1- BEY'IN TÂRİFİ, RÜKNÜ, ŞARTI, HÜKMÜ
VE ÇEŞİTLERİ
2) Bey'ın Geçerli Olmasının Şartı
3) Satışın Sahih Olmasının Şartı
Bir Satışın Fâsid Olmasının Bazı
Şartları
Satışın Sahih Olmasının Husûsî Şartı
Satılan Şeye Göre Bey'ın Çeşitleri
2- SATIŞTA AKİD ve ALINAN MALIN HÜKMÜ
Satılan Şeyde Meydana Gelen
Değişiklik
Mektupla Ve Haber Yollamakla Yapılan
Alış-Veriş
2- Bey'-i Müsâveme'ye Göre Alınan
Şeyin Hükmü
3- Satılan Şey, Bu Şeyin Fiatı Ve Ele
Alınmadan Önce, Bunlar Üzerindeki Tasarruf Yetkisi
Satılan Şeylerle, Bedel Arasında Olan
Aynlar:
3- ÎCAB VE KABUL ARASINDA VÂKİ OLAN
İHTİLÂF
4- BEDELİ MUKABİLİ SATILAN ŞEYLERİ TESLİM
ALMAK VEYA ALMAMAK
1- Satılan Bir Şeyi, Bedeline
Karşilik Olmak Üzere Elde Tutmak
2-
Satılan Şeyin Teslim Edilmesi Ve Onun Alınıp Alınmaması
3- Satılan Şeyi, Satıcının İzni
Olmadan Almak
4- Satılan Ve Satın Alınan Şeylerin
Kabzedilmelert
5- Satılan Şeyi Karıştırmak Ve Onunla
İlgili Bir Suç İşlemek
6- Alış-Veriş Yapanların Satılan Şey
Ve Onun Bedelini Teslim Etmelerinin Lüzumu
5- SARAHATEN ZİKREDİLMEDEN BEY'A
DÂHİL OLUP OLMAYAN ŞEYLER
1- Ev Ve Benzerinin, Sarahaten
Zikredilmeden Alış-Verişe Dâhil Olması
2- Tarla Ve Bağ Satışına Dâhil Olan
Şeyler
3- Zikredilmediği Halde Satışa Dâhil
Olan Menkûller
6- ALIŞ-VERİŞTE ŞART KOŞULAN
MUHAYYERLİK
1- Sahih Olan Veya Sahih Olmayan
Muhayyerlikler
2- Muhayyer Olan Şahıs Ne Yapacaktır
Ve Muhayyerliğin Hükmü Nedir
3- Alış-Verişte Geçerli Olan Veya
Olmayan Muhayyerlik
Muhayyerlikte Bey'ın (= Satışın)
Feshi
Satıcının Da, Müşterinin De Muhayyer
Olması
4- Satıcı Ve Alıcının, Muhayyerliğin
Şartı Hususunda, Görüş Ayrılığına Düşmeleri
5- Akidde Bulunmayan Muhayyerlik Ve
Muhayyerliğin Bazı Şartları
7- Muhayyerlik Hususundaki İhtilâf
Ve Satılan Şeyin Kusurlandırılması
7- ALIŞ-VERİŞTE GÖRME MUHAYYERLİĞİ
(HIYÂR-I RÜ'YET)
1- Muhayyerliğin Sabit Olmasının
Keyfiyeti Ve Hükümleri
2- Bu Muhayyerliğin Îbtâlt Hususunda
Satılan Şeyin Bir Kısmını Görmenin Hepsini Görmek Gibi Olduğu
3- Kör'ün, Vekilin Ve Elçinin Alış-Verişi
8- ALIŞVERİŞTE KUSUR MUHAYYERLİĞİ (=
HIYÂR-I AYB)
1- Hıyâr-I Ayb'ın Sabit Olması, Bu
Muhayyerliğin Hükmü Ve Şartları Kusurun Tarifi Ve Tafsilâtı
Muhayyerliğin Sabit Olmasının Şartları
2- Hayvanlardaki Ve Diğer Şeylerdeki
Kusurlar
3- Kusurdan Dolayı Geri Verilmesi
Yasak Olan Veya Yasak Olmayan Şeyler
Satın Alınan Şeyde Meydana Gelen
Fazlalıklar
Satın Alınan Şeyden Ayrı Olan
Fazlalık
Kusur Sebebiyle Satıcıya Nasıl
Müracaat Edileceği
Kusurla İlgili Dâva Münazaa Ve
Beyyine Îkamesi
5- Ayıplardan Berâet Ve Tazminat
Ödemek
7- Vasî, Velî Ve Hasta İle İlgili
Hükümler
9- SATILMASI CAİZ OLAN VE OLMAYAN
ŞEYLER
2- Meyve, Yeşil Ekin, Bağ, Yaprak Ve
Kuru Ot Satışı
Kiraya Verilmiş Olan Şeyin Satılması
Ehâre Ve Ekâre Arazilerinin Satılması
5- İhramı! Bir Kimsenin Av Satması Ve
Haram Olan Şeylerin Satılması
8- Satılan Şeyin Veya Bedelinin Bilinmemesi
Mezrûât (= Arşın İle Ölçülen Şeyler)
Ağırlık Ölçüsünde Kullanılabilecek
Şeyler
9- Başkasına İlâve Edilmiş Bulunan
Şeylerin Satımı Ve Alış-Verişte İstisna
10- Birisinin Alınıp - Satılması Caiz
Olmayan İki Şeyin Satılması
10- FÂSİD OLAN VEYA FÂSİD OLMAYAN
ALIŞ - VERİŞİN ŞARTLARI
11- CAİZ OLMAYAN ALIŞ-VERİŞİN HÜKÜMLERİ
Alış-Verişin Sıhhatinde İhtilâf
12- BEY'-İ MEVKUF (= BAŞKASININ
İZNİNE BAĞLI ALIŞ-VERİŞ) VE İKİ ORTAKTAN BİRİNİN ALIŞ-VERİŞİ
İki Kişinin Ortak Bulunduğu Bir Şeyi
Ortaklardan Birinin Satması
13- İKÂLE (= ALIŞ-VERİŞ AKDİNİN
TARAFLARIN RIZÂSI İLE BOZULMASI)
İkâlenin Sahih Olmasının Şartları
15- İSTİHKAK (= SATILAN ŞEYE HAK
KAZANMAK)
16- SEMEN VE MÜSEMMEN'DE MEYDANA
GELEN FAZLALIK BEDELİ NOKSANLAŞTIRMA
Alış-Veriş Akdinden Sonra Semenin Ve
Müsemmenin Artırılması
17- BABANIN, VASİNİN VE HÂKİMİN KÜÇÜK
BİR ÇOCUĞUN MALINI SATMASI VEYA ONA MAL SATIN ALMASI
Vasî'nin Yetimin Malından Bir Şeyi
Satması
Hâkimin, Yetimin Malı Hakkındaki
Tasarrufu
18- SELEM (= PARAYI PEŞİN VERİP, MALI
VERESİYE ALMAK)
1- Selem'in Mânâsı, Rüknü, Şartları
Ve Hükmü Selemin Tarifi
2- Selem'in Caiz Olduğu Ve Caiz
Olmadığı Şeyler
3- Re'sü'l-Mâl'-i Selem Ve Müstemün
Fiyh'in Teslim Alınması
4- Sâhibü's-Selem İle Müslemün İleyh
Arasındaki İhtilâflar
Müslemü'n Fiyh'in Cinsinde İhtilâf
Müslemün Fiyh'in Miktarında İhtilâf
Müslemün Fiyh'in Sıfatında İhtilâf
Re'sü'l-Mâlin Cinsinde İhtilâf
Re'sü'l-Mâl'in Miktarında Veya
Sıfatında İhtilâf
Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâlin
Cinsinde İhtilaf
Müslemün Fiyh İle Re'sü'l-Mâlin
Miktarında İhtilaf
Müslemün Fiyh Ve Re'sü'l-Mâl'in
Sıfatında İhtilaf
Müslemün Fiyh'in Verileceği Yerde
İhtilâf
Re'sü'l-Mâlin, Aynı Mecliste Teslim
Alınıp Alınmadığında İhtilâf
5- Selemde İkâle, Sulh Ve Kusur
Muhayyerliği
20- MEKRUH OLAN ALIŞ—VERİŞLER VE
FÂSİD OLAN MENFÂATLER
Fâsîd Olan Menfâatler (= Kârlar)
Alış—Verişle İlgili Muhtelif
Mes'eleler
Bey': Karşılıklı rızâ ile bir
malı, başka bir malla değiştirmektir. [1]
Bey'ın rüknüne
gelince, bu iki nev'idir:
Birincisi: îcab ve
kabûl'dür. Yani satan kimsenin: "Verdim."; alanın da: "Aldım,
kabul ettim." demesidir.
İkincisi ise: Satanın,
sattığı şeyi teslim etmesi; alanın da, teslim almasıdır. Serahsî'nin
Munıytı'nde de böyledir. [2]
Bey'ın (= alış
verişin) dört nevi şartı vardır:
1) Büyü'
sözleşmesinin şrtı
2) Bey'm
geçerli olmasının şartı
3) Bey'ın
sahih olmasının şartı
4) Bey'ın
lüzumunun şartı
Bey'ın in'ıkâdının (-
akidleşmesinin, sözleşmesinin) şartı da, iki nevidir. [3]
a) Birisi,
âkid'de (= akid yapanda, sözleşme yapanda) bulunacaktır ki, bu şart: akdi yapan
şahsın, akıllı ve mümeyyiz (= iyiyi kötüden ayırabilen bir kimse) olmasıdır.
Kâfi ve Nihâye'de de böyledir.
Sabî (= bulûğa ermemiş
çocuk) ile bunağın satışı, —bunlar, satışa akıl erdirebiliyorlarsa— sahihtir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Satış yapanlar birden
fazla kimselerse, iki taraftan da birer kişinin akid yapması sahih olmaz.
Bedâi"de de böyledir.
Ancak, bir baba
evlatlarının; bir vasî, kendisine vasiyyet edenlerin mallarını ve bir hâkim de,
satılması gereken mallan satabilir.
Bunlar, küçüklerin
mallarını da satabilirler ve onlara mal da alabilirler.
Ancak, vasî yetimler
için satın aldığı veya sattığı zaman, bunda onlar için açık bir menfâatin
olması da şarttır.
Ancak köle,
efendisinin emri ile, kendisini ondan satın alabilir. Aynî'de de böyledir.
b) Sözleşmenin
şartlarından biri de, akidde olur. Bu ise, kabulün, îcaba muvafık olmasıdır.
Şöyleki: Müşterinin (=
satın alan şahsın) kabul etmesi, bâyiin de (= satan şahsın da) îcâbı
gerekmektedir.
Eğer kabul, îcaba
muhalif olursa; (meselâ: Satın alan şahsın: "Satan şahsın:
"Verdim." dediğini değil de, başkasını kabul ettim, (veya
aldım.)" demesi gibi...) bu durumda, satış akdi tamam değildir.
Ancak, îcap, satın
alandan; kabul ise, satandan olduğu zaman, bedel az olursa;
Veya, îcâb satandan;
kabul de, satın alandan olursa, bu durumda da bedelin fazlalığı sebebi ile bu
akid (= sözleşme) sahih olur. Satan şahıs, fazlalığı aynı mecliste kabul
ederse, caiz olur. Bahru'-Râık'ta da böyledir.
c)
Sözleşmenin şartlarından birisi de, iki bedel'dedir. Bu ise, —değişilecek— malların
hazırda olmasıdır.
Eğer, elde mevcud mal
yoksa; bu akid (- sözleşme) caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
d)
Sözleşmenin şartlarından birisi de, satılan şeydedir.
Satılan şeyin mevcud
olması gerekir. Hazırda bulunmayan bir şey için yapılan sözleşme caiz olmaz.
Satıcı, sattığı şeye
bizzat kendisi sahip olmalı ve onun mülkü bulunmalıdır.
Bir kimse, kendi mülkü
olmayan bir şeyi, —bu şey, sonradan kendi malı olacak olsa bile— satamaz.
Ancak, gasbedilmiş
bulunan bir şey satılabilir.
Bir gâsıp, gasbettiği
şeyi sattıktan sonra, onu tazmin ederse; onun bu satışı geçerlidir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
e)
Sözleşmenin şartlarından birisi de, satan ve satın alan şahısların
birbirlerinin ne söylediğini duymasidır.
Bu şart da, bi'1-icma'
satış sözleşmesinin şartlarındandır.
Müşteri: "Satın
aldım." dediği halde, satıcı bunu duymasa; satış akdi yapılmış olmaz.
Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
O mecliste bulunanlar,
müşterinin dediğini duyduğu halde, satıcı: "Ben duymadım." derse; bu
şahsın kulağında ağır duyma hâli yoksa, hükümde, bu sözü tasdik edilmez.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
f)
Sözlşmenin şartlarından biri de, mekânda yâni satışın yapıldığı yerdedir. Bu
ise, satış yapılan meclisin bir olmasıdır.
Şöyle ki: Satıcının
îcabı ile, alıcının kabulü bir meclisde olmalıdır.
Meclislerin değişik
olması hâlinde, bu satış akdi sahih olmaz.'[4]
Satışın geçerli
olmasının şartı da iki nevidir:
1) Mülk veya
Velayet.
2) Satılan
şeyde, satandan başka kimsenin hakkının olmaması. Eğer satılan şeyde, bir
başkasının hakkı olursa, bu satış geçerli
olmaz. Rehin bırakılan
veya kiraya tutulmuş olan bir şeyin satılması gibi... Bedâi"de de
böyledir. [5]
Satışın sahih
olmasının, umûmî ve husûsî şartları vardır:
a) Umûmî
şart: Her bir satışta, sözleşme şartlarının bulunmasıdır. , Çünkü,
sözleşme olmayınca satış sahih olmaz.
Bunun aksi de olmamalıdır.
Bu durumda, bize
göre, teslim olsa
da sözleşmede bozukluk olur.
b) Satışın
sahih olmasının bir şartı da, satışın muvakkat (= geçici bir süre için)
olmamasıdır.
Muvakkat satış
yapılmazsa; bu sahih olmaz.
c) Satışın
sahih olmasının bir şartı da, satılan malın ve fiatımn da bilinmesidir. Ki,
münazaaya yer kalmasın.
Bilinmeyen bir şeyi
satmak, cehaleti iktizâ eder. Ve bu, sahih olmaz. Bir sürüden, bir koyun
satmak... veya bir şeyi, kıymeti başka biri tarafından tâyin edilmek üzere
satmak... gibi...
d) Satışın
sahih olmasının bir şartı da, fâîde'dir.
Faydası olmayan satış,
fâsiddir. Tartıları (= ağırlıkları) ve sıfatları (= özellikleri) eşit olan
paralardan birini verip, diğerini almak gibi... [6]
Satışın fâsid
olmasının şartlarından birisi, kandırmak'tır. Bunun bir çok çeşidi vardır.
Bunlardan birisi,
satışta aldatmanın bulunmasıdır. Hamile olmayan bir deveyi, hâmiledir diye
satmak gibi...
Bu şart mahzurludur.
Sözleşmeyi iktiza etmez. Burada, satıcının menfâati vardır.
Satılan benî âdem ise,
sözleşme için bir alâmetin bulunmaması, halk arasında cereyanında da bir teamül
(= alışkanlık) olmaması ve satılanın da, bedelinin de tehirli olması hâlinde,
satılan da, onun bedeli de caizdir.
Satışta, daimî
muhayyerlik ve meçhul bir vakte kadar muhayyerlik fahiş bir. cehalettir.
"Rüzgâr esene kadar..."; "Yağmur yağana kadar..."; "Filan
adam' gelene kadar...", "...muhayyersin." demek gibi...
"Hasâd zamanına
kadar..."; "Hacılar gelinceye kadar..." diye yapılan
muhayyerliklerde cehalet alâmetidir.
Vakti belli olmayan
muhayyerlik, katiyyen caiz değildir. Üç günden fazla muhayyerlik de doğru
değildir. [7]
Satılan malın
bedelinin ne zaman alınacağının bilinmesi de şarttır. Eğer, bu meçhul olursa,
satış fâsid olur.
Bu şartlardan
birisi de, menkûl olan ve satışı
yapılan şeyi, müşterinin kabzedip, teslim almasıdır.
Bir kimsenin, başka
bir kimsede alacağı olarak bulunan bir şeyi satması fâsiddir.
Fâsid satışlardan
birisi de, iki bedelin birbirinin aynı olmasıdır. Fâizdeolduğugibi...
Fâsid satışlardan
birisi de, faiz şüphesinden dolayı hulüvvdür.[8]
Bey'-i murabaha (= bir
şeyin kârla satılması) ve bey'-i tevliye'de (=
bir şeyin alman fiatla, kârsız satılmasında), önceki fiat belli
olmalıdır.
Ortaklıkta ve bey'-i
vediada (= alınan bir şeyin zararına
satılmasında) da böyledir. [9]
Satışın lüzumunun
şartına gelince, bu, satışın muhayyerlikten hâli olmasıdır. Meşhur muhayyerlik
dörttür. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [10]
Satışın hükmü: Satılan
şeyin, satın alanın mülkü; bedelinin de, satanın mülkü olduğunun sabit
olmasıdır.
Eğer, satış mevkuf (=
başkasının icazetine bağlı) bir satış ise, mülkün sübûtu (sabit olması) icazet
(= izin verme) zamanı, ikisinde de sabit olur.
[11]
Bey'ın çeşitleri,
mutlak satış gözü ile bakılınca, dörttür:
1) Bey'-i
nafiz: (= Geçerli Satış): Üzerine
başkasının hakkı tealluk etmiyen satıştır ki, o anda, mülkiyet terettüp eder.
Yâni satan, sattığı şeyin bedeline, satın alan da, aldığı şeye hemen mâlik
olur.
2) Bey'-i
mevkuf: Başka bir şahsın hakkı tealluk ettiğinden, geçerli olması o şahsın
iznine bağlı bulunan satıştır.
3) Bey'-i
fâsid: Esasen sahih olduğu halde, vasfı bakımından sahih olmayan satıştır.
4) Bey'-i
bâtıl: Kendisinde akidleşme şartlarının tamamı veya bir kısmı bulunmadığı için,
asla sahih olmayan satıştır. [12]
Bey', satılan şeylere
göre de dört çeşittir:
1) Ayn'ı,
ayn ile satmak.
Bu, karşılıklı
değişmektir. Satın alan malını, satan da, bedelini teslim alır.
2) Borcu,
borç ile satmak. Bu sarftır.
3) Alacağı,
ayn ile satmak. Bu selemdir.
4) Ayn'ı,
alacak mukabili satmak. Satışlarda, en çok olan bu şekildir.
Satılan malın bedelini
belirtmek de, yukarıdaki dört çeşidin benzer ler indendir:
1) Bey'-i
müsâveme: Bir kimsenin, elinde bulunan bir malı, onu kaça aldığını söylemeden,
müşteriye, rızası ile, bir bedel karşılığında satmasıdır. Satışlarda en çok
uygulanan yol, budur.
2) Bey'-î
murabaha: Bir kimsenin almış bulunduğu bir malı,, kendisine kaça mâl olduğunu
söyleyerek, aldığı bedelin biraz fazlasına, müşterinin rızâsı ile satmasıdır.
3) Bey'-i
tevliye: Bir kimsenin almış bulunduğu bir malı, kendisine kaça mâl olduğunu
söyleyerek, tam o kadar bedelle satmasıdır.
4) Bey'-l
vedîa: Bir kimsenin bir malı, kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek, ondan
noksan bir bedelle satmasıdır. Yani, bu zararına satıştır. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir. [13]
Bu babda:
1)
Alış-Verişte Akid
2) Bey'-i
Müsâveme'ye göre, Satın Alınan Şeyin Hükmü.
3) Satılan
Şey ve Onun Bedeli olmak üzere, üç bölüm vardır. [14]
Âlimlerimiz:
"Alış-verişte, hem satanın sözü, hem de satın alanın sözü, mülkiyetten
haber vermelidir. Bu da mazi (= geçmiş zaman) veya hâl (= içinde bulunulan =
şimdiki zaman) sıygası ile olur. Akid, bunlarla husule gelir.
Bu kelimeler ister
arapça, ister farsça, ister başka dillerden olsun fark etmez."
demişlerdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Akid, mâzî (= geçmiş
zaman) sıygası ile olursa, niyyete ihtiyaç olmaz.
Akid, muzârî (=
gelecek zaman) sıygası ile olursa, niyyet lâzımdır.
Ancak, bir beldenin
halkı, muzârî sıygasını, hâl (- şimdiki zaman) anlamında kullanıyorsa, bu
durumda da, niyyete ihtiyaç yoktur. Hârizm halkı gibi...
Satıcı: "Şu
köleyi, sana, bin dirheme satıyorum." veya "...onu sana
veriyorum." dediği zaman, alıcı da: "Ben de onu senden satın alıyorum."
veya "...alıyorum." der ve bu sözü ile îcâba niyyet ederse;
Veya, biri mazi,
diğeri de, —hale niyyetle birlikte— muzârî sıygası ile— îcap ve kabul olursa,
bu durumda, akid yapılmış olur.
Ancak bu
durumda, niyyet edilmemişse,
akid yapılmış olmaz. Kunye'de de
böyledir.
Fakat söz, hâle mahsus
bir lafızla söylenirse, bu durumda da niyyete ihtiyaç olmaz. Meselâ: "Şu
anda, sana satıyorum." denilmesi gibi...
Fakat söz, istikbâl (=
gelecek zaman) sıygası ile söylenirse (sevfe, mir gibi kelimelerle söylenmesi
gibi...) bu kelimelerle akid yapılmış olmaz.
Ancak, emir —sıygası—
kendi mânâsına delâlet ederse ("al", demek gibi) bu müstesnadır.
Böyle bir halde,
diğeri de: "Aldım." der ve bu, mâzî gibi olur. Nehrıı'l-Fâık'ta da
böyledir.
Ebû'I-Leys'den
soruldu:
— Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Al şu elbiseyi; on dirheme al." der; diğeri de:
"Aldım." deyince, satıcı sonradan: "Hayır, sana vermiyorum."
derse; durum ne olur?
îmâm, şu cevabı verdi:
--öyle demeye—hakkı
yoktur. Keza, "aldım." dedikten sonra,
müşterinin de almama
hakkı yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
Akid, emir lafzı ile
olduğu zaman, bu elbette üç lafızla olabilir. Satıcının: "Benden satın
al." deyince, diğeri de: "Satın aldım." dese, akid tahakkuk
etmez.
Ancak satıcı, bunun
üzerine —üçüncü lafız olarak—: "Sattım." deyince, akid yapılmış olur.
Veya, alıcı:
"Bana sat."; satıcı ise: "Sattım." deyince;, akdin
tahakkuku için, alıcının, yeniden: "Ben satın aldım." demesi gerekir.
Sirâcü'i-Vehhâc'da da böyledir.
Bi'1-ittifak, istifham
(= soru) sıygası ile akid yapılamaz. Meselâ:
Müşteri, satıcıya: "Şu
şeyi, bana satar
mısın?" veya "...sattın
mı?" deyince, satıcı: "Sattım." dese; akid yapılmış olmaz.
Ancak, müşteri
yeniden: "Ben de, satın aldım." derse; akid yapılmış olur.
Bedâi"de de böyledir.
Keza, bir kimse
diğerine: "Şu şeyi, benden satın aldın mı?" der; diğeri de: "Satın aldım." derse; —satıcı,
tekrar: "Ben de, sattım." demedikçe— akid yapılmış olmaz. Hulâsada da
böyledir.
İmâm Zahîru'd-dîn,
"amcası Şemsü'I-Eimme el-Evzecendî'nin, Şemsü'I-Eimme Serahsî'nin şöyle
buyurduğunu, söylediğini" rivayet etmiştir:
— Bu
durumda, akid tamamdır.
Çünkü, ' * sattım.'' demek,
satıcının ifâdesinde
zamirdir. Mânâsı: "Sen satın aldıysan, ben de
sattım." demektir. Mıihtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse: "Bu
köleyi sana, bin dirheme ikâle ettim." der; diğeri de: "Kabul
ettim." derse; bu durumda ihtilaf edilmiştir: İmâm Ebû Bekir el-İskâf:
"İkâle sözüyle, aralarında akid meydana gelmiştir."
demiştir.
Fakiyh Ebû Ca'fer ise:
"Bu sözle, akid yapılmış olmaz." demiş ve Fakıyh Ebûl-Leys de, bu
görüşü kabul etmiştir.
Bu kavil
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Fetâvâyi Kadlhân'da
da böyledir.
Rivayetlerin ittifakı
ile,selem[15] lafzı ile de alış-veriş akdi tamamlanmış
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu köleyi sana, bin dirhem karşılığında bağışladım."; diğeri de:
"Kabul ettim." dese, alış-veriş akdi tamamdır. Hulâsa'da da böyledir.
îcâp sözü (ca'l =)
"kıldım" lafzı ile sahih olur. "Şunu sana, şu kadar bedelle
kıldım." demek gibi...
İmâm Muhammed (R. A.),
şöyle buyurmuştur: Gerçekten hâkim, alacaklı şahsa: "Şunu sana, alacağına
karşılık kıldım." der; diğeri de: "Razı oldum." derse; bu sahih
olur.
Bir kimse:
"Sattım." dedikten sonra, karşısındakinin: "Eceztü" (- icazet,
izin verdim) demesi ile de,
alış-veriş akdi tamam olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Keza, müşteri:
"Şuna karşı satın
aldım." satıcı da:
"Razı oldum." veya "Eceztü" (- izin verdim) derse,
yine akid tamam olur. Ihtiyar'da da böyledir.
Keza, bir kimse;
borçlu bulunduğu şahsa, borcuna karşılık olarak: 'Şu köle sana
satılmıştır." der; diğeri de kabul ederse, akid tamamlanmış olur.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Köleni, bin dirheme satın aldım.' deyince, diğeri de: "Ben de öyle
yaptım." veya: "Evet" yahut: "Ver parasını." derse;
aralarındaki, bu alış-veriş sahih olur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse: "Onu, şuna mukabil satın aldırn."
satan da: "O senindir."
veya: "Kölendir." yahut: "Sana feda olsun." derse, bu alış-veriş
de tamam olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şunu, şuna karşılık sana sattım." der; diğeri de: "Aldım."
derse; alış-veriş tamam olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Atına karşılık, atımı verdim." deyince, o da: "Ben de öyle
yaptım." derse, bu bir âlış-veriştir.
Şemsü '1-Eimme
el-Ezvecendî, bu kaville fetva vermiştir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Bin dirheme karşılık, şu köle, sana aittir." der; O da: "Kabul ettim."
karşılığını .verirse; bu alış-veriş
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu köleyi, bin dirheme sattım ve parasını sana bağışladım." der;
diğeri de: "Satın aldım." derse; bu alış-veriş olmaz.
Ancak satıcı, o kadar
fiata sattıktan sonra; o fiattan vaz geçerse veya bağışlarsa yahut bunu
müşteriye tasadduk ederse; bu sahih olur.
Bir kimse bir şeyi satsa;
fakat, bedel hususunda
sussa; bu durumda satılanı veya bedelini
teslim almak hemen vâki olursa, mülk sabit olur.
Bu, İmâmeyn'in
kavlidir. Hulâsa'da da böyledir.
Bu durumda, satın alan
şahsın, aldığı şeyin bedelini vermesi lâzımdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de
böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Bedelsiz olarak onu, sana sattım." der; o kimse de, onu alırsa;
mülkü olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şu köleyi sana iki bin dirheme sattım." der; müşteri ise: "Onu
bir şey vermeden satın aldım." derse, bu alış-veriş sahih olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kölenin, bir
uzvuna izafe edilen ıtk[16] da, alış-veriş de sahih olur. Zehiyre'de de
böyledir.
Nâsırî'nin Tecnîsi'nde
şöyle denilmiştir:
Bir kimse: "Şu
köleyi bin dirheme sattım. Satın aldın mı?" deyince, karşısındaki şahıs
da: "Satın aldım." cevabını verse ve başka bir şey söylenmese; bu
alış-veriş,mülk edinme bulunmadığı için, sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Onu sana, şuna mukabil sattım." deyince, diğeri, de: "Satın aldım." dediği halde, "...senden..." demezse; bu
alış-veriş sahih olur.
Bunun akside böyledir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse diğerine:
"Şu kölem, bin dirheme senindir; eğer, hoşuna giderse..." der; o da:
"Hoşuma gitti." derse; bu bir alış-veriştir.
Keza, satıcı:
"...muvafakat edersen, senindir." der; müşteri de: "Muvafakat
ettim." derse; yine, bu alış-veriş sahihtir.
Keza, satıcı:
"...istersen..." der; alıcı da: "İsterim." derse; bunların
hepsinde de alış-veriş sahihtir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu dolu olan şey beş yüz menn [17] ise onu sana, şuna mukabil sattım." der;
müşteri de: "Satın aldım." dedikten sonra, onu tartar ve bu şey
satıcının dediği gibi, beş yüz menn gelirse; bu alış-veriş sahih olmaz.
Ancak bu satıcı, onu
satmadan önce ne kadar ağırlıkta olduğunu biliyörduysa, o zaman bu alış-veriş
caiz ve sahih olur.
Çünkü, tahkik (= doğru
olup olmadığını araştırma) vardır; ta'lîk (= bir şeyi araştırmayıp askıda
bırakma) yoktur. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şu eşyayı götür; ona, bugün bak; razı olursan, bin dirhem karşılığında
senin olsun." derse; o şahsın, alıp götürmesi caiz olur.
"Bugün ondan razı
olursan işte o, on bin dirheme senindir." derse; buda, caiz olur.
Bu söz: "Ben, şu
köleyi sana bin dirheme sattım. Sen, bugün muhayyersin." sözü gibi olur.
Bu istihsandır.
İmamlarımızın üçü de bunu kabul etmişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şunu sana, bin dirheme sattım, istersen geceye kadar
serbestsin." derse; bu ta'lık değil; muhayyerlik olur,. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Filan razı olursa onu bin dirheme sattım." der ve o adamdan rızâ
vaki olursa; bu caiz olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir
elbiseyi fâsid bir satışla sattıktan snora; müşteri bir gün sonra gelerek:
"Sen bana, şu elbiseyi bin dirheme satmadın mı?" deyince, satıcı:
"evet, sattım." der; müşteri de: "Ben de onu aldım." derse;
işte bu bâtıldır. (= geçersizdir.)
Şayet, bu şahıslar
fâsid alış verişi yapmazlar; onu terkederlerse, bu durumda ahş-verişieri caiz
olur.
Bir kimse bir
başkasına, bin dirheme bir köle satar ve: "Eğer, bugün bedelini
getirmezsen, aramızda alış-veriş yoktur." der; müşteri de bunu kabul
ettiği halde, o gün bedelini getirmez; bir gün sonra karşılaşınca da: "Sen
bu köleni bana, bin dirheme satmadın mı?" der, satıcı: "Evet,
sattım." deyince de: "Ben de muhakkak aldım." derse; bu satış bu
konuşmanın geçtiği sırada tahakkuk etmiş olur.
Çünkü, önceki satış
bozulmuştu.
Bu, fâsid alış-veriş
gibi değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şunu sana, bin dirheme sattım; bir seneye kadar bedelini
getirmezsen aramızda alış-veriş
yoktur." derse; bu fâsiddir. Ve bu, muhayyerlik gibi
değildir.
Bu şahıs, üç gün şart
koşarak: "Eğer, üç güne kadar bedelini getirmezsen aramızda alış-veriş
yoktur." derse; istihsânen bu caiz olur.
Ancak: "....dört
güne kadar..." derse, bu caiz olmaz.
Alıcı, bedeli üç güne
kadar getirip: "Ben te'hirini istemedim." dese bile, hüküm böyledir.
"Üç güne
kadar..." deyip, üçüncü günde getirirse, bu caizdir. Hulâsada da böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu elbiseye şu kadar dirhem verirsen, onu sana sattım." der; karşısındaki şahıs da, o meclisde onun
bedelini öderse; bu istihsânen sahih bir alış-veriştir.
Bazıları: "Bu,
zahiru'r-rivâyeye muhaliftir." demişlerdir. Sahih olan ise, bunun caiz
olmamasıdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Siyer'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse:
"Bedelini verene sattım." der; birisi de, o meclisde bedelini
verirse; bu da, istihsânen sahih bir satıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu cariyeni on dinara satın aldım. Sattın mı?" der; o da:
"Sattım." der ve muradı gerçekten alış-veriş olursa; bu sahih bir
satış olur.
Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir:
Hasan bin Ali'den
soruldu:
— Bir kimse vekiline,
bir eşyayı yirmi iki dinara satmasını söyler; vekil ise, buna razı olmayıp
yirmi beş dinara satmak ister; müşteri de: "Bu, üç dinarı bana
bırak." deyince, vekil razı olur; bundan başka, bir şey konuşulmaz ve
arada vekilin razı olduğuna dâir şahit de bulunursa, bu alış-veriş olur mu?
Hasan, şu cevabı
verdi:
— Bu kadarı,
alış-veriş değildir. Ancak, îcap ve kabulün bulunması hâli veya bu makama
geçecek fiillerin bulunması hâli müstesnadır.
Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Alış-veriş işlemi
yaparken uzaktan çağırmak veya duvar arkasından söylemek caiz olmaz.
Bir kimse evin
üzerinde bulunur; o evin içindeki bir şahıs da ona: "Şunu sana, şunun
karşılığında sattım." der; o da: "satın aldım." derse;
birbirlerini görmekte olmaları hâlinde, bu alış-veriş sahih olur.
Uzaktaki söze itibar
olunmaz. Kunye'de de böyledir.
Uzaklık, her birinin
konuşduğu sözlerde iltibas (- iki veya daha çok şeyin biri, diğeri sanılacak
şekilde, birbirine benzemesi; her birinin belirsiz olması) meydana getirecek
şekilde ise, bu durumda alış-veriş memnu'
(= yasak) olur.
Böyle değilse, yasak
olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Halk, şu üzüm bağını, iki bin dirheme satm alıyor." deyince; bu
şahıs: "Sana bin dirheme sattım." der; diğeri de: -"Ben de onu
aldım." derse; —bunlar hezl (= latîfe) yolu ile söylen-memişse— bu
alış-veriş sahih olur.
Şayet sözün ciddî mi,
latîfe mi olduğu hususunda ihtilaf çıkarsa; bu durumda "latîfe
yaptım," diyen şahsın sözü geçerli olur.
Ancak, alan şahıs
bedelinden bir kısmını ödedikten sonra, satan kimse: "Ben, şaka
ettim." derse; bu durumda, sözü kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.
Dellâl, şöyle
demiştir:
Bir kimse: "Şunu,
şu kadar bedelle satıyorum." der; alıcı da: "Ben de aldım."
derse; alış-veriş tamam olur.
Muradları hakikaten
ahş-verişse, akid tamamlanmış olur. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu kölemi sana, şu kadar bedelle sattım." der; müşteri ise, bir şey
söylemeden onu alırsa, alış-veriş tamamdır.
Şeyhu'1-İmâm
Hâher-zâde, böyle buyurmuştur.
Sirâcİyye'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"senden bin dirhemlik buğday satın aldım." der ve o mecliste, bu buğdayı
tasadduk ederse; bu alış-veriş tamam olur.
Kabule delâlet eden,
bir söz söylenmemiş olsa bile, hüküm böyledir. Ancak bu kimse, buğdayı o
meclisten ayrıldıktan sonra tasadduk ıxicv:-se, bu hâl, öncekinin hilafinâdir:
Çünkü burada,
kabÜİÜfen 'ÖnS* İ'râi (^ f&£ ŞeVİHfte} Keza, bir kimse: "Bu kumâşi
sana feİB âİfnemS §âttiffl:'; fe ^ bir gömleklik kumaşı da ö meclisten #Rtaâin
W&î feİŞ VerİFs% İBü alış-veriş sahih ölür. KerÖerî'niıl V£cîM;nâg âe*
fc^Mf.
Bir kimse, diğerine:
"Şii kölemi Sânİ feffi Öftteffl£ Sittlffl-." fe; diğeri ise: "O
hürdür." derse; bu köle âzİÖ Î&MŞ Smffi-. Httlâ§â'Ö^Öâ böyledir.
Şeyhu'İ-İslâm ve
Sate'|-İihM'ffi', ^fflMM MV şöyle
buyuruİrhuştûr: "Bu cevaftih' Vfc», b\l
fâte feSf Muhıyi'îe de böyledir.
Eğer, bü şahıs:
"İşte, d hurüuf.''' ÖSflS öfeiŞâl; fett KOıe nur olurdu: Öiöyîe Üiyeh
müfteri life-, fem &teM Sâ9rdİ.
Httfe'yâ üa böyledir.
İbrâİiîin, İimM etmiştir:
Bir kimse diğer bîr
şâhsa: "Şü fe'Ö da: "Sattım." karşılığım vfernM- m%\&\\
"© fettf.Vı te^ Ebû Hahîfe (R.Â.): "Önün hür*r &m&\>, SBtt
ilffl!5\ W ISİd demektir." buyurmuştur.
tmm Mtttattİm'eÜ
^-,Â.) İse: ''© feÖte t\W ©lffiSS >5€ ISİfl Stffl* sebebiyle dfe; önü âlmiş
'olmaz-/'"' 'büyttrmtilİüh
Bir sâtiti'riin, "&tttffi-." M&M Söflî
giymesi, hayvana
feîttffi€Sİ; ^H|\ Sâti»
îİSı Btö\İİUftü «» Hidâye'de 'de böyledir-.
Bir kimse dieerVAe:
''|ü Pme|İ felftâ fe feneffi V€îfflye.'' der; to da yerse; bü feİt Sİ^VÖİ^
ölüf. VS İBlffittjffffl* h|H4 ötat.
Burıü, Şemsüİ-İ böylece zikretmiştir. İ&ÎÜMyVte
de!
Bir kimse bir başkası
île aI)İ-^fe Jtjftfc öft*ffl ^fe Sittfl ^W W ona: "Senden aldığım her
cfeiseıfe lil İŞft ^**^ fâ3^ W$fr:'' fe /e önce satıttalan şahıs, eftfeeyî-,
İ&Mftfflfefiî fe= g^S Sittft âfe^^fr-lanlar on veya daha feâi^ elbise ÖİÜ^
Şfttt htSi^ ®tef ^ ^ fet senin bedelini, birer dîrn&n âe kâfi îfe V^Rf.
İitiârh Ebû Vûsüf İ
kâr da, satiş da câiz^îr-. da caiz öİnraz.
Bir fcm^e &|erme:
"\bunu ^ft\iBBU ltm> "Hayır,
sattc\ da, bu ölür. , müşteri , o
©ft dirhemden aşağıya , satıcının alıp götü- a da
fese feaıteffia-:"Şu 'ofttt ^ftto İte feİ tem ^ feft ^İâŞpft
olursa, sonra:aV'olur. -." der;
dinara y: "Satın cinsi Önce, on satış yeni.'' derse;. dirheme ^â satış,
Bir satıcı müşteriye:
"Ben onu sana bin dirheme sattım; ben onu sana iki bin dirheme
sattım." der; müşteri de: "Öncekini kabul ettim." derse, işte bu
caiz olmaz.
Eğer müşteri:
"Hepsini de kabul ettim, derse; bu durumda, ahş-veriş üç bin dirheme
yapılmış olur. Yani, müşterinin böyle demesi: "Ben, üç bin dirheme kabul
ettim." demesi gibi olur. Ve satış, iki bin'e, bin daha ilâve ederek
tahakkuk etmiş bulunur. Müşteri isterse, aynı mecliste böylece kabul eder;
isterse, geri verilir.
Keza, satıcı:
"Bin dirheme ve yüz dinara sattım." derse; bu durumda, ikinci bedel
olan yüz dinara satılmış olur.
Bazıları ise: "Bu
iki bedele satılmış olur." demişlerdir.
Önceki bedel
fazladandır. Ancak, müşteri aynı meclisde bunu kabul ederse, vermesi gerekir.
Bu, bir vecihtir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şunu sana bin dirheme sattım." der; diğeri de: "Hayır, kabul
etmem. Beş yüz dirheme ver." dedikten sonra: "Onu, bin dirheme
aldım." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer, —bu bin dirhemi—
verirse, bu rızâ olur. Değilse, olmaz." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
dâ böyledir.
Akid esnasında satıcı
veya müşteriden biri muhayyer kalırsa; aynı meclisde ister
kabul, isterse reddeder.
Cevheretü'n-Neyyire'de de
böyledir.
Kabulde muhayyerlik, o
meclisin sonuna kadar geçerlidir. Kabulün sahih olması için, satıcının hayatta
olması şarttır. O ölüverirse,îcap bâtıl (= geçersiz) olur. Nahru'l^Fâık'ta da
böyledir.
Alıcı veya satıcıdan
her hangi biri, kabulden önce kalkıp giderse, îcap bâtıl (= geçersiz) olur.
Kalkıp gitmediği
halde, başka bir şeyle meşgul olmaya başlarsa, yine ahş-veriş geçersiz olur.
Ancak, ayakta durmakta
iken, oturur ve sonra kabul ederse, bu durumda ahş-veriş sahih olur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Nasıyr'den soruldu:
— Bir kimse, diğerine:
"Şu köleyi, sana sattım." dediğinde, müşteri de elinde bulunan
bardaktan su içmekte olsa ve suyu içtikten sonra: "Satın aldım."
dese, ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bu ahş-veriş tamam
olur.
Keza müşteri, elindeki
lokmasını yedikten sonra: "Kabul ettim." dese, yine, bu ahş-veriş
tamam olur. Zehıyre'de de böyledir.
Ancak müşteri, yemek
yemeye devam eder ve meclis değişir veya ikisi de yarıp uyur yahut birisi
yanının üzerine yatıp uyursa, bu durumda ayrılık vukf; bulmuş olur; oturduğu
yerde uyumaksa, ayrılık olmaz.
Hulâsa'da da böyledir.
Satıcı ve alıcı
bayılıp, sonra ayılarak: "Kabul ettim." derlerse; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu ahş-veriş sahih olur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu baygınlık uzun sürerse ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.
Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şunu sana şu kadar bedelle verdim." der; müşteri, buna karşılık bir
şey söylemez ve satıcı başka biriyle konuşursa, bu satış bâtıl olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Müşteri namaz kılmakta
olsa da, namazı bitince kabul eylese, bu satış caiz olur. Künye'de de böyledir.
Müşteri, kılmakta
olduğu nafile namaza, îcabtan sonra bir rek'at daha ilâve etse, yine,
alış-veriş sahih olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Evin içinde bulunan
müşteri, dışarı çıktıktan sonra: "Kabul ettim, satın aldım." derse,
aralarındaki alış-veriş sahih olmaz. Bu durumda akid yoktur. Muhıyt'te de
böyledir.
Alıcı ve satıcı,
yürürken alış-veriş akdi yapmaya çalışırlarsa; ister her ikisi de yaya; ister
ikisi bir hayvana binmiş; ister, her biri ayrı ayrı hayvanlara binmiş olsunlar;
kabul sözünün, îcap sözüne bitişik olması
hâlinde, akid tamam
olur.
Sözler fasılalı olursa
bu fasıla az bile olsa, bunların yerlerinin bir olması halinde de akijEJİeft
sahih olmaz. Aynî'de de böyledir.
Nevâzil'den naklen,
Hulâsa'da şöyle denilmiştir:
Bu müşteri, bir adım
veya iki adım sonraya kadar cevap verirse, alış-veriş sahih olur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Biz de bû kavli
alırız. Cem'u't-Tefânyk'ten naklen Nehru'I-Fâık' ta da böyledir.
Sadru'ş-Şehîd,
Fetvalarında: "Zahiru'r-rivâyeye göre bu sahih olmaz." demiştir.
Hulâsa'da da böyledir.
Müşteri, ikisi de
durmakta iken cevap verir; sonra yürürler veya konuştuktan sonra birisi yürür
ve bu hâl kabulden önce olursa; îcap geçersiz olur ve bu alış-veriş sahih
olmaz.
Hareket halindeki
gemide yapılan alış-verişte, iki konuşma arasında sekte (= biraz duraklama) olsa
bile, bu, akde mâni olmaz. Bu durumda gemi, ev menzilindedir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
filan adama
satttm-." fe* e şahıs ise, bu mecliste kas»? buldur ve> "lea ete,
sâtıa "alta-." fe§e$
sahih olur, Mhf âfelm»ev; "Sattım*"* afceı da?
"Aita-." te ve bu s©?.ltFi aynı a vâki ûiur^^ bu aüş--v§fîş sahih ve
akM tamam ©lüf •. labam ia, bi söylerdi, IhîİM
Û feölli[18]
(= satılan şeyia) .dtüşmesiadeiî 8nee ©iması,
elteette, şerekliür-. lahnı'Mllili'tâia köyledir-.
lif kimse sıkılmış Mm
suyunu satan müşteri i§§, @au hamr t= şarap) ©lafla kaöaf kafesi etmedi Mlihare
ie feu şarap §iFkı @1uf ve müfteri feu touffldaı "Mateâl ettim-."
igr-§eı teu alışveriş eâig ©lmşs-.
fei fejf möşteriî
îeaptjffi §©fifa teif eariytyi kalâl gts©, yine, feu a!i§=v§Fİı mi ©İma?-.
TataFhâüiyye^ı ie k@yl§ft
Şif kimse âii@FiRiı
"Şu eâFiyıyi §ana feis dirheme sattım-." âen müşteri isei §
gâriyınifi eli teir şahıs taFâfîRiâa kesilip, diyeti â§ §tıeıya viFilgng kato
kafesi etmeyip, feuRİaa §©RFâi "Makûl ettim-." fe§§i feu alış=veriş
eâig İma^, lahıriyye'âe ^g heyleâİF-.
İmâm Muhammeâ
[\i-,A-:u Vekâlet Kitâhnulâ, Wm ^laleı etl^n feif mes'ele gikFgımiştiF; Şöyle
kiı
Iif kimse iiğeriBei
"Şu keleyi §afiâ şu kadar M§11§ sattiffl:"i üşteri âe; "Mafeûl ettim:"
te§e, a
Aneak feundâfi §@RFâ
sâtıen "L™
bu duFUffîda akid
lamamtaamıı §1uf:
laa ilifflîgFi "iâtıgıı
"lana sattım-." dediği gamâfl? -_..,
iFiflin mülküne havâig
ıdilmip ©luf: Müşteri d§ı "Matesl ettim:" dfeymee, ku kâigniH
mülkiyeti müştermia «r= \ Ijundas
§§RFâ, feu kâlgaifl fegdgliniîi mülkiyetiaia satıgıya ait ©İması i£m,elbette
mmı "Ragı @lduffl:" iemesiıiFgkif-. i Âlimlerm ekserisi i§gı "Möıtffiı "Kalâl
ettim:" dgiikıgfl mm^ §âtıgmm-igâ2etiae ihtiyaç y©ktur5" dımiılgrüF:
iahih glâR âa satıeı, müştefinifl kabalünien §ngg, i§teii|i
h\\$\ \Mm bite?
sıtıçfflffl â@Rffl?s! %Mb etef: Bafcra*F=Biık''ta öt
ttö- "|h fâls^i
lâfii*, p tete Mills sattım:" âsâito
"lea.to, tebffl ettim-.** öspsk Mîi^ırı
ttfflaffl vs teli ötef •. fehîH^i'âs de bftyteâit:
teft ite biFlftte?
sıtıs âli "•itedfia? iıhım ¥i^ paim-/'' fes ^ e ıpı iftdı sftylesâeFi to
ılii-^fiı ismim 8te; Art ano? mfiîtofiflffl: s*Satm aldım-." donesini
mfitülâp âî al«--veHî tamam 8teü| 8te-.
SiFdi
ftdıdebftı?ledif-.
feag ve tefe'âl apt
anda eiffiâî feu satış tamım 8to-. fti taıfiada
Reıteî malda ajış
steııı veyt ıfiFömedefl alm® satılmış tote
ibi hıteâg miiteyyeFlik mi\h Hd^de de feş^lşâif •.
gibi hıteâg miiteyyeFli ^
«Mi tamam slâüfeiH
§8Hfiî satışıma iefeöfis Mşfii fcrtma
fe# toto §ıWfe 8iır ât fetiâtif NehFH'fciiıVta
da
ÂReteî ması gibi
hıteâg
m slâüfeiH §8Hfiî
satş fe# toto-. §ıWfe 8iır ât
atıeıyai "Şh
fesisyi ıgRâgR biR difteme satm aldım-."! tıeı ise- "Sattım-."
defi fepâiR ısRîiâi; ffltiitgfii ''İıtpmffl^' deFseı e sfly İsme hakkma sah®
degldiF-. Mıyü !de de bSjlediF: * Sif kimse diletme; "Şm-teHdeai w şfti^i
sr diFheme'Şâtm aldm-." teı âiise i§s- "§attffl:" âgç *e;
"4staapFttffl:" diye \\m î&mm ta dûFradi; mssteri mmmt Sıttmı
§ıMp& vs bh §atıs töıatttifc ûmh §tFie«'fc¥Atte'da da feeylsâiî:
« §if kimse; âste
âiFtemg feiF elbise ıteıfc isteFi elfeiü ılhifei \ih hm eteak: "gR âiFtog
sıtaFim-. A§ı|ıp vgFmsffî:" ösfi ömrur Mmm RîtiıtgFi de; î(<Rfeı
8tdTO:î; -de£ü faalde^ feR §gte di öftise şahitti «esti satfflpFtiffl:"
âiF§gi feumı is^lşms Şıfetafli §iWgtiF ve feü sanı tıhıfetek etmiı 8tei5:
iMâ^e'de de böylediF:
Bu hususda, yazmak da
konuşmak gibidir. Haber göndermek de aynıdır.
Bu durumlarda, haberin
yerine ulaştığı ve mektubun geldiği meclise itibar edilir, Hidâye'de de
böyledir.
Tftcü'ş-Şerîâ, şöyle
demiştir: Alış-verişle ilgili mektup şöyle yazılır: "Filan şahsa...filan
kölemi sana şu bedelle sattım."
Mektup, o şahsın eline
geçtiği zaman, onu okuyup içindeki ifâdeyi anlar ve aynı mecliste kabul
ederlerse; bu alış-veriş sahih olur, Aynî'de ,
de böyledir.
Haber gönderme ise:
Bir şahsa:
"Filana git. Ve ona şöyle de: Filan şahıs sana, filan kölesini, şu kadar
bedelle sattı, de." der.
O da gelip, o adama
haber verir. O da, aynı mecliste kabul ettiği cevabını verirse, bu alış-veriş
de sahih olur.
Keza: "Kölen
filanı, filan şahsa, şu kadar bedelle sattım. Ey filan, git ve o şahsa haber
ver." der. O da gidip o şahsa haber verir. O şahıs kabul ederse, bu
alış-veriş sahih olur.
Bir kimse: "Şunu,
—hazırda olmayan— filan şahsa sattım." der ve fîatım* da söyler; bu haber
de o şahsa ulaşınca, o da bunu kabul ederse, bu alış-veriş sahih olmaz.
Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse: "Şunu,
o adama sattım. Ey filan, haber ver." deyince, "haber ver."
dediği şahıs değil de, bir başka şahıs bunu haber verirse; bu caiz olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse başka birine
mektup yazarak, "Filan köleni satın
aldım." der; kölenin sahibi de cevaben: "Ben de sana sattım."
diye yazarsa; alış-veriş tamam olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse diğerine
mektup yazıp: "...Bana, şu fiata sat." der; mektup, o şahsa ulaşınca,
o da, ona: "Onu sana o fiata sattım." diye cevap yazsa; diğeri
"satın aldım." demedikçe, bu alış-veriş tamam olmaz. Aynî'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerine
mektup yazıp: "Filan köleni bana sattın." der; o da, cevaben:
"Evet o köleyi sana sattım." diye yazarsa; bu alış-veriş olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse mektup
yazdıktan veya haber gönderdikten sonra
dönerse, —haberi götüren şahıs, bunu bilsin veya bilmesin— bu kimsenin dönüşü,
geçerli olur, Aynî'de de böyledir.
Mektup yazan veya
haberci gönderen bir kimsenin mektubu veya elçisi, karşıdaki şahsa ulaşmadan,
bu alış-verişten dönerse; karşıdaki şahıs bunu bilsin veya bilmesin, bu dönüş
sahih olur.
Bu şahsın dönmesinden
sonra, karşı tarafın: "Kabul ettim." demesiyle, bu alış-veriş sahih
olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu kölemi şu fiata sana sattım." deyince, o şahıs da bir başka
şahsa: "Satın aldım de." der ve bu şahıs da: "Satın aldım."
derse; duruma bakılır: Şayet söz, kendisine haber yollanan şahıstan çıkmışsa;
bu alış-veriş sahih olur.
Fakat bu söz, ona
haber gönderenden çıkmışsa, bu alış-veriş sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir. [19]
Bazan da alış-veriş,
konuşmaksızın, almak vermek şeklinde olur. Buna, bey'-i teati [20] denir. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Bunda, satılan şeyin
iyi olması veya olmaması arasında bir fark yoktur. Bu sahihtir. Tebyîn'de de
böyledir. [21]
Bey'-i teâtî'de şart,
her iki tarafın da vermesidir.
Bu, Şemsü'l-Eimme
Halvânî'nin görüşüdür. Kifâye'de de böyledir. Âlimlerin ekserisi de, bu
görüştedir. Bezzâziye'de: "Muhtar olan budur." denilmiştir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in nassına göre, sahih olan, birinin almasının kâfi olduğudur.
İki bedelden, birinin
alınması ile, bey'-i teâtî sabit olur. Bu ise, ya satılanın veya bedelinin
alınması demektir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bu alış-verişin
akdedilmesi için, fiatın belli olması ve
mebî'in ( = satılan şeyin) teslim edilmesi de şarttır.
Ebû'l-Fadl
el-Kirmânî'nin bu şekilde fetva verdiği hikâye edilmiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
gili simaca m\\m
mahsasbir- hU^u
bpylcciir.
iif Mş§e taşta biF
kimssdgHi bgjN mflsâveme (= 8i? kimsenin, almış eldufu &f malh keHdisiag
tap mil elöuiuHu seyigfflgdgHj biF
tetellij kâ§ta§lfiâ;
ÖRHH F12İS1 İlg SâtfflâSl) İle bİF fgy Siîlfl âlfflife \§l® W
yamada Kâbı bölunma^
şatıeıto biF kap alıp akılsa? §brf§ da 8 feâfeı geiiFipj aldıimın parasını da
vgf§g. bu eli l âylediF
yşlfflişıîF:
maliH §ahi6ifl€:
"8if bü;
lıyrffl: §âflâ ¥SF^iffl:;î û& ve mili
ıtaâteR mûm ipn
^âhâ §8BFâ dâ;
dİFhgfflteFİ pîİHP; SâlieidâH teRHiiyfeiâr) |gküd€ fflill
almak i§!sf ¥g paFasm!
mm^ bu aliî=veFijî =daha ânee dg§H= 8 anda», giFf ekteşffliş 8iuf:
FEtlİH'tMadi^de dg bâjflediF:
« 8if fciffl§e başka
bif kiffî§6d€Bi §sfe diF&eiRg biF vitear ^ sısfc veya kaıiF §iFişa
pkteölefl bir wh ypesk v§:) §afm aldıktan §8Bfâi saııa^âî "§6feii
dirtsfflg biF pfe daha gsiiF:" de^ip» sFidaj ~te&-§§feig ^iF^gfflî
vgF§gj §aıi6i; Wf yak daha alıp gfliFSfsfe; şm ygFde
Öİ^ ¥8F§gl bH SâtlŞ dâ
ÛMlh §Ştl61î gSfİFdİÜ bU ^üfe İŞİR; §Sfö
iRi telsg gd§F
MHsiHiBlt^a da bö^lgdiF: giBe mt>,
Imm
gd§F:
şpaiitiBasilsaiiyşFSUR^dgFisdâi^Öç
$ ¥gB^8FHffl:!î
dg^BEgj fflHŞlgFİİ ''Âlâlffl: îâFt:" ÖSÖİ
kasap 6ii tartmazsa*
biF m ggfekmgî:
Mâ§â|3 tâFttlklâB
§8flFâ Vg-figBÖZ fflüilSFİ âlfflâdâB 8B6g
Şyj müfigFi âliF vgya
feâ§âp gti mflşteFiBifl kabma kemi
h|=VgFİ| îâfflâffl
8İfflH| 8İÜF: ¥g ffiİîpFİ; gtifl bgdglİBİ ÖdgF:
« NevidiF'dg; Jbflü
Şmih İffliffl M
İ FİVİ^gt gİfflİŞÎİF:
Müıtgfi kasaptı
"¥âBifldaki saen ton
ban
da tartaFsai bu
duFumda m\\%\m i^n âe^ ka^ap işin ât,
t yine, İmâm Mwhamm^
(R-.A-. ^ ş
Bir Himsg, jçinât Mmm
$h fetipp di feylunâR W pk ^arpu^
g:11 teı müşier-i de^
saMemm g@?ti enftndit m \mmrn şç ve götMr-se ve^a sane* en tan^^ini §jm û^
möştın ^nw H-a^ûl feu alıı veriş iâraam şiuf •. Fethtftöadfr'de de b^lediF-.
«lif kiffi§t bufâa^
almak maksadı Hij bufâa^ satıeısma b viFipî "Buğdayı kaça'
saiiy©FSüfl?" âip %®wm saiıeu "¥ftî @lfşmi bir- âinitfâ
saupFyffl-." âgF vg müştefi mm §©nfa da ©nâan buldan safta almak isteri bu
dwumda âa §aiigii "¥âFiB-." â§F§§i aFalanada alii=vefiş akâi yapılmış
§a^ılffla?;
Muşigpi gidip; bir aün
§©nFâ büğdaymı almaya ışlmı* fiatia deiişiklik simaş balaasai §aii€i feu
âufumâa dâ? §nşeki aarhıan © fflüligFiyı, beş dmlflık feuiâay vefif-. KuBye'âg
de feeylgâiF:
« VeFmek--almak
sâFeüyle yapılan beyM teâtî âRgak; flsid ve blHl satış ügiFmı elfflââıfeeâ
âlış=veFiş ©iuf-.
§u bey'» flsid vt bini
Mmm bina giiliF§g; eiig eta: V6€K*de dg
Bif kim§e sdunguyai
"Bü %ûmm yökö kaşa?'* diFj @ "Şuna:" di^ı feiF fiai söyleyinge»
müıtgFi* "gşeü m-." deF vg satıeı
u alış=yeFii aneak,
eiufigu eâunu teslim siip müşteFi d
sahih @îuf: iiFiei^e'de de bâylıüF:
§İF feiffl§g kâ§âpîâi 4İİİF İİFhlfflg fig kâte İt İ
i kasap: "İki
mgnn:" dese; fflttitgfi -dgî "TaFt: iif ii
" ^ıyip iti âlsaî
bu alıpıHş giisdiF: irii tartılan feu eti pfi ilde §&mşz-. İu müşiri ııin
taFtı§mda biF Beksaalık §§F§gi 8 umm iidg mi?
Fİ
İu fflüıliFi, ngk§an
%\m eti p
Şunka âkid) satılsa
ffîikıaF uıiFing yapılmııtiF: MifiıfI'bib
İif kimsi hgF |ün Mf
kasag'a gelip, feiF iİFhgffl vsfifi kasap da bir parça et keser, tartar ve
verir; müşteri ise, bunu bir menn; etin o beldede fiatınm da öyle olduğunu
zanneder; daha sonra bu müşteri, günlerden bir gün aldığı eti evinde tartıp,
onu otuz istâr bulursa; kasap'a müracaat ederek ondan, noksan olan etin
bedelini alır.
Noksan olan miktarda,
et alamaz.
Bu, eti alan şahsın aynı
beldenin insanı olması halinde böyledir.
Fakat müşteri, aynı
yerin insanı değil de garip ( — yabancı) bir kimse olur; belde, halkı da etin,
ekmeğin fiatı üzerinde bir anlaşma yapmış ve bu narh şüyu' bulmuş ve bunda bir
değişiklik olmamışsa; bu garip şahsın, ekmekçiye veya kasap'a: "Bana, bir
dirhem karşılığında, ekmek veya et ver." demiş olduğu halde; o şahıs;
şüyu' bulan miktardan az verir ve garip bunu bilmez, sonradan da öğrenirse;
ekmeğin noksanı için ekmekçiye müracaat edebilir. Ve, noksan olan ekmek kadar
parasını —aynı beldenin insanıymış gibi— geri alır.
Ancak et hususunda,
kasap'a müracaat edemez.
Çünkü, istilân ve
narh, ekmekte bilinen bir şeydir. Bunu bütün halk, açıkça bilir.
Et hususunda ise,
durum böyle değildir. Bu, garip şeylerdendir. Ve, belde ehli olmayan kimseler
hakkında, bu aşikâr değildir. Zahîriyye'de de böyledir.
Mecmû'un-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Başkasında alacağı
olan bir kimse, onu ister; borçlu da, belli bir miktardaki arpayı getirip,
"Beldenin narhı üzerinden al." der; alacaklı da: "Beldenin narhı
bellidir." der ve her ikisi de, narhı bilmekte olurlarsa; bu ahş-veriş
tamamdır.
Fakat, beldenin narhı
belli değilse veya belli olduğu halde, bunlar piyasayı biliniyorlarsa; bu
satış, sahih değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir
başkasından, mal karşılığında bir şey almak ister ve bu alış verişte şuf'a
hakkı olmadığı halde, şuf a hakkı kullanmayı murad ederse, bu ahş-veriş caiz
olmaz.
Bir vekil, kendi nefsi
için aldığı bir şeyi müvekkiline teslim ederse, —müvekkil, onu vekil kıldığını
inkâr etse bile— malı teslim alırsa; o mal, müvekkil için satın alınmış olur.
Müctebâ'dan naklen BahruV-Râik'ta da böyledir.
Yanına emaneten bir
câriye bırakılan şahıs, başka bir câriye getirerek emânet bırakan şahsa:
"İşte, emânet bıraktığın cariyen." der; diğer şahıs da bunun,
emaneten bıraktığı câriye olmadığını tanıdığı halde; diğeri: "Budur."
diye yemin eder ve o şahıs da bu cariyeyi alırsa; emânet bırakan şahsın bu
cariyeye cima' etmesi helâl olur. Câriye de oraya yerleşir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse terziye:
"bu benim gömleğim değildir." dediği halde; terzi:
"Senindir." diye yemin ederse; o şahıs bu gömleği' alabilir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir müşteri, kusuru
sebebiyle cariyeyi geri verir; satıcı da, onun geri verilmesine razı olup
alırsa; bu bir bey'-i teâtî olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Temizlikçinin, başka
bir elbise vermesi de böyledir. Vâkiât'ta da böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye, bir miktar patates almak için para verir; o da, bu parayı aldığı
haİde: "Onu sana vermiyorum." dese; müşteri, ondan patatesi alır.
Parayı geri almaz.
Satıcı razı olmuyorsa,
—baştan— parasını veya eşyasını geri verir. Veya râzî olup, patatesi verir.
Satıcının, müşterinin
gönlünü hoş etmek için, arkasından çağırarak' verdiği şeyi, ona geri vermesi
doğru değildir. Bununla beraber, satış sahih olmaz. Kunye'de de böyledir.
Half, şöyle dedi:
Esed'e sordum:
— Bir kimse:
"Çarşıda kimde harevî elbise varsa, on dirhemdir. ( = on dirheme
aldım.)" der; bir şahıs: "Bende var." deyip onu verirse;
müşterinin: "—Benim isteğim— o değildir." demesi hâlinde, bu
ahş-veriş olmaz.
Ancak, alacağı zaman:
"Onu, on dirheme aldım." der ve giderse, o zaman alış-veriş
olur..
Aynı mes'eleyi, Hasan
bin Ziyâd'a sordum; O da:
—"Câtedir. Ancak
bu alış-verişte, alıcı ve satıcı için, noksan olan haklarını almak yetkisi
vardır." dedi. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsın —satmakta olduğu— elbisesine talip olur; o da: "bu sana yirmi
dirheme olur." der; müşteri ise: "Hayır, on
yirffiİı
eme* =aUHffl:="
deyip* ta\m tteefifle © elbiseyi &\\$ ptmr. ve & da* m divtoe m\
©imasşaî bu ahı-veriş yapılmış sayılmam. Afleak müşteri* bu elbia^i şayi etek
©tofsai bu dufumda>
İıdİrtodefi &teh
pş şse* privefih
İmim Ettâ Hatife
fR-.A-.) ite İmâm Mbs Vteııf tfcA.fc "feyis, © elbisenin kameti fit ise*
©nu ödkü *mm ancak* Mitebifakifiz-." y Ve maşeri satışla* yifffii dirhemi ödef-.
Bu kimse* elbiseyi fflöslvtffle y©lu ite-ataarçsa* satıeı Mm
s&i öfttef âa
fe^ifteii fi? isiî ©b« ©öeftef- Mavili KidiMıı
-, bu
Şlttttfcâ
* Bü
aWe» ©flâ
ff-. Btt
, ffltt%fâfîflffl «Vİ; İ^
*is\
ifei m
fe ^y M
, diprifti te
" isi»?
* Bir tefflSe; te bit
eibtee i%t^, ö da ^ abise v^^ki ^Bü m
teri
ŞâTrtl
Vfe ilrâzı Bîr
satıştır.
-."üerse";
eft'ftîft Vec-
r ve
eri Verir.
:ç U yMM
v^y% te^a teriâ ite-,
te%a
^ ta tara
ete»
-Söft¥%
Bir kimse, halka
duyurması için dellalın eline bir mal verir, dellâl da bunu isteyen bir şahsa
verdikten sonra; o şahıs: "Zayi oldu." veya "Düşürdüm,
kaybettim." derse; bu malın-bedelini, bu şahıs tazmin eder.
Âlimler:
"DelIâTa( = münâdî'ye) bir şey gerekmez." demişlerdir. Bu hüküm,
dellâhn elindeki malı satın almaya istekli oian şahsın eline vermeye izinli ve
yetkili olduğu zaman geçerlidir.
Durum böyle değilse;
zayi olan bu malı dellâl tazmin eder. Zahîriy-ye'de de böyledir.
Satın alma hususunda vekil
kılınmış olan bir şahıs, bey'-i mü-sâvem üzere bir elbise satın alıp, bunu
müvekkiline (- kendisine vekil eden şahsa) götürünce o, bu elbiseyi beğenmeyip
vekiline geri verse ve bu elbise onun yanında iken zayi olsa; Şeyhu'1-İmâm Ebû
Bekr Mııhammed bin Fadl: "Onun
kıymetini vekil öder;
müvekkiline müracaat da edemez. Ancak, müvekkili ona:
"Müsâveme yolu ile al." demiş ve böyle emir vermişse; bu durumda
vekil, müvekkiline müracaat eder ve elbisenin bedelini vekil değil,
müvekkil öder. Fetâvâyi
Kadîhân'da da böyledir.
Nâsırî'nin TecnîsFnde
şöyle denilmiştir:
Dellâlin elinde
kaybolan elbiseyi, bu dellâl tazmin etmez.
Ancak bunu, —dellâlin
elinden alan— dükkân sahibi kaybetmiş olur ve müsâveme hususunda görüş
birliğine varmış bulunurlarsa; bu elbisenin kıymetini dükkân sahibi öder.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse ,fiatı belli
olduktan sonra satın almak istediği bir yayın kirişini, satıcının
izni ile çekse ve
satıcı: "Kırılırsa sana
tazminat yoktur," demiş olsa bile; müşteri çekince yay kırılırsa,
onun kıymetini tazmin eder.
Eğer fiat
belirlenmemiş olsaydı, tazminat gerekmezdi.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den rivayet edildiğine göre, bir kimse bakmak için aldığı yayı çekince
kırarsa veya bakmak için giydiği elbise yanarsa; sahipleri, yayı çekmeye veya
elbiseyi giymeye izin vermemişse; o şahıs bunları tazmin eder. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, züccâciye
satan bir şahsa gidip: *'Şu şişeyi bana ver." der ve onu gösterir; dükkan
sahibi de: "Onu, alıp kaldır." deyince; müşteri kaldırırken
bu şişe kırılırsa;
kaldıran bu şahsa
tazmînat gerekmez.
Çünkü, o şahıs bunu,
sahibinin izni ile kaldırmıştır.
Eğer, müsâveme
suretiyle alış veriş yapılsa da, fiati söylenmemiş bulunsa, yine tazminat
gerekmez.
Ancak müşteri, fiatı
söylendikten sonra almış ve şişe elinden düşüp kırılmışsa; bedelini alan şahıs
tazmin eder.
Bu, zâhiru'r-rivâyede
böyledir.
Alan şahıs, dükkan
sahibinden şişenin fiatını sorar; o da: "Şu kadar." diye bir fiat
söyleyince, alıcı da bir fiat söyler ve bunu satıcı kabul ederse; alıcının,
bundan sonra şişeyi kırması halinde, bunu tazmin eder.
Bu hüküm, alıcının
şişeyi sahibinin izni ile alması halindedir.
Şayet alıcı, şişeyi
sahibinin izni olmadan alıp kırarsa; fiatı belli olsa da olmasa da, bedelini
öder. Zahîriyye'de de böyledir.
Müsâveme suretiyle
bir bardak satın
almak isteyen şahıs, bardakçıya: "Bana bardağını
göster." der ve birini işaret eder; bardakçı da, gösterdiği bardağı ona
verince, alıcı ona bakarken elinden düşürür; hem düşen bardak hem de üzerine
düştüğü bardaklar kırıhrsa; İmâm Mııhammed (R.A.): "Bu şahıs, isteyip
aldığı bardağı ödemez. Çünkü, o emânettir. Fakat, kınlan diğer bardakları öder.
Çünkü, onları izinsiz telef etmiştir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir şey satın alan
kimse, aldığı bu şeyi satmaması üzere satan adama verse ve bu şahıs da, onu
zayi etse; bedelini öder. Çünkü o, müsâveme üzere allş-veriş olmuştur.
Bu şahıs, kendi
çocuğuna o şeyi almasmı söyler; o da alırken hata yapar ve o şey helak (= zayi)
olursa; o zaman, —dükkan sahibi— onu ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir. [22]
Kudûrî, Kitabında
şöyle demiştir:
Akid esnasında
belirlenen şey, satılan şeydir, (ayn'dır. Yânı, dışarda mevcud muayyen ve
müşahhas olan şeydir.)
Akid esnasında ayn
olmayan şey ise bedeldir; pahadır.
Ancak, bu bedel
üzerine de, satış lafzı vâki olmuşsa; bu müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.
Fetâvâyi Hindiyye
Ayn'lar, üç nevidir:
1) Daimî
bedeller.
2) Daimî
satılanlar.
3) Satılan
şeylerle bedeller arasında olanlar. [23]
Dirhemler, dinarlar ve
bunlara mukabil olanlar ve benzeyenler. Fülûs (= Paralar, pullar), dirhemler gibi ayn olarak
belirlenmiş değildir. [24]
Bunlar, değişik
adetler ve emsal sahibi olmayan ayn'lardır.
Ancak, bunlardan, bir
bedel (= paha) olarak, vasıfları belirlenip, bir zamanla kayıt altına alınan
elbise ve kumaşlar müstesnadır.
Meselâ: Bir kimse,
vasıflı bir elbise karşılığı, bir köle satın aldığı halde, elbise için bir
zaman belirtmese bu satış caiz olmaz. Zamanını açıkça belirtirse, bu satış caiz
olur .Bu köleyi, teslim almamış olsa bile, bu alış-veriş bozulmaz. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Emsal sahibi olmayan
ayn'larla, alış-veriş caiz olmaz. Ayn'lar, müstesnadır. Hidâye Şerhi Aynî'de de
böyledir. [25]
Bunlar:
1) Mekîlât:
Buğday ve arpa gibi, kile ile ölçülen şeylerdir. Bunlara Keylî ve mekîl de
denir. Bunların çoğulu ise keyliyyâf ve mekîlât'tır.
2) Mevzûnât:
Yağ, bal, şeker gibi tartılan şeylerdir. Buna mevzun da denilir, Çoğulu
vezniyyât, mevzûnât'tır.
3) Adediyyât-ı
mütekâribe: Bir adedi ile, fertleri arasında kıymetçe mühim farklılıklar
bulunmayan ve miktarı adedlerle (= sayılarak) tesbit edilen şeylerdir ki,
bunların hepsi de, misliyyât'tandır. Ceviz, yumurta gibi...
Bu saydığımız şeyler,
bir bedel karşılığında verildikleri zaman rnebf (= satılan şey) olurlar.
Bunlar, bir bedel
karşılığında verilmedikleri zaman bakılır: Eğer İkisi de ayn ise, bu caiz olur
ve bunlar bu durumda, mebi' (= satılan şey) olurlar.
—Alış-veriş konusu
olan şeylerden— birisi ayn, diğeri ise zimmette vasıflanmış borç ise, bu
durumda bunlardan birisinin mebi' (= satılan şey) kılınması caiz olur. Ancak,
ayrılmadan önce de alacağın alınması şarttır.
Bunlardan biri borç
kılınır; ayn da bedel (— paha) olursa, ayrılmadan önce, alacak alınmış olsa
bile, bu caiz olmaz.
Ancak, veresi usûlü
ile olursa, bu caiz olur.
Satılan da bedel de
borç olursa, bu caiz olmaz. Çünkü, bu bir kimsenin yanında bulunmayan bir şeyi
satrnasıdır ki, caiz değildir. Serahsî'ıiitı Muhıytı'nde de böyledir.
Satılan şey ile onun
bedelinin bilindiği hallerde, bize göre, bu şey satılmış hükmündedir.
Satılan bu şey, menkûl
(- taşınan şey) olduğu zaman satışı, teslim almadan önce caiz olmamaktadır.
Satılan şey hakkında verilen cevabın tamamı ücret hakkında geçerli bir
cevaptır.
Eğer ücret ayn ise;
bunun acele verilmesi şarttır. Ücret (= bedel, semen) alınmadan önce yapılan
satış caiz değildir.
Fakat, mehir bedeli,
hulû' (= kadını mal karşılığında boşama) bedeli ve kasden vâki olan kan bedeli
ayn oldukları zaman bunlar teslim alınmadan önce yapılan pazarlık caiz olur.
Teslim alınmadan önce,
satışı caiz olmayan bir şeyin icâresi (= kiraya verilmesi) de caiz olmaz.
Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bunun bağışlanması, tasadduk edilmesi veya saülmaksizın rehin
bırakılması da caiz değildir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bunlar caizdir.
Esahh olan da budur.
Serahsî'nin Mtıhıytı'nde de böyledir.
Satılan bir cariyeyi,
teslim almadan Önce nikahlamak caiz olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Satıcı hîbeyi kabul
etmezse; bu bağış bâtıl olur. Satış ise, hali üzere sahih olur. Tahâvî
Şerhi'nden naklen,Tatarhâniyye'de de böyledir.
imâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Teslim alınmadan caiz
olan her hangi bir tasarrufun, müşteri tarafından, teslim alınmadan yapılması
caiz olmaz.
Bu caiz olmayan
şeylerin tamamı da, teslim almakla caiz olur. Hîbe ve benzeri gibi...
Müşteri onu kabul
ederse, tasarrufu eline almadan önce caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Kerhî, Muhtasar'da
şöyle zikretmiştir:
Bir müşteri satıcıya,
bir malı almadan önce: "Onu kendine sat." der; o da bu teklifi kabul
ederse; bu nakz-ı büyû'dur. Yani, ahş-verişi bozmak, çözmek, yok saymaktır.
Şayet müşteri:
"Onu bana sat." demiş olsaydı, bu nakz-ı büyü' olmazdı.
Ancak bu durumda,
satıcı da o malı satsaydi, bu satış caiz olmazdı. Şayet müşteri: "Onu
sat." dese de "...bana" veya "...kendine" demese ve o
da bunu kabul etseydi, bu öncekini nakz olurdu.
İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm
Muhammed (R.A.) böyle
buyurmuşlardır.
İmâm Ebû Yûsuf ise:
"Nakz olmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
"Kime istersen
ona sat.'' derse, bu satış da sahih olmaz.
Müşteri malı almadan
önce satıcıya: "Onu azâd et." der; o da azâd ederse; bu ıtk (= azâd
etme) satıcı tarafından sahih olur ve önceki alış-veriş feshedilmiş bulunur.
Bu- ıtk, müşteri tarafından vâki olmuş olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüdür.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu ıtk batıldır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satm almış
bulunduğu bir cariyeyi teslim almadan, satıcıya: "Onu sat." dese veya
satın aldığı şey bir yiyecek olup, satan şahsa: "Onu ye." dese;
müşterinin böyle yapması, satışın feshedilmesi olur. Şayet satıcı böyle
yapmazsa, satış feshedilmiş olmaz. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Vasıyyet veya mîras
yolu ile bir menkûle sahip olan kimsenin, onu teslim almadan satması caiz olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir ev veya bir akar
satın alan kimsenin, onu teslim almadan, —satmaksızın— bağış yapması, bütün
âlimlerimize göre caiz olur.
Bu şahsın, bu şeyi
satması İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre caizdir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu şahsın orayı satması caiz olmaz.
Bu kimsenin, o yeri
satıcıdan teslim almadan önce kiraya vermesi de, bütün âlimlerimize göre caiz
olmaz.
Keza, bir kimse,
bakliyat ekilmiş bir yeri satın alır ve burayı teslim almadan önce, satan
şahsa, hasad etmesi şartıyle mahsûlü yarı yarıya verirse, böyle yapması caiz
olmaz. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Nevazil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse bir ev satın
alıp, onu parasını vermeden ve teslim almadan
önce vakfederse; bu
askıda bırakılmış bir iştir. Parasını verip, evi teslim alırsa, bu şahsın vakfı
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bize göre,
bir bedeli ve
alacağı almadan önce,
tasarrufta bulunmak caizdir. Zehıyre' de de böyledir.
Tahâvî Şerhi'nde ise
şöyle denilmiştir:
"Borç alınmadan
önce, onda tasarrufta bulunmak caiz değildir." Kudûrî, Kitabında: "Bu bir sehivdir. Şüphesiz ki, bu
caizdir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Siyer-i Kebîr'de şöyle
zikredilmiştir:
Düşmanlar tarafından
esir alınmış bulunan ve bir harbînin elinin altında olan, bir müslümanın
kölesini, bir başka müslüman, dâr-ı harbe gidip satın alır ve dâr-ı İslama
getirir; önceki sahibi de gelirse; bu şahıs, ancak para karşılığında o köleyi
satın alabilir. İlk sahibi ortada iken, bu şahsın, o köleyi başkasına satması
caiz değildir. Hakim bu şekilde hüküm verir.
Bu şuna benzemektedir:
Bir hâkim, bir aybından (= kusurundan) dolayı, müşterinin satın aldığı köleyi,
satıcıya geri verir ve o da, teslim almadan tekrar satarsa; aynı müşteriye
satmışsa, bu satış caiz olur; başkasına satmışsa caiz olmaz. Zehiyre'de de
böyledir.
Her şeyin, en
doğrusunu en iyi bilen, ancak Allahu Teâlâ'dır. [26]
Satıcı iki veya üç şey
hakkında îcabda bulunur; müşteri ise,bun-lardan sadece biri hakkında akdi
kafcûl etmek isterse; bu şeylerin sıfatlarının aynı olması hâlinde, müşteri
böyle yapamaz.
Ancak, satıcının
teklif ettiği şeyler, ayrı ayrı şeylerse; müşteri Öyle yapabilir. Yani, birini
kabul edebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Müşteri îcâbda bulunur
da, satıcı onun icâbının bir kısmını kabul edip, bir
kısmını da reddederse;
sıfatın bir olması
hâlinde böyle yapamaz; sıfat ayrı
ayrı ise, böyle yapabilir. Kâfî'de de böyledir.
Satıcı: "Şu
köleyi sana sattım." dediği halde müşteri, yarısını kabul ederse; bu sahih
olmaz.
Ancak, satıcı aynı
mecliste, buna razı olursa, o zaman sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Kudûrî şöyle demiştir:
Bu gibi şeyler,
müşteri tarafından bilinen bir hisse kabul edildiği zaman, gerçekten sahih
olur.
Fakat, kıymeti
itibariyle, bedeli taksim edildiği zaman, akdi iki köle veya iki elbise üzerine
yaparlar da, müşteri onlardan birini kabul eder, diğerini kabul etmezse; satıcı
razı olsa bile, alış-verişin sahih olmaması gibi... Zehıyre'de de böyledir.
Sıfatın bir olduğunu
bilmek de, elbette gereklidir. Sıfatın, ayrı olduğunu bilmek de lâzımdır.
Biz deriz ki: Satış,
alış ve bedel bir olduğu zaman, kıyâsen sıfat bir olmuş olur. Meselâ: Bedel,
birlikte söylenir; alıcı bir kişi ve satıcı da bir kişi olursa bu durumda,
kıyasen sıfat bir olmuş olur. Bu, istihsânen de böyledir.
Bedel ayrı ayrı olur;
meselâ: Satıcı, sattığı şeyin her parçasına —eşit— bir fiat söylerse; bu
durumda da sıfat bir olur.
Meselâ: Satıcı
alıcıya: "Şu on elbiseyi sana sattım. Her biri on dirhemdir." derse;
bu durumda sıfat birdir.
Kezâs satıcı veya
müşteriler iki kişi olurlar ve bedelini biri söylerse, yine sıfat bir olur:
Meselâ: Bir satıcı,
iki kişi olan alıcılara: "Şunu ikinize, şu fiata sattım." der; o iki
müşteri de: "İkimiz de onu, o fiata satın aldık." derlerse; bu
durumda sıfat bir olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu, sözde mevcut olan
bir birliktir.
Ayrı ayrı cihetlerin
sözlerine gelince; isimler değişik olursa; satıcı, satılacak şeylerin her
birine, ayrı ayrı fiat söyler ve satışı tekrarlar veya müşteri alışı
tekrarlarsa; yahut satıcı ve alıcı ikişer kişi veya bunlardan biri iki kişi
olursa; bu durumda sıfat ayrıdır demektir.
Keza, bedel ayrılır;
satış veya alış tekerrür eder ve satıcı veya alıcı bir olursa, yine sıfat
ayrıdır demektir.
Şöyleki:
Satıcı bir şahsa:
"Şu elbiseleri sana sattım. Şu elbiseyi sana on dirheme; şunu da beş dirheme
sattım." derse veya bir müşteri satıcıya: "Senden şu elbiseleri satm
aldım. Şunu on dirheme; şunu da beş dirheme satın aldım," derse; işte
bunlar, fei*i-ittifak değişik sıfat olur. Nihâye'de de böyledir.
Şayet akid bir olur
da, akdi yapanlar ve bedel nıüteaddid olursa, bu kıyâsen müteaddiddir.
İstihsanda ise, müteaddid değildir. Fetva da buna göredir. Vecîz'de de
böyledir.
Bir kimse iki veya
daha fazla eşya alıp, bedelinin de bir kısmını Öder ve bunlardan bazılarını
almak isterse; bunların sıfatlarının bir olması hâlinde, bu şahsın istediği
gibi yapma hakkı yoktur.
Ancak, sıfatları ayrı
ise, bu şahıs, istediğini yapabilir.
Bir kimse, başka bir
kimseden her birinin değeri onar dirhem olan, on adet elbise alır ve on dirhem
ödeyip: "Bu on dirhem, şu elbisenin bedelidir." der ve onu almayı
murad ederse, bunu yapma hakkına sahip olmaz. Çünkü, bu elbiselerin sıfatları
birdir.
Keza satıcı bu
müşteriye, o elbiselerden bizzat birinin bedelini ibra etse; müşteri ise:
"Ben şunu alıcıyım." dese; bu sözü söyleme hakkına sahip değildir.
Satıcı, birinin
borcunu on ay te'hir ederse, müşterinin onu alması doğru olmaz.
Keza satıcı, bunların
bedellerinin tamamından vazgeçip, yalnız bir dirheminden vaz geçmezse veya
bütün bedeli te'hir ettiği halde,tek bir dirhemi te'hir etmese, bu olmaz.
Elbiselerden birinin
bedelini o zaman; diğerinin bedelini de ileride ödemek üzere alsa, yine —nakdi
ödeyip, onu da alıncaya kadar— olmaz.
Keza, bedel yüz dirhem
olsa; müşteri satıcıya bunu doksan dirhemini verirse, kalan on dirhemi de vermedikçe,
o elbiseye mâlik olmuş sayılmaz.
Elbiselerden bizzat
birisi on dinar, diğerleri yüz dirhem olur; müşteri dinarları veya dirhemleri
nakden öderse; bunlardan hiçbirini almaya hak sahibi olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
İki şahıs bir kişiden,
bin dirheme bir köle satın aldıktan sonra, bunlardan biri kaybolup diğeri
hazırda bulunursa; bu şahıs, kölenin bedelinin tamamını ödemedikçe ona sahip
olamaz.
Eğer, bedelini tamamen
ödeyip kölenin tamamını satın alırsa; bu fuzûlî olmaz.
Bu durumda, gaip olan
şahıs gelirse; kendi hissesini, —hazır olan şahsa, bedelini ödemedikçe— alma
hakkına sahip değildir.
Böyle yaparsa, bu
kölenin yarısı kendisinin olur. Muhıyt'te de böyledir.
Gaip olan şahıs
gelmeden önce, bu köle hazırda olan şahsın yanında helak olur veya geldiği
halde, onu istemeden önce bu köle helak olursa, bu durumda, emânet helak olmuş
olur. Gaip, müracaat edip hissesini alana kadar, bu böyledir.
Eğer gaip şahıs gelir;
hissesini ister; diğer şahıs da, —verdiğini, alana kadar— onu men eder; sonra
da, bu köle helak olursa, ona verdiği mal helak olur.
Bu satılan şeyin,
satıcının elinde helak olmasının yerindedir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Satıcı, bu iki
müşterinin birinin hissesinin bedelinden vaz geçerse veya onu bir ay te'hir
ederse; ikinci şahıs hissesinin bedelini vermedikçe, diğeri hissesini alamaz.
Zehıyre'de de böyledir.
Eğer bu mes'elelerde,
sıfat teaddüd ederse; hükümler in'ikâs eder. (Aksine döner.) Bahru'r-Râık'ta da
böyledir. [27]
Bu babda:
1) Satılan
Bir Şeyi Bedeline Karşılık Olmak Üzere Elde Tutmak.
2) Satılan
Şeyin Teslim Edilmesi ve Onun Alınıp Alınmaması.
3) Satıcının
İzni Olmadan Satılan Şeyin Alınması.
4) Satılan
Şeyin Teslim Alınıp Alınmaması.
5) Satılanı
Karıştırmak veya Ona Karşı Bir Suç İşlemek.
6) Akid
Yapan Satıcı ve Alıcının, Satılan Şeyi ve Bedelini Teslim Etmeleri olmak üzere
altı bölüm vardır. [28]
Âlimlerimiz:
"Satıcının, bedelini almak maksadı ile satılan şeyi, —satışın yapıldığı
sırada— vermeyip bekletme hakkı vardır." demişlerdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet satış tehirli
(yani parası sonra verilmek üzere) yapılmışsa; te'hir edilen bu müddet geçmeden
önce, satıcının, satılan şeyi vermeme hakkı yoktur. Bu müddet geçtikten sonra
da, bu satıcının böyle yapma hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bedelin bir kısmı
hemen verilecek, bir kısmı te'hirli ise, satıcının bedel ödenene kadar satılan
şeyi vermeme hakkı vardır.
Bu durumda, bedelden
cüz'î bir miktar kalmış olsa bile, satıcı sattığı şeyin tamamını vermeyebilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Tefrîd'de şöyle
denilmiştir:
Satılan şey kaybolmuş
olursa; müşteri, bulunana kadar bunun bedelini ödemiyebilir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Satılan bu şeyin, o
şehirde olması ile, başka bir şehirde olması da müsavidir. Alıcı, hazır
oluncaya kadar, bu malın bedelini ödemiyebilir. Sirâcü'l-Vehhâc da da böyledir.
Bedel ödendiği zaman,
satılan şey teslim edilir.
Veya satıcı, bedelini
almadan önce satılan şeyi teslim edip, bedelini sonra alır.
Veya müşteri,
satıcının "al" demesi üzerine, o malı alır. Yahut, müşteri satılan
şeyi görüp aldığı halde, satıcı, ona mâni olmaz.
Eğer müşteri,
satıcının izni olmadığı halde o şeyi alırsa; bu durumda satıcı, müşterinin onu
almasına mâni olabilir. Hulâsa'da da böyledir.
Satılan şeyin bedeli
yerine, müşteri rehin bıraksa veya kefil gösterse bile; satıcının onu vermeme
hakkı sakıt olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Ziyâdât'ta şöyle
denilmiştir:
Satıcı, bir borcu
müşteriye havale ederse; bu durumda, satılan şeyi vermeme hakkı sakıt olur.
Ancak müşteri,
satıcıyı bir başka şahsa havale ederse; bu durumda satıcının, satılan şeyi
müşteriye vermeme hakkı sakıt olmaz. ( = düşmez.)
İmâm Kerhî bunun, İmâm
Muhammet! (R.A.)'in kavli olduğunu zikretmiştir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu durumda da satıcının, satılan şeyi hapsetme (= tutma, alıcıya
vermeme) hakkı düşer. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Fetvalarda şöyle
denilmiştir:
Satıcı, müşteriden,
bir şeyi ariyet (= ödünç) veya emânet olarak alırsa; satılan şeyi, vermeyip
elinde tutma hakkı sakıt olur.
Hattazâhiru'r-rivâyede,satıcının
o şeyi istirdada (= geri almaya) hakkı yoktur. Bedâi"de de böyledir.
Eğer bedel
ertelenmişse; ertelenme müddeti geçene kadar, müşteri, satılan o şeyi alamaz.
Bu müddet geçince,
müşteri bedelini vermeden önce de, satılan şeyi alabilir.
Satıcının, bu durumda
müşteriye mâni olma hakkı yoktur.
Alıcı da, bu bedeli
nakden öder.
Satan şahıs, bedeli,
—belli olmayan bir— seneye kadar te'hir eder; bir sene geçene kadar da müşteri
bu bedeli hazırlayamaz ve bir sene geçerse; bu durumda müddet bir senedir.
Bundan itibaren, bir sene içinde, satılan şeyi müşteri alabilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Bu hüküm, satıcının
satılan şeyi teslim etmekten kaçındığı zaman içindir. Şayet, satıcı bundan
imtina etmiyorsa, teslim işleminin başlangıcı, bi'1-icma' akdin yapıldığı
andır. Yani, müşteri bedeli ne zaman verirse,
satılan şeyi o zaman
alabilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Alış-verişte muhayyerlik,
hem satıcıya hem de alıcıya veya bunlardan birine ait bulunursa; muhayyerlik
müddetinin mutlaka belirtilmesi gerekir.
Muhayyerlik,
alış-veriş akdinin yapıldığı andan itibaren başlar.
Muhıyt'te de böyledir.
Bedel, alış-veriş akdi
yapıldıktan sonra te'hir edilirse, satıcının (= bâyi'in) satılan şeyi (=
mebi"i) hapsetme (- müşteriye vermeyip elinde tutma) hakkı bâtıl ( =
geçersiz) olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir köle satın alıp,
onu teslim almadan azâd eden veya müdebber kılan bir kimse, müflis (= iflas etmiş)
olursa; satıcının, bu köleyi hapsetme (= elinde tutma, vermeme) hakkı olmaz. O
kölenin itki (= azâd edilmesi) da geçerlidir.
Bu köle, kıymeti
hakkında satıcıya gidemez. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir. Hulâsa'da da böyledir.
Ve bu,
zahiru'r-rivâyedir.
Bu müşteri, o köleyi,
teslim almadan önce mükâtebe kılar, icara verir veya rehin bırakırsa; satıcı
hâkime müracaat ederek, bu tasarrufu iptal ettirir.
Eğer,satıcı bu
tasarrufu iptal ettirmez de,müşteri o kölenin bedelini nakden öderse;
mükâtebesi caiz olur. Rehin ve kiraya vermesi ise bâtıl olur. Hulâsa'da da
böyledir.
Bu kölenin bedelini
müşteri tamamen öder veya satıcı onun bedelinden tamamen vaz geçerse,
satıcının hapsetme (= vermeyip elinde tutma) hakkı bâtıl olur. Bedâi"de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir kapı
satın alır ve satıcının izni olmadan da götürüp ona demir çiviler çakarsa(veya
bir elbiseyi kabzederse yahut bir yere bir bina yapar veya ağaç dikerse)
satıcı, onu geri alır ve hapseder. (Yani elinde tutar, müşteriye vermez.)
Bu satıcı:
"Çivileri sökerim." veya "yerimin eski hâline gelmesi için
ağaçları sökerim." der ve bunları yapmasından dolayı bir zarar meydana
gelmezse; bu durumda sökebilir. Aksi takdirde sökemez.
Eğer bu kapı,
satıcının elinde helak olursa;çivilerin ve bununkıyme-tini, müşteriye tazmin
eder. Seran sı* n in Muhıytı'nde de böyledir.
Satılan şey bir câriye
olur ve satın alan şahıs da ona cima' eder; bu câriye, bundan hâmile kalır ve
doğum yaparsa; satıcının, onu tutup müşteriye vermeme hakkı kalmaz.
Ancak, bu câriye
hamile kalmaz ve doğum yapmazsa, satıcının onu vermeme hakkı vardır.
Satıcı, cima' etmiş
olduğu halde, onu müşteriye vermemiş ve bu câriye yanında ölmüş bulunursa; bu
durumda, câriye satıcının malı olarak ölmüş olur.
Ancak, müşteriyi onu
almaktan men etmediği halde, bu câriye, satıcının yanında ölmüş olursa; bu
durumda müşterinin malı olarak ölmüş olur. Vâkiât'ta da böyledir.
Ravza'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir köle efendisine:
"Nefsimi senden şu kadar bedelle satın aldım." der; efendisi de:
"Sattım." karşılığını verirse; bu efendi, o köleyi, bedelini alana
kadar hapsedemez. (= elinde tutamaz) Hulâsa'da da böyledir.
Keza, bir köle,
"kendisini, efendisinden almak için bir şahsı vekil tayin eder ve efendisi
de bunu bilirse ve o adam kendisi için bu köleyi satın alırsa; bu durumda,
satan kimse —bedeli için— onu hapsedemez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [29]
Bir şahıs, bedeli ile
bir şey satarsa; satın alan kimseye: "Önce bedelim ver," denilir.
Bir kimse, bir eşyayı,
diğer bir bedelle satarsa; bu durumda, alana ve satana: "Birlikte teslim
edin." denilir. Hidâye'de de böyledir.
Satılanı teslim etmek:
Satılan şeyle müşterinin arasını boş bırakıp, müşterinin onu hâilsiz (=
perdesiz, mânisiz, engelsiz) olarak alıp, onu kendisine mâl etmesidir.
Bedelin teslimi de
böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Ecnâs'da ise:
Bununla beraber, "satılan şeyle
aranı boş bıraktım; işte, onun
al." demek de şart kılınmıştır. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Teslimde, satılan
şeyin,başkasının malı olmaktan ayrılmış olması başkasmın hakkı
ile meşgul bulunmamasına
itibar edilir.
Kerderî'nin Vecîzi'nde
de böyledir.
Caiz olan Alış-verişte,
tahliyenin (= müşteri ile malın arasım boş
bırakmanın, serbest bırakmanın,salıvermenin) kabz (= el ile tutma, ele
alma, alma; müşterinin satın aldığı malı eline alması) demek olduğu
hususunda icma'
vardır.
Fâsid satışta ise, iki
rivayet vardır. Sahih olanı, bunda da, tahliyenin kabz oluşudur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir malı, satıcının evinde tahliye etmek, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre sahihtir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavli ise, buna muhaliftir.
Evinde bulunan bir küp
sirkeyi satan şahıs, sirke ile müşterinin arasını tahliye eder; müşteri de, eve
girerek küpün ağzını mühürleyip ve satıcının evinde bıraktıktan sonra, bu sirke
zayi olursa; müşterinin malı olarak zayi olmuş bulunur.
Bü, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir. Fetva da, buna göredir.
Suğra'da da böyledir.
Bir kimse, keylî (=
kile ile ölçülen...) veya veznî (= tartılan) şeylerin bulunduğu bir yerden, bu
cins şeylerden birisini satın alınca; satan şahıs; "Onunla, senin aranı
hâli kıldım." der ve oranın anahtarını
müşterinin eline verirse; satıcı,
ölçüp tartmasa bile, müşteri hükmen onu
almış olur.
Ancak, satıcı
müşteriye anahtarı verdiği halde: "Onunla senin aranızı hâli kıldım."
demezse; müşteri, bu durumda, o şeyi almış sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu müşteri, satıcıdan
anahtarı alıp, bu şeylerin bulunduğu yere varır ve onu açmaya çalıştığı halde,
—kolaylıkla— açamazsa; yine bir şey almış olmaz. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da
böyledir.
Birisine evini satmış
olan bir şahıs, evin anahtarını ona teslim edince; bu müşteri anahtarı alması
halinde, —eve gitmese bile— onu almış olur.
Ancak, satıcı:
"Ev ile senin aranı hâli bıraktım." dememişse, bu durumda, müşteri,
evi almış olmaz.
Hatta, bu müşteri,
anahtarı tekrar sahibine vermese bile, evi almış olmaz. Felâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Satıcının:
"Al." demiş olması ile, müşteri almış olmaz.
Ancak, satıcı,
müşteriyi eve götürüp, evi ona gösterdiği zaman: "onu al."
derse; bu teslim olur. Zehiyre'de de
böyledir.
Fetâvâyi Fadlî'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine:
"Şu eşyayı sana sattım." der ve onu, ona teslim eder; diğeri de:
"Kabul ettim." derse; bu işlem, teslim işlemi olmaz.
—Çünkü, ortada satış
işlemi yoktur.— Bu malın satıştan sonra, tekrar teslim edilmesi gerekir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir köle veya cariye
satın alan kimse, ona: "Gel
benimle." deyince, o da, onunla gelirse; bu durum satın alanın, teslim
alması olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, bu şahıs, bir iş
için, o köleyi (veya cariyeyi) bir yere yollarsa, onu teslim almış olur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Hazırda olmayan
(içinde bulunmadıkları) bir evi satıp, alıcıya: "Onu, sana teslim
ettim." deyince, müşteri de: "Kabul ettim." dese bile, bu teslim
sayılmaz.
Ancak, ev yakında ise,
bu teslim sayılır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, başka
memleketli olan bir şahsa, evini
sattığı halde, onu teslim etmez; ancak, sözle: "Teslim ettim."
derse; bu durumda, müşterinin bu evin bedelini vermekten kaçınma hakkı vardır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satıcısının
evinde, bir köle satın alır; satıcı, alıcıya: "Aranı hâli
bıraktım." dediği halde,
alıcı onu teslim
almaktan kaçınırsa; sonradan bu köle burada ölürse, müşterinin malı
olarak, ölmüş olur. Muhtârıf 1-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir şahıs, bir elbise
satın alınca, satıcı ona: "Teslim al." dediği halde, müşteri onu
teslim almaz; başka bir şahıs da, o elbiseyi gasbe-derse; bu durumda, satıcının
"teslim al." dediği sırada, müşterinin ayağa kalkmadan, elini uzatıp,
onu alma imkânı var idiyse, bu teslim sahihtir. Aksi, takdirde sahih değildir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, yol üzerine
bırakılmış olan ve müşterinin de, üzerinde bulunduğu bir ağacı, o müşteriye
satıp, ona: "Teslim al." der;
müşteri, henüz bu ağacı teslim almadan da, bir başka şahıs gelip, o ağacı
yakarsa; bu durumda, müşteri bu ağacı, o şahsa ödetir.
Bu ağaca başka biri
sahip çıkarsa, bu durumda, yakan şahsa, bu ağacı, o Ödetir.
Müşterinin ödemesi
gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fevâları'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimse, evini
satıp, teslim ettiği zaman, bu evin içinde kendisine ait az da olsa, eşya
bulunursa; —bunları da oradan çıkarmadıkça— teslim işi tamamlanmış sayılmaz.
Ancak, bu satıcı,
müşteriye: "Evi de, içindeki o eşyayı da teslim al." diye izin
vermişse, bu teslim sahih olur.
Bu durumda, evin
içinde bulunan eşya, müşteriye emaneten bırakılmış sayılır. Zehiyre'de de
böyledir.
Keza, bir yerini
satmış bulunan şahsın, orayı, —içinde—
kendisine ait, ekilmiş bir şey bulunduğu halde— alan şahsa teslim etmesi de
sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin,
kozasındaki pamuğu veya başağındaki buğdayı satıp, teslim etmesi; —müşterinin
pamuğu kozasından veya buğdayı başağından çıkarma imkânı varsa— sahih olur.
Aksi takdirde, bu teslim sahih olmaz. Çünkü, satıcının mülkünde tasarruf olmaz.
Bir kimse, ağacın
üstündeki meyveyi satmış ve onu^ alıcıya teslim etmiş olsa; müşteri onu almış
olur. Çünkü, satıcının mülkünde tasarrufta bulunmadan bu meyvenin toplanması
mümkündür. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, bir hayvan
satın alır ve satan şahıs onda binili iken, müşteri ona: "Beni de senin
yanına bindir." der ve hayvana binince de, o hayvan helak olursa; bu
durumda, bu hayvan, müşterinin malı olarak ölmüş olur.
KâdîM-îmâm, şöyle
demiştir:
"Bu hüküm,
hayvanın üzerinde eğer bulunmadığı hallerde geçerlidir.
Ancak, bu hayvanın
üzerinde eğer bulunur ve müşteri de, eğerin üzerine binmemiş olursa; onu teslim
almış sayılmaz. Aksi takdirde, teslim almış sayılır.
İki kişi, bir hayvana
binmiş oldukları halde, sahibi o hayvanı, diğer şahsa satsa; bu durumda, müşteri o hayvanı teslim almış
sayılmaz. Bu, satıcı ile alıcının bir evde bulundukları sırada, evin satılması
gibidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, bir
yüzükteki kaşı, bir dirheme satıp, yüzüğü müşteriye vererek, kaşını çıkarmasını
emreder ve bu yüzük müşterinin yanında helak olursa; bu durumda eğer
müşterinin, o kaşı, yüzüğe bir zarar vermeden çıkarma imkânı bulunması halinde
yüzüğün bedelini müşteri öder. Bu kaşı yüzüğe zarar vermeden çıkarmak mümkün
değilse, o zaman müşteriye bir şey gerekmez. Çünkü, satılanın teslimi, sahih
bir şekilde olmamıştır.
Ancak, yüzüğün helak
olmaması hâlinde müşteri muhayyerdir. Dilerse, satan şahıs çıkartana kadar
bekler; dilerse, bu alış-verişi bozar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, evinde
bulunan, ancak kapısı sökülmeden evden çıkartılması mümkün olmayan bir şeyi
satar ve satın alan şahıs tarafından da,
bu şeyi evin
dışında teslim etmesi
hususunda zorlanırsa; bu durumda, satıcı, bu satışı bozabilir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Hârûniyyât'ta şöyle
zikredilmiştir:
Bir baba, ailesi
içinde bulunan, küçük oğluna, bir ev satsa, bu satış caiz olur. Ancak, baba,
evi boşaltana kadar, oğul teslim almış sayılmaz.
Eğer, baba henüz evi
boşaltmadan, bu ev yıkılırsa; babanın malı olarak yıkılmış olur.
Keza, babanın eşyası
ve ailesi bu evde durduğu halde, kendisi bu evde bulunmuyorsa; durum yine
böyledir.
Keza, bir baba,
oğluna, sırtındaki cübbesini, başındaki sarığını veya parmağındaki yüzüğünü
satmış olsa; yine —baba— bunları çıkartmadıkça, oğlu onu teslim almış olmaz.
Keza, bir baba,
üzerine binmiş olduğu hayvanı —oğluna— satmış olsa; kendisi inse bile, eşyasını
da indirmedikçe, oğlu onu teslim almış olmaz. Serahsî'niri Muhiytı'nde de
böyledir.
Bir ağılda bulunup
kapı üzerlerine kitlenmiş olduğu için, oradan çıkmaları mümkün olmayan
kısrakları, sahibi bu durumda satar ve müşteri
ile onların arasını tahliye eder; müşteri
de kapıyı açınca, kısraklar kapıya hücum ederek boşanıp giderlerse; bu
durumda, müşteri bedellerini öder. Kısrakları tutmaya, gücünün yetip yetmemesi
de mü-sâvîdir.
Ancak, kapıyı müşteri
değil de, bir başka şahıs veya rüzgâr açar; kısraklar da çıkıp kaçarsa, duruma
bakılır: Eğer, müşterinin, ağıla girip almaya gücü yetiyorsa, almış olur; aksi
takdirde, —teslim— almış olmaz.
Ağılda kısrakları
bulunan bir kimse, bunlardan birini, bir şahsa saüp, bedelini alır ve satın
alan şahsa da: "Ağiıa gir; kısrağını al." deyince,müşteri kısrağı
almak için içeri girer ve o da hoşlanıp kapıdan çıkar ve giderse İmâm Muhammed
(R.A.): "Eğer satıcı, müşteriye, bu kısrağı, onu yakalıyabileceği bir
yerde teslim eder ve müşterinin yanında da, onu yakalamak için ipi (kemendi)de
olur ve bu kısrağın oradan çıkması da mümkün olmazsa; bu durumda, mü.iteri, onu
kabzetmiş ( = almış = teslim almış) olur. Aksi takdirde, tesliir almış olmaz.
Keza, müşterinin, o
kısrağı kementsiz yakalamaya gücü yetmez; yanında ise, kemendi bulunmazsa; yine
tesli n almış olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşterinin, bu kısrağı
yalnız başına yakalamaya gücü yetmez; yardımcı ile, gücü yetecek olur ve
yardımcı c,a bulunursa; bu durumda, onu kabzetmiş (= eline almış = teslim
almış; olm.
Ancak, bu şahsın
yardımcısı yoksa, onu teslim almış olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Kısrak, elinde bulunan
ve onu tutmakta olan satıcı, müşteriye: "İşte beygir." deyince, müşteri de, onun yularından
tutarsa; bu durumda, beygir her
ikisinin elinde olmuş olur.
Bu durumda satıcı,
müşteriye: "Art.k, seninle onun arasını tahliye ediyorum. Ben, onu
tutmuyorum; sana erk ediyorum. Tut onu..." der ve bu sırada beygir
hoşlanıp ellerinden kaçar ve helak olursa; müşterinin malı olarak helak olmuş
olur.
Ancak, beygir,
satıcının elinde bulunur ve müşterinin elinin ona yetişmediği sırada, bu
satıcı: "Onunla senin aranı tahliye ediyorum. Onu tut. Ben, şu anda, onu,
senin için tutuyorum." der ve henüz müşteri tutmadan, beygir kaçıp helak
olursa, —müşterinin, onu, satıcının elinden almaya ve zabdetmeye gücü yetse
bile—, satıcın malı olarak helak olmuş bulnuur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, büyük bir
evin içinde uçmakta olan, evin kapısı açılmadan çıkması mümkün olmayan bir kuşu
satın alır; ancak, uçtuğu için yakalayamaz; satıcı da, bu kuşla müşterinin
arasını tahliye eder ve bu sırada, müşteri, evin kapısını açınca, kuş çıkıp
kaçarsa; Nâtıfî: "Bu müşteri, o kuşu teslim almış olur. Ancak, evin
kapısını, başka bir şahıs veya rüzgâr açmış olursa; teslim almış
sayılmaz." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şemsü'l-Eimme
el-Ezvecendî'den soruldu:
— İki kişinin ortak bulunduğu bir at, merada
otlarken, bu ortaklardan birisi, hissesini diğerine satar ve alıcıya: "Git,
al." der; ancak, alan şahıs, bu ata ulaşmadan, o helak olmuş bulunursa,
durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bu at, her ikisinin
malı olarak helak olmuş bulunur. Böyle bir hâl, bizim zamanımızda da vâki oldu:
Bir şahıs, başka bir
şahıstan, merada otlamakta olan bir ineği satın aldı. Satıcı, ona: "Git,
ineği teslim al." dedi.
Âlimlerimizden
bazıları şöyle fetva verdiler: "O inek, gerçekten gözle görülüyor ve onu
işaret ederek göstermek mümkün oluyorsa; bu durum kabz (= teslim alma) olur.
Aksi takdirde olmaz." Ancak, bu cevap sahih değildir.
