olur.

Ancak, başka bir şahıs, burada hayvanlarını otlatırsa, müşterinin muhayyerliğine bir zarar gelmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, muhayyer olmak üzere satın almış bulunduğu bir kuyuya bir koyun düşüp Ölür veya oraya, bu kuyuyu pislendirecek bir şey düşerse, bu kuyuyu boşaltıp temizlemeden önce, onu reddedemez. Yani, alış-verişi bozup, bu kuyuyu sahibine iade edemez.

Bu müşteri, muhayyerlik müddet içinde, kuyuyu boşalttırıp temiz­letirse, satıcıya geri verebilir mi?

İmâm Muhammed (R.A.), bu mes'eleyi kitabında yazmamıştır.

Bu konuda, âlimlerimiz arasında ihtilaf vardır:

Bazıları: "Bu kuyu geri verilir. Çünkü, noksanlık muhayyerlik müddeti içinde giderilmiştir. Bu müşteri de, muhayyerliği üzeredir." demişlerdir.

Ebû Ca'fer, üstadı Ebû Bekir el-Belhî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu müşterinin, iade etme hakkı, —gerçekten— yoktur. Kuyu boşaltılıp temizlenmiş olsa bile, aslında noksanlık devam etmektedir. Çünkü, bize göre, bu kuyu temizlenmişse de, "temiz olmaz." diyenler de vardır." Zehıyre'de de böyledir.

Bu kuyuyu satın alan kimse, azlığına veya çokluğuna bakmak için, o kuyudan su alıp içer, hayvanlarını da sular ve abdest alırsa, muhayyerliği düşmez. Çünkü, buna bakmak bir ihtiyaçıtır.

Ancak, bu su ile, ziraî mahsullerini sularsa, o zaman muhayyerliği bâtıl.olur. Çünkü, buna muhtaç değildir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir hayvan satın alan şahıs, onun tırnağından keser veya yelesinin bir   kısmını   alırsa,   muhayyerliği   bâtıl   olmaz.   Fethu'l-Kadîr'de   de böyledir.

Bir kimsenin, satın aldığı hayvanı ıslâh etmesi, onun damağından kan alması veya ona neşter vurması, bu alış-verişe razı olduğu anlamına gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Muhayyer olmak üzere, bir koyun veya bir sığır satın alan kimse, bunların sütünü sağarsa, muhayyerliği sakıt olur. Fetâvâyi Sirâdyye'de de böyledir.

Kudurî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, —muhayyer olmak üzere— satın aldığı bir eve oturur veya ücretli— ücretsiz bir başkasının oturtur, onu tamir eder, ona ilave yapar, badana eder yahut bir yerini yıkarsa, bu davranışları, bu ahş-verişin geçerliliği anlamına gelir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu evin duvarı, hiç bir kimsenin tesiri olmadan yıkılırsa, yine muhayyerlik sakıt olur. Serahsî'ninMuhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, içinde oturmakta olduğu bir evi, muhayyer olmak şartı ile alır ve o evde oturmaya devam ederse, muhayyerliği bâtıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.

Bir kimse, içinde kira ile oturmakta olan bir kimse bulunan evini, müşteri muhayyer olmak üzere satar ve bu müşteri, evde oturmakta olan şahıstan kira bedelini isteyip alırsa, bu davranışı,  —alış-verişe razı olduğu anlamına gelir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, muhayyer olarak satın aldığı bir şeyi, yine kendisi muhayyer olmak üzere, bir başkasına satsa; muhayyerliği bâtıl olmaz.

Ancak, bâzı âlimler: "Bu şahsın muhayyerliği batıl olur." demişlerdir.

Sahih olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtı'de de böyledir,.

Bir kimse, —muhayyer olarak— satın aldığı bir köleye hacamat yapsa veya ona ilaç içirse yahut saçını tıraş etse, bunlar, alış-verişe razı olması anlamına gelir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhamme (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimsenin, muhayyer olarak satın almış bulunduğu köleye: "Saçını tıraş ettir." demesi, alış-verişe razı olduğu anlamına gelmez.

Ancak, bu sözü ile, o kölenin tedâvî olmasını murad etmişse, bu durum, alış-verişe rızâ sayılır.

Kölenin, başını ve sakalını yıkamak da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bu köle, müşterinin emri ile hacamat yaptırırsa, bu emir, alış-verişe rıza anlamına gelir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, muhayyer olarak satın aldığı kölenin, başkalarına, ücretle hacamat yaptığını gördüğü halde ses çıkarmazsa; bu davranışı, alış-verişe razı olması demek olur.

Ancak, köle bu işi ücretsiz yapıyorsa, müşterinin davranışı, rızâ olmaz. Kölenin yaptığı hizmet olur.

Görmez misin ki, o köleye, bir şahıs: "Bana hacamat yap." der, o da yaparsa, bu hâl rızâ olmamaktadır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, muhayyer olmak şartı ile bir câriye satın aldıktan sonra, ona çocuğunu emzirmesini emrederse, bu rızâ sayılmaz.

Keza, müşteri, bu cariyeye başını taramasını yağlanmasını, elbise giyinmesini emretse, bunlar da, alış-verişe rızâ sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Muhayyer olmak şartiyle, bir şey satın alan şahıs, onu, bedelini nakden ödeyerek teslim alsa, böyle yapması muhayyerliğini geçersiz kılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir   kimse,   üç  gün  muhayyer  olmak   şartiyle  satın  ve  teslim aldığı bir köleye, bir miktar mâl bağışlar ve bu köle, müşterinin izni olmadan, —bilgisi olsun veya olmasın— o malı, tüketir, elden çıkarır, helak ederse, bu durumda müşterinin muhayyerliği sakıt olmaz.

Müşterinin oğlu, o köleye bağışta bulunur, kölede bu bağışı teslim alırsa, bu durumda, müşterinin muhayyerliği devam eder.

Ancak, bu durumda, köleye verilen şeyi, müşteri helak ederse muhayyerliği geçersiz olur. Zahıriyye'de de böyledir.

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere bir köle satın aldıktan sonra, bu köleyi satan şahıs, alan şahsın yanında, onun elini keserse, müşterinin muhayyerliği bâtıl olur.

Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâm Muhanınıed (R.A.)'e göre, bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan ise, bu hususta iki rivayet vardır:

Eğer bu satıcı, kölenin elini, müşteri onu teslim almadan önce kes-mişse, —bütün alimlere göre— bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz.

Şayet, bu köleni elini, müşterini yanında, bir yabancı tarafından kesilirse, —bütün âlimlere göre— bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şahsm, muhayyer olarak satın aldığı evin yanındaki ev de, yine bu şahıs muhayyer olması şartıyle satılır ve bu müşteri, şuf'a hakkını kullanarak, o evi de satın alırsa, muhayyerliği sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müşterini, bu evi teslim almış olması şart değildir. Sadece, iste­mesi kâfidir. İsterse, berber teslim alsın; isterse, sonra teslim alsın mü-sâvîdir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Muhayyer olan bir müşterinin alış-veriş bedelini, muhayyerlik müddeti  içinde rehin bırakması  caiz  olur.  Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir müşterinin, muhayyer olmak üzere satın almış bulunduğu tavuk, yumurtlar veya bu şekilde satın aldığı bir hayvan doğurursa, bu müşterinin muhayyerliği geçersiz olur.

Ancak, bu hayvan ölü doğurursa, müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz. BahruV-Râık'ta da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir;

Müşterinin yanında, muhayyerlik müddeti içinde doğan yavru ölü olur ve bu hâl, satılan hayvana bir noksanlık vermezse, bu durumda, bu müşterinin muhayyerliği devam eder. Muhıyt'te de böyledir. [48]

 

Satıcının Da, Müşterinin De Muhayyer Olması

 

Hem alıcının, hem de satıcım muhayyer bulunduğu hallerde, —ikisinin de rızası olmadan— îek taraflı rıza,    alış-verişin tahakkuk etmesine kâfi gelmez. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, kendisi de, müşteri de muhayyer olmak üzere, bir câriye karşılığında, bir köle satar ve bu satıcı satışa rızâ gösterir, teslim ve tesellüm işlemi de karşılıklı olarak yapılır ve bu köle, müşterinin yanında iken ölürse, bu alış-veriş tamamdır.

Satıcı da, müşteri de muhayyer olmak üzere, bir kimse, bir câriye karşılığında bir köle satın aldıktan sonra, her ikisi de azâd etseler, bun­ları itki (= azâd etmesi) caiz olur.

Bir kimse, iki tarafın da muhayyer olmaları şartı ile, bin dirheme bir köle satın alır ve satıcı, müşterinin huzurunda: "Bu alış-verişe icazet verdim." dedikten sonra, müşteri: "Ben de, bu satışı feshettim." derse, bu alış-veriş bozulmuş olur.

Şayet, muhayyerlik müddeti içinde veya bu müddetten sonra, bu köle, satıcıya iade etmeden, müşterinin yanında ölürse, müşteri, satış bedelini, satıcıya öder.

Bu köleye, bir noksanlık arız olmuş bulunursa, bu durumda da, müşteri, onun satış bedelini, satıcıya öder. Bu durumda, onu aybı ile satıcıya geri verme hakkına sahip değildir.

Eğer, müşteri önce satışı bozar ve satıcı ise, bu satışa izin verir; köle ise, bundan sonra helak olursa; müşteri kölenin kıymetini öder.

Keza, bu durumda, köleye bir noksanlık ânz olsa, satış bozulmuş olur. Satılan da, noksanlığı da geri iade edilir.

Bu noksanlık, satışın feshinden önce meydana gelir, sonra da satıcı satışa izin verirse, müşteri bu kölenin satış bedelini öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir ahş-verişi,muhayyer olan satıcı veya müşteri, karşılıklı olarak bozduktan sonra, satılan şey teslim edilmeden önce, müşterinin yanında helak olursa, bu müşteri, —muhayyer olan kendisi ise—o şeyin kıymetini öder. Mebsût'ta da böyledir.

îki kişi, muhayyer olmak şartıyle, bir şey satın aldıktan sonra, bu şahıslardan birisi, sarahaten veya delâleten, bu satışa rıza gösterirse, diğeri    bunu   reddedemez.    İmâm    A'zam    (R.A.)'a    göre,    onun muhayyerliği bâtıl olur.

İmâmeyen'e göre ise, bu şahıs, kendi hissesini reddedebilir. NehrıTl-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, muhayyer olmak üzere, iki şahıstan, bir köle satın aldıktan sonra, bu kimselerden birisi satışa razı olur, diğeri ise razı olmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş geçerlidir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Allahu Teâlâ Muîndır. [49]

 

4- Satıcı Ve Alıcının, Muhayyerliğin Şartı Hususunda, Görüş Ayrılığına Düşmeleri

 

Satıcı  ve alıcı,  muhayyerliğin  şartı  hususunda görüş  ayrılığına düştükleri zaman:

1) Menfî ( = olumsuz) söyleyenin sözü geçerli olur.

2) Miktarda ihtilâf ederlerse, ikrarda bulunanın sözü geçerli olur.

3) Vakitte ihtilâf ederlerse, en kısa vakti ikrar edenin sözü geçerli olur.

4) Müddetin geçip geçmediği hususunda ihtilaf ederlerse, inkar edenin  (yani  müddet  geçti  diyenin)  sözü  geçerlidir.   Mebsût'ta  da böyledir.

5) Muhayyerliğin şart olup olmadığı hususunda ihtilâfa düşerler ve ikisi de beyyine ibraz ederlerse muhayyerliğin bulunduğunu iddia edenin beyyînesi üstün tutulur. Kunye'de de böyledir.

6) Şayet, satıcı ve alıcıdan birisi muhayyer olur ve muhayyerlik müddeti   içinde   satışın   bozulup   bozulmadığı   hususunda   ihtilafa düşerlerse, muhayyer olan şahsın sözü geçerli olur. Diğer şahsın beyyine getirmesi gerekir.

Muhayyerlik müddeti çıktıktan sonra ihtilaf etmiş olurlarsa,  satışın geçerli olduğunu söyleyenin sözü geçerli olur.

Bu durumda, satışı feshedildiğini söyleyenin beyyine getirmesi gerekir.

7) Şayet, ikisi de muhayyer olurlar ve muhayyerlik müddeti içinde, satışın fesh ve icazeti hususunda ihtilâfa düşerlerse; satışın bozulduğunu söyleyenin sözü geçerli olur. Diğerinin beyyine getirmesi gerekir.

Bu ihtilâfa, muhayyerlik müddeti geçtikten sonra düşerlerse; satışın geçerli olduğunu söyleyenin sözü kabul edilir.'

Bu durumda ise, diğerinin beyyine getirmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bunlar, beyyinelerinde tarih bulunmaması halindeki hükümlerdir. Şayet, beyyinelerinde tarih bulunursa, bu satışın cevazı veya feshi hususunda, tarihi önce olan beyyine kabul edilir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir  kimse,  kendisi  muhayyer olmak üzere,  bir başkasına, bin dirheme, bir köle satar; müşteri de bu köleyi teslim aldıktan sbnray muhayyerlik müddeti çıkar ve bu şahıslardan birisi: "Köle, üç gün içinde öldü; satış bozuldu. Kıymeti gerekir." der; diğeri ise: "Hafyır, ölmedi; bu köle kaçtı." derse; "köle ölmedi, kaçtı." diyenin sözü kabul edilir.

Bu şahıslardan her ikisi de, beyyine getirirse; yine "Sağdır, fakat kaçtı." diyenin beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu kölenin öldüğünü, her ikisi de, doğruladığı halde, bunlardan birisi: "Üç gün içinde öldü." diğeri: "Üç günden sonra öldü." derse; "Üç gün içinde öldü." diyenin sözü geçerli olur. Diğerinin beyyine getirmesi gerekir.

Keza, ikisi de, "bu şahsın, üç günden sonra öldüğünü" doğrular, ancak satışın geçerli bulunduğu veya feshedilmiş olduğu hususunda ihti­lafa düşerler ve birisi, "beyyine getirerek, satıcının, üç gün içinde, satışı j. bozduğunu" iddia eder; diğeri ise, "satışın geçerli olduğunu" söylerse; satışın bozulduğunu iddia eden şahsın beyyinesi kabul edilir.

Bu, kıyâsda böyledir.

İstihsânda ise, "satışın geçerli olduğunu" iddia eden şahsın beyyi­nesi geçerli olur. Yâni onun sözü kabul edilir.

Bu kölenin, üç gün içinde öldüğünü, ikisi de doğrularsa, mes'ele hâli üzeredir. "Satışın geçerli olduğunu" iddia edenin beyyinesi evlâ olur.

Bu şahıslardan birisi, "kölenin, üç günden sonra öldüğünü" iddia eder; satıcı da, üç gün içinde satışa izin vermiş olursa veya diğeri ise, "bu kölenin, üç gün içinde öldüğünü" iddia ettiği halde; satıcı satışı, daha önce nakzetmiş bulunursa; satışı naksedenin sözü kabul edilir. Diğerinin beyyine getirmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, üç gün muhayyer olmak şartıyla, bin dirhem kıymetinde, bir köle satar; müşteri bu köleyi teslim alır, ancak, —muhayyerlik müddeti olan— üç gün içinde, bu kölenin kıyemti iki bin dirheme yükselir ve üç gün geçince, satıcı beyyine ikâme ederek "müşterinin, bu köleyi, kıymeti iki bin dirhem olduktan sonra, hatâen öldürdüğünü" iddia ettiği halde, müşteri bunu inkâr edip, "kölenin kıymeti iki bin dirhem olduktan sonra, onu, satıcının hatâen öldürdüğünü" iddia edip, bu hususta beyyine getirirse, satıcının beyyinesi kabul edilir.

Bu  şahıslardan  birisi,   "Bu  kölenin  üç gün  içinde,  müşterinin yanında öldüğünü" söyleyip buna beyyine getirdiği halde, diğeri "üç günden sonra öldüğünü"  söylerse;  üç günden sonra öldü diyenin beyyinesi kabul edilir.

Satıcıya tazminatta bulunulmasının gerekli olduğuna hükme­dersek, satıcı, kölenin artan kıymeti üzerinden, onu, müşteriye tazmin ettirir.

Bu durumda, müşterinin, köleyi satın aldığı gündeki kıymetini ödemeye hakkı yoktur.

Keza, satıcı: "Bu köleyi, üç gün içinde, filân şahıs, hatâen öldürdü.'' deyip, bu hususta beyyine ibraz eder; müşteri ise, "üç günden sonra öldürdü." diye beyyine getirirse, satıcının beyyinesi evlâ olur.

Katilin, bu kölenin öldürdüğü gündeki kıymetini ödemesine hüküm verilir. Müşterini, tazmin ettirme hakkı yoktur.

Müşteri, "bu köleyi, üç gün içinde satıcının öldürdüğünü" iddia eder; satıcı ise, "onu, üç günden sonra, müşterinin öldürdüğünü" iddia ederse; satıcının sözü ve beyyinesi kabul edilir.

Şayet satıcı, "köleyi, üç günden sonra, bir yabancının öldürdüğüne" beyyine getirdiği halde; müşteri "üç gün içinde öldürdüğünü söylerse; yine satıcının beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Alıcı ve satıcı, bu köleyi, bir başkasının gasbettiği hususunda ittifak ettikleri halde; satıcı, "üç gün içinde öldüğünü" iddia ederken, alıcı "üç gün içinde öldüğünü" iddia ederse, müşterinin beyyinesi geçerlidir.

Durum bunun aksi olursa, o zaman satıcının beyyinesi geçerli olur.

Bu durumda, müşteri, gasbeden şahsa, kölenin kıymetini tazmin ettirir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu kölenin, iki kişi tarafından gasbedilmiş olması hâlinde, müşteri, hangisinin gasbettiğini isbat ederse, köleyi ona tazmin ettirir.

Yukarıda açıklamış olduğumuz gibi, onun ölümüne, beyyine ikâme edemezse, bu kölenin, —muhayyer olunulan— üç gün içinde öldüğünü söyleyen şahsın sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir. [50]

 

5- Akidde Bulunmayan Muhayyerlik Ve Muhayyerliğin Bazı Şartları

 

Bir kimse, iki elbise veya iki köle yahut iki hayvan satın alır ve kendisi veya satıcı bunlardan birisi hakkında üç gün  muhayyer olursa; burada dört vecih söz konusu olur.

Bu vecihlerden üçünde, bu ahş-veriş feshedilir; birinde ise caiz olur. Satışın feshedildiği vecihler şunlardır:

1) Satılanların  her  birinin  Hatlarının  belirlenmemiş  olması  ve muhayyerliğin hangisinde bulunduğunun açıklanmaması hâli.

2) Muhayyerlik belirlendiği halde, satılan o iki şeyin fiatlarmın, ayrı ayrı tesbit edilmiş olmaması hâli.

3) Satılan şeylerin fiatlarmın belirlenmiş bulunulmasına   rağmen, hangisinde muhayyer olunduğunun belirlenmiş olmaması hali.

Bu ahş-veriş akdinin geçerli olduğu vecih ise şudur:

4) Satılan şeylerin ikisinin de fiatları ve hangisinde muhayyer olunduğu belirlenmiş olursa, bu durumda birinin satışı tamamdır; diğeri ise muhayyer kalır.

Muhayyer olan kimse, satışa izin verir veya bu kimse öldüğü halde, satış feshedilmeden önce muhayyerlik vakti biterse, bu ahş-veriş her iki mal hakkında da caiz olur. Müşteri bedellerini öder.

Müşteri bedellerini ödediği müddetçe, satıcı bunların satışını fes-hedemez.

Bir kimsenin, ölçülen veya tartılan bir şeyi yahut bir köleyi, yarısında muhayyer olmak üzere satın alması sahih olur. Bedellerinin ayrılıp ayrılmaması da fark etmez.

Müşterinin muhayyer bulunması hâlinde, isterse, aldığı şeyin yansını, satıcıya iade edebilir.

Satılan şey bölünebiîiyorsa; satıcı, bu geri verişe baştan razı olmuş demektir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bir başka şahıstan birisi hakkında muhayyer olmak şartiyle, —biner dirhem bedelle— iki köle satın alsa, bu akid caiz olur.

Ancak, müşterinin: "Ben, hakkında muhayyerlik bulunmayanı alırım." deyip, onun bedelini vermesi doğru olmaz.

Satıcı, her ikisinin bedelini de istediği halde, müşteri Ödemekten kaçınırsa, bu müşteriye ödemesi hususunda cebredilemez.

Satıcı, muhayyer olmadığı köleyi, müşteriye teslim edip, ondan satış bedelini alır, diğer köle hakkında ise, bir şey^söylemez; müşteri ise: "Sen diğerinin satışına razı olmadıkça, onu kabul etmem ve sana bir şey ödemem." derse; satışı tamam olan köleyi alıp bedelini ödeme duru­mundadır. Muhıyt'te de böyledir.

satıcı, bu kölelerin ikisini de verip, bedelini almak isterse, müşteri bum nıecbûr edilemez.

Keza, müşteri: "Ben, ikisini birden alırım." deyince de, satıcının rızâsına bakılır: O, razı olmayınca, müşteri ikisini birden alamaz.

Muhayyerlik hakkı müşteriye ait olduğu halde, bu şahıs, satışı caiz olanı, bedelini verip almak isteyince, satıcı buna razı olmazsa, bu satıcı zorlanamaz.

Keza, satıcı, satışı serbest olanı, müşteriye teslim edip, bedelini almak ister; müşteri de buna razı olmazsa; ikisi de müşterinin olur.

Müşteri: "Ben ikisinin de bedelini verir ve ikisini de alırım." dediğinde, satıcı buna razı olmazsa; mecbur edilemez.

Bu satıcı, müşteriye: "Sana ikisini de verir bedellerini alırım." derse; müşteri de, bu duruma zorlanamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, iki adet köle satın alır ve başka bir şahsa da—hangisine icazet verirse, onun satışının caiz, hangisinin akdini feshederse, onun satışının da geçersiz olacağı hususunda —üç gün muhayerlik yetkisi verirse, âlimlerimizin ekserisine göre, bu alış-veriş istihsânen sahihtir. CâmiuVSağîr'de de böyledir.

Muhayyer kılınan şahıs, bunlardan birinin satışına izin verir, diğerininkini feshederse; önceki işlemi evlâ olur. Muhıytte de böyledir.

Bu şahıs, kölelerden birinin satışını fesheder ve aynı zamanda diğerini de izinli kılarsa, fesh evlâ olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, başka birisine, "kendisinin muhayyer olması" kaydiyle, kölesini satmasını emrettiği halde, o şahıs, hakk-i hıyar (= muhayyerlik hakkı) olmadan  ve_ya  kendisinin muhayyer  olması  şartiyle  satarsa; burada tavakkuf edilir. (=  durulur.): Eğer, bu şahsın muhayyerliği» âmirin muhayyeri iği nini misli ise, bu durumda, her ikisi de muhayyer sayılır.

Bunlardan, her hangi birinin, bu satışa izin vermesi veya onu fes­hetmesi sahihtir.

Keza, bu şahıs, "mutlak muhayyerlik veya kendisinin muhayyerliği üzere satmasını" bir başka şahsa emreder, o da, emredenin veya yabancı bir kimsenin muhayyerliği şartı ile satarsa; yine, muhayyerlik —yukarıdaki gibi— sabit olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, fiatmı ve cinsiyetini söyleyerek, bir başka şahsa, bir köle satın almasını emredip kendisinin de muhayyer olmasını söyler; o şahıs da, kendisi veya kendisine emreden şahıs yahut yabancı bir kimse muhayyer olmak üzere, bir köle satın alsa, alınan bu şey âmir için geçici olur. Yani bu âmir, muhayyer olur.

Ancak, âmir muhayyerliğin kendi nefsine âit olmasını emrettiği halde, müşteri hakk-ı hıyar olmadan veya kendisi muhayyer olmak şartiyle alırsa, bu durumda, âmir muhayyer olmaz. Fakat, me'muru ilzam edebilir.

Bu âmir, kendi nefsini muhayyer kılmasını emrettiği halde, me'mur hakk-ı hıyarı olmadan satın almış bulunsaydı, bu durumda, âmirin nü­fuzu kalmazdı.

Âmir, me'mura, hakk-ı hıyarın kendisine —âmire— âit olmasını şart koşmasını söyleyip o da, denildiği gibi yaptığı halde, sonradan, bu satışa, me'mur izin vermiş olsaydı, satış bâtıl olurdu.

Bu durumda, âmir muhayyer kalır. Eğer, bu akde razı olursa, —alınan— köle kendisinin olur .Âmirin reddetmesi halinde ise, bu köle vekilin (me'murun) olur.

Hatta, bu köle, —bundan sonra— vekilin yanında helak olursa, kendisinin malı olarak helak olmuş bulunur.

Bu vekil, başlangıçta, bu ahş-verişe izin vermemiş bulunur, âmir de, ona: "Köleyi geri ver; ona ihtiyacım yok." dedikten sonra, bu köle, —vekilin yanında— helak olursa, bu durumda, âmirin malı olarak helak olmuş bulunur.

Vekîl, âmirin bu sözünden sonra: "Ben, bu akde razıyım." der ve sonra da, bu köle, vekilin yanında ölürse, yine âmirin malı olarak ölmüş olur.

Âmir, me'mura: "Geri ver." dedikten sonra, me'mur, bu köleyi, bir başka şaha satarsa; âmirin izni üzerinde durulur: Eğer, âmir, bu ikinci satışa razı olursa, bu satış geçerli olur. Önceki satış da sabitleşir. Bu —ikinci— satışta, kâr varsa; bu kâr da helâl olur.

Âmir, bu ikinci satışı bozarsa, durum, onun olmaması halinde, nasıl olacaksa, öyle olur;

Âmir, ikinci satıştan sonra, birinci satışı bozmak isterse, bunu yapamaz.

Me'mur, bu ilk satışı yeniler ve —ikinci satıştan dolayı— kâr etmiş olursa, bu kân helâl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsın emri ile ve âmirin muhayyer olması şartı ile bir şey satın alır ve muhayyerlik hem âmir, hem de vekili için sabit olduktan sonra, âmirin bulunmadığı bir sırada me'murla satıcı arasında ihtilaf çıkar ve satıcı: "Âmir, satışa razı oldu ve izin verdi." dediği halde, vekil bunu kabul etmez ve inkâr ederse, bu durumda, vekilin sözü geçerli olur. Onun, yemin etmesi de gerekmez. Şemsü'l-Eimme Halvânî, şöyle zikretmiştir:

Bu mes'elede, vekilin halef olduğu ve olmadığı hususunda iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden esahh olanı ise, vekilin, âmire halef olduğudur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu hüküm, satıcının beyyinesinin bulunmaması hâline göredir. Fakat, satıcının, "âmirin satışa razı olduğu hususunda" bir beyyi-nesi varsa, bu satış, âmir adına tahakkuk etmiş olur. Bu durumda, âmirin hazırda olması da gerekmez.

Satıcının böyle bir delili olmaz ve müşteri de onun sözünü doğruladıktan sonra, âmir gelip, razı olduğunu inkâr ederek, satıcının huzurunda, bu alış-verişi bozarsa, satış müşteriye ilzam edilir; âmire mâl edilmez.

Bu durumda, vekil, âmire müracaat edip satış bedelini isteyemez ve alamaz. Ancak, bu bedelin, daha önce kendisine verilmemiş olması gerekir.

Bu, muhayyerlik müddeti içinde olursa böyledir.

Muhayyerlik müddeti geçmişse, satış geçerli olmuştur; onun sözüne itibar edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Babanın, vasînin, ortağın veya vekilin kendisi veya akid yaptığı şahıs muhayyer olmak üzere bir şey satması caizdir.

Bu muhayyerlik süresi içinde, çocuk bulûğa ererse, diğerinin muhayyerliği bâtıl olur.

Bu satış, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre tamam olmuş olur. İmâm Muhammed (R.A.) ise, şöyle buyurmuştur: Zahiru'r-rivâyede,  muhayyerlik hakkı çocuğa geçer.  Çocuk, bu muhayyerlik müddeti içinde satışa izin verirse, satış caiz; reddederse, satış bâtıl olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Muhayyerlik müddeti geçince, satış batıl olur. Kâfî'de de böyledir.

Satıcı mükâtep olur ve hakkı hıyar (= muhayyerlik hakkı) da kendişine ait bulunur; ancak, bu üç gün içinde —kitabetini yerine getir­mekten —âciz olursa, âlimlerimize göre, bu satış tamam olmuş olur.

Bu işi yapan, bir izinli köle olur ve efendisi bu köleyi, muhayyerlik müddeti içinde, satmaktan men ederse; satış bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Baba veya vasî, muhayyer olarak çocuğa borçla bir şey aldıktan sonra, çocuk bulûğa erer ve baba veya vasî, bu satışa izin verirlerse, bu akid sahih olur.

Çocuk muhayyerdir: İsterse, satışı geçerli kılar; isterse fesheder.

Bu çocuk, satışa izin verirse; satış kendi adına tamam olur.

Bu çocuk, satışı feshederse, kendi hakkında feshetmiş olur. VE, bu alış-veriş, baba veya vâsi hakkında, —icazet bulunduğu için— sahih olur.

Şayet çocuk, bu alış-verişe izin vermez ve bu vakit içinde veya daha önce vasî ölürse; yetim muhayyerliği üzeredir.

Vasî ölmez, ancak —vasînin yanında iken— muhayyerlik müddeti içinde veya bu vakit çıktıktan sonra, veya muhayyerlik müddeti içinde, vasî satın almana rızâ göstermeden önce veya razı olduktan sonra, —satın alınan— köle ölürse, satış müşterinin hakkı olur. Zehıyre'de de böyledir. [51]

 

6- Ta'yin Muhayyerliği

 

Hıyâr-ı ta'yin, (= Ahş-verişe konu olan şeyi tayin etme, belirtme) kıyemiyyatta (= çarşıda-pazarda misli, aynısı bulunmayan, bulunsa bile Hatlarında denklik olmayan şeylerde) sahih olur.

Dörtten aşağı sayıda bulunan misliyyatta (= Çarşıda pazarda, aynı fiatla, misli yani kendisi gibisi bulunan, ölçülen ve tartılan şeylerde) istihsânen, hıyâr-ı ta'yin sahih olmaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Kıyemiyyât'ta hıyâr-ı ta'yin, iki veya üç köleden birinin   yahut iki veya üç elbiseden birini müşterinin almakta muhayyer olması tarzında yapılan satıştır.

Alınacak şeyi müşterinin tayin etme muhayyerliği olduğu gibi, satıcının vereceği şeyi belirleme muhayyerliğinin olması da caizdir. Zahıriyye'de de böyledir.

Esahh olan da budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Satış bu şekilde vâki olunca, müşteri, o iki köleden hangisini alırsa, o kendisinin mülkü olur. Onun bedelini öder. Diğeri ise, satıcının mülkü olarak, müşterinin yanında, emânet olarak bulunur. Hâvî'de de böyledir.

Bu akdin muhayyer kılındığı sırada, hıyâr-ı ta'yin de, birlikte şart kılınır.

Bu, Câmiu's-Sağîr'de zikredilmiştir.

Şemsü'l-Eimmede: "Bu sahihtir." demiştir.

Bazıları ise: "Bu şart değildir. FahrıTl-İslâm da böyle söylemiştir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyle zikredilmiştir." demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer, muhayyerlik şart kılınırken, ta'yin muhayyerliği de şart kilınırsa; bunun da hükmü sabit olur.

Bu ise, müşterinin, üç güne kadar, muhayyer olarak aldığı iki elbi­seden birisini, sahibine iade etmesidir. Satışta ta'yin edilmiş olsa bile, bu böyledir.

Bu muhayyerlik gereğince, müşteri, elbisenin bîrini satıcıya iade edince, diğerinin satışı sabit olmuş bulunur.

Şayet, müşteri elbiselerden hiç birini iade etmeden üç gün geçerse; muhayyerlik şartı bâtıl olur. Bu iki elbiseden biri hakkındaki satış işlemi tamam olur. Ve, hangisini aldığını tayin etme hakkı, kendisine ait olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Muhayyerlik şartından hiç bahsedilmemiş olursa,  müşterinin yanında olanlardan birisini, malûm müddet içinde ta'yin etmesi (-belirlenmesi) gerekir. Hidâye'de de böyledir.

İmâm Kerhî şöyle buyurmuştur:

Muhayyerlikten bahsedildiği halde, müddeti tayin edilmemişse, bu satış caiz olmaz,

Câmiu's-Sağîr'de de, buna işaret edilmiştir.

Ancak, Şemsü'l-Eimme Halvânî, Şemsü'l-Eimme Serahsî ve Fahru'l-îslâm Aliyyü'l-Pezdevî, bu satışa da izin olduğuna meyletmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Muhayyerlikle birlikte, ta'yin muhayyerliği de şart kılındığında, muhayyer  olan  şahıs  ölürse,   muhayyerlik  şartı  batıl  olur.   Ta'yin muhayyerliği hakkı ise, ölen şahsın varislerine intikâl eder.

Bunlar ise, o şeylerin ikisini birden iade edemezler. Birini ihtiyar edince (= seçince), diğeri yanlarında emânet olarak kalmış olur.

Eğer, muhayyer olan, müşteri olur ve —hıyâr-ı ta'yin ile satın alınan^- iki köleden birisi de teslim almadan önce ölmüş bulunursa, muhayyerdir: İsterse, geride kalan köleyi alır; isterse, reddeder.

Bu kölelerden ikisi de ölürse,  alış-veriş bâtıl olur.  Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet, hryâr-ı ta'yin ile satın alınan üç köleden biri ölüp, ikisi kalmışsa, bu müşteri, isterse kalanlardan birini alır; isterse, ikisini de geri verir.

Üçüde ölürse, bu alış-veriş bâtıl olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Müşteri,   —hangisini  alacağım—  ta'yin  edip,   onları    teslim aldıktan sonra, ta'yin edilen Ölürse; geride kalan emânet olarak kalmış olur ki, müşterinin, onu, satıcıya iade etmesi gerekir.

Ta'yinden sonra, bu kölelerden ikisi de ölürse; müşterinin ta'yin edilen kölenin bedelini, satıcıya ödemesi gerekir.

Eğer, bu kölelerin ikisi birden ölmüş olursa, bu durumda, her iki­sinin kıymetlerinin de yarılarım ödemesi gerekir. Serahsî 'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu köleler, arka arkaya ölür; ancak, hangisinin önce öldüğü bilinmezse, müşteri yine her ikisinin de satış bedellerinin yarısını öder. Nihâye'de de böyledir.

Satıcı: "Öncer, pahalı olan helak oldu." dediği halde, müşteri: "Hayır, önce, ucuz olan öldü." derse; müşterinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu şahıslardan birisi, iddiasını isbat ederse, bu kabul edilir. Ve kendisine yemin verilmez.

Bu şahıslardan ikisi de, beyyine ibraz ederse, satıcınınki evlâ olur.

Müşteri teslim almadan önce, satılanlardan biri, satıcının yanında ayıplanır (= ona bir kusur arız olur) ve stış esnasında, bunlardan hiç biri, de, ta'yin edilmemiş bulunursa; müşteri, yine muhayyerliği üze­redir: Dilerse, tam bedelini ödeyerek, kusurlananı; isterse diğerini alır. İsterse, hiç birini de almayıp, geri verir.

Kölelerin ikisine de, kusur arız olursa, hüküm yine böyledir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Müşteri ikisini de teslim aldıktan sonra, bu kölelerden, ta'yin etmiş bulunduğuna, onun yanında bir kusur arız olursa; diğeri, bu müşterinin yanında emânet olur.

Şayet, bu kölelerden ikisine de, bu durumda arka arkaya kusur arız olursa; ilk kusurlanan bu müşterini, sonraki ise satıcını olur. Müşteri, bunun noksanını tazmin etmez. Yenâbi"de de böyledir.

Hangi   köleye,   Önce   kusur  arız  olduğu   hususunda  ihtilâfa düşerlerse, mes'ele yukarıda  söylediğimiz gibidir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Satış esnasında, —hangisinin alınacağı— ta'yin edilmediği halde, bu   kölelerin   ikisi   birden   kusurlanırsa;   müşteri,   bedelini   vererek, dilediğini alır; ikisini birden, satıcıya iade edemez.

Muhayyerlik şartı geçersiz olur.

Bu kölelerden birinin kusuru artacak olursa, müşteri onu iade eder. Yenâbi"de de böyledir.

Müşteri, bu iki köleden birinde tasarrufta bulunursa, bu tasarrufu mülküyet üzere caiz olur.

Müşteri, böyle yapmakta muhayyerdir. Böyle yapınca, —tasarrufta bulunduğunu— ta'yin etmiş olur. Diğeri ise, kendi yanında emânet olur.

Satıcı, bunların biri hakkında, bir tasarrufta bulunursa, duruma bakılır: Şayet, satıcının tasarrufu, ta'yin edilende olursa, tasarrufu bâtıl olur.

Fakat, diğeri (yani, emânet olan) hakkında tasarrufta bulunursa, bu tasarrufu geçerli olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bu iki köle hakkında, müşteri tasarrufta bulunur ve bunlar da hayatta olurlarsa, müşterinin muhayyerliği devam eder. Ancak, ikisini birden  iade edemez.  Bunlardan  dilediğini  geri  verir.  Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri, bu kölelerden ikisini de sattıktan sonra, birisini geri isterse; diğeri hakkındaki satış sahih olur.

Müşteri, satın aldığı iki elbiseden birini boyarsa, o elbiseyi satın almış olur. Diğerini ise, iade eder.

Satıcı, bu şekilde sattığı iki köleyi de azâd ederse; ancak, müşterinin iade ettiği hakkında, azâd etmesi geçerli olur.

Satanın, müşterinin ihtiyar edip aldığını azâd etmesi sahih olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Satılan İki cariyeye, hem satıcı, hem de müşteri cima' eder; bu cariyelerin ikisi de çocuk doğurur ve bu şahıslardan her biri, çocukların kendisine ait olduğunu iddia ederlerse; satıcının, önce cima' etmiş bulunduğu câriye hakkındaki iddiası doğrulanır, ve diğerinin mehrini öder.

Bü cariyenin çocuğunun nesebi, satıcıdan sabit olur. Satıcı ise, diğerinin mehrini müşteriye öder.

Şayet, alıcı ve satıcı, durumu açıklamadan ölürler ve müştrerinin vârisleri,   bunlardan   hangisinin   ona   ait olduğunu bilemezlerse;   bu çocukların nesepleri tesbit edilemez. Ve bu vârisler, o çocukları azâd ederler.

Bunlardan her birinin bedelinin ve mehirlerinin yansını, müşteri, satıcıya tazmin eder. Satıcı da, her ikisinin mehirlerinin yarısını, müşteriye tazmin eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bu durumda, muhayyerlik satıcıya ait olursa; mes'ele hâli üze­redir: Bu şekilde sattığı elbiselerden hangisini isterse, müşteriye onu verir.

Bu durumda, müşterinin o elbiseyi almama yetkisi yoktur. Çünkü, alış-verişi, —bu şekilde— kendisi yapmıştır.

Satıcı, elbiselerin birini vermekte muhayyerdir. İkisini birden veremez. Çünkü, birisi satılmıştır.

Bu elbiselerden birisi, müşteri teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra zayi (= helak) olursa, emânet helak olmuş olur.

Bu durumda, satıcı muhayyerdir. İsterse, geride kalanı müşteriye verir; isterse, bu alış-verişi fesheder.

Bu satıcının, zayi olan elbiseyi, müşteriye mal etme hakkı yoktur.

Müşteri teslim almadan önce, bu elbiselerden ikisi de helak olursa; bu alış-veriş bâtıl olur.

Bunlar, teslim edilişlerinden sonra helak olurlarsa, yine bu ahş-veriş bâtıl olur.

Bu elbiselerden birisi, diğerinden önce helak olursa, müşteri, sonra helak olan elbisenin kıymetini tazmin eder.

Çünkü, önce helak olan, emânet olandır.

Bu elbiselerin ikisi birden helak olursa, müşteri bunlardan ikisinin de kıymetlerinin yansın tazmin eder. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Satıcının muhayyer olması halinde, bu elbiselrden birine veya iki­sine, teslimden önce veya sonra, bin noksan ânz olursa; satıcı bunlardan dilediğini müşteriye verir.

Şayet satıcı, kusursuz olanı verirse, müşterinin onu almaması —söz konusu— olmaz.

Eğer ayıplı olanı, teslimden sonra verirse, bunu yapmaya hakkı vardır.

Ancak, bunu teslimden önce yapmak isterse, müşteri muhayyerdir: Razı olursa alır; değilse almayıp reddeder. Yenâbi"de de böyledir.

Satıcı isterse, bu satışı feshedip, bu şekilde satılan köleleri geri ahr. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bu şekilde satılan kölelerin her ikisi de, müşterinin yanında kusurİanırsa, bu müşteri,onların her ikisinin de kıymetlerinin yansını, satıcıya öder. Yenâbi*'de de böyledir.

Bu müşterinin, o kölelerden biri veya ikisi hakkında tasarrufta bulunması caiz olmaz.

Satıcının ise, bu kölelerden biri hakkında tasarrufta bulunması caiz olur.

Satıcı, ikisinde de tasarrufta bulunursa; bu ahş-veriş feshedilmiş olur.

Muhayyerlik sakıt olunca, hıyâr-ı ta'yin de (= ta'yin muhayyerliği de) sakıt olur. Zahîriyye'de de böyledir.

İbnü Semâa, Nevâdir'de,    İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, bir başkasından, bunlardan birini veya diğerini, dilerse almak üzere, biri on, diğeri de yirmi dirhem kıymetinde olan iki elbise alır; almak istediğini boyar,diğerini ise geri verir; satıcı:"Yirmi dirheme olanı aldın." der; müşteri ise: "On dirhemliği aldım." karşılığını verirse; müşterinin sözü kabul edilir.

Müşteri, bunların birinden, bir gömlek kestirir; ancak, bunu dik­tirmez ve sonra da, fiat hususunda, alıcı ile aralarında ihtilâf çıkarsa; satıcı, ister,müşterinin ikrarda bulunduğunu alır;dilerse , o kesilmiş olan elbiseyi alır.

Müşteri bu parçayı boyamış veya başka bir şey yapmışsa, satıcının ' bu durumda yapabileceği bir şey yoktur. Müşterinin sözü geçerlidir.

Keza, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, bir başkasından, birinin bedelini ödemek şartıyle bir elbise satın alır; bu elbiselerden biri helâkolur, diğerini de müşteri keser ve o: "Ben, kestiğimi ihtiyar ettim. Diğeri ise, sonradan zayi oldu. Ben, buna emmim."; satıcı ise: "Hayır, sen, zayi olanı ihtiyar ettikten sonra diğerini kestin. Sen, hem kestiğinin, hem de zayi olanın kıymetini ödeyeceksin." derse; bu durumda müşteri, zayi olanın bedelinin yarısı ile kestiğinin kıymetinin yarısını ve bedelinin yarısını öder. Muhiyt'te de böyledir.

Hıyâr-ı ta'yin, fasit satışta da caiz olur. Ancak bu ta'yin, satış zamanında olmalıdır.

Bir müşterinin muhayyer olarak almış bulunduğu iki köleden, seçtiği birisini azâd etmesi veya satması caiz olur. Bundan aldığı kıymeti, satıcıya öder.

Müphem olanı, satıcı da, müşteri de bu köleyi azâd edemez.

Şayet satıcı, bizzat,bu kölelerden birisini azâd ettikten sonra, aynı köleyi müşteri de azâd ederse; satıcının azâd etmesi geçersiz; müşterinin azâd etmesi ise sahih olur.

Eğer satıcı, bu kölelerin ikisini birden azâd eder ve müşteri de, bun­ları iade ederse; bunlardan ta'yin edilen kalır; diğeri ise, azâd edilmiş olur. Zahîriyye'de de böyledir.

En doğrusunu, ancak, Ali ahu Teâlâ bilir. [52]

 

7- Muhayyerlik Hususundaki İhtilâf Ve  Satılan Şeyin Kusurlandırılması

 

Bir kimse, diğer bir şahıstan, üç gün muhayyer olmak üzere bir şey alır, onu da teslimaldıktan sonra, muhayyerlik, hükmü ile satıcıya vermek üzere geri getirdiğinde satıcı:"Bu olmaz; ben onu sana sattım."; müşteri   de:    " Ben,   muhayyerim.''   derse;   müşterinin,   —yeminle birlikte— söylediği söze inanılır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu durumda, satılan şey teslim alınmayıp, satıcının yanında bulunduğu halde, müşteri, ahş-veriş akdine izin verir; satıcı ise: "Ben, bunu, sana satmadım.", müşteri de: "Hayır, bunu, bana sattın." derse; İmâm Muhammen" (R.A.), kitapta bundan bahsetmemiştir.

Âlimler ise: "Bu durumda, satıcının sözünün geçerli olması daha münâsip olur." demişlerdir.

Bu söylediklerimiz, müşterinin muhayyer olması hâlinde geçerli olan hükümlerdir.

Şayet, satıcı muhayyer olur, satılan şeyi de müşteri teslim aldıktan sonra, muhayyerlik müddeti içinde satıcıya iade etmek üzere, satılan şeyi geri getirdiğinde, satıcı: "Benim sattığım, bu değildir; benden aldığın, bu değildir."; müşteri de:  "Senden aldığım, budur; bana sattığın, budur." derse, müşterinin —yeminle birlikte söylediği— sözüne inanılır. Satılan şeyi müşteri teslim almamış olur ve satıcı, bu şeyi ona teslim etmek isteyince de: "Ben, bunu satın almadım." derse; yine yeminle birlikte, müşterinin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, kendisi üç gün muhayyer olmak üzere bir köle satar ve bu köle, muhayyerlik müddeti içinde, bir şahsı öldürür ve satan şahıs da bu cinayeti bildiği halde, satışa icazet (== izin) verirse; bu caiz, satış ise sahih olur. Çünkü köle, bu suçu satıcının yanında işlemiştir.

Müşteri isterse, bu köleyi teslim alır ve cinayetinin fidyesini verir; isterse, bu köleyi verir.

Müşteri satışı bozarsa, bu defa da, o muhayyerdir: İsterse, fidye verir; isterse, köleyi verir.

Bu hüküm, kölenin, cinayeti satıcının yanında işlemesi hâline göredir.

Cinayet, müşterinin yanında işlenmişolsaydı,mes'ele hâli üzere kalır ve satıcı da muhayyer bulunurdu.

Bu durumda, satıcı satışa rızâ gösterirse, bu caiz ve köle müşterinin mülkü olur.

Müşteri ise, ya köleyi veya fidyeyi vermek arasında muhayyer olur.

Şayet, —baştan— muhayyerlik hakkı müşterinin olur ve bu köle de satıcının yanında, bir cinayet (= suç) işlerse, bu müşteri, kusur hakkında muhayyer olur; satışın şartı ve muhayyerliği ise baki kalır.

Bu müşteri, isterse, köleyi teslim alır ve fidye veya cinayet karşılığında bu köleyi vermek hususunda muhayyer kalırdı.

Bu müşterinin satışı bozması hâlinde ise, satıcı muhayyerdir: Dilerse, cinayetin fidyesini verir; dilerse, cinayeti karşılığında köleyi verir.

Bu köle, muhayyerlik müddeti içinde, müşterinin yanında cinayet işlerse; müşteri, onu, satıcıya iade edemez.

Ancak, muhayyerlik müddeti içinde, fidyesini verir.

Bu durumda ise, muhayyerlik şartı üzere, aybının zevâü için, onu satıcıya iade eder.

Fidyeyi vermeden reddetmek (= iade etmek) isterse o. zaman, muhayyerlik şartı kalkar ve bu köle, kendi mülkü olur. Bedelini ise, satıcıya ödemesi gerekir.

Bir kimse, müşteri veya kendisi muhayyer olmak üzere yahut da, hakk-ı hıyar (- muhayyerlik hakkı) bulunmadan bir ev satın alır ve bu evde de, ölü bir şahıs bulunursa, İmâm A zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, her üç halde de, ev kimin elinde ise, diyet onun akîlesine (= baba tarafından olan akrabasına) aittir.

İmâmeyn'e göre, eğer bu ev, muhayyerlik olmadan satın alınırsa, diyet müşterinin akîlesine ait olur. Muhıyt'te de böyledir. [53]

 

7- ALIŞ-VERİŞTE GÖRME MUHAYYERLİĞİ (HIYÂR-I RÜ'YET)

 

Bubabda:

1) Muhayyerliğin Sabit Olmasının Keyfiyeti ve Hükümleri

2) Bu Muhayyerliğin ibtâli Hususunda, Satılan Şeyin Bir Kısmını Görmenin, Hepsini Görmek Gibi Olduğu.

3) Kör Bir Şahsın, Vekilin ve Elçinin Alış-Verişi olmak üzere, üç bölüm vardır. [54]

 

1- Muhayyerliğin Sabit Olmasının Keyfiyeti Ve Hükümleri

 

»Bir şeyi, görmeden satın almak caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Bu, bir kimsenin, diğer bir şahsa: "Avucunda olan şu inciyi, sana sattım." deyip, o inciyi tarif etmesi veya "—alttan giymiş olduğum şu elbiseyi sana sattım." deyip, onun vasfını söylemesi veyahut da, vasfını söylemeden: "Sana yüzü nikaplı şu cariyeyi sattım." demesi şeklinde olan satıştır.

Bir şahsın, diğerine: "Alttan giymiş olduğum..." veya "avucumda olan...", "...şeyi, sana sattım." demesi hâlinde, bu satışın caiz olup olmayacağı hususunda Mebsût'ta da bahsedilmemiştir.

Ancak,   bütün   âlimler,   bunun   caiz   olacağı   görüşündedirler.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, görmeden, muhayyer olmak üzere bir şey satın alırsa; onu gördüğü zaman muhayyerdir: Dilerse, o şeyi tam bedeli ile alıp kabul eder; dilerse iade eder.

Bu durumda,  alman şeyde,  satıcının vasfettiği  sıfatın  bulunup bulunmaması da müsâvîdir. FethıTI-Kadîr'de de böyledir.

Bu muhayyerlik, şartla değil, hükmen sabit olan bir muhayyer­liktir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bu muhayyerlik, iki bedelde de, mülkiyetin sübûtuna mani olmaz; fakat, lüzumuna mâni olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu muhayyerlik, —alınan şeyi— görmeden önce de, gördükten sonra da sakıt olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Alınan şeyin hiç görülmemesi halinde ise, âlimlerimizin ekserîsine göre, bu aliş-veriş feshedilir. Sahih olan budur. Fetâvâyi Şuğra'da da böyledir.

Müşterinin, satılan şeyi görmeden, satışa izin vermesi caiz olmaz. Ancak, böyle yapmış olması, muhayyerliğine bir zarar vermez. Bu şeyi gördüğü zaman, isterse alır; isterse, satıcıya iade eder. Muzmarât'ta da böyledir.

Müşterinin satılan şey hakkındaki muhayyerliğinin sabit olması gibi, satıcı da,bedel hususunda,—bedelin ayın (yani paradan başka bir şey) olması hâlinde— öylece muhayyerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Muhayyerliğin sabit   olmasının şartı, satılan şeyin tayin edilen şeyden olmasıdır. Şayet, bir ta'ynı yapılmamışsa, o şeyde muhayyerlik olmaz. Bedâî'de de böyledir.

Mekîl (= kile vs. ile ölçülen) ve mevzun (= tartılan) şeyler, ayn oldukları zaman, bunlar da diğer ayn'lar gibidir.

Ayn olsun veya olmasın, bir kimsenin, zimmette olan alacakları hakkında, görmeden muhayyerliği sabit olmaz.

Mekîl ve mevzun (= ölçülen ve tartılan) şeyler de, muayyen olmadıkları zaman, dirhemler ve dinarlar gibidirler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sübût bulan muhayyerlikler, alınan şeyin, satıcıya iade edilmesi sebebiyle, feshedilmiş olurlar. Bu gibi yerlerde malın geri verilmesi ile ahş-veriş akdi de feshedilmiş olur. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.

Mehir, hulu' bedeli, kasden öldürme halindeki sulh bedeli ve ben­zeri gibi iade edeni mes'ul kılan akidîerde bunların iade edilmesi ile akid feshedilmiş olmaz Zehiyre'de de böyledir.

el-Üstürûşnî ve bazı Buhârâ imamları fetvalarında: "Hiyâr-ı ayb ve hiyâr-ı rü'yet'in fasid ahş-verişlerde de sabit olduğu" cevabını vermişlerdir. Füsülü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bu sabit oluşun mutlak mı,muvakkat mı olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Ancak, "muvakkat olduğu" söylenmiştir. Ta'ki, görüşten sonraya kadar feshedilmiş olmaz ve bunu feshetmeye imkân bulunmaz ve ona delâlette olmazsa, bu muhayyerlikler fâsid olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Müşterinin görme muhayyerliği sakıt olmadan önce, satıcı, bu müşteriden,   sattığı   şeyin   bedelini   isteyemez.    Fethu'l-Kadîr'de   de böyledir.

Görme muhayyerliği, vereseye intikâl etmez.

Hatta müşteri, satın aldığı şeyi görmeden önce ölürse, vârislerinin, o şeyi iade etmesi —doğru— olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir kimse, miras yoluyla kendisine isabet eden bir şeyi, görmeden satarsa, bu satış caiz olur. Muhayyerlik, —söz konusu— olmaz.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir ayn'ı veya bir alacağı görmeden sattıktan sonra, görünce, bunu kabul etmese, bu ayn hakkındaki satış bozulur; alacak hakkındaki satışa ise, bir şey olmaz. Çünkü, onun hakkında muhayyerlik yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, görmeden bir şey satın alır ye satın aldığı şey hakkında da, satıcı ile ihtilâfa düşüp, müşteri, "satılan şeyin değişmiş olduğunu" söylediği halde,  satıcı:   "Bozulmamıştır.  (-   Değişmemiştir.)"  derse, satıcının —yeminle birlikte söylediği— sözüne itibâr edilir.

Müşterinin ise, beyyine getirmesi gerekir.

Bu hüküm, müddetin yakın olup, bu müddet içinde, satılan şeyde, bir değişiklik olma ihtimâlinin bulunmaması hâlinde geçerlidir.

Şayet müddet uzun olursa, müşterinin sözüne itibâr edilir.

Meselâ: Bir kimse, genç iken gördüğü bir cariyeyi, yirmi sene geçtikten sonra satın alır; satıcı ise, bu cariyeyi değişmemiş sanırsa; bu durumda, "değişmiş" diyen müşterinin sözü geçerli olur. Kâfi'de de böyledir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Aralarında   ihtilâf   çıkar   ve   satıcı,   müşteriye:    "Sen,   onu görmüştün." dediği halde, müşteri: "Görmedim." derse; yeminle bir­likte, müşterinin sözüne inanılır. Bedâi"de de böyledir.

Satılan şey hudutlu olur ve müşteri bunu    satın aldıktan sonra: "Ben, hududunun tamamını görmedim." derse; bu müşterinin, sözü kabul edimez. Muhıyt'te de böyledir.

Âlimlerimiz şöyle dediler:

Aralarında ihtilâf olur ve satıcı: "Benim sana sattığım, bu değildi." dediği halde; müşteri: "Bana sattığın bu idi." derse; müşterinin sözü kabul edilir.

Bu şekilde, her yerde alış-veriş akdinin bozulması, sadece, müşterinin sözü ile olur.

Akdin, satıcının rızâsı olmadan bozulmadığı yerlerde ise, satıcının sözü geçerli olur.

Aybı sebebiyle iade edilen şeylerde de hüküm böyledir. Kudûrî Şerhi'nde de böyledir.

Bir  kimsenin,   kesilmiş  fakat  daha  yüzülmemiş  bulunan  bir koyunun bağırsağını satın alması caizdir.

Ancak, kesilmeden önce, karpuzun çekirdeğini satmak, bu hükme muhaliftir. Yani, bu caiz olmaz.

Yüzülmemiş koyunun bağırsağını satmak caiz olunca, onu çıkarmak satıcıya ait olur. Müşteri, bu durumda bile, görme muhayyerliği hakkına sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Koyun  kesilmeden,  bağırsağının satın alınması  caiz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, harevî bir kumaşa baktıktan sonra, sahibi, bundan bir elbiselik kumaş kesip bunu da, müşteriye söyler; müşteri bu kesileni görmeden,  geride  kalanı  satın  alırsa;  bu  müşteri,  gördüğü  zaman muhayyerdir: İsterse, o kumaşı, noksamyle alır; isterse almaz.

Keza, bir şahsa, iki kumaş gösterildikten sonra, biri dürülüp bohçaya konur; müşteri de gelir ve hangisinin bohçaya konduğunu bil­meden satın alırsa; onu gördüğü zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, almaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, iki kumaş getirip açar, sonra da, ikisini de dürüp bohçaya    kor    ve    mü şteriye:    '' Bunlar,    dü n,    sana   gösterdiği m kumaşlardır." der; müşteri ise, görmeden: "Her birini onar dirheme satın aldım." derse; bu durumda, muhayyerlik hakkı yoktur.

Eğer müşteri, bu iki kumaşı, ayrı ayrı fiatlara satın alırsa, bu durumda muhayyerlik hakkı vardır. Meselâ : "Birini on dirheme, diğerini de yirmi dirheme satın alması gibi...

Şayet, bu müşteri: "Birini yirmi dirheme satın aldım." der ve han­gisini satın aldığım bilmezse; bu alış-veriş fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimseye harevî kumaşlar gösterilip, o da, her birine ayrı ayrı baktıktan sonra; sahibi bu kumaşları, dürüp bohçalaymca, müşteri onlardan birini satın alacak olursa; bu müşteri, kumaşları gördüğü zaman muhayyerdir. Kumaşların sahibinin: "Ben sana gösterdim ve beyân ettim." demesi de, bir şeyi değiştirmez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir şeyi gördüğü halde, iyice tanımazsa, hıyâr-ı rü'yet ( = görme muhayyerliği) hakkına sahip olur.

Meselâ: Bir kimsenin, bir başkasının elinde bir elbise görmesi ve bu elbisenin sahibinin onu bohçalayıp, bohçanın içinden satması gibi...

Veya: Bir kimsenin, bir başkasının yanında, yüzü örtülü olarak, bir câriye görmesi ve sonradan, aynı câriye (veya aynı elbise) olduğunu bilmeden, onu satın alması gibi...

Bu hallerde, müşteri bunları görürse muhayyer olur. Muhiyt'te de böyledir.

Sucudan su satın alan kimse, suyu gördüğü zaman muhayyerdir. Çünkü bazı sular, diğer bazılarından daha güzeldir.

Müşteri, suyun Dicle suyu olmasını şart koşsa ve su da hakîkaten Dicle suyu olsa; müşteri yine muhayyerdir.

Çünkü, Dicle'nin de, bazı yerlerinin suyu daha temizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ahş-verişin    'el     sıkışarak     tamamlanmış     olması     rü'yet muhayyerliğini sakıt eder. Hatta, belli bir sınıf insanın giydiği belli bir elbiseyi, görmeden satın alan kimse,    onda bir kusur bulsa bile,    görme muhayyerliğine sahip değildir. Zehiyre'de de böyledir.

Akid yapıldığı sırada, satılan şeylerin bir kısmına izin verilir (Meselâ:   İki  elbise,  iki  köle veya benzeri  şeyler) ve bunlar  teslim alındıktp.!1   sonra da,  müşteri,  birisine  razı  olup:   "Ben,  şuna  razı oldurn." derse; bu caiz olmaz; muhayyerliği hâli üzere devam eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir k. ..se, —hıyâr-ı rü'yet üzere— iki şey satın alır, bunlardan birini gördükten sonra onu teslim alır ve ondan razı olursa;İbn-i Rüstem, imâm  Ebû  Haiut'e  (R.A.)'nin  şöyle buyurdnlarnu rivayet  etmiştir: "Bunlardan birisini görmek ikisini görmek gibi değildir."

Ancak bu şahıs, bunlardan, gördüğünü aldığı hald "m şey yanında telef olursa; bu durumda, onun bedelim ödemesi Sâzırr. gelir.

imâm Ebû Yûsuf (R.A.), buna muhalefet etmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

İki şahıs, görmeden bir şey alır ve ona, teslim aldıktan soma bakarlarsa, bu durumda, biri razı olup almak istediği halde, diğeri geri vermek isteyince; —ikisi birden iade etmedikçe— onun tek başına iade etme hakkı olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Keza, satıcı iki kişi, müşteri ise bir kişi olur ve muhayyerlik de, satıcılara ait olur ve bunlardan biri satışı bozduğu halde, diğeri bu satışa razı olursa; —ikisi birden izin vermedikçe bu satış caiz olmaz.

İki kişi, —hıyâr-ı rü'yet şartiyle— bir câriye satın alır ve bunlardan birisi, bu cariyeyi görüp teslim aldıktan sonra, görmeyen müşteri de görünce, ikisi birden, bu cariyeyi geri vermek hususunda görüş birliğine varırlarsa, böyle yaparlar. Yani, bu cariyeyi geri verirler.

Gören müşteri, —görmeyen reddetmeden önce,—: "Ben razıyım." derse; alış-veriş geçerli olur.

Bu durumda, görmeyenin vermiş bulunduğu bedelin tamamı, ken­disine iade edilir.

Arkadaşının görmesi ve razı olması, onun görmesi yerindedir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, iki elbisenin birini görüp, diğerini görmeden alırsa, görünce, isterse, ikisini de reddeder; isterse, ikisini de alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, görmeden satın aldığı elbiseyi giyerse; muhayyerliği bâtıl olur. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, görme muhayyerliği sebebiyle, satın aldığı şeyi red­detmek isterse;-ister teslim almadan önce olsun, ister teslim aldıktan sonra olsun, satıcı razı olsa da olmasa da, bu alış-veriş feshedebilir. Bu şahsın: "Reddettim." demesi ile, bu alış-veriş feshedilmiş olur.

Ancak, satıcının da bunu bilmesi, (duyması) lâzımdır. Bu,   İmâm   A'zam   Ebû   Hanîfe  (R.A.)   ve   İmâm   Muhammed (R.A.)'in görüşleridir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir şeyi görmeden teslim alır ve onu sonradan görürse, —satışa izin vermese ve razı olduğuna delâlet edecek bir şey bulunmasa bile— muhayyerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu kimsenin, —görmeden satın aldığı şeyi— gördükten sonra, razı   olması, —satıcının huzurunda olsa da giyâbında olsa da— sahih olur. Bu, bi'1-ittifak böyledir.

Bu rızâda iki şekil vardır:                                               .

1) Sarahaten rızâ

2) Delâleten rızâ

Sarahaten rıza: Müşterinin, satın aldığı şeyi gördükten sonra: "Razı oldum. Satışa izin verdim.'' demesi veya benzeri bir şey söylemesi gibi...

Delâleten rızâ ise: Müşterinin, satın aldığı şeyi gördükten sonra, onu teslim alması ve hiç bir şey söylemem esidir.Zehıyre'de de böyledir.

Satılan şeyin kusurlanmış olması ile, muhayyerlik bâtıl olmaz. Ancak bu durumda, hıyâr-ı rü'yet (=  görme muhayyerliği bâtıl olur.

Azâd etmek veya müdebber kılmak gibi bir tasarruftan sonra, satışı feshetmek mümkün olmaz.

Veya bu müşteri, bu şeyi mutlak bir surette sattıktan ve o şey başkasının hakkı olduktan sonra da —ilk— satışı feshedemez.

Bu müşterinin, o şeyi rehin bırakması veya icara vermesi halinde de hüküm böyledir. Kâfî'de de böyledir.

Bu şahıs, teslim aldıktan sonra fakat onu görmeden önce, bu şeyi satar ve bilâhare de o şey bir özürü sebebiyle, hâkimin hükmü ile kendi­sine iade edilir veya satın alan şahıs, bir vecihle satışı feshederse; bu durumda, rehin çözülür ve icar bozulur.

Hıyâr-ı rü'yet ise geri dönmez. Sahih olan budur.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Şayet, bu şahsın o şey üzerindeki tasarrufu, başka bir kimseye zarar vermiyorsa, bu durumda, görme muhayyerliği bâtıl (- geçersiz) olmaz.

Meselâ: Bu şahsın, o şeyi, kendisi muhayyer olmak üzere satmış olduğu halde, teslim etmemiş bulunması, bağışladığı halde, teslim etmemiş olması veya sadece satışa arzetmiş bulunması gibi...

Ancak bu şahıs, o malı gördükten sonra bu tasarruflarda bulunmuş olursa; bu durumda, muhayyerlik hakkı geçersiz olur. Kifâye'de de böyledir.

Hıyâr-ı rü'yet üzere bir şey satın almış bulunan şahıs, satın aldığı şeyi gördükten sonra, onun bazısını satışa arzederse; muhayyerlikhakki geçersiz olur.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu şahsın muhayyerlik hakkı geçersiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sahih olan, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Bedâi"de de böyledir.

Yazmakta olduğu halde, sonra bundan âciz kalan —bir köleyi— satın alan kimse, görme muhayyerliğinden dolayı geri veremez. Hâvî'de de böyledir.

Bu kimsenin satın aldığı şeylerden bir kısmı elinden çıkar; eksilir veya artarsa, —bu artış, ister munfasıl (= ayrı), ister muttasıl (^bitişik) olsun— bu durumda muhayyerliği bâtıl olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu kimse, bir câriye satın almış olur ve ona cima' eder veya şehvetle dokunur yahut şehvetsiz olarak fercine bakar veya satın aldığı hayvana, ihtiyacından dolayı biner yahut benzer davranışlarda bulu­nursa, muhayyerliği bâtıl (= geçersiz) olur. Bedâi'de de böyledir.

Müşterinin muhayyer olması şartıyle yapılan satış, mutlak satış gibidir;  rü'yetten  önce muhayyerliği sakıt olur.  Kenz Şerhı'nde de böyledir.

Keza, fâsid bir satışla satıp, onu teslim edince de, bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza bu müşteri, satın aldığı şeyi, görmeden birisine hîbe derse; yine muhayyerliği sakıt olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza bu müşterinin, o şeyin bedelini, onu görmesi üe birlikte vermesi hâlinde de muhayyerliği geçersiz olur, Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bu müşterinin satın aldığının bir kısmı, kendi yanında zayi olursa, muhayyerliği sakıt olur. Hâvî'de de böyledir.

Keza bu şahıs, aldığı şeyden .bilmeyerek bir harcamada bulununca da muhayyerliği sakıt olur.

Meselâ: Bu şahıs, satın aldığı koyunun yününü kırktığı halde, o koyunun, satın aldığı koyun olduğunu bilmezse veya bilmeden satın aldığı elbiseyi giymiş olursa; bu durumlarda, muhayyerliği düşer. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu kimse, görmeden bir câriye satın alır ve satıcı onu, bu şahsın yanına emânet olarak bırakır ve onu tanımadan câriye Ölürse, bu müşteri onu teslim almış sayılır. Ve bedelini öder. Çünkü, bu durumda, o câriye, müşterinin   zimmetinde   ölmüş   sayılır.   Serahsî'nin   Muhıytı'nde  de böyledir.

Bu müşteri, o cariyeyi satın ve teslim aldıktan sonra, emânet olarak, satıcının yanına bırakır ve bu câriye, satıcının yanında ölürse, bu durumda, müşterinin malı olarak ölmüş olur. Ve bu müşteri, o cariyenin bedelini tamamen öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bir çift mest satın alır ve bu müşteri uyurken, satıcı, mestleri ayaklarına giydirir ve müşteri de, uyanınca bunlarla yürürse; bu yürümesinden  dolayı,  mestlerin   kıymetinin  noksanlaşması  hâlinde, muhayyerliği  geçersiz  olur.   Durum   böyle   olmazsa,   müşterinin   de,

Bu kimse, önceden sütü görmeyip, sütçü eve getirdikten sonra görürse, hüküm yine böyledir.

Ebû'I-Leys: "Bu müşteri, hıyâr-ı rü'yet ile o sütü geri veremez. Çünkü, müşteri bu sütü, sütçüye geri verecek olsa, onu geri götürmesi gerekir, bu ise müşteri tarafından bir noksanlık olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu kimse aldığı şeyi, o şahsa ücretle evine görürtmemişse, görme muhayyerliği hakkı sakıt olmaz; ücret vererek götürtmüşse, bu hakkı sakıt olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir yeri,   zirâat için bir başkasına verirse, muhayyerliği bâtıl olur. Bu kimsenin emri Üe yapılan iş, kendisinin yaptığı iş gibidir. Kenz Şerhı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir yer satın alır ve bu şahsın rızâsı ile bir başka şahıs da orayı eker ve sonra da, bu yeri eski hâli üzere terkeder ve müşteri, satın aldığı yeri bundan sonra görürse, artık, orayı geri veremez. Kifâye'de de böyledir.

Bir kimse, —hıyâr-ı rü'yet üzere— satm aldığı bir yeri, bir başka şahsa, ekmesi için, ariyet olarak bırakırsa; ariyet olarak alan şahıs, bu yeri ekmedikçe, müşterinin görme muhayyerliği sakıt olmaz. Füsûlu'l-Imâdîyye'de de böyledir.

Velvâliciyye'de de şöyle zikredilmiştir:

Satacağı bir şeyi, müşterinin hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) hakkı olmadan satmak isteyen şahsın, bunu yapabilmesi için şu çare vardır:

Bu kimse, bu malını, başka bir şahsın malı ile birlikte satar.Sonra da, o malın sahibi, kendi malını, müşteriden geri alır. Böylece müşterinin muhayyerliği de bâtıl olmuş olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, —hıyâr-ı rü'yet ile— bir başka şahıstan, görmeden bir ev satın alır; görünce de: "Hoşuma gitti." veya "Hoşuma gitmedi." demez; ancak, kavmine: "Şu evi satm aldığına, şahit olunuz." der ve sonra da, görme muhayyerliği üzerine, bu evi geri vermek isterse; o, bu durumda, evi geri veremez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir yerden bir ev satın alır; satıcı, bu şahsa: "Onu, sana teslim ettim." dedikten sonra, müşteri, bu evin parasını vermekten —evi görmediği ve teslim almadığı için— kaçınırsa; bu şahıs, görme muhayyerliğinden dolayı, o evi geri verebilir.

Şayet, bu şahıs, o  evi geri vermezse, satıcıya, "müşteri İle birlikte gidip, evi teslim etmesi" emredilir.

Yahu; bu satıcı, yerine bir vekil göndererek evi teslim ettirip, bede­lini aldırır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satın aldığı köleyi kör bulan bir şahıs: "Caiz olursa, ben, bunu keffâret-i yeminim için azâd edeceğim. Aksi takdirde, iade ederim." , derse; bu müşteri, o köleyi, geri iade eder.

Birş, İmâm Ebu Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, iki cins buğday satın alır ve teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra, birinciden vaz geçerse; diğeri hakkında görme muhayyerliği baki kalır. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bir şey satın alınca; satıcıya: "Bunu sat." veya "Bunu, kendine sat." derse; bu sözü ile, ahş-verişi reddetmiş olur.

Bu satıcı, o malı satsın satmasın, ahş-veriş bozulmuş olur.

Ancak bu müşteri, bu sözü, satın aldığı şeyi gördükten sonra söylemiş olursa, bu mes'elenin ne olacağı hususundan bahsedilmemiştir.

Bir kimse, bir koyun satm alır ve onu teslim almadan, satıcıya: "Onu sat." veya "Onu, kendine sat." derse; bu da yukarıdaki gibidir.

Bu müşteri, o koyunu, görmemişse, o saat, bu aiış-veriş bozulmuş olur. Ve bu müşteri, o koyunu geri vermiş olur.

Eğer, bu müşteri, koyunu görmüşse, bu ahş-yeriş, satıcı: "Kabul ettim. Ben onu satarım." demedikçe, bozulmuş olmaz. Mtıhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, görmeden bir koyun satın alır ve satıcıya: "Bunun sü­tünü  sağ  ve tasadduk  et."  veya  "Onu yere dök."  der;  satıcı  da, müşterinin   dediğini   yaparsa; • müşterinin,   bu   koyun   hakkındaki muhayyerliği sakıt olur.

Çünkü müşteri, bu koyunun sütünü teslim almış olmaktadır. CâmiıTl-Füsûleyn'den naklen Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu, iki köleden birisini, bir şahıs hatâen öldürürse, müşteri, katilden, bu kölenin kıymetini alır. Diğer köle hakkındaki muhayyerliği de bâtıl olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir köle, müşterinin yanında iken, diyet alınacak şekilde yaralanır veya müşterinin yanındaki cariyeye, bir başka şahıs cima' ederse, bu müşteri, bu köle veya bu cariyeyi, görme muhayyerliği ile, satıcıya geri veremez.

Çünkü,  bu  cariyeye,  —müşteriden—  başkasının  cima'  etmesi, zinâ'dır.

Bu cariyeye, müşteri cima' eder veya bu köleyi müşteri yaralarsa, yine satıcıya iade edemez.

Ancak, satıcının razı olması hâlinde, müşteri bunları iade edebilir. Bu hususta, üç hâl vardır:

1) Bu câriye, müşterinin yanında bir çocuk doğurur, o çocuk da, durursa, müşteri* hiç bir şekilde, bu cariyeyi geri veremez.

2) Eğer, bu çocuk ölür ve ölümü, açık bir noksanlık getirirse, —satıcı  razı   olmadıkça—  yine  müşteri,   bu  cariyeyi,   satıcıya  geri veremez.

3) Eğer, çocuğun ölümü, cariyeye açık bir noksanlık getirirse; bu durumda müşteri,  bu cariyeyi,  satıcıya geri yerebilir.  Muhiyt'te de böyledir.

Müşterininin,bu şekilde satın aldığı,bir koyun veya bir yük hay­vanı olur ye bu doğurursa, müşteri onu geri veremez.

Ancak, bu hayvanın yavrusu ölür veya birisi tarafından öldürü-lürse, bu durumda, müşteri onu satıcıya iade edebilir. Hâvî'de de böyledir.

Köle, müşterinin yanında iken, satan şahıs tarafından yaralanır veya öldürülürse, el-Asî'da: "Bunların, satışa bir zararı olmaz. Satıcı, bu kölenin kıymetini veya yarısının diyetini, müşteriye öder. Muhıyt'te de böyledir.

Isâ bin Ebân'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Müşteri —bu şekilde satın aldığı bir— cariyeyi teslim almadan önce, birine nikâhlar ve kocası bu cariyeye cima' etmeden, müşteri bu cariyeyi görürse, mehri satıcıya verir.

Bu cariyenin evlenmesinden dolayı, meydana gelen kıymet noksanlığı, cariyenin mehrinden fazla olursa; "kalan farkı, müşteri öder." denilmiştir.

Sahih olan budur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı cariyeyi sıtma tutup bilâhare iyileşirse; bu müşteri, o köleyi satıcıya iade edebilir.

Şayet, köle hasta iken, bu iş, müşterinin satışı kabul etmemesi sebebiyle, hâkime düşerse; bu durumda hâkim, satışı geçerli kılar. Kölenin iade edilmesini reddeder.

Kölenin hastalığı, bundan sonra geçerse, müşteri, onu satıcıya, geri veremez.

Müşteri, "köleyi satıcıya iade ettiğinde, onun hasta olmadığına" dair şahit dinletirse; bu durumda, satıcı geri almaya mecbur tutulur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, kurumakta olan buğday görür ve satın alır ve kuruyana kadar da, buğdayı teslim almaz ve o noksanlaşırsa; bu satıcıya geri verilmez. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Muhayyerlik hakkı olan her kimse» satışı da feshedebilir. Anca, şu üç kimse, alış-verişi feshedemez:

1) Vekil

2) Vasî

3) Me'zun olan (= ticâret yapmasına izin verilmiş bulunan) köle. Bunlar, bir şey satın aldıkları zaman, görme muhayyerlikleri varsa» satışı feshedebilirler.

Ancak, satın aldıkları bir şeyi» kusurundan doluyu satıcıya geri veremezler. Bahru'r-Rlık'ta da böyledir. [55]

 

2- Bu Muhayyerliğin Îbtâlt Hususunda Satılan Şeyin Bir Kısmını Görmenin Hepsini Görmek Gibi Olduğu

 

Bu hususta asıl olan şudur: Görünmeyen şey, görünen şeye tâbi ise, görünmeyen bu şeyden dolayı muhayyerlik hakkı yoktur,

Görünmeyen şey asıl ise, bu durumda baküm Eğer görünen şey, görünmeyenin hâlini bildirmiyorsa, muhayyerlik h&kki bakî kalır

Eğer görünen şey, görünmeyen şeyin hâlini açıklayıp bUdiftyorea, muhayyerlik hakkı bâtıl (= geçersiz) olur, SerahsVnin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir câriye veya bir köle satın alıp, onun ytiıünü görür ve —bu alış— verişe razı olursa; bundan sonra muhayyerliği kalmaz, Muhıyt'te de böyledir.

Keza, bu köle veya cariyenin, yüzünün yukarıdan fazlasını görmek, tamamını görmek gibidir.

Bir kimse, bir insanın, yüzünün haricinde, bütün bedenini görse bile, muhayyerliği devam eder. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, bir at veya eşek, katır satın alır ve bunun gördüğü halde, başka bir yerini görmezse; İmâm Ebû Yûsuf

"Bir şahıs, bunların yüzünü ve arka tarafını görmezse, muhayyerliği bâtıl olmaz." buyurmuştur.

Sahih olan budur. Bedâi"de de böyledir.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Bu işten anlayan san'at ve marifet sahibi kimseler: "Bu hayvanın ayaklarına bakmak lâzımdır." derlerse; muhayyerliğin kalkması için, bunun da yapılması şarttır. Kudîirî Şerhî'nde de böyledir.

Sadece, alnına veya kuyruğuna bakmak kâfi değildir. Sahih olan budur. Fetâvâyi Gıyâsiyye'de de böyledir.

Koyunun memesine ve diğer yerierine bakmak, elbette gereklidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Et  için   satın  alman  koyunun,   cüssesine  bakmak  lâzımdır. Müşterinin, bu koyunu uzaktan görmesiyle, muhayyerliği sakıt olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Sütlü bir inek veya deve satın alan kimse, bunları tamamen gördüğü halde, onu sağmazsa, muhayyerliği devam eder. Sirâcü'l- Veh-hâc'da da böyledir.

Yenilecek şeyin tadına bakmak, elbette gerekir. Koklanacak şey, koklanır.

Ve, savaş çalgılarının da, sesi dinlenir. Tebyîn'de de böyledir.

Tadı olan bir şeyi, gece tadına bakılırsa, o şey görülemese bile, bu alıcının muhayyerliği sakıt olur. Kunye'de de böyledir.

Satın alınan şey, taşınabilen bir şey olur, ancak bu, hayvan olmazsa; onu görüp, yüzüne bakmadan, müşterinin muhayyerliği sakıt olmaz.

Satın alınan şey, kumaş veya bez gibi bir şeyse; bunun bir kısmını görmekle, müşterinin muhayyerliği sakıt olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşterinin  aldığı,  gördüğü  şeyden  başka  ise,  muhayyerdir: Dilerse, bunu kabul; dilerse reddeder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, dürülü olduğu için, —sadece— dış tarafını gördüğü, bir kumaşı alır ve ona bakmazsa; kumaşın bir nakısının ve alâmetinin olmaması hâlinde, muhayyerlik sakıt olur.

Ancak, bu kumaş nakışlı ise, müşterinin muhayyerliği, onu açıp bakmadıkça sakıt olmaz.

Bu kumaşın nakısı yok, fakat bir alâmeti varsa, müşterinin muhayyerliği bu kumaşın alâmetini görünce bâtıl olur, görmediği müd­detçe muhayyerliği devam eder. Bedâi"de de böyledir.

"Bu, onların örfüdür." denilmiştir.

Bizim örfümüzde, müşterinin muhayyerliği, kumaşın iç tarafını görmedikçe sakıt olmaz.

Kumaş hakkındaki bu ihtilaf, onun içini de, dışını da görmekle hal­ledilir.

Bu, İmâm Zü'fer (R.A.)'in kavlidir.

Mebsût'ta da, İmâm Züfer (R.A.)'in kavli üzere cevap verilmiştir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

İki  yüzü  bulunan  şeylerin  her  iki  yüzüne  de  bakmadıkça, muhayyerlik bâtıl olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Sergi (= oturulan yere serilen şey) hakkında ise, "onun tamamı görülmelidir." denilmiştir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

İçi dolu yastığın dışına bakmışsa, görme muhayyerliği bâtıl olur. Bu yastık, adette olduğu gibi doldurulmamışsa, görme muhayyerliği sakıt olmaz. Mi'râc'dan naklen Bahru'r-Râık'ta da böyledir.   .

Astarlı bir cübbe satın alan kimse, onun, astarını gördüğü halde, dış tarafını görmemiş olursa muhayyerdir.

Ancak, dış tarafını gördüğü halde, iç tarafını görmemiş bulunursa, muhayyerliği sakıt olur.

Fakat, maksat iç tarafını görmekse, o zaman, müşteri iç tarafını görmedikçe, muhayyer olarak kalır. Bürhâniyye'den naklen Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Nesefî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kaç ayakkabı satın alan bir şahıs, bunların yüzlerine bakınca, içlerine, astarlarına bakmasa bile, görme muhayyerliği hakkı bâtıl olur. Suğrâ'da da böyledir.

"Zamanımızda, iç tarafına da bakmak uygun olur." denilmiştir.

Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Topraktaki madenler ve özelliği olan topraklar hususunda, bunların çıkartılmış bulunanların görülmesine itibar edilir.

Bir kimse, bütün teferruatı ile bir eğer —takımı— satın alıp, teslim   aldıktan   sonra,   keçesini   görmezse,   onu   gördüğü   zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, tamamını, satıcıya geri verir.

Bütün takımı    ile buhurdanlık satın alan kimse, sonra onda bir kusur görürse muhayyerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir çift mest veya ayakkabı satın alan şahıs, bunlardan sadece bir tekini görürse, diğerini, de görene kadar muhayyerliği devam eder. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Misk göbeği satın aiıp, ondan misk çıkaran bir kimse, artık onu geri veremez.

Çünkü, miskin çıkarılması, misk göbeğine noksanlık vermektir.

Ancak, misk çıkarılıp, ona bir noksanlık verilmeden, görme muhayyerliği veya bu misk göbeğinin bir aybmm bulunması gibi bir sebeple, bu şey, satıcıya iade edilebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, görmeden bir şeker kavanozu aldıktan sonra, onun içinde bulunanı çıkarırsa, muhayyerliği sakıt olur. BahrıTr-Râık'ta da böyledir.

Şişe içinde yağ satın alan bir kimse, bu yağa, şişeyi açıp, onu dökerek bakmaz ve sadece şişeye bakarsa, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,  böyle yapması rü'yet (=   bakıp görmek) sayılmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, satın alacağı bir şeye, camın arkasından, aynadan veya o suyun içinde iken bakması,  rü'yet sayılmaz.  Böyle yapmış bulunan   şahsın   muhayyerliği   devam   eder.   Sirâcü'l-Vehhâc'da   da böyledir.

Bir  kimse,  avlamaya lüzum  olmadan  yakalanması mümkün olacak şekilde suyun içinde bulunan bir balığı satın alır ve onu, suyun içinde görürse; bâzı âlimlerimize göre: "Bu şahsın muhayyerliği düşmez.

Sahih olan*da budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimsenin, satın alacağı bir şeye, ince bir perde arkasından bakması, rü'yet olur. Fetâvâyi KâdîhâiTda da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

Bir bağda bulunan her çeşit üzümden, her çeşidin bir kısmını görmedikçe, müşterinin muhayyerliği devam eder.

Ancak, müşterinin hurma ağacmdaki hur'mayı görmesi, rü'yet olur. Ve bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olur.

Tatlı ve ekşi olan iki cins nardan, birini gördüğü hâlde, diğerini görmemiş bulunan müşterinin, hıyâr-ı rü'yet hakkı bâtıl olmaz.

Bir yük hurma satın alan kimsenin muhayyerliği, bunlardan bir kısmına bakmakla sakıt olmaz. Ancak tamamını görünce, muhayyerlik hakkı sakıt olur.

Keza, bütün meyveler de böyledir.

Ancak, buna, ağaçta bulunan adedî şeyler dahil değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Muhtar olan da budur. Muzmarât'ta da böyledir.

Satılan şey akar olur ve müşteri onu —evi veya dükkanı— dışından görüp, almaya razı olursa, muhayyerlik hakkı kalmaz.

Âiimler: "Bu hüküm, oranın içinde, —başka— bina olmadığı zaman geçerlidir. Ancak, içeride de bina varsa, orayı da görmek elbette gereklidir." demişlerdir.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satılan bu yerin içinde, iki kışlık iki de yazlık ev ve bir cemakan varsa; müşterinin, bunların hepsini görmesi şarttır.

Nitekim, evin salonunu görmek de şarttır. Yemek yapılan yeri ve çöplüğü görmek şart değildir. Bazıları:  "Hepsini de görmek şarttır." demişlerdir. En açık ve uygun olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Anbar (= depo) hakkında, "onu, duvarın dış tarafından görmek kâfidir." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Satın alman yer, bir üzüm bağı ise, müşteri, yüksekçe bir yerden bakıp razı olursa, muhayyerlik hakkı kalmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Âlimler: "Bostan ve bahçeyi içinden ve dışından görmek gerekir." demişlerdir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Satın alınan şey, ölçülen veya tartılan cinsten olur ve tek bir kap içinde bulunursa, bu şeyin bir kısmına bakmak, muhayyerliği sakıt eder.

Ancak, o şeyin tamamı, gördüğü gibi değilse, bu durumda müşteri, muhayyer olur.

Fakat, bu muhayyerlik, hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) değil, hıyâr-ı ayb (= kusur muhayyerliği) dir.

Alınan bu şey, birden fazla kapta bulunur, her biri de aynı cinsten ve aynı sıfattan olursa; bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir:

Irak âlimleri: "Bu durumda, muhayyerlik yoktur." demişlerdir.

Sahih olan da budur.

Bunların cinsleri ve sıfatları ayrı ise, bu durumda, müşterinin muhayyer olduğunda ihtilaf yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Satılan şey karışık bulunur ve adedî (- sayılan cinsten) olursa; bunların tamamının görülmesi gerekir.

Müşterinin, bunların bir kısmını görmesi ile, muhayyerlik hakkı, sakıt olmaz; devam eder.

Bu müşteri, reddedecek olursa, bunların bir kısmını değil, tamamını reddeeder. Zehıyre'de de böyledir.

Ceviz ve yumurta gibi adediyyât-ı mütekâribe'den (= sayı ile sat­ılan ve —büyüklük bakımından— bir birine yakın olan şeylerden) olan şeylerden bir kısmını görmek, —görülmeyenlerin, görülenler gibi veya ondan daha üstün olmaları hâlinde— kâfi gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, müşteri reddetmek istediği zaman, —ancak— hepsini birden reddedebilir. Sahih olan budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir. ^

Bu durumlarda, şayet müşteri: "Ben, görmediklerimi, gördüğüm gibi bulmadım. Ondan aşağı buldum." der; satıcı ise: "Hayır, gördüğün gibidir." derse; yeminle birlikte, satıcının sözüne itibar edilir.

Müşterinin, iddiasını isbat için beyyine getirmesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Soğan, patates, sarımsak ve havuç gibi yerde gömülü olan bir şeyi satm alan kimse, bunların tamamım görene kadar, İmâm Ebü Hanîfe (R.A.)'yegöre, muhayyerdir.

İmâmeyn'e göre ise, bu müşteri, onlardan bir kısmını söküp bakar ve alış-verişe razı olursa; bu rızâsı diğerlerine de delâlet eder ve muhayyerliği sakıt olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Âmme-i meşâyih (= âlimlerin ekserisi) şöyle demişlerdir: Bu mes'ele, zâhiru'r-rivâyede zikredilmemiştir.

Ancak, Emâlî'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Yerde gömülü bulunan soğan, sarımsak, havuç gibi ölçülebilen veya tartılabilen şeyleri, ya satıcının izni ile müşteri veya bizzat satıcı söker.

Müşteri de sökülene bakar. Eğer buna razı olursa,tamamının satışı caiz olur. Çünkü bu durumda, onların bir kısmını görmek, tamamını görmek gibidir.

Ancak, görmediklerinin de gördükleri gibi olması gerekir. Şayet sökülen şey, ölçülmeyecek veya tartılmayacak kadar az ise, o zaman, müşteri muhayyerdir.

Bu,  satıcının veya onun izni ile müşterinin sökmüş bulunması hâlinde böyledir.

Eğer müşteri, satıcının izni olmadan, bir hayli sökmüş ise, satış hem caiz, hem de lâzım olur.

Müşteri, razı olsa da olmasa da bu böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

O yerin başka tarafında, bu şeyden,daha az bulsa veya hiç bula-masa bile, bu hüküm değişmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bu müşterinin, izinsiz olarak söktüğü miktar, bir kıymet taşımayacak kadar az ise, muhayyerliği bâtıl olmaz.

Bu mes'elede fetva, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli üzeredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bu şekilde satılacak olan şey, turp gibi sayılarak satıla­caksa, bunun tamamı sökülüp görülmedikçe, muhayyerlik sakıt olmaz.

Ancak, bunun için,sökümün izin alınarak yapılmış olması gerekir.

Fakat müşteri, bu şeyden, sahibinin izni olmadan, kıymet taşıyacak miktarda sökmüş olursa, muhayyerlik hakkı sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.

Muhtar  olan budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu hükümler, gözle görülmeyen bu şeylerin, yerde gömülü olarak bulunduğunun bilinmesi hâlinde geçerlidir.

Şayet satıcı, o şeyler bitmeden (= oluşmadan, yetişmeden) veya ettiği halde, varlığı belli olmadan satarsa,; bu satış caiz olmaz.

Satıcı, soğan ve benzerlerinin bir kısmını, bulunduğu yerden söker ve müşteriye: "Kalan yeri de, bu şekilde sana satıyorum." derse, bu satışı caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Havucu satan kirnse: "Ben, sökmeye korkuyorum." deyince, müşteri de: "Ben de, sökmeye korkuyorum. Daha olgunlaşmadı." der; sonra da, bunlardan biri havucu sökerse, bu alış-veriş caiz olur.

Şayet, bunlardan hiç biri sökmezse, hâkim bu satışı fesheder. Kudûrî Şerhi'nde de böyledir.

bir kimse, çuval içinde havuç satm aldığında, çuvalın üstünde bulunanlar uzun, altında olanlar ise, kısa ve küçük olur; kısa ve küçük olanlar da, uzun ve büyük olanlar gibi satılırsa, bu bir kusur ve nok­sanlıktır.

Bu durumda, müşteri, satıcıya, noksanından dolayı müracaat ede­bilir ve onları geri verebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişâm, Nevâdir 'de şöyle diyor: İmâm Muhammet! (R.A.)'densordum:

  On dönümlük bir yerde dikili bulunan havucu satın alan bir kimse, kölesine, bu havucu sökmesini emrederek o yere gönderir ve o da, bu   havuçların   tamamını   söktükten   sonra,   müşteri   gelirse,   onun muhayyerliği var mıdır?

O, şu cevabı verdi:

— Evet, vardır. Ben:

  Sökmekle, havucun kıymeti, üçte bir nisbetinde, düşmüşse...?

dedim.

İmâm Muhammerî (R.A.);

— "Her ne kadar noksanlaşmış olsa da, bu müşterinin, görme muhayyerliği hakkı vardır" buyurdu. Miıhıyl'îc de böyledir. [56]

 

3- Kör'ün, Vekilin Ve Elçinin Alış-Verişi

 

İmamlarımızın Üçünün ittifakına göre, kör bir kimsenin alış-verişi caizdir. Fethu'i-Kftdir'de de böyledir.

Kör bir kimse, bir şey satın aldığı zaman, muhayyerlik hakkı vardır. Ancak, kör bir kimse, bir sey sattığı zaman, muhayyerlik hakkı yoktur. §irâcü'f-Vehh&fda da böyledir.

Kör bir kimsenin, satın aldığı şeyin altını ve üstünü çevirerek onda araştırma yapması, bakmak yerine geçer.

Kör olan şahssnt koklanacak şeyleri koklamasına ve tadılacak şeyleri tatmasına itibar edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Meşhur olan rivayette, satılan şeyin vasfını açıklamak, şart değildir. Seranı!'nln MoJiıyfı'nde de böyledir.

Ancak, kör şahsın satın aldığı şey kumaş ise, kendisinin muayene etmesi ile birlikte, kumaşın vasfım, enini, uzunluğunu,    kalınlığını ve inceliğini açıklayıp anlatmak da gerekir.

Satın aldığı şey buğday ise, onun da vasfını ve sıfatını söylemek lâzımdır. Ve, onu da, eli ile kontrol etmesi gerekir. Cevheretü'n-Neyyİre'de de böyledir.

Kör bir şahıs, ağacın üzerinde bulunan meyveyi satın alırsa, meşhur olan rivayet göre, meyvenin vasfının beyan edilmesine itibar olunur.   Başka   şeye   itibar   edilmez.   Serahsf'nin   Muhıyti'nde   de böyledir.

Kör şahsın, akar hakkındaki muhayyerliği,onu vasfedinceye kadar sakıt olmaz.

Sahih olan yol budur, Kudftıî Şerhinde de böyledir.

Keza, köle, hayvan, ağaç ve dokunmakla veya koklamakla tam-namıyan bütün şeylerin, bütün vasıfları açıklanır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Akd'en önce mevcud olan sebeplerden dolayı, muhayyerlik hakkı olmaz. Fetâvâyi Timurtâşî'de de böyledir.

Bunlar vasfedildikten sonra, kör şahıs razı olur ve bilâhare başkasına gösterirse, muhayyerlik hakkı geri dönmez. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, görürken satın alır, sonra da kör olursa; vasfetme muhayyerliği intikâl eder. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Kör şahıs, alacağı şey vasfedilmeden önce: "Razıyım." derse; muhayyerlik hakkı sakıt olmaz. Cevhereiü'n-Neyyire'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmiü's-Sağîr'de, İmâm-ı A'zam Ebû Hantfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, görmeden, bir yiyecek maddesi satın alır ve onu teslim alması için bir vekil tayin ettiğinde, bu vekilin bakıp, beğenmesinden sonra, müşterinin, o şeyi reddetme hakkı olmaz.

Ancak bu müşteri, bir elçi yollayarak o şeyi aldırır ve görürse, onu reddetme hakkı olur.

İmâmeyn'e göre ise, müşteri de vekil de aynıdır: Müşteri, isterse reddeder; isterse, alır ve kabul eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bu mes'eîenin aslı şudur:

tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, vekilin, o şeyi alması sebebiyle, hıyâr-ı rü'yet (- görme muhayyerliği) geçersiz olur.

tmâmeyn ise, buna muhaliftir. Onlara göre, vekil, o şeyi, asılın yanında teslim alır ve o da görürse, ancak, bu durumda muhayyerliği geçersiz olur.

Eğer vekil, bu şeyi görmeden almış ve sonradan, muhayyerliği geçersiz kılmak için kasden bakmışsa, bu durumda muhayyerliği iptal edemez. Kâfî'de de böyledir.

Bu hususta, birini vekil kılmanın şekli:

Müşterinin, vekil olacak şahsa: "Satın aldığım şeyi teslim almakta, benim vekilim ol." veya: "Satılan şeyi teslim alma hususunda, seni vekil kıldım.'' demesidir.

Bu hususta, elçi gönderme şekli ise: Müşterinin, bir şahsa: "Satılan şeyi teslim alma hususunda, benini elçim ol." veya "Sana, onu almanı emrettim." yahut "Onu almaya, seni göndereyim." vey mt da: "Söyle, filan şahsa, satılan şeyi sana versin." demesidir, Fevâid'den naklen Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Satın alınan şeyi, vekilin görmesi, aynen asilin görmesi gibidir. Bu, biM-ittifak böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Alman şeyi, vekil görünce, müvekkil onu reddedemez. Hidâye Şerhi'nde de böyledir.

Bi'I-icma', elçinin görmesi de onu gönderenin görmesi sayılmaz.

Eğer gönderen şahıs, satın aldığı şeyi görmemişse; onun muhayyerlik hakkı sabittir. Bedâi"de de böyledir.

Müşteri, o şeyi satın almadan önce, bir vekil veya bir elçi gönderir ve   bunlar,   bizzat   kendileri   satın   alırlarsa,   yine   gönderen   şahsın muhayyerliği sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.

Fetva da, buna göredir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir şey satın almak üzere vekil tâyin edilen şahıs,daha önce mü­vekkili tarafından görülmüş bulunduğunu bilmeden bir şey satın alırsa, bu vekilin muhayyerlik hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu, vekilin, bir şeyin aynını değil de ondan başka bir şey almış olduğu zaman geçerlidir.

Ancak, vekil, önceden müvekkilinin görmüş bulunduğu fakat ken­disinin görmediği bir şeyi satın alırsa, bu durumda, bu vekil için, hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) hakkı yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Vekilin görmesi, asilin görmesi gibi değildir.

Meselâ: Görmeden bir şey satın almış bulunan bir şahıs, bir başka şahsı, satın aldığı şeyi görmesi için vekil tâyin edip,ona:"Eğer, beğenip razı olursan, onu al." dese, böyle yapması caiz olmaz. Câmiu'l-Füsûleyn'de de böyledir.

Bir kimse/görmeden satın aldığı bir şeye bakması için, bir şahsı vekil tayin edip, ona: "Razı olursan, akid tamamdır; aksi takdirde satış feshedilmiştir." derse; bu şekilde vekil tayin etmesi sahihtir.

Bu vekilin bakması, asilin (müvekkilinin) bakması yerine kâim olur.

Çünkü müvekkil, bu vekile hem "bakma", hem de "dileme" yet­kisi vermiştir ki, bu da sahihtir.

Bir alış-verişe izin verme veya onun feshetme işini, bir başkasına havale etmenin sahih olması gibi...

Veya, satışta muhayyerlik olması hâlinde, vekilin satışa razı olma veya razı olmama yetkisinin bulunması gibi... Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [57]

 

8- ALIŞVERİŞTE KUSUR MUHAYYERLİĞİ (= HIYÂR-I AYB)

 

Bubabda:

1) Hıyâr-ı Ayb'm Sabit Olması, Hükmü, Şartlan ve Kusurun Ta'rifi, Tafsilâtı.

2) Hayvan ve Diğer Şeylerdeki Kusurlar

3) Kusurundan Dolayı iade Edilmesi Yasak Olup Olmayanlar. Satıcıya     Müracaat     Edilip     Noksanlığının Karşılığı Alınan ve Alınamiyan Şeyler

4) Kusurla İlgili Dâva

Bu Hususta Münazaa ve Beyyine ikâmesi

5) Kusurlardan Berî Olmak ve Tazminat Ödemek

6) Kusurlardan Dolayı Sulh Olmak.

7) Vasî, Vekil ve Hasta Hakkındaki Hükümler olmak üzere, yedi bölüm vardır. [58]

 

1- Hıyâr-I Ayb'ın Sabit Olması, Bu Muhayyerliğin Hükmü Ve Şartları Kusurun Tarifi Ve Tafsilâtı

 

Hıyâr-ı  aybm (=   satılan şeydeki,  noksanlık,  kusur, ayıptan dolayı muhayyer olma hakkının) sabit olması için, her hangi bir şart yoktur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı sırada veya ondan önce, aybını (= kusu­runu, noksanını) bilmediği bir şey satın alırsa, bu ayb ister az, ister çok olsun, bu durumda, bu müşteri muhayyerdir: İsterse, —bu ayba razı olur ve aldığı şeyin bedelini tamamen öder; isterse, almayıp geri verir. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.

Bu   hüküm,   kusurun,   meşakkatsiz   giderilememesi   hâlinde geçerlidir.

Şayet kusuru, —satın alınan cariyenin ihramîı olması gibi— kolay ve meşakkatsiz bir yolla izâle edilebilirse, bu durumda, müşteri muhayyer olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Müşteri, bu noksandan dolayı, bedelden bir şey tutup eksiltemez. Onu, bu noksanla alır. Kudûrî Şerhı'nde de böyledir.

Sonra duruma bakılır: Şayet bu müşteri teslim almadan önce, bu noksanlığa muttali olmuşsa, satın aldığı şeyi, satıcıya iade eder.

Bu durumda müşterinin: "İade ettim." demesiyle, satış işlemi fes­hedilmiş olur. Bu durumda hâkimin, hüküm vermesine de gerek yoktur.

Eğer müşteri, teslim aldıktan sonra bu noksanlığın farkına varmışsa; bu durumda, bu alış-veriş akdi, ya satıcının rızâsı veya hâkimin hükmü ile feshedilebilir.

Müşteri, bu şeyi, satıcının rızâsı ile iade etmiş olursa, bu hâl, —ancak— kendileri hakkında fesih olur; başkaları hakkında ise, satış olur.

Ancak müşteri, hakimin hükmü ile iade etmişse, o zaman, bu hâl, hem kendileri, hem de başkaları hakkında fesih olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Red sebebiyle feshedilen her akidde, —noksanı az olsun çok olsun— bedelinin iade edilmesi gerekir.

Red sebebiyle feshedilmeyen her akidde de, o şeyin mukabilini değil de, kendisini ödemek gerekir. Mehir, hulû' bedeli ve kısas gibi...

Bunlar, az bir kusur sebebiyle reddölunmazlar. Ancak, çok kusur sebebiyle iade edilebilirler. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Mehir, ölçülen ve tartılan şeylerden olmazsa, az kusur sebebiyle, gerçekten iade edilemez.

Ancak, mehir ölçülen ve tartılan şeylerden olursa, o zaman, az kusur sebebiyle de reddolunabilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Mehirdeki fazla kusur: "İyinin yerine orta halliyi, orta hallinin yerinede kötüyü vermektir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Az ve Çok Kusurun Hududu:

Bir şeye, bir kimse, bin dirhem'kıymet takdir eder ve kıymet takdir edici şahıs, bu şeye "kusurlu olunca", bundan daha az bir kıymet takdir ettiği halde; başka bir şahıs da, bu şeye "kusurlu hâlinde iken de", bin dirhem kıymet takdir ederse, bu kusur, az bir kusurdur.

Ancak, bu şeye kıymet takdir eden bu iki şahıs da, "kusursuz iken bin dirhem, kusurlu olunca da daha az" bir kıymet takdir edip, bunda ittifak ederlerse; bu kusur da, çok kusur sayılır.

Muhtar olan budur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir. [59]

 

Hıyâr-ı Aybın Hükmü

 

Hıyâr-ı aybın hükmü, satılan şey hakkında, müşterinin mülkiye­tinin sabit olmasıdır. Bedâi*'de de böyledir.

Sahibi ölünce, bu şey, vârislerinin hakkı olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bu, bir vakitle de mukayyet değildir.  Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.[60]

 

Muhayyerliğin Sabit Olmasının Şartları

 

Hıyâr-ı aybın sabit olması için, şu şartlar vardır:

1)  Satılan şeyin aybının, satış esnasında bulunması veya bu şeyin, teslim alınmadan önce kusurlanması.

Satılan şey, teslim aldıktan sonra kusurlanırsa, hıyâr-ı ayb sabit olmaz.

2) Satılan şeyi müşteri teslim aldıktan sonra, kusurunun, müşterinin yanında sabit olması.

Âlimlerin ekserisine göre, red hakkının sabit olması için, kusurun, satıcının yanında sabit olması kâfi değildir. Noksanlıkların tamamında, bu böyledir.

3) Hıyâr-ı aybın sabit olması içn, kaçan, hırsızlık yapan veya yatağım ıslatan kölenin, akıllı olması gerekir.

4) Köledeki bu üç kusur hakkında, görüş birliği bulunması gerekir. Bunlarda görüş ayrılığı olursa, red hakkı sabit olmaz.

5) Satış akdinin yapıldığı sırada ve satılan şey teslim alınırken, müşterinin, o şeyde kusur bulunduğunu bilmemesi gerekir.

Şayet, müşteri, akid esnasında veya o malı teslim alırken kusurlu olduğunu bilirse, bu durumda muhayyerlik hakkı olmaz.

6) Hıyâr-ı aybın sabit olması için, "satılan şeyi kusurunun kabul edil edilmesinin" şart koşulmuş olmamasıdır.

Şayet, böyle bir şart koşulursa, müşteri için, muhayyerlik hakkı kalmaz. Bedâi"de de böyledir.

Kudûrî, Kitabında şöyle buyurmuştur:

Bedelde, ticarî adet bakımından bulunan her noksan, kusurdur. Şeyhu'l-İslâm Hâherzâde, şöyle demiştir:

Bu hususta, insanların örfüne itibar edilir: Onların kusur saydıkları, kusurdur. Kusur saymadıkları ise, kusur olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Satın   alınan   şeyin,   masnûattan   (-   san'atla  yapılmış   olan şeylerden) ise, onda bulunan bir şeyin kusur olup olmadığını bildirecek merci, tüccarlardır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Körlük, tek gözlülük, topallık, parmak fazlalığı veya noksanlığı kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.

Kanburluk, çıkık göğüslülük, sağırlık, dilsizlik ve diğer hilkat noksanlıkları kusurdur. Hâvî'de de böyledir.

Ağız ve vücut kokusu, câriye için kusurdur.

Bunlar, —fazla olmadığı müddetçe— köle için kusur sayılmaz. Ağız kokusu, içteki bir hastalığın delilidir. Hastalık ise, kusurdur. Kâfi'de de böyledir. Keza, Bedâi', Mebsût ve Tebyîn'de de böyledir.

Göbeğin çıkması, cariyede de, kölede de kusurdur. Bu, göbek altında bulunan bir şişkinliktir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Karn (- Kadının fercinde çıkıp, cima'a mâni olan bir kemik) da, kadın için bir kusurdur.

Afi (— Kadının fercinde   çıkan ve cima'a mani olan et) de, bir kusurdur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

"Kadının fercinde, cima'a mâni olmayan torbacık gibi bir şeyin bulunması da kusurdur." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu câriye, satıcının veya bir başkasının   yanında   doğum   yaptığı   halde,   müşteri,   bu   durumu —önceden bilmez ve— sonradan öğrenirse, bu husustaki iki rivayetten, sahih olanına göre, müşteri, bu cariyeyi iade eder.

Fetva da, buna göredir.

Diğer bir rivayete göre ise, doğum yapmak kusur sayılmaz. Doğum,  açık bir  kusur meydana getirmiyorsa,  bu câriye iade edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hayvanın doğurması, kusur sayılmaz.

Ancak, bu doğum, bir noksanlığa sebep olursa, o zaman, kusur sayılır.

Fetvada, buna göredir. Muzmarât'ta da böyledir.

Câriye   için,   gebelik   hâli   kusurdur.   Sirâcü'I-Vehhâc'da   da böyledir.

Bir kimse, hâmile olduğunu bilerek, bir câriye alır ve bu câriye, onun yanında doğum yaparsa, bu müşterinin,  satıcı ile muhakeme olunmaları gerekmez.

Şayet, müşteri bu cariyeyi satın alırken, onun hamile olduğunu bilmez ve câriye de, bu nifâs halinde iken ölürse; bu durumda, müşteri, satıcıya hamilelik noksanlığı için, baş vurabilir. Bahru'r-Râik'ta da

böyledir.

Nisâb'da şöyle zikredilmiştir: Hayvanlarda, gebelik, kusur ve noksanlık değildir.

Ancak, hayvanların gebeliği onlara açık bir noksanlık getirirse, o zaman, onlar için de kusur olur.

Fetvada, buna göre verilir. Muzmarât'ta da böyledir.

Kazâ-i hacet yollarının, ikisinin bir olması, bir kusurdur. Böyle olan kadına ratka denir.

Fıtkı, bir noksanlıktır. Bu, mesaneden yel çıkması demektir. Çoğunlukla erkeklerde, vücuddaki bir hastalıktan dolayı meydana gelen, öldürücü bir hastalıktır. Zahîriyye'de de böyledir.

Ümm-ü veled olmak üzere alınacak câriye için, şarkıcılık bir kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.

Bakkalı'de şöyle denilmiştir:

Cariyenin babasının veya  dedesinin  rüşd  ehli  olmaması  da  bir kusurdur.

İbn-i Reşîd'in Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir cariyenin babası veya dedesi, rüşd sahibi değilse, bu hâl, bana göre, ümm-ü veled yapılacak câriye için bir noksanlıktır.

Ancak câriye, ümm-ü veled yapılmayacaksa, bu hal, bir kusur sayılmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Cariyenin zina yapmış olması, —az olsun, çok olsun— kusurdur. Köle de böyledir. Ancak, az olursa, bununki kusur sayılmaz. Gerçekten zina, büyük bir günahtır. Ve bu köle de, onu irtikap etmiştir. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir.

Şayet, zinaya devam eder ve efendisinin hizmetine halel getirirse, o zaman, bu köle için de kusurdur. Venâbi 'de de böyledir.

Keza, bu kölenin üzerine, had îcabettiği açığa çıkmışsa, bu, kusurdur. Bedâi"de de böyledir.

Cariyenin, veled-i zina olması kusurdur.

Bu hâl, kölede kusur değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bütün bu noksanlıklar, müşteri nezdinde, iadeyi gerektirir. Emâlî'de, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakle­dilmiştir:

Bir kimsenin satın almış olduğu, bulûğa erişmiş câriye, satıcının yanında zina etmiş bulunursa1, müşteri, onu, satıcıya iade edebilir. Bu câriye, müşterinin yanında zina etmese bile, hüküm böyledir

Bişr,    Nevadir'inde,   İmâm    Ebû   Yûsuf   (R.A.)'un,    şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimsenin satın aldığı câriye, bir müddet onun yanında kaldıktan sonra, ona, bir hak sahibi çıkar ve beyyine de ibraz ederse, bu da bir ayb (= kusur, noksanlık) olur. Tebyîn'de de böyledir.

Köle de böyledir.

Hak sahibi onu, satın alan şahıstan, noksanı ile dönderir satıcı vermek istemese bile bu böyledir.

Bu şahıstan biri satın almış olsa bile, onu kusuru ile iade eder. Birinci görüş açıktır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir şahsın satın aldığı köle, Lût kavminin amelini yapıyor olsa; bu işi meccanen yapması hâlinde, bu bir kusurdur. Çünkü bu hâl, onun ibne olduğunun delilidir. Ücretle yapması bunun hilafınadır.

Câriye ise, böyle değildir. Onun, bu işi yapması, her hâîü kârda, kusurdur. Kunye'de de böyledir.

Bezzâziyye'de şöyle zikredilmiştir: Kadınlaşmak iki nevidir:

1) Kötü fiillerde bulunmak. Bu kusurdur.

2) Sesi inceltmek ve yürüyüşü kadına benzetmek. Köle bunları az yaparsa, iade edilmez. Çok yaparsa, iade edilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Innet ve hadımlık kusurdur.

Bir kimse, hadım olarak satın aldığı bir köleyi, fahl (= tenasül uzvu çalışır) bulsa, onu iade etmez. Ancak, fahl (= cima edebilir) olarak aldığı köleyi, husyeleri burulmuş olarak bulursa, onu iade etme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Üdret (= Husyelerde kemik bulunması) kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Siğil,  —kölenin veya cariyenin bedelini   noksanlaştırıyorsa— kusurdur. Aksi takdirde kusur değildir.

Ben de, böyledir.

Ben, bazen güzellik alâmetidir. Yanakta bulunursa, bedelde bir

düşme meydana getirmez.

Bazen de, sahibine çirkinlik verip, kıymetini düşürür. Meselâ, bir kimsenin, burnunun ucunda bulunan ben gibi... Mebsût'ta da böyledir.

Sünnet olmamış bulunmak, küçük olmaları hâlinde, köle için de, câriye için de bir kusur değildir. Yaşlan büyükse, bu hâl, bir nok­sanlıktır. Seransî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu, beldelerin örfüne göredir.

Bizim beldemizde, cariyeler sünnet olmazlar. Ve onların sünnet olmamış bulunmaları, hiç bir zaman kusur (= noksanlık, ayb) sayılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Nikâh, kölede ve cariyede, bir noksanlıktır.

Köle, karısını, iade edilmeden önce boşarsa, müşterinin reddetme hakkı sakıt olur.

Câriye kocasını, ric'î talâkla boşarsa, müşterinin red hakkı olur.

Çünkü, bunda zevciyetin devam etmesi hâli vardır.

Bu câriye, efendisinden izin almadan, kocasına müracaat edebilir.

Ancak, talâk, talâk-ı bâin olursa, müşteri bu cariyeyi reddedemez; reddetme hakkı sakıt olur. İmâm Kerhî, şöyle demiştir:

Şayet, bu câriye, müşteriye, sıhriyet ve süt emme gibi bir sebeple, cima' yönünden haram ise, bu durumda» nikâh kusur sayılmaz.

Meselâ: Cariyenin, efendisinin süt kardeşi, kayın validesi veya karısının kızı yahut karısının kız kardeşi olması gibi... Sirâcü'l-Vehhâc' da.'da böyledir.

Borçlu olmak, köle için de câriye için de kusurdur.

Ancak, satıcı bunların borçlarını öder veya alacaklı, bu alacağından vaz geçerse, bu durumda, borç kusur olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Kunye'de şöyle zikredilmiştir:

"Borç, bir noksanlıktır. Ancak, borç, az bir şey olursa, bu durum noksanlık sayılmaz. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bunların rehin bırakılmış veya icara verilmiş bulunmaları da, böylece noksanlıktır. Yenâbi°de de böyledir.

Kerhî'de şöyle zikredilmiştir:

Köle, bir cinayet (= suç) işlemiş bulunur ve bu durum, müşteriye akidden sonra fakat teslim almasından önce söylenmiş olursa, bu bir kusurdur.