Sahih oian cevap:
"O inek, gerçekten, yakınlarında bulunur ve müşterinin onu alması mümkün
olursa;bu durumda,kabzetmiş sayılır." Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerinden,
belli bir miktarda yağ satın alıp, şişesini satıcıya geri verir; o da,
müşterinin gözü önünde tartarsa; bu durumda, müşteri, yağı kabzetmiş
olur.Bunun, müşterinin evinde veya dükkanında teslim edilmiş olması arasında
bir fark yoktur.
"Satıcı, bu
şişeyi, müşteri yokken tartmış olsa bile, müşteri yağı teslim almış olur."
diyenler de vardır. Bu sahihtir. Cevâhiru'l-Ahlâti'de de böyledir.
Bezzâziyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Tartılan ve ölçülen
her şey, kaba konulduğu zaman, müşterinin olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Ancak, yağın belli
olmaması halinde, müşteri onu kabzetmiş sayılmayacağ gibi, bu yağ satılmış da
sayılmaz.
Müşterinin, bu yağda
tasarrufu da, helâl olmaz.
Müşteri, yağı, hâli
belli olduktan sonra alırsa; bu yağ satılmış olur. Ve, bu durumda, müşteri de,
o yağı kabzetmiş bulunur.
Bu yağ helak olursa;
müşterinin malı olarak helak olmuş bulunur. Bu, bi'1-ittifâk böyledir.
Giyâsiyye'de de böyledir.
Bazılarına göre,
ikinci defa tartılmadan, bu yağda tasarruf helâl olmaz. Tartı tekrarlandıktan
sonra, tasarruf helâl olur-
Fetva da buna göredir.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, diğerinden,
bir dirheme, on rıtıl yağ satın alır ve bir kap getirip,, satıcıya vererek,
"ona, muayyen miktardaki yağı, ölçüp koymasını" söyler ve bir rıtıl
tartıp koyunca da şişe kırılır ve yağ dökülürse; bu yağ müşterinin olduktan
sonra dökülmüş olur.
Ancak, şişe kırılıp,
içindeki dökülmeden önce, satıcı, onu, kendi yağının içine boşaltırsa; o kadar
yağı, müşteriye, yeniden'verir.Zahıriyye'de de böyledir.
Müşteri, satıcıya
kırık bir şişeyi verdiği halde ^satıcı bunun farkında olmaz ve müşterinin
emriyle bunu doldurursa; bu şişeden dökülenin tamamı müşteriye ait olur.
Bu durumda, müşteri,
bu şişeyi satıcıya vermeyip bizzat kendisi tutmuş olsa, durum yine aynıdır.
Yâni, akan ve döküien müşteriye aittir. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Yağ satın alan bir
kimse, satıcıya, bir kap vererek, "Yağı tartıp, bu kaba koymasını"
söyler ve bu kabda delik veya sökük olduğu halde, müşteri bunu bilmez; ancak,
bu durumu satıcı bilirse; içine koyduğu yağ telef olunca; satıcıdan telef olmuş
bulunur. Müşteriden telef olmuş olmaz.
Fakat, bu durumu,
müşteri bildiği halde satıcı biSmez veya her ikisi de bilirse; bu durumda
müşteri, satılan yağı, teslim almış olur. Ve, —dökülen de dâhil, satın aldığı—
yağın tamamının bedelini öder.
Bir kimse, bir buğday
yığını satın alır ve satıcıya, boş çuvallar vererek: "—Buğdayı— ölç ve
bunların içine koy." der ve müşteri de böyle yaparsa; bu —teslim— almak olur. Feîâvâyi Kâdîhâu'da da böyledir.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, belli bir
buğday satın alıp, satıcıdan di emaneten bir çuval ister ve "buğdayı
ölçüp, bu çuvalın içine koymasını söyler; o da, denileni yaparsa; içine buğday
konulan çuval, müşterinin, satıcıdan aldığı çuvalın bizzat kendisi olması
hâlinde, müşteri ölçüleni teslim almış olur,Çuval,o çuval değilse, yani,
müşteri: (<Bana emaneten —rastgele— bir çuval ver." demişse, bu
durumda, buğday müşteri hazır değilken ölçülürse; onu teslim almış olmaz.
Ancak, buğday müşteri
hazır olduğu sırada ölçülmüşse; bu müşteri,
buğdayı teslim almış
olur.
imâm Muhammed
(R.A.)'e göre, buğdayın,
bu müşteri nazır bulunmadığı zaman ölçülmesi halinde,
her iki vecihte de ona kabzetnr> olmaz. Ancak, çuvalı, bizzat eliyle alıp
satıcıya teslim ederse, buğdr* teslim almış olur. Fetâvâyi Sıığrâ'da da
böyledir
Hişâm, Nevâdir'inde
şöyle demiştir:
İmâm Muhammed (R.A.)'e
sordum:
— Bir kimse, bir başka
kimseden, bir şey satın alır ve aldığı o şeyi "kendi kabına
koymasını" söyler; satıcı da,
tartmak için, o kaba koyunca, bu
kap kırılıp, içindeki dökülse, durum ne olur?
İmâm, şöyle buyurdu:
— Dökülen şey,
satıcının malıdır. Çünkü, satıcı, o malı, bu kaba, tartmak için ve ne kadar
geldiğini bilmek için koydu. Müşteriye teslim etmek için koymadı.
Aslında, satıcı, bu
malı, bu torbaya tarttıktan sonra koymuş olsaydı ve bu şey kırılmış bulunsaydı,
yine satıcının olurdu.
Fakat, satıcı, o malı,
kendi kabında tarttıktan sonra, müşterinin kabına kor ve bu kap bundan sonra
kınlirsa; bu durumda dökülen mal, müşterinin olur. Zehıyre'de de böyledir.
Akıcı bir yağ satın
alan şahıs, yağcıya bir şişe verip: "Bunu, bizim eve gönder." der;
yağcı da, böyle yapar ve yolda götürülürken şişe kırılıp yağ dökülürse
Şeyhu'1-lmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Eğer müşteri: 'Benim kölemle
gönder.' demiş; yağcı da-, öyle yapmış ve şişe yolda kırılmış olursa; dökülen
yağ, müşteriye ait olur. Ancak: "Senin kölenle gönder." demiş ve
satıcı da öyle yapmış ve yağ yolda helak olmuşsa; bu durumda, helak olan
satıcıya ait olur." demiştir.
Çünkü, müşterinin
kölesinin bulunması, müşterinin kendisinin bulunması gibidir.
Satıcının kölesi de
satıcı yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir müşteri, satıcıya:
"Şu kapta, bana, şunu şunu tart. Onu da, kölen ile veya benim kölemle
yolla." der; satıcı da, denildiği gibi yapar ve yolda giderken kap kırılıp
içindeki dökülürse; bu dökülen mâl,satıcıya ait olur.
Ancak, müşteri:
"Sen, onu kölene teslim et." veya "Benim köleme -ver."
demiş olsaydı; —onu vekil kılmış olacağından— o köleye verilen, müşteriye
verilmiş gibi olurdu.
Bu durumda, yolda
dökülünce de, müşterinin malı olarak, dökülmüş bulunurdu. Muhıyt'te de
böyledir.
Müşteri, satıcıya:
"Oğluma yolla." der; satıcı da, bir hamala yükleyerek, malı oğluna
gönderirse; bu bir kabz (= teslim alma) olmaz.
Hamalın ücreti, satıcıya
aittir.
Ancak,müşteri:"Hamalın
ücretini, benim nâmıma ver." derse, bu müstesnadır.
— O malı almak üzere—
ücretle tutulan kimsenin, bu malı teslim alması, neşterinin alması demektir.
Bu durumda, hamalın
ücretini, müşteri veri. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Mecmûıı'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, bir
köylüden, çarşıda, bir kap süt alır ve o şahsa, "Sütü, dükkanına
götürmesini" söyler ve bu kap yolda düşerek süt zayi olursa; bu süt, satan
şahsın malı olarak zayi olmuş bulunur.
Keza, bir kimse,
pazardan bir yük odun satın alıp, oduncuya da, "onu evine
götürmesini" söyler ve bu odun, yolda zayi olursa, satıcının malı olarak
zayi olmuş olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir inek satın alan
şahıs, satıcıya: "Onu, evine
götür. Ben, arkandan geleceğim."
der ve inek, satıcının elinde iken ölürse;onun malı olarak, ölmüş olur.
Bu satıcı, "ineği
teslim ettiğini" söylerse; bu durumda, müşterinin, yemin ederek söylediği
söze itibar edilir.
Bir kimse, bir
satıcıdan, ahırında hasta bulunan bir hayvanı satın alır ve: "Bu gece,
burada dursun. Ölürse, benim malım olarak ölür der ve bu hayvan o gece ölürse;
müşterinin değil, satıcının malı olarak ölmüş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, başkasına,
bir câriye satar ve bu cariyeyi,—müşterinin bedelini ödemesi için, —tavassut
eden şahsın yanma kor; câriye de, orada zayi olursa; satıcının malı olarak,
zayi olmuş olur.
Tavassut eden şahıs (=
aracı), bedelinin bir kısmını alarak, —ancak satıcının haberi olmadan— bu
cariyeyi, müşteriye teslim etmiş olursa; bu durumda, satıcı, cariyeyi ondan
geri alabilir.
Satıcı, bu şekilde,
cariyeyi geri alınca, artık o aracının yanana bırakmaz.
Ancak, bu aracı âdil
ise, satıcı, bu cariyeyi yine onun yanına bakabilir. Bu durumda, bu aracı o
cariyeyi yine müşteriye teslim ederse ou adil şahıs, satıcıya tazminatta
bulunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde ie böyledir.
Bir kimse, bir elbise
satın alır; ancak, bedelini ödemez ve bu elbiseyi teslim almaz ve satıcıya:
"Elbiseyi, filan şahsa ver. Ben bedelini ödeyene kadar5elbise o şahısta dursun."der
ve satıcı da öyle yapar ve elbise, o şahsın yanında dururken zayi olursa;
satıcının malı olarak zayi olmuş olur.
Çünkü, elbisenin
yanına bırakılmış olduğu şahıs, onu, bedelini satıcı nâmına almak için yanında
tutuyordu. —Dolayısıyle— Bu şahsın elinde bulunması da, zayi olması da,
satıcının elinde olması veya onun elinde zayi olması demektir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Satıcı, satılan şeyi, müşterinin ailesinden
bir ferde verse; bu şey, müşteri tarafından teslim alınmış sayılmaz.
Hatta, bu şey helak
olursa, satış bozulmuş olur. Muhtâru'l-Fetâvâ' da da böyledir.
Bir kimse, bir şey
satın alıp, bedelinin bir kısmını peşin olarak ödedikten sonra, satıcıya:
"Bu şeyi, kalan borcunun yerine, rehin olarak (veya emânet)
bıraktım." derse; böyle demesi de kabz (= teslim almak) sayılmaz.
Bir müşteri, satın
satın şey satıcının elinde iken, onu telef eder veya onda bir özür meydana
getirirse, bu kabz olur.
Böyle bir şeyi,
müşterinin sözü üzerine satıcı yaparsa, bu da kabz olur.
Bir müşteri, satıcının
elinde bulunan, bir köleyi azâd etse veya müdebber kılsa yahut, bir cariyenin,
kendisinin ümm-ü veledi olduğunu ikrar etse; bunlar da kabz olur.
Keza, bu işleri,
müşterinin emri ile satıcı yapmış olsa, yine kabz olur,
Hâmile bir câriye
satın alan kimse, onu teslim almadan önce, karnındakini azâd ederse; bu kabz
olmaz. Çünkü, bu cariyenin azâd edilmesinin sahih olmama ihtimâli vardır.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir
Bir müşteri, "o
malı kabzetmesini" satıcıya emreder; o da, malı kabzederse; bu, müşterinin
kabzetmesi gibi olmaz. Vecîz'de de böyledir.
Tefrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Müşteri, henüz onu
teslim almadan, satın alınan şeye karşı bir suç işlenirse; bu müşteri
muhayyerdir. Eğer, suç işleyenden davacı olursa, satılan şeyi kabzetmiş olur.
Bu, İınâmEhû Yûsuf (R.A.)'a
göredir.
İmâm Mulıammed (R.A.)
ise, buna muhaliftir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Satılan şey, teslim
alınmadan önce öldürülür ve müşteri de kanı bağışlarsa; bu satıtah şey
hakkında, müşterinin ihtiyarı olur.
Satıcı, öldürülenin
kıymetini katilden alır. Bu kıymet, satıcının elinde rehin olur. Müşteri, satın
aldığının bedelini, satıcıya verdiği zaman, satıcı da, katilden aldığını,
ona geri verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir müşteri, satıcıya,
"satın aldığı buğdayı öğütmesini" söylerse, bu kabz olur. Ve, bu un
müşterinin olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir müşterinin, satın
aldığı şeyi, satıcıya emânet bırakması, ariyet veya ona icara vermesi, kabz
sayılmaz. Bu durumda, satıcının icar ödemesi de gerekmez.
Ancak, müşteri, satın
aldığı şeyi, başka bir şahsın yanma emânet veya ariyet bıraktıktan sonra, ona,
"o şeyi, satıcıya teslim etmesini" söylese, bu kabz olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Müşteri, satıcıya:
"Köleye söyle; benim için, şöyle şöyle yapsın." der; satıcı da bunu
söyler ve bu köle söyleneni yaparsa, bu hâl bir kabz'dır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir köle satın alan
kimse, onu teslim almayıp satıcıya "bu köleyi, filana bağışlamasını
emreder; satıcı da öyle yapıp, bu köleyi, bağışlanan şahsa teslim ederse; bu
hîbe caiz olur. Ve müşteri de, bu köleyi kabzetmiş olur.
Keza, bir müşteri,
satıcıya: "Satın aldığımı, filan şahsa icara ver." der ve bu şahsı
açıklarsa; satıcının öyle yapması caiz olur.
Bu durumda, müşteri
de, o şeyi kabzetmiş olur.
Satıcının aldığı kira
ücreti, bu müşteriye ait olur ve —aldığı şey, müşterinin vereceği şeyin
cinsinden ise— borcuna mahsup edilir.
Keza, satıcı, bu
köleyi, henüz müşteri teslim almadan önce, bir şahsa emânet bırakır, bağışlar
veya rehin korsa; müşterinin izin vermesi hâlinde, bu caiz olur. Ve, bu hâl,
kabz sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir müşteri, henüz
teslim almadan, satıcıya, "köleyi azâd etmesini" söyler, o da, azâd
ederse; bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caiz olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Bir müşteri, satıcıya,
"ücretli veya ücretsiz olarak, satın aldığı şeyi yıkamasını"
emrederse; bu kabz olmaz.
—Varsa— bunun
ücretini, müşteri öder.
Satıcı, o şeyi,
ücretle yıkamış ve bu yıkama neticesinde.o malda bir noksanlaşma olmuşsa; bu
durumda, müşteri o şeyi kabzetmiş olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir müşterinin,
satıcıyı, satın aldığı köleyi okutması veya saçını tıraş etmesi;
bıyığını, tırnağını kesmesi
için icarlarsa; bu
da kabz sayılmaz. Bunların ücreti
de, müşteriye aittir.
Ancak, bu durumlarda,
satılan şeye, bir noksanlık gelirse, o zaman bunlar kabz sayılır.
Satıcının, satılan bu
şeyi korumak için, ücret istemesi sahih olmaz. Çünkü, onu muhafaza etmesi,
kendisine vaciptir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Müşterinin, satın
aldığı köleyi evlendirmesi de, istihsânen kabz olmaz.
Ancak, satın alınıp
evlendirilen bir câriye olur ve kocası, —satıcının elinde bulunduğu halde— ona
cima' ederse; bu, bi'1-ittifak kabz olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, bir câriye
satın alıp, onu, teslim almadan önce evlendirir; kocası da, bu cariyeyi öper
veya kucaklarsa; cima' etmesi halinde olduğu gibi, kabz olmuş bulunması uygun
olur. Kunye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
denilmiştir:
Bir kimse, bir câriye
satın alıp, onu teslim almadan önce evlendirir ve bu câriye kocası ile cima etmeden
ölürse; bu satış bozulmuş olur.
Ve bu câriye,
satıcının malı olarak ölmüş olur. Kocasındaki mehir hakkı ise, müşterinin olur.
Bu mes'elenin bir
benzeri, —biraz fazlasıyle— yine Müntekâ'da zikredilmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahıstan, bir köleye bedel olarak,, bir carîye satın alır ve onu, yüz dirhem
—mehir— mukabilinde, bir şahısla evlendirir ve bu cariyenin, evlenmeden önceki
kıymeti, iki bin dirheme eşit olduğu halde, evlenmek,onun kıymetini, beş yüz
dirhem noksanlaştırmış olur ve kocası, bu cariyeye, henüz satıcının elinde
iken, cima' etmiş bulunur ve bu câriye, müşteriye teslim edilmeden önce de,
kocası ölürse; bu cariyenin mehri, onu satan şahsındır.
Bu durumda, cariyeyi
satan şahıs muhayyerdir: Dilerse, cariyesini, bu noksanlaşmış kıymeti ile, geri
alır. Başka birşey alamaz.
Dilerse, kocası ona
cima' ettiği zamanki kıymeti olan, iki bin dirhemi, satın aîan şahsa tazmin
ettirir.
Şayet, müşteri, bu
cariyeyi teslim almadan önce nikâhlar ve kocası da, ona cima' ettikten sonra ölürse; bu cariyenin satıcısı, dilerse,
onu müşteriye teslim edip, cima' vaktindeki kıymetini, ona ödetir. Dilerse,
satışı bozar ve cariyeyi, müşteriden geri alır. Bu durumda, nikâh fâsid; mehir
bâtıl olur.
Satışı bozmak veya
bozmamak hakkı, satıcıya aittir. Müşteriye ait değildir.
Satıcı bozunca, satış
bozulmuş olur. Bu satışı, hâkim bozmamış olsa bile, durum böyledir.
Müşteri, bu cariyeyi
teslim aldıktan sonra evlerjdirirse; kalan mes'ele, hâli üzeredir.
Satıcının, bu câriye
üzerinde, bir hakkı olmaz.
Müşteri, teslim aldığı
zamandaki kıyemtini tamzin eder. Ve câriye, müşterinin malı olur.
Mehir ise, satıcıya
karşı olur. Nikâh sahih olur.
Müşteri, satıcının
izni olmadan,bu cariyeyi alır ve onu evlendirir; satıcı, müşterinin aldığını bilsin bilmesin, bu hâl teslim
sayılmaz.
Çünkü, bu cariyenin,
kabz edilmesinden önce evlenmesi sahihtir.
Eğer, müşterinin
elinde iken, satan şahıs, bu cariyeye, —nikâh hükmü ile— cima' ederse; bu, bu
teslim, satıcı tarafından bir kabzdır.
Eğer, teslimden önce,
köle ölürse; bu cariyeye karşı, satıcının bir hakkı kalmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Allahu Teâlâ, en
doğrusunu bilir. [30]
Müşteri, satın aldığı
şeyi, parasını ödemeden ve satıcıdan izin almadan kabzederse, (~ alırsa),
satıcı, bu şeyi geri alabilir.
Müşteri ile satın
aldığı malın ve satıcının arası hâli olsa bile, müşteri onu, hakîkaten teslim
almayınca, kabz etmiş olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu durumda iken,
müşteri tasarrufta bulunur; aldığı şeyi kullanıp, ona noksanlık getirirse, bu
tasarrufu fâsid olur.
Meselâ: Müşterinin, o
şeyi satması, bağışlaması rehin bırakması, kiraya vermesi veya tasadduk etmesi
gibi hallerde, bu tasarrufu nakıs (-bozuk) olur.
Ancak, yapılan bu
işlemi feshetmek mümkün olmazsa, satıcı, bu şeyi geri alamaz. Meselâ: Bu
şekilde alman bir kölenin azâd edilmesi, müdebbire veya ümm-ü veled kılınması
gibi... Zehiyre'de de böyledir.
Müşteri, satın aldığı
şeyin parasını, nakden ödediği halde, satıcı o paranın tamamını veya bir kısmım
hileli bulur veya bunun başkasının hakkı olduğunu anlarsa; bu durumda satılan
şeyi, müşteriye vermeme hakkına sahiptir.
Bu şekilde ödeme yapan
müşteri, satıcının izni olmadan, satılan şeyi kabzederse; satıcı onun kabzını (
= almasını) bozabilir.
Müşteri, bu şekilde
almış olduğu şeyde tasarrufta bulunursa; bu tasarrufu bozuk olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Müşteri, bu malı, —bu
şekilde— satıcının izni ile almış olursa, bakılır:Eğer, ödenen bedelde,bir
züyûf akçe (= değeri, alım gücü düşük para) bulunursa; satıcı, bunu müşteriye
iade eder; sattığı şeyi geri alamaz. Bu, imamlarımızın üçüne göre de böyledir.
Ancak, satıcı, aldığı
dirhemleri hileli olarak veya kalay karışmış bir şekilde bulur yahut bu
dirhemlerde, başkasının hakkı olursa; bu durumda, satıcı, o şahsa sattığı şeyi
geri alabilir.
Fakat, müşteri bu mal
hakkında, bir tasarrufta bulunmuşsa; satıcının yapacağı bir şey yoktur. Bu
tasarrufun fesh edilme ihtimâlinin bulunup bulunmaması da müsavidir.
Bedâi"de de böyledir.
Satıcı, bedelde,
söylediğimiz hususlardan hiç birini bulamaz ve bu müşteri satın aldığı köleyi
satmış veya kiraya vermiş, rehin bırakmış ve bunu teslim etmiş olursa;
satıcının, bundan sonra, söylediğimiz arızalardan birini bulması
hâlinde,müşterinin yaptıklarının hepsi de caiz olur.
Bu satıcı, verdiği
şeyi geri alamıyacağı gibi, kölede de bir hakkı olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bir çift
mest veya ayakkabı satın alıp, bunlardan bir tekini de,satıcının izni olmadan
kabzeder, diğerini almaz ve bu satıcının yanında zayi olursa; kendisinin —yani
satıcının— malı olarak zayi olmuş olur.
Bunlardan birini kabzetmiş
olmak, kabz sayılmaz. Alınan şey hakkında müşteri muhayyerdir. Eğer, müşteri,
satılan şeyi teslim almadan öne, ona bir kusur gelirse, bu durumda, müşteri
iki-, sini de kabzetmiş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bu müşteri, bunlaran
birini alınca, onu zayi eder veya ona bir kusur getirirse; diğerini de almış
sayılır.
Hatta, müşteri
aldığını zayi etmeden önce, satıcının yanında bulunan zayi olmuş olsa;
müşterinin malı olarak zayi olmuş olur.
Ancak satıcı, o kalan
şeyi vermezse, kendisinin malı olarak, helak olmuş bulunur ve bedelinin yarısı
sakıt olur. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, müşterinin izni
ile, satıcı, satılan şeylere karşı bir suç işlerse; bu durumda, müşteri ikisini
de kabzetmiş olur. Bundan sonra, helak olan müşteriye aittir.
Ancak, satıcı,
bunlardan birini veya ikisini vermeye mâni olursa, zayi olan şeyin kıymeti
kendisine âit olur.
Satıcı, müşteriye,
bunlardan birini alması için verirse; bu izin, ikisine de, şâmil olur.
Bu müşteri, ikisini de
kabzedince, satıcı birini, bedeli ödenene kadar, yanında tutmak için geri alsa;
bu durumda, o şeyi gasbetmiş olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Camimde şöyle buyurmuştur:
Bir kimse,bir
başkasından,bin dirhem bedelle, bir câriye satın alıp, bedelini ödemeden ve
sahibinin de izni olmadan, bu cariyeyi kabzeder ve onu başka bir şahsa, yüz
dinara satıp, teslim eder, bedelinin alır ve bu şahıs (yani önceki müşteri)
kaybolursa; bu cariyeyi ilk satan şahsın, ikinci müşteriden, geri istemesi
hâlinde, bu ikinci müşteri ikrar ederse, iş satıcının dediği gibidir. Yani,
önceki satıcı, bu cariyeyi geri alır.
Bu şahıs, bu cariyeyi
geri alınca da, ikinci satış, bâtıl (= geçersiz) olur.
Şayet, ikinci müşteri,
birincinin sözünü inkâr eder; onun sözüne inanmaz ve "Ben, senin hakkını
bilmiyorum. Sözün, hak mı, bâtıl mı?" derse; gaip olan gelene kadar,
aralarında husûmet olmaz, (birbirlerini dâva edemezler.)
Gaip gelince, önceki
satıcıyı doğrular,' ikinci müşteriyi doğrulamazsa; önceki satıcıya:
"İddianı isbat edecek, beyyineni getir." denilir.
Bu şahıs, önceki ve
ikinci müşterinin huzurunda beyyinesini getirince; hâkim, bu cariyeyi, önceki
satıcıya geri verir; ikinci satış ise, bozulmuş olur.
Ancak, birinci
müşteri, câriye geri verilmeden önce, onun bedelini nakden satıcıya verirse; bu
durumda hâkim, bu cariyeyi, birinci satıcıya iade edemez.
Şayet, birinci
müşteri, bu cariyenin
bedelini, cariyeyi satıcı aldıktan sonra öderse; o da, cariyeyi
önceki müşteriye geri teslim eder. İkinci müşterinin, cariyeyi alma yolu olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bu câriye, ikinci
cariyenin elinde ölmüş olursa; önceki satıcı, cariyenin kıymetini diğer
müşteriye tazmin ettirir.
Şayet bu câriye,
önceki satıcının yanında ölmüş olursa, satışların ikisi de bozulur. İkinci
müşteri, birinciye müracaat ederek, verdiği parayı geri alır. Bu durum,
cariyenin önceki satıcıya iade edilmesi ve satıcı, o malın bir kısmını satarsa;
bunu elinde tutamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, bir işe
göndermiş bulunduğu kölesini, küçük oğluna satması caizdir. câriye için de bir
yolun olmadığı gibi...
İkinci müşteri,
birinciye, cariyenin bedelini vermişse; onu geri alır. Zehiyre'de de böyledir. [31]
Asıl olan:
Satış, satılan şeyin
kıymetinin verilerek, müşteri tarafından alınması esnasında
gerçekleşir. SerahsFnin Muhiytı'nde de böyledir.
Satıcının elinde,
gasben veya fâsid bir akidle aldığı bir şey bulunur ve o şeyi, müşteri sahih bir akidle, sahibinden satın alırsa;
bu durumda, birinci kabz, ikinci kabzın yerine geçer.
Hatta bu şahıs, o şeye
ulaşmış olduğu veya onu alması mümkün olduğu halde almadığı durumlarda, o şey
evine gitmeden helak olsa, kendisi adına helak olmuş olur. Hulâsa'da da
böyledir.
Bu şahıslar,
gasbolunmuş bulunan şeyi,
sarfa bedel kılarak ayrılmış olsalar,
bu satış iptal edilmiş olmaz.
Keza, satılan şeyi de
bedelini de almadan, sarf meclisinden ayrıldıktan sonra alıcı, alınacak şeyi
satın alırsa; hâl için almış olur. Çünkü, kabzedilen şey elinde kalsaydı, fâsid
akid hükmü üzere, onun kıymetini ödemesi gerekirdi; böylece, bu da satılan
şeyin yerine kabze-dilmiş bulunurdu. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Satıcının yanında,
ödünç, emânet veya rehin olarak bulunan bir şey sadece akd ile kabzedilmiş
olmaz. Ancak, müşterinin müracaatı ve bedelin temekkünü ile kabz olur. Hâvî'de
de böyledir.
Bu hâlin, müşteride
olması durumunda da, kabz olmaz.
Bu durumda,
satıcının,alacağına bedel olarak onları hapsetmek ( = elinde tutmak) istemeye
de hakkı yoktur.
Satıcı, müşterinin
eline ulaşmadan önce, emânet konulan yerden, o emâneti alma hakkına sahiptir.
Satılan şey (= mebi'),
satıcı (= bayi') ile müşterinin yanında
iken; satıcı, o malın bir kısmını satarsa; bunu elinde tutamaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimsenin, bir işe
göndermiş bulunduğu kölesini, küçük oğluna satması caizdir.
Bu köle, geri dönmeden
ölürse; babanın malı olarak ölmüş olur. Çünkü, babanın eli altındadır. Ancak,
bu köle emânettir; bedelirt kabzı için nâib değildir.
Eğer bu köle, çocuk
bulûğa erdikten sonra geri dönerse; bu durumda, onu, baba değil, bizzat oğul
kabzeder.
Ancak, baba, bu
köleyi, oğlu için başka bir şahıstan satın aldıktan sonra, oğul bulûğa ererse;
köleyi kabzetme hakkı, babaya ait olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir kimse, yüz dinara
satın aldığı gümüş bir ibriği teslim aldığı halde bedeli olan dinarları
satıcıya nakden ödemeden birbirlerinden aynlırlarsa; iki bedelden biri
ödenmediği için, bu ahş-veriş bâtıl ( = geçersiz) olur.
Bu ibrik satıcıya geri
verilir.
Ancak, bu müşteri,
ibriği geri vermeyip evine götürür; sonradan, satıcıya rast gelince de bu
ibriği tekrar satın alıp, dinarları verir ve böylece ayılırlarsa, bu satış caiz
olur. Ve müşteri, bu ibriği yeni bey'i ile satın almış ve kabzetmiş olur.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir köle
satın alıp, onu kabzettikten ve bedelini de ödedikten sonra; bu alış -verişi
iki taraflı bozarlar ve bu köle henüz müşterinin yanmda durmakta iken, bu
şahıs, o köleyi yeniden satın alırsa;
bu alış-veriş sahih olur
Ancak, satıcı, bu
köleyi bir başka şahsa satmış olursa, bu (yani ilk müşteriye yeniden satması)
sahih olmaz. Mücerred akid sebebiyle, kabz hâsıl olmaz.
Bu şahisr köleyi
kabzetmeden önce, köle helak olursa; önceki akid üzere helak olmuş bulunur.
Pazarlığı bozma ve ikinci akid bâtıl ( = geçersiz) olur. Çünkü,
satılan şey, ikâleden sonra, onun elindedir.
Başkası (yani önceki
müşteri) bedeli karşılığı borçlu bulunmaktadır. O, rehin gibi emânettir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir köle
karşılığında, bir câriye satın alır; karşılıklı olarak kabzederler ve her
şahıs, aldığını evine götürdükten sonra, bu ahş-verişi bozarlar
ve bilâhare de,
bu şahıslardan birisi,
almış bulunduğunu geri vermeden, tekrar satın alırsa, bu satış caiz olur.
Ve bu müşteri, satın aldığını bizzat kabzetmiş olur.
Hatta, bu, müşterinin
eli kendisine yetişmeden Önce helak olursa; —ikinci satış sebebiyle,—
müşterinin malı olarak helak olmuş olur. Önceki ikâle de bozulmaz. Çünkü, bu
şahıslardan her birinin , ikâieden sonra, kabzetmiş oldukları şeyin bedelini
ödeme borcundadırlar.
Bu hüküm kölenin de
cariyenin de durmakta olduğu haller için geçerlidir.
Ancak, köle helak
olduktan sonra yapılan ikâle de sahih olur.
Köleyi satın alan
şahsın, bu durumda, onun kıymetini ödemesi gerekir.
Bu durumda, câriye
elinde bulunan şahıs, onu satıcıdan, tekrar satın alır; ancak, bu sırada, bu
câriye ikisinin de yanında bulunmaz ve ikinci satıştan sonra da ölürse; önceki
satış üzere ölmüş olur.
Bu durumda, hem ikâle,
hem de ikinci satış geçersiz olur.
Çünkü, bu câriye,
kölenin ölümünden sonra, başka şeye (yani ölen kölenin kıymetine) karşılık,
müşteriye karşı mazmun (= ödenmesi lâzım gelen şey) dur. Bu şekildeki kabz ise,
satış kabzının yerine geçmez.
Eğer, ikâieden sonra,
köle ve câriye durmakta olduğu halde; bilâhare alıcı ve satıcı birbirinden
yeniden satın alırlar ve bundan sonra da, bu köle ve câriye zayi olursa her
birisi, kendisini satın almış bulunan şahsın malı olmuş olarak, zayi olmuş
bulunur.
Çünkü, bunlardan her
biri, nefislerinin mazmunu idiler.
Bunun içindir ki,
bunlardan birisi ikâieden sonra ve ikinci satıştan önce helak olursa, onun
kıymetinin ödenmesi gerekmektedir.
Bir müşteri, üç gün
muhayyer olmak üzere, dirhemler
karşılığında, bir câriye satın alır ve karşılıklı —biri cariyeyi, diğeri parayı
kabzederler; (= teslim alırlar) bilâhare, müşteri muhayyer olduğu için bu
alış-verişi bozar fakat cariyeyi iade etmezse; bu durumda da, onu yeniden satın
alması sahih olur.
Ancak, bu şahsın eli
yetişmeden önce, câriye helak olursa, ikinci satış bâtıl (= geçersiz) olur.
Önceki satışın hükmü de, ölür.
Çünkü, satış,
muhayyerlikle feshedildikten sonra, satılan şey, bedele karşılık mazmundur.
Muhayyerliğin satıcıya
ait olması hâlinde de, mes'ele hâli üzeredir, ikinci satış caizdir. Eğer câriye
ölürse, ikinci satış üzere ölmüş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse,
dinarlar karşılığında, gümüş
bir ibrik satın alıp, karşılıklı kabzettikten sonra,
pazarlığı bozarlar; bilâhare tekrar alış-veriş yaptıkları halde,
iknci defa kabz
etmeden ayrılırlarsa; bu
ikinci alış-veriş ve ikâle bâtıl olur; birinci satış geri döner.
Bir kimse, dinarlar
karşılığında, gümüş bir ibrik satın alır; müşteri ibriği, satıcı da parayı
kabzettikten sonra, müşteri bedel olarak verdiği dinarların miktarını artırır,
satıcı da, aynı mecliste bunu kabû! ederse; böyle yapması caiz olur. Yeniden,
kabz işlemi yapılması şart değildir.
Ancak, yeniden
pazarlık yaparak,bu bedeli artırır veya eksiltirlerse; bu durumda, müşterinin
ibriği, satıcının da dinarları yeniden kabzetme-leri gerekir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [32]
İbn-i Semâa, Nevâdir'de,
İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir kimse, diğer bir
şahıstan, bir miktar katışıksız buğday ile bir miktar da hâlis arpa satın alır;
bu müşteri, onları teslim almadan önce, satıcı, bu arpa ile buğdayı birbirine
katar ve: "Böylece, kıymetini artırdım." derse, müşterinin bu hâle razı
olması hâlinde mes'ele yok... Aksi takdirde, müşteri bu satışı fesheder. Ve
ödediği bedeli satıcıdan geri alır.
Keza, bir satıcının,
bir rıtıl yâsemen yağım,bir rıtıl benefsec yağı ile karıştırarak satması
hâlinde de hüküm böyledir.
Bir satıcı, bir rıtıl
yâsemen yağını, yüz rıtıl zeytin yağına katarak satarsa; yâsemen yağının satışı
bâtıl olur.
Müşteri severse, bu
satıcıdan, o zeytin yağını, yüz rıtıl olarak satın alır.
Yasemin yağının
katılması, zeytin yağının kıymetini düşürmezse, müşteri, böyle yapıp yapmamakta
(alıp almamakta) muhayyerdir.
Bir kimse, zeytin yağı
küpünden on rıtıl yağ ölçer; onu da, başka bir şahıs satın alır ve satıcı onu
tekrar küpe katana kadar teslim almazsa; —ilk— müşteri onu alıp almamakta
muhayyerdir. Muhıytte de böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
satın almış bulunduğu bir köleyi, —-satıcı, onu yüz dirhem karşılığında rehin
bırakana veya icara verene yahut emânet bırakana kadar— teslim almaz ve bu
durumda köle de ölürse, alış-veriş feshedilmiş olur. Müşteri için de, bir
tazminat gerekmez.
Satıcı, bu köleyi
ödünç verir veya bağışlar ve bu köle ödünç verildiği veya bağışlanmış bulunduğu
yerde ölür veya satıcı emaneten bıraktığı halde, emânete bıraktığı şahıs, bu
köleyi çalıştırır ve köle orada ölürse, müşteri muhayyerdir. İsterse bu satışı
kabul eder ve köle kimin yanında ölmüşse ona, bu-köleyi tazmin ettirir.
Bu durumda, tazmin
eden şahıs da, satıcıya müracaat edemez.
İsterse, müşteri bu
satışı fesheder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Satıcı, yanma
emaneten bırakmış bulunduğu
şahsa, kölenin kıymetini
tazmin ettirir. Çünkü,
o şahıs, bu
köleyi, satıcının izni olmadan çalıştırmış olmaktadır.
Ancak, bu satıcının,
kölesini ariyet bıraktığı veya hîbe ettiği şahsa ödetme hakkı yoktur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseden,bin dirheme bir köle satın alır ve bu köleyi, satıcıdan teslim
almadan, o, kölenin elini keserse; bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse,
köleyi yarı fiatına alır; isterse, onu hiç almaz, bırakır. İsterse, akid
fesholmuş ve bedelin tamamı sakıt olmuş
olur.
Eğer, müşteri, bu
köleyi eli kesilmiş olarak alırsa, bedelin yarısını öder.
Keza, eser bu satıcı,
müşteri, onu teslim almadan, köleyi öldürürse, bize göre, müşterinin bedel
ödemesi sakıt olur.
Şayet, hiç kimsenin
bir fiili olmadan, kölenin eli çolaklaşırsa, bu durumda da, müşteri yine
muhayyerdir: İsterse, verdiği bedelin tamamını geri a. r; isterse almaz.
Bu kölenin elini, bir
yabancı, kesmiş olursa, müşteri yine muhayyerdir: İsterse, akdi geçerli sayar
ve bu kölenin bedelini,satıcıya tam olarak öder. Ve kendisi de,kölenin elini
kesen şahsa, onun bedelinin yarısını ödetir.
Böyle yapınca,
bedelin, kendi ödediği miktardan fazla olanını tasadduk eder.
Bu müşteri, isterse,
bu alış-verişi fesheder.
Bu durumda,
satıcı,kölenin kıymetinin yarısını, onun elin; kesen şahıstan alır.
Şayet, —satınca,
aldığı— kıymetin yarısından fazlasını ederse; bu durumda, o fazlajiğı tasadduk
eder.
Çünkü cinayetin aslı,
—satıcının mülkünde meydana geldiğine itibar edilmekte olsa bile— satıcının
mülkünde husule gelmemiştir. Mebsüt'ta da böyledir.
Satıcı, kölenin
elini kestikten sonra,
müşterinin bu köleyi, satıcının izni ile veya onun izni
olmadan teslim alır ve bu köle de, o cinayetten dolayı ölürse, bedelin yarısı
sakıt olur. Ve diğer yarısını da, müşterinin, satıcıya vermesi gerekir.
Satıcıya bir şey
gerekmez. Çünkü, müşterinin bu köleyi kabz etmesi, akde benzemektedir.
Bir kimsenin satın
alıp, henüz teslim almadığı bir köleyi, başka bir şahıs, kasden öldürürse;
Şeyhu'1-İmâm Mu ha mmetl bin Fadl: "...İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline
göre, müşteri muhayyer bırakılır: Eğer, alış-verişi geçerli sayarsa, kısas
kendisine ait olur. Alış-verişi geçerli saymaması halinde ise, kısas yoktur.
Köle (nin kıymeti), satıcıya verilir.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise, kıymet ödenmesini güzel bulmuş ve: "Kısas gerekmez. Kati hatâen
olmuşsa bu kıymet, kısas yerine geçer." buyurmuştur." demiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı köleyi teslim almadan, satan şahıs, bir başka şahsa, "bu köleyi
öldürmesini" emreder ve o şahıs da öldürürse; bu durumda da müşteri
muhayyerdir: Dilerse,bu kölenin kıymetini, öldüren şahsa ödetir ve bu bedeli,
satıcıya öder. Dilerse, bu alış-verişi bozar.
Müşteri, bu kölenin
kıymetini, katile ödetmiş olursa; katil, kölenin sahibine müracaat edemez. Zehıyre'de
de böyledir.
Satın alınan bu şey,
bir köle değil de, elbise olsa ve satıcı da, bir terziye: "Bundan, bana
bir gömleklik kes ve ücretle dik." dese; müşteri, onu ödetmek için,
terziye baş vuramaz. Bu kumaşın bedelini satıcıdan alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu bir koyunu kesmesi için, satan şahıs, başka bir şahsa emir
verir ve o şahıs da, satılmış olduğunu bildiği halde bu koyunu keserse;
müşteri, bu koyunu, kesen şahsa ödetir. Ancak, bu tazminattan sonra, müşteri,
satıcıya müracaat edemez.
Koyunu kesen şahıs,
onun satılmış olduğunu bilmiyorsa; bu durumda müşteri, bu koyunu, ona ödetemez.
Zahîriyye'de böyledir.
Bir kimse, sahibi
bulunduğu bir koyunu, bir başka şahsa, kesmesi için verdiği halde o koyunu
kesilmeden önce satar; me'mur (- koyunu kesmesi emredilen şahıs) da onu
keserse; müşteri, bu koyunu, kesen şahsa ödetir. Âmire (= kesmesini'emreden şahsa) müracaat edemez.
Me'mur koyunun satılmış olduğunu bilse bile, durum böyledir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, bir kölenin
elini, onu satın almış olan kimse kesmiş olursa; bu müşteri, o kölenin tamamını
kabzetmiş olur.
Bu köle, satıcının
yanında, o kesikten dolayı veya başka bir sebeple, —satıcı müşteriyi bunu
yapmaktan men etmeden— ölürse; müşteri, bu kölenin bedelinin tamamım öder.
Eğer satıcı, bu köleyi
müşteriye vermekten kaçınır ve köle, elinin kesilmesinden dolayı ölürse, yine
müşteri, kıymetinin tamamını öder.
Ancak, bu köle başka
bir sebepten ölürse, bu durumda müşteri, satıcıya bedelinin yansını öder.
Önce bu kölenin elini
satıcı, sonra da çaprazlamasına ayağını müşteri keser; her iki kesik de
iyileşip, —bu yaralardan dolayı, köleye bir şey olmaz, yani— ölmezse; müşteri
bu kölenin bedelinin yarısını öder. Bu durumda, müşteriye muhayyerlik de
yoktur.
Ancak, önce müşteri bu
kölenin elini; sonra da, satıcı çarpazlamasına ayağını keser, bunlar da
iyileşirse; bu durumda müşteri muhayyer olur: Dilerse, kölenin bedelinin dörtte
üçünü Ödeyerek köleyi alır; dilerse, köleyi terk eder ve bedelinin yarısını
öder.
Eğer, müşteri kölenin
bedelini nakden ödedikten sonra elini, bilâhare de satıcı , bu kölenin ayağını
keser ve bu yaralar da iyileşmiş olursa, köle müşterinindir. Bu durumda, bu
müşteri için, muhayyerlik de yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Eli kesilmiş olan
kölenin kıymetinin yansı satıcıya ait olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Önce kölenin elini
satıcı; sonra, müşteri ayağını keserse; kölenin bedelinin yansını müşteri öder.
Verdiği bedelin yarısı için de, satıcıya müracaat edip, geri alır. Mebsût'ta da
böyledir.
Bu hükümlerin tamamı,
kölenin bu yaralardan iyileştiği hallerde geçerlidir.
Fakat, bu cinayetler
(= köleye karşı işlenmiş bulunan bu suçlar), içe işler ve köle ölürse; işe önce
satıcının başlamış ve kölenin elini kesmiş , olması, bilâhare de,müşterinin
ayağını kesmiş bulunması hâlinde; köle, satıcının yanında ölmüş, bedeli de
verilmemiş bulunursa; bu durumda müşteri, bedelin sekizde üçünü öder.
Çünkü satıcının ,
kölenin elini kesmesi sebebiyle, bedelin yarısı müşteriden sakıt olmuş;
müşterinin —kölenin ayağını— kesmesi sebebiyle de, kalanın yarısı sakıt
olmuştur. Geride ise, satılanın dörtte biri kalmıştır.
Bu köle, iki
cinayetten dolayı telef olmuş bulunduğu için de, bu dörtte bir, yarı yarıya
ikisinin olmuştur.
Eğer müşteri bedeli
nakden ödemişse, bu durumda satıcıya müracaat ederek, —onun telefi
sebebiyle—bedelin yansım geri alır. "Kölenin kıymetini de alır. Çünkü onun
bedeli, müşteri kabzettikten sonra, satıcının cinayetinin tesiri ile telef
olmuştur.
Ancak, önce müşteri
kölenin elini kesmiş de, sonra da satıcı ayağını kesmişse, mes'ele hâli
üzeredir. Müşerinin hakkı, sekizde beştir.
Bu, kölenin bedelinin
ödenmemiş olması hâlinde böyledir.
Eğer, bu kölenin
bedeli ödenmişse, bu durumda, bedelin tamamı müşterinin hakkıdır.Satıcıya da,
kıymetin sekizde üçü vardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
satın aldığı bir kölenin bedelini, —kendisi ayağını, satıcı da elini kestiği
zamana kadar— ödemez ve kesilen el tarafında bulunan ayağım kesmiş olmasından
dolayı da bu köle ölürse; bedelin yarısı, —satıcının kölenin ayağını kesmiş
olmasından dolayı— bâtıl olur.
Sonra,
"müşterinin cinayetinden dolayı,bu kölenin kıymetinin ne kadar
noksanlaştığına" bakılır: Eğer bu cinayet, geride kalan yarım —kıymetten—
kölenin kıymetini, beşte dört oranında noksanlaştırmış olursa; bu durum da,
müşterinin üzerine, beşte dört bedel kararlaştırılır.
Sonra, geride kalan
yarının beşte biri, ikisinin cinayeti yüzünden telef olmuş olur. Bunun yarısı
ise, müşteriye ait olur.
Hasılı, bedelin onda
dördü, müşteriye aittir.
Bedelin onda beşi,
satıcının cinayeti sebebiyle düşer. Yani onun cinayetinin tesiri, onda beştir.
Mebsût'ta da böyledir.
Bu kölenin önce elini
satıcı, sonra da müşteri bir başkası iîe birlikte -ve kölenin bedelini
ödemeden— çaprazlamasına ayağını keser ve köle de bu yüzden ölürse; müşteri
kölenin bedelinin sekizde üçünü öder.
Bu kölenin bedelinin
üçte biri ise, yabancı şahsın cinayetinin hissesidir.
Müşteri, yabancıya
müracaat ederek, bedelin sekizde birini alır.
Çünkü, kölenin
bedelinin yarısı, satıcının cinayeti sebebiyle sakıt olur.Geride kalan yarım
ise, ikisinin cinayeti yüzünden olmuş olur.
Müşterinin, bedelin
dörtte birini ödemesi gerekir.
Sonra, geride kalan
dörtte bir ise, hepsinin cinayeti ile telef olmuş olur. Ve her birinin telefi
dörtte birin üçte biridir.
Bu durumda, köle yirmi
dört hisse itibar edilerek hesap yapılır.
Müşterinin bundan bir
şey tasadduk etmesi de gerekmez. Çünkü, kâr mülkünde meydana gelmiştir.
Önce bu kölenin elini,
satıcı ile bir yabancı; sonra da müşteri ayağını çaprazlamasına keser ve köle
bu sebeple ölürse; cinayeti sebebiyle, müşteriye bedelin dörtte biri vardır.
Bedelin üçte ikisi de nefsi-nedir.
Müşteri, yabancı şahsa
müracaat ederek, kesilen ele bedel olarak, kölenin kıymetinin dörtte birini
alır.Kıymetin üçte ikisini de nefsi için —ve üç senede— alır. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Önce, bu kölenin
elini, müşteri ile bir yabancı; sonra da, ayağını —çaprazlamasına— satıcı
keser; bundan dolayı da köle ölürse, müşteri muhayyerdir: Eğer satışı geçerli
kabul ederse; kölenin bedelinin sekizde beşi, kendi aleyhinedir. Bedelin üçde
biri de böyledir.
Bir kimse iki koyun
satın alıp, onları teslim almadan önce, bu koyunlardan biri diğerini süsüp
(kafası ile vurup, toslayarak) öldürürse; müşteri muhayyer kalır; İsterse,
geride kalan koyunu bedelini vererek alır, isterse onu da almayıp bırakır.
Keza, bir kimse bir
eşekle birlikte bir miktar da arpa satın alır ve müşteri bunları teslim almadan
eşek arpayı yerse, yine müşteri muhayyerdir. İsterse arpanın bedelini düşerek
eşeği alır; isterse onu da almaz.
Bir kimse iki köle
satın alır ve bunları teslim almadan önce kölelerden biri, diğerini öldürürse,
bu durumda da, bu müşteri muhayyerdir. İsterse kalan köleyi alır, isterse terk
edip almaz.
Keza bir kimse, bir
köle ile bir miktar yiyecek satın alır ve bunları teslim almadan önce, köle bu
yiyecekleri yerse, bedelden bir şey eksiltilmez. Çünkü, bu insan işidir ve
muteberdir. Müşteri, o köleyi öylece kabul edip alır. Fetâvâyi Kâdîfaân'da da
böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı iki köleden biri ölürse, müşteri isterse diğer köleyi, hissesine düşen
bedelle alıp kabul eder.
Keza, bir müşteri iki
hayvan satın alır ve bunlardan biri teslim almadan önce ölürse, bu müşteri,
isterse kalan hayvanı hissesine düşen bedeli ödeyerek satın alır, dilerse onu
da almaz.
İşbirî'nin Câmii'nde
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimsenin satın
aldığı câriye, henüz bu müşteri teslim almadan doğurur ve sonrada sahibi
bunlardan birisini öldürürse, yine müşteri muhayyerdir. "İsterse, bedelin
tamamına karşılık geride sağ kalanı alır; isterse, terk edip almaz.
Eğer alır ve sonradan
da aldığında bir ayıb (= kusur noksan)
bulursa, verdiği bedelin tamamını geri alır ve aldığını da geri verir.
Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir satıcı, bir köle
ile birlikte ekmek de satar ve müşteri teslim almadan köle ekmeği yerse, satıcı
bu ekmeğin bedelini öder. Çünkü, yapılan bu suç, insan tarafından meydana
getirilmiştir ve satıcının yanında işlenmiştir.
Ancak, satıcı eşekle
birlikte arpa da satmış ve müşteri teslim almadan önce, eşek bu arpayı yemiş
olsa; bu ahş-veriş bozulur. Satıcı, bu arpanın bedelini ödemez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Velvâiiciyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir şahıstan bir
câriye satın alan ve bedelini ödemeden ona cima' etmek isteyen şahsa, satıcı
mâni olur. Câriye ise yanında ölürse, bu müşteriye bi'I-ittifak diyet gerekmez.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Gerçekten muvaffak
kılan ve gerçekten yardımcı olan ancak Allahu Teâlâ'dır. [33]
Alış-verişte asıl
olan: Mutlak akid, ma'kûdün aleyh (= kendisine akidde bulunulmuş olan şahsa,
mebi'i (= satılan şeyi) teslim
etmektir.
Satılan şeyi, satın
alan şahsa, akdin yapıldığı yerde teslim etmek şart değildir.
Bu, bizim âlimlerimizin
açık yoludur.
Meselâ: Şehirde
bulunan bir kimse, köyde olan buğdayı satın alırsa; bu buğdayı, —şehirde değil—
köyde teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başağmdaki
buğdayı satın alırsa; onu harman etmek, sürüp savurarak samanından ayırmak
satıcıya aittir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse ölçülmemiş
buğday satın alırsa; onu ölçmek de satıcıya aittir.
Keza, bu buğdayı,
müşterinin çuvalına dökmek de satıcıya aittir. Hulâsa'da da böyledir.
Keza, bir satıcının
tulumundan su satın alınınca, onu müşterinin kabına dökmek satıcıya aittir.
Örfte muteber olan
budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hurma, yaş üzüm, soğan
ve benzeri şeyler henüz toplanmadan satılırsa; bu durumda, bunların sökülmeleri
ve toplanmaları müşteriye ait olur.
Müşteri bunları topladığı
zaman, kabzetmiş (= teslim almış) olur.
Ancak, "ölçmek,
tartmak satıcıya aittir." diye şart koşulmuşsa; bu şart yerine getirilir.
Fakat, satıcı onların
ölçüsünü veya tartısını haber verir, müşteri de buna inanırsa; bu durumda,
yeniden ölçmek veya tartmak gerekmez. İnanmaması hâlinde ise, müşteri ölçer
veya tartar.
Sahih olan ise,
mutlaka satıcının ölçmesi veya tartmasıdir. Kerderî-nin Vecîzi'nde de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, gemide
bulunan buğdayı satın alırsa; onu gemiden çıkartmak kendisine (yani müşteriye)
aittir..
Satılan buğday bir
evde olursa; evin kapısını açmak satıcıya; buğdayıpradan çıkarmak ise alıcıya
aittir.
Keza, bir satıcı
depoda bulunan buğdayı veye elbiseyi satarsa; depoyu açmak satıcıya aldığı şeyi
oradan çıkarmak ise alıcıya aittir. Muhıyt'te de böyledir.
Satılan şeyin
ölçülmesi, tartılması veya sayılması şart koşulmuş olursa; ölçen, tartan veya
sayan şahsın ücreti, satıcıya aittir. Kâfî'de de böyledir.
Satın alınan şeye
bedel olarak verilen şeyin, ölçme, tartma veya sayma ücreti
ise, müşteriye aittir.
Muhtar olan budur.
Cevâhiru'I-Ahlâtî 'de de böyledir.
Satılan şeye bedel
olarak verilen şeyi saymak, mutlaka müşteriye aittir. Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu teslim almadan
öncedir ve bu sahihtir. Ancak, teslim aldıktan sonra saymak, satıcıya aittir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin bedelini
evinde ödemek üzere bir şey satın alması caizdir. İmâm Muhammed (R.A.), buna
muhalefet etmiştir.
Köyden odun satın alan
bir kimse, satıcıya: "Bunu bizim eve götür." derse; bu alış-veriş
bozulmaz. Bu söz, bir şart da olmaz. Hulâsada da böyledir.
Bir kimse, bir yük
odun satın alırsa, örfün hükmüne göre, onu müşterinin evine götürmek satıcıya
aittir.
NevâziPin Sulh
Bahsi'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Bir hayvanın üzerinde
iken satın alınan odun, kömür gibi şeyleri satıcı, müşterinin evine götürmeden
imtina ederse, ona cebredilir.
Keza, hayvanın
üzerinde iken satın alınan buğdayı, satıcı müşterinin evine kadar götürür.
Ancak, buğday çeç
halinde yerde yığılı ise, onun satıcı tarafından müşterinin evine götürülmesi
üzerine satılması fâsiddir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Bir kimsenin, bir
yatağın içindeki yünü satın alması halinde, satıcı onu yataktan çıkarmaktan
kaçınırsa, bu durumda şu iki ihtimal söz konusu olabilir.
a) Bu yünün
yataktan çıkarılmasında bir zarar bulunabilir. Bu durumda, satıcı yünü
çıkarması için cebredilmez. Çünkü, akidle zarar lâzım gelmez.
b) Yünün
çıkarılmasında bir zarar bulunmayabilir bu durumda ise satıcı cebrolunur.
Ancak,müşterinin durumuna bakılır; o razı olursa; yünün tamamı boşalttırılır.
Vâkıât'ta da böyledir.
Nisâb'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir ev satın alan
kimse, satıcıdan bu satış hususunda bir senet ister; o da bu senedi yazmaktan
kaçınırsa, bu hususta zorlanamaz.
Ancak, müşteri bu
senedi kendisi masraf ederek yazdırır ve satıcıya "şahit
göstermesini" teklif ettiği halde o bundan da kaçınırsajbu satıcıya iki
şahit göstermesi hususunda emir verilir.
Muhtar olan budur.
Çünkü, müşteri şahide muhtaçtır.
Fakat, müşteri iki
şahit getirir ve onlar bu alış-verişe şahit olurlarsa, bu durumda satıcının
şahit aramasına ihtiyaç kalmadığı gibi şahit getirmesi teklif dahi edilemez.
Muzmarât'ta da böyledir.
Satıcı, bundan da
kaçınırsa; müşteri bu durumu hâkime bildirir. Satıcı, hâkimin huzurunda evi sattığını ikrar
ederse; bir senet yazılır. Çünkü, senet
sünnettir. Muhiyt'te de böyledir.
Keza, satıcı eski
senedi vermesi için zorlanmaz. Ancak, onun bozulabilmesi için satıcıya, o
senedi getirmesi söylenir. Aksi takdirde, bu eski senet satıcının elinde bir
hüccet (= delil = belge) olur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Şayet satıcı,
"müşterinin, onun feshedildiğine dair üzerine yazı yazmasından
korktuğundan dolayı" eski senedi getirmekten kaçınırsa; bu senedi
getirmesi hususunda, ona cebredilir mi?Fakıyh Ebû Ca'fer:
—
"Cebredilir." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Allahu
Tealâ, doğruya muvaffak kılsın. [34]
Bu babda:
1) Sarahaten
Zikredilmeden Ev ve Benzerinin Alış Verişe Dâhil Olması
2) Tarla ve
Bağ Satışına Dâhil Olan Şeyler.
3)
Zikredilmediği Halde, Satışa Dâhil Olan Menkûller olmak üzere, üç bölüm vardır. [35]
İmâm Muhammet! (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, üzerinde
başka bir ev bulunan bir evi satın alırsa, alman evin üzerinde bulunan ev
müşterinin olmaz.
Ancak, pazarlık
yapılırken müşteri: ",..Evin, bütün hakkı ile..." veya "...onun
murâfıkı (= beraber bulunan) ile..." yahut "...ondan olanın bütün
çoğu ve azı ile..." derse; bu durumda, üst katta bulunan ev, —her ne kadar
sarih söylenmemişse de— bütün hakkı ile satışa dâhil olmuş olur.
Keza, her ne kadar
açıkça söylenmemiş oisa bile, yukarıdaki sözlerle veya benzerleri ile satışa
dâhil olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir ev
satın alınca, onun üzerindeki ev, —hukuku sarahaten söylenmedikçe— ona dahil
olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin aldığı
evin üstünde —başka bir— kat yoksa, satın atan şahıs, üst kat yapabilir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Âlimler: "Bu
cevap, Küfe ehlinin örfü üzerine bina edilmiş bir tafsilattır. Bizim örfümüzde,
üst kat satışa dâhil olur. " demişlerdir.
Satıcı burayı, ister
ev, ister menzil ister dâr diye satsın bunlar mü-sâvîdir. Çünkü, bunların hepsi
de meskendir. Meskene, hâne ismi de verilir.
Bunların büyük veya
küçük olmaları da müsavidir. Ancak, hükümdarın evine, saray denilir. Kâfî'de
de böyledir.
Cenah kelimesi de, bu
satışa dâhil olur.
Yol üzerindeki
gölgelikler ve direkler üzerine yapılmış bulunan yerler, ev alış-verişine dâhil
olmazlar. Ancak bunlarla ilgili bütün haklardan da bahsedildiği zaman, ev
satışına bunlar da dâhil olurlar.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise,
bunlara da ev denir. Her ne kadar "bütün hakları ile" denilmese bile,
bunlar evin satışına dâhil olurlar. Ancak, bunun için de alınan binanın
kapılarının bunlara açılması gerekir .Kapılar bunlara açılmıyorsa,
"haklan" veya "mürafikları ile..." denilse bile, bunlar eve
dâhil olmazlar. Muhıyt'te de böyledir.
Binasını satan şahıs,
her ne kadar onun odalarını zikretmese bile, odalar bu satışa dâhil olur.
Apartmanı satan şahıs
da, dairelerim zikretmese bile, bu apartmanın tamamı satılmış olur. Hidâye'de
de böyledir.
Bir kimse, bir binadan
bir ev satın alınca, zikredilmemesi hâlinde, yolu ve suyunun akacağı yer, bu
satışa dâhil olmaz.
Ancak, "bütün
hakları ile..." veya "murâfıkı ile..." denilirse, bu durumda,
onlar da satışa dâhil olur. Esahh olan da budur. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Bir kinişe, bir
binadan bir yer veya mesken alırsa; yolu, bu alış-verişe dâhil olmaz. Ancak,
"bütün hakları ile...", "murâfıkı ile..." veya "az çok
her - jyi ile..." denilirse; o zaman satın alan şahıs, o yerin yoluna da
suyuı.un akacağı yere de sahip olur. Fethtı'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, bir ev
satın alınca, söylenmemesi halinde, evin yolu, alış-verişe dâhil olmaz.
Bir kimse, "bütün
haklan ile..." veya "...ona girmek ve ondan çıkmakla..." diyerek
evini satarsa, bu evin yolu da, suyu da, satışa dâhil olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir evle ilgili yol,
şu üç çeşitten biri olabilir.
a) Büyük
yola kavuşan yol
b) Başka
mahalleye karışan yol
c) Bir eve
mahsus husûsî yol
Eve mahsus olan husûsî
yol, nassan veya hukuk ve murâfıkı ile zîkredilmedikce, satışa dâhil olmaz.
Diğer iki nev'i yol
ise, zikredilmeksizin satışa dâhil olur.
Keza, suyun akacağı
veya kar'm atılacağı yer de satışa, —ancak,— sarahaten söylenmeleri veya
"evin bütün hakları ile" denilmesi hâlinde dâhil olurlar. Muhiyt'te
de böyledir.
Binanın suyu ve
tamiri, satış bedelinden düşülür.
Hatta, inşaat hâlinde
satılan binanın bedeli, ona göre taksim edilir. Kâfî'de de böyledir.
Yolun satışa dâhil
edilmemesi hâlinde, bu binadan ana yola bir yol açma imkânı bulunmaz ve satın
alan da bu durumu bilmezse, bu alış-verişi reddeder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Evin içine konulmuş
bir kapı zikredilmemişse, satışa dâhil olmaz. Evde bulunan odun ve benzeri gibi
şeyler, zikredilmeden satışa dâhil olmazlar. Bu sahihtir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de
de böyledir.
Yapılmış bulunan bir
binanın alt katını hâriç tutarak, üst katını satın almak caizdir. Ancak, bina
yapılmamışsa bu caiz olmaz.
Sonradan yapılmış olan
üst katın yolu, zikredilmeden satışa dâhil olmaz. Anca, "her türlü hakları
ile..." denilmesi halinde, buranın yolu da satışa dâhil olur.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Alt katın tavanı, alt
kata aittir.
Müşterinin karar (=
oturup durma) hakkı vardır. Eğer üst kat yıkılırsa; müşteri aynısını tekrar yaptırır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Alt katın, —ister
yapılmış olsun, ister harabe bulunsun— satılması caizdir. TahâvîŞerhî'nde de
böyledir.
Üst katı satın alan
şahıs yolu istisna ederse, satış sahih olur. Kâfî de de böyledir.
Bir ev satan kimse,
"büyük, küçük; çok, az; her hakkı dâhildir." demese bile, o binada
bulunan ne varsa, —evler, menziller, üst, ali ve bunlara ilâveten mutfak,
fırın, hela, banyo ve benzeri şeyler, —satışa dâhil olur.
Ayrıca, evin dışında
bulunan kuyu ve hayvan bağlamaya mahsus yerler de, zikredilsin veya
zikredilmesin bu satışa dâhil olur.
Ancak, bir kimse
evdeki dâirelerden birini satar ve dışarıda bulunan şeyleri zikretmezse, onlar
bu satışa dâhil olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse bir ev
sattığı zaman, bu "ev" ismine, evin
binası, tavanı, duvarı ve kapısı dâhil olur.
Eğer, satılan bu evde
fazladan kapı, odun, tuğla, kireç gibi şeyler varsa; "her hakkı
ile..." denilmiş olsa bile, bunlar satışa dâhil olmaz.
Keza, bir kimse
"her hakkı dâhil..." diyerek bir ev satın alsa ve içinde yukarıda
söylediğimiz şeyler bulunsa, yine bunlar satışa dâhil olmaz. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, evinin
mevcut yolunu kapatıp başka bir yol açsa ve bu evi "her türlü hukuku
ile..." diyerek satmış olsa; bu durumda satışa ikinci yol dâhil olur;
birinci yol dâhil olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse evinden,
hududu belli olan bir odasını satar; satın alan da bu odaya evin içinden girmek
isteyince, satan şahıs onu men edip: "odama dışarıdan bir kapı aç."
derse; satıcının bu odayı satarken, evin içinden ona yol olduğunu beyan etmiş
ve göstermiş olması hâlinde, o şahsa mâni olma hakkı yoktur.
Böyle bir şey yapmamış
olsa bile, bazı âlimlerimizi: "Yine de, o şahsı men etmek hakkı
yoktur." demişlerdir. Sahih olan da budur.Zahi-riyye'de de böyledir.
Bir kadının, birine
hela bulunan, ancak, kapısı diğerinde olan iki odası olur ve bu kadın, önce
içinde hela bulunan odayı, sonra da diğerini satar ve her ikisi için de senet
yazarsa; Ebû Bekir el-Belhî: Eğer, Önce sattığı şahsa, "üstü ile altı ile
sattım." diye yazar da, "kapısı diğer odaya açılan hela
hâriç..." diye yazmazsa; bu durumda hela, bu odaya ait olmuş olur.
Eğer önceki senette,
"kapısı, diğer odaya açılan hela hâriç..." diye yazarsa; ikinci odayı
satın alan şahıs, bu helayı oradan kaldırır ve kapısını kapatır.
Satıcının, satışta,
helayı da şart koşması hâlinde ikinci müşteri muhayyerdir: İsterse, odasını
bedeli mukabili alıp kabul eder; isterse, terkeder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Ebû Bekir'den soruldu:
— Bir kadının, birinde
hela bulunan ve helanın kapısı diğerine açılan iki odası bulunur ve kadın, önce
helanın kapısının açılmakta bulunduğu odayı, sonra da diğer odayı satıp, her
ikisi için de senet yazsa, durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Eğer kadın, önceki oda
için," üstüyle altıyla satıldı." diye yazar ve diğer odada bulunan
heladan bahsetmezse; bu durumda o hela diğer odaya ait olur. Helası olan odayı
satın aîan kimse, içinde bulunan helayı
kaldırır. Kaldırmazsa,
kapısını kapatır.
İkinci müşteri
ise, kadının, tuvaleti
de şart koşması
hâlinde muhayyerdir: Dilerse, bedelini vererek, odasını alır; dilerse,
terk edip almaz. Hâvî'de de böyledir.
İçinde bir kaç ev
bulunan büyük bir binanın sahibi, bu evlerden bazılarını kendi teferruatları
ile birlikte sattıktan sonra, bu binanın umûmî kapısını kaldırmak isterse;
müşterilerin razı olmaması hâlinde, satan şahıs bu isteğini yapamaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Evini satan bir
şahsın, sattığı yerinde, bu evin yanında bulunan diğer bir evine yol bulunur ve
evi satarken de "bütün hukuku ile..." demiş olursa; bu evi satın
alan şahıs, diğer evin sahibini, bu
yoldan geçmekten men edebilir ve ona, duvarının üzerine konulmuş bulunan,
ağaçlan kaldırmasını söyleyebilir.
Keza, evin altındaki
bodrum müşteriye aittir.
Ancak, satıcı evi
satarken bunları istisna etmiş; müşteri ise, "istisnası yok." demiş
olursa; bu durumda müşterinin sözü geçerli olur.
Eğer bu yol, ağaç veya
bodrum, bu yabancı şahsın mülkü ve mülkü lâzımesi ise, bu durumda bu hâl bir
ayb (= kusur) olur. Çünkü, bu evi satın alan şahıs, diğer şahsı inen edemez.
Onun muhayyerliği de yoktur.
Bu durumda
satıcı:."Ben bunları müstesna kıldım." derse; onun sözü muteber olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Satılan binanın içinde
bulunan bir bahçe, —büyük olsun, küçük olsun— satışa dâhildir.
Bahçe binanın
hâricinde ise, —kapısı o eve açılsa bile,— satışa dâhil olmaz.
Bir kimse, suyu başka
bir şahsın evine akan bir ev satın alır ve o şahıs da bu satışa, bu haliyle
razı olursa; âlimler: "Eğer, bu akan suyun özel bir çukuru varsa; bu evin
bedelinden, o şahsa da verilir.
Ancak, bu suyun oraya
akması için bir hak varsa, o takdirde, bu bedelden o şahsın hakkı satışa razı
olması halinde geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Uyûn'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, içinde ev
bulunmayan ve su kuyusu olan bir yerini satarsa; bu satışa, kuyuya
irtibatlı olan şeyler dâhil olur. Nevâzil'de de şöyle denilmiştir:
İçinde kuyu bulunan
bir yerini satan şahsın, bu satışına, kuyu da, kovası da, çıkrığı da, makarası
da, ipi de dâhil olur. Çünkü bunlar, kuyunun mürafıkı ( - arkadaşı,
yoldaşındır.
Asıl olan:
"Satılan bu yerde, satılan şeyle ilgili ve onun mürafıkı ne varsa,
—bunların adlarını söylemese bile— satılan yere tâbi olarak satışa dâhil olur.
Bu şeye tâbi olmayan
şeyler ise, açık açık zikredilmedikçe satışa dâhil olmaz.
Ancak, bu hususta
örfte cereyan eden bir şey varsa; bu husus, satış esnasında zikredilmiş olmasa
bile, bu hâl müstesnadır.
Dükkan, ev, dâire
satışlarında, buraların üzerinde bulunan kilitler satışa dâhil edilmezler.
Ancak, kapı kilitli olur veya "bütün haklan..." yahut
"mürâfıkları ile..." denilmiş bulunursa, anahtarlar istihsânen satışa
dahil olurlar; kıyâsen ise, satışa dahil olmazlar.
Biz: "Bunların
satışa dâhil olması örftür." diyoruz.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Binaya ekli bulunan
merdivenler de satışa dâhil olurlar.
Binaya ekli olmayan
merdivenler ise, ihtilaflıdır. Sahih olan, bunların satışa dahil olmayışıdır.
Zahîriyye'de de böyledir.
Mak'adlar (-
oturulacak yer, minder v.s.) da, merdivenler gibidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir evin satışına, o
evin üzerinde bulunan çatı da dâhil olur. Bu çatının, kamıştan veya başka bir
şeyden olması da müsavidir.
Çünkü, çatı eve
bitişmiş ondan bir parça olmuştur. İcar, lügatta satıh (= damın üstü) demektir.
Burada, evin üzerine yapılmış bulunan örtü mânası kasdedilmiştir. Zahîriyye'de
de böyledir.
Tennûr (= fırın) eve
dâhilse, satışa da dâhildir. Evin haricinde ise, satışa dahil değildir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Uyûn'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bütün
hukuku ile bir ev satın aldığı zaman, bu evde bulunan eşya müşterinin olmaz.
Bir kimse, bütün
haklan ile bir yer satar; orada da su değirmeni bulunursa; satışa dâhil olur.
Su dolabı da böyledir.
Bunlar, satın alan şahsın olur.
Hayvanla döndürülen
dolap ise, satıcıya aittir.
Sökülmüş kütükler de,
satıcıya aittir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir
değirmen binasını bütün haklan ile birlikte satın alırsa, bu değirmenin alt ve
üst taşlan da satın alan şahsın olur.
Bir kimse salonun
yarısını satarsa, dış kapının yansı satın alan şahsın olur.
Satılan bir evin
merdiveni, tahtadan ve saçtan olduğu zaman, bunlar zikredilmeksizin satışa
dâhil olur.
Merdivenin bina ile
ilgisi bulunmaz ve seyyar olursa, —satışa dâhil olmaz— satıcıya ait olur.
Binadaki zincirler,
kandiller ve avizeler de satıcıya ait olur.
Bir kimse, bir ev
satın alır ve bu evin bir kapısı hususunda ihtilâfa düşerler satıcı: "Kapı
bana ait." dediği halde, müşteri de:
"Kapı bana ait." derse; kapının eve bitişik ve ona ilâve edilmiş olması hâlinde,
müşterinin sözü geçerli olur.
Bu durumda, evin
satıcının veya müşterinin elinde bulunması halleri de müsâvîdir.
Ancak, kapı sökülmüş
olur ve ev de satıcının elinde bulunursa, bu durumda satıcının sözü geçerli
olur.
Ev müşterinin elinde
bulunursa, bu durumda da müşterinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse diğerine:
"Şu evi sattım." derse, bu ev, bütün haklan ile satılmış olur.
Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan sormuş:
— Bir kimse,
başkasına: "Bu evi sana, içinde bulunan şeylerle birlikte sattım.''
derse, ne olur?
İmâm, şu cevabı
vermiş:
— Haklar alıcıya ait olur. Ancak, satıcının:
"Evin içinde bulunan eşya bana aittir." demesi de caizdir. Bu durumda ise, evin içinde bulunan eşya,
satıcıya ait olur. Muhıyt'te de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Ebû Bekir, bir suâle
şu cevabı vermiştir: Bir kimsenin iki evi bulunur, bunlardan birinin bodrumu
olur, fakat bu bodrumun kapısı diğer eve açılır, bu şahıs önce, bodrumun kapısı
kendisine açılan evi, sonra da diğerini satar ve: "Bodrum, kapısının
açıldığı evindir." derse; önce bodrum kapısının açıldığı evi, sonra da
diğerini satmış olması hâlinde bu evin, bodrumda bir hakkı yoktur. Ebû Nasr'dan
soruldu:
— Bir kimse, bodrumu bulunan bir ev satın alır,
bu bodrumun kapısı bu eve açılır ancak, bu bodrumun bir kısmı, komşunun evinin
altında olur ve aralarında niza ederlerse; durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bu bodrum, kapısı
hangi eve açılmışsa, o evin olur.
Ancak,diğer şahıs
beyyine getirir ve bu bodrumun ona ait olduğuna hükmedilirse; müşterinin bu evi
bütün haklan ile satın almış olması halinde satıcıya müracaat ederek oranın
bedelini geri alır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin pek gözde
olmayan bir mahallede, her birinde bir şahsın oturduğu, iki evi bulunur; bu
evlerde oturanlardan birisi, bir yer yaparak, ağacın bir ucunu, kendi oturduğu
evin duvarının üzerine, diğer ucunu ise, diğer şahsın oturduğu evin duvarının
üzerine koyup, kapısını ise, —başka değil— kendi oturduğu yerden açar; ev
sahibi de, bunu bilir ve yapan şahıs, ev sahibinden onu kendisine satmasını
isteyince de, ev sahibi, onu bütün hakları ile bu şahsa satar; sonra da, diğer
evde oturan şahıs, oturduğu yerin kendisine satılmasını ister ve sahibi, onu
da, öylece bütün hakları ile sattıktan sonra, iki müşteri aralarında niza edip,
ikinci müşteri, "sonradan yapılan
yerin ağaçlarım, duvarının
üzerinden kaldırmasını" isterse; buna hakkı vardır ve o ağaçları
kaldırtır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir duvar
satın alırsa, duvarın altında bulunan şeyler, satışa dahil olur.
Bu husus, Tuhfe'de de,
hilafsız olarak böyle zikredilmiştir.
İmâm Muhammed (R.A.)
ve Hasan böyle söylemişlerdir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu şey satışa dahil olmaz.
Ancak duvarın temeli,
zahîr-i mezhebe göre satışa dâhildir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu, bir evin veya dükkânın duvarı yıkılır ve içinden, —üzerine
bina yapılan ağaç gibi— binanın cümlesinden olan kalay veya saç çıkarsa, bu şey
müşteriye ait olur.
Bu şey oraya emaneten
konmuşsa, satıcıya ait olur.
Keza bir şahıs, bir
dükkan satınca, bu dükkanın levhaları, tahtaları satışa dahildir. Bu durumda,
dükkanın mürâfıkı ile satılması veya bundan hiç bahsedilmemesi hâlleri de
müsâvîdir. Hulâsa'da da böyledir.
Dükkânın gölgeliği,
satış esnasında zikredilirse, satışa dâhil olur. Aksi takdirde, dâhil olmaz.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir demirci,
demircilik yaptığı dükkânını satarsa, ocağı da satışa dâhil olur.
Satış esnasında
"bütün hakları ile..." denilmiş olsa bile, durum böyledir.
Kuyumcunun ocağı ise,
satışa dâhil olmaz.
Satış esnasında
"bütün haklan ile..." denilmiş olsa bile, durum böyledir.
Çünkü, demircinin
ocağı dükkana muttasıldır. Kuyumcunun ocağı . ise, dükkanına bitişik değildir.
Demircinin körüğü,
satışa dâhil değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Boyacının ve
çamaşırcının bakırdan yapılmış kazanları, satıcıya aittir.
Çamaşırcının, üzerinde
elbise dövdüğü kütük de satışa dâhil olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Un kavurucuların
tavası, demirden veya bakırdan yapılmış olursa, —bu satılan
evin içinde bulunsa bile—
satıcıya aittir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bu tava topraktan
yapılmış olursa, satışa dâhil olur.Zehıyre'de de böyledir.
Binada sabit bulunan
sandık; temizlikçilerin leğenleri; zeytin yağı satanların küpleri; çanak ve
çömlekleri satışa dâhil olmaz.
Bu eşyalar,
evin metâı olmadıkları
gibi, hukukuna da
dâhil değildirler.
Bu, mes'elelerde
dükkan; ister mutlak söylensin; ister "bütün hakları ile..."
denilsin, müsâvîdir, Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, hamamını
satarsa, bu satışa, hamamın tekneleri ve taslan dâhil olmaz, "...bütün
hakları ile..." denilmiş olsa bile, bu böyledir., Zahîriyye'de de böyledir.
Hamamda bulunan taslar
ve kovalar,satışa dâhil olmazlar. Ancak,
Seyyidü'1-lmâm Ebû'l-Kâsım: "Örfümüze göre
bunlar müşterinin olur.'' demiştir. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Hamamın kazanları,
—zikredilmeksizin de— satışa dâhil
olur. Muhiyt'te de böyledir.
Hâvî'de şöyle
zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:
— Hamamın lambaları
satışa dâhil olur mu? O, şu cevabı verdi:
— "Hayır,
olmaz." Tatarhâniyye'de de böyledir. [36]
Bir kimse, bir yer
veya bir bağ satar ve hakkını zikretmezse;orada sabit bulunan dikili ağaçlar ve
yapılmış evler, bu satışa dahil olur. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Dikili ağaçlar satışa
dâhildir. Bunların zikredilmiş olmaları da lâzım gelmez. Meyveli, meyvesiz,
küçük veya büyük olmaları arasında da bir fark yoktur.
Esahh olan, bunların
hepsi zikredilmeden de satışa dâhildir. Bunların odun için veya başka bir şey
için almaiarıda farketmez.Hulâsa'da da böyledir.
Kuru ağaçlar bu satışa
dâhil olmazlar. Bunlar, oraya konulmuş odun mesabesindedir. Fethu'I-Kadîr'de de
böyledir.
Âlimlerimiz: "Eğer
buradaki ağaçlar odun
olarak kesilmek niyyeti ile dikilmişse, —ziraî mahsuller gibi— satışa tabî ve dâhil
olmazlar. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Satılan yerde ekili
bulunan şeylerle meyveler, —eğer şart koşulmamışsa— satışa dâhil olmaz. Bu,
istihsânen böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse bir yeri,
"mürâfıkı ile.." diyerek satsa bile, burada ekili bulunan şeylerle
meyveler, zâhiru'r-rivayede satışa dâhil edilmez: Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Satıcı: "Az, çok,
her ne varsa, haklarının tamamı ile satılmıştır." dese bile, ekili şeyler
satışa dahil olmaz. Eğer böyle elemezse, satışa dâhil olurlar.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Satıcı: "Az, çok
hepsi satışa dahildir." derse; zirâat, baklagiller, reyhanlar ve diğerleri
satışa dahil olurlar. Zehıyre'de de böyledir.
Satılan bir yere,
toplanarak konulmuş olan şeyler, satışa dâhil olmazlar.
Meyve, hububat, odun, tuğla
ve benzeri şeyler ancak, açıktan açığa bunların şart koşulması halinde satışa
dahil olurlar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin , içinde
mezarlar bulunan bir yeri satması caizdir. Bu mezarlar satışın dışında
kalırlar. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse bir bağ
sattığı şahsa: "Burayı bütün hakları ile sana sattım." derse; bu satışa, su yolu ve bağın husûsî yolu dâhil
olur. Yenâbî'de de böyledir.
Bir kimse, yolu ile
birlikte bir hurmalık satın alır, fakat yolunun yeri açıklanmadığı gibi, o
cihete mâruf bir yol da bulunmazsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu satış caiz
olur. Alan şahıs, nereden dilerse oradan yol edinir. Çünkü, yol burada bir eksiklik değildir.
Eğer, yol bir eksiklik olursa; satış caiz olmaz." buyurmuştur.Fetâvâyi
Kâdı-hân'da da böyledir.
Dut yaprağı, za'ferân
ve gül meyve hükmündedir. Bunların ağaçları da, hurma ağacı menzilindedir.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimsenin
sattığı yerde pamuk
bulunursa, bu pamuk zikredilmediği müddetçe, satışa dahil
edilmez.
Pamuk, meyve
hükmündedir.
Pamuğun kökü de,
satışa dahil olmaz. Sahih olan budur.
Patlıcanın kökü de
zikredilmeden satışa dâhil olmaz.
Bu, Hâkim Ahnıed
es-Senierkandî'nin beyânıdır. Zahîriyye'de de böyledir.
Ilgın ve söğüt
ağaçları satışa dâhildir.
Meşelik ve
kökü olan bütün
ağaçlar da, satışa
dâhildirler. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse,
kızıl dut ağaçları
satın alırsa, şart koşulmadığı müddetçe, bunların yaprakları
satışa dâhil olmaz.
Satılan yerde, kerras
(= bir nevi ot) bulunsa, satış mutlak yapılınca, bunlar satışa dâhil olmaz.
Sahih olan, bunların
senelerce o yerde durmasından dolayı, ağaç menzilinde olmalarıdır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Satılan yerde bekası
devamlı olmayan kamış,odun ve ot gibi şeyler, oraya muttasıl olsa bile, satışa
dâhil olmazlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Kökü olmayan her ağaç,
zikredilmese bile satışa dâhil olur.
Bu sıfatta olmayanlar,
meyve hükmünde olduklarından, özel olarak, bunlardan bahsedilmediği müddetçe,
satışa dâhil olmazlar. Muhiyt'te de böyledir.
Tarlaya ekilen tohum
bitmeden önce, bu tarla satılsa, tohum, satışa dâhil olmaz. Çünkü, bu tohum
bitmeyebilir. Bundan dolayıdır ki, bu tohum bitse bile, satışa dâhil edilmez.
Bu tohumun, bir kıymeti de olmaz.
İmâm Ebû'1-Leys:
"Satışa dâhil olmaz." demiştir.
Bunun doğrusu ise,
tohumun da satışa dâhil olmasıdır. Sahih olan budur. Serahsî'nin Muhiytf nde de
böyledir.
el-Fadlı'nin Fetâvâ
Hâşiyesi'nde şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, tohumu
ekilmiş fakat daha bitmemiş olan bir yerini sattığında, eğer tohum çürümeye yüz
tutmuşsa, müşteriye ait olur. Aksi takdirde, satıcının olur.
Müşteri tohum bitsin
diye tarlayı sulasa bile, eğer satış zamanı tohum bozulmamış ise, müşterinin
yaptığı nafiledir. Ve bu tohum, satıcınındır. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, bir yerini
satınca, orada bulunan hurma ağaçları ve diğer ağaçlar, —bunlardan bahsedilmese
bile— satışa dâhi dâhil olur.
Hurma ağaçları, satış
esnasında meyveli olur ve "bunların müşteriye ait olduğu şart
koşulursa", meyveler de müştrerinin olur.
Satılan bu yerin
kıymeti beş yüz dirhem, ağaçların kıymeti de beş yüz dirhem olur ve hurmaların
kıymeti de o kadar olursa, bedel üçe taksim edilir.
Müşteri henüz bu yeri
teslim almadan, hurmalar semavî bir âfetle zayi olur veya satıcı bu meyveleri
teslim almış bulunursa, bu durumda, müşteriden
bedelin üçte biri sakıt olur.
Bu durumda müşteri
muhayyerdir: İsterse,' bu yer ile ağaçlan bedelin üçte ikisini vererek alıp
kabul eder; isterse, vaz geçip almaz.
Âlimlerimizin
tamamının kavli budur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bu durumda, satıcının
hurmaları topladığı zamandaki kıymetine itibar olunur. Mebsût'ta da böyledir.
Alış-veriş akdi
yapıldığı sırada meyve olmadığı halde, müşteri satın aldıktan sonra fakat
teslim almadan önce, ağaçlar meyve vermiş olursa, bu durumda bu meyveler
müşteriye ait olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu meyveler, hurma ağaçlan ve yer için fazlalık
olur.
imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu hurma meyveleri, özellikle ağaçlara karşı fazlalık olur.
Bu, şu şekilde açıklanabilir:
Satılan yerin kıymeti
beş yüz dirhem, ağaçların kıymeti de beş yüz dirhem ve meyvelerin kıymeti de
beş yüz dirhem olur; satıcı da henüz müşteri o yeri teslim almadan bu meyveleri
toplayıp alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, satış
bedelinin üçte biri müşteriden düşülür. Yani, müşteri bedelin üçte ikisini
vererek o yeri ve ağaçlarını aiır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı vardır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu müşteriden satış bedelinin dörtte biri sakıt olur. Ve, bu
müşteri muhayyerdir: Dilerse, bedelin dörtte üçü ile yeri ve ağaçları alır;
dilerse, terk edip hiç birini almaz. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bu ağaçlar iki defa
meyve verirlerse müşteri bu ağaçlarla yeri, satış bedelinin yarısına alır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu müşteri bunları, satış bedelinin üçte ikisine alır.
Eğer ağaçlar üç defa
meyve verirse, bu müşteri, yeri ve ağaçları, bedelin beşte ikisine alır. Satış
bedelinin beşte üçü, müşterinin üzerinden sakıt olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu müşteri bu yer ve ağaçları, bedelin sekizde beşini
vererek alır.
Eğer ağaçlar dört defa
meyve verirlerse, bu müşteri, o yeri ve ağaçları bedelin üçte birine alır.
İmâm Ebü Yûsuf
(R.A.)'a göre bu müşteri onları, bedelin beşte üçüne alır.
Eğer ağaçlar beş defa
meyve verirlerse, bu müşteri, o yeri ve ağaçlan yedide ikiye alır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu müşteri onları, en ikide yediye alır. Mebsût'ta da
böyledir,
Meyve, semavî bir
âfetle zayi olursa, müşterinin vereceği bedelden bir şey düşülmez.
Bu durumda, müşteri
için muhayyerlik de yoktur. Bütün âlimler aynı görüştedir.
Ağaçlar için beş yüz
dirhem, yer için de o miktarda fiat söylenmişse, bu durumda hurmalar, özellikle
ağaçlara karşı fazla olur.
Şayet, bu meyveleri
satıcı toplarsa, müşteriden dörtte bir nisbetinde düşüş yapılır.
Bu durumda, İmâm ,Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre muhayyerlik yoktur. İmâmeyn'e göre ise, müşteri muhayyerdir.
Cevheretü'n-Neyyire'de
de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı küçük hurma ağaçlarını satıcının izni ile yerinde bırakır ve onlar iyice
büyüdükten sonra, yine satıcının emri ile sökerse, bunlar müşterinin olur.
Ancak müşteri,bu
ağaçları satıcının izin olmadan yerlerinde bırakır ve bu ağaçlar büyüyüp meyve
verirse; müşteri bu meyveleri tasadduk eder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, üzerinde
hurma ağaçları bulunan bir yer satın alır; fakat buranın suyu bulunmazsa;
müşteri bu durumu bilse bile muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Müşteri suyu ile
birlikte bir yer satın aldığı halde, satıcı , bu su ile çok yer sularsa;
Nevâdir'de: "Müşteriye satın aldığı yeri idare edecek kadar su verilmesine
hükmedilir." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdihân'da da
böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı bir yerin yanında bir su kanalı bulunur ve bu yer ile kanal arasındaki
kıyı üzerinde ağaçlar olur ve bu yerin hududu kanala kadar
ulaşırsa, o kıyı da,
ağaçlar da, satışa dâhil olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, üzerinde
meyve bulunan bir hurma ağacı veya başka bir ağaç satın alır ve satış esnasında
şart koşulmamış olursa, bu meyveler satıcının olur.
Ancak, satışın
yapıldığı sırada müşteri: "ben. ağacı, meyveleriyle birlikte satın
aldım." der; satıcı da buna razı olursa, bu durumda meyveler de
müşterinin olur. Bu durumda meyvelerin kıymetinin olup olmaması da müsavidir.
Sahih olan, bu durumda
meyvelerin satıcıya ait olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimsenin,
sökmek üzere ağaç satın almasının caiz olup olmadığı hususunda muhtelif
kaviller vardır.
Sahih olan, bu satışın
caiz olduğudur.
Bu şekilde, bir ağaç
satın alan müşteri, o ağacı kökünden sökebilir.
Bir kimse, kesmek
şartı ile bir ağaç satın alırsa, bazı âlimler: "Ağacı neresinden keseceği
belli ise bu satış caiz olur; belli değilse, satış caiz olmaz."
demişlerdir.
Bazı alimler ise:
"Bu satış her durumda caizdir." demişlerdir. Sahih olan da budur. Bu
ağaç, yerle birleştiği yerden kesilir.
Bu ağacın, yerde olan
kökleri, müşterinin olmaz. Ancak, böyle olması şart koşulmuşsa, kökler de
müşterinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir ağaç, şu üç
şekilden biri ile satılabilir:
1) Bir
ağacın, yerin altından kesilmesi şartiyle satın alınması hâlinde müşteriye,
"onu köküyle birlikte sökmesi" emredilir. O da bu ağacı, kökü ile
çili ile söker ve bunlar da satışa dâhil olur.
Bu müşterinin, ağacın
köklerinin ucuna kadar kazma hakkı olmaz. Sökümü ancak, örf ve âdete göre
yapar.
2) Şayet
satan şahıs, "ağacın.yerle birleştiği yerden kesilmesini" şart
koşarsa veya ağacın kökü ile sökülmesi duvara yakınlığı gibi bir sebeple
müşteriye zarar verecekse, bu
durumda ağacı, yerle birleştiği yerden
keser.
Müşteri bu ağacı
söktükten veya kestikten sonra, yerde kalan kökünden veya çilinden tekrar
ağaçlar yetişirse, bu ağaçlar satan şahsın olur.
Müşteri, bu ağacı
yukarı kısmından (başından) keser ve bu ağaç kesildiği yerden tekrar yeşerir ve
dal budak salarsa, bunlar da müşteriye ait olur.
3) Müşteri
bu ağacı, yeri ile birlikte satın almışsa, ona, bu ağacı sökmesi emredilemez.
Bu şahıs, o ağacı sökerse,
yerine başka bir ağaç dikebilir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, satın alınırken böyle bir şart koşulmamışsa, ağacın yeri satışa
dâhil olmaz.
imâm Muhamrned
(R.A.)'e göre ise, ağacın yeri satışa dâhil olur. Yani ağaç, yeri ile birlikte
satın alan şahsın olur.
Sadru'ş-ŞehîcTde,
böyle söylemiştir.
Fetvada da, ağacın
yeri satışa dâhil olur.
Ağacın kesilmek için
satın alınması hâlinde, yerinin satışa dahil olmadığı hususunda icmâ vardır.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, ağacı
kesmek için değil de yerinde durması için satın almışsa, bu ağacın altı,
bi'1-ittifak satışa dâhildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Satın alman ağacın
altının satışa dahil olduğu hallerde, satışın yapıldığı sıradaki yer bu ağaca
tâbi olur.
Şayet, bu ağaç daha
çok büyür ve —satıldığı gündekine nisbeten— daha çok yer kaplarsa; fazla olan
bu yer, satıcıya aittir. Fetva da bunun üzerinedir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, kökü ile
birlikte satın aldığı ağacın kökünden, başka ağaçlar da biter, biten bu
ağaçların kesilmesi hâlinde de esas ağaç kuruyacaksa, yeni biten ağaçlar da
satışa dâhil olur; aksi takdirde dâhil olmaz. Zeiııyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir bağ
satın alırsa, —söylenmemiş olsa bile— bu bağın çardakları, asmaların altına
dikilen dikmeler, askı ağaçları, bu satışa dâhil olur. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsın boş olan bir yerine hurma ağacı diker ve bu yerin sahibi, yerini bu hâli
ile ağaçların sahibinin de iznini alarak bin dirheme satarsa; yerin ve
ağaçların değerlerinin beş yüzer dirhem olması hâlinde, bu şahıslar, bu bedeli
yan yarıya bölüşürler.
Müşteri, henüz bu yeri
teslim almadan, ağaçlar semavî bir âfetle helak olursa, bu müşteri muhayyer
bırakılır: Ya burayı almaktan vaz geçer veya bedelin tamamı olan bin dirhemi
vererek alır. Çünkü bu müşteri, o ağaçlara vasfen ve tabâen sahip olacaktı.
Bu durumda müşteri o
yeri ahrsa,bedelin tamamı yerin sahibinin olur. Çünkü, ağaçların satışı
bozulmuştur.
Bu yer, bedeli olan
bin dirhem karşılığında müşteriye teslim edilir.
Şayet, ağaçların
tamamı değil de yarısı -helak olmuş bulunsaydı, o zaman, bedelin dörtte biri
ağaçların sahibine, dörtte üçü ise, yerin sahibine verilirdi.
Eğer bu hurma ağaçları
beş yüz dirhemiik meyve vermiş olsaydı, bunun üçte ikisi ağaç sahibinin, üçte
biri de yer sahibinin olurdu.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bunun yarısı ağaçların sahibinin, yarısı da yer sahibinin
olurdu.
Bir kimse, yeri ve
içindeki ağaçları ayrı ayrı fiatlarla satar; bunlar da bir kişinin veya iki
kişinin olur ve bilâhare de bu ağaçlar kurursa, satış bedelinin yarısı sakıt
olur.
Çünkü bu durumda, bu
ağaçlar bir yönden asıl, bir yönden de vasıftırlar.
Eğer ağaçlar için ayrı
fiatlar tesbit edilmemiş olursa, bu durumda ağaçlar, yere tâbi olur. Fiatın
tesbit edilmiş olması hâlinde ise, bu asıl olur. Bu durumda ağaç helak olunca,
hissesi de helak olur ve satış bedelinden düşülür.
Bu ağaçlar helak
olmaz, henüz müşteri onları teslim almadan önce meyve verirler ve bu meyveler
de beş yüz dirhem ederlerse; bu durumda yerin değeri beş yüz dirhem, ağaçların
ve meyvelerinin bedeli de, beş yüz dirhem olur. Kâfi'de de böyledir.
Bir kimsenin, bir
yerden kesmek üzere bir ağaç satın alması hâlinde, bu ağacın kesilmesi o yere
zarar verecek olursa, o ağaç kesilmez.
Çünkü, onun
kesilmesinde yer sahibine zarar vardır.
Bu durumda,
satış lağvedilir. Çünkü,
teslimde acz vardır. Seıahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Ebû'J-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir: . Bir kimse, kesmek için bir ağaç satın aldığı
halde, onu kesmez; bir müddet bekler ve yaz gelince müşteri bu ağacı kesmek
isterse; bu durumda, ağacın kesilmesi o
yere açıkça zarar verecekse; zararın defi için satın alan şahsın, bu ağacı
kesme hakkı yoktur.
Eğer bu ağacın
kesilmesi, o yere zarar vermeyecekse, ağaç satın alan şahsın mülküdür; tasarruf
hakkı vardır ve onu kesebilir.
Müşterinin kesme hakkı
olmayınca, ne yapabilir?
Bu hususta, âlimler
ihtilâf etmişlerdir:
Bazıları: "Yerin
sahibi, bu ağacın bedelini, müşteriye geri verir. Ve ağaç tekrar kendisinin
olur." demişlerdir.
Bu ağacın bedeli kesilmiş hâline göre mi, yoksa dikili
durduğu hâldeki kıymetine göre mi ödenir?
Sahih olan, dikili
durduğu haldeki kıymetine göre ödenir.
Bazı âlimler ise:
"Bu durumda, satış bozulmuş olur. Satıcı, müşteriden ne almışsa onu
öder.'' demişlerdir.
Fetvada bunun
üzerinedir.
Fakıyh Ebû Ca'fer de,
böyle fetva vermiştir.
Sadru'ş-Şehîd de,
Vâkiâtı'nda bu görüşü seçmiştir. Muzmarat'ta da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahıstan, arazisindeki ağaçları odun olmak üzere satmasını ister ve ar
alarmda," Basra'lı bir kaç kişinin bu ağaçlara bakıp, miktarını tahmin
etmesi hususunda" ittifak ederler; onlar da bakıp "yirmi beş yük odun
bulunduğunda" görüş birliğine varınca; müşteri, bu ağaçları belli bir
bedelle satın alıp ağaçları kestikten sonra, odun yirmi beş yükten fazla çıkınca,
satıcının, müşteriyi bu fazlalığı almaktan men etme hakkı olmaz. Zahîriyye'de
de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvalan'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimse, su mecrası
ile beraber bir bağ satar ve: "Bütün hakları senindir." der ve bu
suyun yolunun geçtiği yerin kenarında da dikili ağaçlar bulunursa, satıcının
mülkünde olan ağaçlar müşterinin olur.
Suyun geçtiği yer,
satıcının mülkü olmadığı halde, buradaki ağaçlan satıcı dikmiş olursa bu
ağaçlar satıcının olur. Ve bunlarda müşterinin bir hakkı olmaz.
Bu ağaçları satıcı da
dikmemişse, kim dikmişse onun olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, kendisine
ait olan bir köyü hududunu zikretmeden satarsa, bu köy, evlerin bulunduğu
yerdir. Tarlalar satışa dahil değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse,sahibi bulunduğu
bir köyü yeri ile beraber satar ve bu şahsın, o köye bitişik başka köyleri de
bulunur ve müşteriye: "Sana şu köyü
hududu ile sattım." veya "....ikinci köyü..:"; "...üçüncü köyü...."; "...dördüncü köyü..." derse,
sattığı köyü takip
eden satmadığı köy de, satışa dahil olur.
Eğer: "Yalnız bu
köyün hududu ile..." derse, diğer köyler satışa dahil olmazlar. Muhıyt'te
de böyledir. En doğrusunu Allahu Teâiâ bilir. [37]
Bir kimse bir köle
veya câriye satarsa, bunun avret mahallini örtecek kadar elbise vermesi
gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kölenin ve
cariyenin elbisesi, şartsız olarak satışa dahildir. Çünkü, bu örftür.
Ancak,sahibinin
piyasaya arz etmek için giydirdiği kıymetli elbise, örf olmadığı için şarta
bağlıdır.
Örf olan elbise, her
gün iş ve hizmet esnasında giyilen elbisedir.
Satıcı isterse, köle
veya cariyesinin üzerinde bulunan kıymetli elbiseyi çıkarıp başka bir elbise
giydirmek; isterse, onu bu elbise ile vermek hususunda muhayyerdir.
Çünkü, örfte satışa
dâhil olan elbise, kâfi miktardaki elbisedir. Bizzat, köle veya cariyenin
üzerinde bulunan elbise değildir.
Bunun içindir ki,
çıkarılan bu elbisenin kıymeti, köle veya cariyenin satış bedelinden düşülmez.
Hatta, satılan bir
cariyenin üzerindeki elbiseye bir şahıs sahip çıkar ve buna hak kazanırsa,
müşteri satıcıya baş vurarak, ona bir elbise isteyemez.
Keza, müşteri elbisede
bir kusur bulursa, onu geri veremez. Tebyîiı'de de böyledir.
Müşterinin yanında
elbise zayi olduktan sonra, bu câriye bir aybından dolayı iade edilirse,
bedelde bir eksiltme olmadan, —satıcı tarafından, müşteriye— tamamen ödenir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Müşteri cariyede bir
kusur bulursa, onu üzerindeki elbiseden başka bir elbise ile geri gönderebilir.
Bu hüküm, elbisenin zayi olması hâlinde geçerlidir. Ancak o elbise durmakta
ise, müşteri bu cariyeyi onunla iade eder.
Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bir kimse, parmağında
yüzük ve kulaklarında küpe bulunan bir cariyeyi satar ve satış akdedildiği
sırada da bunlardan bahsetmez ve bu satıcı: "Satışa, zîynet eşyalarından
bir şey dâhil olmaz." dediği halde, bunları cariyeye teslim eder ve geri
istemezse, bunlar cariyenin ve dolayısıyle de müşterinin olur. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kimse, satış
esnasında malı bulunan bir köleyi satar ve malından bahsetmezse, bu mal
satıcının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sahih olan budur.
Cevahire'1-Ahlatı'de de böyledir.
Bir kimse, kölesini malı ile birlikte satıp: "Malı ile birlikte sattım." dediği
halde, malının neler olduğunu söylemese, bu satış fasid olur.
Keza, bu şahıs
kölesinin malını söylediği halde: "Bu mal, insanlarda alacak olarak
bulunmaktadır." veya "Bir kısmı alacaktır." derse, bu satış da
fâsiddir.
Kölenin malı ayn olur
ve kendisinin satıldığı bedelin cinsinden olmazsa, bu satış caiz olur.
Kölenin malı,
satıldığı bedelin cinsinden olur ve satıldığı bedelden fazla bulunursa, bu
satış caiz olur. Bu kölenin, satıldığı bedelden fazla dirhemlerinin bulunması
gibi...
Eğer, kölenin malı,
kendi bedeli kadar veya ondan daha az olursa, satış caiz olmaz.
Şayet, kölenin malı
satış bedelinin cinsinden değilse; meselâ: Kölenin bedeli dirhemler olduğu
halde malı dinarlar ise veya durum bunun aksi ise, aynı mecliste teslim
alınması şartıyle satış caiz olur.
Keza, müşteri kölenin
malını teslim alır ve onu kölenin bedeline karşılık olarak nakden öder ve
köleyi teslim almadan da ayrılırlarsa; kölenin
malı ile yapılan
satış, bâtıl (=
geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Atın ve devenin
satışlarında, —söylenmese bile— yularları satışa dahil olur.
Eşek satışında ise,
yular söylenmeden satışa dahil olmaz.
Çünkü, at ve deve
yularsız çekilip götürülemez; eşek ise böyle değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Merkebin boynunda
bağlı olan ip, örfen satışa dahil olur. —O beldede— böyle bir örf yoksa, bu ip de satışa dahil
olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, eşeğini
palanlı ve keçeli olarak satarsa, bunlar satışa dâhil olurlar. Muhtar olan
budur. Zahîriyye'de de böyledir.
Şeyhu'l-İmâm Ebû Bekir
bin Fadi şöyle demiştir:
Bu şart koşulmamışsa
palan satışa dâhil olmaz. Satıldığı sırada eşeğin palanlı olup olmaması da
müsavidir. Bu aşikardır. Çünkü, eşek eğer palanı ile satılacaksa, satıcı:
"Ben, onu giyeceği ile satıyorum" der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Deve satışında, semer
de satışa dahildir.
Bir kimsenin üzerinde
eğeri bulunan bir atı satması hususunda kitaplarda bir rivayet yoktur.
Âlimler: "Münâsip
olan, atın eğerinin satışa dâhil olmamasıdır. Ancak, özellikle eğerin
zikredilmesi veya eğerden dolayı atın fiatının yükseltilmesi hâli müstesnadır.
Atlar çoğunlukla
çıplak satılırlar. Gıyasiyye'de de böyledir.
Hayvanların gemleri,
ineklerin, öküzlerin boynuzlanndaki ipler,. —örf olmadığı için— şart koşulmadan
satışa dâhil olmazlar.
Ancak, örfte bunların
satışa dahil olduğu yerler de satışa dahil olurlar. Tebyîn'de de böyledir.
Devenin yavrusu,
eşeğin sıpası, ineğin buzağısı, koyunun kuzusu, satış yerine anaları ile
beraber gelmişlerse, bunlar da -hâlin delâletiyle- satışa dâhil olurlar.
Ancak örf, hâlin
delâletinin aksine ise, bu durumda, bunlar analarının satışına dâhil olmazlar.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Alimlerimiz: "Bir
kimsenin satın aldığı balığın karnından, sedefin içinde bulunan bir inci
çıkarsa, bu inci müşterinin olur.
Bu inci, sedefinin
içinde olmaz ve bizzat satıcı tarafından avlanmış bulunursa, müşteri onu
satıcıya verir.
Bu, satıcı için
buluntu gibi olur ve satıcı onu tasadduk eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Balığın karnından
çıkan şey, balığın yediği cinsten ise bu satıcının; böyle değilse, müşterinin
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı tavuğun karnından inci çıkarsa, bu inci satıcının olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Uçan hayvanların
kursağında bulunan şeyler, yenilen cinsten olursa, o müşterinin olur. Böyle
değilse, o şey satıcının olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir balığın karnında
bulunan diğer bir balığın karnında inci bulunursa, bu inci satıcının olur.
Şayet balığın karnında
sedef, onun içinde de et ve etin içinde de inci bulunursa; bu inci, sedefte
bulunmuş gibidir ve bu durumda da, bu inci müşteriye ait olur.
Keza, yenilmesi için
inci kabuğu alınır ve onun da içinde inci bulunursa, bu müşterinin olur.
Zehıyre'de de böyledir.
Satışa tâbi olarak dâhil
olan şeylerin karşılığında bir bedel gerekmez.
Bunun içindir ki,
Kunye'de şöyle denilmiştir:
Bir kimse bir ev satın
aldıktan sonra, onu yapma cihetine giderse; bu şahıs o evin satış bedelinden
hiç bir şey eksiltemez.
Bu eve, hak sahibi
olan.bir şahıs çıksa bile, hüküm böyledir.
Koyunun yünü bunun
hilâfınadır. Şart koşmaları hâlinde, yünün bedeli, koyunun bedelinden düşülmez.
Yani, bir kimse,
üzerinde yünü bulunan bir koyunu satarken: "Yünü benimdir." diye şart
koşarsa,hem koyunun, hem de yünün bedelini alır. Aksi takdirde, yünün
bedelini- alamaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
En doğrusunu, AHahu
Teâlâ bilir. [38]
Bu babda:
1) Sahih
Olan veya Sahih Olmayan Muhayyerlikler.
2) Muhayyer
OLan Şahıs Ne Yapacaktır ve Muhayyerliğin Hükmü Nedir?
3) Satışta
Geçerli Olan veya Geçerli Olmayan Muhayyerlik.
4) Alıcı ve
Satıcının Muhayyerliğin Şartında Görüş Ayrılığına Düşmeleri.
5) Akidde
Bulunmayan Muhayyerlik ve Muhay-yerliğib Bazı Şartları
6) Ta' yin
Muhayyerliği
7)
Müşterinin Ta'yin Muhayyerliği Hususunda İhtilâfı, Muhayyerlik Şartı ile
İlgili, Satılan Şeye Karşı Suç İşlemek ve Bu Konu İ'e İlgili Diğer Mes'eleler olmak
üzere yedi bölüm vardır. [39]
Bize göre,
alış-verişte, bir tarafın veya her iki tarafın muhayyerliği şart koşmaları
sahihtir.
Keza, bize göre, —alış-verişte taraf olmayan— bir yabancının
muhayyerliğinin şart koşulması da caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
Muhayyerlik,
alış-verişi feshetmek için konulur. Satışa razı olmak için muhayyerlik
gerekmez.
Alış-verişi feshetme
muhayyerliği için belirlenen vakit geçince, akid tamam olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da
da böyledir.[40]
Bir kaç çeşit
muhayyerlik vardır:
1) İttifakla
fâsid olan muhayyerlik:
Bir kimsenin:
"Günlerce muhayyer olmak üzere..." veya "Ebe-diyyen muhayyer
olmak şartıyle satın aldım." demesi gibi...
2) İttifakla
caiz olan muhayyerlik:
Üç güne kadar veya
daha az bir müddet içinde muhayyer olmak
' gibi...
3) Caiz olup
olmadığı ihtilaflı olan muhayyerlik:
Bir kimsenin:
"Ben, bir ay (veya iki ay)'muhayyerim." demesi gibi...
Bu tarz bir
muhayyerlik, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre fâsid; İmâmeyen'e göre ise caizdir.
İnâye'de de böyledir. [41]
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, üç günden, fazla muhayyerlik caiz değildir.
İmâmeyn'e göre ise,
belirli bir müddet söylenmişse, bu muhayyerlik caizdir. Muhtâru*l-Fetâvâ'da da
böyledir.
Sahih olan, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Cevâhiru'l- Ahlâtî'de de böyledir.
Muhayyerlik, üç günden
fazla şart koşulursa, akid fâsid olur. Ancak, üç gün muhayyer olmaya izin
verilince, akd sahih olur.
Kâfi'de de böyledir.
Muhayyerliği üç günden
fazla şart koşarlar veya bir vakit belirtmezler yahut da meçhul bir vakit söylerlerse, bu muhayyerlik, üç gün olarak
caiz olur.
Muhayyerlik, sahibinin
ölmesi veya satılan köle ise onun ölmesi, yahut müşteri tarafından azat
edilmesiyle sakıt olur, yahut, yeni bir konuşma ile bu akid, caiz olan bir akid
haline dönüşür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Âlimler, başlangıçta
bu —muhayyerliği üç günden fazla Olan—
akdin hükmü hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'in kavli üzerine ihtilâf ettiler.
Bu âlimlerden bir
kısmı: "Bu akid fâsiddir." dedikten sonra "Dört günden önce
olursa sahihtir." diye dönüş yaptılar.
Bu, ehl-ı ırak'ın (=
Iraklı âlimlerin) yoludur. Bu görüşe, zâhiru'r-rivâye diyenler de olmuştur.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Dördüncü günün bir
bölümü geçince, (o zaman) akid bozulmuş olur. Bu da, Horasan
ehlinin (= Horasan'lı
âlimlerin) yoludur. Nihâye'de de
böyledir.
İmâm Serahsî,
Fahrıf 1-İslâm, diğer pek
çok alimler ve Mâverâu'n-Nehir alimleri
yukarıdaki görüşü ihtiyar
etmişlerdir. Bahru'r-Râık'ta aa böyledir.
Muhayyerlik için bir
vakit belirlenmemişse, muhayyer olan şahsın hakk-ı hıyarı (— muhayyerlik hakkı)
üç gün geçtikten sonra bâtıl olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre bu akid, —bundan sonra— câizliğe dönüşmez. İmâmeyn'e göre
ise, bu satış
câizliğe dönüşe bilir. Sirâcü'l- Vehhac'da da böyledir.
Fetâvâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, müşterinin
"ramazandan sonra iki gün muhayyer olduğu" şartını koşar ve bu alış
veriş de ramazanın son gününde yapılmış olursa, caiz olur. Ve bu müşterini
ramazanın sonundan üç gün, ramazandan sonra da, iki gün muhayyerlik hakkı olur.
Şayet satıcı,
müşteriye: "Sana, ramazanda muhayyerlik yoktur." derse, bu ahş-veriş
fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.
Hâniye'de şöyle
zikredilmiştir:
Ramazanda bir şey
satın almış bulunan şahıs, "ramazandan sonra, üç gün muhayyer olmayı"
şart koşsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satış fâsid olur.
Bu şekildeki
muhayyerlik satıcıya ait olur ve müşteri, satıcıya: "Sana, ramazanda
muhayyerlik yok; ramazandan
sonra üç gün muhayyersin." diye şart koşarsa;
bütün âlimlere göre, bu muhayyerlik, ahş-veriş
akdini fâsid kılar.
{= bozar.) Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse diğerine, on
dirhem karşılığında bir elbise sattığı zaman, bu satıcı, müşteriye: "Ya
elbisen benimdir veya on dirhem."' derse; imâm Muhammed (R.A.): "Bu bir muhayyerliktir."
buyurmuştur.
Muhıyt'te de böyledir.
Muhayyerlik, caiz olan
satışta sahih olduğu gibi, fâsid olan satışta da sahihtir.
Hatta, bir kimse, bir
kölesini, bin dirhemle beraber bir rıtıl da şaraba satıp, muhayyerliği de şart
koşar ve satıcının izni ile müşteri bu köleyi teslim alarak azâd etse; onu azâd
etmesi caiz olmadığı gibi geçerli de olmaz. Çünkü, satıcı muhayyer olduğu için,
bu satışı bozabilir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Bir satıcı,
müşteriye: "Bedelini üç güne
kadar ödemezsen, aramızda
alış-veriş yoktur." derse, bu satış da, şart da caizdir.
Bunu, İmâm Mu hamın e
d (R.A.) Asl'da zikretmiştir. Ve: "Bu mes'elenin vecihleri vardır."
buyurmuştur:
a) Müşteri,
asla vakit bildirmez:
Meselâ: "Bedelini
nakden ödemezsen, aramzida satış yok." demek gibi...
b) Meçhul
bir vakit beyân eder:
Meselâ: "Bedelini
günlerce ödemezsen, aramızda satış yoktur." demek gibi...
Bu iki halde de,
alış-veriş akdi fâsiddir.
c) Bilinen
bir vakit beyan eder ve bu vakit de üç gün veya.daha az bir müddet olursa, bu
alış-veriş imamlarımızın üçüne göre de caizdir.
d) Belirlenen
müddet, üç günden fazla ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu alış-veriş
fâsiddir." buyurmuş; İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bu alış-veriş
caizdir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, müşteri,
aldığı şeyin bedelini, üç güne kadar nakden öderse, satış, bütün imamlarımıza
göre caizdir. Hidâye'de de böyledir.
Bu müşteri, eğer satın
aldığı köleyi, bedelini henüz ödemeden, üç gün içinde azâd ederse, bu azâd
etmesi geçerli olur.
Çünkü, bu alış-veriş,
müşteri için şartlı bey' menzilindedir.
Üç gün geçtiği halde
bedel ödenmezse, sahih olan satış fâsid olur; fakat, münfesih olmaz.
Hatta müşteri, bu köleyi,
üç gün geçtikten sonra azâd etse bile, köle kendi yanında ise, itki ( — azâd
etmesi) geçerli olur. Ve bu durumda, kölenin bedelini satıcıya öder.
Bu köle, satıcının
yanında ise, —üç gün geçtikten sonra— azâd etmesi geçerli olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kime, bir köleyi,
"bedelini geri iade etmek üzere," nakden satar ve bu kölenin bedelini
geri verirse; bu caiz olur. Bunun manâsı, "satıcı muhayyerdir."
demektir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin bu şart
altında sattığı köleyi, müşteri teslim alırsa, onun kıymetini mazmundur. (=
ödemesi lâzım gelir.)
Şayet, müşteri, bu
şartla aldığı köleyi azâd ederse, bu itki geçerli olmaz.
Ancak bu durumda, bu
köleyi satıcı azâd etmiş olsa, itki (= azâd etmesi) geçerli olur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Muhayyerlik,
alış-veriş akdi sırasında şart kılınması halinde sahih olduğu gibi bu akdi
müteakiben şart koşulması hâlinde de sahihtir.
Hatta, alış-veriş
tamam olduktan sonra, satıcı müşteriye veya müşteri satıcıya: "Üç gün
muhayyersin." dese veya buna benzer bir söz söylese, bu sahih olur. Ve o
şahıs, söylenen müddet içinde muhayyer olur.
Muhayyerlik fasid
olunca, alış-veriş de fâsid olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
alış-veriş fâsid olmaz.
Bir kimse diğerine bir
şey satıp, müşteri de, satılan bu şeyi teslim aldıktan sonra günler geçse ve
satıcı, o zaman alıcıya: Sen muhayyersin.'' dese; aynı mecliste olduğu mü
ddetce, mü steri muhayyerdir. Çünkü bu söz, "sen istersen, satışı
bozarsın, "demek yerindedir.
Bu durumda satıcı: "Sen,
üç gün muhayyersin. derse, müşteri, üç gün muhayyer olur. Muhıyt'te de
böyledir. Bu sahihtir. Fetâvâyi Kâd-ıhân'da da böyledir.
Fetâvâyi Attabiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir satıcı, müşteriye:
"Akdetmiş bulunduğumuz ahş-verişte seni muhayyer kıldım." dedikten
sonra müşteri mutlak surette bir şey satın alırsa, İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye
göre, bu satışta, muhayyerlik sabit olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Satıcı, muhayyerliği
geceye veya öğle vaktine yahut üç güne kadar diye şarta bağlarsa, muhayyerlik
gecenin sonuna; öğle vaktinin tamamlanmasına veya üçüncü günün bitmesine kadar
geçerlidir. Bu vakitler çıkmadan, muhayyerlik son bulmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre,
muhayyerlikte gaye (= son, nihayet) yoktur. Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bu mes'ele, Asl'da
zikredilmiştir.
Hasan bin Ziyâd, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'den, Asl'da zikredilenin hilafını zikretmiş ve şöyle
demiştir:
Geceye kadar
muhayyerliği şart kılarak satış yapan kimsenin muhayyerliği, güneşin batmasını
kadardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, güneş batınca, bu muhayyerlik bâtıl
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyerliği şart koştuktan sonra, bunun (bir veya) iki gününü düşürürse, sanki
yalnız bir gün şart koşmuş gibi olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Üç gün muhayyer olmak
şartı ile bir köle satan kimse, o üç gün içinde, bu kölenin kazancını alır veya
onu kendisine hizmet ettirirse, böyle yaptırması caiz olur ve bu muhayyerlik de
bâtıl (= geçersiz) olmaz.
Ancak, bir kimse, üç gün
üzümünü yemek şartıyle bir bağ satarsa, bu satış caiz olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Baba veya vasî, küçük
çocuğun bir malını satar ve kendisinin muhayyer olduğu şartını koşarsa, bu caiz
olur.
O günler içinde, bu
çocuk bulûğa ererse, muhayyerlik müddeti sona erer.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre ise, muhayyerlik bu çocuğun hakkı olur.
Bu muhayyerlik müddeti
içinde, satış tamam olursa; muhayyerlik caiz olur. Fakat, satışı reddederse,
muhayyerlik de geçersiz olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir. [42]
Satıcının muhayyer
olması şart kılındığı zaman, o, satılan
şeyi, bi'1-ittifak mülkünden çıkarmaz.
Satılanın bedeli ise,
bi'1-ittifak mülkünden çıkarmaz-Satılanın bedeli ise, bi'1-ittifak müşterinin
mülkünden çıkar. Bu bedel, satıcını mülküne girer mi? İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, girmez.
İmâmeyn'in kavline
göre ise, bu bedel satıcının mülküne girer. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, muhayyerlik hem
satıcıya, hem de müşteriye şart koşulursa; akdin hükmü, asla sabit olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir. Müşterinin
muhayyer olması hâlinde,
bedel, bi'1-ittifak, müşterinin
mülkünden ayrılmaz.
Satılan şey ise,
bi'1-ittifak, satıcını mülkünden çıkar.
Satılan şey,
müşterinin mülküne dâhil olur mu?
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye, dâhil olmaz.
İmâmeyn'e göre, dahil
olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Bu esas üzerine,
muhtelif mes'eleler bina edilmiştir:
1) Bir kimse
üç gün muhayyer olmak üzere, bir kadın nikahlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye
göre, bu nikâh fâsid olmaz.
İmâmeyn'e göre ise, bu
nikâh fasid olur.
Bu koca, muhayyerlik
müddeti bitmeden önce cima' ederse; nikahladığı hanımın kız olması halinde
muhayyerlik sakıt olur. Dul ise, muhayyerlik düşmez; kadını reddedebilir.
İmâmeyn'e göre, bu
şahıs muhtar olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Bu hüküm cima'm kadına
bir noksanlık vermemesi halinde geçerlidir.
Eğer bu cima', kadına
noksanlık verir ve bu kadın da dul olursa, bu şahıs, onu reddetmekten
menedilir. Yani bu koca, bu süre içinde bile, bu kadını reddedemez.
NehrıTİ-Fâık'ta da böyledir.
Eğer bu şahıs, o
kadını nikâhla almamış ve.cima'da etmemişse, —kadın, dul olsun, kız olsun,— bu
durumda, o şahıs muhtardır. Bu, bi'I-icma' böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Bu durumda, cima'ın
kadına noksanlık,verip vermemesi de mü-sâvîdır. Nihâye' de de böyledir.
2) Satın
alınan câriye, muhayyerlik müddeti içinde, nikahlı olduğu halde doğum yaparsa,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ümm-ü veled olmaz.
İmâmeyn'e göre ise, bu
câriye ümm-ü veled olur. Hidâye'de de böyledir.
Bu hüküm, cariyenin,
muhayyerlik müddeti içinde, satıcının yanında olması hâlinde geçerlidir.
ancak, bu cariyeyi
müşteri teslim almış ve câriye onun yanında, muhayyerlik müddeti içinde doğum
yapmış olursa, muhayyerlik sakıt olur.
Bu durumda, bu câriye,
müşterinin mülkü ve bi'1-ittifak ümm-ü veledi olmuş olur. Çünkü, o câriye,
doğum yapmakla kusurlanmış olur.
Kifâye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı bir cariye bu şahıstan doğum yapar ve muhayyerlik de şart kılınmış olursa,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu câriye, sadece satın almış olmasından
dolayı,o şahsın ümm-ü veledi olmaz. Ve muhayyerliği, hâli üzere devam eder.
Ancak, bu şahıs, onu ihtiyar ederse, bu durumda, o cariye, ümm-ü veled olur.
İmâmeyn'e göre de, bu
câriye satın alması ile o şahsın ümm-ü veledi olur. Muhayyerlik ise, bu durumda
bâtıl (= geçersiz) olur. O şahsın, bu cariyenin bedelini, tam ödemesi gerekir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
3) Eğer,
müşteri yakın aldığının yakını ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —bu durumda—
azâd edemez. İmâmeyn'e göre ise, azâd eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de
böyledir.
4) "Ben,
bir köleye sahip olursam; işte o hürdür." diyen birkimse, muhayyer olarak
bir köle satın alırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)" ye göre, bu şahıs, bu durumda,
o köleyi azâd edemez.
İmâmeyn'e göre, bu
şahıs, o köleyi azâd edebilir. Fakat,
"Bir köle satın alırsam,
işte o hürdür." diyen kimse, muhayyer olarak bir köle satın alırsa,
bi'1-ittifak bu köleyi azâd edebilir.
5) Bir
kimse, muhayyerlik şartıyla bir câriye satın alır ve bunu da teslim aldıktan
sonra, muhayyerlik müddeti içinde, bu câriye hayız olursa İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, istibrâsına, bu hayız kâfi gelmez.İmâmeyn'e göre ise, kâfi
gelir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Müşteri, bu satışı bozar
ve bu cariyeyi satıcıya geri verirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
satıcıya karşı, istibrâ[43]
gerekmez.
Geri verişin,
teslimden önce veya sonra olması halleri de müsavidir.
İmâmeyn'e göre, şayet
satışı bozup, bu cariyeyi geri verme kabzden önce ise, istihsânen, istibra
gerekmez; kıyâsen ise gerekir.
Eğer, geri veriş
teslim alındıktan sonra olursa, kıyâsen de istihsânen de satıcıya karşı
isitbra gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
6) Müşteri,
satın aldığı şeyi, teslim aldıktan sonra, satıcının yanına emaneten bırakır ve
bu şey de muhayyerlik müddeti içinde veya bu müddet bittikten sonra, onun
yanında helak olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş fesholmuş
olur. İmâmeyn'e göre ise, fes-holmaz. Ve bu şeyin kıymetini, müşteri öder.
Muzmarât'ta da böyledir.
Fakat, muhayyerlik
satıcıya ait olur, ve o, sattığı şeyi müşteriye teslim ettikten sonra, müşteri,
onu, satıcıya emânet eder ve muhayyerlik müddeti içinde bu şey satıcının
yanında helak olursa, bu ahş-veriş bi'1-ittifak bâtıl (= geçersiz) olur.
Fethu'l-Kadîr 'de de böyledir.
Bir müşteri, satın
aldığı şeyi, satıcının izni ile veya onun izni olmadan teslim alır,bedeli peşin
veya vadeli olur ve bu müşterinin görüp gözetmek için muhayyerlik hakkı da
bulunur ve bu muhayyerlik müddeti içinde, o şeyi, satıcının yanma emânet olarak
bırakınca, bu şey, orada zayi olursa, bi'1-icma', müşterinin malı olarak helak
olmuş olur. Ve bu müşteri, satın almış bulunduğu bu şeyin bedelini, satıcıya
tam olarak öder. Nihâye'de de böyledir.
7) Bir
kimse, me'zun (= ticaret yapmasına izin verilmiş) bir köleyi, kendisi için
muhayyerliği şart koşarak satın aldıktan sonra satıcı onun bedelinden vaz
geçse, bu müşterinin muhayyerliği hâli üzeredir. İsterse, bu köle, bedelsiz
olarak, bu müşterinin olur; isterse, satışı feshedip, bu köleyi, satıcıya,
bedelsiz olarak geri verir.
Bu, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göredir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
satış caiz muhayyerlik ise, bâtıldır. Muzmarât'ta da böyledir.
8) Bir
zimmî, diğer bir zimmîden şarap veya domuz satın alır, bunu teslim almadan önce
de, bu zimmîlerin birisi veya ikisi birden müslüman olursa, bu satış bâtıl (=
geçersiz) olur.
Bu ahş-veriş akdinin,
muhayyerlik şartı ile yapılmış olması ile muhayyerliğin bulunmaması halleri de
müsavidir.
Zimmî müşteri, o malı
teslim aldıktan sonra müslüman olursa, muhayyerlik şartının olmaması halinde,
bu satış caizdir; bâtıl olmaz.
Eğer, bu alış-verişte,
muhayyerlik şartı olur ve muhayyer olan da müslüman olan da satıcı ise, bu
satış bâtıl olur.
Bu durumda, muhayyer
olan müşteri ise, satış bâtıl olmaz. Satıcı,* hâli üzere muhayyerdir: İsterse,
satışı bozup, içkisini veya domuzunu geri alır; isterse, bu alış-verişi geçerli
kılar; içki hükmen müşterinin olur. Bu müslüman, hükmen içkiye mâliktir.
Muhayyerlik hakkı
müşterinin oiur, o da müslüman olmuş bulunursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegÖre,
bu ahş-veriş akdi batıl olur.
İmâmeyn'e göre, bu
akid tamamdır; bâtıl değildir.
Eğer, satıcı müslüman
olmuşsa, satış bi'1-icma batıl olmaz. Müşterinin muhayyerliği ise, hali
üzeredir: İsterse, satışı geçerli kılar; isterse fesheder. Bu durumda içki,
müslüman olanın olur. Yani, müslüman, bu içkiye hükmen maliktir. Nihâye'de de
böyledir.
9) Bir
kimse, muhayyer olmak şartı üe bir geyik satın alıp, onu teslim aldıktan sonra da ihrama girse, geyiğin yanında bulunması halinde, İmâm-i
A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş bozulur ve o geyik satıcıya geri
verilir. Müşteriye ise, bir şey gerekmez.
Muhayyer olan satıcı
ise, bi'1-icma' satış bozulur. Muhayyer olan müşteri ise.satıcı ihrama girince,
müşteri geyiği geri iade eder. Fethtf I-Kadîr'de de böyledir.
10) Bir
müslüman, diğer bir müsİümandan, muhayyer olmak şartı ile şıra satın alır ve
muhayyerlik müddeti içinde de bu şıra şaraplaşırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, bu alış-veriş fâsid'dir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
alış-veriş tamamdır. Nihâye'de de böyledir.
11) Müşterinin
muhayyer olması hâlinde, akid bozulunca, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
fazlalık satıcıya iade edilir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
fazlalık müşterinindir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Bir satıcı, üç gün
muhayyer olmak üzere, bir köleye, bir cariye satar ve muhayyerlik müddeti
içinde, bu köleyi azâd ederse; satış bâtıl, ıtk (= azâd etme).ise geçerli olur.
Cariyeyi azâd ederse,
bu da caizdir. Bu durumda, muhayyerlik sakıt, satış ise tamam olur.
Bu şahıs, her ikisini
birden, bir kelâmla azâd ederse, ikisi de azâd olmuş bulunur. Ve köle,
cariyenin kıymetini borçlanmış olur.
Bu durumda, müşterinin
azâd etmesi geçerli oimaz.
Muhayyerlik hakkı
müşterinin olursa, bu hükümler tersine olur.
Eğer câriye, satıcının
kızı olur ve muhayyer olan da o olursa, bu satıcı, o cariyeyi ıtk (= azâd)
edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak şartı ile bir köle satın alırsa, durum ne olur?
— Bu köleyi satan
şahıs, üç gün geçene kadar, onun bedelini müşteriden isteyemez. Hâvî'den naklen
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bişr: "Ben, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle
buyurduğunu işittim." demiştir:
Bir kimse, muhayyer
olarak bir köle satın aldığı zaman, satıcı, bu köleyi müşteriye teslim etmesi için
cebredilemiyeceği gibi, müşteri de, bu kölenin bedelini satıcıya vermesi için
cebredilemez.
Müşterinin, bu kölenin
bedelini vermesi hâlinde, satıcıya, köleyi teslim etmesi için cebredilir.
Eğer satıcı, bu
köleyi, müşteriye teslim etmiş olursa, bu durumda da, müşteriye, kölenin
bedelini satıcıya ödemesi hususunda cebredilir.
Eğer, muhayyer olan
satıcı olur ve müşteri de bedeli peşin ödeyip, köleyi teslim almak ister,
satıcı ise, buna mâni olursa, buna hakkı vardır ve aldığı bedeli geri vermesi
için de zorlanamaz.
Âlimlerimiz şöyle
demişlerdir:
Muhayyerlik,
pazarlığın tamamını men eder. Muhayyerliğin, satıcıya veya alıcıya ait olması;
satılan şeyin bir şey veya pek çok şey olması; (bunların bazısına izin alıp,
bazısına almamak olmaz); satılan şeyin teslim alınmış veya teslim alınmamış
olması halleri müsâvîdir.
Çünkü, satılan şeyi
tefrik etmek caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Muhayyerlik satıcıya
âit olur, satılan şey de, teslim edilmiş olduğu halde, onun bir kısmı helak
olmuş bulunursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
satıcı, bu satışı caiz kılar.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Satılan şey, tefâvüt eden (= farklılık gösteren, değişiklik arzeden)
şeylerden ise, bu ahş-veriş bozulur. Satıcı, geride kalana da izin vermez.
Satılan şey, eğer ölçülen,
tartılan veya sayılan cinsten olur ve bunların bir kısmı da helak olmuş
bulunursa, bu durumda satıcı, geride kalanların bedelini alır.
Satılan şey,
müşterinin yanında iken, onu birisi helak ederse, satıcı bu satışı geçerli
sayar ve bedelini müşteriden alır.
Bu, İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki
kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
daha sonra: "Satıcı, müşterinin rızası olmadan, satışı ilzam edemez."
buyurmuştur.
Satın alınan iki köle,
satıcının yanında durmakta iken, bunlardan birisi ölürse, müşteri razı olmadan,
satıcı, diğerini bu müşteriye veremez. Hâvî'de de böyledir. [44]
Kendisinin muhayyerlik
hakkı bulunan bir kimse, —ister satıcı, ister alıcı, ister bir yabancı olsun—
bütün fakıyhlere göre, muhayyerlik müddeti içinde, isterse bu ahş-verişi caiz
görüp ona razı olur; isterse, bu ahş-veriş akdini fesheder.
Eğer, bu şahıs, satışa
izin verdiği halde arkadaşı huzurda olmaz ve onun bilmemesini isterse, satış caiz
olur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Satıcının muhayyer
olması hâlinde, satışın caiz ve geçerli olması, şu üç mânâdan birisi ile olur:
1) Müddeti
içinde, satışa sözle izin vermek: Şöyle ki:
Satıcı: "Satışa
izin verdim."; "Ona razı oldum," "Muhayyerliğimi
düşürdüm." der veya bunlara benzer bir şey söylerse, satış geçerli olur.
FethıTl-Kadîr'de de böyledir.
Bu kimse: "Almaya
meylettim."; "Kabul ettim."; "Hoşuma gitti." veya
"Bana muvafıktır." dese, bu satış bâtıl olmaz.
2) Satıcının
muhayyerlik müddeti içinde ölmesi:
Satıcı, muhayyerlik
müddeti içinde ölürse, muhayyerliği de, akdinin geçerliliği de bâtıl olur.
Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
3) Fesh ve
icazet olmadan muhayyerlik müddetinin bitmesi: Alış-veriş akdi
feshedilmeden veya —muhayyer
olan şahıs tarafından— buna izin verilmeden,
muhayyerlik müddeti tamam olursa, bu durumda satış, hâli üzeredir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Keza, muhayyer olan
şahıs bayılır veya aklî muvâzenesi bozulur ve bu durumda muhayyerlik müddeti
biterse, yine satış hali üzeredir.
Şayet, böyle bir
duruma düşen şahıs, muhayyerlik müddeti içinde ifâ kat bulursa (= iyileşirse)
Şeyhu'l-İmâmü'z-Zâhid Ahmed Tavâvîsî'nin: "Bu şahsın muhayyerliği,
üzerinde olmaz." dediği rivayet edilmiştir.
Şemsül-Eimme Halvânî
ise: "O şahsın muhayyerliği üzerindedir. Bu, me'zun hakkında
mensûstur." demiştir. Esahh olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.
Aslında, bayılmak ve
cinnet getirmek, muhayerliği düşürmez. Çünkü, zaman, —muhayyer olan şahsın—
ihtiyarının haricinde geçmiş olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Muhayyer olan şahsın,
uyuyarak bu müddeti geçirmiş olması hâlinde de, hüküm böyledir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Muhayyer olan bir
kimse, içkiden sarhoş olursa, muhayyerliği geçersiz olmaz. Sahih olan budur.
Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Benuc denilen otu
yiyerek,muhayyerlik müddeti içinde sarhoş olan kimsenin muhayyerliği bâtılolur.
Hatta, bu kimsenin
sarhoşluğu gitse bile, kalan müddet içinde, muhayyerlik hükmünü icra edemez.
Sahih olan ise, bu
hâlin, muhayyerliği ibtâl etmemesidir. Muhiyt'te de böyledir.
Muhayyerlik müddeti
içinde irtidâd edip, tekrar müslümân olan kimse, bi'I-icma' muhayyerdir.
Bu şahıs ölür veya
öldürülürse, muhayyerliği, bi'1-icma' bâtıl olur.
Bir mürted, inadından
sonra, muhayyerlik hükmünü icra ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
şahsın, bu yetkisi durdurulu. İmâmeyn'e göre ise, bu şahsın yetkisi geçerlidir.
Zehıyre'de de böyledir. [45]
Hıyâr-ı şartta (-
muhayyerlikte), bey'ın (= satışın) feshedilmesi veya bey'a icazet (— izin)
verilmesi, kavlen (= söz ile) sahih olacağı gibi, fiilen (= yapılan bir iş ile)
de sahih olur. [46]
"Ben, satışı
feshettim." demekle, satış, kavlen feshedilmiş olur.
Bu durumda bakılır:
Eğer, müşteri huzurda ise, fesh sahih olur; kazaya, rızâya ihtiyaç kalmaz.
Eğer, müşteri huzurda
yoksa, fesh sahih olmaz.
Bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, bu satış, mevkuf ( = durdurulmuş,
tutulmuş) olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
buna muhaliftir. Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R. A.)'un muhalefeti, kavlen (= söz ile) yapılan fesih hakkındadır.
Eğer fesih, fiilen
olursa, bu durumda, müşteri hazırda olsada olmasa da, bu hükmen fesihtir. Bu,
bi'1-ittifak böyledir.
Burada, hazırda olmamaktan
maksad, müşterinin, feshe ait bilgisinin olmamasıdır.
Huzur (= hazırda
olmak) ise, müşterinin, satışın feshi hakkında bilgisinin olmasıdır.
Satıcının satış
feshettiği haberi, muhayyerlik müddeti içinde alıcıya ulaşırsa, fesh tamam
olur.
Ancak bu haber,
müşteriye, muhayyerlik müddeti tamam olduktan sonra ulaşmış olursa, bey' akdi
tamam olur. Çünkü, bu durumda, feshten önce muhayyerlik müddeti geçmiş
olmaktadır.
Keza, satıcı, fesihten
sonra ve müşteri bu fesih haberini almadan önce, satışa izin verirse, bu caiz
olur. Bu durumda, fesh de geçersiz kalır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [47]
Satıcı, muhayyerlik
müddeti içinde sattığı şeyde bir tasarrufta bulunursa, bu satış feshedilmiş
olur.
Meselâ: Satılan şeyin,
bir köle olması hâlinde, satıcının onu, azâd etmesi, müdebber veya mükâtep
kılması gibi...
Satılan, —köle değil
de— başka bir şeyse; onu, birine bağışlaması ve bu bağışı, bağışladığı şahsa
teslim etmesi hâlinde, bu satış, bi'1-fiil feshedilmiş olur.
Ancak, satıcının bu
bağışı teslim etmemiş olması, fesih sayılmaz.
Müşteri, bu malı rehi
bırakırsa, yine satış fiilen feshedilmiş oiur.
Müşteri, bu malı
kiraya verirse, —bunu kiraya tutana teslim etsin veya etmesin— yine satış akdi,
fiilen feshedilmiş olur.
Amme-i meesâyih'in (=
âlimlerin ekserisinin) alıp kabul ettiği kavil budur. Zehıyre'de de böyledir.
Şeyhu'l-İmâm Ebû Bekir
bin FadI, şöyle demiştir:
Satıcı, muhayyerlik
müddeti içinde, sattığı şeyi, müşteriye, yine muhayyer olmak üzere teslim
ederse, muhayyerlik bozulmuş olmaz. Dolayısıyle, bu mal da, müşterinin olmaz.
Ancak satıcı, bu şeyi,
müşteriye temlik olarak teslim etmişse, bu durumda, muhayyerlik bâ tıl (=
geçersiz) olmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Netice, satıcının
sattığı şeyde bulunan, alıcının, ona bedel olarak verdiği şeyde
de bulunursa, bu
satış, delâleten feshedilmiş
olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, bir köleyi,
üç gün muhayyer olmak üzere, zimmetle satıp, bedelini de aldıktan sonra, bu
bedeli muhayyerli müddeti içinde müşteriye bağışlar veya bu bedelden vaz geçer
yahut bu bedelle o müşteriden bir şey satın alırsa; yaptığı bu şeylerin hepsi
sahih olur.
Böylece de muhayyerlik
bâtıl (= geçersiz) olmuş bulunur. Çünkü, zimmetinde olan bedel, para gibidir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza satıcı,
zimmetinde bulunan bedelle pazarlık ederek bir şey satın almışsa, bu alışı
sahih, muhayyerliği ise bâtıl olmuş olur. Bedâi"de de böyledir.
Bu satıcı, zimmetinde
bulunan bedelle, —müşteriden değil de— başka bir şahıstan, bir şey satın
alırsa, muhayyerliği geçersiz olur. Satış da caiz olmaz.
Bu satıcı, satış
bedeli alacaksa, müşteri onu ödeyince, onu alır ve harcarsa, muhayyerlik bâtıl
olmaz.
Keza, satıcı, sattığı
şeyi müşteriye teslim edince de muhayyerlik bâtıl olmaz.
Muhayyer olan müşteri
ise, satıcının, alacağından vaz geçmesi, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, sahih
olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Aralarındak satış işlemi, mhuayyerlik müddetinin bitmesi ile tamam
olmuş veya bu müddet içinde mhuayyerlik sakıt olmuşsa, satıcının ibrası (=
alacağından vaz geçmesi) caiz ve geçerli olur." buyurmuştur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Hulâsa: Bu gibi
mes'elelerde, satış bedeli bir şey olunca, satıcı onu teslim aldığı ve onda satmak veya bağışlamak gibi bir tasarrufta bulunduğu zaman, bunlar,
bu satışın geçerli olduğunun alâmetidir.
Ancak, satılan şeyin
bedeli, —bir mal değil de— para (dirhemler, dinarlar) ise, onu harcamak,
satışın geçerli olduğuna bir delil olmaz. (Bu paranın, müşteriden veya başka
bir şahıstan, bir şey alınarak harcanmış olması da müsavidir.) Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, ikisinde de
muhayyer olmak üzere, iki tane köle satar, müşteri bunları teslim aldıktan
sonra, birisi Ölür veya ona bir hak sahibi çıkarsa, geride kalan kölenin satışı
caiz olmaz.
Alan da, satan da, bu
satışa razı olsalar bile, hüküm böyledir. Çünkü satış, muhayyerlik şartı ile
yapılmıştır.
Bu köleler hayatta
iken, satıcı, bu kölelerin biri hakkında: "Satışı bozdum." dese, bu
sözü geçersiz olur. Ve, ikisi hakkındaki muhayyerliği bakidir.
Keza, bir kimse, üç
gün muhayyer olmak üzere, bir köleyi sattıktan sonra: "Kölenin yansı
hakkında, satışı bozdum." dese, bu söz de batıldır. (= geçersizdir.)
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak üzere yumurta veya çiçek tohumu, çiçek tomurcuğu satar ve bu
müddet içinde yumurtadan civciv çıkar yahut tomurcuk çiçek açarsa, satış bâtıl
olur.
Bu durumda, müşteri
muhayyer olursa, mes'ele hâli üzeredir ve muhayyerliği bakîdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bu satış, muhayyerlik
şartı ile yapılmamışsa, bu durumda müşteri serbesttir: İsterse, yumurtadan
çıkan civcivleri alır; isterse, bunları verip parasını geri alır. Vâkıât-ı
Hüsâmiyye'de de böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak üzere bir yer satar ve —satılan yerle bedelini— karşılıklı
teslim almalarından sonra, satıcı, üç gün içinde satışı bozarsa, bu yer,
kıymetine karşılık olarak müşterinin elinde kalır.
Müşteri de, verdiği
bedeli geri alana kadar, o yeri elinde bulundurur.
Eğer satıcı, o sene
zirâat yapıp ekmesi için, müşteriye izin verirse, müşteri eker ve bu durumda, o
yer müşterinin yanında emânet olur.
Satıcı o
yeri,müşterinin satış bedelini vermeden önce,istediği zaman alabilir. Müşteri o
yeri, hapsedemez. Verdiğini almak için, elinde tutamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bu yeri ekmesi
hâlinde, müşteriye ecr-i misil verilir.
Ve satıcı, bu
müşteriyi, ekini hasâd etmekten men eder.
Müşteri, bu yeri
ektikten sonra, satıcıyı men etmek isterse, satış bedelini verene kadar bunu
yapma hakkına sahip değildir.
Müşteri, zirâatın
hasat vaktine kadar, ecr-i misil vermeden kaçınır ve ekilenlerin sökülmesini
istemeyip, yer sahibine tazminat vermeyi murad ederse, satıcının, zirâat
yapmasına izin vermiş olması halinde, bunu yapmaya hakkı olur.
Durum böyle değilse,
ancak satıcının rızâsı ile, o mahsûlü hasat eder.
Bu durumda da tazminat
gibi bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Sattığı köle hakkında
muhayyerlik kendisine ait olan bir satıcı, bu köleye: "Sen, eve girersen
hürsün." veya "Eve girersen, sen hürsün." dese; böyle söylemesi
satışı bozmak demek değildir.
Keza, böyle bir
durumda satıcının, bu köleye: "Sen hürsün." veya ' 'Şu köle hürdür.''
demesi de, satışı bozmak olmaz.
Bu mes'ele, Müniekâ'da
zikredilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Muhayyer olarak
satılan bir değirmende satıcı, bir şey öğütürse, satış fesholur.
Ancak, bu müşteri öft
miktarınca öğütme yaparsa, bu satış sakıt olmaz. Fakat, bundan fazla öğütürse,
o zaman, satış bâtıl olur.
Fakıyh Ebû Ca'fer:
"Fazla öğütme, bir gün bir gecedir, bundan aşağısı ise, az
öğütmedir." Ve muhayyerliği bozmaz." demiştir. Muh-târu'l-Fetâvâ'da
da böyledir.
Satılan şey, teslim
alınmadan önce zayi olursa, satış bâtıl ( = geçersiz) olur.
Bu durumda, ister
satıcı ister alıcı, isterse ikisi birden muhayyer olsunlar, bir şey değişmez.
Satılan şey, teslim
alındıktan sonra helak olur ve muhayyerlik satıcıya ait bulunursa, satış,bu
şekilde bâtıl olur. Çünkü, satılan şey hâli üzeredir.
Muhayyerlik, satın
alan şahsa aitse, bu satış bâtıl olmaz. Fakat, muhayyerlik bâtıl olur ve satış
bedelini öder. Bedâi"de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine,
muhayyerlik şartı ile bir câriye satar ve teslim eder, müşteri de, bu cariyeyi,
muhayyerlik müddeti içinde azâd edip veya nikahladıktan sonra da, satıcı, bu
satışa rızâ gösterip izin verse; bu durumda, müşterinin azâd etmesi de,
nikahlaması da caiz olmaz.
Bu durumda satıcı,
satışa izin vermekle, izdivacı bozmuş ve cariyenin fercini, müşteriye helâl
kılmış bulunur.
Eğer kocası, bu
cariyeye cima' ettikten sonra, satıeı bu satışı bozmuşsa, —önce— bakire olması
hâlinde, cima',bu cariyenin kıymetini yüz dirhem düşürmüş olur. Ve müşteri, iki
yüz dirhem mehir Öder.
Bu durumda satıcı
muhayyerdir: İsterse, kocadan tam mehri alır ve koca da bir yere baş vuramaz;
isterse, müşteriden cima', sebebiyle kıymetin noksanlaşan miktarını alır.
Bu durumda müşteri,
cariyenin kocasına müracaat ederek, yüz dirhemi ona tazmin ettirir.
Eğer satıcı, cariyeyi
müşteriye teslim etmediği halde, müşteri bu cariyeyi, satıcının yanında iken,
bir şahsa nikâhlar, kocası da ona cima' ettikten sonra, satıcı, satışa rızâ
gösterip izin verirse, o cima', bu cariyeye bir noksanlık vermez. Çünkü, bu
câriye dul ve nikâh da fâsiddir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak üzere, bir ev satar; müşteri de, konuşulan dirhemler
veya bir arsa
karşılığında, bu satıcı
ile, muhayyerliğin kalkması hususunda anlaşırsa, bu caiz olur.
Keza, muhayyerliğin
müşteriye ait olması hâlinde de, satıcı, bu muhayyerliğin kalkması şartı ile
satış bedelini düşürerek veya o yeri biraz artırarak sulh olsa, bu da caizdir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satıcı üç gün muhayyer
olmak üzere, bin dirheme, bir köle satıp, müşteri de, bedel olarak yüz dinar
verdikten sonra, satıcı, bu alış-verişi bozsa, tasarruf bâtıl olur ve satıcı,
müşterinin yüz dinarını geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
Hişam, şöyle demiştir:
İmâm Muhammed (R.
A.)'e sordum:
— Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere, bir
ev satınca, satın alan şahıs, evine gizlenerek, o üç günün geçmesini ve satışın
geçerli ola-masını istese; bu şahıs, bir bahane ile elde edilebilir mi?
İmâm, şu cevbı verdi:
— Evet. O şahsa, birisi gönderilir. Giden
şahıs, bir bahane ile onu ister. Eğer, dışarı çıkarsa ne âlâ. Aksi takdirde
muhayyerlik ibtâl edilir.
Ben, yine sordum:
— Onun hasmı: "Ben bir bahane ile şahit
edindim. O benden gizlendi." derse, durum ne olur?
İmâm, şöyle buyurdu:
— Ona:
"Üç gün içinde, her gün gittiğine ve müşterinin
de gizlendiğine dair şahit getir." deriz. Eğer, iş onun dediği gibi
ise, aleyhine olan muhayyerlik iptâi olunur.
Bundan sonra, müşteri
meydana çıkıp, satıcının iddialarını inkar eder ve ondan muhayyerliğine ve özür
beyanına dâir beyyine isterse, o da iddia edilen şeyleri yapar. Zehıyre'de de
böyledir.
Üç gün muhayyer olmak
şartıyle bir şey satın alan şahıs, bu üç gün içinde, aldığı şeyi geri vermek maksadı
ile satıcının kapısına geldiği halde, satıcı gizlenir ve müşteri de, hâkime
müracaat ederek, "satıcıya, satın aldığı şeyi geri vermesini"
isterse; —bu durumda, hâkimin nasıl davranacağı hususunda— âlimler ihtilâf
etmişlerdir:
Bazıları: "Hâkim,
müşteri için, hasmını getirtir." demişlerdir.
Muhammed bin Seleme
ise: "Hâkim, —bu dâvayı— kabul etmez ve ona bir hasım da nasbetmez. Çünkü
bu müşteri, satıcıdan, kendisinin yok olma ihtimâline binâen, bir vekil
almamıştır. İşi, satıcıya bırakmıştır." demiştir.
Hâkimin, hasmı
getirmemesi hâlinde, müşteri, hâkimden bahane isterse, bu hususta İmâm Muhammed
(R.A.)'den iki rivayet vardır:
1) Rivayetin
birinde: "Hâkim, bunu kabul eder ve bir adam göndererek, satıcının
kapısında: "Hâkim, senin hasmın olan filan şahsın, senden satın aldığı
şeyi, şana, geri vermesini söyledi." diye, nida ettirir.
Satıcı, bunun üzerine
huzura çıkarsa ne âlâ. Çıkmazsa, satış bozulmuş olur.
Böyle bir özür
olmadan, hâkim satışı bozmaz.
2) Diğer
bir rivayette ise: "Hâkim, —yukarıdakinin aksine —bahaneyi de kabul etmez.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur: "Müşteriye uygun olan: "muamelesini
vesikalandırmak ve kefil almaktır. Böylece, satıcı saklanır veya bulunmazsa,
aldığı şeyi, bu vekile geri verebilir."' Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir
Bir kimse, çabuk
bozulan bir şeyi, üç gün muhayyer olmak üzere satın alırsa; kıyâsda, bu
müşteri, hiç bir şey için cebredilmez. İstihsanda ise, bu müşteriye: "Ya
satışı feshet veya geçerli kıl; iki tarafa da ziyan olmasın." denilir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, çabuk
bozulan bir şeyi, muhayyerlik olmamak şartıyle satar, müşteri ise, bu malı
teslim almadan ve bedelini de ödemeden kaybolursa; satıcı, o şeyi, bir
başkasına satar.
İkinci müşterinin,
bunu alması helâl olur. Bu şahıs, daha önce, o şeyin, bir başkasına satılmış
olduğunu bilse bile, hüküm aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Muhayyerliğin, satıcı
veya müşteriye ait
olduğu hallerde, muhayyer olan
kimse: "Eğer, bugün şu işi yapmazsam, muhayyerliğim bozuldu." dese
bile, bu şahsın muhayyerliği bozulmaz.
Keza, bu şahıs, —böyle
söylemese de—: "Yarın muhayyerliğimi bozdum." veya "Yarın
gelince muhayyerliğimi bozdum." der ve bir gün sonra gelirse, Mtintekâ'da:
"Gerçekten, o şahsın muhayyerliği bozulur. Bu, önceki gibi değildir. Çünkü
bu, gelmesi muhal olan bir vakittir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir
cariyeyi, muhayyer olmak üzere, bir köleye satar; köle de, bu cariyeyi bir
şahsa bağışlar veya satışa arzederse, bu durum, satîşa izin vermektir.
Cariyeyi satışa
arzetmek, esahh olan kavle göre, satışı feshetmek olur. Bahru'r-Rıuk'ta da
böyledir.
Bir kimse, muhayyer
oîraak üzere, bir câriye satın ahr ve satıcıya, bu cariyeden başka bir cariyeyi
vererek: "İşte, satın aldığım câriye." derse; bu şahsın sözü
muteberdir/' Satıcı o cariyeye sahip olur ve cima' da edebilir.
Vâkiâtü'l-Husâmiyye'de de böyledir»
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ıın şov' - buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir müslüman, diğer
bir müslümara, —satıcı Jıayyer olmak üzere— sıkılmış üzüm suyu satar, müşteri
de bu;.".i teslim alır ve onun elinde iken,bu üzüm suyu şaraba
dÖnüşür.Eie,bu stus rnutlaka bozulur.
Bumes'ele, Müntekâ'da
zikredilmiştir.
Müşteri, üzüm suyununu
bedelini öder.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'den de rivayet edilmiştir.
Hâkim Ebû'1-Fadl,
başka bir mevzuda: "Muhayyer olan satıcı, üç gün geçene kadar susarsa,
müşterinin, o şeyi satması gerekir." demiştir, bu mevzuda, Bişr:
"Gerçekten, satış bozulur." demiştir. Şayet satıcı, satışı geçerli
kılarsa, müşterinin razı olmasına itibar edilmez.
Meşhur olan rivayet
budur. Zehıyre'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, kendisi
muhayyer olmak üzere bir köle satar ve bu kölenin de, ticâret yapmasına izin
verirse, bu izin, satışı bozmak olmaz.
Ancak, bu satıcının
alacağı ödenir. Ve bu şahıs, alacağını alınca, satışı geçerli kılarsa, köleyi
kullanması caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, kölesini üç gün muhayyer olmak üzere satar ve
müşteriye teslim ettikten sonra, onu müşteriden gasbederse; böyle yapması ile
satış bozulmuş olmaz. Bu durumda, muhayyerlik de bozulmaz. Füsûlü'l-Imâdıyye'de
de böyledir.
Bir kimse, kendisi
muhayyer olmak üzere, bir köle satar ve müşteri onu teslim aldıktan sonra, bu
köle, birisini öldürüp kendisi de ölürse, müşteri, bu kölenin bedelini satıcıya
öder.
Kölenin öldürdüğü
şahsın velîleri de, bu kölenin sahibine baş vurarak, ölenin
kıymetini ondan alırlar.
Satıcı da, aynı
miktarı, müşteriden alır. Bu durum, gasb menzilinde olur.
Bir kimse, kendisi
muhayyer olmak üzere, bir köle satar, bu köle de, kendi yanında bulunur ve bu
şahıs, üç gün içinde: "Satışı feshettim ve bozdum." dedikten sonra:
"Satışa izin verdim. Razı oldum." der ve müşteri de bunu kabul
ederse, —bu satış— istihsânen caiz olur.
Muhayyerlik süresi
içinde, bu satıcı, sattığı köleye karşı bir cinayet (= suç) işleyip, onun
kıymetini eksilttiği halde, müşterinin: "Ben, böylece alırım." demeye
hakkı olmaz. Ancak, satıcının teslim etmesi hâlinde, onu alabilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Satıcı muhayyer iken,
satılan şeyi, bir yabancı helak ederse, satış bozulmuş olmaz.
Bu durumda, satıcı da
muhayyer kalır.
Satılan şeyin,
satıcının veya müşterinin yanında bulunması halleri demüsâvîdir.
Satıcı, isterse satışı
bozar ve cinayet sahibine, o şeyi ödetir.
Keza, satılan şeyi,
müşterinin helak etmiş olması halinde de, satıcı muhayyerdir: Ve dilerse,
satışı feshedip, bu şeyi, müştyeriye tazmin ettirir.
İsterse, satışı
geçerli kılıp, o şeyin satış bedelini, müşteriden alır.
Şayet, satılan şey,
satıcının yanında iken ayıplanırsa (= kusurlanıp kıymeti noksanlaşırsa), bu
kusurun semavî bir afetle olması veya satıcı tarafından meydana getirilmiş
bulunması hallerinde, satış, bâtıl olmaz. Ve satıcı yine muhayyerdir: İsterse,
satışı fesheder; isterse geçerli kılar.
Satıcının, bu satışı
geçerli kılması hâlinde ise, bu defa da müşteri muhayyer olur: İsterse satış
bedelinin tamamını verip, satılan şeyi alır; isterse, —teslim almadan önce,
değişiklik olmuş bulunmasından dolayı— olduğu gibi terkeder.
Eğer kusur, satıcının
fiili ile olmuşsa, satış bâtıl olur. Fakat, bir yabancının fiili ile olmuşsa,
satış bâtıl olmaz.
Bu durumda, satıcı da
muhayyerliği üzeredir: Dilerse, satışı feshederek, cinayet işleyen şahıstan
diyet alır; dilerse, satışı geçerli kılıp, müşteriden satış bedelini alır.
Bu durumda, müşteri de,
cinayet sahibine müracaat ederek, o şeyin
diyetini alır.
Keza, satılan şey,
müşteri tarafından kusurlanırsa, satış
bâtıl olmaz. Ve satıcı da, muhayyerliği üzeredir.
İsterse, satışı
fesheder ve müşteriye tazmin ettirir; isterse, satışı geçerli kılıp, satış
bedelini müşteriden alır.
Keza, bu şey,
müşterinin yanında iken, müşteri veya bir yabancı tarafından yahut da semavî
bir âfet tesiri ile kusurlanmış olursa, satıcı yine muhayyerdir:
Dilerse,,satışı geçerli sayar; dilerse fesheder.
Şayet, satışa izin
verirse (satış geçerli sayarsa), satış bedelini tam olarak yabancı müşteriden
alır
Kusurlama işini, bir
yabancı yapmışsa, müşteri ona müracât ederek,
kusurlanan şeyin
diyetini alır.
Satılan şeydeki kusur,
müşteri tarafından meydana getirilmiş veya semavî bir âfet neticesinde meydana
gelmiş olduğunda, satıcı, satışı feshederse; satıcı, satılan şeyden baki
kalanla.diyetini, müşteriden alır.
Satılan şeydeki kusur,
bir yabancı tarafından meydana getirilmişse, satıcı muhayyerdir: İsterse,
müşteriden satış bedelini alır. Müşteri de, o yabancıdan, o şeyin diyetini ahr.
Bedâi"de de böyledir.
Ebû Süleyman, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir satıcı, muhayyer
olduğu halde yanında bulunan satılmış şeye karşı, bir suç işlenir ve bu satıcı,
satışı bozarsa; o şey kendisine verilir.
Bu satıcının, satışı
geçerli sayması veya muhayyerlik müddeti çıkana kadar susması hâlinde de,
müşteri o şeyi olduğu gibi kabul ederse, bu sefer de ona verilir. Veya, satış
bedelini satıcı müşteriye öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satıcı muhayyer olmak üzere, onun oğlunu satın aldıktan sonra, —bu
müşteri— ölür, satıcı da, satışı geçerli kılarsa, bu —köle— çocuk,
babasına vâris olamaz.
Fetâvâyi kâdîhânda da böyledir.
Üç gün muhayyer olmak
üzere, bir koyun satan şahıs, muhayyerlik müddeti içinde, bu koyunun yününü
kırkarsa; bu satış bozulmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Muhayyerlik kendisine
ait bulunan ve sattığı câriye yanında olan bir satıcı, bu cariyeye cima'
ederse; satış bozulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak üzere, bir câriye satar ve bu câriye de müşterinin veya
satıcının yanında bir kazanç temin eder veya bir çocuk doğurursa; satışın
aralarında tamamlanmış olması hâlinde, bunlar müşterinin olur. Satışın
feshedilmesi hâlinde ise, bunlar satıcının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müşterinin muhayyer
olması hâlinde de bu müşteri, bu cariyeye, yukarıda söylenilen fiillerle veya
başka bir şekilde tasarrufta bulunursa bu ahş-veriş geçerlilik kazanır. Yani,
bu müşterinin muhayyerlik hakkı ortadan kalkar. Bunun için, müşterinin, bu
cariyeye, mülkü gibi tasarrufta bulnmuş oîması gerekir.
Bunda asıl olan,
müşteri, bir şeyi muhayyerlik şartı ile almışsa, onu imtihan etme (= deneme)
hakkı vardır.
Ancak, bu deneme,
aldığı şeyi, kendi mülkiyetine geçirecek olmamalıdır.
Onu, imtihan maksadı
ile, bir şeyle, bir defa iştigal ettirmesi, muhayyerliğinin düşmesine sebep
olmaz. İmtihan için gerekli olmayan her hangi bir işi, veya imtihan için olsa
bile, mülkü olmayana yapması helâl olmayan bir tasarrufu yapan müşterinin bu
davranışı ihtiyarını kulanma manasına gelir. Zehıyre'de de böyledir.
Bu durumda, muhayyer
olan, müşteri olur ve bu müşteri, o câa-riyeyi azâd eder veya müdebbere,
mükâtebe kılar yahut rehin bırakır veya bağışlar veyahut da kiraya verirse;
bunların tamamı, satışın geçerli kılınması demektir. Çünkü, bunlar, Özel mülkte
tasarruftur. Nihâye'de de böyledir.
Bu müşteri, bu
cariyenin bir kısmını azâd etmiş olsa bile, hüküm yine böyledir.
Bu müşterinin cariyeye
cima' etmesi, öpmesi, onu şehvetle kucaklaması, fercine şehvetle bakması,
satışa rızâ ve izin demektir.
Ancak, ona elini
dokundurması ve fercine şehvetsiz olarak bakması, alış-verişe icazet (= izin
verme) sayılmaz. Bedâi"de de böyledir.
Bu müşterinin,
cariyenin diğar azalarına
şehvetle bakması, muhayyerliğini
sakıt etmez. Çünkü, bunun denemeye ihtiyacı vardır.
Satıcı ise böyle
değildir. O, eğer, cariyeye dokunur; fercine bakar veya başka yerine şehvetle
bakarsa muhayyerliği sakıt olur. Çünkü, böyle yapması, mülkünün dışında bir
tasarruf olur. Bu ise, helâl olmaz.. Serahsî'nîn Muhıytt'nde de böyledir.
Şehvetin hududu,
tenasül âletinin intişar
etmesi ve bunun —gittikçe— ziyadeleşm esidir.
Bazıları ise:
"İntişar şart değildir. Kalben arzu duyulması kâfidir." demişlerdir.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birinden, üç gün muhayyer olmak üzere bir câriye satın aldıktan sonra, o
cariyeyi öper veya fecrine bakar; bilâhare de, geri vermek isteyerek:
"Ben, bunları şehvetsiz yaptım." derse, onun yeminle birlikte
sözlediği söz geçerli olur.
Bu kavil, İmâm
Muhammed (R.A.)'den, bu şekilde —Müntekâ'da— rivayet edilmiştir.
Ve, İmâm Muhammed
(R.A.), şöyle buyurmuştur:
Görülmüyor mu ki, bir
kimse karısını öptükten veya ona dokunduktan yahut da fercine baktıktan sonra:
"Ben, bunları şehvetsiz yaptım." deyince onun sözü kabul ediliyor...
Buda, öyledir.
Ancak bu şahıs,
cariyeye mübaşerette bulunduğu halde "meni şehvetsiz çıktı." derse;
bu durumda, sözü kabul edilmez.
Sadru'ş-Şehld:
"Öpmek de, müsâharat haramlığına sebeptir." diye fetva vermiş ve:
"Onun, şehvetsiz olduğunu açıklayamaz." demiştir.
Dokunma ve fecre bakma
husususnda ise: "Şehvetle olmadığı tebeyyün etmese bile, sıhriyeti haram
kılmaz." demiştir.
Kıyâs da, bunun
üzerinedir.
Buna göre, müşteri
cariyeyi öper ve sonra da: "Şehvetsiz öptüm." derse; bu sözüne
inanılmaz ve kabul edilmez. Bu müşterinin muhayyerliği de sakıt olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Cariyeyi öptüğü halde:
"Şehvetsiz öptüm." diyen müşteri, onu ağzından öpmüşse, sözü kabul
edilmez.
Eğer, başka yerinden
Öpmüşse, sözü kabul edilir ve bu müşterinin muhayyerliği devam eder.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Sadru'ş-Şehîd,
Kitâbü'l-Büyû'da şöyle demiştir:
Bu. câriye, müşterinin
ön tarafına bakar; müşteriyi öper veya ona şehvetle dokunursa ve müşteri de,
cariyenin bunları şehvetle yaptığını ikrar ederse ve câriye de bunu, temkin
etmek için yapmış bulunursa, bi'1-icma' müşterinin muhayyerliği sakıt olur.
Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Câriye, bu
yaptıklarını, —müşteriyi temkin için değil de— iste-miyerek yapmış olsa bile,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine de bu müşterini muhayyerliği sakıt olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'dan ise, "bu hâlin, satışın geçerli sayılmasını
gerektirmediği" rivayet edilmiştir.
İmâm M un amme d
(R.A.)'de: "Bu câriye, bunları hangi halde yaparsa yapsın, bunlar satışa
icazet sayılmaz." buyurmuştur.
Bu müşteri uyurken,
câriye onunla cima' ederse, bi'I-icma' satıcının muhayyerliği sakıt olur.
Bedâi"de de böyledir.
Cariyeyi yatağına
da'vet etmekle,bu müşterinin muhayyerliği sakıt olmaz.
Müşteri, bu cariyeyi,
bir şahısla nikâhlasa, yine muhayyerliği bâtıl olmaz. Ancak, kocasının bu
câriye ile cima' etmesi hâlinde, müşterinin muhayyerliği bâtıl olur. Fetâvâyi
Sirâciyye'de de böyledir.
Müşteri muhayyer olur
ve satın aldığı şeyi teslim almış bulunursa, bu
şeye bir noksanlık
gelmesi hâlinde, ahş-veriş
akdi bozulmaz. Muhayyerlik ise,
geçersiz olur.
Bu, durumda,
noksanlığın, satıcı veya bir başkasının fiili ile meydana gelmiş olması da
müsavidir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebıı Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Zahîriyye'de de böyledir.
Eğer bu noksanlık,
hastalık gibi, gitmesi veya kaybolması muhtemel bir şey ise, bu müşterinin
muhayyerliği devam eder: İsterse, bu satışı
fesheder; isterse, geçerli kılar.
Bu noksanlık devam
etmekte iken, muhayyerlik müddeti tamam olursa, satış akdini feshetme hakkı
bâtıl ve bu satış geçerli olur. Bedâi'.'de de böyledir.
Bir müşterinin,
muhayyer olarak satın almış bulunduğu köle hastalanır ve bu müşteri, satıcıya
giderek: "Satışı bozdum ve köleyi sana iade ettim." dediği halde,
satıcı bunu kabul etmez ve köleyi teslim almaz ve bu köse hasta iken
muhayyerlik müddeti biterse, bu köle müşterinindir.
Köle, bu müddet içinde
iyileşirse, müşteri köleyi teslim etmemiş olsa bile, onu satıcıya iade
edebilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Satılan şey,
müşterinin yanında iken, bu şeyin aslında mevcut olan, zayıflık, hastalık ve
gözdeki beyazlık gibi şeylerin ortadan kalkması, satışı bozma ve satılan şeyi
iade etme işlemelerine sebep olamaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Muhayyerlik müddeti
içinde, satılan şeyde meydana gelmiş olan fazlalık; elbisenin boyanması,
dikilmesi; kavrulmuş unun yağa katılması; satılan bir yere ağaç dikilmesi veya
bina yapılması gibi,o şeyin aslından doğan bir fazlalık değilse; bunlar,
bi'1-icma' redde mânidirler.
Keza, bu durumda
fazlalaşan şey, çocuk doğması, süt sağılması, koyunun yünü, mehir, diyet ve
benzerleri gibi bir şeyse, yukarıdakiler gibi, bunlar da redde mâni olurlar.
Yenâbi"de de böyledir.
Bu şekilde, satılan
şeyin aslından zühûr etmeyen, kâr etme, gelir getirme gibi artışlar
bi'1-ittifak redde mani değildirler.Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Şayet, —muhayyer olan—
bu müşteri, satışı geçerli kılarsa, artan bu şeyler, bi'1-icma' kendisinin
olur.
Bu, müşteri, satışı
feshederse; bu artan şeyleri, asılları ile birlikte, satıcıya geri verir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
müşteri, aslım satıcıya verir; fazlalık ise, kendisinin olur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, muhayyer
olarak satın aldığı hayvana, sür'atine veya kuvvetine bakmak için biner veya bu
şekilde aldığı bir elbiseyi, ona bakmak için giyer yahut, böyle satın aÖfığı
bir cariyeye, hizmetini görmek
için hizmet yaptırırsa,
bu durumlarda, bu
müşterinin muhayyerliği devam eder.
Bu müşteri, bu
hayvana, örf ve âdetten fazla binerse, bu ahş-verişe razı olması demek olur ve
muhayyerlik hakkı sakıt olur.
Müşterinin, bu
hayvana, bir ihtiyacı için binerse, hüküm yine böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Keza, bu müşterinin
muhayyerlik hakkının sakıt olmaması için,
müşterinin, muhayyer
olmak üzere aldığı cariyeye, az hizmet ettirmesi gerekir.
Eğer, cariyeye
yaptırılan hizmet çok olur ve imtihan haddini geçerse, bu da mülkiyetini
ihtiyar olur. Yani, bu câriye, müşterinin olur; muhayyerlik düşer ve satış
tamamlanmış bulunur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu müşteri, muhayyer
olmak üzere satın aldığı elbiseyi, soğuktan korunmak için giyerse böyle yapması
da, bu ahş-verişe rızâ olur ve bu müşterinin muhayyerlik hakkı ortadan kalkar.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bu müşteri, o hayvana,
sulamak veya ona yem satın almak yahut onu satıcıya geri vermek için
binerse; kıyasa göre, böyle yapması, ahş-verişe izin vermesi olur;
istihsanda ise, bunlar satışa rızâ sayılmaz ve bu müşterinin muhayyerliği devam
eder. Bedai"de de böyledir.
"Bu hüküm,
hayvanı sulamanın, otunu satın almanın ve sahibine geri vermenin, ona binmeden
mümkün olmadığı hallerde geçerlidir." denilmiştir.
Bu şeylerin, o hayvana
binilmeden yapılması mümkün olduğu halde, müşteri binmiş olursa, o zaman,
müşterinin, o hayvana binmesi ile muhayyerliği bâtıl (= geçersiz) olur.
Keza müşteri, bu
hayvanın yiyeceği, bir kapta olduğu halde onu taşımak için hayvana binmiş
olursa, muhayyerliği bâtıl olmaz. Ancak bu kap, heybe gibi iki gözlü bir kap
ise, o zaman muhayyerliği bâtıl olur.
Bu mes'ele, Siyer-i
Kebîr'de zikredilmiştir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bu müşteri, —muhayyer
olmak üzere— satın aldığı cariyeyi, ikinci defa, bir hizmette kullanır ve
hizmet de birincinin aynı olursa, onun mülkiyetini ihtiyar etmiş olur.
Ancak, bu ikinci
hizmet, birinci hizmetin nev'inden ayrı bir hizmet ise, o zaman, bu cariyeyi
ihtiyar etmiş sayılmaz.
Ve bu müşterinin,
cariyeyi, birinci hizmetin aynısını yapmaya zorlaması da, onu mülkiyetine
aldığının delili olur.
İmâm Muhammet) (R.A.),
İcârât kitabında, "hizmette kullanmayı" açıklayarak, şöyle
buyurmuştur:
Müşteri, cariyeye, bir
yükü dama çıkarmasını veya damdan indirmesini yahut ayakkabılarını öne
koymasını, yemek pişirmesini, ekmek yapmasını emrederse, bunlar kolay işlerdir.
Ancak, yemek
pişirmesini, ekmek yapmasını âdetin üstünde emrederse, böyle yapması,
ahş-verişe razı olması demek olur. Muhıyt'te de" böyledir.
Satın aldığı hayvana
sür'atine bakmak için binmiş bulunan bir müşteri, sonradan, başka bir hususunu
anlamak için yine binmiş olsa, bu durumda muhayyerliği bozulmaz.
Ancak, elbiseyi bir
defa giydikten sonra, enine boyuna bakayım diye, bir daha giyerse, muhayyerliği
sakıt olur. Bedâi"de de böyledir.
İçindeki ekini ile
birlikte bir yer satın almış bulunan şahıs, bu ekini sular veya ondan koparır,
sürer, savurur yahut onu satışa arzederse, muhayyerliği geçersiz olur.
Ancak, bu ekini o yeri
almış olduğunu kuvvetlendirmek için, satışa arzetmiş bulunursa, bu durumda
muhayyerlik hakkı geçerli kalır.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu yerdeki hurma ağaçlarının hurmalarını toplarsa, muhayyerliği
geçersiz olur.
Bir müşteri, satın
aldığı yeri sürer veya ekerse, alış-verişe razı olmuş olur.
Bu işi, muhayyer olan
satıcı yaparsa, alış-veriş feshedilmiş olur.
Keza, bu yeri,
müşteri, ariyet olarak veya icara verirse, yine muhayyerliği düşer.
Ariyet olarak alan
şahsın, bu yeri sulayıp sulamaması arasında da bir fark yoktur.
Keza, müşteri kanalı
kazıp, o yerdeki kuyuya su doldurursa, yine muhayyerliği düşer.
Bu müşteri, o yerdeki
kuyuyu önce yıkar, sonra da tekrar yaparsa, muhayyerliği geri dönmez.
Bir kimse satın aldığı
yerin kuyusundan su içer veya hayvanlarını sularsa, bu durum muhayyerliğe zarar
vermez. Çünkü, bu mubahtır.
Bu müşteri, satın
aldığı yerin kanalının suyu ile başka bir yer , sularsa, böyle yapması,
alış-verişe rızâ göstermesi demek olur.
Ancak, müşterinin
haberi olmadan, bu kanaldan, başka bir şahıs sularsa, bu durumda muhayyerliği
devam eder.
Bu müşteri, satın
aldığı bu yerin otunu, kendi hayvanına otlatırsa, muhayyerliği geçersiz ve
satışa razı olmuş olur.
Ancak, başka bir
şahıs, burada hayvanlarını otlatırsa, müşterinin muhayyerliğine bir zarar
gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, muhayyer
olmak üzere satın almış bulunduğu bir kuyuya bir koyun düşüp Ölür veya oraya,
bu kuyuyu pislendirecek bir şey düşerse, bu kuyuyu boşaltıp temizlemeden önce,
onu reddedemez. Yani, alış-verişi bozup, bu kuyuyu sahibine iade edemez.
Bu müşteri,
muhayyerlik müddet içinde, kuyuyu boşalttırıp temizletirse, satıcıya geri
verebilir mi?
İmâm Muhammed (R.A.),
bu mes'eleyi kitabında yazmamıştır.
Bu konuda, âlimlerimiz
arasında ihtilaf vardır:
Bazıları: "Bu
kuyu geri verilir. Çünkü, noksanlık muhayyerlik müddeti içinde giderilmiştir.
Bu müşteri de, muhayyerliği üzeredir." demişlerdir.
Ebû Ca'fer, üstadı Ebû
Bekir el-Belhî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu müşterinin, iade
etme hakkı, —gerçekten— yoktur. Kuyu boşaltılıp temizlenmiş olsa bile, aslında
noksanlık devam etmektedir. Çünkü, bize göre, bu kuyu temizlenmişse de,
"temiz olmaz." diyenler de vardır." Zehıyre'de de böyledir.
Bu kuyuyu satın alan
kimse, azlığına veya çokluğuna bakmak için, o kuyudan su alıp içer, hayvanlarını
da sular ve abdest alırsa, muhayyerliği düşmez. Çünkü, buna bakmak bir
ihtiyaçıtır.
Ancak, bu su ile,
ziraî mahsullerini sularsa, o zaman muhayyerliği bâtıl.olur. Çünkü, buna muhtaç
değildir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir hayvan satın alan
şahıs, onun tırnağından keser veya yelesinin bir kısmını
alırsa, muhayyerliği bâtıl
olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimsenin, satın
aldığı hayvanı ıslâh etmesi, onun damağından kan alması veya ona neşter
vurması, bu alış-verişe razı olduğu anlamına gelir. Muhıyt'te de böyledir.
Muhayyer olmak üzere,
bir koyun veya bir sığır satın alan kimse, bunların sütünü sağarsa,
muhayyerliği sakıt olur. Fetâvâyi Sirâdyye'de de böyledir.
Kudurî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, —muhayyer
olmak üzere— satın aldığı bir eve oturur veya ücretli— ücretsiz bir başkasının
oturtur, onu tamir eder, ona ilave yapar, badana eder yahut bir yerini yıkarsa,
bu davranışları, bu ahş-verişin geçerliliği anlamına gelir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bu evin duvarı, hiç
bir kimsenin tesiri olmadan yıkılırsa, yine muhayyerlik sakıt olur.
Serahsî'ninMuhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, içinde
oturmakta olduğu bir evi, muhayyer olmak şartı ile alır ve o evde oturmaya
devam ederse, muhayyerliği bâtıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.
Bir kimse, içinde kira
ile oturmakta olan bir kimse bulunan evini, müşteri muhayyer olmak üzere satar
ve bu müşteri, evde oturmakta olan şahıstan kira bedelini isteyip alırsa, bu
davranışı, —alış-verişe razı olduğu
anlamına gelir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, muhayyer
olarak satın aldığı bir şeyi, yine kendisi muhayyer olmak üzere, bir başkasına
satsa; muhayyerliği bâtıl olmaz.
Ancak, bâzı âlimler:
"Bu şahsın muhayyerliği batıl olur." demişlerdir.
Sahih olan da budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtı'de de böyledir,.
Bir kimse, —muhayyer
olarak— satın aldığı bir köleye hacamat yapsa veya ona ilaç içirse yahut saçını
tıraş etse, bunlar, alış-verişe razı olması anlamına gelir. Muhıyt'te de
böyledir.
İmâm Muhamme (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin, muhayyer
olarak satın almış bulunduğu köleye: "Saçını tıraş ettir." demesi,
alış-verişe razı olduğu anlamına gelmez.
Ancak, bu sözü ile, o
kölenin tedâvî olmasını murad etmişse, bu durum, alış-verişe rızâ sayılır.
Kölenin, başını ve
sakalını yıkamak da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bu köle, müşterinin
emri ile hacamat yaptırırsa, bu emir, alış-verişe rıza anlamına gelir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, muhayyer
olarak satın aldığı kölenin, başkalarına, ücretle hacamat yaptığını gördüğü
halde ses çıkarmazsa; bu davranışı, alış-verişe razı olması demek olur.
Ancak, köle bu işi
ücretsiz yapıyorsa, müşterinin davranışı, rızâ olmaz. Kölenin yaptığı hizmet
olur.
Görmez misin ki, o
köleye, bir şahıs: "Bana hacamat yap." der, o da yaparsa, bu hâl rızâ
olmamaktadır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, muhayyer
olmak şartı ile bir câriye satın aldıktan sonra, ona çocuğunu emzirmesini
emrederse, bu rızâ sayılmaz.
Keza, müşteri, bu
cariyeye başını taramasını yağlanmasını, elbise giyinmesini emretse, bunlar da,
alış-verişe rızâ sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Muhayyer olmak
şartiyle, bir şey satın alan şahıs, onu, bedelini nakden ödeyerek teslim alsa,
böyle yapması muhayyerliğini geçersiz kılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse,
üç gün muhayyer
olmak şartiyle satın
ve teslim aldığı bir köleye, bir
miktar mâl bağışlar ve bu köle, müşterinin izni olmadan, —bilgisi olsun veya
olmasın— o malı, tüketir, elden çıkarır, helak ederse, bu durumda müşterinin
muhayyerliği sakıt olmaz.
Müşterinin oğlu, o
köleye bağışta bulunur, kölede bu bağışı teslim alırsa, bu durumda, müşterinin
muhayyerliği devam eder.
Ancak, bu durumda,
köleye verilen şeyi, müşteri helak ederse muhayyerliği geçersiz olur.
Zahıriyye'de de böyledir.
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak üzere bir köle satın aldıktan sonra, bu köleyi satan şahıs, alan
şahsın yanında, onun elini keserse, müşterinin muhayyerliği bâtıl olur.
Bu, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
İmâm Muhanınıed
(R.A.)'e göre, bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan ise, bu hususta iki rivayet vardır:
Eğer bu satıcı,
kölenin elini, müşteri onu teslim almadan önce kes-mişse, —bütün alimlere göre—
bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz.
Şayet, bu köleni
elini, müşterini yanında, bir yabancı tarafından kesilirse, —bütün âlimlere
göre— bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir şahsm, muhayyer
olarak satın aldığı evin yanındaki ev de, yine bu şahıs muhayyer olması
şartıyle satılır ve bu müşteri, şuf'a hakkını kullanarak, o evi de satın
alırsa, muhayyerliği sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müşterini, bu evi
teslim almış olması şart değildir. Sadece, istemesi kâfidir. İsterse, berber
teslim alsın; isterse, sonra teslim alsın mü-sâvîdir. Nehru'l-Fâik'ta da
böyledir.
Muhayyer olan bir
müşterinin alış-veriş bedelini, muhayyerlik müddeti içinde rehin bırakması caiz
olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
Bir müşterinin,
muhayyer olmak üzere satın almış bulunduğu tavuk, yumurtlar veya bu şekilde
satın aldığı bir hayvan doğurursa, bu müşterinin muhayyerliği geçersiz olur.
Ancak, bu hayvan ölü
doğurursa, müşterinin muhayyerliği bâtıl olmaz. BahruV-Râık'ta da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir;
Müşterinin yanında,
muhayyerlik müddeti içinde doğan yavru ölü olur ve bu hâl, satılan hayvana bir
noksanlık vermezse, bu durumda, bu müşterinin muhayyerliği devam eder.
Muhıyt'te de böyledir. [48]
Hem alıcının, hem de
satıcım muhayyer bulunduğu hallerde, —ikisinin de rızası olmadan— îek taraflı
rıza, alış-verişin tahakkuk etmesine
kâfi gelmez. Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, kendisi de,
müşteri de muhayyer olmak üzere, bir câriye karşılığında, bir köle satar ve bu
satıcı satışa rızâ gösterir, teslim ve tesellüm işlemi de karşılıklı olarak
yapılır ve bu köle, müşterinin yanında iken ölürse, bu alış-veriş tamamdır.
Satıcı da, müşteri de
muhayyer olmak üzere, bir kimse, bir câriye karşılığında bir köle satın
aldıktan sonra, her ikisi de azâd etseler, bunları itki (= azâd etmesi) caiz
olur.
Bir kimse, iki tarafın
da muhayyer olmaları şartı ile, bin dirheme bir köle satın alır ve satıcı,
müşterinin huzurunda: "Bu alış-verişe icazet verdim." dedikten sonra,
müşteri: "Ben de, bu satışı feshettim." derse, bu alış-veriş bozulmuş
olur.
Şayet, muhayyerlik
müddeti içinde veya bu müddetten sonra, bu köle, satıcıya iade etmeden,
müşterinin yanında ölürse, müşteri, satış bedelini, satıcıya öder.
Bu köleye, bir
noksanlık arız olmuş bulunursa, bu durumda da, müşteri, onun satış bedelini,
satıcıya öder. Bu durumda, onu aybı ile satıcıya geri verme hakkına sahip
değildir.
Eğer, müşteri önce
satışı bozar ve satıcı ise, bu satışa izin verir; köle ise, bundan sonra helak
olursa; müşteri kölenin kıymetini öder.
Keza, bu durumda,
köleye bir noksanlık ânz olsa, satış bozulmuş olur. Satılan da, noksanlığı da
geri iade edilir.
Bu noksanlık, satışın
feshinden önce meydana gelir, sonra da satıcı satışa izin verirse, müşteri bu
kölenin satış bedelini öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir
ahş-verişi,muhayyer olan satıcı veya müşteri, karşılıklı olarak bozduktan
sonra, satılan şey teslim edilmeden önce, müşterinin yanında helak olursa, bu
müşteri, —muhayyer olan kendisi ise—o şeyin kıymetini öder. Mebsût'ta da
böyledir.
îki kişi, muhayyer
olmak şartıyle, bir şey satın aldıktan sonra, bu şahıslardan birisi, sarahaten
veya delâleten, bu satışa rıza gösterirse, diğeri bunu
reddedemez. İmâm A'zam
(R.A.)'a göre, onun muhayyerliği bâtıl olur.
İmâmeyen'e göre ise,
bu şahıs, kendi hissesini reddedebilir. NehrıTl-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, muhayyer
olmak üzere, iki şahıstan, bir köle satın aldıktan sonra, bu kimselerden birisi
satışa razı olur, diğeri ise razı olmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
alış-veriş geçerlidir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Allahu Teâlâ Muîndır. [49]
Satıcı ve alıcı,
muhayyerliğin şartı hususunda görüş ayrılığına düştükleri zaman:
1) Menfî ( =
olumsuz) söyleyenin sözü geçerli olur.
2) Miktarda
ihtilâf ederlerse, ikrarda bulunanın sözü geçerli olur.
3) Vakitte
ihtilâf ederlerse, en kısa vakti ikrar edenin sözü geçerli olur.
4) Müddetin
geçip geçmediği hususunda ihtilaf ederlerse, inkar edenin (yani
müddet geçti diyenin)
sözü geçerlidir. Mebsût'ta
da böyledir.
5) Muhayyerliğin
şart olup olmadığı hususunda ihtilâfa düşerler ve ikisi de beyyine ibraz ederlerse
muhayyerliğin bulunduğunu iddia edenin beyyînesi üstün tutulur. Kunye'de de
böyledir.
6) Şayet,
satıcı ve alıcıdan birisi muhayyer olur ve muhayyerlik müddeti içinde
satışın bozulup bozulmadığı
hususunda ihtilafa düşerlerse,
muhayyer olan şahsın sözü geçerli olur. Diğer şahsın beyyine getirmesi gerekir.
Muhayyerlik müddeti
çıktıktan sonra ihtilaf etmiş olurlarsa,
satışın geçerli olduğunu söyleyenin sözü geçerli olur.
Bu durumda, satışı
feshedildiğini söyleyenin beyyine getirmesi gerekir.
7) Şayet,
ikisi de muhayyer olurlar ve muhayyerlik müddeti içinde, satışın fesh ve
icazeti hususunda ihtilâfa düşerlerse; satışın bozulduğunu söyleyenin sözü
geçerli olur. Diğerinin beyyine getirmesi gerekir.
Bu ihtilâfa,
muhayyerlik müddeti geçtikten sonra düşerlerse; satışın geçerli olduğunu
söyleyenin sözü kabul edilir.'
Bu durumda ise,
diğerinin beyyine getirmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bunlar, beyyinelerinde
tarih bulunmaması halindeki hükümlerdir. Şayet, beyyinelerinde tarih bulunursa,
bu satışın cevazı veya feshi hususunda, tarihi önce olan beyyine kabul edilir.
Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse,
kendisi muhayyer olmak
üzere, bir başkasına, bin dirheme, bir
köle satar; müşteri de bu köleyi teslim aldıktan sbnray muhayyerlik müddeti
çıkar ve bu şahıslardan birisi: "Köle, üç gün içinde öldü; satış bozuldu.
Kıymeti gerekir." der; diğeri ise: "Hafyır, ölmedi; bu köle
kaçtı." derse; "köle ölmedi, kaçtı." diyenin sözü kabul edilir.
Bu şahıslardan her
ikisi de, beyyine getirirse; yine "Sağdır, fakat kaçtı." diyenin
beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu kölenin öldüğünü,
her ikisi de, doğruladığı halde, bunlardan birisi: "Üç gün içinde
öldü." diğeri: "Üç günden sonra öldü." derse; "Üç gün
içinde öldü." diyenin sözü geçerli olur. Diğerinin beyyine getirmesi
gerekir.
Keza, ikisi de,
"bu şahsın, üç günden sonra öldüğünü" doğrular, ancak satışın geçerli
bulunduğu veya feshedilmiş olduğu hususunda ihtilafa düşerler ve birisi,
"beyyine getirerek, satıcının, üç gün içinde, satışı j. bozduğunu"
iddia eder; diğeri ise, "satışın geçerli olduğunu" söylerse; satışın
bozulduğunu iddia eden şahsın beyyinesi kabul edilir.
Bu, kıyâsda böyledir.
İstihsânda ise,
"satışın geçerli olduğunu" iddia eden şahsın beyyinesi geçerli olur.
Yâni onun sözü kabul edilir.
Bu kölenin, üç gün
içinde öldüğünü, ikisi de doğrularsa, mes'ele hâli üzeredir. "Satışın
geçerli olduğunu" iddia edenin beyyinesi evlâ olur.
Bu şahıslardan birisi,
"kölenin, üç günden sonra öldüğünü" iddia eder; satıcı da, üç gün
içinde satışa izin vermiş olursa veya diğeri ise, "bu kölenin, üç gün
içinde öldüğünü" iddia ettiği halde; satıcı satışı, daha önce nakzetmiş
bulunursa; satışı naksedenin sözü kabul edilir. Diğerinin beyyine getirmesi
gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, üç gün
muhayyer olmak şartıyla, bin dirhem kıymetinde, bir köle satar; müşteri bu
köleyi teslim alır, ancak, —muhayyerlik müddeti olan— üç gün içinde, bu kölenin
kıyemti iki bin dirheme yükselir ve üç gün geçince, satıcı beyyine ikâme ederek
"müşterinin, bu köleyi, kıymeti iki bin dirhem olduktan sonra, hatâen
öldürdüğünü" iddia ettiği halde, müşteri bunu inkâr edip, "kölenin
kıymeti iki bin dirhem olduktan sonra, onu, satıcının hatâen öldürdüğünü"
iddia edip, bu hususta beyyine getirirse, satıcının beyyinesi kabul edilir.
Bu şahıslardan
birisi, "Bu kölenin
üç gün içinde, müşterinin yanında öldüğünü" söyleyip
buna beyyine getirdiği halde, diğeri "üç günden sonra öldüğünü" söylerse;
üç günden sonra öldü diyenin beyyinesi kabul edilir.
Satıcıya tazminatta
bulunulmasının gerekli olduğuna hükmedersek, satıcı, kölenin artan kıymeti
üzerinden, onu, müşteriye tazmin ettirir.
Bu durumda, müşterinin,
köleyi satın aldığı gündeki kıymetini ödemeye hakkı yoktur.
Keza, satıcı: "Bu
köleyi, üç gün içinde, filân şahıs, hatâen öldürdü.'' deyip, bu hususta beyyine
ibraz eder; müşteri ise, "üç günden sonra öldürdü." diye beyyine
getirirse, satıcının beyyinesi evlâ olur.
Katilin, bu kölenin
öldürdüğü gündeki kıymetini ödemesine hüküm verilir. Müşterini, tazmin ettirme
hakkı yoktur.
Müşteri, "bu
köleyi, üç gün içinde satıcının öldürdüğünü" iddia eder; satıcı ise,
"onu, üç günden sonra, müşterinin öldürdüğünü" iddia ederse;
satıcının sözü ve beyyinesi kabul edilir.
Şayet satıcı,
"köleyi, üç günden sonra, bir yabancının öldürdüğüne" beyyine
getirdiği halde; müşteri "üç gün içinde öldürdüğünü söylerse; yine
satıcının beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Alıcı ve satıcı, bu
köleyi, bir başkasının gasbettiği hususunda ittifak ettikleri halde; satıcı,
"üç gün içinde öldüğünü" iddia ederken, alıcı "üç gün içinde
öldüğünü" iddia ederse, müşterinin beyyinesi geçerlidir.
Durum bunun aksi
olursa, o zaman satıcının beyyinesi geçerli olur.
Bu durumda, müşteri,
gasbeden şahsa, kölenin kıymetini tazmin ettirir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bu kölenin, iki kişi
tarafından gasbedilmiş olması hâlinde, müşteri, hangisinin gasbettiğini isbat
ederse, köleyi ona tazmin ettirir.
Yukarıda açıklamış
olduğumuz gibi, onun ölümüne, beyyine ikâme edemezse, bu kölenin, —muhayyer
olunulan— üç gün içinde öldüğünü söyleyen şahsın sözü geçerli olur. Muhıyt'te
de böyledir. [50]
Bir kimse, iki elbise
veya iki köle yahut iki hayvan satın alır ve kendisi veya satıcı bunlardan
birisi hakkında üç gün muhayyer olursa;
burada dört vecih söz konusu olur.
Bu vecihlerden üçünde,
bu ahş-veriş feshedilir; birinde ise caiz olur. Satışın feshedildiği vecihler
şunlardır:
1) Satılanların her
birinin Hatlarının belirlenmemiş
olması ve muhayyerliğin
hangisinde bulunduğunun açıklanmaması hâli.
2)
Muhayyerlik belirlendiği halde, satılan o iki şeyin fiatlarmın, ayrı ayrı
tesbit edilmiş olmaması hâli.
3) Satılan
şeylerin fiatlarmın belirlenmiş bulunulmasına
rağmen, hangisinde muhayyer olunduğunun belirlenmiş olmaması hali.
Bu ahş-veriş akdinin
geçerli olduğu vecih ise şudur:
4) Satılan
şeylerin ikisinin de fiatları ve hangisinde muhayyer olunduğu belirlenmiş
olursa, bu durumda birinin satışı tamamdır; diğeri ise muhayyer kalır.
Muhayyer olan kimse,
satışa izin verir veya bu kimse öldüğü halde, satış feshedilmeden önce
muhayyerlik vakti biterse, bu ahş-veriş her iki mal hakkında da caiz olur.
Müşteri bedellerini öder.
Müşteri bedellerini
ödediği müddetçe, satıcı bunların satışını fes-hedemez.
Bir kimsenin, ölçülen
veya tartılan bir şeyi yahut bir köleyi, yarısında muhayyer olmak üzere satın
alması sahih olur. Bedellerinin ayrılıp ayrılmaması da fark etmez.
Müşterinin muhayyer
bulunması hâlinde, isterse, aldığı şeyin yansını, satıcıya iade edebilir.
Satılan şey
bölünebiîiyorsa; satıcı, bu geri verişe baştan razı olmuş demektir. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse, bir başka
şahıstan birisi hakkında muhayyer olmak şartiyle, —biner dirhem bedelle— iki
köle satın alsa, bu akid caiz olur.
Ancak, müşterinin:
"Ben, hakkında muhayyerlik bulunmayanı alırım." deyip, onun bedelini
vermesi doğru olmaz.
Satıcı, her ikisinin
bedelini de istediği halde, müşteri Ödemekten kaçınırsa, bu müşteriye ödemesi
hususunda cebredilemez.
Satıcı, muhayyer
olmadığı köleyi, müşteriye teslim edip, ondan satış bedelini alır, diğer köle
hakkında ise, bir şey^söylemez; müşteri ise: "Sen diğerinin satışına razı
olmadıkça, onu kabul etmem ve sana bir şey ödemem." derse; satışı tamam
olan köleyi alıp bedelini ödeme durumundadır. Muhıyt'te de böyledir.
satıcı, bu kölelerin
ikisini de verip, bedelini almak isterse, müşteri bum nıecbûr edilemez.
Keza, müşteri:
"Ben, ikisini birden alırım." deyince de, satıcının rızâsına bakılır:
O, razı olmayınca, müşteri ikisini birden alamaz.
Muhayyerlik hakkı
müşteriye ait olduğu halde, bu şahıs, satışı caiz olanı, bedelini verip almak
isteyince, satıcı buna razı olmazsa, bu satıcı zorlanamaz.
Keza, satıcı, satışı
serbest olanı, müşteriye teslim edip, bedelini almak ister; müşteri de buna
razı olmazsa; ikisi de müşterinin olur.
Müşteri: "Ben
ikisinin de bedelini verir ve ikisini de alırım." dediğinde, satıcı buna
razı olmazsa; mecbur edilemez.
Bu satıcı, müşteriye:
"Sana ikisini de verir bedellerini alırım." derse; müşteri de, bu
duruma zorlanamaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, iki adet
köle satın alır ve başka bir şahsa da—hangisine icazet verirse, onun satışının
caiz, hangisinin akdini feshederse, onun satışının da geçersiz olacağı
hususunda —üç gün muhayerlik yetkisi verirse, âlimlerimizin ekserisine göre, bu
alış-veriş istihsânen sahihtir. CâmiuVSağîr'de de böyledir.
Muhayyer kılınan
şahıs, bunlardan birinin satışına izin verir, diğerininkini feshederse; önceki
işlemi evlâ olur. Muhıytte de böyledir.
Bu şahıs, kölelerden
birinin satışını fesheder ve aynı zamanda diğerini de izinli kılarsa, fesh evlâ
olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, başka
birisine, "kendisinin muhayyer olması" kaydiyle, kölesini satmasını
emrettiği halde, o şahıs, hakk-i hıyar (= muhayyerlik hakkı) olmadan ve_ya
kendisinin muhayyer olması şartiyle
satarsa; burada tavakkuf edilir. (=
durulur.): Eğer, bu şahsın muhayyerliği» âmirin muhayyeri iği nini misli
ise, bu durumda, her ikisi de muhayyer sayılır.
Bunlardan, her hangi
birinin, bu satışa izin vermesi veya onu feshetmesi sahihtir.
Keza, bu şahıs,
"mutlak muhayyerlik veya kendisinin muhayyerliği üzere satmasını" bir
başka şahsa emreder, o da, emredenin veya yabancı bir kimsenin muhayyerliği
şartı ile satarsa; yine, muhayyerlik —yukarıdaki gibi— sabit olur. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse, fiatmı ve
cinsiyetini söyleyerek, bir başka şahsa, bir köle satın almasını emredip
kendisinin de muhayyer olmasını söyler; o şahıs da, kendisi veya kendisine
emreden şahıs yahut yabancı bir kimse muhayyer olmak üzere, bir köle satın
alsa, alınan bu şey âmir için geçici olur. Yani bu âmir, muhayyer olur.
Ancak, âmir
muhayyerliğin kendi nefsine âit olmasını emrettiği halde, müşteri hakk-ı hıyar
olmadan veya kendisi muhayyer olmak şartiyle alırsa, bu durumda, âmir muhayyer
olmaz. Fakat, me'muru ilzam edebilir.
Bu âmir, kendi nefsini
muhayyer kılmasını emrettiği halde, me'mur hakk-ı hıyarı olmadan satın almış
bulunsaydı, bu durumda, âmirin nüfuzu kalmazdı.
Âmir, me'mura, hakk-ı
hıyarın kendisine —âmire— âit olmasını şart koşmasını söyleyip o da, denildiği
gibi yaptığı halde, sonradan, bu satışa, me'mur izin vermiş olsaydı, satış
bâtıl olurdu.
Bu durumda, âmir
muhayyer kalır. Eğer, bu akde razı olursa, —alınan— köle kendisinin olur
.Âmirin reddetmesi halinde ise, bu köle vekilin (me'murun) olur.
Hatta, bu köle,
—bundan sonra— vekilin yanında helak olursa, kendisinin malı olarak helak olmuş
bulunur.
Bu vekil, başlangıçta,
bu ahş-verişe izin vermemiş bulunur, âmir de, ona: "Köleyi geri ver; ona
ihtiyacım yok." dedikten sonra, bu köle, —vekilin yanında— helak olursa,
bu durumda, âmirin malı olarak helak olmuş bulunur.
Vekîl, âmirin bu
sözünden sonra: "Ben, bu akde razıyım." der ve sonra da, bu köle,
vekilin yanında ölürse, yine âmirin malı olarak ölmüş olur.
Âmir, me'mura:
"Geri ver." dedikten sonra, me'mur, bu köleyi, bir başka şaha
satarsa; âmirin izni üzerinde durulur: Eğer, âmir, bu ikinci satışa razı
olursa, bu satış geçerli olur. Önceki satış da sabitleşir. Bu —ikinci— satışta,
kâr varsa; bu kâr da helâl olur.
Âmir, bu ikinci satışı
bozarsa, durum, onun olmaması halinde, nasıl olacaksa, öyle olur;
Âmir, ikinci satıştan
sonra, birinci satışı bozmak isterse, bunu yapamaz.
Me'mur, bu ilk satışı
yeniler ve —ikinci satıştan dolayı— kâr etmiş olursa, bu kân helâl olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsın emri ile ve âmirin muhayyer olması şartı ile bir şey satın alır ve
muhayyerlik hem âmir, hem de vekili için sabit olduktan sonra, âmirin
bulunmadığı bir sırada me'murla satıcı arasında ihtilaf çıkar ve satıcı:
"Âmir, satışa razı oldu ve izin verdi." dediği halde, vekil bunu
kabul etmez ve inkâr ederse, bu durumda, vekilin sözü geçerli olur. Onun, yemin
etmesi de gerekmez. Şemsü'l-Eimme Halvânî, şöyle zikretmiştir:
Bu mes'elede, vekilin
halef olduğu ve olmadığı hususunda iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden esahh
olanı ise, vekilin, âmire halef olduğudur. Zehıyre'de de böyledir.
Bu hüküm, satıcının
beyyinesinin bulunmaması hâline göredir. Fakat, satıcının, "âmirin satışa
razı olduğu hususunda" bir beyyi-nesi varsa, bu satış, âmir adına tahakkuk
etmiş olur. Bu durumda, âmirin hazırda olması da gerekmez.
Satıcının böyle bir
delili olmaz ve müşteri de onun sözünü doğruladıktan sonra, âmir gelip, razı
olduğunu inkâr ederek, satıcının huzurunda, bu alış-verişi bozarsa, satış
müşteriye ilzam edilir; âmire mâl edilmez.
Bu durumda, vekil,
âmire müracaat edip satış bedelini isteyemez ve alamaz. Ancak, bu bedelin, daha
önce kendisine verilmemiş olması gerekir.
Bu, muhayyerlik
müddeti içinde olursa böyledir.
Muhayyerlik müddeti
geçmişse, satış geçerli olmuştur; onun sözüne itibar edilmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Babanın, vasînin,
ortağın veya vekilin kendisi veya akid yaptığı şahıs muhayyer olmak üzere bir
şey satması caizdir.
Bu muhayyerlik süresi
içinde, çocuk bulûğa ererse, diğerinin muhayyerliği bâtıl olur.
Bu satış, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre tamam olmuş olur. İmâm Muhammed (R.A.) ise, şöyle
buyurmuştur: Zahiru'r-rivâyede,
muhayyerlik hakkı çocuğa geçer.
Çocuk, bu muhayyerlik müddeti içinde satışa izin verirse, satış caiz;
reddederse, satış bâtıl olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Muhayyerlik müddeti
geçince, satış batıl olur. Kâfî'de de böyledir.
Satıcı mükâtep olur ve
hakkı hıyar (= muhayyerlik hakkı) da kendişine ait bulunur; ancak, bu üç gün
içinde —kitabetini yerine getirmekten —âciz olursa, âlimlerimize göre, bu
satış tamam olmuş olur.
Bu işi yapan, bir
izinli köle olur ve efendisi bu köleyi, muhayyerlik müddeti içinde, satmaktan
men ederse; satış bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Baba veya vasî,
muhayyer olarak çocuğa borçla bir şey aldıktan sonra, çocuk bulûğa erer ve baba
veya vasî, bu satışa izin verirlerse, bu akid sahih olur.
Çocuk muhayyerdir:
İsterse, satışı geçerli kılar; isterse fesheder.
Bu çocuk, satışa izin
verirse; satış kendi adına tamam olur.
Bu çocuk, satışı
feshederse, kendi hakkında feshetmiş olur. VE, bu alış-veriş, baba veya vâsi
hakkında, —icazet bulunduğu için— sahih olur.
Şayet çocuk, bu
alış-verişe izin vermez ve bu vakit içinde veya daha önce vasî ölürse; yetim
muhayyerliği üzeredir.
Vasî ölmez, ancak
—vasînin yanında iken— muhayyerlik müddeti içinde veya bu vakit çıktıktan
sonra, veya muhayyerlik müddeti içinde, vasî satın almana rızâ göstermeden önce
veya razı olduktan sonra, —satın alınan— köle ölürse, satış müşterinin hakkı
olur. Zehıyre'de de böyledir. [51]
Hıyâr-ı ta'yin, (=
Ahş-verişe konu olan şeyi tayin etme, belirtme) kıyemiyyatta (= çarşıda-pazarda
misli, aynısı bulunmayan, bulunsa bile Hatlarında denklik olmayan şeylerde)
sahih olur.
Dörtten aşağı sayıda
bulunan misliyyatta (= Çarşıda pazarda, aynı fiatla, misli yani kendisi gibisi
bulunan, ölçülen ve tartılan şeylerde) istihsânen, hıyâr-ı ta'yin sahih olmaz.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Kıyemiyyât'ta hıyâr-ı
ta'yin, iki veya üç köleden birinin
yahut iki veya üç elbiseden birini müşterinin almakta muhayyer olması
tarzında yapılan satıştır.
Alınacak şeyi
müşterinin tayin etme muhayyerliği olduğu gibi, satıcının vereceği şeyi
belirleme muhayyerliğinin olması da caizdir. Zahıriyye'de de böyledir.
Esahh olan da budur.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Satış bu şekilde vâki
olunca, müşteri, o iki köleden hangisini alırsa, o kendisinin mülkü olur. Onun
bedelini öder. Diğeri ise, satıcının mülkü olarak, müşterinin yanında, emânet
olarak bulunur. Hâvî'de de böyledir.
Bu akdin muhayyer
kılındığı sırada, hıyâr-ı ta'yin de, birlikte şart kılınır.
Bu, Câmiu's-Sağîr'de
zikredilmiştir.
Şemsü'l-Eimmede:
"Bu sahihtir." demiştir.
Bazıları ise: "Bu
şart değildir. FahrıTl-İslâm da böyle söylemiştir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyle zikredilmiştir."
demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer, muhayyerlik şart
kılınırken, ta'yin muhayyerliği de şart kilınırsa; bunun da hükmü sabit olur.
Bu ise, müşterinin, üç
güne kadar, muhayyer olarak aldığı iki elbiseden birisini, sahibine iade etmesidir.
Satışta ta'yin edilmiş olsa bile, bu böyledir.
Bu muhayyerlik
gereğince, müşteri, elbisenin bîrini satıcıya iade edince, diğerinin satışı
sabit olmuş bulunur.
Şayet, müşteri
elbiselerden hiç birini iade etmeden üç gün geçerse; muhayyerlik şartı bâtıl
olur. Bu iki elbiseden biri hakkındaki satış işlemi tamam olur. Ve, hangisini
aldığını tayin etme hakkı, kendisine ait olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Muhayyerlik şartından
hiç bahsedilmemiş olursa, müşterinin
yanında olanlardan birisini, malûm müddet içinde ta'yin etmesi (-belirlenmesi)
gerekir. Hidâye'de de böyledir.
İmâm Kerhî şöyle
buyurmuştur:
Muhayyerlikten
bahsedildiği halde, müddeti tayin edilmemişse, bu satış caiz olmaz,
Câmiu's-Sağîr'de de,
buna işaret edilmiştir.
Ancak, Şemsü'l-Eimme
Halvânî, Şemsü'l-Eimme Serahsî ve Fahru'l-îslâm Aliyyü'l-Pezdevî, bu satışa da
izin olduğuna meyletmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Muhayyerlikle
birlikte, ta'yin muhayyerliği de şart kılındığında, muhayyer olan
şahıs ölürse, muhayyerlik
şartı batıl olur.
Ta'yin muhayyerliği hakkı ise, ölen şahsın varislerine intikâl eder.
Bunlar ise, o şeylerin
ikisini birden iade edemezler. Birini ihtiyar edince (= seçince), diğeri
yanlarında emânet olarak kalmış olur.
Eğer, muhayyer olan,
müşteri olur ve —hıyâr-ı ta'yin ile satın alınan^- iki köleden birisi de teslim
almadan önce ölmüş bulunursa, muhayyerdir: İsterse, geride kalan köleyi alır;
isterse, reddeder.
Bu kölelerden ikisi de
ölürse, alış-veriş bâtıl olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet, hryâr-ı ta'yin
ile satın alınan üç köleden biri ölüp, ikisi kalmışsa, bu müşteri, isterse
kalanlardan birini alır; isterse, ikisini de geri verir.
Üçüde ölürse, bu
alış-veriş bâtıl olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Müşteri, —hangisini
alacağım— ta'yin edip,
onları teslim aldıktan sonra,
ta'yin edilen Ölürse; geride kalan emânet olarak kalmış olur ki, müşterinin,
onu, satıcıya iade etmesi gerekir.
Ta'yinden sonra, bu
kölelerden ikisi de ölürse; müşterinin ta'yin edilen kölenin bedelini, satıcıya
ödemesi gerekir.
Eğer, bu kölelerin
ikisi birden ölmüş olursa, bu durumda, her ikisinin kıymetlerinin de yarılarım
ödemesi gerekir. Serahsî 'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bu köleler, arka
arkaya ölür; ancak, hangisinin önce öldüğü bilinmezse, müşteri yine her ikisinin
de satış bedellerinin yarısını öder. Nihâye'de de böyledir.
Satıcı: "Öncer,
pahalı olan helak oldu." dediği halde, müşteri: "Hayır, önce, ucuz
olan öldü." derse; müşterinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Bu şahıslardan birisi,
iddiasını isbat ederse, bu kabul edilir. Ve kendisine yemin verilmez.
Bu şahıslardan ikisi
de, beyyine ibraz ederse, satıcınınki evlâ olur.
Müşteri teslim almadan
önce, satılanlardan biri, satıcının yanında ayıplanır (= ona bir kusur arız
olur) ve stış esnasında, bunlardan hiç biri, de, ta'yin edilmemiş bulunursa;
müşteri, yine muhayyerliği üzeredir: Dilerse, tam bedelini ödeyerek,
kusurlananı; isterse diğerini alır. İsterse, hiç birini de almayıp, geri verir.
Kölelerin ikisine de,
kusur arız olursa, hüküm yine böyledir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Müşteri ikisini de
teslim aldıktan sonra, bu kölelerden, ta'yin etmiş bulunduğuna, onun yanında
bir kusur arız olursa; diğeri, bu müşterinin yanında emânet olur.
Şayet, bu kölelerden
ikisine de, bu durumda arka arkaya kusur arız olursa; ilk kusurlanan bu
müşterini, sonraki ise satıcını olur. Müşteri, bunun noksanını tazmin etmez.
Yenâbi"de de böyledir.
Hangi köleye,
Önce kusur arız
olduğu hususunda ihtilâfa düşerlerse, mes'ele yukarıda söylediğimiz gibidir. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Satış esnasında,
—hangisinin alınacağı— ta'yin edilmediği halde, bu kölelerin
ikisi birden kusurlanırsa; müşteri,
bedelini vererek, dilediğini
alır; ikisini birden, satıcıya iade edemez.
Muhayyerlik şartı
geçersiz olur.
Bu kölelerden birinin
kusuru artacak olursa, müşteri onu iade eder. Yenâbi"de de böyledir.
Müşteri, bu iki
köleden birinde tasarrufta bulunursa, bu tasarrufu mülküyet üzere caiz olur.
Müşteri, böyle
yapmakta muhayyerdir. Böyle yapınca, —tasarrufta bulunduğunu— ta'yin etmiş
olur. Diğeri ise, kendi yanında emânet olur.
Satıcı, bunların biri
hakkında, bir tasarrufta bulunursa, duruma bakılır: Şayet, satıcının tasarrufu,
ta'yin edilende olursa, tasarrufu bâtıl olur.
Fakat, diğeri (yani,
emânet olan) hakkında tasarrufta bulunursa, bu tasarrufu geçerli olur. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Bu iki köle hakkında,
müşteri tasarrufta bulunur ve bunlar da hayatta olurlarsa, müşterinin
muhayyerliği devam eder. Ancak, ikisini birden
iade edemez. Bunlardan dilediğini
geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
Müşteri, bu kölelerden
ikisini de sattıktan sonra, birisini geri isterse; diğeri hakkındaki satış
sahih olur.
Müşteri, satın aldığı
iki elbiseden birini boyarsa, o elbiseyi satın almış olur. Diğerini ise, iade
eder.
Satıcı, bu şekilde
sattığı iki köleyi de azâd ederse; ancak, müşterinin iade ettiği hakkında, azâd
etmesi geçerli olur.
Satanın, müşterinin
ihtiyar edip aldığını azâd etmesi sahih olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Satılan İki cariyeye,
hem satıcı, hem de müşteri cima' eder; bu cariyelerin ikisi de çocuk doğurur ve
bu şahıslardan her biri, çocukların kendisine ait olduğunu iddia ederlerse;
satıcının, önce cima' etmiş bulunduğu câriye hakkındaki iddiası doğrulanır, ve
diğerinin mehrini öder.
Bü cariyenin çocuğunun
nesebi, satıcıdan sabit olur. Satıcı ise, diğerinin mehrini müşteriye öder.
Şayet, alıcı ve
satıcı, durumu açıklamadan ölürler ve müştrerinin vârisleri, bunlardan
hangisinin ona ait olduğunu bilemezlerse; bu çocukların nesepleri tesbit edilemez. Ve
bu vârisler, o çocukları azâd ederler.
Bunlardan her birinin
bedelinin ve mehirlerinin yansını, müşteri, satıcıya tazmin eder. Satıcı da,
her ikisinin mehirlerinin yarısını, müşteriye tazmin eder. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Bu durumda,
muhayyerlik satıcıya ait olursa; mes'ele hâli üzeredir: Bu şekilde sattığı
elbiselerden hangisini isterse, müşteriye onu verir.
Bu durumda, müşterinin
o elbiseyi almama yetkisi yoktur. Çünkü, alış-verişi, —bu şekilde— kendisi
yapmıştır.
Satıcı, elbiselerin
birini vermekte muhayyerdir. İkisini birden veremez. Çünkü, birisi satılmıştır.
Bu elbiselerden
birisi, müşteri teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra zayi (= helak)
olursa, emânet helak olmuş olur.
Bu durumda, satıcı
muhayyerdir. İsterse, geride kalanı müşteriye verir; isterse, bu alış-verişi
fesheder.
Bu satıcının, zayi
olan elbiseyi, müşteriye mal etme hakkı yoktur.
Müşteri teslim almadan
önce, bu elbiselerden ikisi de helak olursa; bu alış-veriş bâtıl olur.
Bunlar, teslim
edilişlerinden sonra helak olurlarsa, yine bu ahş-veriş bâtıl olur.
Bu elbiselerden
birisi, diğerinden önce helak olursa, müşteri, sonra helak olan elbisenin
kıymetini tazmin eder.
Çünkü, önce helak
olan, emânet olandır.
Bu elbiselerin ikisi
birden helak olursa, müşteri bunlardan ikisinin de kıymetlerinin yansın tazmin
eder. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Satıcının muhayyer
olması halinde, bu elbiselrden birine veya ikisine, teslimden önce veya sonra,
bin noksan ânz olursa; satıcı bunlardan dilediğini müşteriye verir.
Şayet satıcı, kusursuz
olanı verirse, müşterinin onu almaması —söz konusu— olmaz.
Eğer ayıplı olanı,
teslimden sonra verirse, bunu yapmaya hakkı vardır.
Ancak, bunu teslimden
önce yapmak isterse, müşteri muhayyerdir: Razı olursa alır; değilse almayıp
reddeder. Yenâbi"de de böyledir.
Satıcı isterse, bu
satışı feshedip, bu şekilde satılan köleleri geri ahr. Tahâvî Şerhi'nde de
böyledir.
Bu şekilde satılan
kölelerin her ikisi de, müşterinin yanında kusurİanırsa, bu müşteri,onların her
ikisinin de kıymetlerinin yansını, satıcıya öder. Yenâbi*'de de böyledir.
Bu müşterinin, o
kölelerden biri veya ikisi hakkında tasarrufta bulunması caiz olmaz.
Satıcının ise, bu
kölelerden biri hakkında tasarrufta bulunması caiz olur.
Satıcı, ikisinde de
tasarrufta bulunursa; bu ahş-veriş feshedilmiş olur.
Muhayyerlik sakıt
olunca, hıyâr-ı ta'yin de (= ta'yin muhayyerliği de) sakıt olur. Zahîriyye'de
de böyledir.
İbnü Semâa,
Nevâdir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, bir
başkasından, bunlardan birini veya diğerini, dilerse almak üzere, biri on,
diğeri de yirmi dirhem kıymetinde olan iki elbise alır; almak istediğini
boyar,diğerini ise geri verir; satıcı:"Yirmi dirheme olanı aldın."
der; müşteri ise: "On dirhemliği aldım." karşılığını verirse; müşterinin
sözü kabul edilir.
Müşteri, bunların
birinden, bir gömlek kestirir; ancak, bunu diktirmez ve sonra da, fiat
hususunda, alıcı ile aralarında ihtilâf çıkarsa; satıcı, ister,müşterinin
ikrarda bulunduğunu alır;dilerse , o kesilmiş olan elbiseyi alır.
Müşteri bu parçayı
boyamış veya başka bir şey yapmışsa, satıcının ' bu durumda yapabileceği bir
şey yoktur. Müşterinin sözü geçerlidir.
Keza, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, bir
başkasından, birinin bedelini ödemek şartıyle bir elbise satın alır; bu
elbiselerden biri helâkolur, diğerini de müşteri keser ve o: "Ben,
kestiğimi ihtiyar ettim. Diğeri ise, sonradan zayi oldu. Ben, buna
emmim."; satıcı ise: "Hayır, sen, zayi olanı ihtiyar ettikten sonra diğerini
kestin. Sen, hem kestiğinin, hem de zayi olanın kıymetini ödeyeceksin."
derse; bu durumda müşteri, zayi olanın bedelinin yarısı ile kestiğinin
kıymetinin yarısını ve bedelinin yarısını öder. Muhiyt'te de böyledir.
Hıyâr-ı ta'yin, fasit
satışta da caiz olur. Ancak bu ta'yin, satış zamanında olmalıdır.