Şayet kölenin efendisi, müşteri, borcundan dolayı o köleyi reddet­meden önce, onun borcunu öderse, müşterinin reddetme hakkı sakıt olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Cariyenin içki içmesi kusurdur.

Bu hâl, genç olmayan kölede kusur değildir. Köle gençse, içki içmesi, onun için de, kusurdur.

Bu, fazla içildiği zaman söz konusudur. Eğer az olursa, kusur sayılmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Devamlı öksürük, —bir hastalık olması hâlinde— noksanlıktır.

Ancak, herkeste olduğu gibi, âdefc, veçhile öksürmek, hastalık olmaz.

Bars ve cüzzâm hastalıkları noksanlıktır. Bu, cilt altından çıkan ve kokusu uzaklardan hissedilen bir cerahattir. Çoğu kere, bu hastalığa yakalanın uzvu kesilir ki, bu da büyük kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Dişlerin siyah ve yeşil olması bir noksanlıktır.

Dişlerin sarı olması hâlinde ise, muhtelif rivayetler   vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Dişlerin dökülmüş olması, —azı dişi olsun diğer dişler  olsun— noksanlıktır.

Sahih olan budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Câriye, on yedi yaşına vardığı halde, hayız görmüyorsa, bu bir kusurdur.

Keza, istihâze (= özür kanı) de bir noksanlıktır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu,   cariyenin   sözü   ile   bilinir.   Bu   durumda,   satıcının   bu alış-verişten çekinmesi ile o câriye geri verilir. Teslim alınmış olsun olmasın böyledir.

Sahih olan budur. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı  kölenin     kumarcı çıkması hâlinde bakılır:

Şayet, o belde de tavla ve satranç gibi oyunlar kusur kabul edi­liyorsa, o zaman, bu kölenin bunları oynaması kusurdur.

Ancak bunlar, örf bakımından, karpuz ve ceviz oyunu gibi ayıp sayılmıyorsa, bu durumda noksanlık sayılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı köle, gayr-i müslim çıkarsa; bu bir kusurdur. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimsenin, kâfir diye satın aldığı köle müslüman çıkarsa, bu müşteri, o köleyi reddedemez. Tehzîb'de de böyledir.

Müşterinin,nasrânî diye satın aldığı köle, müslüman çıkarsa, bu müşterinin muhayyerlik,  hakkı  sabit  olmaz.  Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Solaklık, noksanlıktır.

Solaklık, bir kimsenin yaptığı işi sol eliyle yapması; sağ eli ile yap­maması demektir.

Ancak, hem sol, hem de sağ eli ile aynı işi yapabiliyorsa, bu kusur değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Gözün zayıf olması; fazla ışıkta ve karanlıkta görememesi; sinir zayıflığı ve su" a denilen (=  omuzda çıkan bir nev'i yara) hastalık kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Fazla derecede, ağzın büyük olması, noksanlıktır.

Keza, omuzlardan birinin yukarıda, diğerinin aşağıda olması nok­sanlıktır. Mebsût'ta da böyledir.

Dağ vurulmuş olmak noksanlıktır.

Ancak, bazı hayvanların, tedâvî maksadı ile dağlanmış olması, noksanlık değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hastalıktan dolayı,  gözde çok kan bulunması kusurdur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Göz   kapaklarının   içinin,   dışarı   devrik   olması   kusurdur.

Zahîriyye'de de böyledir.

Göze  perde inmiş olması kusurdur. Hulâsa'da da böyledir.

Gözde ve diğer yerlerde uyuz bulunması kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.

Gözün   içinde   kıl   bulunması   noksanlıktır.   Zahîriyye' de jde böyledir.

Kızıllık, yani rengin sarı ile kırmızı arasında olması, Türkiye'de ve

Hindistan'da noksanlık sayılır.

Bu hâl, Rum diânnda ve Sakâlib'de kusur sayılmaz. Çünkü, Rum diyarında yaşıyanlarm ekserisi bu renktedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da~ böyledir.

Kırçıllık (alacalık) kusurdur. Bu, saçın bir kısmının beyaz, bir kısmının siyah; vücûdun da bu şekilde beyazlı siyahlı olması demektir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Saçta ve vücud rengindeki karışıklık (alacalık), kıymete noksanlık veriyor ve tüccarlar da onu noksanlık sayıyorlarsa, bu da noksanlıktır. Zahîriyye'de de böyledir.

Hâvî'de şöyle zikredilmiştir:

Satın alınan câriye, saçını boyamış olur ve sonradan kırcilliğı mey­dana çıkarsa; müşteri, oriıı geri verebilir.

Ancak, bu cariyenin kırçıllığı değil de, kızıl olduğu ortaya çıkarsa, o zaman, müşteri, bu cariyeyi geri veremez.

Fakat bu şahıs, cariyeyi satın alırken, "saçının siyah olmasını" şart koşmuşsa, o zaman iade edebilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kölenin  yaşı  küçükse,  onun  kaçması,  yatağını  ıslatması  ve hırsızlık yapması noksanlık sayılmaz. Ancak bu kölenin, yalnız başına yemek yiyemiyecek,  elbisesini giyemyiecek ve düşünemiyecek kadar küçük olması gerekir.

Fakat, kölenin aklı başında ise, yaşı küçük olsa bile, bunların yap­ması noksanlıktır. Zâd'den naklen Muzmarât'ta da böyledir.

Bu hâller, satıcının ve müşterinin yanında da devam ediyorsa, noksanlıktır ve müşteri onu, iade edebilir.

Kölenin yaşının büyük olması hâlinde de durum böyledir.

Fakat, satıcının yanında, küçük olduğu halde, köle bunları yapmı­yor da, alıcının yanında büyüyünce yapıyorsa; bu durumda ihtilaf edilmiştir. Müşteri reddedemez. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Cinnet, hırsızlık, kaçmak ve yatağı ıslatmak hususunda, Şemsü'l-Eimme Halvânî, Şerhı'nde şöyle buyurmuştur: "Müşteri teslim aldıktan sonra, geri vermesi şart değildir."

Bazıları ise: "Şarttır." demişlerdir. Sahih olan da budur.

Bir çok âlimler, şerhlerinde: "Bunlar, ihtilafsız şarttır. " demişlerdir. Rivayetlerin ekserisi de bu merkezdedir. Muhıyt'te de böyledir.

Müşterinin iade etmesinden önce,bu kölenin eski noksanlığı zail olsa, bu durumda, müşterinin geri verme hakkı geçersiz olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir köle, efendisinden gizlenir, ona görünmez ve bunu kasden yaparsa, bu kaçmak sayılır ve kaçmanın hududu budur.

Zahîru'd-Dîn el-Mürğînânî, bu kavli ihtiyar etmiştir. Fetva da, bu kavle göre verilir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir, üç günlük sefer müddetinden daha kısa bir mesafeye kaçmak, —âlimler arasında ihtilafsız olarak— kusurdur. Nihâye'de de böyledir.

Kölenin, bulunduğu beldeden çıkması, bi'1-ittifak firardır.

Bir köle, efendisinin veya icara verildiği şahsın, veyahut da ariyet veya emânet bırakıldığı kimsenin yanından kaçtığı halde, o şehirden çıkmazsa; o şehrin Kahire gibi büyük bir şehir olması hâlinde, bu davranışı bir noksanlıktır.

Bu kölenin bulunduğu ve kaçtığı yer, küçük bir yerse, bu durumda, bu davranışı kusur olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Bir   kölenin,   köyden   şehire   veya   şehirden   köye   kaçması

kusurdur. Bir   kirnsenin,   kendisini   gasbetmiş  bulunan   şahıstan,   efendisine kaçması kusur olmaz.

Gâsıbm yanından kaçan köle, hem efendisinin yanma varmıyor; hem de, gasbeden şahsın yanına dönmüyorsa; efendinin yerini bilmesi ve oraya varacak gücünün olması hâlinde, bu davranışı bir noksanlıktır.

Ancak, efendisinin yerini bilmiyorsa veya oraya dönmeye gücü yetmiyorsa;  bu durum,  bir noksanlık değildir.  Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir köle, dârü'l-harbte ganimet olduğu halde, henüz taksim edil­meden önce kaçar ve sonradan da geri dönerse, bu davranışı kusur sayılmaz.

Taksimden ve birinin hissesine düştükten sonra, köle, ailesine dönmek maksadiyle kaçarsa, bu davranışı, bir noksanlıktır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir köle, on dirhemden daha az bir şey çalarsa, bu kusurdur. "Bir dirhemden aşağı çalmak; hatta bir veya iki fülüs çalmak da kusurdur." denilmiştir.

Kölenin, efendisinin mahnı çalması ile, bir başkasının malını çalması arasında da bir fark yoktur.

Ancak köle, efendisinin olan yiyecek maddelerinden, sadece yemek maksadı ile çalarsa, bu kusur olmaz.

Başkasının böyle bir şeyini çalarsa, bu kusur olur.

Köle, satmak için yiyecek maddesi çalarsa, kimden çalmış olursa olsun, bu davranışı bir kusurdur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Câmiu'l-FusûleyıTde şöyle zikredilmiştir:

Kölenin, soğan ve karpuz gibi şeyleri çalması noksanlık olmaz. Ancak köle, karpuzu —efendisinin değil de— bir başkasının bos­tanından çalarsa; bu bir kusurdur.

Muhtar olan da, budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Köle, yenilecek şeyleri, biriktirmek maksadı ile, —ister efendi­sinden, ister başkasından— çalarsa; bu bir kusurdur. FüsÛIü'l-Imâdiyye' de de böyledir.

Köle, —hırsızlık maksadı ile— bir eve delik açarsa, bir şey çalmasa bile, böyle yapması bir kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Fevâidü'z-Zahîrîyye'de şöyle denilmiştir:

Burada dikkat edilecek bir mes'ele vardır:

Bir kimsenin satın aldığı bir küçük köle, yatağını ıslatıyor olsa, müşteri, bu köleyi iade eder.

Bu köleyi geri vermek mümkün olmaz ve onda bir kusur daha meydana gelirse; müşteri, -satıcıya müracaat ederek, köledeki noksanlığın karşılığını alır.

Müşteri, satıcıya baş vurup, kölenin kusurunun karşılığını aldıktan sonra, bu köle büyüyüp bulûğa erişir ve o noksanlığı kaybo­lursa, satıcı, müşteriye vermiş olduğunu geri isteyebilir mi?

Bu mes'ele hakkında, kitaplarda bir rivayet yoktur.

Babam şöyle derdi: "Münasip olan, şu iki mes'eleye istidlâlen, bu satıcının verdiğini geri almasıdır.":

1) Bir kimsenin satın aldığı câriye, evli çıkarsa, onu geri verir. Şayet, bu cariyenin, —müşterinin yanında— bir kusuru daha mey­dana gelirse; o —eski— noksanlık için, satıcıya müracaat eder.

Bu noksanlık sebebiyle müracaat edip bunun karşılığını satıcıdan aldıktan sonra, bu cariyeyi kocasına verirse, o noksanlık zail olunca, satıcı, verdiğini geri alır.

2) Bir kimsenin satın aldığı köle, hasta çıkarsa, onu geri verir.

Bu kölenin, başka bir noksanlığı daha zuhur ederse, satıcıya müra­caat eder ve karşılığını alır.

Sonra, bu köle iyileşirse, satıcı verdiğini geri alabilir mi?

Âlimler: "Eğer, bu kölenin hastalıktan kurtulup iyileşmesi, tedavi yolu ile olmuşsa, satıcı verdiğini geri alamaz. Aksi takdirde, geri alır.

Bulûğa erişmek, tedavi yolu ile olmadığına göre, bu durumda da, satıcının, verdiğini geri alma hakkı vardır. Nihâye'de de böyledir.

Bevlini (- idrarını) tutamamak bir kusurdur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Cinnet (= delilik, aklî dengesizlik) ebedî bir kusurdur. Yani köle küçüklüğünde     satıcının     yanında    veya     küçüklüğünde    yahut büyüklüğünde müşterinin yanında cinnet getirirse, onu geri verir.

"Köle, —müşterinin değil— satıcının yanında cinnet getirirse, yine, müşteri onu iade eder." diyenler de olmuştur.

Cumhurun kavli ise: "Müşteri iade edeceğini şart koşmamışsa, bu durumda, geri veremez." şeklindedir.

Sahih olan da, budur. Kâfî'de de böyledir.

Cinnetin kusur olabilmesi için, bir gün ve bir geceden fazla devam etmesi gerekir.  Bundan az olanı,  kusur sayılmaz.  Tebyîn'de,  Kenz Şerhı'nde, Câmiu'I-Kebîr'de ve Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Zahîriyye'de şöyle denilmiştir:

Yankesicilik, yol kesicilik ve kefen soyuculuk da, kölede, hırsızlık gibi kusurdur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir kimse, genç bir köle satın aldığı halde, onu sakalı tıraş edilmiş veya yolunmuş olarak bulursa; satın aldıktan sonra sakalının meydana çıkması —ve satıcının yanında da sakalının bulunduğunu anlaması— hâlinde,  müşteri  bu  köleyi  geri  verebilir.  Fetâvâyi  Kâdîhân'da da

böyledir.

Bir kimse, "filan millettendir." diye bir câriye satın aldığı halde, cariye, o milletin dilini bilmez veya güzel konuşamazsa, müşterinin bu durumu önceden bilmesi hâlinde, bu kusur sayılmaz. Ancak, müşteri, bu durumu önceden bilmiyorduysa, bu hâl bir kusur olur.

Bir şahıs, hintli bir câriye satın alır ve o cariye de hintce bilmezse, duruma bakılır: Eğer, Basra halkı, bu hâli bir kusur sayıyorsa, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir.

Basra halkı bunu kusur saymıyorsa, müşteri bu cariyeyi iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  kimsenin satın  almış bulunduğu  cariyenin,  güzel yemek pişirememesi,  ekmek yapamaması  —bunları  şart koşmamışsa— bir kusur sayılmaz.

Ancak, bir kimsenin satın almış bulunduğu bir köle, daha önce güzel iş yapabildiği halde, müşterinin yanında, bunu unutmuş olursa, müşteri onu geri verebilir. Hulâsa'da da böyledir.

Kübrâ'da şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin satın aldığı cariyenin gözü ağrıyor olsa, bu göz ağrısının yeni olması  hâlinde, müşteri o cariyeyi geri veremez.

Ancak, bu cariyenin gözü, eskiden beri devamlı ağrımakta ise, müşteri onu geri verebilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Keza, bir kimsenin satın aldığı cariyenin dişi ağrıyor olsa, bu diş ağrısının yeni olması halinde, müşteri, o cariyeyi geri veremez.

Ancak, bu cariyenin dişi, eskiden beri ağrımakta ise, müşteri, onu geri verebilri. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Muhıyt'te şöyle denilmiştir:

Satılan câriye: "Benim dişim ağrıyor." derse; onun sözü ile, câriye geri verilmez. Siraciyye'de de böyledir.

Cariyenin gözünün bir gök olur diğeri olmazsa veya biri sürmeli diğeri beyaz olursa, bunlar kusurdur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı köleyi sıtma tutuyor olması bir nok­sanlıktır.    Müşteri, bu köleyi geri verebilir. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, "satıcının, ona cima' etmemesi" şartiyle, dul bîr câriye satın alır; sonra da, satmadan önce, satıcının o cariyeye cima' etmiş olduğu açığa çıkarsa; müşteri, bu cariyeyi, bu durumda da geri veremez. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, "bakire olması" şartı ile satın alıp, teslim alır ve bu cariye satın almış bulunan bu şahsın yanında öldükten sonra, dul olduğu meydana çıkarsa; bu müşteri, satıcıya baş vuramaz.

Bu hâlin, bir noksanlık olup olmaması da müsavidir.

Bunu, Hasan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet etmiştir.

İbnü Ebî Mâlik'in, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan rivayetine göre ise: Bu müşteri, noksanlığı miktarınca, satıcıya baş vurabilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, "henüz bulûğa ermemiştir." diye, bir câriye satın aldığı halde, bu câriye bulûğa erişmiş olursa; onu,s atıcıya geri veremez. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi siyah bulursa, hilkatinin tamam olması hâlinde,  bu şahıs,  o cariyeyi geri veremez.  Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyenin yüzünü, onun güzelliğini giderip çirkinleştirecek bir şekilde yarılmış bulursa, bu müşteri, bu cariyeyi, satıcıya geri verebilir. Ziyâdât'tan naklen Muhıyt'te de böyledir.

Güzel dîye aldığı cariyeyi, çirkin bulan müşteri de, onu satıcıya geri verebilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, satın aldığı kölenin dizinde yara-bere olur; satıcı: "Bu yenidir." dediği halde, sonradan, eski olduğu anlaşılırsa; müşteri, onu geri veremez.

Ben, o yaraların sebebinin belli olmadığı zaman geçerlidir. Ancak, sebebi belli olur ve bu yara-bere vurma sebebiyle olmazsa; bu durumda geri verebilir.

Bu, şunun gibidir: Bir kimsenin satın aldığı köleyi, sıtma tutuyor olur; satıcı: "Bu gab sıtmasıdır." dediği halde, bu sıtma, başka bir sıtma olsa, müşteri, bu köleyi geri verebilir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Keza, satıcı: "Eğer eski ise, bana aittir." der; sonra da, onun eski olduğu ortaya çıkarsa, müşteri, onu geri veremez.

Keza, müşteri, "yenidir" diye satın aldığı halde, o eski olsa, yine müşteri onu geri veremez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir şahsın satın aldığı kölenin, kulağının birinde, —dimağına ulaşan— delik olmasa, bu bir kusurdur.

Ancak, hintli olanların kulak deliğinin büyük olması, kusur değildir.

Başka milletlerden olanlar için, bunu o milletten olanlar, kusur sayarlarsa, kusur olur. Hulâsa'da da böyledir.

Çok yemek, câriye için kusurdur; köle içinse, kusur değildir. Muh­târu'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Sulhu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin satın aldığı bir cariyede,yara bulunursa, müşteri onun kusur olduğunu bilmese bile, bu cariyeyi satıcıya gerj verebilir.

Bu mes'elede, yaranın halk arasında, bir noksanlık sayılması hâlinde, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir. Zehiyre'de de böyledir. [61]

 

2- Hayvanlardaki Ve Diğer Şeylerdeki Kusurlar

 

Bir adamın satın aldığı inek sağılmıyor ise, emsalinin sağılmak için satılıyor olması hâlinde, bu bir noksanlık olur ve müşteri, bu ineği satıcı­ya geri verebilir.

Ancak, bu ineğin emsali, et için satılıyorsa, müşteri, bu ineği geri veremez.

İneğin sütünün bir memesinden sağılıyor olması bir kusurdur.

Hayvanın az yemesi de, kusurdur. Bu hal, insanlar için noksanlık değildir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şemsü'l-İslâm'ın Fevâidi'nde şöyle zikredilmiştir:

Hayvan, âdetin üzerinde fazia yemesi bile, bi: kusur değildir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı eşeğin anırmıyor olması, bir kusurdur. Kunye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı öküzün, iş göreceği zaman  yatıp uyu­ması, kalkmaması bir kusurdur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı eşeğin, yavaş yürüyor olması sebebiyle, onu satıcıya geri veremez.

Bir kimsenin satın aldığı horozun, vakitli vakitsiz ötüyor olması bir kusurdur. Müşteri, bu horozu, satıcıya geri verebilir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu koyunun kulağı kesilmiş olursa, bu koyunu kurbanlık için almış olması hâlinde, müşteri, bu koyunu, satıcıya geri verebilir.

Kurbana mâni her özrün bulunması hâlinde hüküm böyledir.

Ancak, bu şahıs, bu koyunu kurbanlık olarak almamışsa, bunu, satıcıya geri veremez.

Ancak, bu hâl, halk arasında noksanlık sayıhyorsa, o zaman, müşteri, bu koyunu, yine iade edebilir.

Satıcı ile müşteri görüş ayrılığına düşerler ve müşteri: "Ben, onu kurbanlık için aldım." dediği halde, satıcı bunu inkâr ederse; kurban zamanı olması hâlinde, müşterinin sözü kabul edilir. Bu durumda da, müşterinin kurban kesen birisi olması gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı öküz veya kuzu, necaset yiyor ve bunu devamlı yapıyorsa, bu bir noksanlıktır.

Bu hayvan, haftada bir veya iki defa necaset yiyorsa, bu hâl nok­sanlık sayılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir şahsın satın aldığı hayvan, devamlı olarak sinek yiyorsa, bu bir noksanlıktır.

Ancak, arada sırada yiyorsa, bu noksanlık sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, üzerine başka bir eşeğin çekildiği bir eşek satın alırsa, bu hal, o eşeğin geri verilmesini gerektirecek bir kusur mudur?

Bu hususun cevâbında Buhârâ'lı imamlar ihtilaf ettiler.

Kâdî'l-îmânı Abdülmelik Hüseyin en-Nesefî, bu hususa şu cevâbı verdi: "Eğer eşek, bu işi kendisi yapmışsa; bu bir kusur değildir. Ancak, bu eşeği, eşeğin sahibi ona çekmişse, bu bir kusurdur.' *

Bu kavil üzerinde ittifak edilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Dehas (- Atın tırnağının hastalıktan oyulması), bir kusurdur. Çukur olması bile, atın tırnağını et kaplamış olması da bir kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Hayvanın ayağında akıntılı bir yaranın bulunması da kusurdur.

Bu, hayvanı kuvvetten düşürür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hayvanın, hastalıktan dolayı, yemini ıslatacak   kadar salya­larının akması —bu, bedelinde bir noksanlık meydana getiriyorsa— bir kusurdur. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Hayvanın hile ile —yuları ne kadar tutulursa tutulsun— başını yulardan çıkarması   ve   bunu   sık   sık   yapması   da,   bir   kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.

Hayvanın bacaklarının birbirinden ayrık olmasına rağmen, ayak­larının birbirine yakın olması da bir kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.

Hayvanın, yular taktırmamakta direnmesi de bir kusurdur.

Yular   takılacağı   sırada   hayvanın   durmaması   da   kusurdur. Hulâsa'da da böyledir.

Hayvanın zor ve çetin yollarda, ayak diremesi de bir kusurdur. Hayvanın   eklem    yerlerini   özürlü   olması   da   bir   kusurdur.

Zahîriyye'de de böyledir.

Hayvanın  yürüme  esnasında  bacaklarının  dolaşması  da  bir kusurdur, Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mekhû'  olan  at  kusurludur.  Mekhû'  olan  at, göksünün sol tarafında beyaz bir daire bulunan attır. Hayvan bundan rahatsız olur.

Müntekâ'da: "Mekhû', hayvanın bir ses işitince,dik başlılık edip, kendi istediği yöne, sıçrayıp gitmesidir.'' denilmiştir.

Hayvanın, yolu vurulduğunda veya terbiye 'edilirken hiddetlenip, gözlerinin —beyazı görünmeyecek şekilde— hiddetlenmesi de, bir kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı atın dişleri büyük olur ve bu müşteri de, "onun, küçük dişli olmasını" şart koşmuş bulunmazsa, uygun olan bu şahsın, o atı geri vermemesidir.

Nitekim, bir kimsenin satın aldığı cariyenin büyük dişli çıkması halinde de hüküm böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Fetâvâyi Âhû'da şöyle zikredilmiştir:

Bir şahsın satın aldığı ineğin, bu şahsın (= müşterinin) evinden, satıcının evine gitmesi kusur sayılmaz.

Köle de, böyledir. İki veya üç defa gitse bile, kusur sayılmaz. Tata-rhâniyye'de de böyledir.

Bir şahsın satın almış bulunduğu devenin memesini, satıcının, sütü dökülmesin diye bağlamış olması, kusur sayılmaz. Ve, bu deve, satıcıya geri verilemez.

Keza, bir satıcı.kölesinin parmak uçlarını karalayarak, onu yolun üzerine oturtur ve müşteri de, bu köleyi kâtip (= yazıcı) sanarsa; veya, satıcı, köleye ekmekçi elbisesi giydirir de, müşteri, o köleyi ekmekçi zannederse; bu durumlarda da, müşteri, bu köleyi satıcıya geri veremez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu bir çift mest, dar gelip ayağına olmazsa,   bu   hususta  Şeyhü'l-İslâm   Hâ her zade:   "Eğer,   bu   şahsı, ayağındaki bir hastalıktan dolayı, bu mestleri giyememişse, bunları satıcıya geri veremez.Ayağında bir illet yoksa,bu mestleri geri verebilir." demiştir.

Şeyhu'I-İslâm Ebû Bekir Muhammed bin FadI, şöyle demiştir: "Eğer, bu şahıs, o mestleri giymek için satın almışsa, geri verebilir.

Mutlak şekilde satın almışsa, geri veremez."

Kâdî tmâm AHyyü's-Sağdî ise: "İster giymek için, ister giymemek

için alsın; ister bu mestlerin ikisi de dar gelsin, ister biri dar gelsin,

müşteri  bunları,   satıcıya  iade  edebilir."   demiştir.   Zahîriyye'de  de böyledir.

Bu mestlerin, müşterinin ayağına, ayağında bulunan bir illetten dolayı olmaması hâlinde, satıcı: "Senin ayağın büyük, onu giy, ayağında genişler." der; müşteri de alıp, giyer, ancak mestlerde.bir genişleme olmazsa, müşteri bu mestleri geri verebilir mi?

Fetvalarda, bazı âlimler: "Bu müşteri, o mestleri geri veremez." demişlerdir. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, sadece dışından elini sürerek satın aldığı mest, ayağına olmassa, onu geri verebilir, Kunye'de de böyledir.

Fetâvâyi Fadlî'de şöyl.e denilmiştir:

Bir kimse, satın aldığı cübbenin içinde, bir fare ölüsü bulursa, bu, cübbe için bir kusurdur.

Bu mes'elenin îzâhı: "O farenin çıkarılması, cübbede bir noksanlık meydana getiriyorsa, bu kusurdur.

Cübbedeki bir yırtıktan dolayı, bunu çıkarılması bir noksanlık meydana getirmiyorsa; bu, kusur değildir. Huiâsâ'da da böyledir.

Zehıyre'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, farkına varmadan, pis bir elbise satın alarak bu durumu sonradan öğrense; bu elbiseyi yıkaması hâlinde, değeri düşmeyecekse, onu satıcıya iade edemez. Muhtar olan fetva budur. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir  kimsenin  satın  almış  bulunduğu  elbisede  yağ  olması  bir kusurdur. Çünkü, yağ lekesi kolay çıkmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir  dükkan  satın  alan  kimse,  onu  teslim   aldıktan  sonra, kapısında: "Bu dükkan, camiye vakıftır." diye yazılı olduğunu görse, onu  geri  veremez. Çünkü,  bu  bir  alâmettir;  hüküm  ifade  etmez. Kunye'de de böyledir.

Satılan bir evde, bir başka şahsın dükkanı bulunur; müşteriye bu dükkanın ücreti haber verilir; sonradan da, bu dükkanın ücretinin daha fazla olduğu anlaşılırsa; bu ev, bu sebepten dolayı geri verilemez. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satın alınan bir evin duvarında, insanlarca kusur sayılabilecek bir deliğin bulunması kusurdur. Vecîz'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı yerin, verimsiz bir yer olduğu ortaya çıkarsa; uygun olan, o yerin geri verilebilmesidir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, kendisine gösterilen buğdayı satın aldıktan sonra, onu kötü görürse, bu müşterinin, kusuru sebebi ile, o buğdayı geri verme hakkı yoktur.

Keza, bu şekilde, gümüş bir kap satın alan şahıs, onu kötü görürse; aldatılmamış olması ve kapta kırık bulunmaması hâlinde, kötülüğüne itibar edilmez. Mubıyt'te de böyledir.

Bir kimse satın aldığı buğdayı, kurtlanmış veya yıpranmış olarak bulursa, onu, satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, koyacağı yere sığması şartı ile bir'tahıl aldığı halde, o şey, o yer —öğütülmeden— sığmazsa, onu geri verebilir.

Burada şartın bulunmayışı, kusur yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yerden sökülen bir şey satın alan kimse, onda az veya çok toprak bulursa, onu geri verebilir. Vecîz'de de böyledir.

Baklagillerden bir şey satın alan kimse, onun içinde kuru ot bulunca, bu şey kusur sayılacak miktarda ise, onu geri verebilir.

Pırasa ve benzeri bir şey satın alan kimse, bunun topraktan çıkan yerinde, çok miktarda ot bulursa, onu geri verebilir.

Harmanlanmış halde, —karışık— bulunan sebzelerin demeti küçükse, bunlar deste- olarak; büyükse, sepet olarak kabul edilir. Zehîyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı yerin içinden yol geçiyor olursa, bu şahıs o yeri, bu sebeple geri verebilir.

Keza, bir şahsın satın aldığı bağda, çok sayıda karınca yuvası bulu­nursa,  o şahıs da, bu bağı geri verebilir.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, bu bağdan, başkasının yolu veya suyu geçiyorsa, müşteri, onu geri verebilir. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, bir kimsenin satın almış bulunduğu bağa, içinden su geçen ve bununla başka bir yere su sevkedilen bir oluk konmuş olursa, müşteri bu bağı yine geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, sulamak mümkün olmuyor, ancak nehrin taşması ile sula-nabiliyorsa; o da geri verilebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza, bağda, müşterek bir duvarın bulunması da, kusurdur. Bağın duvarı —ancak— destekle durabiliyorsa, bu hâlin o beldede kusur sayılması hâlinde, kusur olur. Hulasada da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı evde, başkasının yerine giden bir su kanalı  buiunur ve satın alırken  de,  bu  durumu  bilmezse,  müşteri muhayyerdir: İsterse, geri verir; isterse, satıcıdan bu kusurun bedelini alır. Kunye'de de böyledir.

Bir yer ve bir hurmalık satın alan şahıs, aldığı sırada, buraların suyunun olmadığını bilmezse, muhayyerdir: İsterse, geri verir; isterse, elinde tutar. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin satın almış bulunduğu Kur'ân-i Kerîm'in, noktaları noksan olura; bu bir kusurdur; satıcıya geri verir.

Keza, satın alınan Kur'ân-ı Kerîm'in bir veya iki âyeti noksan bulunursa; müşteri, bu Kur'ân-ı Kerîm'İ, satıcıya geri verir.

Bir kimse, oğlu için bir mushaf satın alınca, hocası: "Bunda, çok yazı hatası var." derse; o şahıs, bu Kur'ân-ı Kerîmi, satıcıya geri verir ve parasını alır. Muhıyt'te deböyledir.

Bir şahsın  satın aldığı  yerden,  su sızıntısı  çıkmakta olursa, müşteri, orayı geri verebilir.

Ancak, bu suyun başka yerden geldiği ve kuruyup kesileceği anlaşılırsa, geri vermez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu sızıntı, nasıl olursa olsun, geri vermek için bir sebeptir. Meselâ: Müşterinin elinde iken, satıcıya geçtikten sonra daha fazla veya o kadar sızmakta olduğu da nazar-ı itibara alınmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir bağ satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, bu bağda su çıkarsa; bu müşteri, o bağı satıcıya geri verebilir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.                             .                                       .

Bir kimse, Fırat Nehri'nin suyu ile pişmiş olmak şartıyle bir ekmek satın aldıktan sonra, bu ekmeğin başka bir su ile pişirilmiş olduğu mey­dana çıkarsa, bu müşteri, o ekmeği sahibine geri verebilir. Kunye'de de

böyledir.

Keza, bir kimse, örneğini görmüş bulunduğu kınadan olmak şartiyle, bir miktar kına satın aldıktan sonra, onun, örneğini gördüğü kınadan olmadığı anlaşılırsa; müşteri, bu kınayı, satıcıya geri verebilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir  kimsenin  satın  almış bulunduğu,  beş yüz,  kazîf (ölçek) buğdayın içinde toprak bulunursa; bu durumun halk arasında kusur sayılmaması hâlinde, müşteri, bu buğdayı, satıcıya geri veremez.

Fakat, bu hâl, insanlar arasında kusur, sayıhyorsa, o zaman, müşteri, bu buğdayı satıcıya iade edebilir.

Bu durumda, buğdayın tamamını iade etmesi gerekir.

Fakat, "buğdayı seçip, toprak kadarının bedelini satıcıdan alayım." derse; bunu yapma hakkına sahip değildir.

Bu hüküm, toprağın seçilip ayırılması hâlinde geçerlidir.

Şayet, bu müşteri buğdayı eler ve içinden fazla sayılacak kadar çok toprak çıkarsa; bu toprağı satıcıya iade edip, o kadar buğdayın bedelini alabilir. Ve buğdayın diğer kısmını, yanında tutar.

Ancak, müşterinin böyle yapabilmesi için, satıcının da, buna razı olması gerekir.

Buğdaya benziyen diğer şeyler hakkındaki hüküm de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı yağın içinde hayvan tersi ve benzeri şeyler bulunursa; bu müşteri sadece bu yabancı şeyi iade etmez; onu, yağ ile birlikte iade eder. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı misk'in içinde kalay bulunursa; bu kalayı seçip,  satıcıya geri verir ve onun bedelini alır. Bunun az veya çok olmasında da bir fark yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), bu gibi mes'eleler hakkında şöyle buyurmuştur:

Azına müsamaha edilen şeylerin çoğu da, seçilip ayırılmaz. Azına müsamaha edilmeyen şeylerin ise, çoğu da seçilip ayırılır.

Misk'in içinde bulunan kalayın, azına müsamaha edilmediğinden, çoğu da, seçilip temizlenir.

İçinde az toprak bulununca, müsamaha edilen şeylerin, toprağı çok olsa bile seçilip ayrılmaz.

Âlimlerin ekserisi, bu görüşü alıp kabul etmişlerdir. Fetâvâyi Kâd-ıhân'da da böyledir.

Kurumuş et satın alan kimse, bunu çok tuzlu bulursa; bu da, buğday hakkında söylediğimiz hüküm gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin, bakır satan şahıstan, satın aldığı eritilmiş bakırdan bir taş çıkarsa, bu şahıs, onun ağırlığı kadar etirilmiş bakırın bedelini tutar.

Ancak, buna satıcı razı olursa böyle yapabilir. Satıcı buna razı olmazsa, nakra'yı geri verip, bedelini alır. Zehiyre'de de böyledir. [62]

 

3- Kusurdan Dolayı Geri Verilmesi Yasak Olan Veya Yasak Olmayan Şeyler

 

Bu hususta asıl olan: Müşteri, satın aldığı şeyin kusurunu bildiği halde, onun üzerinde mülkü olarak tasarrufta bulunursa; iade etme hakkı bâtıl (= geçersiz) olur.

Meselâ: Bir hayvan satın alan şahıs, onda bir kusur görür ve onu tedavi ettirip, bir ihtiyacı için üzerine binerse; bu durumda, onu geri verme hakkı kalmaz.

Bu şahıs, o hayvanın bir kusurunu tedavi ettirdiği halde, onun bir kusuru daha olur ve onu tedavi ettirmez yahut ettiremezse, bu durumda, bu şahıs, o hayvanı geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  defa  hizmette  istihdam  etmek,  noksanlığa  razı  olmak sayılmaz.

Ancak, bu bir defadan sonra, ikinci defa da aynı hizmette istihdam edilirse, bu hâl kusura rızâ göstermek olur.

Fetva da, buna göre verilir. Muzmarâtta da böyledir.

Kitâbü'l-İcârât'ta,  istihdam (=   hizmette kullanma) mes'elesi açıklanarak, şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin —muhayyer olarak satın aldığı cariyeye bir eşyayı dama çıkarmasını veya oradan indirmesini; yahut —şehvetsiz olarak— ayağını ovalamasını, yemek pişirmesini, ekmek yapmasını emretmesi, satışa razı olması mânasına gelmez.

Ancak, yemek pişirmesini veya ekmek yapmasını, âdetin üstünde emrederse; bu durum satışa razı olması demek olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı hayvana, sür'atine bakmak için biner veya satın aldığı elbiseyi kıymetine bakmak için giyerse, bu alış-verişe rızâ sayılır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı hayvana, onu geri vermek veya sulamak yahut ona, ot, saman gibi bir yiyecek almak için binerse, bu binişi alış-verişe razı olması sayılmaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Ancak, müşteri, başka bir hayvanın yiyeceğini, satın aldığı bu hayvana yüklerse; kendisi binsin veya binmesin, bu, satışa rıza sayılır. Zehiyre'de de böyledir.                                               . -

Bir kimse, satın aldığı bir evde, kusurunu gördükten sonra oturur veya onun bir yerini yıkarsa; muhayyerliği sakıt olur.  Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı süt anne'de bir küsur bulur ve "ona bir çocuğu emzirmesini" emrederse, bu bir rızâ sayılmaz.

Ancak, sütünü sağıp, çocuğa içirmesinî emreder veya bu sütü satarsa, bu bir rızâdır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu kimse, süt annenin sütünü sağdırdığı halde, onu satmaz veya içirmezse; bu hususta Sulhu'l-Fetâvâ'da şöyle denilmiştir: "Satılmayan ve içilmeyen süt, sadece sağılmış olmakla, satışa rızâ olmak manâsına gelmez. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimsenin satın aldığı cariyenin göksünde süt olur ve bu câriye, o sütü bir çocuğa emzirir veya müşteri kendisi emerse; bilâhare, o cariyeye bir noksanlık gelse bile, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir.

Ancak, müşteri, bu cariyenin sütünü sağıp zayi eder veya içer ve bilâhare de onda bir kusur görürse; bu durumda, o cariyeyi, satıcıya geri veremez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı ineğin sütünü içtikten sonra, onda bir kusur bulursa; bu durumda, onu geri veremez.

Ancak, noksanı için, satıcıya müracaat edebilir. Fusûlü'l-Imadiyye'de de böyledir.

Bir kimse, yavrusu ile bir koyun veya inek satın aldıktan sonra, bunun bir kusurunu görür, bilâhare de yavru anasını emerse; müşteri bu hayvanı, satıcıya geri verebilir.

Bu hâl, müşterinin o hayvanı, noksanı ile birlikte kabul ettiğine alâmet sayılmaz.

Ancak o hayvanı, müşteri sağar ve kendisi veya çocuğu sağılan bu

sütten içerlerse, bu hâl, o hayvanın noksanına razı olmak manasına

gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı koyunun yününü kırktıktan sonra, onda bir kusur görürse; onu kırkmasının noksanlık sayılmaması    hâlinde   o koyunu, satıcıya geri verebilir.

İmâm Muhammed (R.A.): "Bana göre, koyunun yününü kırkmak, onun için bir noksanlıktır." buyurmuştur.

Müntekâ'da, diğer bahislerde, koyunun diğer kusurlarını bildir­dikten sonra: "Onu kırkmak satışa rızâ olur." denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

"Bir kimsenin satın aldığı bağ, bu şahıs satın aldıktan sonra meyve verir ve müşteri bu meyveleri toplayıp yere serer; bilâhare de bağda bir noksanlık görürse; bu meyveleri toplamanın, bağa noksanlık vermemesi hâlinde, bu müşteri, bağı, satıcıya geri verebilir." denilmiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, çalgıcı olması şartiyle, bir câriye satın alır ve fakat, o çalgıcı olmazsa; bu durumda,müşteri onu geri veremez.Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi kusurlu bulduktan sonra, onu döver ve bu vurmanın izi mevcut olursa, bu müşteri, onu, geri veremez.

Kusurundan dolayı da, satıcıdan bir hak talebinde bulunamaz.

Ancak, bir tokat veya iki-üç kırbaç vurduğu halde, bu köle üzerinde bir iz bırakmamışsa, o zaman, onu, satıcıya geri verebilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı kölenin gözünde bir beyazlık bulunur; , müşteri, satıcıya bu durumu sorunca, o: "O, vurmaktan oldu. Geçer. On güne kadar iyileşir." der ve on gün geçtiği halde iyiîeşmezse; bu müşteri, o köleyi geri veremez. Kunye'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

  Bir köle satın alan şahıs, üç gün sonra, "bu kölede öksürük vardır." diye iddia eder ve bu köle, müşterinin yanında, otuz gün veya daha fazla kalır; müşteri de,bu müddet içinde onu çahştırırsa, satıcıya geri verebilir mi?

İmâm, şu cevâbı verdi:

   Köledeki   kusuru   Öğrendikten   sonra,   onu   çalıştırmak,   bu ahş-verişe rızâ göstermek demektir. Tatarhâniyye'de de bo^^rv;'

Bir kimse, satın aldığı cariyeye cima' ettikten sonra, onun bir noksanını görürse, onu geri veremez.

Ancak, bu kusurunun karşılığını satıcıdan alır.

Bu cariyenin kız veya dul olması da müsavidir.

Ancak, satıcı: "Ben, geri kabul ederim." derse, bu durumda, müşteri, o cariyeyi, satıcıya geri verebilir.

Bu müşteri, cariyenin küsuruna muttali olduktan sonra, onu şehvetle öper, ona şehvetle dokunur veya cima' ederse;bu davranışları onun kusuruna razı olduğu manâsına gelir ve bu durumda, o cariyeyi

geri veremez.

Kusurundan dolayı, satıcıdan,  kusuru nisbetinde hak talebinde bulunur.

Ancak, satıcının, bu durumda da, onu geri almaya razı olması hâli müstesnadır.

Cima', bir şüphe üzerine yapılmış ve cima' edenin mehir vermesi icâbetmiş olursa; satıcı razı olsa bile, müşteri, bu cariyeyi geri veremez.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi birisine nikahlarsa; kocası, ona cima' etsin veya etmesin, —satıcı razı olsa bile— müşteri, bu cariyeyi geri veremez. Muzmarât'ta da böyledir.

Şayet, cariyede bir noksanlık varsa, müşteri, satıcıya müracaat edip, noksanlığı nisbetindeki karşılığı geri alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Satın alman cariyenin,  satan şahsın yanında kocası bulunur ve—bu koca— müşterinin yanında iken, o cariyeye cima' ederse; bu cariyenin dul olması ve bu cima'nın onun değerini düşürmesi hâlinde, satıcının rızâsı olmadan müşteri onu geri veremez.

Şayet, bu cariyenin kıymeti düşmemişse, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir.

Söylediğimiz bu hususlar, dul hakkındadır.

Ve, satıcının yanında iken cima' edilmiş, sonra da, müşterinin yanında iken cima' edilmiş olması halinde böyledir.

Fakat, bu cariyeye, satıcının yanında iken cima' edilmemiş, ancak, müşterinin yanında iken cima' edilmişse, el-Asl'da bu mes'eleden bah­sedilmemiştir.

Ve âlimler, bu hususta ihtilâf etmişlerdir: Sahih olan, bu cariyeyi, müşterinin geri verebilmesidir. Muzmarât'ta da böyledir.

Eğer, bu câriye bakire ise, bu durumda, müşteri, onu, satıcıya geri veremez.

Ancak, noksanlığının karşılığını, satıcıdan alır. Şayet, satıcı: "Ben, kabul ederim." derse; bu durumda, müşteri, bu cariyeyi, geri verebilir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimse,  odun satın alır; satıcı da, odunda bir noksanlık olmadığını ikrar eder ve önce, odunun gece kırılıp ufaltılmasın] şart koştukları halde, sonradan bu şarttan vaz geçerler ve müşteri gündüz, odunda kusur görürse, onu, satıcıya iade edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir semer atı satın alıp, onun husyelerini burduktan sonra, onun bir kusurunu görürse; husyelerini burmamanın, ona bir noksanlık gelmiyecekse; müşteri, onu satıcıya geri verebilir. Semerkand ehli'nin fetvalarında da böyle zikredilmiştir.

Şeyhu'1-tmâm ZahîrıTd-Dîn el-Mürğînânî ise, bunun hilâfına fetva vermiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı yiyeceğini bir kısmını yedikten sonra, onun kusurunu görürse; İmâm Mutmmmed (R.A.)'e göre, kalan kısmını iade eder.

Keza, bu şahıs, o yiyeceğin bir kısmını, satmış olursa; geride kalanı iade eder. Sattığı kısımdaki noksanlıktan dolayı da, satıcıya başvuramaz. Fetva buna göredir.

Un satın alan bir kimse, onun bir kısmını ekmek yaptıktan sonra, acımış bulunduğunu anlarsa; geride kalan unu, iade eder.

Tükettiği kısmın noksanlık bedelini ise, satıcıdan alır.

Bu, İmâm Muhamnıed (R.A.)'in kavlidir. Fakıyh de bu kavli almıştır. Hulâsa'da da böyledir.

Bu, unun bir kapta bulunması hâlinde böyledir.

Şayet, un iki kapta (yani iki çuvalda) bulunur ve müşteri bunların birinden yedikten veya sattıktan sonra, unun kusurunu anlamış olursa, geri kalanını iade eder ve bedelini de satıcıdan alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Elbiselik kumaş satın alan bir şahıs, onun küçük olduğunu, elbise olmayacağını görür ve bu kumaşı geri vermek isteyince de, satıcı, ona: "Bu.kumaşı terziye göster. Eğer, "elbise çıkmaz" derse, geri bana iade et." der; müşteri de, terziye gösterince, terzi: "Elbise olmaz." derse; müşteri bu kumaşı, satıcıya geri verir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ayağa veya başa giyilecek olan «eyler de böyledir. Yenâbi"de de böyledir.

Özürlü para da böyledir.

"Harca, eğer geçmezse, bana geri ver." diyen şahsa, geçmeyen para iade edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir müşteri, satın aldığı şeyi kusurlu bulunca, satıcı, ona: "Bunu sat; satamazsan, bana iade et." der ve müşteri onu satamazsa; satıcıya da geri veremez. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir köle satın aldıktan sonra, pazarlığı bozarsa; satıcı, bu durumu kabul etmese bile, müşteri, bu köleyi iade eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı kumaşı kestiği halde, henüz dikmeden, onda bir kusur bulsa; müşteri, bu durumda, o kumaşı, satıcıya geri veremez.

Ancak, satıcı: "O halde kabul ederim." derse, müşteri geri vere­bilir.

Müşteri, satın aldığı şeyi satarsa, geri verme hakkı geçersiz olmuş olur. Ve bu durumda, noksanı için de, satıcıya müracaat edemez.

Bu müşteri, kumaşın kusurunu, şayet elbiseyi diktikten sonra görmüş olursa, bu durumda, noksanını tazmin ettirmek için, satıcıya baş vurur.

Satıcının: "Kumaşını getir. Ben noksanını kabul ederim." demeye hakkı olmaz. Câmiü'-Sağır'de de böyledir.

Kavrulmuş unu, yağa veya bala katmış bulunan kimse için de, durum böyledir. O da, aldığı şeyin noksanından dolayı, satıcıya baş vurur. Muzmarât'ta da böyledir.

Satın aldığı şeyi önceden görmüş ve o şeyin kusurunu bilerek almış bulunan şahıs, onu satıcıya geri veremediği gibi, noksanı için de, ona müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bir şey satın alıp, onu icara verdikten sonra kusuru olduğunu görürse; icarı bozup, —kusuru sebebi ile— o şeyi, satıcıya geri verebilir.

Rehin bırakmak ise, bunun hılâfmadır. Zahîriyye'de de böyledir.

Satın aldığı şeyi, bir başkasına hîbe eden şahıs, henüz onu teslim etmeden önce, kusurunu görürse, satıcıya geri verir.

Müşteri, satın aldığı bu şeyin kusurunu görmeden, onu hîbe edip teslim etmemiş bulunsa, bu hâl, kusura rızâ sayılmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir köle satın alıp, onu teslim alır ve başkasına hîbe edip, ona teslim ettikten sonra da, hâkimin hükmü olmadan bağıştan döner ve bilâhare de bu kölenin kusuruna muttali olursa, İmâm-i A'zam Ebû Hariîfe(R.A.)'ye göre, bu müşteri, bu köleyi satıcıya geri veremez.   .. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise; bu müşteri, o köleyi, satıcıya iade edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.[63]

 

Satın Alınan Şeyde Meydana Gelen Fazlalıklar

 

Satın alınan şeyde meydana gelen fazlalık iki nev'idir.

1) Satın alınan şeye bitişik olan fazlalık

2) Satın alınan şeyden ayrı olan fazlalık

Satın alınan şeye bitişik olan fazlalık da iki kısımdır:

a)  Satın alman şeyden tevellüt etmeyen  fazlalık: Bir şeyi boyamak ve benzerleri gibi...

Bu durum, bi'1-ittifak, satın alınan şeyi, —bu— kusuru sebebiyle, geri vermeye mânidir.

Satıcının, bu durumda: "Ben, böyle kabul ederim." demesi ile dememesi de müsavidir.

b) Satın alman şeyden tevellüt ederek meydana gelen fazlalık: Satın alınan şeyin güzelleşmesi, şişmanlaması, parlaması gibi...

Zâhiru'r-rivâyeye göre, bu hal, satın alınan şeyi, kusurundan dolayı geri vermeye mâni olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşteri, satın aldığı şeyi geri vermekten kaçınır ve noksanlığının karşılığını satıcıdan talep eder; satıcı da:  "Ben, noksanın karşılığını vermem; satın aldığın şeyin tamamını ver; bedelini—geri— vereyim." derse, satıcı, böyle söyleme hakkına sahip midir?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebu Yûsuf (R.A.)'a göre, satıcının böyle söylemeye hakkı yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, böyle söylemeye hakkı vardır. Zahîriyye'de de böyledir. [64]

 

Satın Alınan Şeyden Ayrı Olan Fazlalık

 

Satın alınan şeyden ayrı olan fazlalık da iki çeşittir:

a) Satın alınan şeyden meydana gelen fazlalık

b) Satın alman şeyden meydana gelmeyen fazlalık

Satın alman şeyden meydana gelen fazlalık, bu şeyin doğurması, meyve vermesi ve benzerleri olan diyet, mehir gibi şeylerdir.

Bunlar, noksanı sebebiyle, satın alman şeyin geri verilmesine mâni olurlar.

Bize göre, satışın feshine de mâni olurlar.

Satın alınan şeyden meydana gelmeyen fazlalık da, kazanç ve gelir gibi şeylerdir.

Bu fazlalık, satın alınan şeyin kusuru sebebiyle geri verilmesine ve satışın diğer sebeplerden dolayı feshedilmesine mâni olmaz.

Ancak bunun yolu, akid bozulanca —fazlalık hâriç— artan şeyi, müşterinin karşılıksız olarak, satıcıya teslim etmesidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bunlar,   fazlalığın,   müşterinin   yanında   bulunması   halinde geçerlidir.

Şayet bu fazlalık semavî bir felâketle helak olmuşsa, bu fazlalık, sanki hiç olmamış hükmünde olur.

Ve bu durumda, müşteri, satın aldığı şeyi, kusuru sebebiyle geri verebilir.

Eğer, fazlalık, müşterinin kendi fiili ile helak olmuşsa, bu durumda, satıcı muhayyerdir: Dilerse, satılan şeyi olduğu gibi kabul edip, parasının tamamını geri verir; dilerse, tamamını kabul etmez, noksanlığının karşılığını verir.

Şayet, satılan şeyi, yabancı bir kimse helak etmiş olursa; o zaman, müşteri, satın alınan şeyi geri veremez. Kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Bedâi"de de böyledir.

Bu,.satın alınan şeyin teslim alınmasından sonra fazlalığın mey­dana gelmesi hâlinde böyledir.

Fakat, bu fazlalık, müşteri, satın aldığı şeyi teslim almadan önce olmuş ve fazlalık, satın*alınan şeyden meydana gelmiş bulunur ve onunla bitişik olursa, bu durum, o şeyin geri verilmesine mâni değildir.

Şayet bu fazlalık, satılan şeye bitişik olduğu halde, ondan meydana gelmiş değilse, müşteri öylece teslim alır. O şey, sanki teslimden sonra meydana gelmiş gibi olur. Bu hâl ise, bu şeyin geri verilmesine mânidir.

Müşteri, diyet sebebiyle satıcıya baş vurur.

Şayet fazlalık, satılan şeyden ayrı olduğu halde, doğum, koyunun yünü, süt, meyve, diyet bedeli, mehir gibi satılan şeyden meydana gelmiş bir şeyse, bu fazlalık, o şeyin geri verilmesine mâni değildir. Müşteri, dilerse, hepsini iade eder ve verdiğinin tamamını geri alır; dilerse, olduğu gibi razı olup, bir hak talebinde bulunmaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı şeyde, bir kusur bulamadığı gibi, aksine o şeyde fazlalık bulsa, bu duurmda, o şeyi geri verme hakkı olmaz.

Ancak, bu hâdise, o şeyin teslim olmasından önce meydana gelmiş ve o şeyde de —bu fazlalık— bir kusur meydana getirmişse, bu durumda, müşteri, bu şeyi, satıcıya geri verebilir.

Çünkü, bu noksanlık, satın alman şeyin tamamından meydana gelmiş olur. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

Eğer, satın aldığı şeyin aslını ve fazlalığını teslim aldıktan sonra, kusuriu olduğunu anlarsa,  müşteri onu geri verebilir.  Kunye'de de böyledir.

Şayet, fazlalık satılan şeyden ayrı olur ve ondan meydana gelmiş bulunmazsa, bu durumda, —kazanç ve gelir gibi— bu şeyler, onun geri verilmesine mâni değildir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, geri vermesi hâlinde, bu fazlalık, müşterinin olur. Fakat, bu güzel bir şey olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, bu fazlalık satıcının olur. Fakat, bu da, güzel bir şey olmaz.

Ancak, müşteri, bu şeye kusuru ile birlikte razı olursa, bu durumda fazlalık, bi'1-icma' müşterinin olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müşteri, satın aldığı şeyi, fazlalık ile birlikte teslim aldıktan sonra, onda bir kusur görürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu müşteri sadece satın aldığı şeyi iade eder. îmâmeyn'e göre ise, bu şeyi fazlalıkla birlikte iade eder. Şayet, kusur fazlalıkta olursa, bu durumda, alman şey geri verilemez.

Fazlalık zayi olur; satılan da kusurlu bulunursa, bu şahıs, ancak, satın aldığı şeyi iade eder ve bunun bedelini, —bi'1-icma'— tamam olarak alır. Kunye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı buğday, kendi yanında iken, rüzgâr veya yağmur, bu buğdayın miktarını noksanlaştırırsa; bu müşteri, o buğdayı geri veremez.

Keza, bir kimse yaş buğday alır ve bu kuruyunca noksanlaşırsa, müşteri, bu buğdayı da iade edemez.

Keza, yaş olan odunun satın alınıp, onun kuruması halinde de hü­küm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.    

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, katip (= yazı yazan) veya ekmek yapmasını biliyor diye bir köle satın alır ve bu köle, teslimi müteakip,, bu san'atını müşterinin yanında unutur; bundan sonra da, müşteri, o kölede bir kusur görürse, onu geri verebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, Rey şehrinde satın aldığı hurmayı, Kûfe'ye taşıdıktan sonra, onun bir kusurunu görür ve geri vermek isterse; İmâm M ıı hum m ed (R.A.)'e göre» bu müşteri, onu, aldığı yer olan Rey'e kadar götürmedikçe, iade edemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Burada,  hurma değüde,    câriye olsaydı;  İmâm  Muhammed (R.A.): "Câriye, hurma gibi değildir. Hurmanın oraya götürülmesini uygun gördüğüm hâlde, cariyenin götürülmesini uygun görmüyorum." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir şahıstan, gözünün birinde beyazlık olduğunu bildiği bir câriye satın alırsa, onu —bu kusurundan dolayı— geri veremez.

Şayet bu müşteri, o cariyeyi teslim almaz, gözündeki beyazlık kay­bolup gittikten sonra, tekrar gelirse; bu durumda, müşteri onu alır ve —bu kusurundan dolayı— geri veremez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu müşteri muhayyerdir.

Sahih olan da budur.

Görülmüyormu ki, bir kimsenin satın aldığı cariyenin memeleri oİmaz veya esmer olur; müşteri de bunu bilir ve memeleri iyileşip siyahlığı gidene kadar teslim almaz; teslim aldıktan sonra da, aynı has­talık yeniden gelirse; bu câriye müşterinin olur. Çünkü satıcı, akdin gerektirdiği tarzda, onu teslim etmekten âciz değildir.

Bir müşteri, gözünün birinde beyazlık bulunan veya memesi arızalı olan bir cariyeyi, bu durumlarını bilerek satın alır ve gözdeki beyazlık veya memedeki arıza kaybolup, tekrar gelir ve bundan sonra da, müşteri, bu cariyede, satıcının yanında meydana gelmiş bir kusur bulursa, o zaman, bu kusuru sebebiyle, müşteri, o cariyeyi geri verebilir.

Ancak, bu cariyenin, —önceden— beyazlık gelmiş oian gözüne değilde, diğer gözüne beyazlık gelmiş olursa, müşteri, bu durumda o cariyeyi iade edemez.

Beyazlık diğer göze değil de, müşterinin, cariyenin gözüne vurması gibi bir sebeple, aynı göze gelmiş olur, sonra da, bu müşteri, cariyede, satıcının yanında meydana gelmiş olan bir  kusur bulursa,  yine bu cariyeyi geri veremez.

Ancak, satıcı: "ben kabul ederim." derse; bu cariyeyi geri alıp, bedelinin tamamını iade eder.

Bu cariyenin gözüne, müşteri değil de, bir başkası vurmuş olur ve bu sebeple beyazlık gelirse, bu durum, yukarıdaki hükmün hilâfınadır; yani, müşteri, satıcı razı olsa bile bu cariyeyi geri veremez.

Bu söylediğimiz hükümlerin tamamı, müşterinin, cariyenin gözün­deki beyazlığı —önceden— bilmesi ve böylece almış olması hâlinde geçerlidir.

Ancak müşteri, cariyeyi, bu durumunu bilmeden alır ve teslim aldıktan sonra öğrenirse, o zaman, cariyeyi iade edebilir.

Ancak, bu durumda, iade etmez ve bu beyazlık kaybolursa; bundan sonra,—bu sebepten dolayı—iade edemez olur. .

Fakat, bunun dışında, bir kusurunun bulunması hâlinde, müşteri, bu cariyeyi iade edebilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın almış bulunduğu cariyenin bir gözüne boz inmiş olduğunu bilmez ve bu cariyeyi gözündeki beyazlık kaybolduktan sonra teslim alır; sonra da, bu göze tekrar boz inerse, müşteri bu cariyeyi iade edebilir.

Ancak müşteri, gözüne boz inmiş bulunduğunu bilmeden, bu cariyeyi teslim alır ve bu beyazlık da silinip kaybolduktan sonra tekrar meydana gelirse; müşteri bu durumda, o cariyeyi geri veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâyi'1-Fadlî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, gözüne boz inip, bilâhare kaybolmuş bir cariyeyi, bu durumu bilmeden satın alır ve sonradan öğrenirse, o cariyeyi geri vere­bilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, memesinde siyahlık olan bir cariyeyi, budurumu bil­meden satın alır ve teslim aldıktan sonra da durumu öğrenir ve o siyahlık da zail olursa, artık cariyeyi geri veremez.

Ancak cariyenin, bundan başka bir kusuru daha olursa, o kusur sebebiyle geri. verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, satın almış bulunduğu bir kuşun tüylerini yolmuş olması, onu geri vermesine mânidir. Kunye'de de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin satın almış bulunduğu köle hasta olur ve bu hastalığı

müşterinin yanında artarsa, bu müşteri, o köleyi, satıcıya geri veremez. Ancak,  kusurunun karşılığını  satıcıdan talep eder.  Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satıcının yanında, gün aşırı sıtma tutmakta olan bir köle satın alır ve bu köle müşterinin yanına gelince de, gün aşırı sıtma tutmaya başlarsa, sebeplerin aynı olmasından dolayı, müşteri, o köleyi iade eder.

Ancak, bu köle, müşterinin yanında, bir gün sıtma tutar, iki gün tutmaz, sonra bir gün daha tutarsa; sebeplerdeki aykırılıktan dolayı, müşteri, bu köleyi, satıcıya iade edemez.

Keza, bir kimsenin satın aldığı kölenin hastalığı,müşterininyanında ortaya çıktığında, bu hastalık, satıcının yanındaki hastalığının aynı ise, müşteri, onu geri verebilir. Aksi takdirde iade edemez. Muhtârü'l- Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı köleyi, kendisinin yanında, satıcının yanındaki gibi sıtma tutarsa, İbnü'I-Fadl: "Bu mes'ele, alimlerimiz arasında mahfuzdur; eğer, kölenin sıtması, satıcının yanında tuttuğu zamanlarda tutuyorsa, müşteri bu köleyi iade edebilir. Aksi takdirde geri veremez. Haniye'den naklen Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Bir kimse, bilmeden yara izi bulunan bir köle satın alır; bilâhare de tekrar bu yara çıkar veya cerrahlar, müşteriye: "Bu köleyi geri ver." derlerse, bu müşteri, o köleyi iade edemez. Ancak, kusuru için satıcıya müracaat eder. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, bir cariye satın alır, onu teslim aldıktan sonra da, satıcı ile, bu cariyenin kusurlu (= ayıplı) olduğu hususunda münakaşa edip, bu münakaşayı terkettikten sonra, bir kaç gün geçince tekrar münakaşa başlar ve  satıcı:   "Kusurunu  gördüğün halde,  niçin,  uzun müddet yanında tuttun." deyince, müşteri: "Kusuru gider mi, bakayım; diye yanımda tuttum." derse; Muhammed bin Fadl: Bu münakaşa terk edilir. Müşterinin rızâsı olmadığı için câriye, satıcıya iade edilir." demiştir.

Keza, bu müşteri, o cariyeyi iade etmek istediği halde, günlerce satıcıyı bulamaz, cariyeyi yanında tutup, ona yedirir içirir, ancak —bu ahş-verişe— razı olduğuna delâlet edecek bir tasarrufta bulunmaz ve sonra da satıcıyı bulursa, cariyeyi geri verir.

Fakıyh Ebû'I-Leys: "Kendilerine yetiştiğim âlimlerimiz, böyle dediler." demiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir köle satın alan şahıs, bir başka şahsa, "o köleyi satmasını" emrettikten sonra, onun kusurlu olduğuna vâkıf olursa; İmâm: "Vekil, o köleyi, emreden şahsın yanında sattığı halde, o hiç ses çıkarmazsa, bu hal, müvekkilin, kölenin kusuruna fazı olması anlamına gelir.

Haîta, bu ahş-veriste ittifak sağlanmasa bile, müşteri, artık bu kölej'i, s atıcıya geri veremez.

Keza, vekil, bu kölenin kusurlu olduğunu rnüvekiline bildirdiği halde, bu müvekkil, vekilinin, o köleyi satmaya götürmesine mâni oİmasa, bu hâl de rızâ sayılır.

Keza, müvekkil, vekilden "o köleyi peşin satmasını" ister; vekil, köleyi satışa arzedince de, müvekkil, ona mâni olmazsa, bu hâlde, kölenin kusuruna rızâ sayılır. Muhiyt'te de böyledir.

Sincap veya tilki derisi satın alan bir şahıs, bunları dibâgat için ıslatınca,  onların  kusurlu  oldukları meydana    çıkarsa,  bu müşteri, kusurlardan dolayı satıcıya müracaat eder.

Keza, satın alınan ibrişim ıslatılınca, kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; hüküm yine böyledir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, üzerinde harâc —vergisi— bulunmayan bir yeri satın alır ve burada bir kusur gördükten sonra, bu yere harâc —vergisi— konursa, bu durumda, müşteri bu araziyi geri veremez.

Bir kimse, satın aldığı köleyi, teslim aldıktan sonra, onu, muhayyerlik veya görme muhayyerliği yahut da bir kusuru sebebiyle, satıcıya geri verir ve bu kölenin bir gözü, müşterinin yanında zail olursa; müşteri, bu kölenin kıymetinin yarısını tazmin eder.

Kölenin iki gözü zail olursa, bu durumda, satıcı, köledeki kusurun karşılığını tazmin eder. Satıcı için bu durumda muhayyerlik yoktur.

Bir kimse, bir bina satın alıp, onun bir kısmını sattıktan sonra, bu binada kusur görürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf

'(R.A.)'a göre, bu şahıs, bu noksandan dolayı o binayı iade edemİyeceği gibi, kusurundan dolayı, satıcıya müracaat da edemez.Fetâvâyi Kâdi-hân'dada böyledir.

Bir kimse, satın alip, meyvelerinin bir kısmını yediği bir bağda kusur görse, satıcı razı olsa bile, bu müşteri, o bağı geri veremez. Ms^?yfîe üe.böyledir.

Bii kimse, satın aldığı esansı kokladıktan sonra, onun bir kusu­runu bulursa, geri verebilir. Kunye'de de böyledir.

Rese.is, onu ateşe soktuktan sonra, bir kusurunu görürse, cmez.

Ek : ateşe soktuktan sonra, onun kusuruna muttali olursa, onu geri verebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Marangoz âleti yapmak için demir satın alan şahıs, onu tecrübe için ateşe sokunca, onun marangoz aleti olmasına mani olacak bir kusur bulursa, onu geri veremez. Ancak, kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, satın almış olduğu testereyi, bileyip keskinleştirdikîen sonra, onun bir kusurunu görürse; satıcı razı olmadan geri veremez. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimse, satın alıp, bileyerek keskinleştirdiği bir bıçağın kusu­runu görürse; bıçağı iğe ile keskinleştirmiş olması hâlinde, onu, satıcıya geri veremez. Çünkü, iğelemekle, bıçağı noksanlaştırmıştır.

Fakat, taş ile bileyip keskinleştirmiş olması hâlinde, müşteri, bu bıçağı geri verebilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Yeni  bir  çömlek  satın  alan  şahsa  satıcı:   "Onu  pişir,   şayet piştikden sonra, onda bir kusur olursa, ben geri kabul ederim ve parasını da veririm."  der; müşteri de, onu pişirince,  kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; müşteri, bu çömleği, rızâsı olmadan, satıcıya geri veremez.

Bu durumda, müşteri, ancak, satıcıdan çömleğin kusurunun karşılığını alır.

Aldığı çömleğin kusurlu olduğunu bilen fakat onun eski mi yeni mi olduğunu bilmeyen bir müşteri, onu, kendi malı gibi kullandıktan sonra, kusurunun eski olduğunu anlasa, bu durumda, o çömleği geri veremez. Kunye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı köle, yol kesici çıkar ve o köle, bu müşterininyanındaöldürüiürse;nrüşteri, verdiği bedelin tamamını,satıcı­dan geri alır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, müşteri onu iade edemez. Ancak, kusurunun karşılığını, müşteriden alır.

Bir kimse, bilmeden, hırsız bir köle satın alır ve bu müşterinin yanında iken, o kölenin eli kesilirse; müşteri, onu, satıcıya iade eder. Ve verdiği bedelin tamamını geri alır.

Bu, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir,

imâmeyn'e göre ise, bu müşteri, o köleyi iâdc edemez. Ancak, kusurunun karşılığını alır.

Şayet köle, önce satıcının yanında, sonra da müşterini yanında hırsızlık yapar ve bu yüzden de eli kesilirse; fmâmeyn'e göre, müşteri, söylediğimiz gibi— satıcıya müracaat edip, kusurunun karşılığını alır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre de, müşteri, bu köleyi, yeni kusurundan dolayı, satıcının rızâsı olmadan geri veremez. Ancak, bede­linin dörtte birini geri almak için, satıcıya müracaat eder.,

Çünkü, insanın eli, onun yarısı sayılır. Bu el de, iki suçtan dolayı kesilmiştir.

Bu köleyi satıcı öldürürse, bu durumda müşteri, —satış geçerli olmuşsa— satıcıya baş vurarak, kölenin bedelinin dörtte üçünü ondan alır.

İmâmeyn'e göre, bu bir kusur menzilindedir. Son olarak, satıcıya başvurur.

Bu hüküm müşterinin, kölenin hâlini bilmemesi durumunda geçerlidir.

Şayet, müşteri, bu durumu bile bile, o köleyi satın almışsa, hiç bir şey için, satıcıya başvuramaz.

İki rivayetten, sahih olan budur. Câmiu's-Sâğîr'de de böyledir.

Bu müşteri, o köleyi, mal karşılığında azâd ettikten sonra, kölenin elini   keserler   veya   onu   öldürürlerse;   İmâmeyn'e   göre,   müşteri, —.kölenin— kusuru sebebiyle, satıcıya baş vurur.

İmâm-ı A'zam (R.A.)'a göre ise, baş vuramaz. Müşteri, o köleyi, mal almaksızın azâd etmiş olursa; bize göre, satıcıya baş vurur. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.

Bir köle satın alan şahıs, onu; teslim aldıktan sonra, satın aîmış olduğu şahsa geri satar ve bu şahıs, kölede eski bir kusur bulursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu şahıs, o köleyi; önceki müşteriye geri verir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, dirhemler vererek, bir başka şahıstan dinar alır ve bunlar, bu şeyleri karşılıklı teslim aldıktan sonra, dinar satın alan şahıs, bu dinarı bir başka şahsa satar; bu yeni müşteri, o dinarda bir kusur bulup, onu aldığı şahsa geri verirse -bir hükme dayanmadan- bu şahıs da, o dinarı satan şahsa iade eder. Zahîriyye'de de böyledir,

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Satın aldığı kölenin, hür olduğunu öğrenen müşteri, satıcıya: "Ben, onu, keffâret-i yeminim için azâd etmek istiyorum. Eğer, caiz olursa, öyle yaparım; aksi takdirde, onu sana iade ederim." derse, onu geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir balya kumaş satın alan şahıs, balyanın, kumaşı yaralayıp telef. etmiş olrpasından dolayı onda kusur bulursa, Müntekâ'da zikredildiğine göre, kumaşları geri verip, bedelinin tamamını da geri alır.

Elbisesini telef eden köle veya câriye hakkındaki hüküm de böyledir;  iade  edilip,  paraları  geri  alınır.  Füsûlü'l-Imâdiyye'de  de böyledir.

Müntekâ'da İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Hıyâr-ı ayb (- kusur ve noksanlıktan dolayı muhayyer olmak) üzere bir şey satın alan müşteri, satıcıya: "Eğer, bu gün geri vermezsem, kusuru ile birlikte kabul ettim say." derse; bu söz geçersiz olur. Bu müşteri, o şeyi geri verme hakkına sahiptir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış olduğu bir bina için, bir başka şahıs, "orada, su yolum var." iddiasında bulunur ve bu iddiasına beyyine getirirse; bu hâl, bir noksanlıktır.

Müşteri isterse, bu binayı, bedelim tamamen ödeyerek elinde tutar; isterse, geri verir.

Müşteri, oraya bir yer yapmışsa, —geri vermesi hâlinde— onu yıkar; parası için satıcıya müracaat edemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Alış-verişe izinli bulunan bir köle, satın aldığı bir şeyi kusurlu bulur ve satıcı, bu şeyin bedelinden bir kısmım bu köleye bağışlar, oda, bu bağışı kabul ederse; köle, o şeyi, kusuru sebebiyle geri veremez.

Şayet, müşteri izinli köle değil de, hür bir şahıs olsaydı; satın aldığı şeyi teslim aldıktan sonra, o şeyde bir kusur bulması halinde, onu iade edemezdi .

Ancak, teslim almadan öne, onda bir kusur bulursa, onu reddede­bilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı şeyi teslim aldıktan sonra onun kusuruna muttalî olur ve bu durumu kabul eder veya onu kabul etiği halde: "Bu satılan şey, satan şahsın değil; filan şahsındır." der; o filân şahıs ise, bunu yalanlarsa; o şeyi, satıcıya geri verebilir.

Satılan şeyin kusurunu müşteri öğrendikten sonra, bu şey, satışı müteakip, ona teslim edilirse; satış feshedilse bile, artık müşteri o şeyi geri veremez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimsenin sattığı şey, her hangi bir sebeple geri verilirse; bu hâl, her hâlü kârda, bir fesihtir. Müşteri, satıcının yanında satılan şeyin bir kusurunu görürse, onu reddedebilir, Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinden, iki bin kür   buğday karşılığında bir köle satın alır; tarafların, bunları karşılıklı teslim almalarından sonra, köleyi verip, buğday satın aian şahıs, buğdayda bir kusur bulur, bir kusur da, kendisinin yanında meydana gelirse; bu durumda, bu şahıs, hiç bir şey için satıcıya müracaat edemez.

Ancak, satılan buğday, alış-veriş esnasında, o durumda bulun­makta idiyse, müşteri kusuru sebebiyle satıcıya müracaat eder. Ancak, satıcının razı olması halinde, köleyi alan, onu geri verip, karşılığında verdiği şeyi de geri alır.

Bir kimse, bir başkasından, borç olarak iki bin kürr buğday alıp, bunu teslim aldıktan sonra, borç veren şahıs, borç alandan yüz dirhem satın alsa; müteakiben, buğdayda kusur bulunması hâlinde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, bu şahıs, onu geri verir.

Kryâsda, o şahıs, bu şeyi geri veremez. Bu, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Keza, borç alman şey,dirhemler olursa.bu dirhemlerin züyûf olması hâlinde, müşteri onları değiştirebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Geri verme hakkı sabit olan her müşteri, satıcıya: "Satışı ibtâl ettim. (= Bozdum, geçersiz kıldım." der.

Müşteri, satılan şeyi teslim almamışsa, alış-veriş, bu sözü söylediği anda ibtâl edilmiş olur. Satıcının, bunu kabul edip etmemesi de, bir şeyi değiştirmez.

Ancak müşteri, bu sözü, satılan şeyi teslim aldıktan sonra söylemiş olursa; ahş-verişin geçersiz olabilmesi için, müşterinin de, buna razı olması gerekir.

Satıcı, buna razı olmazsa, alış-veriş bozulmuş olmaz.

Satıcının hazır olmaması hâlinde, müşterinin bu sözü ile, —satın aldığı şeyi teslim almamış olsa bile— alış-veriş, —o anda— bozulmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir bağı, geliri ile birlikte satın aldıktan sonra, onda bir kusur bulur ve geri vermek isterse; o saatte geri verir. Çünkü, o bağın meyvelerini toplamak da, toplamamak da, geri vermeye mâni olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, iki köle, iki elbise veya bunlar gibi, sıfatları aynı olan, iki şey satın alıp, bunlardan birini teslim alır; teslim almadığında ise bir kusur bulursa; bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse, bedellerinin tamamını verip, ikisini de teslim alır; isterse, ikisini de reddeder.

Bu durumda, kusuru olmayanı alıp da, diğerini geri vermek olmaz. Müşterinin teslim aldığı şeyin kusurlu bulunması hâlinde ise, ihtilâf vardır:

İmâm  Ebû  Yûsuf  (R.A.):   "Bu  şahıs,   kusurluyu  geri  verir." buyurmuştur.

Sahih olan ise, bu şahıs, ya iksini birlikte alır veya ikisini birlikte geri verir.

Müşteri: "Ben kusurlu olanın noksanlığını karşılığı ile birlikte kabul ederim." deme hakkına sahip değildir.

Müşteri, bu şeylerden her ikisini de teslim aldıktan sonra, bun­lardan birinde kusur bulursa, bu durumda, hasseten kusurlu olanı red­dedebilir; her iksini birden reddedemez.

Ancak, satıcın razı olması hâlinde, müşteri ikisini birden reddede­bilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu  hüküm,  iki  şeyin  ayrı  ayrı  faydalı bulunmaları  hâlinde geçerlidir. İki köle gibi...

Ayrılmaları mümkün olmayan, ayakkabı, mest, kapı kanadı gibi şeylerin birinde kusur olunca, diğeri de, birlikte geri verilir. Veya birlikte alınırlar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir çift öküz satın alan bir şahıs, onları teslim aldıktan sonra, birinde kusur bulur ve sadece onu geri vermek isterse; böyle yapabilir.

Âlimlerimiz; "Eğer, bu öküzlerin biri olmayınca, diğeri iş görmüyorsa, bu durumda, ikisi bir hükmünde olur ve bu durumda sadece kusurlu olan rededilemez. Müşteri, ya iksini birden alır veya iki­sini birden geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

İki câriye satın alan şahıs, bunları teslim almadan önce, birini kusurlu bulur ve kusurluyu teslim alırsa;  diğerini de teslim alması gerekir.

Bu müşteri, kusursuz olan cariyeyi teslim almışsa; ikisini birden geri verir,

ikisini birden teslim alır, osnra da, kusursuz olan cariyeyi satar veya azâd ederse, kusurluyu da alması lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse,harevî bir kumaş satın alıp,ondan bir elbiselik keserek, onu diker veya satar, sonra da kumaşlarda kusur bulursa, bu müşteri, sadece kusurlu olanları iade eder; diğerlerini alır.

Bu durumda, satıcı da: "Ben, kumaşlarımın tamamıru isterim." deme hakkına sahip değildir.

Ancak müşteri, dilerse, bu kumaşların tamamını gen -v^PİbHir. Müşteri, kestiği elbiseliği dikmemiş olur, satıcı da, kumaşları bu halde kabul eder ve geri almak isterse, buna hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahsın satın aldığı hurmalık, satıcının elinde iken, meyve verir ve bu meyveler, semavî bir âfet sebebiyle helak olursa; müşteri, kusuru sebebiyle, bu şeyi geri verebilir.

Ancak, müşteri meyveleri yerse, artık, geri veremez. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin, yeri ile birlikte satın aldığı hurma ağacında hurma bulunursa, bu şahıs, satıcı meyveleri kesene kadar, ağacı teslim almaz.

Meyvelerin kesilmesi, ağaca ve bu meyvelere zarar verecek olursa, müşteri muhayyerdir. Noksanlık vermeyecekse, müşteri muhayyer değildir.

Müşteri, ağacı da meyverleri de teslim aldıktan sonra, bunlardan birinde kusur görürse, sadece kusurlu olanı geri verir.

Müşteri, bunları, hurmalar toplanmadan teslim alıp, onları kendisi toplar ve bu toplama ağaca bir noksanlık vermez; ancak, sonradan müşteri, bunların birinde bir kusur bulursa, bu durumda, kusurluyu tek başına geri veremez; ikisini birden iade etmesi gerekir.

Müşterinin hurmaları toplaması, ağaca veya hurmalara zarar vermiş, sonra da, müşteri bunların birinde bir kusur bulmuş olursa; bu durumda müşteri, noksanın karşılığı için, satıcıya müracaat eder. Ancak, bunu, satıcının dilemesi hâlinde yapabilir.

Keza, bir kimse, sırtında yünü bulunan bir koyunu satın alır ve bu müşteri satın almadan önce, bu koyunun yününü satıcı kırkar veya teslim aldıktan sonra, bu yünü müşteri kırkarsa, cevap hurmaya verilen cevabın aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı hâmile koyun, satıcının yanında yavrular ve bu hâl koyuna bir noksanlık getirmezse; bu müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur

Eğer, müşteri bunların iksini de teslim aldıktan sonra, birinde bir kusur bulursa; kusur bulduğunu geri verir.

Koyun, müşteri teslim aldıktan sonra doğurursa, bu durumda müşteri onu geri veremez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin, satın aldığı koyunun memesinde bulunan sütü sağması da, o koyunun doğurması gibidir. Bu müşteri, o koyunu geri veremez. Muhıyt'te de böyledir.

Sökülmemiş bir halde, yerde bulunan turp veya şalgamı satın alan kimse,  bunların tamamının  söker ve  kusurlu bulursa,  satıcıya geri veremez. Ancak, kusurunun karşılığını almak için, satıcıya müracaat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir ağaçlık satın alır ve ağaçlardan bir kısmını kusurlu bulursa; Ebû Bekir: "Tamamını geri verir veya tamamını alır."demiştir.

Bu şahıs, sadece kusurlu olan ağaçlan iade edemez.

Ağaçlar farklı cinslerden olur ve müşteri de bunları teslim almamış bulunursa, cevap yine aynıdır.

Ancak, sadece ağaçları satın almışsa, bu durumda, kusurlu olan ağaçlan geri verebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, belli bir bedelle bir köle satın aldıktan sonra, yabancı bir şahıs gelerek, satın alan şahsa, fazladan bir elbise verir; o da, bu elbiseyi teslim alırsa, —elbise sahibi razı olursa— bu elbisede, satıcının da hissesi olur.

Müşteri, kölede bir kusur bulursa; onu geri verip, bedelini alır. Bu durumda, elbise hissesi satıcının olur.

Eğer müşteri, elbisede bir kusur bulursa, onu sahibine iade eder; satıcıdaki hisseyide alır.

Fakat, kölede kusur olmadığı halde, elbisede kusur olursa; sahibine geri verir; satıcının hissesine karışmaz.

Elbise, geri verildikten sonra, kölede bir kusur bulunursa; onu red­dedip verdiği şeyin tamamını geri alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, iki tane kapı kanadı satın alıp, birisini satıcının izni ile teslim   aldıktan sonra, diğeri satıcının yanında zayi olsa, satıcının malı olarak zayi olmuş olur.

Müşteri dilerse, diğer kanadı iade eder.

Kapı kanatlarından birini teslim almak, ikisini teslim almak gibi değildir.

Müşteri, bu kapı kanatlarından birini teslim aldıktan sonra, onu kusurlandırır; sonra da, diğer kanat da, satıcının yanında zayi olursa; bu durumda, o kanat, müşterinin malı olarak zayi olmuş bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kaşlı bir yüzük alıp, bu kaşı, —yüzüğe ve kaşa zarar vermeden— söker ve bundan sonra da, bunların birinde, bir kusur bulursa; kusurlu olanı iade eder.

Süslenmiş kılıç da böyledir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir cins şey satın alınınca, bunun bir kısmı kusurlu bulunursa; müşteri, teslim aldıktan önce olsun veya sonra olsun; —sadece— o kusurlu kısmı reddedemez.

Satılan şey, bir cinsten olunca, ölçülen veya tartılan cinsten olsa bile, bir kısmı kusurlu olunca, sadece kusurlu olan kısım reddedilemez. Bu, teslim alınmış olsa da, olmasa da böyledir.

Şeyhu'l-îmâmü'z-Zâhid Ahmed et-Tavâvîsî'nin İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline kıyâsen hikâye ettiğine göre, ölçülen ve tartılan şeylerin kusurlu kısımları geri verilir. Kusurlu olmayan kısımları geri verilmez.

Keza, müşteri, satın aldığı şeyin bir kısmını küçük bulur ve onları, eleyip seçerek, geri kalanları almak isterse; bunu yapma hakkına sahip değildir.

Ebû Ca'fer el-Hinduvânî'nin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ölçülen veya tartılan şeyler, bir kapta iseler, seçilmezler. Fakat, ayrı ayrı kaplarda bulunurlarsa, kusursuz olan alınır; kusurlu olanlar ise, geri verilir.

Bu gibi şeyler, bu durumda, birbirinin aynı (benzeri) olmayan iki elbise gibi veya buğday ile arpa gibi olurlar.

Fetva da, buna göredir.

Şeyhu'L-İslâm Hâherzâde de, bu görüşü kabul etmiştir.

Bazı âlimler de: "Bu şeylerin bir kapta bulunması ile değişik kaplarda bulunması arasında bir fark yoktur.

Bir kısmı kusurlu olunca, sadece, o kusurlu olan kısım iade edi­lemez. İmâm Muhammed (R.A.)'in, el-Asi'ında buna işaret vardır." demişlerdir.

Şemsü'l-Eimme İmâm Serahsî de buna göre fetva vermiştir. Muluyt'te de böyledir.

Fakiyh Ebû Ca'fer şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, ibrişim lifleri satın alıp, bunların bir kısmını kusurlu bulur ve yalnız bu kusurluları iade etmek isterse; bunu yapma hakkına sahip değildir. Ancak, tamamını kusurlu bulması hâlinde, iade edebilir. Muhıyt'tc de böyledir.

Keza, bir kisme, eğirilmiş iplik yumakları satın alır ve bunların her birinde kusur bulursa, seçemez, geri verir.

Bir kısmı özürsüz olursa, bunları alır; özürlü olanları geri verir. Zehıyre'de de böyledir.

Ölçülen ve tartılan şeyler, teslim alınıp, bir kısmına hak sahibi olununca, geri kalan kısmı iade edilemez. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse, satın almış bulunduğu kumaşı teslim alıp, bir kısmına hak sahibi olursa; bu müşteri muhayyerdir: İsterse, geride kalan kumaşı iade eder.

Müşterinin yanında iken, bu kumaşa semavî bir âfet isabet eder; sonra da, müşteri, bu kumaşın kusuruna muttali olursa, o kusur için, satıcıya müracaat eder. Satın aldığı şeyi geri veremez. Ancak, satıcı razı olursa; o zaman, geri verebilir.

Bu satıcı, şer'an geri almaktan kaçınma hakkına sahiptir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [65]

 

Kusur Sebebiyle Satıcıya Nasıl Müracaat Edileceği

 

Satın alınan şeyde bulunan özür sebebi ile satıcıya müracaat etmenin şekli şudur:

Satılan şeyin Özürsüz hâlindeki kıymeti ile özürlü halindeki kıymeti takdir edilir.

Müşteri, bu iki kıymet arasındaki farkın yarısı için, satıcıya müra­caat eder.

Bu, müşteri satın aldığı şeyin özrüne muttali olduktan sonra, onu satmış olması halinde geçerlidir.

Burada aslolan şudur:

1) Satılan şey, müşterinin mülkünde duruyor ve bunu satıcıya iade etme imkânı bulunuyorsa; satıcı razı olsa da olmasa da müşteri, o şeyi, satıcıya geri verir.

Ancak bu şey, satma veya benzeri bir sebeple müşterinin mülkiye­tinden çıkmışsa, o zaman, müşteri, her hangi bir kusurundan dolayı satıcıya müracaat edemez.

2) Bir şeyin geri verilmesi mümkün olmazsa, —satın alman bu şey, müşterinin elinden her hangi bir yolla çıkmış olsun veya hâlen elinde bulunsun,— müşteri, kusuru sebebiyle, satıcıya başvurabilir. Muhıytte de de böyledir.

Bir kimse, satın alıp5 teslim de aldığı bir kölenin kusuruna muttali olmaz, ancak, bu köle, kendisi veya başka bir şahıs tarafından öldürül­dükten sonra, bu kölenin  kusurunu öğrenirse;  bu müşteri, hiç bir hususta, satıcıya baş vuramaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu köleyi, bir yabancı kasden öldürürse; müşteri, bu kölenin kusurundan dolayı, satıcıya müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bu köleyi, müşterinin kendisinin öldürmüş olması hâlinde de, hüküm böyledir. Zâhiru'r-rivâye budur.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın kavline göre, bu müşteri, kölenin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Tekmile Şerhı'nde de böyledir.

Bir kimse,satın aldığı köleyi bir karşılık almadan azâdeder veya bu köle, müşterinin yanında ölür; bundan sonra da, müşteri, bu kölenin kusuruna muttali olursa; bu müşteri, kölenin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder.

Bu hususta, bir cariyeyi, müdebbere veya.ümm-ü veled kılmak da, azâd etmek gibidir.

Ancak, bu müşteri, köleyi, bir mal karşılığında azâd eder; sonra da, onun kusuruna muttali olursa, satıcıya müracaat edemez. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cübbeyi giyip, onda kusur meydana gel­dikten sonra; bu cübbede fare Ölüsü bulunduğunu görürse; bu sebepten dolayı, satıcıya müracaat edebilir.

Ancak, satıcının, müşterinin giymesinden dolayı, cübbede meydana gelen kıymet noksanlığına razı olması gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı balıkta kusur bulur; ancak, satıcı kay­bolmuş olur ve onu beklemesi hâlinde balığın bozulma ihtimâli bulu­nursa; bu durumda, müşteri balığı pişirir veya satarsa, satın aldığı şahsa müracaat edemez.

Bu zararı gidermenin bir yolu yoktur. Kunye'de de böyledir.

Yıkılmak üzere olan bir duvar satın alan şahıs, bu duvarın kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir elbise veya bir yiyecek satın alır ve bu elbise yandıktan veya yiyecek zayi olduktan sonra, müşteri, bunların kusuruna muttali olursa; satıcıya müracaat edemez. Bunda ihtilâf yoktur.

Müşteri, bu elbiseyi giyer ve giymesinden dolayı elbise yırtılır veya yiyeceği yer ve bundan sonra o şeyin kusuruna muttali olursa, İmâm Ebû H anî i e (R.A.)'ye göre, bu müşteri, o şeyin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edemez. Sahih olan da, budur.

Bir kimse, satın almış bulunduğu bir kölenin bir kısmını satar, bir kısmı da kendisinin olarak kalırsa; bu kalan kısmı geri veremiyeceği gibi, kusurundan dolayı, satıcıya da -müracaat edemez. Bunda da ihtilâf yoktur.

Zâhiru'r-rivâyede âlimlerimiz: "Bu müşteri, kölenin geride kalan kısmı için,  satıcıya müracaat edemez."  buyurmuşlardır.  Sahih olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Un satın alan bir şahıs, onun bir kısmını ekmek yaptırınca, unun acımış olduğunu görürse, Ebû Ca'fer: "Bu müşteri, geride kalan unu iade edip, bunun bedelini alır. Kusurundan dolayı da, satıcıya müracaat eder ve ekmek yaptırdığı miktardaki unun farkını da alır. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." demiştir.

Ebû'l-Leys'de: "Biz, bunu kabul ederiz." demiştir. Yenâbi'Me de böyledir.

Yiyecek satın alan bir şahıs, onda bir kusur bulur ve bir kısmını yemiş olursa; yediği kadarının   kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Geride kalan kısmını ise, iade eder.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Fakiyh Ebû Ca'fer, bununla fetva vermiştir. Fakıyh Ebû'I-Leys de, bu kavli kabul etmiştir.

Bu müşteri, o yiyeceğin yansını satmış olursa, kalan ksımı için, satıcıya müracaat eder. Sattığı kısmın kusuru içinse, satıcıya müracaat edemez. Muzmarât'ta da böyledir.

Bu hüküm, yiyeceğin bir kapda bulunması hâlinde geçerlidir.

Şayet, yiyecek iki kapda, iki çuvalda olur, müşteri bunların biri­sinden yedikten veya sattıktan sonra, kusurlu olduğunu görürse, geride kalanını bedeli mukabilinde, satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, erimiş yağ satm alıp, onu yedikten sonra, satıcı, bu yağın içine fare düşmüş olduğunu haber   verirse; bu durumda müşteri kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder.

Bu, İmâmeyn'e göre böyledir.

Fetva da, buna göredir. Muzmarât'ta da böyledir.

Satın aldığı ekmek, tartı bakımından noksan çıkan şahıs, satıcıya müracaat eder.

Ölçü bakımından noksan gelen her şey hakkındaki hüküm böyledir.

Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, yumurta, karpuz, acur, hıyar, ceviz veya herhangi bir meyve satın alır ve bunu da, kusurlu olduğunu bilmeden kırar ve onu bozulmuş olarak bulursa; bu şey, —yumurtanın cılk olması, meyvenin acıması gibi— faydalanıtamıyacak bir şekilde olursa; müşteri, bunları reddeder ve verdiğini noksansız olarak geri alır.

Çünkü,  bu  gibi  şeyler,  mal değildirler.  Ve bunların  satılması bâtıldır.

Ancak müşteri, bunları, kusurlarını bilerek kırmışsa, durum bunun hılâfinadır. O takdirde, müşteri, kusurundan dolayı bu şeyi geri veremez.

Cevizin, kabuğunun sağlam olmasına itibar edilemez.

Şayet, bunlar bozulmuş olmalarına rağmen, fakirlerin yiyebilmeleri gibi bir fayda verecek tarafları bulunursa, o zaman, müşteri, kusuru sebebiyle satıcıya müracaat eder. FethıTI-Kadîr'de de böyledir.

Ancak, bunu yapabilmesi için, satıcının da buna razı olması gerekir.

Bu hüküm, müşterinin aldığı şeyden, hiç bir şey yememiş olması hâlinde geçerlidir.

Şayet yemişse, o zaman satıcıya müracaat edemez.

Şayet, bu şahsın aldığı şeyin az bir kısmı bozuksa, bunu satması, istihsânen caiz olur.

Az bozuk olması demek, o şeyin, yüzde bir veya yüzde iki nisbe-tinde bozuk olması demektir.

Ancak, bozukluk nisbeti daha çok olursa, onu satmak caiz olmaz. Alıcı, bu şeyi, olduğu gibi iade edip, parasının tamamını da geri ahr. Hidâye'de de böyledir.

Bir kisme, satın aldığı deve kuşu yumurtasını kırar ve o cılk ( = bozulmuş, çürümüş) çıkarsa; bazı âlimler: "Bu müşteri, yumurtanın kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder. Fakat, verdiği  bedelin tamamını   geri   alamaz.   Çüı.kü,   onun   kabuğundan  da   menfâat sağlanmaktadır." demişlerdir.

Bu, hilâfsız böyledir.

Ancak, müşteri bu yumurtayı kırınca, içinde ölmüş civciv bulursa; bu durumda müteahhirîn arasında görüş ayrılığı vardır: Bir kısmı: "Birisi ölü olan iki şeyi satmak caiz olmaz."; bir kısmı ise: "Caiz olur. Çünkü, onun ölü olduğu belli değildi." demişlerdir.

Imâmeyn'e göre, bunların sahih (= bozulmamış) olanın hissesini ödemek caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir deve satın alıp, onu evine girdirir; deve düşer ve bu müşterinin emriyle o deveyi bir başka şahıs keser; bu devede,eski bir özür meydana   çıkarsa; müşteri, bu sebeple, satıcıya müracaat eder.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir.

Âlimlerimiz, bu kavli almışlardır.

Bu hüküm, devenin kusurunun, kesildikten sonra bilinmesi halindedir.

Ancak, bu devenin kusuru önceden bilinir ve kesme işi bundan sonra gerçekleştirilirse; ister müşteri, ister bir başkası kesmiş olsun; ister müşterinin emri ile, ister emir olmadan kesilmiş bulunsun: bu durumda, müşteri, hiç bir şey için, satıcıya müracaat edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bîr kimse, bir hayvan satın alır ve onu bizzat kendisi keser ve bağırsaklarının önceden kusurlu olduğunu^görürse, İmâmeyn'e göre, bu müşteri, bu kusur için satıcıya müracaat eder.

Fetva da buna göre verilir.

Bu müşteri, hayvanın kusuruna, —etinden bir miktar yedikten sonra— vâkıf olursa, yediği miktarın noksanlığının karşılığı için satıcıya müracaat eder; geride kalanı da iade eder. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı erkek devenin kusurlu olduğu ortaya çıkar ve bu deve düşüp boynu kırılır; müşteri, de onu keserse; müşteri, hiç bir şey için satıcıya müracaat edemez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı deveyi teslim aldıktan sonra, onun bir kusurunu bulur ve geri vermek için satıcıya giderken, deve yolda helak olursa; müşterinin malı olarak helak olmuş olur.

Müşteri, bu devenin kusurunu isbât edebilirse; satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyenin kusurunu, onu teslim aldıktan sonra muttali olursa; bu câriye sağ oldukça, müşteri hiç bir şey için, satıcıya müracaat edemez. Ancak, câriye ölürse, müşteri satıcıya müra­caat edebilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir köle verip karşılığında bir câriye satır, aiır ve karşılıklı teslimden sonra, bu şahıs cariyeye cima eder; bilâhare de, köleyi alan, onda bir kusur görüp geri verirse; rju müşteri muhayyerdir: İsterse, cariyenin bedelini ödeyip geri alırsa, meydana gelmiş bulunan noksanlık için tazminat alamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıstan, câriye karşılığında bir köle satın ahr; taraflar, bunları birbirlerine teslim ettikten sonra, cariyeyi alan, bir parmağının fazla olduğunu görür ve hâkimin hükmü ile onu geri verip kölesini alır ve bilâhare de,, cariyeyi alan şahsın, geri vermeden önce. ona cima' ettiğini öğrenir fakat bu cima' cariyede bir noksanlık meydana getirmezse;  cariyenin efendisinin yanında veya onu sattıktan  sonra ölmesi hâlinde, bir şey lâzım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.

Humeyrü'I-Veberî, Yûsuf bin Muhammed ve Amr bin Hafız'dan Fetâvâyi H'mdiyye soruldu:

— Bir kimse inek mukabilinde bir öküz satın alır; inek gebe olur ve alan şahsın yanında doğurursa; diğer taraftan, öküzü satın alan şahıs, bir kusur görüp onu sahibine geri verirse; bu şahıs, öküzün kıymeti için mi, yoksa ineğin kıymeti için mi müracaat eder?

Şu cevabı verdiler:

— İneğin kıymeti için müracaat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir. • Bir kimse, satın aldığı yeri mescid yaptıktan sonra, orada bir

kusur bulursa; orayı geri veremez.

Bu şahsın, oranın kusurundan dolayı, satıcıya müracaat edip, edemiyeceği hususu da ihtilaflıdır.

Muhtâru'l-Fetâvâ'da: "Müracaat eder." denilmiştir.

Şunun gibi: Bir kimse, bir yer satın aldıktan sonra, onu vakfeder ve daha sonra da, oranın bir kusurunu bulursa; Hilâl: "Bu şahıs, o yerin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bez satın alan bir kimse, bu bezi, vârisi bulunduğu bir şahsa kefen yapar ve bunu terekeden bir şey ile satın almış olursa; bezin kusurlu olması hâlinde, satıcıya müracaat eder.

Ancak, müşteri, bu bezi bir yabancıya kefen yapmışsa, satıcıya müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Satın aldığı bir ağacı kesen şahıs, onun işe yaramaz olduğunu görür; ancak, odun olabileceğini anlarsa; bu kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Ve, satan şahıs, kesilmiş bulunan ağacı geri alır.

Âlimlerimiz: "Bu hüküm, müşterinin, o ağacı odun olarak alma­ması hâlinde geçerlidir. Onu, odun olarak almış bulunan müşteri, kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edemez.'' demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur: Sıkılmış üzüm suyu satın alan bir müslüman, onu teslim aldıktan sonra, bu üzüm suyu,,elinde içki olur ve bu müşteri, bilâhare, onun bir kusuruna muttali olursa; bundan dolayı satıcıya müracaat edebilir.

Satıcının: "Ben, içkiyi alırım." deme hakkı da yoktur.                    

Çünkü, böyle yapması, şer'î bir haktan kaçınmak demek olur. Müşteri kusurundan dolayı davacı olmaz ve bu üzüm suyu şarap olursa, bu durumda, kusurunun karşılığı için müşteriye müracaat eder. Müşteri, bu içkiyi, satıcıya geri veremez. Ancak, satıcı bunu kabul ederse; o zaman geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri nasrânî olur ve içkiyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulursa; bu kusurundan dolayı, o içkiyi geri veremez. Satıcı, geri almayı kabul etse bile hüküm böyledir.

Ancak, bu müşteri, kusuru ve noksanı sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir.

Bu müşteri, noksanı sebebiyle, satıcıya müracaat etmez ve bu içki sirke.olursa; bu kusuru sebebiyle de, —satıcı razı olmadıkça— onu geri veremez. Zehıyre'de de böyledir.

Ebü'l-Kâsım'dan soruldu:

  Bir adamın satın aldığı sirke küp'e dökülünce, ondan bir koku hâsıl olur ve istifâde edilemez hâle gelirse; ne olur?

İmâm şu cevâbı verdi:

  O sirke, müşterinin yanında emânetmiş gibi olur. Zayi olması veya bozulması hâlinde, müşterinin tazminatta bulunması gerekmez. Müşterinin onu dökmesi de onun bozulması demek olur. Bu sirkenin bir" kıymetinin bulunmadığına iki  şahidin  şehâdette bulunması hâlinde, müşteriye bir şey gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İkinci müşteri, satın aldığı şeyde bir kusur bulursa; kendisine satan şahsa müracaat eder.

Bu şahıs ise, daha önceki satıcıya müracaat edemez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu şahıs da, kendisine satan şahsa müracaat eder. Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı köleyi teslim aldıktan sonra, başka bir şahsa satar ve bu köle, müşterinin yanında ölür, bilâhare de onun kusurlu olduğu meydana çıkarsa, bu durumda,, ikinci müşteri, ikinci satıcıya  müracaat  eder.   İkinci  satıcı  ise,  birinci  satıcıya  müracaat edemez. Çünkü, ikinci satış, kusur sebebiyle yapılan müracaattan dolayı feshedilmiş olmaz; bu ikinci satış baki kalır. Bundan dolayıdır ki, ikinci satıcı,   birinci   satıcıya  müracaat  edemez.   Fetâvâyi   Kâdîhân'da  da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir başkasından, bin dirheme satın aldığı köleyi teslim alıp, parasını da ödedikten sonra, bu müşteri, "o köleyi, satıcının, satmadan önce azâd etmiş bulunduğunu" ikrar eder; satıcı ise, bunu inkâr eder veya "müdebbere ettiğini" söylerse; yahut, satılan câriye olur da, müşteri "bu cariyenin çocuk doğurduğunu" ikrar ettiği halde, satıcı bunu inkâr eder ve bu hususta yemin ederse; müşteri, satıcıya inanmaz; bu köle, müşterinin ikrarı ile azâd edilmiş veya müdebber kılınmış olur.

Şayet müşteri, satın alınanda bir kusur görür ve bunun satıcının yanında iken olduğunu bilirse; onun kusuru sebebiyle, bu müşteri,satıcı­ya müracaat edebilir.

Keza, müşteri, onun hür olduğunu ikrar ederse; mes'ele hâli üze­redir; yani müşteri, kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Muhiyt'te de böyledir.

Müşteri, satılanın başkasının malı olduğunu iddia eder; o şahıs da, bunu ikrar ederse; müşteri, onda bir kusur bulunca, satıcıya müracaat edemez.

Şayet, o şahıs, îkrâr değil de, inkâr ederse; bu durumda, müşteri satın aldığının kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder. Muhıytı Serahsî'de de böyledir.

Müşteri, bunu gıyaben bilir sonra da "bu köle, filan şahsındır." diye ıkrâr ederse; o şahıs inkâr etse bile, müşteri, bu köleyi kusuru sebe­biyle iade edebilir. Kâfî'de de böyledir.

Müşteri, bu kölede eski bir kusur görür; kendi yanında da, bir kusur meydana gelir ve iade etmekten kaçınırsa; bu durumun ikrardan önce olması hâlinde, müşteri,   kölenin önceki kusuru için, satıcıya mü­racaat edebilir.

Bundan sonra, müşteri, "bu kölenin başkasına ait olduğunu" ikrar eder; o şahıs da, bunu tasdik ederse; satıcı, sonraki kusuru için, müşteriye müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme satın aldığı bir köleyi, bedelini ödeyerek teslim aldıktan sonra: "Bu, filan şahsın kölesidir. Ben satın almadan önce, o şahıs, bu köleyi azâd etmiştir." der; satıcı bunu inkâr ettiği halde, diğer şahıs, hem "köîenin kendisine ait olduğunu", hem de, "onu, azâd etmiş bulunduğunu" doğrular veya sadece, "o kölenin kendi mülkü olduğunu" doğrular da, "azâd ettiğini" söylemezse yahut, her ikisini de yalanlarsa: Birinci halde, bu kölenin efendisi, ikrarda bulunan şahıstır.

Müşteri, bu kölede bir kusur bulur ve bu da eski bir kusur olursa; bu durumda, satıcıya hiç bir şey için müracaat edemez.

İkinci halde, müşteri, köleyi o şahsa teslim eder ve köle onun olur. Fakat, bu durumda, köle azâd edilmiş olmaz.

Bu hâlde de, müşteri, bulduğu kusurdan dolayı, satıcıya müracaat edemez.

Üçüncü hâldemüşterinin ikrarı ile, bu köle, hür olmuş olur.

Bu hâlde, müşteri, kölenin kusuru için, satıcıya müracaat eder,

Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, o şahıs önce inkâr ettiği halde, sonradan ıkrâr ederse; bu durumda,  satıcı,  bu  kölenin  kusurundan  dolayı,  müşteriye  vermiş olduğunu, ondan geri alır.

Şayet müşteri: "Ben satın aldıktan sonra, filân şahıs, bu köleyi azâd etti." şeklinde ikrarda bulunursa; o şahıs, bu ikrarı doğrulasa da yalan-lasa  da  bu  müşteri,   hiç  bir  şey  için,   satıcıya  müracaat  edemez. " Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

En doğruyu, ancak Allah’u  Teâlâ  bilir, [66]

 

Kusurla İlgili Dâva Münazaa Ve Beyyine Îkamesi

 

Ayb'ın (=  özürün, noksanlığın, kusurun) iki nev'i olduğunu bilmek gerekir:

1) Ayb-ı Zahir: (~ Açık kusur)

2) Ayb-ı bâtın: (=' Gizli, görünmeyen kusur)

Ayb-ı Zahir: Hâkimin, baktığı zaman, apaçık gördüğü kusurdur. Yara, körlük, parmak fazlalığı ve bunlara benzeyen diğer görünen kusurlar...

Ayb-ı bâtın: Hakimin, bakmakla açıkça göremediği kusurdur. [67]

 

Açık Kusurun Çeşitleri:

 

Ayb-ı zâhir'in de iki nev'i vardır:

a) Kadîm olan ayb-ı zahir

b) Hadîs olan ayb-ı zahir

Kadîm (= önceden beri, eski) olan ayb-ı zahir: Parmak fazlalığı ve benzeri gibi olan kusurlardır.

Hadîs (= sonradan olmuş, yeni) olan kusurlar için de, şu ihtimaÜer vardır:

a) Alış-veriş vakti ile husûmet (= kusurdan dolayı dâva açma) vakti arasında meydana gelme ihtimâli bulunmayan kusurlar. Kabarcık izi ve benzerleri gibi...

b) Ahş-veriş vakti ile husûmet vakti arasında meydana gelmesi mümkün olan kusurlar. Yara çıkması ve benzerleri gibi...

Ahş-veriş vaktinden önce meydana gelmiş olma ihtimâli olmayan kusurlar da bu çeşittendir. [68]

 

Gizli Kusurun Çeşitleri:

 

Ayb-ı bâtının da iki nev'i vardır:

1) Alâmeti ile tanınabilen kusurlar

2) Alâmeti ile tanmamıyan kusurlar

Birinci sıradaki kusurlar, üzerinin sarılı, bağlı veya ilâçlı olması gibi bir alâmeti ile tanınıp bilinebilen kusurlardır. İnsanlar, bu kusura mut­tali olamazlar.

İkinci sıradaki kusurlar ise, kişide alâmeti bulunmayan kusurlardır. Hırsızlık yapmak, kölenin kaçması,bayılmak, tecennün etmek (= cinnet getirmek, delirmek)gibi... [69]

 

Dâva:

 

Şayet dava, hakimin bakması ile görünebilecek, açık bir kusurdan dolayı ise, o zaman, buna bakılır: Eğer, böyle açıkça görülen bir kusur varsa, hakim, bu davayı dinler; aksi takdirde dinlemez.

Şayet kusur eski veya yeni olduğu halde, satış vaktinden, husûmet (= dava açma) zamanına kadar meydana gelmesi ihtimali bulunmayan cinsten bir kusur ise, müşteri, satın aldığı şeyi, satıcıya geri verir.

Ancak, bunun için, bu kusurun benzerinin o müddet içinde mey­dana gelmesi mümkün olmayan bir kusur olmaması gerekir.

Bunu, sadece satıcı iddia ederse; müşterinin geri vermesi sakıt olur

mu?

— Hayır, sakıt olmaz.

Müşterinin yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bundan sonra, satıcı, müşterinin yemin etmesini ister; müşteri de, biM-ittifak yemin eder.

Şayet satıcı, yemin talebinde bulunmazsa, bu durumda müşteri yemin edecek mi?

Zâhiru'r-rivâyede, bütün âlimlerimiz: "Yemin etmez." demişlerdir. Müşteri nasıl yemin eder?

Bütün hâkimler: "Allah hakkı için yemin eder." demişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet kusur, satış vaktinden husûmet zamanına kadar veya daha önce olma ihtimali olan veya bir âlemeti ile bilinmesi zor olan bir kusur ise, bu durumda, hâkim, satıcıya: "Bu kusur, senin yanında var mıydı?" diye sorar; satıcı: "Evet, vardı." derse; müşterinin bu kusurlu malı   geri verme  hakkı   olur;   değilse,  müşterinin  iade etme  hakkı   sakıt  olur

Böylece, ahş-veriş sabit olur. Veya bu ahş-veriş beyyine ile sabit olur.

Şayet satıcı, kusuru inkâr ederse; yemini ile birlikte, onun sözü geçerli olur. Ancak, bunun için, müşterinin, ahş-veriş sırasında, o kusurun bulunduğuna dair beyyinesinin (delilinin, şahidinin) bulun­maması gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcının yemin etmesi hususunda konuşulmuş ve âlimlerimiz bunları sahihlemişler ve:-"Satıcının, bu kusurun kendi yanında iken olmadığına Allah'a  yemin  edecektir.''  demişlerdir.  Serahsî' nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Fetva da, bunun üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kusur,  satış  vaktinden  önce  meydana gelmiş  olma  ihtimâli olmayan cinsten bir kusur ise, hakim, onu satıcıya reddetmez.

Fakat kusur, gizli olan kusurlardan olur ve bu alâmeti ile bilinir ve vücutda bulunduğu halde, hâkim, bizzat kendisi bakar ve kusurun gözle görünür tarafı olmazsa, durumu, sözüne inanılır iki kişiye sorar. İhtiyata uygun olan budur. Yoksa, bir kişiye sormak da kâfidir.

Bu bir kişinin, kusurun varlığını haber vermesi hâlinde, kusur sabit olur.

Ancak, satıcı yemin ederse, bu bir kişinin sözü ile, kusurlu olan şey, satıcıya iade edilmez.

Bu hususu, Câmi"de, bazı âlimler, bu şekilde zikretmişlerdir.

Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde ise: "Bakılır: Eğer kusur, bu müddet içinde meydana gelme ihtimâline sahipse —ki, bu da, bir veya iki kişinin sözü ile bilinebilir— bu durumda, o şey satıcıya iade edilmez. Ve, sadece, satıcıya, "o kusurun, kendi yanında olmadığına dair." yemin ettirilir.

Şayet kusur, bu müddet içinde (ahş-verişin yapıldığı zaman ile husûmetin çıktığı zaman arasında) meydana gelme ihtimâli bulunmayan bir kusur ise, satıcı yemin edince, —şayet bir kişi söylemişse— yine ona iade edilmez.

Ancak, "bu kusur, ahş-verişten öncedir." diye, iki kişi söylemiş olursa; Kudûrî'de zikredildiğine göre, —o kusurlu şey— satıcıya iade edilir.  Cami'  Şerfu'nde,  bazı  âlimlerimiz de,  böyle zikretmişlerdir.

Zehiyre'de de böyledir.

Kusur, gebelik ve benzerleri gibi, —kadınlar tarafından— biline­bilecek bir şey ise, hâkim, bu kusuru bir kadına baktırır. İhtiyaten, iki kadına baktırması daha uygun olur.

Bu kadınların, güvenilir kadınlar olması gerekir

Adalet sahibi bir kadın: "Bu hâmiledir." der veya iki kadın bu sözü söylerse; bu kusur sabit olur.

Şayet kadınlar: "Bu gebelik, aliş-veriş işleminin yapıldığı zamandan sonra meydana gelmiş, "derlerse; o şey, satıcıya iade edilmez. Ancak, satıcıya yemin ettirilir.

Şayet, bu durumda, satıcı yemin etmezse, bu kusurlu şey, ona iade edilir.

Şayet kadınlar: "Bu kadın, satıcının yanında iken hâmile kalmış," derler, ancak, kadın teslim edildikten sonra hâmile kalmış olursa;satıcı-ya iade edilmez. Fakat, satıcıya yemin ettirilir.

Hamilelik, cariyenin teslim edilmesinden önce ise, bu durumda, bu câriye, bir kadının sözü ile satıcıya iade edilmez.

İki kadının sözüne gelince, bâzı âlimler: "İmânı Ebû Ha nite (R.A.)'nin kıyâsına göre, iade edilmez; İmâmeyn'ni kıyasına göre ise, iade edilir." demişlerdir.

Hassâf, Edebii'I-Kâdî'de: "Zâhiru'r-rivâyeve göre, iade edilmez." demiştir.

kudûrî'de de: "İade edilmez." denilmiştir. Meşhur olan da, budur. Yalnız, İmâmeyn: "Satıcıya yemin ettirilir. Şayet, o yemin etmezse,

kadınların sözleri kuvvetlenmiş olur. Ve bu durumda, iade sâbitleşmiş olur." demişlerdir.

Bunu, Sadru'ş-Şehîd, Câmiü's-Sağîr'de böylece beyan etmiştir.

Kadının biri: ' 'Bu hâmiledir." der; iki kadın da: "Hamile değildir." derlerse; bu satıcının aleyhine oluı.

Satıcı, hâkime: "Bu kadın, câhildir." diye ihbarda bulunursa; hâkimin, bu kadını, iyi bilen bir kadına havale etmesi uygun olur. Muhıyl'te de böyledir.

Câriye satın almış olan bir şahıs: "Bu, hünsâdır." diye iddia ederse; İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durumda, satıcıya yemin etti­rilir. Çünkü, o ne kadına ne de erkeğe gösterilir." buyurmuştur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İstihâze (- özür kanı) dâvasında, hükmün hakikati hususunda kadınlara müracaat edilir.

Teslimden önce de olsa, sonra da olsa, kadınların şehâdetî ile, câriye iade edilir.

Hamilelik dâvası da, aynıdır.

Fakat, özür kanında, erkeklerin şahitliği de kabul edilir. Çünkü, o kan, erkekler tarafından da görülebilir. Ve bu caizdir. Erkeklerin şehâ-deti ile, hak sabit olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi teslim aldıktan sonra: "Bu câriye, hayız görmüyor." derse; ŞeyhıTl-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Bu müşterinin, bu dâvası dinlenmez. Ancak, bu cariyenin hayız  görmemesi,  gebe veya  hasta olduğundan  meydana  geliyorsa, müşteri, gebelik sebebini iddia eder. Bu durumda, hâkim, o cariyeyi kadınlara havale eder. Eğer, kadınlar: "Hâmiledir." dedikleri hâlde, satıcı da, "cariyenin kendi yanında hâmile olmadığı" hususunda yemin ederse; bu durumda, müşteri, bu cariyeyi iade edemez.