Bir müşterinin
muhayyer olarak almış bulunduğu iki köleden, seçtiği birisini azâd etmesi veya
satması caiz olur. Bundan aldığı kıymeti, satıcıya öder.
Müphem olanı, satıcı
da, müşteri de bu köleyi azâd edemez.
Şayet satıcı,
bizzat,bu kölelerden birisini azâd ettikten sonra, aynı köleyi müşteri de azâd
ederse; satıcının azâd etmesi geçersiz; müşterinin azâd etmesi ise sahih olur.
Eğer satıcı, bu
kölelerin ikisini birden azâd eder ve müşteri de, bunları iade ederse; bunlardan
ta'yin edilen kalır; diğeri ise, azâd edilmiş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
En doğrusunu, ancak,
Ali ahu Teâlâ bilir. [52]
Bir kimse, diğer bir
şahıstan, üç gün muhayyer olmak üzere bir şey alır, onu da teslimaldıktan
sonra, muhayyerlik, hükmü ile satıcıya vermek üzere geri getirdiğinde
satıcı:"Bu olmaz; ben onu sana sattım."; müşteri de:
" Ben, muhayyerim.'' derse;
müşterinin, —yeminle birlikte—
söylediği söze inanılır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu durumda, satılan
şey teslim alınmayıp, satıcının yanında bulunduğu halde, müşteri, ahş-veriş
akdine izin verir; satıcı ise: "Ben, bunu, sana satmadım.", müşteri
de: "Hayır, bunu, bana sattın." derse; İmâm Muhammen" (R.A.), kitapta
bundan bahsetmemiştir.
Âlimler ise: "Bu
durumda, satıcının sözünün geçerli olması daha münâsip olur." demişlerdir.
Bu söylediklerimiz,
müşterinin muhayyer olması hâlinde geçerli olan hükümlerdir.
Şayet, satıcı muhayyer
olur, satılan şeyi de müşteri teslim aldıktan sonra, muhayyerlik müddeti içinde
satıcıya iade etmek üzere, satılan şeyi geri getirdiğinde, satıcı: "Benim
sattığım, bu değildir; benden aldığın, bu değildir."; müşteri de: "Senden aldığım, budur; bana sattığın,
budur." derse, müşterinin —yeminle birlikte söylediği— sözüne inanılır.
Satılan şeyi müşteri teslim almamış olur ve satıcı, bu şeyi ona teslim etmek
isteyince de: "Ben, bunu satın almadım." derse; yine yeminle
birlikte, müşterinin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir. İmâm Muhammed
(R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, kendisi üç
gün muhayyer olmak üzere bir köle satar ve bu köle, muhayyerlik müddeti içinde,
bir şahsı öldürür ve satan şahıs da bu cinayeti bildiği halde, satışa icazet
(== izin) verirse; bu caiz, satış ise sahih olur. Çünkü köle, bu suçu satıcının
yanında işlemiştir.
Müşteri isterse, bu
köleyi teslim alır ve cinayetinin fidyesini verir; isterse, bu köleyi verir.
Müşteri satışı
bozarsa, bu defa da, o muhayyerdir: İsterse, fidye verir; isterse, köleyi
verir.
Bu hüküm, kölenin,
cinayeti satıcının yanında işlemesi hâline göredir.
Cinayet, müşterinin
yanında işlenmişolsaydı,mes'ele hâli üzere kalır ve satıcı da muhayyer
bulunurdu.
Bu durumda, satıcı
satışa rızâ gösterirse, bu caiz ve köle müşterinin mülkü olur.
Müşteri ise, ya köleyi
veya fidyeyi vermek arasında muhayyer olur.
Şayet, —baştan—
muhayyerlik hakkı müşterinin olur ve bu köle de satıcının yanında, bir cinayet
(= suç) işlerse, bu müşteri, kusur hakkında muhayyer olur; satışın şartı ve
muhayyerliği ise baki kalır.
Bu müşteri, isterse,
köleyi teslim alır ve fidye veya cinayet karşılığında bu köleyi vermek
hususunda muhayyer kalırdı.
Bu müşterinin satışı
bozması hâlinde ise, satıcı muhayyerdir: Dilerse, cinayetin fidyesini verir;
dilerse, cinayeti karşılığında köleyi verir.
Bu köle, muhayyerlik
müddeti içinde, müşterinin yanında cinayet işlerse; müşteri, onu, satıcıya iade
edemez.
Ancak, muhayyerlik
müddeti içinde, fidyesini verir.
Bu durumda ise,
muhayyerlik şartı üzere, aybının zevâü için, onu satıcıya iade eder.
Fidyeyi vermeden
reddetmek (= iade etmek) isterse o. zaman, muhayyerlik şartı kalkar ve bu köle,
kendi mülkü olur. Bedelini ise, satıcıya ödemesi gerekir.
Bir kimse, müşteri
veya kendisi muhayyer olmak üzere yahut da, hakk-ı hıyar (- muhayyerlik hakkı)
bulunmadan bir ev satın alır ve bu evde de, ölü bir şahıs bulunursa, İmâm A zam
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, her üç halde de, ev kimin elinde ise, diyet
onun akîlesine (= baba tarafından olan akrabasına) aittir.
İmâmeyn'e göre, eğer
bu ev, muhayyerlik olmadan satın alınırsa, diyet müşterinin akîlesine ait olur.
Muhıyt'te de böyledir. [53]
Bubabda:
1)
Muhayyerliğin Sabit Olmasının Keyfiyeti ve Hükümleri
2) Bu
Muhayyerliğin ibtâli Hususunda, Satılan Şeyin Bir Kısmını Görmenin, Hepsini
Görmek Gibi Olduğu.
3) Kör Bir
Şahsın, Vekilin ve Elçinin Alış-Verişi olmak üzere, üç bölüm vardır. [54]
»Bir şeyi, görmeden
satın almak caizdir. Hâvî'de de böyledir.
Bu, bir kimsenin,
diğer bir şahsa: "Avucunda olan şu inciyi, sana sattım." deyip, o
inciyi tarif etmesi veya "—alttan giymiş olduğum şu elbiseyi sana
sattım." deyip, onun vasfını söylemesi veyahut da, vasfını söylemeden:
"Sana yüzü nikaplı şu cariyeyi sattım." demesi şeklinde olan
satıştır.
Bir şahsın, diğerine:
"Alttan giymiş olduğum..." veya "avucumda olan...",
"...şeyi, sana sattım." demesi hâlinde, bu satışın caiz olup
olmayacağı hususunda Mebsût'ta da bahsedilmemiştir.
Ancak, bütün
âlimler, bunun caiz
olacağı görüşündedirler.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, görmeden,
muhayyer olmak üzere bir şey satın alırsa; onu gördüğü zaman muhayyerdir:
Dilerse, o şeyi tam bedeli ile alıp kabul eder; dilerse iade eder.
Bu durumda, alman şeyde,
satıcının vasfettiği sıfatın bulunup bulunmaması da müsâvîdir.
FethıTI-Kadîr'de de böyledir.
Bu muhayyerlik, şartla
değil, hükmen sabit olan bir muhayyerliktir. Cevheretü'n-Neyyire'de de
böyledir.
Bu muhayyerlik, iki
bedelde de, mülkiyetin sübûtuna mani olmaz; fakat, lüzumuna mâni olur.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bu muhayyerlik,
—alınan şeyi— görmeden önce de, gördükten sonra da sakıt olmaz. Bedâi"de
de böyledir.
Alınan şeyin hiç
görülmemesi halinde ise, âlimlerimizin ekserîsine göre, bu aliş-veriş feshedilir.
Sahih olan budur. Fetâvâyi Şuğra'da da böyledir.
Müşterinin, satılan
şeyi görmeden, satışa izin vermesi caiz olmaz. Ancak, böyle yapmış olması,
muhayyerliğine bir zarar vermez. Bu şeyi gördüğü zaman, isterse alır; isterse,
satıcıya iade eder. Muzmarât'ta da böyledir.
Müşterinin satılan şey
hakkındaki muhayyerliğinin sabit olması gibi, satıcı da,bedel
hususunda,—bedelin ayın (yani paradan başka bir şey) olması hâlinde— öylece
muhayyerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Muhayyerliğin
sabit olmasının şartı, satılan şeyin
tayin edilen şeyden olmasıdır. Şayet, bir ta'ynı yapılmamışsa, o şeyde
muhayyerlik olmaz. Bedâî'de de böyledir.
Mekîl (= kile vs. ile
ölçülen) ve mevzun (= tartılan) şeyler, ayn oldukları zaman, bunlar da diğer
ayn'lar gibidir.
Ayn olsun veya
olmasın, bir kimsenin, zimmette olan alacakları hakkında, görmeden muhayyerliği
sabit olmaz.
Mekîl ve mevzun (=
ölçülen ve tartılan) şeyler de, muayyen olmadıkları zaman, dirhemler ve
dinarlar gibidirler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sübût bulan
muhayyerlikler, alınan şeyin, satıcıya iade edilmesi sebebiyle, feshedilmiş
olurlar. Bu gibi yerlerde malın geri verilmesi ile ahş-veriş akdi de
feshedilmiş olur. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.
Mehir, hulu' bedeli,
kasden öldürme halindeki sulh bedeli ve benzeri gibi iade edeni mes'ul kılan
akidîerde bunların iade edilmesi ile akid feshedilmiş olmaz Zehiyre'de de
böyledir.
el-Üstürûşnî ve bazı
Buhârâ imamları fetvalarında: "Hiyâr-ı ayb ve hiyâr-ı rü'yet'in fasid
ahş-verişlerde de sabit olduğu" cevabını vermişlerdir.
Füsülü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bu sabit oluşun mutlak
mı,muvakkat mı olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Ancak, "muvakkat
olduğu" söylenmiştir. Ta'ki, görüşten sonraya kadar feshedilmiş olmaz ve
bunu feshetmeye imkân bulunmaz ve ona delâlette olmazsa, bu muhayyerlikler
fâsid olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Müşterinin görme
muhayyerliği sakıt olmadan önce, satıcı, bu müşteriden, sattığı
şeyin bedelini isteyemez.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Görme muhayyerliği,
vereseye intikâl etmez.
Hatta müşteri, satın
aldığı şeyi görmeden önce ölürse, vârislerinin, o şeyi iade etmesi —doğru—
olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir kimse, miras
yoluyla kendisine isabet eden bir şeyi, görmeden satarsa, bu satış caiz olur.
Muhayyerlik, —söz konusu— olmaz.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir ayn'ı
veya bir alacağı görmeden sattıktan sonra, görünce, bunu kabul etmese, bu ayn
hakkındaki satış bozulur; alacak hakkındaki satışa ise, bir şey olmaz. Çünkü, onun
hakkında muhayyerlik yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, görmeden
bir şey satın alır ye satın aldığı şey hakkında da, satıcı ile ihtilâfa düşüp,
müşteri, "satılan şeyin değişmiş olduğunu" söylediği halde, satıcı:
"Bozulmamıştır. (- Değişmemiştir.)" derse, satıcının —yeminle birlikte söylediği—
sözüne itibâr edilir.
Müşterinin ise,
beyyine getirmesi gerekir.
Bu hüküm, müddetin
yakın olup, bu müddet içinde, satılan şeyde, bir değişiklik olma ihtimâlinin
bulunmaması hâlinde geçerlidir.
Şayet müddet uzun
olursa, müşterinin sözüne itibâr edilir.
Meselâ: Bir kimse,
genç iken gördüğü bir cariyeyi, yirmi sene geçtikten sonra satın alır; satıcı
ise, bu cariyeyi değişmemiş sanırsa; bu durumda, "değişmiş" diyen
müşterinin sözü geçerli olur. Kâfi'de de böyledir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Aralarında ihtilâf
çıkar ve satıcı,
müşteriye: "Sen, onu görmüştün." dediği halde, müşteri:
"Görmedim." derse; yeminle birlikte, müşterinin sözüne inanılır.
Bedâi"de de böyledir.
Satılan şey hudutlu
olur ve müşteri bunu satın aldıktan
sonra: "Ben, hududunun tamamını görmedim." derse; bu müşterinin, sözü
kabul edimez. Muhıyt'te de böyledir.
Âlimlerimiz şöyle
dediler:
Aralarında ihtilâf
olur ve satıcı: "Benim sana sattığım, bu değildi." dediği halde;
müşteri: "Bana sattığın bu idi." derse; müşterinin sözü kabul edilir.
Bu şekilde, her yerde
alış-veriş akdinin bozulması, sadece, müşterinin sözü ile olur.
Akdin, satıcının
rızâsı olmadan bozulmadığı yerlerde ise, satıcının sözü geçerli olur.
Aybı sebebiyle iade
edilen şeylerde de hüküm böyledir. Kudûrî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimsenin,
kesilmiş fakat daha
yüzülmemiş bulunan bir koyunun bağırsağını satın alması caizdir.
Ancak, kesilmeden
önce, karpuzun çekirdeğini satmak, bu hükme muhaliftir. Yani, bu caiz olmaz.
Yüzülmemiş koyunun
bağırsağını satmak caiz olunca, onu çıkarmak satıcıya ait olur. Müşteri, bu
durumda bile, görme muhayyerliği hakkına sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Koyun kesilmeden,
bağırsağının satın alınması caiz
değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, harevî bir
kumaşa baktıktan sonra, sahibi, bundan bir elbiselik kumaş kesip bunu da,
müşteriye söyler; müşteri bu kesileni görmeden,
geride kalanı satın
alırsa; bu müşteri,
gördüğü zaman muhayyerdir:
İsterse, o kumaşı, noksamyle alır; isterse almaz.
Keza, bir şahsa, iki
kumaş gösterildikten sonra, biri dürülüp bohçaya konur; müşteri de gelir ve
hangisinin bohçaya konduğunu bilmeden satın alırsa; onu gördüğü zaman
muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, almaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, iki kumaş
getirip açar, sonra da, ikisini de dürüp bohçaya kor
ve mü şteriye: '' Bunlar, dü n,
sana gösterdiği m
kumaşlardır." der; müşteri ise, görmeden: "Her birini onar dirheme
satın aldım." derse; bu durumda, muhayyerlik hakkı yoktur.
Eğer müşteri, bu iki
kumaşı, ayrı ayrı fiatlara satın alırsa, bu durumda muhayyerlik hakkı vardır.
Meselâ : "Birini on dirheme, diğerini de yirmi dirheme satın alması gibi...
Şayet, bu müşteri:
"Birini yirmi dirheme satın aldım." der ve hangisini satın aldığım
bilmezse; bu alış-veriş fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimseye harevî
kumaşlar gösterilip, o da, her birine ayrı ayrı baktıktan sonra; sahibi bu
kumaşları, dürüp bohçalaymca, müşteri onlardan birini satın alacak olursa; bu
müşteri, kumaşları gördüğü zaman muhayyerdir. Kumaşların sahibinin: "Ben
sana gösterdim ve beyân ettim." demesi de, bir şeyi değiştirmez.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir şeyi
gördüğü halde, iyice tanımazsa, hıyâr-ı rü'yet ( = görme muhayyerliği) hakkına
sahip olur.
Meselâ: Bir kimsenin,
bir başkasının elinde bir elbise görmesi ve bu elbisenin sahibinin onu
bohçalayıp, bohçanın içinden satması gibi...
Veya: Bir kimsenin,
bir başkasının yanında, yüzü örtülü olarak, bir câriye görmesi ve sonradan,
aynı câriye (veya aynı elbise) olduğunu bilmeden, onu satın alması gibi...
Bu hallerde, müşteri
bunları görürse muhayyer olur. Muhiyt'te de böyledir.
Sucudan su satın alan
kimse, suyu gördüğü zaman muhayyerdir. Çünkü bazı sular, diğer bazılarından
daha güzeldir.
Müşteri, suyun Dicle
suyu olmasını şart koşsa ve su da hakîkaten Dicle suyu olsa; müşteri yine
muhayyerdir.
Çünkü, Dicle'nin de,
bazı yerlerinin suyu daha temizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Ahş-verişin 'el
sıkışarak tamamlanmış olması
rü'yet muhayyerliğini sakıt eder. Hatta, belli bir sınıf insanın giydiği
belli bir elbiseyi, görmeden satın alan kimse, onda bir kusur bulsa bile, görme muhayyerliğine sahip değildir.
Zehiyre'de de böyledir.
Akid yapıldığı sırada,
satılan şeylerin bir kısmına izin verilir (Meselâ: İki
elbise, iki köle veya benzeri şeyler) ve bunlar teslim alındıktp.!1 sonra da,
müşteri, birisine razı
olup: "Ben, şuna
razı oldurn." derse; bu caiz olmaz; muhayyerliği hâli üzere devam
eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir k. ..se, —hıyâr-ı
rü'yet üzere— iki şey satın alır, bunlardan birini gördükten sonra onu teslim
alır ve ondan razı olursa;İbn-i Rüstem, imâm
Ebû Haiut'e (R.A.)'nin
şöyle buyurdnlarnu rivayet
etmiştir: "Bunlardan birisini görmek ikisini görmek gibi
değildir."
Ancak bu şahıs,
bunlardan, gördüğünü aldığı hald "m şey yanında telef olursa; bu durumda,
onun bedelim ödemesi Sâzırr. gelir.
imâm Ebû Yûsuf (R.A.),
buna muhalefet etmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
İki şahıs, görmeden
bir şey alır ve ona, teslim aldıktan soma bakarlarsa, bu durumda, biri razı
olup almak istediği halde, diğeri geri vermek isteyince; —ikisi birden iade
etmedikçe— onun tek başına iade etme hakkı olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Keza, satıcı iki kişi,
müşteri ise bir kişi olur ve muhayyerlik de, satıcılara ait olur ve bunlardan
biri satışı bozduğu halde, diğeri bu satışa razı olursa; —ikisi birden izin
vermedikçe bu satış caiz olmaz.
İki kişi, —hıyâr-ı
rü'yet şartiyle— bir câriye satın alır ve bunlardan birisi, bu cariyeyi görüp
teslim aldıktan sonra, görmeyen müşteri de görünce, ikisi birden, bu cariyeyi
geri vermek hususunda görüş birliğine varırlarsa, böyle yaparlar. Yani, bu
cariyeyi geri verirler.
Gören müşteri,
—görmeyen reddetmeden önce,—: "Ben razıyım." derse; alış-veriş
geçerli olur.
Bu durumda, görmeyenin
vermiş bulunduğu bedelin tamamı, kendisine iade edilir.
Arkadaşının görmesi ve
razı olması, onun görmesi yerindedir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, iki
elbisenin birini görüp, diğerini görmeden alırsa, görünce, isterse, ikisini de
reddeder; isterse, ikisini de alır. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, görmeden
satın aldığı elbiseyi giyerse; muhayyerliği bâtıl olur. Serahsî'nin Mnhıytı'nde
de böyledir.
Bir kimse, görme
muhayyerliği sebebiyle, satın aldığı şeyi reddetmek isterse;-ister teslim
almadan önce olsun, ister teslim aldıktan sonra olsun, satıcı razı olsa da
olmasa da, bu alış-veriş feshedebilir. Bu şahsın: "Reddettim." demesi
ile, bu alış-veriş feshedilmiş olur.
Ancak, satıcının da
bunu bilmesi, (duyması) lâzımdır. Bu,
İmâm A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'in
görüşleridir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir şeyi
görmeden teslim alır ve onu sonradan görürse, —satışa izin vermese ve razı
olduğuna delâlet edecek bir şey bulunmasa bile— muhayyerdir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bu kimsenin, —görmeden
satın aldığı şeyi— gördükten sonra, razı
olması, —satıcının huzurunda olsa da giyâbında olsa da— sahih olur. Bu,
bi'1-ittifak böyledir.
Bu rızâda iki şekil
vardır: .
1) Sarahaten
rızâ
2) Delâleten
rızâ
Sarahaten rıza:
Müşterinin, satın aldığı şeyi gördükten sonra: "Razı oldum. Satışa izin
verdim.'' demesi veya benzeri bir şey söylemesi gibi...
Delâleten rızâ ise:
Müşterinin, satın aldığı şeyi gördükten sonra, onu teslim alması ve hiç bir şey
söylemem esidir.Zehıyre'de de böyledir.
Satılan şeyin
kusurlanmış olması ile, muhayyerlik bâtıl olmaz. Ancak bu durumda, hıyâr-ı
rü'yet (= görme muhayyerliği bâtıl olur.
Azâd etmek veya
müdebber kılmak gibi bir tasarruftan sonra, satışı feshetmek mümkün olmaz.
Veya bu müşteri, bu
şeyi mutlak bir surette sattıktan ve o şey başkasının hakkı olduktan sonra da
—ilk— satışı feshedemez.
Bu müşterinin, o şeyi
rehin bırakması veya icara vermesi halinde de hüküm böyledir. Kâfî'de de
böyledir.
Bu şahıs, teslim
aldıktan sonra fakat onu görmeden önce, bu şeyi satar ve bilâhare de o şey bir
özürü sebebiyle, hâkimin hükmü ile kendisine iade edilir veya satın alan
şahıs, bir vecihle satışı feshederse; bu durumda, rehin çözülür ve icar
bozulur.
Hıyâr-ı rü'yet ise
geri dönmez. Sahih olan budur.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
Şayet, bu şahsın o şey
üzerindeki tasarrufu, başka bir kimseye zarar vermiyorsa, bu durumda, görme
muhayyerliği bâtıl (- geçersiz) olmaz.
Meselâ: Bu şahsın, o
şeyi, kendisi muhayyer olmak üzere satmış olduğu halde, teslim etmemiş
bulunması, bağışladığı halde, teslim etmemiş olması veya sadece satışa arzetmiş
bulunması gibi...
Ancak bu şahıs, o malı
gördükten sonra bu tasarruflarda bulunmuş olursa; bu durumda, muhayyerlik hakkı
geçersiz olur. Kifâye'de de böyledir.
Hıyâr-ı rü'yet üzere
bir şey satın almış bulunan şahıs, satın aldığı şeyi gördükten sonra, onun
bazısını satışa arzederse; muhayyerlikhakki geçersiz olur.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu şahsın muhayyerlik hakkı geçersiz olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Sahih olan, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Bedâi"de de böyledir.
Yazmakta olduğu halde,
sonra bundan âciz kalan —bir köleyi— satın alan kimse, görme muhayyerliğinden
dolayı geri veremez. Hâvî'de de böyledir.
Bu kimsenin satın
aldığı şeylerden bir kısmı elinden çıkar; eksilir veya artarsa, —bu artış,
ister munfasıl (= ayrı), ister muttasıl (^bitişik) olsun— bu durumda
muhayyerliği bâtıl olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bu kimse, bir câriye
satın almış olur ve ona cima' eder veya şehvetle dokunur yahut şehvetsiz olarak
fercine bakar veya satın aldığı hayvana, ihtiyacından dolayı biner yahut benzer
davranışlarda bulunursa, muhayyerliği bâtıl (= geçersiz) olur. Bedâi'de de
böyledir.
Müşterinin muhayyer
olması şartıyle yapılan satış, mutlak satış gibidir; rü'yetten
önce muhayyerliği sakıt olur.
Kenz Şerhı'nde de böyledir.
Keza, fâsid bir
satışla satıp, onu teslim edince de, bu müşterinin muhayyerliği bâtıl olur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Keza bu müşteri, satın
aldığı şeyi, görmeden birisine hîbe derse; yine muhayyerliği sakıt olur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Keza bu müşterinin, o
şeyin bedelini, onu görmesi üe birlikte vermesi hâlinde de muhayyerliği
geçersiz olur, Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.
Bu müşterinin satın
aldığının bir kısmı, kendi yanında zayi olursa, muhayyerliği sakıt olur.
Hâvî'de de böyledir.
Keza bu şahıs, aldığı
şeyden .bilmeyerek bir harcamada bulununca da muhayyerliği sakıt olur.
Meselâ: Bu şahıs,
satın aldığı koyunun yününü kırktığı halde, o koyunun, satın aldığı koyun
olduğunu bilmezse veya bilmeden satın aldığı elbiseyi giymiş olursa; bu
durumlarda, muhayyerliği düşer. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bu kimse, görmeden bir
câriye satın alır ve satıcı onu, bu şahsın yanına emânet olarak bırakır ve onu
tanımadan câriye Ölürse, bu müşteri onu teslim almış sayılır. Ve bedelini öder.
Çünkü, bu durumda, o câriye, müşterinin
zimmetinde ölmüş sayılır.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bu müşteri, o cariyeyi
satın ve teslim aldıktan sonra, emânet olarak, satıcının yanına bırakır ve bu
câriye, satıcının yanında ölürse, bu durumda, müşterinin malı olarak ölmüş
olur. Ve bu müşteri, o cariyenin bedelini tamamen öder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, bir çift
mest satın alır ve bu müşteri uyurken, satıcı, mestleri ayaklarına giydirir ve
müşteri de, uyanınca bunlarla yürürse; bu yürümesinden dolayı,
mestlerin kıymetinin noksanlaşması
hâlinde, muhayyerliği
geçersiz olur. Durum
böyle olmazsa, müşterinin
de,
Bu kimse, önceden sütü
görmeyip, sütçü eve getirdikten sonra görürse, hüküm yine böyledir.
Ebû'I-Leys: "Bu
müşteri, hıyâr-ı rü'yet ile o sütü geri veremez. Çünkü, müşteri bu sütü,
sütçüye geri verecek olsa, onu geri götürmesi gerekir, bu ise müşteri
tarafından bir noksanlık olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu kimse aldığı şeyi,
o şahsa ücretle evine görürtmemişse, görme muhayyerliği hakkı sakıt olmaz;
ücret vererek götürtmüşse, bu hakkı sakıt olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir yeri, zirâat için bir
başkasına verirse, muhayyerliği bâtıl olur. Bu kimsenin emri Üe yapılan iş,
kendisinin yaptığı iş gibidir. Kenz Şerhı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir yer
satın alır ve bu şahsın rızâsı ile bir başka şahıs da orayı eker ve sonra da,
bu yeri eski hâli üzere terkeder ve müşteri, satın aldığı yeri bundan sonra
görürse, artık, orayı geri veremez. Kifâye'de de böyledir.
Bir kimse, —hıyâr-ı
rü'yet üzere— satm aldığı bir yeri, bir başka şahsa, ekmesi için, ariyet olarak
bırakırsa; ariyet olarak alan şahıs, bu yeri ekmedikçe, müşterinin görme muhayyerliği
sakıt olmaz. Füsûlu'l-Imâdîyye'de de böyledir.
Velvâliciyye'de de
şöyle zikredilmiştir:
Satacağı bir şeyi,
müşterinin hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) hakkı olmadan satmak isteyen
şahsın, bunu yapabilmesi için şu çare vardır:
Bu kimse, bu malını,
başka bir şahsın malı ile birlikte satar.Sonra da, o malın sahibi, kendi
malını, müşteriden geri alır. Böylece müşterinin muhayyerliği de bâtıl olmuş
olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, —hıyâr-ı
rü'yet ile— bir başka şahıstan, görmeden bir ev satın alır; görünce de:
"Hoşuma gitti." veya "Hoşuma gitmedi." demez; ancak,
kavmine: "Şu evi satm aldığına, şahit olunuz." der ve sonra da, görme
muhayyerliği üzerine, bu evi geri vermek isterse; o, bu durumda, evi geri veremez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
yerden bir ev satın alır; satıcı, bu şahsa: "Onu, sana teslim ettim."
dedikten sonra, müşteri, bu evin parasını vermekten —evi görmediği ve teslim
almadığı için— kaçınırsa; bu şahıs, görme muhayyerliğinden dolayı, o evi geri
verebilir.
Şayet, bu şahıs,
o evi geri vermezse, satıcıya,
"müşteri İle birlikte gidip, evi teslim etmesi" emredilir.
Yahu; bu satıcı,
yerine bir vekil göndererek evi teslim ettirip, bedelini aldırır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Satın aldığı köleyi
kör bulan bir şahıs: "Caiz olursa, ben, bunu keffâret-i yeminim için azâd
edeceğim. Aksi takdirde, iade ederim." , derse; bu müşteri, o köleyi, geri
iade eder.
Birş, İmâm Ebu Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, iki cins
buğday satın alır ve teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra, birinciden
vaz geçerse; diğeri hakkında görme muhayyerliği baki kalır. Zehıyre'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
denilmiştir:
Bir kimse, bir şey
satın alınca; satıcıya: "Bunu sat." veya "Bunu, kendine
sat." derse; bu sözü ile, ahş-verişi reddetmiş olur.
Bu satıcı, o malı
satsın satmasın, ahş-veriş bozulmuş olur.
Ancak bu müşteri, bu
sözü, satın aldığı şeyi gördükten sonra söylemiş olursa, bu mes'elenin ne
olacağı hususundan bahsedilmemiştir.
Bir kimse, bir koyun
satm alır ve onu teslim almadan, satıcıya: "Onu sat." veya "Onu,
kendine sat." derse; bu da yukarıdaki gibidir.
Bu müşteri, o koyunu,
görmemişse, o saat, bu aiış-veriş bozulmuş olur. Ve bu müşteri, o koyunu geri
vermiş olur.
Eğer, bu müşteri,
koyunu görmüşse, bu ahş-yeriş, satıcı: "Kabul ettim. Ben onu
satarım." demedikçe, bozulmuş olmaz. Mtıhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, görmeden
bir koyun satın alır ve satıcıya: "Bunun sütünü sağ ve
tasadduk et." veya
"Onu yere dök."
der; satıcı da, müşterinin dediğini
yaparsa; • müşterinin, bu koyun
hakkındaki muhayyerliği sakıt olur.
Çünkü müşteri, bu
koyunun sütünü teslim almış olmaktadır. CâmiıTl-Füsûleyn'den naklen
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu, iki köleden birisini, bir şahıs hatâen öldürürse, müşteri,
katilden, bu kölenin kıymetini alır. Diğer köle hakkındaki muhayyerliği de
bâtıl olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir köle, müşterinin
yanında iken, diyet alınacak şekilde yaralanır veya müşterinin yanındaki
cariyeye, bir başka şahıs cima' ederse, bu müşteri, bu köle veya bu cariyeyi,
görme muhayyerliği ile, satıcıya geri veremez.
Çünkü, bu
cariyeye, —müşteriden— başkasının
cima' etmesi, zinâ'dır.
Bu cariyeye, müşteri
cima' eder veya bu köleyi müşteri yaralarsa, yine satıcıya iade edemez.
Ancak, satıcının razı
olması hâlinde, müşteri bunları iade edebilir. Bu hususta, üç hâl vardır:
1) Bu
câriye, müşterinin yanında bir çocuk doğurur, o çocuk da, durursa, müşteri* hiç
bir şekilde, bu cariyeyi geri veremez.
2) Eğer, bu
çocuk ölür ve ölümü, açık bir noksanlık getirirse, —satıcı razı
olmadıkça— yine müşteri,
bu cariyeyi, satıcıya
geri veremez.
3) Eğer,
çocuğun ölümü, cariyeye açık bir noksanlık getirirse; bu durumda müşteri, bu cariyeyi,
satıcıya geri yerebilir.
Muhiyt'te de böyledir.
Müşterininin,bu
şekilde satın aldığı,bir koyun veya bir yük hayvanı olur ye bu doğurursa,
müşteri onu geri veremez.
Ancak, bu hayvanın
yavrusu ölür veya birisi tarafından öldürü-lürse, bu durumda, müşteri onu
satıcıya iade edebilir. Hâvî'de de böyledir.
Köle, müşterinin
yanında iken, satan şahıs tarafından yaralanır veya öldürülürse, el-Asî'da:
"Bunların, satışa bir zararı olmaz. Satıcı, bu kölenin kıymetini veya
yarısının diyetini, müşteriye öder. Muhıyt'te de böyledir.
Isâ bin Ebân'ın şöyle
dediği rivayet edilmiştir:
Müşteri —bu şekilde
satın aldığı bir— cariyeyi teslim almadan önce, birine nikâhlar ve kocası bu
cariyeye cima' etmeden, müşteri bu cariyeyi görürse, mehri satıcıya verir.
Bu cariyenin
evlenmesinden dolayı, meydana gelen kıymet noksanlığı, cariyenin mehrinden
fazla olursa; "kalan farkı, müşteri öder." denilmiştir.
Sahih olan budur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı cariyeyi sıtma tutup bilâhare iyileşirse; bu müşteri, o köleyi satıcıya
iade edebilir.
Şayet, köle hasta
iken, bu iş, müşterinin satışı kabul etmemesi sebebiyle, hâkime düşerse; bu
durumda hâkim, satışı geçerli kılar. Kölenin iade edilmesini reddeder.
Kölenin hastalığı,
bundan sonra geçerse, müşteri, onu satıcıya, geri veremez.
Müşteri, "köleyi
satıcıya iade ettiğinde, onun hasta olmadığına" dair şahit dinletirse; bu
durumda, satıcı geri almaya mecbur tutulur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, kurumakta
olan buğday görür ve satın alır ve kuruyana kadar da, buğdayı teslim almaz ve o
noksanlaşırsa; bu satıcıya geri verilmez. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Muhayyerlik hakkı olan
her kimse» satışı da feshedebilir. Anca, şu üç kimse, alış-verişi feshedemez:
1) Vekil
2) Vasî
3) Me'zun
olan (= ticâret yapmasına izin verilmiş bulunan) köle. Bunlar, bir şey satın
aldıkları zaman, görme muhayyerlikleri varsa» satışı feshedebilirler.
Ancak, satın aldıkları
bir şeyi» kusurundan doluyu satıcıya geri veremezler. Bahru'r-Rlık'ta da
böyledir. [55]
Bu hususta asıl olan
şudur: Görünmeyen şey, görünen şeye tâbi ise, görünmeyen bu şeyden dolayı
muhayyerlik hakkı yoktur,
Görünmeyen şey asıl
ise, bu durumda baküm Eğer görünen şey, görünmeyenin hâlini bildirmiyorsa,
muhayyerlik h&kki bakî kalır
Eğer görünen şey,
görünmeyen şeyin hâlini açıklayıp bUdiftyorea, muhayyerlik hakkı bâtıl (=
geçersiz) olur, SerahsVnin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir câriye
veya bir köle satın alıp, onun ytiıünü görür ve —bu alış— verişe razı olursa;
bundan sonra muhayyerliği kalmaz, Muhıyt'te de böyledir.
Keza, bu köle veya
cariyenin, yüzünün yukarıdan fazlasını görmek, tamamını görmek gibidir.
Bir kimse, bir
insanın, yüzünün haricinde, bütün bedenini görse bile, muhayyerliği devam eder.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, bir at veya
eşek, katır satın alır ve bunun gördüğü halde, başka bir yerini görmezse; İmâm
Ebû Yûsuf
"Bir şahıs,
bunların yüzünü ve arka tarafını görmezse, muhayyerliği bâtıl olmaz."
buyurmuştur.
Sahih olan budur.
Bedâi"de de böyledir.
Âlimler şöyle
demişlerdir:
Bu işten anlayan
san'at ve marifet sahibi kimseler: "Bu hayvanın ayaklarına bakmak
lâzımdır." derlerse; muhayyerliğin kalkması için, bunun da yapılması
şarttır. Kudîirî Şerhî'nde de böyledir.
Sadece, alnına veya
kuyruğuna bakmak kâfi değildir. Sahih olan budur. Fetâvâyi Gıyâsiyye'de de
böyledir.
Koyunun memesine ve
diğer yerierine bakmak, elbette gereklidir. Zahîriyye'de de böyledir.
Et için
satın alman koyunun,
cüssesine bakmak lâzımdır. Müşterinin, bu koyunu uzaktan
görmesiyle, muhayyerliği sakıt olmaz. Bedâi"de de böyledir.
Sütlü bir inek veya
deve satın alan kimse, bunları tamamen gördüğü halde, onu sağmazsa,
muhayyerliği devam eder. Sirâcü'l- Veh-hâc'da da böyledir.
Yenilecek şeyin tadına
bakmak, elbette gerekir. Koklanacak şey, koklanır.
Ve, savaş çalgılarının
da, sesi dinlenir. Tebyîn'de de böyledir.
Tadı olan bir şeyi,
gece tadına bakılırsa, o şey görülemese bile, bu alıcının muhayyerliği sakıt
olur. Kunye'de de böyledir.
Satın alınan şey,
taşınabilen bir şey olur, ancak bu, hayvan olmazsa; onu görüp, yüzüne bakmadan,
müşterinin muhayyerliği sakıt olmaz.
Satın alınan şey,
kumaş veya bez gibi bir şeyse; bunun bir kısmını görmekle, müşterinin
muhayyerliği sakıt olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşterinin aldığı,
gördüğü şeyden başka
ise, muhayyerdir: Dilerse, bunu
kabul; dilerse reddeder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, dürülü
olduğu için, —sadece— dış tarafını gördüğü, bir kumaşı alır ve ona bakmazsa;
kumaşın bir nakısının ve alâmetinin olmaması hâlinde, muhayyerlik sakıt olur.
Ancak, bu kumaş
nakışlı ise, müşterinin muhayyerliği, onu açıp bakmadıkça sakıt olmaz.
Bu kumaşın nakısı yok,
fakat bir alâmeti varsa, müşterinin muhayyerliği bu kumaşın alâmetini görünce
bâtıl olur, görmediği müddetçe muhayyerliği devam eder. Bedâi"de de
böyledir.
"Bu, onların
örfüdür." denilmiştir.
Bizim örfümüzde,
müşterinin muhayyerliği, kumaşın iç tarafını görmedikçe sakıt olmaz.
Kumaş hakkındaki bu
ihtilaf, onun içini de, dışını da görmekle halledilir.
Bu, İmâm Zü'fer
(R.A.)'in kavlidir.
Mebsût'ta da, İmâm
Züfer (R.A.)'in kavli üzere cevap verilmiştir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İki yüzü
bulunan şeylerin her
iki yüzüne de
bakmadıkça, muhayyerlik bâtıl olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Sergi (= oturulan yere
serilen şey) hakkında ise, "onun tamamı görülmelidir." denilmiştir.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
İçi dolu yastığın
dışına bakmışsa, görme muhayyerliği bâtıl olur. Bu yastık, adette olduğu gibi
doldurulmamışsa, görme muhayyerliği sakıt olmaz. Mi'râc'dan naklen
Bahru'r-Râık'ta da böyledir. .
Astarlı bir cübbe
satın alan kimse, onun, astarını gördüğü halde, dış tarafını görmemiş olursa
muhayyerdir.
Ancak, dış tarafını
gördüğü halde, iç tarafını görmemiş bulunursa, muhayyerliği sakıt olur.
Fakat, maksat iç
tarafını görmekse, o zaman, müşteri iç tarafını görmedikçe, muhayyer olarak
kalır. Bürhâniyye'den naklen Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Fetâvâyi Nesefî'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kaç ayakkabı satın
alan bir şahıs, bunların yüzlerine bakınca, içlerine, astarlarına bakmasa bile,
görme muhayyerliği hakkı bâtıl olur. Suğrâ'da da böyledir.
"Zamanımızda, iç
tarafına da bakmak uygun olur." denilmiştir.
Fethu'l-Kadîr'de de
böyledir.
Topraktaki madenler ve
özelliği olan topraklar hususunda, bunların çıkartılmış bulunanların
görülmesine itibar edilir.
Bir kimse, bütün
teferruatı ile bir eğer —takımı— satın alıp, teslim aldıktan
sonra, keçesini görmezse,
onu gördüğü zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse,
tamamını, satıcıya geri verir.
Bütün takımı ile buhurdanlık satın alan kimse, sonra
onda bir kusur görürse muhayyerdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir çift mest veya
ayakkabı satın alan şahıs, bunlardan sadece bir tekini görürse, diğerini, de görene
kadar muhayyerliği devam eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fetâvâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Misk göbeği satın
aiıp, ondan misk çıkaran bir kimse, artık onu geri veremez.
Çünkü, miskin
çıkarılması, misk göbeğine noksanlık vermektir.
Ancak, misk çıkarılıp,
ona bir noksanlık verilmeden, görme muhayyerliği veya bu misk göbeğinin bir
aybmm bulunması gibi bir sebeple, bu şey, satıcıya iade edilebilir. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir kimse, görmeden
bir şeker kavanozu aldıktan sonra, onun içinde bulunanı çıkarırsa, muhayyerliği
sakıt olur. BahrıTr-Râık'ta da böyledir.
Şişe içinde yağ satın
alan bir kimse, bu yağa, şişeyi açıp, onu dökerek bakmaz ve sadece şişeye
bakarsa, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, böyle yapması rü'yet (= bakıp görmek) sayılmaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimsenin, satın
alacağı bir şeye, camın arkasından, aynadan veya o suyun içinde iken
bakması, rü'yet sayılmaz. Böyle yapmış bulunan şahsın
muhayyerliği devam eder.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse,
avlamaya lüzum olmadan yakalanması mümkün olacak şekilde suyun
içinde bulunan bir balığı satın alır ve onu, suyun içinde görürse; bâzı
âlimlerimize göre: "Bu şahsın muhayyerliği düşmez.
Sahih olan*da budur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimsenin, satın alacağı
bir şeye, ince bir perde arkasından bakması, rü'yet olur. Fetâvâyi KâdîhâiTda
da böyledir.
Müntekâ'da, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir bağda bulunan her
çeşit üzümden, her çeşidin bir kısmını görmedikçe, müşterinin muhayyerliği
devam eder.
Ancak, müşterinin
hurma ağacmdaki hur'mayı görmesi, rü'yet olur. Ve bu müşterinin muhayyerliği
bâtıl olur.
Tatlı ve ekşi olan iki
cins nardan, birini gördüğü hâlde, diğerini görmemiş bulunan müşterinin,
hıyâr-ı rü'yet hakkı bâtıl olmaz.
Bir yük hurma satın
alan kimsenin muhayyerliği, bunlardan bir kısmına bakmakla sakıt olmaz. Ancak
tamamını görünce, muhayyerlik hakkı sakıt olur.
Keza, bütün meyveler
de böyledir.
Ancak, buna, ağaçta
bulunan adedî şeyler dahil değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Muhtar olan da budur.
Muzmarât'ta da böyledir.
Satılan şey akar olur
ve müşteri onu —evi veya dükkanı— dışından görüp, almaya razı olursa,
muhayyerlik hakkı kalmaz.
Âiimler: "Bu
hüküm, oranın içinde, —başka— bina olmadığı zaman geçerlidir. Ancak, içeride de
bina varsa, orayı da görmek elbette gereklidir." demişlerdir.
Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satılan bu yerin
içinde, iki kışlık iki de yazlık ev ve bir cemakan varsa; müşterinin, bunların
hepsini görmesi şarttır.
Nitekim, evin salonunu
görmek de şarttır. Yemek yapılan yeri ve çöplüğü görmek şart değildir.
Bazıları: "Hepsini de görmek
şarttır." demişlerdir. En açık ve uygun olan da budur. Muhıyt'te de
böyledir.
Anbar (= depo)
hakkında, "onu, duvarın dış tarafından görmek kâfidir." denilmiştir.
Hulâsa'da da böyledir.
Satın alman yer, bir
üzüm bağı ise, müşteri, yüksekçe bir yerden bakıp razı olursa, muhayyerlik
hakkı kalmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Âlimler: "Bostan
ve bahçeyi içinden ve dışından görmek gerekir." demişlerdir.
Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Satın alınan şey,
ölçülen veya tartılan cinsten olur ve tek bir kap içinde bulunursa, bu şeyin
bir kısmına bakmak, muhayyerliği sakıt eder.
Ancak, o şeyin tamamı,
gördüğü gibi değilse, bu durumda müşteri, muhayyer olur.
Fakat, bu muhayyerlik,
hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) değil, hıyâr-ı ayb (= kusur muhayyerliği)
dir.
Alınan bu şey, birden
fazla kapta bulunur, her biri de aynı cinsten ve aynı sıfattan olursa; bu
hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir:
Irak âlimleri:
"Bu durumda, muhayyerlik yoktur." demişlerdir.
Sahih olan da budur.
Bunların cinsleri ve
sıfatları ayrı ise, bu durumda, müşterinin muhayyer olduğunda ihtilaf yoktur.
Bedâi"de de böyledir.
Satılan şey karışık
bulunur ve adedî (- sayılan cinsten) olursa; bunların tamamının görülmesi
gerekir.
Müşterinin, bunların
bir kısmını görmesi ile, muhayyerlik hakkı, sakıt olmaz; devam eder.
Bu müşteri, reddedecek
olursa, bunların bir kısmını değil, tamamını reddeeder. Zehıyre'de de böyledir.
Ceviz ve yumurta gibi
adediyyât-ı mütekâribe'den (= sayı ile satılan ve —büyüklük bakımından— bir
birine yakın olan şeylerden) olan şeylerden bir kısmını görmek,
—görülmeyenlerin, görülenler gibi veya ondan daha üstün olmaları hâlinde— kâfi
gelir. Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, müşteri
reddetmek istediği zaman, —ancak— hepsini birden reddedebilir. Sahih olan
budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir. ^
Bu durumlarda, şayet
müşteri: "Ben, görmediklerimi, gördüğüm gibi bulmadım. Ondan aşağı
buldum." der; satıcı ise: "Hayır, gördüğün gibidir." derse;
yeminle birlikte, satıcının sözüne itibar edilir.
Müşterinin, iddiasını
isbat için beyyine getirmesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Soğan, patates,
sarımsak ve havuç gibi yerde gömülü olan bir şeyi satm alan kimse, bunların
tamamım görene kadar, İmâm Ebü Hanîfe (R.A.)'yegöre, muhayyerdir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
müşteri, onlardan bir kısmını söküp bakar ve alış-verişe razı olursa; bu rızâsı
diğerlerine de delâlet eder ve muhayyerliği sakıt olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Âmme-i meşâyih (=
âlimlerin ekserisi) şöyle demişlerdir: Bu mes'ele, zâhiru'r-rivâyede
zikredilmemiştir.
Ancak, Emâlî'de, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Yerde gömülü bulunan soğan, sarımsak, havuç
gibi ölçülebilen veya tartılabilen şeyleri, ya satıcının izni ile müşteri veya
bizzat satıcı söker.
Müşteri de sökülene
bakar. Eğer buna razı olursa,tamamının satışı caiz olur. Çünkü bu durumda,
onların bir kısmını görmek, tamamını görmek gibidir.
Ancak, görmediklerinin
de gördükleri gibi olması gerekir. Şayet sökülen şey, ölçülmeyecek veya
tartılmayacak kadar az ise, o zaman, müşteri muhayyerdir.
Bu, satıcının veya onun izni ile müşterinin
sökmüş bulunması hâlinde böyledir.
Eğer müşteri,
satıcının izni olmadan, bir hayli sökmüş ise, satış hem caiz, hem de lâzım olur.
Müşteri, razı olsa da
olmasa da bu böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
O yerin başka
tarafında, bu şeyden,daha az bulsa veya hiç bula-masa bile, bu hüküm değişmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet bu müşterinin,
izinsiz olarak söktüğü miktar, bir kıymet taşımayacak kadar az ise,
muhayyerliği bâtıl olmaz.
Bu mes'elede fetva,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli üzeredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, bu şekilde
satılacak olan şey, turp gibi sayılarak satılacaksa, bunun tamamı sökülüp
görülmedikçe, muhayyerlik sakıt olmaz.
Ancak, bunun
için,sökümün izin alınarak yapılmış olması gerekir.
Fakat müşteri, bu
şeyden, sahibinin izni olmadan, kıymet taşıyacak miktarda sökmüş olursa,
muhayyerlik hakkı sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.
Muhtar olan budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bu hükümler, gözle
görülmeyen bu şeylerin, yerde gömülü olarak bulunduğunun bilinmesi hâlinde
geçerlidir.
Şayet satıcı, o şeyler
bitmeden (= oluşmadan, yetişmeden) veya ettiği halde, varlığı belli olmadan
satarsa,; bu satış caiz olmaz.
Satıcı, soğan ve
benzerlerinin bir kısmını, bulunduğu yerden söker ve müşteriye: "Kalan
yeri de, bu şekilde sana satıyorum." derse, bu satışı caiz olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Havucu satan kirnse:
"Ben, sökmeye korkuyorum." deyince, müşteri de: "Ben de, sökmeye
korkuyorum. Daha olgunlaşmadı." der; sonra da, bunlardan biri havucu
sökerse, bu alış-veriş caiz olur.
Şayet, bunlardan hiç
biri sökmezse, hâkim bu satışı fesheder. Kudûrî Şerhi'nde de böyledir.
bir kimse, çuval
içinde havuç satm aldığında, çuvalın üstünde bulunanlar uzun, altında olanlar
ise, kısa ve küçük olur; kısa ve küçük olanlar da, uzun ve büyük olanlar gibi
satılırsa, bu bir kusur ve noksanlıktır.
Bu durumda, müşteri,
satıcıya, noksanından dolayı müracaat edebilir ve onları geri verebilir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hişâm, Nevâdir 'de
şöyle diyor: İmâm Muhammet! (R.A.)'densordum:
— On dönümlük bir yerde dikili bulunan havucu
satın alan bir kimse, kölesine, bu havucu sökmesini emrederek o yere gönderir
ve o da, bu havuçların tamamını
söktükten sonra, müşteri
gelirse, onun muhayyerliği var
mıdır?
O, şu cevabı verdi:
— Evet, vardır. Ben:
— Sökmekle, havucun kıymeti, üçte bir
nisbetinde, düşmüşse...?
dedim.
İmâm Muhammerî (R.A.);
— "Her ne kadar
noksanlaşmış olsa da, bu müşterinin, görme muhayyerliği hakkı vardır"
buyurdu. Miıhıyl'îc de böyledir. [56]
İmamlarımızın Üçünün
ittifakına göre, kör bir kimsenin alış-verişi caizdir. Fethu'i-Kftdir'de de
böyledir.
Kör bir kimse, bir şey
satın aldığı zaman, muhayyerlik hakkı vardır. Ancak, kör bir kimse, bir sey
sattığı zaman, muhayyerlik hakkı yoktur. §irâcü'f-Vehh&fda da böyledir.
Kör bir kimsenin,
satın aldığı şeyin altını ve üstünü çevirerek onda araştırma yapması, bakmak
yerine geçer.
Kör olan şahssnt
koklanacak şeyleri koklamasına ve tadılacak şeyleri tatmasına itibar edilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Meşhur olan rivayette,
satılan şeyin vasfını açıklamak, şart değildir. Seranı!'nln MoJiıyfı'nde de
böyledir.
Ancak, kör şahsın
satın aldığı şey kumaş ise, kendisinin muayene etmesi ile birlikte, kumaşın
vasfım, enini, uzunluğunu, kalınlığını
ve inceliğini açıklayıp anlatmak da gerekir.
Satın aldığı şey
buğday ise, onun da vasfını ve sıfatını söylemek lâzımdır. Ve, onu da, eli ile
kontrol etmesi gerekir. Cevheretü'n-Neyyİre'de de böyledir.
Kör bir şahıs, ağacın
üzerinde bulunan meyveyi satın alırsa, meşhur olan rivayet göre, meyvenin
vasfının beyan edilmesine itibar olunur.
Başka şeye itibar
edilmez. Serahsf'nin Muhıyti'nde
de böyledir.
Kör şahsın, akar
hakkındaki muhayyerliği,onu vasfedinceye kadar sakıt olmaz.
Sahih olan yol budur,
Kudftıî Şerhinde de böyledir.
Keza, köle, hayvan,
ağaç ve dokunmakla veya koklamakla tam-namıyan bütün şeylerin, bütün vasıfları
açıklanır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Akd'en önce mevcud
olan sebeplerden dolayı, muhayyerlik hakkı olmaz. Fetâvâyi Timurtâşî'de de
böyledir.
Bunlar vasfedildikten
sonra, kör şahıs razı olur ve bilâhare başkasına gösterirse, muhayyerlik hakkı
geri dönmez. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, görürken
satın alır, sonra da kör olursa; vasfetme muhayyerliği intikâl eder.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Kör şahıs, alacağı şey
vasfedilmeden önce: "Razıyım." derse; muhayyerlik hakkı sakıt olmaz.
Cevhereiü'n-Neyyire'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmiü's-Sağîr'de, İmâm-ı A'zam Ebû Hantfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu
nakletmiştir:
Bir kimse, görmeden,
bir yiyecek maddesi satın alır ve onu teslim alması için bir vekil tayin
ettiğinde, bu vekilin bakıp, beğenmesinden sonra, müşterinin, o şeyi reddetme
hakkı olmaz.
Ancak bu müşteri, bir
elçi yollayarak o şeyi aldırır ve görürse, onu reddetme hakkı olur.
İmâmeyn'e göre ise,
müşteri de vekil de aynıdır: Müşteri, isterse reddeder; isterse, alır ve kabul
eder. Zehıyre'de de böyledir.
Bu mes'eîenin aslı
şudur:
tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, vekilin, o şeyi alması sebebiyle, hıyâr-ı rü'yet (- görme
muhayyerliği) geçersiz olur.
tmâmeyn ise, buna
muhaliftir. Onlara göre, vekil, o şeyi, asılın yanında teslim alır ve o da
görürse, ancak, bu durumda muhayyerliği geçersiz olur.
Eğer vekil, bu şeyi
görmeden almış ve sonradan, muhayyerliği geçersiz kılmak için kasden bakmışsa,
bu durumda muhayyerliği iptal edemez. Kâfî'de de böyledir.
Bu hususta, birini
vekil kılmanın şekli:
Müşterinin, vekil
olacak şahsa: "Satın aldığım şeyi teslim almakta, benim vekilim ol."
veya: "Satılan şeyi teslim alma hususunda, seni vekil kıldım.'' demesidir.
Bu hususta, elçi
gönderme şekli ise: Müşterinin, bir şahsa: "Satılan şeyi teslim alma
hususunda, benini elçim ol." veya "Sana, onu almanı emrettim."
yahut "Onu almaya, seni göndereyim." vey mt da: "Söyle, filan
şahsa, satılan şeyi sana versin." demesidir, Fevâid'den naklen
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Satın alınan şeyi,
vekilin görmesi, aynen asilin görmesi gibidir. Bu, biM-ittifak böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
Alman şeyi, vekil
görünce, müvekkil onu reddedemez. Hidâye Şerhi'nde de böyledir.
Bi'I-icma', elçinin
görmesi de onu gönderenin görmesi sayılmaz.
Eğer gönderen şahıs,
satın aldığı şeyi görmemişse; onun muhayyerlik hakkı sabittir. Bedâi"de de
böyledir.
Müşteri, o şeyi satın
almadan önce, bir vekil veya bir elçi gönderir ve bunlar,
bizzat kendileri satın
alırlarsa, yine gönderen
şahsın muhayyerliği sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.
Fetva da, buna
göredir. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir şey satın almak
üzere vekil tâyin edilen şahıs,daha önce müvekkili tarafından görülmüş
bulunduğunu bilmeden bir şey satın alırsa, bu vekilin muhayyerlik hakkı vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu, vekilin, bir şeyin
aynını değil de ondan başka bir şey almış olduğu zaman geçerlidir.
Ancak, vekil, önceden
müvekkilinin görmüş bulunduğu fakat kendisinin görmediği bir şeyi satın
alırsa, bu durumda, bu vekil için, hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) hakkı
yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Vekilin görmesi,
asilin görmesi gibi değildir.
Meselâ: Görmeden bir
şey satın almış bulunan bir şahıs, bir başka şahsı, satın aldığı şeyi görmesi
için vekil tâyin edip,ona:"Eğer, beğenip razı olursan, onu al." dese,
böyle yapması caiz olmaz. Câmiu'l-Füsûleyn'de de böyledir.
Bir kimse/görmeden
satın aldığı bir şeye bakması için, bir şahsı vekil tayin edip, ona: "Razı
olursan, akid tamamdır; aksi takdirde satış feshedilmiştir." derse; bu
şekilde vekil tayin etmesi sahihtir.
Bu vekilin bakması,
asilin (müvekkilinin) bakması yerine kâim olur.
Çünkü müvekkil, bu
vekile hem "bakma", hem de "dileme" yetkisi vermiştir ki,
bu da sahihtir.
Bir alış-verişe izin
verme veya onun feshetme işini, bir başkasına havale etmenin sahih olması
gibi...
Veya, satışta
muhayyerlik olması hâlinde, vekilin satışa razı olma veya razı olmama
yetkisinin bulunması gibi... Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [57]
Bubabda:
1) Hıyâr-ı
Ayb'm Sabit Olması, Hükmü, Şartlan ve Kusurun Ta'rifi, Tafsilâtı.
2) Hayvan ve
Diğer Şeylerdeki Kusurlar
3)
Kusurundan Dolayı iade Edilmesi Yasak Olup Olmayanlar. Satıcıya Müracaat Edilip
Noksanlığının Karşılığı Alınan ve Alınamiyan Şeyler
4) Kusurla
İlgili Dâva
Bu Hususta Münazaa ve
Beyyine ikâmesi
5)
Kusurlardan Berî Olmak ve Tazminat Ödemek
6)
Kusurlardan Dolayı Sulh Olmak.
7) Vasî,
Vekil ve Hasta Hakkındaki Hükümler olmak üzere, yedi bölüm vardır. [58]
Hıyâr-ı aybm (=
satılan şeydeki, noksanlık, kusur, ayıptan dolayı muhayyer olma hakkının)
sabit olması için, her hangi bir şart yoktur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı sırada veya ondan önce, aybını (= kusurunu, noksanını) bilmediği bir
şey satın alırsa, bu ayb ister az, ister çok olsun, bu durumda, bu müşteri
muhayyerdir: İsterse, —bu ayba razı olur ve aldığı şeyin bedelini tamamen öder;
isterse, almayıp geri verir. Tahavî Şerhı'nde de böyledir.
Bu hüküm,
kusurun, meşakkatsiz giderilememesi hâlinde geçerlidir.
Şayet kusuru, —satın
alınan cariyenin ihramîı olması gibi— kolay ve meşakkatsiz bir yolla izâle
edilebilirse, bu durumda, müşteri muhayyer olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Müşteri, bu noksandan
dolayı, bedelden bir şey tutup eksiltemez. Onu, bu noksanla alır. Kudûrî
Şerhı'nde de böyledir.
Sonra duruma bakılır:
Şayet bu müşteri teslim almadan önce, bu noksanlığa muttali olmuşsa, satın
aldığı şeyi, satıcıya iade eder.
Bu durumda müşterinin:
"İade ettim." demesiyle, satış işlemi feshedilmiş olur. Bu durumda
hâkimin, hüküm vermesine de gerek yoktur.
Eğer müşteri, teslim
aldıktan sonra bu noksanlığın farkına varmışsa; bu durumda, bu alış-veriş akdi,
ya satıcının rızâsı veya hâkimin hükmü ile feshedilebilir.
Müşteri, bu şeyi,
satıcının rızâsı ile iade etmiş olursa, bu hâl, —ancak— kendileri hakkında
fesih olur; başkaları hakkında ise, satış olur.
Ancak müşteri, hakimin
hükmü ile iade etmişse, o zaman, bu hâl, hem kendileri, hem de başkaları
hakkında fesih olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Red sebebiyle
feshedilen her akidde, —noksanı az olsun çok olsun— bedelinin iade edilmesi
gerekir.
Red sebebiyle
feshedilmeyen her akidde de, o şeyin mukabilini değil de, kendisini ödemek
gerekir. Mehir, hulû' bedeli ve kısas gibi...
Bunlar, az bir kusur
sebebiyle reddölunmazlar. Ancak, çok kusur sebebiyle iade edilebilirler. Tahâvî
Şerhı'nde de böyledir.
Mehir, ölçülen ve
tartılan şeylerden olmazsa, az kusur sebebiyle, gerçekten iade edilemez.
Ancak, mehir ölçülen
ve tartılan şeylerden olursa, o zaman, az kusur sebebiyle de reddolunabilir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Mehirdeki fazla kusur:
"İyinin yerine orta halliyi, orta hallinin yerinede kötüyü vermektir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Az ve Çok Kusurun
Hududu:
Bir şeye, bir kimse,
bin dirhem'kıymet takdir eder ve kıymet takdir edici şahıs, bu şeye
"kusurlu olunca", bundan daha az bir kıymet takdir ettiği halde;
başka bir şahıs da, bu şeye "kusurlu hâlinde iken de", bin dirhem
kıymet takdir ederse, bu kusur, az bir kusurdur.
Ancak, bu şeye kıymet
takdir eden bu iki şahıs da, "kusursuz iken bin dirhem, kusurlu olunca da
daha az" bir kıymet takdir edip, bunda ittifak ederlerse; bu kusur da, çok
kusur sayılır.
Muhtar olan budur.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir. [59]
Hıyâr-ı aybın hükmü,
satılan şey hakkında, müşterinin mülkiyetinin sabit olmasıdır. Bedâi*'de de
böyledir.
Sahibi ölünce, bu şey,
vârislerinin hakkı olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bu, bir vakitle de
mukayyet değildir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da
böyledir.[60]
Hıyâr-ı aybın sabit
olması için, şu şartlar vardır:
1) Satılan şeyin aybının, satış esnasında
bulunması veya bu şeyin, teslim alınmadan önce kusurlanması.
Satılan şey, teslim
aldıktan sonra kusurlanırsa, hıyâr-ı ayb sabit olmaz.
2) Satılan
şeyi müşteri teslim aldıktan sonra, kusurunun, müşterinin yanında sabit olması.
Âlimlerin ekserisine
göre, red hakkının sabit olması için, kusurun, satıcının yanında sabit olması
kâfi değildir. Noksanlıkların tamamında, bu böyledir.
3) Hıyâr-ı
aybın sabit olması içn, kaçan, hırsızlık yapan veya yatağım ıslatan kölenin,
akıllı olması gerekir.
4) Köledeki
bu üç kusur hakkında, görüş birliği bulunması gerekir. Bunlarda görüş ayrılığı
olursa, red hakkı sabit olmaz.
5) Satış
akdinin yapıldığı sırada ve satılan şey teslim alınırken, müşterinin, o şeyde
kusur bulunduğunu bilmemesi gerekir.
Şayet, müşteri, akid
esnasında veya o malı teslim alırken kusurlu olduğunu bilirse, bu durumda
muhayyerlik hakkı olmaz.
6) Hıyâr-ı
aybın sabit olması için, "satılan şeyi kusurunun kabul edil
edilmesinin" şart koşulmuş olmamasıdır.
Şayet, böyle bir şart
koşulursa, müşteri için, muhayyerlik hakkı kalmaz. Bedâi"de de böyledir.
Kudûrî, Kitabında
şöyle buyurmuştur:
Bedelde, ticarî adet
bakımından bulunan her noksan, kusurdur. Şeyhu'l-İslâm Hâherzâde, şöyle
demiştir:
Bu hususta, insanların
örfüne itibar edilir: Onların kusur saydıkları, kusurdur. Kusur saymadıkları ise,
kusur olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Satın alınan
şeyin, masnûattan (-
san'atla yapılmış olan şeylerden) ise, onda bulunan bir şeyin
kusur olup olmadığını bildirecek merci, tüccarlardır. Fethu'l-Kadîr'de de
böyledir.
Körlük, tek gözlülük,
topallık, parmak fazlalığı veya noksanlığı kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.
Kanburluk, çıkık
göğüslülük, sağırlık, dilsizlik ve diğer hilkat noksanlıkları kusurdur. Hâvî'de
de böyledir.
Ağız ve vücut kokusu,
câriye için kusurdur.
Bunlar, —fazla
olmadığı müddetçe— köle için kusur sayılmaz. Ağız kokusu, içteki bir hastalığın
delilidir. Hastalık ise, kusurdur. Kâfi'de de böyledir. Keza, Bedâi', Mebsût ve
Tebyîn'de de böyledir.
Göbeğin çıkması,
cariyede de, kölede de kusurdur. Bu, göbek altında bulunan bir şişkinliktir.
Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Karn (- Kadının
fercinde çıkıp, cima'a mâni olan bir kemik) da, kadın için bir kusurdur.
Afi (— Kadının
fercinde çıkan ve cima'a mani olan et)
de, bir kusurdur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
"Kadının
fercinde, cima'a mâni olmayan torbacık gibi bir şeyin bulunması da
kusurdur." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu câriye, satıcının veya bir başkasının yanında
doğum yaptığı halde,
müşteri, bu durumu —önceden bilmez ve— sonradan
öğrenirse, bu husustaki iki rivayetten, sahih olanına göre, müşteri, bu
cariyeyi iade eder.
Fetva da, buna
göredir.
Diğer bir rivayete
göre ise, doğum yapmak kusur sayılmaz. Doğum,
açık bir kusur meydana
getirmiyorsa, bu câriye iade edilmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Hayvanın doğurması,
kusur sayılmaz.
Ancak, bu doğum, bir
noksanlığa sebep olursa, o zaman, kusur sayılır.
Fetvada, buna göredir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Câriye için,
gebelik hâli kusurdur.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, hâmile
olduğunu bilerek, bir câriye alır ve bu câriye, onun yanında doğum yaparsa, bu
müşterinin, satıcı ile muhakeme olunmaları
gerekmez.
Şayet, müşteri bu
cariyeyi satın alırken, onun hamile olduğunu bilmez ve câriye de, bu nifâs halinde
iken ölürse; bu durumda, müşteri, satıcıya hamilelik noksanlığı için, baş
vurabilir. Bahru'r-Râik'ta da
böyledir.
Nisâb'da şöyle
zikredilmiştir: Hayvanlarda, gebelik, kusur ve noksanlık değildir.
Ancak, hayvanların
gebeliği onlara açık bir noksanlık getirirse, o zaman, onlar için de kusur
olur.
Fetvada, buna göre
verilir. Muzmarât'ta da böyledir.
Kazâ-i hacet
yollarının, ikisinin bir olması, bir kusurdur. Böyle olan kadına ratka denir.
Fıtkı, bir
noksanlıktır. Bu, mesaneden yel çıkması demektir. Çoğunlukla erkeklerde,
vücuddaki bir hastalıktan dolayı meydana gelen, öldürücü bir hastalıktır.
Zahîriyye'de de böyledir.
Ümm-ü veled olmak
üzere alınacak câriye için, şarkıcılık bir kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.
Bakkalı'de şöyle
denilmiştir:
Cariyenin babasının
veya dedesinin rüşd
ehli olmaması da bir
kusurdur.
İbn-i Reşîd'in
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir cariyenin babası
veya dedesi, rüşd sahibi değilse, bu hâl, bana göre, ümm-ü veled yapılacak
câriye için bir noksanlıktır.
Ancak câriye, ümm-ü
veled yapılmayacaksa, bu hal, bir kusur sayılmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Cariyenin zina yapmış
olması, —az olsun, çok olsun— kusurdur. Köle de böyledir. Ancak, az olursa,
bununki kusur sayılmaz. Gerçekten zina, büyük bir günahtır. Ve bu köle de, onu
irtikap etmiştir. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir.
Şayet, zinaya devam
eder ve efendisinin hizmetine halel getirirse, o zaman, bu köle için de
kusurdur. Venâbi 'de de böyledir.
Keza, bu kölenin
üzerine, had îcabettiği açığa çıkmışsa, bu, kusurdur. Bedâi"de de
böyledir.
Cariyenin, veled-i
zina olması kusurdur.
Bu hâl, kölede kusur
değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bütün bu noksanlıklar,
müşteri nezdinde, iadeyi gerektirir. Emâlî'de, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
Bir kimsenin satın
almış olduğu, bulûğa erişmiş câriye, satıcının yanında zina etmiş bulunursa1,
müşteri, onu, satıcıya iade edebilir. Bu câriye, müşterinin yanında zina etmese
bile, hüküm böyledir
Bişr, Nevadir'inde, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un,
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimsenin satın
aldığı câriye, bir müddet onun yanında kaldıktan sonra, ona, bir hak sahibi
çıkar ve beyyine de ibraz ederse, bu da bir ayb (= kusur, noksanlık) olur.
Tebyîn'de de böyledir.
Köle de böyledir.
Hak sahibi onu, satın
alan şahıstan, noksanı ile dönderir satıcı vermek istemese bile bu böyledir.
Bu şahıstan biri satın
almış olsa bile, onu kusuru ile iade eder. Birinci görüş açıktır. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir şahsın satın
aldığı köle, Lût kavminin amelini yapıyor olsa; bu işi meccanen yapması
hâlinde, bu bir kusurdur. Çünkü bu hâl, onun ibne olduğunun delilidir. Ücretle
yapması bunun hilafınadır.
Câriye ise, böyle
değildir. Onun, bu işi yapması, her hâîü kârda, kusurdur. Kunye'de de böyledir.
Bezzâziyye'de şöyle
zikredilmiştir: Kadınlaşmak iki nevidir:
1) Kötü
fiillerde bulunmak. Bu kusurdur.
2) Sesi
inceltmek ve yürüyüşü kadına benzetmek. Köle bunları az yaparsa, iade edilmez.
Çok yaparsa, iade edilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Innet ve hadımlık
kusurdur.
Bir kimse, hadım
olarak satın aldığı bir köleyi, fahl (= tenasül uzvu çalışır) bulsa, onu iade
etmez. Ancak, fahl (= cima edebilir) olarak aldığı köleyi, husyeleri burulmuş
olarak bulursa, onu iade etme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Üdret (= Husyelerde
kemik bulunması) kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Siğil, —kölenin veya cariyenin bedelini noksanlaştırıyorsa— kusurdur. Aksi takdirde
kusur değildir.
Ben de, böyledir.
Ben, bazen güzellik
alâmetidir. Yanakta bulunursa, bedelde bir
düşme meydana
getirmez.
Bazen de, sahibine
çirkinlik verip, kıymetini düşürür. Meselâ, bir kimsenin, burnunun ucunda
bulunan ben gibi... Mebsût'ta da böyledir.
Sünnet olmamış
bulunmak, küçük olmaları hâlinde, köle için de, câriye için de bir kusur
değildir. Yaşlan büyükse, bu hâl, bir noksanlıktır. Seransî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bu, beldelerin örfüne
göredir.
Bizim beldemizde,
cariyeler sünnet olmazlar. Ve onların sünnet olmamış bulunmaları, hiç bir zaman
kusur (= noksanlık, ayb) sayılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Nikâh, kölede ve
cariyede, bir noksanlıktır.
Köle, karısını, iade
edilmeden önce boşarsa, müşterinin reddetme hakkı sakıt olur.
Câriye kocasını, ric'î
talâkla boşarsa, müşterinin red hakkı olur.
Çünkü, bunda
zevciyetin devam etmesi hâli vardır.
Bu câriye,
efendisinden izin almadan, kocasına müracaat edebilir.
Ancak, talâk, talâk-ı
bâin olursa, müşteri bu cariyeyi reddedemez; reddetme hakkı sakıt olur. İmâm
Kerhî, şöyle demiştir:
Şayet, bu câriye,
müşteriye, sıhriyet ve süt emme gibi bir sebeple, cima' yönünden haram ise, bu
durumda» nikâh kusur sayılmaz.
Meselâ: Cariyenin,
efendisinin süt kardeşi, kayın validesi veya karısının kızı yahut karısının kız
kardeşi olması gibi... Sirâcü'l-Vehhâc' da.'da böyledir.
Borçlu olmak, köle
için de câriye için de kusurdur.
Ancak, satıcı bunların
borçlarını öder veya alacaklı, bu alacağından vaz geçerse, bu durumda, borç
kusur olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Kunye'de şöyle
zikredilmiştir:
"Borç, bir
noksanlıktır. Ancak, borç, az bir şey olursa, bu durum noksanlık sayılmaz.
Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Bunların rehin
bırakılmış veya icara verilmiş bulunmaları da, böylece noksanlıktır. Yenâbi°de
de böyledir.
Kerhî'de şöyle
zikredilmiştir:
Köle, bir cinayet (=
suç) işlemiş bulunur ve bu durum, müşteriye akidden sonra fakat teslim
almasından önce söylenmiş olursa, bu bir kusurdur.
Şayet kölenin
efendisi, müşteri, borcundan dolayı o köleyi reddetmeden önce, onun borcunu
öderse, müşterinin reddetme hakkı sakıt olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Cariyenin içki içmesi
kusurdur.
Bu hâl, genç olmayan
kölede kusur değildir. Köle gençse, içki içmesi, onun için de, kusurdur.
Bu, fazla içildiği
zaman söz konusudur. Eğer az olursa, kusur sayılmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Devamlı öksürük, —bir
hastalık olması hâlinde— noksanlıktır.
Ancak, herkeste olduğu
gibi, âdefc, veçhile öksürmek, hastalık olmaz.
Bars ve cüzzâm
hastalıkları noksanlıktır. Bu, cilt altından çıkan ve kokusu uzaklardan
hissedilen bir cerahattir. Çoğu kere, bu hastalığa yakalanın uzvu kesilir ki,
bu da büyük kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Dişlerin siyah ve
yeşil olması bir noksanlıktır.
Dişlerin sarı olması
hâlinde ise, muhtelif rivayetler
vardır. Muhiyt'te de böyledir.
Dişlerin dökülmüş
olması, —azı dişi olsun diğer dişler
olsun— noksanlıktır.
Sahih olan budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Câriye, on yedi yaşına
vardığı halde, hayız görmüyorsa, bu bir kusurdur.
Keza, istihâze (= özür
kanı) de bir noksanlıktır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bu, cariyenin
sözü ile bilinir.
Bu durumda, satıcının
bu alış-verişten çekinmesi ile o câriye geri verilir. Teslim alınmış
olsun olmasın böyledir.
Sahih olan budur.
Hidâye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı kölenin kumarcı çıkması hâlinde bakılır:
Şayet, o belde de tavla
ve satranç gibi oyunlar kusur kabul ediliyorsa, o zaman, bu kölenin bunları
oynaması kusurdur.
Ancak bunlar, örf
bakımından, karpuz ve ceviz oyunu gibi ayıp sayılmıyorsa, bu durumda noksanlık
sayılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı köle, gayr-i müslim çıkarsa; bu bir kusurdur. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimsenin, kâfir
diye satın aldığı köle müslüman çıkarsa, bu müşteri, o köleyi reddedemez.
Tehzîb'de de böyledir.
Müşterinin,nasrânî
diye satın aldığı köle, müslüman çıkarsa, bu müşterinin muhayyerlik, hakkı
sabit olmaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Solaklık,
noksanlıktır.
Solaklık, bir kimsenin
yaptığı işi sol eliyle yapması; sağ eli ile yapmaması demektir.
Ancak, hem sol, hem de
sağ eli ile aynı işi yapabiliyorsa, bu kusur değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Gözün zayıf olması;
fazla ışıkta ve karanlıkta görememesi; sinir zayıflığı ve su" a denilen
(= omuzda çıkan bir nev'i yara) hastalık
kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Fazla derecede, ağzın
büyük olması, noksanlıktır.
Keza, omuzlardan
birinin yukarıda, diğerinin aşağıda olması noksanlıktır. Mebsût'ta da
böyledir.
Dağ vurulmuş olmak
noksanlıktır.
Ancak, bazı
hayvanların, tedâvî maksadı ile dağlanmış olması, noksanlık değildir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir hastalıktan dolayı, gözde çok kan bulunması kusurdur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Göz kapaklarının içinin,
dışarı devrik olması
kusurdur.
Zahîriyye'de de
böyledir.
Göze perde inmiş olması kusurdur. Hulâsa'da da
böyledir.
Gözde ve diğer
yerlerde uyuz bulunması kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.
Gözün içinde
kıl bulunması noksanlıktır. Zahîriyye' de jde böyledir.
Kızıllık, yani rengin
sarı ile kırmızı arasında olması, Türkiye'de ve
Hindistan'da noksanlık
sayılır.
Bu hâl, Rum diânnda ve
Sakâlib'de kusur sayılmaz. Çünkü, Rum diyarında yaşıyanlarm ekserisi bu
renktedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da~ böyledir.
Kırçıllık (alacalık)
kusurdur. Bu, saçın bir kısmının beyaz, bir kısmının siyah; vücûdun da bu
şekilde beyazlı siyahlı olması demektir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Saçta ve vücud
rengindeki karışıklık (alacalık), kıymete noksanlık veriyor ve tüccarlar da onu
noksanlık sayıyorlarsa, bu da noksanlıktır. Zahîriyye'de de böyledir.
Hâvî'de şöyle
zikredilmiştir:
Satın alınan câriye,
saçını boyamış olur ve sonradan kırcilliğı meydana çıkarsa; müşteri, oriıı
geri verebilir.
Ancak, bu cariyenin
kırçıllığı değil de, kızıl olduğu ortaya çıkarsa, o zaman, müşteri, bu cariyeyi
geri veremez.
Fakat bu şahıs,
cariyeyi satın alırken, "saçının siyah olmasını" şart koşmuşsa, o
zaman iade edebilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kölenin yaşı
küçükse, onun kaçması,
yatağını ıslatması ve hırsızlık yapması noksanlık sayılmaz.
Ancak bu kölenin, yalnız başına yemek yiyemiyecek, elbisesini giyemyiecek ve düşünemiyecek kadar
küçük olması gerekir.
Fakat, kölenin aklı
başında ise, yaşı küçük olsa bile, bunların yapması noksanlıktır. Zâd'den
naklen Muzmarât'ta da böyledir.
Bu hâller, satıcının
ve müşterinin yanında da devam ediyorsa, noksanlıktır ve müşteri onu, iade
edebilir.
Kölenin yaşının büyük
olması hâlinde de durum böyledir.
Fakat, satıcının
yanında, küçük olduğu halde, köle bunları yapmıyor da, alıcının yanında
büyüyünce yapıyorsa; bu durumda ihtilaf edilmiştir. Müşteri reddedemez.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Cinnet, hırsızlık,
kaçmak ve yatağı ıslatmak hususunda, Şemsü'l-Eimme Halvânî, Şerhı'nde şöyle
buyurmuştur: "Müşteri teslim aldıktan sonra, geri vermesi şart
değildir."
Bazıları ise:
"Şarttır." demişlerdir. Sahih olan da budur.
Bir çok âlimler,
şerhlerinde: "Bunlar, ihtilafsız şarttır. " demişlerdir. Rivayetlerin
ekserisi de bu merkezdedir. Muhıyt'te de böyledir.
Müşterinin iade
etmesinden önce,bu kölenin eski noksanlığı zail olsa, bu durumda, müşterinin
geri verme hakkı geçersiz olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir köle, efendisinden
gizlenir, ona görünmez ve bunu kasden yaparsa, bu kaçmak sayılır ve kaçmanın
hududu budur.
Zahîru'd-Dîn
el-Mürğînânî, bu kavli ihtiyar etmiştir. Fetva da, bu kavle göre verilir.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir, üç günlük sefer müddetinden daha kısa bir
mesafeye kaçmak, —âlimler arasında ihtilafsız olarak— kusurdur. Nihâye'de de
böyledir.
Kölenin, bulunduğu
beldeden çıkması, bi'1-ittifak firardır.
Bir köle, efendisinin
veya icara verildiği şahsın, veyahut da ariyet veya emânet bırakıldığı kimsenin
yanından kaçtığı halde, o şehirden çıkmazsa; o şehrin Kahire gibi büyük bir
şehir olması hâlinde, bu davranışı bir noksanlıktır.
Bu kölenin bulunduğu
ve kaçtığı yer, küçük bir yerse, bu durumda, bu davranışı kusur olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir kölenin,
köyden şehire veya
şehirden köye kaçması
kusurdur. Bir kirnsenin,
kendisini gasbetmiş bulunan
şahıstan, efendisine kaçması
kusur olmaz.
Gâsıbm yanından kaçan
köle, hem efendisinin yanma varmıyor; hem de, gasbeden şahsın yanına
dönmüyorsa; efendinin yerini bilmesi ve oraya varacak gücünün olması hâlinde,
bu davranışı bir noksanlıktır.
Ancak, efendisinin
yerini bilmiyorsa veya oraya dönmeye gücü yetmiyorsa; bu durum,
bir noksanlık değildir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir köle,
dârü'l-harbte ganimet olduğu halde, henüz taksim edilmeden önce kaçar ve
sonradan da geri dönerse, bu davranışı kusur sayılmaz.
Taksimden ve birinin
hissesine düştükten sonra, köle, ailesine dönmek maksadiyle kaçarsa, bu
davranışı, bir noksanlıktır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir köle, on dirhemden
daha az bir şey çalarsa, bu kusurdur. "Bir dirhemden aşağı çalmak; hatta
bir veya iki fülüs çalmak da kusurdur." denilmiştir.
Kölenin, efendisinin
mahnı çalması ile, bir başkasının malını çalması arasında da bir fark yoktur.
Ancak köle,
efendisinin olan yiyecek maddelerinden, sadece yemek maksadı ile çalarsa, bu
kusur olmaz.
Başkasının böyle bir
şeyini çalarsa, bu kusur olur.
Köle, satmak için
yiyecek maddesi çalarsa, kimden çalmış olursa olsun, bu davranışı bir kusurdur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Câmiu'l-FusûleyıTde
şöyle zikredilmiştir:
Kölenin, soğan ve
karpuz gibi şeyleri çalması noksanlık olmaz. Ancak köle, karpuzu —efendisinin
değil de— bir başkasının bostanından çalarsa; bu bir kusurdur.
Muhtar olan da, budur.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Köle, yenilecek
şeyleri, biriktirmek maksadı ile, —ister efendisinden, ister başkasından—
çalarsa; bu bir kusurdur. FüsÛIü'l-Imâdiyye' de de böyledir.
Köle, —hırsızlık
maksadı ile— bir eve delik açarsa, bir şey çalmasa bile, böyle yapması bir
kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Fevâidü'z-Zahîrîyye'de
şöyle denilmiştir:
Burada dikkat edilecek
bir mes'ele vardır:
Bir kimsenin satın
aldığı bir küçük köle, yatağını ıslatıyor olsa, müşteri, bu köleyi iade eder.
Bu köleyi geri vermek
mümkün olmaz ve onda bir kusur daha meydana gelirse; müşteri, -satıcıya
müracaat ederek, köledeki noksanlığın karşılığını alır.
Müşteri, satıcıya baş
vurup, kölenin kusurunun karşılığını aldıktan sonra, bu köle büyüyüp bulûğa
erişir ve o noksanlığı kaybolursa, satıcı, müşteriye vermiş olduğunu geri
isteyebilir mi?
Bu mes'ele hakkında,
kitaplarda bir rivayet yoktur.
Babam şöyle derdi:
"Münasip olan, şu iki mes'eleye istidlâlen, bu satıcının verdiğini geri
almasıdır.":
1) Bir
kimsenin satın aldığı câriye, evli çıkarsa, onu geri verir. Şayet, bu
cariyenin, —müşterinin yanında— bir kusuru daha meydana gelirse; o —eski—
noksanlık için, satıcıya müracaat eder.
Bu noksanlık sebebiyle
müracaat edip bunun karşılığını satıcıdan aldıktan sonra, bu cariyeyi kocasına
verirse, o noksanlık zail olunca, satıcı, verdiğini geri alır.
2) Bir
kimsenin satın aldığı köle, hasta çıkarsa, onu geri verir.
Bu kölenin, başka bir
noksanlığı daha zuhur ederse, satıcıya müracaat eder ve karşılığını alır.
Sonra, bu köle
iyileşirse, satıcı verdiğini geri alabilir mi?
Âlimler: "Eğer,
bu kölenin hastalıktan kurtulup iyileşmesi, tedavi yolu ile olmuşsa, satıcı
verdiğini geri alamaz. Aksi takdirde, geri alır.
Bulûğa erişmek, tedavi
yolu ile olmadığına göre, bu durumda da, satıcının, verdiğini geri alma hakkı
vardır. Nihâye'de de böyledir.
Bevlini (- idrarını)
tutamamak bir kusurdur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Cinnet (= delilik,
aklî dengesizlik) ebedî bir kusurdur. Yani köle küçüklüğünde satıcının yanında
veya küçüklüğünde yahut büyüklüğünde müşterinin yanında
cinnet getirirse, onu geri verir.
"Köle,
—müşterinin değil— satıcının yanında cinnet getirirse, yine, müşteri onu iade
eder." diyenler de olmuştur.
Cumhurun kavli ise:
"Müşteri iade edeceğini şart koşmamışsa, bu durumda, geri veremez."
şeklindedir.
Sahih olan da, budur.
Kâfî'de de böyledir.
Cinnetin kusur
olabilmesi için, bir gün ve bir geceden fazla devam etmesi gerekir. Bundan az olanı, kusur sayılmaz. Tebyîn'de,
Kenz Şerhı'nde, Câmiu'I-Kebîr'de ve Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Zahîriyye'de şöyle
denilmiştir:
Yankesicilik, yol
kesicilik ve kefen soyuculuk da, kölede, hırsızlık gibi kusurdur.
Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Bir kimse, genç bir
köle satın aldığı halde, onu sakalı tıraş edilmiş veya yolunmuş olarak bulursa;
satın aldıktan sonra sakalının meydana çıkması —ve satıcının yanında da
sakalının bulunduğunu anlaması— hâlinde,
müşteri bu köleyi
geri verebilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, "filan
millettendir." diye bir câriye satın aldığı halde, cariye, o milletin
dilini bilmez veya güzel konuşamazsa, müşterinin bu durumu önceden bilmesi
hâlinde, bu kusur sayılmaz. Ancak, müşteri, bu durumu önceden bilmiyorduysa, bu
hâl bir kusur olur.
Bir şahıs, hintli bir
câriye satın alır ve o cariye de hintce bilmezse, duruma bakılır: Eğer, Basra
halkı, bu hâli bir kusur sayıyorsa, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir.
Basra halkı bunu kusur
saymıyorsa, müşteri bu cariyeyi iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın almış bulunduğu cariyenin,
güzel yemek pişirememesi, ekmek
yapamaması —bunları şart koşmamışsa— bir kusur sayılmaz.
Ancak, bir kimsenin
satın almış bulunduğu bir köle, daha önce güzel iş yapabildiği halde,
müşterinin yanında, bunu unutmuş olursa, müşteri onu geri verebilir. Hulâsa'da
da böyledir.
Kübrâ'da şöyle
denilmiştir:
Bir kimsenin satın
aldığı cariyenin gözü ağrıyor olsa, bu göz ağrısının yeni olması hâlinde, müşteri o cariyeyi geri veremez.
Ancak, bu cariyenin
gözü, eskiden beri devamlı ağrımakta ise, müşteri onu geri verebilir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Keza, bir kimsenin
satın aldığı cariyenin dişi ağrıyor olsa, bu diş ağrısının yeni olması halinde,
müşteri, o cariyeyi geri veremez.
Ancak, bu cariyenin
dişi, eskiden beri ağrımakta ise, müşteri, onu geri verebilri. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Muhıyt'te şöyle
denilmiştir:
Satılan câriye:
"Benim dişim ağrıyor." derse; onun sözü ile, câriye geri verilmez.
Siraciyye'de de böyledir.
Cariyenin gözünün bir
gök olur diğeri olmazsa veya biri sürmeli diğeri beyaz olursa, bunlar kusurdur.
Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı köleyi sıtma tutuyor olması bir noksanlıktır. Müşteri, bu köleyi geri verebilir.
Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse,
"satıcının, ona cima' etmemesi" şartiyle, dul bîr câriye satın alır;
sonra da, satmadan önce, satıcının o cariyeye cima' etmiş olduğu açığa çıkarsa;
müşteri, bu cariyeyi, bu durumda da geri veremez. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
denilmiştir:
Bir kimse,
"bakire olması" şartı ile satın alıp, teslim alır ve bu cariye satın
almış bulunan bu şahsın yanında öldükten sonra, dul olduğu meydana çıkarsa; bu
müşteri, satıcıya baş vuramaz.
Bu hâlin, bir
noksanlık olup olmaması da müsavidir.
Bunu, Hasan, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'den rivayet etmiştir.
İbnü Ebî Mâlik'in,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan rivayetine göre ise: Bu müşteri, noksanlığı
miktarınca, satıcıya baş vurabilir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, "henüz
bulûğa ermemiştir." diye, bir câriye satın aldığı halde, bu câriye bulûğa
erişmiş olursa; onu,s atıcıya geri veremez. Hulâsada da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi siyah bulursa, hilkatinin tamam olması hâlinde, bu şahıs,
o cariyeyi geri veremez.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyenin yüzünü, onun güzelliğini giderip çirkinleştirecek bir şekilde
yarılmış bulursa, bu müşteri, bu cariyeyi, satıcıya geri verebilir. Ziyâdât'tan
naklen Muhıyt'te de böyledir.
Güzel dîye aldığı
cariyeyi, çirkin bulan müşteri de, onu satıcıya geri verebilir. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimsenin, satın
aldığı kölenin dizinde yara-bere olur; satıcı: "Bu yenidir." dediği
halde, sonradan, eski olduğu anlaşılırsa; müşteri, onu geri veremez.
Ben, o yaraların
sebebinin belli olmadığı zaman geçerlidir. Ancak, sebebi belli olur ve bu
yara-bere vurma sebebiyle olmazsa; bu durumda geri verebilir.
Bu, şunun gibidir: Bir
kimsenin satın aldığı köleyi, sıtma tutuyor olur; satıcı: "Bu gab
sıtmasıdır." dediği halde, bu sıtma, başka bir sıtma olsa, müşteri, bu
köleyi geri verebilir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Keza, satıcı:
"Eğer eski ise, bana aittir." der; sonra da, onun eski olduğu ortaya
çıkarsa, müşteri, onu geri veremez.
Keza, müşteri,
"yenidir" diye satın aldığı halde, o eski olsa, yine müşteri onu geri
veremez. Zehiyre'de de böyledir.
Bir şahsın satın
aldığı kölenin, kulağının birinde, —dimağına ulaşan— delik olmasa, bu bir
kusurdur.
Ancak, hintli
olanların kulak deliğinin büyük olması, kusur değildir.
Başka milletlerden
olanlar için, bunu o milletten olanlar, kusur sayarlarsa, kusur olur. Hulâsa'da
da böyledir.
Çok yemek, câriye için
kusurdur; köle içinse, kusur değildir. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Sulhu'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimsenin satın
aldığı bir cariyede,yara bulunursa, müşteri onun kusur olduğunu bilmese bile,
bu cariyeyi satıcıya gerj verebilir.
Bu mes'elede, yaranın
halk arasında, bir noksanlık sayılması hâlinde, müşteri, bu cariyeyi geri
verebilir. Zehiyre'de de böyledir. [61]
Bir adamın satın
aldığı inek sağılmıyor ise, emsalinin sağılmak için satılıyor olması hâlinde,
bu bir noksanlık olur ve müşteri, bu ineği satıcıya geri verebilir.
Ancak, bu ineğin
emsali, et için satılıyorsa, müşteri, bu ineği geri veremez.
İneğin sütünün bir
memesinden sağılıyor olması bir kusurdur.
Hayvanın az yemesi de,
kusurdur. Bu hal, insanlar için noksanlık değildir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Şemsü'l-İslâm'ın
Fevâidi'nde şöyle zikredilmiştir:
Hayvan, âdetin
üzerinde fazia yemesi bile, bi: kusur değildir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı eşeğin anırmıyor olması, bir kusurdur. Kunye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı öküzün, iş göreceği zaman yatıp
uyuması, kalkmaması bir kusurdur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı eşeğin, yavaş yürüyor olması sebebiyle, onu satıcıya geri veremez.
Bir kimsenin satın
aldığı horozun, vakitli vakitsiz ötüyor olması bir kusurdur. Müşteri, bu
horozu, satıcıya geri verebilir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu koyunun kulağı kesilmiş olursa, bu koyunu kurbanlık için almış
olması hâlinde, müşteri, bu koyunu, satıcıya geri verebilir.
Kurbana mâni her özrün
bulunması hâlinde hüküm böyledir.
Ancak, bu şahıs, bu
koyunu kurbanlık olarak almamışsa, bunu, satıcıya geri veremez.
Ancak, bu hâl, halk
arasında noksanlık sayıhyorsa, o zaman, müşteri, bu koyunu, yine iade edebilir.
Satıcı ile müşteri
görüş ayrılığına düşerler ve müşteri: "Ben, onu kurbanlık için
aldım." dediği halde, satıcı bunu inkâr ederse; kurban zamanı olması
hâlinde, müşterinin sözü kabul edilir. Bu durumda da, müşterinin kurban kesen
birisi olması gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı öküz veya kuzu, necaset yiyor ve bunu devamlı yapıyorsa, bu bir
noksanlıktır.
Bu hayvan, haftada bir
veya iki defa necaset yiyorsa, bu hâl noksanlık sayılmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de
de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir şahsın satın
aldığı hayvan, devamlı olarak sinek yiyorsa, bu bir noksanlıktır.
Ancak, arada sırada
yiyorsa, bu noksanlık sayılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, üzerine
başka bir eşeğin çekildiği bir eşek satın alırsa, bu hal, o eşeğin geri
verilmesini gerektirecek bir kusur mudur?
Bu hususun cevâbında
Buhârâ'lı imamlar ihtilaf ettiler.
Kâdî'l-îmânı
Abdülmelik Hüseyin en-Nesefî, bu hususa şu cevâbı verdi: "Eğer eşek, bu
işi kendisi yapmışsa; bu bir kusur değildir. Ancak, bu eşeği, eşeğin sahibi ona
çekmişse, bu bir kusurdur.' *
Bu kavil üzerinde
ittifak edilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Dehas (- Atın
tırnağının hastalıktan oyulması), bir kusurdur. Çukur olması bile, atın
tırnağını et kaplamış olması da bir kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Hayvanın ayağında
akıntılı bir yaranın bulunması da kusurdur.
Bu, hayvanı kuvvetten
düşürür. Muhıyt'te de böyledir.
Bir hayvanın,
hastalıktan dolayı, yemini ıslatacak
kadar salyalarının akması —bu, bedelinde bir noksanlık meydana
getiriyorsa— bir kusurdur. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.
Hayvanın hile ile
—yuları ne kadar tutulursa tutulsun— başını yulardan çıkarması ve
bunu sık sık
yapması da, bir
kusurdur. Zahîriyye'de de böyledir.
Hayvanın bacaklarının
birbirinden ayrık olmasına rağmen, ayaklarının birbirine yakın olması da bir
kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.
Hayvanın, yular
taktırmamakta direnmesi de bir kusurdur.
Yular takılacağı
sırada hayvanın durmaması
da kusurdur. Hulâsa'da da
böyledir.
Hayvanın zor ve çetin
yollarda, ayak diremesi de bir kusurdur. Hayvanın eklem
yerlerini özürlü olması
da bir kusurdur.
Zahîriyye'de de
böyledir.
Hayvanın yürüme
esnasında bacaklarının dolaşması
da bir kusurdur, Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Mekhû' olan
at kusurludur. Mekhû'
olan at, göksünün sol tarafında
beyaz bir daire bulunan attır. Hayvan bundan rahatsız olur.
Müntekâ'da:
"Mekhû', hayvanın bir ses işitince,dik başlılık edip, kendi istediği yöne,
sıçrayıp gitmesidir.'' denilmiştir.
Hayvanın, yolu
vurulduğunda veya terbiye 'edilirken hiddetlenip, gözlerinin —beyazı
görünmeyecek şekilde— hiddetlenmesi de, bir kusurdur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı atın dişleri büyük olur ve bu müşteri de, "onun, küçük dişli
olmasını" şart koşmuş bulunmazsa, uygun olan bu şahsın, o atı geri
vermemesidir.
Nitekim, bir kimsenin
satın aldığı cariyenin büyük dişli çıkması halinde de hüküm böyledir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Fetâvâyi Âhû'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir şahsın satın
aldığı ineğin, bu şahsın (= müşterinin) evinden, satıcının evine gitmesi kusur
sayılmaz.
Köle de, böyledir. İki
veya üç defa gitse bile, kusur sayılmaz. Tata-rhâniyye'de de böyledir.
Bir şahsın satın almış
bulunduğu devenin memesini, satıcının, sütü dökülmesin diye bağlamış olması,
kusur sayılmaz. Ve, bu deve, satıcıya geri verilemez.
Keza, bir
satıcı.kölesinin parmak uçlarını karalayarak, onu yolun üzerine oturtur ve
müşteri de, bu köleyi kâtip (= yazıcı) sanarsa; veya, satıcı, köleye ekmekçi
elbisesi giydirir de, müşteri, o köleyi ekmekçi zannederse; bu durumlarda da,
müşteri, bu köleyi satıcıya geri veremez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu bir çift mest, dar gelip ayağına olmazsa, bu
hususta Şeyhü'l-İslâm Hâ her zade: "Eğer,
bu şahsı, ayağındaki bir
hastalıktan dolayı, bu mestleri giyememişse, bunları satıcıya geri
veremez.Ayağında bir illet yoksa,bu mestleri geri verebilir." demiştir.
Şeyhu'I-İslâm Ebû
Bekir Muhammed bin FadI, şöyle demiştir: "Eğer, bu şahıs, o mestleri
giymek için satın almışsa, geri verebilir.
Mutlak şekilde satın
almışsa, geri veremez."
Kâdî tmâm
AHyyü's-Sağdî ise: "İster giymek için, ister giymemek
için alsın; ister bu
mestlerin ikisi de dar gelsin, ister biri dar gelsin,
müşteri bunları,
satıcıya iade edebilir." demiştir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bu mestlerin,
müşterinin ayağına, ayağında bulunan bir illetten dolayı olmaması hâlinde,
satıcı: "Senin ayağın büyük, onu giy, ayağında genişler." der;
müşteri de alıp, giyer, ancak mestlerde.bir genişleme olmazsa, müşteri bu
mestleri geri verebilir mi?
Fetvalarda, bazı
âlimler: "Bu müşteri, o mestleri geri veremez." demişlerdir.
Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, sadece
dışından elini sürerek satın aldığı mest, ayağına olmassa, onu geri verebilir,
Kunye'de de böyledir.
Fetâvâyi Fadlî'de
şöyl.e denilmiştir:
Bir kimse, satın
aldığı cübbenin içinde, bir fare ölüsü bulursa, bu, cübbe için bir kusurdur.
Bu mes'elenin îzâhı:
"O farenin çıkarılması, cübbede bir noksanlık meydana getiriyorsa, bu
kusurdur.
Cübbedeki bir
yırtıktan dolayı, bunu çıkarılması bir noksanlık meydana getirmiyorsa; bu,
kusur değildir. Huiâsâ'da da böyledir.
Zehıyre'de şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, farkına
varmadan, pis bir elbise satın alarak bu durumu sonradan öğrense; bu elbiseyi
yıkaması hâlinde, değeri düşmeyecekse, onu satıcıya iade edemez. Muhtar olan
fetva budur. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimsenin
satın almış bulunduğu
elbisede yağ olması
bir kusurdur. Çünkü, yağ lekesi kolay çıkmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir dükkan
satın alan kimse,
onu teslim aldıktan
sonra, kapısında: "Bu dükkan, camiye vakıftır." diye yazılı
olduğunu görse, onu geri veremez. Çünkü, bu
bir alâmettir; hüküm
ifade etmez. Kunye'de de
böyledir.
Satılan bir evde, bir
başka şahsın dükkanı bulunur; müşteriye bu dükkanın ücreti haber verilir;
sonradan da, bu dükkanın ücretinin daha fazla olduğu anlaşılırsa; bu ev, bu sebepten
dolayı geri verilemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satın alınan bir evin
duvarında, insanlarca kusur sayılabilecek bir deliğin bulunması kusurdur.
Vecîz'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı yerin, verimsiz bir yer olduğu ortaya çıkarsa; uygun olan, o yerin geri
verilebilmesidir. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, kendisine
gösterilen buğdayı satın aldıktan sonra, onu kötü görürse, bu müşterinin,
kusuru sebebi ile, o buğdayı geri verme hakkı yoktur.
Keza, bu şekilde,
gümüş bir kap satın alan şahıs, onu kötü görürse; aldatılmamış olması ve kapta
kırık bulunmaması hâlinde, kötülüğüne itibar edilmez. Mubıyt'te de böyledir.
Bir kimse satın aldığı
buğdayı, kurtlanmış veya yıpranmış olarak bulursa, onu, satıcıya iade eder.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, koyacağı
yere sığması şartı ile bir'tahıl aldığı halde, o şey, o yer —öğütülmeden—
sığmazsa, onu geri verebilir.
Burada şartın
bulunmayışı, kusur yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yerden sökülen bir şey
satın alan kimse, onda az veya çok toprak bulursa, onu geri verebilir. Vecîz'de
de böyledir.
Baklagillerden bir şey
satın alan kimse, onun içinde kuru ot bulunca, bu şey kusur sayılacak miktarda
ise, onu geri verebilir.
Pırasa ve benzeri bir
şey satın alan kimse, bunun topraktan çıkan yerinde, çok miktarda ot bulursa,
onu geri verebilir.
Harmanlanmış halde,
—karışık— bulunan sebzelerin demeti küçükse, bunlar deste- olarak; büyükse,
sepet olarak kabul edilir. Zehîyre'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı yerin içinden yol geçiyor olursa, bu şahıs o yeri, bu sebeple geri
verebilir.
Keza, bir şahsın satın
aldığı bağda, çok sayıda karınca yuvası bulunursa, o şahıs da, bu bağı geri verebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, bu bağdan,
başkasının yolu veya suyu geçiyorsa, müşteri, onu geri verebilir. Hulâsa'da da
böyledir.
Keza, bir kimsenin
satın almış bulunduğu bağa, içinden su geçen ve bununla başka bir yere su
sevkedilen bir oluk konmuş olursa, müşteri bu bağı yine geri verebilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Keza, sulamak mümkün
olmuyor, ancak nehrin taşması ile sula-nabiliyorsa; o da geri verilebilir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Keza, bağda, müşterek
bir duvarın bulunması da, kusurdur. Bağın duvarı —ancak— destekle
durabiliyorsa, bu hâlin o beldede kusur sayılması hâlinde, kusur olur. Hulasada
da böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı evde, başkasının yerine giden bir su kanalı buiunur ve satın alırken de,
bu durumu bilmezse,
müşteri muhayyerdir: İsterse, geri verir; isterse, satıcıdan bu kusurun
bedelini alır. Kunye'de de böyledir.
Bir yer ve bir
hurmalık satın alan şahıs, aldığı sırada, buraların suyunun olmadığını
bilmezse, muhayyerdir: İsterse, geri verir; isterse, elinde tutar. Kerderî'nin
Verîzi'nde de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu Kur'ân-i Kerîm'in, noktaları noksan olura; bu bir kusurdur;
satıcıya geri verir.
Keza, satın alınan
Kur'ân-ı Kerîm'in bir veya iki âyeti noksan bulunursa; müşteri, bu Kur'ân-ı
Kerîm'İ, satıcıya geri verir.
Bir kimse, oğlu için
bir mushaf satın alınca, hocası: "Bunda, çok yazı hatası var." derse;
o şahıs, bu Kur'ân-ı Kerîmi, satıcıya geri verir ve parasını alır. Muhıyt'te
deböyledir.
Bir şahsın satın aldığı
yerden, su sızıntısı çıkmakta olursa, müşteri, orayı geri
verebilir.
Ancak, bu suyun başka
yerden geldiği ve kuruyup kesileceği anlaşılırsa, geri vermez. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bu sızıntı, nasıl
olursa olsun, geri vermek için bir sebeptir. Meselâ: Müşterinin elinde iken,
satıcıya geçtikten sonra daha fazla veya o kadar sızmakta olduğu da nazar-ı
itibara alınmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir bağ
satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, bu bağda su çıkarsa; bu müşteri, o bağı
satıcıya geri verebilir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir. . .
Bir kimse, Fırat
Nehri'nin suyu ile pişmiş olmak şartıyle bir ekmek satın aldıktan sonra, bu
ekmeğin başka bir su ile pişirilmiş olduğu meydana çıkarsa, bu müşteri, o
ekmeği sahibine geri verebilir. Kunye'de de
böyledir.
Keza, bir kimse,
örneğini görmüş bulunduğu kınadan olmak şartiyle, bir miktar kına satın
aldıktan sonra, onun, örneğini gördüğü kınadan olmadığı anlaşılırsa; müşteri,
bu kınayı, satıcıya geri verebilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin
satın almış bulunduğu, beş yüz,
kazîf (ölçek) buğdayın içinde toprak bulunursa; bu durumun halk arasında
kusur sayılmaması hâlinde, müşteri, bu buğdayı, satıcıya geri veremez.
Fakat, bu hâl,
insanlar arasında kusur, sayıhyorsa, o zaman, müşteri, bu buğdayı satıcıya iade
edebilir.
Bu durumda, buğdayın
tamamını iade etmesi gerekir.
Fakat, "buğdayı
seçip, toprak kadarının bedelini satıcıdan alayım." derse; bunu yapma
hakkına sahip değildir.
Bu hüküm, toprağın
seçilip ayırılması hâlinde geçerlidir.
Şayet, bu müşteri
buğdayı eler ve içinden fazla sayılacak kadar çok toprak çıkarsa; bu toprağı
satıcıya iade edip, o kadar buğdayın bedelini alabilir. Ve buğdayın diğer
kısmını, yanında tutar.
Ancak, müşterinin
böyle yapabilmesi için, satıcının da, buna razı olması gerekir.
Buğdaya benziyen diğer
şeyler hakkındaki hüküm de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı yağın içinde hayvan tersi ve benzeri şeyler bulunursa; bu müşteri sadece
bu yabancı şeyi iade etmez; onu, yağ ile birlikte iade eder. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı misk'in içinde kalay bulunursa; bu kalayı seçip, satıcıya geri verir ve onun bedelini alır.
Bunun az veya çok olmasında da bir fark yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
bu gibi mes'eleler hakkında şöyle buyurmuştur:
Azına müsamaha edilen
şeylerin çoğu da, seçilip ayırılmaz. Azına müsamaha edilmeyen şeylerin ise,
çoğu da seçilip ayırılır.
Misk'in içinde bulunan
kalayın, azına müsamaha edilmediğinden, çoğu da, seçilip temizlenir.
İçinde az toprak
bulununca, müsamaha edilen şeylerin, toprağı çok olsa bile seçilip ayrılmaz.
Âlimlerin ekserisi, bu
görüşü alıp kabul etmişlerdir. Fetâvâyi Kâd-ıhân'da da böyledir.
Kurumuş et satın alan
kimse, bunu çok tuzlu bulursa; bu da, buğday hakkında söylediğimiz hüküm
gibidir. Muhiyt'te de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimsenin, bakır
satan şahıstan, satın aldığı eritilmiş bakırdan bir taş çıkarsa, bu şahıs, onun
ağırlığı kadar etirilmiş bakırın bedelini tutar.
Ancak, buna satıcı
razı olursa böyle yapabilir. Satıcı buna razı olmazsa, nakra'yı geri verip,
bedelini alır. Zehiyre'de de böyledir. [62]
Bu hususta asıl olan:
Müşteri, satın aldığı şeyin kusurunu bildiği halde, onun üzerinde mülkü olarak
tasarrufta bulunursa; iade etme hakkı bâtıl (= geçersiz) olur.
Meselâ: Bir hayvan
satın alan şahıs, onda bir kusur görür ve onu tedavi ettirip, bir ihtiyacı için
üzerine binerse; bu durumda, onu geri verme hakkı kalmaz.
Bu şahıs, o hayvanın
bir kusurunu tedavi ettirdiği halde, onun bir kusuru daha olur ve onu tedavi
ettirmez yahut ettiremezse, bu durumda, bu şahıs, o hayvanı geri verebilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir defa
hizmette istihdam etmek,
noksanlığa razı olmak sayılmaz.
Ancak, bu bir defadan
sonra, ikinci defa da aynı hizmette istihdam edilirse, bu hâl kusura rızâ
göstermek olur.
Fetva da, buna göre
verilir. Muzmarâtta da böyledir.
Kitâbü'l-İcârât'ta, istihdam (=
hizmette kullanma) mes'elesi açıklanarak, şöyle denilmiştir:
Bir kimsenin —muhayyer
olarak satın aldığı cariyeye bir eşyayı dama çıkarmasını veya oradan
indirmesini; yahut —şehvetsiz olarak— ayağını ovalamasını, yemek pişirmesini,
ekmek yapmasını emretmesi, satışa razı olması mânasına gelmez.
Ancak, yemek
pişirmesini veya ekmek yapmasını, âdetin üstünde emrederse; bu durum satışa
razı olması demek olur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı hayvana, sür'atine bakmak için biner veya satın aldığı elbiseyi
kıymetine bakmak için giyerse, bu alış-verişe rızâ sayılır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı hayvana, onu geri vermek veya sulamak yahut ona, ot, saman gibi bir
yiyecek almak için binerse, bu binişi alış-verişe razı olması sayılmaz.
Sirâciyye'de de böyledir.