Kadınlar: "Hamile değildir." derlerse; satıcıya yemin verilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu gibi dâvalarda, müracaat mahalli tabiplerdir. Zehiyre'de de böyledir.

Müşterinin,   gebelik    sebebini   iddia   etmesi   hâlinde,   îmânı Muhammed (R.A.)'den iki rivayet vardır.

Birinde: Eğer, câriye ahş-veriş esnasında, dört ay on günlük hamile ise, dâvaya bakılır. Hamilelik müddeti bundan az ise, dâvaya bakılmaz.

Diğer rivayette ise: Câriye, ahş-veriş esnasında, iki ay on günlük hâmile olursa, davaya bakılır.

Fetva için, muhtar olan da budur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Dâvaya bakacak olan hâkim, satıcıya: "Bu., müşterinin dediği gibi midir?" diye sorar. Eğer, satıcı: "Evet." derse; müşteri, cariyeyi,satıcı­ya geri verir.

Eğer satıcı: "Benim yanımda, böyle bir şeyi yoktu. Bu yeni olmuştur." derse; müşteri, onun yemin etmesini ister.

Şayet, satıcı yemin ederse, yapılacak bir şey kalmaz.

Fakat, satıcı yemin etmekten kaçınırsa; câriye, ona geri verilir.

Eğer satıcı, hayzm kendi zamanında kesildiğini inkâr ederse, ona yemin ettirilir mi?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yemin ettirilmez; İmâmeyn'e göre ise, yemin ettirilir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Küâbü'l-Akdıyye'de şöyle denilmiştir:

Bir kimse, satın aldığı cariyenin başının, satıcının yanında yariK olduğunu söylerse; hâkim, satıcıya yemin verir.

Eğer, satıcı yeminden kaçınırsa, müşteri bu cariyeyi satıcıya iade eder.

Satıcı, bu cariyenin, müşterinin yanında hâmile kaldığını iddia eder ve: "O, şu anda hâmiledir." derse; hâkim, bu defa da, müşteriye sorar. Müşteri: "Bu hususta bir şey bilmiyorum." derse; hâkim, bu cariyeyi kadınlara muayene ettirir.

Kadınlar: "Câriye hâmiledir." derlerse; bunların sözü ile de iade sabit olmaz.

Fakat, dâva, müşterinin aleyhine cereyan eder.

Hâkim, "bu cariyenin, kendi yanında hâmile kalmadığına dair" müşteriye yemin ettirir. Eğer, müşteri yemin ederse; yapılacak bir şey kalmaz; öneki iade yerindedir.

Ancak, müşteri yemin etmekten kaçınırsa, o zaman, satıcının iddiası doğru olmuş olur. Câriye, müşteriye geri verilir. Yalnız, müşteri, bu cariyenin önceki kusurunun karşılığını, satıcıdan alır.

Eğer satıcı: "Ben, bu cariyeyi hâmile olduğu halde, yanımda tutmak istiyorum. Önceki noksanlığının karşılığını tazmin etmem." derse; onun dediği gibi olur.

Hâkim, müşteriye, hamilelik hâlinden sorduğu zaman, müşteri: "Bu hamilelik, satıcının zamanında vardı. Ben ise, onu anhyamadim." derse; dâvası dinlenir. Ve bu durumda, satıcıya yemin verilir.

Satıcı yemin ederse, bu cariyenin, onun yanında hamile olduğu sabit olmaz.

Müşteri, "bu cariyenin kendi yanında hâmile olduğunu" söylerse; o zaman, satıcı, bu cariyeyi müşteriye iade eder. Bu durumda, satıcı, cariyenin önceki kusurunun karşılığını da reddeder.

Eğer satıcı, yemin edemezse; o zaman bu cariyenin satıcının yanında hamile kalmış olduğu meydana çıkar. Ve geri vermesi sahih olur.

Hâkim, bu kusuru yüzünden, cariyeyi, satıcıya geri verirken, müşteri, cariyeyi satıcıya teslim etmeden Önce, satıcı: "Bu câriye, müşterinin yanında, yeniden hamile kalmıştır." der; müşteri de: "Hayır, senin yanında hâmile kalmıştır." derse; hâkim, cariyeyi geri vermekte acele etmez.

Hâkim, satıcının, "müşterinin söylediğinin doğru olup olmadığı hususunda yemin etmesini" emreder.

Müşteriye, yemin etmesi teklif edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Kusur, gizli olur ve bedende mevcut bir alâmetle tanınıp bilin­mezse, bu kusurun, hâl-i hazırda isbât edilmesi gerekir. Bir kölenin kaçması, hırsızlık yapması, yatağını ıslatması gibi...

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu gibi gizli kusurlar, şu şekilde sabit olur.

Müşteri, bu kusurun, satıcının yanında olduğunu iddia eder ve kendi yanında da, bu kölenin, kusurları işlediğini söylerse; hâkim,satıcı­dan: "Bu hâl bunda var mı?" diye sorar.

Yâni bu kusurlar, —bulûğa erişmeden önce veya bulûğa eriştikten sonra— hem satıcının hem de müşterinin yanında işlenmiş olacak.

Fakat, bu kusurlar, satıcının yanında, köle bulûğa ermeden önce; müşterinin yanında ise, köle bulûğa eriştikten sonra, bulunursa; bu hâl, dâvanın sıhhati ve satıcıdan sormak için kâfi değildir.

Cinnete gelince; bunun satıcının yanında bulûğdan önce, müşterinin yanında bulûğdan sonra veya her ikisinin yanında da bulûğdan önce yahut sonra olması halleri de müsavidir. Ve bu durumlarda cinnet, dâvanın sıhhatine kâfidir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet müşteri, kölenin kaçtığını veya yatağını ıslattığını; hırsızlık yaptığını yahut cinnet getirdiğini iddia ederse; satıcıya: "Bunlar senin yanında var mıydı?" diye sorulur.

Eğer satıcı: "Vardı." diye itiraf ederse; bu köle, satıcıya iade edilir.

Eğer satıcı, bunu inkâr ederse; bu durumda, müşterinin "satıcının yanında iken kaçtığına" dair beyyine istenir.

Eğer, müşteri bunu isbât edebilirse, bu köle satıcıya iade edilir.

Aksi takdirde, satıcıya "kölenin, kendisinin yanında iken kaçmadığına; kusursuz olarak teslim ettiğine dâir" Allah'a yemin etti­rilir.

Bu, müşterinin, "hâl-i hazırda, kölenin bir kusurunun olmadığım" söylediği zaman yapılır.

Eğer müşteri böyle söylemez, satıcı da haber vermezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satıcıya yemin verilir.

İmâmeyn'e göre ise, bu durumda, satıcıya yemin ettirilmez.

Müşteri, satıcıyı dâva etmezse, ona da yemin verilmez.

Satıcı iddiada bulunursa, müşteri nasıl yemin eder?

Hâkimlerin ekserisi: "Allah'a yemin ederse, müşterinin iade etme hakkı sakıt olmaz." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı kölede bir kusur bulur; satıcı ise, köledeki kusuru inkâr eder ve müşterinin dinlettiği iki şahitten birisi "Satıcı, bu köleyi,   kusurlu   olarak   sattı."   diye   şahitlik   yaptığı   halde,   diğeri "satıcının ikrarı üzerine" şahitlik yapsa, bu kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, önce bir kölenin yarısını elli dinara satın alır; sonra da, kalan yansını yüz dinara satın alırsa; bilâhare, müşterinin, bu kölede kusur bulması ve:  "Bu kusur, satın almamdan önce  vardı." demesi

hâlinde; satıcı:  "—Bu kusur— senin yanında oldu."  derse; satıcının sözü geçerli olur.

Müşteri, satıcıya: "Sonraki yan için, yemin et; önceki için bir şey demiyorum. Ben, sonraki yarıyı alınca, bu kölenin kusuruna muttalî oldum." derse; bu teklifi yapma hakkına sahip olur.

Eğer, satıcı yemin ederse; bir şey lâzım gelmez; yemin etmezse, köle iade edilir. Kâfî'de de böyledir.

Şayet müşteri, önce satın aldığı yarı hakkında, ikinci yarıdan önce dava açar, satıcı da yemin edemezse; bu köle, satıcıya iade edilir.

Müşteri, sonradan, bu yemin üzerine ikinci yarıyı da iade etmek isterse; bunu yapma hakkına sahip olmaz.

Bunun için, yeniden dava açması gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Müşteri, her iki yarı için, ayrı ayrı dava açma hakkına sahiptir. Eğer, müşterinin önceki yarı için haber verdiği kusurla, ikinci yan için haber verdiği kusur aynı olmazsa; satıcının, birinci yarı için, yemin edememiş olması, ikinci yarıyı içine almaz.

Müşterinin, iki yarı için birden yemin etmiş olması halinde, satıcının da, iki yarı için bir yemin etmesi kâfi gelir.

Bu durumda, satıcı, bir yarı için yemin etmekten kaçınırsa, o yan kendisine iade edilir; diğer yarı ise, iade edilmeyip, müşteride durur.

Satıcı iki kişi olur; İkisi birden, bir köleyi, bir şahsa, bir bedelle veya yarım yarım iki bedelle satarlar; bu satıcılardan biri, diğerinin vârisi olarak öldükten sonra, bu kölenin kusurlu olduğunu söylerse; isterse, bir yarısımjsterse iki yansım (yani tamamını) dava eder.

Şayet, yarısını dava ederse; satıcıya yemin verilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer satıcı, o yarı hakkında yemin ederse; diğer yarı hakkında yemin etmekten kurtulmuş olmaz.

Müşteri, iki yarıdan biri için yemin etmezse; diğer yarı için de yemin etmesi gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi teslim alıp, başka bir şahsa sattıktan sonra, bu cariyeyi satın alan bu şahıs da.onu üçüncü bir şahsa satar; daha sonra da, bu cariyenin hür olduğunu iddia ederse; üçüncü şahıs, ikincisinin bu iddiası üzerine, bu cariyeyi, ona geri iade eder.

O da, bu cariyeyi, kendisine satan şahsa iade edince, o şahıs bunu kabul etmezse; âlimler: "Bu cariyenin azâd edildiği iddia ediliyorsa; müşteri, satıcıya müracaat edip, verdiği bedeli geri alır." demişlerdir.

Cevâhîru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir câriye satın alır, bu câriye ahş-veriş akdedilirken satıcının yanında bulunmaz ve onun azâd edilmesi de kararlaştırılmış olmaz, müşteri, bu cariyeyi teslim alıp, bir başkasına satar ve câriye, bu ahş-veriş esnasında hazır bulunmaz ve ikinci müşteri onu teslim aldıktan sonra, bu câriye: "Ben, hür bir kadınım." derse; hâkim, bu cariyenin sözünü kabul eder.

Bu durumda, müşteriler de, verdikleri paralan satıcılardan geri alırlar.

Önceki müşteri, "bu câriye, hür bir kadın olduğunu haber verdi." dediği halde, ikinci müşteri bunu inkâr ederse; birinci müşterinin cariyenin ikrarını isbât etmesi gerekir.

Bu durumda, ikinci müşteri birinci müşteriye müracaat edip, verdiği parayı ondan geri alır.

Birinci müşteri ise, kendisine satan şahsa müracaat edemez. Çünkü, bu cariyenin hür olduğunu söyleyen kendisidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zahîriyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, biner dirhem bedelle, birini peşin, diğerini ise bir sene vadeli olarak iki köle satın alıp, bunlardan birini kusuru sebebiyle iade ettikten sonra, aralarında ihtilâf çıkıp, satıcı: "Parasını sonra verecek olduğun köleyi iade ettin." dediği halde, müşteri: "Hayır, parasını peşin verdiğin köleyi geri verdim." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Kölenin, müşterinin yanında helak olması ile olmaması da müsa­vidir.

Bu durumda, satıcıya da, müşteriye de yemin teklif edilmez.

Aralarındaki görüş ayrılığı kölelerin fiatiarı hususunda olur ve satıcı: "Geri verdiğin kölenin fiatı şu idi." dediği halde; müşteri: "Hayır, şu idi." derse; bu defa, müşterinin sözü geçerli olur, Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, kölelerinden birini satıp, bir başka kölesini de bağışladıktan' ve müşteri de bunları teslim aldıktan sonra, bu kölelerden birisi ölür ve müşteri de, sağ kalan köleyi, kusuru sebebiyle geri vermek isteyerek:  "Satın aldığın köle, bu idi." der; satıcı ise: "Hayır, bu bağışladığım köledir," derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Bu  satıcı,  sağ  kalan  köle  için  müşteriye müracaat edip,  onun parasını alır.

Eğer müşteri,  "ölen kölenin,  bağışlanan köle olduğunu"  iddia ederse; satıcı müşteriye müracaat edip, diğer kölenin bedelini alır.

Bir kimsenin satın aldığı iki köleden biri ölür; sağ kalanı da, —bu şahıs— kusuru sebebiyle reddetmek ister ve: "Bunu dirhemler ödeyerek aldım." der, satıcı ise: "Hayır, bunun bedeli dinarlardır." derse; müşterinin sözü geçerli olur.

Aliş-verişe konu köle, —iki değil de— bir köle olur; müşteri kusuru yüzünden, onu iade etmek isteyince de, satıcı: "Benim sattığım köle bu değildir." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), el-İmlâ'da şöyle buyurmuştur: Bir şahıstan, üç bin dirheme, iki köle satın alan şahıs, bunları teslim aldıktan sonra, birisinde bir kusur bulur ve bu müşteri ile satıcı arasında kölelerin bedelleri hususunda ihtilâf çıkar; müşteri: "Alış-veriş akdinin yapıldığı sırada, kusurlu kölenin kıymeti iki bin, diğerinin kıymeti ise, bin dirhemdi." dediği halde, satıcı: "Hayır, kusurlunun kıymeti bin diğerinin kıymeti ise, iki bin dirhemdir." derse; bu durumda, ikisinin sözüne de itibar edilmez.

Bu kölelerin dava zamanındaki kıymetlerine bakılır: Eğer, dava sırasında, her iki kölenin kıymetleri de biner dirhem ise, sahibinin davası üzerine, her iki şahsa da yemin verildikten sonra, sadece o kusurlu köle, kıymetinin yarısı alınarak, satıcıya iade edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bu şahıslardan her biri, davalarını isbât için beyyine getirirlerse; beyyineleri alınır ve müşterinin şahitlerine göre, kusurlu kölenin kıyme­tinin ikibin dirhem olduğu kabul edilir.

Satıcının şahitlerine göre de, diğer kölenin kıymetinin iki bin dirhem olduğu kabul edilir.

Ve müşteri, kusurlu köleyi, bedelinin yarısını alarak satıcıya geri verir.

Bu kölelerden birisi ölüp, diğeri kalır, müşteri de, kalan köleyi kusurlu bulur ve bu kölenin kıymeti hususunda görüş ayrılığına düşerlerse; ölen kölenin kıymeti hususunda beyyine getirilmesi halinde, satıcının beyyinesi geçerli olur.

Ölenin kıymeti hususunda değil de, kalanın kıymeti hususunda beyyine getirebiliri erse, o zaman müşterinin beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

NevâziFde şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, küpte bulunan sirkeden satın alır ve bu sirkeyi, —içinde fare ölüsü bulunan— kendi kabına döktükten sonra, satıcı: "Bu senin kabında oldu." dediği halde, müşteri:"Hayır, bu fare senin küpünde idi." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Semerkand Ehli'nin Fetvâları'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bir kabın içindeki yağı satın alıp, o kapta olduğu halde yağı evine getirir ve bu kabın, bağlı olan ağzını açınca, yağın içinde bir fare ölüsü bulur ve satıcı: "Bu farenin, kendi yanında iken, yağda bulunmadığını" söyier ve müşterinin iddiasını inkâr ederse; satıcının sözü geçerli olur. Çünkü, o, kusuru inkâr etmektedir.

Bu mes'ele, şöyle açıklanabilir:

İçinde yağ bulunan kabın ağzının bağlı olması halinde, o kap teslim alınırken, içinde fare ölüsü olduğu bilinmiyor ve bu kabın ağzı da, o zamana kadar hiç açılmamış bulunuyorsa, bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Ve bu müşteri, o yağı satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir köle satın alıp, onu teslim alarak evine getirdikten sonra: "Ben, bu köleyi sakalsız (= köse) buldum." der; satıcı ise, bu iddiayı inkâr ederse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Fakat, müşteri, bu kölenin o gün sakalını tıraş ettirmiş olduğunu ispat ederse; müşterinin yanında, bu kölenin sakalının çıkması ihtimali­nin bulunmaması halinde, onu satıcıya iade eder.

O kölenin sakalının müşterinin yanında çıkması ihtimâli varsa; müşteri, —sakalsızlığını ispat edemedikçe— o köleyi geri veremez.

Veya, müşteri; satıcıya yemin verip de, o yeminden kaçınmadıkça, onu geri veremez. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir başkasından satın aldığı köleyi teslim aldıktan sonra, "onun bir kusuru olduğunu söyler ve: "Onu, bugün satın aldım. Böyle bir kusur, bir günde meydana gelmez." dediği halde; satıcı: "Ben onu satalı bir ay oldu. Böyle bir kusur, bir ayda meydana gelebilir." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Bir kimse, diğer bir şahıstan bir câriye satın alır ve o cariyede bir kusur bularak satıcıyı şikâyet ederse; hâkim, "o cariyenin satıcıya iade edilmesine, bedelinin de müşteriye geri verilmesine" hükmeder. Ve müşteri, bu cariyeyi satıcıya geri verip, parasını alır.

Bir hayvan satın almış bulunan bir kimse; kusuru sebebiyle bu hay­vanı satıcıya iade etmek isteyince, satıcı, bu müşteriye: "Sen, kusurunu bildiğin halde, ihtiyacın için bu hayvana bindin." der; müşteri ise: "O hayvana, sana getirip vermek için bindim." karşılığını verirse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur.

Bu mes'elenin açıklanması:

Bazı âlimlere göre bu hüküm, o hayvana binmeden götürüp ver­menin mümkün olmaması halinde geçerlidir. Muhiyt'te de böyledir.

Satıcı, müşteriye: "Sen, bu hayvana —ihtiyacın için değil de— onu sulamak için bindin." derse; yine, müşterinin sözünü dinleyip, onu kabul etmek uygun olur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Bir müşteri, satın almış bulunduğu bir şeyin kusurlu olduğunu iddia eder; satıcı da, o şeyin satış akdi esnasında kusurlu olduğunu bilirse; hakimin hüküm vermesine kadar,bu satıcının o şeyi geri almasına izin vardır.

Babam, şöyle buyurdu:

Bu hüküm, satıcının, o şeyi bir başka şahıstan satın almış bulunması halinde geçerlidir. Çünkü, hüküm olmadan geri vermek mümkün değildir.

Ancak, bu şeyi bir başkasından satın almış olmazsa, onu geri alma ruhsatı vardır; bundan kaçınma ruhsatı yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı şeyin kusuruna, daha onu teslim almadan muttali olur ve: "Bu alış-verişi iptal ettim. (= geçersiz kıldım.)" derse; satıcının orada hazır olması halinde, —kabul etmese bile— bu alışveriş geçersiz olur.

Ancak, müşterinin duruma muttali olup, alış-verişi iptal ettiği sırada, satıcı orada hazır bulunmazsa; bu alış-veriş geçersiz olmaz.

Şayet, bu müşteri, satın aldığı şeyin kusuruna, onu teslim aldıktan sonra muttali olur ve: "Bu alış-verişi iptal ettim." derse; bu durumda sahih olan, ahş-verişin geçersiz olmamasıdır.

Bu durumda alış-veriş ancak, satıcının rızâsı veya hâkimin bu şekilde hüküm vermesi ile geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir   şahıstan, bir câriye satın alan şahsa, satıcı: "Bu cariyenin filan yerinde yara var. Ben bu cariyeyi, bu yara ile sana sattım." dediği halde; müşteri, o yarayı denilen yerde görünce, bu cariyeyi iade etmek maksadı ile getirir ve satıcı:  "Bu yara, benim haber verdiğim yara değildir. Benim dediğim yara iyileşmiştir. Bu yara, senin yanında mey­dana gelmiş bir yaradır." derse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, müşteriye: "Ben, bu cariyeyi sana, bir gözünde boz olarak sattım." der; müşteri bu cariyeyi, sol gözünde boz olduğu halde getirip iade etmek isteyince de, bu satıcı: "Boz, sağ gözünde idi; o kaybolup gitmiş; bu boz, sonradan meydana gelmiş." derse; yine müşterinin sözü geçerli olur.                                                                        

Satıcı, müşteriye:  "Ben, o cariyeyi, başında bir yarık olarak satmıştım. Senin yanında, başının başka yeri de yarılmış." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Aynı gözde olması hâlinde, gözdeki beyazlık da böyledir. Yani satıcı, müşteriye: "Bu cariyenin gözünde, beyaz bir nokta vardı; o nokta, senin yanında büyüyüp çoğalmış." derse; yine, satıcının sözü

geçerli olur.

Şayet, bu cariyenin gözünde beyaz bir nokta bulunur ve satıcı: "Bu beyazlık, hardal tanesi kadardı, (veya daha ufaktı.)" derse; yine satıcının sözü geçerli olur. Ancak, bu. beyazlık değişik gözde bulunursa; o zaman müşterinin sözü geçerli olur.

Bir satıcı, sıtma tutan bir cariyeyi, kendisine geri vermek üzere getiren müşteriye: "Ben sana, sıtması az iken satmıştım; şimdi sıtması çoğalmış." derse; bu durumda satıcıya itibar edilmez. Ve müşteri, o cariyeyi geri verebilir.

Bir müşteri, satın aldığı bir şeyi, ayıbı (= kusuru, noksanı) yü­zünden geri getirir; satıcı da: "Bu kusur, benim zamanımda yoktu." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.

Eğer satıcı: "Benim sattığım zaman, bu cariyenin kusuru başında idi." der; müşteri de, bu cariyeyi, başında bulunan bir kusurdan dolayı geri vermek üzere getirmiş bulunursa; bu durumda—satıcı ona inanmasa bile— müşterinin sözü geçerli olur.

Netice: Satıcı, kusuru bir yere nisbet eder ve opv- ismen söylerse; —kusurun orada olması hâlinde— müşterinin sözü ge: rli olur.

Satıcı, kusuru bir yere nisbet etmeyip onu mutlak olarak zikrederse; o zaman, satıcının sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, "kocası vardır." diye geri vermek için getirdiğinde, satıcı onu inkâr eder veya bunu ikrar ettiği halde: "...onun kocası vardı; fakat öldü." der; müşteri ise, onun hayatta olduğunu iddia ederse; müşterinin iade etmiş olması sübut bulmaz.

Bu müşterinin, o satıcıya yemin ettirme hakkı vardır.

Bu durumda, müşteri, "Kocası filândır." diye beyyine getirir ve şahitler dinletirse; kocanın hazır olmaması hâlinde, o beyyineye de, şahitlere de iltifat edilmez.

Bu beyyine ve şahitlerin sözleri, bu durumda ancak, satıcının ikrarı üzerine kabul edilir.

Eğer satıcı: "Evet, onun kocası, filan adamdır; fakat o, bu cariyeyi boşamiştır." der ve bu işin de, alış-verişten önce olduğunu söyler müşteri ise, kocasının durmakta olduğunu" iddia ederse; satıcının sözü geçerli olur.

Şayet, bu cariyenin kocası orada hazır olur ve talâkı inkâr edip, "nikâhlı olduğunu" söylerse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Ve bu müşteri, o cariyeyi satıcıya iade ederek, parasını geri alır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Müşterinin yanında, bu cariyenin bir kocası bulunur; satıcı ise: "Benim yanımda olan kocası —bu değil— başkasıdır. Ve kocası, alış-veriş işleminden'lince ölmüştür." derse; burada satıcının sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, bir kusuru sebebiyle, onu geri vermeye getirir; satıcı da: "Bu benim verdiğim câriye değildir." dediği halde, müşteri: "İşte, bu senin hizmetçindir. Ben, bunu senden satın aldım." derse; yeminle birlikte, satıcının sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin yanında bulunan bir köleyi, iki kişi, "bu şahsa sattıklarını ye bu müşterinin de, o kölenin bedelini vermediğini" iddia ederler ve bu iddialarına da beyyine getirirlerse; "her iki şahsa da, iddia ettikleri bedellerin müşteri tarafından ödenmesine" hükmedilir.

Bu kölede bir kusur bulunursa, ancak bu şahıslardan birisine iade edilir; ikisine iade edilmez.

Müşteri, bu kölenin kusurunun karşılığını almak için müracaat edecekse, bu satıcılardan herhangi birine müracaat eder.

Ancak, kusur kimin yanında meydana gelmişse, müşteri karşılığını ondan alır.

Eğer bu köle, müşterinin yanında öldükten sonra, müşteri, onun bir kusuruna muttalî olursa; bu durumda, o şahıslardan ikisine de müracaat eder.

Keza, bu köle ölmez, ancak eli kesilmiş olur ve müşteri bunun diyetini aldıktan sonra, bu kölenin bir kusurunu bulursa, yine ikisine müra­caat eder.

Fakat, müşteri bu köleyi, bunlardan birine veya ikisine birden iade edemez. Kâft'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Benim şu kölem kaçıcıdır. Onu, benden satın  al."  deyince,   diğeri:   "Kaça  satıyorsun?"  der;  o  şahıs:   "Şu kadara..." karşılığını verince de, müşteri o köleyi satın alır ve "onu kaçıcı bir köle olarak bulursa, bu durumda onu iade edemiyeceği aşikârdır.

Bu müşteri, o köleyi, bir başka şahsa satar; bu ikinci müşteri de onu kaçıcı bulup iade etmek isteyince, ilk müşteri, bu durumu inkâr ettiği halde, ikinci müşteri ilk satıcının sözünü beyyine olarak gösterirse, hiç bir şeye hak sahibi olamaz.

Eğer ilk satıcı, birinci müşteriye: "Bu köleyi, sana kaçıcı olarak sattım." demiş olursa, mes'ele hâli üzeredir; ikinci müşteri, o köleyi, birinci müşteriye iade edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Kölesinin borçlu olduğunu ıkrâr eden bir şahıs, sonradan o köleyi, "borçlu olduğunu söylemeden" bir şahsa satar; bu şahıs da, "borçlu, olduğunu  söylemeden"   bu  köleyi  başka  bir  şahsa  satarsa;   önceki satıcının ikrarı üzerine, sonraki müşteri, bu köleyi satın aldığı şahsa iade edebilir.

Çünkü, o kölenin borcunu ödemek lâzımdır.

Bu durum, satmadan önce, kölenin kaçıcı olduğunu haber vermek gibi değildir.

Bir kölenin borçlu olduğunu ikrar etmek onun borçlu olduğunu haber vermek gibidir.

Bu durumda da, ikinci müşteri, birinci satıcının ikrarı üzerine, o köleyi, kendisine satan şahsa iade edebilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın almış bulunduğu bir köleyi, başka bir şahsa, peşin bedelle  satar  ve  bu  müşteriye:   "Bu  kölenin,  bir  kusuru  yoktur." dedikten sonra, müşteri, o kölede bir kusur bulup, "o kusurun satıcının yanında iken de, bulunduğunu" belgelerse; bu şahıs, o köleyi geri verme hakkına sahip olur.

Satıcının: "Ben onu, peşin sattım. Aybı da yoktu." demesi, müşterinin geri verme hakkını iptal etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "cariyesinin kaçtığım" söyledikten sonra; onu satması için bir vekil tâyin eder ve cariyenin kaçıcı olduğunu bu vekile söylemez; vekil onu satıp, teslim ettikten ve bedelini de aldıktan sonra, müşteri, cariyenin sahibinin ikrarı üzerine, onu geri vermek ister, satıcı ise, onu valanlayıp: "Bu câriye kaçmadı." derse; müşteri o cariyeyi vekile iade edemez.

Ancak, bu müvekkil, vekiline: "Kölem kaçıcıdır; onu sat." der ve vekil de onu satarsa; bundan sonra, müşteri, müvekkilin sözü üzerine, o köleyi —teslim almadan önce— geri iade edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi, "fazla parmağı vardır." diye, geri vermeye getirir; ancak, satan şahsın "onu satmadığını" söylerek durumu inkâr etmesinden sonra, müşteri, bu alış-verişe dâir beyyine ibraz edince, satıcı: "Sen, onu, bütün kusurları ile birlikte kabul edip, satın aldın." der ve bu hususta beyyine ikâme ederse; bu durumda, satıcının beyyinesi kabul edilmez. Hammâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın almış bulunduğu bir köleyi, kusuru yönünden geri vermek ister, satıcı ise, "bu müşterinin, o köleyi, kusuru ile birlikte kabul edip aldığını" ispat ederse; satıcının bu ispatı kabul edilir   ve müşteri, o köleyi geri veremez.

Şayet satıcı, "o köleyi, filanı filan şahsın huzurunda sattığını" bel­geler, müşteri de bunu inkâr ederse; yine o köleyi geri veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir   kimsenin,   cariyesine:   "Ey  hırsız!",   "ey  kaçıcı!",   "ey zâniye!", "eymecnûne!" veya: "Bu câriye hırsızdır; şunu şunu yaptı." demesi; o cariyenin bu vasıfları taşıdığını ikrar olmaz.

Hatta, bu şahıs o cariyeyi sattıktan sonra, müşteri, o cariyede böyle bir kusur bulursa, onu, satıcının bu sözlerine dayanarak geri veremez. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir köle satar; satıcı da, müşteri de, bu kölenin kaçıcı olduğunu haber verirler ve bu sözler alış-veriş akdi sırasında söylendiği halde; sonradan müşteri bu köleyi, başka bir şahsa —onun kaçıcı olduğunu gizleyerek— satar; bu ikinci müşteri de, o köleyi, bir başka şahsa,kaçmayacağından emîn olarak sattıktan sonra, bu yeni müşteri, o kölenin kaçıcı olduğuna; ilk satıcı ile ilk müşteri arasında cereyan eden hadiseye; bunların, ahş-verişleri esnasında bu kölenin kaçıcı olduğunu ikrar ettiklerine muttali olsa bile, bu sebeplerle, bu son müşteri o cariyeyi iade edemez.

Bu durumda, ilk müşterinin ikrarı kendisinden satın alan şahsa karşı geçerli olmaz.

Şayet, birinci müşteri, birinci satıcıdan ikrarsız satın almış ve sonra da, bu birinci müşteri, onun kaçıcı olduğuna dair beyyine getirse; hakim de, bunun geri verilmesine , bu beyyineye dayanarak hükmetseydi, o zaman, son müşterinin, kendisine satan şahsa geri verme hakkı olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimseden, bir câriye satın alan şahıs, sonradan, bu cariyenin kaçıcı olduğunu iddia ve bunu ispat eder; hakim de, bu cariyeyi satıcıya geri verdikten sonra;aym şahıs, o cariyenin kendi mülkiyeti altında iken doğum yapmış bulunduğunu ispat ettiği için, hâkim, bu cariyeyi tekrar ona verin; bundan sonra da o şahıs bu cariyeyi satar ve satın alan müşteri de,  o cariyenin kaçıcı olduğunu hakimin —bu husustaki,  önceki— hükmünden bahsederek iddia ederse; bu durumda, bu —son— müşteri, o cariyeyi geri verebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm (= devlet başkanı, komutan) veya onun emîni (= görev ve yetki verdiği şahıs), ganimet malından bir şey sattığında,bu malda kusur bulan müşteri, onu iade edemez.

Ancak, bu iş, (yani alış-veriş) ganimet taksiminden önce yapılmışsa, imâm, bu müşterinin dâvasına bakması için bir şahsı görevlendirir ve neticede, bu kusurlu şey, ganimete iade edilir.

Bu iş, ganimetin taksiminden sonra yapılmışsa, o şey satılır; müşterinin ödediği bedelden fazla ederse, bu fazlalık beytü'1-mâle konur; noksan ederse, bu noksanlık da beytti'I-mâlden karşılanır. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Kendisine ticâret yapma izni verilmiş bulunan borçlu bir köle, kendisine ait bir köleyi, efendisine, kendisinin kıymeti miktarında bir bedelle satar ve efendi bu köleyi teslim aldıktan sonra, onun bir kusu­runa muttali olursa; bu kölenin bedelinin —nakid olsun, borç olsun; dirhemler, dinarlar, ölçülen veya tartılan şeyler yahut bir yer gibi— izinli kölenin yanında helak olması halinde, bu efendi, o köleyi geri veremez.

Ancak, bedel peşin ödenen cinsten değil ve hâlen izinli kölenin elinde bulunuyorsa, teslim alınmadan önce her hâl-ü kârda, o köleyi geri verebilir. Kâfî'de de böyledir.

Kendisine ticâret yapma izni verilmiş bulunan borçlu bir köle, bir köle satın alıp, onu efendisine satar; bu köleyi teslim alan efendi de, onu kendi kölesinin borcuna karşılık olarak tutar ve sonra da o kölede bir kusur bulursa; bu durumda, o köleyi iade edemiyeceği gibi, kusurundan dolayı, satan köleye müracaat da edemez.

Bu izinli ve borçlu köle, bir başkasına bir şey satar, müşteri onu teslim   almadan   önce   de,   sattığı   şeyin   bedelinin   bir   kısmını   ona bağışlarsa; bu durumda, o müşteri, kusuru sebebiyle o şeyi iade edemez. Ancak,  bu  köle,   sattığı  şeyin  bedelini  aldıktan  soTtra giderse; müşteri,  o  şeyi   bir   kusurundan   dolayı  geri  verebilir.   Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.

Bu şahıs, bir köle satıp, onun bedelini müşteriye hibe eder veya onu ibra ettikten sonra, müşteri onda bir kusur bulursa, bu müşteri, teslim almadan önce, onu iade edebilir. Fakat, teslim aldıktan sonra, onu iade edemez. Kâfî'de de böyledir. [70]

 

5- Ayıplardan Berâet Ve Tazminat Ödemek

 

Hayvanlarda ve diğer şeylerde, ayıplardan berâet (= satılan şeyin kusurlarından dolayı, satıcıyı mes'ul tutmamak; kusurlardan doğabilecek tazminat hakkından, —baştan— vaz geçmek) suretiyle ahş-veriş yapmak caizdir.

Satıcının, sattığı şeyin kusurunu bilip bilmemesi de, bu berâete dâhildir. Keza, müşterinin de, satılan şeyin kusurunu bilmesi veya bil­memesi de fark etmez.

Bu, bizim âlimlerimizin kavlidir.

Kusurun cinsinin ne olduğunun söylenip söylenmemesi de müsâvidir.

Kusurun, işaret edilmiş olması veya işaret edilmemiş bulunması arasında da bir fark yoktur.

Müşteri isterse; alış-verişin yapıldığı sırada, satın alacağı şeyin bü­tün kusurlarından satıcıyı beri kılar. Yani, hiç bir kusurdan dolayı, tazminat talep etmiyeceğini beyân eder; bu hakkından vaz geçer.

Satın aldığı şeyde teslim alana kadar meydana gelmiş olan kusur­ların üzerinde durmaz.

Bu,  İmâm-i   A'zam  Ebû  Hanîfe  (R.A.)  ile  İmâm  Ebû   Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammet! (R.A.) ise; "Sonradan meydana gelen kusur, berâete dâhil olmaz.'' buyurmuştur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Alış-veriş   akdi   esnasında.,   bütün   ayıplardan   berâetin   şart koşulması da bütün âlimlerimizin kavillerine göre caizdir.

Keza, —satılan şeyde bulunması muhtemel kusurlardan— her hangi bir kusurun tahsis edilerek, —tahsis edilen bu— kusurun berâetinin şart koşulması da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, bir kimsenin, olmuş ve olacak bütün kusurlardan berî olmak şartiyle satış yapması caiz olmaz. Böyle bir ahş-veriş fâsid olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, kusurun ahş-veriş akdi sırasında bulunduğu veya akidden sonra meydana gelmiş olduğu hususundaki ihtilâfın bir tesiri yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda, yeminle birlikte satıcının sözü geçerli olur.

Bu hüküm, kusurun mutlak olarak zikredilmesi halinde geçerlidir.

Ancak, alış-veriş akdi sırasında beraati şart koştukları halde, son­radan ihtilâfa düşerlerse, bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir câriye hakkında, iki kişi "kusuru yoktur." diye şahitlikte bulunduktan sonra, bu şahitlerden birisi, o cariyeyi satın ahr ve onda bir kusur bulursa, —berâetsiz satın almış olduğu için— bu şahıs o cariyeyi, satıcıya geri verebilir.

Keza, iki kişi, bir kölenin "kaçmadığı" hususunda şahitlikte bulunduktan sonra, bu şahıslardan biri, o köleyi satın alsa ve onu kaçıcı bulsa, satıcıya iade edebilir. Mebsût'ta da böyledir.

Satıcı, "bütün kusurlardan berâeti" şart koşmuşsa, buna has­talıklar da dâhil olur.

Ancak, satıcı "has t alıklar den beridir." demişse; parmak fazlalığı, yara izi gibi şeyler, bu berâete dâhil olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satıcı, "Bütün gailelerden beridir." derse; buna hırsızlık, kaçmak ve günahkârlık gibi şeyler dâhil olur. Sirâcü'l-Vehhâc 'da da böyledir.

Satıcı, "dişleri, siyah olmaktan beridir." derse; buna, dişlerin kırmızı veya yeşil olmalarıma dâhildir. Fethu'I-Kadır'de de böyledir.

Bir kimse, sattığı köle için: "Her türlü yaradan beridir." derse; buna, ur yerleri ve yara izleri de dâhil olur. Yani, bunlar da, yok sayılır.

Ancak, buna key (= dağlama) izi dâhil değildir. Çünkü, dağlama yara değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Sen, bundan önce sende bulunan bütün haklarımdan bensin." derse; uyûb (= kusurlar, noksanlıklar) da buna dâhil olur. Muhtar olan budur.

Ancak, derk  buna dâhil değildir. Vâkıâtin-Husâmiyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir elbise satın aldığında, satıcı onun yırtık bir yerini gösterip, müşteri de: "Sen muafsın." dedikten sonra, gelip elbiseyi teslim almak isteyince, bir yırtık görür ve satıcıya: "Bu, benim, seni berî kıldığım yırtık değildir. Benim gördüğüm yırtık bir karıştı; bu yırtık ise, bir arşındır." derse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur.

Gözdeki boz da, böyledir.

Keza, müşteri: "Bütün ayıblardan beri kıldım." dedikten sonra; —bir başka kusur için— "Bu, benim gördüğüm kusurlardan sonra meydana gelmiş." derse; yine, bu müşterinin sözü geçerli olur.

Keza, müşteri: "Ben, bars (= alaca) hastalığından ibra etmiştim. Bu ise, benim berî kıldığımdan başka bir hastalıktır." derse; yine müşterinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Bütün kusurlarından ibra ettim." dedikten sonra, satın aldığı şeyin gözünün biri, birden bire kör olursa, o, berâete dâhil olmaz.

Keza, müşteri: "Elinde olan bütün kusurlardan berî kıldım." dedikten sonra, satın almanın eli kesilirse; bu hâl de, berâete dâhil olmaz. Ancak, bir veya iki parmağı kesilirse; bu, berâete dâhil olur. Serâhsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki parmağının kesik olması, iki —ayrı— kusurdur. Bu durumda, müşteri:   "Elinde  bulunan,  bir  kusurdan  berî  kıldım." derse;  bu tamamen teberrî (= uzaklaşma) olmaz. Parmakların tamamının, elin yarısı ile birlikte kesilmiş olması bir kusur sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse:  "Ben, bu köleyi, bütün kusurlardan berî kıldım; ancak, kaçması hâriç..." der ve o köle kaçıcı bir köle olursa, bu köle, kaçmak kusurundan da berî sayılır.

Ancak: "...kaçması müstesna..." derse; bu durumda, müşteri, kaçması sebebiyle, o köleyi satıcıya iade edebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, her yırtıktan berî olması şartiyle bir elbise sattığında, bu elbisede bir çok yırtıklar ve yama bulunursa; o elbise bunlardan berî olmuş bulunur.

Keza, bu elbise, yanmak veya başka bir yolla yırtılmış olsa, yine berî haklarımdan berisin." derse; uyûb (- kusurlar, noksanlıklar) da buna dâhil olur.

Muhtar olan budur.

Ancak, derk  buna dâhil değildir.   Vâkmtü'l-Husâmiyye'de de boy ledir.

Bir kimse, bir elbise satın aldığında, satıcı onun yırtık bir yerini gösterip, müşteri de: "Sen muafsın." dedikten sonra, gelip elbiseyi teslim almak isteyince, bir yırtık görür ve satıcıya: "Bu, benim, seni berî kıldığım yırtık değildir. Benim gördüğüm yırtık bir karıştı; bu yırtık ise, bir arşındır." derse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur.

Gözdeki boz da, böyledir.

Keza, müşteri: "Bütün ayıblardan beri kıldım." dedikten sonra; —bir başka kusur için— "Bu, benim gördüğüm kusurlardan sonra meydana gelmiş." derse; yine, bu müşterinin sözü geçerli olur.

Keza, müşteri: "Ben, bars (= alaca) hastalığından ibra etmiştim. Bu ise, benim berî kıldığımdan başka bir hastalıktır." derse; yine müşterinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Bütün kusurlarından ibra ettim." dedikten sonra, satın aldığı şeyin gözünün biri, birden bire kör olursa, o, berâete dâhil olmaz.

Keza, müşteri: "Elinde olan bütün kusurlardan berî kıldım." dedikten sonra, satın almanın eli kesilirse; bu hâl de, berâete dâhil olmaz. Ancak, bir veya iki parmağı kesilirse; bu, berâete dâhil olur. Scrâhsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki parmağının kesik olması, iki —ayrı— kusurdur. Bu durumda, müşteri:   "Elinde  bulunan,  bir  kusurdan  berî kıldım."  derse;  bu tamamen teberrî (= uzaklaşma) olmaz. Parmakların tamamının, elin yarısı ile birlikte kesilmiş olması bir kusur sayılır. Fetâvâyi JCâdlhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Ben, bu köleyi, bütün kusurlardan berî kıldım; ancak, kaçması hâriç..." der ve o köle kaçıcı bir köle olursa, bu köle, kaçmak kusurundan da berî sayılır.

Ancak: "...kaçması müstesna..." derse; bu durumda, müşteri, kaçması sebebiyle, o köleyi satıcıya iade edebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, her yırtıktan berî olması şartiyle bir elbise sattığında, bu elbisede bir çok yırtıklar ve yama bulunursa; o elbise bunlardan berî olmuş bulunur.

Keza, bu elbise, yanmak veya başka bir yolla yırtılmış olsa, yine berî olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyleidr.

Bir kimse, bir köleyi, "bir kusuru müstesna olmak üzere" satın aldığı halde, onda iki kusur bulur; Ölüm veya başka bir mazeret sebe­biyle de iade edemezse; bu durumda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre satıcı; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, müşteri muhayyer olur: Dilerse, iki kusurdan dolayı satıcıya müracaat edebilir.

Keza, müşteri, bu kölede üç kusur bulur; kendi yanında da bir kusur meydana gelir ve iade etmesi de mümkün olmazsa; iki kusuru sebebiyle satıcıya müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, —sadece— birinde bir kusur olmak üzere, iki köle satın aldığında, bu kölelerden birinde bir kusur bulması 'hâlinde, onu geri veremez.

Ancak, —birinde— iki kusur bulursa, o zaman iade edebilir.

Keza, bunların her birinde, birer kusur bulsa, yine iade etme hak­kına sahiptir.

Bakılır: Eğer bu kusurlara, köleleri teslim almadan önce muttali olmuşsa, müşteri ikisini de iade edebilir.

Teslim aldıktan sonra muttali olmuşsa, bu durumda, bu kölelerden ikisinden birini —ve hangisini isterse onu— iade edebilir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Şayet müşteri, bu iki köleden .—önce— birini teslim alır, onda bir kusura muttali olmaz; sonra, diğerinin kusuruna muttali olur ve kusurlu olduğunu bildiği halde, onu da teslim aldıktan sonra, önce teslim aldığı kölede de kusur bulursa; bu durumda da, dilediği birini iade eder.

Eğer, kusurlu olduğunu bile bile almış olduğu köleyi iade etmek istediği halde, satıcı: "Sen bunu, kusurlu olduğunu bile bile aldın. İade etme hakkın yoktur."  derse;  bu durumda,  satıcının sözüne iltifat

edilmez.

Bu müşteri, her iki kölede de kusur olduğunu bile bile ikisini veya birini teslim almışsa, onlardan dilediğini iade edebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, "bütün ayıplardan berî olmak üzere" bir şey satarsa; bu satış tarzı, satılan şeyin ayıplı olduğuna ikrar olmaz.

Ancak, "bir veya iki ayıbtan bendir." derse; bu şart, yukarıdaki ifâde gibi değildir ve böyle şart koşulması, satılan şeyin kusurlu olduğunu ikrar etmek olur.

Şöyleki:

Bir kimse:  "Bütün kusurlardan bendir." diyerek iki köle satıp, bunları müşteriye teslim eder ve bu kölelerden birisine,bir başka hak sahibi çıkar ve'diğerine de müşteri bir kusur bulursa, —o kusurun— bedelini alması lâzım gelir.

Bu bedel, kusursuz olan iki köîeye taksim edilir. Bir hak sahibi bulunduğu ortaya çıkınca da, müşteri, onun bedeli için satıcıya müra­caat eder.

Bir kimse, iki köleyi bir bedelle satıp: "Şu köle ayıbdan bendir." dedikten sonra; bu kölelerden birine, bir hak sahibi .çıkar; müşteri de, "kusurdan beridir." denilende bir kusur bulursa, —o kusurun— bede­lini iki köleye taksim edip, satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semâ'a, Nevâdir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimsenin satın almış bulunduğu bir kölenin kusurunu, satıcı tazmin ettikten (= ödedikten) sonra, müştreri, o kölede bir kusur daha bulursa, onu satıcıya iade edebilir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre, satıcıya taz­minat gerekmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Kusurlar için tazminat vardır." buyurmuştur.

Keza, bir satıcı hırsızlık veya azâd alma kusurlarını tazmin ettikten sonra, müşteri, o köleyi hür veya çalınmış olarak bulursa, satıcı onu tazmin eder.

Keza satıcı, körlük veya cinnetini tazmin ettikten sonra, müşteri onda başka bir kusur bulursa, bu kusur için satıcıya müracaat eder ve bu kusuru tazmin ettirir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu bir kölenin kusurlarını, satıcının tazmin etmesi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kavillerine göre caizdir.

Bu kölede, —tazmin edilenlerden— başka kusur bulursa, müşteri onu, satıcıya iade edebilir.

Bu durumda, satıcı da, tazmin ettiğini almak için, müşteriye müra­caat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [71]

 

6- Kusurlardan Sulh Olma

 

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bin dirheme satın aldığı bir kölenin bedelini ödeyip, onu teslim aldıktan sonra, bu kölede bir kusur bulur; satıcı ise, bunu inkâr ederek, "köleyi, o kusurla satmadığını" söyler, bilâhare de taraflar, —peşin veya sonra vermek üzere— muayyen bir miktar üzerinde sulh olurlarsa, bu caiz olur.

Kusurdan dolayı dinarlar üzerinde sulh olmaları hâlinde, satıcının dinarları —hemen— ayrılmadan önce vermesi durumunda, bu sulh caiz olur.

Ancak, dinarları ödemeden önce ayrılırlarsa, bu durumda, sulh geçersiz olur.

Bu müşteri, o köleyi satıp, bedelini de peşin aldıktan sonra, bu kölenin kusuruna vâkıf olursa; satıcı ile dirhemler üzerinde sulh olmaları caiz olmaz.

Eğer bu köle, ikinci müşterinin yanında Ölürse, bu müşteri, kusu­rundan dolayı satıcıya müracaat eder.

Bundan sonra, ikinci satıcının, birinci ile sulh yapması hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu sulh geçersizdir; İmâmeyn'e göre ise, bu sulh sahih olur.

Eğer bedel, ölçülen veya tartılan şeylerden ise ve karşılıklı olarak teslim aldıktan sonra da köleyi satın alan şahıs, onda bir kusur bulur ve satıcı ile sulh olurlarsa, sulh olunan şeyin, bedelin cinsinden olması hâlinde bu sulh caiz olur ve hemen ödenir. Veya, sonra da, ödenebilir.

Kusur zail olursa, sulh da batıl (- geçersiz) olur. Bu durumda, müşteri,   almış bulunduğu sulh bedelini, satıcıya iade eder.

Kusur, —satın aldığı şey— müşterinin mülkünden çıktıktan sonra zail olmuşsa, bu durum.da, almış bulunduğu sulh bedelini, satıcıya iade etmez.

Satıştan sonra, satılan şeyin, bütün kusurları karşılığında, dirhemler mukabilinde sulhlaşmak,'—o şeyde kusur bulunmasa bile— caiz olur.

Ancak, müşterinin satıcıya: "Senden kusurları satın aldım." demesi caiz olmaz. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Satın alınan bir şeyde bulunan kusura karşı, bir başka şey üzerinde sulhlaşmak caizdir. Bu sulh, kusur söylenmemiş olsa bile caizdir.

Bir kusurun yerini söylemek, bizzat o kusuru söylemek menzilin-dedir. Mııhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı şeyde bir kusur bulunca, satıcı ile, bedelin onda birini düşmek üzere sulh olmaları, —bir yabancının da bu şeyi, bu şekilde alabilecek olması hâlinde caiz olur.

Bu durumda, o şeyin bedelini, —satıcının hâricinde— müşterinin •düşürmesi de caiz olur.

Bir müşteri, satın aldığı elbiseyi yıkatır ve bu elbise yırtılınca da: "Bilmiyorum, yıkanırken mi yırtıldı; yoksa, satıcının yanında iken mi yırtıldı?" der ve aralarında,bu elbiseyi müşterinin kabul etmesi üzere, ona, satıcının ve yıkayıcının birer dirhem vermeleri şartı ile, bir anlaşma yapsalar, bu sulhlaşma caiz olur.

Keza, bu elbiseyi, satıcının alması ve ona müşteri ile yıkayıcının birer dirhem vermeleri şartı ile sulhlaşsalar, bu da caiz olur.

Bazı âlimler ise: Bu hatalıdır. demişlerdir.

Ancak, bunun te'vili şöyledir: Önce, yıkayıcı müşteriye ödeme yapar; sonra da, müşteri satıcıya ödeme yapar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Fetâvâyi Fadlî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, satın aldığı cariyede bir kusur bulur ve onu satıcıya iade etmeyip, kendisi almak ve satıcınında kendisine bir miktar para vermesi üzerine sulhlaşırlarsa, bu sulh caiz olur.

Ancak, cariyenin satıcının olması, müşterinin de, bu satıcıya para vermesi şartıyle yapılan sulh caiz olmaz.

Fakat, müşterinin, bu cariyeyi aldığından daha noksan bir fiatla, satıcıya geri satması caiz olur.

Bu durumda da, müşterinin, bu cariyenin önceki bedelini nakden ödemiş  bulunması  gerekir.  Zehiyre'de ve Fetâvâyi  Kâdîhân'da da böyledir.

Kumaş satın alan bir şahıs, bu kumaştan gömlek yaptırmak için bir miktar kestirir, ancak onu diktirmez; sonra da bu kumaşta bir kusur bulur, satıcı da, bu kusuru kabul eder ve aralarında bu kumaşı, satıcının geri alması, müşterinin de, ödediği bedelden iki dirhem düşmesi üzere sulh anlaşması yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Satıcı, müşterinin kesip aldığı kadarının bedelini yanında tutar. Muhıyt'te de böyledir.

Kitâbü'I-Asi'da şöyle denilmiştir:

Elli dinara bir câriye satın alan bir kimse, bu cariyeyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulur ve satıcının —bu câriye karşılığında— kırk dokuz dirhem alması üzerine aralarında anlaşma yaparlarsa, bu sulh anlaşması caiz olur.

Satıcının, kalan bu bir dinarı, müşteriden alma hakkı var mıdır?

Duruma bakılır: Eğer satıcı, bu kusurun kendi yanında iken bulunmakta olduğunu ikrar ederse; İmâm A'zanı Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, onu alması güzel olmaz. Hatta, almışsa, onu müşteriye geri verir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyâsına göre ise, satıcı, bu bir dinarı almışsa, onu müşteriye geri vermesi gerekmez.

Ancak, satıcı, bu kusurun kendi yanında meydana geldiğini inkâr eder ve kusur da, yeni meydana gelmiş cinsten bir kusur olursa; bu durumda, satıcının bu bir dinarı da alması,  —bi'1-ittifak temiz bir haktır.

Ancak, kusur yeni meydana gelmiş bir kusura benziyen cinsten olmazsa, bu durumda da, satıcının almış bulunduğu bu bir dinar hakkındaki cevap daha önceki cevap gibidir.

Şayet satıcı, kusuru ikrar etmediği gibi, inkâr da etmez ve sâdece susarsa, bu da, kusuru inkâr etmesi gibidir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı köleyi teslim almadan önce, onun kusurunu bulur ve satıcı ile, bu köleyi bir câriye karşılığında değişmek üzere anlaşırlar; cariyenin kıymeti ise, kölenin kıymetinden fazla olursa, köle ve cariyenin kıymetlerini (n toplamını) ikiye taksim ederler.

Bu anlaşma, köleyi satın alan müşterinin, onu teslim almasından sonra yapılırsa; cariye, kölenin kusuruna karşılık almış bulunur.

Hatta, bu durumda, müşteri, bu cariyede de bir kusur bulursa, kölenin hissesi olan bedel yerine, bu cariyeyi geri verir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

İbnü  Semâa,   Nevâdir'de  İmâm  Muhammed  (R.A.)'in  şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahıstan satın almış bulunduğu bir köleyi teslim almadan, onda bir kusur bulur ve satıcı ile, ondan bir köle daha almak üzere sulhlaşırlar; müşteri ikisini de "teslim aldıktan sonra,bu kölelerden birine, başka bir hak sahibi çıkarsa; bu müşteri, o kölelerden istediğinin bedeli için, satıcıya, —sanki, ikisini birden satın almış gibi— müracaat edebilir.

Eğer, bu müşteri, kölenin kusurunu, onu teslim aldıktan sonra bulmuş olur ve satıcıdan, bir köle daha satın almak üzere sulhlaşırlar; müşteri, kölenin bedelini ödedikten sonra, o kölede başka birisinin hak sahibi olduğu ortaya çıkarsa, ikinci köle için yapılan sulh geçersiz olur. Muhiyt'te ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşteri ile satıcı, kölenin kusuruna karşılık, müşterinin, ihtiyacı için bir ay satıcının hayvanına binmesi üzerine anlaşma yapsalar, bu sulh da caiz olur.

Âlimlerimiz, bu hükmü te'vil ederek şöyle demişlerdir: "Hayvana, şehir dâhilinde binmek şart koşulursa, bu caiz olur. Ancak, "şehir hari­cinde binmek" veya mutlak şekilde "binmek" şart koşulursa, bu sulh caiz olmaz." Zehiyre'de de böyledir.

Satılan şeye, müşterinin yanında iken, bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, satıcıya müracaat ederek,  verdiği şeyin tamamını geri alır. Suğrâ'da da böyledir.

Bir müşteri, satın aldığı cariyenin kusurlu olduğunu iddia ettiği halde, satıcı bunu inkâr eder ve bir mal karşılığında, müşterinin cariyeyi o kusurdan ibra etmesi üzerine anlaşma yapıldıktan sonra, o cariyenin böyle bir kusurunun olmadığı veya mevcut kusurun iyileşmiş bulunduğu ortaya çıkarsa; bu satıcı, müşteriye müracaat ederek, sulh bedeli olarak verdiği malı geri alır. Suğrâ'da da böyledir.

Müşteri satın aldığı cariyeye, gözüne boz inmiş diye kusur bulur ve satıcı ile, "bu cariyenin bedelinden bir miktar düşmek üze"re" sulh olur­larsa, bu anlaşma caiz olur.

Cariyenin gözündeki boz, bundan sonra kaybolup açılırsa, müşteri, noksanlaştırdıklan miktarı satıcıya geri verir.

Keza, "câriye hâmiledir." diye, taraflar bir dirhem noksana sulh olurlar ve sonradan da bu cariyenin hamile olmadığı ortaya çıkarsa; müşteri, bu bir dirhemi satıcıya öder.

Keza, bir kisme, satın aldığı cariyeyi evli bulması sebebiyle satıcıya geri vermek isteyince, aralarında bir kaç dirhem mukabilinde sulh yap­salar; sonra da, kocası bu cariyeyi boşasa; bu durumda müşteri, aldığı dirhemleri satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.

Kumaş satın alıp, ondan gömleklik kesip diken bir kimse, bu gömleği satmadan önce veya sattıktan sonra, o kumaşta bir kusur bulur veya kusur satıştan sonra meydana gelir ve bu durumlarda taraflar bu kusur karşılığında bir kaç dirheme anlaşırlarsa; bu sulh caiz olur.

Keza, bu müşteri, aldığı kumaşı kırmızı boya ile boyadıktan sonra onu satar veya kusurundan dolayı sulhlaşma kadar satmaz ve kumaşı kesmiş olduğu halde, satana kadar dikmez, sonra da kusurundan dolayı satıcı ile sulh olurlarsa, bu sulh sahih olmaz.

Kumaşı siyaha boyamak da, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sadece kesmek gibidir.

İmâmeyn'e göre ise, bu hem kesmek, hem de dikmek gibidir. Zehiyre'de de böyledir.

bir eşek satın alan şahıs,onda, eski bir kusur bulur ve iade etmek isteyince de, satıcı ile, bir dinar karşılığında sulhlaşir ve bu bir dinarı da aldıktan sonra, eşekte başka bir kusur daha bulursa; bu eşeği, aldığı dinarla birlikte iade edebilir. Kunye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahıstan, on dirhemiik buğday satın alıp, teslim aldıktan sonra da onda bir kusur bulur ve bu âna kadar parasını da vermemiş olur ve bu buğdayı geri vermek isteyince de, satıcı ile, "bu buğdayın yerine arpa almak üzere" anlaşma yaparlarsa; bu anlaşma da caiz olur.

Bu müşterinin on dirhemi ödeyip: "Bu, arpanın bedelidir." demesi de caiz olur. Ve bu durumda, satıcı da arpayı teslim eder.

Keza, bu anlaşmadan sonra, müşterinin, on dirhemi verdiği halde, hiç bir şey söylememesi durumunda da, satıcı, ona, arpayı teslim eder-. Muhıyt'te de böyledir. [72]

 

7- Vasî, Velî Ve Hasta İle İlgili Hükümler

 

Bir vasî, ölünün malını satarsa, o, bu işi üzerine almış olur. Bu durumda, satılan şey, kusuru sebebiyle iade edilebilir.

Vasî, bin dirheme satın aldığı bir köleyi bedelini ödemeden teslim alır ve kendisi için satın alınmış bulunan şahıs da ölür, bu bin dirhemden başka, bin dirhem daha borcu olduğu halde, bu köleden başka bir malı da olmazsa; bir kusur bulması hâlinde, vasî, bu köleyi, hâkimin hükmü olmadan satıcıya geri verir. Alacaklı, bu geri verişi bozamaz.

Vasî, —bedelini ödemişse— satıcıdan, kölenin bedelinin yarısını alarak, —diğer— alacaklıya verir.

Bu vasî, kölenin bir kusuru olmadan satışı bozmuş olsa bile, hüküm böyle olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu durumda satıcı,  vasînin iade ettiği köleyi  kabul etmeyip, mes'eleyi hâkime götürürse; diğer şahsın alacaklı olduğunu bilmesi hâlinde hâkim, o köleyi geri vermez; satıp, parasını, iki alacaklı arasında paylaştırır.

Bu durumda, satıcı da, bu kölenin kusuru karşılığında,—hakim bu köleyi satmadan önce de, sattıktan sonra da— bir şey ödemez.

Şayet hakim, diğer şahsın alacaklı olduğunu bilmiyorsa; bu durumda vasî, satıcı ile mahkeme olur. Ve vasî, kusurundan dolayı köleyi satıcıya iade eder. Satıcının, ölen şahıs üzerindeki alacağı da geçersiz olur.

Alacaklı şahıs, alacağının bulunduğuna dâir beyyine getirirse; satıcı kendisine iade edilen köle hakkında muhayyer olur: Dilerse, bu köleyi kabul edip, bedelinin yarısın alacaklıya verir; dilerse geri verme işlemini bozar ve o köle satılarak, elde edilen meblağ, bu iki alacaklı arasında taksim edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer köle ölür veya satıcının yanında yeni bir kusuru meydana gelir yahut satıcı onu müdebber kılar veya hâkimin geri vermesinden sonra o köleyi evlâd edinirse; bu durumda, bu satıcının, o kölenin bede­linin yarısını ödemesi gerekir.

İade edildiği sırada, bu kölenin bedeli, alış-veriş akdi sırasındaki bedelinden fazla ise; bu fazlalık az olması hâlinde affedilir; çok olması hâlinde ise affedilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, sıhhatli hâlinde iken, bin dirheme bir köle satın alır; bu köleyi teslim aldığı halde bedelini ödemez, bu durumda hasta olur ve bin dirhem borçlu bulunur; bu köle, kusurundan dolayı geri verilir veya satıcı bu satışı bozarsa; bu şahsın hastalıktan iyileşmesi hâlinde, yapılan bu işlemlerin tamamı sahih olur.

Şayet bu şahıs, iyileşmeyip ölürse; kölenin kıymetinin bedeli kadar veya bundan az olması ve bu şahsın başka bir malının da bulunmaması halinde,,cevapjdaha yukarıdaki vasî ile ilgili cevabın aynısıdır.

Köle, hükümsüz olarak reddedilir veya satıcı bu satışı bozar; bu kölenin kıymeti de bedeli kadar veya bundan az olur ve satıcı bu köleyi kabul etmediği için, müşteri onu hakime şikâyet ederse; hâkim, bu müşterinin başkasına borçlu olduğunu bilsin bilmesin, köleyi satıcıya iade eder.

Müşteri, yakalanmış bulunduğu bu hastalık sebebiyle, —köle geri verildikten sonra— ölürse; cevap, yine vasinin cevabının aynısıdır.

Bu köle, bir kusurundan dolayı, hükümle satıcıya iade edilir ve hâkim bu müşterinin bir  başkasına   da borcu olduğunu bilmezse; bu kölenin kıymetinin, —satıldığı gündeki— bedelinden çok olması hâlinde, kölenin iade edildiği şahıs muhayyer olmaz. Bu şahıs, bu reddi bozar ve köle satılarak, bedeli iki alacaklı arasında yarı yarıya taksim edilir.

Şayet satıcı: "Ben köleyi elimde tutar ve bedelinin yarısını veririm." derse; bunu yapma   hakkına sahip olamaz.   Muhıyt'te de böyledir.

Satış hususunda vekil tayin edilmiş bulunan bir kimse, bir şey sattıktan sonra, sattığı bu şeyin kusurlu olması sebebiyle bir dava açılsa; bu vekil, hakimin hükmü olmadan, o şeyin iadesini kabul etmesi hâlinde, geri aldığı bu şey kendisinin (yani vekilin) olur; müvekkilin (yani, o şahsı vekil tayin etmiş olan şahsın) olmaz.

Bu durumda vekil, müvekkilini dava da edemez.

Şayet, dava edip, o şeydeki kusurun müvekkilin yanında iken de bulunduğunu ispat ederse; onun beyyinesi kabul edilmez.

Bu hükümler, o kusurun yeni bir kusur olması halinde geçerlidir.

Fakat, o şeydeki kusur eski olursa, âlimlerimizin ekserisinin rivaye­tine göre, satmak, rehin bırakmak vekâlet ve izin hakkında vekil ilzam olunur. Sahih olan da budur.

Ebû Bekir ei-Belhî'de bu kavli kabul etmiştir.

Şayet, bu şey, hâkimin hükmü ile iade edilmiş olur ve beyyine de bulunursa, kusur, eski olsun, yeni olsun, müvekkil ilzam olunur.

Ancak bu, bütün âlimlerimize göre hükümde, vekilin men edilmesi hâlinde böyledir.

Şayet, satılan şey, vekile, hâkimin hükmü ve vekilin ikrarı ile iade edilmiş bulunur ve kusur yeni olmazsa; bu iade, müvekkile yapılmış olur.

Ancak, k;ısur yeni ise, vekil ilzam olunur. Bu durumda, vekil de, müvekkilini dâva edebilir.

Vekil, kusurun, müvekkilinin yanında meydana geldiğini belgelerse; bu köle, vekile değil, müvekkile iade edilir, i-'etâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vekilin beyyinesinin olmaması halinde, muvek.-j.itn yemin etmesi gerekir.

Müvekkilin yemin etmekten kaçınması halinde, b?ı köle, ona iade edilir.

Yemin etmesi hâlinde ise, bu köle, vekile iade edilir.

Bu hükümlerin tamamı, vekilin hür ve akıllı olması hâlinde geçerli olur.

Şayet vekil, mükâtep veya izinli köle olursa; iade bu vekil ve mü­vekkilinin ikisine birden yapılır. Muhıyt'te de böyledir.

Vekil akıllı ve ahdin lâzım olması için ehliyet sahibi olursa; hayatta olduğu müddetçe, satılan şey, kusurdan dolayı, ona reddedilir.

Ancak vekil, ahdin vücûbuna ehil olmazsa (Meselâ: Bu vekilin, izinden men edilmiş bir köle veya ticâretten men edilmiş bir çocuk olması gibi...) o zaman, o şey, müvekkile iade edilir.

Vekil, ahdin geçerli olması için ehliyetli olduğu halde ölür; vâris ve vasî de bırakmamış olursa; o şey, müvekkile iade edilir. Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın kölesine: "Kendi nefsini, efendinden bin dirheme satın al." diye emreder; o da: "Olur." deyip efendisine giderek: "Beni, filan adama bin dirheme sat." der; efendisi de bunu kabul eder ve öyle yaparsa; bu köle, kendisine böyle yapmasını emreden şahsın olur.

Eğer, bu şahıs o kölede bir kusur bulur ve satıcıyı dâva etmek isterse; o kusurun, kölenin nefsini satın aldığı sırada, kendisi (yani bu köle) tarafından bilinen bir kusur olması hâlinde, iade edemez.

Ancak, bu kölenin, o sırada, kendi kusurunu bilmemesi hâlinde, bu şahıs o köleyi iade edebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Satın almak için vekil tayin edilen bir şahıs, müvekkiline bir câriye satın alır ve bu cariyeyi bir aybı meydana çıkana kadar (müvekkiline) ona teslim etmezse; bu müvekkil —vekili ister hazırda olsun, ister gaip bulunsun,— bu cariyeyi satıcıya iade edebilir.

Ancak, vekil bu cariyeyi müvekkiline teslim ettikten sonra; mü­vekkilinin izni olmadan, satıcıya iade edemez.

Önceki halde satıcı: "Müvekkil, bunu, kusuru ile birlikte kabul eder." diye iddia eder ve müvekkil hazırda bulunmazsa satıcının vekil veya müvekkilden yemin etmelerini isteme hakkı olmaz.Fetâvâyi Kâdı-hân'da. da böyledir.

Satıcı yemin talep etmez, vekil cariyeyi satıcıya teslim ettikten sonra müvekkil gelip "cariyeye, kusuru ile beraber razı olduğunu" söyleyerek, satıcının geri vermesini talep ederse; böyle yapmak onun hakkı olur. Zehıyre'de de böyledir.

Satıcının ibraz ettiği beyyine kabul edilir.

Vekil de, müvekkilinin razı olduğunu haber verirse; bu haberi sahih olur. Ve bu durumda, dâva hakkı kalmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer vekil, müvekkilinin kabul etiğini ikrar eder veya buna beyyine  ibraz ederse;   bu   durumda   da,  müvekkil   ilzam   olunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu durumda, satın almaya yetkili kılınan vekil değil de, dâva için yetkili kılınan vekil bulunursa; satıcının: "satın alan şahıs, kusuru ile birlikte kabul etti." diye iddia etmesi hâlinde, müvekkil hazır olup da, yemin edene kadar, bu vekil, cariyeyi, satıcıya iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Satın almaya vekil tâyin edilen şahıs, bir şey satın alıp, onu müvek­kiline teslim eder; müvekkil de, o şeyde bir kusur bularak, onu vekiline iade ederse; vekil, bu şeyi, satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satın almaya yetkili kılınan vekil, satın aldığı şeyi teslim almadan onda bir kusur bulur; ancak, müvekkili, o şeyi, o kusurdan ibra ederse; bu caiz olur. Ve, bu şekilde satın alınan şey müvekkilin olur.

Ancak, vekil satın aldığı şeyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulursa;  alınan  şey müvekkile değil,  vekile ait olur.  Hulâsa'da da böyledir.

Satın almak üzere vekil tayin edilmiş bulunan şahıs, satın aldığı köleyi teslim almadan öne, onun bir kusuruna muttalî olursa, -kusur ister az olsun, ister çok olsun— bu vekil muhayyerdir: Dilerse o köleyi satıcıya iade eder.

Şayet vekil razı olur ve kusur da basit bulunursa; bu vekil, o köleyi müvekkiline teslim eder.

Kusur büyükse, istihsanen bu şey vekile ait olur. Ancak müvekkil, dilerse o şeyi öylece kabul eder. Suğrâ'da da böyledir.

Müntekâ' da şöyle zikredilmiştir:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satın alınan şey, kusuru ile bir­likte bedeline müsâvî bulunur; vekil de ona razı olursa, bu şey müvek­kilin olur.                   

Ziyâdât'da şöyle zikredilmiştir:

Vekil, satın alman şeye, —teslim almadan önce— kusuru ile birlikte razı olursa, bu şey müvekkilinin olur.

Ancak vekil, satın aldığı şeyi teslim aldıktan sonra kusuruna r.âzı olursa; bu durumda sorumluluk müvekkile değil, vekile ait olur.

Bu durumda, kusurun küçüğü ile büyüğü arasında da bir fark yoktur. Sahih olan da budur.

Müntekâ'da: "Teslimden önce veya sonra olması da müsavidir." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müvekkil,  satın  alınan  şeyin  kusurunu  görünce:   "Ben,  razı değilim." dediği halde, vekil: "Ben razıyım." derse; bu durumda mü­vekkil vekilini sorumlu tutar. Suğrâ'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin, kölesini satmak üzere vekil tayin ettiği bir şahıs, —bu kölenin kaçıcı olduğunu vekil olmadan önce veya vekil olduktan sonra bilmediği halde— "kaçıcı olduğunu" haber verir ve bundan sonra da, bu köleyi bir şahsa satar; karşılıklı teslim ve tesellümde bulunduktan sonra da müşteri, bu vekilin söylediğini duyarsa, o köleyi bu vekile iade eder.

Bu durumda vekil, bu köleyi müvekkiline iade edemez. Ancak bu müşteri, vekilin söylediğini duyduktan sonra bu köleyi satın alırsa, onu vekile iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Satın aldığı şeyde kusur bulan müşteri,  onun bedelini vekile vermiş,vekilde   müvekkile vermişse, müvekkilden geri alır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir köle satın alıp, onu başka bir şahsa sattıktan sonra, bu ikinci müşteri, o kölede bir kusur bulup, onu birinci müşteriye, —henüz onu teslim almadan— hâkimin hükmü veya ilk müşterinin rızâsı ile iade ederse; birinci müşteri de, bu köfeyi satıcıya iade eder.

Şayet, ikinci müşteri bu köleyi teslim aldıktan sonra, beyyineli bir hükümle veya birinci müşterinin ikrarı sebebiyle ona iade ederse; kusur önceki satıcının yanında meydana gelmiş bulunduğunun sabit olması hâlinde birinci müşteri, bu köleyi satıcıya iade edebilir.

Eğer, ikinci müşteri bu köleyi, ilk müşterinin rızâsı ile ona iade ederse; bu durumda, bu birinci müşteri, onu satıcıya iade edemez.

Sonradan meydana gelen kusur, hastalık gibidir.

Sonradan meydana gelmiş olmayan kusur işe, parmak fazlalığı gibi hususlardır. Kâfî'de de böyledir.                       

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir başka şahıstan bir ev satın alıp, onu başka bir şahsa teslim ettikten sonra ayrılırlar ve müşteri, bu binada kusur bulursa, onu, satan şahsa iade edebilir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, akar satışlarında, teslim almadan önce, iade etmek caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bin dirheme satın almış bulunduğu bir köleyi teslim aldıktan sonra, yüz dinara satar ve sattığı şahısla teslim-tesellüm işini tamamladıktan sonra müşteri, satıcı ile karşılaşır ve fiatını elli dinar artırırsa, bu artış sahih olur. Ve müşteri, artırdığı bu miktarı satıcıya verir.

Bundan sonra, müşteri o kölede bh; kusur bulup, hâkimin hükmü ile onu satıcıya geri verirse; verdiği bedelin tamamını o fazlalıkla birlikte geri alır. Önceki müşteri de, o köleyi satıcısına iade eder. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı ile müşteri, ikinci defa ve öncekinden daha az bedelle, bu ahş-verişi yenilerler; kusuru sebebiyle de müşteri bu şeyi iade ederserse; ikinci defa satan şahıs, onu, önceki satıcıya, —o kusurun misli meydana gelse de, gelmese de— iade edemez. Hulâsada da böyledir.

İkinci müşteri, bu kölenin bedelini bir arsa ile artırdıktan sonra, onda bir kusur bulup, onu önceki müşteriye iade ederse; birinci müşteri de, bu köleyi önceki satıcıya iade eder.

İkinci müşteri, kölede bir kusur bulamaz, fakat, onu ikinci satıcı­dan teslim almadan önce, değeri elli dinar olan o yeri zayi ederse; bu durumda, kölenin bağlantısının üçte biri bozulmuş olur. Ve, ikinci müşteri, bu üçte biri, ikinci satıcıya iade eder.

Bundan sonra da, o kölede bir kusur bulursa, geride kaîan üçte ikiyi de, hâkimin hükmü ile, ikinci satıcıya iade eder.

Bu durumda, ikinci satıcı da, bu köleyi birinci satıcıya iade eder.

Ancak, o yer helak olmaz, fakat, kölenin bağlantısının üçte biri bozulur ve sonra da, onda bir kusur bulunursa; bu köle, satıcısına iade edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir köleyi teslim aldıktan sonra, onu bir başkasına satar, ancak bu ikinci müşteri satışı inkâr edip bu hususta yemin eder; birinci müşteri de, dâva etmek istemez ve bu köleyi geri alır; bundan sonra da, bu kölede —önceki satıcının yanında meydana gelmiş olan— bir kusur bulursai bu durumda, o köleyi, önceki satıcıya iade eder.

Eğer, ikinci müşteri satışı inkâr eder, ancak yemin etmez ve sonra da, bu kölede satıcının yanında kusur bulursa, o zaman,bu köleyi satıcı­ya iade edemez.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşteri, onun satış hakkındaki doğruluğunu anladığı zaman, o köleyi geri vermesi müsaadesi olmaz. Gerçek, kendisi ile AUahu Teâla arasındadır. Zehıyre'de de böyledir.

Müşteri satışı doğru bulduğu halde, muhayyerlik şartı veya hıyâr-ı rü'yet {- görme muhayyerliği) hakkı bulunur veya ahş-veriş fâsid bir ahş-veriş olursa; o zaman, alman şey, kusurun sebebiyle iade edebilir.

Eğer, —müşteri— hâkimin huzurunda, satışı ikrar ettikten sonra bunu inkâr ederse; hâkim bunların inkârını fesheder.

Bunlardan birisinin, köleyi yanında alıkoymak veya azâd etmek istemesi hâlinde, böyle yapması sahih olmaz.

İkinci köle, o şeyi, kusuru sebebiyle, birinci satıcıya iade edemez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir köleyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulup, onu geri vermek ister; satıcı ise, bu köleyi, müşterinin filan şahsa sattığını belgelerse; bu belgesi kabul edilir.

Bu durumda müşteri, o köleyi geri veremez. Sattığı şahsın hazır bulunup bulunmaması da bu hüküm açısından müsavidir.

Bu satıcı, müşterinin, o köleyi filan şahsa sattığını belgelediğinde, satın almış bulunan şahıs da hazır bulunduğunda, hem bu şahıs, hem de, köleyi bu şahsa satmış bulunan müşteri, —bu ahş-verişi inkâr etse bile, müşteri, bu köleyi satıcıya iade edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, on iki dirheme bir köle satmak ister; müşteri ise, buna razı olmaz ve bu durumda satıcı,bu müşteriye: "Bu köleyi sana bağışladım." der ve müşteri de bu köleyi teslim alır ve o da, bu satıcıya, on iki dinarı bağışlar; satıcı da bu paralan teslim aldıktan sonra, kölede bir kusur bulup,onu iade etmek istese,bunu yapma hakkı­na sahip olmaz. Kunye'de de böyledir. [73]

 

 

 

9- SATILMASI CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER

 

1- Borcu, Borca Bedel Olarak Satmak Bedelleri Satmak Ve Akdin, Teslim Almadan Önceki Ayrılık Sebebiyle Bâtıl Olması

 

Taraflar, iki bedeli hakîkaten veya hükmen aldıktan sonra, meclisten ayrılmaları hâlinde yahut, iki bedelden birini hakikaten diğerini hükmen aldıktan sonra, akit geçerli olsun veya geçerli olmasın deyn'i[74], deyne bedel olarak satmak caizdir.

Fakat, iki bedeli hakikaten aldıktan sonra, meselâ: Bir şahıs, diğerinden on dirheme bir dinar satın alır; akid de geçerli olur ve dirhemlerle dinarlar hazır bulunmadığı halde, bir müddet sonra birbir­lerine nakden ödeme yapıp ayrılmaları caiz olur.

İki bedeli hükmen aldıktan sonra, meselâ: Bir şahsın, diğerinde on dirhemi olur, bir başkasının da o kimsede bir dinarı olur ve bu iki kişi bunları birbirlerinden satın alıp ayrılsalar bu caiz olur.

Şöyleki: Bir kimsenin diğer bir şahısta fulûsu veya yiyecek bir şeyi olur, başka birisinin de o şahısta dirhemleri bulunursa, bunların birbir­lerine karşılık satış yapıp ayrılmaları hâlinde, yaptıkları bu akid caiz olur.Bu iki bedelden birisini hükmen, diğerini hakikaten aldıktan sonra (meselâ: Bir şahsın, diğerinde, on dirhem alacağı olur; başka birisi de nakden bir dinar vererek, o dirhemleri satın alır ve) meclisten ayrılır-İarsa, bu akid de caiz olur.

Keza, bir kimsenin başkasında buğday alacağı olur, bir başkası da, peşinen dirhemler vererek o buğdayı satın alırsa, bu akid de caiz olur.

Sulhu'l-Fetâvâ'da: "Buğday mes'elesi, aynı mecliste dirhemlerin nakden ödenmesi hâlinde caiz olmaz.' * denilmiştir.

Alimlerimiz ise: "Bu kitapta zikredilen husus, buğdayın, o şahsa veresiye verilmiş olması haline hamledilir. Yoksa, buğday, o şahısta ödünç veya satılan bir şeyin bedeli ise, —bizim söylediğimiz gibi— satış caiz olur." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar, iki bedelden birisi teslim alındıktan sonra ayrılırlar ve bu ayrılış,  bedellerden biri  hükmî alış  olarak meydana gelirse,  —sarf olmamak şartıyle— satış caiz olur.

Sarf [75]  olursa, satış caiz olmaz.

Bunun açıklanması şöyledir:

Bir kimse, on dirheme bir dinar satın alır ve bu akid de sarf olursa; bu şahsın dinarı alıp, dirhemleri teslim etmemesi ve böylece ayrılmaları hâlinde, bu satış bâtıl (= geçersiz) olur.

Bir kimse, dirhemlere bedel olarak, fülüs [76] veya yiyecek madde­leri satın alır; akid de, sarf olmaz, iki bedelden biri, hakikaten alındıktan sonra da meclisten ayrılırlarsa, satış caiz olur.

Fakat, hükmen aldıktan sonra meclisten ayrılırlarsa, —akid de, sarf olsun veya olmasın— bu satış caiz olmaz.

Bu hususun açıklanması

Bir kimsenin diğerinde bir dinarı olur ve bunu bir başkası, on dirheme satın alır ve akid de sarf olursa; bu şahsın, on dirhemi ödemeden o meclisten ayrılması hâlinde, satış bâtıl (= geçersiz) olur.

Keza, bir şahsın diğer bir şahısta fülûsü veya yiyecek bir şeyi olur başka bir şahıs da bu fülus veya yiyeceği dirhemler mukabilinde satın aldığı halde, bu dirhemleri teslim etmeden o meclisten ayrılırsa, bu satış bâtıl olur.

Bu hususları iyice öğrenip muhafaza etmek gerekir. Halk bu mes'elelerden gafildir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse başkasından, yüz dinara bin dirhem satın alır; dirhem­leri satın alan dinarları ödediği halde, dinarları satın alan dirhemleri ödemezse; dirhemleri satan şahıs, müşteriye, bin dirhem borçlu olur.

Akid saf olmadan önce, dirhemleri satan şahıs, müşterisine: "Sende bulunan bin dirhmimin akdini sarf yap." der; müşteri de, buna razı olursa, bu satış istihsânen caiz olur.

Alacak ile mukâse [77]  için, satış akdinin sarf olması gerekir.

Meselâ:

Bir kimse diğerinden, bir dinara, dirhemlerini satın alıp, dinarı teslim eder, fakat dirhemleri teslim almaz ve bu müşteri, satıcıdan, elbise karşılığında dirhemleri satın aldığında, bu satıcı müşteriye: "Benim sende bulunan dirhemlerimi, senin bende bulunan dirhemlerin karşılığında sarf akdi yap." der ve her ikisi de buna razı olurlarsa, bu, Ebû Süleyman'dan gelen bir rivayete göre caiz olur. Ziyâdât'ta da, buna işaret vardır.

Ebû Hafs'tan gelen bir rivayete göre ise, bu caiz olmaz. Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

İki kmse, bir fülûsü, iki fülûsle alış-veriş yapsalar, bu caiz olur; ancak, bu fülûslerin her birisi (nin mahiyet ve kıymeti) açıklanır.

Bu füluslerden birisi teslim alınmadan önce zayi olursa, yapılmış bulunan bu akid bâtıl olur; Ve bu şahıslardan birisi, —kaybolan şeyin— mislim vermek istese, bunu yapması da mümkün değildir. Tahâvî Şerhi' nde de böyledir.

Bizzat  olmayan  bir  fülûsü,  yine  bizzat  olmayan  iki  fülüs karşılığında satıp, aynı mecliste teslim alınmaları hâli ise, —yuklarıdaki mes'elenin hilâfına— caiz olmaz.

Bir kimse, bizzat buluan bir fülûsü, bizzat bulunmayan iki fülüs karşılığında satar veya bulunan aksini yapar yani bizzat bulunmayan bir fülûs karşılığında bizzat bulunan iki fülûsü satın alır yahut satarsa, aynı mecliste teslim-tesellüm işinin yapılmaması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Şeyhu'1-İmâm Şemsü'j-Eİme Halvânî, şöyle buyurmuştur:

Fülûs hakkı verilen bütün cevaplar, Buhara dirhemleri için de geçerlidir. Ben bununla gatârifi[78] kasdediyorum. Rısâs [79] ve sütûk [80] da böyledir." Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bunlardan birini, ikisi karşılığında satar ve karşılıklı teslimde de bulunurlarsa, bu satış caiz olur. Muhtar olan budur. Gıya-siyye'de de böyledir.

Fülûsü dirhemlerle, her iki taraf da muhayyer olmak üzere satıp, karşılıklı teslim aldıktan sonra, taraflar birbirlerinden ayrılsalar, bu alış-veriş bâtıl olur.

Muhayyerlik,    taraflardan birine ait olsa, hüküm yine böyledir. Yani, bu şekildeki alış-veriş de bâtıl olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, bunlar caizdir. Bedâi"de de böyledir.

Kudûrî Şerhı'nde de böyle zikredilmiştir. İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, hem kendisi hem de satıcı muhayyer olmak üzere, fülüs karşılığında fülüs satın alıp, karşılıklı alıp-verdikten sonra ayrılsalar, bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.

—Sadece— birisinin muhayyer olması halinde ise, bu alış-veriş caiz olur.

Çünkü, İmâmeyn'e göre, birinin muhayyer olması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaktadır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse,   bir   fülûsü,   bizzat iki fülüs karşılığında, muhayyer olmak  üzere satsa,  bu  satış  caiz  olur.  Serahsî'nin  Muhıytı'nde  de böyledir,

Bir kimse, bir yerde harcanmiyan ve orada geçmeyen fülsüsü, bizzat (yani muayyen (beîli) olan fülûsü) satın almışsa; bu caiz olur. Ancak,  bir  fülüs,  bizzat  alınmazsa  (alınan  fülüs,   belirli  bir  fülüs olmazsa) bunun satın alınması caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse', diğer bir kimseden, bir miktar yiyecek maddesini borca alıp, onu teslim aldıktan sonra da borç alan şahıs, borç verenden borca aldığı o şeyi, yüz dirheme satın alsa, bu caiz olur. Borç alan şahıs için, borca aldığı şeyin misli lâzım olur. Ve böylece de, bu satış sahih olur.:

Bu satış, caiz olunca da, bu yüz dirhemi o mecliste nakden öder.

Şayet, nakit teslim alınmadan, taraflar bu meclisten ayrılırlarsa, bu satış bâtıl olur.

Bu, aşağıdaki mes'elenin hilâfınadır:

Borçlanan şahsın, borç veren şahısta buğday alacağı olur ve sonra da, bunlar birbirlerinde olan alacaklarını, ahp-satsalar ve ayrılsalar, bu caiz olur.

Bu cevap, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, borç alan şahıs, borç olarak aldığı şeye mâlik olamaz. Ancak, bu şahıs, borç aldığı şeyi teslim aldıktan sonra, o şey helak olursa, o zaman, borç alan şahıs, borç olarak aldığı bu şeye mâlik olmuş olur. Ve böylece yapılan alış-veriş sahih olmaz.

Eğer, o şahıs, bu  şeyi zayi ettikten sonra satın alırsa; bu durumda satış sahih olur. Bu hilâfsız böyledir.

Borçlu olan şahıs, aynı mecliste, yüz dirhemi nakden ödedikten sonra, ödünç aldığı buğdaya kusur bulursa, bu buğdayı, almış bulunduğu şahsa iade edemez.

Fakat, kusuru(nun karşılığını almak) için, satıcıya müracaat ede­bilir.

Borç olarak alman şey zayi olursa, cevap yine söylediğimiz gibidir.

Keza, ölçülen ve tartılan şeylerde de cevap aynıdır.

Dinarlar, dirhemler ve fülüsler borç olarak alınmışsa, durum farklıdır: Borçlu bulunan şahıs, borçlu olduğu kimseden, borcu olan şeyin mislini satın alırsa, bu caiz olur. Ancak, bu durumda, o şeyin, bizzat ayn olması gerekir. Borç olması hâlinde caiz olmaz. Ancak, aynı mecliste teslim alırsa, caiz olur.

Eğer, borç alan şahıs, aldığı şeyde bir kusur bulursa, onu iade edemediği gibi, kusuru için müracaat de edemez.

Borç veren şahıs, borç alan şahıstan, verdiği şeyi aynen satın alırsa; bu, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz oiur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, böyle yapmak sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir başkasından, bin dirhem borç alan bir şahıs, bu bin dirhemi teslim aldıktan sonra; borç alan bu şahıs, bu bin dirhemi, on dinara satın alsa, bu sahih olur. Bu alış-verişin sahih olduğunda ittifak vardır.

Ancak, satın alan şahıs dinarları aynı mecliste nakden ödemez ve taraflar bu meclisten aynhrlarsa; bu akid bâtıl (= geçersiz) olur. Dinar­ların aynı mecliste ödenmesi hâlinde ise, bu ahş-veriş akdi geçerli olur.

Dirhemleri borç alan şahıs,, bu dirhemleri zayıf bulsa bile, bunları iade edemez. Noksanı için de,borç veren şahsa müracaat edemez. Tatar-hâniyye'de de böyledir.

Sağlam on dirhemi bulunan bir şahıs, bununla, kırılmış on iki dirhem satın almak istese, böyle yapması caiz olmaz.

Böyle yapmak istenirse, çare şudur: Bu şahıs, on iki kırık dirhemi olan şahıstan, bunları borç olarak alır ve bunlardan on dirhemi teslim aldıktan sonra, iki dirhemi —kırıklık kusurundan dolayı— ibra eder. Vâkıâtü'l-Husâmiyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahıstan,  tartılan, ölçülen veya sayılan şeylerden alacağı olduğunu iddia eder; iddia olunan şahıs da, iddia eden şahıstan yüz dinar satın aldıktan sonra, bu şahıslar bir birlerine inanırlar ve iddia edenin,  iddia olunanda bir şeyi olmazsa,  —bir birlerinden ayrılsınlar veya ayrılmasınlar— akid bâtıl olur.

Bir kimse, başka bir kimsede, dirhemleri, dinarları veya fülüsleri olduğunu iddia eder ve iddia olunan şahıs, iddia eden şahıstan, bunları dirhemlerle satın alıp, hu dirhemleri nakden ödedikten sonra, iddia olunanda, iddia sahibinin, hiç bir şeyi olmadığını doğrularlarsa; —dirhemler ve dinarlar hakkında, bir birlerinden ayrılmamış olmaları halinde— akid sahih olur. Ayrılmışlarsa, bu akid bâtıl olur,

Fülûs hakkında ise, satın alınan şeyi teslim almadan önce, aynı meclisten ayrılmamış iseler satış ve akid bâtıl olmaz.  Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin, büyük bir dirhemi, küçük bir dirhem karşılığında veya taze bir dirhemi, eski bir dirhem karşılığında satması caiz olur.

Ancak, miktar ve sıfat bakımından bunlar müsâvî olur ve birini diğerine bedel olarak satarsa, bazı âlimlere göre,vbu caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) de, bunun böyle olduğuna işaret etmiştir.

Hâkimü'l-İmâm Ebû Ahmed de bununla fetva vermiştir. Muhıyt'te de böyledir. [81]

 

Dirhemlerin Çeşitleri

 

Darb olunmuş dirhemler üç nev'idir:

1) Üçte ikisi bakır, üçte biri gümüş veya dörtte üçü bakır, dörtte biri gümüş yahut altıda beşi bakır, altıda biri gümüş veya bakın, gümüşünden çok olan dirhemler.

3) Üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır veya dörtte üçü gümüş,, dörtte biri bakır yahut gümüşü bakırından çok olan dirhemler.

3) Bakırı ile gümüşü eşit miktarda bulunan dirhemler. [82]

 

Birinci Nevî Dirhemler

 

Birinci nev'i dirhemler, bakır ve gümüş olarak, muhtelif iki şey hükmündedirler.

Bu dirhemlerdeki bakır veya gümüşten biri diğerine mağlup olmuş sayılmaz.

Bunların her birine, ayrı ayrı bir şey olarak itibar edilir.

Bİr kimse, bu nev'iden olan dirhemlerden, hâlis gümüş veya hâlis gümüş hükmünde olan bir şeyle satın aldığında, bu hâlis gümüşün ağırlığı, birinci nev'iden dirhemlerde bulunan gümüşün ağırlığından az olur veya ona eşit bulunur yahut da, ağırlığının ne kadar olduğu bilinmezse, âlimlerimize göre, bu alış-veriş caiz olmaz.

Ancak, hâlis  gümüşün  ağırlığı,   bu  nev'i  dirhemlerde  bulunan gümüşün ağırlığından fazla olursa, bu durumda bu alış-veriş caiz olur.

Bu durumda, gümüşün karşılığında gümüş olmuş bulunur. Halis gümüşteki fazlalık ise, bu dirhemlerde bulunan bakırın karşılığı olmuş  olur.

Bu nev'i dirhemlerin, altın karşılığında satın alınması, —durumları ne olursa olsun— caiz olur.

Ancak, bu ahş-verişte, karşılığın teslim alınması da şarttır. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Satılan şeylerin cinsinin muhtelif olması halinde, (meselâ: Birinin peşin diğerinin veresiye olması gibi...) bu alış-veriş caiz olmaz.

Keza, nakden alınan itibar görür; veresiye olan ise, itibarsız ve merdud olursa, yine bu .alış-veriş caiz olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir. [83]

 

İkinci Nevi Dirhemler

 

Dirhemlerdeki gümüş, üçte iki veya dörtte üç gibi bir nisbetle bakırdan fazla olunca, bu durumda bu dirhemlerin, halis gümüşle satılmaları caiz olmaz.

Ancak, bu nev'î dirhemlerde, gümüş ile bakır eşit miktarda bulu­nursa; bu durumda, bu dirhemlerin, hâlis gümüşle satılmaları caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Keza, bu durumda, ahş-verişin caiz olması için, gümüşün misli misline olması gerekir. Bedâi"de de böyledir. [84]

 

Üçüncü Nev'î Dirhemler

 

Bu nev'î kaplanmış dirhemlerin yarısının gümüş, yansının bakır olması hâlidir.

Bu nev'î dirhemlerin de, hâlis gümüşle satılmaları caiz olur.

Dirhemlerde, gümüş fazla olursa, bunların hâlis gümüşle satılmaları caiz olmaz; ancak, tartı bakımından gümüşle bakır müsavî olursa, o zaman,hâlis gümüşle satılmaları caiz olur. Şayet gümüş fazla olmazsa, müsavî olmaları hâlinde bile, bu dirhemler, birinci nev'î dirhemler gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Birinci nev'î dirhemlerin satışı da  borç alınmaları da caiz olmaz; ancak, bu işlemler, tartı ile yapıhrlarsa, o zaman caiz olur.

Satışta, bu dirhemlerin hem miktarını hem de, vasfını beyan etmek gerekir. Tazeliğine işaret edilmesi gibi...

Bu dirhemlerin helak olması ile de, —bu hâl teslimden önce olursa— satış bozulmaz.

Bir kimse, bu nev'î dirhemleri, itibar yönünden kendi cinsi ile satarsa, bu caiz olur. Ancak, hâlis gümüşle satarsa, bu caiz olmaz. NehrıTI-Fâık'ta da böyledir.

İmâm Mulıammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, üçte ikisi bakır, üçte biri gümüş olan dirhemleri, ağırlığına itibar ederek bir eşya karşılığında satın alırsa; bu her hâlü kârda caiz olur.

Bu kimsenin, bu gibi dirhemleri, adedini beyan ederek, aldıklarının aynı olmayan dirhemlerle satın almasında, bir hayır yoktur.

Ancak, aynısı olan dirhemleri, sayı olarak satın almasında, —halkın alışkanlığı tartı ile  satmak olsa bile—bir beis yoktur.

Ancak, bu durumda bu dirhemlerin aynı değil de, gayrisi olduğu iddia edilirse, dirhemlerin. tartılmasına ihtiyaç hâsıl olur. Aynısının olduğu iddia edildiğinde, tartmadan da, —hâlis dirhemler gibi— sahih olur.

Bir kimse, bu dirhemleri belirtip isimlendirir ve: "Senden, şu dirhemlerle, şu eşyayı, şöyle şöyle satın aldım." def ve bununla da tartıyı kasdederse; bunun halk arasında, böyle tartı ile satılıyor olması hâlinde, bu şekilde alır. Halk arasında sayı ile satılıyorsa, bu şahsın işlemi de sayı ile olur. Bu durumda, dirhemler hafif veya ağır olsa bile, alış-veriş caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır olan dirhemler, züyûf dirhemler yerindedir.

Bunlarla bir şey satın alındığı zaman, bu dirhemlerin mâhiyeti belirtilmezse, alış-veriş caiz olmaz; ancak, bunların tartıları ile yapılan alış-veriş caiz olur.

Yansı bakır, yarısı gümüş olan dirhemler hakkındaki cevap da, üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır olan dirhemler hakkındaki cevabın aynısıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, artık geçmez olmuş bulunan ve halkın onunda alış-veriş yapmayı terketmiş olduğu bir para ile bir şey satın almış bulunsa; İmâm EbûHanîfe (R.A.)'yegöre, bu alış-veriş geçersiz olur.

Sonra ^bakılır: Satın alman şey bizzat duruyorsa, satan şahıs bu şeyi geri alır. Şayet zayi olmuş olursa, müşteri o şeyin satın aldığı günkü kıymetini satıcıya öder.

İmâmeyn'e göre, bu ahş-veriş caizdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Müşteri, o şeyin teslim aldığı günkü kıymetini, satıcıya öder." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Müşteri satıcıya, halkın teamülü­nün en son halini öder." buyurmuştur. Müşterinin, o şeyi geçmez fülûs ile satın almış olması, bunun hilâfınadır. Yenâbi"de de böyledir.

Bu aymlarda (burada dirhem, para) şart, bunların başka belde­lerde de geçmez olmasıdır.

Bunlar, bazı beldelerde geçer, bazılarında geçmezse,bunlarla yapı­lan aliş-veriş bâtıl (- geçersiz) olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) bu görüştedir.

İmâmeyn'e göre, alış-verişin yapıldığı yerde geçmeyen şeyle ahş-veriş yapmak uygun olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahıstan, üçte biri gümüş, üçte ikisi bakır olan, belirli dirhemlerle bir elbise satın alsa, bu dirhemler ya tartı ile veya sayı ile belirlenip nakden verilir.

Müşteri bunları nakden ödemez ve bu dirhemler zayi olursa; bu ahş-veriş bozulmaz. Bunların mislini öder. Bu, dirhemlerin sayısının veya tartısının bilinmesi hâlinde böyledir.

Ancak, bu dirhemlerin sayısı ve tartısı bilinmiyorsa; bu durumda o ahş-veriş bozulur.

Dirhemlerin üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır olursa; bu dirhemler züyûf hükmündedir. Bunlarla yapılan ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olmaz.

Bu dirhemler helak olunca, müşteri bunların tartıları belli ise, ben­zerlerinden aynı miktarda dirhemi satıcıya öder.

Ancak, bu dirhemlerin tartısı belli değilse, bu durumda, bu ahş-veriş bozulur.

Yarısı gümüş, yarısı bakır olan dirhemler hakkındaki cevap da, bu cevap gibidir.

Eğer, dirhemlerin üçte ikisi bakır olur ve tartı ile de satılırsa; teslim alınmadan önce zayi olmaları hâlinde yapılan alış-veriş bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Ru nev'i dirhemler, halk arasında revaç bulmaz ve geçmez olur­larsa; bu durumda, geçmez fülüs ve kalay menzilinde olurlar.

Bunlar, bir ahş-verişte nakden ödenmez ve sonra da zayi olurlarsa, bu alış-veriş akdi geçersiz olur.

Bu hüküm, bu nev'i dirhemlerin, asla revaçta olmadıkları zaman geçerlidir.

Fakat, bu dirhemleri halkın bir kısmı kabul edip, bir kısmı kabul etmezse, bu durumda, züyûf dirhemler hükmünde olurlar ve bunlarla alış -veriş yapmak caiz olur. Ve akid, bunların aynına değil de, cinsine tealluk eder.

Ancak, bunun için de, satıcının bu hali bilmesi gerekir.

Satıcı bunu bilmezse, o zaman akid bu dirhemlerin cinsine tealluk etmez. Ve bu dirhemlerle ancak o beldede ahş-veriş yapılır. Bedâi"de de böyledir.

Hulâsa'da şöyle zikredilmiştir:

Fülüs ucuzlar veya pahahlanırsa, alış-veriş günündeki kıymetine itibar olunur.

Fetva da, bunun üzerinedir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Dirhemler, —bir kısmı üçte biri gümüş, üçte ikisi bakır; bir kısmı, üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır; bir kısmı da, yansı gümüş, yarısı bakır olmak gibi, —muhtelif sınıflardan olursa; bunların bir birleri ile peşin olarak alınıp verilmelerinde bir beis yoktur.

Bunların, birbirlerine karşı veresiye verilmelerinde ise, bir hayır yoktur.

Bunlar, cinsi cinsine satıldığında, birinin gümüşü çok olursa bu alış-veriş caiz olmaz. Yalnız, misli misline olursa caiz ölür.

Ancak, bakırı çok veya gümüşü ile bakırı müsâvî olura, bu durumda satışı caiz olur. Ve bunun, elden ele (yani peşin) olması şart koşulur.

Bu cümleler, CâmiiTI-Kebîr'de zikredilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Alimlerimiz: "Faize kapı açacağından, fazlasını noksanına sat­maya ve bunun  caiz olduğuna   fetva   verilmez."   buyurmuşlardır. Hidâye'de de ve Tebyîn'de de böyledir. [85]

 

2- Meyve, Yeşil Ekin, Bağ, Yaprak Ve Kuru Ot Satışı

 

Meydana çıkmamış meyveyi satmak, bi'1-ittifak sahih olmaz. Meyve, kendisinden faydalanılabilir bir duruma gelmişse satılması sahih olur.

Meyve, faydalı hâle gelmeden, yani insanların veya hayvanların yiyemiyeceği bir hâlde iken satılmışsa; bu da sahih olur. Ancak, bu durumda, müşterinin, bu meyveyi o halde iken koparması gerekir.

Bu hüküm, satışın mutlak surette yapılmış olması veya meyvelerin koparılmasının şart koşulmuş bulunması hâlinde geçerlidir.'

Fakat, satıcı, bu şartı terk ederek satarsa, bu satış fâsid olur.

İmâm-ı A'zam (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'un, kıyâsı budur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu satış, istihsânen sahih olur. Fetva da, buna göredir. Kâfî'de de böyledir.

Tuhfe'de:  "Sahih olan, İmâm-ı A'zam (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir." denilmiştir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Bir kimsenin, bir kısmı meydana çıkmış, bir kısmı ise meydana çıkmamış olan meyveleri satması, zâhiru'I-mezhebe göre sahih olmaz.

Şemsü'l-Eimme Halvânî ve Fadlî, "meyvelerle, patlıcan, kavun, karpuz ve benzerlerinin —bu durumda— satılmalarının caiz olduğuna" fetva vermişlerdir.

Bunlardan mevcut bulunanları, ahş-veriş akdinde esas kabul etmişler, mevcut olmayanları da bunlara tâbi tutmuşlardır.

"Halkın âdeti budur ve bu güzeldir."[86] demişlerse de, esahh olan kavil, bunun caiz olmamasıdır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, bu gibi şeyleri, mutlak şekilde satın alır ve satıcının izni ile, —yerinde— terketse, bu durumda fazla olan, müşteri için temiz olur.

Fakat, müşterl,o şeyi,satıcının izni olmadan orada bırakmışsa, onu tasadduk eder..

Eğer, bunları, yetişmeden terk ederse, bir şey tasadduk etmez.

Mutlak şekilde satın almış bulunan bir kimse, satın aldığı hurma­ları, ağacının dalında terk eder, bir başka şahıs da, o ağaçlan belli bir müddetle icarlarsa, bu icar batıl olur; fazlalık, bu müşteriye temiz ve helâl olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, hurmaları mutlak şekilde satın alır ve ağaçlar da hurma verirse; bu, satıcının, müşteri ile meyvelerin arasını tahliye etmeden önce olmuşsa, ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur; tahliyeden sonra ise, fâsid olmaz.  Bu durumda, ortak olurlar.  Ve fazla olan meyvenin miktarı hususunda, —yeminle birlikte— müşterinin sözü geçerli olur.

Kavun, karpuz ve patlıcan da böyledir.

Sonradan meydana çıkacakların da satıcıya ait olmasının çaresi: Müşteri kavun, karpuz ve patlıcanın kökünü satın alır; bu durumda, onlar bu müşterinin mülkü olacağından,.sonradan zuhur edecek mah­suller de, müşterinin olur. NehrıTI-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir bağın üzümlerini satın aldığında, bu üzümlerin bir kısmı koruk, bir kısmı ise olgun olursa; üzüm çeşitlerinin   tamamının, bir kısmı olgun, bir kısmı koruk olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur.

Fakat, üzüm çeşitlerinden bir kısmı koruk, bir kısmı ise olgun olursa, bu ahş-veriş caiz olmaz.

Sahih olan, bu iki hâlde de, ahş-verişin caiz olduğudur.

Bu hüküm, satıcının bağdaki üzümlerin tamamını satmış olması hâlinde böyledir.

Satıcı, bağdaki üzümlerin bir kısmını satar ve bunların da bir kısmı koruk, bir kısmı olgun veya tamamı koruk olursa; bu ahş-veriş caiz olmaz.

Keza, iki kişinin ortak bulunduğu bir bağda, ortaklardan biri, kendi hissesine isabet eden üzümleri satar; bu üzümlerin tamamı veya bir kısmı koruk olursa; bu alış-veriş caiz olmaz.

Bu hüküm, ortağın, kendi hissesi olan üzümleri, bir yabancıya satması hâline gpredir.

Rüknü'l-İslâm AliyyiiVSağdî: "Ortağına satmış olması hâlinde de, bu alış-veriş caiz olmaz." diye fetva vermiştir. Muhıyt'te ve Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, geliri ile birlikte bir bağ satın alıp onu teslim alırsa, âkkâr'ın   (- ekincinin,   ziraatçının)   buna   razı   olması   hâlinde,   bu alış-veriş   caiz   olur.  O   razı   olmazsa,   bu   ahş-veriş   caiz   olmaz. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimsenin, bir kısmı olgunlaşmaya başlamış bulunan meyveyi, terk etmek şartiyle satın alması, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, caiz olur.

Bir kısmının olgunlaşması çok geç kalmış olsa bile, olgunlaşr olanlar hakmdaki ahş-veriş caiz olur. Geri kalanlar hakkında ise, caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bir bağın üzümünü, bin menn[87] olmak üzere, satın alır; ancak, bu üzüm dokuz yüz menn gelirse; müşteri noksan çıkan yüz menn'in bedelini, satıcıdan ister ve alır. Kâfî'dede böyledir.

Bir kimse dut yaprağı satın alır, fakat onu ne zaman kopartıp toplayacağını   açıklamazsa;   dutun   yaprağını   örf  ve   âdette   bilinen zamanda toplaması sahih olur.

Bu kimse, yaprakları dut ağacının dalında bırakırsa; onu, ikinci sene toplama hakkına sahiptir.

Bu müşteri, bu yaprakları bir müddet terk ederse; ağacına zarar vermemesi şartiyle, sonradan toplayabilir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir kimse; ağacın üzerinde meydana çıktığı zaman fersâdı (- dut yaprağını) satın aldığı hâlde, onu toplamayip vaktini geçirirse; Fakiyh Ebû Ca'fer: "Bu şahıs, yaprakları, dalları ile birlikte satın almış ve toplama zamanını da açıklamışsa, müşteri, bu alış-verişi reddedemez. Ve, yapraklan toplaması hususunda cebredilir." demiştir.

Şayet, dalların koparılması ağaca zarar verecek olursa; bu durumda, satıcı muhayyer olur: Dilerse, bu alış-verişi fesheder; dilerse, dalların da koparılmasına razı olur.

Yapraklan dalsız satın alan kimse, bu yapraklan, satın aldığı zaman kopartıp toplarsa; bu ahş-veriş caiz olur.

Müşterinin, bu ağacın yaprağının, önce bir kısmını sonra da diğer kısmını alması caiz olmaz.

Keza, müşterinin yaprakları ağacın üzerinde terketmek üzere satın alması da caiz olmaz.

Müşterinin yapraklan satın aldığında, onları o gün toplayıp alması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur. Müşteri yaprakları toplayıp almadan o gün geçerse; bu ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Bunun çâresi şudur: Bu müşteri, bu ağacı kökünden tamamen satın alır; yaprağını istediği zaman toplar; sonra da, bu ağacı satın aldığı şahsa geri satar veya ona bağışlar. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Şu karpuz tarlasını sana on dirheme sattım." der ve bunu da, teveklerin çıkmasından önce söylemiş olursa; Ebû Bekir Muhammed bin FadI: "Bu satış caizdir. Bu ahş-veriş işlemi karpuzlara değil, onların teveklerine ait olmuş olur. Bundan sonra, ham karpuzlar çıkarsa, bunlar da müşterinin olur.

Karpuz tarlası ortak bir tarla ise, ortaklardan birinin, —sadece— kendi hissesini satması caiz olmaz.

Tarlada hissesi olan şahıs, karpuz teveğini satar ve onu müşteriye teslim ederse; satan şahsın hissesi, —bu satış bozulmadikca— müşterinin olur.

Diğer ortak da, kendi hissesini satmak için, bu ortağa izin vermiş ve buna razı olmuşsa, —onun yeri de— müşterinin olur. Ancak, bu ortağın, bundan sonra da razı oimama hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdthân' da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

İki kişinin ortak bulunduğu bir yer, ekili olur ve bu ortaklardan biri —diğer ortağının dışında— kendi hissesini satarsa, mahsûlün yetişmiş olması hâlinde, bu satış caiz olur; mahsûl yetişmemişse, satış da caiz olmaz.

Ancak, diğer ortağı razı olursa, mahsûlü toplamak şartiyle,bu satış caiz olur.

Bu şart bulunmayınca, ortağı razı olsa bile, bu satış caiz olmaz.

Bu ortaklardan birinin, hissesini yeri ile birlikte satması caiz olur. Bu durumda, müşteri satıcının yerine geçmiş olur.

Pamuk ve ekilmiş bulunan diğer şeyler de, bu hâl üzeredir.

Bu şeylere, iki kişi ortak bulunur ve bu ortaklardan birisi, kendi hissesini, yeri ile birlikte, diğer ortağına veya —onun rızâsı olmasa bile— bir başkasına satarsa; bu satış caiz olur.

Fakıyh Ebu'l-Leys'in seçtiği kavil budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle denilmiştir:

Bir ağaca ortak bulunan iki kişiden birisinin kendi hissesini, yabancı bir kimseye satması caiz olmaz.

Bir ağaca ortak bulunan üç kişiden birisinin, kendi hissesini, ortak­larından birine satması caiz olmaz.

Ancak, bu ortak, ağaçtaki hissesini, diğer iki ortağına beraberce satarsa, bu caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Ekili bulunan şeye, tarla sahibi ile zirâatei şahıs ortak bulununca, tarla sahibinin, ortağı olan ekiciye ait hisseyi satın alması caiz olmaz.

Ekicinin, tarla sahibinin hissesini satın alması ise caiz olur. Çünkü, bu durumda, kısmetini teslime ihtiyaç olmaz.

Eğer, mahsul yetişip olgunlaşmış bulunursa, bu ortaklardan herrinin kendi hissesini satması caiz olur. Câmiu'I-Asğar'da, Nasıyr şöyle demiştir: Zirâatın üçte birine ortak bulunan bir şahsın, bu hissesini, tarla ıhibine   veya başka bir şahsa satması câiz-olmaz. el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Tarla sahibi bulunan şahıs, ortakçıya vermiş olduğu tarlasını, râatci ile ortak bulunduğu bir ekin varken satmak isterse, bunu şu iki îkiide yapabilir:

1) Ekili şeyin bakla olması. Bu durumda, oranın satışı, zirâatcinin ;nine bağlıdır. Bu yerin, zirâati ile birlikte satılması veya yerin, zirâatın ışında satılması, bu hüküm bakımından müsâvîdir.

Sahibi, bu yeri, içinde bulunan bütün zirâati ile birlikte satar, ortak ulunan zirâatci de buna izin verirse, bu satış caiz olur.

Alınan bedel ise, yerin ve ziraatin kıymetine göre taksim edilir. Yere isabet eden bedel, bu yerin sahibine aittir. Zirâate isabet eden ?edel ise, yerin sahibi ile, zirâatci arasında yan yarıya taksim edilir.

Zirâatci bu satışa izin vermezse; müşteri muhayyerdir: Dilerse, nahsûl yetişip olgunlaşana kadar bekler; dilerse, bu ahş-verişi bozar.

Eğer, tarlanın sahibi, bu yerini yalnız başına satar; zirâatci de, bu atışa izin verir ve razı olursa; bu yer,satın alan şahsın olur.Ekili şey ise, 'er sahibi ile zirâatci arasında kalır.

Eğer, zirâatci bu satışa izin vermezse, müşteri muhayyerdir: Eğer, 'erin sahibi, kendisinin zirâatteki hissesini de satar ve zirâatci de buna zin verirse, bu durumda, müşteri hem bu yeri, hem de yer sahibinin arâatteki hissesini satın almış olur.

Ziraatçi, bu satışa izin vermezse, bu durumda müşteri muhayyerdir. (Yani, dilerse, mahsûlün olgunlaşmasını bekler; dilerse, bu satışı bozar.) Bu şekilde satışı bozmak isteyen zirâatcinin, yapması uygun olan davranış, bu satışı bozmamasıdır.

Ahş-veriş sırasında, mahsul yetişmiş bulunursa, bu durumda, tar­lanın sahibi, sadece tarlasını satar. Bu yeri, zirâatte bulunan kendi his­sesi ile birlikte satmak isterse, bu satışı beklemeden gerçekleştirmesi caiz olur.                                                                                      

Bu yerin sahibi, yerini, bütün zirâati ile birlikte satmış olursa; bu satış, yerin tamamı ve mahsûlden kendi hissesi hakkında caiz olur. Zirâatcinin hissesi bekletilir.

Eğer ziraatçi, bu satışa razı olursa; satış, kendi hissesi hakkında da geçerli olur. Ve hissesi nisbetinde bedelini alır. Kalan bedelin tamamı yer sahibinin olur.

Ziraatçi, bu satışa razı olmaz ve izin vermezse, müşteri muha kalır.

Zirâatcinin satış vaktini bilmemesi hâlinde de hüküm  böyle-Zehıyre'de de böyledir.

İçinde ekilmiş bir şey bulunan tariayı ekilmiş şey hariç v ekilmiş şeyi, tarla hariç satmak caizdir.

Ekili şeyi hariç tutarak, tarlanın yarısını satmak da caizdir.

Ancak,tarlası hâriç olmak üzere ekili bulunan şeyin yarısını san caiz olmaz.

Fakat, tarla sahibi ile ekici şahıs ortak olursa; ekicinin kendi h sini, tarİa sahibine satması caiz olur.

Yer sahibinin kendi hissesini, ekici ortağına satması ise, caiz olrr

Bu hüküm, tohumun yer sahibi tarafından verilmiş olması hi göredir.

Fakat, tohum, ekici  tarafından verilmiş olursa,  uygun —kavil— bu satışın caiz olduğudur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledi

Mahsûlün yetişip olgunlaşmış olması hâlinde, ortaklardan birinin, kendi hissesini ortağına satması caiz olur.

Câmiii'l-Asğar'da zikredildiğine göre, mahsûlün üçte birine t bulunan zirâatcinin sahip olduğu bu hisseyi, tarla sahibine veya b bir şahsa satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şeyhu'l-İslâm, şöyle zikretmiştir:

Zirâat henüz yetişip olgunlaşmadan, yer sahibi kendi hissesini hâriç olmak üzere bir başkasına veya ziraatçi, kendi hissesin yabancıya satsa, sahibinden zararı uzaklaştırmak için, bu satış olmaz.

Sonradan, aynı kimse kendi hissesini aynı müşteriye satarsa; ö satış işlemi caiz olmaya dönüşür. Zehıyre'de de böyledir.

Yer hâriç olmak üzre, zirâi mahsûlün yarısın satmak, —yer binin, mülkünde karar verme hakkı bulunduğu sürece— caiz olmaz

Fakat, onun zulmetmesinden dolayı karar hakkı bulunn zaman, ziraî mahsûlün yarısını satmak caiz olur. Gâsıbın, mah yarısını satmasının caiz olması gibi...

Bundan dolayıdır ki, bir kimse, yeri hâriç olmak üzere, binasının yansını sattığında, eğer bu bina hakkında muhikk (= hak sahibi) ise satması caiz olmaz. Ancak, müteaddî (= zulmeden, saldıran) ise, sat­ması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

el-Bakkâlî, Yetîme'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, satın aldığı bir yeri ektikten sonra, başka bir şahsı hem bu yere, hem de içinde ekili bulunan şeye ortak etse, bu caiz olur. Sadece, ekilmiş bulunan şeye ortak etmesi ise, caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir ağaçtan bir dal satın almak caizdir.

Sebze yetiştirilen yerden, —ölçüp tartmadan— sebze satın almak caiz değildir. Kunye'de de böyledir.

Yerde bulunan kuru hurma karşılığında, ağaçtaki yaş hurmayı, ölçüp tartmadan satın almak caiz değildir. Tehzîb'de de böyledir.

Bir kimse, bir yerini, ağaç dikmek ve yarı yarıya muamele etmek üzere bir başka şahsa verir; bu şahıs oraya dut ağacı diktikten sonra da, sahibi bu yerini ve —ağaçlardaki— hissesini satarsa; bu satış sahih olur.

Müşterinin bu yeri başka birine satması hâlinde ise, bu satış fasid bir satış olur.

BuT İmâm Mulıammed (R. A.)'in kavline göre böyledir. Diğer iki imamımıza göre ise, bu satış da sahih olur. Çünkü, akan, teslim almadan önce satmak caizdir. Fetva da, buna göredir. Mu/nıarâf ta da böyledir.

Yaş olsun  kuru  olsun,  hayvanların  yediği  otlar,  alım-satim işlemine dâhil olur.

Ot, kökü olmayan; ağaç ise, kökü bulunan bitkidir.

Bir kimsenin arazisinde, kendiliğinden bitmiş bulunan ağacı satması caizdir.

Mantar da, ot gibidir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimsenin, kendi arazisinde bulunduğu halde, elinin altında olmayan bir av hayvanının yumurtasını satması, caiz değildir. Hâvî'de de böyledir. [88]

 

3- Rehin Bırakılmış, Kiraya Verilmiş Gasbedilmiş, Kaçmış Köle İle Ayrılmış Yer, Ehâre Ve Ekârenin Satışı

 

Rehin bırakılan şeyin satılıp satılamıyacağı hususunda ihtilâfa düşülmüştür. Ekseriyetin görüşüne göre, "rehin bırakılan şeyin satılması mevkuftur. (= kendisine rehin bırakılmış olan şahsın iznine bağlıdır.)

Sahih olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Eğer, râhin ( = rehin veren) borcunu öder veya mürtehîn ( = rehin olarak, ipotek olarak alan) alacağından vaz geçer veya rehni râhinc iâdc eder yahut, rehin bırakılan şeyin satılmasına razı oiup buna izin verirse, satış işlemi tamamlanmış olur;  akdin yenilenmesine ihtiyaç  kalma/. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Şayet mürtehin (rehin alan) rehin bırakılan şeyin satılmasına izin vermezse, bu durumda, satın alan şahıs hâkime müracaat ederek, o şeyin kendisine teslim edilmesini talep eder. Hâkim de, bu müşteri ile satıcının arasındaki alış-veriş akdini fesheder. Muhıyt'te de böyledir. [89]

 

Kiraya Verilmiş Olan Şeyin Satılması

 

Kiraya verilmiş bulunan şeyin satılması da, rehin bırakılan şeyin satılması gibidir.

Âlimlerin ekserisine göre, kiraya veriimiş bulunan şeyin satılması da mevkuftur. (= Kiraya tutan şahsın iznine bağlıdır.) Sahih olan da, budur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kiracının içinde oturmakta olduğu ev satılır; kiracı da, bu satışı feshetmek isterse; Sadru'ş-Şehîd'e göre kiracının bunu yapmaya hakkı vardır. Zâhiru'r-rivâye'de de böyledir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Tahâvî'de ise: "Kiracının, bu satışı feshetme hakkı yoktur." denilmiştir.

Şeyhu'l-İslâm Hâherzâde'ye göre, bu hususta iki rivayet vardır.

Fetva ise, "kiracının, bu satışı feshetmeye hakkının olmadığı" şeklindedir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet, kira akdi uzun süreli olur ve satış yapıldıktan sonra, bu kira akdinin feshedilme günü gelirse; âlimlerimizin ekserisine göre, bu satış geçerli oiur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Âlimler, mürtehinin bu satışı feshetme hakkının olup olmadığı hususunda ihtilâf ettiler: Bazıları: "Onun, buna hakkı vardır." bazıları ise: "Hayır, hakkı yoktur." dediler.

Sahih olan da, mürtehinin (- rehin almış bulunan kimsenin) bu hakkının olmamasıdır. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Kiracı, satışa izin vermez, sonra da, mal sahibi ile aralarında bulunan kira anlaşması feshedilirse; önceki satış geçerli olur.

Mürfehin'in (= rehin almış bulunan şahsın) durumu da böyledir. Mürtehin, satışı feshetmez ve alacağı ödenirse; önceki satış geçerli olur.

Râhin (= rehin bırakan kimse) ve âcir ( — kiraya veren şahıs) asla, bu satışı feshetme hakkına sahip değildir. Eğer kiracı i/in verirse, bu satış geçerli olur. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Kiraya verilen şey, kiraya tutan şahsın yanında iken helak olabi­lecek cinsten olsa bile, helak olmasıyle kintemm borcu sakil olmaz.

Rehin ise, bunun hilaf madır. (Yani, rehin bırakılan şey, helak olursa; bunun kıymeti kadar borç sakıt olur.) Fetâvâ>i Kâdîhân'da da böyledir.

Ev sahibi, kiracısının izni olmadan, onun oturduğu evi salar: sonra da kiracı, kira bedelini artırarak kira sözleşmesini yenilerse;yapı-lan satış geçerli olur.

Çünkü, kirayı yenilemek, önceki sözleşmeyi feshetmek demektir. Ve, satış geçerli olur. Kunye'de de böyledir.

Müste'cirin (= kiraya tutan şahsın) rızâsı olmadan, kiraya veren şahıs, kiraya verdiği şeyi, bir şahsa sanıktan sonra, aynı şeyi, bu kiracıya satarsa, önceki satış feshedilmiş olur. Bu şeyin, kiracıya satılması ise caiz olur.

Şayet mal sahibi, kiraya verdiği şeyi, önce bir şahsa, sonra da başka bir şahsa satar ve kiracı da, bu satışların ikisine de izin verirse; önceki satış caiz, sonraki satış ise bâtıl (- geçersin) olur. Suğrâ'da da böyledir.

İcara verdiği kölesini satan şahıs, onu müşteriye teslim ettikten sonra, müşteri bu kölede bir kusur bulursa. —mürtehin'in hilâfına— bu köleyi kiraya tutmuş olan müste'cirin, bu kusurun karşılığını tazmin etmesi gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Salısı  duyan  kiracı,   müşteriye:  "Bu,   benim   kiraya   tutmuş bulunduğum bir şeydir. Bunu bana bırakman, senin iyiliğinden olur. Ben, Önceden verdiğim ücreti alırım." derse; bu, satışa izin vermesi mânâsına gelir ve satış geçerli olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Râhin  (=   rehin  veren),mürtehinden  (=   rehin  alandan)  izin almadan, merhûn'u (= rehnedilen şeyi) bir başka şahsa sattıktan sonra yine mürtehinden habersiz bir başkasına daha satarsa; mürtehin'in bun­lardan birine satılmasına razı olması hâlinde bu şeyin ona satılması geçerli olur.

Bu durumda mürtehin, hakkını, merhûnu satın alan şahıstan alır. Suğrâ'da da böyledir.

Şayet, ikinci satışın yerinde, rehnedilen veya icara verilen şey bulunur, mürtehin de buna izin verirse; bu satış caiz olur. Rehin ve icâre ise, geçersiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin, rehin bırakmış bulunduğu kölesini satması hâlinde satın alan şahıs, bu köleyi, mürtehindn teslim almadan önce, azâd ederse;  müşteri, kölenin  bedelini   mürtehin'e   öder.   Bedeli   satıcıya ödemesi gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Râhin, rehin verdiği şeyi satıp bedelini aldıktan sonra, bunu başka bir şahsa tekrar satarsa, mürtehinin sonraki satışa razı olması hâlinde bile, önceki satışın geçerli olması daha uygundur.Kunye'dede böyledir. [90]

 

Gasbedilen Şeylerin Satılması

 

Gasbedilmiş  bir  şeyin,  gâsıbtan  başkası  tarafından  satılması mevkuftur. Sahih olan da budur.

Gâsıp, bu şeyi gasbetmiş olduğunu ikrar ederse; satış tamam olmuş bulunur.

Bu şey kendisinden gasbedilmiş bulunan şahıs, gasbedildiğini inkâr ederse; beyyine getirip bunu ispat etmesi gerekir. Gıyâsiye'de de. böyledir.

Bu şahsın bir beyyinesi olmaz ve o şeyi, zayi olana kadar da müşteriye teslim etmezse, satış bozulmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir gâsıp, gasbettiği şeyi sattıktan sonra, onun bedelini sahibine ödese; bu satış caiz olur.

Gâsıp, gasbettiği şeyi, gasbettiği şahıstan satın alır veya sahibi, o şeyi gâsıba bağışlar, yahut gâsıp, gasbettiğine vâris olursa, önceki satış geçerli olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bişr, İmâm  Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Bir başkasının yiyeceğini gasbedip, bunu tasadduk eden bir şahıs, bu sadakalar henüz fakirlerin elinde iken, gasbettiği şahıstan, gasbettiği bu şeyi satın alırsa; bu satın alış caiz olur.

Bu gâsıp da, sadaka olarak verdiği fakirlere müracaat edebilir.

Gâsıp, gasbettiği şeyi, keffâret-i yemini için vermiş olsa, bu caiz olmaz.

Fakirler, sadaka olarak aldıkları bu şeyi, satış işleminden sonra zayi etmiş (= helak etmiş, tüketmiş) bulunsalar; bu şeyi tazmin etmeleri gerekir.

Bu gâsıp, gasbettiği şeyi satın almaz, fakat, bedelini sahibine öderse; sadakası caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir şahsın kölesini gasbettikten sonra, bir başka şahsa, o köleyi sahibinden satın almasını emreder ve bu şahıs da satın alırsa; bu satın alış sahih olur.

Bu durumda, bu köle âmirin olur.

Keza, yabancı bir şahıs, gâsıb'a, gasbettiği şeyi, kendisi için satın almasını emreder; o da satın alırsa; bu satın alış da sahih olur.

Bu durumda da, âmjr, o şeyin sahibi olur ve onu teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsın kölesini gasbedip, bir başka şahsa satar ve bu köleyi müşteriye teslim ettikten sonra da, bu kölenin efendisi ile her hangi bir şey karşılığında anlaşırsa; kölenin bedelini, dirhemler veya dinarlar şeklinde aniaşmışlarsa; gâsıbın satışı caiz olur.

Fakat, köleye karşılık bir arazi gösterilerek anlaşma yapmışlarsa; bu müstakbel bir satış olduğundan, gâsıbın satışı caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu gâsıp, önce köleyi azâd eder; kıymetini ise sonradan tazmin ederse; bu azâd etmesi caiz olmaz. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir köleyi, gâsıptan satın almış bulunan şahıs, onu azâd eder; sonra da, kölenin sahibi bu satışa izin verirse; bu kölenin azâd edilmesi geçerli olmaz.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kölenin azâd edilmesi istihsânen geçerli olur.

Köleyi gâsıptan satın almış bulunan müşteri, şayet bu köleyi satar ve bundan sonra da, kölenin sahibi önceki satışa izin verirse;müşterinin satışı hilâfsız olarak geçerli olmaz.

Gâsıp, gasbettiği şeyi satar; ondan alan da, bunu bir başkasına satar ve böylece sanla satıla, bu şey elden ele dolaştıktan sonra, bu şeyin sahibi, bu alış-veriş akidlerinden birine izin verirse; izin verdiği akid caiz olur.

Bir kisme, gasbettiği bir köleyi sattıktan sonra, müşteri de, bu köleyi bir başkasına satar ve bundan sonra da sahibi, bu köleyi gâsıba tazmin ettirirse; önceki satış geçerli olur. Müşterinin satışı ise, geçersiz olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bu kölenin eli, müşterinin yanında kesilir ve müşteri de bunun diyetini aldıktan sonra, bu kölenin efendisi, gâsıbın satışına izin verirse; aldığı diyet müşterinin olur. Bedelin yarısından sonra artan kısım sadaka

edilir.

Bu kölenin efendisi, bu köle öldükten sonra, bu kölenin eli kesilir ve daha sonra da kölenin efendisi, gâsıbın satışına izin verirse; kesilen elin diyeti kölenin olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahsın kölesini gasbedip sattıktan sonra, mağsûbün minh (= kendisinden —köle— gasbedilmiş bulunan şahıs) gelip, bu satışa izin verirse; mağsûbün minhin, bu köleyi gâsıptan alma gücüne sahip olması hâlinde, verdiği izin caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz.

Bir kimse, Kûfe'de bulunan bir köleyi, efendisinden Rey Şehri'nde gasbeder; gâsıp da, mağsûbün minh de Rey Şehri'nde bulundukları halde, mağsûbün minh (= kölesi zorla alınmış olan şahıs)bu kölenin satılmasına izin verirse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu izin caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Sahibi, kölenin sağ olduğunu biliyorsa, o zaman verdiği izin caiz ve geçerlidir. Eğer, sağ mı, ölü mü olduğunu bilmiyorsa, izni geçersizdir." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Kölenin sahibi, onu gasbeden şahsı dâva eder; lehine hüküm verildikten sonra da, onun satışına izin verirse; bu izin sahih olur. Zâhiru'r-rivâye'de de böyledir.

Gasbedilen şeyin durmakta olduğunu bilen kimse, bu şeyinin satışınajzin verirse, bu izin de caiz olur. Kaçan köle gibi... Serahsî'nin Muhıytı'hde de böyledir.

Fetâvâyi Hindiyye  Câmi"de şöyle denilmiştir: Bir kimse, bir başka şahıstan bir câriye gasbeder; başka bir şahıs da, bu cariyenin sahibinden bir köle gasbeder; sonra da bu gâsıplar, bu câriye ile köleyi karşılıklı olarak birbirlerine satarlar ve bu haber, köle ve cariyenin asıl sahibine ulaşınca, o da bu satışa izin verirse; bu izin caiz olmaz; geçersizdir.

Bu köle ile cariyenin sahipleri ayrı ayrı kimseler olsa ve bunlar da bu satı$a izin vermiş bulunsalardı, bu izinleri geçerli olurdu. Ve, câriye, köleyi gasbeden şahsın; köle de, cariyeyi gasbeden şahsın olurdu.

Ve, kölenin bedeli, kölenin efendisinin; cariyenin kıymeti ise, cariyenin efendisinin olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Fakat iki şahıstan biri, bir kimseden dirhemler, diğeri de aynı şahıstan dinarlar gasbedip, bunları birbirlerine karşılıklı olarak alsalar ve satsalar; bunlar birbirlerinden ayrıldıktan sonra, dirhem ve dinarların sahibinin bu alış-verişe izin vermesi hâlinde, bu izin caiz olur.

Bu gâsıplardan her biri, gasbettikleri şeylerin misillerini tazmin ederler.

Dirhem ve dinarların sahibinin izin vermemesi hâlinde ise, bu gâsıpların alış-verişleri bâtıl (= geçersiz) olur.

Paralar da, dirhem ve dinarlar gibidir.

İki gâsıptan birisi dirhemleri, diğeri ise bir cariyeyi bir şahıstan gasbedip, karşılıklı olarak mubayaa etseler; bunların asıl sahibinin razı olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur.

Cariyeyi gasbeden şahıs, dirhemleri aldıktan sonra, mal sahibi, bu satışa razı olur ve —bu sırada— bu dirhemler helak olursa; emânet, helak olmuş —gibi— olur.

Bu durumda, cariyeyi satın alan şahıs, dirhemlerinin mislini tazmin eder. (= öder.)

Eğer, cariyeyi gasbeden şahıs dirhemlerini teslim almadan önce, esas sahibi izin verir; sonra da dirhemleri teslim alır ve bunlar bu şahsın yanında helak olmuş bulunursa; bunlardan hangisini isterse, onu tazmin eder.

Müşteri tazmin ederse, —tazmin ettiğinden dolayı— satıcıya müra­caat edemez.

Satıcı tazmin ederse, onun mislini almak için, müşteriye müracaat eder. Bu durumda da, müşteri, aldığını geri satıcıya verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [91]

 

Kaçan Kölenin Satılması

 

Âbık'ın (=  sahibinden kaçan kölenin), —sahibi tarafından— satılması caiz değildir.

Ancak, bu köle geri döner ve satmış bulunan efendisi, onu müşteriye teslim ederse, İmâm Muhamnıed (R.A.)'den gelen bir rivayete göre, âbıkın satılması caiz olur.

İmâm Kerhî ve âlimlerimizden bir kısmı bu kavli almışlar; Kâdî el-İsbîcâbî de böyle zikretmiştir.

Kaçan köle ortaya çıkar ve efendisi de onu müşteriye teslim ederse, satışı caiz olmuş olur.

Bu durumda, satıcı o köleyi teslim etmekten veya müşteri onu teslim almaktan kaçınırsa, bu durumda cebredilirler. Satışı yenilemeye lüzum yoktur.

Ancak, müşteri işi mahkemeye intikâl ettirir ve satıcının köleyi teslim etmesini talep eder ve satıcının o köleyi teslim etmekten âciz olduğu hâkim huzurunda meydana çıkarsa; bu durumda hâkim, aiış-veriş akdini bozar. Kaçan köle, bundan sonra meydana çıkarsa, yeniden satış akdi yapmak lâzım gelir.

Diğer bir rivayette ise, bu satış caiz olmaz, Yeniden satış akdi yapılması gerekir.

Bu kavli, âlimlerimizden bir kısmı kabul etmiştir.

Ebû Abdullah el-Belhî de, bununla fetva vermiştir.

ŞeyhıTI-îslâm da, Kitâbü'1-Büyû' Şerhı'nde böyle zikretmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Âlimler: "Muhtar olan, budur." demişlerdir.

Birinci rivayetin te'vilî: Kölenin dönmesi hâlinde, her iki taraf da önceki satışa razı iseler ahş-veriş geçerli olur." denilmiştir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir şahıs, kölesi kaçmış bulunan efendiye gelip: "Gerçekten, senin kaçan kölen, benim yanımdadır. Onu ben yakaladım. Sen, onu bana sat." der; sahibi de satarsa; bu satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın almış bulunduğu köle, henüz müşteri teslim almadan kaçarsa,  bu  durumda müşteri   muhayyerdir:   İsterse,   bu ahş-veriş akdini bozar.

Kaçan köle hazır olmadıkça, satan şahıs, müşteriden bu kölenin bedelini talep edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir şahsın, kaçmış bulunan kölesini küçük çocuğuna satması caiz olmaz.

Ancak, bu köleyi ona veya caiz olur

Kaçan kölenin sağ olduğu, ve nerede bulunduğu bilinirse, sahibinin bu köleyi, keffâreti için azâd etmesi caiz olur. Nihâye'de de böyledir.

Bir  kimsenin gasbetmiş  bulunduğu  köle  kaçar,  sonra  da bu kölenin asıl sahibi, onu gâsıba satarsa; köle kaçmış olduğu halde, bu satış caiz olur. Zehiyre'de de böyledir. [92]

 

Harâc Arazisinin Satışı

 

Haraç arazisini satmak caizdir. Bölünmüş arazinin satılması da caizdir.

Bölünmüş arazi, imâmın (— devlet başkanının veya onun yetki verdiği kimsenin), bir topluluğa paylaştırdığı arazidir. Hâvî'de de böyledir. [93]

 

Ehâre Ve Ekâre Arazilerinin Satılması

 

Ehâre arazisi: Harap bir yerin, sahibinin emri ile alınıp, imâr edilerek, ekilip-dikilmesi ile elde edilen arazidir.

Ekâre arazisi ise: Zirâat ortağının elinde bulunan arazidir.

Bize göre, bu gibi arazileri sahipleri satarsa; satış caiz olur. İmâr eden şahsın satması ise caiz olmaz.

Bir kimsenin, ziraatçı ortağı ile akid yaptığı arazisini, bir başkasına satması hâlinde, Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Tohum hangi taraftan olursa olsun, akdin devam ettiği müddet zarfında, bu araziyi satın alma hususunda, zirâatçi ortak daha müstehaktır. Ancak, bu ziraatçı o ara­zinin satılmasına izin verirse, çalışması karşılığında ona bir ücret verilmez." demiştir.

Mecmû'u'n-Nevâzil'de şöyle denilmiştir:

Ziraatçı  ortağın,  satılmasına  izin vermesi  halinde,  bu  arazide bulunan gelirin iki hissesinin tamamı müşteriye ait olur.

Ancak, ziraat yapan şahıs izin vermezse, bu satış caiz olmaz. Bağ da, bunun gibidir.

Bağırı meyvesinin ortaya çıkmış olması ile henüz ortaya çıkmamış bulunması da müsavîdir.

Tafsilâtlı cevap şöyledir:

Tohum, ziraat yapandan ise, bunun hakkı üzerinde satış yapmak caiz olmaz.

Tohum, arazi sahibinden olunca da satış caiz olmaz.

Ancak, arazi boş ise satış caiz olur.

Keza, bağda meyve yoksa satışı caiz olur.

ZahîrıTd-Dîn'de bununla fetva verirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Arazi ekilmemiş, fakat ziraatçı burayı sürmüş ve çukurlar, arklar açmış, kanallar ve benzeri şeyler yapmışsa, zâhiru'r-rivâyede bu arazinin satışı caizdir.

Esahh olan da budur.

—Sahibi— bağı satarsa, bu satış, —orada çalışmış olsun, olmasın— âmilin (- çalışan ortağın) hakkı üzerinde geçerli değildir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir köy satın alan kimse, bu ahş-verişten mescid ve mezarlığı istisna etmezse, bu alış-veriş fâsiddir. (= bozuktur, geçersizdir.)

Bu hüküm, mescidin ma'mur olması hâlinde geçerlidir. Eğer mescid, yıkılıp harap olmuş ve halkın faydalanamıyacağı bir hale gelmişse, bu alış-veriş fasid olmaz.

Bir kimsenin satın aldığı yerde, mescid gibi bir vakıf bulunursa; bu alış-veriş caiz olmaz.

Bunu, Şemsü'l-Eimme Halvânî ve Şemsü'l-Eimme Serahsî zikretmiştir.

Ruknü'I-İslâm Aliyyü's-Sağdîise: "...caiz olur." demiştir.

Tefrîd'de de, "yukarıdaki iki imâmın Rüknü'l-İslâm'ın kavline döndükleri" zikredilmiştir. Muhtar olan da budur.

Bir kisme, mülkiyeti altında bulunan bir yerle, vakfedilmiş olan (=  mevkûfe) bir yeri beraberce satar ve bunları birbirlerinden ayır­mazsa;   bu  durumda,  mülkiyeti  altında  bulunan  yerin  satışı,   —iki kavilden birine göre—caiz olur.

Bir kimse, içinden umûma ait bir yol geçmekte olan bir yeri satın alsa, bu alış-veriş fâsid olmaz.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bu durumda, yolun hududu olmaz ve eninin boyunun ne kadar olduğu bilinmezse, bu alış-veriş fâsiddir. (— bozuktur, geçersizdir.)

Bir kimse içinde mescid bulunan bir köyü, mescidi istisna ederek ( = alış-veriş işleminden hariç tutarak) sattığı zaman, bu mescidin hudu­dunun belirtilmesi şart kılınır mı?

Bu hususta âlimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

Muhtar olan kavil, bunun şart kılınmamasıdır. Fetva da, buna göre verilmiştir.

Umûma ait yol ve havuzun istisna edilmesi de, bunun üzerinedir.

Mezarlığa gelince,bununhududunun zikredilmesi,elbette gereklidir. Ancak, mezarlığın bir tepede bulunması hâli müstesnadır. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir dağda bulunan kükürdü getirip satmakta bir beis yokfur.

Dağın taşını getirip satmakta da bir beis yoktur.

Keza, dağda bulunan fıstık ağacından bir kimsenin fıstık toplayıp getirerek onu satmasında da bir beis yoktur.

Tuz da böyledir.

Bu hükümlerin tamamı, o yerin bir şahsın mülkiyeti altında olma­ması hâlinde geçerlidir.

Bu yerin bir sahibi varsa, söylediğimiz şeylerden hiç birinin oradan alınıp getirilerek satılması caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir. [94]

 

4- Hayvanların Satılması

 

Sudaki Balıkların Satışı

 

Denizde veya kuyuda bulunan balığı satmak caiz değildir.

Bir kimsenin, bir gölü olur ve bu şahıs o gölü balık girsin diye hazırlamış bulunursa, bu havuza giren balık kendisinin olur.

Bu balığı, başka bir şahsın alma hakkı olmaz ve bu balık, tuzak ve benzerleri gibi bir av hilesi olmadan yakalanabilirse; onun satışı caiz olur.

Ancak, hilesiz yakalanamaması hâlinde, bu balığın satılması caiz olmaz.

Havuzun sahibi, bu havuzu balık için hazırlamaz ve havuza giren balığın sahibi de olmazsa, bu balığın satışı caiz olmaz.

Ancak, havuzun ağzını kapatıp, giren balık kendisinin olduğu zaman, duruma bakılır: Balık, bir hileye baş vurmadan yakalanabi-liyorsa, satışı caiz olur. Aksi takdirde, satışı caiz olmaz. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Sudaki balığın satılmasının caiz olduğu her yerde, müşteri balığı gördüğü zaman muhayyerdir.

Bu hususta gerekli tafsilât, havuz konusunda söylenmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Büyük nehirdeki balığı satmak, —satıcının, sattıktan sonra tutup teslim etmeye gücü yetse bile— caiz olmaz.

Keza, bir kimse balığı tuttuktan sonra onu elinden kaçırır ve balık satıştan sonra nehre düşerse, —satıcının, tutup müşteriye teslim etmeye gücü yetse bile— satılması caiz olmaz. "Bu durumda, ahş-veriş akdini bozmaları caizdir." denilmiştir.

Önceden görsün veya görmesin, müşterinin satın alacağı balık hakkında hıyâr-ı rü'yeti ( - görme muhayyerliği) vardır.

Bu, Ebû Hasan el-Kerhî'ye göre böyledir.

Belh âlimleri: "Satıcının bu balığı müşteriye tesiim gücü yetse bile, satması caiz değildir." demişlerdir. Yenâbi"de de böyledir.

İçinde balık ve kamış bulunan bir havuzun sahibi, balıkları ve kamışları  beraberce  s;urmı^ la, bu  balıkları  avlamaksızın yakalamak mümkün olmazsa, hepsinin  satışı da fasiddir.

Balıklan ağsız yakalamanın mümkün olması ve bundan önce de balığın tutulmamış bulunması hâlinde, yine balığın satılması fasiddir. Bu durumda, kamışın satılması da fâsid olur mu?

Âlimler: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'in kıyasına göre fasiddir.1' demişlerdir.

İmâmeyn'in kavillerine göre, bu fâsid değildir.

Sahih olan, İmâmeyn'in kavilleri üzerine de, kamış hakkındaki akdin fasid olmasıdır.

Eğer, bundan önce balık avlanmışsa, bütün alimlere göre, bu durumda satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir. [95]

 

Güvercinlerin Satılması

 

Sayıları bilinen ve teslim edilmeleri mümkün olan güvercinlerin satılmaları caizdir.

Güvercinler, güvercinlikte bulunur ve çıkacakları yer de kapalı olursa, satılmasının caiz olacağında şüphe yoktur.

Güvercinler uçmakta olduğu hâlde, geri gelecekleri bilinirse, yine satılmaları caiz olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse güvercinliğini, güvercinleri ile birlikte satmak ister ve bu satışı gece yaparsa; bu caiz olur. [96]

 

Diğer Hayvanların Satışı

 

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, suda bulunan ve çağırdığı zaman sahibine gelen uysal bir kuşu veya balığı yahut uçucu olduğu halde biraz sonra geri gelen bir kuşu satsa, bu satışı caiz olur.

Sattığı şey geri gelince, bu şahıs onu müşteriye teslim eder.

Ehlîleşmiş  bulunan  ve  bırakılınca  gidip geri  gelen  geyik  de böyledir. Yani, bu durumdaki geyiğin satılması da caizdir.

Ancak, ehlîleştikten sonra, tekrar vahşîleşen ve avlamadan yakala-namıyan geyiğin satılması caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Hilesiz yakalanarmyan, inadlaşan bir atı satmak da caiz olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.

İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfc (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir araya toplanmış olsalar bile, hilesiz yakalanamıyan arılan satmak caiz olmaz.

Ancak, kovanında bal bulunursa, bu kovanla birlikte arıyı satmak caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,bir araya toplanmış bulunan an­ları satmak caizdir. Hâvî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, an satmak caizdir. Fetva da, buna göredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ebû'I-Leys'in   Fetvâlan'nda:   "Sülük  satın  almak   caizdir." denilmiştir.

SadrıTş-Şehîd de, bu görüşü kabul etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Muhtar olan da budur.

Bir kimsenin sülük tutmaya göndermek için bir başka şahsı ücretle tutması, bİ'I-ittifak caizdir. Hulsa'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ipek böceğinin tohumunu satmak caizdir.

Fetva da, buna göredir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ipek   böceğini satmak da caizdir. Yukarıda olduğu gibi, fetva da, buna göredir. Vâkıât'ta da böyledir.

Yılan, akrep, kurbağa gibi yer haşerelerini satmak caiz olmaz.

Denizde bulunan, kurbağa ve yengeç gibi balığın haricindeki hayvanları satmak; bunların derisinden veya kemiğinden faydalanmak caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Nevazil'de şöyle denilmiştir:

Kendisinden tedavide faydalanılan yılanın satılması caizdir. Teda­vide faydalanılmayan yılanın satılması ise, caiz değildir.

Sahih olan, kendisinden faydalanılan her şeyin satılmasının caiz olmasıdır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bize göre, talimli köpeğin satılması caizdir.

Keza, kedi, vahşi hayvan ve kuşların satışı, —talimli olsaiarda, olmasalar da— bize göre caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Terbiye edilmemiş bir köpeğin, öğrenme kabiliyeti varsa satılması caiz   olur.   Aksi   takdirde,   caiz   olmaz.   Sahih   olan   da   budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur: Arslan hakkında da biz böyle söyleriz.

Arslanı avlayıp terbiye etmek mümkün olursa, onun satılması caiz olur.

Pars denilen hayvanın ve doğan kuşunun, —her durumda, terbiye edilebileceklerinden   dolayı—,   satılmaları   caiz   olur.   Zehıyre'de   de böyledir.

FetâvâyPl-Attâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Talim kabiliyeti olmayan küçük kurt yavrusunu satmak caizdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Büyük kurtla küçük kurt müsavidir, (yani, ikisinin de satılması caizdir.)" buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Fil satmak caizdir.

Maymun satmak hususunda, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den iki rivayet vardır.

Rivayetin birine göre, maymun satmak caiz olur.

Muhtar olan da budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Domuzdan başka bütün hayvanların satışı caizdir. Muhtar olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Mekke'nin evlerinin binalarını satmak caizdir. Ancak arazisini satmak caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.

Bağdat'taki hükümdarlara mahsus evleri ve çarşı dükkanlarını satmak câİ7 değildir. Ve bunda şüfa.hakkı da yoktur. Tehzîb'de de böyledir. [97]

 

5- İhramı! Bir Kimsenin Av Satması Ve Haram Olan Şeylerin Satılması

 

İhram 11 bir salısın av satması caiz değildir.

Ktvâ, Harem bölgesinin avını satmak da caiz değildir. Muhıyl'te de böyledir.

Harem bölgesinde, —ihramlı olsun, ihramsız olsun— her hangi bir   kimsenin   av   satması   haramdır;   caiz   değildir.   Sirâciyye'de   de böyledir.

Harem bölgesindeki ihramsız iki kimse, HılI bölgesinde birbirle­rine av satsalar, İmâm Ebû Haııîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olur.

Fakat bu av, Harem'den HıIPe çıktıktan sonra teslim edilir. İmâm   Muhammed   (R.A.)'e  göre,   bu   caiz  olmaz.   Serahsî'nin MuhırlTnde de böyledir.

Yanında başka bir kimsenin avı bulunduğu halde ihrama giren bir kimse, bu avı, ihramsız bulunan sahibine satarsa, bu caiz olur.

Bu muhrim (= ihramlı şahıs), o avı teslim etmeye cebredilir. Bu av telef olursa, ceza gerekir.

İhramlı bir şahıs, av satın alması için, ihramsız bir şahsı vekil tayin eder; vekil de satın alırsa; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur.

İmâmeyn'e göre ise, bu ahş-veriş bâtıl (- geçersiz) olur. Hâvî'de de böyledir.

İhramsız bir kimsenin, ihramlı bir şahsı, av almaya veya satmaya vekil tayin etmesi caiz olmaz.

Bir kimse, başka bir şahsı, av ahş-verişi için vekil tayin ettikten sonra, ihrama girer ve vekil de, —müvekkili adına— av alır veya satarsa; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre câîz olur.

İmâmeyn'e göre ise, bu bâtıldır. (=  geçersizdir.) Muhıyt'te de böyledir.

îhramsız bir kimse, yine ihramsız olan başka bir kimseden av satın alır; ancak, bunlardan birisi ihrama girene kadar satın alınan av teslim edilmezse, bu alış-veriş bozulur. Hâvî'de de böyledir.

Kitabîlerden başka, mecûsî ve mürtedlerin kestiği hayvanları alip-satmak caiz olmaz.

Keza, keserken, kasden besmeleyi terk etmiş bulunan bir kimsenin kestiği hayvanın da, alınıp-satılmasi caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Aklı yetmeyen çocuğun ve delinin kestiği hayvanın da, alınıp-' satılması caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İhramhnın kestiği avın almıp-satılması da, caiz değildir.

Harem bölgesi dahilinde, ihramsız bir şahsın boğazladığı avın da alınıp-satılması caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Ehl-i kitabın (=  Hıristiyan ve Yahudilerin) kestiği hay\anların alınıp-satılması caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ehl-i kitabın, mundar ölmüş bir hayvanı, kendi aralarında da aiıp-satmaları caiz değüdir.

Şayet bunlar, hayvanı boğazlarlar veya hayvanlar, birbirlerine vurmak suretiyle ölürlerse, aralarında alınıp-satilmaları caiz olur. Vâkıâi'ta da böyledir.

İki  zimmî (-   islâm  devletinin müslüman  olmayan  yutdaşı), karşılıklı olarak şarap veya domuz alış-verişinde bulunduktan sonra, fakat teslim-tesellüm işlemi gerçekleşmeden önce, bu şahıslardan ikisi veya biri müslüman olursa; yaptıkları bu alış-veriş bozulmuş olur.

Şayet, şarap satın alan zimmî, bunu teslim aldıktan sonra, bu zimmîlerin ikisi veya biri müslüman olursa, —bedelini ödesin veya ödemesin bu alış-veriş caiz olmaz.

Zimmînin, müslüman bir köle satın alması caizdir.

Müslüman bir köle satın almış bulunan zimmî —küçük olsun, büyük olsun,— onu satması için cebredilir. Tecnîs'ten naklen Tatarhâ­niyye'de de böyledir.

Şayet bir kâfir, diğer bir kâfirden, müslüman bir köle satın alırsa; onu geri vermesi için cebredilir.

Satın alan da, bu köleyi satması için zorlanır.

Zimmînin, bu köleyi azâd etmesi veya müdebbere kılması caiz olur.

Keza, bir zimmînin, satın almış bulunduğu cariyeyi, mükâtebe etmesi de caiz olur.

Keza, bir zimmînin Kur'ân-ı Kerîm satın alması da caizdir.

Keza,bir zimmînin,bir müslümanın kölesinin yansını satın almsı da caizdir. Bu durumda hüküm, tamamını satın alması hâlindeki hüküm gibidir.

Alış-veriş akdi yapanlardan biri müslüman, diğeri zimmî olursa, ikisinin  arasında yapılan  alış-veriş,  —ancak,  iki  müslüman arasında yapılması hâlinde caiz olacak cinsten ise— caiz olur.

Bir müslümamn, bir zimmîyi, şarap ahm-satımı için vekil tayin et-oıesi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.

İmâmeyn'e göre ise, bu caiz değildir.

Müslüman bir köle, hıristiyan yetimlere teslim edilirse; bunlar, bu köleyi satmak için cebredilir.

Bu yetimlerin vasîsi varsa, o köleyi bu vasî satar. Şayet, bu yetim­lerin vasîsi yoksa, hâkim bunlara bir vasî tayin eder ve bu vasî yetimler adına o köleyi satar.

Müslüman bir şahsın, müslüman bir köleyi, bir kâfire bağışlaması veya ona sadaka olarak vermesi, köleyi ona teslim etmişse caiz olur.

Bu kâfir de, bu köleyi satmaya cebredilir. Hâvî'de de böyledir.

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

Fil ve diğer hayvanların kemiklerini alıp-satmakta bir beis ( = sakınca) yoktur.

Ancak, insan kemikleri ile domuz kemikleri ahnip-satilamaz.

Bu hüküm, fil ve diğer hayvanların kemiklerinin üzerinde, et bulunmadığı zaman geçerlidir. Kemiğin üzerinde et olursa, —bu et necis olduğu için— alınıp satılması caiz değildir.

Sem erkan d Ehli'nin Fetvâiarı'nda şöyle denilmiştir:

Bir kimse köpeğini kesip etini satsa, bu caiz olur.

Keza, eşeğini kesip, etini satsa, bu da caiz olur.

Âlimler, bunlar kesildikten sonra etlerinin temiz olup olmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Sadru'ş-Şehîd ise, temiz olduğunu ihtiyar etmiştir.

Domuzun kesilip etinin satılması caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Vahşî hayvanlar ve eşekler kesildikleri takdirde, etlerinin alınıp- . satılması, sahih rivayete göre caizdir.

Ölmüş olan vahşî hayvanların etini ahp-satmak caiz değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eşeğin,  katırın   ve   vahşî   hayvanların   derileri,  Icesilmiş   ve dibağlanmış olmaları   halinde alınıp satılmaları caizdir. Aksi takdirde caiz değildir.

Bu hüküm, bütün derilerin kesilme ve dibağlanma ile temiz  olma­sına binâendir.

Ancak, insan ve domuz derileri müstesnadır.

Kesilmekle temiz olan derilerden intifa etmek (=  faydalanmak) caizdir. Bunlar, alınıp satılabilirler.

Ölmüş bir hayvanın kılından, kemiğinden, yününden, boynu­zundan faydalanmakta bir sakınca yoktur. Bunların alımp-satılmaları da caizdir.

Ölmüş hayvanların sinirleri hakkında iki rivayet vardır. Rivayetin birine göre, bunlardan faydalanılması ve alınip-satılmaian caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Domuz kılının alınıp-satilması caiz olmaz.

İnsan kıllarının da alımp-satılması ve bundan faydalanılması caiz olmaz.

Sahih olan budur. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, mübarek kılları, kendisinde bulunan bir kimseden   alınsa ve —alış-veriş şeklinde değil de— hediye olarak, bu şahsa büyük bir bahşiş verilse, bundu bir beis yoktur. Sirâ-ciyye'dede böyledir.

Hür  olsun,  câriye olsun,  hiç  bir  kadının sütünü satmak, bardakta bile olsa— câiz değildir. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Kbû   Yûsuf (R.A.)'a göre, cariyenin sütünün alınıp satıl­ması caizdir.

Muhtar olan da budur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Anasının  karnında olan  şey için,  alış-veriş akdi  yapılamaz. Bedâi'Me de böyledir.

Hür bir kimseyi, şarabı, domuzu ve İaşeyi almak ve satmak caiz olmaz. Tehzîb'de de böyledir.

Hayvanların gübrelerini almak, satmak ve ondan -faydalanmak caizdir.

İnsan dışkısına, dışkıdan fazla toprak katılmadan, ondan .fayda­lanmak câizdeğildir.

Keza, insan dışkısının alım-satımı da,ona dışkıdan fazla toprak katılmadan, caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Hayvanların  terslerini   (tezeklerini)   toplayıp   satmak   caizdir. Toplamadan satmak caiz değildir. Sirâdyye'de de böyledir.

Çok miktardaki güvercin tersini, satın almak, satmak ve hîbe etmek caizdir. Kunye'de de böyledir.

—Şarap veya farenin, yağa veya hamura karışması gibi— helâl ile haram birbirlerine karışır ve hangisinin fazla olduğu bilinmez-yahııt eşil miktarda olurlarsa, bunun alınip-satılmasında bir beis yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Yememek şartıyle, bundan faydalanmakta da bir beis yoktur.

Hâniye'de şöyle zikredilmiştir:

Sirke veya zeytin yağının içine, bir damla sidik veya bir damla ^m düştüğü zaman, bunların alınıp-satılmaları caiz olmaz. Tatarhânîy>r ık de böyledir.

İçinde, haramı daha çok bulunan katışık bir şeyin alınıp-satılmasi caiz olmaz.

Keza, zeytin yağının içine, ölmüş bir hayvanın et yağı düştüğünde, zeytin yağı daha fazla olursa, bunun alınıp-satılmasi caiz olur. AiK.ık, bu karışımda et yağı fazla olursa, alınıp-satılmasi caiz olmaz.

İntifadan (= faydalanmaktan) kasıt: —Helâlin fa/la olması hâünde— bu şeyden vücûdun dışında faydalanmaktır. Bununla, vücuda bir fayda sağlanması caiz olmaz. Muhıyl'tc de böyledir.

Gitar, davul, zurna, tef, tavla zarı ve benzerlerinin alınıp-satılma­ları, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.

İmâmeyn'e göre, bunların —kırılmadıkça— alınıp satılmaları caiz olmaz.

Bu mes'ele, el-Asl'ın icârât bölümünde, tafsilatsın olarak zikre­dilmiş ve Siyeru'l-Kebîr'de, İmâmeyn'in kavillerinden tafsilatlı olarak bahsedilmiştir. Şöyleki:

Bir kimse, çalgı âletini kullanmiyacak bir şahsa satar; o şahıs da bu âleti, —kırmadan— kullanacak bir kimseye satarsa, bunda bir beis yoktur.

Ancak, bu şahsın, çalgı aletini, kullanacak bir şahsa; o da, —kırmadan- kullanacak başka bir şahsa satarsa, bu durumda onu satmak caiz olmaz.

Şeynu'l-İslâm: "el-Asl'da zikredilen şey, Siyer-i Kebîr'de zikredi­lene tafsîlen hamledilir" demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Çalgı âletlerini telef eden şahıs, bunları hâkimin emri ile telef etmişse, tazmin etmesi gerekmez.

İmâmeyn'in kavillerine göre, bu şahıs, çalgı âletlerini, hâkimin hükmü olmadan telef etmiş olsa bile, onları tazmin etmesi gerekmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetva da, İmâmeyn'in kavline göredir. Tehzîb'de de böyledir.

Bir kimse, kendi yerinde, bir köleye, devesini otlatacağı şeyi veya kuyusunun suyunu —bunları köle görmeden— satsa; bu caiz olur.

Keza, bir satıcı, bu köleye, kendisinin veya müşterisinin cariyele­rinden  birini,  —hangisi  olduğunu  belirtmeden— satsa,  bu  satış  da akdedilmiş olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Şarap hâriç, haram olan bütün içkilerin alınıp-s atılması caizdir. Bunları, helak eden kimselerin tazmin etmeleri gerekir.

İmâmeyn'e göre ise, bunları alıp-satmak caiz olmaz* Bunları, helak eden şahısların tazmin etmeleri de gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

FetâvâyiM-AttâbSyye'de şöyle denilmiştir:

Kendisinden şarap yapılan şırayı alıp-satmakta bir beis yoktur.

Üzerine kilise yapacak olan bir şahsa yer satmakda bir beis yoktur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mükâtep, müdebber, ümm-ü veled ve bir kısmı azâd edilmiş bulunan  köle  veya  cariyelerin  satılması   caiz  değildir.  Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, ümm-ü veledini satıp, onu müşteriye teslim etse bile, müşteri onun sahibi olamaz.

Bize göre, bir kısmı azâd edilmiş köleyi ve müdebbereyi satmak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mükâtebin kendisinin satılmasına razı olması hâlinde iki rivayet vardır. Zahir olan rivayete  göre,  bu  mükâtebin   satışı   caiz  olur.

Hidâye'de de böyledir.

Mecma'da şöyle zikredilmiştir:

Kendisinin satılmasına razı olan bir mükâtebin satılması, fâsid değildir.

Muhtar olan budur. Âlimlerimiz, bu görüş üzerindedirler. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Hür, ümm-ü veled, müdebber veya mükâtep müşterinin elinde helak olursa, müşteri tazmin etmez.

İmâmeyn'e göre, bu müşteri, müdebber ve ümm-ü veledin kıymetini tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den de rivayet edilmiştir. Mükâtep ise, bunun hılâfmadır. Müşteri onu teslim alır ve onun yanında ölürse, bi'1-ittifak tazmin etmez. Kâfî'de de böyledir.

Bir  kimse,  kitabet bedelini  ödemeyen bir mükâtebi veya bir ümm-ü veledi satar ve parasını da alırsa, ona fâsid bir mülkiyet ile mâlik olur.

Ve bu durumda, ümmü veledin ahm-satırm, —sadece— kendi nefsi için caizdir. Müdebber de böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kan veya lâşe satın alan şahıs, bunun sahibi olamaz. Çünkü, bu bir mâl değildir. Bunlarda mâl olma vasfı bulunmadığı için, hüküm böyledir.

Dibağlanmış derinin alımı-satılması ve kişinin onu yanında bulun­durması caizdir.

Bir kimse, lâşe veya kan karşılığında bir köle satın alır ve bu köle, böyle satın alan şahıs teslim aldıktan sonra helak olursa, bu şahıs onun kıymetini öder mi?

Siyer-i Kebîr'de: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ödemez." denilmiştir.

İrnâmeyn'e göre ise, öder. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir.

Şemsü'I-Eimme Serahsî: "...gerçekten ödemez." demiştir. Sahih olan da, budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Cariyelerin çocukları, efendilerinin usûlü yerindedirler.

Keza, kitabet hâlinde, müşterinin çocuğu ve anası babası usûl yerindedir. Yakınlarından, bunlardan başkası kitabete dâhil olmazlar. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'niri kavillerine göre, onların alınıp-satılmalan caizdir. İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir. [98]

 

6- Ribâ ( = Faiz)

 

Ribâ ( = faiz): Şer'an, iki malın birbirleri ile mübadelesinde, taraflardan birinin, karşılıksız olarak verdiği fazlalık demektir.

Mekîlat (= kile yani ölçek ile ölçülen şeyler) ve mevzûnât (- terazi ile tartılan şeyler) tam olan bütün malların , kendi cinsleri ile alınıp satılması —bir tarafın fazla olması hâlinde— faizdir ve haramdır.

Bunun illeti (= sebebi), kadr (= miktar) ve cinstir.

Biz, kadr'le ( = miktarla), içinde ölçüm işlemi yapılan —her hangi bir— ölçeği ve kendisi ile bir şey tartılan teraziyi kasdediyoruz.

Dolayısiyle, buğday, arpa, hurma, tuz gibi, ölçekle ölçülen veya altın, gümüş gibi terazi ile tartılan yahut, cinsi tartı ile alınıp satılmayan şeylerin alınıp satılmasında, bir taraf, diğer taraftan fazla olursa, bu alış-veriş sahih olmaz. Bunların iyisi ile kötüsü de müsavidir.

Hatta, içinde ribâ (= faiz) bulunan iyi bir malı, —aynı cinsten— kötü bir mal karşılığında alıp satmak sahih olmaz.

Ancak, yarım sa'dan az olan şeylerde, misli misline olmak şartıyla, böyle yapmak, (yani, bir avuç veri, iki avuç almak; bir elma verip iki elma almak) müstesnadır.

Mekîlât veya mevzûnattan olan —yiyecek maddelerinin haricindeki— kireç ve demir gibi şeyleri, kendi cinsi ile ve biri diğerinden fazla olarak almak ve satmak, bize göre caiz değildir.

Şayet miktar ve cins ikisinde de aynî olursa, bu fazlalık haram olur.

Bu durumda nesâ (= ertelemek, geri bırakmak, veresiye vermek) da haram olur.

Eğer bu ikisinden (yani cins ve miktar beraberliğinden) , biri bulunur, diğeri bulunmazsa; bu durumda verilen fazlalık helâl; veresiye satış ise haram olur. İkisinin de bulunmaması hâlinde ise, hem fazlalık, hem de veresiye vermek heiâl olur. Kâfî'de de böyledir.

Alış-veriş işleminde,  kendisinde  fazlalık bulunmasının  haram olduğu hususunda Resûlullah (S.A.V.) Efendimizden nas varid olmuş bulunan her hangi bir şey, —o zaman— mekîlât (= ölçülen) cinsten ise, o şey ebediyyen mekîlât cinsindendir.

İnsanlar, o şeyi ölçmeyi terketmiş olsalar bile, hüküm böyledir.

Buğday, arpa, hurma ve tuz gibi şeyler mekîlâttandır.

Mevzûnattan (= terazi ile tartılan şeylerden) olduğu hususunda, Resûiullah (S.A.V.) Efendimizden nas varid olan herhangi bir şey de, ebediyyen mevzûnâttandır.

İnsanlar, bu gibi şeyleri tartmayı terketmiş olsalar bile, bunlar hakkındaki hüküm budur.

Altın ve gümüş gibi şeyler mevzünât'tandır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir  şey  hakkında nas  bulunmadığı  halde, o şey  Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in zamanında mekîlâttan biliniyorsa, o şey de ebe­diyyen mekîlâttandır.

Bu şey, bizim zamanımızda terazi ile tartılıyor olsa bile, hüküm böyledir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in zamanında, mevzûnattan olduğu bilinen her hangi bir şey de, böylece mevzûnâttandır.

Hakkında nas bulunmayan ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanındaki durumu da bilinmeyen şeylerde, insanların örfüne itibar edilir. İnsanlar o şeyi mekîlâttan biliyorsa, o şey mekîlâttan; mevzû­nattan biliyorsa, o şey mevzünât'tandır.

İnsanlar, bu şeyi, hem ölçülen, hem de tartılan bir şey olarak biliyorlarsa; o şey hem mekîlât'tan, hem de mevzünât'tandır.

Bunların tamamı,  İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavilleridir. Muhıyt'te de böyledir.

Doiayisiyle, bir kimse, buğdayı kendi cinsi ile ve müsâvî (= eşit) olarak tartarak satsa veya altını, kendi cinsi ile, eşit olarak ölçerek satsa, —her ne kadar, insanlar arasında bunların böyle satıldığı biliniyor olsa bile— bu satış, bu iki imamımıza göre caiz olmaz.Kâfi'de de böyledir.

Bir kimsenin, mekîlâtı mevzûnât ile veya mevzûnâiı mekîlât ile satması, —bunlar müsâvî olsalar bile— caiz olmaz.

Şeyhu'1-İmâm şöyle demiştir:

Bir şeyin mekîlat'tan olduğu nas ile sabit olunca; o şeyi, —mevzûnattan imiş gibi— tartarak, dirhemler karşılığında satmak caiz olur.

Keza, bir şeyin mevzûnât'tan olduğu nas ile sabit olunca; o şeyi, dirhemler karşılığında, —mekîlâttan imiş gibi— Ölçerek satmak da caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Menn ve okıyye (= batman ve okka) ile satılan, yağ ve benzen şeylerin tamamı mevzûnâttandır. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Mebsût'ta şöyle zikredilmiştir:

Eskimiş buğdayla, taze buğday aynı cinstendir. Keza, akar su ile sulanan yerin buğdayı ile yağmur suyu ile sulanan yerin buğdayı aynı cinstendir.

Hurma da, —vasıflan ayrı olsa bile— engini ile yükseği; iyisi ile kötüsü aynı cinstendir.

Keza, sert hurma ile yumuşak hurma da bir cinstendir. Zahîriyye'de de böyledir.

Yetimin malına da, yeni olana itibâr edilir. Bir yetimin vasîsinin,bu yetimin yeni malını, eskisi karşılığında satması caiz değildir.

Vakfın da böyle olması uygundur. Nehrn'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir yumurtayı, iki yumurtaya; bir hurmayı, iki hurmaya; bir cevizi, iki cevize, satmak sahihtir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bizzat bir pulu, iki pula satmak sahihtir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu caiz değildir. Kâfî'de de böyledir.

Keza, incir, zerdali, armut, nar, erik gibi kurutulabilen meyvelerin yaşını   yaşı ile kurusunu da, kurusu ile satmak caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Nâtıf denilen bir nevi helvayı, daha fazla hurma ile satmakta bir beis yoktur.

Ancak, hurmanın nâtıfla satıldığı yerlerde bu şekilde fazlası ile satmak caiz değildir. Bu, nesîe (- veresiye) olduğu zaman böyledir.

Fakat, hurmanın ölçekle satıldığı yerlerde, bu şekilde veresiye verilmesi de caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû'l-Hasan el-Kerhî, şöyle demiştir:

Aslında, hurma ağacında biten bütün hurmalar bir cinstir.

Ancak, diğer meyvelerin tamamı, bir ağaçtan bitmiş olmaları hâlinde bir cins sayılabilirler.

Çeşitleri değişik olsa bile, bütün yaş üzümler bir cins sayılır.

Keza, bütün armutlar da bir cins sayılırlar; çeşitlerinin değişik olmasında da fark yoktur.

Keza, bütün elmalar da bir cinstir.

Yaş üzümün bir çeşidini, diğer bir çeşit yaş üzümle ve daha fazlası ile satmak caiz olmaz.

Elma ve armut da buna göredir.

Fakat, armudu, daha fazla elma ile satmak caizdir.

Keza, elmayı,daha fazla yaş üzümle satmak da caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Yaş üzümü pekmez karşılığında satmak, nasıl olursa olsun caiz olur. Kunye'de de böyledir.

Islak buğdayı, ıslak buğday ile; ıslak buğdayı, kuru buğday ile; yaş buğdayı, yaş buğday ile; yaş buğdayı, kuru buğday ile; yaş baklayı, yaş bakla ile; kaynatılmış kuru üzümü, kaynatılmış kuru üzümle; kay­natılmış kuru üzümü, kaynatılmamış kuru üzümle satmak İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, caizdir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bunlar caiz değildir. Ancak, ikisinin de kurumuş olduğu ve eşit miktarda bulunduğu bilinirse o zaman caiz olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Kaynatılmış buğdayın, kaynatılmamış  buğdayla satılıp satılamıyacağında ihtilâf vardır: Sahih olan, ölçülerinin müsâvî olması hâlinde, bunun caiz olmayacağıdır.

Fakat, kaynatılmış buğdayı, kaynatılmış buğdayla satmak, ölçülerinin müsâvî olması hâlinde caizdir. Muhıyt'te de böyledir.  Buğdayı un veya kavutla satmak, ölçüleri müsâvî olsa da, biri fazla bulunsa da sahih değildir.

Bize göre, ölçülerinin müsâvî olması hâlinde, unu unla satmak caizdir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, unu kavut ile satmak, —ister ölçüleri müsâvî olsun, ister biri fazla bulunsun— sahih değildir. Kâfî'de de böyleidr.

Kepeği un ile satmak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, itibar yolu ile caizdir. Şöyleki: Alış-verişe konu olan kepek, unun içinde bulunan kepekten çok olursa, o zaman caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu alış-veriş itibar yolu ile caiz olmaz. Ancak, ölçülerinin müsâvî olması hâlinde caiz olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimsenin, tartarak, —ölçek ile ölçerek değil— unu, un ile satması caiz olmaz.

Nitekim, tartarak, buğdayı buğdayla satmanın caiz olmadığı gibi... Kavrulmuş unu, kavrulmuş unla satmak; kepeği, kavrulmuş unla satmak; unu, unla satmak gibidir.

Elenmiş unu, elenmemiş unla satmak, —müsâvî oldukları zaman— caizdir. Zeftıyre'de de böyledir.

Unu, katkıntılı unla satmak caizdir. Kunye'de de böyledir.

Buğdayı, ekmekle; ekmeği, buğdayla; ekmeği, unla; unu, ekmekle satmak, —ister müsâvî olsunlar, ister birisi fazla bulunsun— âlimleri­mizin bir kısmına göre caizdir.

Fetva da, bunun üzerinedir.

Çünkü buğday, mekîlâttandır. (- ölçekle ölçülen şeylerdendir.)

Keza, un ve ekmeğin mevzûnât'tan sayıldığı yerlerde de, —ister, eşit olsunlar; ister, birisi fazla bulunsun—, ikisi de peşin olarak veriliyor­larsa, bir birleri ile alınıp satılmaları caizdir.

Birisinin veresiye alması hâlinde de, ekmek peşin ise, âlimlerimize göre yine bu alış-veriş caiz olur.

Buğday veya un peşin olur da, ekmek veresiye olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu alış-veriş caiz olur. Ve bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen başka bir rivayettir.

Fetva da, bunun üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Cinsleri değişik olursa, bir ekmeği, iki ekmeğe satmakta bîr beis yoktur. Bu bir nasdır. Âlimlerimize göre, —nasıl olursa olsun— ekmeği satmak caizdir. Kunye'de de böyledir.

Müctebâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir çöreği —peşin vererek—, veresiye iki çörek mukabi­linde satsa; bu alış-veriş caiz olur.

Şayet, iki ekmek —peşin verilerek—, veresiye bir ekmek mukabi­linde satılsa; bu alış-veriş; caiz olmaz.

Ekmek ufaklarını, nakden veya veresiye satmak, —nasıl olursa olsun— caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tartı ile ve sayı ile borç olarak ekmek almak caiz değildir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, teamül olduğu için, tartı ile de, sayı ile de, borç olarak ekmek almak caizdir.

İmâm Ebû Yûsuf ise: "Tartı ile, ekmek borç almak caiz olur." buyurmuştur.

Fetva da, bunun üzerinedir. Tebyîn'de de böyledir.

Mecmâu'l-Fetâvâ Şerhı'nde: "Fetva, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli üzerinedir." denilmiştir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, unu, kavrulmuş unla satmak caiz değildir. Eşit olmaları veya birinin diğerinden fazla bulunması arasında da bir fark yoktur.

İmâmeyn'e göre ise, bunlar alış-veriş esnasında teslim edilirlerse; birbirlerine eşit olsalar da, biri diğerinden fazla bulunsa da, alınıp-satılmaları caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Miktarını açıklamadan, götürü usulle, buğdayı buğdayla satmakta bir hayır yoktur.

Âlimler, bu hususta şöyle demişlerdir: "Bu, buğday ölçekle ölçülebildiği zaman böyledir. Fakat, buğday az olduğu zaman, bu şekilde satış yapmak caiz olur."

Keza, ölçülen ve tartılan şeylerin hepsi böyledir.

Buğday, başka buğdayla, götürü usûlü ile satıldıktan sonra ölçülürse, birbirlerine eşit miktarda olsalar bile, bu alış-veriş caiz olmaz.

Asıl olan: Her yerde, şer'î ölçüde şart olan, iki bedel arasındaki benzeyişe itibar edilir. Akdin caiz olması için, akde başlandığı sırada, ölçüdeki denkliği (= eşitliği, benzeyişi) bilmek şarttı. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir yiyeceği, benzeri bir yiyecekle satın aldığı zaman, satın aldığı şeyin ayak kirası (nakliye masrafı) kedisine aittir.

Aldığı şeyi, teslim almadan, o meclisten ayrılmasında bir beis yoktur.

Bize göre, yiyeceğin yiyecekle, karşılıklı olarak alınıp satıldığı zaman, aynı mecliste, karşılıklı teslim-te^pihim işlemini vaomak şart değildir.  Yiyeceklerin aynı cinsten  olması  ile ayrı cinslerden olması arasında da bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, buğdayı, daha fazla arpa alarak, peşin satsa, bu alış-veriş caiz olur. Arpanın içinde, buğday taneleri bulunmakta olsa bile hüküm böyledir.

Keza, buğdayın buğdayla satılması hâlinde, bu alış-veriş, ancak miktarlarının müsâvî olması hâlinde geçerli olur.

Bu durumda, her iki tarafta da, arpa tanelerinin bulunması bir zarar vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'rîa da böyledir.

Bir  kimsenin,  başağında bulunan  buğdayı,  sürülüp  harman edilmiş buğday karşılığında satın alması, bize göre caiz olmaz.

Fakat, biçilmiş buğdayı, ölçülen buğdayla kabala usûlü satarsa; bu durumda bırakmayı şart koşmaması hâlinde bu alış-veriş caiz olur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Kitâbü'I-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin, zeytin yağım, "zeytinle; susam yağını, susamla; sırtında yünü olan koyunu, yünle; memesinde süt olan koyunu, sütle; şırayı, yaş üzümle; yaş üzümü, pekmezle; sütü, yağ ile; pamuğu, pamuk tohumu ile; hurma çekirdeğini hurma ile1 veya İçinde altın sahifeler bulunan bir evi, altınla; gümüş kakmalı bir küıcı gümüşle yahut buğdayı, başaktaki buğdayla satsa; bize göre, bu ahş-verişler caizdir.

Ancak bu hüküm, halis olan ve ayrılmış bulunan şeyin, gizli olandan fazla olması hâlinde geçerlidir.

Fakat, ayrılmış şey diğerinden az veya diğeri kadar olur yahut durum bilinmezse, bi'1-icma' bu alış-veriş caiz olmaz.

Bu hüküm, gizli olanın, diğerinin bedelinden daha kıymetli olduğu zaman geçerlidir. Eğer daha kıymetli olmazsa, alış-veriş caiz olmaz. Yağı, kaymakla satmak gibi...

Fakat, hâlis yağın, kaymakta olan yağ kadar olduğu bilinirse; bu durumda alış-veriş caiz olur.

Bu kayıd, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den nas olarak rivayet edilmiştir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimsenin, pamuğu, pamuk ipliği karşılığında satması caizdir. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Ezher olan da budur.

Bir kimsenin, atılmış pamuğu, atılmamışı karşılığında satması, hâlis pamuğun, diğerinden fazla olduğunun bilinmesi şartıyla, caiz olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Ham bezi, pamukla satmak, —nasıl olursa olsun— caiz olur. Bu, bi'I-icma' böyledir. Hidâye'de de böyledir.

Pamuk ipliğini, pamuk bezi karşılığında peşinen satmakta bir beis yoktur.

Keza, her cins ipliği, kumaşı karşılığında satmak, —tartılarının eşit olmaması şartıyle— caizdir. Kunye'de de böyledir.

Terbiye  edilmemiş bir  ölçek susamı, terbiye edilmiş  susam karşılığında satmak caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Benefsec (= menekşe) yağı ve hıyerî yağ iki ayrı cins yağdır. Asılları ayrı cinsten olan muhtelif yağlar vardır. FethıTI-Kadîr'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir buçuk ölçek terbiye edilmiş susamı beş ölçek terbiye edilmemiş susam karşılığında peşinen satmak caiz olur.

Ancak, bunlar ölçü bakımından müsâvî olurlarsa, bu alış-veriş caiz olmaz.

Keza, bir kimse, kavrulmuş una yağ ve şeker katarak helva yapar ve bu helvayı yağ ve şeker katılmayan kavrulmuş un karşılığında satarsa, bu caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, kesilmiş bir koyunun eti ile, yüzülmemiş bir koyunun etini satın aldığında, eğer yüzülmemiş koyunun eti, kesilmiş koyunun etinden az veya tam o kadarsa veya durum bilinmiyorsa; bu alış-veriş caiz olmaz.

Ancak, yüzülmemiş koyunun eti kesilmiş olan koyunun etinden fazla ise, bu alış-veriş caiz olur.

Bir kimsenin, kesilmiş bir koyunun'eti karşılığında, sağ bir koyunu satın alması, kıyâsen caiz olmaz. Ancak, bu durumda, etin, o koyunun etinden çok olduğunu bilmekte olması gerekir.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in, istihsândaki kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu alış-veriş her durumda caizdir. Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.

Bu durumda, onların belirlenmiş olması şart kılınmıştır.    Bu ahş-verişin  veresiye  yapılması   da  caiz  değildir.-  Nehru'l-Fâık'ta  da böyledir.

Bir kimsenin, diri bir koyun karşılığında, kesilmiş bir koyun satın alması, bi'I-icma' caizdir.

Kesilmiş fakat yüzülmemiş bir koyunla, iki adet sağ koyun satın alması da caiz olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimsenin, kesilmiş ve derisi yüzülmüş iki koyunu, kesildiği hâlde, yüzülmemiş olan bir koyun karşılığında satın alması caiz olur.

Çünkü, et, eti karşılamaktadır. Kesilmiş ve derisi yüzülmüş iki koyundaki et fazlalığı, diğer koyunun fazlalığı hizasındadır.

Eğer, bir kimse, kesilmiş ve derisi yüzülmemiş iki koyunu, kesilmiş ve yüzülmüş bir koyuna satın alsa, bu caiz olmaz.

Çünkü, etin fazlalığı faizin düşmesi ile beraberdir.

Bİr kimsenin, yüzülmemiş iki koyunu, kesilmiş ve yüzülmüş bir koyun karşılığında satması da caiz olmaz. Çünkü, ikisi de ettir ve fazlalığı faizdir.

Ancak, bunlar tartıda eşit olurlarsa, o zaman, bu şekilde satması caiz olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Etler hususunda, bu etlerin asıllarına itibar edilir, Bu sebepledir ki, sığır ve manda bir cins sayılır. Ve, bunlardan birinin etini, diğerinin etinin fazlasıyla satmak câız değildir.

Develer de bir cinstir. Arap olsun, buht olsun fark etmez. Keza, ganem (= davar, koyun ve keçi) bir cinstir; Zehıyre'de de böyledir.

Develerin, sığırların ve davarların etleri de, sütleri de, ayrı ayrı cinslerdendir.

Bunlardan bazısını, bazısı ile fazlasına peşinen satmak caizdir.

Bu şekildeki alış-verişin veresiye yapılmasında bir hayır yoktur.

Keza, koyun kuyruğu, et, iç yağı ayrı ayrı cinslerdir.

Bunların bir kısmını, diğer bir kısmı ile peşin olarak ve fazlasıyle satmak caizdir. Ve, bu alış-verişin de, veresiye yapılmasında bir hayır yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sırttaki yağ, ete tâbidir.

İç yağı ile kuyruk yağı da, ayrı ayrı cinslerdir.

Bunların, —bir birleri— ile veresiye alınıp satılmaları caiz değildir.

Başlar, bacaklar ve derilerin, —bir birleri ile— her şekilde, peşînen satılmaları caizdir. Veresiye —bu şekilde— satılamazlar. Fethu'l-Kadîr' dede böyledir.

Şarap sirkesi ile şeker sirkesini, bir birleri ile fazla vermek suretiyle alıp-satmak caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Hurma  sirkesi  ile  yaş  üzüm  sirkesini  mütefâdilen   (=   biri diğerinden   fazla   olarak)   alıp-satmak   caizdir.   Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Sirkeyi, sıkılmış üzüm veya hurma suyu ile mütefâdilen (= biri diğerinden fazla olarak) satmak caiz olmaz. Çünkü, bu sıkılmış su, —-ileride— sirke olur. Zahîriyye'de de böyledir.

İbnü Semâ'a, Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Yağsız yoğurd, yağlı yoğurdun iki katı olması hâlinde, bunların bir birlen ile alınıp satılmalarında bir beis yoktur.

Yağsız yoğurdun bir, sütün ise, —onun— iki —misli— olması hâlinde, bunların bir birlerine karşılık olarak alınıp satılmalarında hayır yoktur. Çünkü sütün içinde, daha fazla kaymak bulunur.

Peşin olarak, bir kuşun etini, iki kuşun eti karşılığında satmakda bir beis yoktur.

Bu alış-verişi veresiye yapmakda bir hayır yoktur.Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

İrnâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin: "Kuş etinin, başka kuş etleri  ile  biri  fazla  olarak  alıp-satması,—  nev'iieri  bir  olsa  bile— caizdir." dediği rivayet olunmuştur, Hâvî'de de böyledir.

Bir tavuğu, kesilmiş ve kızartılmış iki tavuk karşılığında satmakta bir beis yoktur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir balığı, iki balık karşılığında satmakta —tartılmamış olmaları hâlinde— bir sakınca yoktur.

Aynı cinsten olan ve tartılan balıkların, fazlah noksanlı satılma­larında bir hayır yoktur.

Ancak, misli   misline   olursa,   bu   durumda   bir   beis   yoktur.

Zahîriyye'de de böyledir.

Etin tartılarak satılması âdet olmayan şehirlerde, bir tabak etin, iki tabak et karşılığında satılmasında bir beis yoktur. Bunun için, beide halkının durumuna (âdetine) bakılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir ibrik suyu, bir ibrik su karşılığında satmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre caizdir.

Çünkü, bu imamlarımıza göre su, mekîlât ve mevzûnât'tan değildir. Biri ile, diğerini  fazlasıyle satın almak caiz olur.

Buz, tartı ile satılıyorsa, —tartıları eşit olmak şartıyle— karşılıklı olarak alınıp satılması caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Demir, kalay, bakır ve benzerlerinin her biri, ayr,ı ayrı cinsten­dirler. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Halis altınla, altınla dokunmuş olan kumaşı satın almak caizdir. Bu durumda, hâlis altının, —kumaştaki— altından— çok olmasına itibar edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Asılları ve sıfatlan bakımından aynı cinsten olan,  fakat ayrı isimler altında toplanmış bulunan harevî ve merevî gibi kumaşları, bir birleri karşılığında satmak caizdir.

Merevî, Bağdad'da dokunan bir kumaş çeşididir. Harevî ise, Horasan'da dokunan bir kumaş çeşididir. Hâvî'de de böyledir.

Ketenden dokunan kumaşla pamuktan dokunan kumaş veya zen-cendî ile vezârî denilen kumaşlar, ayrı ayrı cinsten olan kumaşlardır. Hulâsa'da da böyledir.

Ermeni keçesi ile talkânî keçesi ayrı cinstendirler. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Pamuk ipliği karşılığında keten alıp satmakta bir beis yoktur. Yün ile kıl alıp satmak da böyledir.

Bunların birinin veresiye olması hâlinde —bu hâl tartma yerinde olacağından— bu ahş-veriş caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Hazz (= deniz koyunu denilen ve denizlerde bulunan tüylü bir hayvan) yünü ile pamuk ipliği alıp-satmak da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Yumuşak pamuk ipliğini, sert pamuk ipliği ile alıp-satmak sahih olmaz. Ancak, misli misline olması hâli müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.

Çekirdeği çıkarılmış iyi cins hurma ile, iyi cins olmayan hurmanın ahnıp-satılması caiz olmaz. Ancak, misli misline olursa, bu aliş-veriş caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Keçenin, yün karşılığında satılması hâlinde, keçe bozulup yün hâline getirilebilirse, bunların tartılarının müsâvî olmasına itibar edilir.

Bu keçe yün hâline dönmezse, tartıya itibar edilmez.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Sabunu,  misli  misline,  sabunla satmak caizdir.  Kunye'de de böyledir.

Efendi ile kölesi arasında faiz söz konusu olmaz.

Bu hüküm, kölenin borcunun bulunmaması hâlinde geçerlidir. Eğer köle borçlu olursa, faiz caiz olmaz.

Muhiyt'ın Kitâbu's-Sarf bölümünde:  "Borçlu bile olsa, köle ile efendisi arasında, faiz yoktur." denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Müdebber ile ümm-ü veled de, köle gibidirler.

Mükatep ise —bu hususta— köle gibi değildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kaville­rine göre, dâr-i harbde, bir müslüman ile bir harbî arasında faiz (in zararı) yoktur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Dâr-i harbde de, bir müslüman ile bir harbî arasında faiz sabit olur." buyurmuştur.

Keza, dâr-i harbe emân ile giren bir müslüman, bir harbîye bir şey satar ve bu harbî dâr-i harbde müslüman olduğu hâlde, bize hicret etmezse, İmâm Ebû   Hanîfe (R.A.)'ye  göre, bu şahısla, bu müslüman arasında ribâ (= faiz) caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, caiz olmaz.

Bu şahıs, bize hicret ettikten sonra dâr-i harbe gitmiş olursa, bu gibi şahıslarla faiz (le ahş-veriş yapmak) caiz olmaz. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Keza, dâr-i harbde müslüman olduğu hâlde, bize hicret etmeyen kimselerin arasında da ribâ caiz olmaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

İmâtn-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre dâr-i harbde, fâsid ahş-veriş yapmak caizdir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise:  "Bu caiz değildir." buyurmuştur. Tebyîn'de de böyledir. [99]

 

7- Su Ve Buz Alım-Satımı

 

Kuyudaki ve nehirdeki suyu satmak caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.

Bu gibi suları satmanın çâresi: Bu suyun, kovasını ve ipini kiraya vermektir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse,  suyu  alıp,  ipriğine veya buna benzer bir kabına koyduğu zaman, artık ona hak sahibi olmuş bulunur. Bu şahsın,o suyu satması ve onda tasarrufta bulunması caiz olur.

Bu su, o şahıs için, yakaladığı av gibi olmuş bulunur. Zehıyre'de de böyledir.

Keza, yağmur suyunu biriktiren şahsın, onu satması caiz olur.

Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin , kendisine ait havuzda topladığı su hakkında, Şeyhu'l-İslâm Hâher zade, Kitâbü'ş-Şürb Şerhı'nde şöyle demiştir.

Bu havuz bakırdan veya tunçtan yapılmışsa, onun suyunu her hâl-tf kârda satmak caizdir. Çünkü, bu şahıs, o havuzu, su toplamak için yapmıştır.

Ancak bunun için, satılanın satılmayana karışmamasını temin etmek   maksadı ile suyun akmasının kesilmesi şart kılınmıştır.

Havuz, bakırdan veya tunçtan yapılmamışsa, buradaki suyun satılıp satılamıyacağı hususunda, âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir.

Yaz gününde, buzlukta buz satılıp satılamıyacağı hususunda da âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir:

İmâm Muhammet! (R.A.), bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

Muhtar olan şudur: Satıcı, buzu, satmak üzere önceden teslim edip; teslimden sonra satış akdi yaparsa, bu caiz olur. Ancak, satış akdini yaptıktan sonra buzu teslim ederse, bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, buz ve suyu üç gün içinde teslim ederse; bu durumda, tes­limden önce satış yapmak caiz olur. Sahih olan budur.

Ancak satıcı, bunları üç gün geçtikten sonra teslim ederse, bu durumda, bunların alınıp satılması caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir şahsın, buzluğunu satması, esahh olan kavle göre caizdir. Bunun satışında, önce teslim edip, sonra satmakta veya önce satıp, sonra teslim etmekte bir fark yoktur.

Bu, Fakıyh Ehû Ca'fer'ın ihtiyar ettiği kavildir, ihtiyata uygun olan ise, bunu da teslim ettikten sonra satmaktır. Fetâvâyi Kâdıhân da da böyledir.

Fakıyh Ebû  Nasr Muhammed bin Selâm el-Belhî, buzluğun satışını, teslimden önce de sonra da —satışla teslim arasında uzun bir müddet geçmedikçe— caiz görürdü.

Şöyle ki: Teslim, satıştan bir veya iki gün geçtikten sonra olursa, bu satış caiz olur. Ancak, teslim üç gün sonra olursa, bu caiz olmaz.

Mâverâü'n-nehr âlimlerinin ekserisi, bu kavil üzerinedirler. Muhıyt'te de böyledir.

Yalnız başına suyun satılması caiz olmaz. Ancak, su, yeri ile beraber satıldığı zaman, bu alış-veriş caiz olur.

Bir yerin suyu, bir başka yer ile satılırsa, durum ne olur?

İmâm Muhammet! (R.A.), bu fasılda, bir şey zikretmemiştir.

Fakıyh Ebu Nasr bin Selâm'ın: "Gerçekten bu caizdir. Fakıyh Ebû Ca'fer de, İmâm Muhammed (R.A.)'de buna işaret etmiştir." dediği rivayet edilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin, su satan şahıstan, bir kırba Fırat suyu satın aldığı zaman, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer müşteri, kırbayı bizzat almışsa, alış-veriş, mekânında olduğu için caizdir.

Tulum ve ibrikle almak da böyledir.

Bu,  istihsandır.   Kıyâsda  ise,   suyun   miktarı  bilinmiyorsa  caiz değildir.

Bu da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Davarımı, bir dirheme, bir ay sula." dese; bu caiz olmaz.

Ancak, bu şahıs: "...her ay, şu kırba ile..." der ve kırbayı göste­rirse; bu durumda caiz olur.

Bir kimse, bir başkasına: "Senin arazini sularım." der ve kendi kanalından bir ark açarak o araziyi sularsa; bu durumda ona, bir şey verilmez.

Bu kimse: "Kanalımdan (veya havuzumdan) hayvanlarını sula." dese yine böyledir. Ve böyle yapılması caizdir. Zehıyre'de de böyledir. [100]

 

8- Satılan Şeyin Veya Bedelinin Bilinmemesi

 

Bir kimse, satış bedelinin miktarını açıklar ancak bu bedelin sıfatını söylemezse; bu şey bedelin nakdinin galip olduğu şey olarak telakki edilir.

Ancak bu durumda, muhtelif nakidlerin geçerli olduğu yerde, bu satış fâsid olur. Fakat, satın alan şahsın, bu nakidlerden biri ile (satın aldığını) açıklar veya o şeyin rayici ona tekabül ederse, bu hâl müstes­nadır.

Bu hüküm, maliyette ihtilâf olduğu zaman böyledir. Bunda ittifak olsaydı, satış caiz olurdu.

Satın alan şahıs, dirhemlerin hangi cins dirhemlerden olduğunu açıkladığı zaman, bu bedeli dilediği cinsten takdir eder ve ona rücû' eder. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, bir şey satın alır ve onun bedelini söylemezse; bu aliş-veriş, bey'-i fâsid (= alım-satım şartlarında eksiklik bulunan bir satış) olur.

Bir satıcı: "Şu köleyi, sana, bedelsiz olarak sattım." der; müşteri ise: "Onu kabul ettim." derse, bu ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.Zahı-riyye'de de böyledir.

Alacaklı olan bir kimse, kendisine, on dirhem borcu bulunan bir şahsa: "Şu elbiseyi, on dirhemin bir kısmına; şu elbiseyi de, kalan kısmına, bana sattın mı?" der; borçlu ise: "Gerçekten sana sattım." dese, bu caiz olur.

Ancak, alacaklı: "Şunu, ondirhemin bir kısmına; diğerini de, on dirhemin bir kısmına, bana sattın mı?" der; borçlu da: "Evet, gerçekten sana sattım." dese, bu bey', bey'-i fâsid olur.

Çünkü, o on dirhemden geriye kalan miktar, belli olmayan bir miktardır.

Önceki durum ise, bunun hilâfınadır. Çünkü bu durumda, o on dirhemden, geride bîr şey kalmamıştır. Fetâvâyi   Kâdîhân'da   da böyledir.

Satılan şeyin veya bedelinin bilinmemesi, bu cehaletle birlikte, teslimde de bir özrün bulunması hâlinde, alış-verişin cevazına (= caiz olmasına) mânidir.

Böyle bir özür bulunmazsa, ahş-veriş akdi fâsid olmaz.

Meselâ: Belli bir çeç'i (= muayen bir buğday veya arpa yığınını) satan  bir  kimsenin,   bunun  kaç  ölçek  olduğunu  bilmemesi  yahut, muayyen bir balya elbise (yahut belirli bir top kumaş) satıp, bunların adedini bilmemesi hâlinde, bu durumda, ahş-veriş akdi sahih olmaz; Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu çeçi sana sattım. Onun her bir ölçeği bir dirhemdir." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O çeçten, sadece bir ölçeği bir dirheme satmak caizdir. Geride kalanın, bu şekilde ahmp-satılması caiz değildir.

Ancak müşteri, bütün ölçeklerinin —ayrı ayrı— fiatlarını biliyorsa, oradan ayrılmadan önce muhayyerdir: Dilerse, her ölçeğini bir dirheme alır; almayıp terkeder." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) ise şöyle buyurmuşlardır:

Bu çeçin tamamında bulunan buğday veya arpanın, beher ölçeğinin bir dirheme ahnıp-satılması caiz olur. Çeçin bir dirheme al inip satılması caiz olur. Çeçin tamamının (miktarının) bilinip bilinmemesi de müsâ vidir.

Keza, satıcının müşteriye: "Sana, şu çeç 'i, her iki ölçeği iki dirheme (veya her üç ölçeği üç dirheme) sattım." demesi hâlinde de, mes'ele bu ihtilâf üzeredir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Şayet, karşılıklı münakaşa etmezler ve satıcı o çeçin tamamını veya bir kısmım ölçer ve müşteriye teslim ederse, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe   (R.A.)'ye   göre,   satıcının   teslim   ettiği   miktarın   tamamı müşterinin (satın almış bulunduğu şey) olur. Geride kalan (hakkındaki ahş-veriş) ise bâtıl olur.

Tartılan (ve tartılarak almıp-satılan) her şey, bu hılâf üzeredir. Bunlardan, bal, zeytin yağı ve bunların dışında kalan bazı tartılan şeylerde de bir zarar yoktur. Muzmarât'ta da böyledir. [101]

 

Mezrûât (= Arşın İle Ölçülen Şeyler)

 

Zira' (= arşın) ile —uzunluğu— ölçülen şeylere gelince:

Bir kimse, bir başkasına: "Şu yeri, sana, her arşım şu kadar dirheme sattım." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu yerin tamamı hakkında, bu ahş-veriş caiz olmaz. Bu ahş-veriş, bir arşın hakkında da geriye kalan yer hakkında da caiz olmaz. Ancak müşteri, o mecliste, o yerin kaç arşın olduğunu öğrenirse; bu durumda muhayyerdir.

Fakat, müşteri oranın kaç arşın olduğunu öğrenmeden, o meclisten ayrılırsa, alış-verişin fesadı kuvvetlenmiş olur." buyurmuştur.

İmâmeyn ise: "Bu ahş-veriş, o yerin tamamı hakkında caiz olur. Her bir arşını (n fiatı) ne konuşulmuşsa, o olur. Müşterinin muhayyerlik hakkıda yoktur." demişlerdir.

Keza, satıcı, müşteriye: "Şu kumaşı, sana, her iki arşını iki dirheme sattım." veya "Her üç arşım, üç dirheme sattım." dese; bunlar da, bu ihtilâf üzeredir.

Keza, bir bölümü satıcıya zarar veren veznî (- tartılan) şeyler de böyledir. [102]

 

Adediyyât (= Sayılan Şeyler)

 

Adedî olanlara bakılır: Şayet bunlar adediyyât-ı mütekâribe (= kıymet bakımından,  bir birleri arasında mühim fark bulunmayan, yumurta ve ceviz gibi sayılan şeyler ) den ise; bunlar hakkındaki hüküm de, bizim ölçülen ve tartılan şeylerde söylediğimiz gibidir.

Şayet adedîler, adediyyât-i mütefâvite (= Bir birleri arasında kıymet bakımından fark bulunan kavun, karpuz gibi sayılan şeyler) den ise, hüküm, mezrûât hakkında söylediğimiz ihtilâf üzeredir.

Meselâ: Bir satıcı, müşteriye: "Sana, şu sürünün koyunlarından hei bir koyunu, on dirheme sattım." demesi gibi...

Ancak, bu satıcı, müşteriye: "Şu sürüdeki her iki koyunu, sana, yirmi dirheme sattım." dese; imamlarımızın hepsine göre de, bt alış-veriş caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bir kimse, çeçin (= buğday veya arpa yığınının) tamamını sattığ: halde, sadece bir ölçeğini satmayıp istisna ederse; bu bir ölçeğinin satış hâriç olmak üzere, tamamının satışı caiz olur.

Ancak, bir kimsenin, bir sürü koyunu satıp, bundan, bizzaı bulunmayan bir koyunu istisna ederse; bu satış, yukarıdakinin hilafı nadir ve fâsiddir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, "bir miskâl ağırlığındadır." diye bir inci sattığı halde, tartınca, daha fazla geldiğini görse, yine bu inciyi müşteriye teslim eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse: "Şu buğday ve şu arpanın ölçeği bir dirheme..." diyerek satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tamamının ne kadar olduğu bilinmediği müddetçe, bu şeyin, tamamının satışı fâsiddir.

Tamamının ne kadar olduğu bilinince, müşteri muhayyer olur; dilerse, ölçeği bir dirhemden, bu buğdayın tamamını satın alır.

İmâmeyn'e göre ise, alış-veriş bunların tamamı hakkında geçerlidir.

Şayet, bu satıcı: "Bunların ölçeği bir dirheme..." demiş olursa: —yarısı buğdaydan, yarısı arpadan olmak üzere, sadece, bir ölçeğin ahş-verişi caiz olur; geride kalanlannki caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunların tamamı belli olunca, müşteri muhayyerdir.

Satıcı, onların her birinden, bir ölçeği bir dirhem olmak üzere, or. ölçek satarsa; her birisi için bedelin yarısını alması gerekir ki bu da, on dirhemdir.

Teslim alındıktan sonra, bunların birinde kusur bulunursa, özellikle bedelin yarsının geri verilmesi gerekir.

Bunlardan her birini bir dirheme satın almış bulunan bir kimse, sonradan, bunlardan birinde bir kusur bulursa; onu, hissesine düşen bedel karşılığında geri verir.

Şayet, buğdayın kıymeti, arpanın kıymetinin iki misli olursa; arpayı üçte bir bedelle, buğdayı ise, üçte iki bedelle iade eder.

"Onlardan bir ölçeği, bir dirheme..." diyen satıcı, sanki "onlardan her bir ölçeği, bir dirhemedir." demiş gibi olur.

Bir kimse, bir çeç buğday karşılığında bir sürü koyunu, —buğday on ölçek, koyun on adet olmak üzere— satın alınca, bunların söylenilen miktarda olmaları hâlinde, bu alış-veriş caiz olur.

Sürüdeki koyun on bir adet olursa, bu alış-verişin tamamı fâsid olur.

Koyunlar on adet olduğu halde, buğday on bir ölçek gelirse; bu alış-veriş sahih olur.

Bunların her birinin miktarını dokuz (adet ve ölçek) bulursa; bu durumda da alış-veriş caiz olur. Ve bedelden on dirhem çıkarılır; bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da vardır.

Koyunları on adet, çeci de, dokuz ölçek bulursa, bu alış-veriş caiz olur.

Koyunları dokuz adet, çeci ise on ölçek bulursa, —çeçin ölçeğinin bedelini bilmediğinden— bu ölçek hakkındaki alış-veriş fâsid olur. Çünkü, bedeli ancak, ona ve zayi olan koyuna karşı taksim edildikten sonra bilinebiliyor.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre, parça hakkında fesâd vuku' bulduğu her yerde, bütün hakkında da fesâd vaki olur.

İmâmeyn'e göre ise, bu durumda, bütün hakkında fesâd vaki olmaz. Ve, on koyunla dokuz ölçekle ilgili alış-veriş caiz oiur. Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir. Serahsî'ninMuhıyti'nde de böyledir.

Kndûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Bu eti, her kilosu şu kadara —olmak üzere—, sana sattım." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-verişin tamamı fâsid olur.

İmâmeyn'e göre ise, bu ahş-verişin tamamı caiz olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, "her yükü, şu kadar paraya olmak üzere" yaş üzüm satın alır; yük de, aralarında bilinen bir miktar olursa, üzümün ara­larında tek cins olarak bilinmesi hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —sadece— bir yük üzüm hakkındaki alış-veriş caiz olur. Bu, çeçde, her ölçeği bir dirheme satmak gibidir.

Üzümlerin muhtelif cinsten olmaları hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş caiz olmaz. Ve bu da, koyun sürüsünün satılması gibidir.

İmâmeyn'e göre ise, bu üzümlerin cinsleri birde olsa, ayrıda olsa, alınıp satılmaları caizdir.

Sadru'ş-Şehîd bu kavli almış; Fakıyh Ebû'1-Leys de: "Caizdir." diye cevap vermiştir.

Üzümlerin cinslerinin bir veya ayrı olmaları hâlinde, müslümanların işlerinde kolaylık olsun diye, fetva İmâmeyn'in kavli üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Şu gemideki kiremitlerin her bin adedini, on dirheme, sana sattım." dese, bu alış-veriş fâsid olur.

Fakat, bu şahıs: "Bu kiremitlerden, bin adedini on dirheme sattım." der ve bin adedini, o şahıs için sayarsa, bu durumda, alış-veriş tamam olur. Ancak, saymaması hâlinde, bu iki şahıs, bu ahş-verişten men edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bezzâziyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir bağın üzümünü, bin menn (= batman) olması şartiyle satın aldığında, üzüm dokuz yüz menn çıkarsa; satıcının, yüz menn'e isabet eden bedeli noksan alması güzel olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline kıyâsla, geride kalan üzümün alış-veriş akdi de fâsid olur. BahrıTr-Râık'ta da böyledir.

Satılan şey keylî  (=ölçek ile ölçüler.) cinsten bir şey olur; ölçüsünün tamamı yani kaç ölçek olduğu da belirlenir ve söylenirse; alış-veriş akdi, bahsedilen bu miktara tealluk eder.

Meselâ: Bir kimse, diğerine: "Şu çeç'i, her ölçeği bir dirhem olmak üzere ve —tamamı— yüz ölçek olarak, sana sattım." veya "...yüz ölçeği, yüz dirheme sattım." der ve —her ölçeğin fiatını söylesin söylemesin— miktar da dediği gibi çıkarsa ne âlâ. (bu alış-veriş tamamdır.) Ve, satılan şey müşterinin olur. Ve bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da olmaz.

Bu çeç, yüz ölçekten fazla olursa; bu fazlalık, ahş-verişe dâhil olmaz. Ve bu fazla miktar, satıcının olur. Bu durumda müşteri, —ancak— söylenilen yüz ölçeği alır.

Bu durumda, müşterinin de muhayyerlik hakkı yoktur.

Eğer o çeç, yüz ölçekten az bulunursa; bu durumda müşteri muhayyerdir: isterse, hissesini alır; isterse terkeder. Noksan olan kısmın bedelini, düşer.

Satıcının, her ölçek için bir bedel veya tamamı için bir bedel söylemiş bulunması hâlinde de bir fark yoktur. Ölçüldükten sonraki ölçeğe değil de önceden tayin edilmiş bulunan ölçeğe itibar edilir.

Bu hüküm ölçülen ve tartılan şeylerin tamamında geçerlidir. Bun­ların bazısında zarar yoktur. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.

On zira' kumaşı, on dirheme veya yüz zira' (= arşın) yeri, yüz dirheme  satın  alan  şahıs,  bunu,  konuşulan  miktardan  az  bulursa, muhayyerdir: İsterse, bu şeyi, bedelin tamamım ödeyip alır; isterse, ter­keder.Bu şey, söylenenden fazla çıkarsa,bu fazlalık müşterinindir.Bu durumda, satıcının muhayyerlik hakkı    da yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Şayet satıcı, müşteriye: "Sana, şu kumaşı veya şu yeri, on arşın olmak üzere, her arşınını bir dirheme sattım." der ve müşteri, o şeyi, on arşın   olarak  bulursa,   satıcıya  on  dirhem  vermesi  gerekir.   Ve  bu müşterinin, muhayyerlik hakkı da yoktur.

Şayet bu şey, dokuz arşın veya daha az olursa; isterse, bu kadarını, alır. O şeyin, on beş arşın gelmesi hâlinde de müşteri muhayyerdir: İsterse, her arşınını bir dirheme alır; isterse, tamamını terkeder. (Hiç almaz.) Venâbi"de de böyledir.

Her arşını bir dirheme, —tamamı— on arşın olmak üzere, bir —top— kumaş satın alan şahıs, bu kumaşı on buçuk arşın bulursa; onu, on arşının bedeline; dokuz buçuk arşın bulması hâlinde de, dokuz, arşın bedeline alabilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu müşteri, on buçuk arşın gelen bu kumaşı, dilerse, on bir arşın olarak; dokuz buçuk arşın gelen kumaşı da dilerse, on arşın olarak alabilir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise: Bu müşteri, on buçuk arşın gelen kumaşı, on buçuk arşın; dokuz buçuk arşın gelen kumaşı da dokuz buçuk arşın olarak alır.

Sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Serahsî'nin Muhiyti'de de böyledir.

Arşınla ölçüien ve tartılan odun ve diğer şeyler de böyledir. Keza, bir şahsın: "Şu kabı, on menn olmak üzere yüz dirheme sattım." dediğinde,  bu şey noksan veya fazla çıkarsa, durum yine böyledir. Her menn'in fiatının söylenip söylenmemesi de müsavidir.

Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu taraftan şu tarafa on üç arşın olan şu kumaşı, sana satıyorum." dediği halde, kumaş, on beş arşın çıkar ve satıcı da: "Ben yanılmışım." derse; onun sözüne iltifat edilmez.

Hüküm   bakımından,   o   kumaş,   konuşulan   bedeli   ödeyince müşterinin olur.

Diyâneten ise, bu kumaş müşteriye teslim edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, gümüşten yapılmış olan bir şey o şeyi, yüz dirhem gelmek üzere, on dinara satar, müşteri ile satıcı, karşılıklı teslim tesellüm işlemi    yapıldıktan sonra ayrılırlar, bilâhare de, o şeyin ağırlığı fazla gelirse tamamı, —on dirhem ödemesi şartıyle— müşterinin olur. Bede­line bir şey ilâve e! mek gerekmez.

Ancak, bu şeyin seksen veya doksan dirhem gelmesi hâlinde, müşteri muhayyer olur.

Şayet müşteri her on dirhemi için, bir bedel istemiş olur ve; "—Bu şeyin tamamı— yüz dirhem olmak üzere, on dinara sattım." deyip karşılıklı teslim— tesellümden sonra o şeyin ağırlığının yüz elli dirhem olduğu anlaşılırsa; müşterinin, ahş-verişin akdedildiği meclisten ayrılma­dan bu durumu öğrenmiş olması hâlinde, muhayyerlik hakkı vardır: Dilerse, —ödeyeceği bedeli— beş dinar artırır ve o şeyin tamamını on beş dinara alır; dilerse, terkeder.

Müşterinin bu durumu, akdin yapıldığı meclisten ayrılmadan öğrenmesi hâlinde, bu alış-vcriş üçte bir nisbetinde bâtıl (= geçersiz) olur. geride kalan kısmı hakkında ise, müşteri muhayyerdir: Dilerse, o şeyin üçte ikisine, on dirhem bedelle razı olur; dilerse, tamamını iade edip, dinarlarını geri alır.

Şayet, müşteri satın aldığı bu şeyi, elli dirhem bulursa, —bunu alış-veriş akdinin yapıldığı meclisten ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra anlasın— muhayyerdir: İsterse, onu iade edip, on dinarını geri alır.

Keza, altınla işlenmiş bir şeyin, dirhemlerle satılması hâlinde de mes'ele, bu tafsilat üzeredir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Adedî olanların (= sayılan şeylerin) hükmüne gelince;

Adediyyât-ı mütekâribe (= bir birleri arasında, kıymet bakımından, mühim fark bulunmayan, ceviz, yumurta gibi, mis-liyyattan olan şeyler) in hükmü, ölçülen ve tartılan şeylerin hükmü gibidir.

Alış-veriş akdi, bu gibi şeylerin miktarına tealluk eder.

Bunların, ya tamamı için bir bedel söylenir veya her biri için ayrı ayrı bedeller söylenir.

Adediyyât-ı mütefâvite (= bir birleri arasında kıymet bakımından fark bulunan davar ve sığır gibi şeyler) de, bunların her biri için bir bedel sölenilmeden, satıcı, müşteriye: "Şu sürüyü, —tamamı— yüz koyun olmak üzere, bin dirheme sattım." veya "Her koyun, on dirhem..." derse; bu durumda, sürüde yüz koyun bulunursa, ne âlâ...

Ancak, sürüde yüzden fazla koyun bulunursa, bu alış-veriş fâsid olur. İster, hepsine birden fiat verilsin, ister, ayrı ayrı fiat verilsin.

Eğer, her birine ayrı ayrı bedel verilmişse, bu alış-veriş sahihtir. Fakat, bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, geride kalanı söylenen bedelden alır; isterse, terk edip almaz.

Keza, adediyyât-ı mütefâvite'nin tamamında hüküm aynıdır. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir şeyi, on ölçekten fazla olmak üzere satın alan kimse, bu şeyi böylece, on ölçekten fazla bulursa; bu alış-veriş sahih olur.

Ancak bu şey, on ölçek veya daha az olursa, bu alış-veriş caiz olmaz.

Bir kimse, bir şeyi, on'dan az olmak üzere satın alır ve bu şeyi on'dan az bulursa, bu alış-veriş caiz olur. Ancak, bu'şey, on veya daha fazla olursa; alış-veriş caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), ev hakkında: "Caiz olur." buyurmuştur. Bu, her vecihte böyledir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Fakat bir kürr'den az veya çok buğday satın alan kimse,bunu on'dan daha az veya daha çok bulsa, bu alış-veriş caiz olur. Onu, tam bir kürr bulursa, bu alış-veriş fasid olur.

Onu bir kür veya daha az bulursa, bu nasıl olursa olsun caiz olur. Çünkü, bu konuşulduğu gibidir.

Ancak, bu buğday daha fazla bulunursa, bu durumda, o fazlalık, ahş-verişe dâhil olmaz; sahibine iade edilir.

Keza, bu buğdayı, bir kürr veya daha fazla olarak alır ve bir kürrden daha az bulursa; bedelini o ölçüde az öder ve bu müşteri muhayyerdir: Dilerse, alır; dilerse, almaktan vaz geçer. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir kürr olarak satın aldığı buğdayı, bir kazîf noksan bulursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, geride kalan hakkındaki alış-veriş akdi fâsid olur.

Sahih olan da budur.

Buna göre, bir kimse, her biri bir fülüs olmak üzere, yüz ceviz satın alsa ve bu cevizlerin bir kısmını boş bulsa, bu ahş-veriş akdi, gerçekten caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe   (R.A.)'ye göre, bu fesâd, geride kalanlara da geçer.

Keza, bir kimse, bir yumurta bir dânik olmak üzere, yüz tane yumurta satın aldığında, bunların bir kısmını çürük bulursa; bu çürük yumurtalar hakkındaki alış-veriş akdi fâsid olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu fesâd geride kalan sağlam yumurtalara da geçer.

Bu mes'elelere kıyâsen; muayyen bir üzüm çubuğundan, belli bir miktarda üzüm satın alan bir şahıs, satın aldığı üzümü, söylediği kadar veya ondan az yahut ondan fazla bulursa, bu mes'ele de yukarıdaki mes'ele gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

İçinde on kat elbise olmak üzere, bir balya elbise satın alan şahıs, bu elbiseleri bir kat eksik veya bir kat fazla bulursa; bu alış-veriş fâsid olur. Kâfî'de de böyledir.

Şayet, her elbisenin bedeli açıklanmış ve balyadan bir elbise noksan çıkmış olursa, müşteri muhayyerdir ve satış sahihtir.

Ancak, bu durumda elbise fazla çıkarsa, ahş-veriş fâsiddir.

"İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda elbisenin noksan çıkması halinde de, alış-veriş fasid olur." denilmiştir.

Sahih olan ise, bu durumda ahş-verişin caiz olduğudur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, yanında bulunan buğdayın veya ölçülen yahut tartılan başka bir şeyin dört bin menn (= batman) olduğunu zannederek, onu, dört şahsın her birine biner menn olmak üzere, belli bir bedelle sattıktan sonra,müşteribu şeyi noksan bulursa; âlimlerin bazıları: "bu müşteriler muhayyerdirler: İsterlerse, mevcud bulunanı, bedelinden isabet eden miktar karşılığında satın alırlar; isterlerse, almayıp terkederler.

Sahih olan da budur.

Bunun tafsil üzere cevabı şudur: Bu, o şahsın, bu şeyin tamamını, bu müşterilere aynı anda satması hâlinde böyledir.

Eğer satıcı, bu şeyi, o müşterilere bir birini takiben satarsa, noksan olan miktar, sonra satın alanın üzerinedir; öncekinin değil.

Bu son şahsin noksandan dolayı muhayyerlik hakkı vardır: Dilerse, mevcud bulunan şeyi, bedelden hissesi mukabilinde alır; dilerse, hiç almayıp terk eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir başka şahıstan yüz dirheme, bir tuluk zeytin yağı alırsa, hem tuluk, hem de içindeki zeytin yağı bu şahsın olur.

Bu tulukta yüz rıtıl zeytin yağı bulunması gerekirken, müşteri tuluğu tartınca, onun doksan rıtıl geldiğini görür ve bunun, yirmi rıtlı, tuluk, yetmiş ruh da zeytin yağı olursa, bu durumda noksanlık, özellikle zeytin yağındadır.

Bedel, tulukta bulunması gereken seksen rıtla bölünür ve noksanlık zeytin yağına isabet eden bedelden düşülür.  Geri  kalanın  ödenmesi gerekir.

Geride kalan zeytin yağı hakkında, müşteri muhayyerdir: Dilerse, onu alır; dilerse, terkedip almaz.

Âlimlerin çoğunluğu: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş akdinin tamamı fâsiddir." demişlerdir.

Münasip olan da, budur.

Böyle bir durumda, müşteri, tuluğu tarttığında, onun altmış ruıl olduğunu görürse, içindeki zeytin yağı, kırk rıtıl olmuş bulunur.

Eğer, tuluk o miktara ulaşmazsa, müşteri muhayyerdir: Dilerse, onun tamamını, bedelinin tamamını ödeyerek alır; dilerse, almayıp terkeder.

Müşterinin tarttığında, tuluk yüz rıtıl olur; ancak bundaki zeytin yağı elli dirhem bulunursa, bu alış-veriş bâtıl olur.

Şayet müşteri, tuluğun ağırlığının yirmi, zeytin yağının ağırlığını ise, yüz rıtıl bulursa, seksen rıtıl zeytin yağının bedelini tamamen satıcıya öder; fazla olan zeytin yağını ise, ona iade eder.

Keza, tuluğunu ayrı, zeytin yağının da ayrı satın alınması hâlinde de cevap yukarıda söylediğimiz gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

İçinde bulunduğu kabın ağırlığı da dâhil olmak üzere, zeytin yağı satın alan şahıs, her kabın yerine elli rıtıl çıkarırsa, bu ahş-veriş fâsid olur.

Ancak, bir kimse, zeytin yağını, kabının ağırlığını çıkarmak ( = darasını düşmek) üzere satın atsa, bu caiz olur. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.

Bir kimse, zeytin yağı ile sade yağını daraları hâriç, ikisi birden yüz rıtıl olmak üzere satın alır ve sâde yağı kırk; zeytin yağı ise altmış rıtıl gelirse; müşteri, bu zeytin yağının on ntlını satıcıya iade eder. Sâde yağının on nthnın bedelini de düşürür. (Yani, satıcıya ödemez.)

Keza, çuvallarında bulunan arpa ve buğdayı, çuvalsız olarak yüz menn (- batman) gelmek üzere satın alsa; bu mes'ele de yukarıdakinin aynısıdır.

Keza müşteri, yüz'ü, ölçülen şeylerden üç sınıfa izafe ederse; her sınıfın, yüz'ün üçte birini teşkil etmesi, gerekir. Muhiyt'te de böyledir. [103]

 

Ağırlık Ölçüsünde Kullanılabilecek Şeyler

 

Miktarı bilinmeyen  kap  ve  ağırlığı  bilinmeyen  belli  bir  taşla a!iş-veriş yapmak caiz olur.

Hasan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin, "bunun caiz olmadığını..." buyurduğunu rivayet etmişse de, önceki kavil sahihtir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin, kuruyunca hafifleyecek olan, karpuz veya hıyar gibi bir şeyi ağırlık ölçüsü olarak kullanıp alış-veriş yapması caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.

Alış-veriş akdinin sıhhatinin baki kalması için ölçülen veya tar -nlan kap veya taşın hâli üzerine kalması şarttır.

Eğer bunlar, teslimden önce helak olurlarsa; alış-veriş fâsid olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir;

Yanında dirhem bulunan bir şahsı, bir başka şahsa: "Senden şu kumaşı, şuna satın aldım." deyip yanında bulunan dirheme işaret etse; bu dirhemin hâlis gümüş olmaması hâlinde, bu alış-veriş fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir câriye satın almak isteği ile Basra'ya gelip: "Şu cariyeyi, şu keseye satın aldım." veya "...şu kesenin içindekîne satın aldım." der ve satıcı da, o kesenin içinde, bu beldede geçmeyen para bulursa; onu geri verip, beldede geçen parayı talep eder.

Kesede, o beldenin parası bulunursa, bu alış-veriş caiz olur. Satıcının muhayyerlik hakkı da olmaz.

Ancak, şu durum buna muhaliftir:

Bir kimse: "Şu cariyeyi, şu küpte bulunanlara satın aldım." dedikten sonra, satıcı, küpte bulunan dirhemleri görürse, o zaman muhayyerdir.

Bu muhayyerlik, hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) değil, hıyâr-ı kemiyyettir. Çünkü, parada, görme muhayyerliği sabit değildir.

Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, üzerinde rakam bulunan para ile bir şey satın alır; satıcı ise, bu paranın rakamını bilmezse; bu alış-veriş fâsid olur.

Satıcının, alış-verişin akdedildiği mecliste o paranın rakamını öğrenmesi hâlinde, bu akid caiz olur.

Şeyhu'1-İmam Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Aynı mecliste, satıcının rakamı öğrenmesi ile akid, caiz olan bir akid hâline dönüşmez. Ancak, satıcı ve müşteri, bu duruma daimî bir şekilde razı olursa, aralarında bulunan önceki akid, —her iki tarafın da rızâsı olunca— geçerli olur." buyurmuştur. Zehiyre'de de böyledir.

Satıcı, bu hususta bilgi edinmeden, o meclisten ayrılırlarsa, bu alış-veriş bâtıl olur.

Keza, bir kimse, bir şeyi, filanın sattığı fiata, satın alır; bunu, satan bildiği halde müşteri bilmezse; aynı mecliste öğrenmesi hâlinde, bu alış-veriş caiz olur. Aksi takdirde bu alış-veriş bâtıl (- geçersiz) olur. Hulâsada da böyledir,

Bir kimse, sattığı bir elbisenin fiatını belirtmeden, o elbiseyi, ikinci bir şahsa daha satsa, bu ikinci satış caiz olur.

Şayet, bu şahıs, ilk müşteriye elbisenin bedelini haber vermK olsaydı, ikinci müşteriye satışı caiz olmazdı.

Bir kimse, aldığı şeyin bedelini öğrenmeden, o şey zayi olsa, bu şahsın, o şeyin kıymetini tazmin etmesi  gerekir. Zahîriyye'de   de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Bunu, senden, insanların sattığı fiatın benze rine satın aldım." dese, bu alış-veriş fâsid olur.

Ancak, müşteri: "Filanın aldığı fiattan aldım." der ve bu fiatı, alış-veriş akdinin yapıldığı sırada, satıcı da, müşteri de biliyorsa, bu durumda alış-veriş caiz olur. Ancak, taraflar bunu biliniyorlarsa, bu durumda, bu alış-veriş akdi fâsiddir.

Taraflar bu durumu, alış-veriş akdinin yapıldığı mecliste öğrenirlerse, yine bu alış-veriş caiz olur. Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir. Çünkü, müşterinin satın aldığı şeyin bedelini ödemesi gerekir. Zehiyre'de de böyledir.

Şerhu'ş-Şâfî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir şeyi, filan şahsın satın aldığı fiatla satın aldığında, satın alınan şeyler, değişik şeyler değilse (et gibi, ekmek gibi), bu alış-veriş caiz olur. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse, bir şey satar, satın alan şahıs ise, bunun ne olduğunu bilmezse; bu alış-veriş fâsid olur. Bunun ne olduğunu öğrendiği zaman, müşteri muhayyer olur; Dilerse, alır; dilerse almaz.

Bu  kavli,  İbn-i   Rüstem,  İmâm  Muhammed  (R.A.)'den  rivayet etmiştir.

Müşteri, o şeyin ne olduğunu öğrendiği zaman, onu almaya razı olursa; bu alış-veriş çâiz olur.

İbn-ii Semâ'a,  İmâm  Muhammed (R.A.)'in  şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Burada "alış-veriş fâsid olur." demek; "izin üzerine mevkuftur. = izne bağlıdır." demektir. Şayet, müşteri satın aldığı şeyi, teslim alır, (satın aldığı köleyi) azâd eder veya o şeyin ne olduğunu öğrenmeden , onu satarsa yahut müşterinin kendisi ölürse; artık azâd etmek de, alış-veriş de caiz olur ve müşteri, o şeyin kıymetini öder. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir evden veya bir hamamdan, on arşın satmak fâsiddir.

İmâmeyn ise: "BunJar yüz arşın olursa; on arşınını satmak caizdir." demişlerdir. Nehrıı'l-Fâik'tada böyledir.

Âlimler, imâmeyn'in kavilleri üzerinde, tamamının söylenmemesi hâlinde  ihtilâf  etmişlerdir. Sahih olan ise,   bunun  caiz  olduğudur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Şeyhu'l-İslâm şöyle buyurmuştur:

Âlimler, bir kimsenin, bir evde bulunan onda bir hissesini sat­masının caiz olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır.

Bir kimse: "Şu evden, bir arşın..." diyerek bir yer satar, burayı da gösterir; ancak, bundan sonra, o yeri ayıramazsa; bu alış-veriş akdi bâtıl (= geçersiz) olur. Ve bu satıcı, o şeyi teslim etmeye zorlanamaz.

Eğer, bu satıcı, o bir arşın yeri belli etmezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegÖre, bu alış-veriş asla caiz olmaz.

İmânıeyn'e göre ise, bu alış-veriş caiz olur.

Ev ölçülür, eğer on arşın gelirse; müşteri, bu evin onda birine ortak olur.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, şöyle buyurmuştur:

Âlimler, İmâmeyn'in kavilleri üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Esahh olan ise, onlara göre, bunun caiz olduğudur.

Bir evdeki hissesini satan şahıs, sattığı yeri belirtmezse; Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Bu caiz değildir." buyurmuştur.

Bir satıcı, müşteriye: "Sana, şu kumaştan bir arşın sattım." veya "Şu keresteden..." dediği halde, sattığı şeyin yerini belirtmese; bu gibi mes'elelerde, âlimler, yukarıda söylediğimiz ev mes'elesindeki ihtilâf üzeredirler. Bazıları ise: "Bu caiz olmaz." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse bir arşın kereste veya bir kumaşın belli bir yerinden bir arşın satın alsa, bu caiz olmaz.

Satıcı kesip teslim etse bile, bu alış-veriş caiz olmaz.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda alış-veriş caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.): "Bu caiz olmaz." buyurmuştur.

Ancak,   satıcı,   o   şeyi   kesip  teslim   ederse;   müşteri   artık,  onu almaktan kaçınamaz. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Şu evdeki hissemi,   şuna göre, sana sattım." dediğinde, müşteri, satıcının o evdeki hissesini biliyorsa; bu alış-veriş caiz olur.