Ancak, müşteri, başka
bir hayvanın yiyeceğini, satın aldığı bu hayvana yüklerse; kendisi binsin veya
binmesin, bu, satışa rıza sayılır. Zehiyre'de de böyledir.
. -
Bir kimse, satın
aldığı bir evde, kusurunu gördükten sonra oturur veya onun bir yerini yıkarsa;
muhayyerliği sakıt olur. Bedâi"de
de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı süt anne'de bir küsur bulur ve "ona bir çocuğu emzirmesini"
emrederse, bu bir rızâ sayılmaz.
Ancak, sütünü sağıp,
çocuğa içirmesinî emreder veya bu sütü satarsa, bu bir rızâdır. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bu kimse, süt annenin
sütünü sağdırdığı halde, onu satmaz veya içirmezse; bu hususta
Sulhu'l-Fetâvâ'da şöyle denilmiştir: "Satılmayan ve içilmeyen süt, sadece
sağılmış olmakla, satışa rızâ olmak manâsına gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin satın
aldığı cariyenin göksünde süt olur ve bu câriye, o sütü bir çocuğa emzirir veya
müşteri kendisi emerse; bilâhare, o cariyeye bir noksanlık gelse bile, müşteri,
bu cariyeyi geri verebilir.
Ancak, müşteri, bu
cariyenin sütünü sağıp zayi eder veya içer ve bilâhare de onda bir kusur
görürse; bu durumda, o cariyeyi, satıcıya geri veremez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı ineğin sütünü içtikten sonra, onda bir kusur bulursa; bu durumda, onu
geri veremez.
Ancak, noksanı için,
satıcıya müracaat edebilir. Fusûlü'l-Imadiyye'de de böyledir.
Bir kimse, yavrusu ile
bir koyun veya inek satın aldıktan sonra, bunun bir kusurunu görür, bilâhare de
yavru anasını emerse; müşteri bu hayvanı, satıcıya geri verebilir.
Bu hâl, müşterinin o
hayvanı, noksanı ile birlikte kabul ettiğine alâmet sayılmaz.
Ancak o hayvanı,
müşteri sağar ve kendisi veya çocuğu sağılan bu
sütten içerlerse, bu
hâl, o hayvanın noksanına razı olmak manasına
gelir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı koyunun yününü kırktıktan sonra, onda bir kusur görürse; onu kırkmasının
noksanlık sayılmaması hâlinde o koyunu, satıcıya geri verebilir.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Bana göre, koyunun yününü kırkmak, onun için bir noksanlıktır."
buyurmuştur.
Müntekâ'da, diğer
bahislerde, koyunun diğer kusurlarını bildirdikten sonra: "Onu kırkmak
satışa rızâ olur." denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.
"Bir kimsenin
satın aldığı bağ, bu şahıs satın aldıktan sonra meyve verir ve müşteri bu
meyveleri toplayıp yere serer; bilâhare de bağda bir noksanlık görürse; bu
meyveleri toplamanın, bağa noksanlık vermemesi hâlinde, bu müşteri, bağı,
satıcıya geri verebilir." denilmiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, çalgıcı
olması şartiyle, bir câriye satın alır ve fakat, o çalgıcı olmazsa; bu
durumda,müşteri onu geri veremez.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi kusurlu bulduktan sonra, onu döver ve bu vurmanın izi mevcut
olursa, bu müşteri, onu, geri veremez.
Kusurundan dolayı da,
satıcıdan bir hak talebinde bulunamaz.
Ancak, bir tokat veya
iki-üç kırbaç vurduğu halde, bu köle üzerinde bir iz bırakmamışsa, o zaman,
onu, satıcıya geri verebilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı kölenin gözünde bir beyazlık bulunur; , müşteri, satıcıya bu durumu
sorunca, o: "O, vurmaktan oldu. Geçer. On güne kadar iyileşir." der
ve on gün geçtiği halde iyiîeşmezse; bu müşteri, o köleyi geri veremez.
Kunye'de de böyledir.
Ali bin Ahmed'den
soruldu:
— Bir köle satın alan şahıs, üç gün sonra,
"bu kölede öksürük vardır." diye iddia eder ve bu köle, müşterinin
yanında, otuz gün veya daha fazla kalır; müşteri de,bu müddet içinde onu
çahştırırsa, satıcıya geri verebilir mi?
İmâm, şu cevâbı verdi:
— Köledeki
kusuru Öğrendikten sonra,
onu çalıştırmak, bu ahş-verişe rızâ göstermek demektir.
Tatarhâniyye'de de bo^^rv;'
Bir kimse, satın
aldığı cariyeye cima' ettikten sonra, onun bir noksanını görürse, onu geri
veremez.
Ancak, bu kusurunun
karşılığını satıcıdan alır.
Bu cariyenin kız veya
dul olması da müsavidir.
Ancak, satıcı:
"Ben, geri kabul ederim." derse, bu durumda, müşteri, o cariyeyi,
satıcıya geri verebilir.
Bu müşteri, cariyenin
küsuruna muttali olduktan sonra, onu şehvetle öper, ona şehvetle dokunur veya
cima' ederse;bu davranışları onun kusuruna razı olduğu manâsına gelir ve bu
durumda, o cariyeyi
geri veremez.
Kusurundan dolayı,
satıcıdan, kusuru nisbetinde hak
talebinde bulunur.
Ancak, satıcının, bu
durumda da, onu geri almaya razı olması hâli müstesnadır.
Cima', bir şüphe
üzerine yapılmış ve cima' edenin mehir vermesi icâbetmiş olursa; satıcı razı
olsa bile, müşteri, bu cariyeyi geri veremez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi birisine nikahlarsa; kocası, ona cima' etsin veya etmesin,
—satıcı razı olsa bile— müşteri, bu cariyeyi geri veremez. Muzmarât'ta da
böyledir.
Şayet, cariyede bir
noksanlık varsa, müşteri, satıcıya müracaat edip, noksanlığı nisbetindeki
karşılığı geri alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Satın alman
cariyenin, satan şahsın yanında kocası
bulunur ve—bu koca— müşterinin yanında iken, o cariyeye cima' ederse; bu
cariyenin dul olması ve bu cima'nın onun değerini düşürmesi hâlinde, satıcının
rızâsı olmadan müşteri onu geri veremez.
Şayet, bu cariyenin
kıymeti düşmemişse, müşteri, bu cariyeyi geri verebilir.
Söylediğimiz bu
hususlar, dul hakkındadır.
Ve, satıcının yanında
iken cima' edilmiş, sonra da, müşterinin yanında iken cima' edilmiş olması
halinde böyledir.
Fakat, bu cariyeye,
satıcının yanında iken cima' edilmemiş, ancak, müşterinin yanında iken cima'
edilmişse, el-Asl'da bu mes'eleden bahsedilmemiştir.
Ve âlimler, bu hususta
ihtilâf etmişlerdir: Sahih olan, bu cariyeyi, müşterinin geri verebilmesidir.
Muzmarât'ta da böyledir.
Eğer, bu câriye bakire
ise, bu durumda, müşteri, onu, satıcıya geri veremez.
Ancak, noksanlığının
karşılığını, satıcıdan alır. Şayet, satıcı: "Ben, kabul ederim."
derse; bu durumda, müşteri, bu cariyeyi, geri verebilir. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir kimse, odun satın alır; satıcı da, odunda bir
noksanlık olmadığını ikrar eder ve önce, odunun gece kırılıp ufaltılmasın] şart
koştukları halde, sonradan bu şarttan vaz geçerler ve müşteri gündüz, odunda
kusur görürse, onu, satıcıya iade edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir semer
atı satın alıp, onun husyelerini burduktan sonra, onun bir kusurunu görürse;
husyelerini burmamanın, ona bir noksanlık gelmiyecekse; müşteri, onu satıcıya
geri verebilir. Semerkand ehli'nin fetvalarında da böyle zikredilmiştir.
Şeyhu'1-tmâm
ZahîrıTd-Dîn el-Mürğînânî ise, bunun hilâfına fetva vermiştir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı yiyeceğini bir kısmını yedikten sonra, onun kusurunu görürse; İmâm
Mutmmmed (R.A.)'e göre, kalan kısmını iade eder.
Keza, bu şahıs, o
yiyeceğin bir kısmını, satmış olursa; geride kalanı iade eder. Sattığı
kısımdaki noksanlıktan dolayı da, satıcıya başvuramaz. Fetva buna göredir.
Un satın alan bir
kimse, onun bir kısmını ekmek yaptıktan sonra, acımış bulunduğunu anlarsa;
geride kalan unu, iade eder.
Tükettiği kısmın
noksanlık bedelini ise, satıcıdan alır.
Bu, İmâm Muhamnıed
(R.A.)'in kavlidir. Fakıyh de bu kavli almıştır. Hulâsa'da da böyledir.
Bu, unun bir kapta
bulunması hâlinde böyledir.
Şayet, un iki kapta
(yani iki çuvalda) bulunur ve müşteri bunların birinden yedikten veya sattıktan
sonra, unun kusurunu anlamış olursa, geri kalanını iade eder ve bedelini de
satıcıdan alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Elbiselik kumaş satın
alan bir şahıs, onun küçük olduğunu, elbise olmayacağını görür ve bu kumaşı
geri vermek isteyince de, satıcı, ona: "Bu.kumaşı terziye göster. Eğer,
"elbise çıkmaz" derse, geri bana iade et." der; müşteri de,
terziye gösterince, terzi: "Elbise olmaz." derse; müşteri bu kumaşı,
satıcıya geri verir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Ayağa veya başa
giyilecek olan «eyler de böyledir. Yenâbi"de de böyledir.
Özürlü para da
böyledir.
"Harca, eğer
geçmezse, bana geri ver." diyen şahsa, geçmeyen para iade edilir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir müşteri, satın
aldığı şeyi kusurlu bulunca, satıcı, ona: "Bunu sat; satamazsan, bana iade
et." der ve müşteri onu satamazsa; satıcıya da geri veremez. Fetâvâyi
Suğrâ'da da böyledir.
Bir kimse, bir köle
satın aldıktan sonra, pazarlığı bozarsa; satıcı, bu durumu kabul etmese bile,
müşteri, bu köleyi iade eder. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı kumaşı kestiği halde, henüz dikmeden, onda bir kusur bulsa; müşteri, bu
durumda, o kumaşı, satıcıya geri veremez.
Ancak, satıcı: "O
halde kabul ederim." derse, müşteri geri verebilir.
Müşteri, satın aldığı
şeyi satarsa, geri verme hakkı geçersiz olmuş olur. Ve bu durumda, noksanı için
de, satıcıya müracaat edemez.
Bu müşteri, kumaşın
kusurunu, şayet elbiseyi diktikten sonra görmüş olursa, bu durumda, noksanını
tazmin ettirmek için, satıcıya baş vurur.
Satıcının:
"Kumaşını getir. Ben noksanını kabul ederim." demeye hakkı olmaz.
Câmiü'-Sağır'de de böyledir.
Kavrulmuş unu, yağa
veya bala katmış bulunan kimse için de, durum böyledir. O da, aldığı şeyin
noksanından dolayı, satıcıya baş vurur. Muzmarât'ta da böyledir.
Satın aldığı şeyi
önceden görmüş ve o şeyin kusurunu bilerek almış bulunan şahıs, onu satıcıya
geri veremediği gibi, noksanı için de, ona müracaat edemez. Zehıyre'de de
böyledir.
Kudûrî'de şöyle denilmiştir:
Bir kimse, bir şey
satın alıp, onu icara verdikten sonra kusuru olduğunu görürse; icarı bozup,
—kusuru sebebi ile— o şeyi, satıcıya geri verebilir.
Rehin bırakmak ise,
bunun hılâfmadır. Zahîriyye'de de böyledir.
Satın aldığı şeyi, bir
başkasına hîbe eden şahıs, henüz onu teslim etmeden önce, kusurunu görürse,
satıcıya geri verir.
Müşteri, satın aldığı
bu şeyin kusurunu görmeden, onu hîbe edip teslim etmemiş bulunsa, bu hâl,
kusura rızâ sayılmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir köle
satın alıp, onu teslim alır ve başkasına hîbe edip, ona teslim ettikten sonra
da, hâkimin hükmü olmadan bağıştan döner ve bilâhare de bu kölenin kusuruna
muttali olursa, İmâm-i A'zam Ebû Hariîfe(R.A.)'ye göre, bu müşteri, bu köleyi
satıcıya geri veremez. .. İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise; bu müşteri, o köleyi, satıcıya iade edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.[63]
Satın alınan şeyde
meydana gelen fazlalık iki nev'idir.
1) Satın
alınan şeye bitişik olan fazlalık
2) Satın
alınan şeyden ayrı olan fazlalık
Satın alınan şeye
bitişik olan fazlalık da iki kısımdır:
a) Satın alman şeyden tevellüt etmeyen fazlalık: Bir şeyi boyamak ve benzerleri
gibi...
Bu durum,
bi'1-ittifak, satın alınan şeyi, —bu— kusuru sebebiyle, geri vermeye mânidir.
Satıcının, bu durumda:
"Ben, böyle kabul ederim." demesi ile dememesi de müsavidir.
b) Satın
alman şeyden tevellüt ederek meydana gelen fazlalık: Satın alınan şeyin
güzelleşmesi, şişmanlaması, parlaması gibi...
Zâhiru'r-rivâyeye
göre, bu hal, satın alınan şeyi, kusurundan dolayı geri vermeye mâni olmaz.
Zahîriyye'de de böyledir.
Sahih olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşteri, satın aldığı
şeyi geri vermekten kaçınır ve noksanlığının karşılığını satıcıdan talep eder;
satıcı da: "Ben, noksanın
karşılığını vermem; satın aldığın şeyin tamamını ver; bedelini—geri—
vereyim." derse, satıcı, böyle söyleme hakkına sahip midir?
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebu Yûsuf (R.A.)'a göre, satıcının böyle söylemeye hakkı yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, böyle söylemeye hakkı vardır. Zahîriyye'de de böyledir. [64]
Satın alınan şeyden
ayrı olan fazlalık da iki çeşittir:
a) Satın
alınan şeyden meydana gelen fazlalık
b) Satın
alman şeyden meydana gelmeyen fazlalık
Satın alman şeyden
meydana gelen fazlalık, bu şeyin doğurması, meyve vermesi ve benzerleri olan
diyet, mehir gibi şeylerdir.
Bunlar, noksanı
sebebiyle, satın alman şeyin geri verilmesine mâni olurlar.
Bize göre, satışın
feshine de mâni olurlar.
Satın alınan şeyden
meydana gelmeyen fazlalık da, kazanç ve gelir gibi şeylerdir.
Bu fazlalık, satın
alınan şeyin kusuru sebebiyle geri verilmesine ve satışın diğer sebeplerden
dolayı feshedilmesine mâni olmaz.
Ancak bunun yolu, akid
bozulanca —fazlalık hâriç— artan şeyi, müşterinin karşılıksız olarak, satıcıya
teslim etmesidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bunlar, fazlalığın,
müşterinin yanında bulunması
halinde geçerlidir.
Şayet bu fazlalık
semavî bir felâketle helak olmuşsa, bu fazlalık, sanki hiç olmamış hükmünde
olur.
Ve bu durumda,
müşteri, satın aldığı şeyi, kusuru sebebiyle geri verebilir.
Eğer, fazlalık,
müşterinin kendi fiili ile helak olmuşsa, bu durumda, satıcı muhayyerdir:
Dilerse, satılan şeyi olduğu gibi kabul edip, parasının tamamını geri verir;
dilerse, tamamını kabul etmez, noksanlığının karşılığını verir.
Şayet, satılan şeyi,
yabancı bir kimse helak etmiş olursa; o zaman, müşteri, satın alınan şeyi geri
veremez. Kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Bedâi"de de böyledir.
Bu,.satın alınan şeyin
teslim alınmasından sonra fazlalığın meydana gelmesi hâlinde böyledir.
Fakat, bu fazlalık,
müşteri, satın aldığı şeyi teslim almadan önce olmuş ve fazlalık, satın*alınan
şeyden meydana gelmiş bulunur ve onunla bitişik olursa, bu durum, o şeyin geri
verilmesine mâni değildir.
Şayet bu fazlalık,
satılan şeye bitişik olduğu halde, ondan meydana gelmiş değilse, müşteri öylece
teslim alır. O şey, sanki teslimden sonra meydana gelmiş gibi olur. Bu hâl ise,
bu şeyin geri verilmesine mânidir.
Müşteri, diyet
sebebiyle satıcıya baş vurur.
Şayet fazlalık,
satılan şeyden ayrı olduğu halde, doğum, koyunun yünü, süt, meyve, diyet
bedeli, mehir gibi satılan şeyden meydana gelmiş bir şeyse, bu fazlalık, o
şeyin geri verilmesine mâni değildir. Müşteri, dilerse, hepsini iade eder ve
verdiğinin tamamını geri alır; dilerse, olduğu gibi razı olup, bir hak
talebinde bulunmaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı şeyde, bir kusur bulamadığı gibi, aksine o şeyde fazlalık bulsa, bu
duurmda, o şeyi geri verme hakkı olmaz.
Ancak, bu hâdise, o
şeyin teslim olmasından önce meydana gelmiş ve o şeyde de —bu fazlalık— bir
kusur meydana getirmişse, bu durumda, müşteri, bu şeyi, satıcıya geri
verebilir.
Çünkü, bu noksanlık,
satın alman şeyin tamamından meydana gelmiş olur. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
Eğer, satın aldığı
şeyin aslını ve fazlalığını teslim aldıktan sonra, kusuriu olduğunu
anlarsa, müşteri onu geri
verebilir. Kunye'de de böyledir.
Şayet, fazlalık satılan
şeyden ayrı olur ve ondan meydana gelmiş bulunmazsa, bu durumda, —kazanç ve
gelir gibi— bu şeyler, onun geri verilmesine mâni değildir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, geri vermesi hâlinde, bu fazlalık, müşterinin olur. Fakat, bu
güzel bir şey olmaz.
İmâmeyn'e göre ise, bu
fazlalık satıcının olur. Fakat, bu da, güzel bir şey olmaz.
Ancak, müşteri, bu
şeye kusuru ile birlikte razı olursa, bu durumda fazlalık, bi'1-icma'
müşterinin olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Müşteri, satın aldığı
şeyi, fazlalık ile birlikte teslim aldıktan sonra, onda bir kusur görürse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu müşteri sadece satın aldığı şeyi iade eder.
îmâmeyn'e göre ise, bu şeyi fazlalıkla birlikte iade eder. Şayet, kusur
fazlalıkta olursa, bu durumda, alman şey geri verilemez.
Fazlalık zayi olur;
satılan da kusurlu bulunursa, bu şahıs, ancak, satın aldığı şeyi iade eder ve
bunun bedelini, —bi'1-icma'— tamam olarak alır. Kunye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı buğday, kendi yanında iken, rüzgâr veya yağmur, bu buğdayın miktarını
noksanlaştırırsa; bu müşteri, o buğdayı geri veremez.
Keza, bir kimse yaş
buğday alır ve bu kuruyunca noksanlaşırsa, müşteri, bu buğdayı da iade edemez.
Keza, yaş olan odunun
satın alınıp, onun kuruması halinde de hüküm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, katip (=
yazı yazan) veya ekmek yapmasını biliyor diye bir köle satın alır ve bu köle,
teslimi müteakip,, bu san'atını müşterinin yanında unutur; bundan sonra da,
müşteri, o kölede bir kusur görürse, onu geri verebilir. Zehıyre'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, Rey
şehrinde satın aldığı hurmayı, Kûfe'ye taşıdıktan sonra, onun bir kusurunu
görür ve geri vermek isterse; İmâm M ıı hum m ed (R.A.)'e göre» bu müşteri,
onu, aldığı yer olan Rey'e kadar götürmedikçe, iade edemez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Burada, hurma değüde, câriye olsaydı; İmâm
Muhammed (R.A.): "Câriye, hurma gibi değildir. Hurmanın oraya
götürülmesini uygun gördüğüm hâlde, cariyenin götürülmesini uygun
görmüyorum." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, başka bir
şahıstan, gözünün birinde beyazlık olduğunu bildiği bir câriye satın alırsa,
onu —bu kusurundan dolayı— geri veremez.
Şayet bu müşteri, o
cariyeyi teslim almaz, gözündeki beyazlık kaybolup gittikten sonra, tekrar
gelirse; bu durumda, müşteri onu alır ve —bu kusurundan dolayı— geri veremez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu müşteri muhayyerdir.
Sahih olan da budur.
Görülmüyormu ki, bir
kimsenin satın aldığı cariyenin memeleri oİmaz veya esmer olur; müşteri de bunu
bilir ve memeleri iyileşip siyahlığı gidene kadar teslim almaz; teslim aldıktan
sonra da, aynı hastalık yeniden gelirse; bu câriye müşterinin olur. Çünkü
satıcı, akdin gerektirdiği tarzda, onu teslim etmekten âciz değildir.
Bir müşteri, gözünün
birinde beyazlık bulunan veya memesi arızalı olan bir cariyeyi, bu durumlarını
bilerek satın alır ve gözdeki beyazlık veya memedeki arıza kaybolup, tekrar
gelir ve bundan sonra da, müşteri, bu cariyede, satıcının yanında meydana
gelmiş bir kusur bulursa, o zaman, bu kusuru sebebiyle, müşteri, o cariyeyi
geri verebilir.
Ancak, bu cariyenin,
—önceden— beyazlık gelmiş oian gözüne değilde, diğer gözüne beyazlık gelmiş
olursa, müşteri, bu durumda o cariyeyi iade edemez.
Beyazlık diğer göze
değil de, müşterinin, cariyenin gözüne vurması gibi bir sebeple, aynı göze
gelmiş olur, sonra da, bu müşteri, cariyede, satıcının yanında meydana gelmiş
olan bir kusur bulursa, yine bu cariyeyi geri veremez.
Ancak, satıcı:
"ben kabul ederim." derse; bu cariyeyi geri alıp, bedelinin tamamını
iade eder.
Bu cariyenin gözüne,
müşteri değil de, bir başkası vurmuş olur ve bu sebeple beyazlık gelirse, bu
durum, yukarıdaki hükmün hilâfınadır; yani, müşteri, satıcı razı olsa bile bu
cariyeyi geri veremez.
Bu söylediğimiz
hükümlerin tamamı, müşterinin, cariyenin gözündeki beyazlığı —önceden— bilmesi
ve böylece almış olması hâlinde geçerlidir.
Ancak müşteri,
cariyeyi, bu durumunu bilmeden alır ve teslim aldıktan sonra öğrenirse, o
zaman, cariyeyi iade edebilir.
Ancak, bu durumda,
iade etmez ve bu beyazlık kaybolursa; bundan sonra,—bu sebepten dolayı—iade
edemez olur. .
Fakat, bunun dışında,
bir kusurunun bulunması hâlinde, müşteri, bu cariyeyi iade edebilir. Muhiyt'te
de böyledir.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu cariyenin bir gözüne boz inmiş olduğunu bilmez ve bu cariyeyi
gözündeki beyazlık kaybolduktan sonra teslim alır; sonra da, bu göze tekrar boz
inerse, müşteri bu cariyeyi iade edebilir.
Ancak müşteri, gözüne
boz inmiş bulunduğunu bilmeden, bu cariyeyi teslim alır ve bu beyazlık da
silinip kaybolduktan sonra tekrar meydana gelirse; müşteri bu durumda, o
cariyeyi geri veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fetâvâyi'1-Fadlî'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, gözüne boz
inip, bilâhare kaybolmuş bir cariyeyi, bu durumu bilmeden satın alır ve
sonradan öğrenirse, o cariyeyi geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, memesinde
siyahlık olan bir cariyeyi, budurumu bilmeden satın alır ve teslim aldıktan
sonra da durumu öğrenir ve o siyahlık da zail olursa, artık cariyeyi geri
veremez.
Ancak cariyenin,
bundan başka bir kusuru daha olursa, o kusur sebebiyle geri. verebilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, satın
almış bulunduğu bir kuşun tüylerini yolmuş olması, onu geri vermesine mânidir.
Kunye'de de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâları'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu köle hasta olur ve bu hastalığı
müşterinin yanında
artarsa, bu müşteri, o köleyi, satıcıya geri veremez. Ancak, kusurunun karşılığını satıcıdan talep eder. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satıcının
yanında, gün aşırı sıtma tutmakta olan bir köle satın alır ve bu köle
müşterinin yanına gelince de, gün aşırı sıtma tutmaya başlarsa, sebeplerin aynı
olmasından dolayı, müşteri, o köleyi iade eder.
Ancak, bu köle,
müşterinin yanında, bir gün sıtma tutar, iki gün tutmaz, sonra bir gün daha
tutarsa; sebeplerdeki aykırılıktan dolayı, müşteri, bu köleyi, satıcıya iade
edemez.
Keza, bir kimsenin
satın aldığı kölenin hastalığı,müşterininyanında ortaya çıktığında, bu
hastalık, satıcının yanındaki hastalığının aynı ise, müşteri, onu geri
verebilir. Aksi takdirde iade edemez. Muhtârü'l- Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı köleyi, kendisinin yanında, satıcının yanındaki gibi sıtma tutarsa,
İbnü'I-Fadl: "Bu mes'ele, alimlerimiz arasında mahfuzdur; eğer, kölenin
sıtması, satıcının yanında tuttuğu zamanlarda tutuyorsa, müşteri bu köleyi iade
edebilir. Aksi takdirde geri veremez. Haniye'den naklen Nehru'l-Fâik'ta da
böyledir.
Bir kimse, bilmeden
yara izi bulunan bir köle satın alır; bilâhare de tekrar bu yara çıkar veya
cerrahlar, müşteriye: "Bu köleyi geri ver." derlerse, bu müşteri, o
köleyi iade edemez. Ancak, kusuru için satıcıya müracaat eder. Kunye'de de
böyledir.
Bir kimse, bir cariye
satın alır, onu teslim aldıktan sonra da, satıcı ile, bu cariyenin kusurlu (=
ayıplı) olduğu hususunda münakaşa edip, bu münakaşayı terkettikten sonra, bir
kaç gün geçince tekrar münakaşa başlar ve
satıcı: "Kusurunu gördüğün halde, niçin,
uzun müddet yanında tuttun." deyince, müşteri: "Kusuru gider
mi, bakayım; diye yanımda tuttum." derse; Muhammed bin Fadl: Bu münakaşa
terk edilir. Müşterinin rızâsı olmadığı için câriye, satıcıya iade
edilir." demiştir.
Keza, bu müşteri, o cariyeyi
iade etmek istediği halde, günlerce satıcıyı bulamaz, cariyeyi yanında tutup,
ona yedirir içirir, ancak —bu ahş-verişe— razı olduğuna delâlet edecek bir
tasarrufta bulunmaz ve sonra da satıcıyı bulursa, cariyeyi geri verir.
Fakıyh Ebû'I-Leys:
"Kendilerine yetiştiğim âlimlerimiz, böyle dediler." demiştir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir köle satın alan
şahıs, bir başka şahsa, "o köleyi satmasını" emrettikten sonra, onun
kusurlu olduğuna vâkıf olursa; İmâm: "Vekil, o köleyi, emreden şahsın
yanında sattığı halde, o hiç ses çıkarmazsa, bu hal, müvekkilin, kölenin
kusuruna fazı olması anlamına gelir.
Haîta, bu ahş-veriste
ittifak sağlanmasa bile, müşteri, artık bu kölej'i, s atıcıya geri veremez.
Keza, vekil, bu kölenin
kusurlu olduğunu rnüvekiline bildirdiği halde, bu müvekkil, vekilinin, o köleyi
satmaya götürmesine mâni oİmasa, bu hâl de rızâ sayılır.
Keza, müvekkil,
vekilden "o köleyi peşin satmasını" ister; vekil, köleyi satışa
arzedince de, müvekkil, ona mâni olmazsa, bu hâlde, kölenin kusuruna rızâ
sayılır. Muhiyt'te de böyledir.
Sincap veya tilki
derisi satın alan bir şahıs, bunları dibâgat için ıslatınca, onların
kusurlu oldukları meydana çıkarsa,
bu müşteri, kusurlardan dolayı satıcıya müracaat eder.
Keza, satın alınan
ibrişim ıslatılınca, kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; hüküm yine böyledir.
Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, üzerinde
harâc —vergisi— bulunmayan bir yeri satın alır ve burada bir kusur gördükten
sonra, bu yere harâc —vergisi— konursa, bu durumda, müşteri bu araziyi geri
veremez.
Bir kimse, satın
aldığı köleyi, teslim aldıktan sonra, onu, muhayyerlik veya görme muhayyerliği
yahut da bir kusuru sebebiyle, satıcıya geri verir ve bu kölenin bir gözü,
müşterinin yanında zail olursa; müşteri, bu kölenin kıymetinin yarısını tazmin
eder.
Kölenin iki gözü zail
olursa, bu durumda, satıcı, köledeki kusurun karşılığını tazmin eder. Satıcı
için bu durumda muhayyerlik yoktur.
Bir kimse, bir bina
satın alıp, onun bir kısmını sattıktan sonra, bu binada kusur görürse, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf
'(R.A.)'a göre, bu
şahıs, bu noksandan dolayı o binayı iade edemİyeceği gibi, kusurundan dolayı,
satıcıya müracaat da edemez.Fetâvâyi Kâdi-hân'dada böyledir.
Bir kimse, satın alip,
meyvelerinin bir kısmını yediği bir bağda kusur görse, satıcı razı olsa bile,
bu müşteri, o bağı geri veremez. Ms^?yfîe üe.böyledir.
Bii kimse, satın
aldığı esansı kokladıktan sonra, onun bir kusurunu bulursa, geri verebilir.
Kunye'de de böyledir.
Rese.is, onu ateşe
soktuktan sonra, bir kusurunu görürse, cmez.
Ek : ateşe soktuktan
sonra, onun kusuruna muttali olursa, onu geri verebilir. Zehıyre'de de
böyledir.
Marangoz âleti yapmak
için demir satın alan şahıs, onu tecrübe için ateşe sokunca, onun marangoz
aleti olmasına mani olacak bir kusur bulursa, onu geri veremez. Ancak,
kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, satın almış
olduğu testereyi, bileyip keskinleştirdikîen sonra, onun bir kusurunu görürse;
satıcı razı olmadan geri veremez. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Bir kimse, satın alıp,
bileyerek keskinleştirdiği bir bıçağın kusurunu görürse; bıçağı iğe ile
keskinleştirmiş olması hâlinde, onu, satıcıya geri veremez. Çünkü, iğelemekle,
bıçağı noksanlaştırmıştır.
Fakat, taş ile bileyip
keskinleştirmiş olması hâlinde, müşteri, bu bıçağı geri verebilir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Yeni bir
çömlek satın alan
şahsa satıcı: "Onu
pişir, şayet piştikden sonra,
onda bir kusur olursa, ben geri kabul ederim ve parasını da veririm." der; müşteri de, onu pişirince, kusurlu olduğu ortaya çıkarsa; müşteri, bu
çömleği, rızâsı olmadan, satıcıya geri veremez.
Bu durumda, müşteri,
ancak, satıcıdan çömleğin kusurunun karşılığını alır.
Aldığı çömleğin
kusurlu olduğunu bilen fakat onun eski mi yeni mi olduğunu bilmeyen bir
müşteri, onu, kendi malı gibi kullandıktan sonra, kusurunun eski olduğunu
anlasa, bu durumda, o çömleği geri veremez. Kunye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı köle, yol kesici çıkar ve o köle, bu müşterininyanındaöldürüiürse;nrüşteri,
verdiği bedelin tamamını,satıcıdan geri alır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
müşteri onu iade edemez. Ancak, kusurunun karşılığını, müşteriden alır.
Bir kimse, bilmeden,
hırsız bir köle satın alır ve bu müşterinin yanında iken, o kölenin eli
kesilirse; müşteri, onu, satıcıya iade eder. Ve verdiği bedelin tamamını geri
alır.
Bu, İmâm-i A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir,
imâmeyn'e göre ise, bu
müşteri, o köleyi iâdc edemez. Ancak, kusurunun karşılığını alır.
Şayet köle, önce
satıcının yanında, sonra da müşterini yanında hırsızlık yapar ve bu yüzden de
eli kesilirse; fmâmeyn'e göre, müşteri, söylediğimiz gibi— satıcıya müracaat
edip, kusurunun karşılığını alır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre de, müşteri, bu köleyi, yeni kusurundan dolayı, satıcının rızâsı
olmadan geri veremez. Ancak, bedelinin dörtte birini geri almak için, satıcıya
müracaat eder.,
Çünkü, insanın eli,
onun yarısı sayılır. Bu el de, iki suçtan dolayı kesilmiştir.
Bu köleyi satıcı
öldürürse, bu durumda müşteri, —satış geçerli olmuşsa— satıcıya baş vurarak,
kölenin bedelinin dörtte üçünü ondan alır.
İmâmeyn'e göre, bu bir
kusur menzilindedir. Son olarak, satıcıya başvurur.
Bu hüküm müşterinin,
kölenin hâlini bilmemesi durumunda geçerlidir.
Şayet, müşteri, bu
durumu bile bile, o köleyi satın almışsa, hiç bir şey için, satıcıya
başvuramaz.
İki rivayetten, sahih
olan budur. Câmiu's-Sâğîr'de de böyledir.
Bu müşteri, o köleyi,
mal karşılığında azâd ettikten sonra, kölenin elini keserler
veya onu öldürürlerse; İmâmeyn'e
göre, müşteri, —.kölenin— kusuru
sebebiyle, satıcıya baş vurur.
İmâm-ı A'zam (R.A.)'a
göre ise, baş vuramaz. Müşteri, o köleyi, mal almaksızın azâd etmiş olursa;
bize göre, satıcıya baş vurur. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bir köle satın alan
şahıs, onu; teslim aldıktan sonra, satın aîmış olduğu şahsa geri satar ve bu
şahıs, kölede eski bir kusur bulursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu şahıs, o
köleyi; önceki müşteriye geri verir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli
budur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, dirhemler
vererek, bir başka şahıstan dinar alır ve bunlar, bu şeyleri karşılıklı teslim
aldıktan sonra, dinar satın alan şahıs, bu dinarı bir başka şahsa satar; bu
yeni müşteri, o dinarda bir kusur bulup, onu aldığı şahsa geri verirse -bir
hükme dayanmadan- bu şahıs da, o dinarı satan şahsa iade eder. Zahîriyye'de de
böyledir,
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Satın aldığı kölenin,
hür olduğunu öğrenen müşteri, satıcıya: "Ben, onu, keffâret-i yeminim için
azâd etmek istiyorum. Eğer, caiz olursa, öyle yaparım; aksi takdirde, onu sana
iade ederim." derse, onu geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir balya kumaş satın
alan şahıs, balyanın, kumaşı yaralayıp telef. etmiş olrpasından dolayı onda
kusur bulursa, Müntekâ'da zikredildiğine göre, kumaşları geri verip, bedelinin
tamamını da geri alır.
Elbisesini telef eden
köle veya câriye hakkındaki hüküm de böyledir;
iade edilip, paraları
geri alınır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Müntekâ'da İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Hıyâr-ı ayb (- kusur
ve noksanlıktan dolayı muhayyer olmak) üzere bir şey satın alan müşteri,
satıcıya: "Eğer, bu gün geri vermezsem, kusuru ile birlikte kabul ettim
say." derse; bu söz geçersiz olur. Bu müşteri, o şeyi geri verme hakkına
sahiptir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış olduğu bir bina için, bir başka şahıs, "orada, su yolum var."
iddiasında bulunur ve bu iddiasına beyyine getirirse; bu hâl, bir noksanlıktır.
Müşteri isterse, bu
binayı, bedelim tamamen ödeyerek elinde tutar; isterse, geri verir.
Müşteri, oraya bir yer
yapmışsa, —geri vermesi hâlinde— onu yıkar; parası için satıcıya müracaat
edemez. Zahîriyye'de de böyledir.
Alış-verişe izinli
bulunan bir köle, satın aldığı bir şeyi kusurlu bulur ve satıcı, bu şeyin
bedelinden bir kısmım bu köleye bağışlar, oda, bu bağışı kabul ederse; köle, o
şeyi, kusuru sebebiyle geri veremez.
Şayet, müşteri izinli
köle değil de, hür bir şahıs olsaydı; satın aldığı şeyi teslim aldıktan sonra,
o şeyde bir kusur bulması halinde, onu iade edemezdi .
Ancak, teslim almadan
öne, onda bir kusur bulursa, onu reddedebilir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı şeyi teslim aldıktan sonra onun kusuruna muttalî olur ve bu durumu kabul
eder veya onu kabul etiği halde: "Bu satılan şey, satan şahsın değil;
filan şahsındır." der; o filân şahıs ise, bunu yalanlarsa; o şeyi,
satıcıya geri verebilir.
Satılan şeyin kusurunu
müşteri öğrendikten sonra, bu şey, satışı müteakip, ona teslim edilirse; satış
feshedilse bile, artık müşteri o şeyi geri veremez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Bir kimsenin sattığı
şey, her hangi bir sebeple geri verilirse; bu hâl, her hâlü kârda, bir
fesihtir. Müşteri, satıcının yanında satılan şeyin bir kusurunu görürse, onu
reddedebilir, Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerinden,
iki bin kür buğday karşılığında bir
köle satın alır; tarafların, bunları karşılıklı teslim almalarından sonra,
köleyi verip, buğday satın aian şahıs, buğdayda bir kusur bulur, bir kusur da,
kendisinin yanında meydana gelirse; bu durumda, bu şahıs, hiç bir şey için
satıcıya müracaat edemez.
Ancak, satılan buğday,
alış-veriş esnasında, o durumda bulunmakta idiyse, müşteri kusuru sebebiyle
satıcıya müracaat eder. Ancak, satıcının razı olması halinde, köleyi alan, onu
geri verip, karşılığında verdiği şeyi de geri alır.
Bir kimse, bir
başkasından, borç olarak iki bin kürr buğday alıp, bunu teslim aldıktan sonra,
borç veren şahıs, borç alandan yüz dirhem satın alsa; müteakiben, buğdayda kusur
bulunması hâlinde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, bu şahıs, onu geri
verir.
Kryâsda, o şahıs, bu
şeyi geri veremez. Bu, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
Keza, borç alman
şey,dirhemler olursa.bu dirhemlerin züyûf olması hâlinde, müşteri onları
değiştirebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Geri verme hakkı sabit
olan her müşteri, satıcıya: "Satışı ibtâl ettim. (= Bozdum, geçersiz
kıldım." der.
Müşteri, satılan şeyi
teslim almamışsa, alış-veriş, bu sözü söylediği anda ibtâl edilmiş olur.
Satıcının, bunu kabul edip etmemesi de, bir şeyi değiştirmez.
Ancak müşteri, bu
sözü, satılan şeyi teslim aldıktan sonra söylemiş olursa; ahş-verişin geçersiz
olabilmesi için, müşterinin de, buna razı olması gerekir.
Satıcı, buna razı
olmazsa, alış-veriş bozulmuş olmaz.
Satıcının hazır
olmaması hâlinde, müşterinin bu sözü ile, —satın aldığı şeyi teslim almamış
olsa bile— alış-veriş, —o anda— bozulmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir bağı,
geliri ile birlikte satın aldıktan sonra, onda bir kusur bulur ve geri vermek
isterse; o saatte geri verir. Çünkü, o bağın meyvelerini toplamak da,
toplamamak da, geri vermeye mâni olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, iki köle,
iki elbise veya bunlar gibi, sıfatları aynı olan, iki şey satın alıp, bunlardan
birini teslim alır; teslim almadığında ise bir kusur bulursa; bu durumda
müşteri muhayyerdir: İsterse, bedellerinin tamamını verip, ikisini de teslim
alır; isterse, ikisini de reddeder.
Bu durumda, kusuru
olmayanı alıp da, diğerini geri vermek olmaz. Müşterinin teslim aldığı şeyin
kusurlu bulunması hâlinde ise, ihtilâf vardır:
İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.): "Bu
şahıs, kusurluyu geri
verir." buyurmuştur.
Sahih olan ise, bu
şahıs, ya iksini birlikte alır veya ikisini birlikte geri verir.
Müşteri: "Ben
kusurlu olanın noksanlığını karşılığı ile birlikte kabul ederim." deme
hakkına sahip değildir.
Müşteri, bu şeylerden
her ikisini de teslim aldıktan sonra, bunlardan birinde kusur bulursa, bu
durumda, hasseten kusurlu olanı reddedebilir; her iksini birden reddedemez.
Ancak, satıcın razı
olması hâlinde, müşteri ikisini birden reddedebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu hüküm,
iki şeyin ayrı
ayrı faydalı bulunmaları hâlinde geçerlidir. İki köle gibi...
Ayrılmaları mümkün
olmayan, ayakkabı, mest, kapı kanadı gibi şeylerin birinde kusur olunca, diğeri
de, birlikte geri verilir. Veya birlikte alınırlar. Fethu'l-Kadîr'de de
böyledir.
Bir çift öküz satın
alan bir şahıs, onları teslim aldıktan sonra, birinde kusur bulur ve sadece onu
geri vermek isterse; böyle yapabilir.
Âlimlerimiz;
"Eğer, bu öküzlerin biri olmayınca, diğeri iş görmüyorsa, bu durumda,
ikisi bir hükmünde olur ve bu durumda sadece kusurlu olan rededilemez. Müşteri,
ya iksini birden alır veya ikisini birden geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
İki câriye satın alan
şahıs, bunları teslim almadan önce, birini kusurlu bulur ve kusurluyu teslim
alırsa; diğerini de teslim alması
gerekir.
Bu müşteri, kusursuz
olan cariyeyi teslim almışsa; ikisini birden geri verir,
ikisini birden teslim
alır, osnra da, kusursuz olan cariyeyi satar veya azâd ederse, kusurluyu da
alması lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,harevî bir
kumaş satın alıp,ondan bir elbiselik keserek, onu diker veya satar, sonra da
kumaşlarda kusur bulursa, bu müşteri, sadece kusurlu olanları iade eder;
diğerlerini alır.
Bu durumda, satıcı da:
"Ben, kumaşlarımın tamamıru isterim." deme hakkına sahip değildir.
Ancak müşteri,
dilerse, bu kumaşların tamamını gen -v^PİbHir. Müşteri, kestiği elbiseliği
dikmemiş olur, satıcı da, kumaşları bu halde kabul eder ve geri almak isterse,
buna hakkı vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir şahsın satın
aldığı hurmalık, satıcının elinde iken, meyve verir ve bu meyveler, semavî bir
âfet sebebiyle helak olursa; müşteri, kusuru sebebiyle, bu şeyi geri verebilir.
Ancak, müşteri
meyveleri yerse, artık, geri veremez. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimsenin, yeri ile
birlikte satın aldığı hurma ağacında hurma bulunursa, bu şahıs, satıcı
meyveleri kesene kadar, ağacı teslim almaz.
Meyvelerin kesilmesi,
ağaca ve bu meyvelere zarar verecek olursa, müşteri muhayyerdir. Noksanlık
vermeyecekse, müşteri muhayyer değildir.
Müşteri, ağacı da
meyverleri de teslim aldıktan sonra, bunlardan birinde kusur görürse, sadece
kusurlu olanı geri verir.
Müşteri, bunları,
hurmalar toplanmadan teslim alıp, onları kendisi toplar ve bu toplama ağaca bir
noksanlık vermez; ancak, sonradan müşteri, bunların birinde bir kusur bulursa,
bu durumda, kusurluyu tek başına geri veremez; ikisini birden iade etmesi
gerekir.
Müşterinin hurmaları
toplaması, ağaca veya hurmalara zarar vermiş, sonra da, müşteri bunların
birinde bir kusur bulmuş olursa; bu durumda müşteri, noksanın karşılığı için,
satıcıya müracaat eder. Ancak, bunu, satıcının dilemesi hâlinde yapabilir.
Keza, bir kimse,
sırtında yünü bulunan bir koyunu satın alır ve bu müşteri satın almadan önce,
bu koyunun yününü satıcı kırkar veya teslim aldıktan sonra, bu yünü müşteri
kırkarsa, cevap hurmaya verilen cevabın aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı hâmile koyun, satıcının yanında yavrular ve bu hâl koyuna bir noksanlık
getirmezse; bu müşterinin muhayyerlik hakkı yoktur
Eğer, müşteri bunların
iksini de teslim aldıktan sonra, birinde bir kusur bulursa; kusur bulduğunu
geri verir.
Koyun, müşteri teslim
aldıktan sonra doğurursa, bu durumda müşteri onu geri veremez. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin, satın
aldığı koyunun memesinde bulunan sütü sağması da, o koyunun doğurması gibidir.
Bu müşteri, o koyunu geri veremez. Muhıyt'te de böyledir.
Sökülmemiş bir halde,
yerde bulunan turp veya şalgamı satın alan kimse, bunların tamamının söker ve
kusurlu bulursa, satıcıya geri veremez.
Ancak, kusurunun karşılığını almak için, satıcıya müracaat eder.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir ağaçlık
satın alır ve ağaçlardan bir kısmını kusurlu bulursa; Ebû Bekir: "Tamamını
geri verir veya tamamını alır."demiştir.
Bu şahıs, sadece
kusurlu olan ağaçlan iade edemez.
Ağaçlar farklı
cinslerden olur ve müşteri de bunları teslim almamış bulunursa, cevap yine
aynıdır.
Ancak, sadece ağaçları
satın almışsa, bu durumda, kusurlu olan ağaçlan geri verebilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir
başkasından, belli bir bedelle bir köle satın aldıktan sonra, yabancı bir şahıs
gelerek, satın alan şahsa, fazladan bir elbise verir; o da, bu elbiseyi teslim
alırsa, —elbise sahibi razı olursa— bu elbisede, satıcının da hissesi olur.
Müşteri, kölede bir
kusur bulursa; onu geri verip, bedelini alır. Bu durumda, elbise hissesi
satıcının olur.
Eğer müşteri, elbisede
bir kusur bulursa, onu sahibine iade eder; satıcıdaki hisseyide alır.
Fakat, kölede kusur
olmadığı halde, elbisede kusur olursa; sahibine geri verir; satıcının hissesine
karışmaz.
Elbise, geri
verildikten sonra, kölede bir kusur bulunursa; onu reddedip verdiği şeyin
tamamını geri alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, iki tane
kapı kanadı satın alıp, birisini satıcının izni ile teslim aldıktan sonra, diğeri satıcının yanında
zayi olsa, satıcının malı olarak zayi olmuş olur.
Müşteri dilerse, diğer
kanadı iade eder.
Kapı kanatlarından
birini teslim almak, ikisini teslim almak gibi değildir.
Müşteri, bu kapı
kanatlarından birini teslim aldıktan sonra, onu kusurlandırır; sonra da, diğer
kanat da, satıcının yanında zayi olursa; bu durumda, o kanat, müşterinin malı
olarak zayi olmuş bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, kaşlı bir
yüzük alıp, bu kaşı, —yüzüğe ve kaşa zarar vermeden— söker ve bundan sonra da,
bunların birinde, bir kusur bulursa; kusurlu olanı iade eder.
Süslenmiş kılıç da
böyledir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir cins şey satın
alınınca, bunun bir kısmı kusurlu bulunursa; müşteri, teslim aldıktan önce
olsun veya sonra olsun; —sadece— o kusurlu kısmı reddedemez.
Satılan şey, bir
cinsten olunca, ölçülen veya tartılan cinsten olsa bile, bir kısmı kusurlu
olunca, sadece kusurlu olan kısım reddedilemez. Bu, teslim alınmış olsa da,
olmasa da böyledir.
Şeyhu'l-îmâmü'z-Zâhid
Ahmed et-Tavâvîsî'nin İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline kıyâsen hikâye ettiğine
göre, ölçülen ve tartılan şeylerin kusurlu kısımları geri verilir. Kusurlu olmayan
kısımları geri verilmez.
Keza, müşteri, satın
aldığı şeyin bir kısmını küçük bulur ve onları, eleyip seçerek, geri kalanları
almak isterse; bunu yapma hakkına sahip değildir.
Ebû Ca'fer
el-Hinduvânî'nin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ölçülen veya tartılan
şeyler, bir kapta iseler, seçilmezler. Fakat, ayrı ayrı kaplarda bulunurlarsa,
kusursuz olan alınır; kusurlu olanlar ise, geri verilir.
Bu gibi şeyler, bu
durumda, birbirinin aynı (benzeri) olmayan iki elbise gibi veya buğday ile arpa
gibi olurlar.
Fetva da, buna
göredir.
Şeyhu'L-İslâm
Hâherzâde de, bu görüşü kabul etmiştir.
Bazı âlimler de:
"Bu şeylerin bir kapta bulunması ile değişik kaplarda bulunması arasında
bir fark yoktur.
Bir kısmı kusurlu
olunca, sadece, o kusurlu olan kısım iade edilemez. İmâm Muhammed (R.A.)'in,
el-Asi'ında buna işaret vardır." demişlerdir.
Şemsü'l-Eimme İmâm
Serahsî de buna göre fetva vermiştir. Muluyt'te de böyledir.
Fakiyh Ebû Ca'fer
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, ibrişim
lifleri satın alıp, bunların bir kısmını kusurlu bulur ve yalnız bu kusurluları
iade etmek isterse; bunu yapma hakkına sahip değildir. Ancak, tamamını kusurlu
bulması hâlinde, iade edebilir. Muhıyt'tc de böyledir.
Keza, bir kisme,
eğirilmiş iplik yumakları satın alır ve bunların her birinde kusur bulursa,
seçemez, geri verir.
Bir kısmı özürsüz
olursa, bunları alır; özürlü olanları geri verir. Zehıyre'de de böyledir.
Ölçülen ve tartılan
şeyler, teslim alınıp, bir kısmına hak sahibi olununca, geri kalan kısmı iade
edilemez. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu kumaşı teslim alıp, bir kısmına hak sahibi olursa; bu müşteri
muhayyerdir: İsterse, geride kalan kumaşı iade eder.
Müşterinin yanında
iken, bu kumaşa semavî bir âfet isabet eder; sonra da, müşteri, bu kumaşın
kusuruna muttali olursa, o kusur için, satıcıya müracaat eder. Satın aldığı
şeyi geri veremez. Ancak, satıcı razı olursa; o zaman, geri verebilir.
Bu satıcı, şer'an geri
almaktan kaçınma hakkına sahiptir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [65]
Satın alınan şeyde
bulunan özür sebebi ile satıcıya müracaat etmenin şekli şudur:
Satılan şeyin Özürsüz
hâlindeki kıymeti ile özürlü halindeki kıymeti takdir edilir.
Müşteri, bu iki kıymet
arasındaki farkın yarısı için, satıcıya müracaat eder.
Bu, müşteri satın
aldığı şeyin özrüne muttali olduktan sonra, onu satmış olması halinde
geçerlidir.
Burada aslolan şudur:
1) Satılan
şey, müşterinin mülkünde duruyor ve bunu satıcıya iade etme imkânı bulunuyorsa;
satıcı razı olsa da olmasa da müşteri, o şeyi, satıcıya geri verir.
Ancak bu şey, satma
veya benzeri bir sebeple müşterinin mülkiyetinden çıkmışsa, o zaman, müşteri,
her hangi bir kusurundan dolayı satıcıya müracaat edemez.
2) Bir şeyin
geri verilmesi mümkün olmazsa, —satın alman bu şey, müşterinin elinden her
hangi bir yolla çıkmış olsun veya hâlen elinde bulunsun,— müşteri, kusuru
sebebiyle, satıcıya başvurabilir. Muhıytte de de böyledir.
Bir kimse, satın alıp5
teslim de aldığı bir kölenin kusuruna muttali olmaz, ancak, bu köle, kendisi
veya başka bir şahıs tarafından öldürüldükten sonra, bu kölenin kusurunu öğrenirse; bu müşteri, hiç bir hususta, satıcıya baş
vuramaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu köleyi, bir yabancı
kasden öldürürse; müşteri, bu kölenin kusurundan dolayı, satıcıya müracaat
edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Bu köleyi, müşterinin
kendisinin öldürmüş olması hâlinde de, hüküm böyledir. Zâhiru'r-rivâye budur.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ıın kavline göre, bu müşteri, kölenin kusuru sebebiyle, satıcıya
müracaat edebilir. Tekmile Şerhı'nde de böyledir.
Bir kimse,satın aldığı
köleyi bir karşılık almadan azâdeder veya bu köle, müşterinin yanında ölür;
bundan sonra da, müşteri, bu kölenin kusuruna muttali olursa; bu müşteri,
kölenin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder.
Bu hususta, bir
cariyeyi, müdebbere veya.ümm-ü veled kılmak da, azâd etmek gibidir.
Ancak, bu müşteri,
köleyi, bir mal karşılığında azâd eder; sonra da, onun kusuruna muttali olursa,
satıcıya müracaat edemez. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cübbeyi giyip, onda kusur meydana geldikten sonra; bu cübbede fare
Ölüsü bulunduğunu görürse; bu sebepten dolayı, satıcıya müracaat edebilir.
Ancak, satıcının,
müşterinin giymesinden dolayı, cübbede meydana gelen kıymet noksanlığına razı
olması gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı balıkta kusur bulur; ancak, satıcı kaybolmuş olur ve onu beklemesi
hâlinde balığın bozulma ihtimâli bulunursa; bu durumda, müşteri balığı pişirir
veya satarsa, satın aldığı şahsa müracaat edemez.
Bu zararı gidermenin
bir yolu yoktur. Kunye'de de böyledir.
Yıkılmak üzere olan
bir duvar satın alan şahıs, bu duvarın kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat
edebilir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir elbise
veya bir yiyecek satın alır ve bu elbise yandıktan veya yiyecek zayi olduktan
sonra, müşteri, bunların kusuruna muttali olursa; satıcıya müracaat edemez.
Bunda ihtilâf yoktur.
Müşteri, bu elbiseyi
giyer ve giymesinden dolayı elbise yırtılır veya yiyeceği yer ve bundan sonra o
şeyin kusuruna muttali olursa, İmâm Ebû H anî i e (R.A.)'ye göre, bu müşteri, o
şeyin kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edemez. Sahih olan da, budur.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu bir kölenin bir kısmını satar, bir kısmı da kendisinin olarak
kalırsa; bu kalan kısmı geri veremiyeceği gibi, kusurundan dolayı, satıcıya da
-müracaat edemez. Bunda da ihtilâf yoktur.
Zâhiru'r-rivâyede
âlimlerimiz: "Bu müşteri, kölenin geride kalan kısmı için, satıcıya müracaat edemez." buyurmuşlardır. Sahih olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.
Un satın alan bir
şahıs, onun bir kısmını ekmek yaptırınca, unun acımış olduğunu görürse, Ebû
Ca'fer: "Bu müşteri, geride kalan unu iade edip, bunun bedelini alır.
Kusurundan dolayı da, satıcıya müracaat eder ve ekmek yaptırdığı miktardaki
unun farkını da alır. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." demiştir.
Ebû'l-Leys'de:
"Biz, bunu kabul ederiz." demiştir. Yenâbi'Me de böyledir.
Yiyecek satın alan bir
şahıs, onda bir kusur bulur ve bir kısmını yemiş olursa; yediği kadarının kusurunun karşılığını satıcıdan alır. Geride
kalan kısmını ise, iade eder.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
Fakiyh Ebû Ca'fer,
bununla fetva vermiştir. Fakıyh Ebû'I-Leys de, bu kavli kabul etmiştir.
Bu müşteri, o
yiyeceğin yansını satmış olursa, kalan ksımı için, satıcıya müracaat eder.
Sattığı kısmın kusuru içinse, satıcıya müracaat edemez. Muzmarât'ta da
böyledir.
Bu hüküm, yiyeceğin
bir kapda bulunması hâlinde geçerlidir.
Şayet, yiyecek iki
kapda, iki çuvalda olur, müşteri bunların birisinden yedikten veya sattıktan
sonra, kusurlu olduğunu görürse, geride kalanını bedeli mukabilinde, satıcıya
iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, erimiş yağ
satm alıp, onu yedikten sonra, satıcı, bu yağın içine fare düşmüş olduğunu
haber verirse; bu durumda müşteri
kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat eder.
Bu, İmâmeyn'e göre
böyledir.
Fetva da, buna
göredir. Muzmarât'ta da böyledir.
Satın aldığı ekmek,
tartı bakımından noksan çıkan şahıs, satıcıya müracaat eder.
Ölçü bakımından noksan
gelen her şey hakkındaki hüküm böyledir.
Sirâciyye'de de
böyledir.
Bir kimse, yumurta,
karpuz, acur, hıyar, ceviz veya herhangi bir meyve satın alır ve bunu da,
kusurlu olduğunu bilmeden kırar ve onu bozulmuş olarak bulursa; bu şey,
—yumurtanın cılk olması, meyvenin acıması gibi— faydalanıtamıyacak bir şekilde
olursa; müşteri, bunları reddeder ve verdiğini noksansız olarak geri alır.
Çünkü, bu
gibi şeyler, mal değildirler. Ve bunların
satılması bâtıldır.
Ancak müşteri,
bunları, kusurlarını bilerek kırmışsa, durum bunun hılâfinadır. O takdirde,
müşteri, kusurundan dolayı bu şeyi geri veremez.
Cevizin, kabuğunun
sağlam olmasına itibar edilemez.
Şayet, bunlar bozulmuş
olmalarına rağmen, fakirlerin yiyebilmeleri gibi bir fayda verecek tarafları
bulunursa, o zaman, müşteri, kusuru sebebiyle satıcıya müracaat eder.
FethıTI-Kadîr'de de böyledir.
Ancak, bunu
yapabilmesi için, satıcının da buna razı olması gerekir.
Bu hüküm, müşterinin
aldığı şeyden, hiç bir şey yememiş olması hâlinde geçerlidir.
Şayet yemişse, o zaman
satıcıya müracaat edemez.
Şayet, bu şahsın
aldığı şeyin az bir kısmı bozuksa, bunu satması, istihsânen caiz olur.
Az bozuk olması demek,
o şeyin, yüzde bir veya yüzde iki nisbe-tinde bozuk olması demektir.
Ancak, bozukluk
nisbeti daha çok olursa, onu satmak caiz olmaz. Alıcı, bu şeyi, olduğu gibi
iade edip, parasının tamamını da geri ahr. Hidâye'de de böyledir.
Bir kisme, satın
aldığı deve kuşu yumurtasını kırar ve o cılk ( = bozulmuş, çürümüş) çıkarsa;
bazı âlimler: "Bu müşteri, yumurtanın kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat
eder. Fakat, verdiği bedelin
tamamını geri alamaz.
Çüı.kü, onun kabuğundan da
menfâat sağlanmaktadır." demişlerdir.
Bu, hilâfsız böyledir.
Ancak, müşteri bu
yumurtayı kırınca, içinde ölmüş civciv bulursa; bu durumda müteahhirîn arasında
görüş ayrılığı vardır: Bir kısmı: "Birisi ölü olan iki şeyi satmak caiz
olmaz."; bir kısmı ise: "Caiz olur. Çünkü, onun ölü olduğu belli
değildi." demişlerdir.
Imâmeyn'e göre,
bunların sahih (= bozulmamış) olanın hissesini ödemek caizdir. Nehru'l-Fâık'ta
da böyledir.
Bir kimse, bir deve
satın alıp, onu evine girdirir; deve düşer ve bu müşterinin emriyle o deveyi
bir başka şahıs keser; bu devede,eski bir özür meydana çıkarsa; müşteri, bu sebeple, satıcıya
müracaat eder.
Bu, İmâmeyn'in
kavlidir.
Âlimlerimiz, bu kavli
almışlardır.
Bu hüküm, devenin
kusurunun, kesildikten sonra bilinmesi halindedir.
Ancak, bu devenin
kusuru önceden bilinir ve kesme işi bundan sonra gerçekleştirilirse; ister
müşteri, ister bir başkası kesmiş olsun; ister müşterinin emri ile, ister emir
olmadan kesilmiş bulunsun: bu durumda, müşteri, hiç bir şey için, satıcıya
müracaat edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bîr kimse, bir hayvan
satın alır ve onu bizzat kendisi keser ve bağırsaklarının önceden kusurlu
olduğunu^görürse, İmâmeyn'e göre, bu müşteri, bu kusur için satıcıya müracaat
eder.
Fetva da buna göre
verilir.
Bu müşteri, hayvanın
kusuruna, —etinden bir miktar yedikten sonra— vâkıf olursa, yediği miktarın
noksanlığının karşılığı için satıcıya müracaat eder; geride kalanı da iade
eder. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı erkek devenin kusurlu olduğu ortaya çıkar ve bu deve düşüp boynu
kırılır; müşteri, de onu keserse; müşteri, hiç bir şey için satıcıya müracaat
edemez. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı deveyi teslim aldıktan sonra, onun bir kusurunu bulur ve geri vermek
için satıcıya giderken, deve yolda helak olursa; müşterinin malı olarak helak
olmuş olur.
Müşteri, bu devenin
kusurunu isbât edebilirse; satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyenin kusurunu, onu teslim aldıktan sonra muttali olursa; bu câriye
sağ oldukça, müşteri hiç bir şey için, satıcıya müracaat edemez. Ancak, câriye
ölürse, müşteri satıcıya müracaat edebilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse, bir köle
verip karşılığında bir câriye satır, aiır ve karşılıklı teslimden sonra, bu
şahıs cariyeye cima eder; bilâhare de, köleyi alan, onda bir kusur görüp geri
verirse; rju müşteri muhayyerdir: İsterse, cariyenin bedelini ödeyip geri
alırsa, meydana gelmiş bulunan noksanlık için tazminat alamaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahıstan, câriye karşılığında bir köle satın ahr; taraflar, bunları
birbirlerine teslim ettikten sonra, cariyeyi alan, bir parmağının fazla olduğunu
görür ve hâkimin hükmü ile onu geri verip kölesini alır ve bilâhare de,,
cariyeyi alan şahsın, geri vermeden önce. ona cima' ettiğini öğrenir fakat bu
cima' cariyede bir noksanlık meydana getirmezse; cariyenin efendisinin yanında veya onu
sattıktan sonra ölmesi hâlinde, bir şey
lâzım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Humeyrü'I-Veberî,
Yûsuf bin Muhammed ve Amr bin Hafız'dan Fetâvâyi H'mdiyye soruldu:
— Bir kimse inek
mukabilinde bir öküz satın alır; inek gebe olur ve alan şahsın yanında
doğurursa; diğer taraftan, öküzü satın alan şahıs, bir kusur görüp onu sahibine
geri verirse; bu şahıs, öküzün kıymeti için mi, yoksa ineğin kıymeti için mi
müracaat eder?
Şu cevabı verdiler:
— İneğin kıymeti için
müracaat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir. • Bir kimse, satın aldığı yeri
mescid yaptıktan sonra, orada bir
kusur bulursa; orayı
geri veremez.
Bu şahsın, oranın
kusurundan dolayı, satıcıya müracaat edip, edemiyeceği hususu da ihtilaflıdır.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da:
"Müracaat eder." denilmiştir.
Şunun gibi: Bir kimse,
bir yer satın aldıktan sonra, onu vakfeder ve daha sonra da, oranın bir
kusurunu bulursa; Hilâl: "Bu şahıs, o yerin kusuru sebebiyle, satıcıya
müracaat eder." demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bez satın alan bir
kimse, bu bezi, vârisi bulunduğu bir şahsa kefen yapar ve bunu terekeden bir
şey ile satın almış olursa; bezin kusurlu olması hâlinde, satıcıya müracaat
eder.
Ancak, müşteri, bu
bezi bir yabancıya kefen yapmışsa, satıcıya müracaat edemez. Muhıyt'te de
böyledir.
Satın aldığı bir ağacı
kesen şahıs, onun işe yaramaz olduğunu görür; ancak, odun olabileceğini
anlarsa; bu kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Ve, satan şahıs,
kesilmiş bulunan ağacı geri alır.
Âlimlerimiz: "Bu
hüküm, müşterinin, o ağacı odun olarak almaması hâlinde geçerlidir. Onu, odun
olarak almış bulunan müşteri, kusuru sebebiyle, satıcıya müracaat edemez.''
demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur: Sıkılmış üzüm suyu satın alan bir müslüman, onu
teslim aldıktan sonra, bu üzüm suyu,,elinde içki olur ve bu müşteri, bilâhare,
onun bir kusuruna muttali olursa; bundan dolayı satıcıya müracaat edebilir.
Satıcının: "Ben,
içkiyi alırım." deme hakkı da yoktur.
Çünkü, böyle yapması,
şer'î bir haktan kaçınmak demek olur. Müşteri kusurundan dolayı davacı olmaz ve
bu üzüm suyu şarap olursa, bu durumda, kusurunun karşılığı için müşteriye
müracaat eder. Müşteri, bu içkiyi, satıcıya geri veremez. Ancak, satıcı bunu
kabul ederse; o zaman geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Müşteri nasrânî olur
ve içkiyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulursa; bu kusurundan dolayı,
o içkiyi geri veremez. Satıcı, geri almayı kabul etse bile hüküm böyledir.
Ancak, bu müşteri,
kusuru ve noksanı sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir.
Bu müşteri, noksanı
sebebiyle, satıcıya müracaat etmez ve bu içki sirke.olursa; bu kusuru sebebiyle
de, —satıcı razı olmadıkça— onu geri veremez. Zehıyre'de de böyledir.
Ebü'l-Kâsım'dan
soruldu:
— Bir adamın satın aldığı sirke küp'e
dökülünce, ondan bir koku hâsıl olur ve istifâde edilemez hâle gelirse; ne
olur?
İmâm şu cevâbı verdi:
— O sirke, müşterinin yanında emânetmiş gibi
olur. Zayi olması veya bozulması hâlinde, müşterinin tazminatta bulunması
gerekmez. Müşterinin onu dökmesi de onun bozulması demek olur. Bu sirkenin
bir" kıymetinin bulunmadığına iki
şahidin şehâdette bulunması
hâlinde, müşteriye bir şey gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İkinci müşteri, satın
aldığı şeyde bir kusur bulursa; kendisine satan şahsa müracaat eder.
Bu şahıs ise, daha
önceki satıcıya müracaat edemez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise, bu şahıs da, kendisine satan şahsa müracaat eder. Suğrâ'da
da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı köleyi teslim aldıktan sonra, başka bir şahsa satar ve bu köle,
müşterinin yanında ölür, bilâhare de onun kusurlu olduğu meydana çıkarsa, bu
durumda,, ikinci müşteri, ikinci satıcıya
müracaat eder. İkinci
satıcı ise, birinci
satıcıya müracaat edemez. Çünkü,
ikinci satış, kusur sebebiyle yapılan müracaattan dolayı feshedilmiş olmaz; bu
ikinci satış baki kalır. Bundan dolayıdır ki, ikinci satıcı, birinci
satıcıya müracaat edemez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bir
başkasından, bin dirheme satın aldığı köleyi teslim alıp, parasını da ödedikten
sonra, bu müşteri, "o köleyi, satıcının, satmadan önce azâd etmiş
bulunduğunu" ikrar eder; satıcı ise, bunu inkâr eder veya "müdebbere
ettiğini" söylerse; yahut, satılan câriye olur da, müşteri "bu
cariyenin çocuk doğurduğunu" ikrar ettiği halde, satıcı bunu inkâr eder ve
bu hususta yemin ederse; müşteri, satıcıya inanmaz; bu köle, müşterinin ikrarı
ile azâd edilmiş veya müdebber kılınmış olur.
Şayet müşteri, satın
alınanda bir kusur görür ve bunun satıcının yanında iken olduğunu bilirse; onun
kusuru sebebiyle, bu müşteri,satıcıya müracaat edebilir.
Keza, müşteri, onun
hür olduğunu ikrar ederse; mes'ele hâli üzeredir; yani müşteri, kusuru
sebebiyle, satıcıya müracaat edebilir. Muhiyt'te de böyledir.
Müşteri, satılanın
başkasının malı olduğunu iddia eder; o şahıs da, bunu ikrar ederse; müşteri,
onda bir kusur bulunca, satıcıya müracaat edemez.
Şayet, o şahıs, îkrâr
değil de, inkâr ederse; bu durumda, müşteri satın aldığının kusuru sebebiyle,
satıcıya müracaat eder. Muhıytı Serahsî'de de böyledir.
Müşteri, bunu gıyaben
bilir sonra da "bu köle, filan şahsındır." diye ıkrâr ederse; o şahıs
inkâr etse bile, müşteri, bu köleyi kusuru sebebiyle iade edebilir. Kâfî'de de
böyledir.
Müşteri, bu kölede
eski bir kusur görür; kendi yanında da, bir kusur meydana gelir ve iade
etmekten kaçınırsa; bu durumun ikrardan önce olması hâlinde, müşteri, kölenin önceki kusuru için, satıcıya müracaat
edebilir.
Bundan sonra, müşteri,
"bu kölenin başkasına ait olduğunu" ikrar eder; o şahıs da, bunu
tasdik ederse; satıcı, sonraki kusuru için, müşteriye müracaat edemez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
satın aldığı bir köleyi, bedelini ödeyerek teslim aldıktan sonra: "Bu,
filan şahsın kölesidir. Ben satın almadan önce, o şahıs, bu köleyi azâd
etmiştir." der; satıcı bunu inkâr ettiği halde, diğer şahıs, hem
"köîenin kendisine ait olduğunu", hem de, "onu, azâd etmiş
bulunduğunu" doğrular veya sadece, "o kölenin kendi mülkü olduğunu"
doğrular da, "azâd ettiğini" söylemezse yahut, her ikisini de
yalanlarsa: Birinci halde, bu kölenin efendisi, ikrarda bulunan şahıstır.
Müşteri, bu kölede bir
kusur bulur ve bu da eski bir kusur olursa; bu durumda, satıcıya hiç bir şey
için müracaat edemez.
İkinci halde, müşteri,
köleyi o şahsa teslim eder ve köle onun olur. Fakat, bu durumda, köle azâd
edilmiş olmaz.
Bu hâlde de, müşteri,
bulduğu kusurdan dolayı, satıcıya müracaat edemez.
Üçüncü hâldemüşterinin
ikrarı ile, bu köle, hür olmuş olur.
Bu hâlde, müşteri,
kölenin kusuru için, satıcıya müracaat eder,
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, o şahıs önce
inkâr ettiği halde, sonradan ıkrâr ederse; bu durumda, satıcı,
bu kölenin kusurundan
dolayı, müşteriye vermiş olduğunu, ondan geri alır.
Şayet müşteri:
"Ben satın aldıktan sonra, filân şahıs, bu köleyi azâd etti."
şeklinde ikrarda bulunursa; o şahıs, bu ikrarı doğrulasa da yalan-lasa da
bu müşteri, hiç
bir şey için,
satıcıya müracaat edemez. " Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
En doğruyu, ancak Allah’u
Teâlâ
bilir, [66]
Ayb'ın (= özürün, noksanlığın, kusurun) iki nev'i
olduğunu bilmek gerekir:
1) Ayb-ı
Zahir: (~ Açık kusur)
2) Ayb-ı
bâtın: (=' Gizli, görünmeyen kusur)
Ayb-ı Zahir: Hâkimin,
baktığı zaman, apaçık gördüğü kusurdur. Yara, körlük, parmak fazlalığı ve
bunlara benzeyen diğer görünen kusurlar...
Ayb-ı bâtın: Hakimin,
bakmakla açıkça göremediği kusurdur. [67]
Ayb-ı zâhir'in de iki
nev'i vardır:
a) Kadîm
olan ayb-ı zahir
b) Hadîs
olan ayb-ı zahir
Kadîm (= önceden beri,
eski) olan ayb-ı zahir: Parmak fazlalığı ve benzeri gibi olan kusurlardır.
Hadîs (= sonradan
olmuş, yeni) olan kusurlar için de, şu ihtimaÜer vardır:
a)
Alış-veriş vakti ile husûmet (= kusurdan dolayı dâva açma) vakti arasında meydana
gelme ihtimâli bulunmayan kusurlar. Kabarcık izi ve benzerleri gibi...
b) Ahş-veriş
vakti ile husûmet vakti arasında meydana gelmesi mümkün olan kusurlar. Yara
çıkması ve benzerleri gibi...
Ahş-veriş vaktinden
önce meydana gelmiş olma ihtimâli olmayan kusurlar da bu çeşittendir. [68]
Ayb-ı bâtının da iki
nev'i vardır:
1) Alâmeti
ile tanınabilen kusurlar
2) Alâmeti
ile tanmamıyan kusurlar
Birinci sıradaki
kusurlar, üzerinin sarılı, bağlı veya ilâçlı olması gibi bir alâmeti ile tanınıp
bilinebilen kusurlardır. İnsanlar, bu kusura muttali olamazlar.
İkinci sıradaki
kusurlar ise, kişide alâmeti bulunmayan kusurlardır. Hırsızlık yapmak, kölenin
kaçması,bayılmak, tecennün etmek (= cinnet getirmek, delirmek)gibi... [69]
Şayet dava, hakimin
bakması ile görünebilecek, açık bir kusurdan dolayı ise, o zaman, buna bakılır:
Eğer, böyle açıkça görülen bir kusur varsa, hakim, bu davayı dinler; aksi
takdirde dinlemez.
Şayet kusur eski veya
yeni olduğu halde, satış vaktinden, husûmet (= dava açma) zamanına kadar
meydana gelmesi ihtimali bulunmayan cinsten bir kusur ise, müşteri, satın
aldığı şeyi, satıcıya geri verir.
Ancak, bunun için, bu
kusurun benzerinin o müddet içinde meydana gelmesi mümkün olmayan bir kusur
olmaması gerekir.
Bunu, sadece satıcı
iddia ederse; müşterinin geri vermesi sakıt olur
mu?
— Hayır, sakıt olmaz.
Müşterinin yeminle
birlikte söylediği söz kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bundan sonra, satıcı,
müşterinin yemin etmesini ister; müşteri de, biM-ittifak yemin eder.
Şayet satıcı, yemin
talebinde bulunmazsa, bu durumda müşteri yemin edecek mi?
Zâhiru'r-rivâyede,
bütün âlimlerimiz: "Yemin etmez." demişlerdir. Müşteri nasıl yemin
eder?
Bütün hâkimler:
"Allah hakkı için yemin eder." demişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet kusur, satış
vaktinden husûmet zamanına kadar veya daha önce olma ihtimali olan veya bir
âlemeti ile bilinmesi zor olan bir kusur ise, bu durumda, hâkim, satıcıya:
"Bu kusur, senin yanında var mıydı?" diye sorar; satıcı: "Evet,
vardı." derse; müşterinin bu kusurlu malı
geri verme hakkı olur;
değilse, müşterinin iade etme
hakkı sakıt olur
Böylece, ahş-veriş
sabit olur. Veya bu ahş-veriş beyyine ile sabit olur.
Şayet satıcı, kusuru
inkâr ederse; yemini ile birlikte, onun sözü geçerli olur. Ancak, bunun için,
müşterinin, ahş-veriş sırasında, o kusurun bulunduğuna dair beyyinesinin
(delilinin, şahidinin) bulunmaması gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcının yemin etmesi
hususunda konuşulmuş ve âlimlerimiz bunları sahihlemişler ve:-"Satıcının,
bu kusurun kendi yanında iken olmadığına Allah'a yemin
edecektir.'' demişlerdir. Serahsî' nin Mııhıytı'nde de böyledir.
Fetva da, bunun
üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kusur, satış
vaktinden önce meydana gelmiş olma
ihtimâli olmayan cinsten bir kusur ise, hakim, onu satıcıya reddetmez.
Fakat kusur, gizli
olan kusurlardan olur ve bu alâmeti ile bilinir ve vücutda bulunduğu halde,
hâkim, bizzat kendisi bakar ve kusurun gözle görünür tarafı olmazsa, durumu,
sözüne inanılır iki kişiye sorar. İhtiyata uygun olan budur. Yoksa, bir kişiye
sormak da kâfidir.
Bu bir kişinin,
kusurun varlığını haber vermesi hâlinde, kusur sabit olur.
Ancak, satıcı yemin
ederse, bu bir kişinin sözü ile, kusurlu olan şey, satıcıya iade edilmez.
Bu hususu,
Câmi"de, bazı âlimler, bu şekilde zikretmişlerdir.
Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde
ise: "Bakılır: Eğer kusur, bu müddet içinde meydana gelme ihtimâline
sahipse —ki, bu da, bir veya iki kişinin sözü ile bilinebilir— bu durumda, o
şey satıcıya iade edilmez. Ve, sadece, satıcıya, "o kusurun, kendi yanında
olmadığına dair." yemin ettirilir.
Şayet kusur, bu müddet
içinde (ahş-verişin yapıldığı zaman ile husûmetin çıktığı zaman arasında)
meydana gelme ihtimâli bulunmayan bir kusur ise, satıcı yemin edince, —şayet
bir kişi söylemişse— yine ona iade edilmez.
Ancak, "bu kusur,
ahş-verişten öncedir." diye, iki kişi söylemiş olursa; Kudûrî'de
zikredildiğine göre, —o kusurlu şey— satıcıya iade edilir. Cami'
Şerfu'nde, bazı âlimlerimiz de, böyle zikretmişlerdir.
Zehiyre'de de
böyledir.
Kusur, gebelik ve
benzerleri gibi, —kadınlar tarafından— bilinebilecek bir şey ise, hâkim, bu
kusuru bir kadına baktırır. İhtiyaten, iki kadına baktırması daha uygun olur.
Bu kadınların,
güvenilir kadınlar olması gerekir
Adalet sahibi bir
kadın: "Bu hâmiledir." der veya iki kadın bu sözü söylerse; bu kusur
sabit olur.
Şayet kadınlar:
"Bu gebelik, aliş-veriş işleminin yapıldığı zamandan sonra meydana gelmiş,
"derlerse; o şey, satıcıya iade edilmez. Ancak, satıcıya yemin ettirilir.
Şayet, bu durumda,
satıcı yemin etmezse, bu kusurlu şey, ona iade edilir.
Şayet kadınlar:
"Bu kadın, satıcının yanında iken hâmile kalmış," derler, ancak,
kadın teslim edildikten sonra hâmile kalmış olursa;satıcı-ya iade edilmez.
Fakat, satıcıya yemin ettirilir.
Hamilelik, cariyenin
teslim edilmesinden önce ise, bu durumda, bu câriye, bir kadının sözü ile
satıcıya iade edilmez.
İki kadının sözüne
gelince, bâzı âlimler: "İmânı Ebû Ha nite (R.A.)'nin kıyâsına göre, iade
edilmez; İmâmeyn'ni kıyasına göre ise, iade edilir." demişlerdir.
Hassâf,
Edebii'I-Kâdî'de: "Zâhiru'r-rivâyeve göre, iade edilmez." demiştir.
kudûrî'de de:
"İade edilmez." denilmiştir. Meşhur olan da, budur. Yalnız, İmâmeyn:
"Satıcıya yemin ettirilir. Şayet, o yemin etmezse,
kadınların sözleri
kuvvetlenmiş olur. Ve bu durumda, iade sâbitleşmiş olur." demişlerdir.
Bunu, Sadru'ş-Şehîd,
Câmiü's-Sağîr'de böylece beyan etmiştir.
Kadının biri: ' 'Bu
hâmiledir." der; iki kadın da: "Hamile değildir." derlerse; bu
satıcının aleyhine oluı.
Satıcı, hâkime:
"Bu kadın, câhildir." diye ihbarda bulunursa; hâkimin, bu kadını, iyi
bilen bir kadına havale etmesi uygun olur. Muhıyl'te de böyledir.
Câriye satın almış
olan bir şahıs: "Bu, hünsâdır." diye iddia ederse; İmâm Muhammed
(R.A.): "Bu durumda, satıcıya yemin ettirilir. Çünkü, o ne kadına ne de
erkeğe gösterilir." buyurmuştur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İstihâze (- özür kanı)
dâvasında, hükmün hakikati hususunda kadınlara müracaat edilir.
Teslimden önce de
olsa, sonra da olsa, kadınların şehâdetî ile, câriye iade edilir.
Hamilelik dâvası da,
aynıdır.
Fakat, özür kanında,
erkeklerin şahitliği de kabul edilir. Çünkü, o kan, erkekler tarafından da
görülebilir. Ve bu caizdir. Erkeklerin şehâ-deti ile, hak sabit olur. Muhiyt'te
de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir cariyeyi teslim aldıktan sonra: "Bu câriye, hayız
görmüyor." derse; ŞeyhıTl-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Bu
müşterinin, bu dâvası dinlenmez. Ancak, bu cariyenin hayız görmemesi,
gebe veya hasta olduğundan meydana
geliyorsa, müşteri, gebelik sebebini iddia eder. Bu durumda, hâkim, o
cariyeyi kadınlara havale eder. Eğer, kadınlar: "Hâmiledir."
dedikleri hâlde, satıcı da, "cariyenin kendi yanında hâmile olmadığı"
hususunda yemin ederse; bu durumda, müşteri, bu cariyeyi iade edemez.
Kadınlar: "Hamile
değildir." derlerse; satıcıya yemin verilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bu gibi dâvalarda,
müracaat mahalli tabiplerdir. Zehiyre'de de böyledir.
Müşterinin, gebelik
sebebini iddia etmesi
hâlinde, îmânı Muhammed
(R.A.)'den iki rivayet vardır.
Birinde: Eğer, câriye
ahş-veriş esnasında, dört ay on günlük hamile ise, dâvaya bakılır. Hamilelik
müddeti bundan az ise, dâvaya bakılmaz.
Diğer rivayette ise:
Câriye, ahş-veriş esnasında, iki ay on günlük hâmile olursa, davaya bakılır.
Fetva için, muhtar
olan da budur. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Dâvaya bakacak olan
hâkim, satıcıya: "Bu., müşterinin dediği gibi midir?" diye sorar.
Eğer, satıcı: "Evet." derse; müşteri, cariyeyi,satıcıya geri verir.
Eğer satıcı:
"Benim yanımda, böyle bir şeyi yoktu. Bu yeni olmuştur." derse;
müşteri, onun yemin etmesini ister.
Şayet, satıcı yemin
ederse, yapılacak bir şey kalmaz.
Fakat, satıcı yemin
etmekten kaçınırsa; câriye, ona geri verilir.
Eğer satıcı, hayzm
kendi zamanında kesildiğini inkâr ederse, ona yemin ettirilir mi?
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, yemin ettirilmez; İmâmeyn'e göre ise, yemin ettirilir.
Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.
Küâbü'l-Akdıyye'de
şöyle denilmiştir:
Bir kimse, satın
aldığı cariyenin başının, satıcının yanında yariK olduğunu söylerse; hâkim,
satıcıya yemin verir.
Eğer, satıcı yeminden
kaçınırsa, müşteri bu cariyeyi satıcıya iade eder.
Satıcı, bu cariyenin,
müşterinin yanında hâmile kaldığını iddia eder ve: "O, şu anda
hâmiledir." derse; hâkim, bu defa da, müşteriye sorar. Müşteri: "Bu
hususta bir şey bilmiyorum." derse; hâkim, bu cariyeyi kadınlara muayene
ettirir.
Kadınlar: "Câriye
hâmiledir." derlerse; bunların sözü ile de iade sabit olmaz.
Fakat, dâva,
müşterinin aleyhine cereyan eder.
Hâkim, "bu
cariyenin, kendi yanında hâmile kalmadığına dair" müşteriye yemin ettirir.
Eğer, müşteri yemin ederse; yapılacak bir şey kalmaz; öneki iade yerindedir.
Ancak, müşteri yemin
etmekten kaçınırsa, o zaman, satıcının iddiası doğru olmuş olur. Câriye,
müşteriye geri verilir. Yalnız, müşteri, bu cariyenin önceki kusurunun
karşılığını, satıcıdan alır.
Eğer satıcı:
"Ben, bu cariyeyi hâmile olduğu halde, yanımda tutmak istiyorum. Önceki
noksanlığının karşılığını tazmin etmem." derse; onun dediği gibi olur.
Hâkim, müşteriye,
hamilelik hâlinden sorduğu zaman, müşteri: "Bu hamilelik, satıcının
zamanında vardı. Ben ise, onu anhyamadim." derse; dâvası dinlenir. Ve bu
durumda, satıcıya yemin verilir.
Satıcı yemin ederse,
bu cariyenin, onun yanında hamile olduğu sabit olmaz.
Müşteri, "bu
cariyenin kendi yanında hâmile olduğunu" söylerse; o zaman, satıcı, bu
cariyeyi müşteriye iade eder. Bu durumda, satıcı, cariyenin önceki kusurunun
karşılığını da reddeder.
Eğer satıcı, yemin
edemezse; o zaman bu cariyenin satıcının yanında hamile kalmış olduğu meydana
çıkar. Ve geri vermesi sahih olur.
Hâkim, bu kusuru
yüzünden, cariyeyi, satıcıya geri verirken, müşteri, cariyeyi satıcıya teslim
etmeden Önce, satıcı: "Bu câriye, müşterinin yanında, yeniden hamile
kalmıştır." der; müşteri de: "Hayır, senin yanında hâmile
kalmıştır." derse; hâkim, cariyeyi geri vermekte acele etmez.
Hâkim, satıcının,
"müşterinin söylediğinin doğru olup olmadığı hususunda yemin
etmesini" emreder.
Müşteriye, yemin
etmesi teklif edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Kusur, gizli olur ve
bedende mevcut bir alâmetle tanınıp bilinmezse, bu kusurun, hâl-i hazırda
isbât edilmesi gerekir. Bir kölenin kaçması, hırsızlık yapması, yatağını
ıslatması gibi...
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu gibi gizli kusurlar, şu şekilde sabit olur.
Müşteri, bu kusurun,
satıcının yanında olduğunu iddia eder ve kendi yanında da, bu kölenin,
kusurları işlediğini söylerse; hâkim,satıcıdan: "Bu hâl bunda var
mı?" diye sorar.
Yâni bu kusurlar,
—bulûğa erişmeden önce veya bulûğa eriştikten sonra— hem satıcının hem de
müşterinin yanında işlenmiş olacak.
Fakat, bu kusurlar,
satıcının yanında, köle bulûğa ermeden önce; müşterinin yanında ise, köle
bulûğa eriştikten sonra, bulunursa; bu hâl, dâvanın sıhhati ve satıcıdan sormak
için kâfi değildir.
Cinnete gelince; bunun
satıcının yanında bulûğdan önce, müşterinin yanında bulûğdan sonra veya her
ikisinin yanında da bulûğdan önce yahut sonra olması halleri de müsavidir. Ve
bu durumlarda cinnet, dâvanın sıhhatine kâfidir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet müşteri, kölenin
kaçtığını veya yatağını ıslattığını; hırsızlık yaptığını yahut cinnet
getirdiğini iddia ederse; satıcıya: "Bunlar senin yanında var mıydı?"
diye sorulur.
Eğer satıcı:
"Vardı." diye itiraf ederse; bu köle, satıcıya iade edilir.
Eğer satıcı, bunu
inkâr ederse; bu durumda, müşterinin "satıcının yanında iken
kaçtığına" dair beyyine istenir.
Eğer, müşteri bunu
isbât edebilirse, bu köle satıcıya iade edilir.
Aksi takdirde,
satıcıya "kölenin, kendisinin yanında iken kaçmadığına; kusursuz olarak
teslim ettiğine dâir" Allah'a yemin ettirilir.
Bu, müşterinin,
"hâl-i hazırda, kölenin bir kusurunun olmadığım" söylediği zaman
yapılır.
Eğer müşteri böyle
söylemez, satıcı da haber vermezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satıcıya
yemin verilir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
durumda, satıcıya yemin ettirilmez.
Müşteri, satıcıyı dâva
etmezse, ona da yemin verilmez.
Satıcı iddiada
bulunursa, müşteri nasıl yemin eder?
Hâkimlerin ekserisi:
"Allah'a yemin ederse, müşterinin iade etme hakkı sakıt olmaz."
demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı kölede bir kusur bulur; satıcı ise, köledeki kusuru inkâr eder ve
müşterinin dinlettiği iki şahitten birisi "Satıcı, bu köleyi, kusurlu
olarak sattı." diye
şahitlik yaptığı halde,
diğeri "satıcının ikrarı üzerine" şahitlik yapsa, bu kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, önce bir
kölenin yarısını elli dinara satın alır; sonra da, kalan yansını yüz dinara
satın alırsa; bilâhare, müşterinin, bu kölede kusur bulması ve: "Bu kusur, satın almamdan önce vardı." demesi
hâlinde; satıcı: "—Bu kusur— senin yanında
oldu." derse; satıcının sözü
geçerli olur.
Müşteri, satıcıya:
"Sonraki yan için, yemin et; önceki için bir şey demiyorum. Ben, sonraki
yarıyı alınca, bu kölenin kusuruna muttalî oldum." derse; bu teklifi yapma
hakkına sahip olur.
Eğer, satıcı yemin
ederse; bir şey lâzım gelmez; yemin etmezse, köle iade edilir. Kâfî'de de
böyledir.
Şayet müşteri, önce
satın aldığı yarı hakkında, ikinci yarıdan önce dava açar, satıcı da yemin
edemezse; bu köle, satıcıya iade edilir.
Müşteri, sonradan, bu
yemin üzerine ikinci yarıyı da iade etmek isterse; bunu yapma hakkına sahip
olmaz.
Bunun için, yeniden
dava açması gerekir. Muhiyt'te de böyledir.
Müşteri, her iki yarı
için, ayrı ayrı dava açma hakkına sahiptir. Eğer, müşterinin önceki yarı için
haber verdiği kusurla, ikinci yan için haber verdiği kusur aynı olmazsa;
satıcının, birinci yarı için, yemin edememiş olması, ikinci yarıyı içine almaz.
Müşterinin, iki yarı
için birden yemin etmiş olması halinde, satıcının da, iki yarı için bir yemin
etmesi kâfi gelir.
Bu durumda, satıcı,
bir yarı için yemin etmekten kaçınırsa, o yan kendisine iade edilir; diğer yarı
ise, iade edilmeyip, müşteride durur.
Satıcı iki kişi olur;
İkisi birden, bir köleyi, bir şahsa, bir bedelle veya yarım yarım iki bedelle
satarlar; bu satıcılardan biri, diğerinin vârisi olarak öldükten sonra, bu
kölenin kusurlu olduğunu söylerse; isterse, bir yarısımjsterse iki yansım (yani
tamamını) dava eder.
Şayet, yarısını dava
ederse; satıcıya yemin verilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Eğer satıcı, o yarı
hakkında yemin ederse; diğer yarı hakkında yemin etmekten kurtulmuş olmaz.
Müşteri, iki yarıdan
biri için yemin etmezse; diğer yarı için de yemin etmesi gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir cariyeyi teslim alıp, başka bir şahsa sattıktan sonra, bu cariyeyi
satın alan bu şahıs da.onu üçüncü bir şahsa satar; daha sonra da, bu cariyenin
hür olduğunu iddia ederse; üçüncü şahıs, ikincisinin bu iddiası üzerine, bu
cariyeyi, ona geri iade eder.
O da, bu cariyeyi,
kendisine satan şahsa iade edince, o şahıs bunu kabul etmezse; âlimler:
"Bu cariyenin azâd edildiği iddia ediliyorsa; müşteri, satıcıya müracaat
edip, verdiği bedeli geri alır." demişlerdir.
Cevâhîru'l-Ahlâtî'de
de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir câriye
satın alır, bu câriye ahş-veriş akdedilirken satıcının yanında bulunmaz ve onun
azâd edilmesi de kararlaştırılmış olmaz, müşteri, bu cariyeyi teslim alıp, bir
başkasına satar ve câriye, bu ahş-veriş esnasında hazır bulunmaz ve ikinci
müşteri onu teslim aldıktan sonra, bu câriye: "Ben, hür bir kadınım."
derse; hâkim, bu cariyenin sözünü kabul eder.
Bu durumda, müşteriler
de, verdikleri paralan satıcılardan geri alırlar.
Önceki müşteri,
"bu câriye, hür bir kadın olduğunu haber verdi." dediği halde, ikinci
müşteri bunu inkâr ederse; birinci müşterinin cariyenin ikrarını isbât etmesi
gerekir.
Bu durumda, ikinci
müşteri birinci müşteriye müracaat edip, verdiği parayı ondan geri alır.
Birinci müşteri ise,
kendisine satan şahsa müracaat edemez. Çünkü, bu cariyenin hür olduğunu
söyleyen kendisidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Zahîriyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, biner
dirhem bedelle, birini peşin, diğerini ise bir sene vadeli olarak iki köle
satın alıp, bunlardan birini kusuru sebebiyle iade ettikten sonra, aralarında
ihtilâf çıkıp, satıcı: "Parasını sonra verecek olduğun köleyi iade
ettin." dediği halde, müşteri: "Hayır, parasını peşin verdiğin köleyi
geri verdim." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.
Kölenin, müşterinin
yanında helak olması ile olmaması da müsavidir.
Bu durumda, satıcıya
da, müşteriye de yemin teklif edilmez.
Aralarındaki görüş
ayrılığı kölelerin fiatiarı hususunda olur ve satıcı: "Geri verdiğin
kölenin fiatı şu idi." dediği halde; müşteri: "Hayır, şu idi."
derse; bu defa, müşterinin sözü geçerli olur, Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, kölelerinden birini satıp, bir başka kölesini de bağışladıktan' ve
müşteri de bunları teslim aldıktan sonra, bu kölelerden birisi ölür ve müşteri
de, sağ kalan köleyi, kusuru sebebiyle geri vermek isteyerek: "Satın aldığın köle, bu idi." der;
satıcı ise: "Hayır, bu bağışladığım köledir," derse; bu durumda,
satıcının sözü geçerli olur.
Bu satıcı,
sağ kalan köle
için müşteriye müracaat
edip, onun parasını alır.
Eğer müşteri, "ölen kölenin, bağışlanan köle olduğunu" iddia ederse; satıcı müşteriye müracaat edip,
diğer kölenin bedelini alır.
Bir kimsenin satın
aldığı iki köleden biri ölür; sağ kalanı da, —bu şahıs— kusuru sebebiyle
reddetmek ister ve: "Bunu dirhemler ödeyerek aldım." der, satıcı ise:
"Hayır, bunun bedeli dinarlardır." derse; müşterinin sözü geçerli
olur.
Aliş-verişe konu köle,
—iki değil de— bir köle olur; müşteri kusuru yüzünden, onu iade etmek isteyince
de, satıcı: "Benim sattığım köle bu değildir." derse; bu durumda,
satıcının sözü geçerli olur. Kâfî'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
el-İmlâ'da şöyle buyurmuştur: Bir şahıstan, üç bin dirheme, iki köle satın alan
şahıs, bunları teslim aldıktan sonra, birisinde bir kusur bulur ve bu müşteri
ile satıcı arasında kölelerin bedelleri hususunda ihtilâf çıkar; müşteri:
"Alış-veriş akdinin yapıldığı sırada, kusurlu kölenin kıymeti iki bin,
diğerinin kıymeti ise, bin dirhemdi." dediği halde, satıcı: "Hayır,
kusurlunun kıymeti bin diğerinin kıymeti ise, iki bin dirhemdir." derse;
bu durumda, ikisinin sözüne de itibar edilmez.
Bu kölelerin dava
zamanındaki kıymetlerine bakılır: Eğer, dava sırasında, her iki kölenin
kıymetleri de biner dirhem ise, sahibinin davası üzerine, her iki şahsa da
yemin verildikten sonra, sadece o kusurlu köle, kıymetinin yarısı alınarak,
satıcıya iade edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bu şahıslardan her
biri, davalarını isbât için beyyine getirirlerse; beyyineleri alınır ve
müşterinin şahitlerine göre, kusurlu kölenin kıymetinin ikibin dirhem olduğu
kabul edilir.
Satıcının şahitlerine
göre de, diğer kölenin kıymetinin iki bin dirhem olduğu kabul edilir.
Ve müşteri, kusurlu
köleyi, bedelinin yarısını alarak satıcıya geri verir.
Bu kölelerden birisi
ölüp, diğeri kalır, müşteri de, kalan köleyi kusurlu bulur ve bu kölenin
kıymeti hususunda görüş ayrılığına düşerlerse; ölen kölenin kıymeti hususunda
beyyine getirilmesi halinde, satıcının beyyinesi geçerli olur.
Ölenin kıymeti
hususunda değil de, kalanın kıymeti hususunda beyyine getirebiliri erse, o
zaman müşterinin beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
NevâziFde şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, küpte
bulunan sirkeden satın alır ve bu sirkeyi, —içinde fare ölüsü bulunan— kendi
kabına döktükten sonra, satıcı: "Bu senin kabında oldu." dediği
halde, müşteri:"Hayır, bu fare senin küpünde idi." derse; bu durumda,
satıcının sözü geçerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Semerkand Ehli'nin
Fetvâları'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimse, bir kabın
içindeki yağı satın alıp, o kapta olduğu halde yağı evine getirir ve bu kabın,
bağlı olan ağzını açınca, yağın içinde bir fare ölüsü bulur ve satıcı: "Bu
farenin, kendi yanında iken, yağda bulunmadığını" söyier ve müşterinin
iddiasını inkâr ederse; satıcının sözü geçerli olur. Çünkü, o, kusuru inkâr
etmektedir.
Bu mes'ele, şöyle
açıklanabilir:
İçinde yağ bulunan
kabın ağzının bağlı olması halinde, o kap teslim alınırken, içinde fare ölüsü
olduğu bilinmiyor ve bu kabın ağzı da, o zamana kadar hiç açılmamış
bulunuyorsa, bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Ve bu müşteri, o yağı
satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir köle
satın alıp, onu teslim alarak evine getirdikten sonra: "Ben, bu köleyi
sakalsız (= köse) buldum." der; satıcı ise, bu iddiayı inkâr ederse; bu
durumda, satıcının sözü geçerli olur.
Fakat, müşteri, bu
kölenin o gün sakalını tıraş ettirmiş olduğunu ispat ederse; müşterinin
yanında, bu kölenin sakalının çıkması ihtimalinin bulunmaması halinde, onu
satıcıya iade eder.
O kölenin sakalının
müşterinin yanında çıkması ihtimâli varsa; müşteri, —sakalsızlığını ispat
edemedikçe— o köleyi geri veremez.
Veya, müşteri;
satıcıya yemin verip de, o yeminden kaçınmadıkça, onu geri veremez. Zehıyre'de
de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir
başkasından satın aldığı köleyi teslim aldıktan sonra, "onun bir kusuru
olduğunu söyler ve: "Onu, bugün satın aldım. Böyle bir kusur, bir günde
meydana gelmez." dediği halde; satıcı: "Ben onu satalı bir ay oldu.
Böyle bir kusur, bir ayda meydana gelebilir." derse; bu durumda, satıcının
sözü geçerli olur.
Bir kimse, diğer bir
şahıstan bir câriye satın alır ve o cariyede bir kusur bularak satıcıyı şikâyet
ederse; hâkim, "o cariyenin satıcıya iade edilmesine, bedelinin de
müşteriye geri verilmesine" hükmeder. Ve müşteri, bu cariyeyi satıcıya
geri verip, parasını alır.
Bir hayvan satın almış
bulunan bir kimse; kusuru sebebiyle bu hayvanı satıcıya iade etmek isteyince,
satıcı, bu müşteriye: "Sen, kusurunu bildiğin halde, ihtiyacın için bu
hayvana bindin." der; müşteri ise: "O hayvana, sana getirip vermek
için bindim." karşılığını verirse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli
olur.
Bu mes'elenin
açıklanması:
Bazı âlimlere göre bu
hüküm, o hayvana binmeden götürüp vermenin mümkün olmaması halinde geçerlidir.
Muhiyt'te de böyledir.
Satıcı, müşteriye:
"Sen, bu hayvana —ihtiyacın için değil de— onu sulamak için bindin."
derse; yine, müşterinin sözünü dinleyip, onu kabul etmek uygun olur.
Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Bir müşteri, satın
almış bulunduğu bir şeyin kusurlu olduğunu iddia eder; satıcı da, o şeyin satış
akdi esnasında kusurlu olduğunu bilirse; hakimin hüküm vermesine kadar,bu
satıcının o şeyi geri almasına izin vardır.
Babam, şöyle buyurdu:
Bu hüküm, satıcının, o
şeyi bir başka şahıstan satın almış bulunması halinde geçerlidir. Çünkü, hüküm
olmadan geri vermek mümkün değildir.
Ancak, bu şeyi bir
başkasından satın almış olmazsa, onu geri alma ruhsatı vardır; bundan kaçınma
ruhsatı yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı şeyin kusuruna, daha onu teslim almadan muttali olur ve: "Bu
alış-verişi iptal ettim. (= geçersiz kıldım.)" derse; satıcının orada
hazır olması halinde, —kabul etmese bile— bu alışveriş geçersiz olur.
Ancak, müşterinin
duruma muttali olup, alış-verişi iptal ettiği sırada, satıcı orada hazır bulunmazsa;
bu alış-veriş geçersiz olmaz.
Şayet, bu müşteri,
satın aldığı şeyin kusuruna, onu teslim aldıktan sonra muttali olur ve:
"Bu alış-verişi iptal ettim." derse; bu durumda sahih olan,
ahş-verişin geçersiz olmamasıdır.
Bu durumda alış-veriş
ancak, satıcının rızâsı veya hâkimin bu şekilde hüküm vermesi ile geçersiz
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir şahıstan, bir câriye satın alan şahsa,
satıcı: "Bu cariyenin filan yerinde yara var. Ben bu cariyeyi, bu yara ile
sana sattım." dediği halde; müşteri, o yarayı denilen yerde görünce, bu
cariyeyi iade etmek maksadı ile getirir ve satıcı: "Bu yara, benim haber verdiğim yara değildir.
Benim dediğim yara iyileşmiştir. Bu yara, senin yanında meydana gelmiş bir
yaradır." derse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Satıcı, müşteriye:
"Ben, bu cariyeyi sana, bir gözünde boz olarak sattım." der; müşteri
bu cariyeyi, sol gözünde boz olduğu halde getirip iade etmek isteyince de, bu
satıcı: "Boz, sağ gözünde idi; o kaybolup gitmiş; bu boz, sonradan meydana
gelmiş." derse; yine müşterinin sözü geçerli olur.
Satıcı,
müşteriye: "Ben, o cariyeyi,
başında bir yarık olarak satmıştım. Senin yanında, başının başka yeri de
yarılmış." derse; bu durumda, satıcının sözü geçerli olur.
Aynı gözde olması
hâlinde, gözdeki beyazlık da böyledir. Yani satıcı, müşteriye: "Bu
cariyenin gözünde, beyaz bir nokta vardı; o nokta, senin yanında büyüyüp
çoğalmış." derse; yine, satıcının sözü
geçerli olur.
Şayet, bu cariyenin
gözünde beyaz bir nokta bulunur ve satıcı: "Bu beyazlık, hardal tanesi
kadardı, (veya daha ufaktı.)" derse; yine satıcının sözü geçerli olur.
Ancak, bu. beyazlık değişik gözde bulunursa; o zaman müşterinin sözü geçerli
olur.
Bir satıcı, sıtma
tutan bir cariyeyi, kendisine geri vermek üzere getiren müşteriye: "Ben
sana, sıtması az iken satmıştım; şimdi sıtması çoğalmış." derse; bu
durumda satıcıya itibar edilmez. Ve müşteri, o cariyeyi geri verebilir.
Bir müşteri, satın
aldığı bir şeyi, ayıbı (= kusuru, noksanı) yüzünden geri getirir; satıcı da:
"Bu kusur, benim zamanımda yoktu." derse; bu durumda, satıcının sözü
geçerli olur.
Eğer satıcı:
"Benim sattığım zaman, bu cariyenin kusuru başında idi." der; müşteri
de, bu cariyeyi, başında bulunan bir kusurdan dolayı geri vermek üzere getirmiş
bulunursa; bu durumda—satıcı ona inanmasa bile— müşterinin sözü geçerli olur.
Netice: Satıcı, kusuru
bir yere nisbet eder ve opv- ismen söylerse; —kusurun orada olması hâlinde—
müşterinin sözü ge: rli olur.
Satıcı, kusuru bir
yere nisbet etmeyip onu mutlak olarak zikrederse; o zaman, satıcının sözü
geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, "kocası vardır." diye geri
vermek için getirdiğinde, satıcı onu inkâr eder veya bunu ikrar ettiği halde:
"...onun kocası vardı; fakat öldü." der; müşteri ise, onun hayatta
olduğunu iddia ederse; müşterinin iade etmiş olması sübut bulmaz.
Bu müşterinin, o
satıcıya yemin ettirme hakkı vardır.
Bu durumda, müşteri,
"Kocası filândır." diye beyyine getirir ve şahitler dinletirse;
kocanın hazır olmaması hâlinde, o beyyineye de, şahitlere de iltifat edilmez.
Bu beyyine ve
şahitlerin sözleri, bu durumda ancak, satıcının ikrarı üzerine kabul edilir.
Eğer satıcı: "Evet,
onun kocası, filan adamdır; fakat o, bu cariyeyi boşamiştır." der ve bu
işin de, alış-verişten önce olduğunu söyler müşteri ise, kocasının durmakta
olduğunu" iddia ederse; satıcının sözü geçerli olur.
Şayet, bu cariyenin
kocası orada hazır olur ve talâkı inkâr edip, "nikâhlı olduğunu"
söylerse; bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Ve bu müşteri, o cariyeyi
satıcıya iade ederek, parasını geri alır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Müşterinin yanında, bu
cariyenin bir kocası bulunur; satıcı ise: "Benim yanımda olan kocası —bu
değil— başkasıdır. Ve kocası, alış-veriş işleminden'lince ölmüştür."
derse; burada satıcının sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, bir kusuru sebebiyle, onu geri vermeye
getirir; satıcı da: "Bu benim verdiğim câriye değildir." dediği
halde, müşteri: "İşte, bu senin hizmetçindir. Ben, bunu senden satın
aldım." derse; yeminle birlikte, satıcının sözü geçerli olur. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir kimsenin yanında
bulunan bir köleyi, iki kişi, "bu şahsa sattıklarını ye bu müşterinin de,
o kölenin bedelini vermediğini" iddia ederler ve bu iddialarına da beyyine
getirirlerse; "her iki şahsa da, iddia ettikleri bedellerin müşteri
tarafından ödenmesine" hükmedilir.
Bu kölede bir kusur
bulunursa, ancak bu şahıslardan birisine iade edilir; ikisine iade edilmez.
Müşteri, bu kölenin
kusurunun karşılığını almak için müracaat edecekse, bu satıcılardan herhangi
birine müracaat eder.
Ancak, kusur kimin
yanında meydana gelmişse, müşteri karşılığını ondan alır.
Eğer bu köle,
müşterinin yanında öldükten sonra, müşteri, onun bir kusuruna muttalî olursa;
bu durumda, o şahıslardan ikisine de müracaat eder.
Keza, bu köle ölmez,
ancak eli kesilmiş olur ve müşteri bunun diyetini aldıktan sonra, bu kölenin
bir kusurunu bulursa, yine ikisine müracaat eder.
Fakat, müşteri bu
köleyi, bunlardan birine veya ikisine birden iade edemez. Kâft'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Benim şu kölem kaçıcıdır. Onu, benden satın al."
deyince, diğeri: "Kaça
satıyorsun?" der; o
şahıs: "Şu kadara..."
karşılığını verince de, müşteri o köleyi satın alır ve "onu kaçıcı bir
köle olarak bulursa, bu durumda onu iade edemiyeceği aşikârdır.
Bu müşteri, o köleyi,
bir başka şahsa satar; bu ikinci müşteri de onu kaçıcı bulup iade etmek
isteyince, ilk müşteri, bu durumu inkâr ettiği halde, ikinci müşteri ilk
satıcının sözünü beyyine olarak gösterirse, hiç bir şeye hak sahibi olamaz.
Eğer ilk satıcı,
birinci müşteriye: "Bu köleyi, sana kaçıcı olarak sattım." demiş
olursa, mes'ele hâli üzeredir; ikinci müşteri, o köleyi, birinci müşteriye iade
edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Kölesinin borçlu
olduğunu ıkrâr eden bir şahıs, sonradan o köleyi, "borçlu olduğunu
söylemeden" bir şahsa satar; bu şahıs da, "borçlu, olduğunu söylemeden" bu
köleyi başka bir
şahsa satarsa; önceki satıcının ikrarı üzerine, sonraki
müşteri, bu köleyi satın aldığı şahsa iade edebilir.
Çünkü, o kölenin
borcunu ödemek lâzımdır.
Bu durum, satmadan
önce, kölenin kaçıcı olduğunu haber vermek gibi değildir.
Bir kölenin borçlu
olduğunu ikrar etmek onun borçlu olduğunu haber vermek gibidir.