Müşteri,  satıcının  hissesini bilmiyorsa,  bu  alış-veriş  İmâm  Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, caiz olmaz.

Satıcının, kendi hissesini bilip bilmemesi de fark etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir evin kendisine ait olan beşte bir veya beşte iki hisse­sini satsa; bu , İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kıyâsen değil, istih-sânen caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir  kimse,  diğer  bir  şahıstan,  bir  arsa veya bir  arazi  satın aldığında, satıcı onun hududunu söylediği hâlde, evinin-boyunun kaçar arşın olduğunu söylemese; müşteri de hududu bildiği halde, komşularını bilmese; bu alış-veriş caiz olur.

Satıcı, hududu söylemediği gibi, müşteri de bunu bilmese, yine alış-veriş caiz olur. Ancak, bunun için aralarında anlaşmazlığını bulunmaması  ve  yerin  tamamının  bilinmesi  gerekir.   Hulâsa'da  da böyledir.

Bir kimse, bir yerde kazılmış bulunan çukurdaki buğdayını satar e müşteri çukurun derinliğini, sonunu bilmezse; âlimler: "Bu müşteri ıuhayyerdir. Bu alış-veriş de caizdir." demişlerdir.  Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir başkasına: "Şu yüz dişi koyunu, şu yüz dişi koyuna, her bir koyunu, bir koyuna sana sattım." dese; bu alış-veriş fâsid olur.

Bir kimse, diğerine: "Ben, şu sağ ineği, bir rıth, bir dirheme olmak üzere, sana sattım." der; müşteri de, onu, teslim aldıktan sonra zayi ederse; kıymetini tazmin eder.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimse,  bir başkasına:  "Şu koyunu, sana,  her üç rıtlım bir dirheme sattım." dediğinde, o koyunu sağ iken tartmak şartı bulunursa; bu ahş-veriş geçersiz olur.

Keza, bu satıcı: "...Ağırlığı elli rıtıldir. Onun, her üç rıtlmı bir dirheme satın  al." derse, yine bu alış-veriş bâtıl olur.

Keza, satıcı: "Şu narları, sana vezni bir dirheme sattım.' dese, bu ahş-veriş bâtıldır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Şu köleyi, sana, şu fiata sattım." dediği halde, kölenin adını söylemez, müşteri de, onu görmüş olmazsa; bu alış-veriş bâtıl olur. Çünkü, satılan şey meçhuldür.

Keza, başka kölesi bulunan bir satıcının, müşteriye: "Sana, bir köle sattım." demesi hâlinde de, aiış-veriş bâtıl olur.

Ancak, satan ve alan, "satılan kölenin, gerçekten bu köle olduğu hususunda," bir köle üzerinde ittifak ederlerse; bu durumda alış-veriş caiz olur.

Âlimler, buradaki "alış-veriş caizdir." lafzının mâhiyetinde görüş ayrılığına düştüler.

Bazıları: "Bunlar ittifak ettikleri zaman, gerçekten önceki alış-veriş caizdir."; bazıları ise: "Aralarında başka bir akid meydana geldi ve birinci alış-veriş ikinci ahş-verişe dönüştü." dediler. Zehıyre'de de böyledir.

Kitâbü'l-Itâk Şerhı'nde şöyle zikredilmiştir:

Tek bir kölesi bulunan bir şahıs, diğerine: "Kölemi, şu fiata  sana sattım." dese, bu alış-veriş caiz olur.

Bir kimse, diğerine: "Şu evde, un, hayvan, elbise gibi her ne varsa, tamamını sana sattım." derse, müşterinin, o evde ne olduğunu . bilmemesi hâlinde, bu alış-veriş fâsid olur.

Fakat, satıcı, ev yerine, "şu sandıkta..." veya "şu çuvalda, ne varsa..." demiş olsaydı, bu alış-veriş caiz olurdu. Zahîriyye'de de böyledir. [104]

 

9- Başkasına İlâve Edilmiş Bulunan Şeylerin Satımı Ve Alış-Verişte İstisna

 

Memede bulunan sütü, ana karnında bulunan çocuğu satmak caiz değildir.

Meşhur rivayete göre, koyunun sırtında bulunan yünü satmak caiz değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Satıcı» yünü   ve sütü, —yaptıkları— akidden sonra teslim etmiş olsa bile, bunların satımı yine de caiz değildir. Fâsid satış, sahih satış hâline dönüşmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Erkek hayvanı, dişiye çekmek alış-verişi yoktur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Başağında bulunan buğdayı, ölçmek ve tartmak suretiyle, alıp-satmak caizdir. Kunye'de de böyledir.

Ağacının üzerinde bulunan hurmanın, toplanmış bulunan hur­manın ölçeğinin tahminî miktarı ile alınıp -satılması caiz değildir.

Bu şekildeki ahş-verişe Müzânebe denir. Münâkale de caiz değildir.

Mühâkale: "Henüz başağında bulunan buğdayı, kile (= ölçek) ile ölçülen  buğdayın miktarı ile tahmin  ederek  alıp-satmaktır.   Nehru'I-Fâık'ta da böyledir.

Başakta olan buğdayın samanını alıp-satmak caiz değildir. Ancak, saman, harman sürüldükten sonra, henüz savrulmadan,alımp-satılabilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bey'-i mülâmese de caiz değildir.

Bey'-i mülâmese: Alış-veriş yapanlardan birisinin satılan mala dokunması; satıcının, bu malı alıcıya atması ve bunlardan birisinin bu malın üzerine taş koyması şeklinde yapılan alış-veriştir ki, caiz değildir.

Bey'-i münâbeze de caiz değildir.

Bey'-i münâbeze: Alan ve satan şahıslardan her birinin, elbiseyi diğerine atması ve her birinin, elbisenin sahibini görmemesi ve bu şekil­deki atmayı alış-veriş saymalarıdır ki, bu da caiz değildir.

Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Buğday sapını, —üzerinde buğday bulunmadığı halde— satmak caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Sedeften bahsetmeden inci satın almak caiz olur. Bu sedeften çıkan inci, müşterinin olur. Hulâsa'da da böyledir.

Karpuzun içindeki çekirdeği satan şahıs, bu karpuzun koparıl­masına izin verse bile, bu alış-veriş bâtıldır; asla caiz değildir.

Sahih olan da, budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Keza, —hurmayı satmadan— hurmanın içindeki    çekirdeğini, —zeytini satmadan,bu— zeytinin yağını veya —susamı satmadan, bu— susamın yağını satmak, —satıcı, bunları müşteriye teslim etse bile— caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bir başka şahsa, sarık dokuması için iplik ve atkı için malzeme verir o şahıs da dokuduktan sonra, kendisi için dokuduğunu salın alsa; bu caiz olur. Kunye'dede böyledir.

el-Uyûıı'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, evinin içinde bulunan bir küpü sattığı halde, kapı sökülmeden, küpün dışarı çıkartılması mümkün olmazsa; bu durumda da, bu alış-veriş caiz olur. Ancak, satıcı, bu küpü, evin dışında teslim etmesi için cebredilir.

Bu durumda, satıcı o küpü, kırmadan evden çıkaramazsa; bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

"Şu pamuk tohumunu sattım." diyen kimsenin onu satması caiz olmaz.

Kakıyh Kbû'l-Leys'in seçtiği kavil ise: "Şüphesiz ki, onun satılması caizdir." kavlidir. Münlekâ'da böyle zikredilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Kesmeden önce, bir hayvanın derisini ve bağırsağım satmak caiz olmaz.

Hatta bir kimse, böyle bir alış-veriş akdinden sonra hayvanı kesip, derisini ve bağırsağını çıkararak, müşteriye teslim etse bile, bu akid cevaza dönüşemez. (Caiz olan bir alış-veriş akdi hâline gelemez.) Zehıyre'de de böyledir.

Tavanda bulunan bir ağacı,

Kütüğü üzerinden bir.arşın keresteyi,

Zarar vermeden ayrılması mümkün olmayan bir kılıç tezyinatını,

Yetişmemiş ekini satmak ve

İki kişinin ortak bulunduğu bir şeyi, bu ortaklardan birisinin, diğer ortağının hâricinde, başka bir kimseye satması...

Bunların hepsi de, fâsid aliş-verişierdir.

Ancak satıcı, tavandan ağacı çıkarmaya; kumaştan ve kütükten bir arşınını kesmeye; kılıcın ziynetini çıkarmaya, ekini biçmeye razı olursa; bu durumda, bunların hepsi, müşterinin bu alış-verişi feshedip etmeme­sine bağlıdır.

Fakat satıcı, müşterinin bu akdi feshetmesinden önce, bu işleri yaparsa, bu akid gerekli ve geçerli olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur. Hâvî'de de böyledir.

Duvardaki ağacın yerini bağışlamak, bi'1-ittifak caiz olmaz. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir yüzüğün —sadece— kaşını satmak, bu yüzüğe zarar verecekse, caiz değildir.

Bu durumda yüzük, müşterinin elinde emânettir.

Şayet, kaşın satılması, yüzüğe zarar vermiyecekse, bu alış-veriş caiz olur.

Eğer yüzük, müşterinin elinde zayi olursa, —sadece— kaşının bedelini öder. Hulâsa'da da böyledir.

İbn-ü Semâ'a, Nevâdiri'nde şöyle zikretmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

— Bir kimse, yüzükteki kaşı veya tavandaki ağacı satar; bu da zarar vermeden çıkmazsa; müşteri —satın aldığı— bu şeye mâlik olur mu? Yoksa, bu alış-veriş mevkuf mudur?

İmâm, şu cevabı verdi:

  Bu alış-veriş mevkuftur. Müşteri, o şeye sahip olamaz. Burada satıcı muhayyerdir: Dilerse, o şeyi teslim eder; dilerse teslim etmez.

Şayet müşteri dâva etmezse, satıcı bunları veya evi bir başkasına satıp, ona verebilir.

İmâm Muhammed (R.A.): "İkinci alış-veriş akdi, birinciyi bozar." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bu cins meselelerde aslolan şudur:

Satıcıya, müşteriye teslim etmesi hususunda cebredilebilen her şey, satış akdi üzerine, müşteriden alınır.

Müşteriye verilmesi hususunda, satıcının cebredilemediği bir şey, müşteriye bu şekilde verilmiş olmakla alınmış olmaz. Bu.şey, müşterinin elinde helak olsa, tazmin edilmesi gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Yatağının içindeki yünü satan bir şahıs, yatağının açılmasına razı olmazsa;   bu   yatağın   açılmasında  bir  zarar   bulunması   hâlinde  bu alış-veriş caiz olmaz.

Şayet,  bu  yatağın  açılmasında  bir zarar  yoksa,  o  zaman,  bu alış-veriş caiz olur.

Yatağın açılması hususunda ihtilafa düşmüşlerse; onu, satıcının açması, müşterinin de görmesi gerekir.

Müşteri görür ve —yünü almaya— razı olursa; satıcı, geride kalanı da açması için cebredilir.

Henüz, yerden sökülmemiş bulunan havucun satılması da böyledir. Hulâsada da böyledir.

Dükkânda veya her hangi bir yerde, tamiratla ilgili alim-satim için, zarar vermemek şart kılınmıştır. Kunye'de de böyledir.

İbn-ü Semâ'a şöyle demiştir:

İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

— Ben, gasbettiğim bir hurma kütüğü ile bir eve tavan veya gasbettiğim kiremitle bir ev yahut gasbettiğim çivi ile bir kapı yapıp, sonra da bu evi veya kapıyı satarsam, bu alış-veriş caiz olur mu? Ve, müşteri bu durumu bilirse, evi alıp almamak hususunda muhayyer olur mu?

İmâm şu cevabı verdi:

— Bu alış-veriş caiz olur. Müşteri, bu hususta muhayyer olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir ziraatçının arazisinde imaret bulunur ve bu imaret bina veya ağaç cinsinden olursa, bunun ahnıp-satılması caiz olur.

Ancak, imaret yer sürmek, kanal kazmak veya benzeri bir şeyse, alınıp satılması caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir ev veya bir arazi, iki kişinin müşterek malı olur ve taksim edilmemiş olduğundan, her ortağın kendi hissesine düşen yer belli olmazsa; bu ortaklardan birinin, buradan belirli bir yer veya ev satması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaz. Ve bu alış-veriş bu şahsın kendi hissesi hakkında da ortağının hissesi hakkında da geçerli değildir.

Ancak şu hâl, bunun hilâfınadır: Ortaklardan biri, o evde veya arazide bulunan hissesinin tamamını satarsa, bu alış-veriş caiz olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Su kanalının ahnıp-satılması ve bağışlanması caiz olmaz.

Yolu satmak veya bağışlamak da caiz değildir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, karnında çocuk bulunan bir cariyeyi satar ve bu câriye müşterinin yanında doğurursa; çocuk için ayrıca bir bedel ödemeye lü­zum yoktur.

Ancak bu câriye, müşteriye teslim edilmeden önce doğurursa; müşterinin, bu çocuk için bir bedel ödemesi gerekir. Çocuğun, teslim alınmadan ölmesi hâlinde de, ona bir bedel ödemek gerekmez.

Câriye teslim alınmadan doğurur, vasî de, çocuğun satılmasına izin vermez veya onu azâd ederse; müşteri, ancak, bedelini ödeyerek cariyeyi ahr. Vasinin, doğumdan sonra izin vermesi sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir. [105]

 

Alış - Verişte İstisna

 

Bir akidle efradının satılması caiz olan şeylerin satılmasından, istisnada bulunmak caiz olur.

Şöyle ki: Bir yığın buğday satan bir kimsenin, bundan bir Ölçeğini istisna etmesi; bir tulum yağ veya sirke satan kimsenin, bunlardan on rıtlını istisna etmesi gibi hallerde, bu istisnalar caiz olur.

Keza, satılan şeyler adediyyât-ı mütekâribeden (= birbirleri arasında, kıymetçe mühim bir fark bulunmayan ve sayı ile alınıp satılan, misliyattan olan şeylerden) ise, bunlarda da, —istisna ile— ahm-satım caizdir.

Ancak, bir akidle fetlerinin satılması caiz olmayan şeylerden istisna da bulunmak sahih olmaz.

Meselâ: Bir cariyenin satılıp, karnındaki çocuğun istisna edilmesi; bir koyunun satılıp, bazı uzuvlarının istisna edilmesi; bir sürünün satılıp, terk bir koyunun istisna edilmesi veya ziynetli bir kılıcın satılıp, ziyne­tinin istisna edilmesi gibi haller caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, sattığı evin içinde bulunan, odunu, kerpici, tuğlayı veya toprağı istisna eylese, bu caiz olur. Kunye'de de böyledir.

Meyve satıp da, bunların içinden belirli bir miktarını istisna etmek sahih olmaz.

Bu hüküm, meyvenin ağacın üzerinde iken satılmış olması hâlinde geçerlidir.

Ancak, kesilip toplanmış bulunan meyvenin tamamı satıldığı halde, içinden bir ölçeğinin istisna kılınması caiz olur.

Âlimler:    "Bu,    Hasan1 m    rivayeti    ve    Tahâvî'nin    kavlidir." demişlerdir.

Zahiru'r-rivâye'ye göre de, uygun olan bunun caiz olmasıdır.

Bir kimse, hurma ağaçlarını satar ve bunların içinden bilinen bir ağacı istisna ederse, bu caiz olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, arpa veya buğday yığınının tamamını, yüz dirheme satıp, bunun onda birini istisna ederse; bu şahsa, tamamının tutarının onda dokuzu yani doksan dirhem ödenir.

Şayet bu satıcı: "Onda biri bana olmak üzere..." derse; buğdayın onda biri, tamamının tutarının onda dokuzu bu şahsın olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu bana olmak üzere, şu yüz koyunu, yüz dirheme, sana satıyorum." dese; bu alış-veriş fâsid olur.

Şayet, bu şahıs: "Şu müstesna..." demiş olursa; kalan koyunlar, yüz dirheme satılmış olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu satıcı, müşteriye: "Yüz dirheme, şu yüz koyun senindir; ancak yarısı müstesna." derse; bu durumda, koyunların yarısı, yüz dirheme —satılmış—olur.

Şayet, bu satıcı: "Yarısı benim içindir." derse; koyunların yarısı, elli dirheme —satılmış— olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu şahıs, koyunları sattığı halde, belli olmayan bir koyunu istisna etmiş olsa; bu alış-veriş fasid olur.

Ancak, bu durumda, belli bir koyunu istisna ederse, alış-veriş caiz olur. Hulûsu da da böyledir.

Bütün değişik sayılarda da durum böyledir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Karnındaki çocuğu azâd edilmiş bulunan bir cariyenin satılması caiz değildir.

Bunun benzeri on bir mes'ele vardır:

1) Bunun akdi de, istisnası da caizdir. Anası vasiyyet edildiği halde çocuk istisna edilse veya çocuk vasiyyet edildiği halde anası istisna edilse; bu istisna sahih olur.

Bu, mes'elelerin dördünde de, akdi de istisnası da fâsid olur:

2) Sahibi bu cariyeyi satar

3) Veya mukâtebe kılar

4) İcara verir veya

5) Bir borç  üzere anlaşma yapar ve çocuğu istisna ederse;  bu durumda yapılan akidlerin hepsi de fasid olur.

Altı mes'eîede, akid caiz, istisna ise batıl olur:

6) Ana bağışlanır veya

7) Tasadduk edilir ve teslim edilirse;

8) Mehir olarak verilirse;

9) Kasden öldürülen bir kimsenin kanından dolayı yapılan sulha bedel olarak verilirse; veya

10) Hup (- mal mukabili boşama) karşılığı verilirse; yahut

11) Ana azâd edildiği halde cenîn istisna edilirse; bu durumlarda da akid geçerli, istisna ise bâtıl (= geçersiz) olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Emâli'de, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu köleyi, sana, bin dirheme sattım; ancak,. yarısı beş yüz dirhemdir." dese; bu durumda, alış-veriş bu kölenin tamamı hakkında caizdir ve onun bedeli, bin beş yüz dirhemdir.

Keza, bu şahıs, diğerine: "Ancak, onun yarısı yüz dirheme..." demiş olsa, bu durumda, bu kölenin tamamı, bin yüz dirheme müşterinin olur.

Yine, Emâlî'de, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, diğer bir kimseye: "Şu köleyi, onun yarısı üç yüz (veya altı yüz) dirheme bana ait olmak üzere, bin dirheme, sana sattım.", veya "...bedelin üçte birine..." yahut "...yüz dinara sattım." dese; bu durumda, bu alış-verişin tamamı fâsid olur. Muhıyl'te de böyledir.

Bir kimse, sahibi bulunduğu bir yolu, kendisinin, oradan devamlı gelip geçme hakkı olmak üzere satsa; bu alış-veriş caiz olur.

Keza, bir kimse, alî kattaki evini, kendisinin üst katta devamlı oturma hakkı olmak üzere satsa; bu alış-veriş de caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir,

İbn-ü Semâ'a, Nevâdsrfnde İmâm Mtihammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğer bir kimseye: "Şu yerden, kapısına kadar, yol hâriç, şu evi sana sattım." der ve yolun enini boyunu açıklayıp,kendisi veya başkası için böyle şart koşarsa, bu alış-veriş caiz

Yol hariç olmak üzere belirlenmiş bulunan bedelin tamamı da satıcının olur.

Ev satışında, satıcı: "Benim için yol hakkı olmak üzere..." der ve yolun enini boyunu tarif edip bildirirse; bu caiz olmaz. Mııhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu evimi, bizzat ev bana ait olmak üzere, sana, bin dirheme satıyorum." dese; bu sahih olmaz..." Ancak şu ev..." derse; caiz olur.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Binası müstesna olmak üzere, şu sınır içindeki yeri, sana sattım." dese; bu ahş-veriş caiz olur. O bina, satışa dâhil olmaz. Bir kimse: "Bizzat şu ağaç müstesna..." diyerek, bir arazisini satsa; bu ahş-veriş caiz olur.

Bu müşteri, ağacın dallarının mülkünde yayılmasını istemiyebilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Hasan bin Ziyâd, Kitâbu'l-Ihtilâf Beyne Ebî Yûsuf ve Züfer (R. A.)'de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu evi sana bin dirheme sattım; ancak, yüz arşını müstesna." dese; bu durumda, ahş-veriş fâsid olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir. İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre ise, bu ahş-veriş caiz olur. Müşteri, evin kaç arşın olduğunu biliyorsa, muhayyerdir: Dilerse, kendi  yüz arşınına satıcı sahip olduğu için,  bu evde ikisi arasında ortaklık meydana getirir; dilerse, evi almaktan vaz geçer. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu yiyeceği, sana, bin dirheme satıyorum; ancak, ondan, on ölçek müstesnadır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre, bu ahş-veriş fâsid olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu ahş-veriş caizdir. Ve, müşteri muhayyerdir. Ondan, on ölçek çıkarır.

Şayet, yüz dinara satıp, bir dinarını müstesna kılarsa, o yiyeceği, doksan dokuz dinara satmış olur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir. [106]

10- Birisinin Alınıp - Satılması Caiz Olmayan İki Şeyin Satılması

 

Bir kimse, hür şahısla, bir köleyi veya kesilmiş bir koyunla bir İaşeyi beraberce satmış olsa; bu iki şey hakkındaki satış da bâtıl ( = geçersiz) olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, her birinin bedelinin söylenip söylenmemesi arasında da bir fark yoktur.

İmâmeyn'e göre ise, bunlardan her birinin bedeli ayrı ayrı söylenmiş olursa; köle ile kesilmiş koyunun satışı sahih olur. Kâfî'de de böyledir.

Keza, bir kimsenin satın aldığı kesilmiş iki koyundan birisini, bir mecûsi kesmiş olsa veya bir müslüman, kasden besmeleyi terk ederek kesmiş bulunsa; bunlar,  bize göre müsavidir ve mes'ele yukarıdaki gibidir. Mebsût'ta da böyledir.

Fakat, bir kimse, bir köle ile müdebberi veya mükâtebi yahut ümm-ü veledi veyahud da kendi kölesi ile bir başkasının kölesini bir araya getirip, ikisini beraber satsa; kendi kölesi hakkındaki satış sahih ve onun bedelini alması caiz olur.

Kendi mülkü ile vakfı bir araya getirip satan şahsın, kendi mülkü hakkındaki  satışı,   —sahih   olan   kavle  göre—  sahihtir.   Kâfî'de  de böyledir.

Bir kimse, iki tulum sirke satın alır, sonradan da, bunlardan biri­sinin şarap olduğu meydana çıkarsa; her tulumun fiatının ayrı ayrı belirtilmemiş olması hâlinde, her ikisinin hakkındaki alış-veriş akdi de fâsiddir.

Eğer, her birinin"fiatı açıklanmış ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine böyledir yani yine bunlar hakkındaki ahş-veriş fâsiddir.

İmâmeyn'e göre ise, sirke hakkındaki ahş-veriş akdi caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı iki köleden birini teslim aldığı halde, diğerini teslim almadan; beheri beş yüz dirhemden olmak üzere, ikisini bin dirheme satarsa; teslim aldığı köleyi satması    caiz olur; teslim almadığı köleyi satması ise caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın almış bulunduğu bir köleyi, kendi kölesi ile bir­likte satarsa, imamlarımızın üçüne göre de, yanında bulunan kölenin satışı caiz olur. Huiâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bin dirheme satın aldığı bir köleyi teslim aldığı hâlde bedelini ödememiş olur ve onu kendi kölesi ile birlikte, her birini beş yüzer dirhemden satarsa; bu durumda, kendi kölesinin satılması caiz olur. Satın aldığı köleyi satması ise, caiz değildir. Zehiyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bîr ev ve malum ve hudutları olan, müslümanlara ait bir yol satın alır yani bu evle yolu birlikte satın alırsa; teslim aldıktan sonra, bu şahıs, o yolda hak sahibi olur. Dilerse, evi gui verir. Yol eve bitişiyorsa, dilerse, evi elinde tutar.

Eğer, ev yoldan ayrı ise, bedelini ödeyince, ev kendisinin olur. Muhayyerlik hakkı olmaz.

Şayet, yol hudutlu değilse ve miktarı da bilinmiyorsa, bu ahş-veriş fâsid olur.

Eğer bu yolun yeri, mescide aitse, bu da malum yol gibidir.

Eğer, mescidde cemâat oluyorsa, bu satışın tamamı fâsiddir. Çünkü, mescidin alınıp-satılması caiz olmadığı gibi helâl de değildir.

Keza, mescid yıkılmış ve yeri boş arsa haline gelmiş olsa bile, alım-satımı caiz olmaz.

Bir yere ortak bulunan iki kişiden birisi, o yerin tamamını diğer ortağına satsa;  Şeyhu'l-İmânı Zahîru'd-Dîn el-Mürğînânî:  "Bu satış fâsiddir." demiştir.

Keza, yine İmâm Zahîru'd-Dîn: "İddia olunan şahısla iddia eden şahıs, ortak bulundukları bir ev üzerinde ahş-veriş akdi yapsalar,bu fâsid olur." buyurmuştur.

Bir kimse, peşin beş yüz dirheme bir köle satın alır; beş yüz dirhemi ise, filan şahsın üzerinde olur veya beş yüz dirhemi bahşiş olarak verirse, bu ahş-veriş fâsid olur.

Kudûrî Şerhi'nde böyle zikredilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseden yüz on dirhem ve mahdut bir batman buğday satın alır; satıcı,  bunları vasıflarını belirttiği hâlde, buğdayı nerede teslim edeceğini  açıklamazsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu buğdayın hissesine isabet eden fesâd, geride kalan buğdaya da geçer mi?

İmâm Ebû Hanîfe: "Uygun olan, geçmesidir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Şehâdeti sahih olmayan bir şahsın, kendisinin bir şey satması, kendisine bir şey satılması, bir şey satın alması caiz değildir.

Meselâ: Bir şahsın vekili, nefsi veya başkası için; müşteriden, —vârisinden yahut kendisine bağış yapılmış vasıyyet edilmiş bulunu­landan değil— satın aldığı şeyin bedelini peşin olarak ödemeden —aldığı bedelden— noksan olarak satarsa; satılan şeyin kendisinde bir noksanlık bulunmaması hâlinde, bu satış caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Eğer, bu şahsın üzerinde, aldığı bu şeyin bedelini ödemeden önce bir şey kalmışsa; yine bu şekilde satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Altâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Dinarlarını satmış bulunan bir kimse, bunları, sonradan dirhemler karşılığında, daha noksan bir değerle satın alırsa, bu caiz olmaz.

Dinarlarını satan bir şahıs, sonradan bunları, gümüş parçaları karşılığında, daha az bedelle satın alsa, bu caiz olur.

Fakat bunları, bu şekilde, para karşılığında satın alırsa; bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, caiz olmaz. Diğer iki imamımızın kavillerine göre, bu kıyâs üzere caiz olur. Tatarhânıyye'de de böyledir.

Ancak bu şeyi, başka cinsten bir şeyle veya o şeyi, kusurlandıktan sonra satın alırsa, bu durumda, bu ahş-veriş caiz olur. Tehzîb'de de böyledir.

Bir kimse,  satın aldığı şeyin önceki bedelini ödemeden  veya ödedikten sonra, o şeyi, daha fazla bir bedelle satın alsa bu caiz olur.

O şeyin piyasada ucuzlamış, narhının düşmüş olması durumunda, önceki aldığından daha ucuza satın alması caiz olmaz. Yani, bu durumda, narha itibar edilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir malın bedelinin yarısını ödedikten sonra, kalan yarısını, bedelin yarısından daha aşağı bir karşılıkla alması caiz olmaz.

Keza satıcı, durumu müşteriye havale ettiği halde, müşterinin, son­radan o şeyi, önceki satıldığı bedelden daha noksana satın alması caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, kendisinin bir şahsa, onun da bir başka şahsa satmış bulunduğu bir şeyi, bu ikinci müşteriden, kendi sattığından daha ucuz bir bedelle satın alması caizdir.

Ancak, ikinci müşteri, birinci müşteriye bu alış-verişin herkes için feshedilmesi,sebebiyle müracaat etmişse; bu durumda satıcının, o şeyi sattığından daha düşük bir bedelle satın alması caiz olmaz.

Ancak, ikinci müşteri, birinciye, sadece aralarındaki alış-verişin feshi sebebiyle müracaat etmiş olursa, bu durumda, satıcının, o şeyi sattığından daha düşük bir bedelle satın alması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Attâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, sattığı şeyin bedelini teslim aldıktan sonra, o şeyi. sattığından daha düşük bir bedelle satın alsa, bu caiz olur.

Şayet bedel olarak ahnan para, geçmez para olur ve müşteriye iade edilirse, bu satışın cevazına zarar vermez.

Keza, satılan şeye bedel olarak, taraflar bir elbiseye sulh olsalar; satıcı bu elbiseyi teslim aldıktan sonra, sattığı şeyi, sattığı bedelden daha düşük bir bedelle geri satın alır ve bilâhare de, bu elbisede bir kusur bulur ve onu geri verirse, bu ahş-veriş bozulmuş olmaz.

Ancak, dirhemlerin kalp olduğunu görürse, bu durumda ahş-veriş bozulur.

Bir kimsenin satmış bulunduğu bir şeyi, bu şahsın babası veya oğlunun, o şahsın sattığından daha düşük bir fiatla satın alması caizdir.

Bu durumda, bu şahsın hayatta bulunması veya ölmüş olması arasında da bir fark yoktur.

Müdârib (= mal birinden, emek birinden olmak üzere kurulmuş olan şirketlerde, emek sahibi olan ortak) bir şeyi sattıktan sonra, bu şirkete malı ile ortak bulunan şahıs, o şeyi daha düşük bir bedelle satın alsa, bu caiz olmaz.

Bir köleyi, yüz dirheme satın alan şahıs, o köleyi teslim aldıktan sonra; bu köleyi kendisine satan şahsa, üç yüz dirheme bir câriye satsa, bilâhare de, bu cariyeyi "o köle ve yüz dirhem" mukabilinde satın alsa, bu caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir yabancının muhayyer olması şartı ile, bin dirheme ve veresiye olarak bir cariye satar, muhayyerliği şart kılınan yabancı şahıs da bu ahş-verişe İzin verdikten sonra, bu yabancı, cariyenin bedeli nakden ödenmeden, onu beş yüz dirheme satın alsa, bu caizdir.

Bu durumda, o cariyeyi, satıcının satın alması caiz olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir müşteri, bir şahsa, bir parça kumaş hediye eder, bu şahıs da, o kumaşı tekrar hibe eden şahsa hibe ettikten sonra, müşteri bu kumaşı, ilk satıcıya, satın aldığından daha düşük bir bedelle satarsa, bu satış caiz olur.

Keza, bir müşteri, bir köleyi sattıkdan sonra, bu köleye tekrar satın alır ve onu kendisine satan şahsa aldığından daha düşük bir bedelle satarsa, bu satış caiz olur.

Bir müşteri, bir kimseye bir şey bağışlayıp, onu teslim eder ve sonra da hibesinden vaz geçip, o şeyi satın aldığı şahsa, aldığından düşük bir bedelle satarsa; bu caiz olmaz.

Bir kimse, "kölesini, bin dirheme satmak üzere" bir şahsı vekil tayin eder; vekil de, bu köleyi sattıktan sonra; bu vekil, bu köleyi, kendi adına veya başka bir şahsa vekâleten daha az bir fiatla satın almak isterse; —ilk şahıs bedelini almadan—, bu caiz olmaz.

Müdebber, mükâtep veya kölesini satan bir efendinin, sattığım daha düşük bir bedelle satın alması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir şeyi sattıktan sonra, başka bir şahsı, sattığı o şeyi, daha düşük bir bedelle satın alması için vekil tayin etse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, beş yüz dirheme bir câriye satın aldıktan sonra, bu cariyeyi başka bir câriye ile birlikte satar ve bu işlemi, beş yüz dirhemi nakden ödemeden önce yaparsa, —satın almamış olduğu hakkında— bu alış-veriş caiz olur. Diğeri hakkında ise, bu ahş-veriş fâsiddir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Kudûti'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kumaşı, içinde bulunulan zaman fiatı ile satıp, sonra, onu aynı bedelle, —parasını bir müddet sonra ödemek üzere— satın almak caiz olmaz.

Bir kimse, bir şeyi, bir seneye kadar veresiye olmak üzere, bin dirheme sattıktan sonra, o şeyi, bin dirheme, iki seneye kadar veresiye olmak üzere satın alsa, bu caiz olmaz.

Ancak, bunun bedelini, bir dirhem veya daha fazla artırırsa, satın alması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir. [107]

 

10- FÂSİD OLAN VEYA FÂSİD OLMAYAN ALIŞ - VERİŞİN ŞARTLARI

 

Alış-verişte şart kılınmış bulunan hususu bilmek gerekir.

Bir şart bulunmadan, alış-veriş akdinin lüzumu, akdin ve manâsının şart olmasını iktiza eder.

Bu, akdin fâsid olmasını gerektirmez- Satıcının, sattığı şeyi teslim etmesinin; müşterinin de, aldığı şeyin bedelini ödemesinin şart olması gibi...

Veya, şart da, akdi iktiza etmez. Yani, şartlarınsöylenmişolmasi, akdin yapılmış olmasını gerektirmez.

Ancak, bu şekildeki akid de uygun olur. Biz, yukarıdaki sözümüzle, akdin gerekliliğini te'kid etmeyi kasdediyoruz. Müşterinin, kefile bedelî verip; kefilin işaretle veya sözle, —o mecliste bulunup,— akdin yapıldığını bilmesi gibi... Kefaleti kabûi etmesi gibi...

Yahud, akdin yapıldığı mecliste bulunmadığı halde, o meclis dağılmadan gelip, kefaleti kabul etmesi gibi...

Ki, bu durumlarda, alış-veriş istihsânen caiz olur.

Keza, alış-veriş; müşterinin mal bedelini rehin olarak vermesi; rehinin işaretle veya söylenmekle bilinmesi gibi hallerde de, istihsânen caiz olur. Her ne kadar rehin, akdin iktizâsından değilse de, hüküm böyledir.

Ancak, rehin akdin gerekliliğini kuvvetlendirir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Rehin bilinen bir şey olmaz, söylenilen bir şey olur ve bu da bir yer olursa, caiz olmaz.

Ancak, rehin keylî (= ölçülen) veya veznî (= tartılan) vasıflanmış bir şey olursa, o caizdir.

Rehin, muayyen bir şey olmadığı gibi söylenilen bir şey de olmaz; ancak, alınan şeyin bedeli rehin bırakılırsa; bu alış-veriş caiz olmaz.

Ancak, her iki taraf da, aynı meciisde rehnin tayinine razı olurlar ve müşteri, o meclisten ayrılmadan, onu satıcıya teslim eder veya müşteri, bedeli peşin olarak öderse, bunlar müstesnadır ve alış-veriş caiz olur.

Muhiyt'te de böyledir.

Kefil muayyen olmaz, sözle de bildirilmezse; alış-veriş akdi fâsid olur.

Kefil, alış-verişin yapıldığı mecliste hazır bulunur ve kefaleti kabul etmekten kaçınırsa veya bundan kaçınmadığı halde, oradan ayrılana kadar, kefaleti kabul etmez veya başka bir vazife alırsa, bu durumda, bu alış-veriş istihsânen bâtıl (= geçersiz) olur.

Bundan sonra, kefilin, kefaleti kabul edip etmemesi de, bir şey değiştirmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir yığın buğdayı rehin bırakmayı şart koşarsa; bu caiz olur. Çünkü, bu cehalet (- bilgisizlik), alış-verişi ifsâd etmez.

Muayyen bir şeyin rehin bırakılması şart koşulduktan sonra, rehin verecek oian şahıs, onu teslim etmekten kaçınırsa; teslim etmesi için cebredilmez.

Bu durumda müşteriye: "Ya rehni, ya onun kıymetini veya aldığın şeyin bedelini verirsin veyahud da bu alış-veriş akdi fesholur." denilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer müşteri bunları yapmaktan kaçınırsa, satıcı bu alış-verişi bozma hakkına sahip olur. Bedâi"de de böyledir.  

Bir  kimse,  bir  şeyi  satın .aldığı  zaman,  "filan  adamın  kefil olmasını, şart koşarsa; bu durum, müşteriye, aldığı şeyin bedelini rehin vermesini şart koşmak veya bizzat kendisini kefil saymak gibi olur ki, şayet kefil, aynı mecliste hazır bulunup, kefilliği de kabul ederse; bu alış-veriş sahih olur. Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir şahsa, bir şey sattığında, müşteri, satın aldığı malın bedelini alması için, satıcıyı başka bir şahsa havale ederse; bu alış-veriş kıyâsen fâsid, istihsânen caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Havale hakkında şöyle denilmiştir: Satıcı, sattığı şeyin bedelinin tamamının, müşteri  tarafından   alacaklısına   verilmesini   isterse,   bu alış-veriş fâsid olur.

Şayet,  sattığı  şeyin  bedelinin  yansının  müşteri  tarafından,  ala-. caklısına verilmesini şart koşarsa; bu caiz olur.

Hâkim, Muhtasâri'nda: "Bu alış-veriş mutlaka caiz olur." demiştir. Sahih olan da, budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şart, akde uygun olmadığı halde, muhayyerlik gibi şer'î bir cevâ/ bulunur veya şer'an bir cevaz vârid olmadığı halde, —nalınları ve kayışlarını ayrı yerlerden satın alıp, onları satıcıya hazırlatması gibi,— ört ve âdet olursa, bu durumlarda da, ahş-veriş istihsânen caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satıcının, kendisi için mest dikmesi üzere, deri satın alırsa veya satıcının astarlaması şartıyla, bir baş giysisi safın alırsa, tea­mülden dolayı, bu ahş-verişler caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Keza, bir kimse, yırtığını dikmesi şartıyla, başka bir kimseden mest veya yırtığını dikmesi ve yamaması şartıyle bir elbise alırsa; bu alış-veriş de caiz olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Ancak, biçmesi ve dikmesi şartıyle, bir kimseden ham bez satın almak,  —örf ve âdet olmadığından,— caiz olmaz.  Zahîriyye'de de böyledir.

Şayet, konulan şartın, şeriatta caiz olduğu bilinmez ve bu şart örf ve âdet de olmaz; ve bu şart, sözleşme yapanlardan birine menfaat sağlayacak olura, bu şartla yapılan akid  fâsid olur.  Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bedelini almadan önce, müşteriye teslim etmek üzere, bir köle satarsa, bu alış-veriş fâsid olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir başka şahsa: "Şu kölemi sana, sen şu köleni bana vermen şartıyle, bin dirheme sattım." dese, bu alış-veriş fâsid olur.

Çünkü, bu ahş-verişte hîbe şartı vardır.

Şayet; "Sana, şu kölemi, bin dirheme, fazladan da şu köleni bana vermen üzere sattım." derse, bu ahş-veriş caiz olur.

Bu fazlalık, bedele dâhil olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir kölesini, "müşteri onu ne zaman satarsa, bedeli satıcıya ait olmak üzere" satsa; bu ahş-veriş fâsid olur. Sirâcü'l-Vehhâc' da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu  eşeği, sana,   bununla   şu   ırmağı geçmezsen, geri kabul etmek, değilse kabul etmemek üzere sattım." derse, bu satış sahih olmaz.

Keza: "...Yarına kadar geçmezsen..." dese, yine bu satış caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, bir satıcıdan, yine ona satmak üzere bir şey satın alsa, bu alış-veriş fâsiddir.

Bir kimse, bir başka şahıstan, bu satıcı şahsın kesip toplaması veya ona bin dirhem borç vermek üzere meyve satın alsa, bu alış-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, müşterinin, kendisine bağışta bulunması, tasad'duk etmesi veya ödünç vermesi şartıyle, ona bir şey satsa, bu ahş-veriş fâsid olur.

Ancak bu şahıs, "yabancı birine ödünç vermesi şartıyle" satarsa, o zaman, bu ahş-veriş caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Üzerinde anlaşma yapılan şeyin menfaati şart koşulursa;  bu ahş-veriş akdi fâsid olur.

Ma'kûdün aleyh (= üzerinde anlaşma yapılan şey) bu hakka, başkasına nisbeten daha çok müstehâk bir şey —bir köle— ise, onun menfaatinin şart koşulması hâlinde ahş-veriş fâsid olmaz. Menfaate bu şekilde, müstehâk bir hayvan hakkındaki hüküm de böyledir.

Hatta, bir kimse, bir hayvanı, satmamak ve hîbe etmemek şartıyle satın alsa, bu ahş-veriş caiz olur. Bu şartta, ma'kûdün aleyh olan hayvan için bir menfaat olsa bile, bu ahş-veriş caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir  köle veya  cariyeyi,   alan  şahsın   satmaması, bağışlamaması ve mülkünden çıkarmaması şartıyle satsa; bu ahş-veriş fâsid olur. Bedâi'Me de böyledir.

Bir kime, köleyi, satın alan şahsın ona bir şeyler yedirmesi şartıyle satarsa; bu ahş-veriş caiz olur.

Ancak, bu şahıs, köleyi, müşterinin ona helva   ve et yedirmesi şartıyle  satarsa,  bu  ahş-veriş  fâsid  olur.  Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Bir kimse, bir köleyi, "müşterinin onu azâd etmesi şartıyle" satarsa; bu ahş-veriş de bâtıl olur.

Zahiru'r-rivâyede, âlimlerimiz böyle söylemişlerdir.

Hatta, bu müşteri, o köleyi teslim almadan önce azâd etmiş olsa, bu itki geçerli olmaz.

Ancak, bu müşteri, o köleyi teslim aldıktan sonra azâd ederse; ahş-veriş akdi istihsânen cevaza dönüşür.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Ve kölenin bedelini ödemek müşteriye aittir.

İmâmeyn'e göre ise, müşteri bedelini ödemedikçe, bu caiz olmaz.

Muhıyt'te de böyledir.

Âlimler, bu köle azâd edilmeden önce, müşterinin yanında helak olursa, müşterinin onun kıymetini ödemesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır.

Keza, sahibi, o köleyi birine satınca, o şahıs da, bu köleyi hîbe etse, yine, kıymetini ödemesi gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, ipek giydirmek veya onu dövmemek, eziyet etmemek üzere bir köle satın alsa, bu alış-veriş fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şart, akid yapan iki kişi iie bir yabancı arasında cereyan eden bir menfâat olursa, bu durumda, aiış-veriş akdi fâsid olmaz.

Şöyleki: Bir kimse, bir şeyi, onun bedelini bir yabancıya borç vermek şartıyla, bir kimseden satın alırsa; bu alış-veriş akdi fâsid olmaz.

Kııdûrî'yegöre, bu akid fâsiddir.

Kudûrî'nin bu sözü şu şekilde anlaşılabilir: Bir müşteri, satıcıya: "Senden, şu şeyi, bana veya filan şahsa borç vermen şartıyle satın aldım." dese; bu alış-veriş akdi fâsiddir. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre, İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur: Satıcıya karşı şart koşulan her şart alış-veriş akdini bozar. Yabancıya karşı konulan şart da bâtıldır. (= geçersizdir.)

Meselâ: Bir kimse, satıcının, yirmi dirhem bağışlaması şartıyle bir hayvan satın alsa, bu alış-veriş bâtıl olur.

Keza, bu şahıs, o hayvanı, "filanın, bana yirmi dirhem bağışlaması şartıyle" diye satın alsa; bu alış-veriş de fâsid olur.

Satıcıya karşı şart koşulması hâlinde alış-veriş akdini bozmayan her bir şart, bir yabancıya karşı şart koşulması hâlinde de alış-veriş akdini bozmaz. Bu durumda, o yabancı muhayyerdir. (İsterse, —bu şartı— kabul eder, isterse, kabul etmez.) Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bedelinin bir yabancıya bırakılması şartıyle, bir şey satın alırsa; bu alış-veriş caiz olur.

Bu durumda, bu yabancı muhayyerdir: İsterse, bütün bedeli alır; isterse, almayıp terkeder.

İbn-ü Semâ'a, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, aldığı şeyin bedelininden, satıcının, kendi oğluna (yani müşterinin oğluna) veya bir yabancıya bağışlaması şartı ile, bir şey satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, "alan şahsın satmaması ve hîbe etmemesi şartıyle" bir elbise veya bir hayvan satsa; veya "yememesi ve satmaması" şartıyle bir yiyecek satsa, bunun caiz olduğuna bir delil yoktur.

Hasan, Mücerred'de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den, bunun böyle olduğunu rivayet etmiş ve bu kavlin sahih olduğunu, söylemiştir. Hidâye'de de böyledir.

Hasan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, bir başka şahıstan, "ona ot vermemek şartıyle, bir hayvan satın alsa; bu alış-veriş caiz olur.

Keza, müşteri: "Kesmek şartıyle" dese, yine bu alış-veriş caiz olur.

Fakat, müşteri: "Filan şahsa satmak..." veya "...satmamak..." şartıyle derse; bu alış-veriş fâsid olur.

Ancak, müşteri: "...satmak..." veya "...bağışlamak..." şartıyle dediği halde, "filan şahsa" demezse, bu alış-veriş caiz olur.

Bir kimse, "filanın izni olmadan satmamak şartıyle" bir şey satın alsa veya "filanın izni olmadıkça satmamak veya yıkmamak şartıyle" bir ev satın alsa; bu durumda da alış-veriş fâsid olur.

Bir kimse, "bilâhare, kendisi için satın almak şartıyle" bir şey salarsa; bu alış-veriş caiz olmaz.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Şu şeyi, günâh ve rüşvet olarak, sana sattım." dese; bu alış-veriş caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, kendisi o şeyi sattıktan sonra, bedelini ödemek şartı ile, bir şey satın alması fâsiddir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, müslümanlar için mescid yapılması şartıyle bir ev satsa, bu satış fâsiddir.

Keza,  "fakirlere tasadduk edilmesi şartıyle'* buğday satsa; bu alış-veriş de fâsiddir.

Bir kimsenin, müslürnanlara kabristan yapılması şartıyle, bir yer satması da fâsiddir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Attâbiyye'de şöyle denilmiştir:

Bir kimsenin, sıkılmış üzüm veya hurma suyunu satarken, "içki yapılmasını şart koşması" caizdir.

Bir kimsenin, sattığı evin hıristiyan ibâdet hanesi yapılmasını şart koşması da caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Şu şeyi, bana bir sene hizmet etmesi şartıyle, sana, üç yüz dirheme satıyorum." veya "...sana, üç yüz dirheme satıyorum." dese; bu alış-veriş fâsid olur.

Çünkü, bu alış-verişte icâre (= kira) şart kılınmıştır.

Keza, bir kimse, diğerine: "Şu kölemi, bir sene hizmet etmesi şartıyle, sana, üç yüz dirheme satıyorum." dese, bu alış-veriş fâsiddir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın alan şahsın yırtması şartıyle bir elbise veya yıkması şartıyle bir ev satsa; bu alış-veriş caiz olur; ancak şartlar bâtıldır. {= geçersizdir.) Bedâi'Me de böyledir.

Şart bulunduğu halde, bu şartta her hangi bir zarar veya fayda bulunmazsa, bu gibi alış-verişler caiz olur.

Meselâ: Yenilmesi şartiyle yiyecek; giyilmesi şartıyle giyecek satıl­ması gibi... Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi, cima' etmek veya cima' etmemek şartıyle satın alsa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,  bu ahş-veriş, her iki hâlde de caizdir. Sahih olanda, budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu köleyi, sana, filan kimsede olan alacağıma karşılık, bin dirheme satıyorum." dese; bu, o şahıstan borcun sakıt olması demektir ve nafiledir.

İbn-ü Semâ'a, Nevâdir'inde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, kendi kölesini, filana olan bin dirhem borcu karşılığında, müşîeriye satar, alacaklı şahıs da buna razı olursa; bu alış-veriş caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, kölesini, satın alan şahsın,   bu   kölenin   bedelini —satıcının—   borçlu   bulunduğu   şahsa   vermesi   şartıyle"   satsa;   bu alış-veriş fâsid olur.

Keza, bir kimse, kölesini, başka bir şahsa, "bedelinin bin dirhe­mini,   —satıcının—   kendi   borçlusuna   ödemesi   şartıyle"   satsa;   bu alış-veriş de fâsid olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Köleni, yüz dirhemini sana vermek üzere, filan şahsa sat." der; o da, o köleyi, o şahsa, bin dirheme sattığı halde, satıştaki şartı söylemezse; bu alış-veriş caiz olur. O yüz dirhemi vermesi gerekmez. Verirse, bu hususta müşteri satıcıya müracaat eder.

Keza, bu şahıs: "Köleni, yüz dirhemini sana bağışlamak üzere, filan  şahsa sat." dese; satış caiz olur.  Yüz dirhemin  hîbe edilmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir başka kimseye: "Filân adama karşı, şu şeyi, senden yüz dirheme satın alacağım." dese; bu satış fâsiddir.

Şayet: "Elbisemi, senin filan şahıstan olan alacağına karşılık olmak şartıyle, yüz dirheme, sana satıyorum." derse; bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir şey sattığı şahsa: "Bunu, sana, bedelinden şu kadar düşmek şartıyle, şu kadara sattım." derse; bu alış-veriş caiz olur.

Ancak: "Bedelinden şu kadarını, sana bağışlamak şartıyle, sana sattım." dese; bu durumda, bu alış-veriş caiz olmaz.

Şayet: "Bedelinden şu kadar düşmem şartıyle, sana sattım." derse bu ahş-veriş de caiz olmaz.

"Sana, şu kadarını bağışladım..." derse, bu alış-veriş caiz olur. Çünkü, bu durumda htbe etmek, vücûbdan daha öncedir.

Birinci hâlde caiz olmamasının sebebi ise, hîbe (= bağış) şartının, îcâbdan sonra olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir köle satın alıp da, bir ay muhayyer kalmak isteyen bir şahıs; o köleyi satışa arzedip,    isterse hizmetinde kullanmayı şart koşarsa; bu alış-veriş âlimlerimizin açık rivayetlerine göre, fâsiddir.

Hatta, bu köleyi teslim almadan önce, bu şekilde satın almış bulunan müşteri onu azâd ederse,. —fasid olan— bu alış-veriş cevaza (= caiz olmaya) dönüşür.

Bu, istihsânen böyle olur ve müşterinin bu kölenin bedelini ödemesi gerekir.

İmâmeyn'e göre ise, bu fâsid alış-veriş cevaza dönüşmeyeceği için, müşterinin, o kölenin bedelini ödemesi de gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satan şahsın   duvarını yapması şartıyla, onun bağını satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur.

Şayet, satıcı: "Sen satın al; ben duvarını yaparım." derse; bu alış-veriş caiz olur.

Ancak, bu durumda da, satıcı, duvarı yapmaya zorlanamaz.

Bu durumda ise, müşteri muhayyerdir: Dilerse, satın alır; dilerse, almayıp terkeder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir şey, ayrı ayrı verilmek üzere satıldığı zaman, akid esnasında, bunun şart koşulmuş olması hâlinde; bu alış-veriş caiz olmaz.

Bu şart koşuhnadığı halde, satıştan sonra söylenmiş olursa; yine, satıcının, bu şeyin tamamını birden vermesi gerekir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, kendi evinde teslim edilmek üzere bir şey satın aldığı zaman, bakılır: Eğer müşteri şehirde bulunmakta ve evide şehirde ise, bu aİiş-veriş caiz olur.

Bu, şartla istihsândır.

Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) un kavilleridir.

Şayet,bu şahsın evi şehrin dışında veya kendi şehrin dışında olduğu halde, evi şehirde ise, bi'1-icma' bu alış-veriş caiz değildir

Keza,  her ikisi de şehrin dışında işe, yine,  bu alış-veriş caiz değildir.

Bir müşteri, aldığı yükün evine taşınmasını şart koşarsa, evinin şehirde olmaması hâlinde bi'1-icma', bu aiış-verİşi caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir kimse, kasabada sahih bir alış-verişle odun aldıktan sonra, bu alış-verişe ilâveten, satıcıya: "Evime kadar taşı." dese; bu alış-veriş caiz olur. Çünkü, bu bir şart değil, meşverettir. (= müşaverede bulunma, danışmadır.) Satıcı dilerse, o odunu eve kadar götürür, dilerse götürmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseden: "Filan şahsa teslim etmek şartiyle, bir ev satın alırsa; o evde, filanın eşyalarının bulunması hâlinde, bunu bilsin bilmesin, bu alış-veriş fâsiddir.

Hasan: "Eğer, onun, o evde bir şeyinin bulunduğunu bilirse; sa­tılanı teslim etmesi caizdir; aksi takdirde satıcının hissesinde muhayyerdir: İsterse, izin verir; isterse, ibtâl eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müşteri, satıcıya: "Bana, —şu şeyi— bin dirheme satmana karşılık, bedelini yüz dirhem artırdım. (—  fazla veriyorum.)" der ve böyle de yaparsa; bu alış-veriş caiz olur.

Keza, bir müşteri satıcıya: "Ben, sana, bedelini verdikten sonra, bir fazlalık bağışlarım." dese; bu alış-veriş de caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bedelini başka bir yerde ödemek üzere, bir köle satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur.

Bu hüküm, bedelin hâl-i hazırda bulunması hâlinde geçerlidir.

Fakat, bu şahıs, "aldığı kölenin, bin dirhem olan bedelini, bir aya kadar, başka yerde ödemek şartıyla" satın alırsa; bu bedeli, bin dirhem olarak, bir aya kadar ödemesi caizdir. "Başka yerde ödeme" şartı ise geçersizdir. Çünkü, o köleyi, belli bir müddete kadar, bin dirheme satın almıştır. Ve başka yerde ödemeyi söylemesi, ödeme yerinin belirlenmesi içindir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir şeyi peşin şu kadara, veresiye şu kadara veya bir aya kadar —bedeli ödenmek üzere— şu kadara, iki aya kadar, —bedeîi ödenmek üzere— şu kadara satsa, bu caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse,  başka bir kimseye:  "Şu tuluğu ve içindeki zeytin yağını, tuluk elli rıtıl, zeytin yağı da elli ntıl olmak üzere, sana sattım. Bunların her bir rıtlı bir dirhemdir." der; tuluk altmış rıtıl, zeytin yağı da kırk rıtıl gelirse; bu durumda, bedel, tuluk ile zeytin yağının kıymetine göre taksim edilir. Sonra fazla o!an on dirhem, tuluğun hissesine ilâve edilir. Ve zeytin yağının hissesinden de, on dirhem noksanlaştırılır. Sonra da, müşteriye: "İstersen, al; istersen, bırak." denilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, gebe olmak şartıyle bir koyun veya bir deve satın alırsa, bu zâhiru'r-rivâyeye göre caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, "bin Buhârâ dirheminin mislini, Semerkant'ta vermek üzere1 borç alsa veya "bir aya kadar, benzerini Semerkant'ta vermek üzere," Buhârâ'da, bin dirhem borç alsa; bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

"Gebe olmak şartıyle," bir koyunun alınıp satılması caiz değildir. Zahîriyye'de de böyledir.

Hâmile olması şartıyle, bir câriye satın alınması hâlinde, Fakiyh Ebû Bekir el-Belhî:"Âlimler,bunun caiz olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir:   Bazıları:   "Caiz   olmaz.";   bazıları   ise:   "Caiz   olur." demişlerdir.   Bana  göre,   esahh   olan,   bu   satışın   caiz  olduğudur." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Fakıyh  Ebû  Ca'fer el-Hındvânî'nin  şöyle  buyurduğu  rivayet olunmuştur:

Bu, satıcı tarafından şart kılınmış olursa; alış-veriş caiz olur. Ancak, bu şart müşteri tarafından 'konulmuşsa; ahş-veriş caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir cariyeyi, "hamile olmak şartıyle, süt emzirmesi için" satın almak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "hâmile değildir." diye bir câriye sattığında; câriye hamile olsun veya olmasın bu satış caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Tahâvî:  "Sağılması veya sütlü olması şartıyle, bir inek satın alınması caiz değildir." demiştir.

Şeyhu'1-İmâm da, bununla fetva vermiştir. İmâm Kerhî ise: "Bu,;câiz olur." demiştir. Fakıyh de bu görüşü benimsemiştir. Sadru'ş-Şehîd de, bununla fetva vermiştir. Ve fetva, buna göre verilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, "sütü bulunması şartıyle, süt emzirmesi için" biı câriye satın alması hususunda Şeyhu'I-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Bu ahş-veriş, gerçekten fâsiddir." demiştir.

Ebû Ca'fer'in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O caizdir. Çünkü, bu câriye, san'at ehli menzilindedir. Ve bu, şunun gibidir: Bir kimsenin, ekmekçi olması şartiyle bir köle satın alması caizdir. Câriye de bunun gibidir.

Sahih olan da budur. Fetva da bunun üzerinedir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin

Tatlı olması şartıyla karpuz alması;

Tuluğun içinde şu kadar çıkması şartıyle, zeytin yağı veya susam yağı alması;

Şu kadar batman eti çıkması şartıyle, sağ koyun veya öküz satın alması; gibi alış-verişlerin tamamı fâsiddir.

Çünkü, bunların önceden bilinmesi mümkün değildir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimsenin, "şöyle şöyle sütü var." diyerek, bir koyunu sat­ması, bi'1-ittifak fâsiddir.

Keza, bir kimsenin, "bir ay sonra, geri vermek şartiyle"bir şeyin aiış-veriş akdini yapması fâsiddir. Zehıyre'de de böyledir.

Müşteri; "Bu ineği, senden, sütlü olması şartıyle, satın, alıyorum."; satıcı  da: "Ben de, öyle satıyorum."  dedikten  sonra; alış-veriş akdini şartsız olarak yapsalar; daha sonra da inek söylenilenin hilâfına çıksa; müşteri bu ineği iade edebilir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, "şöyle şöyle seslerle şarkı söylemesi şartıyle**, câriye satın aldığı halde, bu câriye şarkıcı çıkmasa; bu aiış-veriş caiz olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur.

Alimler: "Bu şartla alış-veriş, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den, İmâm Muhammed (R.A.) vasıtası ile gelen bir rivayete göre caizdir. Alınıp kabul edilen görüş ise, önceki görüştür." demişlerdir.

Buna göre, tos vuran koç, dövüşken horoz satışı, teberrî (— sev­meme, yüz çevirme) yolu ile olduğu zaman caizdir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

İçsiz ve bozuk olmak şartıyle ceviz satan almak caiz olmaz. Ancak,  bu şekildeki cevizlerin miktarı çok olursa, yakmak için satın alınması caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, "şöyle şöyle ötmek şartıyle" güvercin satın alır; o da, öyle  çıkmazsa,   bu   alış-veriş   fâsid   olur.   Çünkü,   güvercini   ötmeye cebretmek mümkün değildir.

Şart kılınan şey mümkün olmayınca, o satış fâsid olur. Zahîriyye'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimsenin kudurmuş olmak şartıyle bir köpek veya dönek olmak şartıyle bir güvercin satın alması caiz olmaz.

Ancak, satıcının, o şeyin ayıbını açıklamış olması hâli müstesnadır.

Zehıyre'de de böyledir.

Bir ev satın alan şahıs, "bu evle beraber, etrafını da şart koşsa"; bu alış-veriş caiz olmaz.

Bir yer satın alan kimse, "orada yapacağı yeniliğin masrafını, stıcının yapmasını şart koşsa"; bu alış-veriş caiz olmaz. Çünkü, satıcı, müşterinin yaptıklarının bedelini tazmin etmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, "her gün şu kadar ekmek pişirmesi veya her gün şu kadar yazı yazmasışartı ile"bir câriye satın alsa;hu alış-veriş caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse,  ekili  bir  yerini,  "oraya müşterinin  hayvanlarını bırakması şartıyle" satmış olsa; bu alış-veriş istihsânen caiz olur.

Fetva da, buna göredir.

Kıyâsda ise, bu şekildeki alış-veriş fâsiddir. Bazı âlimler de bunu benimsemiştir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir yerin,  "haracını satıcının vermesi şartıyla alınıp-satılması fâsiddir.

Bu yerin "haracının yarısını satıcının vermesi şartıyle" satılması da fâsiddir.

Bir kimsenin, "haracı, üç dirhem olmak şartıyle" satın aldığı yerin haracı, dört dirhem veya "dört dirhem olmak şartıyla" satın aldığı bir yerin haracı, üç dirhem olursa; bu durumlarda, bu alış-veriş fâsiddir.

Bu hüküm, bu durumun bilinmesi hâlinde geçerlidir. Şayet, müşteri bu durumu bilmiyorsa, bu alış-veriş caiz olur.

Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir: Dilerse, bu yeri haracı ile birlikte kabul eder; dilerse, orayı almayıp terk eder.

Bir kimse, haracı bir araziyi haraçsız veya harâc vaz edilmemiş bir araziyi haraçlı olarak satın alsa; bu durumu bilmekte Ue, bu alış-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, hırsızlığı satıcıya ait olmak şartıyle veya ay başına kadar, cinneti satıcıya âit olmak şartıyle bir köle satın alır ve bu köle de, ay başına varmadan tecennün etse (- delirse, cinnet getirse); müşteri, onu satıcıya iade etmek isteyince de, o bu köleyi geri almasa; köle ise, müşterinin yanında helak olsa; âlimler: "Bu şartla yapılan bu alış-veriş fâsiddir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kâdî'l-İmâm Rüknü'l-İslâm Aliyyii's-Sağdî'den soruldu:

  Haracı on dirhem olan bir yeri, sahibi, on beş dirhem haraçla satsa ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

— Bu satış fâsiddir.

Haracın noksan söylenmesi hâli de böyledir. Yine, Rüknü'l-İslâm Alîyyii's-Sağdî'den soruldu:

  O yerin asıl haracının kaç dirhem olduğu bilinmez; müşteri ile satıcı, bu haracın miktarında ihtilâf ederler; müşteri, az olduğunu; satıcı ise, çok olduğunu iddia ederse; o yerlerde, o arazinin benzerinin   hara­cına bakılır mı? Ve,müşteri, satıcıya yemin vermek isterse, bunu yap­maya hakkı olur mu?  

İmâm şu cevabı verdi:

   Harâc   hakkında   dâvâcı,   sultanın   naibidir.  Zehıyre'de  de böyledir.

Bir kimse, haracını satıcının vermesi şartıyle satın aldığı bir yeri teslim alır ve bu şartla satışın caiz olduğunu zannederek, şefi' de şuf'a hakkını aldıktan sonra, satışın sahih olmadığı açığa çıkarsa;  Kâdî'l-İmâm Ebû Ali en-Nesefî: "Bu alış-veriş fâsiddir." demiştir.

Fâsid bir satışda da, şefi için, şuf'a hakkı, —red sebebiyle, satıcının hakkı bâtıl olmadıkça— sabit olmaz.

Eğer şefi', aldığı yeri, iki tarafında rızâsı ile satın almışsa, orası kendisinin olur.

Alış-verişin başlangıcında, şuf'a hakkı şart koşulmuşsa; haracı, satıcının yüklenmesi hâlinde, şefi' aldığı yeri geri verir. Aksi takdirde geri vermez. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza, bir kimse, bir yeri, müşteriden harâc almamak şartıyle satarsa; bu alış-veriş fâsid olur.

Ancak, daha önceki harâc müşteriye ait olmamak üzere ittifak ederlerse; bu durumda alış-veriş caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kime, bir yer sattığı hâlde harâcdan bahsetmez veya haracı şan koşmazsa; bu alış-veriş tamam olur.

Sonra bakılır: Eğer haraç çok ise, müşteri muhayyerdir. Durum böyle değilse, müşterinin muhayyerlik hakkı olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, sattığı bir yer hakkında: "Bunun haracı şu kadardır." dediği halde, haraç dediğinden daha fazla çıksa; bu fazlalığın halkın ayıp saydığı cinsten olması hâlinde, müşteri, o yeri geri verir.

Bir kimse, içinde şu kadar hurma ağacı var diye" bir yer satar; müşteri ise, bu yerde satıcının dediğinden daha az hurma ağacı bulursa; bu  alış-veriş  caiz  olur.  Ancak,  bu  durumda  müşteri  muhayyerdir Dilerse, o yeri bedelinin tamamını vererek satın alır; dilerse, almaz, terkeder.

Bir kimse: "İçinde şu, şu var." diyerek bir ev satar; müşteri ise, onları satıcının dediğinden noksan bulursa; bu alış-veriş caiz olur. Ve, müşteri, bu yönden muhayyer olur.

Bir kimse, içinde şu kadar hurma ağacı bulunmak üzere bir yer satar; bu hurma ağaçlarının üzerinde de meyve bulunur ve hepsini de meyveleri ile sattığı hâlde, bunların arasında meyvesiz hurma ağaçları da olursa; bu durumda, bu aiış-veriş fâsid olur.

Nitekim, bir kimse, kesilmiş bir koyunu sattığı halde, bu koyunun ayağı uyluğundan kesilmiş olursa; bunun satışı da fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, içinde hurma ağaçlan ve diğer ağaçlar bulunmak üzere bir yer sattığı hâlde, burada, hurma ve başka bir ağaç da bulunmasa, bu durumda da, bu alış-veriş caiz olur.

Ancak, bu durumda müşteri muhayyerdir. (Yani, ya bedelin tamamını vererek orayı alır; veya almaktan vaz geçer.)

Keza, bir kimse, bir evi altı ve üstü ile sattığı hâlde, bu evin üsiü bulunmazsa; müşteri, bu durumda da muhayyerdir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu evi, sana direkleriyle, kapılarıyle, ağaçlarıyla sattım." dediği halde, bu evde ağaç,direk, kapı bulunmazsa, müşteri muhayyerdir.

Fakat, bu evde, iki kapı, iki direk bulunursa, müşteriye muhayyerlik hakkı yoktur.

Ancak bu evde, bir tek kapı ve bir tek tavan ağacı varsa, müşteri yine muhayyerdir.

Bu şahıs: "İçinde olanlarla... tavan ağaçlarından, kapılarından, odundan, hurma ağacından ne varsa sana sattım." dediği halde, bun­lardan hiç biri bulunmazsa; bu durumda da müşteri için muhayyerlik hakkı yoktur.

Bir kimse, tezyinatlı olmak şartıyle bir kılıç veya kayışları çakılmış olmak şartıyle bir çift nalın; kaşı yakut olmak şartıyle,bir yüzük; halkası altın  olmak  şartıyle,  kaşlı  bir  yüzük  satın  alır ve bu  eşyalar  şart kılınmış oldukları gibi bulunmalarına rağmen, müşteri teslim almadan önce, bu ortak vasıflarından birisi telef olursa; bu durumda müşteri muhayyer olur; Eğer isterse, geride kalanı, bedelin tamamını ödeyerek alır; isterse, almayıp terkeder.

Ancak, halkasının  altın  olması  şart  koşulan  yüzüğün   halkası bulunmazsa; bu durumda ahş-veriş fâsid olur.

Bu gibi şeylerde aslolan şudur; Her hangi bir şey satılırken, ona tâbi  olarak,  bir başka şeyde satılır ve bu satış o şey söylenmeden yapılırsa; bu şeyin satışı ile birlikte diğeri de şart kılınır, ancak, bu bulunmazsa;   bu   durumda   müşteri   muhayyeredir.   Dilerse,   bedelin tamamını vererek, o şeyi alır; dilerse, almayıp terkeder.

Satılan bir şeye, söylemeksizin bir başka şey de dâhil olursa; bu şeyin, diğeri ile birlikte satılması şarttır.

Bu şey bulunmazsa, müşteri diğerini hissesine isabet eden bedeli ödeyerek alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, sarı boya ile boyanmış olması şartıyle bir elbise aldığı hâlde, o elbise beyaz olsa; bu ahş-veriş caiz olur.  Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir.

Bu, şunun gibidir: Bir kimse, "içinde bina var." diye bir yer satın aldığı hâlde, bu yerin içinde bina bulunmazsa; bu müşteri muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, terkeder.

Ancak,şu,bu hükmün hilâfınadır:Bir kimse,beyaz olması şratıyle bir elbise satın aldığı halde, o elbise sarıya boyanmış olursa; bu alış-veriş fâsid olur.

Bu da, şunun gibidir: İçinde bina olmamak üzere bir yer satın aldığında, orada bir ev bulunursa; bu ahş-veriş fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, evi tuğladan olmak üzere bir yer satın aldığı halde, oradaki ev kerpiçten olursa; Tecrîd'de, "bu ahş-verişin fâsid olduğu" zikredilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Keza, bir kimse, sarı ile boyanmış bir elbise satın aldığı hâlde, bu elbise za'ferân ile boyanmış olursa; bu alış-veriş fâsid olur.

Keza, bir kimse, bin atkılı olmak üzere bez satın aldığı halde, bu bez bin yüz atkılı olur ve bezi teslim'ahrsa;veya altılı diye aldığı halde, bez beşli çıkarsa; bu durumlarda, müşteri muhayyerdir: Dilerse, bedelin tamamını ödeyerek, o bezi alır; dilerse, almaz, terk eder. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Şu ibrişim kumaşı, sana sattım." dediği halde, o kumaş saf ibrişim olmayıp, karışıktı bulunursa; erişinin şart koşulan ibrişimden,atkısının ise başka bir şeyden olması hâlinde, bu aliş-veriş bâtıl <Mur,

Eğer, atkı.s' ibrişimden olduğu hâlde, erişi başka şeyden olursa; satış caiz ve müşteri muhayyer olur.

Bişr, şöyle dedi:

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a sordum:

  Bir .dmse, bir başka şahıstan, keten oiması şartı ile elbiselik kumaş satın aldığı halde, bu kumaş pamuk çıkarsa, durum ne olur?

İmâm, şöyle buyurdu:

  Onu, hemen iade eder. Şayet onu kesmişse, bu durumda geri dönemez. Ancak, çoğu pamuksa, o zaman, bu alış-veriş fâsid olur.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, şundan, şu kadar olmak üzere sabun satın alır ve o sabun, dediğinden az olursa; müşterinin, alırken sabuna bakmış olması hâlinde, bu ahş-veriş caizdir ve müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur.

Keza, bir kimse, on arşından yapılmış olması şartı ile, bir gömlek satın aldığı hâlde, bu gömlek dokuz arşından yapılmış olursa; yine, bu alış-veriş caizdir ve müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur.

Bir başkasına ibrişim satan şahıs, onu müşterinin karşısında tartar ve müşteri onu alıp götürdükten bir müddet sonra, geri getirerek: "Bunu noksan buldum." der ve havanın tesiri ile noksanlaştığı bilinirse; satıcıya bir şey gerekmez.

Şayet, bu noksanlık, iki tartılma esnasında meydana gelirse; yine satıcıya bir şey gerekmez.

Eğer noksanlık hava sebebiyle meydana gelmiş olmaz ve iki tartı arasında da cereyan etmiş bulunmazsa; müşterinin ikrar edici olmaması ve o ibrişimin bedelinin de ödenmemiş bulunması hâlinde; noksanlık miktarındaki ibrişimin bedelinden vazgeçilir.

Bedelinin ödenmiş olması hâlinde ise, müşteri noksanı kadarı için satıcıya müracaat eder.

Bir kimse, kuyunun derinliği on arşın olmak şartıyle, bir kuyu buğday satın aldığı hâlde, bu kuyu, on arşından noksan gelirse; bu durumda,  müşteri muhayyerdir:  İsterse, bedelini tam  ödeyerek bu buğdayı alır; isterse, almayıp terkeder.

Keza, bir kimse İmâm Muhammed (R.A.)'in te'lif ettiği nikâh kitabı olmak şartıyle, bir kitap satın aldığı halde, o kitap, imâm'ın talâk kitabı olursa; âlimler: "Bu alış-veriş caizdir. Çünkü, kitap, beyaz üze­rine siyah yazıdır ve bir cinstendir. Ancak, nev'i değişiktir. O da, bu alış-verişin,câiz olmasına mâni değildir." demişlerdir.

Bir kimse, dişi olmak üzere, bir koyun satın aldığı halde, o keçi çıkarsa; bu ahş-veriş de caizdir. Bu durumda, müşteri muhayyerdir.

Bir kimse, Horasan devesi olmak şartıyle bir deve satın aldığı hâlde, o deve Horasan devesi olmazsa; müşteri, bu deveyi satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin câriye diye sattığı birisi, erkek çıkarsa; bu ahş-veriş bâtıl olur.

Bu, istihsandır ve âlimlerimiz bu kavli almışlardır.

Bu mes'elede asıl olan, cinslerinin bir olmasıdır.

Akidde söylenilen şeyin hilafı (= başkası) çıkar ve, bu başkalık cins cihetinden olursa; bu durumda ahş-veriş bâtıl f = geçersiz) olur.

Meselâ: Yakut olmak şartıyla satılan yüzük kaşı cam çıkarsa; bu ahş-veriş bâtıl olur.

Fakat, bu hılâf (-  başkalıl, ayrılık, değişik olma hâli), —cinste değil de— sıfatta olursa;  bu durumda akid caiz olur.  Müşteri    ise Tnuhayyerdir.

Meselâ: Kırmızı yakut olmak şartıyle satın alınan yüzük kaşı, sarı çıkarsa; bu durumda ahş-veriş akdi caiz olur; müşteri ise muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.

İçinin dolgusu pamuk olmak şartıyle, bir sarık satın alan kimse, onu  söküp  bakınca,   dolgunun  yün  olduğunu  görürse;   âlimler,   bu hususta ihtilâf etmişlerdir: Bazıları: "Bu ahş-veriş fâsiddir. Müşteri, o şeyi geri verir.   Sökmesinden dolayı meydana gelen noksanlığı da iade eder."; bazıları ise: "Bu ahş-veriş caizdir. Müşteri, noksanından dolayı satıcıya baş vurur. Sahih olan budur." demişlerdir, Zahîriyye'de de böyledir.

Bir  kimse,   "dışı  şöyle,  içi  şöyle olmak  şartıyle"  bir cübbe sattığında; müşteri, bu cübbenin dışını satıcının dediği gibi bulduğu halde, içini öyle bulmazsa; bu durumda ahş-veriş caiz olur. Müşteri de muhayyerdir.

Ancak,  bu  cübbenin  dışı,  şartın  hilâfına olursa,  bu  durumda, ahş-veriş bâtıl olur.

Bir kimse, astarı harevî olmak şartıyle bir kaftan sattığında, o astar merevî çıkarsa; bu ahş-veriş caiz olur. Ve müşteri de muhayyerdir.

Keza,  dolgusu  ibrişim  olmak  şartıyla satılan  şeyin  dolgusunun pamuk çıkması hâlinde de hüküm böyledir. fVIulııyt'te de böyledir.

Bir yer satın almış bulunan şahıs, sonradan bunun bedelini vermekten kaçınır ve: "Ben, onu bir dönüm olarak satın aldım; o ise, nok­sandır." der; satıcı ise: "Ben o yeri, olduğu gibi sattım. Bir şart koşmadım." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.Ve şartın olduğunu inkarı hususunda, kendisine yemin ettirilir.

Bir satıcı, müşteriye:  "Bu şeyi,- bedel üzerine, bana müracaat etmemen şartıyle, sana satıyorum." dese; bu ahş-veriş fâsid olur. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, dul bir cariyeyi, "satıcısı ona cima' etmemiş olması şartıyle" satın alır ve sonra da, o cariyeye, satıcısının cima' etmiş olduğu anlaşılırsa; bu ahş-veriş tamamdır. Müşteri, bu cariyeyi, satıcıya iade edemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, "bakire olması şartıyle" bir câriye satın aldığı hâlde, bu câriye bakire olmaz, müşteri de: "Ben, onu bakire bulmadım."; satıcı ise: Ben, onu, bakire olarak sattım ve teslim ettim." derse; yeminle birlikte, satıcının sözü geçerli olur.

Satıcı: "Ben, onu bakire olarak sattım ve teslim ettim." diye yemin eder; ancak, "Kadınlaragösterdim." demez.

Kitâbü'l-İstihsân'da ise: "Kadınlara gösterir." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

İbn-ü Semâ'a'nın Nevâdiri'nde şöyle denilmiştir:

Bir kimse, bir başka şahıstan, on ntıl gelmesi şartıyle.bir balık satın aldığı hâlde, müşteri bu balığı tarttığında, karnında, üç ntıl ağırlığında taş veya taşa benzer bir şey bulursa; balığın aynı hâlde durmakta olması hâlinde, müşteri muhayyerdir: Dilerse, o balığı, bedelinin tamamını ödeyerek alır; dilerse, almayıp terkeder.

Fakat, bu durumu anlamadan önce, o balığı, pişirir sonra da, bu durumu görürse; üç rıtlın bedeli için, satıcıya baş vurur.

Şayet, balığın karnında, taş yerine çamur veya çamura benzer bir şey bulunursa, bunların, balığın yediği cinsten olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, diğer bir şahıstan, "on menn gelmek üzere", bir sahan 'satın alır; o da, beş menn gelirse; bu durumda müşteri muhayyerdir: Dilerse, o şeyi, bedelinin tamamı karşılığında yanında ahkor; isterse, onu almaz, terkeder.

Bu şeyde, müşterinin yanında bir kusur meydana gelir, satıcı ise, bunu geri almaktan kaçınırsa; bu durumda sahana bakılır: Eğer sahan, on menn iken, kıymeti yirmi dirhem ise; kusurun, bu şeyin kıymetinden bir dirhem noksanlaştırmiş olması hâlinde müşteri, satıcıya müracaat eder. Mııhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, *'bağırmaması şartıyle" bir deve satın aldığı hâlde, deve bağırmakta olursa; müşteri, o deveyi geri verir.

Bu cevap açıktır.

Bu, devenin âdetten fazla ve halk arasında kusur sayılacak şekilde bağırması hâlinde böyledir. Fetâvâyi KâdîhâiTda da böyledir.

Bir kimse, "doğurmamış olması şartıyle" bir câriye satın aldığı hâlde, bu câriye doğurmuş bulunursa; müşteri, onu satıcıya geri verir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bedelini benim ödemem şartıyle, köleni, filan şahsa, bin dirheme sat." derse; bu satış caiz olmaz.

Ancak: "Köleni, filan şahsa, bin dirheme sat. Beş yüz dirhemini ben öderim." derse, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, Nîsâbûrî (= Nisâbur'da dokunmuş) olmak şartıyle, kumaş satın alır; o da, Semerkandî (= Semerkand'da dokunmuş kumaş) olursa; bu ahş-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, Küfe doğumlu olmak şartıyle, bir câriye satın aldığı halde, bu câriye Basra doğumlu olursa; müşteri bu cariyeyi, satıcıya iade eder.

Bir kimse, harevî olmak şartıyle bir elbise satın alır; ancak bu elbise Belhî olursa; imamlarımızın üçüne göre de, bu ahş-veriş fâsiddir.

Birş,    Nevâdiri'nde,    İmâm    Ebû    Vûsuf    (R.A.)'un    şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Sâc (= Hİndistanda yetişen, siyah ve büyük bir ağaç)dan yapılmış olmak şartıyle, bir gemi satın alan bir şahıs, onu sâctan yapılmış bul­mazsa; ancak, gemi yapılması gerekli olan şeyden yapılmış olursa, bu durumda, müşteri muhayyer olamaz. O geminin bedelinin tamamını öder.

Bütün gemilerin, sâc'm dışında bir şeyden yapılmakta olması hâlinde, bu şahısların aralarında aiış-veriş yok demektir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başkasına: "Şu harevî kumaş kaça?" der; herevîce dokunmuş olan bu kumaş hakkında satıcı da: "Şuna." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O, harevî şartı gibidir. Şayet, o kumaşın merevî olduğu açığa çıkarsa;    bu ahş-veriş bâtıl olur." buyurmuştur.  Muhıyt'te de böyledir.

Satılan şeyde müddetin şart koşulması hâlinde, ahş-veriş akdi fâsid olur.

Bedelde müddetin şart koşulması hâlinde ise, bu bedel, borç olur.

Müddetin belli olması halinde, bu ahş-veriş caiz olur. müddetin meçhul olması hâlinde ise, bu ahş-veriş fâsid olur.

"Nevruz'a", "Mihricân'a"diye yapılan satışlar, müddeti bilin­meyen satışlar cümlesindendir.

Nevruz ve Mihrican mes'elesinde, İmâm Muhammed (R.A.), Câmiü's-Sağîr'inde şöyle buyurmuştur: "Bu, mutlak zikredilince, fâsiddir. Yani, nevrûz-i mecûsi, nevrûz-i mecûsî diye ayrı ayrı zikredil-mezse, ahş-veriş fâsid olur. Ayrı ayrı zikredilmeleri hâlinde ise, vakitleri biliniyorsa, bu şekilde yapılan ahş-veriş akdi fâsid olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

"Hacılar gelene kadar.";  "ekim vakti gelene kadar.";  "bağ bozumuna kadar."  veya  "hurma toplama zamanına kadar."  diye müddet vermek caiz olmaz, Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bedelini "nasrânîlerin bayramına kadar." ödemek şartıyle bir şey satın aldığında, onlar oruç tutarlarsa, bu ahş-veriş caiz olur. Onlar oruca dahil olmazlarsa, ahş-veriş caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.

Bir kimse, mutlak satış yaptıktan sonra, bedele, bu vakitlerde müddet koysa, bu caiz olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

"Rüzgâr esene kadar" diye müddet koymak bâtıldır.

Satıcı,  müşteriye, recep ayında bulundukları bir sırada:  "Seni, receb'e kadar geriye bıraktım." derse; bu gelecek receb'e kadar müddet vermektir.

Eğer bu şahıs: "...Recep çıkıncaya kadar..." derse; bu, "bu recep çıkıncaya kadar" demektir. Ve o satış, o tarihe kadar fâsiddir.

Bunu, İmâm Muhammed (R.A.) kitabta böyle söylemiştir.

Bir kimse, bedelini on aya kadar Ödemek üzere, bin dirheme, bir eşya satın alır ve o bedeli peşin öderse, bu ahş-veriş, bey'-i fâsid olur.

Bir kimse, her hafta bedelinin bir kısmını ödemek üzere, bin dirheme, bir köle satın alır; bir ay geçene kadar  da, bu bedeli nakden öderse, bu ahş-veriş de, bey'i-i fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Tartı  ile  misk  satın  alan  şahıs,  onun  içinde  kalay bulursa; muhayyerdir: İsterse, kalayı geri verip, onun ağırlığı kadar miskin bedelini düşer; dilerse, bu miski almayı terkeder.

Bir kimsenin tartı ile satın aldığı yağın içinde, yağ olmayan bir faz­lalık bulunursa, İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer, o fazlalık yağ gibi bir şey olur ve bu bir kusur sayılmazsa, müşteri, bedelinin tamamını öder. Bunun, kusur sayılması halinde ise, muhayyerdir: İsterse, bu yağı bede­linin tamamını ödeyerek alır; isterse, terk edip almaz.

Şayet, bu fazlalık yağ cinsinden değilse; bu durumda müşteri, dilerse yağı hissesine düşen bedelle aiir; dilerse, almayıp terkeder.

Bir kimse, başka bir kimseden, harevî olsun veya olmasın bir balya kumaş yahut bir sepet hurma satın aldığı halde, onu teslim almaz; satıcı ise, kumaşı balyadan veya hurmayı sepetten çıkarıp, sepeti veya balyayı satar; yahut satmadığı hâlde, bunlardan faydalanırsa, İmâm Muhammed (R.A.):  "Bu kumaş ve hurma müşterinindir.  Balya ve sepetin yerine,  kumaş ve hurmadan imtina edemez."  buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, tartılmasını şart koşarak satın aldığı inci tanelerini, teslim aldıktan sonra, bu incileri noksan bulursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, bu müşteri, hiç bir şey için satıcıya müracaat edemez.

Ancak, İmâm Ebû  Hanîfe (R.A.), bunu çirkin görmüş  ve bu kıyasını terketmiştir. Çünkü, müşteri, incinin noksanı kadar,bedelinden düşer ve noksan sebebiyle satıcıya müracaat eder.

Bâbü'l-îcâre'de ve Kitâbü's-Sarf'ırı sonunda şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, inciyi, ağırlığı bir miskâl olmak üzere sattığı hâlde, inci iki miskâl gelirse, bu durumda, o fazlalık, bedelsiz olarak, müşteriye teslim edilir. Zehıyre'de de böyledir.

İçinde hurma ağacı ve diğer ağaçlar bulunan bir yeri,oranın on dönüm olmasını şart koşarak satın alan bir kimse, orayı ölçmeden teslim alır ve senelerce meyvelerini yedikten sonra, bu bahçeyi dokuz dönüm bulursa; burayı satıcıya iade edemiyeceği gibi her hangi bir şey için de müracaat edemez.

Bu, İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsıdır. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, içinde hurma ağaçları ve üzüm çubukları bulunan bir bahçeyi, on dönüm olmak üzere satın alıp, senelerce meyvesini yedikten sonra, o yerin beş dönüm olduğu açığa çıkarsa, bu yer beş dönüm olarak kabul edilir. Müşteri, ödediği fazlalık için, satıcıya müracaat eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin yanındaki zenbilinde iki ölçek buğday bulunur ve bu şahıs, bu buğdayın bir ölçeğini, bir dirheme, bir şahsa satar ve müşteri bu buğdayı teslim almaz; sonra da, sahibi başka bir şahsa, diğer bir ölçek buğdayı da, bir dirheme satar ve bundan sonra, bu iki ölçek buğdayın bir ölçeği zayi olursa; bu durumda, bu müşteriler muhayyer­dirler: İsterlerse, kalan bir ölçeğin yarısını biri, diğer yarısını ise diğeri alıp, bedelin de yarısını öderler; isterlerse, bırakıp, satın almazlar.

Şayet, bu müşterilerden birisi, kendi hissesini, almaktan vaz geçer; diğeri de, bir ölçeğin tamamını almak isterse, bu, bir ölçeği bir dirheme alır. Bu da, satıcının dilemesi ile olur.

İkinci müşteri, —birinci müşteri bir şey almadan— kendi hissesini teslim almış, sonra da bir aybı (= kusuru, noksanı) sebebiyle bu bir ölçek buğdayı, —hâkimin hükmü olmadan— satıcıya iade ederse, önceki müşterinin, bu iade edilen buğdayı alma hakkı yoktur. Ancak, geride kalan buğdayı ister alır; ister terkeder.

Şayet satıcı, ölçekleri birbirine katmışsa, o zaman, önceki müşterinin ahş-verişi bozulmuş olur.

Satıcı, ölçekleri bir birine karıştırmaz; müşteri de kusuru sebebiyle, hakimin hükmü gereğince geri verir; diğer ölçekde kusur bulunmaz önceki müşteri de iade edileni değil, diğer buğdayı satın almak isterse; satıcının buna razı olmayıp, o müşterinin, ancak her ölçeğin yarısını almasını isteme hakkına sahiptir.

Şayet, geride kalan ölçek zayi olur, kusurlu ölçek ise, durmakta olursa, birinci müşterinin onu almayıp terketmek istemeye hakkı vardır.

Bu şahıs, bu iki ölçeğin hepsini almak isterse, bunu yapabildiği gibi her iki ölçeğin yarısını almak isterse, öyle de yapabilir.

Şayet, iade edilen kusurlu ölçek zayi olmuş ve önceki kusursuz ölçek geride kalmış olursa; bu durumda, müşteri onun yarısını alır; tamamını alma hakkına sahip değildir.

Satıcı, onun tamamını vermek isterse, müşteri bundan imtina' ede­bilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin sulu bir yer diye satın aldığı yer, sulanamaz bir yer olur ve müşteri o para ile başka bir yer almak isterse, satıcıya müracaat ederek, sulu yer parasını geri alabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Satın aldığı keylî (=  ölçekle ölçülen) bir yiyeceği, teslim alan şahıs, onu ölçmeden yiyemez, satamaz ve ondan faydalanamaz.

Keza satıcı, müşterinin huzurunda, kendisine satan şahsa ölçtürse bile ikincfi defa ölçmedikçe, ondan yemek, satmak ve faydalanmak yoktur. Muhıvt'te de böyledir.

Âlimlerimizin ekserisine göre, satıcı satmadan önce, müşteri onun satacağı şeyin ölçüldüğünü, (anıldığını görürse,  yeniden  ölçüp  tart­madan, o şeyi satın alması caizdir.

Fetva da, buna göredir. Tehzîb'de de böyledir.

Bu şeyi, satıcının, satıştan sonra müşterinin gıyabında ölçmesi hâlinde ihtilâf vardır.

Sahih olan, bu gibi durumlarda, o şeyi tekrar ölçmektir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir başkasından, ölçmeden götürü usûlü ile buğday satın alır ve onu da ölçmeden ve teslim almadan, bir başka şahsa satarsa; bunda, bir defa ölçmek kâfi gelir.

Keza bir kimse, başka bir kimseden, borç olarak bir yığın buğday satın aldıktan sonra, onu ölçerek satarsa, bu durumda, onu bir defa ölçmek kâfidir.

İster müşteri, ister satıcı ölçsün, borç alan şahsın huzurunda ölçülürse, iş biter.

Bir kimse.kabala usûlü satın aldığı buğdayı teslim aldıktan sonra, yine kabala usûlü satar veya tarlasında biten yahut kendisine bağışlanan buğdayı,   başkasına   kabala  usûlü  satar,   bedelini   verip  satın   aldığı buğdayı, ölçmeden kabala usûlü satarsa; bütün bunlar caiz olur.

İbn-ü Semâ'a, İmâm Muhammed (R.A.)'in el-Asıl'da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimsenin, ölçerek satın aldığı buğdayı bir başkasına, kabala usûlü ile satması caiz olmaz.

İbn-i Rüstem, Nevâdir'de, şöyle buyurmuştur:

Bu kimse, buğdayı, ölçmeden önee kabala usûlü iie satarsa, bu alış-veriş caiz olur.

Ölçülenler hakkında bildirdiğimiz bu cevapların tamamı, tartı-lanlar (- vezniyyât) hakkında da aynen geçerlidir. Muhıyî'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıstan, on arşın olmak üzere kumaş satın aldığında, onu ölçmeden önce satmak ve onda tasarrufta bulunmak hakkına sahiptir.

Bir kimse, başka bir şahıstan adediyyât'tan (=  sayı ile alınıp-satılan şeylerden) olan şeyleri, onun sayması şartı ile satın alsa, onun tekrar saymak gerekir mi?

İmâm Muhammed (R.A.) bu hususu,  kütüb-ü zâhire'de zikretmemiştir.

Âlimler: "Gerçekten, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, o şeyi yeniden saymak, onda tasarrufta bulunmanın mübâh olabilmesi için, şart kılınmıştır.

İmâmeyn'in kavline göre ise, bu şart kılınmamıştır." demişlerdir. Kudûrî Şertıı'nde de böyledir.

Adediyyât'tan olan şeylere gelince, bir rivayete göre, onların yeniden sayılmaları gerekir. Başka bir rivayete göre ise, yeniden sayıl­maları gerekmez. Kudûrî'de, bu kavli sahih bulmuştur.

Bir kimse, keylî (= ölçekle ölçülen) veya veznî (- tartılan) olmak şartıyle, yenilecek bir şeyi, fâsid bir alış-verişle satın alır ve onu tart-maksızın teslim aldıktan sonra da satarsa; müşterinin onu teslim alması halinde, bu ikinci alış-veriş caiz olur.

Ancak, bu satışların ikisinde de, tartıya itibar edilir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, keylî (= ölçekle ölçülen) şeylerdenolanbir yiyecekten,bir kürr'ünü yüz dirheme satın alır ve bunu da satıcı kendi kendine ölçtükten sonra, müşteri, bedelini verip, onu almaktan vaz geçer; başka bir şahıs onu satın alırsa; bu müşteri, onu önceki ölçüme göre teslim alır.

Eğer, birinci müşteri, bu yiyeceği, ikinci müşteriye satarsa, onun huzurunda bunu yeniden ölçer.

İkinci müşteri, bu ölçümde, bir ölçeklik bir fazlalık bulursa; onu, birinci müşteriye geri verir.

Bu fazlalığın, iki ölçüm arasında meydana gelmiş olması veya başka bir sebeple zuhur etmesi müsavidir.

İkinci müşteri, bu fazlalığı, birinci müşteriye iade ettiğinde bakılır: Eğer, o fazlalık, iki ölçüm arasında meydana gelmişse, bu birinci müşterinin olur; daha önceki satıcıya verilmez.

Bu fazlalık, iki ölçüm arasına girmiyorsa, bu durumda, birinci müşteri, onu, satıcıya iade eder.

Şayet ikinci müşteri, bu yiyeceği noksan bulursa; o noksanın bede­lini, birinci müşteriden alır.

Bu noksanlığın, iki ölçüm arasında veya başka bir şekilde meydana gelmiş bulunması da müsâvîdir.

Noksanlık, iki ölçüm arasında olursa, birinci müşteri, satıcıya mü­racaat edip, bu noksanlığın bedelini geri alır.

Şayet bu noksanlık, iki ölçüm arasına girmez ve beyyine ile veya satıcının kabul etmesi ile sabit olursa; bu durumda da, birinci müşteri satıcıya müracaat eder.

Keza, ikinci satışta fazlalık bulunması hâlinde de durum böyledir.

Şayet birinci müşteri, bu yiyecekten bir ölçek satar ve bunu satın alan şahsa teslim ettikten sonra, kalanı da tam bir kürr olarak satar ve bu şahıs, o yiyeceği Ölçüp, tam bir kürr bulursa, bu caiz olur. Bu durumda, müşteri için muhayyerlik de yoktur.

Ancak, o yiyeceğin bedeli, kırk bir'e bölünür ve o ölçeğe ne isabet ediyorsa; bu miktar, ikinci müşteriden düşülür. Çünkü, satılan bir ölçek, bu yiyeceğin kırk bir de biridir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda, —ikinci-— müşteri muhayyerdir: İsterse bu yiyeceği, bedelin tamamını ödeyerek alır; isterse, almaz, terkeder.

İkinci satımda da fazlalık varsa, mes'ele hâli üzeredir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse, geri verir; isterse, elinde tutup, bedelin tamamını öder. Muhıyl'te de böyledir.

Bir kimse, bir kürr buğdayı, bir kürr, kırk kafîz (= ölçek) olmak üzere, yüz dirheme satın alır, ölçüp ve teslim tesellüm işlemini de tamamladıktan sonra, bu buğday ıslanarak şişer ve elli ölçek gelir ve bunu müteakip o şahıs, kârı ile veya peşinen başkasına satarsa, bu caiz olur.

Bu müşteriye, kırk ölçek verilir. Geride on ölçek kalır. Şayet  bu  on  ölçeği  peşinen  satarsa,  o  buğdayı  tutarının  beşte birine satar.

Bu, İmâmeyn'in kıyâsıdır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, o şahıs, bu on ölçeği fazlalık olarak satamaz.

Su, ikinci satıştan sonra isabet edince, buğday henüz teslim alın­mamışsa; müşteri isterse, tamamını, bedeli tam ödeyerek alabilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, —kırk kafîz olmak üzere— bir kürr buğday satın alır; teslim alıp ölçünce de, bir kafîz (= ölçek) fazla veya noksan gelir ve bunu her iki taraf kabul ederse; bu fazlalık, aslı ile beraber satıcınındır; noksanlık da, onun aleyhinedir.

Keza, bu buğdaya su isabet eder ve bir ölçek fazlalaşır, satıcı da bunu kabul ederse; bu buğdayın tamamı satıcının olur.

Ancak, satıcı bu durumu bilmezse, o zaman, bu buğday, kusuru sebebiyle geri verilir.

Keza, satış zamanında buğday yaş olduğu için kürr tamam olur; sonrada,  müşterinin  yanında  kuruyup  noksanlaşırsa; bunun,  kuru­maktan  olduğunun  bilinmesi  ve  kabul  edimesi  hâlinde,  buğdayın tamamı satıcıya ait olur. O noksanlığın bedeli düşülmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bu hususta aslolan: Satılan şey, tartılmak suretiyle satılır; fazlalık da tartılmadan önce meydana gelirse; bu fazlalık satıcıya ait olur.

Fazlalık tartıldıktan sonra meydana gelirse, müşteriye ait olur.

Bir kimse, ölçeği bir dirhem olmak üzere buğday satın alır ve bu buğday  tartılmadan  önce ıslanırsa;  sonradan  tartılması  hâlinde,  bu müşteri isterse, o buğdaydan bir ölçek alır; isterse hiç almaz.

Şayet bu buğday ölçüldükten sonra fazlalaşırsa, teslim alınmadan fazlalaşmış olsa bile, bu fazlalık müşteriye ait olur. Ve bu durumda müşteri muhayyerdir.

Şayet, bu buğday, ölçüldükten sonra noksanlaşırsa; müşteri, bede­linin tamamını vererek onu alır.

Şayet, ölçülüp tartılmadan önce noksanlaşmışsa, müşteri aldığı kadarının bedelini verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Buğday, yanında ölçüldüğü hâlde, müşteri onu teslim almaz; yeniden ölçülünce de fazla veya noksan çıkarsa; müşteri bu buğdayın bedelini tam öder. Çünkü, sözleşme belli bir ölçü üzerine yapılmıştır. Önceki ölçünün hatalı olduğu da ortaya çıkmamıştır.

Bu fazlalık veya noksanlık iki ölçüm arasında meydana geimiyecek kadar olursa; bu durumda fazlalık satıcıya iade edilir. Noksan olursa, her iki halde de noksan olduğu kadarın bedelini alır. Muhıyl'te de böyledir.

Bir kimse, bir buğday yığınından, bir ölçek buğdayı, bir dirheme satın aldığında, satıcı, onu, müşteri için ölçüp   ayırdığı halde teslim etmese; bu çeç'e de, ayrılan buğadaya da su isabet ederek onların art­ması halinde, bu satıcı, müşteriye sadece bir ölçek buğday verir; fazla vermez.

Bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, onu kabul eder; isterse, kabul etmez.

Şayet, çeç de ondan ayrılan buğday da yaş iken kuruyarak, eksilmiş olursa; müşterinin tam ölçek alma hakkı vardır.

Bu durumda, satıcı için de, müşteri için de, muhayyerlik hakkı yoktur.

Bir kimse, çeç'den (~ buğday yığınından), bir ölçek buğday satın alır; teslim aldıktan sonra da onda bir kusur bularak iade ederse; bu .alış-veriş bozulmuş olur.

İki kişi, birbirleri ile ölçeğe mukabil ölçekle alış-veriş yaparlar ve alış-verişe konu,olan şeyler ölçüldükten sonra,bunlardan birisi ıslanır ve bu da teslim almadan önce olur, ıslanan şey, dörtte bir nisbetinde artarsa; bu, bu şeyi satın alan şahsın yani müşterinin olur.

Bu durumda, bu müşteri muhayyerdir.

Ve, bu alış-veriş fâsid olmaz.

Şayet, bu fazlalık tartılmadan önce meydana gelmiş olursa; o zaman da, buğday sahibi muhayyerdir: İsterse, buğdayını geri alır; isterse bırakır.

Bu,  İmfim-ı  A'zam  Ebû  Hanîfe (R.A.)  İle  İmâm Ebû  Yûsuf  (R.A.)'a göre böyledir.

Satıcı ile müşteri, çeç'den (- buğday yığınından) bizzat (= belli, belirlenmiş, tayin edilmiş) bir ölçek buğdayı mubayaa etseler; ( = karşılıklı alıp satsalar); çeç sahibi, bu çeç'den bir ölçek ölçtüğü halde, bunu müşteriye teslim etmekten önce, çeç'e de, ölçülen buğdaya da, su isabet etse; bu durumda, kuru buğday sahibi muhayyerdir: İsterse, ölçeğini geri alır; isterse, bırakır.

İmâm Mııhammed (R.A.)'egöre, bu alış-veriş fâsiddir.

Şayet, sadece ölçülüp ayrılan buğday ıslanır da çeç'e bir şey olmazsa, bu durumda satıcının, müşteriye kuru buğdaydan teslim etmesi gerekir.

Bu durumda, satıcının da müşterinin de muhayyerlik haklan yoktur. Serahsî'nin Muhıylı'nde de böyledir. [108]

 

11- CAİZ OLMAYAN ALIŞ-VERİŞİN HÜKÜMLERİ

 

Caiz olmayan ahş-verişler iki nev'idir:

1) Bey'-i Bâtıl (_= Batıl Ahş-Veriş)

2) Bey'i- Fâsid (= Fâsid Alış-Veriş) [109]

 

Bâtıl Alış-Veriş

 

Bey'-i Bâtıl: Kendisinde, in'ıkâd (= alış-veriş akdi yapma) şartları, tamamen veya kısmen bulunmadığından dolayı, asla sahih olmayan bey' (- ahş-veriş)tir.

Bey'-i bâtıl, hiç bir hüküm ifâde etmez.   .

Mütekavvim olmayan (= kendisinden menfâatlenilmesi helâl olmayan), —lâşegibi— bir şeyin alınıp-satılması, bey'-i bâtıldır.

Keza, şarap, domuz, Harem'in avı ve akıtılmış kan da böyledir. Bunlardan da faydalanmak helâl olmadığı için, bunlar da, fayda veren mülk olamazlar. [110]

 

Fâsid Alış-Veriş

 

Bey'-i Fâsid: Aslında sahih olduğu halde, vasfı bakımından sahih olmayan yani, zaten akdedilmiş bulunmakta beraber, bazı haricî vasıf­ları bakımından meşru' olmayan bey' (= alış-veriş)dir.

Bedelin, mütekavvim olmayan (= kendisinden faydalanılması helâl bulunmayan) bir mal olması gibi...

Bir kimse, şarap, domuz, Harem'in avı,mükâtep, müdebber veya ümm-ü veled'i karşılık vererek bir şey satın almak, bir bey'-i fâsiddir.

Veya, akde fâsid bir şey dâhil etmek yahut benzeri bir şeyle yapılan alış-veriş de fâsid bey'dir.

Bey'-i fâsidde akid, satın alınan şeyin kıymeti ile —yapılmış— olur. Bu  şekilde  satın  alınan  şey,  teslim  alınınca  mülk  olmuş  olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Âlimler, bu şekilde alman şeyin mazmun (= ödenmesi lâzım gelen şey) mu, yoksa emânet mi olduğu hususunda ihtilâf ettiler:

Bazıları: "Emânettir."; bazıları da: "Mazmundur." dediler. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Fâsid alış-verişte, malın teslim alınması hususunda, satıcının izni şart kılınmıştır.

Fâsid alış-verişte, satıcının izni olmadan malı teslim almış bulunan müşteri onu, almamış gibidir.

Ziyâdât'ta şöyle zikredilmiştir:

Fâsid alış-verişte, müşteri, malı satıcının izni olmadan teslim alırsa; aynı mecliste almış olması hâlinde, istihsânen, bu alışı sahih olur. Ve o şeyin, müşterinin mülkü olması sabit olur.

Ancak, akdin yapıldığı meclisten ayrıldıktan sonra teslim alırsa, bu alması sahih olmaz.

Bu durumda o şey, kıyâsen de istihsânen de müşterinin mülkü olmaz.

Satıcı, o malı alması için müşteriye izin verir, o da, aynı mecliste veya o meclisten ayrıldıktan sonra alırsa, onu alması sahih olur.

Bu durumda, o şeyin mülk olması kıyâsen de istihsânen de sabit olur. Ancak bu mülk, fesada ( = bozulmaya) müstehak olur.

Müşterinin bu mülkte tasarrufta bulunması, mekruh olur. Bununla beraber, müşteri o mülkte tasarrufta bulunursa, bu tasar­rufu geçerli olur. Ve bu tasarrufu bozulmaz.

Bu durumda, satıcının onu geri döndürme hakkı geçersiz olur.

Mülkiyet sabit olduktan sonra, bunu nakzetme (= bozma) ihtimali olsa da; (satma ve benzeri gibi...) olmasa da (azâd etme ve benzeri gibi..,) bir şey değişmez.

Ancak, icâre ve nikâhta, satıcının istirdâd (- geri alma; geri isteme) hakkı bâtıl olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet müşteri, fâsid bir alış-verişle satın aldığı köleyi azâd eder veya satar yahut müdebbere kılarsa, bu durumlarda, onun bu alış-verişi feshetme hakkı bâtıl olur.

Keza müşteri, satın aldığı bir cariyeyi ümm-ü veled ederse, o câriye müşterinin olur. Müşteri, bu cariyenin kıymetini tam olarak satıcıya öder.

Keza, bu müşteri, bu şekilde satın aldığı bir köleyi mükâtebe ederse; onun bedelini, satıcıya öder.

Bu köle, kitabet bedelini öder ve müşteri onu azâd ederse, bu müşteri, onun bedelini, satıcıya öder.

Eğer,  bu  mükâtep  âciz olur  ve  tekrar  köleliğe  dönerse;  bu durumun, onun kıymetini, müşterinin satıcıya ödemesine hükmedilmesinden önce olması hâlinde, satıcı onu geri alabilir.

Fakat, kıymetinin müşteri tarafından, satıcıya ödenmesine hükme­dildikten sonra bu hâl meydana gelirse; bu durumda satıcının o köleyi geri alması için bir yol yoktur.

Şayet, böyle fâsid bir alış-verişle satılan  köleyi, müşteri,  bir başkasına vasıyyet eder ve kendisine vasıyyet edilen şahıs da hayatta olursa; bu durumda, satıcının, onu geri almayı isteme hakkı vardır.

Ancak, vasıyyet olunan şahıs ölmüşse, bu durumda satıcının istirdâd hakkı bâtıl (= geçersiz) olmuştur.

Şayet, fâsid bir alış-verişle köle satın almış bulunan bir şahıs ölürse, satıcı, o köleyi, müşterinin vârislerinden geri alabilir.

Keza,satıcının ölmesi hâlinde de,onun vârislerinin bu köleyi istirdâd etme hakları vardır. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bu şekilde satın almış olduğu kumaşı keser ve dikerse; bu durumda da,  satıcının bu akdi  feshetme hakkı ortadan kalkar. Serahsî'nirı Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir alış-verişle, bir kumaş satın alıp, onu keser; ancak, dikmez ve satıcının yanına emaneten bırakır; kumaş da orada zayi olursa; bu müşteri, sadece kesmesinden dolayı meydana gelen zararı öder; kumaşın kıymetinin tamamını ödemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu şekilde satın alınan şey, boş bir yer olur ve müşteri oranın içine bina yapmış veya ağaç dikmiş olursa; İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu satıcının, akdi feshetme hakkı bâtıl olur.

İmâm  Muhammed  (R.A.)'e  göre  ise,   bâtıl  olmaz.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Fâsid olan ahş-verişie satılan şey kıyemî [111]  ise, onun kıymetinin satıcıya ödenmesi; mislî [112]  ise, mislinin satıcıya verilmesi îcâbeder.

Bu hüküm, o şeyin, müşterinin yanında helak olmuş bulunduğu veya onun yanında zayi olduğu yahut müşterinin onu hîbe etmiş bulunduğu zaman geçerlidir.

Bu durumda, satıcının, o şeyi istirdâd (= geri alma; geri isteme) hakkı ortadan kalkar.

Keza bu müşteri, fâsid bir ahş-verişle satın aldığı bu şeyi, rehin bırakır veya satar; rehin çözülür veya bu şahıs hîbe etmekten vaz geçer yahut sattığı şahıs, satışın fâsid olmasından dolayı dönerse; bu durumda, —ilk— satıcının, bu şeyi istirdâd etme hakkı vardır.

Bu hüküm, hâkimin, "müşterinin o şeyin kıymetini ödemesine" hüküm vermesinden önce geçerlidir.

Şayet hâkim böyle bir hüküm vermemişse, satıcının, istirdâd etme hakkı olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet satılan şey, müşterinin elinde fazlalaşmadan veya noksanlaşmadan duruyorsa; bu şey, satıcıya geri verilir.

Ve bu şey hakkındaki ahş-veriş işlemi feshedilir.

Şayet, fesâd çok kuvvetli olur ve bedel de, mübeddel (= tebdil edilmiş, değiştirilmiş şey) de, onun kuvvetine dâhil edilmiş bulunursa, taraflardan her biri, diğerinin hazır olması hâlinde bu alış-verişi feshe­debilir.

Bu,  İııuını-ı  A'zam Ebû  Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, taraflardan her biri, diğeri hazır da olsun olmasın, bu akdi feshedebilir.

Fesâd kuvvetli olmadığı ancak fesâdda, akid yapanlardan birisi için menfâat şart kılındığı zaman, bunlardan her hangi biri satılanı teslim almadan önce, akdi feshedebilir.

Bu şey teslim alındıktan sonra, akdi, ancak şart kılman feshedebilir; diğeri feshedemez.

Satılan şey, müşterinin yanında artıp çoğahrsa; bu artış:

1) Satılan şeye bitişik olabilir veya

2) Satılan şeyden ayrı olabilir. Bunlardan her biri için de, iki vecih vardır:

1-a) Bitişik olan artma çoğalma, asıl maldan doğmuş olabilir: Güzellik, iyilik, parlaklık, beyazlık gibi... Veya,

1-b) Bu artma çoğalma, asıldan doğmamış olabilir: Kumaştaki boya, kavrulmuş undaki yağ ve boş bir yere yapılan bina gibi...

2-a) Satılan şeyden ayrı olan artma çoğalma, bu şeyin aslından meydana gelmiş olabilir: Çocuk, diyet, meyve ve yün gibi...

2-b) Bu artma çoğalma, satılan şeyin aslından meydana gelmemiş de olabilir: Bağış ve sadaka gibi...

1-a) Eğer, satılan şeydeki çoğalma artma, asıldan meydana gelmiş ona bitişik bir çoğalma ise, satıcının o şeydeki hakkı kesilmez.

1-b) Bu çoğalma, satılan şeye bitişik ve asıldan doğmamış boya ve benzeri gibi bir çoğalma ise, ondan, satıcının hakkı kesilmiş olur.

Bu durumda müşteri, aldığı o şeyin, ya kıymetini veya mislini tazmin eder.

Keza, böyle satılan şey, pamuk olur ve müşteri onu eğirip iplik yaparsa veya aldığı iplik olur da onu dokuyup bez yaparsa yahut aldığı buğday olur da onu öğütüp un yaparsa, satıcının hakkı kesilir. Ve bu hak, o şeyin kıymetine veya misline çevrilir.

2-a) Eğer o fazlalık, satılan şeyin aslından meydana gelen ve ondan ayrı bulunan bir artış çoğalış olursa, bu durumda, satıcı bu akdi fes­hetmekten men edilemez. Ve, hem asıl mal, hem de fazlalık, satıcıya iade edilir. Şayet doğum yapması, asıl olan malın kıymetini noksanlaştinrsa, satıcı, bu noksanlığı ödemeye cebredilir.

Bu fazlalık, müşterinin yanında helak olursa, onun, tazmin edilmesi gerekmez.

Müşteri, doğumdan meydana gelen noksanlığı borçlanır.

Şayet bu noksanlığı,'müşteri helak ederse; bu durumda, onu tazmin eder.

Satılan şey de, onda bu şekilde meydana gelen fazlalık da duruyorsa; ikisi de satıcıya geri verilir.

Bu fazlalık, müşterinin yanında helak olursa, müşteri onu tazmin etmez. (= ödemez.)

Bu fazlalığı, müşterinin kendisi helak etmiş olsa bile, onu tazmin etmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, müşteri, helak olan bu fazlalığın bedelini, satıcıya borçlanır.

Şayet müşteri, bu şeyin aslını da fazlalığımda zayi (helak) ederse, aslını tazmin etmesi gerekir; fazlalık müşteriye ait olur.

Şayet bu şeyin aslı, semavî bir âfetle müşierinin yamnde noksaniaşırsa; satıcı, asıl maldan geri kalan ile zayi olan kısmının bede­lini müşteriden alır.

Fakat bu noksanlık, bir yabancının fiili ile meydana gelmiş olursa; bu durumda satıcı, bu noksanlık hakkında muhayyerdir: İsterse, bı noksanlığın bedelini, o suçu işleyen yabancılardan alır ve müşteriye mü râcaat etmez; isterse, müşteriden alır.

Bundan sonra da, müşteri, suçu işleyen şahsa müracaat ederek, zây ettiği şeyin kıymetini üç seneye kadar alır.

Şayet noksanlık, satıcının fiili ile olursa; onu istirdâd etmiş olur. Bı durumda, müşterinin, onu tazmin etmesi gerekmez.

Şayet satıcı, sattığı şeyi öldürür veya o satıcının kazdığı kuyuya düşerek ölürse; bu istirdâd (— geri alma) olur. Bu durumda, müşterinin tazminatı geçersiz olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle satın aldığı şeyi teslim alır ve onu bir başkasına satarsa; bu cariyede bir fazlalık meydana gelmiş olması hâlinde, —onu fâsid bey'le satın almış olan— müşteri, bu fazlalığı tasadduk eder.

Bu kimse, sattığı bu cariyenin bedeli ile başka bir şey satın alır ve bu defa da, satın aldığı bu şeyde artım olursa; bu fazlalık o şahsa helâl olur. Sirâcii'l-Vehhâc'da da böyledir.

Fâsid bir ahş-verişle bir ev satın alan şahıs, bu evi teslim alır; evde fazlasiyle harap  olursa;   bilâhare  satıcının  hâkime  müracaat  etmesi hâlinde, hâkim, "evin müşteri tarafından satın alındığı günkü kıymetini, müşterinin, satıcıya ödemesine" hüküm verir.

Bir kimse, fâsid bir aiış-verişle satın aldığı köleyi, teslim aldıktan sonra azâd eder veya onu öldürürse; bu kölenin kıymeti teslim aldığ gündekinden daha fazla olmuş olsa bile, müşteri, teslim aldığı gündek kıymetini tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, mükâtep müdebber veya ümm-ü veled vererek, bunun karşılığında, ondan bir köle alır ve karşılıklı olarak teslim ve tesellümde bulunurlarsa; köleyi alan şahıs, onun sahibi olur; fakat,  mükâtep,  müdebber veya ümm-ü veledi alan  şahıs,  —onu, satıcının izni ile teslim almış olsa bile— onun sahibi olamaz.

Keza, sahibinin izni olmadan, başkasının malı ile bir köle satın alan şahıs, bu kölenin sahibi olur; diğer şahıs ise, teslim aldığı şeyin sahibi olamaz. Ancak, bu şeyin asıl sahibi, buna izin verirse, o zaman, onun sahibi olabilir.

Keza, bir kimse, bir başka şahıstan havuzdaki, ırmaktaki vey; kuyudaki su karşılığında yahut hasad edilmemiş ekin karşılığında bi köle satın  alırsa;  bu  da,  yukarıdaki   söylediğimiz  gibidir.  Tahâv Şerhi'nde de böyledir.

Fâsid bir ahş-verişle bir câriye satın alan şahsın, o cariyeye cima etme hakkı yoktur.

Bu şahıs, o cariyeye cima' eder ve satıcı onu geri isteyip alırsz müşteri bu cariyenin mehrini, o satıcıya öder.

Bu müşteri, o cariyeye zarar verirse, bedelini öder.

Şemsü'l-Eimme Serahsî'ye göre, bu müşterinin kıymet ödeme gerekince, mehir ödemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle, bir câriye satın alıp bunu tesli) almadan önce azâd eder ve satıcı da, bu nka (= azâd edişe) razı oiurs; bu câriye satıcı adına azâd edilmiş olur.

Bu durumda müşteriye bir şey gerekmez.

Fâsid bir ahş-verişle bir köle satın alan şahıs, onu teslim almada satıcıya:  "Onu azâd et." der, satıcı da azâd ederse; bu ıtk (= azâd ed de müşteriden değil satıcıdan olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ancak, bu rivayet, ya çok zayıftır veya yazılışta bir hata olmuştur.

Bir kimse, fâsid bir aiış-verişle bir köle satın alıp, onu tesi' aldıktan sonra, satıcı: "O hürdür." dese, bu köle, azâd edilmiş olmaz.

Ancak, bu kölenin azâd edilmiş olmaması için, satıcının, bu söz müşterinin bulunmadığı bir sırada söylemiş olması gerekir.

Eğer satıcı, bu sözü, müşteri hazır iken söylemişse, köle az edilmiş olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle, buğday satın aldığında, satı "Onu öğüt." der, müşteri de öğütürse; un, satıcının olur.

Keza, satıcı: "Koyunu kes." der; müşteri de keserse; bu koy satıcının olur.

Fâsid bir ahş-verişle bir ölçek buğday satın alan şahıs, bunu teşi almaz, ancak satıcı, müşteriye: "Onu, buğdayına kat." deyince, müşi de öyle yaparsa; bu,  müşterinin o şeyi teslim  alması demektir, müşteri, bu buğdayın mislini veya bedelini, satıcıya öder .Fetâvâyi Kadihân'da da böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle satın aldığı bir cariyeyi, belirli mehirle, başka bir şahsa nikâhlar; kocası, bakire olan bu cariyeye eh ettikten sonra da, satıcı, bu câriye hakkında dava açıp, onu geri alsa b nikâh caiz olur. Bu durumda mehir, satıcının olur.

Cariyenin bikrinin izalesi sebebiyle müşteriye de bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli bir müddete kadar, bir cariyeyi iki câriye karşılığında alıp-satmak caiz değildir.

Bu şekilde bir câriye satın alan şahıs, onu teslim alır ve bu cariyenin bir gözü kör olursa; müşteri, bu cariyeyi ve bedelinin yarısını satıcıya iade eder.

Bu cariyenin gözünü, müşteri değil de bir başkası kör etmiş olursa, bu durumda satıcı muhayyerdir: Dilerse, bu cariyenin gözünü, kör eden şahsa tazmin ettirir; dilerse kıymetini müşteriden alır. Bu durumda müşteri, cariyenin gözünü kör eden şahsa müracaat eder.

Bu cariye, iki çocuk doğurur ve bunlardan biri ölürse; satıcı, câriye ile sağ kalan çocuğu geri alır.

Bu durumda müşteri, ölen çocuğun kıymetini tazmin etmez.

Doğumdan dolayı, —cariyede— meydana gelen noksanlığı tazmin eder.

Ancak çocuk, müşterinin suç olan bir fiili neticesinde ölmüşse; bu durumda, bu müşteri, çocuğun bedelini tazmin eder.

Bu câriye ölür ve iki çocuğu kalırsa; satıcı, bu çocukları ve cariyenin de kıymetini alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle bir köle satın alıp, onu da satıcının izni ile teslim alır ve bedelini peşin olarak öder, sonra da, satıcı bu köleyi geri almak isterse; müşteri, bu köleyi, bedelini alana kadar elinde tutar.

Şayet bu satıcı, o köleden başka bir mal bırakmadan ölürse; müşteri, bu köle üzerinde, satıcının alacaklılarından daha fazla hâk sahibi olur. Ve bu köle, bu müşterinin hakkını alabilmesi için satılır.

Kölenin satışından elde edilen, —bu ikinci— bedel, birinci bedelden fazla ise, bu fazlalık, satıcının alacaklısına aittir.

Bu köle, müşterinin yanında iken ölürse; bu müşteri, o kölenin bedelini satıcıya öder.

Bu müşteri, o köleyi, bin dirhem borca almışsa, bu bin dirhemi satıcıya öder.

Bu satıcı, pek çok kimseye, çok miktarda borcu olarak ölür; bu köle de müşterinin yanında bulunmakta olursa, her ne kadar, ahş-veriş fâsid olsa bile, bu müşteri, o köleye hak sahibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Fâsid bir ahş-verişle alımp-satılan bir köle, teslim edildikte^ sonra, taraflar bu alış-verişi bozarlar ve bilâhare de satıcı, onun bedeiı. almaktan vaz geçer ve bu köle müşterinin yanında ölürse, bu kölenin kıymeti müşterinin üzerine olur.

Şayet satıcı, müşteriye: "Seni, köleden affettim." dedikten sonra, köle ölürse, müşteri bu durumda, köleden berî olur.

Çünkü satıcı, müşteriyi köleden berî kılmıştır. Ve, bu köleyi, onun zimmetinden çıkarmış ve onun yanında emânet haline getirmiştir.

Bu durumda ise, köle helak olunca, müşteri onu tazmin etmez. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir.

Bir kimse, kıymeti —o sırada— beş yüz dirhem olan bir köleyi, beş yüz dirheme ve fâsid bir ahş-verişle satın alıp teslim aldıktan sonra, piyasa gereği, köienin kıymeti bin dirheme çıkar ve müşteri de bu köleyi satarsa; —ilk satıcıya— satın aldığı zamandaki kıymetine itibar ederek, beş yüz dirhem öder.

Bir kimse, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi gasbeder ve bu şahıs, bu kölenin kıymeti iki bin dirheme çıktıktan sonra onu, sahibinden fâsid bir ahş-verişle satın ahr ve bu   köle ölürse; müşteri, onun bedelini, iki bin dirhem olarak öder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu köleyi gasbeden şahıs, onu, asıl sahibinden fâsid bir ahş-verişle satın aldıktan sonra azâd ederse; bu itki geçerli olur.

Çünkü, bu müşteri, onu teslim aldıktan sonra azâd etmiş durum­dadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fâsid ahş-verişle alınan bir şeyi, müşteri sahibine iade ederse; bu akid her yönden bozulmuş olur. Bu iade edilişin,'satış, bağış, sadaka, emânet veya ödünç olarak yapılması arasında bir fark yoktur.

Keza, böyle bir durumda bu şeyi, satıcının vekili satar, müşteri de onu satıcıya teslim ederse, bu müşteri, o şeyi tazmin etmekten kurtulur.

Şayet, o şeyi, satıcının ticârete izin verilmiş bulunan, borçsuz kölesi satarsa, bu satış caiz olmaz; fâsid olan ahş-veriş akdi ise bozulmuştur.

Bu durumda, müşteri, o satılan şeyi, satıcıya getirmedikçe, tazmi­nattan kurtulamaz.

Şayet bu köle, ticârete izin verilmiş borçlu bir köle ise, onun satışı sahih olur.

Bu durumda, müşterinin, o şeyi, satıcıya tazmin etmesi gerekir.

Eğer müşteri, borçlu bulunan izinli bir köleden, bir şey satın alır ve bunu teslim aldıktan sonra da, o kölenin efendisine satarsa, bu satış caiz .olur. Köle için tazminat gerekir.

Eğer köle borçlu değilse; ikinci satış caiz olmaz. Ancak, bu durumda da, birinci ahş-veriş feshedilmiş olur.

Müşteri, o şeyi, bu kölenin efendisine iade ederse, tazminattan kurtulmuş olur. Çünkü, bu kölenin efendisine iade etmek, bu köleye iade etmek gibidir.

Şayet, bu şekilde satılan şey kumaş olur ve müşteri onu boyamış bulunur; —sarıya veya kırmızıya— boyanması da o kumaşın kıymetini artırırsa; İmâm Muhammet! (R.A.): "Bu durumda satıcı muhayyerdir: Dilerse, o kumaşı alıp, boyanması sebebiyle meydana gelen değer artışını müşteriye öder; dilerse, kumaşın kıymetini müşteriye ödettirir.

Sahih olan da budur. Bedâi"de de böyledir.

Fâsid bir ahş-verişle bir yer satıldığında, müşteri, o yere bir mes-cid yaparsa; satıcının, bu yer hakkındaki ahş-veriş akdini feshetme hakkı bâtıl (= geçersiz) olmaz.

Ancak, müşteri bu yere bina yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satıcının akdi feshetme hakkı bâtıl olur.

Ağaç dikmek de, bina yapmak gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbn-ü Semâ'a, Nevâdir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle bir köle satın aldıktan sonra, ona ticâret yapma izni verir ve bu köle borçlanır; bilâhare de satıcı, "müşterinin, o köleyi geri vermesi için" dâva açar ve müşteri onu geri verirse; alacaklıların, bu köleden bir şey istemelerine bir yol yoktur. Bu kölenin borcunu müşteri öder. Mııhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle satın aldığı bir cariyeyi, satıcının izni ile teslim aldıktan sonra, bu satıcı, ahş-verişin fâsid olduğu gerekçesi ile onu, müşteriden geri almak ister; müşteri ise, bu cariyeyi başkasına sattığını   belgelerse;   buna   inanması   hâlinde   satıcı,   müşteriye,   bu cariyenin kıymetini ödettirir.

Müşteri, satıcıya inanmazsa; cariyeyi ondan, geri ister.

Bu durumda da satıcının, cariyeyi geri vermesi gerekir.

Şayet satıcı, müşterinin beyyinesini doğrular ve ona inanıp cariyenin kıymetini aldıktan sonra, bu câriye ortaya çıkarsa; bu durumda, satıcı cariyeyi geri isteyemez.

Bu durumda müşterinin; doğru söylemesi veya yalan söylemiş bulunması arasında da bir fark yoktur.

Müşteri: "Ben, o cariyeyi bir şahsa sattım." der; fakat, bunun kim olduğunu söylemez; satıcı da ona inanmaz ve bu müşteriyi yalanlarsa; bu durumda satscı, o cariyeyi geri isteyebilir. Muhıyt'te de böyledir. [113]

 

Alış-Verişin Sıhhatinde İhtilâf

 

Ahş-veriş yapanlar ihtilâf edip, birisi "Bu ahş-verişin sıhhatli"; diğeri de "fâsid" olduğunu iddia ederlerse; —fâsid olduğunu iddia edenin şartının veya vaktinin fesadını iddia etmesi hâlinde,— "bu ahş-verişin geçerli olduğunu" iddia edenin sözü geçerli olur.

Bütün rivayetlerde, "ahş-verişin fâsid olduğunu" iddia edenin, belge getirmesi gerekir.

Ahş-verişin fâsid olduğunu iddia eden şahıs: "Onu, bin dirhem ve bir rıtıl içki karşılığında satın aldım." dediği halde, diğeri: "Hayır, yalnız bin dirheme satın aldım." derse; zahiru'r-rivâyede yine, bu ahş-verişin sıhhatini iddia eden şahsın sözü geçerli olur.Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir. [114]

12- BEY'-İ MEVKUF (= BAŞKASININ İZNİNE BAĞLI ALIŞ-VERİŞ) VE İKİ ORTAKTAN BİRİNİN ALIŞ-VERİŞİ

 

Bey'-i mevkuf: Başka bir şahsın (mal sahibinin veya bir ortağın) iznine tevakkuf eden (bağlı bulunan) ahş-veriştir.

Bu durumda, iznin sahih olması için, akid yapan taraflarla, üze­rinde akid yapılan şeyin hazır bulunması şarttır.

Bu iznin sahih olması için, alman şeyin bedeli nakit ise, onun hazır bulunması şart değildir.

Ancak, bu bedel uruz ( = Nakitten,hayvanlardan, ölçülen ve tartılan şeylerden başka olan, kitap, eşya ve kumaş gibi şeyler) ise, bunların mevcut olması, iznin sıhhati için şarttır. Fetâvâyi Hindiyye'de de böyledir.

Satış hakkındaki izin, sahih olduğu zaman, bedel, muayyen bir şey (= ayn) olur ve durmakta bulunursa; bu durumda, bu bedel, satışa izin veren şahsın değil, o şeyi satan şahsa müracaat ederek, malının kıymetini ondan alır. Bu mal, kiyemî ise kıymetini; mislîise, mislini alır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bu bedel, mal sahibi izin vermeden önce veya bundan sonra satıcının elinde helak olursa, bu mal emânet olarak helak olmuş olur.

Satılan şey, müşterinin elinde helak olursa; mal sahibi, bunu dilediğine (yani ister satıcıya, ister müşteriye) tazmin ettirir.

Satılan şeyi, müşteri tazmin etmiş olursa; o da, bu bedeli almak için, satıcıya müracaat eder.

Satılan şeyin, satan şahsın yanında emânet olması hâlinde, eğer Önce teslim etmiş, sonra satmış olursa; bu satış geçerli olur.

Ancak, önce satmış, sonra teslim etmiş olursa, bu alış-veriş geçersiz olur.

Mal sahibi, tazminat için, müşteriye müracaat eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mal sahibi öldüğü zaman, —bey'-i mevkufta— vârislerin izin vermesi geçerli olmaz.

Mal sahibi izin verince, satıştan sonra, izin vermeden önce, bu malda meydana gelmiş bulunan fazlalık müşterinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başkası adına bir şey satın alırsa; bu ona karşı geçerli olur.

Ancak, müşteri sabi (= çocuk) veya mahcur olursa, o zaman, bu alış-veriş mevkuf olur.

Bu hüküm, fuzûli (= Başkasının hakkında, bir izne dayanmadan tasarrufta bulunan yetkisiz kimse)nin, bu alış-verişi başkasına izafe etmemesi hâlinde geçerlidir.

Eğer, bu alış-veriş, başkasına izafe edilir ve fuzûli: "Şu köleyi, filana sat." der; satıcı da: "Onu, filan için sattım." derse; bu durumda tevakkuf edilir.

Bir satıcı, füzûlî'ye: "Şunu, sana, filan için sattım." der; fuzûlî de:  "Kabul ettim." veya "Satın aldım." yahut:  "Şunu, onun için, senden satın aldım." der; satıcı ise: "Sattım." derse; akit tamam olur. Ve tevakkuf gerekmez.

Başka bir yerde, şöyle bir hüküm de gördüm:

Şayet, bir kölenin sahibi, füzûliye: "Şu köleyi, sana, şu fiata sattım." der; fuzûlî de: "Filan için kabul ettim." veya "Filan için, satın aldım." derse; yahut, önce Fuzûlî: "Senden şu köleyi, filan için, satın aldım." der; satıcı da: "Sana sattım." derse; sahih olan kavle göre, bu alış-veriş mevkuftur. Ve füzûliye karşı geçerli olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Senin şu köleni, kendim için, bin dirheme satın aldım." der; hazırda bulunan kölenin efendisi de: "Gerçekten izin verdim ve teslim ettim." derse;   İmâm Muhammed (R.A.): "Bu efen­dinin satışı, o anda, geçerli bir satıştır," buyurmuştur.

Bir kimse, bir başka şahsın kölesini, onun izni olmadan satar; bu kölenin sahibi de: "İyi yapmışsın; isabetli olmuş; ben de muvafakat ettim." derse;bu sözler, alım-satım için izin olmaz.Bu kölenin geri alın­ması gerekir.

Ancak, bu şahsın, kölesinin bedelini alması alış-verişe izin sayılır.

Keza, kölenin sahibinin, bu füzûliye: "Satışa yardım etmen, bana kâfi  gelir.";  "Güzel  yaptın.";  "Allah,   seni  hayırlısı  ile  mükâfat­landırsın." dese; bu sözler de, satış için izin sayılmaz.

Ancak, İmâm Muhammed (R.A.): "Güzel yaptın."; "İsabet ettin." kelimeleri, istihsânen izin sayılır." buyurmuştur.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Oğluna ait bir yeri satan kimseye, oğlu: "Sen, hayatta oldukça, almaya satmaya izinlisin." veya: "Sen hayatta oldukça, ben, sana izin verdim." derse; bu sözler izindir.

Ancak,  babasına:   "Hayatta oldukça,  onu tut."  derse,  bu izin sayılmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müntekâ'da: "Ne kötü yaptın." demenin de izin olduğu zikre­dilmiştir.

Bişr; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsın kölesini, onun emri olmadan satar ve bu haber kölenin sahibine ulaşınca, o, satan şahsa; "Onun bedelini, sana bağışladım." veya "Onu, sana sadaka ettim." derse; bu sözler izindir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir mal  sahibine, "fuzûlî bir  şahsın,  malını  sattığı"  haberi ulaşınca, o şahsın sükût etmesi, "satışa izin vermesi" sayılmaz.

Bu şahsa, malının, bir fuzûlî tarafından satıldığı haberi ulaşınca, bedelini öğrenmeden bu satışa izin verir; sonra da, bu miktarı öğrenince, satışı kabul etmese; izin vermiş olduğuna itibar edilir; satışı reddedişine itibar edilmez.

Bir fuzûlinin veya kendisine emânet bir şey bırakılmış olan şahsın, bir şeyi satmasına, mal sahibi izin verince, bu satış geçerli olur.

Bir fuzûli, başkasının kölesini sattıktan sonra, bu köle ölür; sonra da, sahibi, bu satışa izin verdiğini iddia ederse; bu sözünün doğru olduğu kabul edilir.

Ancak: "Satış, bana ulaştı; ben de, ona izin verdim." derse; bu sözü doğru kabul edilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse; izni olmadan, bir başka şahsın kölesini, yüz dirheme sattığında; müşteri gelip, bu kölenin efendisine durumu haber verip: "Filan şahıs, köleni, şu kadara sattı." deyince, efendi: "Eğer, yüz dirheme sattıysa; gerçekten izin verdim." derse: "İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer, o şahıs,  bu  köleyi,  yüz dirheme veya daha fazlaya satmışsa;  o caizdir.  Fakat,  yüz  dirhemden   aşağıya  satmışsa,   caiz değildir." buyurmuştur. Keza, o şahıs, bu köleyi, yüz dinara satmış olsa da caiz olmaz.

Keza, bu kölenin sahibi, müşteriye: "Sana, yüz dirheme satmışsa; izin verdim." derse; bu da, caizdir.

Fakat: "Sana, yüz dirheme satarsa; ben izin verdim." derse; bu caiz olmaz. Bu izin sayılmaz.

Bu konuşmadan sonra fuzûli onu satarsa; sahibi, isterse verir; isterse, vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, izni olmadan, başka bir şahsın kumaşını satar ve müşteri bu kumaşı boyadıktan sonra, kumaşın sahibi satışa izin verirse; bu caiz olur.

Ancak müşteri, kumaşı kesip dikmişse, bu caiz olmaz.Çünkü, satı­lan şey, zayi olmuştur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Satın alan fuzûli ile kendisi için satın alman şahıs arasında ihtilâf çıkar; kendisi için satın alınan şahıs: "Ben, satın almanı, sana emrettim." dediği halde, müşteri de: "Ben, onu, senin emrin olmadan, senin için aldım." derse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Çünkü müşteri: "Ben, onu, senin için aldım." dediği zaman, bu onun emrini ikrar olur. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, fâsid bir ahş-verişle, bin dirheme bir köle satın alıp, onu teslim aldıktan sonra da  bunu, satın aldığı şahsa, yüz dinara satar ve satıcı da onu teslim alırsa; bu durumda, fâsid ahş-veriş fesholmuş olur.   Teslim  almazsa,   feshedilmiş  olmaz.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Bir kimse, başka birisinin kölesini, sahibinin izni olmadan satın alır; müşteri, bu köleyi kabul ettikten sonra da  bir başka şahıs, sahi­binin izni olmadan, bu sefer de diğer bir şahsa satar ve bu ikinci müşteri de o köleyi kabul ederse; bu akidlerin ikisi de, durdurulur.

Bu durum, kölenin sahibine ulaşınca, o, bu satışların ikisine de izin verirse; müşterilerin ikisi de muhayyer olur. Muhıyt'te de böyledir.

Keza bu fuzûli şahıs, bu köleyi, o iki şahsa da satarsa; İmâm Kerhî:   Bu   durumda,  birinci   akid,   ikincisinden   dolayı   fesholur." demiştir.

Âlimlerimize göre, birinci akid, ikincisinden dolayı fesholmaz. Sahih olan da budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbn-i Semâ'a, Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsın elbisesini, sahibinin haberi olmadan ticaret için izni bulunan kendi küçük oğluna veya onun ticaret izni verilmiş borçlu veya borçsuz kölesine sattıktan sonra, mal sahibine, elbisesini sattığını bildirdiği halde, kime sattığını bildirmezse; bu caiz olmaz, Muhıyt'te de böyledir.

Satış, nikâhtan, icâreden ve rehinden daha ehakktir.

Meselâ: "Bir fuzûli, bir şahsın cariyesini satar; bir başka fuzûli de, bu cariyeyi nikâhlar, icara verir veya rehin bırakırsa; efendisinin bunlara izin vermesi hâlinde, satış caiz; diğerleri batıl olur.

Azâd etmek, mükâtep veya müdebber kılmak ise, diğerlerinden dahaelyaktır.

Bağışlamak ve icara vermek, rehinden daha elyaktır. Bağışlamak da, icara vermekten daha elyaktır.

Satış ise, bağışlamaktan daha elyaktır. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu köleni, kendim için satın aldım ve filan için bin dirheme satın aldım." deyince; bu kölenin efendisi: "Gerçekten razıyım." dese; bu, hiç bir şey hakkında caiz olmaz.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Şu köleni, dün, yarısını kendim için, beş yüz dirheme; yarısın da, filân için beş yüz dirheme satın aldım." derse; kölenin sahibinin izin vermesi hâlinde? filan için satın aldığı, caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müşterinin, bu izin verilmeden önce, bu alış-verişi feshetme yet­kisi vardır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Alış-verişe aklı eren, fakat alış-veriş yapmasına izin verilmemiş bulunan bir çocuğun alış-verişi de, bey'-i mevkuftur» onun, satması da alması da durdurulur.

Bu çocuğun alış-verişi, babasının, dedesinin veya vasisinin iznine yahut hakimin iznine bağlıdır.

Alış-veriş yapması men edilmiş bulunan bir köle, efendisinin malından bir şeyi veya kendisine bağışlanmış bulunan bir şeyi satar veya bir şey satın alırsa; bu da, efendisinin iznine bağlıdır. O, izin verirse; bu kölenin alış-verişi caiz olmuş bulunur.

Bir kimsenin, ticâret yapmasına izin vermiş bulunduğu borçlu kölesini satması, bu köleden alacaklı olan şahsın iznine bağlıdır.

Ticarette izinli bulunan bir kölenin efendisi, o köleyi alacaklısının izni olmadan satıp, bedelini teslim aldıktan sonra, bu bedel zayi olur ve bilâhare de alacaklı şahıs, bu kölenin satılmasına izin verirse; bu satış sahih olur.

Ve bu bedel, alacaklının olarak zayi olmuş bulunur.

Ölüm hastalığında olan bir kimsenin alış-verişi de mevkuftur.

Bu şahıs ölünce; varisleri, onun —hasta iken— yaptığı ahş-verişleri ibtâl edebilirler.

Mürtedin yaptığı alış-veriş de mevkuftur.

Mürted (= İslâm'dan dönen şahıs), bir şey aldığı veya sattığı zaman, bu akid bekletilir: Şayet bu şahıs, riddet halinde ölür veya öldü­rülür veyahud da  dâr-i harbe giderse; bu tasarrufu bâtıl (- geçersiz) olur.

Eğer, bu mürted, tekrar müslüman olursa, yaptığı alış-veriş geçerli olur.

Bir kimse, bir arazisini, belirli bir müddetle, tohumu ondan olmak üzere, bir ziraatciye ortaklığa verirse; —zirâatci o tohumu eksin veya ekmesin,— bu yerin sahibinin orayı satması, ziraatcinin iznine bağlıdır. O izin verene kadar,  alış-verişi bekletilir.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir başkasından bir kumaş satın alır; sonra da kumaşın sahibi, onu, on dirhem fazlasına satar; bilâhare de —ilk— müşteri, bu alış-verişe izin verirse, onun bu icazeti, caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir. [115]

 

İki Kişinin Ortak Bulunduğu Bir Şeyi Ortaklardan Birinin Satması

 

İki kişinin ortak bulunduğu bir cariyeyi, bu ortaklardan birisi, diğerinin izni olmadan satar; müşteri de onu tesiim alıp, azâd ederse; sonradan, diğer ortak, onun satışına izin verse bile, bu, kendi hissesinde de geçerli olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbn-ü Semâ'a, Nevâdiri'nde, şöyle zikretmiştir:

Bir kimse, ortağı bulunduğu bir evin yansını, —filan yer diye— belirterek satarsa; bu satış akdi, kendi hissesine ait olur.

Fakat, fuzûli bir şahıs, iki kişinin ortak bulundu?^ bu evin yarısını satarsa; bu satış akdi, ikisinin hisselerinin yarısı ile ilgili olur.

Bu ortaklardan birisi, bu satışa izin verirse, satış akdi, bu şahsın hissesi ile alakalı olmuş bulunur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammed (R.A.) ile İmâm Züfer (R.A.)'e göre ise, bu satış akdi, o evin dörtte biri hakkında caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişinin, ortaklaşa bir yığın buğdayı olur; bu ortaklardan birisi, bu buğday yığınından bir ölçek satarsa; bu satıştan sonra, diğer ortak, izin verse de vermese de bu satış caiz olur. Bedelin tamamı da satıcıya ait olur.

Bu ortaklardan birisi, bir ölçek buğday satar; diğeri de buna izin verir; sonra da, müşteriye satılan ölçülünce, geride kalan buğday zayi olmuş bulunursa; bu durumda, diğer ortağın, buğdayı satan ortağa, yarım ölçek buğday vermesi gerekir. Müşteriye müracaat edemezler.

Ancak, diğer ortak, bu satışa izin vermez; kalan buğday da zayi olursa; izin vermeyen ortak, satılan buğdayın yarısını müşteriden geri alır.

Bu ortaklardan birisi, bu buğday yığınından bir ölçek ayırıp satar, diğer ortak da buna izin verirse; alman bedel, bu ortaklar arasında yarı yarıya taksim edilir.

Bu ortak, satışa razı olmaz ve müşteriden kendi hissesini geri alırsa; bu müşteri, satan ortağa müracaat edip tam ölçeğin bedelini geri isteme hakkına sahip değildir.

Ancak, bu müşteri muhayyerdir: Dilerse, satan ortaktan yarım ölçeğin bedelini alır; dilerse, buğdayı almaktan vaz geçer .Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

İki kişinin, ortak bir köyleri olduğunda,bu ortaklardan birisinin, o köyden bir ev veya iki ev, üç ev, yahut bir tarla satması caizdir. Bu şeyleri satan ortak, bedellerinin yarısını alır. (Yarısı da, diğer ortağa aittir.)

Bu ortaklardan birinin, bir tarlanın yarısını veya bir evin bif odasını satması caiz olmaz.

Keza, bir ortağın, diğeri ile müşterek olan yolunu satması caiz olmaz.

Ancak, diğer ortağının izni olursa, bunların satılması da caizdir.

Bir kimse, bir kaç daire evi bulunan bir yerden, bir ev sattıktan sonra kalan evlerini de satarsa; bunların yarısı hakkındaki satışı caiz olur.

Bir kimsenin, binanın yeri hariç, yarısını satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Keylî (- ölçekle ölçülen) veya veznî (= terazi iîe tartılan) bir şeye ortak bulunan iki kişiden birisi, hissesini diğer ortağına veya başka bir şahsa satarsa, bize göre, bu maldaki ortaklığın, dileyerek veya dilemeden karışmak suretiyle meydana gelmiş olması hâlinde; bu ortaklardan birinin, hissesini, diğer ortağına satması caiz olur. Başka bir şahsa satması ise, caiz olmaz.

Ancak, diğer ortağın izni olunca, bu hissenin yabancıya satılması da caizdir.

Bu maldaki ortaklık; miras, satın alma veya bağış yolu ile meydana gelmişse; bu ortaklardan her birinin, kendi hissesini, ortağına veya yabancı bir kimseye satması caiz olur.

Ancak, bu ortaklardan hiç birinin, diğer ortağının hissesinde her hangi  bir  tasarrufta bulunma hakki  yoktur.  Fetâvâyi  Suğra'da da böyledir.

Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:

İki kişinin ortak bulunduğu bir ağaçlıktan, bu ortaklardan birisi, yeri satışa dâhil olmamak üzere, ağaçlardan kendi hissesini, ortağının izni olmadan bir kimseye satarsa; ağaçların yetişmiş olması halinde  bu

satış geçerli olur.

Ancak, bu ağaçlar yetişmemişse, bir ortağın bu şekilde kendi hisse­sini satması caiz olmaz.

Vâkıât'ta şöyle zikredilmiştir:

İki kişinin ortak bulunduğu hurma ağaçlarının ve üzerinde bulunan hurmaların veya ekili bulunan ortak arazinin satılıp satılamıyacağı hakkında, kitapta bir şey zikredilmemiştir.

Ancak münasip  olan,  bu satışın caiz olduğudur.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu evdeki hissemi sana sattım." der;  müşteri   onun   hissesini   bildiği   hâlde,   satıcı   bilmemekte   ise, müşterinin bunu söylemesi ile, satış caiz olur.

Ancak müşteri bilmiyorsa; satıcı, bilse de bilmese de İmâm-ı A'zam i  Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,   bu satış caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise,satıcı bilse de bilmese de caiz olur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Kumaş ve sürü gibi taksimi mümkün olan şeylere  ortak olan iki kişiden birisinin, kendi hissesine düşen koyun veya kumaşları satması caizdir.

Diğer ortağın, bu satışı feshetme hakkı yoktur. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Hasan bin Ziyâd'a göre, diğer ortağın izni olmadan, bu gibi hisse­lerin satılması da caiz olmaz.

Tahâvî, bu görüşü almıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bii kuyu ve araziye ortak olan iki şahıstan birisi, kuyu ve onun arazideki yolunda olan hissesini satsa; kuyu hakkındaki satış caiz olur; yolu hakkındaki satış ise, caiz olmaz.

Sahih olan,ortağın izin vermesidir. Şayet ortak izin verirse, hepsinin satışı da caiz olur. Bu ortağın,  kuyudaki hissesini, yol hissesi olmadan satması da caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin, başka bir kimse ile ortak bulunduğu bir binanın yarısını, ortağına veya bir başka kimseye satması caizdir.

Ancak, bu binayı yeri hariç olmak üzere, ortağına da yabancı bir kimseye de satması caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir başka şahsın kölesini sattığında, müşteri onu geri vermek isteyerek:  "Sen, onu, sahibinden izinsiz olarak sattın." der; satan şahıs ise, bunu inkar ederek: "Hayır, ben onu, sahibinin izni ile sattım." karşılığını verir, müşteri de, "kölenin sahibinin, onun satıl­masına izin vermediği hususundaki" veya satıcının bu husustaki ikrarım belgelerse; bu belgesi kabul edilmez.

Ancak, köleyi satan şahıs, hâkimin huzurunda, "kölenin sahibinin, onun satılmasına izin vermediğini" ikrar ederse; o zaman, bu alış-veriş bâtıl (- geçersiz) olur.

Eğer kölenin sahibi, onun satılmasına izin verdiğini, hâkimin yanında inkâr eder, kendisi de kaybolur ve satıcı ise, bu alış-verişin fes­hedilmesini talep ederse; hâkim, bunların aralarındaki ahm-satım akdini fesheder.

Eğer müşteri, satıcının "izin vermediğine dâir" yemin etmesi için, feshin ertelenmesini istese bile, fesih tehir edilmez.

Şayet, kölenin sahibi gelir de yemin ederse; kölesini geri alır.

Şayet kölenin sahibi,yemin etmekten kaçınırsa; alış-veriş akdi avdet eder.

Şayet kölenin sahibi gelip, hakimin huzurunda, "onun satılmasına izin verdiğini" inkar eder; müşteri de hazırda bulunmazsa, bu köleyi alamaz.

Satıcının, kölenin sahibine, "o kölenin satılması için, kendisine izin verdiğine dair" yemin1 teklif etme hakkı vardır.

Şayet, bu kölenin sahibi, bu hususta yemin etmekten kaçınırsa; onun, bu kölenin satılmasına izin vermiş olduğu sabit olur.

Eğer, kölenin sahibi yemin ederse, satış caiz olur. Satan şahıs da, bu kölenin bedelini tazmin eder. (= öder.)

Eğer, bu kölenin sahibi ölür ve satıcı da onun vârisi olursa; bu izni inkâr etmesi ve buna beyyine getirmesi hâlinde, bu beyyinesi kabul edilmez.

Şayet, bu şahıs, kölenin sahibinin ölümünden sonra, müşterinin, "sahibinin, izni olmadığını ikrar ettiği" hususunda hüccet getirirse; bu kabul edilir.

Şayet bu köleye, satan şahıs ve başkası vâris olur; bir başkası da, "sahibinin, bu kölenin satılmasına izin verdiğini" inkâr eder ve bu hususta iddiada bulunursa; bunun duyulması hâlinde, müşteri ona yemin etmesini telif eder.

Şayet bu şahıs, sahibinin bu kölenin satılmasına izin vermediği hususunda, izin vermekten kaçınırsa; izin sabit olur.

Müşteri, bu hususta yemin ederse; bu kölenin yansını alır. Ve bedelin yarısı için de satıcıya müracaat eder.

Geride kalan yarı hisse hakkında, bu müşteri muhayyerdir.

Bu hüküm, müşterinin, "bu kölenin o efendinin malı olduğunu" ikrar etmesi hâlinde geçerlidir.

Şayet, müşteri bunu inkar ederse; âmirin sözü boştur.

O şahsın, "bu kölenin kendi malı olduğuna" delil getirmesi gerekir. Kâfi'de de böyledir. [116]

 

13- İKÂLE (= ALIŞ-VERİŞ AKDİNİN TARAFLARIN RIZÂSI İLE BOZULMASI)

 

İmâm'ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye    göre;  İkâle: Alış-veriş yapan iki kişinin, karşılıklı rızâ ile bu alış-veriş akdini, feshetmeleri, demektir.   Bu,   bir  bakıma,  —önceki  alış-verişin  tersi  olan-yeni  bir alış-veriştir.

Ancak,   feshi   mümkün   olmayan   alış-verişler   müstesnadır.   Bu durumda alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme bir câriye satın aldıktan sonra, alıcı ve satıcı, —yine— bin dirhem karşılığında rızâ ile, bu ahş-verişi bozarlarsa; bu ikâle sahih olur.

Şayet bu ikâle, bin beş yüz dirheme yapılsa bile, ancak, bin dirheme sahih olur. Fazladan, beş yüz dirhemin söylenmesi, boş bir söz olur.

Alış-veriş akdi yapan bu şahıslar, bu ahş-verişi, beş yüz dirheme bozarlarsa; satılan şeyin müşterinin elinde, önceki hâli üzere durmakta olması hâlinde, bu ikâle, yine bin dirheme sahih olur.

Beş yüz dirhem sözü, boş bir sözden ibaret olur.

Satıcının o şeyi, bin dirhemi karşılığında, müşteriye iade etmesi gerekir.

Ancak, satılan şeyde bir noksanlık meydana gelmişse; bu durumda, beş yüz dirheme ikâle sahih olur ve bu beş yüz dirhem, satılan şeyde meydana gelmiş bulunan aybın (= kusurun, noksanlığın) karşılığıdır.

İkâlenin başka bir cinsle yapılması hâlinde bütün kitaplara göre, bu ikâle sahih olur.

Ancak, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikâle önceki bedelledir. "Başka cinsle sözü," boş bir sözdür.

Satılan şeyin kıymeti arttıktan sonra ikâle yapılır ve bu teslimden önce yapılmış bulunursa; bu durumda ikâle sahih olur.

Bu fazlalığın, satılan şeye bitişik veya ayrı olması da müsavidir.

İkâîe, satın alınan şey teslim alındıktan sonra yapılır ve artan şey de, satılan şeyden bâtıl olursa; bu ikâle bâtıl (= geçersiz) olur.

Fazlalığın, satılan şeye bitişik olması durumunda ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —ayrı olması hâlinde olduğu gibi— ikâle bâtıldır. Muhiyt'te de böyledir.

Alış-veriş akdi yapanlardan birisi, diğerine: "Bana, ikâle yap da, onun  bedelini  senden,  bir  sene sonra alayım."  veya: "Bana ikâle yaparsan, senden, bedelin elli dirhemini almam." derse; bu durumda da ikâle sahih olur; ancak, bedel te'hir edilmez ve indirilmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bedelin indirilmesi caiz olur.

Bunun aslı şudur: İkâle, ikinci de, iki lâfızla sahih olur: Bu lâfız­lardan biri, mazi (= geçmiş zaman), diğeri de muzarî (= şimdiki ve gelecek zaman) ifâde eden lâfızlardır.

Meselâ: Taraflardan birisi: "Bana ikâle yap." der; diğeri de: "Yaptım." karşılığını verir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bu durumda, ikâle sahih olmaz. İkâienin sahih olması için, ahş-verişlerde olduğu gibi, bu lafızların ikisi de mazi (= geçmiş zaman) sıygasında olmalıdır.

Fetvalarda, İmâm Muhammed (R.A.)'inb kavli ihtiyar edilmiştir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir şey sattıktan sonra, müşteriye:    "Bu satışı, bana ikâle eyle." der; o da: "Gerçekten, ikâle ettim." derse; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, zahiru'r-rivâyede, ikâle olmaz.

Bunun ikâle olabilmesi için, bundan sonra, satıcının: "Kabul ettim." demesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet müşteri:  "Ben, bu ahş-verişi bıraktım." der; satıcı da: "Razı oldum." veya: "İzin verdim." derse; bu ikâle olur. Hulâsa'da da böyledir.

Satıcı,  ikinci  defa  "Satılan  şeyi  bana ver."  der;  diğeri  de: "Verdim." karşılığını verir ve satıcı: "Kabul ettim." karşılığını verirse, bu ikâle de sahih olur.

Fetva da, bu kavle göre verilir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir satıcı, müşteriden ikâle talebinde bulunur; müşteri de: "Bede­lini ver," deyince, satıcı bunu kabul ederse; bu da, satıcının "bana ikâle et." demesi gibidir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir tellal, bir şeyi, mutlak emirle sattıktan sonra, bedelini satıcıya getirince: "Bu bedelle, onu veriyorum." der ve müşterinin haberi olunca: "Ben istemiyorum." dese; bu alım-satım bozulmuş olmaz. Kunye'de de böyledir.

İki taraftan birisinin teatisi ile sözleşme akdedilmiş olur. Sahih olan da budur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir müşteri, yenilecek bir şeyi teslim alıp, bedelinin de bir kısmını teslim ettikten sonra, bir kaç gün geçince: "Bedeli pahalı." der ve bu durumda, satıcı da teslim aldığı bedeli geri verirse; —bazı âlimlere göre— aliş-veriş bir tarafın teatisi ile mün'akid olur; onu ikâle eder.

Sahih olan da budur. Kerderî'nin VecîzFnde de böyledir.

Bir kimse, ibrişim satın alıp, onu da teslim aldıktan sonra,satıcı­ya: "İşim iyi olmadı; onu geri al ve bedelini geri bana ver." der ve satıcı da buna razı olmaz ve: "Bedelinden şu kadarını noksanlaştırdım; geri kalanını bana ver." deyince, o da öyle yaparsa; bu bir ikâledir; bu, önceki alış-veriş değildir.

Satıcı, müşteriden alış-verişin feshini ister; müşteri de: "Bedeli bana ver." der; satıcı da öyle yapar ve müşteri de bedeli geri alıp, satın aldığı şeyi geri verirse; bu bir fesihtir. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, bir baş"ka şahsa, bez sattığında, satın alan şahıs, ona: "Bu bezin satımını ikâle ettim; ondan, bir gömleklik kes." der; satıcı da keserse; henüz birbirlerinden ayrılmamış bulunmaları ve bir şey söyle­memeleri  hâlinde,  bu  işlem  bir  ikâiedir.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir. [117]

 

İkâlenin Sahih Olmasının Şartları

 

İkâlenin sahih olmasının şartı, ikâle yapanların her ikisinin de buna razı olmasıdır.

İkâle yapanların aynı mecliste bulunmaları da, ikâlenin sahih olması için şarttır.

Tarafların, ikâle bedelini karşılıklı olarak teslim almaları da şarttır.

Satılan şeyin, muhayyerlik şartı sebebiyle, görme veya kusur muhayyerliği sebebi ile geri vermek gibi fesh sebepleri de ikâle yerin­dedir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre böyledir. Şayet böyle olmazsa, satılan şeyin fazlalaşması gibi bir sebeple, fesh yapılmaz. Ve bu fesh sahih olmaz.

İkâlenin sahih olmasının bir şartı da, ikâle esnasında, satılan şeyin mevcud olmasıdır.

Şayet ikâle sırasında, satılan şey mevcud değilse, ikâle sahih olmaz. Ancak ikâle bedelinin, ikâle esnasında mevcud olması şart değildir.

İki kişi, karşılıklı oiarak,bir ayn'ı borç mukabilinde, alıp-satarlar, sonra da bu ayn (= mevcut ve belirli olan, bir kitap, bir ev, bir at, belirli bir mitardaki para, buğday ve ev eşyası gibi şeylerden, belirli miktarda ve ortada bulunan bir şey) müşterinin elinde iken ikâle  yaparlarsa; bu ikâle sahih olur.

Bu durumda, bedelin durmakta olması veya zayi olmuş bulunması arasında da bir fark yoktur.

Ancak, ayn'in helak olmasından sonra ikâle yaparlarsa; bu sahih olmaz.

Keza bu ayn, ikâle vaktinde mevcud olduğu hâlde, sonradan ve satıcıya iade edilmeden önce helak olursa; bu durumda da ikâle bâtıl olur.

Keza, böyle satılan iki köle olur ve taraflar, karşılıklı olarak teslim aldıktan sonra da, onlar helak olur; bilahare de ikâle yaparlarsa; bu ikâle de sahih olmaz.

Ancak, ikâle esnasında, bu kölelerden biri helak olduğu halde, diğeri durmakta ise, bu ikâle sahih olur.

Fakat, durmakta olan bu köle de, geri verilmeden önce helak olursa; bu ikâle de bâtıl olur.

Taraflar, ayn'ı ayn ile alıp-sattıktan ve karşılıklı olarak da teslim aldıktan sonra, bunlardan birisi, onu alan şahsın elinde helak olur; bilâhare de ikâle yaparlarsa; bu ikâle sahih olur.

Helak olan ayn'in kıymeti, onu satın alan şahsa ödenir. Bunun için ise, o ayn'in mislî olmaması gerekir.

Eğer bu şey, mislî ise, bunu alan şahıs, onun mislini, arkadaşına iade eder. Diğer şahıs da aldığı ayn'ı, bu şahsa iade eder.

Keza taraflar, bu ayn'lardan her ikisi de mevcud iken ikâle yaparlar ve bunları birbirlerine iade edilmeden önce de, bunlardan birisi helak olursa, bu ikâle bâtıl olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Şayet bu ayn'lar, iki taraf da geri vermeden helak olursa; bu ikâle bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa, bir üzüm bağı satıp, bunu teslim eder ve müşteri de oranın meyvesini bir sene yedikten sonra ikâle yaparsa; bu ikâle sahih olmaz.

Keza, satılan şeyde meydana gelen fazlalık, —ister ona birleşik ister ondan ayrı olsun; isterse, onu bir yabancı helak etmiş bulunsun— ne şekilde helak olursa olsun, bu durumda ikâle sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir  kimse,  bir  köle mukabilinde satın aldığı yiyeceği  teslim aldıktan sonra köle ölür ve bilâhare de ikâle yaparlarsa; bu ikâle sahih olur.

Bu durumda, kölenirr kıymeti ödenir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Taraflardan biri, sikkesiz gümüş para, diğeri de köle vererek karşılıklı ahş-veriş yapıp, bunları birbirlerine teslim ettikten sonra, köle, onu alan şahsın elinde olur; bilâhare de, gümüş elde iken ikâle yapar­larsa; bu ikâle sahih olur.

Satıcı gümüşleri geri verir; müşteriden de, kölenin bedelini, —altın veya gümüş olarak geri alır.

Şayet, köle ikâle sırasında durmakta olduğu halde, iade etmeden önce helak olursa; bu durumda satıcı, bu kölenin kıymetini, —ister gü­müş ister altın olarak— ahr. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimsenin, bir başka kimseden satın almış bulunduğu nemli sabun, teslim aldıktan sonra kurur ve eksilir, bilâhare de taraflar bu ahş-verişi feshederlerse; bu fesh sahih olur. Bu durumda, sabunun nok-sanlaşmış bulunmasından dolayı tazminat gerekmez.

Et, balık veya bunlar gibi, çabuk bozulabilen bir şey satın almış bulunan bir şahıs, onun bedelini getirmek üzere evine gider ve bu şahıs, uzun süre gelmeyince de satıcı, ona sattığı şeyin bozulacağından kor­karak, onu bir başka şahsa satarsa, bu, istihsanen caiz olur.

Bu ikinci müşteri, o şeyi, satıcıdan satın aldığında bakılır: Eğer, ikinci bedel, birinci bedelden fazla ise; bu fazlalığı, satıcının tasadduk etmesi gerekir.

Bu bedel noksan ise, bu, satıcının malından olur; noksanlık, önceki müşteriye ait olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir eşeği teslim aldıktan sonra, dört gün geçince, geri getirip satıcıya verir, o ise bunu kabul etmeyip, bedelini vermekten  kaçınır  ve  ikâleye  de  razı  olmazsa;  bu  satıcının,  böyle davranmaya hakkı vardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse cariyesini sattığı halde, müşteri bunu inkâr ederse; bu cariyeye, satıcının cima' etmesi, —bu hususta, dâva açmayı terketmeye azmetmedikce— helâl olmaz.

Çünkü, ahş-veriş, bunu, müşterinin inkâr etmesi ile münfesih ( = feshedilmiş, bozulmuş) olmaz.

Şayet bu satıcı, dâva açmayı terketmeye azmederse; o zaman, bu cariyeye cima' etmesi helâl olur.

Keza, cariyesini satan bir kimse, bunu inkâr eder; müşteri ise, onu satın aldığını iddia ederse; bu satıcının da, o cariyeye cima* etmesi helâl olmaz.

Şayet, müşteri bu hususta dâva etmeyi terk eder ve satıcı da bu durumu duyarsa, o zaman, o cariyeye cima' etmesi helâl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir câriye karşılığında bir başka şahıstan bir köle satın ahr ve karşılıklı teslim tesellümden sonra müşteri, bu kölenin yarısını başka bir şahsa satar, bilâhare de câriye hakkında, bu ahş-verişi ikâle ederlerse; bu ikâle caiz olur.

Köleyi satan şahsın, onun kıymetini vermesi gerekir.

Keza, bu şahıs, o köleyi satmamış ancak, bu kölenin eli kesilmiş ve onun için, diyet almış bulunsa; bilâhare, bu câriye hakkında ikâle yapılırsa; bu kölenin kıymeti, onu satan şahsa ödenir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bin dirheme bir köle satın alıp, bedelini ödeyen kimse, onu teslim almaz ve satıcı da bu şahsa: "Köleyi de bedelini de sana bağışladım." derse; bu söz, ahş-verişi fesheder. Bu durumda, bedelin bağışlanması da sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir gemide bulunan insanlardan bir kısmı, gemideki bir şahıstan, bazı eşyalar satın alır ve bilâhare de bu geminin batmasında korkarak, gemideki eşyaların bir kısmını denize atmanın gerekliliği hususunda ittifak ettiklerinde, bu eşyaları satan şahıs: "Sizlerden, benden eşya satın almış bulunan her kim ki, o eşyayı denize atarsa; onun satışım ikâle ederim." der; onlar da eşyalarını denize atarlarsa; bu ikâle, istihsanen sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir köle satın alan şahıs, onun bedelini "ödemeden önce, bu köleyi daha düşük bir bedelle sattığını iddia ederse; bu alış-veriş fâsid olur.

Bu durumda, satıcı  da  bu alış-verişi ikâle ettiğini söylerse; müşterinin, ikâleyi inkâr hususundaki sözü, yeminle birlikte geçerli olur.

Şayet satıcı, bu köleyi,  kendi sattığı fiattan daha düşük bir bedelle, müşteriden satın aldığını iddia eder; satıcı ise, bu ahş-verişi ikâle ettiğini iddia ederse; bu durumda, her ikisine de yemin teklif edilir .Zahî­riyye'de de böyledir.

Alım-satım hususunda vekil olan şahıs,    bedel alınmadan önce, ikâle yapma hakkına sahiptir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî ve Şeyhu'l-İslâm. Hâherzâde'ye göre, —sadece— satın almaya vekil tayin etmiş bulunan kimse, ikâle yapma hakkına sahip değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vekil bulunan şahsın ikâlesi,  satıcı ile alıcı   beraberken de sahihtir.

Vârisin ve vasinin ikâlesi de caizdir.

Kendisine vasıyyet edilmiş bulunulan şahsın ikâlesi ise, caiz değildir. Kunye'de de böyledir.

Keylîbir şeyin, ölçülmeden ikâle edilmesi caizdir. İkâleyi, bir şarta bağlama sahih olmaz.

Meselâ: Bir kimse, Zeyd'e, bez sattığında, Zeyd: "Onu, ucuz aldım."; satıcı ise: "Eğer, fazla vereni bulursan, sat." der; müşteri de fazla vereni bulup, onu satarsa; bu ikinci alış-veriş akdi yapılmış olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikâle, fâsid şartla bâtıl olmaz. Çünkü, bu akdin feshedilmesi demektir. Serahsî'nin Mıthıytı'nde de böyledir.

Te'hir edilmiş alacağı bulunan bir kimse, bu alacağı ile bir şey satın alır ve bunu teslim aldıktan sonra, satıcı ile ikâle yapsalar; bu durumda artık, o alacak te'hir edilmez.

Ancak, bu şahsın satın aldığı şey, bir aybı (= kusuru, noksanı) sebebiyle ve hâkimin hükmü ile geri verilirse; bu alış-veriş, her yönü ile feshedilmiş olur. Ve alacak te'hir edilir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir inek satmış olan şahıs, bunu satın alan müşteriye: "Onu, sana, ucuz olarak sattım." deyince, müşteri: "Eğer ucuz ise, onu sat ve nefsin için kâr et. Bana da, sattığın bedeli ulaştır." der; satıcı ise, bu ineği kârlı olarak satarsa; —ister, bedelini aldıktan sonra; ister, almadan önce olsun— kân, müşterinin olur.

Ancak, bu satıcıya, müşteri: "O ineği, nefsin için sat." demiş olsaydı; bu, alış-verişi feshetmek olur; kâr da satıcının olurdu .

Bir kimse, bulûğa erişmiş oğlu ile ortak bulunduğu bir akarım satar; oğlu, bu satışa izin vermiş olduğu halde, sonradan anası ikâle eder ve bu oğul, ikâleye de izin verir; sonradan da, babası, o akarı, ikinci defa, izinsiz olarak satarsa; bu alış-veriş caiz olur.

Bu alış-veriş, oğlun iznine de mevkuf değildir.

Çünkü, satılan şey, ikâle sebebiyle, akdi yapan şahsın mülküne dönmektedir; vekil olanın veya izin verenin değil...

Altın karşılığında bağ satın alan bir şahıs, altın yerine buğday verir ve sonra da bu alış-veriş feshedilirse; müşteri, buğdayını geri ister.

Taze dirhemler karşılığında bir şey satın alan kimse, bu dirhem­lerin yerine yıpranıp silinmiş dirhemler verir, satıcı da, buna razı olur; sonradan da ikâle yaparlarsa; bu müşteri, satıcıya, taze dirhemler iade etmesi için başvurur.

Bir kimse, satın aldığı menkûl bir malı, başka bir yere naklettikten sonra, satıcı ile ikâle yaparlarsa; geri vermeden doğan zahmet (ve masraf) satıcıya ait olur.

Bir inek satın alıp, bedelini ödeyen bir şahısla, bu ineği satan kimse, teslim tesellümden sonra, karşılıklı olarak ikâle yaparlarsa, müşterinin ineğin sütünü sağıp yemesi hâlinde, satıcı, onun bedelini müşteriden talep eder.

Şayet bu süt, müşterinin yanında zayi olursa, ikâle bâtıl olur. İkâlenin,  helak  olanın dışında,  mevcut  olan için  zahir  olması hâlinde, bu müşteriden, sütün bedelini ödeme görevi kalkmaz. Kunye'de

de böyledir.

Bir kimse, ekini ile birlikte bir arazi satın alır ve bu müşteri onu sürüp savurduktan sonra ikâle yaparlarsa; bu ikâle, bedelden hissesi kadarı hakkında sahih olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir şey satın alıp, onu, bedelini ödeyerek teslim aldıktan sonra dirhemler eksilir ve bilâhare de ikâleyaparlarsa;müşteri, noksan dirhemleri de iade eder. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse, içinde ağaçların bulunduğu bir yeri satın alıp, onları kestikten sonra ikâle yaparlarsa; bu ikâle,bedelin tamamı hakkında sahih olur.

Satan şahsa, ağaçların kıymetinden bir şey yoktur. Bu ağaçlar, müşteriye teslim edilir.

Bu hüküm, satıcının, ağaçların kesildiğini biliyor olması hâlinde geçerlidir.

Satıcı, ikâle sırasında, bu durumu bilmiyorsa, o zaman muhayyerdir: Dilerse, bütün bedeli geri alır; dilerse, terkeder. Kunye'de de böyledir.

İkâlenin ikâlesi caizdir.

Selemin  ikâlesinin  ikâlesi  ise,  caiz değildir.  Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir şeyi, ikâieden sonra, aynı müşteriye, yeniden satmak caizdir. Başkasına satmak ise caiz değildir.

Eğer satıcı, satışı ikâle ettikten sonra, satıcı, önceki satıcıya da ikâle etse, bu da caizdir. Keza, bu şeyi satıcıya satmak da caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir. [118]

 

14- MURABAHA (= KÂR İLE SATIŞ) TEVLİYE (= KÂRSIZ, MALİYETİNE SATIŞ) VEDÎ'A (=MALİYETİNDEN AŞAĞIYA SATIŞ)

 

Murabaha: Bir kimsenin, almış bulunduğu bir malı —kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek— maliyetinden fazla bir bedelle, bir başka şahsa, —rızâ ile— satmasıdır.

Tevliye: Bir kimsenin, almış bulunduğu bir malı, —kendisine kaça mal olduğunu söyleyerek— tam maliyeti kadar bir bedel karşılığında satmasıdır.

Vedî'a: Bir kimsenin, almış bulunduğu bir malı, —kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek— maliyetinden noksan bir bedelle satmasıdır.

Bu alış-verişlerin tamamı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bey'-i murabaha ile bir şey sattığında, eğer bedel, keylî (= ölçekle ölçülen) veya veznî ( = terazi ile tartılan) şeyler gibi mislî olursa; kâr belli olduğu zaman, bu alış-veriş caizdir.

Meselâ: Ölçülen buğdayla, ölçülen arpayı alıp-satmak veya tartılan soğanla, tartılan sarımsağı alıp-satmak gibi...

Bu durumda, kâr'ın.bedelin cinsinden olup olmaması da müsavidir.

Şayet bedel, eşya gibi, mislî bir şey olmazsa; eşyası bulunmayan kimseye, onu kâr'la satmak caiz olmaz.

Ancak satıcı, sattığı şeyi, eşyası olan bir müşterinin elinde bulunan eşya mukabilinde satar ve on kazanırsa, bu caiz olur; on bir kazanırsa, caiz olmaz.

Ancak, bedelin, aynı'mecliste bulunduğunu bilmesi halinde,bu da caiz olur. Ve, bu satıcı muhayyerdir: İsterse, istihsânen, karbon bir olarak akid .yapabilir.

Bir kimse, bey'-i tevliye ile bir şey satar, müşteri ise, o şeyin kaça mâl olduğunu bilmezse, bu satış caiz olmaz.

Ancak, maliyeti aynı mecliste bilinirse, o zaman, bu alış-veriş caiz olur.

Bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, o şeyi alır; isterse, almayıp bırakır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir kimse, on dirheme bir elbise satın aldığı hâlde, karşılığında dinar veya elbise verse; bu durumda re'sül-mâl ( = ana para, sermaye), on dirhemdir.

Bu şahıs, bu elbiseyi, bey'-i murabaha ile satarsa, sattığı şahsa, re'sül-mâlin (= sermayenin) on dirhem olduğunu söylemesi gerekir.

Bir kimse, bulunduğu yerin parasının hilâfına, on dirheme bir elbise satın alır ve bu elbiseyi bir dirhem kârla satarsa; bu durumda, on dirhem, kendisinin nakdi; bir dirhem de, beldenin nakdidir.

Bu şahıs, kâr'i, re'sü'1-mâle nisbet eder ve: "Bunu, sana, on   bir dirheme kâr'la satıyorum." derse; bu durumda kâr, bedelin cinsinden olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müşteri ciyâd (= sağlam, yeni) akçe yerine, ziiyûf (= Çürük, zayıf, eski, yıpranmış) akçe verir; satıcı da bunu kabul ederse; müşteri bunu, ciyâd akçe kâr'ı île satabilir. Hâvî'de de böyledir.

Müşteri,  satıcıya bedel yerine eşya verir veya bir şey rehin bırakır;   o da zayi olursa, müşteri, bunu dirhemler üzerine kâr'la satar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eşyasını kâr'la satan bir kimse, "re'sül-mâl (= sermaye) yüz dinar" der; bedelinin verilmesini istediği zaman da: "Ben, onu, Şam dinarları ile satın aldım." der ve fakat, Bağdat'ta satıyor olursa, İmâm: "O, ancak, Bağdat parası ile satar." buyurmuştur.

Şayet bu şahıs, o şeyi, Şam dinarları ile satın aldığını belgelerse; bu belgesi kabul edilir. Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu müşteri, satın aldığı şeyi bir şahsa bağışlar, sonra da bu bağışından vaz geçerse; onu kâr'la satabilir.

Bir kimsenin sattığı şey, aybı (= kusuru, noksanı) veya müşterinin muhayyerliği yahut ikâle sebebiyle kendisine geri verilir veyahut de satış tamam olduğu halde, bu mâl, sonradan miras veya hîbe yolu ile bu şahsa geri verilirse; artık, o malı, kâr'ı ile satamaz.

Satılan şey, keylî, veznî veya adedî şeylerin birinden topluca bir mal olursa; müşteri, değişik olmayan bu malın bir kısmını satabilir.

Şayet, bu mal topluluğu muhtelif şeylerden veya değişik aded-lerden olursa; müşterinin, bu malın bir kısmını, belirsiz olarak kâr'la satması caiz olmaz.

Ancak, bu topluluğu meydana getiren her malı ayrı ayrı belirlerse, bunları kâr'la satması caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Hâvî'de de böyledir.

Bu müşteri, aynı cinsten olan iki elbise için, on dirhem öder ve bunların cinsinin, nev'inin, sıfatının ve uzunluğunun müsâvî olduğunu açıklar ve bu elbisleri teslim aldıktan sonra da, ikisini beş dirhem kâr'la satmak isterse, bu mekruh olmaz.

Ancak, durumu açıklamazsa, mekruh olur.

İmâmeyn'e göre ise, açıklamasa bile mekruh olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı bezin yarısı yanarsa; bu şahıs, bezin kalan yarısını, —bu kalanın iki arşın olması hâlinde— bedelin yarısına satamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Gasbedilen bir köle kaçtıktan ve ona bir kıymet hükmedildikten sonra, bu köle geri dönerse; bunu gasbeden şahıs, kendisine hükmedilen bedelin üzerine kâr koyarak, bu köleyi satabilir. Ancak onun, "bana, şuna mâl oldu." demesi müstesnadır.

Keza, bir kimsenin içki karşılığında satın aldığı köle, teslim aldıktan sonra kaçarsa, hâkim "satıcıya kölenin kıymetinin ödenmesine" hük­meder. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir kimse, şart koştuğu bir ivaz (- bedei, karşılık, karşılık olarak verilen şey) ile, başka bir şahsa, bir elbise bağışlar ve bunlar, bu şeyleri karşılıklı olarak teslim alırlarsa, kıyâsa göre, bu şahıs, o elbiseyi kâr'la satamaz.

Bu kıyâs,   İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nindir.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyâsına göre, bu şahsın, —bu şey, hibe ettiği şeyin kıymetinin misli olması halin de:—"Bu, bana şuna mâl oldu." demesinde bir beis yoktur. Ancak, bu şahıs: "Ben, bunu satın aldım." demez.

Bir kimse, vâris olduğu bir köleyi bin dirheme satar, bu şahıs köleyi, müşteri de bin dirhemi teslim ettikten sonra veya karşılıklı teslim etmelerinden önce, satışı feshederler; bundan sonra -M, bu şahıs,  o köleyi kâr'la satmak isterse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'m'n kıyâsına göre, onu satamaz. Hâvî'de de böyledir.

İki ölçek arpa karşılığında, bir ölçek buğday satın aîan kimsenin, bu buğdayı, —karşılıklı teslim tesellümden sonra— kâr'ı ile satmasında bir beis yoktur.

Keza, ölçülen  ve  tartılan  mallardan  her  sınıf,  diğer  sınıf karşılığında, kâr'la satılabilir.

Bir ölçek buğdayı, iki ölçek arpa karşılığında satın alan kimsenin, bu buğdayı, dörtte bir ölçek kâr'la satması caiz olmaz.

Bu, bilezik satın alıp, onu bir dirhem kârla satmaya muhaliftir. Muhıyt'te de böyledir.

İki elbise satın alıp, bunların her birine ayrı ayrı fiat belirtmeyen bir şahsın, bunlardan birisini kâr'la satması caiz olmaz.

Ancak bu şahıs, o elbiselerden her birinin fiatını belirtmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, birini satması caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.)’e göre ise, bu da caiz olmaz.

Fiatı pahalı olan bir şey satın almış bulunan kimsenin, bu şeyi kâr'la satması caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Ben, fazla kâr'la satmayı, —bunu açıkça söylemedikçe— sevmem." buyurmuştur.

İki şahıs, keyliyyât'tan, mevzûnâttan veya adebiyyât-ı mütekâ-ribe'den bir şeyi satın alıp, aralarında taksim ederlerse;    bu şahısların kendi hisselerini kâr'la satmaları caizdir.

Ancak, satın aldıkları şey, kumaş ve benzeri şeylerden olursa; bun­ları aralarında taksim etmiş olsalar bile, her birinin kendi hissesini kâr'la satmaları caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Dirhemler karşılığında dinarlar satın alan şahsın, bu dinarları kâr'la satması caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir şey satın alıp, onu bedelinden fazla —satış fiatı ile— etiket­leyip satan kimsenin bu satışı,— "bana böyle mâl oldu." dememesi şartiyle— caiz olur.

Bir şeye vâris olan veya kendisine bir şey hîbe edilen kimse, onu, bedelinden daha çok bir miktarla etiketleyip satabilir.

Ancak bu hükümler, bu etiketin, o malın bedeli olmadığını, müşterinin bilmesi hâlinde geçerlidir.

Fakat, satıcı, "müşterinin, etiket ile malın değerinin aynı olduğunu bildiğini" bilirse, böyle yapması hıyanettir.

Bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, almaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse,bir kölenin yarısını yüz dirheme satın aldıktan sonra, kalan yansını da iki yüz dirheme satın alırsa; bu şahıs, satın aldığı bu yarılardan hangisini isterse, onu, kâr'la satabilir.

İsterse, bu kölenin tamamını, üç yüz dirhem üzerinden kâr'la satabilir. Hâvî'de de böyledir.

Sermâyenin üzerine, yıkayıcı ücretini, boyama, işaretleme, eğirip tükme, taşıma ve hayvanı sürme ücretini eklemek (suretiyle, maliyeti hesap etmek) de caizdir.

Asıl olan: Bey'-i  mürâbaha'da, tüccarın  örfü  mu'teberdir. Re'sülmâle (— sermayeye) ilâve edilecek şey, örfde cereyan eden şeydir.

Örf'de olmayan şeyler, (maliyetin hesaplanması sırasında) ser­mayeye ilâve edilmez. Kâfî'de de böyledir.

(Malın maliyeti tesbit edilirken) sermayeye, o şahsın yolculuk esnasında yiyip içtiği ve emeğinin zahmetinin karşılığı ilâve edilmez. Bunlar, örfde yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Şu sayacağımız şeyler, —örfte olmaları halinde— re'sü'1-mâle ( = sermayeye) ilâve edilmezler:

Çobana verilen ücret; köleye san'at öğreten şahsa verilen ücret; köleye, Kur'ân okuma, ilim, şiir öğretenlere verilen ücret; bir evin bek­lenip korunması ücreti; köle çalıştırma ücreti; köleleri ve yiyeceği koruma ücreti; doktor ücreti; baytar ücreti; bekçi ücreti; kaçan köleyi yakalayana verilen ücret; ağaç kesme ücreti; cinayet fidyeleri; yolda zulüm ile alınan şeyler... Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Hacâmet [119]  ücreti de, re'sü'I-mâle ilâve edilmez.

Ölçme ve tartma ücretleri de, sermayeye ilâve-edilmez. Hâvî'de de böyledir.

Zahiru'r-rivâyede, simsar ücreti sermayeye ilâve edilir. Hayvanlarda bulunan çıngırak ve zil gibi şeylerin bedelleri de, ser­mâyeye ilâve edilmez.

Buğday ve un çuvalları, sermayaye ilâve edilirler. Ancak, israf müstesnadır.

Hayvanların —hazır— yiyecekleri, sermâyeye ilâve edilir. Ancak,  hayvanların sütleri, yünleri, yağları masraftan düşülür;

kalan, —fazla— masraf, sermayeye ilâve edilir.

Hayvanların, kölelerin ve evlerin kira bedelleri re'sü'l-mâl'den hâricdir. Bunlar, hesap edilip, re'sü'I-mâlden düşürülmezler.

Çünkü, bu gelirler, ayn'dan (satılan o şeyin bizzat kendisinden) meydana gelmiş değildir.

Tavuğun yumurtası, re'sü'l-mâl'den düşülür; yeni ise, ilâve edilir.

Badana ücreti, sıva ücreti ve kuyu kazma ücreti, sermâyeye ilâve edilir. Ancak, bunlar zayi olmuşiarsa; ücretleri sermâyeye ilâve edilmez. Ekin ve bağ sulama ücreti, sermayaye ilâve edilmez.

Bir kimse, elbiseyi kendisi yıkar veya sıvayı kendi yaparsa, bu durumda, bunlar sermâyeye masraf olarak ilâve edilmezler. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Sulama kanalı ücreti,  toprağın sürülmesi ücreti,  —durmakta olan— ağacın dikilmesi ücreti, sermayeye ilâve edilir.

Keza, meyveyi toplama, kasalama ve benzeri için harcanan ücretler de, sermâyeye ilâve edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir koyun satın alan kimse, onu kesip, yüzen ve etini hazırlayan şahsa verdiği ücreti sermâyeye ilâve eder.

Odun alıp, ondan kömür yapan kimse; ateş yakanın ve odunu getirip  nakledenin  ücretini  de  sermâyeye  ilâve  eder.   Muhıyt'te  de böyledir.

Kölesini evlendiren şahıs, onun için ödediği mehri, re'sü'1-mâle ilâve etmez.

İnci alıp, onu ücretle deldiren şahıs, bu ücreti, incinin bedeline ilâve eder.

Satın alınan yakutun deldirilmesi, onun  kıymetini düşürürse, deldirmek için verilen ücret re'sü'1-mâle ilâve edilmez.

Ancak, delinmesi yakutun değerini artırırsa, o zaman, verilen ücret, sermâyeye ilâve edilir.

Bir kimse, kumaş ve astar satın alıp, bundan cübbe diktirir ve dikiş esnasında, cübbenin içine pamuk da konulursa; pamuk ve diktirme ücreti, bu cübbe için alınanların bedeline ilâve edilir.

Bir kimsenin; biri satın aldığı, diğeri de miras olarak kendisine kalan iki elbisesi olur ve bunları murabaha ile satmak isterse: "Bu ikisi, bana, on dirheme mâl oldu." demesi caiz olmaz.

Çünkü bu şahıs, kendisine mîras kalan elbiseyi, bir şey vererek satın almış değildir.

Şayet bu şahıs, miras kalan bu elbiseyi, bir dirhem masraf ederek, sarı boya ile boyarsa; bu iki elbiseyi, murabaha ile satabilir.

Ve bu durumda, bu şahsın: "Bunlar bana, şuna ve şuna mâl oldu." demesi caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin, mürabaha'da hıyanette bulunması hâlinde, müşteri muhayyer olur: İsterse, bedelin tamamını yererek o şeyi alır; isterse, almayıp, öylece bırakır.

Satıcının tevliye hakkında hıyanette bulunması hâlinde de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşteri, onu bedelden düşürür.

Bu durumda, satılan şey, satıcıya geri verilmeden önce helak olur veya feshe mani olacak bir şey meydana gelir ve bunlar da, hıyanetin ortaya çıktığı zaman olursa; müşterinin konuşulan bedelin tamamını ödemesi gerekir,

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da sakıt olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'in meşhur olan kavli de budur. Kâfî'de de böyledir.

Satılacak şeyde, hile ile yapılmış bir ayb {- kusur, noksanlık) bulunduğu zaman, müşterinin bunu bilmesi ve razı olması halinde, bu şey murabaha ile satılabilir.

Bir kimsenin murabaha ile satın aldığı bir şeyin, —önceki— sahibi gelip, onu almak isterse; bu şahıs, o şeyi, murabaha ile satabilir. Hâvî'de de böyledir.

Satılan şeye, satıcının veya müşterinin yanında iken, semavî bir âfetle, bir ayb (= kusur, noksanlık) isabet eder veya bu kusur, satıcının yahut müşterinin fiili ile olursa; satıcı, bu şeyi, bedelinin tamamı ile ve murabaha olarak satar. İmamlarımızın üçüne göre de, satıcı açıklama yapmaz.

Ancak, ayb, satıcının veya bir yabancının fiili .ile meydana gelirse, onu açıklamadıkça, bu şeyi murabaha ile satamaz.

Satılan şeyde bir artma bulunur ve o fazlalık meyve gibi,doğum gibi, yün gibi satılan şeyin yanında olur veya bu fazlalık satıcının yahut bir, yabancın in fiili ile helak olursa; satıcı bu durumu açıklamadıkça, o şeyi bey'-i murabaha ile (= kârlı olarak) satamaz.

Fakat, bu helak oluş, semavî bir âfetle meydana gelmiş olursa; o zaman, satıcının, bu durumu açıklamadan, bu şeyi, bey'-i murabaha ile satması caiz olur.

Dul bir câriye satın alan şahıs, ona cima' ederse, bu durumu açıklamadan, o cariyeyi murabaha ile satması caiz olur.

Fakat, bu cariyenin bakire olması hâlinde, satıcının, ona cima' ettiğini   açıklamadan, murabaha ile satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı bezi, fare kesmiş veya ateş yakmış  olsa; satıcı, kalan kısmını, durumu açıklamadan satabilir.

Kumaş, serilip toplanması sebebi ile zedelenirse, satıcının bu durumu açıklaması gerekir. Kâfî'de de böyledir.

Bir satıcı, evde veya arazide, ona noksanlık vermeden çalışırsa; bu durumu, beyan etmeden, o evi veya araziyi,murabaha ile satması caizdir.

Bir kimse, veresiye satın almış bulunduğu bîr şeyi, şartlarını ve ödemede bulunacağı vakti açıklamadan, bey'-i murabaha ile satamaz.

Müşteri, satın aldığı bir şeyi helak eder veya o şey kendiliğinden helak olursa, müddetini bilmesi halinde, satışın yapılmış olması lâzım gelir. Neru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir başka şahsın, diğer bir şahısta bulunan, satılan cinsten olmayan alacağını, satın alırsa; onu, durumu açıklamadan, kâr ile satamaz.

Fakat bu şey, satılan cinsten olursa; durumu açıklamadan, kâr'la satabilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir satıcı,açıklamanın icabettiği yerde açıklama yapmaz; müşteri de durumu bilirse; bu müşteri muhayyer olur: Dilerse, o şeyi, bedelinin tamamını ödeyerek satın alır; dilerse, geri verir.

Satılan  şey,   müşterinin  yanında  durmuyorsa,   o  zaman,   bu müşterini, muhayyerlik hakkı olmaz; bedelin tamamını ödemesi lâzım gelir. Hâvî'de de böyledir.

Satıcı, müşteriden, bedelin bir kısmını düşürürse; bu düşüşten sonra, müşteri bu şeyi, kâr'la satabilir.

Meselâ: Satıcı, yüz dirheme satmış olduğu koyunun kıymetinin on dirhemini düşürünce; müşteri, kendisine doksan dirheme kalmış bulunan bu koyunu, yüz on dirheme satabilir.

Keza  satıcı, bu  şeyin  fiatını, sattıktan sonra düşürürse; bunu, kâr'dan hissesi ile birlikte ikinci müşteriden düşmüş olur.

Şayet, o da başkasına satmış olursa, bu defa da ondan düşmüş olur.

Müşteri, bedeli artırarak, asıl ve ziyâde üzerine kâr'la satabilir. Bu, imamlarımızın üçüne göre de böyledir.

Bedelini peşin ödemeden bez satın alan bir kimsenin, bu bezi, murabaha ile satması caiz olur.

İlk satıcının, bu bezin bedelini, bir ay sonraya bırakması hâlinde, —onu satan— bu müşterinin de, bedeli te'hir etmesi gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcının, sattığı şeyin bedelinin tamamını bağışlaması da caizdir. Müşterinin de, aldığı, bir şeyi, aldığı fiattan kâr'Iı olarak satması caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Satın aldığı bir elbiseyi, kâr'la sattıktan sonra tekrar satın aian bir şahıs, kâr'ın tamamını düşer ve bu şeyi tekrar kâr'la satarsa; bunun, bedeli ihata etmesi hâlinde, bunu satamaması gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

tmâmeyn'e göre ise, bu şahıs, o şeyi, ikinci bedelle, kâr'Iı olarak satabilir.

Bir kimse, on dirheme satın alıp, on beş dirheme sattığı elbiseyi, bedelini alarak, müşteriye-teslim ettikten sonra,oşeyi,yine on dirheme satm alsa; tekrar beş dirhem kâr'la satabilir.

Fakat, bu kimse, on dirheme satın aldığı bir şeyi, yirmi dirheme satar ve tekrar bu şeyi on dirheme satın alırsa; artık, o şeyi, asla kâr'la satamaz.

Köleliğini ihata edecek kadar borçlu ve ticâret yapmaya izinli bir köle, on dirheme aldığı bir elbiseyi, efendisine, on dirheme satarsa; efendisi, o elbiseyi, on dirhem üzerinden kâr'la satabilir.

Keza, kölenin efendisi, o elbiseyi on dirheme aldığı halde, bu köleye, on beş dirheme satarsa; bu köle de, o elbiseyi, on dirhem üze­rinden murabaha ile satabilir.

Mükâtep de izinli köle gibidir.

Efendi, mükatep veya borçlu ve izinli kölesinden aldığını açıklayarak, o elbiseyi, murabaha ile on beş dirheme satarsa, bu caiz olur. Kâfî'de de böyledir.

Mal sahibi, müdârıb'dan, müdârebe malını satın alırsa, kendi hissesini kâr'la satabilir.

(Müdârebe, emek bir taraftan, sermaye bir taraftan olan ortaklık. Müdârip: Bu ortaklıkta şirkete emeği ile katkıda bulunan ortak.)

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehâdeti kabul olunmayan kimseden, bir şey satın almak da böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

inan ortaklarından birinin, diğerinden bir şey satın alıp, onu, kâr'ı ile satmasında bir beis yoktur.

Keza, hususî bir şekilde, bir şeye ortak olmuş bulunan iki kişiden biri, diğerinden satm almış bulunduğu hisseyi kâr'la satabilir.

Kendi hissesini önce satın aldığı bedelden, diğer hisseyi ise, ikinci • satın aldığı bedelden kâr'la satabilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme satın aldığı köleyi, teslim alır ve bin beş yüz dirheme satıp, bedelini alarak, bu köleyi teslim ettikten sonra; bu ikinci müşteriye, birinci satışın bin dirhem olduğu haber verilir ve o da, bu hususta dâva açıp, durumun böyle olduğunu belgelerse; bu şahıs: "Ben, bunu, bin dirheme satın aldım. Sonra ona bağışladım; sonra da, bin beş yüz dirheme yeniden satın aldım." derse; sözü, doğru olarak kabul edilmez.

Ancak, durumun böyle olduğuna dâir yemin etmesi talep edilince, o bu şekilde yemin ederse; o zaman kâr'la satabilir.

Bir kimse, on beş dirheme satın aldığı elbisenin bedelini peşin olarak ödedikten sonra, bu elbiseyi kâr'ı ile satar ve sonunda: "Bana, bu elbise, on dirheme mâl olmuştu." der; sonradan da: "Ben yanıldım; o bana, on beş dirheme mâl olmuştu." der; müşteri de, bu satıcıyı yalan­larsa; bu durumda, satıcının "on beş dirheme mâl olmuştu." diye ileri sürdüğü hüccetler kabul edilmez.

Şayet, bu durumda satıcı, müşteriyi yalaniamayip, tasdik ederse; ona: "Ya on beş dirhem ver veya satılanı geri iade et." denilir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına, göre, müşteriden fazlası alınmaz. Satıcıya: "İstersen, bu ahş-verişi boz; malını al ve bedelini geri ver." denilir.

Eğer müşteri: "Ben, onu, ancak beş dirheme satın aldım." der ve satıcının, o şeyin sermâyesini söylemesi hususunda yemin etmesini isterse; bu durumda, satıcının yemin etmesi gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre böyledir.

Şayet satıcı, "sermayenin beş dirhem olduğunu ikrar eder veya öyle olduğu belgelenirse; bu durumda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, satılan şey, geri verilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, bir şey geri verilmez. Müşteri isterse, satın aldığı şeyi geri verir; isterse, peşin olarak verdiği para karşılığında onu elinde tutar.

Satıcı, bu şeyi tevliye usûli ile satmış olursa; bu durumda, iki mes'eie vardır. Her ikisinde de, fazlası veya noksanı hakkında da, geri iade edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir elbiseyi beş dirheme, başka bir elbiseyi de altı dirheme satın aldıktan sonra, her ikisini bir sıfat üzerine murabaha ile satarsa; bu durumda,, bunların bedelleri, sermâyelerine göredir. Hâvî'de de böyledir. [120]

 

15- İSTİHKAK (= SATILAN ŞEYE HAK KAZANMAK)

 

Satılan şeye hak sahibi olmak, müşterinin vazifesidir. Yapılmış bulunan akid, hak sahibinin iznine bağlanmıştır. Zahiru'r-rivâyede, bu akdin feshedilmesi, bozulması gerekmez. Muhıyt'te deböyledir.

Alış-verişin ne zaman feshedileceği hususunda, ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavil: Alış-veriş, müşteri, ödediği bedeli geri almak için, satıcıya başvurmadıkça, feshedilmez.

Hatta, müstehak olan kimse, —hüküm verildikten veya teslim aldıktan sonra, fakat müşteri satıcıya baş vurmadan önce— izin verse, bu alış-veriş bile sahih olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Satılan şey, elbise gibi, köle gibi, tek şey olduğu zaman, teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra onun bir kısmına hak sahibi olan müşteri muhayyerdir: İsterse, hissesini alır; isterse, hiç almayıp terkeder.

Satılan şey, iki elbise, iki köle gibi,iki şey olur ve bunlardan birinde başkasının hakkı bulunur; müşteri de, onları teslim almaz veya birini teslim aldıktan sonra diğerine bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, sonradan aldığı şey hakkında muhayyerdir.

Fakat, teslim aldıktan sonra hak sahibi çıkarsa, ikinci şey hakkında, bu müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur.

Satılan bu şeylerin,  sıfatlarının ayrı olması halinde de, hüküm böyledir.

Satılan şeyin keylî ve veznî cinsten olması halinde, bunu teslim almadan,  bir  kısmına hak  sahibi olan müşteri,  geride kalan kısım hakkında muhayyerdir:

Müşteri, o şeyi teslim aldıktan sonra, bunun bir kısmına hak sahibi olan birisi bulunursa; bu durum hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'deniki rivayet vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Üç ölçek buğdayı bulunan bir kimse, bir ölçeğini satar, sonra da bir ölçeğini başkasına iade eder; daha sonra da, üçüncü ölçeği satarsa; bilâhare de, başka bir şahsın, bu buğdaylarda bir ölçek hakkının olduğu ortaya çıkarsa; bu durumda bu şahıs, üçüncü ölçeği alır.

Bir kimsenin sattığı şeyde,başka bir hak sahibi olsa veya bir kimse, bir şey gasbetmiş olsa; bu şeyin, sattığı veya gasbettiği gündeki kıyme­tini, asıl sahibine tazmin eder.

Bir kimse, gasbettiği veya satın aldığı bir kumaştan gömlek diker ,   veya aldığı bu şey, buğday olur ve bu şahıs onu öğütür yahut koyun alır ve onu pişirir; sonra da bunlarda başkasının hakkı olduğu ortaya çıkarsa; bu şahıs bunları tazmin eder.

Bir şahıs, bez satın alıp onu keser, fakat henüz dikmeden önce, başka bir şahıs: "Bunun iki yakası benim."; diğer bir şahıs da: "Bunun bedeni, benim." der ve böyle olduğunu belgelerlerse; müşteri, bu bezin bedeli için satıcıya müracaat edemez. Kâfî'de de böyledir.

Satılan bir şeye, henüz o şey teslim alınmadan önce, bir hak sahibi çıkar;ancak alan ve satan böyle olmadığını iddia ederler ve satan şahıs: "O, şeyi, hak sahibinden satın aldığını, teslim aldıktan sonra da, onu müşteriye sattığını" söylere, beyyineleri kabul edilir.

Bu hususta beyyine bulunmayıp, hâkim aralarındaki ahş-verişi bozduktan ve bedeli, satıcı, müşteriye iade ettikten sonra; satıcı, beyyi-nesini bulsa bile bozulan bu alış-veriş hakkındaki hüküm bozulmaz.

Fakat, satılan bu şey teslim alındıktan sonra, bir hak sahibi mey­dana çıkarsa; bu durumda; hâkimin, bu alışın bozulması ile ilgili hükmü bozulur.

Ancak, bu şeyi alan ve satan şahıslar, bu ahş-verişi, hâkimin hükmü olmadan, kendi aralarında bozarlar ve satıcı, müşterinin geri istediği bedeli, ona verirse; bu ahş-verişi, tarafların bu şekilde bozmaları, ortadan kalkmış olmaz.

Şayet müşteri, satıcının rızâsı olmadan, bu ahş-verişi bozmak isterse; hâkim, bozulmasına hüküm vermeden, bu alış-veriş bozulmuş olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bin dirheme, bir köle satın aldığında, onu henüz teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra, satıcı, bu kölenin bedelini, müşteriye bağışlar; sonra da, bu köleye bir hak sahibi çıkarsa; bu durumda müşteri, satıcıya hiç bir şekilde müracaat edemez.

Şayet bu hak sahibi, "bu hakkın kendisine ait olduğuna" hükme­dilmeden önce, bu alış-veriş akdine izin verirse; İmâm Ebû Hanîfe  (R.A.)'ye göre, bu durumda, satış da, bağış da, caiz olur.

Şayet bağış, bedel alınmadan yapılır ve satan şahıs da onun mislini kölenin sahibine Öderse, teslimden sonraki hîbe caiz olmaz; müşteri geri verir ve köle, sahibinin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir köleyi bir başkasına bağışlar; kendisine hîbe edilen şahıs da bu köleyi satar ve köle bu müşterinin elinde iken,ona bir hak sahibi çıkarsa; önceki müşteri, bu kölenin bedeli için, —ikinci müşteri, kendisine bağış yapılan şahsa müracaat edene kadar— satıcıya baş vuramaz. Şayet o müracaat ederse, bu da müracaat eder. (Yani, son müşteri,  ödediği bedeli almak için, kendisine satan şahsa müracaat ederse; ilk müşteri de, ilk satıcıya müracaat ederek, verdiği bedeli geri ister.) Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir köleyi, teslirrr aldıktan sonra, başka bir şahsa hîbe veya tasadduk eder; sonra da, bu köle, bağışlandığı veya tasadduk edildiği şahsın yanında iken ona bir sahip çıkarsa; bu durumda müşteri, satıcıya müracaat ederek verdiği bedeli geri alır.

Bir kimse, satın aldığı bir köleyi, başka bir şahsa satıp teslim ettikten sonra ve köle, bu —ikinci— müşterinin elinde iken, ona bir hak sahibi gelirse; ikinci müşteri kendisine müracaat etmeden önce, birinci müşteri satıcıya müracaat edemez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Satın alınan câriye, müşterinin yanında doğurur ve doğan çocuk müşteriden olmaz ve bu çocuğa hak sahibi olan şahıs, belgeleri ile gelirse; bu durumda çocuk, anasına tâbi olur.

Fakat, bu müşteri, çocuğun kendisinden olduğunu ikrar ederse; çocuk, anasına tâbi olmaz.

Bu gibi durumlarda, satın alınan şeyin aslı, hak sahibine hükme­dilir ve fazlalık bilinmezse, bu fazlalık, hükmün altına dâhil olmaz.

Keza, bu fazlalık başka bir şahsın elinde bulunur; o da, hazırda olmazsa, yine —bu fazlalık— o hükmün içine girmez. KâfFde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa: "Ben köleyim; beni satın al." der, bu şahıs da, onu satın alır; ancak, bu şahıs, hür bir kimse olursa; satan şahıs, hazır olsun veya olmasın, bu köleye karşı yapılacak bir şey yoktur.

Bu satıcı, ma'ruf olmayan bir gizlilikle kaybolmuş ve nerede olduğu bilinmiyor ise, bu durumda, müşteri, "Beni satın al; ben köleyim." diyen şahsa müracaat edip,satıcıya verdiği bedeli,ondan ister.. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir evde hak sahibi olduğunu söyler, ancak, miktar belirtmez;  iddia edilen şahıs da, bunu inkar eder; ancak, sonradan yüz dirheme sulh olurlar ve iddiada bulunan bunu aldıktan sonra, evin, bir kısmına, başka bir hak sahibi daha çıkarsa; bu durumda, hak sahibi olduğunu iddia eden ilk şahsa müracaat edilemez.

Şayet bu şahıs, evin tamamının kendisine ait olduğunu iddia ettiği ı   halde, yüz dirheme sulhlaşırlarsa, elbette sulh bozulmuş olur. Beyyine getirse bile, bu beyyinesi kabul edilmez.

Ancak, iddia olunan şahıs,bu iddianın doğru olduğunu ikrar ederse, o takdirde dâvası sahih olur ve beyyinesi kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.

Şayet iddia sahibi, dörtte bir gibi belli bir miktar iddia eder ve bu miktar da, kendi elinde bulunursa; iddia olunan şahsa müracaat edemez. Ancak, elinde bulunan miktar, hakkı olan miktardan az ise, hakkı olan miktarı almak için müracaat eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimsenin satın alıp, teslim de aldığı bir cariyenin, aslen hür olduğu veya filanın malı bulunduğu yahud azâd edilmiş, müdebbere veya ümm-ü veled olduğu iddia edilir; filan da, bu iddiayı doğrular yahut  müşteriye   "yemin  et."   denildiği  halde,   o  yemin  etmekten kaçınırsa; bu durumlarda, bu müşteri, o cariyenin bedelini geri almak için, satıcıya müracaat edemez.

Bu şahıs, "bu câriye, hak sahibinin mülküdür.'* diye hüccet getirse, bu kabul edilmez.

Ancak, satıcı, "bu cariyenin, hak sahibinin mülkü olduğunu" ikrar ederse; bu kabul edilir.

Şayet müşteri, "o cariyenin hür olduğuna" veya "filan şahsın mülkü olduğuna, onun da, bu cariyeyi azâd ettiğine" veya "müdebbere..." yahut ümm-ü veled kıldığına" belge getirir ve kendisi bu cariyeyi satmadan önce bu iddiada bulunmuş olursa; bu iddiası kabul edilir.

Ve bu müşteri, —o cariyeyi almak için— ödediği bedeli geri almak için, satıcıya baş vurur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi teslim aldıktan sonra, bir başkasına satar; bu ikinci şahıs da, üçüncü bir şahsa sattıktan sonra, bu cariyenin hür olduğu iddia edilirse; bu durumda, üçüncü müşteri, onu kendisine satan şahsa; oda, kendisine satan şahsa verir. Bu şahıs da, birinci satıcıya geri vermek isteyince, o, geri almak istemezse; âlimle­rimiz: "Şayet, bu câriye hakkında, "azâd edilmiştir." diye iddia edilmişse; bu ilk satıcı için, o cariyeyi kabul etmemek hakkı vardır.

Fakat, bu câriye hakkında, "aslında hürdür." diye iddia edilmekte ise; bu cariyenin satıldığı ve teslim edildiği zaman, itaat etmiş, olması hâlinde, "azâd edilmiştir." iddiası yerinde kabul edilir.

Satış ve teslim esnasında, bu câriye itaat etmemişse; sonradan, onun hür olduğu iddia edilince, ilk satıcının, onu geri kabul etmeme hakkı yoktur." demişlerdir.

Bir kimsenin satın aldığı câriye, alış-veriş akdi esnasında hazır bulunmaz, müşteri onu sonradan teslim alır ve câriye olduğunu söyle­meden, onu bir başka şahsa satar; câriye, bu satış akdi sırasında da huzurda bulunmaz ve bu şahıs onu teslim aldıktan sonra da, bu câriye: "Ben, hür bir kadınım." der; hâkim de, kadının bu sözünü kabul ederse; bu durumda, her müşteri bu kadını kendisine satan şahsa müra­caat ederek verdiği bedeli geri alır.

Şayet, müşteri: "Gerçekten bu câriye, cariyeliğini ikrar eyledi." der; ikinci müşteri ise, bunu inkâr eder ve birinci müşterinin, cariyenin ikrarı hususunda beyyinesi bulunmazsa; bu durumda ikinci müşteri, bu cariyenin bedeli için birinci müşteriye müracâat eder; fakat, bu birinci müşteri, cariyeyi kendisine satana müracaat edemez. Fetâvâyi Kâddî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, elinde bulunan bir kölenin yarısını bir şahsa, yarısını da başka bir şahsa satar; bu köleyi, ikinci şahsa da sattıktan sonra, alıcılara teslim eder; bilâhare de, başka bir şahıs gelip, "bu kölenin yarısına sahip olduğunu" söyleyerek, bu hususta belge ibraz ederse; bu durumda, bu şahıs, satın alan şahısların hisselerinin yarılarına sahip olur.

Şayet, birinci müşteri köleyi teslim aldığı halde, ikinci müşteri teslim almamış olursa; bu şahsın istihkakı, birinci müşterinin hissesi ile değil, ikinci müşterinin hissesi ile karşılanır. Her iki müşterinin de teslim almış olmaları halinde, bu şahıs, her ikisinin hissesinden de hak sahibi olur.

Bir kimse, bir başka şahıstan, bin dirheme satın aldığı iki köleyi teslim aldıktan sonra, bu kölelerden birisinin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda, müşteri, bu kölelerden birine, bedeli mukabilinde sahip olur.

Bu müşteri, yansı başkasına ait olan köle hakkında ise muhayyerdir.

Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir kölenin yarısını satıp, yarısını emânet bırakır veya yarısını satıp, yarısını Iâşe veya kan ile değişirse; bu şekilde satın almış bulunan şahıs, hak sahibini dâva edemez.

Şayet, yansını bir şahsa satar, yarısını da başka bir şahsa emânet bırakırsa; sattığının yarısının hak sahibinin olduğuna hükmolunur ki, bu da, kölenin dörtte biridir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimsenin satın alıp îmâr ettiği bir araziye hak sahibi çıkarsa; bu şahıs, îmâr için harcadığı şeyi geri alabilmek için, satıcıya müracaat edebilir mi?

Bu hususta bir rivayet yoktur, "müracaat edemez." denilmiştir.

Şemsü'l-Eimme Ezvecendî'den soruldu:

  Bir kimsenin satın aldığı cariyenin, hür bir kadın olduğu ortaya çıkar; satan şahıs ise, arkasında hiç bir şey bırakmadan, velîsi ve vasîsi de olmadan ölür; ancak, bu cariyeyi ölen şahsa satan şahıs hazırda olursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevbı verdi:

— Hâkim, ölen şahıs için bir vasî tâyin eder; müşteri de, bu vasîye müracaat eder. Vasî ise, satıcıya baş vurur. (Yani, vasî, ölen şahsa satan şahıstan, bu cariyenin bedelini alıp, müşteriye verir.) Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin sattığı bir şey, henüz elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa, müşteri, satıcıya müracaat eder. Satılan bu şey, sonradan, her hangi bir yoldan müşteriye ulaşırsa; onu, satıcıya teslim etmesi emre­dilmez.

Bir kimse, bir şey satın alıp, "bu şeyin satıcının malı olduğunu" ıkrâr ettikten sonra, bu şeye bir hak sahibi çıkar ve müşteri, ödediği bedeli geri almak için, satıcıya müracaat ederse; bilâhare, bu şeyin, her hangi bir yolla müşteriye ulaşması hâlinde, bu müşteriye, "o şeyi satıcıya teslim etmesi" emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyenin bedelini ödeyip, onu teslim aldıktan sonra, bu cariyeye, belgeleri ile bir hak sahibi çıkar ve müşteri satıcıya müracaat etmek isteyince de, satıcı: "Bu şahitlerin, yalancı şahitler  olduğunu  biliyorum.  Bu  câriye,  gerçekten  benimdir."  der; müşteri de: "Ben de, bu cariyenin hakikaten senin cariyen olduğuna; şahitlerin yalan söylediğine şehâdet ederim." derse; bu durumda da, müşterinin şehâdet hakkı bâtıl olmaz.

Ancak, câriye, ömür boyunca, her hangi bir yolla, ona ulaşırsa, o zaman, "satıcıya iade etmesi" emredilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Satın aldığı bir cariyeyi teslim aldıktan sonra bir harbîye satıp, bilâhare o harbîden, bu cariyeyi tekrar satın alan bir şahsın, bu cariye­sine bir hak sahibi çıkar; hâkim de, "cariyenin bu hak sahibine ait olduğuna" hükmederse hak sahibi, bu cariyeyi alırsa; müşteri kendisine satan şahsa müracaat ederek, onun bedelini alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir cariyeyi satın almış bulunan bir şahıstan, başka bir şahıs, tazminat bedeli olarak alır ve başka bir şahsa satar; bu şahıs da, diğer bir şahsa sattıktan  sonra,  bu cariyeye bir hak  sahibi çıkarsa;  hakimin hükmü olmadan, bu şahısların hiç biri satıcıya müracaat edemez.

Keza,  hâkim  hüküm  vermedikçe,  kefil de satıcıya müracaat edemez.

Hakim, "bu cariyenin, hak sahibine verilmesine" hükmettikten sonra; bu şahıslardan birisi, "bu cariyenin, satıcının mülkü olduğuna dâir bir belge bulsa, bu belge kabul edilmez.

Bu cariyeye, sahip çıkan bir şahıs olmaz; ancak, onun aslen hür bir kadın olduğu ortaya çıkar veya başka bir şahsın cariyesi iken azâd edildiği belgelenir veyahud da başka bir şahıs "Onu, kendi cariyesi iken müdebbere kılmış bulunduğunu" söyler ve bu şekilde hüküm verilirse; bu durumda, bu şahıslardan her biri, kendisine satan şahsa müracaat eder.

Bu durumda, ilk satıcı da, cariyenin kefiline müracaat eder. Hâvî'de de böyledir.

Bir  kimse;  bir cariyeyi,  satın alıp,  teslim almış bulunan bir şahıstan satın aldığını iddia eder; bilâhare de, bu cariyeye bir hak sahibi çıkar ve bu câriye müşterinin yanında doğum yapmış bulunursa; imâm Muhammed (R.A.): "Bu müşteri, her iki satıcıya da bedeli için müracaat eder.

Şayet câriye, ikinci müşteri satın aldıktan altı ay sonra doğum yaparsa; hak sahibi, diğer satıcıya, çocuğun kıymeti için müracaat eder.

Fakat câriye, altı ay olmadan doğum yaparsa, çocuğun kıymeti için, satıcılara baş vurulmaz." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Satılmış bir yerde bulunan bina, ağaç veya ekine bir hak sahibi çıkarsa; satıcı bunların kıymetini öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse satın aldığı bir evi teslim aldıktan sonra, bu evin yarısına bir hak sahibi çıkar; müşteri ise, evi hak sahibinden aldığını belgeler, ancak, buna bir zaman gösteremezse; İmâm Muhammed (R.A.): "Müşteri, bedelden bir şey almak için, satıcıya müracaat edemez." buyurmuştur.

Keza, bir kimse, bir ev satın aldıktan sonra, başka bir şahıs, "bu evin yarısının kendisine ait olduğunu" iddia eder ve bu şahıs, ondan da satın alırsa; satıcıya hiç bir şey için müracaat edemez.

Şayet bu müşteri, hak sahibinden önce, iddia edenden satın aldığını belgelerse; bu belgesi kabul edilir. Ve bedelin yarısı için, satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbn-ü   Semâ'a,   İmâm   Ebû   Yûsuf   (R.A.)'un   İmlâda   şöyle buyurduğunu söylemiştir:

Bir kimse, başka bir şahıstan, boş bir yer satın alıp, oraya bir bina yaptıktan sonra, bu yere, bir hak sahibi çıkar; hâkim ise, "müşterinin yaptığı binayı yıkmasına" hüküm verir; o da yıkarsa; satıcının, evin kıymetinden hiç bir şey ödemesi gerekmez,

Bir kimse, bir yer satın alıp, orada bir ev yaptıktan sonra gaip olur ve bunu takiben bu yeri, satıcı, bir .başka şahsa satar; bu ikinci müşteri, birinci müşterinin yaptığı binayı/yıkıp, kendisi yeniden bir ev yapar; sonra da, ilk müşteri çıkıp gelirse/; ikinci müşterinin  yaptığı evi, birinci müşterinin   malzemeleriyle   yaramış   olması   hâlinde,   onu   bu   birinci müşteriye verir ve bu ev birinci rjfıüşterinin elinde kalır.

Şayet, ikinci müşteri, evi' yaparken fazla malzeme kullanmışsa; birinci müşteri, bu fazla malzemenin bedelini, ikinci müşteriye öder; ancak, emek ücreti ödemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin satın aldığı câriye, teslim alındıktan sonra doğum yapar; bilâhare de bu şahıs onu azâd eder ve evlendirir ve bir çocuk daha doğurduktan sonra bu cariyeye bir hak sahibi çıkarsa, ona mehîrden başka bir şey gerekmez.

Bu şahıs, o cariyeyi azâd ettikten sonra nikahlamaz, fakat, ona zina-eder ve bu zinadan çocuklar doğduktan sonra, cariyeye hak sahibi çıkarsa; bu şahıs da, o hak sahibine, mehirden başka bir şey borçlu olmaz.

Ve azâd etme fiili, olmamış hükmünde olur. Çocukların nesebi ise, —bu şahıstan— sabit olur. Kıymetlerini de, bu şahıs borçlu olur.

Bu şahıs, azâd etmeden önce doğmuş bulunan çocukların kıymetleri için, satıcıya müracaat eder; sonra doğanlar içinse, müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

İbn-ü Semâ'a, Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, yola atılmış bir ağacı, başka bir şahsa satıp, bedelini alarak, ağaçla müşteriyi başbaşa bırakırsa; müşteri, o ağacı teslim almış sayılır.

Bu ağacı, bir başka şahıs yakacak olsa; bunu, müşterinin malı olarak yakmış olur.

Bundan sonra, bu ağaca, belgeler ibraz ederek, bir hak sahibi çıkarsa; müşteri muhayyerdir: Bu ağacı, dilerse, yakan şahsa; dilerse, satan şahsa ödettirir.

Bu ağacı, yola, satan şahıs atmış ve müşteri, onu yerinden oynat-mamışsa; hak sahibi, onu satın alan şahsa baş vuramaz. Muhıyt'te de böyledir.

Buhârâ'h bir şahsın elinde bulunan bir eşeğe hak sahibi olan ve bu eşeği, hakimin hükmü ile ondan alıp, Semerkant'lı bir şahsa satan bir şahsı, eşeği satın alan şahıs dâva ederek parasının geri verilmesini ister; eşeğin sahibi  ise,  "bu eşeğin  kendisine ait olduğuna dair"  Buhârâ kadısının yazısını gösterir;  ancak müşteri,  "bu şahsın eşeğin sahibi olduğunu da, bu yazının, Buhârâ kadısının yazısı olduğunu da" inkâr eder;   fakat   eşeğin   sahibi,   "Bu   yazının,   Buhârâ   kadısının   yazısı olduğunu" belgelerse; bu durumda bile, Semerkatıt kadısının onunla amel etmesi caiz olmaz. Ve, "eşek sahibinin, eşeği alıp, parayı geri ver­mesine" hükmeder.

Ancak, şahitler gelerek, "Bu eşeğin, bu şahsa ait olduğuna Buhârâ kadısının hükmettiğine ve eşeğini kendisine teslim ettiğine dair" şehâ-dette bulunurlarsa; o zaman, Semerkant hâkimi, müşterinin talebini reddeder. Zehıyre'de de böyledir.

Keza, hür olan kölenin dâvasında, müşteri, satıcıya bedel için müracaat  ederse;  müstehık  olan  şahsın,  haztr  olması  şart  değildir. Hulâsa'da da böyledir. [121]

 

16- SEMEN VE MÜSEMMEN'DE MEYDANA GELEN FAZLALIK BEDELİ NOKSANLAŞTIRMA

VE BEDELİ ALMAKTAN VAZ GEÇME

 

Semen: Satılan bir şeyin pahası, bedeli demektir. Meselâ: Bir kimse, bir kitabı yüz liraya satın alsa, bu yüz lira, o kitabın semeni ( = bedeli) olmuş oiur. Bu bedel derhal verilmezse, borç olur.

Müsemmen: Semen (= bedel) mukabilinde satılmış veya semeni ( = bedeli) tayin edilmiş bulunan şey demektir.

Semen-i miisemmâ: Ahş-veriş akdi esnasında, satıcı ile alıcının rızâları ile tayin ve tesniye etmiş (belirlemiş ve söylemiş) bulundukları bedel (= semen, fiat) dırki, bu, satılan malın gerçek değerine müsâvî olabileceği gibi, ondan az veya fazla da olabilir.

Ziyâde (=  Fazlalık), satılan şeyde, doğurmak, gelir getirmek, diyet almak, meyve vermek, süt vermek, yün vermek ve benzeri yollarla meydana gelen artmadır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bu fazlalık, satılan şeyi, müşteri teslim almadan önce meydana gelirse; bu fazlalık için hisse vardır.

Fazlalık, müşteri malı teslim aldıktan sonra meydana gelirse; o da, satılana tabi olur. Ve, bu fazlalık için, bedelden bir hisse yoktur.

Müşteri satılan şeyi teslim almadan önce, bu malda meydana gelmiş bulunan fazlalığı satıcı telef ederse; asıl malın akid yapıldığı gündeki kıymetinden, telef edilen bu fazlalığın hissesi düşülür. (Meselâ: Bir kimsenin, bin dirheme satın almış bulunduğu bir ineğin sütünden, —satıcı, müşteri teslim almadan— on dirhernliğihi telef ederse; ineğin bedelinden on dirhem düşülür.)

Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşteriye muhayyerlik hakkı   yoktur.  İmâmeyn'e göre ise,    bu^   müşteri muhayyerdir.

Bu fazlalığı, yabancı bir şahıs heîâk ederse; kıymetini tazmin eder Muhıyt'te de böyledir. [122]

 

Alış-Veriş Akdinden Sonra Semenin Ve Müsemmenin Artırılması

 

Semen ve müsemmen (=  bedel ve bedelin karşılığı olan şey), —durmakta olmaları hâlinde— artırılabilir.

Bu fazlalığın, semenin cinsinden olması da, başka cinsten olması da caizdir.

Bu artırılan miktar, akdin aslına iltihâk eder.

Müşteri, semeni (= bedeli) artırdıktan sonra, pişman olup, kaçınırsa; —sözünü yerine getirmesi için— cebredilir.

Satın alınan şey, kusurlu olmasından veya başka bir sebebten dolayı geri verilirse; artırılan miktara itibar olunur. Sanki, o şey, o fazlalığı ile beraber satılmış gibi olur.

Şayet bedel artırılmış olursa, satıcının bunu aynı mecliste kabul etmiş olması gerekir.

Şayet satıcı müşteri tarafından bedelin artırılmasını kabul etmez ve o meclisten böylece ayrılmış olurlarsa; bu alış-veriş bâtıl olur.Hıılâsa'da da böyledir.

Satılan şey, akde mahal olduğu zaman, fazlalık sahih olur. Şayet müşteri, satın aldığı şeyi icara verir; rehin bırakır; keser;

diker; onu kılıç edinir veya elinin kesilmesinden dolayı diyetini alırsa; fazlalık sahih olur.

Ancak, mürtehin'e (= rehin bıraktığı kimseye) veya icara tutan kimseye satar veya hayvanı kestikten ve kumaşı diktikten sonra satarsa, satılan şeyin bedelinin artırılması sahih olmaz.

Satılan  şeyi,  müşteri  azâd  eder;  mükâtebe,  müdebbere veya ümm-ü veled kılar yahut bu köle ölür, öldürülür veyahut bu şeyi hîbe eder yahut satar; onu, öğütür; ipliği dokur veya satıcı müşteriye içki teslim ederse; bunların bedelinin artırılması sahih olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Satılan şey un olur ve ekmek yapılırsa; et olur da, o kebap veya paça olarak pişirilirse; koyun olur da, o parça parça doğranırsa; bu durumda da artım sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet, içki sirke olduktan sonra bedeli artırılırsa, bu artış sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bin dirheme bir köle satın alan şahıs, o köleyi, bir başka şahsa yüz dinara satcr; sonra da bedelini elli dinar artırır; alan şahıs ise, bir kusuru sebebiyle, bu köleyi, hâkimin hükmü ile geri verirse; ödediği bedel ve fazlalık için satıcıya müracaat eder.

İkinci müşteri, bu kölenin bedelini, elli dinara (yani bedelin yarı­sına) kadar artırır,bu bedel de, birinci müşteri teslim almadan helak olursa; bu ahş-verişin üçte biri feshedilmiş olur.

Bu ikinci müşteri, hâkimin hükmü ile, üçte ikiyi de iade ederse; bu kölenin tamamı önceki satıcıya iade edilir.

Bunlar, satışın üçte birini bozduktan sonra, kölenin üçte ikisi de, hâkimin hükmü ile, bir kusurundan dolayı iade edilirse; önceki satıcıya bir şey iade edilmez. Kâfî'de de böyledir.

Müşterinin  bedeli  artırmasının  sahih  olduğu  her  yerde,   bir yabancının artırması da sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bedeli bin dirhem olan bir cariyeyi bin dirheme satın alır; ancak teslim almadan bu câriye doğurur; doğurduğunun kıymeti de bin dirhem olur ve satıcı, bin dirhem değerindeki bu çocuğu da müşteriye verdikten sonra bu çocuğun kıymeti artıp,  iki bin dirhem  olur;  bu durumda müşteri onu teslim alıp, bin dirhemini peşin ödedikten sonra, bu çocukta bir kusur bulup iade ederse; onu, bin dirhemin üçte biri karşılığında iade eder.

Bu durumda, anasında bir kusur bulunursa, onu,bin dirhemin altı­da biri karşılığında iade eder.

Şayet artan şeyde bir kusur bulunur ve reddedilirse; bin dirhemin yarısı karşılığında iade edilir.

Keza, —bu câriye doğurmadığı hâlde— ahş-veriş akdi sırasında gözünde beyazlık (=  boz  =  görmeyi engelleyen bir perde) bulunur, fakat, sonradan bu kaybolur; sonra da, bir köle, bu cariyenin gözünü, müşterinin yanında iken çıkarır; bu kölenin efendisi de, onu bu cinayeti sebebiyle, satıcıya iade ettikten sonra, satıcı, bîn dirhem değerindeki bir köleyi müşteriye fazlalık olarak verirse; bu fazlalık, müşterinin teslim alması hâlinde, öncekine müsâvî olur.

Bedel, bu cariyenin ahş-veriş akdi sırasındaki kıymeti üzere taksim edilir.

Cariyeye isabet eden meblâğ ahş-veriş akdi esnasındaki kıymetine .göre taksim edilir.

Ve bu müşterinin, o cariyeyi teslim aldığı sıradaki kıymeti olan iki bin dirhem, kölenin kıymeti üzerine taksim edilir.

Bunlardan birinde, bir kusur bulunduğu zaman, bedeldeki hissesi karşılığında iade edilir.

Fakat bu cariyenin gözleri, satış akdi esnasında sağlam,kıymeti de bin dirhem olur ve bir köle de, bu müşterinin yanında vurarak, cariyenin gözüne boz indirir; efendisi de, bu cariyeyi satıcıya geri verir ve satıcı fazladan bin dirhem değerinde bir köle verir, müşteri de, onu teslim alırsa; bedel, önce, cariyenin ahş-veriş akdinin yapıldığı günkü kıymeti ve fazlalığın kıymetinin yarısı üzerine taksim edilir; sonra da cariyenin hissesine isabet eden kıymet, kendisi ile, verilen köle üzerine yarı yarıya taksim edilir. Kölenin kıymetinin az veya fazla olması da müsavidir.

Şayet bu câriye, gözünün çıkarılmış olmasından başka bir sebeple öldükten sonra, satıcı, müşteriye bin dirhem değerinde bir malı fazladan verir, müşteri de buna razı olura, bu artırım sahih olur.

Müşteri, onu teslim alınca, cariyenin kıymeti üzerine taksim eder. [123]

 

Bedeli Noksanlaştırma

 

Satıcının, —satılan şeyi, müşteri teslim almadan önce— bedelin bir  kısmını  ona  bağışlaması  ve  bir  kısmını  ibra  etmesi,   bedelin noksanlaştırılması (= fiat düşürülmesi) demek olur.

Gerçi, satıcının, —bedeli teslim aldıktan sonra da,— müşteriye: "Bedelin bir kısmını, sana bağışladım; fiatı düşürdüm." demesi de sahih olur.

Bu   durumda   satıcının,   —aldığı—   bedelden,   dediği   kadarını, müşteriye iade etmesi gerekir.

Bu satıcı, bedeli teslim aldıktan sonra, müşteriye: "Bedelin bir kısmından, seni affettim." derse; bu ibra sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir satıcı, bedelin tamamını indirse veya müşteriye bağışlasa yahut affetse; bunu bedeli teslim almadan önce yapmışsa, bu —tasarruflarının hepsi de— sahih olur.

Ancak, bedeli aldıktan sonra yapmış olması halinde, fiatı düşürme •ve hibe etme sahih olur; affetme sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bedelden affetmek, ikâleden sonra da caiz olur. Satılan şey, ika-leden sonra, müşterinin elinde, emânet olarak kaiır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir köleyi fâsid bir alış-verişle satıp, karşılıklı teslim işlemi de tamamlandıktan sonra, satıcı, müşteriyi bu kölenin kıyme­tinden ibra eder; bilâhare de, bu köle ölürse; satıcı o kıymeti tazmin eder.

Şayet satıcı: "Seni, köleden beri-kıldım." derse; bu da ibra olur. Sirâciyye'de de böyledir. [124]

 

17- BABANIN, VASİNİN VE HÂKİMİN KÜÇÜK BİR ÇOCUĞUN MALINI SATMASI VEYA ONA MAL SATIN ALMASI

 

Bir babanın, küçük oğlu hesabına alış-veriş yapması caizdir. Bu, istihsânen böyledir.

Bu durumda baba, çocuğun makamına kâimdir. Ve haklar, çocuğa rücu' eder.

Bundan dolayıdır ki, çocuk bulûğa erişince, babasından, sattığı şeyin bedelini isteyebilir.

Ancak, çocuk, babasının malı satmış bulunduğu şahıstan, bu bulûğa erişince isteme hakkına sahip değildir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir babanın, küçük oğlunun malını satın alması veya ona bir mal satması hâlinde, bu akdin tamam olması için, îcâb ve kabûFün şart olup olmadığı hususunda, âhmler ihtilâf etmişlerdir.