Bu durumda da, ikinci
müşteri, birinci satıcının ikrarı üzerine, o köleyi, kendisine satan şahsa iade
edebilir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu bir köleyi, başka bir şahsa, peşin bedelle satar
ve bu müşteriye:
"Bu kölenin, bir
kusuru yoktur." dedikten
sonra, müşteri, o kölede bir kusur bulup, "o kusurun satıcının yanında
iken de, bulunduğunu" belgelerse; bu şahıs, o köleyi geri verme hakkına
sahip olur.
Satıcının: "Ben
onu, peşin sattım. Aybı da yoktu." demesi, müşterinin geri verme hakkını
iptal etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,
"cariyesinin kaçtığım" söyledikten sonra; onu satması için bir vekil
tâyin eder ve cariyenin kaçıcı olduğunu bu vekile söylemez; vekil onu satıp,
teslim ettikten ve bedelini de aldıktan sonra, müşteri, cariyenin sahibinin
ikrarı üzerine, onu geri vermek ister, satıcı ise, onu valanlayıp: "Bu
câriye kaçmadı." derse; müşteri o cariyeyi vekile iade edemez.
Ancak, bu müvekkil,
vekiline: "Kölem kaçıcıdır; onu sat." der ve vekil de onu satarsa;
bundan sonra, müşteri, müvekkilin sözü üzerine, o köleyi —teslim almadan önce—
geri iade edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir cariyeyi, "fazla parmağı vardır." diye, geri vermeye
getirir; ancak, satan şahsın "onu satmadığını" söylerek durumu inkâr
etmesinden sonra, müşteri, bu alış-verişe dâir beyyine ibraz edince, satıcı:
"Sen, onu, bütün kusurları ile birlikte kabul edip, satın aldın." der
ve bu hususta beyyine ikâme ederse; bu durumda, satıcının beyyinesi kabul
edilmez. Hammâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu bir köleyi, kusuru yönünden geri vermek ister, satıcı ise, "bu
müşterinin, o köleyi, kusuru ile birlikte kabul edip aldığını" ispat
ederse; satıcının bu ispatı kabul edilir
ve müşteri, o köleyi geri veremez.
Şayet satıcı, "o
köleyi, filanı filan şahsın huzurunda sattığını" belgeler, müşteri de
bunu inkâr ederse; yine o köleyi geri veremez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin,
cariyesine: "Ey hırsız!", "ey
kaçıcı!", "ey
zâniye!", "eymecnûne!" veya: "Bu câriye hırsızdır; şunu
şunu yaptı." demesi; o cariyenin bu vasıfları taşıdığını ikrar olmaz.
Hatta, bu şahıs o
cariyeyi sattıktan sonra, müşteri, o cariyede böyle bir kusur bulursa, onu,
satıcının bu sözlerine dayanarak geri veremez. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, bir köle
satar; satıcı da, müşteri de, bu kölenin kaçıcı olduğunu haber verirler ve bu
sözler alış-veriş akdi sırasında söylendiği halde; sonradan müşteri bu köleyi,
başka bir şahsa —onun kaçıcı olduğunu gizleyerek— satar; bu ikinci müşteri de,
o köleyi, bir başka şahsa,kaçmayacağından emîn olarak sattıktan sonra, bu yeni
müşteri, o kölenin kaçıcı olduğuna; ilk satıcı ile ilk müşteri arasında cereyan
eden hadiseye; bunların, ahş-verişleri esnasında bu kölenin kaçıcı olduğunu
ikrar ettiklerine muttali olsa bile, bu sebeplerle, bu son müşteri o cariyeyi
iade edemez.
Bu durumda, ilk
müşterinin ikrarı kendisinden satın alan şahsa karşı geçerli olmaz.
Şayet, birinci
müşteri, birinci satıcıdan ikrarsız satın almış ve sonra da, bu birinci
müşteri, onun kaçıcı olduğuna dair beyyine getirse; hakim de, bunun geri
verilmesine , bu beyyineye dayanarak hükmetseydi, o zaman, son müşterinin,
kendisine satan şahsa geri verme hakkı olurdu. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimseden, bir
câriye satın alan şahıs, sonradan, bu cariyenin kaçıcı olduğunu iddia ve bunu
ispat eder; hakim de, bu cariyeyi satıcıya geri verdikten sonra;aym şahıs, o
cariyenin kendi mülkiyeti altında iken doğum yapmış bulunduğunu ispat ettiği
için, hâkim, bu cariyeyi tekrar ona verin; bundan sonra da o şahıs bu cariyeyi
satar ve satın alan müşteri de, o
cariyenin kaçıcı olduğunu hakimin —bu husustaki, önceki— hükmünden bahsederek iddia ederse; bu
durumda, bu —son— müşteri, o cariyeyi geri verebilir. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm (= devlet
başkanı, komutan) veya onun emîni (= görev ve yetki verdiği şahıs), ganimet
malından bir şey sattığında,bu malda kusur bulan müşteri, onu iade edemez.
Ancak, bu iş, (yani
alış-veriş) ganimet taksiminden önce yapılmışsa, imâm, bu müşterinin dâvasına
bakması için bir şahsı görevlendirir ve neticede, bu kusurlu şey, ganimete iade
edilir.
Bu iş, ganimetin
taksiminden sonra yapılmışsa, o şey satılır; müşterinin ödediği bedelden fazla
ederse, bu fazlalık beytü'1-mâle konur; noksan ederse, bu noksanlık da
beytti'I-mâlden karşılanır. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Kendisine ticâret
yapma izni verilmiş bulunan borçlu bir köle, kendisine ait bir köleyi,
efendisine, kendisinin kıymeti miktarında bir bedelle satar ve efendi bu köleyi
teslim aldıktan sonra, onun bir kusuruna muttali olursa; bu kölenin bedelinin
—nakid olsun, borç olsun; dirhemler, dinarlar, ölçülen veya tartılan şeyler
yahut bir yer gibi— izinli kölenin yanında helak olması halinde, bu efendi, o
köleyi geri veremez.
Ancak, bedel peşin
ödenen cinsten değil ve hâlen izinli kölenin elinde bulunuyorsa, teslim
alınmadan önce her hâl-ü kârda, o köleyi geri verebilir. Kâfî'de de böyledir.
Kendisine ticâret
yapma izni verilmiş bulunan borçlu bir köle, bir köle satın alıp, onu
efendisine satar; bu köleyi teslim alan efendi de, onu kendi kölesinin borcuna
karşılık olarak tutar ve sonra da o kölede bir kusur bulursa; bu durumda, o
köleyi iade edemiyeceği gibi, kusurundan dolayı, satan köleye müracaat da
edemez.
Bu izinli ve borçlu
köle, bir başkasına bir şey satar, müşteri onu teslim almadan
önce de, sattığı
şeyin bedelinin bir
kısmını ona bağışlarsa; bu
durumda, o müşteri, kusuru sebebiyle o şeyi iade edemez. Ancak, bu
köle, sattığı şeyin
bedelini aldıktan soTtra giderse; müşteri, o
şeyi bir kusurundan
dolayı geri verebilir.
Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir.
Bu şahıs, bir köle
satıp, onun bedelini müşteriye hibe eder veya onu ibra ettikten sonra, müşteri
onda bir kusur bulursa, bu müşteri, teslim almadan önce, onu iade edebilir.
Fakat, teslim aldıktan sonra, onu iade edemez. Kâfî'de de böyledir. [70]
Hayvanlarda ve diğer
şeylerde, ayıplardan berâet (= satılan şeyin kusurlarından dolayı, satıcıyı
mes'ul tutmamak; kusurlardan doğabilecek tazminat hakkından, —baştan— vaz
geçmek) suretiyle ahş-veriş yapmak caizdir.
Satıcının, sattığı şeyin
kusurunu bilip bilmemesi de, bu berâete dâhildir. Keza, müşterinin de, satılan
şeyin kusurunu bilmesi veya bilmemesi de fark etmez.
Bu, bizim
âlimlerimizin kavlidir.
Kusurun cinsinin ne
olduğunun söylenip söylenmemesi de müsâvidir.
Kusurun, işaret edilmiş
olması veya işaret edilmemiş bulunması arasında da bir fark yoktur.
Müşteri isterse;
alış-verişin yapıldığı sırada, satın alacağı şeyin bütün kusurlarından
satıcıyı beri kılar. Yani, hiç bir kusurdan dolayı, tazminat talep etmiyeceğini
beyân eder; bu hakkından vaz geçer.
Satın aldığı şeyde
teslim alana kadar meydana gelmiş olan kusurların üzerinde durmaz.
Bu, İmâm-i
A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.
İmâm Muhammet! (R.A.)
ise; "Sonradan meydana gelen kusur, berâete dâhil olmaz.'' buyurmuştur.
Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Alış-veriş akdi
esnasında., bütün ayıplardan
berâetin şart koşulması da bütün
âlimlerimizin kavillerine göre caizdir.
Keza, —satılan şeyde
bulunması muhtemel kusurlardan— her hangi bir kusurun tahsis edilerek, —tahsis
edilen bu— kusurun berâetinin şart koşulması da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, bir kimsenin,
olmuş ve olacak bütün kusurlardan berî olmak şartiyle satış yapması caiz olmaz.
Böyle bir ahş-veriş fâsid olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, kusurun ahş-veriş akdi sırasında
bulunduğu veya akidden sonra meydana gelmiş olduğu hususundaki ihtilâfın bir
tesiri yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu durumda, yeminle birlikte satıcının sözü geçerli olur.
Bu hüküm, kusurun
mutlak olarak zikredilmesi halinde geçerlidir.
Ancak, alış-veriş akdi
sırasında beraati şart koştukları halde, sonradan ihtilâfa düşerlerse, bu
durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir câriye hakkında,
iki kişi "kusuru yoktur." diye şahitlikte bulunduktan sonra, bu
şahitlerden birisi, o cariyeyi satın ahr ve onda bir kusur bulursa, —berâetsiz
satın almış olduğu için— bu şahıs o cariyeyi, satıcıya geri verebilir.
Keza, iki kişi, bir
kölenin "kaçmadığı" hususunda şahitlikte bulunduktan sonra, bu
şahıslardan biri, o köleyi satın alsa ve onu kaçıcı bulsa, satıcıya iade
edebilir. Mebsût'ta da böyledir.
Satıcı, "bütün
kusurlardan berâeti" şart koşmuşsa, buna hastalıklar da dâhil olur.
Ancak, satıcı
"has t alıklar den beridir." demişse; parmak fazlalığı, yara izi gibi
şeyler, bu berâete dâhil olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satıcı, "Bütün
gailelerden beridir." derse; buna hırsızlık, kaçmak ve günahkârlık gibi şeyler
dâhil olur. Sirâcü'l-Vehhâc 'da da böyledir.
Satıcı, "dişleri,
siyah olmaktan beridir." derse; buna, dişlerin kırmızı veya yeşil
olmalarıma dâhildir. Fethu'I-Kadır'de de böyledir.
Bir kimse, sattığı
köle için: "Her türlü yaradan beridir." derse; buna, ur yerleri ve
yara izleri de dâhil olur. Yani, bunlar da, yok sayılır.
Ancak, buna key (=
dağlama) izi dâhil değildir. Çünkü, dağlama yara değildir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Sen, bundan önce sende bulunan bütün haklarımdan bensin." derse;
uyûb (= kusurlar, noksanlıklar) da buna dâhil olur. Muhtar olan budur.
Ancak, derk buna dâhil değildir. Vâkıâtin-Husâmiyye'de de
böyledir.
Bir kimse, bir elbise
satın aldığında, satıcı onun yırtık bir yerini gösterip, müşteri de: "Sen
muafsın." dedikten sonra, gelip elbiseyi teslim almak isteyince, bir
yırtık görür ve satıcıya: "Bu, benim, seni berî kıldığım yırtık değildir.
Benim gördüğüm yırtık bir karıştı; bu yırtık ise, bir arşındır." derse; bu
durumda, müşterinin sözü geçerli olur.
Gözdeki boz da,
böyledir.
Keza, müşteri:
"Bütün ayıblardan beri kıldım." dedikten sonra; —bir başka kusur
için— "Bu, benim gördüğüm kusurlardan sonra meydana gelmiş." derse;
yine, bu müşterinin sözü geçerli olur.
Keza, müşteri:
"Ben, bars (= alaca) hastalığından ibra etmiştim. Bu ise, benim berî
kıldığımdan başka bir hastalıktır." derse; yine müşterinin sözü geçerli
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse: "Bütün
kusurlarından ibra ettim." dedikten sonra, satın aldığı şeyin gözünün
biri, birden bire kör olursa, o, berâete dâhil olmaz.
Keza, müşteri:
"Elinde olan bütün kusurlardan berî kıldım." dedikten sonra, satın
almanın eli kesilirse; bu hâl de, berâete dâhil olmaz. Ancak, bir veya iki
parmağı kesilirse; bu, berâete dâhil olur. Serâhsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İki parmağının kesik
olması, iki —ayrı— kusurdur. Bu durumda, müşteri: "Elinde
bulunan, bir kusurdan
berî kıldım." derse; bu tamamen teberrî (= uzaklaşma) olmaz.
Parmakların tamamının, elin yarısı ile birlikte kesilmiş olması bir kusur
sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse: "Ben, bu köleyi, bütün kusurlardan berî
kıldım; ancak, kaçması hâriç..." der ve o köle kaçıcı bir köle olursa, bu
köle, kaçmak kusurundan da berî sayılır.
Ancak:
"...kaçması müstesna..." derse; bu durumda, müşteri, kaçması
sebebiyle, o köleyi satıcıya iade edebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, her
yırtıktan berî olması şartiyle bir elbise sattığında, bu elbisede bir çok
yırtıklar ve yama bulunursa; o elbise bunlardan berî olmuş bulunur.
Keza, bu elbise, yanmak
veya başka bir yolla yırtılmış olsa, yine berî haklarımdan berisin."
derse; uyûb (- kusurlar, noksanlıklar) da buna dâhil olur.
Muhtar olan budur.
Ancak, derk buna dâhil değildir. Vâkmtü'l-Husâmiyye'de de boy ledir.
Bir kimse, bir elbise
satın aldığında, satıcı onun yırtık bir yerini gösterip, müşteri de: "Sen
muafsın." dedikten sonra, gelip elbiseyi teslim almak isteyince, bir
yırtık görür ve satıcıya: "Bu, benim, seni berî kıldığım yırtık değildir.
Benim gördüğüm yırtık bir karıştı; bu yırtık ise, bir arşındır." derse; bu
durumda, müşterinin sözü geçerli olur.
Gözdeki boz da,
böyledir.
Keza, müşteri:
"Bütün ayıblardan beri kıldım." dedikten sonra; —bir başka kusur
için— "Bu, benim gördüğüm kusurlardan sonra meydana gelmiş." derse;
yine, bu müşterinin sözü geçerli olur.
Keza, müşteri:
"Ben, bars (= alaca) hastalığından ibra etmiştim. Bu ise, benim berî
kıldığımdan başka bir hastalıktır." derse; yine müşterinin sözü geçerli
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse: "Bütün
kusurlarından ibra ettim." dedikten sonra, satın aldığı şeyin gözünün
biri, birden bire kör olursa, o, berâete dâhil olmaz.
Keza, müşteri:
"Elinde olan bütün kusurlardan berî kıldım." dedikten sonra, satın
almanın eli kesilirse; bu hâl de, berâete dâhil olmaz. Ancak, bir veya iki
parmağı kesilirse; bu, berâete dâhil olur. Scrâhsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İki parmağının kesik
olması, iki —ayrı— kusurdur. Bu durumda, müşteri: "Elinde
bulunan, bir kusurdan
berî kıldım." derse; bu tamamen teberrî (= uzaklaşma) olmaz. Parmakların
tamamının, elin yarısı ile birlikte kesilmiş olması bir kusur sayılır. Fetâvâyi
JCâdlhân'da da böyledir.
Bir kimse: "Ben,
bu köleyi, bütün kusurlardan berî kıldım; ancak, kaçması hâriç..." der ve
o köle kaçıcı bir köle olursa, bu köle, kaçmak kusurundan da berî sayılır.
Ancak:
"...kaçması müstesna..." derse; bu durumda, müşteri, kaçması
sebebiyle, o köleyi satıcıya iade edebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, her
yırtıktan berî olması şartiyle bir elbise sattığında, bu elbisede bir çok
yırtıklar ve yama bulunursa; o elbise bunlardan berî olmuş bulunur.
Keza, bu elbise,
yanmak veya başka bir yolla yırtılmış olsa, yine berî olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyleidr.
Bir kimse, bir köleyi,
"bir kusuru müstesna olmak üzere" satın aldığı halde, onda iki kusur
bulur; Ölüm veya başka bir mazeret sebebiyle de iade edemezse; bu durumda,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre satıcı; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, müşteri
muhayyer olur: Dilerse, iki kusurdan dolayı satıcıya müracaat edebilir.
Keza, müşteri, bu kölede
üç kusur bulur; kendi yanında da bir kusur meydana gelir ve iade etmesi de
mümkün olmazsa; iki kusuru sebebiyle satıcıya müracaat eder. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, —sadece—
birinde bir kusur olmak üzere, iki köle satın aldığında, bu kölelerden birinde
bir kusur bulması 'hâlinde, onu geri veremez.
Ancak, —birinde— iki
kusur bulursa, o zaman iade edebilir.
Keza, bunların her
birinde, birer kusur bulsa, yine iade etme hakkına sahiptir.
Bakılır: Eğer bu
kusurlara, köleleri teslim almadan önce muttali olmuşsa, müşteri ikisini de
iade edebilir.
Teslim aldıktan sonra
muttali olmuşsa, bu durumda, bu kölelerden ikisinden birini —ve hangisini
isterse onu— iade edebilir.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
Şayet müşteri, bu iki
köleden .—önce— birini teslim alır, onda bir kusura muttali olmaz; sonra,
diğerinin kusuruna muttali olur ve kusurlu olduğunu bildiği halde, onu da
teslim aldıktan sonra, önce teslim aldığı kölede de kusur bulursa; bu durumda
da, dilediği birini iade eder.
Eğer, kusurlu olduğunu
bile bile almış olduğu köleyi iade etmek istediği halde, satıcı: "Sen
bunu, kusurlu olduğunu bile bile aldın. İade etme hakkın yoktur." derse;
bu durumda, satıcının sözüne
iltifat
edilmez.
Bu müşteri, her iki
kölede de kusur olduğunu bile bile ikisini veya birini teslim almışsa, onlardan
dilediğini iade edebilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, "bütün
ayıplardan berî olmak üzere" bir şey satarsa; bu satış tarzı, satılan
şeyin ayıplı olduğuna ikrar olmaz.
Ancak, "bir veya
iki ayıbtan bendir." derse; bu şart, yukarıdaki ifâde gibi değildir ve
böyle şart koşulması, satılan şeyin kusurlu olduğunu ikrar etmek olur.
Şöyleki:
Bir kimse: "Bütün kusurlardan bendir." diyerek
iki köle satıp, bunları müşteriye teslim eder ve bu kölelerden birisine,bir
başka hak sahibi çıkar ve'diğerine de müşteri bir kusur bulursa, —o kusurun—
bedelini alması lâzım gelir.
Bu bedel, kusursuz
olan iki köîeye taksim edilir. Bir hak sahibi bulunduğu ortaya çıkınca da,
müşteri, onun bedeli için satıcıya müracaat eder.
Bir kimse, iki köleyi
bir bedelle satıp: "Şu köle ayıbdan bendir." dedikten sonra; bu
kölelerden birine, bir hak sahibi .çıkar; müşteri de, "kusurdan
beridir." denilende bir kusur bulursa, —o kusurun— bedelini iki köleye
taksim edip, satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semâ'a,
Nevâdir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu bir kölenin kusurunu, satıcı tazmin ettikten (= ödedikten)
sonra, müştreri, o kölede bir kusur daha bulursa, onu satıcıya iade edebilir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre, satıcıya tazminat gerekmez.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Kusurlar için tazminat vardır." buyurmuştur.
Keza, bir satıcı
hırsızlık veya azâd alma kusurlarını tazmin ettikten sonra, müşteri, o köleyi
hür veya çalınmış olarak bulursa, satıcı onu tazmin eder.
Keza satıcı, körlük
veya cinnetini tazmin ettikten sonra, müşteri onda başka bir kusur bulursa, bu
kusur için satıcıya müracaat eder ve bu kusuru tazmin ettirir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu bir kölenin kusurlarını, satıcının tazmin etmesi, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kavillerine göre caizdir.
Bu kölede, —tazmin
edilenlerden— başka kusur bulursa, müşteri onu, satıcıya iade edebilir.
Bu durumda, satıcı da, tazmin
ettiğini almak için, müşteriye müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [71]
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bin dirheme
satın aldığı bir kölenin bedelini ödeyip, onu teslim aldıktan sonra, bu kölede
bir kusur bulur; satıcı ise, bunu inkâr ederek, "köleyi, o kusurla
satmadığını" söyler, bilâhare de taraflar, —peşin veya sonra vermek üzere—
muayyen bir miktar üzerinde sulh olurlarsa, bu caiz olur.
Kusurdan dolayı
dinarlar üzerinde sulh olmaları hâlinde, satıcının dinarları —hemen— ayrılmadan
önce vermesi durumunda, bu sulh caiz olur.
Ancak, dinarları
ödemeden önce ayrılırlarsa, bu durumda, sulh geçersiz olur.
Bu müşteri, o köleyi
satıp, bedelini de peşin aldıktan sonra, bu kölenin kusuruna vâkıf olursa;
satıcı ile dirhemler üzerinde sulh olmaları caiz olmaz.
Eğer bu köle, ikinci
müşterinin yanında Ölürse, bu müşteri, kusurundan dolayı satıcıya müracaat
eder.
Bundan sonra, ikinci
satıcının, birinci ile sulh yapması hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
sulh geçersizdir; İmâmeyn'e göre ise, bu sulh sahih olur.
Eğer bedel, ölçülen
veya tartılan şeylerden ise ve karşılıklı olarak teslim aldıktan sonra da
köleyi satın alan şahıs, onda bir kusur bulur ve satıcı ile sulh olurlarsa,
sulh olunan şeyin, bedelin cinsinden olması hâlinde bu sulh caiz olur ve hemen
ödenir. Veya, sonra da, ödenebilir.
Kusur zail olursa,
sulh da batıl (- geçersiz) olur. Bu durumda, müşteri, almış bulunduğu sulh bedelini, satıcıya iade
eder.
Kusur, —satın aldığı
şey— müşterinin mülkünden çıktıktan sonra zail olmuşsa, bu durum.da, almış
bulunduğu sulh bedelini, satıcıya iade etmez.
Satıştan sonra,
satılan şeyin, bütün kusurları karşılığında, dirhemler mukabilinde
sulhlaşmak,'—o şeyde kusur bulunmasa bile— caiz olur.
Ancak, müşterinin
satıcıya: "Senden kusurları satın aldım." demesi caiz olmaz.
Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Satın alınan bir şeyde
bulunan kusura karşı, bir başka şey üzerinde sulhlaşmak caizdir. Bu sulh, kusur
söylenmemiş olsa bile caizdir.
Bir kusurun yerini
söylemek, bizzat o kusuru söylemek menzilin-dedir. Mııhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı şeyde bir kusur bulunca, satıcı ile, bedelin onda birini düşmek üzere
sulh olmaları, —bir yabancının da bu şeyi, bu şekilde alabilecek olması hâlinde
caiz olur.
Bu durumda, o şeyin
bedelini, —satıcının hâricinde— müşterinin •düşürmesi de caiz olur.
Bir müşteri, satın
aldığı elbiseyi yıkatır ve bu elbise yırtılınca da: "Bilmiyorum,
yıkanırken mi yırtıldı; yoksa, satıcının yanında iken mi yırtıldı?" der ve
aralarında,bu elbiseyi müşterinin kabul etmesi üzere, ona, satıcının ve
yıkayıcının birer dirhem vermeleri şartı ile, bir anlaşma yapsalar, bu
sulhlaşma caiz olur.
Keza, bu elbiseyi,
satıcının alması ve ona müşteri ile yıkayıcının birer dirhem vermeleri şartı
ile sulhlaşsalar, bu da caiz olur.
Bazı âlimler ise: Bu
hatalıdır. demişlerdir.
Ancak, bunun te'vili
şöyledir: Önce, yıkayıcı müşteriye ödeme yapar; sonra da, müşteri satıcıya
ödeme yapar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Fetâvâyi Fadlî'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, satın
aldığı cariyede bir kusur bulur ve onu satıcıya iade etmeyip, kendisi almak ve
satıcınında kendisine bir miktar para vermesi üzerine sulhlaşırlarsa, bu sulh
caiz olur.
Ancak, cariyenin
satıcının olması, müşterinin de, bu satıcıya para vermesi şartıyle yapılan sulh
caiz olmaz.
Fakat, müşterinin, bu
cariyeyi aldığından daha noksan bir fiatla, satıcıya geri satması caiz olur.
Bu durumda da,
müşterinin, bu cariyenin önceki bedelini nakden ödemiş bulunması
gerekir. Zehiyre'de ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kumaş satın alan bir
şahıs, bu kumaştan gömlek yaptırmak için bir miktar kestirir, ancak onu
diktirmez; sonra da bu kumaşta bir kusur bulur, satıcı da, bu kusuru kabul eder
ve aralarında bu kumaşı, satıcının geri alması, müşterinin de, ödediği bedelden
iki dirhem düşmesi üzere sulh anlaşması yaparlarsa, bu sulh caiz olur. Satıcı,
müşterinin kesip aldığı kadarının bedelini yanında tutar. Muhıyt'te de
böyledir.
Kitâbü'I-Asi'da şöyle
denilmiştir:
Elli dinara bir câriye
satın alan bir kimse, bu cariyeyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulur
ve satıcının —bu câriye karşılığında— kırk dokuz dirhem alması üzerine
aralarında anlaşma yaparlarsa, bu sulh anlaşması caiz olur.
Satıcının, kalan bu
bir dinarı, müşteriden alma hakkı var mıdır?
Duruma bakılır: Eğer
satıcı, bu kusurun kendi yanında iken bulunmakta olduğunu ikrar ederse; İmâm
A'zanı Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, onu alması güzel
olmaz. Hatta, almışsa, onu müşteriye geri verir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kıyâsına göre ise, satıcı, bu bir dinarı almışsa, onu müşteriye geri
vermesi gerekmez.
Ancak, satıcı, bu
kusurun kendi yanında meydana geldiğini inkâr eder ve kusur da, yeni meydana
gelmiş cinsten bir kusur olursa; bu durumda, satıcının bu bir dinarı da alması, —bi'1-ittifak temiz bir haktır.
Ancak, kusur yeni
meydana gelmiş bir kusura benziyen cinsten olmazsa, bu durumda da, satıcının
almış bulunduğu bu bir dinar hakkındaki cevap daha önceki cevap gibidir.
Şayet satıcı, kusuru
ikrar etmediği gibi, inkâr da etmez ve sâdece susarsa, bu da, kusuru inkâr
etmesi gibidir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı köleyi teslim almadan önce, onun kusurunu bulur ve satıcı ile, bu köleyi
bir câriye karşılığında değişmek üzere anlaşırlar; cariyenin kıymeti ise,
kölenin kıymetinden fazla olursa, köle ve cariyenin kıymetlerini (n toplamını)
ikiye taksim ederler.
Bu anlaşma, köleyi
satın alan müşterinin, onu teslim almasından sonra yapılırsa; cariye, kölenin
kusuruna karşılık almış bulunur.
Hatta, bu durumda,
müşteri, bu cariyede de bir kusur bulursa, kölenin hissesi olan bedel yerine,
bu cariyeyi geri verir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semâa,
Nevâdir'de İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
Bir kimse, diğer bir
şahıstan satın almış bulunduğu bir köleyi teslim almadan, onda bir kusur bulur
ve satıcı ile, ondan bir köle daha almak üzere sulhlaşırlar; müşteri ikisini de
"teslim aldıktan sonra,bu kölelerden birine, başka bir hak sahibi çıkarsa;
bu müşteri, o kölelerden istediğinin bedeli için, satıcıya, —sanki, ikisini
birden satın almış gibi— müracaat edebilir.
Eğer, bu müşteri,
kölenin kusurunu, onu teslim aldıktan sonra bulmuş olur ve satıcıdan, bir köle
daha satın almak üzere sulhlaşırlar; müşteri, kölenin bedelini ödedikten sonra,
o kölede başka birisinin hak sahibi olduğu ortaya çıkarsa, ikinci köle için
yapılan sulh geçersiz olur. Muhiyt'te ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşteri ile satıcı,
kölenin kusuruna karşılık, müşterinin, ihtiyacı için bir ay satıcının hayvanına
binmesi üzerine anlaşma yapsalar, bu sulh da caiz olur.
Âlimlerimiz, bu hükmü
te'vil ederek şöyle demişlerdir: "Hayvana, şehir dâhilinde binmek şart
koşulursa, bu caiz olur. Ancak, "şehir haricinde binmek" veya mutlak
şekilde "binmek" şart koşulursa, bu sulh caiz olmaz." Zehiyre'de
de böyledir.
Satılan şeye,
müşterinin yanında iken, bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, satıcıya müracaat
ederek, verdiği şeyin tamamını geri
alır. Suğrâ'da da böyledir.
Bir müşteri, satın
aldığı cariyenin kusurlu olduğunu iddia ettiği halde, satıcı bunu inkâr eder ve
bir mal karşılığında, müşterinin cariyeyi o kusurdan ibra etmesi üzerine
anlaşma yapıldıktan sonra, o cariyenin böyle bir kusurunun olmadığı veya mevcut
kusurun iyileşmiş bulunduğu ortaya çıkarsa; bu satıcı, müşteriye müracaat
ederek, sulh bedeli olarak verdiği malı geri alır. Suğrâ'da da böyledir.
Müşteri satın aldığı
cariyeye, gözüne boz inmiş diye kusur bulur ve satıcı ile, "bu cariyenin
bedelinden bir miktar düşmek üze"re" sulh olurlarsa, bu anlaşma caiz
olur.
Cariyenin gözündeki
boz, bundan sonra kaybolup açılırsa, müşteri, noksanlaştırdıklan miktarı
satıcıya geri verir.
Keza, "câriye
hâmiledir." diye, taraflar bir dirhem noksana sulh olurlar ve sonradan da
bu cariyenin hamile olmadığı ortaya çıkarsa; müşteri, bu bir dirhemi satıcıya
öder.
Keza, bir kisme, satın
aldığı cariyeyi evli bulması sebebiyle satıcıya geri vermek isteyince,
aralarında bir kaç dirhem mukabilinde sulh yapsalar; sonra da, kocası bu
cariyeyi boşasa; bu durumda müşteri, aldığı dirhemleri satıcıya geri verir.
Muhıyt'te de böyledir.
Kumaş satın alıp,
ondan gömleklik kesip diken bir kimse, bu gömleği satmadan önce veya sattıktan
sonra, o kumaşta bir kusur bulur veya kusur satıştan sonra meydana gelir ve bu
durumlarda taraflar bu kusur karşılığında bir kaç dirheme anlaşırlarsa; bu sulh
caiz olur.
Keza, bu müşteri,
aldığı kumaşı kırmızı boya ile boyadıktan sonra onu satar veya kusurundan
dolayı sulhlaşma kadar satmaz ve kumaşı kesmiş olduğu halde, satana kadar
dikmez, sonra da kusurundan dolayı satıcı ile sulh olurlarsa, bu sulh sahih
olmaz.
Kumaşı siyaha boyamak
da, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sadece kesmek gibidir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
hem kesmek, hem de dikmek gibidir. Zehiyre'de de böyledir.
bir eşek satın alan
şahıs,onda, eski bir kusur bulur ve iade etmek isteyince de, satıcı ile, bir
dinar karşılığında sulhlaşir ve bu bir dinarı da aldıktan sonra, eşekte başka
bir kusur daha bulursa; bu eşeği, aldığı dinarla birlikte iade edebilir.
Kunye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahıstan, on dirhemiik buğday satın alıp, teslim aldıktan sonra da onda bir
kusur bulur ve bu âna kadar parasını da vermemiş olur ve bu buğdayı geri vermek
isteyince de, satıcı ile, "bu buğdayın yerine arpa almak üzere" anlaşma
yaparlarsa; bu anlaşma da caiz olur.
Bu müşterinin on
dirhemi ödeyip: "Bu, arpanın bedelidir." demesi de caiz olur. Ve bu
durumda, satıcı da arpayı teslim eder.
Keza, bu anlaşmadan
sonra, müşterinin, on dirhemi verdiği halde, hiç bir şey söylememesi durumunda da,
satıcı, ona, arpayı teslim eder-. Muhıyt'te de böyledir. [72]
Bir vasî, ölünün
malını satarsa, o, bu işi üzerine almış olur. Bu durumda, satılan şey, kusuru
sebebiyle iade edilebilir.
Vasî, bin dirheme
satın aldığı bir köleyi bedelini ödemeden teslim alır ve kendisi için satın
alınmış bulunan şahıs da ölür, bu bin dirhemden başka, bin dirhem daha borcu
olduğu halde, bu köleden başka bir malı da olmazsa; bir kusur bulması hâlinde,
vasî, bu köleyi, hâkimin hükmü olmadan satıcıya geri verir. Alacaklı, bu geri
verişi bozamaz.
Vasî, —bedelini
ödemişse— satıcıdan, kölenin bedelinin yarısını alarak, —diğer— alacaklıya
verir.
Bu vasî, kölenin bir
kusuru olmadan satışı bozmuş olsa bile, hüküm böyle olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Bu durumda
satıcı, vasînin iade ettiği köleyi kabul etmeyip, mes'eleyi hâkime götürürse;
diğer şahsın alacaklı olduğunu bilmesi hâlinde hâkim, o köleyi geri vermez;
satıp, parasını, iki alacaklı arasında paylaştırır.
Bu durumda, satıcı da,
bu kölenin kusuru karşılığında,—hakim bu köleyi satmadan önce de, sattıktan
sonra da— bir şey ödemez.
Şayet hakim, diğer
şahsın alacaklı olduğunu bilmiyorsa; bu durumda vasî, satıcı ile mahkeme olur.
Ve vasî, kusurundan dolayı köleyi satıcıya iade eder. Satıcının, ölen şahıs
üzerindeki alacağı da geçersiz olur.
Alacaklı şahıs,
alacağının bulunduğuna dâir beyyine getirirse; satıcı kendisine iade edilen
köle hakkında muhayyer olur: Dilerse, bu köleyi kabul edip, bedelinin yarısın
alacaklıya verir; dilerse geri verme işlemini bozar ve o köle satılarak, elde
edilen meblağ, bu iki alacaklı arasında taksim edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer köle ölür veya
satıcının yanında yeni bir kusuru meydana gelir yahut satıcı onu müdebber kılar
veya hâkimin geri vermesinden sonra o köleyi evlâd edinirse; bu durumda, bu
satıcının, o kölenin bedelinin yarısını ödemesi gerekir.
İade edildiği sırada,
bu kölenin bedeli, alış-veriş akdi sırasındaki bedelinden fazla ise; bu
fazlalık az olması hâlinde affedilir; çok olması hâlinde ise affedilmez.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, sıhhatli
hâlinde iken, bin dirheme bir köle satın alır; bu köleyi teslim aldığı halde
bedelini ödemez, bu durumda hasta olur ve bin dirhem borçlu bulunur; bu köle,
kusurundan dolayı geri verilir veya satıcı bu satışı bozarsa; bu şahsın
hastalıktan iyileşmesi hâlinde, yapılan bu işlemlerin tamamı sahih olur.
Şayet bu şahıs,
iyileşmeyip ölürse; kölenin kıymetinin bedeli kadar veya bundan az olması ve bu
şahsın başka bir malının da bulunmaması halinde,,cevapjdaha yukarıdaki vasî ile
ilgili cevabın aynısıdır.
Köle, hükümsüz olarak
reddedilir veya satıcı bu satışı bozar; bu kölenin kıymeti de bedeli kadar veya
bundan az olur ve satıcı bu köleyi kabul etmediği için, müşteri onu hakime
şikâyet ederse; hâkim, bu müşterinin başkasına borçlu olduğunu bilsin bilmesin,
köleyi satıcıya iade eder.
Müşteri, yakalanmış
bulunduğu bu hastalık sebebiyle, —köle geri verildikten sonra— ölürse; cevap,
yine vasinin cevabının aynısıdır.
Bu köle, bir
kusurundan dolayı, hükümle satıcıya iade edilir ve hâkim bu müşterinin bir başkasına
da borcu olduğunu bilmezse; bu kölenin kıymetinin, —satıldığı gündeki—
bedelinden çok olması hâlinde, kölenin iade edildiği şahıs muhayyer olmaz. Bu
şahıs, bu reddi bozar ve köle satılarak, bedeli iki alacaklı arasında yarı
yarıya taksim edilir.
Şayet satıcı:
"Ben köleyi elimde tutar ve bedelinin yarısını veririm." derse; bunu
yapma hakkına sahip olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Satış hususunda vekil
tayin edilmiş bulunan bir kimse, bir şey sattıktan sonra, sattığı bu şeyin
kusurlu olması sebebiyle bir dava açılsa; bu vekil, hakimin hükmü olmadan, o
şeyin iadesini kabul etmesi hâlinde, geri aldığı bu şey kendisinin (yani
vekilin) olur; müvekkilin (yani, o şahsı vekil tayin etmiş olan şahsın) olmaz.
Bu durumda vekil,
müvekkilini dava da edemez.
Şayet, dava edip, o
şeydeki kusurun müvekkilin yanında iken de bulunduğunu ispat ederse; onun
beyyinesi kabul edilmez.
Bu hükümler, o kusurun
yeni bir kusur olması halinde geçerlidir.
Fakat, o şeydeki kusur
eski olursa, âlimlerimizin ekserisinin rivayetine göre, satmak, rehin bırakmak
vekâlet ve izin hakkında vekil ilzam olunur. Sahih olan da budur.
Ebû Bekir ei-Belhî'de
bu kavli kabul etmiştir.
Şayet, bu şey, hâkimin
hükmü ile iade edilmiş olur ve beyyine de bulunursa, kusur, eski olsun, yeni
olsun, müvekkil ilzam olunur.
Ancak bu, bütün
âlimlerimize göre hükümde, vekilin men edilmesi hâlinde böyledir.
Şayet, satılan şey,
vekile, hâkimin hükmü ve vekilin ikrarı ile iade edilmiş bulunur ve kusur yeni
olmazsa; bu iade, müvekkile yapılmış olur.
Ancak, k;ısur yeni
ise, vekil ilzam olunur. Bu durumda, vekil de, müvekkilini dâva edebilir.
Vekil, kusurun,
müvekkilinin yanında meydana geldiğini belgelerse; bu köle, vekile değil,
müvekkile iade edilir, i-'etâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Vekilin beyyinesinin
olmaması halinde, muvek.-j.itn yemin etmesi gerekir.
Müvekkilin yemin
etmekten kaçınması halinde, b?ı köle, ona iade edilir.
Yemin etmesi hâlinde
ise, bu köle, vekile iade edilir.
Bu hükümlerin tamamı,
vekilin hür ve akıllı olması hâlinde geçerli olur.
Şayet vekil, mükâtep
veya izinli köle olursa; iade bu vekil ve müvekkilinin ikisine birden yapılır.
Muhıyt'te de böyledir.
Vekil akıllı ve ahdin
lâzım olması için ehliyet sahibi olursa; hayatta olduğu müddetçe, satılan şey,
kusurdan dolayı, ona reddedilir.
Ancak vekil, ahdin
vücûbuna ehil olmazsa (Meselâ: Bu vekilin, izinden men edilmiş bir köle veya
ticâretten men edilmiş bir çocuk olması gibi...) o zaman, o şey, müvekkile iade
edilir.
Vekil, ahdin geçerli
olması için ehliyetli olduğu halde ölür; vâris ve vasî de bırakmamış olursa; o
şey, müvekkile iade edilir. Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesine: "Kendi nefsini, efendinden bin dirheme satın al."
diye emreder; o da: "Olur." deyip efendisine giderek: "Beni,
filan adama bin dirheme sat." der; efendisi de bunu kabul eder ve öyle
yaparsa; bu köle, kendisine böyle yapmasını emreden şahsın olur.
Eğer, bu şahıs o
kölede bir kusur bulur ve satıcıyı dâva etmek isterse; o kusurun, kölenin
nefsini satın aldığı sırada, kendisi (yani bu köle) tarafından bilinen bir
kusur olması hâlinde, iade edemez.
Ancak, bu kölenin, o
sırada, kendi kusurunu bilmemesi hâlinde, bu şahıs o köleyi iade edebilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Satın almak için vekil
tayin edilen bir şahıs, müvekkiline bir câriye satın alır ve bu cariyeyi bir
aybı meydana çıkana kadar (müvekkiline) ona teslim etmezse; bu müvekkil —vekili
ister hazırda olsun, ister gaip bulunsun,— bu cariyeyi satıcıya iade edebilir.
Ancak, vekil bu
cariyeyi müvekkiline teslim ettikten sonra; müvekkilinin izni olmadan,
satıcıya iade edemez.
Önceki halde satıcı:
"Müvekkil, bunu, kusuru ile birlikte kabul eder." diye iddia eder ve
müvekkil hazırda bulunmazsa satıcının vekil veya müvekkilden yemin etmelerini
isteme hakkı olmaz.Fetâvâyi Kâdı-hân'da. da böyledir.
Satıcı yemin talep
etmez, vekil cariyeyi satıcıya teslim ettikten sonra müvekkil gelip
"cariyeye, kusuru ile beraber razı olduğunu" söyleyerek, satıcının
geri vermesini talep ederse; böyle yapmak onun hakkı olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Satıcının ibraz ettiği
beyyine kabul edilir.
Vekil de, müvekkilinin
razı olduğunu haber verirse; bu haberi sahih olur. Ve bu durumda, dâva hakkı
kalmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer vekil,
müvekkilinin kabul etiğini ikrar eder veya buna beyyine ibraz ederse; bu
durumda da, müvekkil
ilzam olunur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bu durumda, satın
almaya yetkili kılınan vekil değil de, dâva için yetkili kılınan vekil
bulunursa; satıcının: "satın alan şahıs, kusuru ile birlikte kabul
etti." diye iddia etmesi hâlinde, müvekkil hazır olup da, yemin edene
kadar, bu vekil, cariyeyi, satıcıya iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Satın almaya vekil
tâyin edilen şahıs, bir şey satın alıp, onu müvekkiline teslim eder; müvekkil
de, o şeyde bir kusur bularak, onu vekiline iade ederse; vekil, bu şeyi,
satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satın almaya yetkili
kılınan vekil, satın aldığı şeyi teslim almadan onda bir kusur bulur; ancak,
müvekkili, o şeyi, o kusurdan ibra ederse; bu caiz olur. Ve, bu şekilde satın
alınan şey müvekkilin olur.
Ancak, vekil satın
aldığı şeyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulursa; alınan
şey müvekkile değil, vekile ait
olur. Hulâsa'da da böyledir.
Satın almak üzere
vekil tayin edilmiş bulunan şahıs, satın aldığı köleyi teslim almadan öne, onun
bir kusuruna muttalî olursa, -kusur ister az olsun, ister çok olsun— bu vekil
muhayyerdir: Dilerse o köleyi satıcıya iade eder.
Şayet vekil razı olur
ve kusur da basit bulunursa; bu vekil, o köleyi müvekkiline teslim eder.
Kusur büyükse,
istihsanen bu şey vekile ait olur. Ancak müvekkil, dilerse o şeyi öylece kabul
eder. Suğrâ'da da böyledir.
Müntekâ' da şöyle
zikredilmiştir:
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, satın alınan şey, kusuru ile birlikte bedeline müsâvî bulunur;
vekil de ona razı olursa, bu şey müvekkilin olur.
Ziyâdât'da şöyle
zikredilmiştir:
Vekil, satın alman
şeye, —teslim almadan önce— kusuru ile birlikte razı olursa, bu şey müvekkilinin
olur.
Ancak vekil, satın
aldığı şeyi teslim aldıktan sonra kusuruna r.âzı olursa; bu durumda sorumluluk
müvekkile değil, vekile ait olur.
Bu durumda, kusurun
küçüğü ile büyüğü arasında da bir fark yoktur. Sahih olan da budur.
Müntekâ'da:
"Teslimden önce veya sonra olması da müsavidir." denilmiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müvekkil, satın
alınan şeyin kusurunu
görünce: "Ben, razı değilim." dediği halde, vekil:
"Ben razıyım." derse; bu durumda müvekkil vekilini sorumlu tutar.
Suğrâ'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimsenin, kölesini
satmak üzere vekil tayin ettiği bir şahıs, —bu kölenin kaçıcı olduğunu vekil
olmadan önce veya vekil olduktan sonra bilmediği halde— "kaçıcı
olduğunu" haber verir ve bundan sonra da, bu köleyi bir şahsa satar;
karşılıklı teslim ve tesellümde bulunduktan sonra da müşteri, bu vekilin
söylediğini duyarsa, o köleyi bu vekile iade eder.
Bu durumda vekil, bu
köleyi müvekkiline iade edemez. Ancak bu müşteri, vekilin söylediğini duyduktan
sonra bu köleyi satın alırsa, onu vekile iade edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Satın aldığı şeyde
kusur bulan müşteri, onun bedelini
vekile vermiş,vekilde müvekkile
vermişse, müvekkilden geri alır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir köle
satın alıp, onu başka bir şahsa sattıktan sonra, bu ikinci müşteri, o kölede
bir kusur bulup, onu birinci müşteriye, —henüz onu teslim almadan— hâkimin
hükmü veya ilk müşterinin rızâsı ile iade ederse; birinci müşteri de, bu köfeyi
satıcıya iade eder.
Şayet, ikinci müşteri
bu köleyi teslim aldıktan sonra, beyyineli bir hükümle veya birinci müşterinin
ikrarı sebebiyle ona iade ederse; kusur önceki satıcının yanında meydana gelmiş
bulunduğunun sabit olması hâlinde birinci müşteri, bu köleyi satıcıya iade
edebilir.
Eğer, ikinci müşteri
bu köleyi, ilk müşterinin rızâsı ile ona iade ederse; bu durumda, bu birinci
müşteri, onu satıcıya iade edemez.
Sonradan meydana gelen
kusur, hastalık gibidir.
Sonradan meydana
gelmiş olmayan kusur işe, parmak fazlalığı gibi hususlardır. Kâfî'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir başka
şahıstan bir ev satın alıp, onu başka bir şahsa teslim ettikten sonra
ayrılırlar ve müşteri, bu binada kusur bulursa, onu, satan şahsa iade edebilir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, akar satışlarında, teslim almadan önce, iade etmek caiz olmaz. Zehıyre'de
de böyledir.
İmâm Muhammed (R. A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bin dirheme
satın almış bulunduğu bir köleyi teslim aldıktan sonra, yüz dinara satar ve
sattığı şahısla teslim-tesellüm işini tamamladıktan sonra müşteri, satıcı ile
karşılaşır ve fiatını elli dinar artırırsa, bu artış sahih olur. Ve müşteri,
artırdığı bu miktarı satıcıya verir.
Bundan sonra, müşteri
o kölede bh; kusur bulup, hâkimin hükmü ile onu satıcıya geri verirse; verdiği
bedelin tamamını o fazlalıkla birlikte geri alır. Önceki müşteri de, o köleyi
satıcısına iade eder. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcı ile müşteri,
ikinci defa ve öncekinden daha az bedelle, bu ahş-verişi yenilerler; kusuru
sebebiyle de müşteri bu şeyi iade ederserse; ikinci defa satan şahıs, onu,
önceki satıcıya, —o kusurun misli meydana gelse de, gelmese de— iade edemez.
Hulâsada da böyledir.
İkinci müşteri, bu
kölenin bedelini bir arsa ile artırdıktan sonra, onda bir kusur bulup, onu
önceki müşteriye iade ederse; birinci müşteri de, bu köleyi önceki satıcıya
iade eder.
İkinci müşteri, kölede
bir kusur bulamaz, fakat, onu ikinci satıcıdan teslim almadan önce, değeri
elli dinar olan o yeri zayi ederse; bu durumda, kölenin bağlantısının üçte biri
bozulmuş olur. Ve, ikinci müşteri, bu üçte biri, ikinci satıcıya iade eder.
Bundan sonra da, o
kölede bir kusur bulursa, geride kaîan üçte ikiyi de, hâkimin hükmü ile, ikinci
satıcıya iade eder.
Bu durumda, ikinci
satıcı da, bu köleyi birinci satıcıya iade eder.
Ancak, o yer helak
olmaz, fakat, kölenin bağlantısının üçte biri bozulur ve sonra da, onda bir
kusur bulunursa; bu köle, satıcısına iade edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir köleyi teslim aldıktan sonra, onu bir başkasına satar, ancak bu
ikinci müşteri satışı inkâr edip bu hususta yemin eder; birinci müşteri de,
dâva etmek istemez ve bu köleyi geri alır; bundan sonra da, bu kölede —önceki
satıcının yanında meydana gelmiş olan— bir kusur bulursai bu durumda, o köleyi,
önceki satıcıya iade eder.
Eğer, ikinci müşteri
satışı inkâr eder, ancak yemin etmez ve sonra da, bu kölede satıcının yanında
kusur bulursa, o zaman,bu köleyi satıcıya iade edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşteri, onun satış
hakkındaki doğruluğunu anladığı zaman, o köleyi geri vermesi müsaadesi olmaz.
Gerçek, kendisi ile AUahu Teâla arasındadır. Zehıyre'de de böyledir.
Müşteri satışı doğru
bulduğu halde, muhayyerlik şartı veya hıyâr-ı rü'yet {- görme muhayyerliği)
hakkı bulunur veya ahş-veriş fâsid bir ahş-veriş olursa; o zaman, alman şey,
kusurun sebebiyle iade edebilir.
Eğer, —müşteri—
hâkimin huzurunda, satışı ikrar ettikten sonra bunu inkâr ederse; hâkim
bunların inkârını fesheder.
Bunlardan birisinin,
köleyi yanında alıkoymak veya azâd etmek istemesi hâlinde, böyle yapması sahih
olmaz.
İkinci köle, o şeyi,
kusuru sebebiyle, birinci satıcıya iade edemez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir köleyi teslim aldıktan sonra, onda bir kusur bulup, onu geri vermek
ister; satıcı ise, bu köleyi, müşterinin filan şahsa sattığını belgelerse; bu
belgesi kabul edilir.
Bu durumda müşteri, o
köleyi geri veremez. Sattığı şahsın hazır bulunup bulunmaması da bu hüküm
açısından müsavidir.
Bu satıcı, müşterinin,
o köleyi filan şahsa sattığını belgelediğinde, satın almış bulunan şahıs da
hazır bulunduğunda, hem bu şahıs, hem de, köleyi bu şahsa satmış bulunan
müşteri, —bu ahş-verişi inkâr etse bile, müşteri, bu köleyi satıcıya iade
edemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, on iki dirheme bir köle satmak ister; müşteri ise, buna razı olmaz ve bu
durumda satıcı,bu müşteriye: "Bu köleyi sana bağışladım." der ve
müşteri de bu köleyi teslim alır ve o da, bu satıcıya, on iki dinarı bağışlar;
satıcı da bu paralan teslim aldıktan sonra, kölede bir kusur bulup,onu iade
etmek istese,bunu yapma hakkına sahip olmaz. Kunye'de de böyledir. [73]
Taraflar, iki bedeli
hakîkaten veya hükmen aldıktan sonra, meclisten ayrılmaları hâlinde yahut, iki
bedelden birini hakikaten diğerini hükmen aldıktan sonra, akit geçerli olsun
veya geçerli olmasın deyn'i[74],
deyne bedel olarak satmak caizdir.
Fakat, iki bedeli
hakikaten aldıktan sonra, meselâ: Bir şahıs, diğerinden on dirheme bir dinar
satın alır; akid de geçerli olur ve dirhemlerle dinarlar hazır bulunmadığı
halde, bir müddet sonra birbirlerine nakden ödeme yapıp ayrılmaları caiz olur.
İki bedeli hükmen
aldıktan sonra, meselâ: Bir şahsın, diğerinde on dirhemi olur, bir başkasının
da o kimsede bir dinarı olur ve bu iki kişi bunları birbirlerinden satın alıp
ayrılsalar bu caiz olur.
Şöyleki: Bir kimsenin
diğer bir şahısta fulûsu veya yiyecek bir şeyi olur, başka birisinin de o
şahısta dirhemleri bulunursa, bunların birbirlerine karşılık satış yapıp
ayrılmaları hâlinde, yaptıkları bu akid caiz olur.Bu iki bedelden birisini
hükmen, diğerini hakikaten aldıktan sonra (meselâ: Bir şahsın, diğerinde, on
dirhem alacağı olur; başka birisi de nakden bir dinar vererek, o dirhemleri
satın alır ve) meclisten ayrılır-İarsa, bu akid de caiz olur.
Keza, bir kimsenin
başkasında buğday alacağı olur, bir başkası da, peşinen dirhemler vererek o
buğdayı satın alırsa, bu akid de caiz olur.
Sulhu'l-Fetâvâ'da:
"Buğday mes'elesi, aynı mecliste dirhemlerin nakden ödenmesi hâlinde caiz
olmaz.' * denilmiştir.
Alimlerimiz ise:
"Bu kitapta zikredilen husus, buğdayın, o şahsa veresiye verilmiş olması
haline hamledilir. Yoksa, buğday, o şahısta ödünç veya satılan bir şeyin bedeli
ise, —bizim söylediğimiz gibi— satış caiz olur." demişlerdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Taraflar, iki bedelden
birisi teslim alındıktan sonra ayrılırlar ve bu ayrılış, bedellerden biri hükmî alış
olarak meydana gelirse, —sarf
olmamak şartıyle— satış caiz olur.
Sarf [75] olursa, satış caiz olmaz.
Bunun açıklanması
şöyledir:
Bir kimse, on dirheme
bir dinar satın alır ve bu akid de sarf olursa; bu şahsın dinarı alıp,
dirhemleri teslim etmemesi ve böylece ayrılmaları hâlinde, bu satış bâtıl (=
geçersiz) olur.
Bir kimse, dirhemlere
bedel olarak, fülüs [76] veya
yiyecek maddeleri satın alır; akid de, sarf olmaz, iki bedelden biri,
hakikaten alındıktan sonra da meclisten ayrılırlarsa, satış caiz olur.
Fakat, hükmen aldıktan
sonra meclisten ayrılırlarsa, —akid de, sarf olsun veya olmasın— bu satış caiz
olmaz.
Bu hususun açıklanması
Bir kimsenin diğerinde
bir dinarı olur ve bunu bir başkası, on dirheme satın alır ve akid de sarf
olursa; bu şahsın, on dirhemi ödemeden o meclisten ayrılması hâlinde, satış
bâtıl (= geçersiz) olur.
Keza, bir şahsın diğer
bir şahısta fülûsü veya yiyecek bir şeyi olur başka bir şahıs da bu fülus veya
yiyeceği dirhemler mukabilinde satın aldığı halde, bu dirhemleri teslim etmeden
o meclisten ayrılırsa, bu satış bâtıl olur.
Bu hususları iyice
öğrenip muhafaza etmek gerekir. Halk bu mes'elelerden gafildir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse başkasından,
yüz dinara bin dirhem satın alır; dirhemleri satın alan dinarları ödediği
halde, dinarları satın alan dirhemleri ödemezse; dirhemleri satan şahıs,
müşteriye, bin dirhem borçlu olur.
Akid saf olmadan önce,
dirhemleri satan şahıs, müşterisine: "Sende bulunan bin dirhmimin akdini
sarf yap." der; müşteri de, buna razı olursa, bu satış istihsânen caiz
olur.
Alacak ile mukâse [77] için, satış akdinin sarf olması gerekir.
Meselâ:
Bir kimse diğerinden,
bir dinara, dirhemlerini satın alıp, dinarı teslim eder, fakat dirhemleri
teslim almaz ve bu müşteri, satıcıdan, elbise karşılığında dirhemleri satın
aldığında, bu satıcı müşteriye: "Benim sende bulunan dirhemlerimi, senin
bende bulunan dirhemlerin karşılığında sarf akdi yap." der ve her ikisi de
buna razı olurlarsa, bu, Ebû Süleyman'dan gelen bir rivayete göre caiz olur.
Ziyâdât'ta da, buna işaret vardır.
Ebû Hafs'tan gelen bir
rivayete göre ise, bu caiz olmaz. Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.
İki kmse, bir fülûsü,
iki fülûsle alış-veriş yapsalar, bu caiz olur; ancak, bu fülûslerin her birisi
(nin mahiyet ve kıymeti) açıklanır.
Bu füluslerden birisi
teslim alınmadan önce zayi olursa, yapılmış bulunan bu akid bâtıl olur; Ve bu
şahıslardan birisi, —kaybolan şeyin— mislim vermek istese, bunu yapması da
mümkün değildir. Tahâvî Şerhi' nde de böyledir.
Bizzat olmayan
bir fülûsü, yine
bizzat olmayan iki
fülüs karşılığında satıp, aynı mecliste teslim alınmaları hâli ise,
—yuklarıdaki mes'elenin hilâfına— caiz olmaz.
Bir kimse, bizzat
buluan bir fülûsü, bizzat bulunmayan iki fülüs karşılığında satar veya bulunan
aksini yapar yani bizzat bulunmayan bir fülûs karşılığında bizzat bulunan iki
fülûsü satın alır yahut satarsa, aynı mecliste teslim-tesellüm işinin
yapılmaması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyti'nde de
böyledir.
Şeyhu'1-İmâm Şemsü'j-Eİme
Halvânî, şöyle buyurmuştur:
Fülûs hakkı verilen
bütün cevaplar, Buhara dirhemleri için de geçerlidir. Ben bununla gatârifi[78]
kasdediyorum. Rısâs [79] ve
sütûk [80] da
böyledir." Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bunlardan
birini, ikisi karşılığında satar ve karşılıklı teslimde de bulunurlarsa, bu
satış caiz olur. Muhtar olan budur. Gıya-siyye'de de böyledir.
Fülûsü dirhemlerle,
her iki taraf da muhayyer olmak üzere satıp, karşılıklı teslim aldıktan sonra,
taraflar birbirlerinden ayrılsalar, bu alış-veriş bâtıl olur.
Muhayyerlik, taraflardan birine ait olsa, hüküm yine
böyledir. Yani, bu şekildeki alış-veriş de bâtıl olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise,
bunlar caizdir. Bedâi"de de böyledir.
Kudûrî Şerhı'nde de
böyle zikredilmiştir. İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, hem kendisi
hem de satıcı muhayyer olmak üzere, fülüs karşılığında fülüs satın alıp,
karşılıklı alıp-verdikten sonra ayrılsalar, bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz)
olur.
—Sadece— birisinin
muhayyer olması halinde ise, bu alış-veriş caiz olur.
Çünkü, İmâmeyn'e göre,
birinin muhayyer olması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaktadır. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, bir
fülûsü, bizzat iki fülüs
karşılığında, muhayyer olmak üzere
satsa, bu satış caiz
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir,
Bir kimse, bir yerde
harcanmiyan ve orada geçmeyen fülsüsü, bizzat (yani muayyen (beîli) olan
fülûsü) satın almışsa; bu caiz olur. Ancak,
bir fülüs, bizzat
alınmazsa (alınan fülüs,
belirli bir fülüs olmazsa) bunun satın alınması caiz
olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse', diğer bir
kimseden, bir miktar yiyecek maddesini borca alıp, onu teslim aldıktan sonra da
borç alan şahıs, borç verenden borca aldığı o şeyi, yüz dirheme satın alsa, bu
caiz olur. Borç alan şahıs için, borca aldığı şeyin misli lâzım olur. Ve
böylece de, bu satış sahih olur.:
Bu satış, caiz olunca
da, bu yüz dirhemi o mecliste nakden öder.
Şayet, nakit teslim
alınmadan, taraflar bu meclisten ayrılırlarsa, bu satış bâtıl olur.
Bu, aşağıdaki
mes'elenin hilâfınadır:
Borçlanan şahsın, borç
veren şahısta buğday alacağı olur ve sonra da, bunlar birbirlerinde olan
alacaklarını, ahp-satsalar ve ayrılsalar, bu caiz olur.
Bu cevap, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Fakat, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavline göre, borç alan şahıs, borç olarak aldığı şeye mâlik olamaz.
Ancak, bu şahıs, borç aldığı şeyi teslim aldıktan sonra, o şey helak olursa, o
zaman, borç alan şahıs, borç olarak aldığı bu şeye mâlik olmuş olur. Ve böylece
yapılan alış-veriş sahih olmaz.
Eğer, o şahıs, bu şeyi zayi ettikten sonra satın alırsa; bu
durumda satış sahih olur. Bu hilâfsız böyledir.
Borçlu olan şahıs,
aynı mecliste, yüz dirhemi nakden ödedikten sonra, ödünç aldığı buğdaya kusur
bulursa, bu buğdayı, almış bulunduğu şahsa iade edemez.
Fakat, kusuru(nun
karşılığını almak) için, satıcıya müracaat edebilir.
Borç olarak alman şey
zayi olursa, cevap yine söylediğimiz gibidir.
Keza, ölçülen ve
tartılan şeylerde de cevap aynıdır.
Dinarlar, dirhemler ve
fülüsler borç olarak alınmışsa, durum farklıdır: Borçlu bulunan şahıs, borçlu
olduğu kimseden, borcu olan şeyin mislini satın alırsa, bu caiz olur. Ancak, bu
durumda, o şeyin, bizzat ayn olması gerekir. Borç olması hâlinde caiz olmaz.
Ancak, aynı mecliste teslim alırsa, caiz olur.
Eğer, borç alan şahıs,
aldığı şeyde bir kusur bulursa, onu iade edemediği gibi, kusuru için müracaat
de edemez.
Borç veren şahıs, borç
alan şahıstan, verdiği şeyi aynen satın alırsa; bu, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre caiz oiur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, böyle yapmak sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir başkasından, bin
dirhem borç alan bir şahıs, bu bin dirhemi teslim aldıktan sonra; borç alan bu
şahıs, bu bin dirhemi, on dinara satın alsa, bu sahih olur. Bu alış-verişin
sahih olduğunda ittifak vardır.
Ancak, satın alan
şahıs dinarları aynı mecliste nakden ödemez ve taraflar bu meclisten
aynhrlarsa; bu akid bâtıl (= geçersiz) olur. Dinarların aynı mecliste ödenmesi
hâlinde ise, bu ahş-veriş akdi geçerli olur.
Dirhemleri borç alan
şahıs,, bu dirhemleri zayıf bulsa bile, bunları iade edemez. Noksanı için
de,borç veren şahsa müracaat edemez. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
Sağlam on dirhemi
bulunan bir şahıs, bununla, kırılmış on iki dirhem satın almak istese, böyle
yapması caiz olmaz.
Böyle yapmak
istenirse, çare şudur: Bu şahıs, on iki kırık dirhemi olan şahıstan, bunları
borç olarak alır ve bunlardan on dirhemi teslim aldıktan sonra, iki dirhemi
—kırıklık kusurundan dolayı— ibra eder. Vâkıâtü'l-Husâmiyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahıstan, tartılan, ölçülen veya sayılan
şeylerden alacağı olduğunu iddia eder; iddia olunan şahıs da, iddia eden
şahıstan yüz dinar satın aldıktan sonra, bu şahıslar bir birlerine inanırlar ve
iddia edenin, iddia olunanda bir şeyi
olmazsa, —bir birlerinden ayrılsınlar
veya ayrılmasınlar— akid bâtıl olur.
Bir kimse, başka bir
kimsede, dirhemleri, dinarları veya fülüsleri olduğunu iddia eder ve iddia
olunan şahıs, iddia eden şahıstan, bunları dirhemlerle satın alıp, hu
dirhemleri nakden ödedikten sonra, iddia olunanda, iddia sahibinin, hiç bir
şeyi olmadığını doğrularlarsa; —dirhemler ve dinarlar hakkında, bir birlerinden
ayrılmamış olmaları halinde— akid sahih olur. Ayrılmışlarsa, bu akid bâtıl olur,
Fülûs hakkında ise,
satın alınan şeyi teslim almadan önce, aynı meclisten ayrılmamış iseler satış
ve akid bâtıl olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin, büyük
bir dirhemi, küçük bir dirhem karşılığında veya taze bir dirhemi, eski bir
dirhem karşılığında satması caiz olur.
Ancak, miktar ve sıfat
bakımından bunlar müsâvî olur ve birini diğerine bedel olarak satarsa, bazı
âlimlere göre,vbu caiz olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)
de, bunun böyle olduğuna işaret etmiştir.
Hâkimü'l-İmâm Ebû
Ahmed de bununla fetva vermiştir. Muhıyt'te de böyledir. [81]
Darb olunmuş dirhemler
üç nev'idir:
1) Üçte
ikisi bakır, üçte biri gümüş veya dörtte üçü bakır, dörtte biri gümüş yahut
altıda beşi bakır, altıda biri gümüş veya bakın, gümüşünden çok olan dirhemler.
3) Üçte
ikisi gümüş, üçte biri bakır veya dörtte üçü gümüş,, dörtte biri bakır yahut
gümüşü bakırından çok olan dirhemler.
3) Bakırı
ile gümüşü eşit miktarda bulunan dirhemler. [82]
Birinci nev'i
dirhemler, bakır ve gümüş olarak, muhtelif iki şey hükmündedirler.
Bu dirhemlerdeki bakır
veya gümüşten biri diğerine mağlup olmuş sayılmaz.
Bunların her birine,
ayrı ayrı bir şey olarak itibar edilir.
Bİr kimse, bu nev'iden
olan dirhemlerden, hâlis gümüş veya hâlis gümüş hükmünde olan bir şeyle satın
aldığında, bu hâlis gümüşün ağırlığı, birinci nev'iden dirhemlerde bulunan
gümüşün ağırlığından az olur veya ona eşit bulunur yahut da, ağırlığının ne
kadar olduğu bilinmezse, âlimlerimize göre, bu alış-veriş caiz olmaz.
Ancak, hâlis gümüşün
ağırlığı, bu nev'i
dirhemlerde bulunan gümüşün
ağırlığından fazla olursa, bu durumda bu alış-veriş caiz olur.
Bu durumda, gümüşün
karşılığında gümüş olmuş bulunur. Halis gümüşteki fazlalık ise, bu dirhemlerde
bulunan bakırın karşılığı olmuş olur.
Bu nev'i dirhemlerin,
altın karşılığında satın alınması, —durumları ne olursa olsun— caiz olur.
Ancak, bu ahş-verişte,
karşılığın teslim alınması da şarttır. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Satılan şeylerin
cinsinin muhtelif olması halinde, (meselâ: Birinin peşin diğerinin veresiye
olması gibi...) bu alış-veriş caiz olmaz.
Keza, nakden alınan
itibar görür; veresiye olan ise, itibarsız ve merdud olursa, yine bu
.alış-veriş caiz olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir. [83]
Dirhemlerdeki gümüş,
üçte iki veya dörtte üç gibi bir nisbetle bakırdan fazla olunca, bu durumda bu
dirhemlerin, halis gümüşle satılmaları caiz olmaz.
Ancak, bu nev'î
dirhemlerde, gümüş ile bakır eşit miktarda bulunursa; bu durumda, bu
dirhemlerin, hâlis gümüşle satılmaları caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Keza, bu durumda,
ahş-verişin caiz olması için, gümüşün misli misline olması gerekir.
Bedâi"de de böyledir. [84]
Bu nev'î kaplanmış
dirhemlerin yarısının gümüş, yansının bakır olması hâlidir.
Bu nev'î dirhemlerin
de, hâlis gümüşle satılmaları caiz olur.
Dirhemlerde, gümüş
fazla olursa, bunların hâlis gümüşle satılmaları caiz olmaz; ancak, tartı
bakımından gümüşle bakır müsavî olursa, o zaman,hâlis gümüşle satılmaları caiz
olur. Şayet gümüş fazla olmazsa, müsavî olmaları hâlinde bile, bu dirhemler,
birinci nev'î dirhemler gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Birinci nev'î
dirhemlerin satışı da borç alınmaları da
caiz olmaz; ancak, bu işlemler, tartı ile yapıhrlarsa, o zaman caiz olur.
Satışta, bu
dirhemlerin hem miktarını hem de, vasfını beyan etmek gerekir. Tazeliğine
işaret edilmesi gibi...
Bu dirhemlerin helak
olması ile de, —bu hâl teslimden önce olursa— satış bozulmaz.
Bir kimse, bu nev'î
dirhemleri, itibar yönünden kendi cinsi ile satarsa, bu caiz olur. Ancak, hâlis
gümüşle satarsa, bu caiz olmaz. NehrıTI-Fâık'ta da böyledir.
İmâm Mulıammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, üçte ikisi
bakır, üçte biri gümüş olan dirhemleri, ağırlığına itibar ederek bir eşya
karşılığında satın alırsa; bu her hâlü kârda caiz olur.
Bu kimsenin, bu gibi
dirhemleri, adedini beyan ederek, aldıklarının aynı olmayan dirhemlerle satın
almasında, bir hayır yoktur.
Ancak, aynısı olan
dirhemleri, sayı olarak satın almasında, —halkın alışkanlığı tartı ile satmak olsa bile—bir beis yoktur.
Ancak, bu durumda bu
dirhemlerin aynı değil de, gayrisi olduğu iddia edilirse, dirhemlerin.
tartılmasına ihtiyaç hâsıl olur. Aynısının olduğu iddia edildiğinde, tartmadan
da, —hâlis dirhemler gibi— sahih olur.
Bir kimse, bu
dirhemleri belirtip isimlendirir ve: "Senden, şu dirhemlerle, şu eşyayı,
şöyle şöyle satın aldım." def ve bununla da tartıyı kasdederse; bunun halk
arasında, böyle tartı ile satılıyor olması hâlinde, bu şekilde alır. Halk
arasında sayı ile satılıyorsa, bu şahsın işlemi de sayı ile olur. Bu durumda,
dirhemler hafif veya ağır olsa bile, alış-veriş caiz olur. Zehiyre'de de
böyledir.
Üçte ikisi gümüş, üçte
biri bakır olan dirhemler, züyûf dirhemler yerindedir.
Bunlarla bir şey satın
alındığı zaman, bu dirhemlerin mâhiyeti belirtilmezse, alış-veriş caiz olmaz;
ancak, bunların tartıları ile yapılan alış-veriş caiz olur.
Yansı bakır, yarısı
gümüş olan dirhemler hakkındaki cevap da, üçte ikisi gümüş, üçte biri bakır
olan dirhemler hakkındaki cevabın aynısıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, artık
geçmez olmuş bulunan ve halkın onunda alış-veriş yapmayı terketmiş olduğu bir
para ile bir şey satın almış bulunsa; İmâm EbûHanîfe (R.A.)'yegöre, bu
alış-veriş geçersiz olur.
Sonra ^bakılır: Satın
alman şey bizzat duruyorsa, satan şahıs bu şeyi geri alır. Şayet zayi olmuş
olursa, müşteri o şeyin satın aldığı günkü kıymetini satıcıya öder.
İmâmeyn'e göre, bu
ahş-veriş caizdir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
"Müşteri, o şeyin teslim aldığı günkü kıymetini, satıcıya öder."
buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Müşteri satıcıya, halkın teamülünün en son halini öder."
buyurmuştur. Müşterinin, o şeyi geçmez fülûs ile satın almış olması, bunun
hilâfınadır. Yenâbi"de de böyledir.
Bu aymlarda (burada
dirhem, para) şart, bunların başka beldelerde de geçmez olmasıdır.
Bunlar, bazı
beldelerde geçer, bazılarında geçmezse,bunlarla yapılan aliş-veriş bâtıl (-
geçersiz) olmaz.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
bu görüştedir.
İmâmeyn'e göre,
alış-verişin yapıldığı yerde geçmeyen şeyle ahş-veriş yapmak uygun olmaz.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahıstan, üçte biri gümüş, üçte ikisi bakır olan, belirli dirhemlerle bir
elbise satın alsa, bu dirhemler ya tartı ile veya sayı ile belirlenip nakden
verilir.
Müşteri bunları nakden
ödemez ve bu dirhemler zayi olursa; bu ahş-veriş bozulmaz. Bunların mislini
öder. Bu, dirhemlerin sayısının veya tartısının bilinmesi hâlinde böyledir.
Ancak, bu dirhemlerin
sayısı ve tartısı bilinmiyorsa; bu durumda o ahş-veriş bozulur.
Dirhemlerin üçte ikisi
gümüş, üçte biri bakır olursa; bu dirhemler züyûf hükmündedir. Bunlarla yapılan
ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olmaz.
Bu dirhemler helak
olunca, müşteri bunların tartıları belli ise, benzerlerinden aynı miktarda
dirhemi satıcıya öder.
Ancak, bu dirhemlerin
tartısı belli değilse, bu durumda, bu ahş-veriş bozulur.
Yarısı gümüş, yarısı
bakır olan dirhemler hakkındaki cevap da, bu cevap gibidir.
Eğer, dirhemlerin üçte
ikisi bakır olur ve tartı ile de satılırsa; teslim alınmadan önce zayi olmaları
hâlinde yapılan alış-veriş bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Ru nev'i dirhemler,
halk arasında revaç bulmaz ve geçmez olurlarsa; bu durumda, geçmez fülüs ve
kalay menzilinde olurlar.
Bunlar, bir
ahş-verişte nakden ödenmez ve sonra da zayi olurlarsa, bu alış-veriş akdi
geçersiz olur.
Bu hüküm, bu nev'i
dirhemlerin, asla revaçta olmadıkları zaman geçerlidir.
Fakat, bu dirhemleri
halkın bir kısmı kabul edip, bir kısmı kabul etmezse, bu durumda, züyûf
dirhemler hükmünde olurlar ve bunlarla alış -veriş yapmak caiz olur. Ve akid,
bunların aynına değil de, cinsine tealluk eder.
Ancak, bunun için de,
satıcının bu hali bilmesi gerekir.
Satıcı bunu bilmezse,
o zaman akid bu dirhemlerin cinsine tealluk etmez. Ve bu dirhemlerle ancak o
beldede ahş-veriş yapılır. Bedâi"de de böyledir.
Hulâsa'da şöyle zikredilmiştir:
Fülüs ucuzlar veya
pahahlanırsa, alış-veriş günündeki kıymetine itibar olunur.
Fetva da, bunun
üzerinedir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Dirhemler, —bir kısmı
üçte biri gümüş, üçte ikisi bakır; bir kısmı, üçte ikisi gümüş, üçte biri
bakır; bir kısmı da, yansı gümüş, yarısı bakır olmak gibi, —muhtelif
sınıflardan olursa; bunların bir birleri ile peşin olarak alınıp verilmelerinde
bir beis yoktur.
Bunların, birbirlerine
karşı veresiye verilmelerinde ise, bir hayır yoktur.
Bunlar, cinsi cinsine
satıldığında, birinin gümüşü çok olursa bu alış-veriş caiz olmaz. Yalnız, misli
misline olursa caiz ölür.
Ancak, bakırı çok veya
gümüşü ile bakırı müsâvî olura, bu durumda satışı caiz olur. Ve bunun, elden
ele (yani peşin) olması şart koşulur.
Bu cümleler, CâmiiTI-Kebîr'de
zikredilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Alimlerimiz:
"Faize kapı açacağından, fazlasını noksanına satmaya ve bunun caiz olduğuna fetva
verilmez." buyurmuşlardır.
Hidâye'de de ve Tebyîn'de de böyledir. [85]
Meydana çıkmamış
meyveyi satmak, bi'1-ittifak sahih olmaz. Meyve, kendisinden faydalanılabilir
bir duruma gelmişse satılması sahih olur.
Meyve, faydalı hâle
gelmeden, yani insanların veya hayvanların yiyemiyeceği bir hâlde iken satılmışsa;
bu da sahih olur. Ancak, bu durumda, müşterinin, bu meyveyi o halde iken
koparması gerekir.
Bu hüküm, satışın
mutlak surette yapılmış olması veya meyvelerin koparılmasının şart koşulmuş
bulunması hâlinde geçerlidir.'
Fakat, satıcı, bu
şartı terk ederek satarsa, bu satış fâsid olur.
İmâm-ı A'zam (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'un, kıyâsı budur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu satış, istihsânen sahih olur. Fetva da, buna göredir. Kâfî'de de
böyledir.
Tuhfe'de: "Sahih olan, İmâm-ı A'zam (R.A.) ile İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir." denilmiştir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.
Bir kimsenin, bir
kısmı meydana çıkmış, bir kısmı ise meydana çıkmamış olan meyveleri satması,
zâhiru'I-mezhebe göre sahih olmaz.
Şemsü'l-Eimme Halvânî
ve Fadlî, "meyvelerle, patlıcan, kavun, karpuz ve benzerlerinin —bu
durumda— satılmalarının caiz olduğuna" fetva vermişlerdir.
Bunlardan mevcut
bulunanları, ahş-veriş akdinde esas kabul etmişler, mevcut olmayanları da
bunlara tâbi tutmuşlardır.
"Halkın âdeti
budur ve bu güzeldir."[86]
demişlerse de, esahh olan kavil, bunun caiz olmamasıdır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, bu gibi
şeyleri, mutlak şekilde satın alır ve satıcının izni ile, —yerinde— terketse,
bu durumda fazla olan, müşteri için temiz olur.
Fakat, müşterl,o
şeyi,satıcının izni olmadan orada bırakmışsa, onu tasadduk eder..
Eğer, bunları,
yetişmeden terk ederse, bir şey tasadduk etmez.
Mutlak şekilde satın
almış bulunan bir kimse, satın aldığı hurmaları, ağacının dalında terk eder,
bir başka şahıs da, o ağaçlan belli bir müddetle icarlarsa, bu icar batıl olur;
fazlalık, bu müşteriye temiz ve helâl olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, hurmaları
mutlak şekilde satın alır ve ağaçlar da hurma verirse; bu, satıcının, müşteri
ile meyvelerin arasını tahliye etmeden önce olmuşsa, ahş-veriş bâtıl (=
geçersiz) olur; tahliyeden sonra ise, fâsid olmaz. Bu durumda, ortak olurlar. Ve fazla olan meyvenin miktarı hususunda,
—yeminle birlikte— müşterinin sözü geçerli olur.
Kavun, karpuz ve
patlıcan da böyledir.
Sonradan meydana
çıkacakların da satıcıya ait olmasının çaresi: Müşteri kavun, karpuz ve
patlıcanın kökünü satın alır; bu durumda, onlar bu müşterinin mülkü
olacağından,.sonradan zuhur edecek mahsuller de, müşterinin olur.
NehrıTI-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir bağın
üzümlerini satın aldığında, bu üzümlerin bir kısmı koruk, bir kısmı ise olgun
olursa; üzüm çeşitlerinin tamamının,
bir kısmı olgun, bir kısmı koruk olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur.
Fakat, üzüm
çeşitlerinden bir kısmı koruk, bir kısmı ise olgun olursa, bu ahş-veriş caiz
olmaz.
Sahih olan, bu iki
hâlde de, ahş-verişin caiz olduğudur.
Bu hüküm, satıcının
bağdaki üzümlerin tamamını satmış olması hâlinde böyledir.
Satıcı, bağdaki
üzümlerin bir kısmını satar ve bunların da bir kısmı koruk, bir kısmı olgun
veya tamamı koruk olursa; bu ahş-veriş caiz olmaz.
Keza, iki kişinin
ortak bulunduğu bir bağda, ortaklardan biri, kendi hissesine isabet eden
üzümleri satar; bu üzümlerin tamamı veya bir kısmı koruk olursa; bu alış-veriş
caiz olmaz.
Bu hüküm, ortağın,
kendi hissesi olan üzümleri, bir yabancıya satması hâline gpredir.
Rüknü'l-İslâm
AliyyiiVSağdî: "Ortağına satmış olması hâlinde de, bu alış-veriş caiz
olmaz." diye fetva vermiştir. Muhıyt'te ve Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, geliri ile
birlikte bir bağ satın alıp onu teslim alırsa, âkkâr'ın (- ekincinin, ziraatçının) buna
razı olması hâlinde,
bu alış-veriş caiz olur.
O razı olmazsa,
bu ahş-veriş caiz
olmaz. Muhtâru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimsenin, bir
kısmı olgunlaşmaya başlamış bulunan meyveyi, terk etmek şartiyle satın alması,
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, caiz olur.
Bir kısmının
olgunlaşması çok geç kalmış olsa bile, olgunlaşr olanlar hakmdaki ahş-veriş
caiz olur. Geri kalanlar hakkında ise, caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir bağın
üzümünü, bin menn[87]
olmak üzere, satın alır; ancak, bu üzüm dokuz yüz menn gelirse; müşteri noksan
çıkan yüz menn'in bedelini, satıcıdan ister ve alır. Kâfî'dede böyledir.
Bir kimse dut yaprağı
satın alır, fakat onu ne zaman kopartıp toplayacağını açıklamazsa; dutun
yaprağını örf ve
âdette bilinen zamanda toplaması
sahih olur.
Bu kimse, yaprakları
dut ağacının dalında bırakırsa; onu, ikinci sene toplama hakkına sahiptir.
Bu müşteri, bu
yaprakları bir müddet terk ederse; ağacına zarar vermemesi şartiyle, sonradan
toplayabilir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Bir kimse; ağacın
üzerinde meydana çıktığı zaman fersâdı (- dut yaprağını) satın aldığı hâlde,
onu toplamayip vaktini geçirirse; Fakiyh Ebû Ca'fer: "Bu şahıs,
yaprakları, dalları ile birlikte satın almış ve toplama zamanını da
açıklamışsa, müşteri, bu alış-verişi reddedemez. Ve, yapraklan toplaması
hususunda cebredilir." demiştir.
Şayet, dalların
koparılması ağaca zarar verecek olursa; bu durumda, satıcı muhayyer olur:
Dilerse, bu alış-verişi fesheder; dilerse, dalların da koparılmasına razı olur.
Yapraklan dalsız satın
alan kimse, bu yapraklan, satın aldığı zaman kopartıp toplarsa; bu ahş-veriş
caiz olur.
Müşterinin, bu ağacın
yaprağının, önce bir kısmını sonra da diğer kısmını alması caiz olmaz.
Keza, müşterinin
yaprakları ağacın üzerinde terketmek üzere satın alması da caiz olmaz.
Müşterinin yapraklan
satın aldığında, onları o gün toplayıp alması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur.
Müşteri yaprakları toplayıp almadan o gün geçerse; bu ahş-veriş bâtıl (=
geçersiz) olur. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Bunun çâresi şudur: Bu
müşteri, bu ağacı kökünden tamamen satın alır; yaprağını istediği zaman toplar;
sonra da, bu ağacı satın aldığı şahsa geri satar veya ona bağışlar. Muhtâru'I-Fetâvâ'da
da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Şu karpuz tarlasını sana on dirheme sattım." der ve bunu da,
teveklerin çıkmasından önce söylemiş olursa; Ebû Bekir Muhammed bin FadI:
"Bu satış caizdir. Bu ahş-veriş işlemi karpuzlara değil, onların teveklerine
ait olmuş olur. Bundan sonra, ham karpuzlar çıkarsa, bunlar da müşterinin olur.
Karpuz tarlası ortak
bir tarla ise, ortaklardan birinin, —sadece— kendi hissesini satması caiz
olmaz.
Tarlada hissesi olan
şahıs, karpuz teveğini satar ve onu müşteriye teslim ederse; satan şahsın
hissesi, —bu satış bozulmadikca— müşterinin olur.
Diğer ortak da, kendi
hissesini satmak için, bu ortağa izin vermiş ve buna razı olmuşsa, —onun yeri
de— müşterinin olur. Ancak, bu ortağın, bundan sonra da razı oimama hakkı vardır.
Fetâvâyi Kâdthân' da da böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
İki kişinin ortak
bulunduğu bir yer, ekili olur ve bu ortaklardan biri —diğer ortağının dışında—
kendi hissesini satarsa, mahsûlün yetişmiş olması hâlinde, bu satış caiz olur;
mahsûl yetişmemişse, satış da caiz olmaz.
Ancak, diğer ortağı
razı olursa, mahsûlü toplamak şartiyle,bu satış caiz olur.
Bu şart bulunmayınca,
ortağı razı olsa bile, bu satış caiz olmaz.
Bu ortaklardan
birinin, hissesini yeri ile birlikte satması caiz olur. Bu durumda, müşteri
satıcının yerine geçmiş olur.
Pamuk ve ekilmiş
bulunan diğer şeyler de, bu hâl üzeredir.
Bu şeylere, iki kişi
ortak bulunur ve bu ortaklardan birisi, kendi hissesini, yeri ile birlikte,
diğer ortağına veya —onun rızâsı olmasa bile— bir başkasına satarsa; bu satış
caiz olur.
Fakıyh Ebu'l-Leys'in
seçtiği kavil budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da
şöyle denilmiştir:
Bir ağaca ortak
bulunan iki kişiden birisinin kendi hissesini, yabancı bir kimseye satması caiz
olmaz.
Bir ağaca ortak
bulunan üç kişiden birisinin, kendi hissesini, ortaklarından birine satması
caiz olmaz.
Ancak, bu ortak,
ağaçtaki hissesini, diğer iki ortağına beraberce satarsa, bu caiz olur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Ekili bulunan şeye,
tarla sahibi ile zirâatei şahıs ortak bulununca, tarla sahibinin, ortağı olan
ekiciye ait hisseyi satın alması caiz olmaz.
Ekicinin, tarla
sahibinin hissesini satın alması ise caiz olur. Çünkü, bu durumda, kısmetini
teslime ihtiyaç olmaz.
Eğer, mahsul yetişip olgunlaşmış
bulunursa, bu ortaklardan herrinin kendi hissesini satması caiz olur.
Câmiu'I-Asğar'da, Nasıyr şöyle demiştir: Zirâatın üçte birine ortak bulunan bir
şahsın, bu hissesini, tarla ıhibine
veya başka bir şahsa satması câiz-olmaz. el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:
Tarla sahibi bulunan
şahıs, ortakçıya vermiş olduğu tarlasını, râatci ile ortak bulunduğu bir ekin
varken satmak isterse, bunu şu iki îkiide yapabilir:
1) Ekili
şeyin bakla olması. Bu durumda, oranın satışı, zirâatcinin ;nine bağlıdır. Bu yerin,
zirâati ile birlikte satılması veya yerin, zirâatın ışında satılması, bu hüküm
bakımından müsâvîdir.
Sahibi, bu yeri,
içinde bulunan bütün zirâati ile birlikte satar, ortak ulunan zirâatci de buna
izin verirse, bu satış caiz olur.
Alınan bedel ise, yerin
ve ziraatin kıymetine göre taksim edilir. Yere isabet eden bedel, bu yerin
sahibine aittir. Zirâate isabet eden ?edel ise, yerin sahibi ile, zirâatci
arasında yan yarıya taksim edilir.
Zirâatci bu satışa
izin vermezse; müşteri muhayyerdir: Dilerse, nahsûl yetişip olgunlaşana kadar
bekler; dilerse, bu ahş-verişi bozar.
Eğer, tarlanın sahibi,
bu yerini yalnız başına satar; zirâatci de, bu atışa izin verir ve razı olursa;
bu yer,satın alan şahsın olur.Ekili şey ise, 'er sahibi ile zirâatci arasında
kalır.
Eğer, zirâatci bu
satışa izin vermezse, müşteri muhayyerdir: Eğer, 'erin sahibi, kendisinin
zirâatteki hissesini de satar ve zirâatci de buna zin verirse, bu durumda,
müşteri hem bu yeri, hem de yer sahibinin arâatteki hissesini satın almış olur.
Ziraatçi, bu satışa
izin vermezse, bu durumda müşteri muhayyerdir. (Yani, dilerse, mahsûlün
olgunlaşmasını bekler; dilerse, bu satışı bozar.) Bu şekilde satışı bozmak
isteyen zirâatcinin, yapması uygun olan davranış, bu satışı bozmamasıdır.
Ahş-veriş sırasında, mahsul
yetişmiş bulunursa, bu durumda, tarlanın sahibi, sadece tarlasını satar. Bu
yeri, zirâatte bulunan kendi hissesi ile birlikte satmak isterse, bu satışı
beklemeden gerçekleştirmesi caiz olur.
Bu yerin sahibi,
yerini, bütün zirâati ile birlikte satmış olursa; bu satış, yerin tamamı ve
mahsûlden kendi hissesi hakkında caiz olur. Zirâatcinin hissesi bekletilir.
Eğer ziraatçi, bu
satışa razı olursa; satış, kendi hissesi hakkında da geçerli olur. Ve hissesi
nisbetinde bedelini alır. Kalan bedelin tamamı yer sahibinin olur.
Ziraatçi, bu satışa
razı olmaz ve izin vermezse, müşteri muha kalır.
Zirâatcinin satış
vaktini bilmemesi hâlinde de hüküm
böyle-Zehıyre'de de böyledir.
İçinde ekilmiş bir şey
bulunan tariayı ekilmiş şey hariç v ekilmiş şeyi, tarla hariç satmak caizdir.
Ekili şeyi hariç
tutarak, tarlanın yarısını satmak da caizdir.
Ancak,tarlası hâriç
olmak üzere ekili bulunan şeyin yarısını san caiz olmaz.
Fakat, tarla sahibi
ile ekici şahıs ortak olursa; ekicinin kendi h sini, tarİa sahibine satması
caiz olur.
Yer sahibinin kendi
hissesini, ekici ortağına satması ise, caiz olrr
Bu hüküm, tohumun yer
sahibi tarafından verilmiş olması hi göredir.
Fakat, tohum,
ekici tarafından verilmiş olursa, uygun —kavil— bu satışın caiz olduğudur.
Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledi
Mahsûlün yetişip
olgunlaşmış olması hâlinde, ortaklardan birinin, kendi hissesini ortağına
satması caiz olur.
Câmiii'l-Asğar'da
zikredildiğine göre, mahsûlün üçte birine t bulunan zirâatcinin sahip olduğu bu
hisseyi, tarla sahibine veya b bir şahsa satması caiz olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Şeyhu'l-İslâm, şöyle
zikretmiştir:
Zirâat henüz yetişip
olgunlaşmadan, yer sahibi kendi hissesini hâriç olmak üzere bir başkasına veya
ziraatçi, kendi hissesin yabancıya satsa, sahibinden zararı uzaklaştırmak için,
bu satış olmaz.
Sonradan, aynı kimse
kendi hissesini aynı müşteriye satarsa; ö satış işlemi caiz olmaya dönüşür.
Zehıyre'de de böyledir.
Yer hâriç olmak üzre,
zirâi mahsûlün yarısın satmak, —yer binin, mülkünde karar verme hakkı bulunduğu
sürece— caiz olmaz
Fakat, onun
zulmetmesinden dolayı karar hakkı bulunn zaman, ziraî mahsûlün yarısını satmak
caiz olur. Gâsıbın, mah yarısını satmasının caiz olması gibi...
Bundan dolayıdır ki,
bir kimse, yeri hâriç olmak üzere, binasının yansını sattığında, eğer bu bina
hakkında muhikk (= hak sahibi) ise satması caiz olmaz. Ancak, müteaddî (=
zulmeden, saldıran) ise, satması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
el-Bakkâlî, Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, satın
aldığı bir yeri ektikten sonra, başka bir şahsı hem bu yere, hem de içinde
ekili bulunan şeye ortak etse, bu caiz olur. Sadece, ekilmiş bulunan şeye ortak
etmesi ise, caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir ağaçtan bir dal
satın almak caizdir.
Sebze yetiştirilen
yerden, —ölçüp tartmadan— sebze satın almak caiz değildir. Kunye'de de
böyledir.
Yerde bulunan kuru
hurma karşılığında, ağaçtaki yaş hurmayı, ölçüp tartmadan satın almak caiz
değildir. Tehzîb'de de böyledir.
Bir kimse, bir yerini,
ağaç dikmek ve yarı yarıya muamele etmek üzere bir başka şahsa verir; bu şahıs
oraya dut ağacı diktikten sonra da, sahibi bu yerini ve —ağaçlardaki— hissesini
satarsa; bu satış sahih olur.
Müşterinin bu yeri
başka birine satması hâlinde ise, bu satış fasid bir satış olur.
BuT İmâm Mulıammed (R.
A.)'in kavline göre böyledir. Diğer iki imamımıza göre ise, bu satış da sahih
olur. Çünkü, akan, teslim almadan önce satmak caizdir. Fetva da, buna göredir.
Mu/nıarâf ta da böyledir.
Yaş olsun kuru
olsun, hayvanların yediği
otlar, alım-satim işlemine dâhil
olur.
Ot, kökü olmayan; ağaç
ise, kökü bulunan bitkidir.
Bir kimsenin
arazisinde, kendiliğinden bitmiş bulunan ağacı satması caizdir.
Mantar da, ot gibidir.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimsenin, kendi
arazisinde bulunduğu halde, elinin altında olmayan bir av hayvanının
yumurtasını satması, caiz değildir. Hâvî'de de böyledir. [88]
Rehin bırakılan şeyin
satılıp satılamıyacağı hususunda ihtilâfa düşülmüştür. Ekseriyetin görüşüne
göre, "rehin bırakılan şeyin satılması mevkuftur. (= kendisine rehin
bırakılmış olan şahsın iznine bağlıdır.)
Sahih olan da budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Eğer, râhin ( = rehin
veren) borcunu öder veya mürtehîn ( = rehin olarak, ipotek olarak alan)
alacağından vaz geçer veya rehni râhinc iâdc eder yahut, rehin bırakılan şeyin
satılmasına razı oiup buna izin verirse, satış işlemi tamamlanmış olur; akdin yenilenmesine ihtiyaç kalma/. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Şayet mürtehin (rehin
alan) rehin bırakılan şeyin satılmasına izin vermezse, bu durumda, satın alan
şahıs hâkime müracaat ederek, o şeyin kendisine teslim edilmesini talep eder.
Hâkim de, bu müşteri ile satıcının arasındaki alış-veriş akdini fesheder.
Muhıyt'te de böyledir. [89]
Kiraya verilmiş
bulunan şeyin satılması da, rehin bırakılan şeyin satılması gibidir.
Âlimlerin ekserisine
göre, kiraya veriimiş bulunan şeyin satılması da mevkuftur. (= Kiraya tutan
şahsın iznine bağlıdır.) Sahih olan da, budur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kiracının içinde
oturmakta olduğu ev satılır; kiracı da, bu satışı feshetmek isterse;
Sadru'ş-Şehîd'e göre kiracının bunu yapmaya hakkı vardır. Zâhiru'r-rivâye'de de
böyledir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Tahâvî'de ise:
"Kiracının, bu satışı feshetme hakkı yoktur." denilmiştir.
Şeyhu'l-İslâm
Hâherzâde'ye göre, bu hususta iki rivayet vardır.
Fetva ise,
"kiracının, bu satışı feshetmeye hakkının olmadığı" şeklindedir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Şayet, kira akdi uzun
süreli olur ve satış yapıldıktan sonra, bu kira akdinin feshedilme günü
gelirse; âlimlerimizin ekserisine göre, bu satış geçerli oiur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Âlimler, mürtehinin bu
satışı feshetme hakkının olup olmadığı hususunda ihtilâf ettiler: Bazıları:
"Onun, buna hakkı vardır." bazıları ise: "Hayır, hakkı
yoktur." dediler.
Sahih olan da,
mürtehinin (- rehin almış bulunan kimsenin) bu hakkının olmamasıdır.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Kiracı, satışa izin
vermez, sonra da, mal sahibi ile aralarında bulunan kira anlaşması
feshedilirse; önceki satış geçerli olur.
Mürfehin'in (= rehin
almış bulunan şahsın) durumu da böyledir. Mürtehin, satışı feshetmez ve alacağı
ödenirse; önceki satış geçerli olur.
Râhin (= rehin bırakan
kimse) ve âcir ( — kiraya veren şahıs) asla, bu satışı feshetme hakkına sahip
değildir. Eğer kiracı i/in verirse, bu satış geçerli olur.
Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Kiraya verilen şey,
kiraya tutan şahsın yanında iken helak olabilecek cinsten olsa bile, helak
olmasıyle kintemm borcu sakil olmaz.
Rehin ise, bunun hilaf
madır. (Yani, rehin bırakılan şey, helak olursa; bunun kıymeti kadar borç sakıt
olur.) Fetâvâ>i Kâdîhân'da da böyledir.
Ev sahibi, kiracısının
izni olmadan, onun oturduğu evi salar: sonra da kiracı, kira bedelini artırarak
kira sözleşmesini yenilerse;yapı-lan satış geçerli olur.
Çünkü, kirayı
yenilemek, önceki sözleşmeyi feshetmek demektir. Ve, satış geçerli olur.
Kunye'de de böyledir.
Müste'cirin (= kiraya
tutan şahsın) rızâsı olmadan, kiraya veren şahıs, kiraya verdiği şeyi, bir
şahsa sanıktan sonra, aynı şeyi, bu kiracıya satarsa, önceki satış feshedilmiş
olur. Bu şeyin, kiracıya satılması ise caiz olur.
Şayet mal sahibi,
kiraya verdiği şeyi, önce bir şahsa, sonra da başka bir şahsa satar ve kiracı
da, bu satışların ikisine de izin verirse; önceki satış caiz, sonraki satış ise
bâtıl (- geçersin) olur. Suğrâ'da da böyledir.
İcara verdiği kölesini
satan şahıs, onu müşteriye teslim ettikten sonra, müşteri bu kölede bir kusur
bulursa. —mürtehin'in hilâfına— bu köleyi kiraya tutmuş olan müste'cirin, bu
kusurun karşılığını tazmin etmesi gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Salısı duyan
kiracı, müşteriye: "Bu,
benim kiraya tutmuş bulunduğum bir şeydir. Bunu bana
bırakman, senin iyiliğinden olur. Ben, Önceden verdiğim ücreti alırım."
derse; bu, satışa izin vermesi mânâsına gelir ve satış geçerli olur.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Râhin (=
rehin veren),mürtehinden (= rehin
alandan) izin almadan, merhûn'u
(= rehnedilen şeyi) bir başka şahsa sattıktan sonra yine mürtehinden habersiz
bir başkasına daha satarsa; mürtehin'in bunlardan birine satılmasına razı
olması hâlinde bu şeyin ona satılması geçerli olur.
Bu durumda mürtehin,
hakkını, merhûnu satın alan şahıstan alır. Suğrâ'da da böyledir.
Şayet, ikinci satışın
yerinde, rehnedilen veya icara verilen şey bulunur, mürtehin de buna izin
verirse; bu satış caiz olur. Rehin ve icâre ise, geçersiz olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimsenin, rehin
bırakmış bulunduğu kölesini satması hâlinde satın alan şahıs, bu köleyi,
mürtehindn teslim almadan önce, azâd ederse;
müşteri, kölenin bedelini mürtehin'e
öder. Bedeli satıcıya ödemesi gerekmez. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Râhin, rehin verdiği
şeyi satıp bedelini aldıktan sonra, bunu başka bir şahsa tekrar satarsa,
mürtehinin sonraki satışa razı olması hâlinde bile, önceki satışın geçerli
olması daha uygundur.Kunye'dede böyledir. [90]
Gasbedilmiş bir
şeyin, gâsıbtan başkası
tarafından satılması mevkuftur.
Sahih olan da budur.
Gâsıp, bu şeyi
gasbetmiş olduğunu ikrar ederse; satış tamam olmuş bulunur.
Bu şey kendisinden
gasbedilmiş bulunan şahıs, gasbedildiğini inkâr ederse; beyyine getirip bunu
ispat etmesi gerekir. Gıyâsiye'de de. böyledir.
Bu şahsın bir
beyyinesi olmaz ve o şeyi, zayi olana kadar da müşteriye teslim etmezse, satış
bozulmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir gâsıp, gasbettiği
şeyi sattıktan sonra, onun bedelini sahibine ödese; bu satış caiz olur.
Gâsıp, gasbettiği
şeyi, gasbettiği şahıstan satın alır veya sahibi, o şeyi gâsıba bağışlar, yahut
gâsıp, gasbettiğine vâris olursa, önceki satış geçerli olmaz.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir.
Bir başkasının
yiyeceğini gasbedip, bunu tasadduk eden bir şahıs, bu sadakalar henüz
fakirlerin elinde iken, gasbettiği şahıstan, gasbettiği bu şeyi satın alırsa;
bu satın alış caiz olur.
Bu gâsıp da, sadaka
olarak verdiği fakirlere müracaat edebilir.
Gâsıp, gasbettiği
şeyi, keffâret-i yemini için vermiş olsa, bu caiz olmaz.
Fakirler, sadaka
olarak aldıkları bu şeyi, satış işleminden sonra zayi etmiş (= helak etmiş,
tüketmiş) bulunsalar; bu şeyi tazmin etmeleri gerekir.
Bu gâsıp, gasbettiği
şeyi satın almaz, fakat, bedelini sahibine öderse; sadakası caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesini gasbettikten sonra, bir başka şahsa, o köleyi sahibinden satın
almasını emreder ve bu şahıs da satın alırsa; bu satın alış sahih olur.
Bu durumda, bu köle
âmirin olur.
Keza, yabancı bir
şahıs, gâsıb'a, gasbettiği şeyi, kendisi için satın almasını emreder; o da
satın alırsa; bu satın alış da sahih olur.
Bu durumda da, âmjr, o
şeyin sahibi olur ve onu teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesini gasbedip, bir başka şahsa satar ve bu köleyi müşteriye teslim
ettikten sonra da, bu kölenin efendisi ile her hangi bir şey karşılığında
anlaşırsa; kölenin bedelini, dirhemler veya dinarlar şeklinde aniaşmışlarsa;
gâsıbın satışı caiz olur.
Fakat, köleye karşılık
bir arazi gösterilerek anlaşma yapmışlarsa; bu müstakbel bir satış olduğundan,
gâsıbın satışı caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu gâsıp, önce köleyi
azâd eder; kıymetini ise sonradan tazmin ederse; bu azâd etmesi caiz olmaz.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir köleyi, gâsıptan
satın almış bulunan şahıs, onu azâd eder; sonra da, kölenin sahibi bu satışa
izin verirse; bu kölenin azâd edilmesi geçerli olmaz.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kölenin azâd edilmesi
istihsânen geçerli olur.
Köleyi gâsıptan satın
almış bulunan müşteri, şayet bu köleyi satar ve bundan sonra da, kölenin sahibi
önceki satışa izin verirse;müşterinin satışı hilâfsız olarak geçerli olmaz.
Gâsıp, gasbettiği şeyi
satar; ondan alan da, bunu bir başkasına satar ve böylece sanla satıla, bu şey
elden ele dolaştıktan sonra, bu şeyin sahibi, bu alış-veriş akidlerinden birine
izin verirse; izin verdiği akid caiz olur.
Bir kisme, gasbettiği
bir köleyi sattıktan sonra, müşteri de, bu köleyi bir başkasına satar ve bundan
sonra da sahibi, bu köleyi gâsıba tazmin ettirirse; önceki satış geçerli olur.
Müşterinin satışı ise, geçersiz olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bu kölenin eli,
müşterinin yanında kesilir ve müşteri de bunun diyetini aldıktan sonra, bu
kölenin efendisi, gâsıbın satışına izin verirse; aldığı diyet müşterinin olur.
Bedelin yarısından sonra artan kısım sadaka
edilir.
Bu kölenin efendisi,
bu köle öldükten sonra, bu kölenin eli kesilir ve daha sonra da kölenin
efendisi, gâsıbın satışına izin verirse; kesilen elin diyeti kölenin olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, diğer bir
şahsın kölesini gasbedip sattıktan sonra, mağsûbün minh (= kendisinden —köle—
gasbedilmiş bulunan şahıs) gelip, bu satışa izin verirse; mağsûbün minhin, bu
köleyi gâsıptan alma gücüne sahip olması hâlinde, verdiği izin caiz olur. Aksi
takdirde caiz olmaz.
Bir kimse, Kûfe'de
bulunan bir köleyi, efendisinden Rey Şehri'nde gasbeder; gâsıp da, mağsûbün
minh de Rey Şehri'nde bulundukları halde, mağsûbün minh (= kölesi zorla alınmış
olan şahıs)bu kölenin satılmasına izin verirse; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu
izin caiz olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Sahibi, kölenin sağ olduğunu biliyorsa, o zaman verdiği izin caiz ve
geçerlidir. Eğer, sağ mı, ölü mü olduğunu bilmiyorsa, izni geçersizdir."
buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.
Kölenin sahibi, onu
gasbeden şahsı dâva eder; lehine hüküm verildikten sonra da, onun satışına izin
verirse; bu izin sahih olur. Zâhiru'r-rivâye'de de böyledir.
Gasbedilen şeyin durmakta
olduğunu bilen kimse, bu şeyinin satışınajzin verirse, bu izin de caiz olur.
Kaçan köle gibi... Serahsî'nin Muhıytı'hde de böyledir.
Fetâvâyi Hindiyye Câmi"de şöyle denilmiştir: Bir kimse,
bir başka şahıstan bir câriye gasbeder; başka bir şahıs da, bu cariyenin
sahibinden bir köle gasbeder; sonra da bu gâsıplar, bu câriye ile köleyi
karşılıklı olarak birbirlerine satarlar ve bu haber, köle ve cariyenin asıl
sahibine ulaşınca, o da bu satışa izin verirse; bu izin caiz olmaz;
geçersizdir.
Bu köle ile cariyenin
sahipleri ayrı ayrı kimseler olsa ve bunlar da bu satı$a izin vermiş
bulunsalardı, bu izinleri geçerli olurdu. Ve, câriye, köleyi gasbeden şahsın;
köle de, cariyeyi gasbeden şahsın olurdu.
Ve, kölenin bedeli,
kölenin efendisinin; cariyenin kıymeti ise, cariyenin efendisinin olurdu.
Muhıyt'te de böyledir.
Fakat iki şahıstan
biri, bir kimseden dirhemler, diğeri de aynı şahıstan dinarlar gasbedip,
bunları birbirlerine karşılıklı olarak alsalar ve satsalar; bunlar
birbirlerinden ayrıldıktan sonra, dirhem ve dinarların sahibinin bu alış-verişe
izin vermesi hâlinde, bu izin caiz olur.
Bu gâsıplardan her
biri, gasbettikleri şeylerin misillerini tazmin ederler.
Dirhem ve dinarların
sahibinin izin vermemesi hâlinde ise, bu gâsıpların alış-verişleri bâtıl (=
geçersiz) olur.
Paralar da, dirhem ve
dinarlar gibidir.
İki gâsıptan birisi
dirhemleri, diğeri ise bir cariyeyi bir şahıstan gasbedip, karşılıklı olarak
mubayaa etseler; bunların asıl sahibinin razı olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz
olur.
Cariyeyi gasbeden
şahıs, dirhemleri aldıktan sonra, mal sahibi, bu satışa razı olur ve —bu
sırada— bu dirhemler helak olursa; emânet, helak olmuş —gibi— olur.
Bu durumda, cariyeyi
satın alan şahıs, dirhemlerinin mislini tazmin eder. (= öder.)
Eğer, cariyeyi
gasbeden şahıs dirhemlerini teslim almadan önce, esas sahibi izin verir; sonra
da dirhemleri teslim alır ve bunlar bu şahsın yanında helak olmuş bulunursa;
bunlardan hangisini isterse, onu tazmin eder.
Müşteri tazmin ederse,
—tazmin ettiğinden dolayı— satıcıya müracaat edemez.
Satıcı tazmin ederse,
onun mislini almak için, müşteriye müracaat eder. Bu durumda da, müşteri,
aldığını geri satıcıya verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [91]
Âbık'ın (= sahibinden kaçan kölenin), —sahibi tarafından—
satılması caiz değildir.
Ancak, bu köle geri
döner ve satmış bulunan efendisi, onu müşteriye teslim ederse, İmâm Muhamnıed
(R.A.)'den gelen bir rivayete göre, âbıkın satılması caiz olur.
İmâm Kerhî ve
âlimlerimizden bir kısmı bu kavli almışlar; Kâdî el-İsbîcâbî de böyle
zikretmiştir.
Kaçan köle ortaya
çıkar ve efendisi de onu müşteriye teslim ederse, satışı caiz olmuş olur.
Bu durumda, satıcı o
köleyi teslim etmekten veya müşteri onu teslim almaktan kaçınırsa, bu durumda
cebredilirler. Satışı yenilemeye lüzum yoktur.
Ancak, müşteri işi
mahkemeye intikâl ettirir ve satıcının köleyi teslim etmesini talep eder ve
satıcının o köleyi teslim etmekten âciz olduğu hâkim huzurunda meydana çıkarsa;
bu durumda hâkim, aiış-veriş akdini bozar. Kaçan köle, bundan sonra meydana
çıkarsa, yeniden satış akdi yapmak lâzım gelir.