Sahih olan, bu durumda, icap ve kabulün bulunmasının şart olmadığıdır.

Meselâ: Bir baba: "Şunu, filan çocuğuma, şu fiata sattım." veya: "Şu çocuğumun, şu malını,şu fiata satın aldım." dese; bu akdin tamam olduğunda hiç şüphe yoktur.

"Şunu, şu çocuğuma sattım." ve "...satın aldım." demesi de şart değildir.

Babanın bu gibi alış-verişleri, insanların, o hususta birbirini aldatmadığı kıymetin misli ile olması hâlinde, caizdir.

Babanın babası da, —babasının olmadığı yerde, onun makamın-dadır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir babanın, küçük çocuğunun bir akarını, kıymet-i misli ile sat­ması halinde, —babanın durumuna bakıiır:— eğer baba, halk arasında övülen, iyi bir kimse ise, yaptığı satış caiz olur.

Baba müfsid bir kimse ise ise, bu satışı caiz olmaz. Sahih olan da budur.

Baba, çocuğun menkûl (= taşınabilir) bir malını satarsa; —yine durumuna bakılır:— bu baba,müfsid bir şahıssa,bu satışı da caiz olmaz.

Ancak, bu satış, çocuğun hayrına ise, sahih olan kavle göre, caiz olur,

Deliliği uzun süre devam eden,  büyük bir çocuğun malını, babasının satması caiz olur.

Ancak, bu çocuğun deliliği kısa bir süre devam ederse, onun malını, babasının satması caiz olmaz.

Uzun süren delilik, bir ay veya daha fazla devam eden cinnet hâlidir.

Kısa süreli delilik ise, bir aydan daha az bir müddet devam eden cinnettir.

Sahih olan da budur. Serahsî'nin Mnhıyö'nde de böyledir.

Şey hu'l-İ mâ m Ebû Bekir Mu ham m ed bin Fadl şöyle demiştir: Baba veya vasî, küçük çocuğun malını sattıkları zaman, hâkim, bu satışı bozmayı çocuğun hayrına görürse;  bu satışı bozma hakkına sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir baba, çocuğun bir malını bedel-i misli ile sattığında, hâkim bu satışa izin verince, bu satış geçerli olur.

Keza hâkim, satan şahsı vasî tayin etmiş bulunur ve bu satışa izin verirse, yine bu satış geçerli olur. Kunye'de de böyledir.

Bir kimsenin iki küçük çocuğu bulunur ve bunlardan birinin malını, diğerine satarsa, bu caiz olur.

Meselâ: Bu babanın: "Şu oğlumun kölesini, filan oğluma sattım.'* demesi gibi...

Ancak, bu çocuklar bulûğa erişince, bu ahş-verişten dönebilirler. Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir babanın, kendisine ait bir malı, küçük çocuğuna satması hâlinde, bu satış, bizzat teslim sayılmaz.

Ve hatta, satılan bu mal, teslim alma işi gerçekleşinceye kadar helak olursa, babanın malı olarak helak olmuş bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir baba, kendisi için, çocuğunun malından satın almış bulunduğu bir malın bedelinden muaf tutulamaz.

Ancak hâkim; bir vekil nasbedip, o bedeli, babasından aldıktan sonra, oğlu adına, o bedeli, emânet olarak, babasına verir.

Bir baba, evini küçük oğluna sattığında bu çocuk o evde oturuyor olsa bile, —baba o evden ayrılmadıkça— o evi teslim almış olmaz.

Bu ev, baba tarafından, hâkimin tayin ettiği emin bir şahsa teslim edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Baba, bundan sonra geri dönüp bu evde oturur; eşyalarını kor veya kendi ev halkını bu eve yerleştirirse; —zengin olması hâlinde— bu baba, gâsıp durumuna düşer. Muhıyt'te de böyledir.

Bir baba, kendi malından, küçük çocuğu için bir elbise veya bir hizmetçi satın alıp, bedelini   de peşinen öderse; bu durumda, çocuğu için, satın almış bulunduğu bu şeyin bedeli için, çocuğuna müracaat edemez.

Ancak Önceden, "çocuğuna müracaat edeceğine dâir" şahit tutarsa, bu hâl müstesnadır.

Bu baba, satın aldığı o şeyin bedelini peşinen ödemez ve ölürse; bu bedel, onun terekesinden alınır.

Ölen baba, bu şeyi çocuğu için aldığına şahit tutmamışsa, geride kalan vârislere de müracaat edilmez.

Bir baba, oğlu için, borçlanarak bir şey satın alır; sonra da  bunu öderse; kıyâsda, çocuğuna müracaat edebilir; istihsânda ise, müracaat edemez.

Baba, bedeli peşinen ödediği sırada: "Ben, bu bedeli, çocuğa mü­racaat etmek üzere ödüyorum." derse; bu durumda, çocuğuna müracaat etme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir baba çocuğu için yiyecek ve giyecek satın almış olduğunda, buna şahit tutmasa bile, bedeli için çocuğa müracaat edebilir. Çünkü o, bunu yapmakla emredilmiştir.

Ev ve akar bunun hilâfınadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Küçük çocuğunun malını satıp, bedelini almadan onu teslim eden bir baba, —bedelini almadan— o malı geri alabilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın, kendi küçük çocuğu için, bir araziyi, kendi malı ile ve bedelini çocuktan istememek üzere.satın alsa, bu istihsânen caiz olur.

Bu durumda kadın, o şeyi kendi nefsi için satın almış ve bilâhare çocuğuna hîbe etmiş olur. Ve bu durumda o yer, bu çocuğun olur. Fetâ-• vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir evi bulunan ve bir karısı ile o kadından bir çocuğu olan bir kimsenin bu karısı: "Bu evi, senden onun malı ile çocuğumuz adına satın aldım." deyince, baba da: "Sattım." dese; bu caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet bu eve, baba ile yabancı bir şahıs ortak bulunur ve kadın bunlara: "Şu evinsizden, kendi malıile oğlum için satın aldım." deyince; onlar da: "Sattık." derlerse; bu da caiz olur.

Çünkü,  bu  durumda  baba,  evin  tamamının  satılmasını  kabul edince; onun tamamını satın alması için kadına da izin vermiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. • Hişâm şöyle buyurmuştur:

Bir baba, küçük bir oğlunun kölesini, kendi nefsi için, fâsid bir alış-verişle satın aldığı zaman, baba çalıştırmadan veya teslim almadan yahut ona bir iş emretmeden önce ölürse; bu durumda köle, çocuğun kölesi olarak ölmüş olur.

Bir baba, kendisine ait bir köleyi, fasid bir alış-verişle, küçük oğluna sattıktan sonra, —bu baba— o köleyi azâd etse; bu azâd etmesi caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir baba, çocuğunun malını, kendi nefsi için satın aldıktan sonra, çocuk bülüğa erişirse; bu çocuk, o şeyi babasına satmaktan rücû' ede­bilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir babanın, kölesini, küçük çocuğuna satması için, bir vekil tâyin etmesi caiz olmaz. Ancak, vekilin yaptığı alış-veriş akdini babanın kabul etmesi hâli müstesnadır.

Keza, bir babanın, iki küçük oğlundan birini, diğerinin malını satması için vekil tâyin etmesi hâlinde de, bu satış caiz olmaz.

Ancak, karşılıklı aiış-veriş yapmaları için, bu çocuklarına iki kişiyi vekil tâyin etmesi hâlinde, alış-verişleri caiz olur.

Bir babanın, "küçük oğlunun kölesini satmak üzere" vekil tayin ettiği   şahsın,   bu   köleyi,   bu   babaya   satması   caizdir.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbn-ü Semâ Vnın Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, küçük bir oğlunun kölesini, bin dirheme,başka bir şahsa sattıktan sonra; maraz-ı mevtinde (- sonunda öldüğü hastalığı sırasında): "Bedelini, filan kimseden aldım." der ve ölürse; bu ikrarı caiz olmaz.

Fakat bu şahıs, maraz-ı mevtinde: "Ben filandan teslim aldım; ancak zayi oldu." derse; bu sözü doğru kabul edilir.

Ancak, bu şahıs: "Ben onu teslim aldım ve zayi ettim." derse; bu sözü doğru olarak kabul edilmez.

Satın alan şahisda, bu durumda, bu bedelden beri olmaz.

Bedel, bu müşteriden alınınca, bunun, babaya veya onun malına müracaat etme hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Babanın, çocuğun rahin sahiplerinden, malı ile bir şey satın alması hâlinde, bu ahş-veriş çocuk için değil, baba için geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir baba, bunak oğlu için, bir câriye satın alıp, onu bu oğluna nikâhlar ve bir de çocuğu olursa; kıyâsen bu cariyenin bedelini, baba öder.

İstihsânde ise, bu cariyenin bedeli, bu bunak oğlun malından ödenir.

Esahh olan kavil ise, önceki kavildir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir  baba,  bunak oğluna,  malından bir köle satın alırsa; bu alış-veriş bunak oğula karşı geçerli olmaz; babaya karşı geçerli olur. Yani, bunun bedeli, babanın malından ödenir. Muhıyl'te de böyledir.

Bir baba, oğlunun mülkünden bir şey sattığında, oğul: "Ben, bu satışın yapıldığı sırada bulûğa ermiştim. Babam, benim iznim olmadan sattı." der; baba da: "Sen küçüktün." derse; bu durumda, oğulun sözü geçerli olur.

Bir kadın, ardında büyük ve küçük çocuklar bırakarak ölür ve bu çocukların babalan, —annemin— malı taksim edilmeden önce, onun terekesinden,küçük çocuğunun bir şeyini kr/met-i misli ile satarsa; bu satış, o küçük çocuğun hissesinde   sahih olur. Kunye'de de böyledir. [125]

 

Vasî'nin Yetimin Malından Bir Şeyi Satması

 

İmâm-ı İA'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir vasînin, yetimin malı ile bir şey satın alması, bunun, o yetim için hayırlı olması hâlinde caiz olur. Şemsıli'J-Eimme şöyle demiştir:

Bir ahş-verişin yetimin hayrına olması: Yetimin on dirhemlik malını, on beşi dirheme satmak veya onun on dirhemli malı ile on beş dirhemlik mal i satın almak gibi durumlardır. Ancak, bu da, akarm dışındaki malla;r için geçerlidir.

Bazı âlimler ise: "Yetimin malını satarken iki misline satmak; onun için mal alırken de yarısına satın almak, yetimin hayrınadır." demişlerdir. Fetiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir   vasînin,   kendiliğinden   alım-satımı,   İmâm   Ebû   Hanîfe (R.A;)'nin kavisi uyarınca caiz olduğu zaman, onun: "Sattım." Veya "aldım." demesi gibi, başka şart da gerekir mi?

İmâm Muhammed (R.A.), kitaplarda, bu husustan bahsetmemiştir.

Nâtıfi, Vâkıâtı'nda: "Vasînin, babanın hilâfına, iki şarta ihtiyaç vardır. Yani, "sattım." veya "satın aldım." demesi gerekir." buyurmuştur. Muliıyt'te* de böyledir.

Bir vâsinin, yönetimin malını, kıymet-i misli ile bir yabancıya satması caizdir.

Bazı âlimler ise: "Bu, ancak, şu üç şarttan birisinin bulunması ile caiz olur." demişlerdir:

1) Ya vasî, yetimin malım, kıymetinin iki katına satar.

2) Veya yetim, satılan o şeyin bedeline muhtaç olur.

3) Veyahut da, yetim borçlu olur ve borcunu ödemek için, o şeyi satmaktan başka bir imkân bulunmazsa, bu durumlarda, yetimin malı, vasî tarafından satılabilir.

Fetva da, buna göredir. Serahst'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir vasî,  başka bir şahsa,  "yetimin malından bir şey satın almasını" söyler; o şahıs da, müvekkili adına satın alırsa; bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alış-veriş yapmasına izin verilmiş bulunan küçük bir çocuk, kendi malından vasiye bir şey satarsa; bu işlem, vasînin bizzat kendisinin sat­ması gibidir.

Bu izinli çocuk, bu şeyi, yabancı bir kimseye gabn-i fahiş ile satarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz ölür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir vasî, faydasına olacak bir şekilde, yetimin malını satarsa; bu satış müstahsen olur.

Bilginler: "Vasî, çocuğun malını, ona harcamak üzere satsa, bu caiz olur. Bu vasî, sattığı şeyin bedelini kendi nefsine harcarsa, onu yetime tazmin eder." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vasînin, iki yetimden birisi için, diğerinden bir şey satın alması caiz olmaz.

Keza, bu yetimlere ticâret yapma izni verilmiş olunca, bunların birbirlerinden alış-veriş yapmaları da caiz olmaz. Çünkü» vasînin böyle yapmaya mübaşeret etmesi sahih olmamaktadır.

Keza, bu iki yetimin kölelerine ticâret yapma izni verilmiş olunca, bunların da, birbirlerine bir şey satmaları caiz olmaz.

Ancak, babanın iki oğlu hakkında, bu şekilde ahş-vetîşte bulunması caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [126]              

 

Hâkimin, Yetimin Malı Hakkındaki Tasarrufu

 

Bir hâkimin, yetimin malını satması veya yetimin malından, hâkimin kendi nefsi için bir şey satın alması caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Ancak hâkimin, bir yetimin herhangi bir malını,onun vasisinden, kendi nefsi için satın alması caiz olur.

Bu vasiyi, hakimin kendisi tâyin etmiş olsa bile hüküm böyledir. Fejâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre: İki vasîden birisi, bir yetimin   malını   diğerine   satsa;   bu   alış-veriş   caiz   olmaz.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vasî, yetime borçlu olan bir şahıstan, elli dinar kıymetindeki bir evi, yetim için, yirmi dinara satın alsa; sonradan ikâle yapmaları caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.

Bir vasînin, yetimin malını veresiye satması hâlinde:

a) Eğer müddet, —o malın, o kadar vâde ile satılmıyacağı kadar— uzunsa; bu durumda, bu satış caiz olmaz.

b) Böyle  olmadığı  halde,  vâde müddeti hülûl  edinceye  kadar, bedelin helak olacağından korkulursa; yine bu satış caiz olmaz.

c) Müddet uzun olmaz ve bedelin helak olmasından da korkul-mazsa; vasînin yetimin malını veresiye satması caiz olur.

Bir kimse, yetimin malım, onun vasîsinden bin dirheme; başka bir kimse de, bin yüz dirheme veresiye satın almak ister; ancak, birinci şahıs, ikinciden daha zengin olursa; bu malı, birinci şahsa satmak uygun olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir vasî, terekeyi bir başkasına satarsa; varisin küçük olması hâlinde, vasînin bu satışı caiz olur.

Bu terekenin eşya veya arazi ve akar olması da müsâvîdir.

Terekenin hazır veya gaip olması ile ölenin borçlu veya borçsuz olması halleri de müsâvîdir.

Ancak vasînin bu şeyleri kıymet-i misli ile veya aldanılmayacak bir bedelle satması gerekir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde: "Bu, selefin cevâbıdır.

Bu hususta, müteahhirîn'in cevâbı ise şöyledir:

Akarın satışı, ancak şu üç şarttan birinin bulunması ile.sahih olur:   .

1) Müşteri, o akarı, kıymetinden fazla bir bedelle almak ister;

2) Küçüğün, o akarın satılmasına ihtiyacı bulunur; veya

3)  Ölen şahsın borcu olur ve bu borç, ancak, o akarın satılması ile ödenebilir.

Ölen şahsın vârislerinin hepsi büyük kimseler olurlar ve hazırda bulunurlar ve öfenin de borcu olmazsa; bu durumda vasî,asla terekede tasarruf yapma hakkına sahip olamaz.

Şayet ölen şahıs borçlu olur ve terekesi borcunu ancak karşılarsa; bu terekenin tamamı satılır.

Borç terekeden az olursa; bu terekeden borç miktarınca satılır ve borç ödenir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, terekenin borçtan fazla olan kısmı da satılır.

İmâmeyn'e göre ise, borçtan fazla olan kısım satılmaz.

Ölen şahsın borcu bulunmaz; ancak, vasıyyet etmiş olur ve vasıyyeti de terekesinin üçte biri veya daha azı ile yerine getirilebilecek olursa; bu şahsın vasıyyeti yerine getirilir.

Vasıyyet terekenin üçte birinden çoksa; ancak, üçte bir kadarı yerine getirilir. Geride kalan mal vârislerindir.

Vasî, vasıyyet miktarınca bir şey satmak isterse; varisler toplanıp, bu miktarda bir şey satarlar.

Vasıyyetin fazla olması hâlinde, yukarıda beyan ettiğimiz gibi hareket edilir.

Bu hüküm, vârislerin ölen şahsın borcunu ödememeleri hâlinde geçerlidir.

Vârisleri ölen şahsın borcunu ödeyince, vasînin terekeden bir şey satma yetkisi kalmaz.

Varisler hazır olmazlar ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, üç güne kadar da gelmezlerse; ölenin borcunun ve vasıyyetinin olmaması hâlinde vasî menkûl (- taşınır) malları satar; akan satamaz.

Akarın helak olmasından korkulması hâlinde de âlimler ihtilaf etmişlerdir. Esahh olan kavil ise vasînin bu durumda bile, akarı satma yetkisinin olmadığıdır.

Eğer ölen şahsın borcu varsa; terekesinden borç miktarı behemahal satılır. Akar da böyledir.

Vârislerden bir kısmı büyük,, bir kısmı küçük ve büyük olanlar zengin bulunursa; terekenin borçtan hâli olması ve vasıyyet de bulun­maması  halinde,  vasî küçüklerin  mallarını,  —menkûl  olsun,  gayr-ı menkû! (= akar olsun) satabilir.

Tereke borca batmışsa, —menkûl olsun, akar olsun— bütün mallar satılır.

Borç az ise, terekeden borç miktarınca satılır. Fazlasının satışı ise söylediğimiz gibidir. Yani küçüklerin hisseleri satılabilir.

Büyük vârislerin hazır olması ve ölenin de borcunun bulunmaması hâlinde,  bi'1-icnıa'   küçüklerin  hisseleri,  —menkûl  mal  olsun,  akar olsun— satılabilir.

Terekede borç bulunur ve bu borç terekeden fazla olursa; terekenin hepsi satılır. Borç fazla değilse, borç kadarı satılır; kalan da söylediğimiz gibidir. Hulâsa'da da böyledir.

Bu hükümlerin tamamı, babanın vasîsi hakkında geçerlidir. Vasînin vasîsi ve babanın babasının vasîsi de böyledir. Hakimin tayin ettiği vasî de böyledir.

Ancak, hâkimin tayin ettiği vasî, bir hususta vasî tayin edilmişse; bu vasî sadece bu hususta yetkili olur.

Babanın vasîsi ise., her hususta yetkilidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişâm,    Nevâdiri'nde,    İmâm   Muhammed    (R.A.)'in   şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir yetimin vasîsi, yetimin bin dirhem kıymetindeki kölesini sattığında; bu vasî muhayyerdir: Muhayyerlik müddeti içinde, bu vasî, o kölenin kıymetini iki bin dirheme çıkarabilir. Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, kocasının ölümünden sonra, —vasıyyeti sanarak,— onun bir malını satar; ölen şahsın da, küçük çocukları bulunur ve bu kadın sonradan: "Bu, vasıyyet değildi." derse; Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl:  "Kadının, bu alış-verişi sahih olmaz. O şey, küçükler bulûğa erişene kadar bekletilir." buyurmuştur.

Şayet, çocuklar buluğa erdikten sonra, kadının sözünü doğrularlarsa; bu vasıyyettir. Bu kadının satmasının caiz olmaması hâlinde, yaptığı alış-veriş bâtıl (^ geçersiz) olur.

Şayet müşterinin satın aldığı bu yer gasbedilmiş bir yer ise; satın alan şahıs, bu kadına müracaat edemez.

Bu, sattıktan sonra kadının durumun böyle olduğunu iddia etmesi hâlinde böyledir. Çünkü, o vasıyyet olmaz.

Şayet bir küçük, "o kadının o şeyi, vasıyyet olmadan sattığını" iddia ederse; bu çocuğun iddiası dinlenir. Ancak bunun için, bu sabinin ticâret yapmasına izin verilmiş olması gerekir.

Bu kadın, sattığı yerin geri verilmesini temin edemezse; kıymetini öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sabinin veya bunağın, babası, vasisi yahut sahih dedesi olduğu halde hakim bu sabiye veya bunağa satış izni vermişse; babası razı olmasa bile bu izin, —hâkimin velayetinin babanın veya vasinin velaye­tinden sonra gelmesine rağmen— caizdir. Kunye'de de böyledir. [127]

 

18- SELEM (= PARAYI PEŞİN VERİP, MALI VERESİYE ALMAK)

 

Bu babda:

1- Selem'in Mânâsı, Rüknü, Şartları ve Hükmü

2- Selem'in Caiz Olduğu ve Caiz Olmadığı Şeyler

3- Re'sü'1-mâl-i selem ve Müslemün Fiyh'in Teslim Alınması

4- Sâhibü's-Selem ve Müslemün Ileyh Arasındaki İhtilâf

5- Selem'de îkâle, Sulh ve Hıyâr-ı Ayb 6-Selem'de Vekâlet olmak üzere, altı bölüm vardır. [128]

 

1- Selem'in Mânâsı, Rüknü, Şartları Ve Hükmü Selemin Tarifi

 

Selem: Bede! (= semen) deki mülkiyetin acele olarak, müsem-mendeki (= bedel karşılığında alınan maldaki) mülkiyetin ise bir müddet sonra sabit olduğu bir akiddir.

Yani selem: Peşin para veya peşin verilen bir mal ile veresiye bir mal satın almak demektir.

Peşin para veya mal veren müşteriye sâhibü's-seîem; veresiye mal verecek olan satıcıya ise Müslemün ileyh denir.

Selem yolu ile satın alman mala müslemün fiyh; peşin olarak verilen para veya malada re*sü*l-mâl-i selem denir. [129]

 

Selem'in Rüknü

 

Bir kimsenin, bir başka şahsa: "Sana, şu şey için, şu kadar para (veya şu mah) teslim ettim." (Meselâ: 'Sana bir kürr buğday için, on dirhem teslim ettim." demesidir.

Selem akdi, bey' (= ahş-veriş) lafzı ile yapılır. Esahh olan budur. Hasan'ın rivayetinde böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.'[130]

 

Selem'in Şartları

 

Şelem'in iki çeşit şartı vardır:

1- Akdin kendisine rücû' edilmesi.

2- Bedele müracaat edilmesi.

Akdin kendisine müracaat edilmesi hususunda bir şart vardır. O da: Sözleşmede alıcının ve satıcının beraberce veya ikisinden birinin muhayyer bulunmamasıdır.

Müstahıkkm (= hak sahibinin) muhayyerliği bunun hilâfınadir. Mustahık, selemi ibtâl eder.

Meselâ, bu müstehık re'sü'l-mâl'e hak sahibi olur ve satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılmış bulunurlarsa; bu müstahıkkın izin vermesi hâlinde, selem sahih olur.

Muhayyerlik hakkına sahip olan kimse, satıcı ile müşteri ayrıl­madan, muhayyerlik hakkını ibtâl eder ve bu sırada re'sü'l-mâl de, müs-lemün ileyh'in elinde bulunursa, bu akid, bize göre sahih olan bir akid hâline dönüşür.

Fakat, bu durumda re'sü'l-mâl zayi edilmiş veya helâk olmuş bulunursa; bu akid bi'I-icma' caiz olan bir akid hâline dönüşmez. Bedâi"de de böyledir.

Bedele rücû'de ise on altı şart vardır. Bunlardan altısı re'sü'l-mâl, on'u da müslemün fîyh'tedir: [131]

 

Re'sü'l-Mâl'le İlgili Şartlar

 

1- Re'sü'l-mâPin cinsini açıklamak: Bunun cinsi ya dirhem veya dinar yahut keyliyyâttan (= ölçek ile ölçülen şeylerden) olan buğday, arpa ve benzerleri gibi şeylerdir.

2- Re'sü'l-mâFin nev'ini açıklamak:

Bu ise, dirhemlerin ve dinarların nev'ini beyân etmektir: Mahmû-diyye dinarı, Hareviyye dinarı gibi...

Bu hüküm, bir beldede çeşitli nevilerden nakillerin kullanılmakta olduğu zaman geçerlidir.

Bir beldede, bir nev'i nakit kullanılması hâlinde, onun sadece cin­sinin söylenmesi kâfi gelir.

3- Re'sü'l-mâlin sıfatının açıklanması. Bu da, re'sü'i-mâl'in eski, yeni veya orta halli olduğunun beyân edilmesidir. Nihâye'de de böyledir.

4- Re'sü'l-mâlin miktarının açıklanması, bu şeyin, işaretle belirtilen bir şey olması hâlinde şarttır.

İşaret edilen şeyin, işaret edilen miktarı üzerine, keylî ve veznî şeylerde olduğu gibi akid tealluk eder.

İmâmeyn: "Re'sü'l-mâl işaretle belirtildikten sonra, onun mik­tarını bildirmek şart değildir." buyurmuştur.

Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu dirhemleri, sana, bir kür buğday için teslim ettim." dediği halde, dirhemlerin ağırlığını bilmez veya: "Sana, şu buğdayı, şunun için teslim ettim." dediği halde, buğdayın ne kadar olduğunu bilmezse, bu İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahih olmaz; İmâmeyn'e göre ise sah{h olur. Kâfî'de de böyledir.

Re'sü'l-mâl karışık adedlerden olur ve —işaret edilerek beyân edilmesi  hâlinde™   akid   miktara  tealluk   etmezse;   onun   miktarını söylemek   şart   değildir.   Bi'1-icma',   işaret   edilmiş   olması   kâfidir. Bedâi*'de de böyledir.

Bey'-i selem'de re'sü'l-mâl (= peşin olarak v.erilen para veya mal) keylî (= ölçekle ölçülen) veya veznî (= terazi ile tartılan) bir mal olur, bunun karşılığında da muhtelif iki şey teslim edilmiş bulunursa; bun­lardan her birine re'sü'l-mâlden ne kadar hisse verildiği açıklanmadıkça, bu caiz olmaz.

Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise:   "Tamamı caizdir."  buyurmuşlardır.  Hâvî'de de böyledir.

Müşteri, re'sü'l-mâl olarak iki cins teslim ettiği halde, bunlardan her birinin miktarını beyan etmez (meselâ: Dirhem ve dinarlar teslim ettiği hâlde miktarlarını beyan etmez) veya birinin miktarını bildirdiği hâlde, diğerini açıklamazsa, selem, ikisi hakkında da sahih olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

5- Selemin sahih olması için, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre dirhem ve dinarların kalp olmaması da şarttır. Bunların miktarının bil-dirilmesi de gerekir. Nihâye'de de böyledir.

6- Re'sü'l-mâlin selem meclisinde teslim alınması da şarttır. Re'sü'l-mâlin dinar veya ayn olması, bütün âlimlere göre, istfhsânen eşittir.

Re'sü'i-mâlin, selem meclisinin başlangıcında veya sonlarında teslim edilmiş olması da müsavidir. Çünkü, bu meclisteki vakitler bir vakit hükmündedir.

Keza, bu satıcı ile müşteri, karşılıklı teslimden önce kalkıp yürürler ve birbirlerinden ayrılmadan önce teslim alırlarsa, bu durumda bey'-i selem caiz olur. Bedâi"de de böyledir.

Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir:

İki kişi selem akdi yaptıktan sonra kalkıp bir mil veya daha çok bir mesafeyi yürüdükleri hâlde, birbirlerinden aynlrriadan önce satıcı re'sü'1-mâli teslim alır ve böylece ayrılırlarsa, bu satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Alan ve satan şahıslardan ikisi birden veya sadece birisi oturduğu halde uyursa; bu hâl ayrılık sayılmaz.

Ancak, yatarak uyumaları hâlinde, bu hâl ayrılık sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, on kâfiz buğday için, on dirhem teslim etmek ister; ancak, dirhemler yanında olmaz ve onları almak için eve girerse; girdiği halde, dirhemleri teslim edeceği şahıs, kendisini görmekte ise, bu selem bâtıl olmaz.

Bu şahıslar birbirlerini görmezlerse, selem bâtıl (~ geçersiz) olur. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet bu iki şahıstan birisi suya dalar ve berrak olmasından dolayı, suya dalan şahıs görünürse, ayrılık sabit olmaz.

Su bulanık olur ve dalan şahıs onun içinde görünmezse, ayrılık sabit olur. MuhfârıTI-Fetâvâ'da da böyledir.

Müslemün ileyh, re'sü'l-mâl'i teslim almaktan kaçınırsa; bunun aynı mecliste olması hâlinde, hâkim re'sü'l-mâl'i teslim alması husu­sunda onu cebreder. Muhıyt'te de böyledir. [132]

 

Müslemün Fiyh'deki Şartlar

 

Müslemün fiyh (-  selem yolu ile —yani parası peşin verildiği hâlde veresiye— alınan mal) de bulunması gereken şartlar da şunlardır:

1) Müslemün fiyh'in cinsinin beyan edilmesi. Buğday, arpa veya benzerleri gibi...

2) Müslemün fiyh'in nev'inin beyan edilmesi.

Sulu arazi buğdayı, susuz arazi buğdayı,dağlık arazi buğdayı veya ova buğdayı gibi...

3) Müslemün fiyh'in sıfatının beyan edilmesi.

İyi buğday, kötü buğday veya orta halli buğday gibi... Nihâye'de de böyledir.

4) Müslemün fiyhin miktarının açıklanması.

Şu kadar ölçek, şu kadar ağırlık, şu kadar adet veya şu kadar zira* (= arşın)gibi... Bedâi"dedeböy!edir.

Burada uygun olan, insanlar arasında bilinen bir birimle, o şeyin miktarının bildirilmesidir.

Onun içindir ki, bu şahsın, ölçek olarak, —insanlar arasında ölçek olarak kullanılmayan— bir kabı söylemesi, (meselâ: "Şu kabın dolusu..."; "Şu zenbilin dolusu..." veya "Şu taşın ağırlığı kadar." demesi) caiz olmaz. Ancak, bunun için, o kabın ne kadar aldığını veya o taşın ağırlığının ne kadar olduğunu bilmemesi gerekir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Uzunluk ölçüsünde de durum böyledir. Uygun olan, halk arasında geçerli bulunan zira' (— arşın) cinsinden olmak üzere müslemün fiyh'in uzunluğunun bildirilmesidir.

Binâenaleyh, müslemün fiyh'in uzunluğunun, uzunluğunun ne kadar olduğu bilinmeyen bir ağaçla bildirilmesi caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimsenin elinde bulunan, kendisine mahsus olan ve halk arasında geçerli olan birimlere uymayan ölçek ve arşınla ahş-veriş yapması sahih olmaz.

Bu şahsın ölçek veya arşınının, halk arasında geçerli olan ölçü birimlerinden fazla veya noksan olması hüküm bakımından müsâvîdir.   .

Ancak bu özel ölçek veya arşın, halk arasında kullanılmakta olan­ların aynısı ise, bunlarla alış-veriş yapmak caiz olur. Yenâbî'de de böyledir.

Ölçeklerin fazla veya noksan olmamaları gerekir. Çünkü, tekne, zenbil, dağarcık gibi şeylerle ölçmek münazaaya yol açar; bundan dolayı da caiz değildir.

Ancak, teamül olduğundan, su kırbası ile —ölçerek— alış-veriş yapmak caizdir. Bu kavil, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayet edilmiştir. Hidâye'de de böyledir.

5) Müslemün fiyh'in alınacağı zamanın bilinmesi gerekir. Aksi takdirde, o anda teslim edilse bile, selem caiz olmaz.

Selem'in caiz olmayacağı en kısa müddetin ne olduğu hususunda âlimlerimiz ihtilaf etmişlerdir.

İmânı   Muhammed   (R.A.):    "En   yakın   müddet   bir   aydır." buyurmuştur.

Fetva da bu kavil üzeredir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu müddet, sâhibü's-selem'in (= peşin para veya mal verip, —alacağı malı— veresiye almış bulunan kimsenin) ölmesi ile bâtıl ( = geçersiz) olmaz. Müslemün ileyh'in (= veresiye mal verecek olan satıcının) ölmesi ile, bu müddet geçersiz olur. Hatta, selem, müslemün ileyh'in —ölmesi hâlinde— terekesinden, o anda alınır. Fetâvâyi Kâd-ihân'dada böyledir.

6) Müslemün fiyh'in akdin yapıldığı zamandan, teslim edileceği zamana kadar mevcud olması da şarttır.

Hatta, müslemün fiyh akid esnasında bulunmayıp, teslim zamanında mevcut olsa veya bunun aksi vâki olsa veya akid zamanında da, teslim zamanında da mevcut olduğu hâlde, bu iki işlemin arasında yok olsa; bu durumlarda ahş-veriş caiz olmaz. Fethu'J-Kadîr'de de böyledir.

Bu  şeyin  var olmasının  haddi,  o  şeyin  her  an sevkedilebiür olmasıdır. Yani, o şeyin sevkedileceği zaman, sevkedilmesinin mümkün olmaması gibi bir durumun bulunmamasıdır. Bu şey evde bulunsa bile hüküm aynıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müslemün fiyh teslim zamanına kadar mevcut olduğu ve satıcı tarafından teslim edildiği hâlde, müşteri tarafından teslim alınmaz ve bu şey helak olursa, selem hâli üzere sahih olur.

Bu durumda, sahibü's-selem muhayyerdir: Dilerse, akdi fesheder; dilerse, alacağı şeyin mevcut olmasını bekler. Yenâbi"de de böyledir.

7) Müslemün fiyh (= bedeli peşin verilerek, veresiye satın alınan mal), belirtilerek bildirilebilecek bir şey olmalıdır.

Binâenaleyh dirhem ve dinarlar hakkında selem caiz değildir.

Sikkesiz olan dinar hakkında selem caiz midir?

Kıyâsa göre, sarf (= nakdi nakid karşılığında alıp-satmak. Yani sikkeli veya sikkesiz altını altın; gümüşü de gümüş karşılığında veya altını, gümüşle; gümüşü altınla alıp-satmak) caiz değildir.

Bir rivayete göre, Kitâbü'ş-Şirket'de:"Kıyâsa göre, sarf caizdir." denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.

8) Müslemün fiyh, şu dört cinsin birinden olmalıdır:

a) Keyliyyât (- Ölçek ile ölçülen şeyler)

b) Vezniyyât ( = Terazi ile tartılan şeyler)

c) Adediyyât-i    mütekâribe    ( =     Birbirleri    arasında,    kıymet bakımından, mühim bir fark bulunmayan ve misliyyattan olan, sayı ile ahnıp-satılan şeyler.)

d) Mezrûat (= Arşın gibi bir uzunluk ölçü birimi ile ölçülen şeyler.) Muhıyt'te de böyledir.

Hayvanlar hakkında selem caiz değildir.

Keza, köle ve cariyeler hakkında da selem caiz değildir. Çünkü bunların aklı ve ahlâkı hakkında ihtilâf olabilir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

9) Müslemün fiyh'in verileceği yer ve taşıma şekli beyan edilmelidir. Kâfî'de de böyledir.

Sahih olan budur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

İmâmeyn'e göre, bu şart değildir. Ancak, bunun şart kılınması da sahih olur.

Bu şart kıîınmazsa, müslemün fiyh, akdin yapıldığı yerde teslim edilir. Kâfî'de de böyledir.

Sahibü's-selem (= peşin para veya mal veren müşteri), müslemün ileyh'e (= malı sonradan verecek olan satıcıya), re'sül'-mâl-i selem'i ( = peşin verilen para veya malı), şehirde ödemeyi şart koştuğu zaman onu,   şehrin   şart   koşmuş   olduğu   yerinde   ödemesi   gerekir.   Bt sâhibü's-selem,  re'sü'1-mâl-i selem-i başka bîr yerde ödemeyi tekli; edemez. Muhıyt'te de böyledir.

"Bu  hüküm,   o   şehrin  büyük  olmadığı  zaman   geçerlidir.' denilmiştir.

Eğer şehir büyük olur ve semtleri arasında bir fersah bulunur ve bı şehrin hangi semtinde vereceğini beyan etmezse, bu caiz olmaz. Çünkü bu durumda, semtin bilinmemesi, münazaaya sebep olur. Serahsî'nh Muhıyti'nde de böyledir..

Misk ve kâfur gibi taşınması zahmetli olmayan şeylerde bunları verileceği yerin belirtilmesi şart kılınmamıştır.

Bu durumda, akdin yapıldığı yer, ödeme yeri olarak belirlenir mi? Câmiü's-Sağîr'de: "Belirlenir." denilmiştir. İmâmeyn'in kavillerine göre sahih olan da budur. Yenâbi"de \ Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İcârât'ta şöyle zikredilmiştir:

Bu mekân tayin edilmez; müşteri ödemeyi istediği yerde yapar. Esahh olan da budur. Hidâye'de de böyledir.

"Bu mekân tâyin edilse bile, belirlenmiş olmaz." denilmiştir. Çünkü, bu, o şeylerin zahmetle taşınmasını ifâde etmez." denilmiştir.

Keza: "Sahih olan, bu yerin tayin edilmesi ve teslimin belirlenen bu yerde yapılmasıdır." da denilmiştir. Attabiyye'de de böyledir.

Selem akdinin denizde veya dağ başında yapılmış olması hâlinde, satın alman şeyin, taşıma zahmeti re'sü'I-mâl-i selem'i teslim almış bulunan, müslemün ileyh'e ait olur. Bu işi, kendisine en yakın olan yerden yapar. Yenâbi"de de böyledir.

10) Selem akdinde, iki bedelden birisi miktar ve cins vasıflarından birisi bakımından illetli bulunmamalıdır.

İnsanların ihtiyaçlarından dolayı vezniyyât arasında selem akdi caizdir.

Buğday ile zeytin yağının —cinslerinin ayrı olmasına rağmen— selemleri caizdir. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir. [133]

 

Selem'in Hükmü

 

Selem'in hükü: Sâhibü's-selem'in (= peşin para veya mal veren müşterinin),   müslemün  fiyh'de   (-   bu  yolla  satın  aldığı  malda) re'sü'I-mâl-i selem (= peşin verilen para ve mal) karşılığında mülkiyet hakkının, belirli bir vakit içinde, sabit olmasıdır. Nihâye'de de böyledir.

Selem'in sahih olması hâlinde, müslemün ileyh (= veresiye mal verecek olan satıcı) ile müslemün fiyh (= satın alman mal) hazır bulu­nursa;  sahibü's-selem'e (=  peşin para veya mal   veren müşteriye) muhayyerlik hakkı yoktur.

Ancak, şart koşulan şeylerin hilafına bir şeyin bulunması hali müs­tesnadır.

Bu durumda, müslemün ileyh, akiddeki şartlan yerine getirmeye zorlanır. Yenâbi"de de böyledir. [134]

 

2- Selem'in Caiz Olduğu Ve Caiz Olmadığı Şeyler

 

Bir kimsenin harevî bir elbiseyi, yine harevî olan bir elbise ile selem yapması caiz olmaz.

Keza, bir ölçek buğdayı, bey'-i selem ile bir ölçek arpaya satmak da caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Keyliyyât'tan   olan   bir   şeyi,   —elverişli   olması   hâlinde— vezniyyât'tan olan bir şey ile, bey'-i selem yolu ile alıp-satmak caizdir. Bu durumda, satılan şeyin, vasfı ile mazbut olması gerekir.

Meselâ: Buğdayın altın veya gümüşle selem yolu ile almıp-satılması, bize göre caiz olmaz.

Bu şekilde bir akid yapılmış olsa, o, bize göre, bâtıl (= geçersiz) olur.

Esahh olan da budur.

Tartılan bir şeyi önce vererek, onunla keylî (= ölçekle ölçülen) bir şeyi, (selem yolu ile) satın almak caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Veznî (= tartılan) bir şeyi, yine veznî olan bir şeyle bey'-i selem'le alıp-satmak, —bunların mahiyeti, akid esnasında beyân edilmemişse— caiz değildir. Peşin demir vererek, karşılığında, bey'-i selemle, za'feran almanın caiz olmadığı gibi...

Fakat, dirhem veya dinarları önceden vererek, bey'-i selemle, bun­ların karşılığında veznî (= terazi ile tartılan) bir şey satın almak caizdir.

imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, önceden sikkesiz gümüş veya sik-kesiz altın vererek, bunların karşılığında, —selem yolu ile— za'feran satın almak caizdir.

Parasını önceden vererek, —selem yolu ile— veznî bir şey satın almak caiz olur;

Ancak bu alış-veriş, o şeyin cinsi hakkında olursa, caiz olmaz.

Önceden bakır kap vererek, vezn î (= terazi ile tartılan) bir şeyi veresiye satın almak, —bu kap tartı ile satılan cinsten ise— caiz olmaz.

Fakat bu kap, sayı ile satılan cinsten ise, selem caiz olur.

Ancak —söylediğimiz gibi— fülûs (= paralar) hakkında selem caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Peşin olarak keylî (= ölçekle ölçülen) bir şey vererek, yine keylî olan bir şeyi veresiye almak caiz olmaz.

Ancak bunlar ayrı ayrı nevilerden olursa, ister keylî, ister veznî olsunlar, peşin olarak bir birim verip, alacağı zaman iki birim almakta bir beis yoktur.

Müslemün fiyh'in bir vasıfla mazbut olması hâlinde, veresiye satılmasında da bir beis yoktur.

Harevî bir bezi peşin vererek, karşılığında —bey'-i selemle— mü­cevher ve inci satın almak caiz olmaz.

Keza bize göre, hayvanlar hakkında selem caiz olmaz,

Keylî ve veznî (ölçekle ölçülen ve terazi ile tartılan şeylerden) olmayan şeyler aynı nev'iden olurlarsa; bunların ikisini verip, —selem yolu ile— birini almakta bir beis yoktur.

Âlimlerimize göre, bunların veresiye satılmalarında hayır yoktur.

Meselâ: Bir kimsenin iki harevî bez verip, bir harevî bez alması, bize göre, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimsenin, bir şeyi peşin vererek, onu, kendi cinsinden olan veya keylî yahut veznî bir şeye selem yapması hâlinde, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bunların, hepsinin akdi de bâtıl olur.

İmâmeyn'e göre, —cinsin hilafına— veznî şeyin hissesinde, selem sahih olur. Hâvî'de de böyledir.

Nev'ileri aynı olmak şartıyle, keylî ve veznî şeylerde, selem'de bir beis yoktur. Bunlardan her birinin hissesini beyân etmeye de ihtiyaç yoktur.

Müslemün fiyh, müşteri tarafmdn teslim alınmaz ve helak olur; misli de bulunmazsa; imamlarımızın üçüne göre de, bu selem bâtıl olmaz.

Ancak, bu durumda sahibü's-selem (= önceden peşin para veya mal veren müşteri) muhayyerdir: İsterse, müslemün fiyhin benzerinin meydana gelme vaktini bekler; isterse, bunu beklemeyip re'sü'1-mâli ( = peşin olarak verdiği para veya malı) geri alır. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bir kimsenin, dirhemler vererek, selem yolu ile za'ferân satın alması caizdir. Demir, kalay ve benzerleri hakkında-, fülüs'u (= para ve pulları)   selem yapmakta da bir beis yoktur.

Pulları, bakır hakkında selem yapmak caiz değildir.

Burada pullar'dan maksat akçelerdir; geçen paralardır.

Fakat pullar geçmez ise, bunları demir ve kalay için selem yapmak caiz değildir.

Ok, kılıç ve bıçak demirini, demir için selem yapmak caiz olmaz.

Kılıç da, demir için selem yapılmaz.

Ancak, bir kimsenin kılıcını, bakır için selem yapması caiz olur. Bu durumda da, bu kılıcın, —tartı ile değil de— sayı ile satılıyor olması gerekir. Tartı ile satılıyorsa, bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bize göre buğdayı, müeccel (= te'cil edilmiş, ileriye bırakılmış, ertelenmiş, peşin olmayan) dirhemlere selem yapmak caiz olmaz.

Isâ bin Ebân: "Böyle bir akid, aslen bâtıldır. (= geçersizdir.)" buyurmuştur.

Şemsü'l-Eimme Ebû Bekir Muhammed bin Ebî Sehl es-Serahsî ise: "Bu akid sahihtir." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Keylî bir şeyi, veznî olarak selem yapmanın caiz olup olmadığı hakkında iki rivayet vardır. İtimada şayan olan rivayet ise, bunun caiz olduğudur. Buğday veya arpayı tartı ile selem yapmak gibi...

Veznî (= tartılan) bir şeyi, keylî (— ölçekle ölçülen) bir şey gibi selem yapmak da yukarıdaki ihtilâf üzeredir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Süt için, belirli bir müddet ile, ölçü veya tartı ile selem yapmak caizdir.

Sirke ve şıra da süt gibidir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî: "Bu, onların memleketinde geçerlidir. Çünkü, orada süt, insanların elinde her zaman baki kalmaz. Bizim memleketimizde ise, süt hiç bir zaman tükenmez. Bu durumda selem, her zaman için caiz olur.

Sirke de böyledir; o da her zaman bulunur.

Şıra ise her zaman bulunamıyacağından, onun için, zaman tayini lâzım gelir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Yağ hakkında da, ölçü ile de, tartı ile de selem caizdir.

Ancak, İmâm Muhammed (R.A.)'den bir rivayette, yağda tartı ile selem caiz olmaz.

Keza rıtıl ile ölçülen şeylerde de, hem tartı, hem de ölçü ile selem caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bize göre, buğday olgunlaşmadan önce, onun için selem yapmak 1 caiz olmaz. Çünkü, bu durumda olmamış bir şey için selem yapılmış olur.

Buna göre, yok olacağı tevehhüm edilmeyen buğday için selem caizdir.

Semerkant, Buhara veya Kâşâm gibi büyük şehirlerin buğdayı için selem yapmak caizdir.

Keza, Horasan, Irak ve Fergâne buğdayı için de selem yapmak caizdir.

Bazı âlimlerimiz: "Selem, ancak buğdayın kendisine izafe edildiği yerde, dâima buğday bulunması hâlinde caiz olur. Bu yer ister vilâyet, ister büyük bir şehir olsun farketmez.

Ancak, bizzat söylenen bir yerde veya bir köyde, buğday bulun­mama ihtimâli varsa; bu durumda selem caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Şayet buğdayın bir şehre nisbet edilmesi tâyin için değil de, onun sıfatını açıklamak için olursa (Buhârâ'nın hişmirânî buğdayı gibi...) o zaman, selem caiz olur. Çünkü bunu söylemek, buğdayın iyi olduğunu beyân etmek içindir. Kâfî'de de böyledir.

Herat buğdayı için selem yapmak caiz olmaz.

Herat bezi içinse, selem yapmak, —selem şartlarının tamamı ile— caiz olur. Tahâvî Şerhf nde de böyledir.

İhn-ü Sema'a, Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bağdad'm merevî bezi ile Merv'in merevî bezini selem yapmak caizdir.

Keza, Bağdad'm merevî bezi ile Ehvâz'ın ve Vâsıt'ın merevî bezini selem yapmak da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Harevî pamuğunu, harevî bezi ile selem yapmak caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keçe için, yün selem yapılır.

Deniz koyununun yününden yapılmış elbise için, deniz koyununun yünü selem yapılır.

Eğirilmiş iplikten dokunmuş bez için, eğirilmiş iplik selem yapılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Karpuz ve nar gibi adediyyât-i mütefâvite'den  (=   birbirleri arasında, kıymet bakımından farklılıklar bulunan ve sayı ile ahmp-satılan şeylerden) olan hiç bir şey için sayı ile selem yapmak caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Adediyyât-ı   mütekâribe'de   (=    birbirleri   arasında,   kıymet bakımından mühim  bir  fark  bulunmayan ve sayı  ile alınıp-satılan şeylerde) selem caiz olur.

Bunlarda selem, adedle caiz olduğu gibi ölçekle ve tartıyla da caizdir.

Ziyâdât'ta şöyle zikredilmiştir:

Ceviz ve yumurta hakkında da, —yumurtanın tavuk yumurtası mı, kaz yumurtası mı olduğunun açıklanması hâlinde— selem caizdir. Yumurtanın orta halli veya taze olduğunun belirtilip belirtilmemesi de müsavidir.

Çünkü, değişikliğin düşüp, sıfatın düşmemesi hâli selem'e mâni olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre adediyyâttan kıymetleri değişik olan şeyler, değişik adet olurlar.

Kıymetleri değişik olmayan adetler ise, adediyyât-ı mütekâribedendir.

Buna göre, kıymetçe, aynı olmaları hâlinde, tavuk yumurtası için kaz yumurtasını veya tavus kuşu yumurtası için tavuk yumurtasını selem yapmak caiz olur.

Bir kimsenin, tavuk yumurtasını, tavus kuşu yumurtası için selem yapması hâlinde, bunlara aynı kıymet takdir edilirse, bu selem caiz olur; aksi takdirde bu selem caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Kağıtda, aded olarak selem caiz olur.

Kağıtda tartı ile selem yapılmasının caiz olacağına dair de fetva vardır. Muzmarât'ta da böyledir.

Fülûs (=   pullar, akçeler, mangırlar, paralar, bakır sikkeler) hakkında,  zâhiru'r-rivâyede,  adedle  selem  caiz  olur.   Nihâye'de de böyledir.

Zendûsî'nin zikrettiğine göre, patlıcan, armut ve kaysıda da selem caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hasan'in rivayetine göre, soğan ve sarımsakta da ölçü ile de, aded ile de selem caiz olur. Çünkü, bunların adetleri, mütekâriptir. (= kıymet itibariyle birbirlerine yakındırlar.) Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm: "Cam hakkında selem yapmakta hayır yoktur. Ancak, cam kırık olur ve belirli tartı ile selem yapılırsa, bu durumda selem caiz olur." buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir:

Altın ve gümüş kaplar için selem yapıldığında, re'sü'l-mâlin altın olarak verilmesi halinde bu selem caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Camdan yapılan  kaplar için,  selem  caiz olmaz.  Çünkü bu, adediyyât-ı mütefâvitedendir.

Ancak camdan yapılan kapların (tabakların) nev'i beyân edilir ve bu nev' halk tarafından bilinmekte olursa, selem caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Kerpiç, tuğla ve kiremit için, selem yapmakta bir sakınca yoktur. Yenâbi"de de böyledir.

Keza, bir bezin eni ve boyu belirli ölçülerle beyân edildikten sonra, —bu bez, ister âdi bez olsun; ister ipek bez olsun— selemle ahnıp-satılmasında bir sakınca yoktur.

Adî bezde tartı şart değildir. İpek hakkında ise ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre ise, ipekte tartı şarttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ancak tartısı beyân edilir, ölçüsü beyân edilmezse, selem caiz olmaz.

Şeyhu'l-İslâm Hâher-zâde: "İpekte tartı şart kılındığı halde, ölçü şart kılınmazsa, her arşınının fiatı belirtilmeden selem caiz olmaz; fiatı belli olunca, selem caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Deniz koyununun yününden yapılan bir kumaşın eni, boyu ve kaç parça olduğu beyân edildiği halde, ağırlığı söylenmezse, bu durumda selem caiz olur.

Ancak eni, boyu ve kaç parça olduğu söylenmediği hâlde, ağırlığı beyân edilmiş olursa; bu durumda, selem caiz olmaz.

Bir rivayete göre de, eni,boyu ve kaç parça olduğu söylendiği halde, ağırlığının söylenmediği zaman da, selem caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mezrûât'tan  olan şeylerde,  —mutlak—   zira'   diye şart koşulduğunda, iki taraf da zirâ'-ı vasat'a itibar ederler.

Âlimler, zirâ'-ı vasat hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bazı âlimler, zirâ-ı vasatla, tahta zirâi kasdetmişlerdir. Çünkü, bu arşın değişik uzunluklarda bulunur; bazıları uzun, bazıları ise kısadırlar.

Şeyhu'l-İslâm: "Sahih olan, zira'-ı vasat'ın her ikisine de hamlo-lunmasidır. Mutlak zira' diye şart koşulunca, iki taraf da, zirâ'-ı vasat'a nazar ederler. Zehiyre'de de böyledir.

el-Asıl1 da şöyle zirkedilmiştir:

Saman'ın belirli bir ölçek veya belirli bir tartı ile selem yapılmasında bir sakınca yoktur.

Saman, belirli bir çuvalla ölçülünce selem caiz olur. Aksi takdirde, bu selemde hayır yoktur.

Saman'ın selem'i hususunda, âlimler ihtilâf etmişler ve bazıları: "Saman, her hâl-ü kârda ölçülür."; bazıları ise: "Şayet, samanın tartılması insanlar tarafından örf olmuşsa, bu durumda saman tartılır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Kuyumcu toprağı hakkında, selem caiz değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Yaygı, hasır ve kamıştan hasır hakkında selem caiz olur. Ancak, bu selem, bunların belli bir işçilik, bilinen bir sıfat ve belirli bir ölçü üzere olmasının şart koşulması hâlnide caiz olur. Hâvî'de de böyledir.

Çuval, keçe ve kilim için, —sıfatları, eni, boyu ve kaç parça olduğu belli olması hâlinde— selem caiz olur. Çünkü, bunların belirli vasıfları vardır ve bu vasıflarla onları tarif etmek mümkündür.

Adediyyât-ı mütefâvite'den olduğundan, kürk için selem caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Deve, sığır ve davar derileri için selem yapılmasında hayır yoktur. Ancak, bunlarda bilinen bir hâl beyân edilmesi hâlinde, selem caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Mebsût'ta şöyle zikredilmiştir:

Sahtiyan ve dibağlanmış deri için, eni, boyu ve iyi olduğu beyân edilmedikçe, selem caiz olmaz.

Ancak bunlar, tartı ile satılırlarsa, selem caiz olur. Bu, teslim ve tesellüm sırasında niza olmamasını temin için böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.

Hayvanların  baş  ve  bacakları  hakkında  seiem  caiz  olmaz.

Hulasa'da da böyledir.

tmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, et için selem caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, cinsi, nevM, yaşı, yeri sıfatı ve mitkarı beyân edilirse, et için de selem caiz olur.

"Kemiksiz et...", "Uyluk eti...", "yan taraf eti...", "erkek koyun eti..." gibi açıklama yapılması hâlinde selem caiz olur.

Hakâik ve Uyûn'da: "Fetva, imâmeyn'in kavillerine göredir." denilmiştir.

Hâkim, caiz olduğuna hükmederse, bu selem ittifakla caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Kuyruk yağı ve iç yağı için selem, âlimlerin ekserisine göre caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Balık hakkında selem, ya sayı ile veya tartı ile yapılabilir. Balıkta  sayıya göre  selem,  —balık,  ister  taze,  ister  tuzlanmış olsun— caiz olmaz.

Tartıya göre selem yapılması hâlinde de, balık tuzlanmış ise, caiz olur.

Tartıya göre selem yapıldığında, balık taze olur ve pazarlık belirli bir süre için yapılmış bulunur ve pazarlığın yapıldığı zaman ile verilen vâde arasındaki müddet içinde balık eksik olmayıp bulunabilirse, bu durumda selem caiz olur; aksi takdirde selem caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Küçük balıklar için, bir ölçekle ölçerek veya terazi ile tartarak, selem caiz oîur. Yenâbi"de de böyledir.

Büyük balıkların selem'i hususunda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den iki rivayet vardır.

İmâmeyn'in   kavillerine  göre,   büyük  balıkların  tartı  ile  selem yapılmaları caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

el-Asıl'da:   "Kuşlar   için   selem   yapmakta   hayır   yoktur." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

"Serçeler gibi, birbirlerinden değişik olmayan kuşlarda da selem caiz değildir." denilmiştir. Esahh olan da budur.

Kuş etlerinde de selem caiz değildir.

Bu hükümler,bir yere kapatılıp yavrulatılmayan kuşlar hakkındadır.

Yavrulatmak için bir yerde alakonulmuş kuşların eti hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine selem caiz değildir.

İmâmeyn, bu kavle muhaliftir.

"Bunun, bi'1-ittifak caiz olduğunu" söyleyenler de vardır. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ekmek için selem, tartı ile de, aded ile de caiz değildir.

imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, ekmek için selem, tartı ile caizdir. Âlimler, bu görüşü ihtiyar etmişlerdir.

Ancak, teslim alma zamanı çok ihtiyatlı olmalı ve ekmek hangi cinsten konuşulmuşsa, o cinsten olmalıdır. Müslemün fiyh'te teslim alınmadan önce, bir değişiklik olmamalıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Buğday ve un almak üzere, önceden ekmek vermek caiz olmaz. Bu selem, İmâmeyn'e göre caiz olur.

Fetva da, bunun üzerinedir. Tehzîb'de de böyledir.

Un için    ölçekle ve tartıyle selem caiz olur.   Zahîriyye'de de böyledir.

Mücevher ve incinin seleminde hayır yoktur.

Ancak, tartı ile ahnıp-satılan küçük incilerde selem caizdir.

Kireç ve alçı için, ölçekle selem yapmakta bir beis yoktur. Çünkü, bu durumda ölçü malumdur. Ve o, her vakit için takdir olunmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Zeytin yağı ve benzeri yağlar için selemde bir beis yoktur.

Reçel ve benzerleri de böyledir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Şart koşulması halinde,     yün'ün tartı ile selem'inde bir beis yoktur.

Ancak, koyun yününün aynısı ile selem yapılması caiz olmaz. Koyunun sütu"Ve yağı da böyledir.

Yeni olacak yağ, yeni yapılacak zeytin yağı veya yeni olgunlaşacak buğdayın seleminde hayır yoktur.

Eni, boyu ve sıfatının beyan edilmiş olması hâlinde, kılıç demirinde selem yapmakta bir sakınca yoktur.

Kıl almak için, yünü selem vermek caiz değildir. Çünkü, ikisinin de tartısı birdir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Bu, kılın tartı iie satılması halindedir. Şayet tartı ile satılmıyorsa; bu şekilde seîem haram olmaz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

İki zimmînin şarap için selem yapmaları caizdir.

Ancak, domuz için selem yapmaları caiz olmaz. Yapmış olsalar bile, bu selem bâtıl olur.

Müslümanlar ve hıristiyanlar selem hükümlerinde aynıdırlar. Ancak, şarap bunun dışındadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Pamuk, keten, ibrişim, bakır, sikkesiz altın, demir, kalay, tunç ve benzerleri hakkında selem yapmakta bir beis yoktur.

Kına, sürme ve kuru reyhan, tartılarak satılıyorlarsa, selem yapılır. Fakat,    yaş    reyhanlar,    baklagiller    ve    odun    emsal    sahibi olmadığından, bunlarda selem caiz olmaz.

Peynir ve çökeleğin,  —değişik  olmadığı  san'at  sahibince biliniyorsa— selem yapılmalarında bir beis yoktur.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Boyu, kalınlığı, teslim müddeti ve mekânı belli olan bir kütüğün selemi caizdir.

Keza, odun, tahta, kamış ve benzerlerinin uzunlukları, genişlikleri, kalınlıkları ve cinsleri beyan edilirse, taraflar arasında niza cereyan etmez. Mebsût'ta da böyledir.

Yaş şeylerin seleminde hayır yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Emsal sahibi (-   aynısı ve benzen bulunan) iplik hakkında, Şemsü'l-Eimme  Serahsî:   "Tartıhrsa,  selemi  caizdir."  buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Leğen, şişe, mest ve benzerleri için selem yapıimasında bir beis yoktur.

Bu hüküm, bunların belli ohıp tanınmaları hâlinde böyledir. Tanınmamaları hâlinde, selemlerinde hayır yoktur. Hidâye'de de böyledir.

Kuru yoncanın —tartılmak şartıyle— seleminde bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

Aktığı ve çıktığı yerin belirtilmesi şartıyle, su için selem caiz olduğu zaman buz için de selem caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [135]

 

3- Re'sü'l-Mâl'-i Selem Ve Müstemün Fiyh'in Teslim Alınması

 

Müslemün ileyh'in (=  Malı sonradan verecek olan satıcının), sâhibü's-selem'i (= peşin para veya mal veren müşteriyi), resü'1-mâl-i selem'den (= peşin verilen para veya maldan) berî etmesi caiz olmaz.

Müslemün ileyh ibra eder; sâhibüVselem de, bunu kabul ederse, selem akdi bâtıl (— geçersiz) olur.

Ancak, sâhibü's-selem berâeti reddederse, selem akdi bâtıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Re'sü'1-mâl yerine, onun cinsinden başka bir şey almak caiz olmaz.

Sâhibü's-selem, müslemün ileyh'e, re'sü'1-mâl cinsinden, ondan daha iyi veya daha kötü bir şey verir; müslemün ileyh de, daha kötüye razı olursa; bu durumda, selem caiz olur.

Şayet sâhibü's-selem, müslemün ileyh'e re'sü'l-mâl'den daha iyisini verdiği halde, o, bunu almak istemezse; alması için cebredilir.

İmâm Züfer (R.A.): "...Cebredilmez. Rizâsız almak doğru olmaz." buyurmuştur.

Muhtar olan budur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müslemün   fiyh'i   (=   bey'i-   selem'le   satın   alınacak   malı) değiştirmk caiz değildir.

Müslemün ileyh (= malı sonradan verecek olan satıcı) vereceği kötü mal yerine, daha iyisini verecek olursa; bize göre, sâhibü's-selem ( = peşin para veya mal vermiş olan müşteri) bunu kabul etmesi için cebre­dilir.

Şayet iyi mal yerine, daha kötü bir malı verirse; sâhibü's-selem, bunu kabul etmek için cebredilmez.

Şayet selem iyi (bir bez) olduğu halde, verecek olan şahıs, kötü­sünü getirir ve: "Bunu al ve sana bir dirhem iade edeyim." derse; bu durumda sekiz mes'ele vardır.

Bu mes'elelerden dördü mezrûâtta (= uzunluk ölçüleri ile ölçülen şeylerde); dördü de mekîlât (= ölçek ile ölçülen şeyler) ve mevzûnât'ta ( = terazi ile tartılan şeylerde) dir. Mezrûât'la ilgili mesJeleler:

1) Selemin bez olması durumunda, müslemün ileyh (= malı son­radan verecek olan satıcı) bu bezi daha uzun veya daha iyi vasıflı olarak getirir ve: "Bunu al ve bana bir dirhem fazla ver." derse, bu caiz olur.

Fazladan  verilen  dirhem  de,  bezin  daha  iyi  veya  daha  uzun olduğunun karşılığıdır.

2) Müslemün ileyh, bu durumda daha kötü veya ölçü bakımından noksan bir bez getirir ve: "Bunu al ve sana bir dirhem geri vereyim.'' der ve böyle yaparsa, bu caiz olmaz.

3) Müslemün ileyh, bu durumda daha kötü bir şey getirip: "Bunu al." dediği halde, "...sana bir dirhem vereyim." demez ve diğeri de bunu kabul ederse; bu da caiz olur.

4) Bu hâl ise, sâhibü's-selemin, şart koşmuş bulunduğu sıfattan vaz geçmesi olur.

Selem'in mekîlat ve mevzûnât'tan olması ile ilgili mes'eleler:

1) Sâhibü's-selem, on ölçek buğday için on dirhem öder; müslemün ileyh ise, —konuşulandan— daha iyi buğday getirerek: "Bunu al ve bana —fazladan— bir dirhem daha ver." derse; bu caiz olmaz.

2) Fakat müslemün ileyh, on bir ölçek buğday-getirir ve: "Bunu al ve —fazladan— bana bir dirhem daha ver" der veya dokuz ölçek buğday getirip: "Bunu al ve sana bir dirhem iade edeyim." der; diğeri de bunu kabul ederse; bu caiz olmaz.

3) Ancak, müslemün ileyh, on ölçek kötü buğday getirip: "Bunu al; sana bir dirhem daha vereyim." dese, bu caiz olmaz.

4) İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu, bütün bölümlerde caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Re'sü'l-mâl'i havale, kefalet ve rehin bırakmak sahih olur.

Eğer sahib-i selem, müslemün ileyh'ten, o re'sü'l-mâl'i teslim almadan ayrılırsa; yapılan pazarlık bozulmuş olur.

Eğer kefil ve kendisine havale edilmiş bulunulan kimse aynı mecliste iseler, pazarlık yapanlar aynı mecliste bulunduğu müddetçe, bunların ayrılmış olmaları bir zarar vermez.

Müslemün ileyh, re'sü'l-mâl'i rehin olarak almışsa, birbirlerinden ayrılmaları hâlinde rehin duruyor olsa bile, pazarlık bozulmuş olur.

Re'sü'1-mâl zayi olursa; pazarlık sahih olarak devam eder.

Sâhibü's-selem, müslemün fiyh'i rehin olarak alır ve o da helak olursa, borç ödenmiş olur.

Rehin helak olmaz, ancak müslemün ileyh ölür ve onun da çok borcu bulunursa; rehin bulunan bu mala, sahibüVselem herkesten çok hak sahibi olur.

Ancak bu rehin,  sâhibü's-selem'in alacağına karşılık tutulmaz; satılıp değiştirilerek müslemün fiyh'in cinsine çevrilir.  Muhıyt'te de , böyledir.

Müslemün ileyh, sâhibü's-selem'e gelip selem ile bu şahsın arasını tahliye ederse; bu tahliye sebebiyle, sâhibü's-selem bu şeyi —başka borçlarda olduğu gibi— teslim almış sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böylediir.

Müslemün fiyh'de de havale ve kefalet caizdir.

Ancak, havalede müslemün ileyh borçtan ayrılmış olacağı halde, kefalette ayrılmış olmaz.

Bu durumda sâhibü's-selem muhayyerdir: İsterse müslemün ileyh'ten, isterse kefilden alır.

Sâhibü's-selem'in, müslemün fiyh'i, kefille beraber değiştirmesi caiz olmaz.

Kefilin ise, müslemün ileyh'le beraber müslemün fiyh'i değiştirmesi caiz olur. Bu durumda kefil, sâhibü's-selem'e verdiği şeyin bedelini alır. Bedâi*'de de böyledir.

Selem için kefil olan bir şahıs, bu selemi müslemün ileyh'den alıp, sonra da, onu satarak kâr ederse, bu kâr onun için helâl olur. Ancak bu, sahibü's-selem'e onun benzerini vermesi hâlinde caiz olur.

Bunda bir ihtilâf yoktur. Ancak bu, sahibü's-selem'e hakkını verip, diğerinin kendi mülkü olduğu zaman böyledir.

Ancak, müslemün ileyh, selem buğdayını, sahibü's-selem'e ödediği zaman, onun benzerini istediği zaman, —bu durum hakkında— ihtilâf edilmiştir.  İmâmeyn'e göre bu kefilin kâr etmesi helâldir.

İmâm Muhammed (R.A.)', İmâm A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Bana en sevimli gelen, müslemün ileyh'in, kefile vermiş olduğu müslemün fiyhi, sahibü's-selem'e vermesidir.

Kitâbu'l-Kefâle'de şöyle denilmiştir:

Bu kefil, aynısını ödemeye zorlanmaz. Fazlasını tasadduk eder.

Bu hükümler, kefilin, o şeyi, hâkimin hükmü ile teslim alması hâlinde geçerlidir.

Fakat, müslemün fiyh'i, müslemün ileyh, kefile göndermiş, o da teslim almış olursa; kefilin ondan kâr etmesi helâl olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet sâhibü's-selem, alacaklısına: "Bütün malım senindir; onu evine götür." der, alacaklı da öyle yaparsa; bu durumda, selem teslim alınmış olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir kürr buğday için selem yaptığında, sâhibü's-selem, müslemün ileyhden, bu buğdayı ölçmesini istediği halde, kendisi hazır olmadan   müslemün   ileyh   bu   buğdayı       Ölçerse,   bu   durumda, sâhibü's-selem, bu buğdayı teslim almış sayılmaz.

Bu buğday helak olursa, müslemün ileyhin malı olarak helak olmuş bulunur. Hidâye'de de böyledir.

Bu buğdayın ölçülmesi sırasında, sahibü's-selem hazır bulunursa, bi'1-ittifak, teslim almış sayılır. Fethu'l-Kadîr'de ve Hidâye Şerhı'nde de böyledir.

Sâhibü's-selem, buğday dolu çuvallarını müslemün ileyh'e verir ve: "Bu çuvallardaki malımın tamamı senindir." der; kendisi de gaip olur ve müslemün ileyh o çuvallardaki buğdayı, borcu karşılığında ölçerse; âlimler bu durum hakkında ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan, sâhibü's-selemin, teslim almış sayılmasidır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sâhibü's-selem'in emri ile, müslemün ileyhin, buğdayı öğütüp un etmesi, teslim sayılmaz. Hâvî'de de böyledir.

Sahibü's-selem'İn buğday yerine un alması haramdır. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Sâhibü's-selem, müslemün ileyhe,  "selemi denize dökmesini" söyler, o da böyle yaparsa; bu şey, müslemün ileyhin malı olarak helak olmuş olur. Inâye'de de böyledir.

Sâhibü's-selem, müslemün ileyh'in oğluna veya kölesine, "selemi teslim almasını" söylerse; bunların teslim alması caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sâhibü's-selem'in, bir kimseyi  vekil tayin ederek, ona "re'sü'1-mâli, müslemün ileyhe teslim etmesini" söylemesi sahih olur.

Bu vekil, selem sahibi ve müslemün ileyh aynı mecliste iken, selemi, müslemün ileyhe teslim etmesi sahihtir.

Bu vekil, selemi, müslemün ileyh'e vermeden önce, o meclisten kalkıp gider; diğerleri ise, ondan sonra aynı mecliste bulunurlarsa, selem bâtıl olmaz.

Ancak, sâhibü's-selem veya müslemün iley, vekil selemi teslim etmeden, meclisten ayrılırsa, bu durumda selem bâtıl (= geçersiz) olur.

Keza, müslemün ileyh, selemi teslim alması için bir şahsı vekil eder; o da, başka bir şahsa, bir kürr buğday almak için, dirhemleri teslim eder, sonra da müslemün ileyh, bir şahıstan bir kürr buğday alıp, sahibü's-selem'e teslim ederse; —müslemün ileyh buğdayı ölçerken, sâhibü's-selem'in hazır bulunması hâlinde— bu buğdayın yenilmesi veya satılması mubahtır.

Keza, müselmün ileyh, sâhibü's-selem'e "selemi, teslim almasını" söyler; o da teslim alırsa; bu buğdayın iki defa ölçülmesine ihtiyaç vardır. Müslemün ileyh önce, selem sahibine niyâbeten ölçer; sonra da kendisi için ölçer. Bir defa ölçmek kâfi gelmez.

Keza,  müslemün ileyh, sâhibü's-selem'e, buğday alması şartıyla ve vekil olarak dirhemleri verir; o da, buğdayı teslim alıp, onu ölçer; sonra da, kendi hakkı için teslim alırsa; bu buğdayı, ikinci defa nefsi için ölçer. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet müslemün ileyh, kabala usûlü satın aldığı veya arazisinden gelen, yahut aline miras yolu ile geçen veyahut da kendisine hîbe veya vasıyyet edilen buğdayı sâhibü's-selem'e verir ve bu buğdayı onun huzurunda  ölçerse;   bu   durumlarda,   bir   defa   ölçmek   kâfi   gelir. Nihâye'de de böyledir.

Müslemün ileyh, başka bir kimseden ölçerek ödünç buğday alıp, bu buğdayı sahibü's-selem'e teslim ederse; bu durumda, onu tekrar ölçmeye ihtiyaç yoktur. Hâvî'de de böyledir.

Burada, keylî (= bir ölçekle ölçülen) şeyler hakkında söylediğimiz hükümler,  veznî (=   ağırlık ölçüsü ile tartılan) şeyler hakkında da geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Re'sü'1-mâl dirhemler ve dinarlar olur, müslemün ileyh ise, bunu kusurlu bulur veya onda bir başkasının hak sahibi olduğunu anlarsa; hak sahibinin izin vermemesi yahut  kusurundan dolayı,  müslemün ileyhin ona razı olmaması hâlinde, selem bâtıl (= geçersiz) olur. Bunun, meclisten ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra olması arasında da bir fark yoktur.

Şayet hak sahibi izin verir veya müslemün ileyh razı olursa, selem caiz olur. Bu durumda da, re'sü'1-mâli teslim almadan önce ayrılıp ayrılmaması müsavidir.

Re'sü'1-mâl teslim alınmışsa,   hak sahibinin    yapabileceği bir şey yoktur. Ancak o şey misliyyattan ise, nakdin misli için müracaat etme hakkı vardır. Bedâi*'de de böyledir.

Müslemün ileyh, pazarlığın yapıldığı mecliste, re'sü'l-mâl'i hileli bulduğu hâlde kabul ederse, selem caiz olmaz.

Fakat, onu reddeder ve aynı mecliste onun yerine yenisini teslim alırsa, selem caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Müslemün ileyh, re'sü'1-mâli, pazarlığın yapıldığı mecliste, kalp ve geçmez bulduğu hâlde kabul ederse, selem caiz olur.

Müslemün ileyh, aynı mecliste, bu re'sü'1-mâli reddedip değiştirirse, yine selem caiz olur.

Ancak, reddettiği halde, değiştirmeden, o meclisten ayrılırsa selem bâtıl olur. Zehiyre'de de böyledir.

Müslemün ileyh, re'sü'1-mâli, başkasının hak sahibi olduğu bir şey olarak bulur ve bu hâl, pazarlık meclisinden ayrıldıktan sonra olursa; hak sahibinin razı olması ve re'sü'l-mâlin de durmakta bulunması hâlinde, bu selem caiz olur.

Şayet müslemün ileyh, bu re'sü'1-mâli reddederse; âlimlerimize göre, selemin, bu re'sü'l-mâldeki, hak sahibinin hakkı miktarı kadarı geçersiz olur.

Müslemün ileyh, re'sü'l-mâlin bir kısmını, —o meclisten ayrıldıktan sonra— geçmez bulursa; —az olsun, çok olsun,— selemin, re'sü'l-mâlin geçmeyen miktarı kadarı bâtıl olur.

Kabul edip etmemesi veya geçmeyen kısmı değiştirip değiştirmemesi de müsavidir.

O meclisten kalktıktan sonra, geçmeyen kısmın yerine, geçen para teslim almakla, bu selem, caiz bir selem haline dönüşmez.

Müslemün ileyh, o meclisten ayrıldıktan sonra, re'sü'l-mâl'de kalp para bulur ve bunu kabul ederse; selem caiz olur.

Eğer bunu kabul etmeyip reddederse; âlimlerimize göre, reddedilen miktarın aynı mecliste değiştirilmemesi hâlinde, bu selemin reddedilen miktara tekabül eden kısmı bâtıl olur.

Şayet geçmeyen bu paralar, reddedildiği mecliste değiştirilirse, istihsân rivayetinde bu selem bâtıl olmaz.

Reddedilen paranın az olduğu hallerde âlimlerimiz bu görüşü kabul etmişlerdir.

Reddedilen —geçmez— paranın çok olması hâlinde İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre selem bâtıl olur; İmâmeyn'e göre ise, bu durumda selem, istihsânen bâtıl olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

İ m ânı-ı Â'zamTEbû Hanîfe (R.A.)'den gelen meşhur ve zahir rivayetlerin ittifakına göre, geçmeyen para re'sü’l-mâlin yarısından fazla iseçok'tur.

Yarısı kadar olması hâlinde ise, ihtilâf vardır.

Esahh ve ihtiyata uygun olan kavle göre ise, üçte birinin kalp para olması hâlinde de, bu üçte bir de çoktur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Hâvî'de şöyle zikredilmiştir:

Nasiyr, Şeddâd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Eğer müslemün ileyh, o meclisten ayrıldıktan sonra, dirhemler içinde kalp akça bulursa bunların bedelini önce alması, sonra da kalp akçaları geri vermesi uygun olur."

Fakıyh de: "Bu, bir ihtiyattır." demiştir.

Şayet müslemün ileyh, birbirlerinden ayrılmadan önce kalp akçaları geri verip, bunların bedelini alırsa; selem caiz olur.

Kalp akçanın, re'sü'l-mâlin yansından az olması hâlinde de, âlim­lerimize göre, selem caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müslemün ileyh'te re'sü'1-mâl kadar alacak olursa; re'sü'1-mâl bu borca karşılık olarak kısas edilir mi, edimez mi?

— Edilmez. Müslemün ileyhin ya akidle başka bir borç etmesi veya _ p alacağın alınması gerekir.

Akid yapılmasının gerekmesi hâlinde de, ya selem akdi üzerine, önce yapılmış bulunan akid veya ondan sonra yapılmış bulunan akid gerekir.

Eğer, önce yapılmış bulunan selem akdi vacip olur ve meselâ: SâhibüVselem, müslemün ileyhten, on dirheme bir elbise satın alır; alacağı buğday için, on dirhem selem yapana kadar da, elbisenin bedeli olan on dirhemi ödemezse; bu durumda karşılıklı kısas yapmaları veya kısasa razı olmaları hâlinde, bu kısas —caiz— olur.

Birisinin razı olmaması hâlinde, kısas —caiz— olmaz. Bu istihsândır.     

Akic|, selemden sonra gerekmişse, —her ikisi de borçları kısas etseler bile, bu— kısas —caiz— olmaz. Bu hüküm, borcun akid ile gerektiği haldedir.

Fakat borç, ödünç almak veya gasbetmek yolu ile teslim alınmak şeklinde îcâbetmişse, bu borç, —kısas yapmış olsunlar, olmasınlar, caiz— olur.

Bu, iki borcun müsâvî olması hâlinde, —caiz— olur.

Ancak borçlardan biri fazla, diğeri ise az olur ve bu şahıslardan biri noksana razı olduğu halde, diğeri razı olmazsa; duruma bakılır; alacağı fazla olan şahsın noksanlığa razı olmaması halinde kısas —caiz— olmaz. Alacağı az olan razı olmuyorsa; kısas —caiz— olur.  Bedâi"de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir kimseye, bir kürr buğday için, yüz dirhem selem yapar, orta halli olacak olan bu buğdayın verileceği zamanı da belirtip, ona re'sü'1-mâli teslim ettikten sonra da, bu sâhibü's-selem, müslemün ileyh'e, aynen müslemün fiyh gibi orta halli buğdaydan, bir kürr buğdaya, bir köle satar ve köleyi ona teslim etmeden önce, buğdayı teslim alır; bu akid de, kölenin ölümü; muhayyerlik şartı; görme muhayyerliği veya kusurundan dolayı geri verilmesi gibi bir sebeple, hâkimin hükmü ile veya bir hüküm olmadan, teslim almadan Önce veya teslim aldıktan sonra, bozulursa; bu akid, her cihetten feshedilmiş olur.

Sahibü's-selem'in, kölenin bedeli olan buğdayı geri vermesi gerekir. Çünkü, bu durumda köle hakkındaki akid feshedilmiş olmaktadır.

Selem sahibi: "Ben, teslim aldığım buğdayı tutar; onun benzerini veririm." derse; öyle yapabilir.

Bu selem sahibi, kölenin bedeli olan buğdayı geri vermemişse, —kısas yapsınlar veya yapmasınlar— bu kısas olur.

Keza, aralarındaki ahş-veriş akdi selemden önce yapılmış olur; fakat bedel olan bir kürr buğday selemden sonra teslim alınırsa ve daha sonra da, yukarıda söylenilen sebeplerin biri ile aralarındaki alış-veriş feshedilîrse; müddeti gelince, bu buğday seleme kısas olur.

Şayet köleyi satın alan müslemün ileyh, onu iki tarafın da rızâsı ile teslim aldıktan sonra geri verir veya köle hakkındaki akdi karşılıklı olarak bozarlarsa, mes'ele hâli üzeredir; bedel olan buğday, her iki hâlde de, selem'e kısas olmaz. Bu durumda, karşılıklı kısas yapmış olmaları veya olmamaları da müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Selem sahibinin, selemden sonra, ödünç almak veya gasbetmek yolu ile, üzerine borç vacip olması hâlinde, bu borç kısas olur.

Sahibü's-selem, akidden önce, müslemün ileyh'ten bir kürr buğday gasbeder ve bu elinde durmakta iken, selemin de vâdesi gelirse, bunu kısas etmesi hâlinde, bu kısas —caiz— olur. İkisinin huzurda olup . olmaması da müsavidir.

Sahibü's-selem'in yanında, akidden önce veya sonra, bir kürr buğday, emânet olarak bulunur ve müslemün ileyh, bunu seleme kıyâs ederse, bu kıyâs, —caiz— olmaz.

Ancak,bir kürr buğday hazır olur veya selem sahibinin müracaatı üzerine, buğdayla onun arası hâli bulunursa; bu durumda kısas (-misilleme) caiz olur.

Şayet selem sahibi akidden sonra ve selem vakti gelmeden önce, bir kürr buğday gasbeder, bilâhare de selem zamanı gelirse, bu durumda kısas sahih olur.

Gasbın akidden önce vâki olması hâlinde de, kısas yapmak caiz olur.

Bu hükümlerin tamamı, gasbedilen şeyin, hakkın misli olması hâlinde geçerlidir.

Bu durumda, borçların biri fazla, diğeri az olursa, kıyâs (- misil­leme) caiz olmaz.

Ancak, müslemün ileyhin az'a razı olması ve sâhibü's-selemin de buna rızâ göstermesi hâlinde, kısas sahih olur. Hâvî'de de böyledir.

Bir sâhibü's-selem, bir kürr buğday için, başka bir şahsa yüz dirhem teslim eder; müslemün ileyh de, bu şahıstan, bir kürr buğdayı, aynı şekilde, belirli bir vâde ile iki yüz dirheme satın alarak teslim aldığı bu buğday elinde iken, sahibü's-seîem buğdayının yerine, bu buğdayı almak isterse; bu caiz olmaz. Şayet bu buğdayı alıp öğütürse, benzerini vermesi gerekir.

Ödenmesi îcâbeden buğday, selem buğdayı ile, —iki tarafın rızâsı olsa bile— takas edilemez.

Müslemün ileyh, sâhibü's-selemden alacağı olan buğdayı, teslim aldıktan sonra, selem yerine verse, bu caiz olur.

Selem sahibi, aldığı buğdayı öğütmez fakat bu buğday onun yanında kusurlanırsa; bu durumda, müslemün ileyh, diterse o buğdayı geri alır; dilerse, bedelini ödetir.

Mislini ödetmesi hâlinde bu, selemle takas edilmez.

Bu buğdayı aldıktan sonra, selemin yerine vermesi ise caiz olur.

Müslemün ileyh, o buğdayın bizzat kendisini almak ister ve ikisi de buna razı olurlarsa, bu durumda takas caiz olur.

Müslemün ileyh'in bunu ihtiyar etmesinden önce, kısas üzerine anlaşma yapmaları hâlinde durumun ne olacağını tmâm Muhammed (R.A.) kitapta zikretmemiştir.

Âlimlerimiz, "bunun caiz olduğunu" söylemişlerdir.

Şayet bu takas (= ödeşme, hesaplaşma, sayışma, mahsuplaşma) yapılmaz;   müslemün   ileyh,   ayıplı   buğdayı   geri alır; sonra  da, sâhibü's-selem, onu gasbeder, ona da razı olursa; işte bu takas olur. Burada müslemün ileyhin rızâsına iltifat edilmez.

Bir yabancı, satılan buğdayı, müslemün ileyhten gasbeder ve bu müslemün ileyh, sâhibü's-selemi, o gâsıba havale edip, "selem yerine, onu almasını" söylerse; bu caiz olmaz ve bu havale bâtıl olur.

Keza buğdayın,  o yabancının yanında emaneten duruyor ve sâhibü's-selemin de buna razı olması hâlinde takas caiz olur.

Ancak, satılan buğday teslim alınmadan önce helak olursa; gasbe­dilen hakkında, havale bâtıl olmaz; emânet edilen hakkında ise, havale bâtıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse,  başka bir şahsa,  belirli bir müddetle, bir ölçek yaş hurma için selem yapar; müslemün ileyh ise, onun yerine, kuru hurma verirse, bu caiz olur.

Keza, bunun aksi de, yani, kuru hurma yerine, yaş hurma verir; sâhibü's-selem de bunu kabul ederse bu da caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, müslemün fiyh yaş hurma olduğu halde, bunun yerine kuru hurma verirse, hiç bir hâlde caiz olmaz.

Bir ölçeğin dörtte biri ile selem yapıldığı hâlde, müslemün ileyh bir ölçek verirse; bu caiz olmaz.

Bir ölçek kuru hurma için selem yapıldığı hâlde, müslemün ileyh'in (- malı sonradan verecek olan satıcının), bir ölçek yaş hurma vermesi hâlinde iki vecih vardır:

1) Müslemün  ileyh, sâhibü's-selem'e:  "Hakkın    için    (veya hakkından dolayı), bunu al." der veya buna benzer bir şey söyliyebilir.

2) Müslemün ileyh, sâhibü's-selemle anlaşarak: "Bunu, sulhan al." veya "...kazâ'dan (= hâkimin hüküm vermesinden) dolayı, bunu al." diyebilir.

Bu vecihlerden birincisi bâtıldır.

İkinci vecihte, yani anlaşma sulh ve ibra yolu ile olunca, yaş hur­manın kuruyunca ne kadar noksanlaşacağma bakılır.

Şayet ne kadar noksanlaşacağmı bilirse; o kadar fazla verir; şayet bunu bilemezse; noksanlaşacağı miktardan fazla verir.

Eğer dörtte birinin (veya daha fazlasının) noksanlaşıp, dörtte üçünün kalacağı bilinir ve bu durumda bakılır; eğer, bir ölçek kuru hur­manın kıymeti ile dörtte üç ölçek yaş hurmanın kıymeti eşitse, sulh caiz olur. Ve eğer, bir ölçek yaş hurmanın kıymeti dörtte üç ölçek kuru hur­manın kıymetinden fazla ise, bu durumda sulh bâtıl olur.

Bir kimse, diğer bir kimseye, bir ölçek buğday için selem yapması hâlinde; müslemün ileyh'in, sâhibü's-seleme, kaynamış buğday vermesi, —bütün âlimlerimize göre— caiz olmaz.

Keza, yeşil veya san hurma için selem yapıldığı halde, müselmün ileyh'in pişmiş hurma vermesi caiz olmaz.

Keza, bir ölçek buğday için selem yapıldığı halde, müselmün ileyh'in bunun yerine pişmiş buğday veya un vermesi caiz olmaz.

Bir ölçek buğday için selem yapılınca, müslemün ileyh, bir ölçek buğday verir ve bu buğday suya dökülüp ıslanırsa, bu, İmâm Ebû   Hanife (R.A.) ile  İmâm  Ebû   Yûsuf  (R.A.)'a göre,   caiz  olur.   İmâm Muhammet! (R. A.)'e göre ise, caiz olmaz.

Zeytin için selem yapıldığı hâlde, müslemün ileyh, bunun yerine zeytin yağı verir ve sâhibü's-selem de, bu zeytin yağının konuşulan zey­tinden az olduğunu bilirse, bu durumda,  onu vermesi caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir. [136]

 

4- Sâhibü's-Selem İle Müslemün İleyh Arasındaki İhtilâflar

 

Müslemü'n Fiyh'in Cinsinde İhtilâf

 

Sâhibü's-selem (= sonradan alacağı bir mal için peşin para veya mal veren müşteri) ile müslemün ileyh (= malı sonradan verecek olan müşteri) arasında, müslemün fiyh'in (= selem yolu ile satın alınan rmhn) cinsinde ihtilâf vâki olur ve sâhibü's-selem: "Ben, sana, bir kürr buğday için, on dirhem teslim ettim." dediği hâlde, müslemün ileyh: ' Sen, on dirhemi, bana, bir kürr arpa için teslim ettin." der ve ikisinin le beyyinesi olmazsa; istihsânen bu şahıslar karşılıklı yemin ederler.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un bir kavline göre, önce müslemün ileyh yemin eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un diğer bir kavline göre ise, önce .câhibü's-selem yemin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Her ikisinin de yemin etmesi hâlinde, hâkim bunlara: "Ne istiyorsunuz?" diye sorunca, bunlar beraberce veya sadece birisi: "Pazarlığı bozuyoruz." derse; bu durumda hâkim aralarındaki pazarlığı fesheder

Ancak ikisi birden: "Pazarlığı feshetmiyoruz; birimizin diğerini tasdik etmesini umarak, durumu böylece bırakıyoruz." diyebilirler. Zehıyre'de de böyledir.

Bu şahıslardan birisi yeminden kaçınırsa, —arkadaşının iddiasına göre— hâkim, yeminden kaçınan şahsın aleyhinde hüküm verir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bunlardan birisi beyyine (= delil, şahit, burhan) getirirse, onun beyyinesi kabul edilir.

Eğer, —pazarlık meclisinden sonra— ikisinin de beyyinesi olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, iki pazarlığa da hükmolunur. Yani, selem sahibinin yirmi dirhem vermesine; buna karşılık olarak da, müs-îemün ileyh'in bir kürr buğday ile bir kürr de arpa vermesine hükmo­lunur. Eğer pazarlık meclisinden ayrılırlar ve sâhibü's-selem de peşin olarak on dirhem verirse; bu selem sahibinin beyyinesi üzerine, bu durumda iki pazarlığa hükmolunur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu hallerin hepsinde de, sâhibü's-selem'in beyyinesine göre, tek pazarlık üzerine hükmolunur. Muhiyt'te de böyledir. [137]

 

Müslemün Fiyh'in Miktarında İhtilâf

 

Müslemün fiyh'in miktarındaki ihtilâf da cinsinde olan ihtilâf gibidir. [138]

 

Müslemün Fiyh'in Sıfatında İhtilâf

 

Sâhibü's-selem ile müslemün ileyh, müslemün fiyh'in sıfatında ihtilâf ederler ve ikisinin de beyyinesi bulunmazsa, kıyasa göre ikisine de yemin ettirilir.

İstihsâna göre ise, ikisine de yemin ettirilmez.

Biz, —burada— kıyâsı kabul ederiz.

Sâhibü's-selem ile müslemün ileyh'ten hangisinin beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm verilir.

İkisinin de beyyinesi varsa, İmâmeyn'e göre, sâhibü's-selem'in beyyinesine göre, tek pazarlık üzerine hüküm verilir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in.diğer bazı yerlerde zikredilen kavline göre ise, iki pazarlık üzerine hüküm verilir. Bu kıyâstır. Ve biz de, kıyâsı alırız. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir kürr buğday almak için, başka bir şahsa, on dirhem teslim ettiğinde, müslemün ileyh, ona: "Sen, buğdayın engin vasıflı olmasını  şart  koştun."  der;  sâhibü's-selem de:   "Ben,  hiç bir şart koşmadım." derse; müslemün Üeyh'in sözü geçerli olur.

Bazı âlimler ise: "Bunun aksine, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sâhibü's-selem'in sözü geçerlidir. İmâmeyn'e göre ise, müslemün ileyh'in sözü geçerlidir." demişlerdir. Hidâye'de de böyledir. [139]

 

Re'sü'l-Mâl'de İhtilâf

 

Tam mânâsı ile açıklanmayan re'sü'1-mâl, ihtilâfa sebep olur. [140]

 

Re'sü'l-Mâlin Cinsinde İhtilâf

 

Taraflar, re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf ederler ve sâhibü's-selem: "Ben, sana, bir kürr buğday için on dirhem teslim ettim." dediği hâlde, müslemün ileyh: "Sen, bana, bir kürr buğday için, bir dinar verdin ." der ve ikisinin de beyyinesi olmazsa; kıyâsen, bunlar karşılıklı yemin etmezler. Ve, sâhibü's-selem'in sözü kabul edilir.

İstihsânde ise, bunlar karşılıklı yemin ederler.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, her ikisinin de beyyinesi varsa; iki pazarlık üzerine hükmolunur. Yani, sâhibü's-selem'in hem on dirhemi ve hem de bir dinarı vermesine; müslemün ileyhin de, bunların karşılığında iki kürr buğday vermesine hükmedilir. [141]

 

Re'sü'l-Mâl'in Miktarında Veya Sıfatında İhtilâf

 

İhtilâfın, re'sü'l-mâlin miktarında veya sıfatında olması hâlinde hüküm,  müslemün  fiyh'teki  ihtilâfın  hükmü gibidir.   Muhıyt'te  de böyledir.

Asıl olan, iki tarafın,müslemün fiyh'te,onun cinsinde,miktarında veya re'sü'l-mâlin miktarında ve sıfatında ihtilâf eder ve her ikisi de beyyine ikâme ederse; İmâmeyn'e göre, bu durumlarda, bir pazarlığa hükmedilir.

İmkân bulunduğu takdirde böyle hükmedilir; bir mazeret bulun­ması hâlinde ise, iki pazarlığa da hükmedilebilir.

İmâm Mııhammed (R.A.)'e göre, bu gibi durumlarda, iki pazarlık üzerine hükmedilir. Ancak, mazeret bulunması hâlinde, bir pazarlık üzerine hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir. [142]

 

Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâlin Cinsinde İhtilaf

 

Taraflar   müslemün   fiyhte  ve  re'sü'l-mâl'de  ihtilâf  ederler, re'sü'I-mâl   tayin   edilmemiş   bir   şey   olur   ve   müslemün   fiyh   ile re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf etmiş bulunurlar ve her ikisinin de beyyi­nesi bulunmazsa; bunlar, kıyâsen de, istihsanen de, karşılıklı yemin ederler.

Şayet bunlardan birisinin beyyinesi varsa, o kabul edilir. Eğer  her  ikisinin  de beyyinesi  varsa,  —hilafsız  olarak—  aynı pazarlık meclisinden ayrılmadan iki pazarlığa göre de hüküm verilir. [143]

 

Müslemün Fiyh İle Re'sü'l-Mâlin Miktarında İhtilaf

 

Eğer ihtilâf, müslemün fiyh ile re'sü'l-mâlin miktarında olur ve iki tarafında beyyinesi bulunmazsa, bunlar karşılıklı olarak yemin ederler.

Birisinin beyyinesi varsa, o kabul edilir.

Şayet, ikisininde beyyinesi varsa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu iki akdin ikisi ile de hüküm verilir.

Pazarlığın yapılmış olduğu meclisten ayrılmış bulunmaları hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir akde göre hüküm verilir. [144]

 

Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâl'in Sıfatında İhtilaf

 

Re'sü'l-mâlin ve müslemün fiyh'in sıfatında ihtilâfa düşmüş olmaları hâlinde, kıyâsen de, isithsânen de, iki taraf da, karşılıklı yemin ederler.

Alimlerimize göre, beyyine ile ilgili cevap, müslemün fiyh veya re'sü'l-mâlin sıfatı hakkındaki cevabın aynıdır; ondan başka bir şey değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Re'sü'l-mâlin ayn olması hâlinde, müslemün fiyh'in cinsinde ihtilâf edilirse, verilecek cevap, tarafların kıyâsen yemin etmemeleridir. Bu durumda, müselmün ileyh'in sözü geçerli olur.

İstihsânda ise, taraflar karşılıklı yemin ederler.

Şayet birisinin beyyinesi bulunursa, onun beyyinesine göre hüküm verilir.

İkisinde beyyinesinin bulunması hâlinde, âlimlerimize göre, tek akid ile hüküm verilir.

Müselmün fiyh'in miktarında ihtilâf edilmesi hâlinde, yemin ve beyyine hakkındaki cevap, bütün âlimlere göre, en önceki cevaptır.

Müslemün fiyhin sıfatında ihtilâf ederler ve her ikisi de beyyine getiremezse kıyâsen yukarıda geçtiği gibi, yemin ederler. îstihsânda ise, yemin etmezler.

Biz, —burada da— kıyâsı kabul ederiz.

Şayet, birisinin beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm veirlir.

İkisinin beyyinelerinin bulunması hâlinde de, bütün âlimlere göre, tek akde hüküm verilir. Muhiyt'te de böyledir.

Taraflar re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf ederler ve beyyineleri de bulunmazsa; kıyâsa göre, ikisinin de yemin etmemeleri gerekir. Ve bu durumda, sâhibü's-selem'in sözü geçerli olur.

İstihsânda ise, bu şahıslar karşılıklı olarak yemin ederler.

Şayet, birisinin beyyinesi varsa; bu durumda, onun beyyinesi ile hüküm verilir.

İkisinin de beyyinesinin bulunması hâlinde, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, iki akidle hükmedilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bir akidle hükmedilir.

Kerhî'nin rivayeti de budur. Esahh olan da budur.

Taraflar re'sü'l-mâlin miktarında ihtilaf ederler ve ikisin de beyyinesi bulunmazsa, kıyâsen, sâhibü's-selem'in sözü geçerlidir; bun­lara yemin ettirilmez.

Ancak, bunlara istihsânen yemin ettirilir.

Eğer, taraflarda birinin beyyinesi bulunursa, onun beyyinesi üzerine hüküm verilir.

Şayet, bunların ikisinin de beyyinesi varsa, âlimlere göre, bu durumda bir akid ile hükmedilir.

Taraflar, hem re'sü'l-mâlin, hem de müslemün fiyh'in cinsinde ihtilâf ederler ve ikisinin de beyyinesi bulunmazsa; bu durumda ikiside, hem kıyâsen, hem de istihsânen karşılıklı yemin ederler.

Eğer birinin beyyinesi varsa, o beyyineye göre hüküm verilir. Şayet ikisininde beyyinesi varsa, iki akid üzerine hükmedilir.

Taraflar hem re'sü'l-mâlin, hem de müslemün fiyhin miktar­larında ihtilâf ederler ve ikisinin de beyyinesi bulunmazsa; bu durumda kıyâsen de, istihsânen de, ikisi de karşılıklı yemin ederler.

Eğer, birisinin beyyinesi varsa, ona göre hüküm verilir.

Şayet ikisinin de beyyinesi varsa, âlimlerimizin ekserisine göre, bir akid üzerine hükmedilir. Fazlayı isbat hususunda, her birisinin beyyinesi kabul edilir.

Fakat taraflar, re'sü'I-mâlin ve müslemün fiyhin sıfatlarında ihtilâf ederler ve her iksinin de beyyinesi bulunmazsa; bu durumda, bu şahıslar, kıyâsen de, istihsânen de, karşılıklı yemin ederler.

Bunlardan her birinin beyyinesi varsa; bu durumda da bir akid üze­rine hüküm verilir. Bunlardan her birinin beyyinesi fazlalığı isbat husu­sunda kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir. [145]

 

Müslemün Fiyh'in Verileceği Yerde İhtilâf

 

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Taraflar, müslemün fiyhin ödeneceği yerde ihtilâf ederlerse; müs­lemün ileyh'in sözü geçerli olur. Karşılıklı yemin etmezler.

İmâmeynise: "... yemin ederler." demişlerdir.

İhtilâfın, bunun aksi olduğu da söylenmiştir. Ancak, esahh olan önceki kavildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu hüküm, taraflardan ikisinin de beyyinesinin bulunmaması hâlinde geçerlidir.

Taraflardan birinin —ister talip, ister matlup olsun— beyyinesi bulunursa; bu beyyineye göre hüküm verilir.

Şayet, ikisinin de beyyinesi varsa* talibin beyyinesine, göre ve bir akid üzerine hüküm verilir. Muhıyt'te de böyledir. [146]

 

Selemin Müddetinde İhtilâf

 

Tarafların, selemin müddetinde ihtilâf etmeleri hâlinde, karşılıklı yemin etmeleri gerekmez.

Bu şahısların aldıklarını geri vermeleri de gerekmez. Bu, imam­larımızın üçüne göre de böyledir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Selem müddetinin aslında ihtilâf ederler ve iddia,selem sahibinin müddetinde olursa; onun sözü geçerli olur.

Şayet, müslemün ileyh iddia ettiği hâlde, selem sahibi bunu İnkâr ederse, bu durumda müslemün ileyh'in sözü geçerli olur.

Bu akid, istihsânen sahih olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, bu durumda selem sahibinin ( = sâhibü's-selem'in) sözü geçerli olur. Ve akid fâsiddir. Hâvî'de de böyledir.

Bu hüküm, taraflardan ikisinin de, beyyinesinin bulunmaması hâlinde geçerlidir.

Eğer, birisinin beyyinesi varsa, bu beyyine kabul edilir. Şayet, ikisinin de beyyinesi varsa; müddeti iddia eden şahsın beyyi­nesi kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet taraflar müddetin şart olduğunda ittifak ettikleri hâide, miktarında ihtilâf ederlerse; bu durumda selem sahibinin yeminle bir­likte söylediği söz kabul edilir. Fetâvâyi kâdîhân'da da böyledir. ,

Bu hüküm, taraflardan ikisinin de, beyyinesinin olmaması halinde geçerlidir.

Eğer, birisinin beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm verilir.

Şayet, her ikisinin de beyyinesi varsa bu durumda, matlubun beyyinesi geçerli olur. Âlimlerimize göre, bu durumda, iki akid üzerine hüküm verilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Tarafların, ittifaktan sonra geçen müddet hususunda ihtilâf eder­lerse; bu durumda matlûbun sözü geçerli olur. Tahzîb'de de böyledir.

Taraflardan birisinin beyyinesi varsa, bu beyyine kabul edilir. Şayet, ikisinin de, beyyinesi bulunursa, bu durumda, matlûbun beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar, müddetin miktarında ve ne kadar zaman geçtiğinde ihtilâf ederlerse; bu durumda miktar hakkında, sâhibü's-selem'in sözü geçerlidir. Geçen müddet hakkında ise, müslemün ileyh'in sözü geçerli olur.

Şayet, her ikisi de, beyyine ibraz ederlerse; bu durumda, müslemün ileyh'in beyyinesi geçerli olur. Tahâvi Şerhı'nde de böyledir. [147]

 

Re'sü'l-Mâlin, Aynı Mecliste Teslim Alınıp Alınmadığında İhtilâf

 

Taraflar, re'sü'l-mâlin akid  meclisinde  teslim  alınıp alınmadığında ihtilâfa düşerler ve sâhibü's-selem, "re'sü'1-mâli almadan ayrıldıklarına dair" beyyine ikâme eder; müslemün ileyh de, "re'sü'1-mâli aldıktan sonra ayrıldıklarına dair" beyyine ibraz ederse; re'sü'l-mâlin müslemün ileyh'in elinde durmakta olması hâlinde, bu durumda müslemün ileyh'in beyyinesi geçerli olur. Ve, bu selem de caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Dirhemler selem sahibinin elinde bulunur, müslemün ileyh de: "Ben, onu sana, emânet bırakmıştım." veya "Sen, onu teslim aldıktan sonra gasbettin." der ve teslim aldığına dair beyyine getirirse; onun sözü geçerli olur ve dirhemlerin onun  olmasına hükmedilir.  Hâvî'de de böyledir.

Bunlardan birisinin beyyinesi olduğunda, eğer beyyine selem sahibinin olursa, bu kabul edilmez; müslemün ileyh'in beyyinesi ise kabul edilir.

İkisinin de beyyinesi olmaz ve dirhemler matlûbun elinde bulunur; talip de onun emânet edildiğini veya gasbedildiğini iddia etmez; sadece: "Ben teslim almadım." derse; bu durumda taraflardan hiçbirinin yemin etmesi gerekmez.

Şayet talip onun emânet edildiğini veya gasbedildiğini, —mecliste teslim aldıktan sonra— iddia ediyorsa; bu durumda, matlûbun ( = sâhibü's-selem'in) sözü geçerli olur.

Dirhemler selem sahibinin elinde bulunur, matlûp da "teslim aldığını"   iddia   eder;   "talibin   gasbettiğini"   veya   "onda   emânet olduğunu" iddia etmezse; her ikisinin de yemin etmesi gerekmez.

Şayet matlup, "bu dirhemlerin gasp veya emânet olduğunu", —re'sü'1-mâli, mecliste teslim aldıktan sonra— iddia eder; talip ise, bunu inkâr ederse; âlimlerimizden bazıları: "Bu durumda, yeminle bir­likte matlûbun sözü geçerli olur.

Yemin ederse, selem caiz olur. Sâhibü's-selemden, re'sü'1-mâli alır." buyurmuşlardır.

Bazı âlimlerimiz ise: "Bu şöyledir:

Talip: "Ben, sana teslim ettim." der; o da sükût eder; sonra da: "Sen teslim almadın mı?" veya "Sana teslim ettim. Sen kabul etmedin mi?" der; matlup da: "Kabul ettim." derse; talibin sözünün geçerli olması îcâbeder.

Bu mes'elede matlubun sözü geçerli değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Meclisten ayrıldıktan sonra, müslemün ileyh, re'sü'l-mâl'in yarısı ile gelerek: "Ben bunları kalp buldum." der; sâhibü's-selem de bunu kabul ederse; müslemün ileyh, bunları, sâhibü's-seleme geri verir.

Fakat bu durumda sâhibü's-selem, müslemün ileyhi yalanlar ve: "Bunlar, benim dirhemlerim değildir." der; müslemün ileyh de, "bun­ların, onun dirhemleri olduğunu" iddia ederse; müslemün ileyh'in daha önce:

a) "Ben, bunları geçer akçe olarak teslim aldım." diye ikrarda bulunmuş;

b) "Ben, hakkımı aldım."

c) "Ben, re'sü'1-mâli aldım."

d) "Ben, dirhemieri hakkım olarak aldım." demişse, bu dört hâlde de, "bunlar kalptır." şeklindeki dâvası dinlenmez.

Hatta bu durumda, sahibü's-selem'e yemin bile verilmez.

Fakat, müslemün ileyh: "Dirhemleri teslim aldım." derse, kıyasen, selem sahibinin sözü geçerli olduğu hâlde, istihsânen, müslemün ileyhin sözü geçerli olur.

"Teslim aldım." demesi hâlinde ise, müslemün ileyhin sözü geçerli olur. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet, müslemün ileyh, dirhemleri teslim aldığını ikrar ettikten sonra, "onların geçmez olduğunu" iddia ederse; bu sözü kabul edilmez.

Ancak, dirhemleri teslim aldığında bir şey söylemez; sonradan da, "bunların geçmez olduğunu" iddia ederse; sözü kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müslemün ileyh, re'sü'l-mâlin bir kısmını kalp bulur veya onda, başka bir kimsenin hak sahibi olduğunu anlar ve sâhibü's-selemle ihti­lafa düşerler; sâhibü's-selem: "O, re'sü'î-mâlin üçte biridir." dediği halde,     mü slemü n     ileyh:     "Yarısıdır.''     derse;     bu     durumda, sâhibü's-selem'in yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir.

Şayet iddia edilen mitkar kalp veya kalay olur ve bu hususta ihtilâfa düşmüş bulunurlarsa; müslemün ileyhin sözü geçerli olur. Hâvî'de de böyledir.

Selemde, taze ve iyi bez şart koşulduğunda, müslemün ileyh "getirdiği bezin taze ve iyi bez olduğunu" iddia eder, selem sahibi de, bunu inkâr ederse; bu durumda hâkim, o bezi san'at ehline gösterir. Bu bezin bir kişiye gösterilmesi kâfidir. Bu bir ihtiyattır.

Eğer, o san'at sahibi şahıs: "Bu, taze ve iyi bir bezdir." derse, selem sahibi, onu almaya mecbur olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Sen, bana bir kürr buğday için, on dirhem selem yaptın; ancak, ben onu, teslim almadım." veya "Selem satışı yaptın; ancak, ben teslim almadım." der ve eğer bu cümlesini "...ancak, ben onu teslim almadım." diye vaslederse; kiyâsen de, istihsânen de, bu sözü kabul edilir.

Şayet, bu sözü, önceki lafızlardan ayrı olarak söyler, yani, "sen verdin." deyip, bir müddet sustuktan sonra "...Ancak, ben onu teslim almadım." ders;e bu durumda, kıyâsen sözüne inanılır; istihsânen ise, inanılmaz.

İstihsânen, —inamlmadığına göre,— talibin yani selem sahibinin yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir.

Bu hüküm, müslemün ileyh'in "Sen, bana selem yaptın." demiş olması hâlinde geçerlidir. Fakat müselmün ileyh: "Sen, bana on dirhem verdin." veya: "Sen peşinen verdin; fakat, ben teslim almadım." demesi hâlinde, İmâm Ebû Yûsuf: (R.A.)'in: Bu şahıs, ister istisnayı bitişik söylesin, ister ayrı söylesin, sözüne inanılmaz." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Eğer bu şahıs istisna sözünü vasle­derse (önceki sözlere bitişik söylerse) sözüne inanılır; ayırırsa inanılmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Müslemün    ileyh    ile    sâhibü's-selem    ihtilâf    ederler    ve sâhibü's-selem:  "Sen,  bana mahalde ödemeyi şart koştun."  dediği hâlde, müsiemün ileyh: "Sana, başka mahalde veririm." derse; selem sahibi, müslemün ileyh'in sözüne uyması için cebredilir. Zehiyre'de de böyledir.

Selemin, —belli— bir mekânda Ödenmesi şart koşulduğu zaman, müslemün ileyh: "Onu, başka yerde teslim al ve kirasını da benden al." der; o da, böyle yaparsa; bu caiz olur. Ancak, kira alması caiz olmaz; almışsa, bu kirayı geri vermesi gerekir.

Bu hususta ise muhayyerdir: İsterse, o yerde teslim almaya razı olur; isterse, bunu reddederek, şart koştukları yerde teslim alır.

Eğer teslim alınan şey, elinde helak olursa, bu durumda bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

«Şayet "filan yerde ödendikten sonra, evine getirmesi" şart JSeşulursa (Meselâ: Bana, Semerkand'in filan yerinde teslim edecek, sonra da, filân yerdeki evime getireceksin." derse) bütün âlimlerimiz: "Bu caiz olmaz." buyurmuşlardır. Bu, kıyâsen de, istihsânen de böyledir.

Fakıyh Ebû Bekir Muhammed bin Selâm: "Bu selem, istihsânen caiz olur." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, önceden "evinde teslim edilmesi" şart koşulmuşsa; bâzı âlimler:    "Bu,    istihsânen    caizdir;    kıyâsen    ise,    caiz   değildir." buyurmuşlardır.

Hâkim eş-Şehîd: "Bu, kıyâs ve istihsândır. Ancak, bunun için yerin belirtilmemiş olması ve müslemün ileyhin hangi yerde olduğunu bilme­mesi gerekir.

Fakat, yer belirlenmiş olur veya müslemün ileyh o yeri bilmekte bulunursa, bu selem, kıyâsen de, istihsânen de caiz olur." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Sâhibü's-selem ile müslemün ileyh, belirlenen müddet geldikten sonra,    ödenmesi    şart    koşulan    yerin    hâricinde    karşılaşırlar    ve sahibü's-selem, müslemün fiyh'i, müslemün ileyh'ten isterse; o şedyin, bu yerdeki kıymeti, —teslimi şart koşulan yerdeki kıymetinin— aynı veya daha aşağı ise: "Zamanımızın bazı müellifleri, bu talebin doğru olmadığına fetva vermişlerdir.' denilmiştir. Bu cevap güzeldir; ancak, zaruret hâli müstesnadır.

Bu zaruret ise, müslemün ileyh'in başka bir memlekette ikâmet ediyor ve selemi —şart koşulan yerde— ödemeye gücü yetmiyor olması hâlidir ki, bu durumda, selemi, o yerde almak gerekir. Kunye'de de böyledir. [148]

 

5- Selemde İkâle, Sulh Ve Kusur Muhayyerliği

 

Selemde İkâle

 

Selemde ikâle ( = İki tarafın isteği ile alış-veriş akdinin bozulması) caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

iki taraf, müslemün fiyhin tamamında ikâle yaparlarsa, bu ikâle caiz olur.

Bunun, seleriı müddetinin geçmesinden önce veya bu müddet geçtikten sonra yapılması hâli de müsavidir.

Keza, re'sü'1-mâlin, müslemün ileyh'in elinde bulunması veya zayi olmuş olması halleri de müsavidir.

İkâle caiz olunca, re'sü'I-mâl apaçık bildirilen bir şey olur ve bu da müslemün ileyh'in elinde durmakta bulunursa; müslemün ileyh, onu, selem sahibine aynen iade eder.

Re'sü'1-mâl zayi olduğu hâlde, bunun misli varsa; müslemün ileyh, onun benzeri olan bu şeyi, sâhibü's-selem'e verir.  

Re'sü'l-mâlin benzeri  de bulunmazsa,  bu durumda,  müslemün ileyh, onun bedelini, selem sahibine öder.

Şayet, re'sü'1-mâl tam beyan edilmemiş bir şey ise, o zaman, duruyor olsa da, zayi olmuş bulunsa da, müslemün ileyh, sâhibü's-seleme onun benzerini Öder.

Keza,   sâhibü's-selem,   müslemün   fiyhi   teslim   aldığı   zaman karşılıklı ikâle yaparlar ve alınan şey de, selem sahibinin elinde dur­makta bulunursa, yine ikâle caiz olur.

Bu durumda selem sahibinin, aldığı şeyi geri vermesi gerekir.

Şayet, ikâle, müslemün fiyhin bir kısmında yapılmış ve bu işlem, belirlenen müddet geldikten sonra olmuşsa; o miktar için, ikâle caiz olur.

Geride kalan miktar, yarım veya üçte bir gibi belirli bir parça olunca, geride kalan kısmının selemi, zamanı gelinceye kadar, —bütün âlimlerimize göre— selemdir.

Eğer ikâle, belirlenen müddet gelmeden önce yapılmış ve bu ikâlede acele şart koşulmamışsa, geride kalan kısım hakkında da ikâle caiz olur.

İkâlede acele şart koşulmuş olsa bile, bu şart sahih olmaz; ancak, bu ikâle sahih olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kıyâs budur. Çünkü ikâle fesihtir. Bedâi"de de böyledir.