Diğer bir rivayette
ise, bu satış caiz olmaz, Yeniden satış akdi yapılması gerekir.
Bu kavli,
âlimlerimizden bir kısmı kabul etmiştir.
Ebû Abdullah el-Belhî
de, bununla fetva vermiştir.
ŞeyhıTI-îslâm da,
Kitâbü'1-Büyû' Şerhı'nde böyle zikretmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Âlimler: "Muhtar
olan, budur." demişlerdir.
Birinci rivayetin
te'vilî: Kölenin dönmesi hâlinde, her iki taraf da önceki satışa razı iseler
ahş-veriş geçerli olur." denilmiştir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir şahıs, kölesi
kaçmış bulunan efendiye gelip: "Gerçekten, senin kaçan kölen, benim
yanımdadır. Onu ben yakaladım. Sen, onu bana sat." der; sahibi de satarsa;
bu satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
almış bulunduğu köle, henüz müşteri teslim almadan kaçarsa, bu
durumda müşteri
muhayyerdir: İsterse, bu ahş-veriş akdini bozar.
Kaçan köle hazır
olmadıkça, satan şahıs, müşteriden bu kölenin bedelini talep edemez. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir şahsın, kaçmış bulunan
kölesini küçük çocuğuna satması caiz olmaz.
Ancak, bu köleyi ona
veya caiz olur
Kaçan kölenin sağ
olduğu, ve nerede bulunduğu bilinirse, sahibinin bu köleyi, keffâreti için azâd
etmesi caiz olur. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimsenin gasbetmiş bulunduğu
köle kaçar, sonra
da bu kölenin asıl sahibi, onu gâsıba satarsa; köle kaçmış olduğu halde,
bu satış caiz olur. Zehiyre'de de böyledir. [92]
Haraç arazisini satmak
caizdir. Bölünmüş arazinin satılması da caizdir.
Bölünmüş arazi, imâmın
(— devlet başkanının veya onun yetki verdiği kimsenin), bir topluluğa
paylaştırdığı arazidir. Hâvî'de de böyledir. [93]
Ehâre arazisi: Harap
bir yerin, sahibinin emri ile alınıp, imâr edilerek, ekilip-dikilmesi ile elde
edilen arazidir.
Ekâre arazisi ise:
Zirâat ortağının elinde bulunan arazidir.
Bize göre, bu gibi
arazileri sahipleri satarsa; satış caiz olur. İmâr eden şahsın satması ise caiz
olmaz.
Bir kimsenin, ziraatçı
ortağı ile akid yaptığı arazisini, bir başkasına satması hâlinde, Şemsü'l-Eimme
Halvânî: "Tohum hangi taraftan olursa olsun, akdin devam ettiği müddet
zarfında, bu araziyi satın alma hususunda, zirâatçi ortak daha müstehaktır.
Ancak, bu ziraatçı o arazinin satılmasına izin verirse, çalışması karşılığında
ona bir ücret verilmez." demiştir.
Mecmû'u'n-Nevâzil'de
şöyle denilmiştir:
Ziraatçı ortağın,
satılmasına izin vermesi halinde,
bu arazide bulunan gelirin iki
hissesinin tamamı müşteriye ait olur.
Ancak, ziraat yapan
şahıs izin vermezse, bu satış caiz olmaz. Bağ da, bunun gibidir.
Bağırı meyvesinin
ortaya çıkmış olması ile henüz ortaya çıkmamış bulunması da müsavîdir.
Tafsilâtlı cevap
şöyledir:
Tohum, ziraat yapandan
ise, bunun hakkı üzerinde satış yapmak caiz olmaz.
Tohum, arazi sahibinden
olunca da satış caiz olmaz.
Ancak, arazi boş ise
satış caiz olur.
Keza, bağda meyve
yoksa satışı caiz olur.
ZahîrıTd-Dîn'de
bununla fetva verirdi. Muhıyt'te de böyledir.
Arazi ekilmemiş, fakat
ziraatçı burayı sürmüş ve çukurlar, arklar açmış, kanallar ve benzeri şeyler
yapmışsa, zâhiru'r-rivâyede bu arazinin satışı caizdir.
Esahh olan da budur.
—Sahibi— bağı satarsa,
bu satış, —orada çalışmış olsun, olmasın— âmilin (- çalışan ortağın) hakkı
üzerinde geçerli değildir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir köy satın alan
kimse, bu ahş-verişten mescid ve mezarlığı istisna etmezse, bu alış-veriş
fâsiddir. (= bozuktur, geçersizdir.)
Bu hüküm, mescidin
ma'mur olması hâlinde geçerlidir. Eğer mescid, yıkılıp harap olmuş ve halkın
faydalanamıyacağı bir hale gelmişse, bu alış-veriş fasid olmaz.
Bir kimsenin satın
aldığı yerde, mescid gibi bir vakıf bulunursa; bu alış-veriş caiz olmaz.
Bunu, Şemsü'l-Eimme
Halvânî ve Şemsü'l-Eimme Serahsî zikretmiştir.
Ruknü'I-İslâm
Aliyyü's-Sağdîise: "...caiz olur." demiştir.
Tefrîd'de de,
"yukarıdaki iki imâmın Rüknü'l-İslâm'ın kavline döndükleri"
zikredilmiştir. Muhtar olan da budur.
Bir kisme, mülkiyeti
altında bulunan bir yerle, vakfedilmiş olan (=
mevkûfe) bir yeri beraberce satar ve bunları birbirlerinden ayırmazsa; bu
durumda, mülkiyeti altında
bulunan yerin satışı,
—iki kavilden birine göre—caiz olur.
Bir kimse, içinden
umûma ait bir yol geçmekte olan bir yeri satın alsa, bu alış-veriş fâsid olmaz.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bu durumda, yolun
hududu olmaz ve eninin boyunun ne kadar olduğu bilinmezse, bu alış-veriş
fâsiddir. (— bozuktur, geçersizdir.)
Bir kimse içinde
mescid bulunan bir köyü, mescidi istisna ederek ( = alış-veriş işleminden hariç
tutarak) sattığı zaman, bu mescidin hududunun belirtilmesi şart kılınır mı?
Bu hususta âlimler
görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Muhtar olan kavil,
bunun şart kılınmamasıdır. Fetva da, buna göre verilmiştir.
Umûma ait yol ve
havuzun istisna edilmesi de, bunun üzerinedir.
Mezarlığa
gelince,bununhududunun zikredilmesi,elbette gereklidir. Ancak, mezarlığın bir
tepede bulunması hâli müstesnadır. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir dağda bulunan
kükürdü getirip satmakta bir beis yokfur.
Dağın taşını getirip
satmakta da bir beis yoktur.
Keza, dağda bulunan
fıstık ağacından bir kimsenin fıstık toplayıp getirerek onu satmasında da bir
beis yoktur.
Tuz da böyledir.
Bu hükümlerin tamamı,
o yerin bir şahsın mülkiyeti altında olmaması hâlinde geçerlidir.
Bu yerin bir sahibi
varsa, söylediğimiz şeylerden hiç birinin oradan alınıp getirilerek satılması
caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir. [94]
Denizde veya kuyuda
bulunan balığı satmak caiz değildir.
Bir kimsenin, bir gölü
olur ve bu şahıs o gölü balık girsin diye hazırlamış bulunursa, bu havuza giren
balık kendisinin olur.
Bu balığı, başka bir
şahsın alma hakkı olmaz ve bu balık, tuzak ve benzerleri gibi bir av hilesi
olmadan yakalanabilirse; onun satışı caiz olur.
Ancak, hilesiz
yakalanamaması hâlinde, bu balığın satılması caiz olmaz.
Havuzun sahibi, bu
havuzu balık için hazırlamaz ve havuza giren balığın sahibi de olmazsa, bu
balığın satışı caiz olmaz.
Ancak, havuzun ağzını
kapatıp, giren balık kendisinin olduğu zaman, duruma bakılır: Balık, bir hileye
baş vurmadan yakalanabi-liyorsa, satışı caiz olur. Aksi takdirde, satışı caiz
olmaz. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Sudaki balığın
satılmasının caiz olduğu her yerde, müşteri balığı gördüğü zaman muhayyerdir.
Bu hususta gerekli
tafsilât, havuz konusunda söylenmiştir. Muhiyt'te de böyledir.
Büyük nehirdeki balığı
satmak, —satıcının, sattıktan sonra tutup teslim etmeye gücü yetse bile— caiz
olmaz.
Keza, bir kimse balığı
tuttuktan sonra onu elinden kaçırır ve balık satıştan sonra nehre düşerse,
—satıcının, tutup müşteriye teslim etmeye gücü yetse bile— satılması caiz
olmaz. "Bu durumda, ahş-veriş akdini bozmaları caizdir." denilmiştir.
Önceden görsün veya
görmesin, müşterinin satın alacağı balık hakkında hıyâr-ı rü'yeti ( - görme
muhayyerliği) vardır.
Bu, Ebû Hasan
el-Kerhî'ye göre böyledir.
Belh âlimleri:
"Satıcının bu balığı müşteriye tesiim gücü yetse bile, satması caiz
değildir." demişlerdir. Yenâbi"de de böyledir.
İçinde balık ve kamış
bulunan bir havuzun sahibi, balıkları ve kamışları beraberce
s;urmı^ la, bu balıkları avlamaksızın yakalamak mümkün olmazsa,
hepsinin satışı da fasiddir.
Balıklan ağsız
yakalamanın mümkün olması ve bundan önce de balığın tutulmamış bulunması
hâlinde, yine balığın satılması fasiddir. Bu durumda, kamışın satılması da
fâsid olur mu?
Âlimler: "İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'in kıyasına göre fasiddir.1' demişlerdir.
İmâmeyn'in kavillerine
göre, bu fâsid değildir.
Sahih olan, İmâmeyn'in
kavilleri üzerine de, kamış hakkındaki akdin fasid olmasıdır.
Eğer, bundan önce
balık avlanmışsa, bütün alimlere göre, bu durumda satış caiz olur. Zehıyre'de
de böyledir. [95]
Sayıları bilinen ve
teslim edilmeleri mümkün olan güvercinlerin satılmaları caizdir.
Güvercinler,
güvercinlikte bulunur ve çıkacakları yer de kapalı olursa, satılmasının caiz
olacağında şüphe yoktur.
Güvercinler uçmakta
olduğu hâlde, geri gelecekleri bilinirse, yine satılmaları caiz olur.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse
güvercinliğini, güvercinleri ile birlikte satmak ister ve bu satışı gece
yaparsa; bu caiz olur. [96]
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, suda
bulunan ve çağırdığı zaman sahibine gelen uysal bir kuşu veya balığı yahut
uçucu olduğu halde biraz sonra geri gelen bir kuşu satsa, bu satışı caiz olur.
Sattığı şey geri
gelince, bu şahıs onu müşteriye teslim eder.
Ehlîleşmiş bulunan
ve bırakılınca gidip geri
gelen geyik de böyledir. Yani, bu durumdaki geyiğin
satılması da caizdir.
Ancak, ehlîleştikten
sonra, tekrar vahşîleşen ve avlamadan yakala-namıyan geyiğin satılması caiz
olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Hilesiz yakalanarmyan,
inadlaşan bir atı satmak da caiz olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.
İmânı-ı A'zam Ebû
Hanîfc (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir araya toplanmış olsalar
bile, hilesiz yakalanamıyan arılan satmak caiz olmaz.
Ancak, kovanında bal
bulunursa, bu kovanla birlikte arıyı satmak caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre,bir araya toplanmış bulunan anları satmak caizdir. Hâvî'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, an satmak caizdir. Fetva da, buna göredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Ebû'I-Leys'in Fetvâlan'nda: "Sülük
satın almak caizdir." denilmiştir.
SadrıTş-Şehîd de, bu
görüşü kabul etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Muhtar olan da budur.
Bir kimsenin sülük
tutmaya göndermek için bir başka şahsı ücretle tutması, bİ'I-ittifak caizdir.
Hulsa'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ipek böceğinin tohumunu satmak caizdir.
Fetva da, buna
göredir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, ipek böceğini satmak da caizdir.
Yukarıda olduğu gibi, fetva da, buna göredir. Vâkıât'ta da böyledir.
Yılan, akrep, kurbağa
gibi yer haşerelerini satmak caiz olmaz.
Denizde bulunan,
kurbağa ve yengeç gibi balığın haricindeki hayvanları satmak; bunların
derisinden veya kemiğinden faydalanmak caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Nevazil'de şöyle
denilmiştir:
Kendisinden tedavide
faydalanılan yılanın satılması caizdir. Tedavide faydalanılmayan yılanın
satılması ise, caiz değildir.
Sahih olan,
kendisinden faydalanılan her şeyin satılmasının caiz olmasıdır. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bize göre, talimli
köpeğin satılması caizdir.
Keza, kedi, vahşi
hayvan ve kuşların satışı, —talimli olsaiarda, olmasalar da— bize göre caizdir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Terbiye edilmemiş bir
köpeğin, öğrenme kabiliyeti varsa satılması caiz olur.
Aksi takdirde, caiz
olmaz. Sahih olan
da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de
de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur: Arslan hakkında da biz böyle söyleriz.
Arslanı avlayıp
terbiye etmek mümkün olursa, onun satılması caiz olur.
Pars denilen hayvanın
ve doğan kuşunun, —her durumda, terbiye edilebileceklerinden dolayı—,
satılmaları caiz olur.
Zehıyre'de de böyledir.
FetâvâyPl-Attâbiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Talim kabiliyeti
olmayan küçük kurt yavrusunu satmak caizdir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
"Büyük kurtla küçük kurt müsavidir, (yani, ikisinin de satılması
caizdir.)" buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Fil satmak caizdir.
Maymun satmak
hususunda, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den iki rivayet vardır.
Rivayetin birine göre,
maymun satmak caiz olur.
Muhtar olan da budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Domuzdan başka bütün
hayvanların satışı caizdir. Muhtar olan da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de
böyledir.
Mekke'nin evlerinin
binalarını satmak caizdir. Ancak arazisini satmak caiz değildir. Hâvî'de de
böyledir.
Bağdat'taki
hükümdarlara mahsus evleri ve çarşı dükkanlarını satmak câİ7 değildir. Ve bunda
şüfa.hakkı da yoktur. Tehzîb'de de böyledir. [97]
İhram 11 bir salısın
av satması caiz değildir.
Ktvâ, Harem bölgesinin
avını satmak da caiz değildir. Muhıyl'te de böyledir.
Harem bölgesinde,
—ihramlı olsun, ihramsız olsun— her hangi bir
kimsenin av satması
haramdır; caiz değildir.
Sirâciyye'de de böyledir.
Harem bölgesindeki
ihramsız iki kimse, HılI bölgesinde birbirlerine av satsalar, İmâm Ebû Haııîfe
(R.A.)'ye göre, bu caiz olur.
Fakat bu av, Harem'den
HıIPe çıktıktan sonra teslim edilir. İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre,
bu caiz olmaz.
Serahsî'nin MuhırlTnde de böyledir.
Yanında başka bir
kimsenin avı bulunduğu halde ihrama giren bir kimse, bu avı, ihramsız bulunan
sahibine satarsa, bu caiz olur.
Bu muhrim (= ihramlı
şahıs), o avı teslim etmeye cebredilir. Bu av telef olursa, ceza gerekir.
İhramlı bir şahıs, av
satın alması için, ihramsız bir şahsı vekil tayin eder; vekil de satın alırsa;
bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
ahş-veriş bâtıl (- geçersiz) olur. Hâvî'de de böyledir.
İhramsız bir kimsenin,
ihramlı bir şahsı, av almaya veya satmaya vekil tayin etmesi caiz olmaz.
Bir kimse, başka bir
şahsı, av ahş-verişi için vekil tayin ettikten sonra, ihrama girer ve vekil de,
—müvekkili adına— av alır veya satarsa; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre câîz
olur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
bâtıldır. (= geçersizdir.) Muhıyt'te de
böyledir.
îhramsız bir kimse,
yine ihramsız olan başka bir kimseden av satın alır; ancak, bunlardan birisi
ihrama girene kadar satın alınan av teslim edilmezse, bu alış-veriş bozulur.
Hâvî'de de böyledir.
Kitabîlerden başka,
mecûsî ve mürtedlerin kestiği hayvanları alip-satmak caiz olmaz.
Keza, keserken, kasden
besmeleyi terk etmiş bulunan bir kimsenin kestiği hayvanın da, alınıp-satılmasi
caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Aklı yetmeyen çocuğun
ve delinin kestiği hayvanın da, alınıp-' satılması caiz olmaz. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
İhramhnın kestiği avın
almıp-satılması da, caiz değildir.
Harem bölgesi
dahilinde, ihramsız bir şahsın boğazladığı avın da alınıp-satılması caiz olmaz.
Hâvî'de de böyledir.
Ehl-i kitabın (= Hıristiyan ve Yahudilerin) kestiği
hay\anların alınıp-satılması caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Ehl-i kitabın, mundar
ölmüş bir hayvanı, kendi aralarında da aiıp-satmaları caiz değüdir.
Şayet bunlar, hayvanı
boğazlarlar veya hayvanlar, birbirlerine vurmak suretiyle ölürlerse, aralarında
alınıp-satilmaları caiz olur. Vâkıâi'ta da böyledir.
İki zimmî (-
islâm devletinin müslüman olmayan
yutdaşı), karşılıklı olarak şarap veya domuz alış-verişinde bulunduktan
sonra, fakat teslim-tesellüm işlemi gerçekleşmeden önce, bu şahıslardan ikisi
veya biri müslüman olursa; yaptıkları bu alış-veriş bozulmuş olur.
Şayet, şarap satın
alan zimmî, bunu teslim aldıktan sonra, bu zimmîlerin ikisi veya biri müslüman
olursa, —bedelini ödesin veya ödemesin bu alış-veriş caiz olmaz.
Zimmînin, müslüman bir
köle satın alması caizdir.
Müslüman bir köle
satın almış bulunan zimmî —küçük olsun, büyük olsun,— onu satması için
cebredilir. Tecnîs'ten naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet bir kâfir, diğer
bir kâfirden, müslüman bir köle satın alırsa; onu geri vermesi için cebredilir.
Satın alan da, bu
köleyi satması için zorlanır.
Zimmînin, bu köleyi
azâd etmesi veya müdebbere kılması caiz olur.
Keza, bir zimmînin,
satın almış bulunduğu cariyeyi, mükâtebe etmesi de caiz olur.
Keza, bir zimmînin
Kur'ân-ı Kerîm satın alması da caizdir.
Keza,bir zimmînin,bir
müslümanın kölesinin yansını satın almsı da caizdir. Bu durumda hüküm, tamamını
satın alması hâlindeki hüküm gibidir.
Alış-veriş akdi
yapanlardan biri müslüman, diğeri zimmî olursa, ikisinin arasında yapılan alış-veriş,
—ancak, iki müslüman arasında yapılması hâlinde caiz
olacak cinsten ise— caiz olur.
Bir müslümamn, bir
zimmîyi, şarap ahm-satımı için vekil tayin et-oıesi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre caizdir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
caiz değildir.
Müslüman bir köle,
hıristiyan yetimlere teslim edilirse; bunlar, bu köleyi satmak için cebredilir.
Bu yetimlerin vasîsi
varsa, o köleyi bu vasî satar. Şayet, bu yetimlerin vasîsi yoksa, hâkim
bunlara bir vasî tayin eder ve bu vasî yetimler adına o köleyi satar.
Müslüman bir şahsın,
müslüman bir köleyi, bir kâfire bağışlaması veya ona sadaka olarak vermesi,
köleyi ona teslim etmişse caiz olur.
Bu kâfir de, bu köleyi
satmaya cebredilir. Hâvî'de de böyledir.
Uyûn'da şöyle
zikredilmiştir:
Fil ve diğer
hayvanların kemiklerini alıp-satmakta bir beis ( = sakınca) yoktur.
Ancak, insan kemikleri
ile domuz kemikleri ahnip-satilamaz.
Bu hüküm, fil ve diğer
hayvanların kemiklerinin üzerinde, et bulunmadığı zaman geçerlidir. Kemiğin
üzerinde et olursa, —bu et necis olduğu için— alınıp satılması caiz değildir.
Sem erkan d Ehli'nin
Fetvâiarı'nda şöyle denilmiştir:
Bir kimse köpeğini
kesip etini satsa, bu caiz olur.
Keza, eşeğini kesip,
etini satsa, bu da caiz olur.
Âlimler, bunlar
kesildikten sonra etlerinin temiz olup olmayacağı hususunda ihtilâf
etmişlerdir.
Sadru'ş-Şehîd ise,
temiz olduğunu ihtiyar etmiştir.
Domuzun kesilip etinin
satılması caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Vahşî hayvanlar ve
eşekler kesildikleri takdirde, etlerinin alınıp- . satılması, sahih rivayete
göre caizdir.
Ölmüş olan vahşî
hayvanların etini ahp-satmak caiz değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Eşeğin, katırın
ve vahşî hayvanların
derileri, Icesilmiş ve dibağlanmış olmaları halinde alınıp satılmaları caizdir. Aksi
takdirde caiz değildir.
Bu hüküm, bütün
derilerin kesilme ve dibağlanma ile temiz
olmasına binâendir.
Ancak, insan ve domuz
derileri müstesnadır.
Kesilmekle temiz olan
derilerden intifa etmek (= faydalanmak) caizdir.
Bunlar, alınıp satılabilirler.
Ölmüş bir hayvanın
kılından, kemiğinden, yününden, boynuzundan faydalanmakta bir sakınca yoktur.
Bunların alımp-satılmaları da caizdir.
Ölmüş hayvanların
sinirleri hakkında iki rivayet vardır. Rivayetin birine göre, bunlardan
faydalanılması ve alınip-satılmaian caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Domuz kılının
alınıp-satilması caiz olmaz.
İnsan kıllarının da
alımp-satılması ve bundan faydalanılması caiz olmaz.
Sahih olan budur.
Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin, mübarek kılları, kendisinde bulunan bir kimseden alınsa ve —alış-veriş şeklinde değil de—
hediye olarak, bu şahsa büyük bir bahşiş verilse, bundu bir beis yoktur.
Sirâ-ciyye'dede böyledir.
Hür olsun,
câriye olsun, hiç bir
kadının sütünü satmak, bardakta bile olsa— câiz değildir. Kâfî'de de
böyledir.
İmâm Kbû Yûsuf (R.A.)'a göre, cariyenin sütünün
alınıp satılması caizdir.
Muhtar olan da budur.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Anasının karnında olan
şey için, alış-veriş akdi yapılamaz. Bedâi'Me de böyledir.
Hür bir kimseyi,
şarabı, domuzu ve İaşeyi almak ve satmak caiz olmaz. Tehzîb'de de böyledir.
Hayvanların
gübrelerini almak, satmak ve ondan -faydalanmak caizdir.
İnsan dışkısına,
dışkıdan fazla toprak katılmadan, ondan .faydalanmak câizdeğildir.
Keza, insan dışkısının
alım-satımı da,ona dışkıdan fazla toprak katılmadan, caiz olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Hayvanların terslerini
(tezeklerini) toplayıp satmak
caizdir. Toplamadan satmak caiz değildir. Sirâdyye'de de böyledir.
Çok miktardaki
güvercin tersini, satın almak, satmak ve hîbe etmek caizdir. Kunye'de de
böyledir.
—Şarap veya farenin,
yağa veya hamura karışması gibi— helâl ile haram birbirlerine karışır ve
hangisinin fazla olduğu bilinmez-yahııt eşil miktarda olurlarsa, bunun
alınip-satılmasında bir beis yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Yememek şartıyle,
bundan faydalanmakta da bir beis yoktur.
Hâniye'de şöyle
zikredilmiştir:
Sirke veya zeytin
yağının içine, bir damla sidik veya bir damla ^m düştüğü zaman, bunların
alınıp-satılmaları caiz olmaz. Tatarhânîy>r ık de böyledir.
İçinde, haramı daha
çok bulunan katışık bir şeyin alınıp-satılmasi caiz olmaz.
Keza, zeytin yağının
içine, ölmüş bir hayvanın et yağı düştüğünde, zeytin yağı daha fazla olursa,
bunun alınıp-satılmasi caiz olur. AiK.ık, bu karışımda et yağı fazla olursa,
alınıp-satılmasi caiz olmaz.
İntifadan (=
faydalanmaktan) kasıt: —Helâlin fa/la olması hâünde— bu şeyden vücûdun dışında
faydalanmaktır. Bununla, vücuda bir fayda sağlanması caiz olmaz. Muhıyl'tc de
böyledir.
Gitar, davul, zurna,
tef, tavla zarı ve benzerlerinin alınıp-satılmaları, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre caizdir.
İmâmeyn'e göre,
bunların —kırılmadıkça— alınıp satılmaları caiz olmaz.
Bu mes'ele, el-Asl'ın
icârât bölümünde, tafsilatsın olarak zikredilmiş ve Siyeru'l-Kebîr'de,
İmâmeyn'in kavillerinden tafsilatlı olarak bahsedilmiştir. Şöyleki:
Bir kimse, çalgı
âletini kullanmiyacak bir şahsa satar; o şahıs da bu âleti, —kırmadan—
kullanacak bir kimseye satarsa, bunda bir beis yoktur.
Ancak, bu şahsın,
çalgı aletini, kullanacak bir şahsa; o da, —kırmadan- kullanacak başka bir
şahsa satarsa, bu durumda onu satmak caiz olmaz.
Şeynu'l-İslâm:
"el-Asl'da zikredilen şey, Siyer-i Kebîr'de zikredilene tafsîlen
hamledilir" demiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Çalgı âletlerini telef
eden şahıs, bunları hâkimin emri ile telef etmişse, tazmin etmesi gerekmez.
İmâmeyn'in kavillerine
göre, bu şahıs, çalgı âletlerini, hâkimin hükmü olmadan telef etmiş olsa bile,
onları tazmin etmesi gerekmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fetva da, İmâmeyn'in
kavline göredir. Tehzîb'de de böyledir.
Bir kimse, kendi
yerinde, bir köleye, devesini otlatacağı şeyi veya kuyusunun suyunu —bunları
köle görmeden— satsa; bu caiz olur.
Keza, bir satıcı, bu
köleye, kendisinin veya müşterisinin cariyelerinden birini,
—hangisi olduğunu belirtmeden— satsa, bu
satış da akdedilmiş olur.
Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), şöyle buyurmuştur:
Şarap hâriç, haram
olan bütün içkilerin alınıp-s atılması caizdir. Bunları, helak eden kimselerin
tazmin etmeleri gerekir.
İmâmeyn'e göre ise,
bunları alıp-satmak caiz olmaz* Bunları, helak eden şahısların tazmin etmeleri
de gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
FetâvâyiM-AttâbSyye'de
şöyle denilmiştir:
Kendisinden şarap
yapılan şırayı alıp-satmakta bir beis yoktur.
Üzerine kilise yapacak
olan bir şahsa yer satmakda bir beis yoktur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Mükâtep, müdebber,
ümm-ü veled ve bir kısmı azâd edilmiş bulunan
köle veya cariyelerin
satılması caiz değildir.
Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, ümm-ü
veledini satıp, onu müşteriye teslim etse bile, müşteri onun sahibi olamaz.
Bize göre, bir kısmı
azâd edilmiş köleyi ve müdebbereyi satmak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Mükâtebin kendisinin
satılmasına razı olması hâlinde iki rivayet vardır. Zahir olan rivayete göre,
bu mükâtebin satışı
caiz olur.
Hidâye'de de böyledir.
Mecma'da şöyle
zikredilmiştir:
Kendisinin satılmasına
razı olan bir mükâtebin satılması, fâsid değildir.
Muhtar olan budur.
Âlimlerimiz, bu görüş üzerindedirler. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Hür, ümm-ü veled,
müdebber veya mükâtep müşterinin elinde helak olursa, müşteri tazmin etmez.
İmâmeyn'e göre, bu
müşteri, müdebber ve ümm-ü veledin kıymetini tazmin eder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den de rivayet edilmiştir. Mükâtep ise, bunun hılâfmadır. Müşteri onu
teslim alır ve onun yanında ölürse, bi'1-ittifak tazmin etmez. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse,
kitabet bedelini ödemeyen bir
mükâtebi veya bir ümm-ü veledi satar ve parasını da alırsa, ona fâsid bir
mülkiyet ile mâlik olur.
Ve bu durumda, ümmü
veledin ahm-satırm, —sadece— kendi nefsi için caizdir. Müdebber de böyledir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kan veya lâşe satın
alan şahıs, bunun sahibi olamaz. Çünkü, bu bir mâl değildir. Bunlarda mâl olma
vasfı bulunmadığı için, hüküm böyledir.
Dibağlanmış derinin
alımı-satılması ve kişinin onu yanında bulundurması caizdir.
Bir kimse, lâşe veya
kan karşılığında bir köle satın alır ve bu köle, böyle satın alan şahıs teslim
aldıktan sonra helak olursa, bu şahıs onun kıymetini öder mi?
Siyer-i Kebîr'de:
"İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ödemez." denilmiştir.
İrnâmeyn'e göre ise,
öder. Serahsî'nin Muhıytf nde de böyledir.
Şemsü'I-Eimme Serahsî:
"...gerçekten ödemez." demiştir. Sahih olan da, budur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Cariyelerin çocukları,
efendilerinin usûlü yerindedirler.
Keza, kitabet hâlinde,
müşterinin çocuğu ve anası babası usûl yerindedir. Yakınlarından, bunlardan
başkası kitabete dâhil olmazlar. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'niri kavillerine göre,
onların alınıp-satılmalan caizdir. İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz. Hâvî'de de
böyledir. [98]
Ribâ ( = faiz): Şer'an,
iki malın birbirleri ile mübadelesinde, taraflardan birinin, karşılıksız olarak
verdiği fazlalık demektir.
Mekîlat (= kile yani
ölçek ile ölçülen şeyler) ve mevzûnât (- terazi ile tartılan şeyler) tam olan
bütün malların , kendi cinsleri ile alınıp satılması —bir tarafın fazla olması
hâlinde— faizdir ve haramdır.
Bunun illeti (=
sebebi), kadr (= miktar) ve cinstir.
Biz, kadr'le ( =
miktarla), içinde ölçüm işlemi yapılan —her hangi bir— ölçeği ve kendisi ile
bir şey tartılan teraziyi kasdediyoruz.
Dolayısiyle, buğday,
arpa, hurma, tuz gibi, ölçekle ölçülen veya altın, gümüş gibi terazi ile
tartılan yahut, cinsi tartı ile alınıp satılmayan şeylerin alınıp satılmasında,
bir taraf, diğer taraftan fazla olursa, bu alış-veriş sahih olmaz. Bunların
iyisi ile kötüsü de müsavidir.
Hatta, içinde ribâ (=
faiz) bulunan iyi bir malı, —aynı cinsten— kötü bir mal karşılığında alıp
satmak sahih olmaz.
Ancak, yarım sa'dan az
olan şeylerde, misli misline olmak şartıyla, böyle yapmak, (yani, bir avuç
veri, iki avuç almak; bir elma verip iki elma almak) müstesnadır.
Mekîlât veya
mevzûnattan olan —yiyecek maddelerinin haricindeki— kireç ve demir gibi
şeyleri, kendi cinsi ile ve biri diğerinden fazla olarak almak ve satmak, bize
göre caiz değildir.
Şayet miktar ve cins
ikisinde de aynî olursa, bu fazlalık haram olur.
Bu durumda nesâ (=
ertelemek, geri bırakmak, veresiye vermek) da haram olur.
Eğer bu ikisinden
(yani cins ve miktar beraberliğinden) , biri bulunur, diğeri bulunmazsa; bu
durumda verilen fazlalık helâl; veresiye satış ise haram olur. İkisinin de
bulunmaması hâlinde ise, hem fazlalık, hem de veresiye vermek heiâl olur.
Kâfî'de de böyledir.
Alış-veriş
işleminde, kendisinde fazlalık bulunmasının haram olduğu hususunda Resûlullah (S.A.V.)
Efendimizden nas varid olmuş bulunan her hangi bir şey, —o zaman— mekîlât (=
ölçülen) cinsten ise, o şey ebediyyen mekîlât cinsindendir.
İnsanlar, o şeyi
ölçmeyi terketmiş olsalar bile, hüküm böyledir.
Buğday, arpa, hurma ve
tuz gibi şeyler mekîlâttandır.
Mevzûnattan (= terazi
ile tartılan şeylerden) olduğu hususunda, Resûiullah (S.A.V.) Efendimizden nas
varid olan herhangi bir şey de, ebediyyen mevzûnâttandır.
İnsanlar, bu gibi
şeyleri tartmayı terketmiş olsalar bile, bunlar hakkındaki hüküm budur.
Altın ve gümüş gibi
şeyler mevzünât'tandır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir şey hakkında
nas bulunmadığı halde, o şey
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in zamanında mekîlâttan biliniyorsa, o şey
de ebediyyen mekîlâttandır.
Bu şey, bizim
zamanımızda terazi ile tartılıyor olsa bile, hüküm böyledir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in
zamanında, mevzûnattan olduğu bilinen her hangi bir şey de, böylece
mevzûnâttandır.
Hakkında nas
bulunmayan ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanındaki durumu da bilinmeyen
şeylerde, insanların örfüne itibar edilir. İnsanlar o şeyi mekîlâttan
biliyorsa, o şey mekîlâttan; mevzûnattan biliyorsa, o şey mevzünât'tandır.
İnsanlar, bu şeyi, hem
ölçülen, hem de tartılan bir şey olarak biliyorlarsa; o şey hem mekîlât'tan,
hem de mevzünât'tandır.
Bunların tamamı, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavilleridir. Muhıyt'te de böyledir.
Doiayisiyle, bir
kimse, buğdayı kendi cinsi ile ve müsâvî (= eşit) olarak tartarak satsa veya
altını, kendi cinsi ile, eşit olarak ölçerek satsa, —her ne kadar, insanlar
arasında bunların böyle satıldığı biliniyor olsa bile— bu satış, bu iki
imamımıza göre caiz olmaz.Kâfi'de de böyledir.
Bir kimsenin, mekîlâtı
mevzûnât ile veya mevzûnâiı mekîlât ile satması, —bunlar müsâvî olsalar bile—
caiz olmaz.
Şeyhu'1-İmâm şöyle
demiştir:
Bir şeyin mekîlat'tan
olduğu nas ile sabit olunca; o şeyi, —mevzûnattan imiş gibi— tartarak,
dirhemler karşılığında satmak caiz olur.
Keza, bir şeyin
mevzûnât'tan olduğu nas ile sabit olunca; o şeyi, dirhemler karşılığında,
—mekîlâttan imiş gibi— Ölçerek satmak da caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Menn ve okıyye (=
batman ve okka) ile satılan, yağ ve benzen şeylerin tamamı mevzûnâttandır.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Mebsût'ta şöyle
zikredilmiştir:
Eskimiş buğdayla, taze
buğday aynı cinstendir. Keza, akar su ile sulanan yerin buğdayı ile yağmur suyu
ile sulanan yerin buğdayı aynı cinstendir.
Hurma da, —vasıflan
ayrı olsa bile— engini ile yükseği; iyisi ile kötüsü aynı cinstendir.
Keza, sert hurma ile
yumuşak hurma da bir cinstendir. Zahîriyye'de de böyledir.
Yetimin malına da,
yeni olana itibâr edilir. Bir yetimin vasîsinin,bu yetimin yeni malını, eskisi
karşılığında satması caiz değildir.
Vakfın da böyle olması
uygundur. Nehrn'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir yumurtayı, iki
yumurtaya; bir hurmayı, iki hurmaya; bir cevizi, iki cevize, satmak sahihtir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bizzat bir pulu, iki pula satmak sahihtir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu caiz değildir. Kâfî'de de böyledir.
Keza, incir, zerdali,
armut, nar, erik gibi kurutulabilen meyvelerin yaşını yaşı ile kurusunu da, kurusu ile satmak
caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Nâtıf denilen bir nevi
helvayı, daha fazla hurma ile satmakta bir beis yoktur.
Ancak, hurmanın
nâtıfla satıldığı yerlerde bu şekilde fazlası ile satmak caiz değildir. Bu,
nesîe (- veresiye) olduğu zaman böyledir.
Fakat, hurmanın
ölçekle satıldığı yerlerde, bu şekilde veresiye verilmesi de caizdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû'l-Hasan el-Kerhî,
şöyle demiştir:
Aslında, hurma
ağacında biten bütün hurmalar bir cinstir.
Ancak, diğer
meyvelerin tamamı, bir ağaçtan bitmiş olmaları hâlinde bir cins sayılabilirler.
Çeşitleri değişik olsa
bile, bütün yaş üzümler bir cins sayılır.
Keza, bütün armutlar
da bir cins sayılırlar; çeşitlerinin değişik olmasında da fark yoktur.
Keza, bütün elmalar da
bir cinstir.
Yaş üzümün bir
çeşidini, diğer bir çeşit yaş üzümle ve daha fazlası ile satmak caiz olmaz.
Elma ve armut da buna
göredir.
Fakat, armudu, daha
fazla elma ile satmak caizdir.
Keza, elmayı,daha
fazla yaş üzümle satmak da caizdir. Zehıyre'de de böyledir.
Yaş üzümü pekmez
karşılığında satmak, nasıl olursa olsun caiz olur. Kunye'de de böyledir.
Islak buğdayı, ıslak
buğday ile; ıslak buğdayı, kuru buğday ile; yaş buğdayı, yaş buğday ile; yaş
buğdayı, kuru buğday ile; yaş baklayı, yaş bakla ile; kaynatılmış kuru üzümü,
kaynatılmış kuru üzümle; kaynatılmış kuru üzümü, kaynatılmamış kuru üzümle
satmak İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, caizdir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bunlar caiz değildir. Ancak, ikisinin de kurumuş olduğu ve eşit
miktarda bulunduğu bilinirse o zaman caiz olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de
böyledir.
Kaynatılmış buğdayın,
kaynatılmamış buğdayla satılıp
satılamıyacağında ihtilâf vardır: Sahih olan, ölçülerinin müsâvî olması
hâlinde, bunun caiz olmayacağıdır.
Fakat, kaynatılmış
buğdayı, kaynatılmış buğdayla satmak, ölçülerinin müsâvî olması hâlinde
caizdir. Muhıyt'te de böyledir. Buğdayı
un veya kavutla satmak, ölçüleri müsâvî olsa da, biri fazla bulunsa da sahih
değildir.
Bize göre, ölçülerinin
müsâvî olması hâlinde, unu unla satmak caizdir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, unu kavut ile satmak, —ister ölçüleri müsâvî olsun, ister biri
fazla bulunsun— sahih değildir. Kâfî'de de böyleidr.
Kepeği un ile satmak,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, itibar yolu ile caizdir. Şöyleki: Alış-verişe
konu olan kepek, unun içinde bulunan kepekten çok olursa, o zaman caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu alış-veriş itibar yolu ile caiz olmaz. Ancak, ölçülerinin müsâvî
olması hâlinde caiz olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Bir kimsenin,
tartarak, —ölçek ile ölçerek değil— unu, un ile satması caiz olmaz.
Nitekim, tartarak,
buğdayı buğdayla satmanın caiz olmadığı gibi... Kavrulmuş unu, kavrulmuş unla
satmak; kepeği, kavrulmuş unla satmak; unu, unla satmak gibidir.
Elenmiş unu, elenmemiş
unla satmak, —müsâvî oldukları zaman— caizdir. Zeftıyre'de de böyledir.
Unu, katkıntılı unla
satmak caizdir. Kunye'de de böyledir.
Buğdayı, ekmekle;
ekmeği, buğdayla; ekmeği, unla; unu, ekmekle satmak, —ister müsâvî olsunlar,
ister birisi fazla bulunsun— âlimlerimizin bir kısmına göre caizdir.
Fetva da, bunun
üzerinedir.
Çünkü buğday,
mekîlâttandır. (- ölçekle ölçülen şeylerdendir.)
Keza, un ve ekmeğin
mevzûnât'tan sayıldığı yerlerde de, —ister, eşit olsunlar; ister, birisi fazla bulunsun—,
ikisi de peşin olarak veriliyorlarsa, bir birleri ile alınıp satılmaları
caizdir.
Birisinin veresiye
alması hâlinde de, ekmek peşin ise, âlimlerimize göre yine bu alış-veriş caiz
olur.
Buğday veya un peşin
olur da, ekmek veresiye olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş
caiz olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu alış-veriş caiz olur. Ve bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den
gelen başka bir rivayettir.
Fetva da, bunun
üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Cinsleri değişik
olursa, bir ekmeği, iki ekmeğe satmakta bîr beis yoktur. Bu bir nasdır.
Âlimlerimize göre, —nasıl olursa olsun— ekmeği satmak caizdir. Kunye'de de
böyledir.
Müctebâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir çöreği
—peşin vererek—, veresiye iki çörek mukabilinde satsa; bu alış-veriş caiz
olur.
Şayet, iki ekmek
—peşin verilerek—, veresiye bir ekmek mukabilinde satılsa; bu alış-veriş; caiz
olmaz.
Ekmek ufaklarını,
nakden veya veresiye satmak, —nasıl olursa olsun— caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da
böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, tartı ile ve sayı ile borç olarak ekmek almak caiz değildir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, teamül olduğu için, tartı ile de, sayı ile de, borç olarak ekmek almak
caizdir.
İmâm Ebû Yûsuf ise:
"Tartı ile, ekmek borç almak caiz olur." buyurmuştur.
Fetva da, bunun
üzerinedir. Tebyîn'de de böyledir.
Mecmâu'l-Fetâvâ
Şerhı'nde: "Fetva, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli üzerinedir."
denilmiştir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, unu, kavrulmuş unla satmak caiz değildir. Eşit olmaları veya
birinin diğerinden fazla bulunması arasında da bir fark yoktur.
İmâmeyn'e göre ise,
bunlar alış-veriş esnasında teslim edilirlerse; birbirlerine eşit olsalar da,
biri diğerinden fazla bulunsa da, alınıp-satılmaları caiz olur. Muhıyt'te de
böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Miktarını açıklamadan,
götürü usulle, buğdayı buğdayla satmakta bir hayır yoktur.
Âlimler, bu hususta
şöyle demişlerdir: "Bu, buğday ölçekle ölçülebildiği zaman böyledir.
Fakat, buğday az olduğu zaman, bu şekilde satış yapmak caiz olur."
Keza, ölçülen ve
tartılan şeylerin hepsi böyledir.
Buğday, başka
buğdayla, götürü usûlü ile satıldıktan sonra ölçülürse, birbirlerine eşit
miktarda olsalar bile, bu alış-veriş caiz olmaz.
Asıl olan: Her yerde,
şer'î ölçüde şart olan, iki bedel arasındaki benzeyişe itibar edilir. Akdin
caiz olması için, akde başlandığı sırada, ölçüdeki denkliği (= eşitliği,
benzeyişi) bilmek şarttı. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir
yiyeceği, benzeri bir yiyecekle satın aldığı zaman, satın aldığı şeyin ayak
kirası (nakliye masrafı) kedisine aittir.
Aldığı şeyi, teslim
almadan, o meclisten ayrılmasında bir beis yoktur.
Bize göre, yiyeceğin
yiyecekle, karşılıklı olarak alınıp satıldığı zaman, aynı mecliste, karşılıklı
teslim-te^pihim işlemini vaomak şart değildir.
Yiyeceklerin aynı cinsten
olması ile ayrı cinslerden olması
arasında da bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, buğdayı,
daha fazla arpa alarak, peşin satsa, bu alış-veriş caiz olur. Arpanın içinde,
buğday taneleri bulunmakta olsa bile hüküm böyledir.
Keza, buğdayın
buğdayla satılması hâlinde, bu alış-veriş, ancak miktarlarının müsâvî olması
hâlinde geçerli olur.
Bu durumda, her iki
tarafta da, arpa tanelerinin bulunması bir zarar vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'rîa
da böyledir.
Bir kimsenin,
başağında bulunan buğdayı, sürülüp
harman edilmiş buğday karşılığında satın alması, bize göre caiz olmaz.
Fakat, biçilmiş
buğdayı, ölçülen buğdayla kabala usûlü satarsa; bu durumda bırakmayı şart
koşmaması hâlinde bu alış-veriş caiz olur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Kitâbü'I-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimsenin, zeytin
yağım, "zeytinle; susam yağını, susamla; sırtında yünü olan koyunu, yünle;
memesinde süt olan koyunu, sütle; şırayı, yaş üzümle; yaş üzümü, pekmezle;
sütü, yağ ile; pamuğu, pamuk tohumu ile; hurma çekirdeğini hurma ile1 veya
İçinde altın sahifeler bulunan bir evi, altınla; gümüş kakmalı bir küıcı
gümüşle yahut buğdayı, başaktaki buğdayla satsa; bize göre, bu ahş-verişler
caizdir.
Ancak bu hüküm, halis
olan ve ayrılmış bulunan şeyin, gizli olandan fazla olması hâlinde geçerlidir.
Fakat, ayrılmış şey
diğerinden az veya diğeri kadar olur yahut durum bilinmezse, bi'1-icma' bu
alış-veriş caiz olmaz.
Bu hüküm, gizli
olanın, diğerinin bedelinden daha kıymetli olduğu zaman geçerlidir. Eğer daha
kıymetli olmazsa, alış-veriş caiz olmaz. Yağı, kaymakla satmak gibi...
Fakat, hâlis yağın,
kaymakta olan yağ kadar olduğu bilinirse; bu durumda alış-veriş caiz olur.
Bu kayıd, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'den nas olarak rivayet edilmiştir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de
böyledir.
Bir kimsenin, pamuğu,
pamuk ipliği karşılığında satması caizdir. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre
böyledir. Ezher olan da budur.
Bir kimsenin, atılmış
pamuğu, atılmamışı karşılığında satması, hâlis pamuğun, diğerinden fazla
olduğunun bilinmesi şartıyla, caiz olur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Ham bezi, pamukla
satmak, —nasıl olursa olsun— caiz olur. Bu, bi'I-icma' böyledir. Hidâye'de de
böyledir.
Pamuk ipliğini, pamuk
bezi karşılığında peşinen satmakta bir beis yoktur.
Keza, her cins ipliği,
kumaşı karşılığında satmak, —tartılarının eşit olmaması şartıyle— caizdir.
Kunye'de de böyledir.
Terbiye edilmemiş bir
ölçek susamı, terbiye edilmiş
susam karşılığında satmak caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Benefsec (= menekşe)
yağı ve hıyerî yağ iki ayrı cins yağdır. Asılları ayrı cinsten olan muhtelif
yağlar vardır. FethıTI-Kadîr'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir buçuk ölçek
terbiye edilmiş susamı beş ölçek terbiye edilmemiş susam karşılığında peşinen
satmak caiz olur.
Ancak, bunlar ölçü
bakımından müsâvî olurlarsa, bu alış-veriş caiz olmaz.
Keza, bir kimse,
kavrulmuş una yağ ve şeker katarak helva yapar ve bu helvayı yağ ve şeker
katılmayan kavrulmuş un karşılığında satarsa, bu caiz olmaz. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir kimse, kesilmiş
bir koyunun eti ile, yüzülmemiş bir koyunun etini satın aldığında, eğer
yüzülmemiş koyunun eti, kesilmiş koyunun etinden az veya tam o kadarsa veya
durum bilinmiyorsa; bu alış-veriş caiz olmaz.
Ancak, yüzülmemiş koyunun
eti kesilmiş olan koyunun etinden fazla ise, bu alış-veriş caiz olur.
Bir kimsenin, kesilmiş
bir koyunun'eti karşılığında, sağ bir koyunu satın alması, kıyâsen caiz olmaz.
Ancak, bu durumda, etin, o koyunun etinden çok olduğunu bilmekte olması gerekir.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in, istihsândaki kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu alış-veriş her durumda caizdir.
Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.
Bu durumda, onların
belirlenmiş olması şart kılınmıştır.
Bu ahş-verişin veresiye yapılması
da caiz değildir.-
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimsenin, diri bir
koyun karşılığında, kesilmiş bir koyun satın alması, bi'I-icma' caizdir.
Kesilmiş fakat
yüzülmemiş bir koyunla, iki adet sağ koyun satın alması da caiz olur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimsenin, kesilmiş
ve derisi yüzülmüş iki koyunu, kesildiği hâlde, yüzülmemiş olan bir koyun
karşılığında satın alması caiz olur.
Çünkü, et, eti
karşılamaktadır. Kesilmiş ve derisi yüzülmüş iki koyundaki et fazlalığı, diğer
koyunun fazlalığı hizasındadır.
Eğer, bir kimse,
kesilmiş ve derisi yüzülmemiş iki koyunu, kesilmiş ve yüzülmüş bir koyuna satın
alsa, bu caiz olmaz.
Çünkü, etin fazlalığı
faizin düşmesi ile beraberdir.
Bİr kimsenin,
yüzülmemiş iki koyunu, kesilmiş ve yüzülmüş bir koyun karşılığında satması da
caiz olmaz. Çünkü, ikisi de ettir ve fazlalığı faizdir.
Ancak, bunlar tartıda
eşit olurlarsa, o zaman, bu şekilde satması caiz olur. Tahâvî Şerhı'nde de
böyledir.
Etler hususunda, bu
etlerin asıllarına itibar edilir, Bu sebepledir ki, sığır ve manda bir cins
sayılır. Ve, bunlardan birinin etini, diğerinin etinin fazlasıyla satmak câız
değildir.
Develer de bir
cinstir. Arap olsun, buht olsun fark etmez. Keza, ganem (= davar, koyun ve
keçi) bir cinstir; Zehıyre'de de böyledir.
Develerin, sığırların
ve davarların etleri de, sütleri de, ayrı ayrı cinslerdendir.
Bunlardan bazısını,
bazısı ile fazlasına peşinen satmak caizdir.
Bu şekildeki
alış-verişin veresiye yapılmasında bir hayır yoktur.
Keza, koyun kuyruğu,
et, iç yağı ayrı ayrı cinslerdir.
Bunların bir kısmını,
diğer bir kısmı ile peşin olarak ve fazlasıyle satmak caizdir. Ve, bu
alış-verişin de, veresiye yapılmasında bir hayır yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Sırttaki yağ, ete
tâbidir.
İç yağı ile kuyruk
yağı da, ayrı ayrı cinslerdir.
Bunların, —bir
birleri— ile veresiye alınıp satılmaları caiz değildir.
Başlar, bacaklar ve
derilerin, —bir birleri ile— her şekilde, peşînen satılmaları caizdir. Veresiye
—bu şekilde— satılamazlar. Fethu'l-Kadîr' dede böyledir.
Şarap sirkesi ile
şeker sirkesini, bir birleri ile fazla vermek suretiyle alıp-satmak caizdir.
Hâvî'de de böyledir.
Hurma sirkesi
ile yaş üzüm
sirkesini mütefâdilen (=
biri diğerinden fazla olarak)
alıp-satmak caizdir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Sirkeyi, sıkılmış üzüm
veya hurma suyu ile mütefâdilen (= biri diğerinden fazla olarak) satmak caiz
olmaz. Çünkü, bu sıkılmış su, —-ileride— sirke olur. Zahîriyye'de de böyledir.
İbnü Semâ'a,
Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Yağsız yoğurd, yağlı
yoğurdun iki katı olması hâlinde, bunların bir birlen ile alınıp satılmalarında
bir beis yoktur.
Yağsız yoğurdun bir,
sütün ise, —onun— iki —misli— olması hâlinde, bunların bir birlerine karşılık
olarak alınıp satılmalarında hayır yoktur. Çünkü sütün içinde, daha fazla
kaymak bulunur.
Peşin olarak, bir
kuşun etini, iki kuşun eti karşılığında satmakda bir beis yoktur.
Bu alış-verişi
veresiye yapmakda bir hayır yoktur.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İrnâm-i A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin: "Kuş etinin, başka kuş etleri ile
biri fazla olarak
alıp-satması,— nev'iieri bir
olsa bile— caizdir." dediği
rivayet olunmuştur, Hâvî'de de böyledir.
Bir tavuğu, kesilmiş
ve kızartılmış iki tavuk karşılığında satmakta bir beis yoktur.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir balığı, iki balık
karşılığında satmakta —tartılmamış olmaları hâlinde— bir sakınca yoktur.
Aynı cinsten olan ve
tartılan balıkların, fazlah noksanlı satılmalarında bir hayır yoktur.
Ancak, misli misline
olursa, bu durumda
bir beis yoktur.
Zahîriyye'de de
böyledir.
Etin tartılarak
satılması âdet olmayan şehirlerde, bir tabak etin, iki tabak et karşılığında
satılmasında bir beis yoktur. Bunun için, beide halkının durumuna (âdetine)
bakılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir ibrik suyu, bir
ibrik su karşılığında satmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yusuf
(R.A.)'a göre caizdir.
Çünkü, bu imamlarımıza
göre su, mekîlât ve mevzûnât'tan değildir. Biri ile, diğerini fazlasıyle satın almak caiz olur.
Buz, tartı ile
satılıyorsa, —tartıları eşit olmak şartıyle— karşılıklı olarak alınıp satılması
caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Demir, kalay, bakır ve
benzerlerinin her biri, ayr,ı ayrı cinstendirler. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Halis altınla, altınla
dokunmuş olan kumaşı satın almak caizdir. Bu durumda, hâlis altının,
—kumaştaki— altından— çok olmasına itibar edilir. Muhiyt'te de böyledir.
Asılları ve sıfatlan
bakımından aynı cinsten olan, fakat ayrı
isimler altında toplanmış bulunan harevî ve merevî gibi kumaşları, bir birleri
karşılığında satmak caizdir.
Merevî, Bağdad'da
dokunan bir kumaş çeşididir. Harevî ise, Horasan'da dokunan bir kumaş
çeşididir. Hâvî'de de böyledir.
Ketenden dokunan
kumaşla pamuktan dokunan kumaş veya zen-cendî ile vezârî denilen kumaşlar, ayrı
ayrı cinsten olan kumaşlardır. Hulâsa'da da böyledir.
Ermeni keçesi ile
talkânî keçesi ayrı cinstendirler. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Pamuk ipliği
karşılığında keten alıp satmakta bir beis yoktur. Yün ile kıl alıp satmak da böyledir.
Bunların birinin
veresiye olması hâlinde —bu hâl tartma yerinde olacağından— bu ahş-veriş caiz
olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Hazz (= deniz koyunu
denilen ve denizlerde bulunan tüylü bir hayvan) yünü ile pamuk ipliği
alıp-satmak da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Yumuşak pamuk
ipliğini, sert pamuk ipliği ile alıp-satmak sahih olmaz. Ancak, misli misline
olması hâli müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.
Çekirdeği çıkarılmış
iyi cins hurma ile, iyi cins olmayan hurmanın ahnıp-satılması caiz olmaz.
Ancak, misli misline olursa, bu aliş-veriş caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Keçenin, yün
karşılığında satılması hâlinde, keçe bozulup yün hâline getirilebilirse,
bunların tartılarının müsâvî olmasına itibar edilir.
Bu keçe yün hâline
dönmezse, tartıya itibar edilmez.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
Sabunu, misli
misline, sabunla satmak
caizdir. Kunye'de de böyledir.
Efendi ile kölesi
arasında faiz söz konusu olmaz.
Bu hüküm, kölenin
borcunun bulunmaması hâlinde geçerlidir. Eğer köle borçlu olursa, faiz caiz
olmaz.
Muhiyt'ın
Kitâbu's-Sarf bölümünde: "Borçlu
bile olsa, köle ile efendisi arasında, faiz yoktur." denilmiştir.
Tebyîn'de de böyledir.
Müdebber ile ümm-ü
veled de, köle gibidirler.
Mükatep ise —bu
hususta— köle gibi değildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavillerine göre, dâr-i harbde, bir müslüman ile
bir harbî arasında faiz (in zararı) yoktur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Dâr-i harbde de, bir müslüman ile bir harbî arasında faiz sabit
olur." buyurmuştur.
Keza, dâr-i harbe emân
ile giren bir müslüman, bir harbîye bir şey satar ve bu harbî dâr-i harbde
müslüman olduğu hâlde, bize hicret etmezse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu şahısla, bu müslüman arasında ribâ
(= faiz) caiz olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, caiz olmaz.
Bu şahıs, bize hicret
ettikten sonra dâr-i harbe gitmiş olursa, bu gibi şahıslarla faiz (le ahş-veriş
yapmak) caiz olmaz. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Keza, dâr-i harbde
müslüman olduğu hâlde, bize hicret etmeyen kimselerin arasında da ribâ caiz
olmaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
İmâtn-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre dâr-i harbde, fâsid ahş-veriş
yapmak caizdir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bu caiz değildir."
buyurmuştur. Tebyîn'de de böyledir. [99]
Kuyudaki ve nehirdeki
suyu satmak caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.
Bu gibi suları
satmanın çâresi: Bu suyun, kovasını ve ipini kiraya vermektir. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Bir kimse, suyu
alıp, ipriğine veya buna benzer
bir kabına koyduğu zaman, artık ona hak sahibi olmuş bulunur. Bu şahsın,o suyu
satması ve onda tasarrufta bulunması caiz olur.
Bu su, o şahıs için,
yakaladığı av gibi olmuş bulunur. Zehıyre'de de böyledir.
Keza, yağmur suyunu
biriktiren şahsın, onu satması caiz olur.
Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin ,
kendisine ait havuzda topladığı su hakkında, Şeyhu'l-İslâm Hâher zade, Kitâbü'ş-Şürb
Şerhı'nde şöyle demiştir.
Bu havuz bakırdan veya
tunçtan yapılmışsa, onun suyunu her hâl-tf kârda satmak caizdir. Çünkü, bu
şahıs, o havuzu, su toplamak için yapmıştır.
Ancak bunun için,
satılanın satılmayana karışmamasını temin etmek maksadı ile suyun akmasının kesilmesi şart
kılınmıştır.
Havuz, bakırdan veya
tunçtan yapılmamışsa, buradaki suyun satılıp satılamıyacağı hususunda,
âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir.
Yaz gününde, buzlukta
buz satılıp satılamıyacağı hususunda da âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir:
İmâm Muhammet! (R.A.),
bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
Muhtar olan şudur:
Satıcı, buzu, satmak üzere önceden teslim edip; teslimden sonra satış akdi
yaparsa, bu caiz olur. Ancak, satış akdini yaptıktan sonra buzu teslim ederse,
bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcı, buz ve suyu üç
gün içinde teslim ederse; bu durumda, teslimden önce satış yapmak caiz olur.
Sahih olan budur.
Ancak satıcı, bunları
üç gün geçtikten sonra teslim ederse, bu durumda, bunların alınıp satılması
caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir şahsın, buzluğunu
satması, esahh olan kavle göre caizdir. Bunun satışında, önce teslim edip,
sonra satmakta veya önce satıp, sonra teslim etmekte bir fark yoktur.
Bu, Fakıyh Ehû
Ca'fer'ın ihtiyar ettiği kavildir, ihtiyata uygun olan ise, bunu da teslim
ettikten sonra satmaktır. Fetâvâyi Kâdıhân da da böyledir.
Fakıyh Ebû Nasr Muhammed bin Selâm el-Belhî, buzluğun
satışını, teslimden önce de sonra da —satışla teslim arasında uzun bir müddet
geçmedikçe— caiz görürdü.
Şöyle ki: Teslim,
satıştan bir veya iki gün geçtikten sonra olursa, bu satış caiz olur. Ancak,
teslim üç gün sonra olursa, bu caiz olmaz.
Mâverâü'n-nehr
âlimlerinin ekserisi, bu kavil üzerinedirler. Muhıyt'te de böyledir.
Yalnız başına suyun
satılması caiz olmaz. Ancak, su, yeri ile beraber satıldığı zaman, bu
alış-veriş caiz olur.
Bir yerin suyu, bir
başka yer ile satılırsa, durum ne olur?
İmâm Muhammet! (R.A.),
bu fasılda, bir şey zikretmemiştir.
Fakıyh Ebu Nasr bin
Selâm'ın: "Gerçekten bu caizdir. Fakıyh Ebû Ca'fer de, İmâm Muhammed (R.A.)'de
buna işaret etmiştir." dediği rivayet edilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin, su satan
şahıstan, bir kırba Fırat suyu satın aldığı zaman, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, eğer müşteri, kırbayı bizzat almışsa, alış-veriş, mekânında olduğu için caizdir.
Tulum ve ibrikle almak
da böyledir.
Bu, istihsandır.
Kıyâsda ise, suyun
miktarı bilinmiyorsa caiz değildir.
Bu da, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Davarımı, bir dirheme, bir ay sula." dese; bu caiz olmaz.
Ancak, bu şahıs:
"...her ay, şu kırba ile..." der ve kırbayı gösterirse; bu durumda
caiz olur.
Bir kimse, bir
başkasına: "Senin arazini sularım." der ve kendi kanalından bir ark
açarak o araziyi sularsa; bu durumda ona, bir şey verilmez.
Bu kimse:
"Kanalımdan (veya havuzumdan) hayvanlarını sula." dese yine böyledir.
Ve böyle yapılması caizdir. Zehıyre'de de böyledir. [100]
Bir kimse, satış
bedelinin miktarını açıklar ancak bu bedelin sıfatını söylemezse; bu şey
bedelin nakdinin galip olduğu şey olarak telakki edilir.
Ancak bu durumda,
muhtelif nakidlerin geçerli olduğu yerde, bu satış fâsid olur. Fakat, satın
alan şahsın, bu nakidlerden biri ile (satın aldığını) açıklar veya o şeyin
rayici ona tekabül ederse, bu hâl müstesnadır.
Bu hüküm, maliyette
ihtilâf olduğu zaman böyledir. Bunda ittifak olsaydı, satış caiz olurdu.
Satın alan şahıs,
dirhemlerin hangi cins dirhemlerden olduğunu açıkladığı zaman, bu bedeli
dilediği cinsten takdir eder ve ona rücû' eder. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, bir
başkasından, bir şey satın alır ve onun bedelini söylemezse; bu aliş-veriş,
bey'-i fâsid (= alım-satım şartlarında eksiklik bulunan bir satış) olur.
Bir satıcı: "Şu
köleyi, sana, bedelsiz olarak sattım." der; müşteri ise: "Onu kabul
ettim." derse, bu ahş-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.Zahı-riyye'de de
böyledir.
Alacaklı olan bir
kimse, kendisine, on dirhem borcu bulunan bir şahsa: "Şu elbiseyi, on
dirhemin bir kısmına; şu elbiseyi de, kalan kısmına, bana sattın mı?" der;
borçlu ise: "Gerçekten sana sattım." dese, bu caiz olur.
Ancak, alacaklı:
"Şunu, ondirhemin bir kısmına; diğerini de, on dirhemin bir kısmına, bana
sattın mı?" der; borçlu da: "Evet, gerçekten sana sattım." dese,
bu bey', bey'-i fâsid olur.
Çünkü, o on dirhemden
geriye kalan miktar, belli olmayan bir miktardır.
Önceki durum ise,
bunun hilâfınadır. Çünkü bu durumda, o on dirhemden, geride bîr şey
kalmamıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satılan şeyin veya
bedelinin bilinmemesi, bu cehaletle birlikte, teslimde de bir özrün bulunması
hâlinde, alış-verişin cevazına (= caiz olmasına) mânidir.
Böyle bir özür
bulunmazsa, ahş-veriş akdi fâsid olmaz.
Meselâ: Belli bir
çeç'i (= muayen bir buğday veya arpa yığınını) satan bir
kimsenin, bunun kaç
ölçek olduğunu bilmemesi
yahut, muayyen bir balya elbise (yahut belirli bir top kumaş) satıp,
bunların adedini bilmemesi hâlinde, bu durumda, ahş-veriş akdi sahih olmaz;
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şu çeçi sana sattım. Onun her bir ölçeği bir dirhemdir." derse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.): "O çeçten, sadece bir ölçeği bir dirheme satmak
caizdir. Geride kalanın, bu şekilde ahmp-satılması caiz değildir.
Ancak müşteri, bütün
ölçeklerinin —ayrı ayrı— fiatlarını biliyorsa, oradan ayrılmadan önce
muhayyerdir: Dilerse, her ölçeğini bir dirheme alır; almayıp terkeder."
buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ile İmâm Muhammed (R.A.) ise şöyle buyurmuşlardır:
Bu çeçin tamamında
bulunan buğday veya arpanın, beher ölçeğinin bir dirheme ahnıp-satılması caiz
olur. Çeçin bir dirheme al inip satılması caiz olur. Çeçin tamamının (miktarının)
bilinip bilinmemesi de müsâ vidir.
Keza, satıcının
müşteriye: "Sana, şu çeç 'i, her iki ölçeği iki dirheme (veya her üç
ölçeği üç dirheme) sattım." demesi hâlinde de, mes'ele bu ihtilâf
üzeredir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Şayet, karşılıklı
münakaşa etmezler ve satıcı o çeçin tamamını veya bir kısmım ölçer ve müşteriye
teslim ederse, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, satıcının
teslim ettiği miktarın
tamamı müşterinin (satın almış bulunduğu şey) olur. Geride kalan
(hakkındaki ahş-veriş) ise bâtıl olur.
Tartılan (ve
tartılarak almıp-satılan) her şey, bu hılâf üzeredir. Bunlardan, bal, zeytin
yağı ve bunların dışında kalan bazı tartılan şeylerde de bir zarar yoktur.
Muzmarât'ta da böyledir. [101]
Zira' (= arşın) ile
—uzunluğu— ölçülen şeylere gelince:
Bir kimse, bir
başkasına: "Şu yeri, sana, her arşım şu kadar dirheme sattım." derse,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu yerin tamamı hakkında, bu ahş-veriş caiz
olmaz. Bu ahş-veriş, bir arşın hakkında da geriye kalan yer hakkında da caiz
olmaz. Ancak müşteri, o mecliste, o yerin kaç arşın olduğunu öğrenirse; bu
durumda muhayyerdir.
Fakat, müşteri oranın
kaç arşın olduğunu öğrenmeden, o meclisten ayrılırsa, alış-verişin fesadı
kuvvetlenmiş olur." buyurmuştur.
İmâmeyn ise: "Bu
ahş-veriş, o yerin tamamı hakkında caiz olur. Her bir arşını (n fiatı) ne
konuşulmuşsa, o olur. Müşterinin muhayyerlik hakkıda yoktur." demişlerdir.
Keza, satıcı,
müşteriye: "Şu kumaşı, sana, her iki arşını iki dirheme sattım." veya
"Her üç arşım, üç dirheme sattım." dese; bunlar da, bu ihtilâf
üzeredir.
Keza, bir bölümü
satıcıya zarar veren veznî (- tartılan) şeyler de böyledir. [102]
Adedî olanlara
bakılır: Şayet bunlar adediyyât-ı mütekâribe (= kıymet bakımından, bir birleri arasında mühim fark bulunmayan,
yumurta ve ceviz gibi sayılan şeyler ) den ise; bunlar hakkındaki hüküm de,
bizim ölçülen ve tartılan şeylerde söylediğimiz gibidir.
Şayet adedîler,
adediyyât-i mütefâvite (= Bir birleri arasında kıymet bakımından fark bulunan
kavun, karpuz gibi sayılan şeyler) den ise, hüküm, mezrûât hakkında
söylediğimiz ihtilâf üzeredir.
Meselâ: Bir satıcı,
müşteriye: "Sana, şu sürünün koyunlarından hei bir koyunu, on dirheme
sattım." demesi gibi...
Ancak, bu satıcı,
müşteriye: "Şu sürüdeki her iki koyunu, sana, yirmi dirheme sattım."
dese; imamlarımızın hepsine göre de, bt alış-veriş caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde
de böyledir.
Bir kimse, çeçin (=
buğday veya arpa yığınının) tamamını sattığ: halde, sadece bir ölçeğini
satmayıp istisna ederse; bu bir ölçeğinin satış hâriç olmak üzere, tamamının
satışı caiz olur.
Ancak, bir kimsenin,
bir sürü koyunu satıp, bundan, bizzaı bulunmayan bir koyunu istisna ederse; bu
satış, yukarıdakinin hilafı nadir ve fâsiddir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, "bir
miskâl ağırlığındadır." diye bir inci sattığı halde, tartınca, daha fazla
geldiğini görse, yine bu inciyi müşteriye teslim eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse: "Şu
buğday ve şu arpanın ölçeği bir dirheme..." diyerek satarsa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, tamamının ne kadar olduğu bilinmediği müddetçe, bu
şeyin, tamamının satışı fâsiddir.
Tamamının ne kadar
olduğu bilinince, müşteri muhayyer olur; dilerse, ölçeği bir dirhemden, bu
buğdayın tamamını satın alır.
İmâmeyn'e göre ise,
alış-veriş bunların tamamı hakkında geçerlidir.
Şayet, bu satıcı:
"Bunların ölçeği bir dirheme..." demiş olursa: —yarısı buğdaydan,
yarısı arpadan olmak üzere, sadece, bir ölçeğin ahş-verişi caiz olur; geride
kalanlannki caiz olmaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bunların tamamı belli olunca, müşteri muhayyerdir.
Satıcı, onların her
birinden, bir ölçeği bir dirhem olmak üzere, or. ölçek satarsa; her birisi için
bedelin yarısını alması gerekir ki bu da, on dirhemdir.
Teslim alındıktan
sonra, bunların birinde kusur bulunursa, özellikle bedelin yarsının geri
verilmesi gerekir.
Bunlardan her birini
bir dirheme satın almış bulunan bir kimse, sonradan, bunlardan birinde bir
kusur bulursa; onu, hissesine düşen bedel karşılığında geri verir.
Şayet, buğdayın
kıymeti, arpanın kıymetinin iki misli olursa; arpayı üçte bir bedelle, buğdayı
ise, üçte iki bedelle iade eder.
"Onlardan bir
ölçeği, bir dirheme..." diyen satıcı, sanki "onlardan her bir ölçeği,
bir dirhemedir." demiş gibi olur.
Bir kimse, bir çeç
buğday karşılığında bir sürü koyunu, —buğday on ölçek, koyun on adet olmak
üzere— satın alınca, bunların söylenilen miktarda olmaları hâlinde, bu
alış-veriş caiz olur.
Sürüdeki koyun on bir
adet olursa, bu alış-verişin tamamı fâsid olur.
Koyunlar on adet
olduğu halde, buğday on bir ölçek gelirse; bu alış-veriş sahih olur.
Bunların her birinin
miktarını dokuz (adet ve ölçek) bulursa; bu durumda da alış-veriş caiz olur. Ve
bedelden on dirhem çıkarılır; bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da
vardır.
Koyunları on adet,
çeci de, dokuz ölçek bulursa, bu alış-veriş caiz olur.
Koyunları dokuz adet,
çeci ise on ölçek bulursa, —çeçin ölçeğinin bedelini bilmediğinden— bu ölçek
hakkındaki alış-veriş fâsid olur. Çünkü, bedeli ancak, ona ve zayi olan koyuna
karşı taksim edildikten sonra bilinebiliyor.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'e göre, parça hakkında fesâd vuku' bulduğu her yerde, bütün hakkında da
fesâd vaki olur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
durumda, bütün hakkında fesâd vaki olmaz. Ve, on koyunla dokuz ölçekle ilgili
alış-veriş caiz oiur. Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir.
Serahsî'ninMuhıyti'nde de böyledir.
Kndûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine:
"Bu eti, her kilosu şu kadara —olmak üzere—, sana sattım." derse,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-verişin tamamı fâsid olur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
ahş-verişin tamamı caiz olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da
yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, "her
yükü, şu kadar paraya olmak üzere" yaş üzüm satın alır; yük de, aralarında
bilinen bir miktar olursa, üzümün aralarında tek cins olarak bilinmesi
hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —sadece— bir yük üzüm hakkındaki
alış-veriş caiz olur. Bu, çeçde, her ölçeği bir dirheme satmak gibidir.
Üzümlerin muhtelif
cinsten olmaları hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alış-veriş caiz
olmaz. Ve bu da, koyun sürüsünün satılması gibidir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
üzümlerin cinsleri birde olsa, ayrıda olsa, alınıp satılmaları caizdir.
Sadru'ş-Şehîd bu kavli
almış; Fakıyh Ebû'1-Leys de: "Caizdir." diye cevap vermiştir.
Üzümlerin cinslerinin
bir veya ayrı olmaları hâlinde, müslümanların işlerinde kolaylık olsun diye,
fetva İmâmeyn'in kavli üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine:
"Şu gemideki kiremitlerin her bin adedini, on dirheme, sana sattım."
dese, bu alış-veriş fâsid olur.
Fakat, bu şahıs:
"Bu kiremitlerden, bin adedini on dirheme sattım." der ve bin
adedini, o şahıs için sayarsa, bu durumda, alış-veriş tamam olur. Ancak,
saymaması hâlinde, bu iki şahıs, bu ahş-verişten men edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bezzâziyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir bağın
üzümünü, bin menn (= batman) olması şartiyle satın aldığında, üzüm dokuz yüz
menn çıkarsa; satıcının, yüz menn'e isabet eden bedeli noksan alması güzel
olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavline kıyâsla, geride kalan üzümün alış-veriş akdi de fâsid olur.
BahrıTr-Râık'ta da böyledir.
Satılan şey keylî (=ölçek ile ölçüler.) cinsten bir şey olur;
ölçüsünün tamamı yani kaç ölçek olduğu da belirlenir ve söylenirse; alış-veriş
akdi, bahsedilen bu miktara tealluk eder.
Meselâ: Bir kimse,
diğerine: "Şu çeç'i, her ölçeği bir dirhem olmak üzere ve —tamamı— yüz
ölçek olarak, sana sattım." veya "...yüz ölçeği, yüz dirheme
sattım." der ve —her ölçeğin fiatını söylesin söylemesin— miktar da dediği
gibi çıkarsa ne âlâ. (bu alış-veriş tamamdır.) Ve, satılan şey müşterinin olur.
Ve bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da olmaz.
Bu çeç, yüz ölçekten
fazla olursa; bu fazlalık, ahş-verişe dâhil olmaz. Ve bu fazla miktar,
satıcının olur. Bu durumda müşteri, —ancak— söylenilen yüz ölçeği alır.
Bu durumda, müşterinin
de muhayyerlik hakkı yoktur.
Eğer o çeç, yüz
ölçekten az bulunursa; bu durumda müşteri muhayyerdir: isterse, hissesini alır;
isterse terkeder. Noksan olan kısmın bedelini, düşer.
Satıcının, her ölçek
için bir bedel veya tamamı için bir bedel söylemiş bulunması hâlinde de bir
fark yoktur. Ölçüldükten sonraki ölçeğe değil de önceden tayin edilmiş bulunan
ölçeğe itibar edilir.
Bu hüküm ölçülen ve
tartılan şeylerin tamamında geçerlidir. Bunların bazısında zarar yoktur.
Tahavî Şerhı'nde de böyledir.
On zira' kumaşı, on
dirheme veya yüz zira' (= arşın) yeri, yüz dirheme satın
alan şahıs, bunu,
konuşulan miktardan az
bulursa, muhayyerdir: İsterse, bu şeyi, bedelin tamamım ödeyip alır;
isterse, terkeder.Bu şey, söylenenden fazla çıkarsa,bu fazlalık
müşterinindir.Bu durumda, satıcının muhayyerlik hakkı da yoktur. Kâfî'de de böyledir.
Şayet satıcı,
müşteriye: "Sana, şu kumaşı veya şu yeri, on arşın olmak üzere, her
arşınını bir dirheme sattım." der ve müşteri, o şeyi, on arşın olarak
bulursa, satıcıya on
dirhem vermesi gerekir.
Ve bu müşterinin, muhayyerlik
hakkı da yoktur.
Şayet bu şey, dokuz
arşın veya daha az olursa; isterse, bu kadarını, alır. O şeyin, on beş arşın
gelmesi hâlinde de müşteri muhayyerdir: İsterse, her arşınını bir dirheme alır;
isterse, tamamını terkeder. (Hiç almaz.) Venâbi"de de böyledir.
Her arşını bir
dirheme, —tamamı— on arşın olmak üzere, bir —top— kumaş satın alan şahıs, bu
kumaşı on buçuk arşın bulursa; onu, on arşının bedeline; dokuz buçuk arşın
bulması hâlinde de, dokuz, arşın bedeline alabilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu müşteri, on buçuk arşın gelen bu kumaşı, dilerse, on bir
arşın olarak; dokuz buçuk arşın gelen kumaşı da dilerse, on arşın olarak
alabilir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise: Bu müşteri, on buçuk arşın gelen kumaşı, on buçuk arşın; dokuz buçuk
arşın gelen kumaşı da dokuz buçuk arşın olarak alır.
Sahih olan, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Serahsî'nin Muhiyti'de de böyledir.
Arşınla ölçüien ve
tartılan odun ve diğer şeyler de böyledir. Keza, bir şahsın: "Şu kabı, on
menn olmak üzere yüz dirheme sattım." dediğinde, bu şey noksan veya fazla çıkarsa, durum yine
böyledir. Her menn'in fiatının söylenip söylenmemesi de müsavidir.
Muzmarât'ta da
böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu taraftan şu tarafa on üç arşın olan şu kumaşı, sana
satıyorum." dediği halde, kumaş, on beş arşın çıkar ve satıcı da:
"Ben yanılmışım." derse; onun sözüne iltifat edilmez.
Hüküm bakımından,
o kumaş, konuşulan
bedeli ödeyince müşterinin olur.
Diyâneten ise, bu
kumaş müşteriye teslim edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, gümüşten
yapılmış olan bir şey o şeyi, yüz dirhem gelmek üzere, on dinara satar, müşteri
ile satıcı, karşılıklı teslim tesellüm işlemi
yapıldıktan sonra ayrılırlar, bilâhare de, o şeyin ağırlığı fazla gelirse
tamamı, —on dirhem ödemesi şartıyle— müşterinin olur. Bedeline bir şey ilâve
e! mek gerekmez.
Ancak, bu şeyin seksen
veya doksan dirhem gelmesi hâlinde, müşteri muhayyer olur.
Şayet müşteri her on
dirhemi için, bir bedel istemiş olur ve; "—Bu şeyin tamamı— yüz dirhem
olmak üzere, on dinara sattım." deyip karşılıklı teslim— tesellümden sonra
o şeyin ağırlığının yüz elli dirhem olduğu anlaşılırsa; müşterinin, ahş-verişin
akdedildiği meclisten ayrılmadan bu durumu öğrenmiş olması hâlinde,
muhayyerlik hakkı vardır: Dilerse, —ödeyeceği bedeli— beş dinar artırır ve o
şeyin tamamını on beş dinara alır; dilerse, terkeder.
Müşterinin bu durumu,
akdin yapıldığı meclisten ayrılmadan öğrenmesi hâlinde, bu alış-vcriş üçte bir
nisbetinde bâtıl (= geçersiz) olur. geride kalan kısmı hakkında ise, müşteri
muhayyerdir: Dilerse, o şeyin üçte ikisine, on dirhem bedelle razı olur;
dilerse, tamamını iade edip, dinarlarını geri alır.
Şayet, müşteri satın
aldığı bu şeyi, elli dirhem bulursa, —bunu alış-veriş akdinin yapıldığı meclisten
ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra anlasın— muhayyerdir: İsterse, onu iade
edip, on dinarını geri alır.
Keza, altınla işlenmiş
bir şeyin, dirhemlerle satılması hâlinde de mes'ele, bu tafsilat üzeredir.
Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Adedî olanların (=
sayılan şeylerin) hükmüne gelince;
Adediyyât-ı mütekâribe
(= bir birleri arasında, kıymet bakımından, mühim fark bulunmayan, ceviz,
yumurta gibi, mis-liyyattan olan şeyler) in hükmü, ölçülen ve tartılan şeylerin
hükmü gibidir.
Alış-veriş akdi, bu
gibi şeylerin miktarına tealluk eder.
Bunların, ya tamamı
için bir bedel söylenir veya her biri için ayrı ayrı bedeller söylenir.
Adediyyât-ı mütefâvite
(= bir birleri arasında kıymet bakımından fark bulunan davar ve sığır gibi
şeyler) de, bunların her biri için bir bedel sölenilmeden, satıcı, müşteriye:
"Şu sürüyü, —tamamı— yüz koyun olmak üzere, bin dirheme sattım." veya
"Her koyun, on dirhem..." derse; bu durumda, sürüde yüz koyun
bulunursa, ne âlâ...
Ancak, sürüde yüzden
fazla koyun bulunursa, bu alış-veriş fâsid olur. İster, hepsine birden fiat
verilsin, ister, ayrı ayrı fiat verilsin.
Eğer, her birine ayrı
ayrı bedel verilmişse, bu alış-veriş sahihtir. Fakat, bu durumda, müşteri
muhayyerdir: İsterse, geride kalanı söylenen bedelden alır; isterse, terk edip almaz.
Keza, adediyyât-ı
mütefâvite'nin tamamında hüküm aynıdır. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir şeyi, on ölçekten
fazla olmak üzere satın alan kimse, bu şeyi böylece, on ölçekten fazla bulursa;
bu alış-veriş sahih olur.
Ancak bu şey, on ölçek
veya daha az olursa, bu alış-veriş caiz olmaz.
Bir kimse, bir şeyi,
on'dan az olmak üzere satın alır ve bu şeyi on'dan az bulursa, bu alış-veriş
caiz olur. Ancak, bu'şey, on veya daha fazla olursa; alış-veriş caiz olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
ev hakkında: "Caiz olur." buyurmuştur. Bu, her vecihte böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Fakat bir kürr'den az
veya çok buğday satın alan kimse,bunu on'dan daha az veya daha çok bulsa, bu
alış-veriş caiz olur. Onu, tam bir kürr bulursa, bu alış-veriş fasid olur.
Onu bir kür veya daha
az bulursa, bu nasıl olursa olsun caiz olur. Çünkü, bu konuşulduğu gibidir.
Ancak, bu buğday daha
fazla bulunursa, bu durumda, o fazlalık, ahş-verişe dâhil olmaz; sahibine iade
edilir.
Keza, bu buğdayı, bir
kürr veya daha fazla olarak alır ve bir kürrden daha az bulursa; bedelini o
ölçüde az öder ve bu müşteri muhayyerdir: Dilerse, alır; dilerse, almaktan vaz
geçer. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir kürr
olarak satın aldığı buğdayı, bir kazîf noksan bulursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, geride kalan hakkındaki alış-veriş akdi fâsid olur.
Sahih olan da budur.
Buna göre, bir kimse,
her biri bir fülüs olmak üzere, yüz ceviz satın alsa ve bu cevizlerin bir
kısmını boş bulsa, bu ahş-veriş akdi, gerçekten caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu fesâd, geride kalanlara
da geçer.
Keza, bir kimse, bir
yumurta bir dânik olmak üzere, yüz tane yumurta satın aldığında, bunların bir
kısmını çürük bulursa; bu çürük yumurtalar hakkındaki alış-veriş akdi fâsid olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu fesâd geride kalan sağlam yumurtalara da geçer.
Bu mes'elelere
kıyâsen; muayyen bir üzüm çubuğundan, belli bir miktarda üzüm satın alan bir
şahıs, satın aldığı üzümü, söylediği kadar veya ondan az yahut ondan fazla bulursa,
bu mes'ele de yukarıdaki mes'ele gibidir. Muhiyt'te de böyledir.
İçinde on kat elbise
olmak üzere, bir balya elbise satın alan şahıs, bu elbiseleri bir kat eksik
veya bir kat fazla bulursa; bu alış-veriş fâsid olur. Kâfî'de de böyledir.
Şayet, her elbisenin
bedeli açıklanmış ve balyadan bir elbise noksan çıkmış olursa, müşteri
muhayyerdir ve satış sahihtir.
Ancak, bu durumda
elbise fazla çıkarsa, ahş-veriş fâsiddir.
"İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu durumda elbisenin noksan çıkması halinde de, alış-veriş
fasid olur." denilmiştir.
Sahih olan ise, bu
durumda ahş-verişin caiz olduğudur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, yanında
bulunan buğdayın veya ölçülen yahut tartılan başka bir şeyin dört bin menn (=
batman) olduğunu zannederek, onu, dört şahsın her birine biner menn olmak
üzere, belli bir bedelle sattıktan sonra,müşteribu şeyi noksan bulursa;
âlimlerin bazıları: "bu müşteriler muhayyerdirler: İsterlerse, mevcud
bulunanı, bedelinden isabet eden miktar karşılığında satın alırlar; isterlerse,
almayıp terkederler.
Sahih olan da budur.
Bunun tafsil üzere
cevabı şudur: Bu, o şahsın, bu şeyin tamamını, bu müşterilere aynı anda satması
hâlinde böyledir.
Eğer satıcı, bu şeyi,
o müşterilere bir birini takiben satarsa, noksan olan miktar, sonra satın
alanın üzerinedir; öncekinin değil.
Bu son şahsin
noksandan dolayı muhayyerlik hakkı vardır: Dilerse, mevcud bulunan şeyi,
bedelden hissesi mukabilinde alır; dilerse, hiç almayıp terk eder. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi"de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bir başka
şahıstan yüz dirheme, bir tuluk zeytin yağı alırsa, hem tuluk, hem de içindeki
zeytin yağı bu şahsın olur.
Bu tulukta yüz rıtıl
zeytin yağı bulunması gerekirken, müşteri tuluğu tartınca, onun doksan rıtıl
geldiğini görür ve bunun, yirmi rıtlı, tuluk, yetmiş ruh da zeytin yağı olursa,
bu durumda noksanlık, özellikle zeytin yağındadır.
Bedel, tulukta
bulunması gereken seksen rıtla bölünür ve noksanlık zeytin yağına isabet eden
bedelden düşülür. Geri kalanın
ödenmesi gerekir.
Geride kalan zeytin
yağı hakkında, müşteri muhayyerdir: Dilerse, onu alır; dilerse, terkedip almaz.
Âlimlerin çoğunluğu:
"İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu ahş-veriş akdinin tamamı
fâsiddir." demişlerdir.
Münasip olan da,
budur.
Böyle bir durumda,
müşteri, tuluğu tarttığında, onun altmış ruıl olduğunu görürse, içindeki zeytin
yağı, kırk rıtıl olmuş bulunur.
Eğer, tuluk o miktara
ulaşmazsa, müşteri muhayyerdir: Dilerse, onun tamamını, bedelinin tamamını
ödeyerek alır; dilerse, almayıp terkeder.
Müşterinin tarttığında,
tuluk yüz rıtıl olur; ancak bundaki zeytin yağı elli dirhem bulunursa, bu
alış-veriş bâtıl olur.
Şayet müşteri, tuluğun
ağırlığının yirmi, zeytin yağının ağırlığını ise, yüz rıtıl bulursa, seksen
rıtıl zeytin yağının bedelini tamamen satıcıya öder; fazla olan zeytin yağını
ise, ona iade eder.
Keza, tuluğunu ayrı,
zeytin yağının da ayrı satın alınması hâlinde de cevap yukarıda söylediğimiz
gibidir. Muhıyt'te de böyledir.
İçinde bulunduğu kabın
ağırlığı da dâhil olmak üzere, zeytin yağı satın alan şahıs, her kabın yerine
elli rıtıl çıkarırsa, bu ahş-veriş fâsid olur.
Ancak, bir kimse,
zeytin yağını, kabının ağırlığını çıkarmak ( = darasını düşmek) üzere satın
atsa, bu caiz olur. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.
Bir kimse, zeytin yağı
ile sade yağını daraları hâriç, ikisi birden yüz rıtıl olmak üzere satın alır
ve sâde yağı kırk; zeytin yağı ise altmış rıtıl gelirse; müşteri, bu zeytin
yağının on ntlını satıcıya iade eder. Sâde yağının on nthnın bedelini de
düşürür. (Yani, satıcıya ödemez.)
Keza, çuvallarında
bulunan arpa ve buğdayı, çuvalsız olarak yüz menn (- batman) gelmek üzere satın
alsa; bu mes'ele de yukarıdakinin aynısıdır.
Keza müşteri, yüz'ü,
ölçülen şeylerden üç sınıfa izafe ederse; her sınıfın, yüz'ün üçte birini
teşkil etmesi, gerekir. Muhiyt'te de böyledir.
[103]
Miktarı
bilinmeyen kap ve
ağırlığı bilinmeyen belli
bir taşla a!iş-veriş yapmak caiz
olur.
Hasan, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin, "bunun caiz olmadığını..." buyurduğunu rivayet etmişse
de, önceki kavil sahihtir. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimsenin,
kuruyunca hafifleyecek olan, karpuz veya hıyar gibi bir şeyi ağırlık ölçüsü
olarak kullanıp alış-veriş yapması caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Alış-veriş akdinin
sıhhatinin baki kalması için ölçülen veya tar -nlan kap veya taşın hâli üzerine
kalması şarttır.
Eğer bunlar, teslimden
önce helak olurlarsa; alış-veriş fâsid olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir;
Yanında dirhem bulunan
bir şahsı, bir başka şahsa: "Senden şu kumaşı, şuna satın aldım."
deyip yanında bulunan dirheme işaret etse; bu dirhemin hâlis gümüş olmaması
hâlinde, bu alış-veriş fâsid olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir câriye
satın almak isteği ile Basra'ya gelip: "Şu cariyeyi, şu keseye satın
aldım." veya "...şu kesenin içindekîne satın aldım." der ve
satıcı da, o kesenin içinde, bu beldede geçmeyen para bulursa; onu geri verip,
beldede geçen parayı talep eder.
Kesede, o beldenin
parası bulunursa, bu alış-veriş caiz olur. Satıcının muhayyerlik hakkı da
olmaz.
Ancak, şu durum buna
muhaliftir:
Bir kimse: "Şu
cariyeyi, şu küpte bulunanlara satın aldım." dedikten sonra, satıcı, küpte
bulunan dirhemleri görürse, o zaman muhayyerdir.
Bu muhayyerlik,
hıyâr-ı rü'yet (= görme muhayyerliği) değil, hıyâr-ı kemiyyettir. Çünkü,
parada, görme muhayyerliği sabit değildir.
Fetâvâyî Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, üzerinde
rakam bulunan para ile bir şey satın alır; satıcı ise, bu paranın rakamını
bilmezse; bu alış-veriş fâsid olur.
Satıcının,
alış-verişin akdedildiği mecliste o paranın rakamını öğrenmesi hâlinde, bu akid
caiz olur.
Şeyhu'1-İmam
Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Aynı mecliste, satıcının rakamı öğrenmesi ile
akid, caiz olan bir akid hâline dönüşmez. Ancak, satıcı ve müşteri, bu duruma
daimî bir şekilde razı olursa, aralarında bulunan önceki akid, —her iki tarafın
da rızâsı olunca— geçerli olur." buyurmuştur. Zehiyre'de de böyledir.
Satıcı, bu hususta
bilgi edinmeden, o meclisten ayrılırlarsa, bu alış-veriş bâtıl olur.
Keza, bir kimse, bir
şeyi, filanın sattığı fiata, satın alır; bunu, satan bildiği halde müşteri
bilmezse; aynı mecliste öğrenmesi hâlinde, bu alış-veriş caiz olur. Aksi
takdirde bu alış-veriş bâtıl (- geçersiz) olur. Hulâsada da böyledir,
Bir kimse, sattığı bir
elbisenin fiatını belirtmeden, o elbiseyi, ikinci bir şahsa daha satsa, bu
ikinci satış caiz olur.
Şayet, bu şahıs, ilk
müşteriye elbisenin bedelini haber vermK olsaydı, ikinci müşteriye satışı caiz
olmazdı.
Bir kimse, aldığı
şeyin bedelini öğrenmeden, o şey zayi olsa, bu şahsın, o şeyin kıymetini tazmin
etmesi gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine:
"Bunu, senden, insanların sattığı fiatın benze rine satın aldım."
dese, bu alış-veriş fâsid olur.
Ancak, müşteri:
"Filanın aldığı fiattan aldım." der ve bu fiatı, alış-veriş akdinin
yapıldığı sırada, satıcı da, müşteri de biliyorsa, bu durumda alış-veriş caiz
olur. Ancak, taraflar bunu biliniyorlarsa, bu durumda, bu alış-veriş akdi
fâsiddir.
Taraflar bu durumu,
alış-veriş akdinin yapıldığı mecliste öğrenirlerse, yine bu alış-veriş caiz
olur. Ve bu durumda, müşteri muhayyerdir. Çünkü, müşterinin satın aldığı şeyin
bedelini ödemesi gerekir. Zehiyre'de de böyledir.
Şerhu'ş-Şâfî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir şeyi,
filan şahsın satın aldığı fiatla satın aldığında, satın alınan şeyler, değişik
şeyler değilse (et gibi, ekmek gibi), bu alış-veriş caiz olur. Hulâsada da
böyledir.
Bir kimse, bir şey
satar, satın alan şahıs ise, bunun ne olduğunu bilmezse; bu alış-veriş fâsid
olur. Bunun ne olduğunu öğrendiği zaman, müşteri muhayyer olur; Dilerse, alır;
dilerse almaz.
Bu kavli,
İbn-i Rüstem, İmâm
Muhammed (R.A.)'den rivayet etmiştir.
Müşteri, o şeyin ne
olduğunu öğrendiği zaman, onu almaya razı olursa; bu alış-veriş çâiz olur.
İbn-ii Semâ'a, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Burada
"alış-veriş fâsid olur." demek; "izin üzerine mevkuftur. = izne
bağlıdır." demektir. Şayet, müşteri satın aldığı şeyi, teslim alır, (satın
aldığı köleyi) azâd eder veya o şeyin ne olduğunu öğrenmeden , onu satarsa
yahut müşterinin kendisi ölürse; artık azâd etmek de, alış-veriş de caiz olur
ve müşteri, o şeyin kıymetini öder. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bir evden veya bir hamamdan, on arşın satmak fâsiddir.
İmâmeyn ise:
"BunJar yüz arşın olursa; on arşınını satmak caizdir." demişlerdir.
Nehrıı'l-Fâik'tada böyledir.
Âlimler, imâmeyn'in
kavilleri üzerinde, tamamının söylenmemesi hâlinde ihtilâf
etmişlerdir. Sahih olan ise,
bunun caiz olduğudur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Şeyhu'l-İslâm şöyle
buyurmuştur:
Âlimler, bir kimsenin,
bir evde bulunan onda bir hissesini satmasının caiz olduğu hususunda görüş
birliğine varmışlardır.
Bir kimse: "Şu
evden, bir arşın..." diyerek bir yer satar, burayı da gösterir; ancak, bundan
sonra, o yeri ayıramazsa; bu alış-veriş akdi bâtıl (= geçersiz) olur. Ve bu
satıcı, o şeyi teslim etmeye zorlanamaz.
Eğer, bu satıcı, o bir
arşın yeri belli etmezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegÖre, bu alış-veriş asla
caiz olmaz.
İmânıeyn'e göre ise,
bu alış-veriş caiz olur.
Ev ölçülür, eğer on
arşın gelirse; müşteri, bu evin onda birine ortak olur.
Şemsü'l-Eimme Halvânî,
şöyle buyurmuştur:
Âlimler, İmâmeyn'in
kavilleri üzerinde ihtilâf etmişlerdir. Esahh olan ise, onlara göre, bunun caiz
olduğudur.
Bir evdeki hissesini
satan şahıs, sattığı yeri belirtmezse; Şemsü'l-Eimme Halvânî: "Bu caiz
değildir." buyurmuştur.
Bir satıcı, müşteriye:
"Sana, şu kumaştan bir arşın sattım." veya "Şu
keresteden..." dediği halde, sattığı şeyin yerini belirtmese; bu gibi
mes'elelerde, âlimler, yukarıda söylediğimiz ev mes'elesindeki ihtilâf
üzeredirler. Bazıları ise: "Bu caiz olmaz." demişlerdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse bir arşın
kereste veya bir kumaşın belli bir yerinden bir arşın satın alsa, bu caiz
olmaz.
Satıcı kesip teslim
etse bile, bu alış-veriş caiz olmaz.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, bu durumda alış-veriş caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Bu caiz olmaz." buyurmuştur.
Ancak, satıcı,
o şeyi kesip
teslim ederse; müşteri
artık, onu almaktan kaçınamaz.
Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Şu evdeki hissemi, şuna
göre, sana sattım." dediğinde, müşteri, satıcının o evdeki hissesini
biliyorsa; bu alış-veriş caiz olur.
Müşteri, satıcının
hissesini bilmiyorsa, bu alış-veriş
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre, caiz olmaz.
Satıcının, kendi
hissesini bilip bilmemesi de fark etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir evin
kendisine ait olan beşte bir veya beşte iki hissesini satsa; bu , İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, kıyâsen değil, istih-sânen caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Bir kimse,
diğer bir şahıstan,
bir arsa veya bir arazi
satın aldığında, satıcı onun hududunu söylediği hâlde, evinin-boyunun
kaçar arşın olduğunu söylemese; müşteri de hududu bildiği halde, komşularını
bilmese; bu alış-veriş caiz olur.
Satıcı, hududu
söylemediği gibi, müşteri de bunu bilmese, yine alış-veriş caiz olur. Ancak,
bunun için aralarında anlaşmazlığını bulunmaması ve
yerin tamamının bilinmesi
gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir yerde
kazılmış bulunan çukurdaki buğdayını satar e müşteri çukurun derinliğini,
sonunu bilmezse; âlimler: "Bu müşteri ıuhayyerdir. Bu alış-veriş de
caizdir." demişlerdir. Zahîriyye'de
de böyledir.
Bir kimse, bir
başkasına: "Şu yüz dişi koyunu, şu yüz dişi koyuna, her bir koyunu, bir
koyuna sana sattım." dese; bu alış-veriş fâsid olur.
Bir kimse, diğerine:
"Ben, şu sağ ineği, bir rıth, bir dirheme olmak üzere, sana sattım."
der; müşteri de, onu, teslim aldıktan sonra zayi ederse; kıymetini tazmin eder.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimse, bir başkasına: "Şu koyunu, sana, her üç rıtlım bir dirheme sattım."
dediğinde, o koyunu sağ iken tartmak şartı bulunursa; bu ahş-veriş geçersiz
olur.
Keza, bu satıcı:
"...Ağırlığı elli rıtıldir. Onun, her üç rıtlmı bir dirheme satın al." derse, yine bu alış-veriş bâtıl
olur.
Keza, satıcı: "Şu
narları, sana vezni bir dirheme sattım.' dese, bu ahş-veriş bâtıldır. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Şu köleyi, sana, şu fiata sattım." dediği halde, kölenin
adını söylemez, müşteri de, onu görmüş olmazsa; bu alış-veriş bâtıl olur.
Çünkü, satılan şey meçhuldür.
Keza, başka kölesi
bulunan bir satıcının, müşteriye: "Sana, bir köle sattım." demesi
hâlinde de, aiış-veriş bâtıl olur.
Ancak, satan ve alan,
"satılan kölenin, gerçekten bu köle olduğu hususunda," bir köle
üzerinde ittifak ederlerse; bu durumda alış-veriş caiz olur.
Âlimler, buradaki
"alış-veriş caizdir." lafzının mâhiyetinde görüş ayrılığına düştüler.
Bazıları: "Bunlar
ittifak ettikleri zaman, gerçekten önceki alış-veriş caizdir."; bazıları
ise: "Aralarında başka bir akid meydana geldi ve birinci alış-veriş ikinci
ahş-verişe dönüştü." dediler. Zehıyre'de de böyledir.
Kitâbü'l-Itâk
Şerhı'nde şöyle zikredilmiştir:
Tek bir kölesi bulunan
bir şahıs, diğerine: "Kölemi, şu fiata
sana sattım." dese, bu alış-veriş caiz olur.
Bir kimse, diğerine:
"Şu evde, un, hayvan, elbise gibi her ne varsa, tamamını sana
sattım." derse, müşterinin, o evde ne olduğunu . bilmemesi hâlinde, bu
alış-veriş fâsid olur.
Fakat, satıcı, ev
yerine, "şu sandıkta..." veya "şu çuvalda, ne varsa..."
demiş olsaydı, bu alış-veriş caiz olurdu. Zahîriyye'de de böyledir. [104]
Memede bulunan sütü,
ana karnında bulunan çocuğu satmak caiz değildir.
Meşhur rivayete göre,
koyunun sırtında bulunan yünü satmak caiz değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Satıcı» yünü ve sütü, —yaptıkları— akidden sonra teslim
etmiş olsa bile, bunların satımı yine de caiz değildir. Fâsid satış, sahih
satış hâline dönüşmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Erkek hayvanı, dişiye
çekmek alış-verişi yoktur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Başağında bulunan
buğdayı, ölçmek ve tartmak suretiyle, alıp-satmak caizdir. Kunye'de de
böyledir.
Ağacının üzerinde
bulunan hurmanın, toplanmış bulunan hurmanın ölçeğinin tahminî miktarı ile
alınıp -satılması caiz değildir.
Bu şekildeki
ahş-verişe Müzânebe denir. Münâkale de caiz değildir.
Mühâkale: "Henüz
başağında bulunan buğdayı, kile (= ölçek) ile ölçülen buğdayın miktarı ile tahmin ederek
alıp-satmaktır. Nehru'I-Fâık'ta
da böyledir.
Başakta olan buğdayın
samanını alıp-satmak caiz değildir. Ancak, saman, harman sürüldükten sonra,
henüz savrulmadan,alımp-satılabilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bey'-i mülâmese de
caiz değildir.
Bey'-i mülâmese:
Alış-veriş yapanlardan birisinin satılan mala dokunması; satıcının, bu malı
alıcıya atması ve bunlardan birisinin bu malın üzerine taş koyması şeklinde
yapılan alış-veriştir ki, caiz değildir.
Bey'-i münâbeze de
caiz değildir.
Bey'-i münâbeze: Alan
ve satan şahıslardan her birinin, elbiseyi diğerine atması ve her birinin,
elbisenin sahibini görmemesi ve bu şekildeki atmayı alış-veriş saymalarıdır
ki, bu da caiz değildir.
Nehru'l-Fâık'ta da
böyledir.
Buğday sapını,
—üzerinde buğday bulunmadığı halde— satmak caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Sedeften bahsetmeden
inci satın almak caiz olur. Bu sedeften çıkan inci, müşterinin olur. Hulâsa'da
da böyledir.
Karpuzun içindeki
çekirdeği satan şahıs, bu karpuzun koparılmasına izin verse bile, bu
alış-veriş bâtıldır; asla caiz değildir.
Sahih olan da, budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Keza, —hurmayı
satmadan— hurmanın içindeki
çekirdeğini, —zeytini satmadan,bu— zeytinin yağını veya —susamı
satmadan, bu— susamın yağını satmak, —satıcı, bunları müşteriye teslim etse
bile— caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, bir başka
şahsa, sarık dokuması için iplik ve atkı için malzeme verir o şahıs da dokuduktan
sonra, kendisi için dokuduğunu salın alsa; bu caiz olur. Kunye'dede böyledir.
el-Uyûıı'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, evinin
içinde bulunan bir küpü sattığı halde, kapı sökülmeden, küpün dışarı
çıkartılması mümkün olmazsa; bu durumda da, bu alış-veriş caiz olur. Ancak,
satıcı, bu küpü, evin dışında teslim etmesi için cebredilir.
Bu durumda, satıcı o
küpü, kırmadan evden çıkaramazsa; bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
"Şu pamuk
tohumunu sattım." diyen kimsenin onu satması caiz olmaz.
Kakıyh Kbû'l-Leys'in
seçtiği kavil ise: "Şüphesiz ki, onun satılması caizdir." kavlidir.
Münlekâ'da böyle zikredilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Kesmeden önce, bir
hayvanın derisini ve bağırsağım satmak caiz olmaz.
Hatta bir kimse, böyle
bir alış-veriş akdinden sonra hayvanı kesip, derisini ve bağırsağını çıkararak,
müşteriye teslim etse bile, bu akid cevaza dönüşemez. (Caiz olan bir alış-veriş
akdi hâline gelemez.) Zehıyre'de de böyledir.
Tavanda bulunan bir
ağacı,
Kütüğü üzerinden bir.arşın
keresteyi,
Zarar vermeden
ayrılması mümkün olmayan bir kılıç tezyinatını,
Yetişmemiş ekini
satmak ve
İki kişinin ortak
bulunduğu bir şeyi, bu ortaklardan birisinin, diğer ortağının hâricinde, başka
bir kimseye satması...
Bunların hepsi de,
fâsid aliş-verişierdir.
Ancak satıcı, tavandan
ağacı çıkarmaya; kumaştan ve kütükten bir arşınını kesmeye; kılıcın ziynetini
çıkarmaya, ekini biçmeye razı olursa; bu durumda, bunların hepsi, müşterinin bu
alış-verişi feshedip etmemesine bağlıdır.
Fakat satıcı, müşterinin
bu akdi feshetmesinden önce, bu işleri yaparsa, bu akid gerekli ve geçerli
olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur. Hâvî'de de böyledir.
Duvardaki ağacın
yerini bağışlamak, bi'1-ittifak caiz olmaz. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir yüzüğün —sadece—
kaşını satmak, bu yüzüğe zarar verecekse, caiz değildir.
Bu durumda yüzük,
müşterinin elinde emânettir.
Şayet, kaşın
satılması, yüzüğe zarar vermiyecekse, bu alış-veriş caiz olur.
Eğer yüzük, müşterinin
elinde zayi olursa, —sadece— kaşının bedelini öder. Hulâsa'da da böyledir.
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdiri'nde şöyle zikretmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:
— Bir kimse, yüzükteki
kaşı veya tavandaki ağacı satar; bu da zarar vermeden çıkmazsa; müşteri —satın
aldığı— bu şeye mâlik olur mu? Yoksa, bu alış-veriş mevkuf mudur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bu alış-veriş mevkuftur. Müşteri, o şeye
sahip olamaz. Burada satıcı muhayyerdir: Dilerse, o şeyi teslim eder; dilerse
teslim etmez.
Şayet müşteri dâva
etmezse, satıcı bunları veya evi bir başkasına satıp, ona verebilir.
İmâm Muhammed (R.A.):
"İkinci alış-veriş akdi, birinciyi bozar." buyurmuştur. Muhıyt'te de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: Bu cins meselelerde aslolan şudur:
Satıcıya, müşteriye
teslim etmesi hususunda cebredilebilen her şey, satış akdi üzerine, müşteriden
alınır.
Müşteriye verilmesi
hususunda, satıcının cebredilemediği bir şey, müşteriye bu şekilde verilmiş
olmakla alınmış olmaz. Bu.şey, müşterinin elinde helak olsa, tazmin edilmesi
gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Yatağının içindeki
yünü satan bir şahıs, yatağının açılmasına razı olmazsa; bu
yatağın açılmasında bir
zarar bulunması hâlinde
bu alış-veriş caiz olmaz.
Şayet, bu
yatağın açılmasında bir zarar
yoksa, o zaman,
bu alış-veriş caiz olur.
Yatağın açılması
hususunda ihtilafa düşmüşlerse; onu, satıcının açması, müşterinin de görmesi
gerekir.
Müşteri görür ve —yünü
almaya— razı olursa; satıcı, geride kalanı da açması için cebredilir.
Henüz, yerden
sökülmemiş bulunan havucun satılması da böyledir. Hulâsada da böyledir.
Dükkânda veya her
hangi bir yerde, tamiratla ilgili alim-satim için, zarar vermemek şart
kılınmıştır. Kunye'de de böyledir.
İbn-ü Semâ'a şöyle
demiştir:
İmâm Muhammed
(R.A.)'den sordum:
— Ben, gasbettiğim bir
hurma kütüğü ile bir eve tavan veya gasbettiğim kiremitle bir ev yahut
gasbettiğim çivi ile bir kapı yapıp, sonra da bu evi veya kapıyı satarsam, bu
alış-veriş caiz olur mu? Ve, müşteri bu durumu bilirse, evi alıp almamak
hususunda muhayyer olur mu?
İmâm şu cevabı verdi:
— Bu alış-veriş caiz
olur. Müşteri, bu hususta muhayyer olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir ziraatçının
arazisinde imaret bulunur ve bu imaret bina veya ağaç cinsinden olursa, bunun
ahnıp-satılması caiz olur.
Ancak, imaret yer
sürmek, kanal kazmak veya benzeri bir şeyse, alınıp satılması caiz olmaz.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir ev veya bir arazi,
iki kişinin müşterek malı olur ve taksim edilmemiş olduğundan, her ortağın
kendi hissesine düşen yer belli olmazsa; bu ortaklardan birinin, buradan
belirli bir yer veya ev satması hâlinde, bu alış-veriş caiz olmaz. Ve bu
alış-veriş bu şahsın kendi hissesi hakkında da ortağının hissesi hakkında da
geçerli değildir.