Eğer, sâhibü's-selem, re'sü'l-mâlin bir kısmını, ikâleden sonra isterse, bu istihsânen caiz olmaz. İmamlarımızın üçü de bunu kabul etmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

İkâle meclisinde, selem babında, ikâleden sonra re'sü'1-mâli almak, —âlimlerimize göre— ikâlenin sıhhatinin şartlarından değildir. Sağnâkî'den naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, bir kürr buğday için selem olarak verdiği cariyeyi, müsİemün ileyh teslim aldıktan sonra, karşılıklı ikâle yapsalar ve bu câriye de müslemün ileyhin elinde iken ölse; ikâle, yine de sahih olur.

Müslemün ileyh, bu durumda, cariyenin teslim aldığı gündeki kıymetini, sâhibü's-selem'e öder.

Şayet taraflar, ikâleyi taraflar öldükten sonra yaparlarsa; bu ikâle de caiz olur.

Müslemün ileyhin, bu cariyenin kıymetini ödemesi gerekir. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

— Selem sahibi, müslemün ileyhten,müslemün fiyhi satın alır ve bu işi  de,   re'sü'l-mâlin  ekserisini  veya  tamamını  teslim  etmeden  önce yaparsa; bu durumda, selem için ikâle yapılmış olur mu?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Bu satış sahih olmadığı gibi, ikâle de sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Sâhibü's-selem, müslemün fiyhi, re'sü'l-mâlin değerinden fazlaya veya o değere, müslemün ileyhe satsa, bu satış sahih olmadığı gibi; bu işlem ikâle de sayılmaz. Kunye'de de böyledir.

İki taraf, selemde ikâle yaptıktan sonra, re'sü'1-mâl hususunda ihtilâfa düşerse; bu durumda, matlûbun sözü geçerli olur.

Sâhibü's-selem, müslemün fiyhi teslim aldıktan sonra, taraflar selem hakkında ikâle yaparlar ve bu durumda alınan şey de, sâhibü's-selem'in elinde bulunur ve bilâhare de re'sü'l-mâlin miktarı hususunda ihtilâfa düşerlerse, karşılıklı yemin ederler. Şerhası'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Fetâvâyi Ebû'l-Leys'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsa, bir kürr buğday için selem yapar ve sahibü's-selem, müslemün ileyh'e: "Sana, selemin yarısını teberru ettim." der; müslemün ileyh de, bunu kabul ederse, re'sü'l-mâlin yarısının iade edilmesi gerekir. Çünkü bu ikâle, selemin yarısı hakkında yapılmış olur.

Bu, Ebû Nasr Muhammed bin Selâm'm kavlidir. Fakıyh Ebû Bekir el-fskâf da böyle söylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Sahibü's-selem, müslemün fiyhi, müslemün ileyhe bağışlarsa; bu —selem bakımından— ikâle olur.

Bu durumda, re'sü'l-mâlin iade edilmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fetâvâyi Attâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Karşılıklı ikâleden sonra, re'sü'l-mâlin eşya olması hâlinde, sâhibü's-selem'in, onu müslemün ileyhe satması caiz olur. Başkasına satması ise, caiz olmaz.

Bu hususta, nasrânîler hakkındaki hükümde aynıdır.

Bir hıristiyan, şarap için selemde bulunduktan sonra, bu iki hıris-tiyandan birisi müslüman olursa; bu durum da ikâle gibidir. (Yani, o pazarlık bozulmuş olur.) Hatta, fesihten sonra re'sü'i-mâli değiştirmek de caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

tbn-i Rüstem'in Nevâdiri'nde tmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, diğer bir kimseye, bir kürr buğday için on dirhem selemde bulunursa, bir seneye kadar bekler. Bu selemi ikâle ederlerse, bu ikâle, —müddetine kadar— caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer selem buğday olur, re'sü'l-mâlde yüz dirhem olursa,taraf­ların  iki yüz veya yüzelli dirheme anlaşma yapmaları bâtıl olur.

Ancak, "Seninle, yüz dirhem üzerine re'sü'l-mâlden sulh olduk." denilmesi hâlinde bu caizdir.

Keza, re'sü'l-mâlden, elli dirhem üzerine sulh olmak, selemin tamamı veya yarısı hakkında caiz olmaz. Burada "caiz olmaz" dan maksat, "ziyâde (- fazlalık) sabit olmaz." demektir. İkâle ancak, re'sü'1-mâl miktarmca vâki olur.

Bunu Şeyhu'l-İslâm, Şerhı'nde böyle zikretmiştir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî de, bu şekildeki ikâlenin batıl olduğuna işaret etmiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimsenin buğdayı için, iki kişi selemde bulunur ve bunlardan birisi, re'sü'1-mâl üzerine anlaşma yaparsa; tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu sulh bekletilir. Diğer şahsın razı olması hâlinde bu sulh caiz olur.

Bu şahıslar, re'sü'l-mâlden alınan kısma ortak oldukları gibi, selemden geride kalan kısma da ortak olurlar.

Bu şahıs, sulha izin vermezse, yapılan sulh bâtıl (= geçersiz) olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, sulh yapanla müslemün ileyh arasındaki sulh caiz olur.

Selem hususunda bir kefil bulunur ve bu iki sâhibü's-selemden birisi, re'sü'1-mâl üzerine, o kefille sulh yaparsa, bu sulh, asıl ile yapılan sulh   gibidir. Ve   bu   da   yukarıda   açıkladığımız   hilaf   üzerinedir.

Mebsût'ta da böyledir.

Bu hüküm, iki kişinin beraberce, bir kürr buğday için, bir şahsa, on dirhem teslim ettikleri zaman böyledir.

Bu şahıslar, o on dirheme ortak olmadıkları hâlde, on dirheme selem yaparlar ve sonra da, bu şahıslardan her biri, peşin olarak beşer dirhem verirlerse; bu durumu,İmâm Muhammed (R.A.) alış-veriş bah­sinde zikretmemiştir.

Bâzı âlimlerimiz Büyü* Şerhı'nde şöyle zikretmişlerdir: Bu selem, anlaşma yapan şahıs hakkında bi'1-icma' caiz olur.

Bâzıları ise: "Bu sahih değildir." demişlerdir.

Bu hususta, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin, el-Asıl'da zikredilen kavli, önce zikrettiğimiz kavli gibidir.

Sâhibü's-selem olan bu iki kişiden birisinin selem hakkında ve kendi hissesinde ikâle yapması hâlinde, hükmün ne olacağı hususunda alimle­rimiz, —yukarıda açıklandığı üzere— ihtilâf etmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Kendisi selem yapan bir kimse, bir de selem için kefil tayin etse ve bu kefil re'sü'1-mâl üzerine, sâhibü's-selem ile anlaşma yapsa, —bu anlaşmanın geçerli olabilmesi için, müslemün ileyh'in izni bekletilir.

Kefaletin onun emri ile veya onun emri olmadan tahakkuk etmiş olması da müsâvîdir.

Eğer bu şahıs izin verirse, sulh caiz izin vermezse bâtıl olur. Ve selem, hâli üzere kalır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Bir yabancının, bunun üzerine anlaşma yapması hâlinde de durum böyledir.

Bu, re'sü'1-mâl nükûd (= nakidler, dinar ve dirhemler) den olduğu zaman böyledir.

Eğer re'sü'1-mâl, köle, elbise ve benzerleri gibi bir ayn olursa; o zaman sulh müslemün ileyh'in iznine bağlıdır.

Kefilin ikâle yapıp, sâhibü's-selemin de bunu kabul etmesi hâlinde, hükmün ne olacağı hususunda âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir:

Bazıları: "İkâle ile sulh müsâvîdir." ; bazıları ise: "Müslemün ileyhin izni bekletilir." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müslemün   fiyh olan buğday teslim alındıktan sonra kusurlanır ve bu buğdayda önceden de kusur bulunursa;

İmâ m-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müslemün ileyh, o buğdayı sonradan meydana gelen kusuru ile geri almayı kabul ederse; selemi iade eder. Buna razı olmazsa, yine buğday onundur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Müslemün ileyh, buğdayı ayıplı olarak geri almaktan kaçınırsa; aldığının benzerini geri verir ve selem-deki şarta müracaat eder." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Müslemün ileyh, bu buğdayı nok­sanı ile kabul etmekten kaçınırsa; re'sü'l-maldeki noksanı kadarına mü­racaat eder." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, müslemün fiyhi teslim aldıktan sonra, onda bir ayb ( = kusur) bulursa, onu geri verir.

Müslemün ileyh, re'sü'l-mâlde ayıp (= kusur) bulursa muhayyerdir: İsterse, ona, kusuru ile razı olur.

İmâm  Ebû  Hanîfe  (R.A.)'ye  göre,  sâhibü's-selem,  bu  kusurlu re'sü'1-mâli —geri alıp— kabul etmekten kaçınırsa, bu durumda hakkı bâtıl (= geçersiz) olur. Onun, bunu reddetme hakkı da yoktur. Kusurun hissesine düşen hisse içinde de, müracaat edemez.

Bu, fazla kusurun, sâhibü's-selem'in yanında meydana gelmiş olması veya semavî bir âfetle yahut sâhibü's-selem'in kendi fiili ile mey­dana gelmiş olması hâlinde böyledir,

Ancak, bu zarar, bir yabancının fiili ile meydana gelmiş olursa, sâhibü's-selem, bu noksanlığın bedelini müslemün ileyhten alır. Kusurdan dolayı, onu geri verme hakkı yoktur.

Müslemün ileyh de, onu, fazla kusuru ile kabul etme hakkına sahip değildir. Kusurlandırmış olması sebebiyle, bu hakkı bâtıl olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Hişâm, Nevâdir'inde şöyle diyor:

İmâm Ebû Yusuf (R. A.)'tan sordum:

— Bir kimse, bir miktar bez için, on dirhem selem yapıp, o bezi alır ve kestikten sonra da, onda bir kusur bulursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

"— Bu şahıs, bu durumda, bezin kusurundan dolayı müracaat etme hakkına sahip değildir."

İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

  Bir kimse, başka bir şahsa, bir dirhemi buğday, bir dirhemi de pirinç için olmak üzere iki dirhem selemde bulunup, dirhemleri teslim ettikten sonra müslemün ileyh bu dirhemlerden birini kalp bulursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

  Şayet bu şahıs, dirhemlerin ikisini beraber vermişse; buğdayın da, pirincin de yarısı fâsid olur.

Bu şahıs, dirhemleri ayrı ayrı vermiş olur ve her ikisi için de beyyi-nesi bulunursa; buna göre, hangisi için selem yapmışsa, beyyine onun içindir.

İkisinin de beyyinesi yoksa; taraflar karşılıklı yemin ederler ve selemleri tamamen bâtıl olur.

İbrahim   bin   Rüstem,   İmâm   Muhammed   (R.A.)'ın   şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, diğer bir kimseye, beş ölçek buğday için, beş dirhem; beş ölçek arpa için de, beş dirhem selem yapar ve bu beşer dirhemi arpa ve buğday için ayrı ayrı verir ve taraflar birbirlerinden ayrıldıktan sonra da, dirhemlerden  birisi  kalp çıkar  ve  sâhibü's-selem:   "Bu,  buğday için verilen dirhemdir." dediği halde, müslemün ileyh: "Bu, arpa için verilen dirhemdir." dediği halde, müslemün ileyh: "Bu, arpa için verilen dirhemdir," derse; bu durumda, sâhibü's-selem'in sözü geçerli olur.

Şayet, bu şahısların ikisi de, o dirhemin hangisi için verilmiş olduğunu bilmiyorsa; müslemün ileyh, o kalp dirhemi, sâhibü's-seleme geri verir. Hem buğdayın, hem de arpanın beşte birini noksan öder.

Bişr bin Velid, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahsa, bir kürr buğday için on dirhem, bir kürr arpa için de, beş dirhem selem yapar ve önce buğday için olan on dirhemi sonra da arpa için olan beş dirhemi verir ve bilâhare de müslemün ileyh dirhemlerden ikisini, —taraflar birbirlerinden ayrıldıktan sonra— kalp bulur ve müslemün ileyh: "Bu buğdayın dirhemidir." sâhibü's-selem de: "Bu, arpanın dirhemidir." derse; müslemün üeyhin, sâhibü's-selem'in sözünü kabul etmesi hâlinde, bu sâhibü's-selem'in sözü geçerli olur.

Taraflar birbirlerinin doğru söylediğini kabul ettikleri hâlde, kalp dirhemlerin hangisine ait olduğunu bilmezlerse; bir dirhemin yansı on dirheme, yansıda beş dirheme ait sayılır. Buğdayın onda biri; arpanın da, yirmide biri noksanlaştırılır.

Şayet, on beş dirhem, bir defada verilmiş olursa; bu durumda buğdaydan, onda birin üçte ikisi; arpadan da, beşte birin üçte biri nok­sanlaştırılır. Muhıyt'te de böyledir. [149]

 

6- Selemde Vekâlet

 

Bir kimsenin, bir kürr buğday için selem yapmak üzere, başka bir şahsı vekil tâyin etmesi, bu vekilin de, selem şartlarına uygun olarak selem yapması caiz olur. Tekmile Şerhı'nde de böyledir.

Vekil, vakit gelince, müslemün fiyhin teslim edilmesini talep eder. Çünkü bu vekil, re'sü'I-mâl'i, selem yapmıştır.

Şayet vekil, müvekkilinin (— kendisini vekil tayin eden kimsenin) paralarını, müslemün ileyhe vermişse; müslemün fiyhi alıp, müvekkiline teslim eder.

Ancak, selem yapılan dirhem ve dinarlar bu vekilin kendisine aitse, müvekkiline bir şey teslim etmez. Müvekkiline müracaat ederek, ödediği nakdî ister. Zehıyre'de de böyledir.

Bunun içindir ki, vekil selemi teslim alınca, müvekkili dirhemleri ödeyene kadar, selemi âmirden hapsetmiş olur.

Şayet aldığı şeyler, vekilin yanında, henüz onu hapsetmeden önce helak olursa; bunlar emânet olarak helak olmuş bulunur.

Hapsedildikten sonra helak olması hâlinde ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, rehin bırakılmış bir şey gibi helak olmuş olur.

İmâm Mu hunime d (R.A.)'e göre ise, kıymeti ister az, ister çok olsun, borç düşer.

Şemsü'i-Eimme Serahsî: "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kav­lidir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Vekil, re'sü'1-mâli, müvekkilinin malından verir ve selem için bir kefil veya rehin alırsa, bu caiz olur.

Selem zamanı gelince vekil onu tehir eder veya müslemün ileyhde olan buğdayın bir kısımını teberru eder veya bağışlarsa, bu da caiz olur.

Bu durumda vekil, teberru ettiği veya bağışladığı şeyi, müvekkiline öder. Eğer vekil, selemi, müslemün ileyhe vermeyi terk ederse, bu da caizdir.

Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhainmed (R.A.)'in kıyâsına göre, buğdayı, vekilin kendisi, müvekkiline öder. Hâvî'de de böyledir.

Vekilin selemi  ikâle etmesi de caizdir.  Bu durumda vekilin, selemin benzerini müvekkiline, kendisinin ödemesi gerekir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Vekil selem akdi yaptıktan sonra, müvekkili re'sü'1-mâli vermesini emreder, vekil de vermeden giderse; bu selem ba'tıl (= geçersiz) olur.

Keza, selem üzerinde bulunan şahıs, re'sü'1-mâli almak için, başka bir şahsı vekil tayin eder; vekil de re'sü'1-mâli almadan, müvekkil kalkıp giderse; yine selem bâtıl olur. Zehıyre'de de böyledir.

Vekil, selemde müvekkiline muhalefet edip, onun söylediği şeyden başka bir şeyi selem yaparsa; bu müvekkil, dirhemlerini dilerse vekile; dilerse, müslemün ileyhe ödetir.

Müvekkilin, dirhemleri vekile ödetmesi hâlinde, bu selem vekile göre sahih olarak kalır.

Bu dirhemleri müslemün Üeyhin ödemesi hâlinde, bunu vekille aynı mecliste bulunduğu sırada ödemiş olur ve vekil de, bu müslemün ileyhe başka dirhemleri verirse, bu durumda selem caiz olur.

Ancak o meclisten ayrıldıktan sonra ödemişse; bu durumda selem bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, buğday için selem yapmak üzere, başka bir kimseye on dirhem verir; vekil de onunla başka bir şahıstan buğday satın alırsa; akdi âmirin dirhemlerine izafe etmiş olması hâlinde, bu akid âmir için yapılmış olur.

Ancak bu şahıs, akdi kendi dirhemlerine izafe ederse, akid kendi nefsi için yapılmış olur.

Bu şahıs, akdi, mutlak olarak on dirhem olarak yapar; sonra da ona, âmir adına niyyet ederse; pazarlık âmir için yapılmış olur.

Bu durumda kendisi için niyyet etmiş olması hâlinde ise, akid ken­disi için olmuş olur.

Bir niyyetinin olmaması halinde, şayet kendi dirhemlerini vermişse, pazarlık kendisi İçin yapılmış olur.

Âmirin dirhemlerini vermiş olması hâlinde ise, pazarlık âmir için yapılmış olur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmam Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu şahıs, âmir için pazarlığa niyyet etmedikçe, pazarlığı kendi nefsi adına yapmış olur.

Bunlar niyyet hususunda birbirlerine inanmazlar ve âmir: "Benim için niyyet ettin." dediği hâlde memur: "Kendim için niyyet ettim." derse; bu durumda, bİ'1-ittifak kimin dirhemleri verilmişse, akid ona ait olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsı, dirhemleri alması için vekil tayin  eder; o da dirhemleri aldıktan sonra müvekkiline geri verirse; bu durumda selem buğdayı vekile ait olur.

Vekil, buğday için selem yapar, bu selemi de müvekkil alır veya müslemün ileyhle birlikte pazarlığı bozarlarsa; bu istihsanen caiz olur.

Bu durumda, müslemün ileyhin, buğdayı vekile vermekten kaçınma hakkı da vardır. Hızânetü'I-Ekmei'de de böyledir.

Bir kimse, selem yapmaları için, iki kişiyi vekil tâyin edince, bun­lardan birisi selem yapsa, bu selem caiz olmaz.

Bu vekillerin ikisi birden selem yaptıktan sonra, birisi müslemün ileyhi terk ederse, âlimlerimize göre, bu selem, yine caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir kişinin, iki şahsı vekil tâyin etmesi hâlinde; bu vekillerden her biri, ayrı ayrı buğdaylar için, bir pazarlık ile onar dirhem selem yapar­larsa, bu selemler caiz olur.

Dirhemleri  karıştırdıktan sonra selem yaparlarsa, bu selem müvekkil için yapılmış olur.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu vekillerden her biri, bir şahsa, dirhemleri ayrı ayrı selem olarak verdikten sonra, bir şeyden dolayı, her birisi, bir şey için iddiada bulu­nursa, bu durumda, müslemün ileyhin sözü geçerli olur.

Müslemün ileyhin bulunmaması hâlinde ise, vekilin sözü geçerli olur.

Müslemün ileyh gelir ve vekil onu yalanlarsa; bu durumda da, müs­lemün ileyhin sözü geçerli olur.

Bir kimse, başka bir şahsı bez için vekil tayin ettiği hâlde, bu vekil, o bezi satarak, bedeli olan dirhemleri, buğday için, belirli bir müddete kadar selem olarak verirse; bu pazarlığı, —vekil— nefsi için yapmış olur.

Şayet müvekkil, vekile, bezi satmasını emrettiği halde, bedelinden söz etmez; vekil de onu satıp, bedelini belirli bir müddet için, buğday hakkında selem yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu selem âmir için yapılmış olur ve bu caizdir.

İmâmeyn'e göre ise, bu caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müvekkil, vekiline, dirhemleri, bizzat bir şahsa selem olarak vermesini ve. belirli bir müddet koymasını söylediği hâlde,  vekil bu dirhemleri, başka bir şahsa, selem olarak verse; bu selem caiz olmaz. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Selem için vekil tâyin edilen bir şahıs, seleme, bu selemi ifsâd edecek bir şart koşsa, bu vekile tazminat gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimsenin, bir başka şahsı, yiyecek hakkında, on dirhem selem yapmaya vekil tâyin ettiğinde, bize göre, yiyecek buğday ve undur. Bu, istihsândır.

Âlimler: "Bu hüküm, dirhemlerin çok olduğu zaman geçerlidir. Dirhemler az olursa, bu durumda, bunlar ekmekte de harcanır." demişlerdir.

Un hakkında iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden birine göre, un, buğday menzilindedir.

Diğer rivayette ise, un, ekmek menzilindedir.

Bu kıyâs, vekil hakkında, alış-veriş hakkında sabittir.

Bir kimsenin, bîr başka kimseyi, dirhemlerini, yiyecek için selem yapması hususunda vekil tayin ettiği zaman vekil, bu dirhemleri arpa veya benzeri bir şey için selem yaparsa, bu müvekkilinin isteğine muha­lefet olur.

Böyle bir durumda müvekkil muhayyerdir: İsterse, verdiği dirhemlerini vekile ödetir; isterse bu dirhemlerini müslemün ileyhten alır. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir kimsenin, selem akdi yapması için, bir zimmîyi vekil tayin etmesi, maalkerâhe (~ mekruh olmakla beraber) caizdir. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Selem için vekil kılınan bir kimse, selem yaptığı sırada gabu-i fahişte  bulunursa,   bu  selem  caiz  olmaz.   Fetâvâyi  Kâdîhân'da  da böyledir.

Bİr vekil, başka bir kimseyi, üzerinde selem bulunan bir şahıstan, onu almak üzere vekil tayin eder; vekil de o selemi alırsa, bu şahıs ondan berîolur.

Vekilin vekilinin onun oğlu veya kölesi yahut ücretlisi oiması hâlinde bu caizdir. Ancak, bu vekil yabancı ise, önceki vekil, müslemün fiyh bu vekilin elinde zayi olması hâlinde, önceki vekil onu, müvekkiline tazmin eder.

Eğer ikinci vekil, müslemün fiyhi, birinci vekile verirse, o, tazmi­nattan kurtulur. Hâvî'de de böyledir.

Selem için vekil tâyin edilen bir şahıs, başka bir şahsı —bu hususta— vekil tâyin edemez. Ancak müvekkili, bu vekile: "İstediğin her şeyi yap." demişse, bu durumda, o vekilin de, bir şahsı vekil tayin etmesi caiz olur. Hizânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Selem için vekil kılınan şahıs,  kendi nefsine veya müfâveda ortağına yahut kölesine selem yaparsa, bu seiem caiz olmaz.

Ancak ınân ortağına selem yaparsa, bu selem caiz olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu vekilin kendi oğluna veya karısına yahut ana-babasına selem yapması da caiz olmaz.

İmâmeyn ise, buna muhaliftir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir müvekkil, vekiline: "Malımı, kendine selem yap." dediğinde, eğer bîr şahsı belirlemişse, vekâleti bi'1-icma' caiz olur.

Keza, bir kimseyi tayin etmemiş olması hâlinde de, İmâmeyn'e göre, bu vekâleti caiz olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R;A.): "Bu vekâlet sahih olmaz." buyurmuştur. Yenâbi"de de böyledir.

Bir vekil, müvekkilinin emri ile dirhemleri selem yaptığında, teslim zamanında, müslemün ileyh, kalp dirhemleri getirerek: "Ben, bunları kalp buldum." derse; onun bu sözü doğrulanır.

Eğer selem teslim edilirken, müslemün ileyh bizzat kendisi, hazır bulunsaydı, sözüne inanılmazdı.

Müslemün ileyh, dirhemler ödenirken kalp olmadıklarını ikrar eder veya re'sü'1-mâli isterse; bu durumda, "akçelerin zayıf olduğunu" söylemesine itibar edilmez; sözü dinlenmez ve beyyinesi kabul edilmez. Bu şahıs, hasmına karşı yemin de etmez. Mebsût'ta da böyledir.

Pamuk  için  selem  yapılması  hâlinde,   bunun  yerine,   kozası verilmez.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başka bir kimseye, bir kürr buğday için, bir köle selem eder ve bu köleyi müslemün ileyhe teslim ettikten sonra; müslemün ileyh bu köleyi bir başkasına satıp teslim eder; müşteri bu kölede bir kusur bulunca, hâkimin hükmü olmadan, onu, müslemün ileyhe geri verdikten sonra, müslemün ileyh ile sâhibü's-selem bu bey'-selemi bozarlar ve sâhibü's-selem, müslemün ileyhe: "Kölemi bana geri ver. Selemi sana teberru eyledim." veya "Bu köleye yaptığım selemden, sana teberru eyledim." yahut "Bu köle ile yapılan selemi bana ikâle eyle." derse; bunların hepsi de bâtıl olur.

Şayet: "Selemi bana ikâle eyle." dediği hâlde köleden bahsetmez veya "Selemden teberru et; re'sü'1-mâli al." dediği hâlde, köleden bah­setmezse, selem bozulur ve re'sü'î-mâl olarak, kölenin kıymetini ödemesi gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, bez karşılığında bir köle satar ve bu bez de, zimmetle mevsuf olursa; bu durumda iki vecih vardır:

1) Ya bez için belirli bir müddet tayin eder; 2) Veya böyle bir müddet tâyin etmez.

Birinci veçhe göre, bu alsş-veriş caiz olmaz; ikinci veçhe göre ise, caiz olur. Vakîâtü'l-Hüsârmyye'de de böyledir.

Sahibü's-selem'in (= peşin para veya mal vererek, karşılığındaki malı sonradan alacak olan müşteri = selem sahibi), re'sü'l-mâlde ( = peşin olarak verilen para veya malda) artırım yapması, —bunu hemen yapması hâlinde— caizdir.

Bunu sonraya bırakması hâlinde, artırımda bulunması caiz olmaz. Ancak, artırdığı miktarı, aynı mecliste peşin olare' öderse; bu sahih olur.

Şayet artırımdan önce taraflar ayrıhrlarsa, selemin, bu artım mik­tarı kadarı bâtıl (= geçersiz) olur.

Şayet müslemün ileyh (=   malı sonradan verecek olan satıcı) artinrsa; bu durumda bakılır: Eğer re'sü'1-mâl (= peşin olarak verilen para veya mal) ayn olur ve o da, hâlen durmakta bulunursa, —acilen de olsa, müddetli de olsa— bu caiz olur.

Eğer re'sü'1-mâl borç olur ve müslemün ileyh ayn olanı artırırsa, —âcil de olsa, teennî ile de olsa— bu da caiz olur.

Eğer borcu, dirhem ve dinar olarak artırırsa, artırılan bu şeyin aynı mecliste teslim alınması şart kılınır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [150]

 

19- KARZ, İSTİKRAZ VE İSTİSNA

 

Kar/: Ödünç verilen mal demektir.

Bir kimsenin nakit ve mekîlat gibi bir malını, bilâhare mislini almak üzere, bir şahsa vermesine de karz ve ikraz denir.

Malını bu şekilde ödünç veren kimseye Mukriz; Ödünç alan kimseye de Müstakriz adı verilir.

Ödünç alma işine İstikraz da denir.

Tekârüz ise, iki şahsın karşılıklı olarak birbirlerinden ödünç alması demektir.

Bir ödünç mukabilinde alınan nemaya rıbh (= faiz) denilir.

Faizsiz olarak verilen borca da karz-i Hasen denilmektedir.

Mekîl (= ölçekle ölçülen), mevzun (= terazi ile tartılan) ve adedî-i mütekâribe (=   biri ile bütün fertleri arasında,  kıymet bakımından mühim farklar bulunmayan, yumurta ve ceviz gibi, sayı ile alınıp satılan şey) gibi mislî (= çarşı ve pazarda, fiatının değişmesini gerektirecek mühim bir fark olmadan, mislinin —benzerinin bulunabildiği) şeyleri, ödünç vermek caizdir.

Hayvan, elbise ve adedî-i mütefâvite (= biri ile bütün fertleri arasında kıymet bakımından farklılıklar bulunan, karpuz ve kavun gibi ma'dudattir ki, bunların hepsi de kıyemiyâttandır.) gibi şeyleri ödünç vermek caiz değildir.

Karz-ı fâsid ile alınan borç mülktür. Çünkü, fâsid olan bu borç, meçhul olan misli ile temlik olur.

Karz-ı caiz, müstakrız'ın (- borcu alan şahsın) elinde duruyorsa, iade edeceği şeyi belirlemesi gerekmez. Bu müstakriz muhayyerdir: İsterse, borç aldığı şeyi geri verir; isterse, o şeyin benzerini geri verir. Serahsî'nin Muhıyiı'nde de böyledir.

Karz'ın caiz olmadığı yerlerde, ondan faydalanmak da caiz olmaz. Ancak, onun satılması caiz olur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ekmeği —sayı ile değil de— tartı ile  ödünç  almak sahihtir. Fetva   da   bunun   üzerinedir.   Kâfî'de  de böyledir.

Hisıım,   Nevâdiri'nde,   İmâm   Ebû   Yûsuf   (R.A.)'un   şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Buğday ve unu, tartıyla ödünç almakta zaruret olmadığı gibi hayır da yoktur.

Tartılması hâlinde, hurma da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

el-Asıl'da şöyle zikredilmiştir:

Un, tartı ile ödünç alınınca, tartı ile geri verilmez, taraflar, bu un'un kıymeti üzerinde anlaşma yaparlar.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan gelen başka bir rivayete göre ise, unu da, tartı ile ödünç almak, —halk arasında böyle yapılması örf ise— istihsânen caiz olur.

Fetva da, buna göredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ağaç, odun, kamış ve diğer kokulu ve yaş şeylerle baklagillerin Ödünç alınması caiz olmaz.

Ancak kına, visme ve reyhan denilen kuru otlar, —tartılıp ölçülüyorlarsa— bunların ödünç alınmasında bir beis yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Kağıdı, sayı ile Ödünç almak caizdir. Hulâsa'da da böyledir.

Cevizi ölçekle, patlıcanı da sayı ile borç almak caiz olur.

Ibn-i Selâm'dan, Fetâvâyi Attâbiyye'de rivayet edildiğine göre, kerpiç, kiremit, tuğla gibi şeyleri, —değişik durumlarda olmazlarsa— sayı ile ödünç almak caiz olur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Esahh olan rivayete göre, ödünç at almak caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eti, tartı ile ödünç almak caizdir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Yurdumuzda, hamuru tartı ile ödünç almak caizdir. Muhtar olan da budur. Muhtâru'l-Fetâva'da da böyledir.

Zâferânı tartı ile ödünç almak caizdir; ölçü ile ödünç almak caiz. değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Buz'u, tartı ile ödünç almak caizdir. Bir kimse, yaz gününde ödünç aldığı buz'u, kış gününde teslim ederse borcundan kurtulmuş, onu zimmetinden çıkarmış olur.

Buz, kıyemî (= Çarşı ve pazarda misli bulunmayan veya bulunsa bile, fiat bakımından aralarında farklılıklar olan) bir şeydir.

Buz sahibinin, borçluya: "Bu sene, onu senden almıyacağım." demesi hâlinde, Ebû Bekir el-İskâf: "Ben, bunu (n cevabını) bil­miyorum." demiştir.

Bunun çaresi: Borçlu, alacaklının buzunun ağırlığı kadar buzu, alacaklının buzluğuna bırakarak, borcundan kurtulur.

Kadî'1-İmâm Falmfd-dîn: "Borçlu bu durumu hâkime bildirir. Hâkim de, borçluyu aldığının mislini ödemesi; alacaklıyı ise, bunu kabul etmesi hususunda cebreder.

Bir kimse, başka bir kimseden ödünç aldığı buğdayı, onun narhı (= fiatı) değişmeden, mislini geri vermek istediği halde, alacaklı kabul etmekten kaçınırsa; hâkim, alacaklıyı, onu kabul etmesi için cebreder. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Altın ve gümüşü tartı ile ödünç almak çâiz olur; bunları sayı ( = aded) ile ödünç almak ise caiz değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi'de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, üçte biri gümüş, üçte ikisi bakır olan dirhemleri, aded ile ödünç alır ve bu halk arasında yapılagelmekte olan bir hâl olursa, bu şahsın da, böyle yapmış olmasında bir beis yoktur.

Ancak, halk arasında böyle bi ruygulama yaygın olmaz ve bunlar tartı ile alınıp verilmekte bulunursa; bu durumda, bunların sayı ile ödünç alınması caiz olmaz; fakat, tartı ile ödünç alınması caiz olur.

Şayet dirhemlerin üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır olursa; bu dirhemlerin, ancak tartı ile ödünç alınmaları caiz olur.

Teamül sayı ile olsa bile hüküm böyledir.

Dirhemlerin yarısı gümüş, yarısı bakır olunca da, bunların, ancak tartı ile ödünç alınmaları caiz olur.. Muhıyt'te de böyledir.

Alımp-satılması eâiz olan davar gübresinin ve kıymet sahibi olan bu cinsten şeylerin ödünç alınmaları da caizdir.

Hüsâmü'd-dîn'in Vâkıâtı'nda şöyle zikredilmiştir:

Davar gübresi, kıymet sahibi şeylerdendir. Telef olduğu zaman, mislinin kıymetinin ödenmesi gerekir. Bundan dolayıdır ki, ödünç alınması caiz olmaz.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, müddetli olarak ödünç alır veya ödünç aldıktan sonra müddeti şart koşarsa; bu durumda müddet bâtıl (- geçersiz) olur. mal ise, hâli üzere kalır.

Ancak, bir kimsenin malından vasıyyet ederek: "...bir  ay müddetle..." demesi bunun hilâfınadır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Borcu, helak olduktan sonra veya helak olmadan önce te'cil etmekte bir fark yoktur. Sahih olan da, budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu borcun geriye bırakılması için çâre şudur: Borç alacak olan şahıs, borcunu başka bir kimseye havale eder; borç  veren de, bu şahsa mühlet verir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

İmânı Muhammed (R.A.), Kitâbü's-Sarf da şöyle buyurmuştur; "İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.), menfaat temin eden her borcu kerih görürdü."

İmâm Kerhî: "Bu —kerih görülen— menfâat, akid esnasında şart köşlan menfâattir." buyurmuştur.

Meselâ: Bir kimsenin, diğerine: "Ekmek vermek üzere, ödünç buğday ver.'' demesi veya buna benzer bir şey söylemesi gibi...

Akid yapılırken, bir menfâat şartı koşulmadığı hâlde; borç olan şahıs, aldığından daha iyisini verirse; bunda bir beis yoktur.

Bir kimse, borç alacağı bir şahıstan daha pahalı eşya satın almak üzere, dirhem ve dinarlar borç alması mekruh olur.

Ancak, eşya almayı şart koşmadan borç alır ve bu borcu aldıktan sonra, W pdisine borç veren şahıstan daha pahalı eşya satın alırsa, İmâm Kerhî'y- &öre, bunda bir beis yoktur.

Hassâf ise: "Ben, bunu hoş görmüyorum." demiştir.

Şemsirl-Eimme Halvânîde: "Bu, haramdır." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.), Kitâbü's-Sarf'da şöyle buyurmuştur: "Hakikaten, selef bunu kerih görürdü."

Hassaf, bunun kerih olduğunu zikretmemiş; ancak: "Ben, bunu hoş görmüyorum." demiştir. Bu da kerâhate yakındır; fakat, ondan biraz aşağıdır.

İmâm  Muhammed  (R.A.),   bunda  bir  beis  görmemiştir.   Ve Kitâbü's-Sarf'ta: "Borç alan şahsın, borç veren şahsa, fasılasız bir şey vermesinde bir beis yoktur." buyurmuştur.

Şeyhu'I-İslâm Hâherzâde, seleften naklen: ''Bu, menfaat üzerine hamledilir. Borç alındığı sırada menfaati şart koşmak, hilâfsız olarak mekruhtur." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bu menfaatin olmadığı zamana hamledilir. Borç alınıp verilirken, hediyeleşmek şart koşulsa bile, bu, hilâfsız olarak mekruh olmaz.

Bu borç alma işinin, alım-satım işinden önce yapılması halindedir.

Fakat, alım-satım işjemi, borç işleminden önce olursa (ve meselâ: Bir kimse, diğer bir şahıstan, yüz dirhemlik iş ister; iş istenilen şahıs da, iş isteyene kıymeti yirmi dirhem olan bir kumaşı, kırk dirheme satar ve daha sonra da, ona altmış dirhem verir ve borç verenin, borç alanda yüz dirhemi olduğu halde, borç alanda, seksen dirhem hâsıl olursa); Hassâf: "Bu caizdir." buyurmuştur.

Bu, Muhammed bin Seleme'nin yoludur. Bu zat, Belh imâmların-dandır.

Muhammed bin Seleme, şöyle rivayet etmiştir:

Bir şahıs, kumaşı olan bir kimseden borç almak istediği zaman, kumaş sahibi, önce o kumaştan, pahalı olarak satar, sonra da, ihtiyacı kadar dinarları ona borç olarak verir.

Âlimlerin pek çoğu, bunu kerih görmüşler ve: "Bu, menfâat çeken borçtur." demişlerdir.

Bazı alimler ise: "Eğer bu, aynı mecliste olursa mekruh olur. Ancak, iki ayrı mecliste olmuşsa, bunda bir beis yoktur." demişlerdir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, Hassâf ve Muhammed bin Seleme'nin kavilleri ile fetva vermiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Alacaklı olan şahsın, borçlu şahıstan hediye almasında bir beis yoktur,

Ancak, bu gibi şahısların hediye kabul etmekten kaçınmaları, —veren şahsın, borçlu olduğu için verdiğini bilmesi hâlinde— daha efdal olur.

Fakat, bunu borçlu olduğundan dolayı değilde, akrabalık veya ara­larındaki dostluktan dolayı verdiğini biliyorsa, o hediyeyi almaktan kaçınması gerekmez.

Keza borçlu, cömertliği ve iyiliği ile tanınan bir kimse ise, onun hediyesini almakta da bir sakınca yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Borçlunun böyle bir özelliği yok ve durumda şüphe varsa, ondan hediye almaktan sakınmak; hatta, borçlu olduğundan dolayı hediye etmiyor olsa bile ondan kaçınmak en iyi davranış olur.

İmâm Muhammed (R.A.): "Borçlu şahsın dâvetine, ondan ala­caklı olan kimsenin gitmesinde bir beis yoktur." buyurmuştur.

Şeyhu'I-İslâm: "Bu cevap, hükümdür." demiştir.

Fakat, alacaklı şahıs, borçlunun bu daveti borçlu olduğundan dolayı tertip ettiğini biliyorsa, eftâl olan bu daveti kabul etmekten kaçınmasıdır. Alacaklı, böyle bir hâlden şüpheleniyorsa, yine bu daveti kabûi etmekten kaçınması efdâl olur.

Şemsü'l-Eimme, şöyle buyurmuştur:

İmâm Muhammed (R.A.)'in bu sözü, borç etmeden önceki duruma hamledilir.

Bu şahıs, borç etmeden önce hiç davet etmez veya her yirmi günde bir davet eder de,borçlandıktan sonra, her on günde bir veya daha sık davet ederse; işte bu helâl olmaz; çirkin olur.

—Borçta, tercih hakkının şart koşulmamış olması hâlinde— borcun bedelinde tercihte bulunmakta bir beis yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin,başka bir şahıstan dirhem cinsinden alacağı ölür ve bu şahıs alacaklı olduğu şahsın dirhemlerine zafer bulursa; —alacağının vadeli olmaması hâlinde— bunları borç yerine alabilir.

Ancak, alacaklı şahıs, borçlunun dinarlarını almaya imkân bulursa, zâhiru'r-rivâyede bunları alamaz. Sahih olan da budur.

Borçlu bir kimsenin, alacaklısına, borçlu olduğu şeyin daha iyi (ve kıymetlisini vermesi hâlinde, alacaklı şahısbunu alması için cebredilemez.

Borçlu bir kimsenin, alacaklısına, —kıymet bakımından— borç ettiği, şeyden daha noksanını vermesi hâlinde de, alacaklı şahıs bunu kabul etmeyebilir.

Ancak, kabul etmesi hâlinde bu da caiz olur. Nitekim, borçlu şahıs, borcunu; borcettiği şeyin dışında bir şeyle ödemesi hâlinde de durum böyledir. Sahih olan da budur.

Borçlu bir şahıs, vadeli olan borcunu, vâdesi gelmeden öderse; alacaklı şahıs borçlunun verdiğini almaya cebredilir.

Borçlunun, tartı bakımından borcundan daha fazlasını verirse bu fazlalığın, iki tartılış arasında cereyan edecek kadar olması hâlinde, bu caiz olur.

Bu miktar, bütün âlimlere göre, bir dânik'in yüzde biri kadarıdır.

İki tartı arasındaki fazlalığın azı, bir dirhem; çoğu ise, iki dirhem kadardır.

Yarım dirhem hususunda ise ihtilâf edilmiştir.

Ebû Nasr ed-Debbûsî: "Yarım dirhem, yüz dirhemlik bir miktar için çok sayılır ve sahibine iade edilir." demiştir.

Şayet, fazlalık iki tartılış arasında cereyan etmeyecek kadar çok olur ve borçlu da bunu bilmemekte bulunursa; bu fazlalık sahibine geri verilir.

Şayet, borçlu bu fazlalığı bilir ve bunu bile bile verirse; bu alacaklı şahsa helâl olur mu?

Verilen dirhemlerin sağlam {= katışıksız, değeri tam) olması ve bu durumun veren ve alan tarafından bilinmesi hâlinde; bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, Basra'da ödenmesi şartı ile Kûfe'de borç vermesi caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da,    İbrahim,    İmâm   Muhammed (R.A.)'in   şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Bana, bin dirhem borç ver. Ben de sana, şu tarlamı emânet bırakayım; dirhemlerin bende durduğu müd­detçe, bu tarlayı ek, biç; ziraat yap." der; borç veren de böyle yapar ve tarla sahibine tasaddukta bulunmazsa; bu durum mekruh olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, gümüşü az ve bakırı çok olan dirhemlerin veya pulları borç olarak alır ve bunlar da geçmez olurlarsa; borç alan şahıs bu bor­cunu, öylece geçmez dirhem ve pullarla öder; bunların kıymetlerini, borçlanmaz."

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bu borçlu, onları, teslim aldığı günkü kıymeti ne ise, o kıymeti öder." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) de: "Bu borçlu, Ödeyeceği son gündeki kıymeti ne ise, bu değeri öder." buyurmuştur.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Zamanımızın[151] bazı âlimleri, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre fetva vermişlerdir.

Zamanımıza göre, doğruya en yakın olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

Bir şahsa, Buhârâ'da Buhârâ Dirhemleri ile borç vermiş olan bir kimse, sonradan, alacaklı olduğu şahsa, onun, bu dirhemleri ödemeye gücünün yetmiyeceği bir yerde rastlarsa; ona, oraya gidip gelebileceği süre kadar mühlet verir. Dirhemlerin kıymetini almaz. Durumu kefil ile tevsik etmez.

"Bu hüküm, alacaklının, borçlu ile, dirhemleri verdiği beldede karşılaşması hâlinde böyledir." Şayet borçlu borcunu o beldede ödeye-mezse mühlet verilir. Fakat, karşılaştığı yer, başka bir belde ise; orada dirhemlerin   kıymetini   öder."   denilmiştir.   Fetâvâyi   Kâdîhân'da  da böyledir.

Bir nasrânî (= hiristiyan), diğer bir nasrâniye borç şarap ver­dikten sonra müslüman olursa; bu şarap borcu sakıt olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, borç alanın müslüman olması hâlinde de, bu borç sakıt olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Müslüman olan borçlu, o şarabın kıymetini, alacaklı olan hıristiyana öder." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlide budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse mekîlât (= ölçekle ölçülen şeyler) veya mevzûnât (= ağırlık birimi ile tartılan şeyler) den, bir şeyi borç alır ve bu şey insanların elinde tükenirse; alacaklı, o şeyin yenisinin çıkmasına kadar beklemeye cebredilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Muhtar olan da budur. Fetva da, bunun üzerinedir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimseden geçen dirhemler alacağı olan bir şahıs, o kimseden kalp veya geçmeyen dirhemleri rızası ile alırsa;.bu caiz olur. Onu infâk etmesi kerih olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Kalp ve geçmez dirhemleri borç almak mekruhtur. Borçlu, bu dirhemlerin mislini öder. Eğer, bu dirhemler hiç geçmezse, borçlu bunların kıymetini öder.'' buyurmuştur.

Bir kimse, başka bir şahıstan, buğdayın ucuz olduğu bir beldede borç (buğday) alır ve alacaklı şahıs, bu borçluya, buğdayın pahalı olduğu bir yerde rastlarsa; bu alacaklı, buğdayını, orada alabilir.

Bu borçlunun, borcu olan buğdayı elinde tutup, onu —alacaklıya— vermeme hakkı yoktur. Ve bu durumda, borçluya "buğdayı, borç aldığı yerde ödemesi" emredilir. Bu şekilde hüküm verilmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa, bin dirhem borç verip borç alan da bunu teslim aldıktan sonra, mukriz (= ödünç veren), müstakrize ( = borç alana): "Sende olan dirhemlerimi, dinara çevir." der ve bir şahıs tayin ederek, borçluya, "bu işi, bu şahısla beraber yapmasını söylerse; o şahsın böyle yapması hâlinde bu caiz olur.

Şayet mukriz, bir şahıs tâyin etmeden, müstakriz böyle yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Borç veren bakımından, bu caiz olmaz." buyurmuştur.

Şayet talip (alacaklı), borçludan dinarları alır; borçlu da bunları kendi ihtiyarı ile verirse; âlimlerimizin ekserisine göre, bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahısta alacağı olan bin dirhemin yüz dirhe­mini, anlaşarak bir müddet ertelerse; bu anlaşma sahih ve yüz dirhemlik alacak ertelenmiş olur.

Bir kimse, başka bir şahsa, borç olarak bir kürr buğday verdikten sonra, müstakriz (=  borç alan), borç aldığı bu buğdayı, dirhemler karşılığında satın alsa; bu alış-veriş, —bu buğday, borç alan şahsın elinde bulunsun veya bulunmasın— caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mecliste, peşin olarak caiz olan alış-veriş, geçmiş zaman için de sahih olur. Ancak, bunun bedeli peşin olarak verilmemişse, alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.

Bu, müstakriz'in, mukriz'e, bir kürr buğday vermesinin gerekmekte olması hâline muhaliftir.

Bu şahıslar, birbirlerinden ayrılmış olsalar bile, bu mallarım birbir­lerine satabilirler.

Bu durumda müşteri, aynı mecliste peşinen ödedikten sonra, buğdayda kusur bulursa; bu kusurundan doiayı, buğdayı geri veremez. Ancak, aldığının mislini ödemesi gerekir. Ve bu kusurundan dolayı, satıcıya müracaat edip, kusurunun bedelini alır.

Alınan borcun zayi olmuş olunması hâlinde, cevap, yukarıda söylediğimiz gibi umûmîdir.

Keza, keylî ve veznî şeylerde de cevap aynıdır. Ancak, dirhem ve pulların borç olması hâlinde cevap başkadır. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu bulunan bir şahsın, borçlu olduğu bir kürr buğdayı, misli ile satın alması bu borç ayn ise caiz olur; ancak, deyn ise, caiz olmaz. Ancak, bu da aynı mecliste olursa caiz olur.

Borçlu şahıs, borç olarak aldığı şeyde bir kusur bulsa bile, bu kusur sebebiyle,  kendisinden alacaklı olan şâhsa müracaat edemez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsa, bir kürr buğday verip, müstakriz de bunu   teslim   aldıktan   sonra,   bu   müstakriz,   bizzat   bu   buğdayı, mukriz'den satın alırsa; bu durumda, bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Ve, bu borcun noksanını tazmin etmez.

Fakat, bu bir kürr buğdayı, mukriz (= borç veren), müstakriz'e ( = borç alana) satarsa; bu alış-veriş sahih olur. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa, sağlam ve geçerli yüz dirhemi borç verir; müstakriz onu teslim aldıktan sonra da, bu müstakriz, bu yüz dirhemi, mukrizden, on dinara satın alırsa; bu alış-veriş sahih olur.

Ancak, bu alış-verişin sahih olması hâlinde, taraflar, bu meclisten, yüz dirhemin bedeli olan on dinarı teslim'den önce aynîırlarsa; bu sarf (= nakdi, nakidle satmak)bâtıl(= geçersiz)olur.

Ancak, aynı meclisten aynlınmadan bedel tesiim alınmış olursa; bahsi geçen bu akid sahih olur.

Şayet, dirhemleri borç almış bulunan şahıs, bunları kalp veya geçmez bulursa; bunları geri veremez; kusurları sebebiyle, borç veren şahsa da müracaat edemez.

Ancak, bunları hileli bulur veya bu dirhemler bakır olursa; borç veren şahsa iade eder.

Aynı meclisten ayrılmadan önce, on dinar peşin olarak verilir ve yüz dirhem de geçerli olarak alınırsa, bu akid sahih olur.

Meclisten ayrılmış olmaları hâlinde, bu sarf bâtıl olur. Bu durumda, borç alan şahıs, dinarlarını geri alır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir şahsın borcu, dinar veya fülüs cinsinden olur ve bu şahıs, bun­ları, dirhemler karşılığında satın alır ve sonra da, kalp geçmez veya hileli bulursa; cevap, dinarlar hakkında ki cevabın aynıdır.

Keza, kalp veya geçmez olan fülüsler hakkındaki cevap da böyledir.

Ancak, fülüs hileli olur ve taraflar, dirhemler alındıktan sonra, bir birlerinden ayrılmış bulunurlarsa; bu akid caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Hulâsa'da şöyle denilmiştir:

Borçta, teslim almadan önce de, tasarrufta bulunmak sahihtir. Çünkü, böyle yapmak caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticâret yapan köleye, mükâteb'e, küçük çocuğa ve bunamış kim­seye borç vermek caiz olmaz. Çünkü bu gibi kimseler, üzerlerine vacip olmadığı hâlde iş yapan kimselerdir.

Bir kimse, küçük bir çocuğa veya bunamış bir kimseye borç verir ve bunlar da, aldıkları bu şeyi zayi ederlerse; ödemeleri gerekmez.

Ebû Süleyman'ın müshalarında, "Bu sözün İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Mııhammod (R.A.)'in kavli olduğu" yazılmıştır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bunlar da, zayi ettikleri bu şeyi öderler." buyurmuştur. Sahih olan da budur.

Bir kimse, ticaretten men edilmiş bir köleye borç verir; bu köle de, borç aldığı şeyi helak ederse; bu şahıs, o köleden alacaklı olduğu şeyi, —bu köle azâd oluncaya kadar— alamaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, —emânet bırakılan şeyin alın­ması gibi— bu da alınabilir.

Borç veren şahıs, borç vermiş bulunduğu malının bizzat kendsini, yukarıda söylediğimiz şahıslardan hangisinin yanında bulursa, ondan alma hakkına sahiptir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Benim için, filan şahıstan on dirhem borç al." der; memur edilen bu şahıs da, bu borcu teslim alır ve: "Âmire verdim." der; âmir ise: "Almadım." diyerek bunu inkâr ederse; bu borcu, memurun ödemesi gerekir. Âmire karşı söylemiş bulunduğu söze inanılmaz.

Bir kimse, diğer bir şahsa: "Bana, şu kadar dirhem borç gönder." diye mektup yazıp, bu mektubu, başka bir şahısla gönderir ve o şahıs da istenileni yollarsa; Ebû Süleyman'ın, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan rivayet ettiğine göre, "o yollanılan dirhemler, gelip âmire ulaşıncaya kadar, onun malı olmuş sayılmaz."

Bir kimse, başka bir şahsa, bir adam göndererek,—bu adam vası­tası ile—:  "Bana, on dirhem borç gönder." der; o da: "Olur." diyerek, o adamla on dirhemi gönderirse;  o  adamın,   aldığını ikrar etmesi hâlinde, borç alınan şey helak olunca, bu borcu, âmir öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, bin dirhem borç almak üzere gönderir; bu şahsın aldığı borç da, bu şahsın yanında iken zayi olur ve bu elçi, borç istemesi  için  gönderilmiş  bulunduğu  şahsın,   gönderen   şahsa  borç verdiğini ikrar ederse; bu borcu, elçiyi gönderen şahsın ödemesi gerekir.

Şayet bu elçi: "Gönderildiğim şahıs bana borç verdi; ben de, onu helak ettim." derse; bu durumda bu borcu, kendisi öder.

Hasılı kelâm: "Borç almak üzere vekil tâyin edilen şahsa, borç vermek caizdir. Bundan borç almak ise, caiz değildir.

Bir kimsenin, borç almak üzere, bir şahsı elçi olarak göndermesi caizdir.

Âmir, bu vekili borç için gönderirse; bu durumda borç, âmirin borcu olur.

Şayet, bu vekil, borcu kendi nefsine izafe ederse; kendisi için borç etmiş olur. Ve müvekkilini, o borçtan men edebilir.

Şayet müvekkil, bir şeyi vekiline rehin olarak bırakırsa; vekil onu, borcuna karşılık olarak rehin almış olur. Ve bu durumda rehin için bir ödemede bulunmaz. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir şahıstan on dirhem borç alan bir kimse, kölesini, onu teslim alması için gönderince, borç veren şahıs: "Ben, onu efendine verdim." der; köle de: "Ben, onu efendime verdim." diye ikrar eder; efendi ise, bunu  inkar  ederek:   "Köle,   on  dirhemi  teslim  almadı."  dese;   bu durumda, efendinin sözüne inanılır. Kendisine bir şey gerekmez. Bu durumda,     borç    veren    şahıs    da,     köleye    müracaat    edemez. BahruY-Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, başka birinden bir kürr buğday borç alır ve "bu buğdayın, kendi tarlasına ekilmesini" emrederse; bu borç sahih olur. Bu buğday, borç alan şahsın mülküne vâsıl olmuş bulunduğu için, o şahıs, bu buğdayı teslim almış olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahıstan, borç alarak dirhemler istediğinde, borç verecek şahsı, dirhemlerle gelir ve borç isteyen şahıs, ona: "O dirhemleri suya at." der; o da atarsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda, borç isteyen şahsa bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin, bir şahsa vekil olmuş bulunan bir şahsa borç ver­mesi, —müvekkil hazır bulunsun veya bulunmasın— caiz olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse,  "filan şahıstan bin dirhem kalp para veya geçmez dirhemleri aldığını" söyler ve bunları harcar; borç veren şahıs da "bun­ların geçen dirhemler olduğunu" söylerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, dirhemlerin kendisine vâsıl olmuş bulunması hâlinde, borç alan şahsın sözü geçerli olur. Dirhemler kendisine vâsıl olmamışsa; borç alan şahsın sözü tasdik edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir kürr buğday satın aldıktan sonra, satıcıya: "Bir kürr de borç ver." veya "Şu bir kürrü bana borç ver." der ve "bunu da satın aldığı buğdaya karıştırmasını" söyler; satıcı da öyle yaparsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):  "Bu şahıs, bu buğdayların hepsini teslim almış olur." buyurmuştur.

imâm Muhammed (R.A.)'de böyle buyurduğu rivayet olunmuştur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Borç olarak verilmesi caiz olan her ariyetin (=   ödünç verilen şeyin)   borç   olarak   verilmesi   caiz  olur.   Borç  olarak   verilmesi   caiz olmayan ariyet ise, —sadece— ariyet olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir başkasına bin dirhem borcu olan bir şahıs, alacaklıya dinarlar vererek: "Bunları bozdur da, hakkını al." der; o da, dinarları bozdur­madan ve hakkını almadan, bunlar zayi olursa; veren şahsın malı olarak zayi olmuş olurlar.

Keza, bu dinarları bozdurup, karşılığı olan dirhemleri teslim aldıktan sonra, fakat hakkını almadan önce, bu dirhemler helak olursa; yine bu dirhemler, dinarları veren şahsın malı olarak helak olmuş bulunur.

Şayet bu şahıs, bu dirhemlerden hakkını aldıktan sonra, bunlar zayi olursa; bu durumda zayi olanlar, dirhemleri teslim almış bulunan bu şahsın malı olarak zayi olmuş olurlar.

Borçlu olan şahıs, bu dinarları, alacaklı olan talibe vererek: "Bun­ları, hakkının yerine al." der; o da alırsa; bu durumda, tazminat altına girmiş olur.

Matlûp, bu dinarları talibe verir ve: "Bunları hakkının yerine sat." der; o da, bu dinarları dirhemler karşılığında satar ve bunlar —ancak— hakkı kadar dirhem ederse; hakkını almış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Borç veren şahsın (=  mukriz'in), borç alan şahıstan (= müs-takriz'den), verdiği şeyin aynısını isteme hakkı yoktur. Borç alan şahıs, aldığı şeyi, —aldığı şeyin aynısı ile değil de,— başkası ile ödeyebilir. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Yirmi kişi gelerek, bir şahıstan borç ister, bu şahıs da, o yirmi kişinin istediğini onların isteği ile, içlerinden birisine verirse; verdiğinin tamamını, o şahıstan isteme hakkına sahip olamaz. O şahıstan, ancak kendi hissesine düşen alacağını isteyebilir.

Bu hükümden, şu mes'ele çıkmaktadır: Vekil tayin edilen kimsenin borcu teslim alması, —her ne kadar, borç almaya vekil tayin etmek sahih oimasabile— sahih olur. Kunye'de de böyledir. [152]

 

İstisna

 

İstisna':    Bir san'atkârla, bir şeyi yapması için bir mukavele ekdetmektir.

Sipariş edilen şeyi yapan san'atkâr'a sânı'; o şeyi yaptıran kimseye muşlasın', yaptırılan şeye ise masnû' denir.

İstisna' (= takke, mest, bakırdan ve tunçtan kap gibi yaptırılması örf ve âdet olan bir şeyi yaptırmak) caizdir. Bu, istihsânen böyledir.

Muhıyt'te de böyledir.

—Vasfını beyân etmek şartı ile— kendisinde teamül olan şeyleri yaptırmak caizdir.

Ancak, kendisinde teamül olmayan şeyleri yaptırmak caiz olmaz. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.

Meselâ:  Bir kimsenin,  mest yapan bir san'atkâra, ayaklarını göstererek: "Bana ayaklarıma uygun gelecek şekilde, kendi köselenden bir mest yap." veya bir kuyumcuya: "Bana, şu ağırlık ve şu vasıfta, kendi gümüşünden, bir yüzük yap." demesi gibi istısna'lar caizdir.

Keza, bir kimsenin, su satan bir şahsa: "Bana, bir pul karşılığında su ver." demesi veya ücretle hacamat yaptırması; —bunlar halkın âdeti olduğu için— caiz olur. İçeceği suyun miktarının belli olmaması veya hacamatın sırtının neresinden yapılacağının bilinmemesi de, bu hükmü değiştirmez. Kâfî'de de.böyledir.

Yaptırılacak şey hususunda, önce akdin yapılıp, sonra da, bu şeyin teslim alınmasından kısa bir süre önce pazarlık yapılması caiz olur. Sahih olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir san'atkâr için, akid yaptığı şeyi yapıp yapmaması  hususunda muhayyerlik yoktur. San'atkâra, bu şeyi yapması hususunda cebredilir.

İmûm-ı   A'zam   Ebû   Hanîfe   (R.A.)'ye  göre,   bu  san'atkâr  bu durumda muhayyerdir. Kâfî'de de böyledir.

Muhtar olan kavil de budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Müstesnı' (-  san'atkâr'a bir şey yaptıran şahıs) muhayyerdir: Dilerse, yaptırdığı şeyi alır; dilerse almaz.

San'atkâr ise, muhayyer değildir.

Esahh olan da budur. Hidâye'de de böyledir.

Üzerinde akid yapılan şey, kendisinde san'at uygulanacak olan şeydir.   Bunun  içindir  ki,  bu  şey,  san'atından  dolayı  değil  de,  bu san'attan uzak olarak veya akidden önce san'atından dolayı getirilirse; bu caiz olur. Kâfî'de de böyledir.

San'atkârın yaptığını göstermeden, o şeyi satması caiz olur. Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir.

Müstasnı', insanlar arasında teamül olduğu şekilde belirli bir müddet içinde, o şeyin yapılmasını isterse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu, selem olur. Ve bu durumda, selemin şartları bulunmadıkça, ahş-veriş caiz olmaz. Burada muhayyerlik de yoktur.

Imâmeyn'e göre, bir müddet belirtilmesi hâlinde de, o şey masnû' olarak baki kalır   ve buradaki müddet lafzı, "o şeyin acele yapılmasını bildirmek için" söylenmiş olur.

Ancak, müddet lafzı ile, "insanlar arasında teamül olmayan bir müddet" irâde edilirse; bu durumda, yapılan bu işlem, bi'I-icma' selem olur. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.

Bu hüküm, "bir aya (veya şu kadar zamana) kadar, şunu yap." denilmesi gibi, belirli bir mühlet için, müddet istenilmiş olması hâlinde geçerlidir.

Ancak, müddet bildiren lafız, "yarın yap."; "Öbür gün yap." gibi acele bildirecek bir şekilde söylenmişse; bu durumda, bi'1-icma' senem olmaz. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseye bir şey yapacak olur ve bilâhare de mesnu'un (= yapılan şeyin) ne olduğu hususunda aralarında ihtilafa düşerler;  müstasnı'  (=   yaptıran  şahıs),  sanı'a:  "Sen,  benim  sana söylemiş   olduğum   şeyi   yapmadın." dediği hâlde, sânı':  "Hayır, yaptım." derse; âlimler: "Bu durumda, ikisine de yemin teklif edilmez." demişlerdir.

Şayet, bir san'atkâr, bir şahsa karşı: "Gerçekten sen, bana şu şeyi yaptırdın." diye iddia ettiği hâlde, müddea aleyh bunu inkâr ederse; yine taraflar yemin teklif edilmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [153]

 

20- MEKRUH OLAN ALIŞ—VERİŞLER VE FÂSİD OLAN MENFÂATLER

 

Kendisinde ruhsat bulunan ariyye ('atâ, bahşiş, atiyye) alış-veriş değil, bir bahşiştir.

Ariyye: Bir kimsenin, bahçesinde bulunan bir hurma ağacının meyvesini, başka bir şahsa bağışlamasıdır.

Ancak, bağışlayan şahıs, bağışladığı şahsın her gün bahçesine gir­mesini hoş karşılamaz.âilesi bu bahçede bulunduğu için, o şahsın oraya girmesine razı olmazsa; bu bağışından vaz geçebilir.

Ancak, o şahsm zarara uğramamasını temin için, bu yaş hurmaların yerine, kuru hurma verir. Bu durumda, va'dinden dönmüş de olmaz. Bize göre, bu caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Âlimler, kendisinden nehy vârid olan ıynet hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir.

Bazı âlimler, ıynet'i şöyle açıklamışlardır:

"Muhtaç bir kimse, bir şahsa giderek, ondan on dirhem borç ister; borç verecek şahıs ise, borç vermekle nail olamıyacağı fazlalığa tama' ederek, borç vermek istemez ve: "Borç vermek bana kolay gelmiyor. Fakat, istersen; sana şu kumaşı on iki dirheme satayım; aslında, bu kumaşın çarşıdaki kıymeti on dirhemdir. Sen de, onu, on dirheme satarsın." der ve borç isteyen de buna razı olunca, borç verecek şahıs, bu kumaşı, ona, on iki dirheme sattıktan sonra, bu müşteri, o kumaşı çarşıda on dirheme satar. Bu' durumu da kumaş sahibi, iki dirhem kâr eder. Borç isteyen de, —on iki dirhem borçlanarak— on dirhem borç almış olur."

Bazı âlimler ise, bu ıynet'i şöyle açıklamışlardır:

"Borç isteyen şahısla, borç verecek olan şahsın arasına üçüncü bir şahıs girer; borç verecek olan şahıs, borç alacak şahsa, bu kumaşı, on iki dirheme satıp teslim eder. Sonra da, borç isteyen şahıs, bu kumaşı, o üçüncü şahsa on dirheme satıp, kumaşı, ona^eslkn eder.

Daha sonra da, bu üçüncü şahıs, bu kumaşı, borç verecek olan şahsa, on dirhem satarak, bu on dirhemi ondan teslim alır ve borç isteyen şahsa teslim eder.

Böylece, borç isteyen şahıs, on dirhem borcu almış; borç veren de, iki dirhem kazanmış olur." Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Böyle yapmak caizdir. Böyle yapan mükâfaatlanır." buyurmuştur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Zamanımızın  halkının,  faiz  ah^-vermek  hususunda  hîle  ile, alış-veriş olarak, vasıflandırıp, adını da bey'-i vefa koyduğu şey, haki­katte rehindir.

Bu şekilde satılarak müşterinin elinde bulunan şey, mürtehîn'in ( = kendisine rehin bırakılan şahsın) elindeki rehin gibidir. Yani, müşteri, o şeye mâlik olamaz ve ona menfâat denilemez. Ancak, o şeye, sahibinin izni ile mâlik olabilir. Onun meyvesinden yerse, tazmin eder. O şey elinde helak olursa; borç sakıt olur. Fazlalığında, —kendi sun'u dışında helak olması hâlinde- tazminat gerekmez.

Satıcı borcunu ödeyince, onu geri isteyebilir.

Bize göre, hüküm bakımından, rehin ile ıynet arasında bir fark yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

es-Seyyid Ebî Şücâ' es-Semerkandî, Kâdî Aliyyü's-Sağdî el-Buhârî ve imamlardan pek çoğu buna göre fetva vermişlerdir, Muhıyt'te de böyledir.

Bunun şekli şöyledir: Satıcı, müşteriye:  "Şu şeyi, sana, borç mukabilinde sattım. Borcunu ödediğin zaman, o şey benimdir." veya "Bunu, sana, şu kadara sattım. Gelirini sana verdiğim zaman, sen de, aynını bana verirsin." der; Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Sahih olan:  "Gerçekten, aralarındaki akid, alış-veriş lafzı ile cereyan etmişse; o şey rehin olmaz.

Sonra, duruma bakılır: Eğer, satışta fesh şart koşulmuşsa, feshe­dilir.

Şayet, satışta böyle bir şey söylenmemiş ve alış-veriş lafzı zikre-dilmişse, İmâmeyn'e göre, bu alış-veriş bey'-i gayr-i lâzım'dır. (= ken­disinde, muhayyerliklerden birisi bulunan, geçerli bir alış-veriştir ki, sadece muhayyer olan taraf bunu feshedebilir.)

Şayet satış, şartsız olarak zikredilmiş, sonra da, nasihat kabilinden şart söylenmişse; bu durumda, alış-veriş caiz olur ve söylenilen sözde durmak gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Nesefiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, evini, başka bir şahsa, belirli bir bedel karşılığında, bey-i bi'I-vefa (= bir malı, bedeli geri verilince, iade etmek üzere, bir şahsa belli bir bedelle satmak) ile satıp, teslim-tesellümden sonra, satan şahıs, o evi, satın alan şahıstan, icâre şartlarına uygun bir şekilde icarlayıp teslim alsa; bir müddet zaman geçtikten sonra, satan ve kiralayan şahsın ücret vermesi gerekir mi?

İmâm Nesefî:

— "Hayır gerekmez." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bağını bey'-i bi'I-vefâ ile satıp, alıcıya teslim ettikten sonra, bu bağı satın alan şahıs, onu, bir başkasına satıp teslim ettikten sonra gaip olsa; ilk satıcı, bu ikinci müşteriyi dava ederek, bağını geri alabilir.

Keza, ilk satan şahısla diğer iki müşterinin ölmeleri hâlinde, bağ sahibinin vârisleri, ikinci müşterinin vârislerine; ikinci müşterinin vâris­leri, birinci müşterinin vârislerine, onlar da ilk satıcının vârislerine mü­racâat ederler ve verdikleri bedeli geri isterler. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Ebû'l-Fadrin Fetvâlan'nda zikredildiğine göre, İmâm Fadlî'den sorulmuş:

— Bir erkekle bir kadının, müştereken bir bağlan olur ve kadın his­sesini, o şahsa,  "bedelini getirince, hissesini geri vermesi şartiyle" sattıktan sonra, o şahıs kendi hissesini satarsa; bu durumda kadının şuf a hakkı var mıdır?

îmâm, şu cevabı vermiş:

— Eğer satış, muamele satışı ise, kadın için şüf'a hakkı vardır. Bu durumda,  bağdaki  hissesinin  kadının  kendi  elinde  veya  o  şahısta bulunmasının arasında da bir fark yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

Attâbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bey'-i bi'I-vefâ ile bey'-i muamele (= muamele satışı) aynı şeydir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [154]

 

Telcie (= Zorla Satış)

 

Telcîe: Bir işin zaruretinden neş'et eden bir akiddir. Telcie, med-fûun ileyh gibi olur.

Telcie, üç şekilde olabilir:

1) Telcie, satılan şeyin kendisinde olabilir.

Şöyltki: Bir kimse, bir başka şahsa: "Gerçekten, ben açıklıyorum; evimi sana sattım." dediği halde, aslında ortada alım-satım olmaz. Böyle söyleyen şahıs, bu sözü üzerine şahit edinir. Sonra da, bu evi, açıkça satar.

Bu ahş-veriş bâtıldır, (geçersizdir.)

2) Telcie, bedelde olabilir.

Şöyleki: Taraflar, "bedelin ,bin dirhem olduğu hususunda" gizlice anlaşırlar ve açıktan da iki bin dirheme ahş-satış yaparlar.

Bu durumda, o malın bedeli, gizlice anlaşmış oldukları bedeldir.

Sonradan yaptıkları şey, —şaka gibi— fazladan bir şeydir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un: "Gerçekten bedel, açıkça söylenen bedeldir." buyurduğu da rivayet olunmuştur.

3) Telcie yine bedelde olabilir.

Şöyleki: Taraflar, gizlice "bedelin bin dirhem olduğu hususunda" ittifak ettikleri hâlde, açıktan, yüz dinâr'a alım-satım yaparlar.

İmâm Muhammed (R.A.): "Kıyâsen, bu akid bâtıldır. (-geçersizdir.) İstihsanda ise, yüz dinar sahihtir. Hâvî'de de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bey'-i telcie, mev­kuftur. (- alanın ve satanın iznine bağlıdır.)

Şayet alan da, satan da, bu satışa izin verirlerse, bu satış caiz; red­dederlerse bâtıl (= geçersiz) olur. Tehzîb'de de böyledir.

Taraflar, yapılmamış olan bir alım-satımı ikrar etme hususunda ittifak edip, böylece de ikrarda bulunsalar, bu bâtıldır. Ve bu durumda, taraflardan ikisinin de izin vermeleri caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.

Taraflardan birisi, telcie olduğunu ikrar ettiği hâlde, diğeri bunu inkâr ederse, —varlığını iddia eden şahsın beyyinesi kabul edilir. İnkâr eden şahsın da, yemin etmesi gerekir. Tehzîb'de de böyledir. [155]

 

Mekruh Alış—Verişler

 

Nasrâniye (=  hıristiyan'a) zünnar ve mecûsiye şapka satmak mekruhtur.

Bir kimsenin, gümüşlenmiş konçsuz bir ayakkabıyı, giymek için satın aldığım bildiği bir şahsa satması mekruhtur.

Allaha karşı geldiği bilinen bir şahsa, genç bir köleyi satmak mek­ruhtur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, yol üzerinde bulunan ve yolun geniş olmasından dolayı, o şeyin üzerine oturmanın insanlara zarar vermediği bir şeyi satmasında bir beis yoktur.

Ancak, bu hâl insanlara zarar veriyorsa, muhtar olan kavle göre, onu ahp-satmamak gerekir. Müşteri olmayınca, kimse onu satın almaz. Onu satın almak, günâh işlemeye yardım etmek olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir tüccardan, bir şey satın alan şahsın, ona: "...helâl mi, haram mı?" diye sorması gerekir mi?

Alimler, şöyle demişlerdir: "Duruma bakılır: Eğer, o beldede ve o' zamanda helâl galip ise, "...helâl mi, haram mı?" diye sormaya gerek yoktur. Hüküm , zahire bina kılınır.

Eğer, haram galebe çalıyor veya satıcı, hem helâl, hem de haram satıyorsa; bu durumda, ihtiyaten "...helâl mi, haram mı?" diye sorulur." [156]

 

Haram Kazanan Şahsın Mirası

 

Haram  kazanan  bir  şahıs  ölünce,  uygun  olan,  vârislerinin, durumu araştırmalarıdır.

Şayet, bu haranı kazancın nereden ve kimden temin edildiğini öğrenirlerse; onu sahibine geri verirler.

Öğrenememeleri hâlinde ise, o şeyi tasadduk ederler.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.

Bir kimse, satılmasının gerekli olduğunu bildiği bir şeyi satar ve açıklama yapmazsa; bâzı âlimlerimiz: "Bu şahıs, fâsık ve merdûd olur; şehâdeti kabul edilmez." demişlerdir

Sadru'ş-Şehîd ise: "Biz, bu kavli kabul etmeyiz." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

On küçük dirheme, bir şey satın alan şahsın verdiği dirhemler içinde, büyük dirhemler de bulunur; ancak, veren bunun farkında olmazsa; satıcının, bu büyük dirhemleri alması helâl olmaz. Ve, o şahıs, bunları ihtiyacı için harcayamaz.

Belh'Ii âlimlerden soruldu:

— Yenilen toprak satılabilir mi? Şu cevap verildi:

    Satılması   bana   hayret   vermedi.   Ancak,   onun   yenilmesi zararlıdır; yiyeni öldürebilir. Muhiyt'te de böyledir.

İmâm Serahsî'den soruldu:                         

  Kendisinden içki yapılan, sıkılmış şıranın satılıp satılamıyacağı hususunda ne dersiniz?

İmâm şu cevabı verdi:

  Bu şırayı satmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre mekruh değildir. İmâmeyn'e göre ise, bunun satışı, caiz olmakla birlikte mek­ruhtur.

Ancak, içki yapan kimseye, üzüm satmak, bunun hilâfınadır. Hulâsa'da da böyledir.

Âlimler: "Bir kimsenin, bir kâfire, boğulmuş veya başına vuru­larak öldürülmüş bir koyunu satmasında bir beis yoktur.'' demişlerdir.

Bir kimsenin, bir başka şahıstan, bedel-i misille, bir şey satın almasından sonra, diğer bir şahsın, almak için değil de, fiatını artırmak için,   o   mala   fazla   fiat   vermesi   mekruhtur.   Ve   böyle   yapmak yasaklanmıştır.

Ancak, bu şeyi alacak olan müşteri, ona, değerinden az fiat veriyorsa; bu durumda, müşterinin, o şeye gerçek değerini vermesini temin maksadı ile, başka bir şahsın, —onun verdiğinden— fazla fiat vermesinde bir beis yoktur. Hatta, böyle yapmakla ecir vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, ihtiyacından dolayı, bir malını satarken, alıcı, düşük fiat verirse; bir başkasının, ona —değeri kadar— yüks.ek fiat vermesinde bir sakınca yoktur.

Bu davranış, kötü bir davranış değil; övülecek bir davranıştır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Fakir bir kimsenin malını, değerinden fazlasına satmasında bir sakınca yoktur.

Bulunmayan bir şeyi de, bedelinden fazlaya satmakta bir beis yoktur.

Başka bir şahsın satın almak istediği bir şeyi, satın almak mek­ruhtur.

Başkasının almak istediği bir şeyin fiatını artırmakla, istiyâm arasında şu fark vardır: Bir kimse, bir şeyini satmak için bir şahsı davet eder, o şahıs da, bu davetten dolayı, o mala bedeli ile talip olur; bir başkası da, onun verdiği fiattan fazlasını vermezse; bu istivam olur.

Mal sahibinin davetinden vaz geçmemesi hâlinde, başka bir şahsın, o mala, fazla fiat vermesinde bir beis yoktur.

Bu şekildeki satış ise, müzâyede'dir; istiyam değildir.

Bîr tellâl,bir malın satılması için yüksek sesleîlandabulununcabir şahıs o mala talip olur ve tellala: "Sahibine sor." der ve bu arada, bir başka şahıs bu mala daha fazla fiat verirse; bunda bir beis yoktur.

Şayet tellal, mal sahibine haber verir; o da:"Sat." der; tellal da satıp bedelini aldıktan sonra, başka bir şahsın, o malın fiatını artırma hakkı olmaz.

Bu ise, istiyamdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir belde halkında kıtlık varken bir şeyi, bâdiyeden bir şahsa pahalı bir bedelle satmak mekruhtur.

Kıtlık olmaması hâlinde, pahalıya satmakta bir beis yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Müctebâ'da, bu husus şöyle açıklanmıştır:

Meselâ: Bir köylü, şehire yiyecek getirir, şehirli bir şahıs da, o köylüye vekil olarak, getirdiği şeyi pahalı olarak satar. Bu açıklama esahhtır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Cum'a ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhtur.

Burada ezandan maksat, zeval vaktinden sonra okunan ezandır. Kâfi'de de böyledir. [157]

 

Fâsîd Olan Menfâatler (= Kârlar)

 

Bir kimse, fâsid bir bey' ile satın alıp, karşılıklı teslim ve tesel­lümde de bulunduktan sonra, bu müşteri o cariyeyi, kâr-ı ile satarsa; bu kâr'ı tasadduk eder.

Ancak, bu şahsa satan şahıs, o cariyeyi, kâr'ı ile geri satın alırsa; bu kâr helâl olur. Tebyîn 'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahısta bin dirhem bulunduğunu iddia eder, o şahıs da, bu bin dirhemi öder; teslim alan şahıs ise,   bu bin dirhemi kâr'ı ile bozdurduktan sonra, ikisi de, borcunun kalmadığına inanırsa; bu kâr tıyb (= temiz) olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseden, ayda on dirhem ödemek üzere, bin dirhem borç isteyip alır ve ondan kâr ederse; bu kâr helâl ve temiz olur.

Hîşam'ın Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

— Bir kimse, bir şahsa buğday sattıktan sonra, aynı buğdayı diğer bir kimseye daha satar; bu ikinci müşteri, o buğdayı teslim alır ve zayi ederse; önceki müşteri, muhayyer olur: İsterse, bu alış-veriş akdini bozar; isterse, bu buğdayın benzeri olan, başka bir buğdayı alır. Şayet bu birinci müşteri, o buğdayın benzerini alıp, onu, re'sü'I-mâl'den ( =sermâyeden) fazlasına satarsa; durum ne olur? İmâm şöyle buyurdu:

— O fazlalık temizdir ve helâldir. Ben, şöyle dedim:

— İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), onun tasadduk edilmesini söyledi. İmâm Muhammed (R. A.), buna razı olmadı ve şöyle buyurdu:

  Eğer, onun kıymetini, dirhem cinsinden fazla olarak alırsa; bu durumda, o fazlalığı tasadduk eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimsenin satın alıp, teslim aldığı köle, bu şahsın yanında ölür ve bu şahıs, onu önceden satın almış olduğuna beyyine getirirse; onun kıymetini öder ve bu bedelin fazlasını tasadduk eder.

İbn-ü SemâVnm Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a şöyle sorulduğu rivayet edilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsa "bin dirheme, bir eşya satın almasını" emrettiği hâlde, me'mur o şeyi, o beldenin parası ile satın alıp, âmire verir; âmir ise, bu eşyaya bedel olarak buğday verirse; bu durumda, faz­lalık helâl olur mu?

İmâm, şu cevabı verdi:

— Eğer âmir, bu fazlalığı biliyor ve bunu helâl ediyorsa; helâl olur.

  Eğer bilmiyorsa, durum ne olur? denilince, İmâm, bir cevap vermedi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın kölesini gasbedip, onu, bir başka köle karşılığında sattıktan sonra, bu ikinci köleyi de satıp bir yer alır; bilâhare de, bu yeri dirhemler karşılığında satarsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, gasbedilen kölenin bedelinden fazla olan kısmı, tamamen tasadduk edilir.

Keza, bir kimse, gasbettiği bin dirhemle bir köle satın alıp, bilâ­hare, —bu köle karşılığında— iki köle satın alır; sonra da, bunları vererek bir yer satın alır ve onu da, —bu bin dirhemin— fazlası ile satarsa; —aslını değil— bu fazlalığı tasadduk eder.

Kâdî ise.her iki mes'elede de: "Bu fazlalık temizdir." buyurmuştur.

Bir kimse, bey'-i fâsid'le   satın almış olduğu cariyeyi vererek, bunun karşılığında başka bir câriye satın alırsa; o şahsın, bu ikinci cariyeye cima' etmesi caiz olur; ilk cariyeye cima' etmesi ise, caiz olmaz.

Kâdî, şöyle buyurmuştur:

Bu şahıs, bu ikinci cariyeyi satarsa;, önceki cariyenin bedelinden fazla olan kısmı, tasadduk eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), fâsid satışta muvafakat etmiş ve: "Bir kimse, bir şeyi fâsid bir bey' ile satın alır ve bunu da, karşılığında bir yer alarak satar; bilâhare de bu yeri, fâsid bir satışla satarsa; aldığı bedelin, ilk satın aldığından fazlasını tasadduk eder. Fâsid bey', gasb'tan daha şiddetlidir." buyurmuştur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimse, başka birinden bir ev satın alır ve satıcı da, bu evi,—önceden— kiraya vermiş bulunursa; müşterinin: "İcar müddeti tamamlanınca, ben oturacağım." demesi hâlinde, bu alış-veriş caiz olur.

Bu durumda kira ücreti satıcıya aittir. O, bu ücreti tasadduk eder. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimse, belli bir, tavuğu, beş yumurta karşılığında satın alır ve bu şahıs teslim almadan, o tavuk, beş tane yumurta yumurtiarsa, bu tavuğu da, yumurtladığı beş yumurtayı da, bu müşteri alır.

Bu durumda, bu müşterinin, bir şey tasadduk etmesi de gerekmez.

Şayet satıcı, o beş yumurtayı zayi eder, tavuğun kıymeti de, on yumurtaya yükselirse; bu durumda müşteri, tavuğu ve üç yumurta bir de, bir yumurtanın üçte birini alır.

Şayet bu şahıs, beş yumurta karşılığında, belirli olmayan bir tavuğu alır ve bu tavuk da, teslim almadan önce, beş yumurta yumurt­iarsa, müşteri bu yumurtaları tasadduk eder.

Şayet satıcı, bu beş yumurtayı zayi ederse; müşteri tavukla birlikte, üç tam yumurta, bir de, bir yumurtanın üçte birini alır, Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir müd yaş hurma karşılığında, belli olmayan bir hurma ağacı satın aldığı halde, onu teslim almaz; bu ağaç da, yaş hurma verirse; bedel, hurma ağacının kıymeti ile verdiği yaş hurmanın kıyme­tine taksim edilir. Yani, ağaçta yetişen hurmadan, verdiği bedelin hisse­sine düşen kadarı müşteriye aittir; kalan fazlalığı bu müşteri tasadduk eder.

Ancak müşteri, bu hurma ağacını, bizzat üzerindeki yaş hurma ile satın alırsa; bu da caiz olur ve bu durumda müşterinin hiç bir şey tasadduk etmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, bir nasrâniy'ye, bir dirhemi iki dirheme sattıktan sonra, bu nasrânî müslüman olursa, satıcı bunu  tanıyorsa, fazlalığı ona geri verir. Tanımıyorsa, bu fazlalığı tasadduk eder.

Fâsid alış-verişle, bir câriye satın alan bir kimse, teslim aldıktan sonra onu satar; bilâhare de hâkim* onu önceki satıcıya kıymeti ile hükmederse; bu şahıs, cariyenin kıymetindeki fazlalığı, tasadduk eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Bulunan şeyler, fakirler için, kıyâs üzere temizdir. Buluntular, müşteri için temiz değildir. Müşteri fakir olsa bile, bu böyledir. Çünkü bu, günâhla kazanç temin etmek oluyor.

Buluntu mal, —onu tasadduk etmese bile— fakir için temiz olmak­tadır.

Kâr'ını tasadduk etmesi gereken bir kimse, kâr'ının kâr'ı ile kazanç temin etse, bunların tamamı kâr olur ve fazlasını tasadduk etmesi gerekir.

Bir kimse, gasbettiği veya emânet aldığı yahut müdârebe yaptığı bir mal ile kâr elde ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, fazlalığı tasadduk eder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, fazlalık bu şahıs için temiz ve helâl olur.

Bir kimse, bir şeyi gasbetmeyip satın alır, ancak, bu şeyin bedelini gasbettiği bir şey ile öderse veya gasbedilmiş bir yeT satın alır da bedelini bir başka şahıs öderse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, —bundan elde ettiği şey— temizdir.

îmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de: "...tasadduk etmez." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimsenin, bin dirheme satın aldığı  câriye satıcının yanında iken doğurur; sonra da, müşteri onları teslim alır ve bunların kıymeti, müşterinin ödediği bedelden fazla olursa; bu durumda, bu fazlalık helâl olur.

Şayet, bu câriye ve çocuk satıcının yanında iken öldürülürse, bu durumda müşteri muhayyer olur: Şayet alacağı ücret, diyet bedelinden fazla olursa; bu fazlalığı tasadduk eder.

Sadece çocuk öldürülmüş olursa; onun hissesine düşen fazlalık tasadduk edilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir kimsenin bin dirheme satın aldığı bir köleyi, henüz bu müşteri teslim almadan önce, başka bir köle öldürür ve öldüren köle, ölenin yerine, bu müşteriye verilir ve bunun kıymeti de, ölen kölenin kıyme­tinden fazla olursa, bu fazlalığı tasadduk etmesi gerekmez.

Ancak bu şahıs, bu köleyi kıymetinden daha fazlaya veya daha aza satarsa; bu durumda, fazlalığı tasadduk eder.

Bu şahıs, bu köleyi bir yer karşılığında satarsa; o zaman bir şey tasadduk etmesi gerekmez. Aldığı yerin bedeli fazla olsa bile bu böyledir.

Bu şahıs, bu yeri dirhem ve dinarlar karşılığında satar ve bunda da fazlalık olursa, o zaman cinayet gününde, verilen kölenin kıymetine bakılır: Şayet fazlalık yoksa, hiç bir şey tasadduk edilmez. Eğer bir faz­lalık varsa, onun elde bulunup bulunmadığına bakılır: Fazlalık elde bulunuyorsa, tasadduk edilir. Muhiyt'te de böyledir.

Hasan bin Ziyâd, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, başka bir şahıstan, elli dirhem kıymetindeki bir kürr buğdayı gasbedip, onu, yüz dirheme sattıktan sonra, buğday sahibine tazminatta bulunursa; fazla olan miktarı tasadduk eder.

Gasbedilen şey kumaş olmuş olsaydı, fazlalığın tasadduk edilmesi gerekmezdi ve bu fazlalık o şahıs için temiz olurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin bin dirheme satın aldığı, iki bin dirhem değerindeki bir köle, henüz satıcının yanında iken öldürülürse, bu durumda müşteri muhayyerdir. İsterse, verdiği bin dirhemi geri alır. İki bin dirhemin, bin dirhemini tasadduk etmez.

Hatta, bu iki bin dirhemin bini zayi olsa, yine bir şey tasadduk etmez.

Şayet, bu bin dirhem de zayi olmaz ve köleyi bunun kâr'ı ile satın alırsa, bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu iki bin dirhemden bin dirhemini ve onun kâr'ını tasadduk eder.

imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bin dirhemin kârını tasadduk etmez.

İki bin dirhemden bini harcadıktan sonra, helak olursa; bin dirhemi tasadduk etmesi gerekir.

Şayet, müşteri, katil ile, —katilin— kölenin bedelini vermesi üze­rine anlaşma yapar ve bu köleyi azâd ederse; bu durumda, bir şey tasadduk etmesi gerekmez.

Şayet müşteri, bu köleyi bir mal karşılığında azâd eder veya bir mal karşılığında onu mükâtebe ederse; yine bir şey tasadduk etmesi gerekmez.

Ancak, bu köleyi teslim aldığı zaman, onun kıymeti, re'sül-mâlden (= sermayeden) ve kendisine karşılık olarak azâd edildiği kıymet de re'süM-mâlden fazla ise, bu durumda, müşteri fazla olan bu değeri tasadduk eder. Muhıyt'te de böyledir. [158]

 

İhtikâr

 

İhtikâr, yiyecek cinsinden olan bir şeyi, —darlık ve pahalılık zamanını beklemek üzere, şehirlerde— satmaktan kaçınmak ve böylece insanlara zarar vermektir.

İhtikâr mekruhtur. Hâvî'de de böyledir.

İhtikâr yapan şahsa muhtekir denilir.

Muhtekir'ehıker(= madrabaz) de denilir.

Hukre, madrabazlık demektir.

Pahalansın diye saklanılan mala da haker ve mahkûr denilir.

Bir kimse, aynı şehirde yiyecek maddesi satın alıp, saklar; fakat bundan şehir halkı zarar görmezse; böyle yapmasında bir beis yoktur. Tecnîs'te de böyledir.

Bir kimse, bir şehrin yakınından yiyecek maddesi satın alıp, bunu saklar ve böyle yapması şehir halkına zarar verirse; o kimsenin böyle yapması da mekruh olur.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir., İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan gelen iki rivayetten biri de böyledir.

Muhtar olan da budur. Gıyâsiyye' de de böyledir.

Sahih olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtı'de de böyledir.

Câmiu'l-Cevâmî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, yiyecek maddesini, uzak bir yerden getirir ve bu şehirde ihtikâr yaparsa, ondan men edilmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir şehirden yiyecek maddesi satın alıp, onu başka bir şehre götürür ve orada ihtikâr yaparsa, bu da mekruh olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, tarlalarını sürüp zirâat yaparak elde ettiği mahsûlü saklarsa; böyle yapmakla muhtekir olmaz.

Fakat, efdâl olan,, bu gibi kimselerin, ihtiyaçlarından fazla olan mahsûllerini satmasıdır. Bu da, insanların fazla ihtiyaç içinde olmaları hâlinde söz konusu olur. Muzmarât'ta da böyledir.

Saklama müddetinin az olması hâlinde, ihtikâr söz konusu olmaz. Bu müddet uzun olursa; ihtikâr olur.

Alimlerimiz: "Uzun olma müddeti bir aydır." demişlerdir. Saklama müddeti bir aydan az olursa; bu müddet, az sayılır.

Farklı ihtikârlar vardır. Bir yiyecek maddesini, pahalansın diye bekletmekle; kıtlık olsun diye bekletmek arasında fark vardır. Ve, kıtlık olsun diye bekletmek, pahalansın diye bekletmekten daha vebâliidir.

Ahnıp-satılan bütün yiyecek maddelerinde ihtikâr söz konusudur. İhtikâr, bazı yiyecek maddeleri ile sınırlandırılmış değildir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —sadece, yiyecek maddelerinde değil— umuma zarar veren her şeyde ihtikâr olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, insanların ve hayvanların yiyeceği olan şeylerde, ihtikâr olur. Hâvî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Eğer şehir halkının helak olmasından korkulursa, muhtekiri, malını satması hususunda, icbar etmek, imâmın (= devlet başkam veya onun görevlendirdiği kimsenin) vazifesidir.

İmâm, bu muhtekire: "Sen de, diğer insanların sattığı gibi sat." der.

Bu şahsın, o yiyecek maddesini, diğer insanların sattığının mis­linden fazlaya satması halkı aldatma olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [159]

 

Narh

 

Bi'1-icma* narh (= devlet başkanının veya görevlendireceği kim­senin eşyanın fiatlarını tayin ve tesbit etmesi) yoktur.

Ancak, yiyecek satan kimseler, —nasihat ve tenbihlere rağmen— bunları haddinden fazla fiatlarla satmaya devam edip dururlarsa, bu durumda, veliyyü'1-emr, —müslümanların hukukunu korumak için— başka bir yol bulamaz ve ancak narh ile koruyabilirse; bu husustaki ehil kimselerle istişare ederek, narh koyabilir.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Imadiyye'de de böyledir.

Bir ekmekçi, narh olduğu hâlde, ekmeği fazla fiata satarsa; bu satışı caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticâret yapan kimselerin, bir şeyi,   veliyyü'l-emrin takdir ettiği fiattan satması caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimsenin ihtikâr yaptığı, hâkime şikâyet edilince; hâkim bu muhtekire, "kendisinin ve aile efradının ihtiyacından fazla olan malı satmasını emreder. Ve, o şahsa, "ihtikârdan vaz geçmesini" söyler.

Muhtekir, ihtikârdan vaz geçerse ne âlâ... Şayet vaz geçmezse; durum yine hâkime haber verilir ve: "Muhtekir, âdetinde ısrar ediyor." denilir.

Hâkim, bu muhtekire öğüt verir ve onu tehdit eder.

Şayet, bu şahıs, aynı sebeple, yine hâkime şikâyet edilirse; hâkim, ona ta'zir cezası uygular ve ayrıca onu hapseder.

Kudûrî Şerhı'nde şöyle denilmiştir:

İmâm (= devlet başkanı veya onun vekili), şehir halkının açlıktan helak olacağından korkarsa; muhtekirin elinde bulunan yiyecek madde­lerini alıp muhtaç olanlara dağıtır.

Sonra da, aldığı şeylerin mislini bulunca, bunları o şahsa iade eder. Muhıyt'te de böyledir.

Muzmarât'ta şöyle zikredilmiştir:

Hâkim, bir muhtekirin malını, onun rızâsı olmadan satabilir mi?

Bu ihtilaflıdır.

Ancak, "Bi'I-ittifak satabilir." diyenler de vardır,

Mültekıt'ta şöyle zikredilmiştir:

Halkın helak olmasından korkulursa, yiyecek malı getiren şahsa emredilerek, onun da, muhtekirin sattığı gibi satması temin edilir. Ta­tarhâniyye'de de böyledir.

Belde halkına zarar verdiği zaman, ihtikâr haberinin yayılması mekruhtur.

Ancak, zarar vermiyorsa, bu haberin yayılması mekruh olmaz.

Meselâ: "Yiyecek maddesi getiren bir kafileye karşı gidip: "Şehirde, bu malın kıymeti şudur." diye haber verip, o malın fiatını yükseltmek mekruhtur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bedeviler Kûfe'ye gelerek, Küfe halkına zarar verecek şekilde yiyecek maddelerini çekmek isteseler, men edilirler. Nitekim, belde ehlinin de böyle yapmalarına mâni olunur.

Hükümdar,  ekmek yapan kimselere,  "belirli bir gramajdaki ekmeği,    bir    dirheme    satmalarını"    söyleyip,    "bundan    noksan yapmayın." diye bildirdiği zaman, bir kimse, ekmekçilerden birinden, bir dirheme, belirlenen gramajda bir ekmek satın alır; ekmekçi ise, "ekmek noksan olur da, hükümdar beni dövdürür diye" korkarsa; onu yemesi helâl olmaz. Çünkü o, mânâ bakımından mekruhtur.

Bunun çâresi: Müşteri, ekmekçiye: "Bana, sevdiğin gibi ekmek sat. derse; bu durumda, satış sahih, ekmek helâl olur.

Şayet müşteri, hükümdarın emrettiği gramajdaki ekmeği, bir dirheme satın aldıktan sonra, ekmekçiye: "Satışa izin verdim." derse; bu ahş-veriş caiz olur. Müşterinin de ekmeği yemesi helâl olur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir. [160]

 

Alış—Verişle İlgili Muhtelif Mes'eleler

 

Bakıra ilaç katarak, onu beyazlaştınp, gümüş hesabı ile satmak mekruhtur.

Keza, dirhemleri, başka memleketlerin darbı gibi darbetmek, —bunlar geçerli olsalar bile— mekruhtur.

Fakat, bir kimsenin, kendi ehli için, gümüşe bakır katmasında bir beis yoktur.

Bez satan kimsenin, bezine, yumuşasm diye.su serpmesi caizdir. Nitekim, bir kimsenin, satmak için, cariyesini süslemesi de böyledir.

Taze elbise ile eski elbise giymek kerihtir. Eti, za'ferân ile boyamak mekruhtur.

Safî olmayan, katışık olan bir şeyi alıp satmakta, bir beis yoktur. Ancak, topraklı buğday gibi, karışan şeyin açıkça belli olması gerekir.

Bir kimse, böyle bir buğdayı öğütürse; durumunu açıkça söylemedikçe, satılması caiz olmaz.

Bir   kimsenin;   ekmekçi,   kasap   ve   benzerlerinin   yanına, —önceden— dirhemler koyup da, ondan istediği şeyi alması mekruh olur.

Ancak, dirhemleri bırakır ve istediği zaman bunları o şahıstan alarak, bu dirhemlerle istediği şeyi satın alırsa; bu mekruh olmaz.

Şayet, bu paraları, o şahsa, alış-veriş cihetinden verirse; tazmini gerekir.

Eşyanın revaç bulması için yemin etmek yoktur.

Ebû Bekir el-Belhî: "Bir kimsenin, satacağı şeyin kabını açarken, Peygamber   (S.A.V..)   Efendimiz   üzerine   salavât-ı   şerîfe   getirmesi, istismarcılığından dolayı günâhtır." buyurmuştur.

Keza, ekincinin, ekin ekerken, bu şekilde, "Lâ ilahe illallah'* demesi de mekruhtur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Küçük bir çocuk, bakkala para veya ekmek getirerek, ondan tuz ve sabun gibi ev için faydalı olan bir şey isterse; ona, istediği şeyi satmak âizolur.

Şayet bu çocuk, bakkaldan ceviz, fıstık gibi, çocukların kendi nefisleri için almaları âdet olan bir şeyi isterse; ona satış yapılmaz.

"Ben bulûğa eriştim." diyerek alış-veriş yapan bir çocuk, son­radan "Ben, bulûğa erişmiş değilim." derse; bulûğa eriştiğini söylediği zaman, yaşı on iki veya daha fazla olduğu için, bulûğa erişmiş olma ihtimali bulunursa; bu durumda, bulûğa erişmiş olduğunu inkâr etme­sine itibâr edilmez.

Şayet, bu çocuğun yaşı, on ikinin altında ise; bu durumda, "bulûğa eriştim." demesi sahih olmaz; bunu inkâr etmesi sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimsenin elinde bir bez bulunur ve "Filan şahıs, bunu satmam hususunda beni vekil tayin etti ve on dirhemden aşağıya vermememi söyledi." der; bir başka şahıs da, o bezi, dokuz dirheme almak ister ve kalbinden "bu adam, bezin on dirheme satılması için böyle söyledi" diye geçerse, onu satın almasına müsâade vardır. Şayet, kalbinden böyle geçmemişse,   bu bezi bu şekilde almasına ruhsat yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, küçük çocuğun ünsiyeti için, testiden yapılmış bir öküz veya at satın alması sahih olmaz. Onun bir kıymeti de yoktur. Bu şeyi telef eden kimsenin, onu tazmin etmesi de gerekmez.

Bir kimse, haramdan kazandığı maldan vererek bir şey satın aldığında; eğer satıcıya, önce bu dirhemleri verip, sonra da ondan bir şey satın almışsa; bu temiz ve helâl olmaz. Bu şeyi tasadduk etmesi gerekir.

Bu şahıs, o dirhemleri vermeden önce satın alır; sonra da bu dirhemleri verirse Kerhî ve Ebû Bekrin kavline göre, yine hüküm böyledir.

Ebû Nasr, buna muhaliftir.

Şayet bu kimse, o dirhemleri vermeden o şeyi satın alıp, onların yerine başka dirhemleri verir veya mutlak olarak satın alıp o dirhemleri verir veyahut başka dirhemlerle satın aldığı hâlde, haram dirhemleri verirse; Ebû Nasr: "Helâldir; tasadduk etmesi gerekmez" demiştir. Kerhî'nin kavli de budur.

Muhtar olan ise, Ebû Bekr'in kavlidir.

Ancak, bu gün fetva, Kerhî'nin kavli üzeredir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir kimse, satın aldığı evin ağaçlarının içinde dirhemler bulursa; bâzı âlimler: "Bu kimse, o dirhemleri, satıcıya iade eder. Şayet satıcı kabul  etmezse;  müşteri  bu  dirhemleri  tasadduk  eder.  En  doğrusu budur." demişlerdir.

Bir kimse, ona hizmet eden şahısların birinden Ka'benin örtü­sünden satın alırsa, bu caiz olmaz.

Bu örtüden satın almış bulunan şahıs, onu memleketine götürmüş olursa; bir fakire tasadduk eder.

Mescidin  hasırının  eskimiş  olması  hâlinde,    onu    satıp fazlalaştırarak, başka hasır satın alınması caiz olur.

Bir kimse, bir dostunun bağına girip, oradan birşeyler yer; ancak, dostu bu bağı satmış olduğu hâlde, yiyen şahsın bundan haberi olmazsa; âlimler: "Uygun olan, bu şahsın, bağı satın alan şahısla helâlleşmesi ve yediğinin bedelini ödemesidir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

İmâm Muhammet! (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Çarşıya meyve satın almaya giden bir şahsın, çeşni diye, izinsiz olarak alıp yemesi, bizim hoşumuza 'gitmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Ahş-verişte ve bağışta,  küçükle büyüğün ve akraba olan iki küçüğün arasını yahut benzerlerinin aralarını ayırmak mekruhtur.

Hüküm bakımından, bu ahş-veriş caizdir.

Ancak, bunlardan birisi, alan şahsın kendisi için, diğeri de küçük çocuğu, kölesi veya mükâtebi için olursa, bu ahş-veriş mekruh olmaz.

Eğer bunların ikisini de kendisi için satın aldığı hâlde, birisini küçük oğlu için satarsa; mekruh olur. Hulâsada da böyledir.

Keza, bunlardan her birisi, bu şahsın çocuklarından birine ait olursa; bunların da aralarım tefrik etmek mekruh olur.

Bu çocuklardan her birinin, birer parça yerleri varsa, bunlardan herhangi birinin yerini, diğerine satmakta kerâhat yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

—Satılacak kölelerin— aralarında, mahremiyet yoksa, —amca veya  dayı  oğlu  gibi...—  veya  aralarındaki  mahremiyet  süt  yahut sıhriyetten ise; bu durumda birini satıp,diğerini satmamakta veya birine bağış yapıp, diğerine bağış yapmamakta kerahet yoktur.

İki zevce arasında tefrik mekruh değildir. Kusuru sebebiyle, bun­lardan biri iade edilebilir. Ve suçu veya borcu sebebiyle de, bunlardan biri, elden çıkartılabilir.

Bir kimse, bu iki zevceden birini, ümm-ü veled veya mükâtebe yaparsa; diğerini satması mekruh olmaz. Bu şahsın, bunlardan birisini mükâtebe yapması veya nefsi için satması mekruh olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İki köleden birisi, bir şahsın kendisine diğeri ise karısına veya mükâtebesine ait ise, aralarını tefrik etmekte bir beis yoktur.

Keza, bu durumdaki iki köleden birisi, ticârete izinli ve borçlu bir köle ise,bunların aralarını tefrik etmek de mekruh değildir.Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, muhayyer olarak satmış bulunduğu bir cariyenin oğlunu satın alırsa; bunların aralarını tefrik etmesi de mekruh olur.

Şayet, bir kimsenin muhayyer olmak şartiyle satın aldığı bir cariyenin, oğlu da kendi mülküyetinde, bulunursa, isterse, bunların arasını tefrik edip, bu cariyeyi iade edebileceğinde ittifak vardır. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir kimse, harbî olan iki kardeşi, dâr-i harb'ten çıkarırsa, bun­ların aralarını ayırması gerekir.

Ancak, bu harbîleri, bir zimmîden satın alırsa; bunların aralarını ayırmak caiz olmaz. Bu şahıs,bu kardeşlerin ikisini birlikte satması için cebredilir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Sahipleri   kâfir   olan,   bu   durumdaki   köleleri  birbirlerinden ayırmak mekruh olmaz. Bu kölelerin sahibinin hür veya izinli borçlu yahut borçsuz; küçük veya büyük olmasında da bir fark yoktur.

Bu kölelerin de, müslüman veya kâfir yahut birinin müslüman, diğerinin kâfir olmaları hâlinde de, —hüküm bakımından— bir fark yoktur.

Dâr-i İslâm'a, emân ile giren bir harbînin yanında ikisi de küçük veya biri küçük diğeri büyük iki köle bulunur ve bunu bir kimse satın alır veya bu şahıs, bu köleleri dâr-i islâm'da emân ile bulunan birinden satın alır ve bu kölelerden birini satmak isterse; bir müslümanın bu köleyi satın almasında bir beis yoktur.

Şayet bu şahıs, o iki köleyi, dâr-i İslâm'da bir müslümandan alır veya harbî emân ile bir başka vilâyete girersejo zaman, bir müslümanın, o kölelerden birini satın alması mekruh olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimsenin mülkiyeti altında bulunan üç —akraba— köleden birisi küçük olursa; iki büyük köleden birisini satması mekruh olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin bir birine yakın akraba olan üç kölesinden birisi küçük olur ve bunların akrabalık dereceleri eşit bulunur; ancak, büyük­lerin, küçük çocuğu akrabalığı —hala veya teyze gibi— ona, baba cihetinden muhtelif olursa; bu durumda, bu şahıs, bu üç köleyi ayrı ayrı satamaz; ancak, üçünü birlikte satabilir. Bunların kâfir veya müsiüman olmaları da müsavidir.

Büyüklerin, küçük çocuğa baba bir veya ana bir kız kardeş olmaları hâlinde de durum böyledir.

Bu büyüklerin küçük köleye akrabalığı, hem yakınlık ve hem de cihet bakımından müsâvî olursa, —bunların baba bir veya ana bir iki kız yahut erkek kardeş olmaları gibi— bunlardan birisini satmak, istihsânen caizdir.

Fakat, bunlardan birisi, küçüğe daha yakın olursa —ayrı ayrı üç kız kardeş veya anne, hala ve teyze gibi...— bu durumda, uzak olanı —ayrı— satmakta bir sakınca yoktur. Ancak, bu satılan ana veya ana-baba bir abla da olmayacaktır.

Keza, bu akrabalar büyük anne, hala ve teyze olursa; hala veya teyzeyi satmakta bir beis yoktur.

Bir cariyenin yanında küçük bir çocuk bulunur ve bu câriye: "Bu, benim çocuğumdur." derse; —çocuğun nesebi sabit olmasa da— bunları birbirlerinden ayırarak satmak mekruh olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hür şahsın, —bu gibi köleleri satarken birbirlerinden— ayır­masının mekruh olduğu hallerde,  mükatebin ve ticârete izinli olan kölenin ayırması da mekruhtur. Hâvî'de de böyledir.

Sahibi kâfir olan, bu gibi köleleri birbirlerinden ayırmak mekruh değildir. Inâye'de de böyledir. [161]

 

 



[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/85.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/85.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/85.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/85-87.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/87.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/87.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/88.

[8] Hulüvv: Durum ve kıdemden doğan ve kendisinden faydalanılması caiz olmayan miicerred bir hak.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/88.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/89.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/89.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/89.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/89-90.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/91.

[15] Selem: Peşin para ile veresiye mai alma.

[16] Itk: Köle veya cariye azadetme.

[17] Menn: Burada, bir ağırlık ölçüsü; batman.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/91-102.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/104-105.

[20] Bey'i teati: Alıp vermemekl meydana gelen fiilî bir satış akdidir.

Bunda pazarlık ve konuşma yoktur. Müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği1 vermesi gibi.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/105.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/109-113.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/113-114.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/114.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/114.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/114-117.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/118-120.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/121.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/121-124.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/124-137.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/137-140.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/140-143.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/143-149.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/149-151.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/152.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/152-160.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/161-169.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/169-172.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/173.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/173-174.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/174.

[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/174-178.

[43] İstibra: Bir dulun, hamile olmadığına kanaat getirmek için. bir hayız görünceye kadar, ona yaklaşmama yaklaşmaktan çekinme.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/178-183.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/183-185.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/185.

[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/185-186.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/186-202.

[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/203-204.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/204-206.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/207-211.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/211-217.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/217-218.

[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/219.

[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/218-231.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/231-238.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/238-240.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/241.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/241-243.

[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/243.

[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/243-255.

[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/255-262.

[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/262-268.

[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/268.

[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/268-283.

[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/283-291.

[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/291.

[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/291.

[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/292.

[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/292-308.

[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/308-312.

[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/313-317.

[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/317-324.

[74] Deyn: istikraz, istihlâk, iştira ve kefalet gibi bir sebeple zimmetle yani bir şahsın uhdesinde sabit olan şey. Meselâ: Borç alınan para bir deyn olduğu gibi, bir şahsın istihlâk ettiği, ölçülen veya tartılan cinsten her hangi bir şey, sahibine karşı, müstehlikin zimmetinde sabit olmuş bir deyn'dir.

Keza, bir akdin karşılığı olup, meydanda mevcut bulunmayan şu kadar lira veya —adediyyattan— şu kadar yumurta deyn olduğu gibi, meydanda mevcut bulunan paranın veya misliyyattan bir şeyin (meselâ: Bir yığın buğdayın) ifrazdan önce, muayyen bir miktarı da deyn kâbiündendir.

[75] Sarf: Nakidi, nakid İle satmak, yani: Sikkeli veyasikkesîz altını, altınla veya gümüşü gümüşle yahut alımı gümüşle, gümüşü altınla salmak demektir ki, buna "para bozma" da denir.

Bir altını verip, karşılığında şu kadar gümüş para almak gîbİ... Sarf, lügatle bozmak, tahvil ve tağyir etmek demektir. Sarf işi ile meşgul olana sarraf denir.

[76] Fülûs: Paralar, pullar, akçeler, bakır sikkeler.

[77] Mukâsa: Üzerlerinde bulunan deyni (= borcu) birbirine karşı tutup, takas etmek. Kısas etmek.

[78] Gatârif: Bir çeşit dirhem.

[79] Rısâs: Muhkem ve sağlam bulunan bir çeşit dirhem.

[80] SülÛk: İki tarafı gümüş olduğu halde, içi bakir olan veya başka bir madde ile karıştırılmış bulunan para, zayıf akçe veya bu şekildeki dirhemler.

[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/326-331.

[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/331.

[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/331-332.

[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/332.

[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/332-335.

[86] Bu hüküm, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göredir. Nitekim, Mecelle'de de bu kavil kabul edilmiştir. Mecelle'nin mazbatasında şöyle denilmektedir: "Madumun bey'i (= satılması) sahih değildir. Halbuki, gül ve enginar gibi şiikûfe (~ çiçek) ve sebze ve meyve mahsulatı, mütelâhıkıı'l-vünKİ ( = birden zuhur etmeyip, zamanla zuhur eden) olarak, bazı efradı zuhur etmeden, diğer bazı efradı,, husule gelip geçer olduğu cihetle, ekseriya bu misillilerin zuhur etmiş ve edecek olan mahsulleri, toplan olarak satılmak örf ve âdet olmuştur. Ve, bu misİIlû mahsulâtta, mevcuda iebean, mâ'dumıın (= mevcud olmayanın) dahi, beraber olarak, toptan satılmasını İmâm Muhammed İbni Hasen'i-ş-Şeybânî (R.A.) Hazretleri, İstihsânen teevîz buyurmuş (— caiz görmüş) ve İmam Fadlî, Şemsii'l-Eimmeli'l-Halvânî ve Ebû Bekir İbni Fadıl, O'nun kavli ile iftâ etmiş (= fetva vermiş) olduklarından ve nâsi (= insanları) fesada nisbetden ise, mehmâ emken (= mümkün olduğu kadar), sıhhate hamletmek, evlâ olduğundan, bu Mecelle'de dahi, kavl-i Muhammed, bîtercih (- tercih edilerek) 207, madde, ona muvafık olarak yazılmıştır."

[87] Vltnn: İki mil ağırlığında hir ölçü. Fîbde "bamıan" denilir.

[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/335-342.

[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/343.

[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/343-345.

[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/345-348.

[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/349-350.

[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/350.

[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/350-352.

[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/352-353.

[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/353.

[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/354-355.

[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/356-362.

[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/362-373.

[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/373-375.

[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/375-377.

[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/377.

[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/378-386.

[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/386-390.

[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/391-395.

[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/395-398.

[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/398-403.

[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/404-430.

[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/431.

[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/431.

[111] Kıyemî: Çarşı ye pazarda misli <tıpktsı, aynısı) bulunmayan; bulunsa bile, fiyatiarında denklik olmayın şeylerdir.

Yazma kitaplar, sanatkârca yapılmış kaplar; hayvanlar ve kavun, karpuz gibi "mey\e!er Iv.ı kabil­dendir.

Kıyemi'nin çoğulu, kıyemiyyat'tır.

[112] Misli: Çarşı ve pazarda, fiadnda değişiklik olmasını icabeıiirccek kadar bir fark olmadan kendisi gibi­sinin bulunabildiği şeylerdir. Ölçekle ölçülen, terazi ile tanılan şeylerle, ceviz ve yumurta gibi adediyyât-ı mütakâribeden olan şeyler bu kabildendir. Mislf'nin çoğulu da misliyyât'tır.

[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/431-440.

[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/441.

[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/442-447.

[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/447-451.

[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/452-454.

[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/454-460.

[119] Hacâmet: Boynuz veya şişe ile kanı vücudun bir organına topladıktan sonra, nişler veya mengene denilen âletlerle kan almak.Hacâmet.

[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/461-470.

[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/471-479.

[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/480-481.

[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/481-483.

[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/483-484.

[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/485-489.

[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/489-490.

[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/491-494.

[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/495.

[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/495.

[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/496.

[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/496.

[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/496-498.

[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/498-502.

[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/502.

[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/502-512.

[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/512-522.

[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/522-523.

[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/523.

[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/523-524.

[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/524.

[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/524.

[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/524.

[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/525.

[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/525.

[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/525-527.

[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/527.

[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/527-528.

[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/528-532.

[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/532-538.

[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/538-544.

[151] Burada zamanımızdan kasıt, eserin telif edildiği hicri 11. (miladi 17. )asırdır.

[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/545-557.

[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/557-559.

[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/560-562.

[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/562-563.

[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/563-564.

[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/564-566.

[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/566-571.

[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/571-572.

[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/572-574.

[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 5/574-578.