Ancak şu hâl, bunun
hilâfınadır: Ortaklardan biri, o evde veya arazide bulunan hissesinin tamamını
satarsa, bu alış-veriş caiz olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Su kanalının
ahnıp-satılması ve bağışlanması caiz olmaz.
Yolu satmak veya
bağışlamak da caiz değildir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, karnında
çocuk bulunan bir cariyeyi satar ve bu câriye müşterinin yanında doğurursa;
çocuk için ayrıca bir bedel ödemeye lüzum yoktur.
Ancak bu câriye,
müşteriye teslim edilmeden önce doğurursa; müşterinin, bu çocuk için bir bedel
ödemesi gerekir. Çocuğun, teslim alınmadan ölmesi hâlinde de, ona bir bedel
ödemek gerekmez.
Câriye teslim
alınmadan doğurur, vasî de, çocuğun satılmasına izin vermez veya onu azâd
ederse; müşteri, ancak, bedelini ödeyerek cariyeyi ahr. Vasinin, doğumdan sonra
izin vermesi sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir. [105]
Bir akidle efradının
satılması caiz olan şeylerin satılmasından, istisnada bulunmak caiz olur.
Şöyle ki: Bir yığın
buğday satan bir kimsenin, bundan bir Ölçeğini istisna etmesi; bir tulum yağ
veya sirke satan kimsenin, bunlardan on rıtlını istisna etmesi gibi hallerde,
bu istisnalar caiz olur.
Keza, satılan şeyler
adediyyât-ı mütekâribeden (= birbirleri arasında, kıymetçe mühim bir fark
bulunmayan ve sayı ile alınıp satılan, misliyattan olan şeylerden) ise,
bunlarda da, —istisna ile— ahm-satım caizdir.
Ancak, bir akidle
fetlerinin satılması caiz olmayan şeylerden istisna da bulunmak sahih olmaz.
Meselâ: Bir cariyenin
satılıp, karnındaki çocuğun istisna edilmesi; bir koyunun satılıp, bazı
uzuvlarının istisna edilmesi; bir sürünün satılıp, terk bir koyunun istisna
edilmesi veya ziynetli bir kılıcın satılıp, ziynetinin istisna edilmesi gibi
haller caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, sattığı
evin içinde bulunan, odunu, kerpici, tuğlayı veya toprağı istisna eylese, bu
caiz olur. Kunye'de de böyledir.
Meyve satıp da,
bunların içinden belirli bir miktarını istisna etmek sahih olmaz.
Bu hüküm, meyvenin
ağacın üzerinde iken satılmış olması hâlinde geçerlidir.
Ancak, kesilip
toplanmış bulunan meyvenin tamamı satıldığı halde, içinden bir ölçeğinin istisna
kılınması caiz olur.
Âlimler: "Bu,
Hasan1 m rivayeti ve
Tahâvî'nin kavlidir." demişlerdir.
Zahiru'r-rivâye'ye
göre de, uygun olan bunun caiz olmasıdır.
Bir kimse, hurma
ağaçlarını satar ve bunların içinden bilinen bir ağacı istisna ederse, bu caiz
olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, arpa veya
buğday yığınının tamamını, yüz dirheme satıp, bunun onda birini istisna ederse;
bu şahsa, tamamının tutarının onda dokuzu yani doksan dirhem ödenir.
Şayet bu satıcı:
"Onda biri bana olmak üzere..." derse; buğdayın onda biri, tamamının
tutarının onda dokuzu bu şahsın olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu bana olmak üzere, şu yüz koyunu, yüz dirheme, sana
satıyorum." dese; bu alış-veriş fâsid olur.
Şayet, bu şahıs:
"Şu müstesna..." demiş olursa; kalan koyunlar, yüz dirheme satılmış
olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bu satıcı, müşteriye:
"Yüz dirheme, şu yüz koyun senindir; ancak yarısı müstesna." derse;
bu durumda, koyunların yarısı, yüz dirheme —satılmış—olur.
Şayet, bu satıcı:
"Yarısı benim içindir." derse; koyunların yarısı, elli dirheme
—satılmış— olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahıs, koyunları
sattığı halde, belli olmayan bir koyunu istisna etmiş olsa; bu alış-veriş fasid
olur.
Ancak, bu durumda,
belli bir koyunu istisna ederse, alış-veriş caiz olur. Hulûsu da da böyledir.
Bütün değişik
sayılarda da durum böyledir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Karnındaki çocuğu azâd
edilmiş bulunan bir cariyenin satılması caiz değildir.
Bunun benzeri on bir
mes'ele vardır:
1) Bunun
akdi de, istisnası da caizdir. Anası vasiyyet edildiği halde çocuk istisna
edilse veya çocuk vasiyyet edildiği halde anası istisna edilse; bu istisna
sahih olur.
Bu, mes'elelerin
dördünde de, akdi de istisnası da fâsid olur:
2) Sahibi bu
cariyeyi satar
3) Veya
mukâtebe kılar
4) İcara
verir veya
5) Bir
borç üzere anlaşma yapar ve çocuğu
istisna ederse; bu durumda yapılan
akidlerin hepsi de fasid olur.
Altı mes'eîede, akid
caiz, istisna ise batıl olur:
6) Ana
bağışlanır veya
7) Tasadduk
edilir ve teslim edilirse;
8) Mehir
olarak verilirse;
9) Kasden
öldürülen bir kimsenin kanından dolayı yapılan sulha bedel olarak verilirse;
veya
10) Hup (-
mal mukabili boşama) karşılığı verilirse; yahut
11) Ana azâd
edildiği halde cenîn istisna edilirse; bu durumlarda da akid geçerli, istisna
ise bâtıl (= geçersiz) olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Emâli'de, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu köleyi, sana, bin dirheme sattım; ancak,. yarısı beş yüz
dirhemdir." dese; bu durumda, alış-veriş bu kölenin tamamı hakkında
caizdir ve onun bedeli, bin beş yüz dirhemdir.
Keza, bu şahıs,
diğerine: "Ancak, onun yarısı yüz dirheme..." demiş olsa, bu durumda,
bu kölenin tamamı, bin yüz dirheme müşterinin olur.
Yine, Emâlî'de, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, diğer bir
kimseye: "Şu köleyi, onun yarısı üç yüz (veya altı yüz) dirheme bana ait
olmak üzere, bin dirheme, sana sattım.", veya "...bedelin üçte birine..."
yahut "...yüz dinara sattım." dese; bu durumda, bu alış-verişin
tamamı fâsid olur. Muhıyl'te de böyledir.
Bir kimse, sahibi
bulunduğu bir yolu, kendisinin, oradan devamlı gelip geçme hakkı olmak üzere
satsa; bu alış-veriş caiz olur.
Keza, bir kimse, alî
kattaki evini, kendisinin üst katta devamlı oturma hakkı olmak üzere satsa; bu
alış-veriş de caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir,
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdsrfnde İmâm Mtihammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, diğer bir
kimseye: "Şu yerden, kapısına kadar, yol hâriç, şu evi sana sattım."
der ve yolun enini boyunu açıklayıp,kendisi veya başkası için böyle şart
koşarsa, bu alış-veriş caiz
Yol hariç olmak üzere
belirlenmiş bulunan bedelin tamamı da satıcının olur.
Ev satışında, satıcı:
"Benim için yol hakkı olmak üzere..." der ve yolun enini boyunu tarif
edip bildirirse; bu caiz olmaz. Mııhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu evimi, bizzat ev bana ait olmak üzere, sana, bin dirheme
satıyorum." dese; bu sahih olmaz..." Ancak şu ev..." derse; caiz
olur.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Binası müstesna olmak üzere, şu sınır içindeki yeri, sana
sattım." dese; bu ahş-veriş caiz olur. O bina, satışa dâhil olmaz. Bir
kimse: "Bizzat şu ağaç müstesna..." diyerek, bir arazisini satsa; bu
ahş-veriş caiz olur.
Bu müşteri, ağacın
dallarının mülkünde yayılmasını istemiyebilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Hasan bin Ziyâd,
Kitâbu'l-Ihtilâf Beyne Ebî Yûsuf ve Züfer (R. A.)'de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu evi sana bin dirheme sattım; ancak, yüz arşını
müstesna." dese; bu durumda, ahş-veriş fâsid olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göredir. İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre ise, bu ahş-veriş caiz olur.
Müşteri, evin kaç arşın olduğunu biliyorsa, muhayyerdir: Dilerse, kendi yüz arşınına satıcı sahip olduğu için, bu evde ikisi arasında ortaklık meydana
getirir; dilerse, evi almaktan vaz geçer. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şu yiyeceği, sana, bin dirheme satıyorum; ancak, ondan, on ölçek
müstesnadır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre, bu ahş-veriş fâsid
olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bu ahş-veriş caizdir. Ve, müşteri muhayyerdir. Ondan, on
ölçek çıkarır.
Şayet, yüz dinara
satıp, bir dinarını müstesna kılarsa, o yiyeceği, doksan dokuz dinara satmış
olur. Bahru'r-Râik'ta da böyledir. [106]
Bir kimse, hür
şahısla, bir köleyi veya kesilmiş bir koyunla bir İaşeyi beraberce satmış olsa;
bu iki şey hakkındaki satış da bâtıl ( = geçersiz) olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, her birinin bedelinin söylenip söylenmemesi arasında da bir
fark yoktur.
İmâmeyn'e göre ise,
bunlardan her birinin bedeli ayrı ayrı söylenmiş olursa; köle ile kesilmiş
koyunun satışı sahih olur. Kâfî'de de böyledir.
Keza, bir kimsenin
satın aldığı kesilmiş iki koyundan birisini, bir mecûsi kesmiş olsa veya bir
müslüman, kasden besmeleyi terk ederek kesmiş bulunsa; bunlar, bize göre müsavidir ve mes'ele yukarıdaki
gibidir. Mebsût'ta da böyledir.
Fakat, bir kimse, bir
köle ile müdebberi veya mükâtebi yahut ümm-ü veledi veyahud da kendi kölesi ile
bir başkasının kölesini bir araya getirip, ikisini beraber satsa; kendi kölesi
hakkındaki satış sahih ve onun bedelini alması caiz olur.
Kendi mülkü ile vakfı
bir araya getirip satan şahsın, kendi mülkü hakkındaki satışı,
—sahih olan kavle
göre— sahihtir. Kâfî'de
de böyledir.
Bir kimse, iki tulum
sirke satın alır, sonradan da, bunlardan birisinin şarap olduğu meydana
çıkarsa; her tulumun fiatının ayrı ayrı belirtilmemiş olması hâlinde, her
ikisinin hakkındaki alış-veriş akdi de fâsiddir.
Eğer, her
birinin"fiatı açıklanmış ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine
böyledir yani yine bunlar hakkındaki ahş-veriş fâsiddir.
İmâmeyn'e göre ise,
sirke hakkındaki ahş-veriş akdi caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı iki köleden birini teslim aldığı halde, diğerini teslim almadan; beheri
beş yüz dirhemden olmak üzere, ikisini bin dirheme satarsa; teslim aldığı
köleyi satması caiz olur; teslim
almadığı köleyi satması ise caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın almış
bulunduğu bir köleyi, kendi kölesi ile birlikte satarsa, imamlarımızın üçüne
göre de, yanında bulunan kölenin satışı caiz olur. Huiâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
satın aldığı bir köleyi teslim aldığı hâlde bedelini ödememiş olur ve onu kendi
kölesi ile birlikte, her birini beş yüzer dirhemden satarsa; bu durumda, kendi
kölesinin satılması caiz olur. Satın aldığı köleyi satması ise, caiz değildir.
Zehiyre'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
denilmiştir:
Bir kimse, bîr ev ve
malum ve hudutları olan, müslümanlara ait bir yol satın alır yani bu evle yolu
birlikte satın alırsa; teslim aldıktan sonra, bu şahıs, o yolda hak sahibi
olur. Dilerse, evi gui verir. Yol eve bitişiyorsa, dilerse, evi elinde tutar.
Eğer, ev yoldan ayrı
ise, bedelini ödeyince, ev kendisinin olur. Muhayyerlik hakkı olmaz.
Şayet, yol hudutlu
değilse ve miktarı da bilinmiyorsa, bu ahş-veriş fâsid olur.
Eğer bu yolun yeri,
mescide aitse, bu da malum yol gibidir.
Eğer, mescidde cemâat
oluyorsa, bu satışın tamamı fâsiddir. Çünkü, mescidin alınıp-satılması caiz
olmadığı gibi helâl de değildir.
Keza, mescid yıkılmış
ve yeri boş arsa haline gelmiş olsa bile, alım-satımı caiz olmaz.
Bir yere ortak bulunan
iki kişiden birisi, o yerin tamamını diğer ortağına satsa; Şeyhu'l-İmânı Zahîru'd-Dîn el-Mürğînânî: "Bu satış fâsiddir." demiştir.
Keza, yine İmâm
Zahîru'd-Dîn: "İddia olunan şahısla iddia eden şahıs, ortak bulundukları
bir ev üzerinde ahş-veriş akdi yapsalar,bu fâsid olur." buyurmuştur.
Bir kimse, peşin beş
yüz dirheme bir köle satın alır; beş yüz dirhemi ise, filan şahsın üzerinde
olur veya beş yüz dirhemi bahşiş olarak verirse, bu ahş-veriş fâsid olur.
Kudûrî Şerhi'nde böyle
zikredilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseden yüz on dirhem ve mahdut bir batman buğday satın alır; satıcı, bunları vasıflarını belirttiği hâlde, buğdayı
nerede teslim edeceğini açıklamazsa; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu buğdayın hissesine isabet eden fesâd, geride
kalan buğdaya da geçer mi?
İmâm Ebû Hanîfe:
"Uygun olan, geçmesidir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Şehâdeti sahih olmayan
bir şahsın, kendisinin bir şey satması, kendisine bir şey satılması, bir şey
satın alması caiz değildir.
Meselâ: Bir şahsın
vekili, nefsi veya başkası için; müşteriden, —vârisinden yahut kendisine bağış
yapılmış vasıyyet edilmiş bulunulandan değil— satın aldığı şeyin bedelini
peşin olarak ödemeden —aldığı bedelden— noksan olarak satarsa; satılan şeyin
kendisinde bir noksanlık bulunmaması hâlinde, bu satış caiz olmaz. Kâfî'de de
böyledir.
Eğer, bu şahsın
üzerinde, aldığı bu şeyin bedelini ödemeden önce bir şey kalmışsa; yine bu
şekilde satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Fetâvâyi Altâbiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Dinarlarını satmış
bulunan bir kimse, bunları, sonradan dirhemler karşılığında, daha noksan bir
değerle satın alırsa, bu caiz olmaz.
Dinarlarını satan bir
şahıs, sonradan bunları, gümüş parçaları karşılığında, daha az bedelle satın
alsa, bu caiz olur.
Fakat bunları, bu şekilde,
para karşılığında satın alırsa; bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, caiz
olmaz. Diğer iki imamımızın kavillerine göre, bu kıyâs üzere caiz olur.
Tatarhânıyye'de de böyledir.
Ancak bu şeyi, başka
cinsten bir şeyle veya o şeyi, kusurlandıktan sonra satın alırsa, bu durumda,
bu ahş-veriş caiz olur. Tehzîb'de de böyledir.
Bir kimse, satın aldığı şeyin önceki bedelini
ödemeden veya ödedikten sonra, o şeyi,
daha fazla bir bedelle satın alsa bu caiz olur.
O şeyin piyasada
ucuzlamış, narhının düşmüş olması durumunda, önceki aldığından daha ucuza satın
alması caiz olmaz. Yani, bu durumda, narha itibar edilmez. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir malın bedelinin yarısını ödedikten sonra, kalan yarısını, bedelin
yarısından daha aşağı bir karşılıkla alması caiz olmaz.
Keza satıcı, durumu
müşteriye havale ettiği halde, müşterinin, sonradan o şeyi, önceki satıldığı
bedelden daha noksana satın alması caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, kendisinin
bir şahsa, onun da bir başka şahsa satmış bulunduğu bir şeyi, bu ikinci
müşteriden, kendi sattığından daha ucuz bir bedelle satın alması caizdir.
Ancak, ikinci müşteri,
birinci müşteriye bu alış-verişin herkes için feshedilmesi,sebebiyle müracaat
etmişse; bu durumda satıcının, o şeyi sattığından daha düşük bir bedelle satın
alması caiz olmaz.
Ancak, ikinci müşteri,
birinciye, sadece aralarındaki alış-verişin feshi sebebiyle müracaat etmiş
olursa, bu durumda, satıcının, o şeyi sattığından daha düşük bir bedelle satın
alması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Fetâvâyi Attâbiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, sattığı
şeyin bedelini teslim aldıktan sonra, o şeyi. sattığından daha düşük bir
bedelle satın alsa, bu caiz olur.
Şayet bedel olarak
ahnan para, geçmez para olur ve müşteriye iade edilirse, bu satışın cevazına
zarar vermez.
Keza, satılan şeye
bedel olarak, taraflar bir elbiseye sulh olsalar; satıcı bu elbiseyi teslim
aldıktan sonra, sattığı şeyi, sattığı bedelden daha düşük bir bedelle geri
satın alır ve bilâhare de, bu elbisede bir kusur bulur ve onu geri verirse, bu
ahş-veriş bozulmuş olmaz.
Ancak, dirhemlerin
kalp olduğunu görürse, bu durumda ahş-veriş bozulur.
Bir kimsenin satmış
bulunduğu bir şeyi, bu şahsın babası veya oğlunun, o şahsın sattığından daha
düşük bir fiatla satın alması caizdir.
Bu durumda, bu şahsın
hayatta bulunması veya ölmüş olması arasında da bir fark yoktur.
Müdârib (= mal
birinden, emek birinden olmak üzere kurulmuş olan şirketlerde, emek sahibi olan
ortak) bir şeyi sattıktan sonra, bu şirkete malı ile ortak bulunan şahıs, o
şeyi daha düşük bir bedelle satın alsa, bu caiz olmaz.
Bir köleyi, yüz
dirheme satın alan şahıs, o köleyi teslim aldıktan sonra; bu köleyi kendisine
satan şahsa, üç yüz dirheme bir câriye satsa, bilâhare de, bu cariyeyi "o
köle ve yüz dirhem" mukabilinde satın alsa, bu caiz olur. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kimse, bir
yabancının muhayyer olması şartı ile, bin dirheme ve veresiye olarak bir cariye
satar, muhayyerliği şart kılınan yabancı şahıs da bu ahş-verişe İzin verdikten
sonra, bu yabancı, cariyenin bedeli nakden ödenmeden, onu beş yüz dirheme satın
alsa, bu caizdir.
Bu durumda, o
cariyeyi, satıcının satın alması caiz olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir müşteri, bir
şahsa, bir parça kumaş hediye eder, bu şahıs da, o kumaşı tekrar hibe eden şahsa
hibe ettikten sonra, müşteri bu kumaşı, ilk satıcıya, satın aldığından daha
düşük bir bedelle satarsa, bu satış caiz olur.
Keza, bir müşteri, bir
köleyi sattıkdan sonra, bu köleye tekrar satın alır ve onu kendisine satan
şahsa aldığından daha düşük bir bedelle satarsa, bu satış caiz olur.
Bir müşteri, bir
kimseye bir şey bağışlayıp, onu teslim eder ve sonra da hibesinden vaz geçip, o
şeyi satın aldığı şahsa, aldığından düşük bir bedelle satarsa; bu caiz olmaz.
Bir kimse,
"kölesini, bin dirheme satmak üzere" bir şahsı vekil tayin eder;
vekil de, bu köleyi sattıktan sonra; bu vekil, bu köleyi, kendi adına veya
başka bir şahsa vekâleten daha az bir fiatla satın almak isterse; —ilk şahıs
bedelini almadan—, bu caiz olmaz.
Müdebber, mükâtep veya
kölesini satan bir efendinin, sattığım daha düşük bir bedelle satın alması caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir şeyi
sattıktan sonra, başka bir şahsı, sattığı o şeyi, daha düşük bir bedelle satın
alması için vekil tayin etse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, beş yüz
dirheme bir câriye satın aldıktan sonra, bu cariyeyi başka bir câriye ile
birlikte satar ve bu işlemi, beş yüz dirhemi nakden ödemeden önce yaparsa,
—satın almamış olduğu hakkında— bu alış-veriş caiz olur. Diğeri hakkında ise,
bu ahş-veriş fâsiddir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Kudûti'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kumaşı, içinde
bulunulan zaman fiatı ile satıp, sonra, onu aynı bedelle, —parasını bir müddet
sonra ödemek üzere— satın almak caiz olmaz.
Bir kimse, bir şeyi,
bir seneye kadar veresiye olmak üzere, bin dirheme sattıktan sonra, o şeyi, bin
dirheme, iki seneye kadar veresiye olmak üzere satın alsa, bu caiz olmaz.
Ancak, bunun bedelini,
bir dirhem veya daha fazla artırırsa, satın alması caiz olur. Muhıyt'te de
böyledir. [107]
Alış-verişte şart
kılınmış bulunan hususu bilmek gerekir.
Bir şart bulunmadan,
alış-veriş akdinin lüzumu, akdin ve manâsının şart olmasını iktiza eder.
Bu, akdin fâsid
olmasını gerektirmez- Satıcının, sattığı şeyi teslim etmesinin; müşterinin de,
aldığı şeyin bedelini ödemesinin şart olması gibi...
Veya, şart da, akdi
iktiza etmez. Yani, şartlarınsöylenmişolmasi, akdin yapılmış olmasını
gerektirmez.
Ancak, bu şekildeki akid
de uygun olur. Biz, yukarıdaki sözümüzle, akdin gerekliliğini te'kid etmeyi
kasdediyoruz. Müşterinin, kefile bedelî verip; kefilin işaretle veya sözle, —o
mecliste bulunup,— akdin yapıldığını bilmesi gibi... Kefaleti kabûi etmesi
gibi...
Yahud, akdin yapıldığı
mecliste bulunmadığı halde, o meclis dağılmadan gelip, kefaleti kabul etmesi
gibi...
Ki, bu durumlarda,
alış-veriş istihsânen caiz olur.
Keza, alış-veriş;
müşterinin mal bedelini rehin olarak vermesi; rehinin işaretle veya söylenmekle
bilinmesi gibi hallerde de, istihsânen caiz olur. Her ne kadar rehin, akdin
iktizâsından değilse de, hüküm böyledir.
Ancak, rehin akdin
gerekliliğini kuvvetlendirir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Rehin bilinen bir şey
olmaz, söylenilen bir şey olur ve bu da bir yer olursa, caiz olmaz.
Ancak, rehin keylî (=
ölçülen) veya veznî (= tartılan) vasıflanmış bir şey olursa, o caizdir.
Rehin, muayyen bir şey
olmadığı gibi söylenilen bir şey de olmaz; ancak, alınan şeyin bedeli rehin
bırakılırsa; bu alış-veriş caiz olmaz.
Ancak, her iki taraf
da, aynı meciisde rehnin tayinine razı olurlar ve müşteri, o meclisten
ayrılmadan, onu satıcıya teslim eder veya müşteri, bedeli peşin olarak öderse,
bunlar müstesnadır ve alış-veriş caiz olur.
Muhiyt'te de böyledir.
Kefil muayyen olmaz,
sözle de bildirilmezse; alış-veriş akdi fâsid olur.
Kefil, alış-verişin
yapıldığı mecliste hazır bulunur ve kefaleti kabul etmekten kaçınırsa veya
bundan kaçınmadığı halde, oradan ayrılana kadar, kefaleti kabul etmez veya
başka bir vazife alırsa, bu durumda, bu alış-veriş istihsânen bâtıl (=
geçersiz) olur.
Bundan sonra, kefilin,
kefaleti kabul edip etmemesi de, bir şey değiştirmez. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, bir yığın
buğdayı rehin bırakmayı şart koşarsa; bu caiz olur. Çünkü, bu cehalet (-
bilgisizlik), alış-verişi ifsâd etmez.
Muayyen bir şeyin
rehin bırakılması şart koşulduktan sonra, rehin verecek oian şahıs, onu teslim
etmekten kaçınırsa; teslim etmesi için cebredilmez.
Bu durumda müşteriye:
"Ya rehni, ya onun kıymetini veya aldığın şeyin bedelini verirsin veyahud
da bu alış-veriş akdi fesholur." denilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Eğer müşteri bunları
yapmaktan kaçınırsa, satıcı bu alış-verişi bozma hakkına sahip olur.
Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse,
bir şeyi satın .aldığı
zaman, "filan adamın
kefil olmasını, şart koşarsa; bu durum, müşteriye, aldığı şeyin bedelini
rehin vermesini şart koşmak veya bizzat kendisini kefil saymak gibi olur ki,
şayet kefil, aynı mecliste hazır bulunup, kefilliği de kabul ederse; bu
alış-veriş sahih olur. Suğrâ'da da böyledir.
Bir kimse, bir şahsa,
bir şey sattığında, müşteri, satın aldığı malın bedelini alması için, satıcıyı
başka bir şahsa havale ederse; bu alış-veriş kıyâsen fâsid, istihsânen caiz
olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Havale hakkında şöyle
denilmiştir: Satıcı, sattığı şeyin bedelinin tamamının, müşteri tarafından
alacaklısına verilmesini isterse,
bu alış-veriş fâsid olur.
Şayet, sattığı
şeyin bedelinin yansının
müşteri tarafından, ala-. caklısına verilmesini şart koşarsa; bu
caiz olur.
Hâkim, Muhtasâri'nda:
"Bu alış-veriş mutlaka caiz olur." demiştir. Sahih olan da, budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şart, akde uygun
olmadığı halde, muhayyerlik gibi şer'î bir cevâ/ bulunur veya şer'an bir cevaz
vârid olmadığı halde, —nalınları ve kayışlarını ayrı yerlerden satın alıp,
onları satıcıya hazırlatması gibi,— ört ve âdet olursa, bu durumlarda da,
ahş-veriş istihsânen caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satıcının,
kendisi için mest dikmesi üzere, deri satın alırsa veya satıcının astarlaması
şartıyla, bir baş giysisi safın alırsa, teamülden dolayı, bu ahş-verişler caiz
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Keza, bir kimse,
yırtığını dikmesi şartıyla, başka bir kimseden mest veya yırtığını dikmesi ve
yamaması şartıyle bir elbise alırsa; bu alış-veriş de caiz olur. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Ancak, biçmesi ve
dikmesi şartıyle, bir kimseden ham bez satın almak, —örf ve âdet olmadığından,— caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Şayet, konulan şartın,
şeriatta caiz olduğu bilinmez ve bu şart örf ve âdet de olmaz; ve bu şart,
sözleşme yapanlardan birine menfaat sağlayacak olura, bu şartla yapılan
akid fâsid olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bedelini
almadan önce, müşteriye teslim etmek üzere, bir köle satarsa, bu alış-veriş
fâsid olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir başka
şahsa: "Şu kölemi sana, sen şu köleni bana vermen şartıyle, bin dirheme
sattım." dese, bu alış-veriş fâsid olur.
Çünkü, bu ahş-verişte
hîbe şartı vardır.
Şayet; "Sana, şu
kölemi, bin dirheme, fazladan da şu köleni bana vermen üzere sattım."
derse, bu ahş-veriş caiz olur.
Bu fazlalık, bedele
dâhil olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir
kölesini, "müşteri onu ne zaman satarsa, bedeli satıcıya ait olmak
üzere" satsa; bu ahş-veriş fâsid olur. Sirâcü'l-Vehhâc' da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Şu eşeği, sana, bununla
şu ırmağı geçmezsen, geri kabul
etmek, değilse kabul etmemek üzere sattım." derse, bu satış sahih olmaz.
Keza: "...Yarına
kadar geçmezsen..." dese, yine bu satış caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
satıcıdan, yine ona satmak üzere bir şey satın alsa, bu alış-veriş fâsiddir.
Bir kimse, bir başka
şahıstan, bu satıcı şahsın kesip toplaması veya ona bin dirhem borç vermek
üzere meyve satın alsa, bu alış-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, müşterinin,
kendisine bağışta bulunması, tasad'duk etmesi veya ödünç vermesi şartıyle, ona
bir şey satsa, bu ahş-veriş fâsid olur.
Ancak bu şahıs,
"yabancı birine ödünç vermesi şartıyle" satarsa, o zaman, bu
ahş-veriş caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Üzerinde anlaşma
yapılan şeyin menfaati şart koşulursa;
bu ahş-veriş akdi fâsid olur.
Ma'kûdün aleyh (=
üzerinde anlaşma yapılan şey) bu hakka, başkasına nisbeten daha çok müstehâk bir
şey —bir köle— ise, onun menfaatinin şart koşulması hâlinde ahş-veriş fâsid
olmaz. Menfaate bu şekilde, müstehâk bir hayvan hakkındaki hüküm de böyledir.
Hatta, bir kimse, bir
hayvanı, satmamak ve hîbe etmemek şartıyle satın alsa, bu ahş-veriş caiz olur.
Bu şartta, ma'kûdün aleyh olan hayvan için bir menfaat olsa bile, bu ahş-veriş
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir köle veya
cariyeyi, alan şahsın
satmaması, bağışlamaması ve mülkünden çıkarmaması şartıyle satsa; bu
ahş-veriş fâsid olur. Bedâi'Me de böyledir.
Bir kime, köleyi,
satın alan şahsın ona bir şeyler yedirmesi şartıyle satarsa; bu ahş-veriş caiz
olur.
Ancak, bu şahıs,
köleyi, müşterinin ona helva ve et
yedirmesi şartıyle satarsa, bu
ahş-veriş fâsid olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir köleyi,
"müşterinin onu azâd etmesi şartıyle" satarsa; bu ahş-veriş de bâtıl
olur.
Zahiru'r-rivâyede,
âlimlerimiz böyle söylemişlerdir.
Hatta, bu müşteri, o
köleyi teslim almadan önce azâd etmiş olsa, bu itki geçerli olmaz.
Ancak, bu müşteri, o
köleyi teslim aldıktan sonra azâd ederse; ahş-veriş akdi istihsânen cevaza
dönüşür.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Ve kölenin bedelini ödemek müşteriye aittir.
İmâmeyn'e göre ise,
müşteri bedelini ödemedikçe, bu caiz olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Âlimler, bu köle azâd
edilmeden önce, müşterinin yanında helak olursa, müşterinin onun kıymetini
ödemesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır.
Keza, sahibi, o köleyi
birine satınca, o şahıs da, bu köleyi hîbe etse, yine, kıymetini ödemesi
gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, ipek
giydirmek veya onu dövmemek, eziyet etmemek üzere bir köle satın alsa, bu
alış-veriş fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şart, akid yapan iki
kişi iie bir yabancı arasında cereyan eden bir menfâat olursa, bu durumda,
aiış-veriş akdi fâsid olmaz.
Şöyleki: Bir kimse,
bir şeyi, onun bedelini bir yabancıya borç vermek şartıyla, bir kimseden satın
alırsa; bu alış-veriş akdi fâsid olmaz.
Kııdûrî'yegöre, bu
akid fâsiddir.
Kudûrî'nin bu sözü şu
şekilde anlaşılabilir: Bir müşteri, satıcıya: "Senden, şu şeyi, bana veya
filan şahsa borç vermen şartıyle satın aldım." dese; bu alış-veriş akdi
fâsiddir. Zehıyre'de de böyledir.
Müntekâ'da
zikredildiğine göre, İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur: Satıcıya karşı
şart koşulan her şart alış-veriş akdini bozar. Yabancıya karşı konulan şart da
bâtıldır. (= geçersizdir.)
Meselâ: Bir kimse,
satıcının, yirmi dirhem bağışlaması şartıyle bir hayvan satın alsa, bu
alış-veriş bâtıl olur.
Keza, bu şahıs, o
hayvanı, "filanın, bana yirmi dirhem bağışlaması şartıyle" diye satın
alsa; bu alış-veriş de fâsid olur.
Satıcıya karşı şart
koşulması hâlinde alış-veriş akdini bozmayan her bir şart, bir yabancıya karşı
şart koşulması hâlinde de alış-veriş akdini bozmaz. Bu durumda, o yabancı
muhayyerdir. (İsterse, —bu şartı— kabul eder, isterse, kabul etmez.) Hulâsa'da
da böyledir.
Bir kimse, bedelinin
bir yabancıya bırakılması şartıyle, bir şey satın alırsa; bu alış-veriş caiz
olur.
Bu durumda, bu yabancı
muhayyerdir: İsterse, bütün bedeli alır; isterse, almayıp terkeder.
İbn-ü Semâ'a, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, aldığı
şeyin bedelininden, satıcının, kendi oğluna (yani müşterinin oğluna) veya bir
yabancıya bağışlaması şartı ile, bir şey satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, "alan
şahsın satmaması ve hîbe etmemesi şartıyle" bir elbise veya bir hayvan
satsa; veya "yememesi ve satmaması" şartıyle bir yiyecek satsa, bunun
caiz olduğuna bir delil yoktur.
Hasan, Mücerred'de,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den, bunun böyle olduğunu rivayet etmiş ve bu kavlin
sahih olduğunu, söylemiştir. Hidâye'de de böyledir.
Hasan, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, bir başka
şahıstan, "ona ot vermemek şartıyle, bir hayvan satın alsa; bu alış-veriş
caiz olur.
Keza, müşteri:
"Kesmek şartıyle" dese, yine bu alış-veriş caiz olur.
Fakat, müşteri:
"Filan şahsa satmak..." veya "...satmamak..." şartıyle
derse; bu alış-veriş fâsid olur.
Ancak, müşteri:
"...satmak..." veya "...bağışlamak..." şartıyle dediği
halde, "filan şahsa" demezse, bu alış-veriş caiz olur.
Bir kimse,
"filanın izni olmadan satmamak şartıyle" bir şey satın alsa veya
"filanın izni olmadıkça satmamak veya yıkmamak şartıyle" bir ev satın
alsa; bu durumda da alış-veriş fâsid olur.
Bir kimse,
"bilâhare, kendisi için satın almak şartıyle" bir şey salarsa; bu
alış-veriş caiz olmaz.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Şu şeyi, günâh ve rüşvet olarak, sana sattım." dese; bu
alış-veriş caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin, kendisi
o şeyi sattıktan sonra, bedelini ödemek şartı ile, bir şey satın alması
fâsiddir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, müslümanlar
için mescid yapılması şartıyle bir ev satsa, bu satış fâsiddir.
Keza, "fakirlere tasadduk edilmesi şartıyle'*
buğday satsa; bu alış-veriş de fâsiddir.
Bir kimsenin,
müslürnanlara kabristan yapılması şartıyle, bir yer satması da fâsiddir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Attâbiyye'de şöyle
denilmiştir:
Bir kimsenin, sıkılmış
üzüm veya hurma suyunu satarken, "içki yapılmasını şart koşması"
caizdir.
Bir kimsenin, sattığı
evin hıristiyan ibâdet hanesi yapılmasını şart koşması da caizdir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Şu şeyi, bana bir sene hizmet etmesi şartıyle, sana, üç yüz
dirheme satıyorum." veya "...sana, üç yüz dirheme satıyorum."
dese; bu alış-veriş fâsid olur.
Çünkü, bu alış-verişte
icâre (= kira) şart kılınmıştır.
Keza, bir kimse,
diğerine: "Şu kölemi, bir sene hizmet etmesi şartıyle, sana, üç yüz
dirheme satıyorum." dese, bu alış-veriş fâsiddir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, satın alan
şahsın yırtması şartıyle bir elbise veya yıkması şartıyle bir ev satsa; bu
alış-veriş caiz olur; ancak şartlar bâtıldır. {= geçersizdir.) Bedâi'Me de
böyledir.
Şart bulunduğu halde,
bu şartta her hangi bir zarar veya fayda bulunmazsa, bu gibi alış-verişler caiz
olur.
Meselâ: Yenilmesi
şartiyle yiyecek; giyilmesi şartıyle giyecek satılması gibi... Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, bir
cariyeyi, cima' etmek veya cima' etmemek şartıyle satın alsa; İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, bu ahş-veriş, her iki
hâlde de caizdir. Sahih olanda, budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu köleyi, sana, filan kimsede olan alacağıma karşılık, bin
dirheme satıyorum." dese; bu, o şahıstan borcun sakıt olması demektir ve
nafiledir.
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdir'inde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, kendi
kölesini, filana olan bin dirhem borcu karşılığında, müşîeriye satar, alacaklı
şahıs da buna razı olursa; bu alış-veriş caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, kölesini,
satın alan şahsın, bu kölenin
bedelini —satıcının— borçlu bulunduğu
şahsa vermesi şartıyle" satsa;
bu alış-veriş fâsid olur.
Keza, bir kimse,
kölesini, başka bir şahsa, "bedelinin bin dirhemini, —satıcının—
kendi borçlusuna ödemesi
şartıyle" satsa; bu alış-veriş de fâsid olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Köleni, yüz dirhemini sana vermek üzere, filan şahsa sat."
der; o da, o köleyi, o şahsa, bin dirheme sattığı halde, satıştaki şartı
söylemezse; bu alış-veriş caiz olur. O yüz dirhemi vermesi gerekmez. Verirse,
bu hususta müşteri satıcıya müracaat eder.
Keza, bu şahıs:
"Köleni, yüz dirhemini sana bağışlamak üzere, filan şahsa sat." dese; satış caiz olur. Yüz dirhemin
hîbe edilmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir başka
kimseye: "Filân adama karşı, şu şeyi, senden yüz dirheme satın
alacağım." dese; bu satış fâsiddir.
Şayet: "Elbisemi,
senin filan şahıstan olan alacağına karşılık olmak şartıyle, yüz dirheme, sana
satıyorum." derse; bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir şey
sattığı şahsa: "Bunu, sana, bedelinden şu kadar düşmek şartıyle, şu kadara
sattım." derse; bu alış-veriş caiz olur.
Ancak:
"Bedelinden şu kadarını, sana bağışlamak şartıyle, sana sattım."
dese; bu durumda, bu alış-veriş caiz olmaz.
Şayet: "Bedelinden
şu kadar düşmem şartıyle, sana sattım." derse bu ahş-veriş de caiz olmaz.
"Sana, şu
kadarını bağışladım..." derse, bu alış-veriş caiz olur. Çünkü, bu durumda
htbe etmek, vücûbdan daha öncedir.
Birinci hâlde caiz
olmamasının sebebi ise, hîbe (= bağış) şartının, îcâbdan sonra olmasıdır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir köle satın alıp
da, bir ay muhayyer kalmak isteyen bir şahıs; o köleyi satışa arzedip, isterse hizmetinde kullanmayı şart koşarsa;
bu alış-veriş âlimlerimizin açık rivayetlerine göre, fâsiddir.
Hatta, bu köleyi
teslim almadan önce, bu şekilde satın almış bulunan müşteri onu azâd ederse,.
—fasid olan— bu alış-veriş cevaza (= caiz olmaya) dönüşür.
Bu, istihsânen böyle
olur ve müşterinin bu kölenin bedelini ödemesi gerekir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
fâsid alış-veriş cevaza dönüşmeyeceği için, müşterinin, o kölenin bedelini
ödemesi de gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satan
şahsın duvarını yapması şartıyla, onun
bağını satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur.
Şayet, satıcı:
"Sen satın al; ben duvarını yaparım." derse; bu alış-veriş caiz olur.
Ancak, bu durumda da,
satıcı, duvarı yapmaya zorlanamaz.
Bu durumda ise,
müşteri muhayyerdir: Dilerse, satın alır; dilerse, almayıp terkeder.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir şey, ayrı ayrı
verilmek üzere satıldığı zaman, akid esnasında, bunun şart koşulmuş olması
hâlinde; bu alış-veriş caiz olmaz.
Bu şart koşuhnadığı
halde, satıştan sonra söylenmiş olursa; yine, satıcının, bu şeyin tamamını
birden vermesi gerekir. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, kendi
evinde teslim edilmek üzere bir şey satın aldığı zaman, bakılır: Eğer müşteri
şehirde bulunmakta ve evide şehirde ise, bu aİiş-veriş caiz olur.
Bu, şartla
istihsândır.
Bu, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) un kavilleridir.
Şayet,bu şahsın evi
şehrin dışında veya kendi şehrin dışında olduğu halde, evi şehirde ise,
bi'1-icma' bu alış-veriş caiz değildir
Keza, her ikisi de şehrin dışında işe, yine, bu alış-veriş caiz değildir.
Bir müşteri, aldığı
yükün evine taşınmasını şart koşarsa, evinin şehirde olmaması hâlinde
bi'1-icma', bu aiış-verİşi caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir kimse, kasabada
sahih bir alış-verişle odun aldıktan sonra, bu alış-verişe ilâveten, satıcıya:
"Evime kadar taşı." dese; bu alış-veriş caiz olur. Çünkü, bu bir şart
değil, meşverettir. (= müşaverede bulunma, danışmadır.) Satıcı dilerse, o odunu
eve kadar götürür, dilerse götürmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseden: "Filan şahsa teslim etmek şartiyle, bir ev satın alırsa; o evde,
filanın eşyalarının bulunması hâlinde, bunu bilsin bilmesin, bu alış-veriş
fâsiddir.
Hasan: "Eğer,
onun, o evde bir şeyinin bulunduğunu bilirse; satılanı teslim etmesi caizdir;
aksi takdirde satıcının hissesinde muhayyerdir: İsterse, izin verir; isterse,
ibtâl eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir müşteri, satıcıya:
"Bana, —şu şeyi— bin dirheme satmana karşılık, bedelini yüz dirhem
artırdım. (— fazla veriyorum.)" der
ve böyle de yaparsa; bu alış-veriş caiz olur.
Keza, bir müşteri
satıcıya: "Ben, sana, bedelini verdikten sonra, bir fazlalık
bağışlarım." dese; bu alış-veriş de caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bedelini
başka bir yerde ödemek üzere, bir köle satın alsa; bu alış-veriş fâsid olur.
Bu hüküm, bedelin
hâl-i hazırda bulunması hâlinde geçerlidir.
Fakat, bu şahıs,
"aldığı kölenin, bin dirhem olan bedelini, bir aya kadar, başka yerde
ödemek şartıyla" satın alırsa; bu bedeli, bin dirhem olarak, bir aya kadar
ödemesi caizdir. "Başka yerde ödeme" şartı ise geçersizdir. Çünkü, o
köleyi, belli bir müddete kadar, bin dirheme satın almıştır. Ve başka yerde
ödemeyi söylemesi, ödeme yerinin belirlenmesi içindir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, bir şeyi
peşin şu kadara, veresiye şu kadara veya bir aya kadar —bedeli ödenmek üzere—
şu kadara, iki aya kadar, —bedeîi ödenmek üzere— şu kadara satsa, bu caiz
olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir kimseye: "Şu tuluğu ve içindeki zeytin yağını,
tuluk elli rıtıl, zeytin yağı da elli ntıl olmak üzere, sana sattım. Bunların
her bir rıtlı bir dirhemdir." der; tuluk altmış rıtıl, zeytin yağı da kırk
rıtıl gelirse; bu durumda, bedel, tuluk ile zeytin yağının kıymetine göre
taksim edilir. Sonra fazla o!an on dirhem, tuluğun hissesine ilâve edilir. Ve
zeytin yağının hissesinden de, on dirhem noksanlaştırılır. Sonra da, müşteriye:
"İstersen, al; istersen, bırak." denilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, gebe olmak
şartıyle bir koyun veya bir deve satın alırsa, bu zâhiru'r-rivâyeye göre caiz
değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, "bin
Buhârâ dirheminin mislini, Semerkant'ta vermek üzere1 borç alsa veya "bir
aya kadar, benzerini Semerkant'ta vermek üzere," Buhârâ'da, bin dirhem
borç alsa; bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
"Gebe olmak
şartıyle," bir koyunun alınıp satılması caiz değildir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Hâmile olması
şartıyle, bir câriye satın alınması hâlinde, Fakiyh Ebû Bekir
el-Belhî:"Âlimler,bunun caiz olup olmadığı hususunda ihtilâf
etmişlerdir: Bazıları: "Caiz
olmaz."; bazıları ise:
"Caiz olur."
demişlerdir. Bana göre,
esahh olan, bu
satışın caiz olduğudur." demiştir. Zehıyre'de de
böyledir.
Fakıyh Ebû
Ca'fer el-Hındvânî'nin şöyle buyurduğu
rivayet olunmuştur:
Bu, satıcı tarafından
şart kılınmış olursa; alış-veriş caiz olur. Ancak, bu şart müşteri tarafından
'konulmuşsa; ahş-veriş caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir cariyeyi,
"hamile olmak şartıyle, süt emzirmesi için" satın almak caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,
"hâmile değildir." diye bir câriye sattığında; câriye hamile olsun
veya olmasın bu satış caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Tahâvî: "Sağılması veya sütlü olması şartıyle,
bir inek satın alınması caiz değildir." demiştir.
Şeyhu'1-İmâm da,
bununla fetva vermiştir. İmâm Kerhî ise: "Bu,;câiz olur." demiştir.
Fakıyh de bu görüşü benimsemiştir. Sadru'ş-Şehîd de, bununla fetva vermiştir.
Ve fetva, buna göre verilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin,
"sütü bulunması şartıyle, süt emzirmesi için" biı câriye satın alması
hususunda Şeyhu'I-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Bu ahş-veriş,
gerçekten fâsiddir." demiştir.
Ebû Ca'fer'in de şöyle
dediği rivayet edilmiştir: "O caizdir. Çünkü, bu câriye, san'at ehli
menzilindedir. Ve bu, şunun gibidir: Bir kimsenin, ekmekçi olması şartiyle bir
köle satın alması caizdir. Câriye de bunun gibidir.
Sahih olan da budur.
Fetva da bunun üzerinedir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin
Tatlı olması şartıyla
karpuz alması;
Tuluğun içinde şu
kadar çıkması şartıyle, zeytin yağı veya susam yağı alması;
Şu kadar batman eti
çıkması şartıyle, sağ koyun veya öküz satın alması; gibi alış-verişlerin tamamı
fâsiddir.
Çünkü, bunların
önceden bilinmesi mümkün değildir. Kunye'de de böyledir.
Bir kimsenin,
"şöyle şöyle sütü var." diyerek, bir koyunu satması, bi'1-ittifak
fâsiddir.
Keza, bir kimsenin,
"bir ay sonra, geri vermek şartiyle"bir şeyin aiış-veriş akdini
yapması fâsiddir. Zehıyre'de de böyledir.
Müşteri; "Bu
ineği, senden, sütlü olması şartıyle, satın, alıyorum."; satıcı da: "Ben de, öyle satıyorum." dedikten
sonra; alış-veriş akdini şartsız olarak yapsalar; daha sonra da inek
söylenilenin hilâfına çıksa; müşteri bu ineği iade edebilir. Kunye'de de
böyledir.
Bir kimse, "şöyle
şöyle seslerle şarkı söylemesi şartıyle**, câriye satın aldığı halde, bu câriye
şarkıcı çıkmasa; bu aiış-veriş caiz olur. Bu durumda, müşterinin muhayyerlik
hakkı da yoktur.
Alimler: "Bu
şartla alış-veriş, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den, İmâm Muhammed (R.A.)
vasıtası ile gelen bir rivayete göre caizdir. Alınıp kabul edilen görüş ise,
önceki görüştür." demişlerdir.
Buna göre, tos vuran
koç, dövüşken horoz satışı, teberrî (— sevmeme, yüz çevirme) yolu ile olduğu
zaman caizdir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
İçsiz ve bozuk olmak
şartıyle ceviz satan almak caiz olmaz. Ancak,
bu şekildeki cevizlerin miktarı çok olursa, yakmak için satın alınması
caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, "şöyle
şöyle ötmek şartıyle" güvercin satın alır; o da, öyle çıkmazsa,
bu alış-veriş fâsid
olur. Çünkü, güvercini
ötmeye cebretmek mümkün değildir.
Şart kılınan şey
mümkün olmayınca, o satış fâsid olur. Zahîriyye'de de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimsenin kudurmuş
olmak şartıyle bir köpek veya dönek olmak şartıyle bir güvercin satın alması
caiz olmaz.
Ancak, satıcının, o
şeyin ayıbını açıklamış olması hâli müstesnadır.
Zehıyre'de de
böyledir.
Bir ev satın alan
şahıs, "bu evle beraber, etrafını da şart koşsa"; bu alış-veriş caiz
olmaz.
Bir yer satın alan
kimse, "orada yapacağı yeniliğin masrafını, stıcının yapmasını şart
koşsa"; bu alış-veriş caiz olmaz. Çünkü, satıcı, müşterinin yaptıklarının
bedelini tazmin etmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, "her
gün şu kadar ekmek pişirmesi veya her gün şu kadar yazı yazmasışartı
ile"bir câriye satın alsa;hu alış-veriş caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, ekili
bir yerini, "oraya müşterinin hayvanlarını bırakması şartıyle" satmış
olsa; bu alış-veriş istihsânen caiz olur.
Fetva da, buna
göredir.
Kıyâsda ise, bu
şekildeki alış-veriş fâsiddir. Bazı âlimler de bunu benimsemiştir. Felâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir yerin, "haracını satıcının vermesi şartıyla
alınıp-satılması fâsiddir.
Bu yerin
"haracının yarısını satıcının vermesi şartıyle" satılması da fâsiddir.
Bir kimsenin,
"haracı, üç dirhem olmak şartıyle" satın aldığı yerin haracı, dört
dirhem veya "dört dirhem olmak şartıyla" satın aldığı bir yerin
haracı, üç dirhem olursa; bu durumlarda, bu alış-veriş fâsiddir.
Bu hüküm, bu durumun
bilinmesi hâlinde geçerlidir. Şayet, müşteri bu durumu bilmiyorsa, bu alış-veriş
caiz olur.
Ve bu durumda, müşteri
muhayyerdir: Dilerse, bu yeri haracı ile birlikte kabul eder; dilerse, orayı
almayıp terk eder.
Bir kimse, haracı bir
araziyi haraçsız veya harâc vaz edilmemiş bir araziyi haraçlı olarak satın
alsa; bu durumu bilmekte Ue, bu alış-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, hırsızlığı
satıcıya ait olmak şartıyle veya ay başına kadar, cinneti satıcıya âit olmak
şartıyle bir köle satın alır ve bu köle de, ay başına varmadan tecennün etse (-
delirse, cinnet getirse); müşteri, onu satıcıya iade etmek isteyince de, o bu
köleyi geri almasa; köle ise, müşterinin yanında helak olsa; âlimler: "Bu
şartla yapılan bu alış-veriş fâsiddir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Kâdî'l-İmâm
Rüknü'l-İslâm Aliyyii's-Sağdî'den soruldu:
— Haracı on dirhem olan bir yeri, sahibi, on
beş dirhem haraçla satsa ne olur?
İmâm şu cevabı verdi:
— Bu satış fâsiddir.
Haracın noksan
söylenmesi hâli de böyledir. Yine, Rüknü'l-İslâm Alîyyii's-Sağdî'den soruldu:
— O yerin asıl haracının kaç dirhem olduğu
bilinmez; müşteri ile satıcı, bu haracın miktarında ihtilâf ederler; müşteri,
az olduğunu; satıcı ise, çok olduğunu iddia ederse; o yerlerde, o arazinin
benzerinin haracına bakılır mı?
Ve,müşteri, satıcıya yemin vermek isterse, bunu yapmaya hakkı olur mu?
İmâm şu cevabı verdi:
— Harâc
hakkında dâvâcı, sultanın
naibidir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, haracını
satıcının vermesi şartıyle satın aldığı bir yeri teslim alır ve bu şartla
satışın caiz olduğunu zannederek, şefi' de şuf'a hakkını aldıktan sonra,
satışın sahih olmadığı açığa çıkarsa;
Kâdî'l-İmâm Ebû Ali en-Nesefî: "Bu alış-veriş fâsiddir."
demiştir.
Fâsid bir satışda da,
şefi için, şuf'a hakkı, —red sebebiyle, satıcının hakkı bâtıl olmadıkça— sabit
olmaz.
Eğer şefi', aldığı
yeri, iki tarafında rızâsı ile satın almışsa, orası kendisinin olur.
Alış-verişin
başlangıcında, şuf'a hakkı şart koşulmuşsa; haracı, satıcının yüklenmesi
hâlinde, şefi' aldığı yeri geri verir. Aksi takdirde geri vermez. Zahîriyye'de
de böyledir.
Keza, bir kimse, bir
yeri, müşteriden harâc almamak şartıyle satarsa; bu alış-veriş fâsid olur.
Ancak, daha önceki
harâc müşteriye ait olmamak üzere ittifak ederlerse; bu durumda alış-veriş caiz
olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kime, bir yer
sattığı hâlde harâcdan bahsetmez veya haracı şan koşmazsa; bu alış-veriş tamam
olur.
Sonra bakılır: Eğer
haraç çok ise, müşteri muhayyerdir. Durum böyle değilse, müşterinin muhayyerlik
hakkı olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, sattığı bir
yer hakkında: "Bunun haracı şu kadardır." dediği halde, haraç
dediğinden daha fazla çıksa; bu fazlalığın halkın ayıp saydığı cinsten olması
hâlinde, müşteri, o yeri geri verir.
Bir kimse, içinde şu
kadar hurma ağacı var diye" bir yer satar; müşteri ise, bu yerde satıcının
dediğinden daha az hurma ağacı bulursa; bu
alış-veriş caiz olur.
Ancak, bu durumda
müşteri muhayyerdir Dilerse, o
yeri bedelinin tamamını vererek satın alır; dilerse, almaz, terkeder.
Bir kimse:
"İçinde şu, şu var." diyerek bir ev satar; müşteri ise, onları
satıcının dediğinden noksan bulursa; bu alış-veriş caiz olur. Ve, müşteri, bu
yönden muhayyer olur.
Bir kimse, içinde şu
kadar hurma ağacı bulunmak üzere bir yer satar; bu hurma ağaçlarının üzerinde
de meyve bulunur ve hepsini de meyveleri ile sattığı hâlde, bunların arasında
meyvesiz hurma ağaçları da olursa; bu durumda, bu aiış-veriş fâsid olur.
Nitekim, bir kimse,
kesilmiş bir koyunu sattığı halde, bu koyunun ayağı uyluğundan kesilmiş olursa;
bunun satışı da fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, içinde
hurma ağaçlan ve diğer ağaçlar bulunmak üzere bir yer sattığı hâlde, burada,
hurma ve başka bir ağaç da bulunmasa, bu durumda da, bu alış-veriş caiz olur.
Ancak, bu durumda
müşteri muhayyerdir. (Yani, ya bedelin tamamını vererek orayı alır; veya
almaktan vaz geçer.)
Keza, bir kimse, bir
evi altı ve üstü ile sattığı hâlde, bu evin üsiü bulunmazsa; müşteri, bu
durumda da muhayyerdir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu evi, sana direkleriyle, kapılarıyle, ağaçlarıyla
sattım." dediği halde, bu evde ağaç,direk, kapı bulunmazsa, müşteri
muhayyerdir.
Fakat, bu evde, iki
kapı, iki direk bulunursa, müşteriye muhayyerlik hakkı yoktur.
Ancak bu evde, bir tek
kapı ve bir tek tavan ağacı varsa, müşteri yine muhayyerdir.
Bu şahıs: "İçinde
olanlarla... tavan ağaçlarından, kapılarından, odundan, hurma ağacından ne
varsa sana sattım." dediği halde, bunlardan hiç biri bulunmazsa; bu
durumda da müşteri için muhayyerlik hakkı yoktur.
Bir kimse, tezyinatlı
olmak şartıyle bir kılıç veya kayışları çakılmış olmak şartıyle bir çift nalın;
kaşı yakut olmak şartıyle,bir yüzük; halkası altın olmak
şartıyle, kaşlı bir
yüzük satın alır ve bu
eşyalar şart kılınmış oldukları
gibi bulunmalarına rağmen, müşteri teslim almadan önce, bu ortak vasıflarından
birisi telef olursa; bu durumda müşteri muhayyer olur; Eğer isterse, geride
kalanı, bedelin tamamını ödeyerek alır; isterse, almayıp terkeder.
Ancak, halkasının altın
olması şart koşulan yüzüğün
halkası bulunmazsa; bu durumda ahş-veriş fâsid olur.
Bu gibi şeylerde
aslolan şudur; Her hangi bir şey satılırken, ona tâbi olarak,
bir başka şeyde satılır ve bu satış o şey söylenmeden yapılırsa; bu
şeyin satışı ile birlikte diğeri de şart kılınır, ancak, bu bulunmazsa; bu
durumda müşteri muhayyeredir. Dilerse,
bedelin tamamını vererek, o şeyi alır; dilerse, almayıp terkeder.
Satılan bir şeye,
söylemeksizin bir başka şey de dâhil olursa; bu şeyin, diğeri ile birlikte
satılması şarttır.
Bu şey bulunmazsa,
müşteri diğerini hissesine isabet eden bedeli ödeyerek alır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, sarı boya
ile boyanmış olması şartıyle bir elbise aldığı hâlde, o elbise beyaz olsa; bu
ahş-veriş caiz olur. Ve bu durumda,
müşteri muhayyerdir.
Bu, şunun gibidir: Bir
kimse, "içinde bina var." diye bir yer satın aldığı hâlde, bu yerin
içinde bina bulunmazsa; bu müşteri muhayyerdir: İsterse, alır; isterse,
terkeder.
Ancak,şu,bu hükmün
hilâfınadır:Bir kimse,beyaz olması şratıyle bir elbise satın aldığı halde, o
elbise sarıya boyanmış olursa; bu alış-veriş fâsid olur.
Bu da, şunun gibidir:
İçinde bina olmamak üzere bir yer satın aldığında, orada bir ev bulunursa; bu
ahş-veriş fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, evi
tuğladan olmak üzere bir yer satın aldığı halde, oradaki ev kerpiçten olursa;
Tecrîd'de, "bu ahş-verişin fâsid olduğu" zikredilmiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
Keza, bir kimse, sarı
ile boyanmış bir elbise satın aldığı hâlde, bu elbise za'ferân ile boyanmış
olursa; bu alış-veriş fâsid olur.
Keza, bir kimse, bin
atkılı olmak üzere bez satın aldığı halde, bu bez bin yüz atkılı olur ve bezi
teslim'ahrsa;veya altılı diye aldığı halde, bez beşli çıkarsa; bu durumlarda,
müşteri muhayyerdir: Dilerse, bedelin tamamını ödeyerek, o bezi alır; dilerse,
almaz, terk eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Şu ibrişim kumaşı, sana sattım." dediği halde, o kumaş saf
ibrişim olmayıp, karışıktı bulunursa; erişinin şart koşulan
ibrişimden,atkısının ise başka bir şeyden olması hâlinde, bu aliş-veriş bâtıl
<Mur,
Eğer, atkı.s'
ibrişimden olduğu hâlde, erişi başka şeyden olursa; satış caiz ve müşteri
muhayyer olur.
Bişr, şöyle dedi:
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a sordum:
— Bir .dmse, bir başka şahıstan, keten oiması
şartı ile elbiselik kumaş satın aldığı halde, bu kumaş pamuk çıkarsa, durum ne
olur?
İmâm, şöyle buyurdu:
— Onu, hemen iade eder. Şayet onu kesmişse, bu
durumda geri dönemez. Ancak, çoğu pamuksa, o zaman, bu alış-veriş fâsid olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, şundan, şu
kadar olmak üzere sabun satın alır ve o sabun, dediğinden az olursa;
müşterinin, alırken sabuna bakmış olması hâlinde, bu ahş-veriş caizdir ve
müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur.
Keza, bir kimse, on
arşından yapılmış olması şartı ile, bir gömlek satın aldığı hâlde, bu gömlek
dokuz arşından yapılmış olursa; yine, bu alış-veriş caizdir ve müşterinin
muhayyerlik hakkı yoktur.
Bir başkasına ibrişim
satan şahıs, onu müşterinin karşısında tartar ve müşteri onu alıp götürdükten
bir müddet sonra, geri getirerek: "Bunu noksan buldum." der ve
havanın tesiri ile noksanlaştığı bilinirse; satıcıya bir şey gerekmez.
Şayet, bu noksanlık,
iki tartılma esnasında meydana gelirse; yine satıcıya bir şey gerekmez.
Eğer noksanlık hava
sebebiyle meydana gelmiş olmaz ve iki tartı arasında da cereyan etmiş
bulunmazsa; müşterinin ikrar edici olmaması ve o ibrişimin bedelinin de
ödenmemiş bulunması hâlinde; noksanlık miktarındaki ibrişimin bedelinden vazgeçilir.
Bedelinin ödenmiş
olması hâlinde ise, müşteri noksanı kadarı için satıcıya müracaat eder.
Bir kimse, kuyunun derinliği
on arşın olmak şartıyle, bir kuyu buğday satın aldığı hâlde, bu kuyu, on
arşından noksan gelirse; bu durumda,
müşteri muhayyerdir: İsterse,
bedelini tam ödeyerek bu buğdayı alır;
isterse, almayıp terkeder.
Keza, bir kimse İmâm
Muhammed (R.A.)'in te'lif ettiği nikâh kitabı olmak şartıyle, bir kitap satın
aldığı halde, o kitap, imâm'ın talâk kitabı olursa; âlimler: "Bu
alış-veriş caizdir. Çünkü, kitap, beyaz üzerine siyah yazıdır ve bir
cinstendir. Ancak, nev'i değişiktir. O da, bu alış-verişin,câiz olmasına mâni
değildir." demişlerdir.
Bir kimse, dişi olmak
üzere, bir koyun satın aldığı halde, o keçi çıkarsa; bu ahş-veriş de caizdir.
Bu durumda, müşteri muhayyerdir.
Bir kimse, Horasan
devesi olmak şartıyle bir deve satın aldığı hâlde, o deve Horasan devesi
olmazsa; müşteri, bu deveyi satıcıya iade eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimsenin câriye
diye sattığı birisi, erkek çıkarsa; bu ahş-veriş bâtıl olur.
Bu, istihsandır ve
âlimlerimiz bu kavli almışlardır.
Bu mes'elede asıl
olan, cinslerinin bir olmasıdır.
Akidde söylenilen
şeyin hilafı (= başkası) çıkar ve, bu başkalık cins cihetinden olursa; bu
durumda ahş-veriş bâtıl f = geçersiz) olur.
Meselâ: Yakut olmak
şartıyla satılan yüzük kaşı cam çıkarsa; bu ahş-veriş bâtıl olur.
Fakat, bu hılâf
(- başkalıl, ayrılık, değişik olma
hâli), —cinste değil de— sıfatta olursa;
bu durumda akid caiz olur.
Müşteri ise Tnuhayyerdir.
Meselâ: Kırmızı yakut
olmak şartıyle satın alınan yüzük kaşı, sarı çıkarsa; bu durumda ahş-veriş akdi
caiz olur; müşteri ise muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.
İçinin dolgusu pamuk
olmak şartıyle, bir sarık satın alan kimse, onu
söküp bakınca, dolgunun
yün olduğunu görürse;
âlimler, bu hususta ihtilâf
etmişlerdir: Bazıları: "Bu ahş-veriş fâsiddir. Müşteri, o şeyi geri
verir. Sökmesinden dolayı meydana gelen
noksanlığı da iade eder."; bazıları ise: "Bu ahş-veriş caizdir.
Müşteri, noksanından dolayı satıcıya baş vurur. Sahih olan budur."
demişlerdir, Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse,
"dışı şöyle, içi
şöyle olmak şartıyle" bir cübbe sattığında; müşteri, bu cübbenin
dışını satıcının dediği gibi bulduğu halde, içini öyle bulmazsa; bu durumda
ahş-veriş caiz olur. Müşteri de muhayyerdir.
Ancak, bu
cübbenin dışı, şartın
hilâfına olursa, bu durumda, ahş-veriş bâtıl olur.
Bir kimse, astarı
harevî olmak şartıyle bir kaftan sattığında, o astar merevî çıkarsa; bu
ahş-veriş caiz olur. Ve müşteri de muhayyerdir.
Keza, dolgusu
ibrişim olmak şartıyla satılan şeyin
dolgusunun pamuk çıkması hâlinde de hüküm böyledir. fVIulııyt'te de
böyledir.
Bir yer satın almış
bulunan şahıs, sonradan bunun bedelini vermekten kaçınır ve: "Ben, onu bir
dönüm olarak satın aldım; o ise, noksandır." der; satıcı ise: "Ben o
yeri, olduğu gibi sattım. Bir şart koşmadım." derse; bu durumda, satıcının
sözü geçerli olur.Ve şartın olduğunu inkarı hususunda, kendisine yemin
ettirilir.
Bir satıcı,
müşteriye: "Bu şeyi,- bedel
üzerine, bana müracaat etmemen şartıyle, sana satıyorum." dese; bu
ahş-veriş fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, dul bir
cariyeyi, "satıcısı ona cima' etmemiş olması şartıyle" satın alır ve
sonra da, o cariyeye, satıcısının cima' etmiş olduğu anlaşılırsa; bu ahş-veriş
tamamdır. Müşteri, bu cariyeyi, satıcıya iade edemez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse,
"bakire olması şartıyle" bir câriye satın aldığı hâlde, bu câriye
bakire olmaz, müşteri de: "Ben, onu bakire bulmadım."; satıcı ise:
Ben, onu, bakire olarak sattım ve teslim ettim." derse; yeminle birlikte,
satıcının sözü geçerli olur.
Satıcı: "Ben, onu
bakire olarak sattım ve teslim ettim." diye yemin eder; ancak,
"Kadınlaragösterdim." demez.
Kitâbü'l-İstihsân'da
ise: "Kadınlara gösterir." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
İbn-ü Semâ'a'nın
Nevâdiri'nde şöyle denilmiştir:
Bir kimse, bir başka şahıstan,
on ntıl gelmesi şartıyle.bir balık satın aldığı hâlde, müşteri bu balığı
tarttığında, karnında, üç ntıl ağırlığında taş veya taşa benzer bir şey
bulursa; balığın aynı hâlde durmakta olması hâlinde, müşteri muhayyerdir:
Dilerse, o balığı, bedelinin tamamını ödeyerek alır; dilerse, almayıp terkeder.
Fakat, bu durumu
anlamadan önce, o balığı, pişirir sonra da, bu durumu görürse; üç rıtlın bedeli
için, satıcıya baş vurur.
Şayet, balığın
karnında, taş yerine çamur veya çamura benzer bir şey bulunursa, bunların,
balığın yediği cinsten olması hâlinde, bu ahş-veriş caiz olur. Bu durumda,
müşterinin muhayyerlik hakkı da yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, diğer bir
şahıstan, "on menn gelmek üzere", bir sahan 'satın alır; o da, beş menn
gelirse; bu durumda müşteri muhayyerdir: Dilerse, o şeyi, bedelinin tamamı
karşılığında yanında ahkor; isterse, onu almaz, terkeder.
Bu şeyde, müşterinin
yanında bir kusur meydana gelir, satıcı ise, bunu geri almaktan kaçınırsa; bu
durumda sahana bakılır: Eğer sahan, on menn iken, kıymeti yirmi dirhem ise;
kusurun, bu şeyin kıymetinden bir dirhem noksanlaştırmiş olması hâlinde
müşteri, satıcıya müracaat eder. Mııhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
*'bağırmaması şartıyle" bir deve satın aldığı hâlde, deve bağırmakta
olursa; müşteri, o deveyi geri verir.
Bu cevap açıktır.
Bu, devenin âdetten
fazla ve halk arasında kusur sayılacak şekilde bağırması hâlinde böyledir.
Fetâvâyi KâdîhâiTda da böyledir.
Bir kimse,
"doğurmamış olması şartıyle" bir câriye satın aldığı hâlde, bu câriye
doğurmuş bulunursa; müşteri, onu satıcıya geri verir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Bedelini benim ödemem şartıyle, köleni, filan şahsa, bin dirheme
sat." derse; bu satış caiz olmaz.
Ancak: "Köleni,
filan şahsa, bin dirheme sat. Beş yüz dirhemini ben öderim." derse, bu
caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, Nîsâbûrî (=
Nisâbur'da dokunmuş) olmak şartıyle, kumaş satın alır; o da, Semerkandî (=
Semerkand'da dokunmuş kumaş) olursa; bu ahş-veriş fâsid olur. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, Küfe
doğumlu olmak şartıyle, bir câriye satın aldığı halde, bu câriye Basra doğumlu
olursa; müşteri bu cariyeyi, satıcıya iade eder.
Bir kimse, harevî
olmak şartıyle bir elbise satın alır; ancak bu elbise Belhî olursa; imamlarımızın
üçüne göre de, bu ahş-veriş fâsiddir.
Birş, Nevâdiri'nde, İmâm
Ebû Vûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Sâc (= Hİndistanda
yetişen, siyah ve büyük bir ağaç)dan yapılmış olmak şartıyle, bir gemi satın
alan bir şahıs, onu sâctan yapılmış bulmazsa; ancak, gemi yapılması gerekli
olan şeyden yapılmış olursa, bu durumda, müşteri muhayyer olamaz. O geminin
bedelinin tamamını öder.
Bütün gemilerin, sâc'm
dışında bir şeyden yapılmakta olması hâlinde, bu şahısların aralarında
aiış-veriş yok demektir.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başkasına:
"Şu harevî kumaş kaça?" der; herevîce dokunmuş olan bu kumaş hakkında
satıcı da: "Şuna." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O, harevî
şartı gibidir. Şayet, o kumaşın merevî olduğu açığa çıkarsa; bu ahş-veriş bâtıl olur."
buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Satılan şeyde müddetin
şart koşulması hâlinde, ahş-veriş akdi fâsid olur.
Bedelde müddetin şart
koşulması hâlinde ise, bu bedel, borç olur.
Müddetin belli olması
halinde, bu ahş-veriş caiz olur. müddetin meçhul olması hâlinde ise, bu
ahş-veriş fâsid olur.
"Nevruz'a",
"Mihricân'a"diye yapılan satışlar, müddeti bilinmeyen satışlar
cümlesindendir.
Nevruz ve Mihrican
mes'elesinde, İmâm Muhammed (R.A.), Câmiü's-Sağîr'inde şöyle buyurmuştur:
"Bu, mutlak zikredilince, fâsiddir. Yani, nevrûz-i mecûsi, nevrûz-i mecûsî
diye ayrı ayrı zikredil-mezse, ahş-veriş fâsid olur. Ayrı ayrı zikredilmeleri
hâlinde ise, vakitleri biliniyorsa, bu şekilde yapılan ahş-veriş akdi fâsid
olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
"Hacılar gelene
kadar."; "ekim vakti gelene
kadar."; "bağ bozumuna
kadar." veya "hurma toplama zamanına
kadar." diye müddet vermek caiz
olmaz, Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, bedelini
"nasrânîlerin bayramına kadar." ödemek şartıyle bir şey satın
aldığında, onlar oruç tutarlarsa, bu ahş-veriş caiz olur. Onlar oruca dahil
olmazlarsa, ahş-veriş caiz olmaz. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.
Bir kimse, mutlak
satış yaptıktan sonra, bedele, bu vakitlerde müddet koysa, bu caiz olur.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
"Rüzgâr esene
kadar" diye müddet koymak bâtıldır.
Satıcı, müşteriye, recep ayında bulundukları bir
sırada: "Seni, receb'e kadar geriye
bıraktım." derse; bu gelecek receb'e kadar müddet vermektir.
Eğer bu şahıs:
"...Recep çıkıncaya kadar..." derse; bu, "bu recep çıkıncaya
kadar" demektir. Ve o satış, o tarihe kadar fâsiddir.
Bunu, İmâm Muhammed
(R.A.) kitabta böyle söylemiştir.
Bir kimse, bedelini on
aya kadar Ödemek üzere, bin dirheme, bir eşya satın alır ve o bedeli peşin
öderse, bu ahş-veriş, bey'-i fâsid olur.
Bir kimse, her hafta
bedelinin bir kısmını ödemek üzere, bin dirheme, bir köle satın alır; bir ay
geçene kadar da, bu bedeli nakden
öderse, bu ahş-veriş de, bey'i-i fâsid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Tartı ile
misk satın alan
şahıs, onun içinde
kalay bulursa; muhayyerdir: İsterse, kalayı geri verip, onun ağırlığı
kadar miskin bedelini düşer; dilerse, bu miski almayı terkeder.
Bir kimsenin tartı ile
satın aldığı yağın içinde, yağ olmayan bir fazlalık bulunursa, İmâm Muhammed
(R.A.): "Eğer, o fazlalık yağ gibi bir şey olur ve bu bir kusur
sayılmazsa, müşteri, bedelinin tamamını öder. Bunun, kusur sayılması halinde
ise, muhayyerdir: İsterse, bu yağı bedelinin tamamını ödeyerek alır; isterse,
terk edip almaz.
Şayet, bu fazlalık yağ
cinsinden değilse; bu durumda müşteri, dilerse yağı hissesine düşen bedelle aiir;
dilerse, almayıp terkeder.
Bir kimse, başka bir kimseden,
harevî olsun veya olmasın bir balya kumaş yahut bir sepet hurma satın aldığı
halde, onu teslim almaz; satıcı ise, kumaşı balyadan veya hurmayı sepetten
çıkarıp, sepeti veya balyayı satar; yahut satmadığı hâlde, bunlardan
faydalanırsa, İmâm Muhammed (R.A.):
"Bu kumaş ve hurma müşterinindir.
Balya ve sepetin yerine, kumaş ve
hurmadan imtina edemez."
buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
tartılmasını şart koşarak satın aldığı inci tanelerini, teslim aldıktan sonra,
bu incileri noksan bulursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, bu
müşteri, hiç bir şey için satıcıya müracaat edemez.
Ancak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bunu çirkin görmüş ve bu kıyasını terketmiştir. Çünkü, müşteri,
incinin noksanı kadar,bedelinden düşer ve noksan sebebiyle satıcıya müracaat
eder.
Bâbü'l-îcâre'de ve
Kitâbü's-Sarf'ırı sonunda şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, inciyi, ağırlığı bir
miskâl olmak üzere sattığı hâlde, inci iki miskâl gelirse, bu durumda, o
fazlalık, bedelsiz olarak, müşteriye teslim edilir. Zehıyre'de de böyledir.
İçinde hurma ağacı ve
diğer ağaçlar bulunan bir yeri,oranın on dönüm olmasını şart koşarak satın alan
bir kimse, orayı ölçmeden teslim alır ve senelerce meyvelerini yedikten sonra,
bu bahçeyi dokuz dönüm bulursa; burayı satıcıya iade edemiyeceği gibi her hangi
bir şey için de müracaat edemez.
Bu, İmânı Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsıdır. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, içinde
hurma ağaçları ve üzüm çubukları bulunan bir bahçeyi, on dönüm olmak üzere
satın alıp, senelerce meyvesini yedikten sonra, o yerin beş dönüm olduğu açığa
çıkarsa, bu yer beş dönüm olarak kabul edilir. Müşteri, ödediği fazlalık için,
satıcıya müracaat eder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimsenin yanındaki
zenbilinde iki ölçek buğday bulunur ve bu şahıs, bu buğdayın bir ölçeğini, bir
dirheme, bir şahsa satar ve müşteri bu buğdayı teslim almaz; sonra da, sahibi
başka bir şahsa, diğer bir ölçek buğdayı da, bir dirheme satar ve bundan sonra,
bu iki ölçek buğdayın bir ölçeği zayi olursa; bu durumda, bu müşteriler
muhayyerdirler: İsterlerse, kalan bir ölçeğin yarısını biri, diğer yarısını
ise diğeri alıp, bedelin de yarısını öderler; isterlerse, bırakıp, satın
almazlar.
Şayet, bu
müşterilerden birisi, kendi hissesini, almaktan vaz geçer; diğeri de, bir
ölçeğin tamamını almak isterse, bu, bir ölçeği bir dirheme alır. Bu da,
satıcının dilemesi ile olur.
İkinci müşteri,
—birinci müşteri bir şey almadan— kendi hissesini teslim almış, sonra da bir
aybı (= kusuru, noksanı) sebebiyle bu bir ölçek buğdayı, —hâkimin hükmü
olmadan— satıcıya iade ederse, önceki müşterinin, bu iade edilen buğdayı alma
hakkı yoktur. Ancak, geride kalan buğdayı ister alır; ister terkeder.
Şayet satıcı,
ölçekleri birbirine katmışsa, o zaman, önceki müşterinin ahş-verişi bozulmuş
olur.
Satıcı, ölçekleri bir
birine karıştırmaz; müşteri de kusuru sebebiyle, hakimin hükmü gereğince geri
verir; diğer ölçekde kusur bulunmaz önceki müşteri de iade edileni değil, diğer
buğdayı satın almak isterse; satıcının buna razı olmayıp, o müşterinin, ancak
her ölçeğin yarısını almasını isteme hakkına sahiptir.
Şayet, geride kalan
ölçek zayi olur, kusurlu ölçek ise, durmakta olursa, birinci müşterinin onu
almayıp terketmek istemeye hakkı vardır.
Bu şahıs, bu iki
ölçeğin hepsini almak isterse, bunu yapabildiği gibi her iki ölçeğin yarısını
almak isterse, öyle de yapabilir.
Şayet, iade edilen
kusurlu ölçek zayi olmuş ve önceki kusursuz ölçek geride kalmış olursa; bu
durumda, müşteri onun yarısını alır; tamamını alma hakkına sahip değildir.
Satıcı, onun tamamını
vermek isterse, müşteri bundan imtina' edebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin sulu bir
yer diye satın aldığı yer, sulanamaz bir yer olur ve müşteri o para ile başka
bir yer almak isterse, satıcıya müracaat ederek, sulu yer parasını geri
alabilir. Zehıyre'de de böyledir.
Satın aldığı keylî
(= ölçekle ölçülen) bir yiyeceği, teslim
alan şahıs, onu ölçmeden yiyemez, satamaz ve ondan faydalanamaz.
Keza satıcı,
müşterinin huzurunda, kendisine satan şahsa ölçtürse bile ikincfi defa
ölçmedikçe, ondan yemek, satmak ve faydalanmak yoktur. Muhıvt'te de böyledir.
Âlimlerimizin
ekserisine göre, satıcı satmadan önce, müşteri onun satacağı şeyin ölçüldüğünü,
(anıldığını görürse, yeniden ölçüp
tartmadan, o şeyi satın alması caizdir.
Fetva da, buna
göredir. Tehzîb'de de böyledir.
Bu şeyi, satıcının,
satıştan sonra müşterinin gıyabında ölçmesi hâlinde ihtilâf vardır.
Sahih olan, bu gibi
durumlarda, o şeyi tekrar ölçmektir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
başkasından, ölçmeden götürü usûlü ile buğday satın alır ve onu da ölçmeden ve
teslim almadan, bir başka şahsa satarsa; bunda, bir defa ölçmek kâfi gelir.
Keza bir kimse, başka
bir kimseden, borç olarak bir yığın buğday satın aldıktan sonra, onu ölçerek
satarsa, bu durumda, onu bir defa ölçmek kâfidir.
İster müşteri, ister
satıcı ölçsün, borç alan şahsın huzurunda ölçülürse, iş biter.
Bir kimse.kabala usûlü
satın aldığı buğdayı teslim aldıktan sonra, yine kabala usûlü satar veya
tarlasında biten yahut kendisine bağışlanan buğdayı, başkasına
kabala usûlü satar,
bedelini verip satın
aldığı buğdayı, ölçmeden kabala usûlü satarsa; bütün bunlar caiz olur.
İbn-ü Semâ'a, İmâm
Muhammed (R.A.)'in el-Asıl'da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimsenin, ölçerek
satın aldığı buğdayı bir başkasına, kabala usûlü ile satması caiz olmaz.
İbn-i Rüstem, Nevâdir'de,
şöyle buyurmuştur:
Bu kimse, buğdayı,
ölçmeden önee kabala usûlü iie satarsa, bu alış-veriş caiz olur.
Ölçülenler hakkında
bildirdiğimiz bu cevapların tamamı, tartı-lanlar (- vezniyyât) hakkında da
aynen geçerlidir. Muhıyî'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahıstan, on arşın olmak üzere kumaş satın aldığında, onu ölçmeden önce satmak
ve onda tasarrufta bulunmak hakkına sahiptir.
Bir kimse, başka bir
şahıstan adediyyât'tan (= sayı ile
alınıp-satılan şeylerden) olan şeyleri, onun sayması şartı ile satın alsa, onun
tekrar saymak gerekir mi?
İmâm Muhammed (R.A.)
bu hususu, kütüb-ü zâhire'de zikretmemiştir.
Âlimler:
"Gerçekten, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, o şeyi yeniden
saymak, onda tasarrufta bulunmanın mübâh olabilmesi için, şart kılınmıştır.
İmâmeyn'in kavline
göre ise, bu şart kılınmamıştır." demişlerdir. Kudûrî Şertıı'nde de
böyledir.
Adediyyât'tan olan
şeylere gelince, bir rivayete göre, onların yeniden sayılmaları gerekir. Başka
bir rivayete göre ise, yeniden sayılmaları gerekmez. Kudûrî'de, bu kavli sahih
bulmuştur.
Bir kimse, keylî (=
ölçekle ölçülen) veya veznî (- tartılan) olmak şartıyle, yenilecek bir şeyi,
fâsid bir alış-verişle satın alır ve onu tart-maksızın teslim aldıktan sonra da
satarsa; müşterinin onu teslim alması halinde, bu ikinci alış-veriş caiz olur.
Ancak, bu satışların
ikisinde de, tartıya itibar edilir. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, keylî (=
ölçekle ölçülen) şeylerdenolanbir yiyecekten,bir kürr'ünü yüz dirheme satın alır
ve bunu da satıcı kendi kendine ölçtükten sonra, müşteri, bedelini verip, onu
almaktan vaz geçer; başka bir şahıs onu satın alırsa; bu müşteri, onu önceki
ölçüme göre teslim alır.
Eğer, birinci müşteri,
bu yiyeceği, ikinci müşteriye satarsa, onun huzurunda bunu yeniden ölçer.
İkinci müşteri, bu
ölçümde, bir ölçeklik bir fazlalık bulursa; onu, birinci müşteriye geri verir.
Bu fazlalığın, iki
ölçüm arasında meydana gelmiş olması veya başka bir sebeple zuhur etmesi
müsavidir.
İkinci müşteri, bu
fazlalığı, birinci müşteriye iade ettiğinde bakılır: Eğer, o fazlalık, iki
ölçüm arasında meydana gelmişse, bu birinci müşterinin olur; daha önceki
satıcıya verilmez.
Bu fazlalık, iki ölçüm
arasına girmiyorsa, bu durumda, birinci müşteri, onu, satıcıya iade eder.
Şayet ikinci müşteri,
bu yiyeceği noksan bulursa; o noksanın bedelini, birinci müşteriden alır.
Bu noksanlığın, iki
ölçüm arasında veya başka bir şekilde meydana gelmiş bulunması da müsâvîdir.
Noksanlık, iki ölçüm
arasında olursa, birinci müşteri, satıcıya müracaat edip, bu noksanlığın
bedelini geri alır.
Şayet bu noksanlık,
iki ölçüm arasına girmez ve beyyine ile veya satıcının kabul etmesi ile sabit
olursa; bu durumda da, birinci müşteri satıcıya müracaat eder.
Keza, ikinci satışta
fazlalık bulunması hâlinde de durum böyledir.
Şayet birinci müşteri,
bu yiyecekten bir ölçek satar ve bunu satın alan şahsa teslim ettikten sonra,
kalanı da tam bir kürr olarak satar ve bu şahıs, o yiyeceği Ölçüp, tam bir kürr
bulursa, bu caiz olur. Bu durumda, müşteri için muhayyerlik de yoktur.
Ancak, o yiyeceğin
bedeli, kırk bir'e bölünür ve o ölçeğe ne isabet ediyorsa; bu miktar, ikinci
müşteriden düşülür. Çünkü, satılan bir ölçek, bu yiyeceğin kırk bir de biridir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu durumda, —ikinci-— müşteri muhayyerdir: İsterse bu yiyeceği,
bedelin tamamını ödeyerek alır; isterse, almaz, terkeder.
İkinci satımda da
fazlalık varsa, mes'ele hâli üzeredir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda müşteri muhayyerdir:
İsterse, geri verir; isterse, elinde tutup, bedelin tamamını öder. Muhıyl'te de
böyledir.
Bir kimse, bir kürr
buğdayı, bir kürr, kırk kafîz (= ölçek) olmak üzere, yüz dirheme satın alır,
ölçüp ve teslim tesellüm işlemini de tamamladıktan sonra, bu buğday ıslanarak
şişer ve elli ölçek gelir ve bunu müteakip o şahıs, kârı ile veya peşinen
başkasına satarsa, bu caiz olur.
Bu müşteriye, kırk
ölçek verilir. Geride on ölçek kalır. Şayet
bu on ölçeği
peşinen satarsa, o
buğdayı tutarının beşte birine satar.
Bu, İmâmeyn'in
kıyâsıdır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, o şahıs, bu on ölçeği fazlalık olarak satamaz.
Su, ikinci satıştan
sonra isabet edince, buğday henüz teslim alınmamışsa; müşteri isterse,
tamamını, bedeli tam ödeyerek alabilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, —kırk kafîz
olmak üzere— bir kürr buğday satın alır; teslim alıp ölçünce de, bir kafîz (=
ölçek) fazla veya noksan gelir ve bunu her iki taraf kabul ederse; bu fazlalık,
aslı ile beraber satıcınındır; noksanlık da, onun aleyhinedir.
Keza, bu buğdaya su
isabet eder ve bir ölçek fazlalaşır, satıcı da bunu kabul ederse; bu buğdayın
tamamı satıcının olur.
Ancak, satıcı bu
durumu bilmezse, o zaman, bu buğday, kusuru sebebiyle geri verilir.
Keza, satış zamanında
buğday yaş olduğu için kürr tamam olur; sonrada, müşterinin
yanında kuruyup noksanlaşırsa; bunun, kurumaktan
olduğunun bilinmesi ve
kabul edimesi hâlinde,
buğdayın tamamı satıcıya ait olur. O noksanlığın bedeli düşülmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bu hususta aslolan:
Satılan şey, tartılmak suretiyle satılır; fazlalık da tartılmadan önce meydana
gelirse; bu fazlalık satıcıya ait olur.
Fazlalık tartıldıktan
sonra meydana gelirse, müşteriye ait olur.
Bir kimse, ölçeği bir
dirhem olmak üzere buğday satın alır ve bu buğday tartılmadan
önce ıslanırsa; sonradan tartılması
hâlinde, bu müşteri isterse, o
buğdaydan bir ölçek alır; isterse hiç almaz.
Şayet bu buğday
ölçüldükten sonra fazlalaşırsa, teslim alınmadan fazlalaşmış olsa bile, bu
fazlalık müşteriye ait olur. Ve bu durumda müşteri muhayyerdir.
Şayet, bu buğday,
ölçüldükten sonra noksanlaşırsa; müşteri, bedelinin tamamını vererek onu alır.
Şayet, ölçülüp
tartılmadan önce noksanlaşmışsa, müşteri aldığı kadarının bedelini verir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Buğday, yanında
ölçüldüğü hâlde, müşteri onu teslim almaz; yeniden ölçülünce de fazla veya
noksan çıkarsa; müşteri bu buğdayın bedelini tam öder. Çünkü, sözleşme belli
bir ölçü üzerine yapılmıştır. Önceki ölçünün hatalı olduğu da ortaya
çıkmamıştır.
Bu fazlalık veya noksanlık
iki ölçüm arasında meydana geimiyecek kadar olursa; bu durumda fazlalık
satıcıya iade edilir. Noksan olursa, her iki halde de noksan olduğu kadarın
bedelini alır. Muhıyl'te de böyledir.
Bir kimse, bir buğday
yığınından, bir ölçek buğdayı, bir dirheme satın aldığında, satıcı, onu,
müşteri için ölçüp ayırdığı halde
teslim etmese; bu çeç'e de, ayrılan buğadaya da su isabet ederek onların artması
halinde, bu satıcı, müşteriye sadece bir ölçek buğday verir; fazla vermez.
Bu durumda, müşteri
muhayyerdir: İsterse, onu kabul eder; isterse, kabul etmez.
Şayet, çeç de ondan
ayrılan buğday da yaş iken kuruyarak, eksilmiş olursa; müşterinin tam ölçek
alma hakkı vardır.
Bu durumda, satıcı
için de, müşteri için de, muhayyerlik hakkı yoktur.
Bir kimse, çeç'den (~
buğday yığınından), bir ölçek buğday satın alır; teslim aldıktan sonra da onda
bir kusur bularak iade ederse; bu .alış-veriş bozulmuş olur.
İki kişi, birbirleri
ile ölçeğe mukabil ölçekle alış-veriş yaparlar ve alış-verişe konu,olan şeyler
ölçüldükten sonra,bunlardan birisi ıslanır ve bu da teslim almadan önce olur,
ıslanan şey, dörtte bir nisbetinde artarsa; bu, bu şeyi satın alan şahsın yani
müşterinin olur.
Bu durumda, bu müşteri
muhayyerdir.
Ve, bu alış-veriş
fâsid olmaz.
Şayet, bu fazlalık
tartılmadan önce meydana gelmiş olursa; o zaman da, buğday sahibi muhayyerdir:
İsterse, buğdayını geri alır; isterse bırakır.
Bu, İmfim-ı
A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)
İle İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre böyledir.
Satıcı ile müşteri,
çeç'den (- buğday yığınından) bizzat (= belli, belirlenmiş, tayin edilmiş) bir
ölçek buğdayı mubayaa etseler; ( = karşılıklı alıp satsalar); çeç sahibi, bu
çeç'den bir ölçek ölçtüğü halde, bunu müşteriye teslim etmekten önce, çeç'e de,
ölçülen buğdaya da, su isabet etse; bu durumda, kuru buğday sahibi muhayyerdir:
İsterse, ölçeğini geri alır; isterse, bırakır.
İmâm Mııhammed
(R.A.)'egöre, bu alış-veriş fâsiddir.
Şayet, sadece ölçülüp
ayrılan buğday ıslanır da çeç'e bir şey olmazsa, bu durumda satıcının,
müşteriye kuru buğdaydan teslim etmesi gerekir.
Bu durumda, satıcının
da müşterinin de muhayyerlik haklan yoktur. Serahsî'nin Muhıylı'nde de
böyledir. [108]
Caiz olmayan
ahş-verişler iki nev'idir:
1) Bey'-i
Bâtıl (_= Batıl Ahş-Veriş)
2) Bey'i-
Fâsid (= Fâsid Alış-Veriş) [109]
Bey'-i Bâtıl: Kendisinde,
in'ıkâd (= alış-veriş akdi yapma) şartları, tamamen veya kısmen bulunmadığından
dolayı, asla sahih olmayan bey' (- ahş-veriş)tir.
Bey'-i bâtıl, hiç bir
hüküm ifâde etmez. .
Mütekavvim olmayan (=
kendisinden menfâatlenilmesi helâl olmayan), —lâşegibi— bir şeyin
alınıp-satılması, bey'-i bâtıldır.
Keza, şarap, domuz,
Harem'in avı ve akıtılmış kan da böyledir. Bunlardan da faydalanmak helâl
olmadığı için, bunlar da, fayda veren mülk olamazlar. [110]
Bey'-i Fâsid: Aslında
sahih olduğu halde, vasfı bakımından sahih olmayan yani, zaten akdedilmiş
bulunmakta beraber, bazı haricî vasıfları bakımından meşru' olmayan bey' (=
alış-veriş)dir.
Bedelin, mütekavvim
olmayan (= kendisinden faydalanılması helâl bulunmayan) bir mal olması gibi...
Bir kimse, şarap,
domuz, Harem'in avı,mükâtep, müdebber veya ümm-ü veled'i karşılık vererek bir
şey satın almak, bir bey'-i fâsiddir.
Veya, akde fâsid bir
şey dâhil etmek yahut benzeri bir şeyle yapılan alış-veriş de fâsid bey'dir.
Bey'-i fâsidde akid,
satın alınan şeyin kıymeti ile —yapılmış— olur. Bu şekilde
satın alınan şey,
teslim alınınca mülk
olmuş olur. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Âlimler, bu şekilde
alman şeyin mazmun (= ödenmesi lâzım gelen şey) mu, yoksa emânet mi olduğu
hususunda ihtilâf ettiler:
Bazıları:
"Emânettir."; bazıları da: "Mazmundur." dediler. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Fâsid alış-verişte,
malın teslim alınması hususunda, satıcının izni şart kılınmıştır.
Fâsid alış-verişte,
satıcının izni olmadan malı teslim almış bulunan müşteri onu, almamış gibidir.
Ziyâdât'ta şöyle
zikredilmiştir:
Fâsid alış-verişte,
müşteri, malı satıcının izni olmadan teslim alırsa; aynı mecliste almış olması
hâlinde, istihsânen, bu alışı sahih olur. Ve o şeyin, müşterinin mülkü olması
sabit olur.
Ancak, akdin yapıldığı
meclisten ayrıldıktan sonra teslim alırsa, bu alması sahih olmaz.
Bu durumda o şey,
kıyâsen de istihsânen de müşterinin mülkü olmaz.
Satıcı, o malı alması
için müşteriye izin verir, o da, aynı mecliste veya o meclisten ayrıldıktan
sonra alırsa, onu alması sahih olur.
Bu durumda, o şeyin
mülk olması kıyâsen de istihsânen de sabit olur. Ancak bu mülk, fesada ( =
bozulmaya) müstehak olur.
Müşterinin bu mülkte
tasarrufta bulunması, mekruh olur. Bununla beraber, müşteri o mülkte tasarrufta
bulunursa, bu tasarrufu geçerli olur. Ve bu tasarrufu bozulmaz.
Bu durumda, satıcının
onu geri döndürme hakkı geçersiz olur.
Mülkiyet sabit
olduktan sonra, bunu nakzetme (= bozma) ihtimali olsa da; (satma ve benzeri
gibi...) olmasa da (azâd etme ve benzeri gibi..,) bir şey değişmez.
Ancak, icâre ve
nikâhta, satıcının istirdâd (- geri alma; geri isteme) hakkı bâtıl olmaz.
Muhiyt'te de böyledir.
Şayet müşteri, fâsid
bir alış-verişle satın aldığı köleyi azâd eder veya satar yahut müdebbere
kılarsa, bu durumlarda, onun bu alış-verişi feshetme hakkı bâtıl olur.
Keza müşteri, satın
aldığı bir cariyeyi ümm-ü veled ederse, o câriye müşterinin olur. Müşteri, bu
cariyenin kıymetini tam olarak satıcıya öder.
Keza, bu müşteri, bu
şekilde satın aldığı bir köleyi mükâtebe ederse; onun bedelini, satıcıya öder.
Bu köle, kitabet
bedelini öder ve müşteri onu azâd ederse, bu müşteri, onun bedelini, satıcıya
öder.
Eğer, bu
mükâtep âciz olur ve
tekrar köleliğe dönerse;
bu durumun, onun kıymetini, müşterinin satıcıya ödemesine hükmedilmesinden
önce olması hâlinde, satıcı onu geri alabilir.
Fakat, kıymetinin
müşteri tarafından, satıcıya ödenmesine hükmedildikten sonra bu hâl meydana
gelirse; bu durumda satıcının o köleyi geri alması için bir yol yoktur.
Şayet, böyle fâsid bir
alış-verişle satılan köleyi,
müşteri, bir başkasına vasıyyet eder ve
kendisine vasıyyet edilen şahıs da hayatta olursa; bu durumda, satıcının, onu
geri almayı isteme hakkı vardır.
Ancak, vasıyyet olunan
şahıs ölmüşse, bu durumda satıcının istirdâd hakkı bâtıl (= geçersiz) olmuştur.
Şayet, fâsid bir
alış-verişle köle satın almış bulunan bir şahıs ölürse, satıcı, o köleyi,
müşterinin vârislerinden geri alabilir.
Keza,satıcının ölmesi
hâlinde de,onun vârislerinin bu köleyi istirdâd etme hakları vardır.
Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, bu şekilde
satın almış olduğu kumaşı keser ve dikerse; bu durumda da, satıcının bu akdi feshetme hakkı ortadan kalkar. Serahsî'nirı
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
alış-verişle, bir kumaş satın alıp, onu keser; ancak, dikmez ve satıcının
yanına emaneten bırakır; kumaş da orada zayi olursa; bu müşteri, sadece
kesmesinden dolayı meydana gelen zararı öder; kumaşın kıymetinin tamamını
ödemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu şekilde satın
alınan şey, boş bir yer olur ve müşteri oranın içine bina yapmış veya ağaç
dikmiş olursa; İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
bu satıcının, akdi feshetme hakkı bâtıl olur.
İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre ise,
bâtıl olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Fâsid olan ahş-verişie
satılan şey kıyemî [111] ise, onun kıymetinin satıcıya ödenmesi; mislî [112] ise, mislinin satıcıya verilmesi îcâbeder.
Bu hüküm, o şeyin,
müşterinin yanında helak olmuş bulunduğu veya onun yanında zayi olduğu yahut
müşterinin onu hîbe etmiş bulunduğu zaman geçerlidir.
Bu durumda, satıcının,
o şeyi istirdâd (= geri alma; geri isteme) hakkı ortadan kalkar.
Keza bu müşteri, fâsid
bir ahş-verişle satın aldığı bu şeyi, rehin bırakır veya satar; rehin çözülür
veya bu şahıs hîbe etmekten vaz geçer yahut sattığı şahıs, satışın fâsid
olmasından dolayı dönerse; bu durumda, —ilk— satıcının, bu şeyi istirdâd etme
hakkı vardır.
Bu hüküm, hâkimin,
"müşterinin o şeyin kıymetini ödemesine" hüküm vermesinden önce
geçerlidir.
Şayet hâkim böyle bir
hüküm vermemişse, satıcının, istirdâd etme hakkı olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet satılan şey,
müşterinin elinde fazlalaşmadan veya noksanlaşmadan duruyorsa; bu şey, satıcıya
geri verilir.
Ve bu şey hakkındaki
ahş-veriş işlemi feshedilir.
Şayet, fesâd çok
kuvvetli olur ve bedel de, mübeddel (= tebdil edilmiş, değiştirilmiş şey) de,
onun kuvvetine dâhil edilmiş bulunursa, taraflardan her biri, diğerinin hazır
olması hâlinde bu alış-verişi feshedebilir.
Bu, İııuını-ı
A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, taraflardan her biri, diğeri hazır da olsun olmasın, bu akdi
feshedebilir.
Fesâd kuvvetli
olmadığı ancak fesâdda, akid yapanlardan birisi için menfâat şart kılındığı
zaman, bunlardan her hangi biri satılanı teslim almadan önce, akdi
feshedebilir.
Bu şey teslim
alındıktan sonra, akdi, ancak şart kılman feshedebilir; diğeri feshedemez.
Satılan şey,
müşterinin yanında artıp çoğahrsa; bu artış:
1) Satılan
şeye bitişik olabilir veya
2) Satılan
şeyden ayrı olabilir. Bunlardan her biri için de, iki vecih vardır:
1-a) Bitişik
olan artma çoğalma, asıl maldan doğmuş olabilir: Güzellik, iyilik, parlaklık,
beyazlık gibi... Veya,
1-b) Bu
artma çoğalma, asıldan doğmamış olabilir: Kumaştaki boya, kavrulmuş undaki yağ
ve boş bir yere yapılan bina gibi...
2-a) Satılan
şeyden ayrı olan artma çoğalma, bu şeyin aslından meydana gelmiş olabilir:
Çocuk, diyet, meyve ve yün gibi...
2-b) Bu
artma çoğalma, satılan şeyin aslından meydana gelmemiş de olabilir: Bağış ve
sadaka gibi...
1-a) Eğer,
satılan şeydeki çoğalma artma, asıldan meydana gelmiş ona bitişik bir çoğalma
ise, satıcının o şeydeki hakkı kesilmez.
1-b) Bu
çoğalma, satılan şeye bitişik ve asıldan doğmamış boya ve benzeri gibi bir
çoğalma ise, ondan, satıcının hakkı kesilmiş olur.
Bu durumda müşteri,
aldığı o şeyin, ya kıymetini veya mislini tazmin eder.
Keza, böyle satılan
şey, pamuk olur ve müşteri onu eğirip iplik yaparsa veya aldığı iplik olur da
onu dokuyup bez yaparsa yahut aldığı buğday olur da onu öğütüp un yaparsa,
satıcının hakkı kesilir. Ve bu hak, o şeyin kıymetine veya misline çevrilir.
2-a) Eğer o
fazlalık, satılan şeyin aslından meydana gelen ve ondan ayrı bulunan bir artış
çoğalış olursa, bu durumda, satıcı bu akdi feshetmekten men edilemez. Ve, hem
asıl mal, hem de fazlalık, satıcıya iade edilir. Şayet doğum yapması, asıl olan
malın kıymetini noksanlaştinrsa, satıcı, bu noksanlığı ödemeye cebredilir.
Bu fazlalık,
müşterinin yanında helak olursa, onun, tazmin edilmesi gerekmez.
Müşteri, doğumdan
meydana gelen noksanlığı borçlanır.
Şayet bu
noksanlığı,'müşteri helak ederse; bu durumda, onu tazmin eder.
Satılan şey de, onda
bu şekilde meydana gelen fazlalık da duruyorsa; ikisi de satıcıya geri verilir.
Bu fazlalık,
müşterinin yanında helak olursa, müşteri onu tazmin etmez. (= ödemez.)
Bu fazlalığı,
müşterinin kendisi helak etmiş olsa bile, onu tazmin etmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise,
müşteri, helak olan bu fazlalığın bedelini, satıcıya borçlanır.
Şayet müşteri, bu
şeyin aslını da fazlalığımda zayi (helak) ederse, aslını tazmin etmesi gerekir;
fazlalık müşteriye ait olur.
Şayet bu şeyin aslı,
semavî bir âfetle müşierinin yamnde noksaniaşırsa; satıcı, asıl maldan geri
kalan ile zayi olan kısmının bedelini müşteriden alır.
Fakat bu noksanlık,
bir yabancının fiili ile meydana gelmiş olursa; bu durumda satıcı, bu noksanlık
hakkında muhayyerdir: İsterse, bı noksanlığın bedelini, o suçu işleyen
yabancılardan alır ve müşteriye mü râcaat etmez; isterse, müşteriden alır.
Bundan sonra da,
müşteri, suçu işleyen şahsa müracaat ederek, zây ettiği şeyin kıymetini üç
seneye kadar alır.
Şayet noksanlık,
satıcının fiili ile olursa; onu istirdâd etmiş olur. Bı durumda, müşterinin, onu
tazmin etmesi gerekmez.
Şayet satıcı, sattığı
şeyi öldürür veya o satıcının kazdığı kuyuya düşerek ölürse; bu istirdâd (—
geri alma) olur. Bu durumda, müşterinin tazminatı geçersiz olur. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle satın aldığı şeyi teslim alır ve onu bir başkasına satarsa; bu
cariyede bir fazlalık meydana gelmiş olması hâlinde, —onu fâsid bey'le satın
almış olan— müşteri, bu fazlalığı tasadduk eder.
Bu kimse, sattığı bu
cariyenin bedeli ile başka bir şey satın alır ve bu defa da, satın aldığı bu
şeyde artım olursa; bu fazlalık o şahsa helâl olur. Sirâcii'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Fâsid bir ahş-verişle
bir ev satın alan şahıs, bu evi teslim alır; evde fazlasiyle harap olursa;
bilâhare satıcının hâkime
müracaat etmesi hâlinde, hâkim,
"evin müşteri tarafından satın alındığı günkü kıymetini, müşterinin,
satıcıya ödemesine" hüküm verir.
Bir kimse, fâsid bir
aiış-verişle satın aldığı köleyi, teslim aldıktan sonra azâd eder veya onu
öldürürse; bu kölenin kıymeti teslim aldığ gündekinden daha fazla olmuş olsa
bile, müşteri, teslim aldığı gündek kıymetini tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, mükâtep müdebber veya ümm-ü veled vererek, bunun karşılığında, ondan bir
köle alır ve karşılıklı olarak teslim ve tesellümde bulunurlarsa; köleyi alan
şahıs, onun sahibi olur; fakat,
mükâtep, müdebber veya ümm-ü
veledi alan şahıs, —onu, satıcının izni ile teslim almış olsa
bile— onun sahibi olamaz.
Keza, sahibinin izni
olmadan, başkasının malı ile bir köle satın alan şahıs, bu kölenin sahibi olur;
diğer şahıs ise, teslim aldığı şeyin sahibi olamaz. Ancak, bu şeyin asıl
sahibi, buna izin verirse, o zaman, onun sahibi olabilir.
Keza, bir kimse, bir
başka şahıstan havuzdaki, ırmaktaki vey; kuyudaki su karşılığında yahut hasad
edilmemiş ekin karşılığında bi köle satın
alırsa; bu da, yukarıdaki
söylediğimiz gibidir. Tahâv Şerhi'nde de böyledir.
Fâsid bir ahş-verişle
bir câriye satın alan şahsın, o cariyeye cima etme hakkı yoktur.
Bu şahıs, o cariyeye
cima' eder ve satıcı onu geri isteyip alırsz müşteri bu cariyenin mehrini, o
satıcıya öder.
Bu müşteri, o cariyeye
zarar verirse, bedelini öder.
Şemsü'l-Eimme
Serahsî'ye göre, bu müşterinin kıymet ödeme gerekince, mehir ödemez. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle, bir câriye satın alıp bunu tesli) almadan önce azâd eder ve satıcı
da, bu nka (= azâd edişe) razı oiurs; bu câriye satıcı adına azâd edilmiş olur.
Bu durumda müşteriye
bir şey gerekmez.
Fâsid bir ahş-verişle
bir köle satın alan şahıs, onu teslim almada satıcıya: "Onu azâd et." der, satıcı da azâd
ederse; bu ıtk (= azâd ed de müşteriden değil satıcıdan olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ancak, bu rivayet, ya
çok zayıftır veya yazılışta bir hata olmuştur.
Bir kimse, fâsid bir
aiış-verişle bir köle satın alıp, onu tesi' aldıktan sonra, satıcı: "O
hürdür." dese, bu köle, azâd edilmiş olmaz.
Ancak, bu kölenin azâd
edilmiş olmaması için, satıcının, bu söz müşterinin bulunmadığı bir sırada
söylemiş olması gerekir.
Eğer satıcı, bu sözü,
müşteri hazır iken söylemişse, köle az edilmiş olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle, buğday satın aldığında, satı "Onu öğüt." der, müşteri de
öğütürse; un, satıcının olur.
Keza, satıcı:
"Koyunu kes." der; müşteri de keserse; bu koy satıcının olur.
Fâsid bir ahş-verişle
bir ölçek buğday satın alan şahıs, bunu teşi almaz, ancak satıcı, müşteriye:
"Onu, buğdayına kat." deyince, müşi de öyle yaparsa; bu, müşterinin o şeyi teslim alması demektir, müşteri, bu buğdayın mislini
veya bedelini, satıcıya öder .Fetâvâyi Kadihân'da da böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle satın aldığı bir cariyeyi, belirli mehirle, başka bir şahsa
nikâhlar; kocası, bakire olan bu cariyeye eh ettikten sonra da, satıcı, bu
câriye hakkında dava açıp, onu geri alsa b nikâh caiz olur. Bu durumda mehir,
satıcının olur.
Cariyenin bikrinin
izalesi sebebiyle müşteriye de bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Belirli bir müddete
kadar, bir cariyeyi iki câriye karşılığında alıp-satmak caiz değildir.
Bu şekilde bir câriye
satın alan şahıs, onu teslim alır ve bu cariyenin bir gözü kör olursa; müşteri,
bu cariyeyi ve bedelinin yarısını satıcıya iade eder.
Bu cariyenin gözünü,
müşteri değil de bir başkası kör etmiş olursa, bu durumda satıcı muhayyerdir:
Dilerse, bu cariyenin gözünü, kör eden şahsa tazmin ettirir; dilerse kıymetini
müşteriden alır. Bu durumda müşteri, cariyenin gözünü kör eden şahsa müracaat
eder.
Bu cariye, iki çocuk
doğurur ve bunlardan biri ölürse; satıcı, câriye ile sağ kalan çocuğu geri
alır.
Bu durumda müşteri,
ölen çocuğun kıymetini tazmin etmez.
Doğumdan dolayı,
—cariyede— meydana gelen noksanlığı tazmin eder.
Ancak çocuk,
müşterinin suç olan bir fiili neticesinde ölmüşse; bu durumda, bu müşteri,
çocuğun bedelini tazmin eder.
Bu câriye ölür ve iki
çocuğu kalırsa; satıcı, bu çocukları ve cariyenin de kıymetini alır.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle bir köle satın alıp, onu da satıcının izni ile teslim alır ve
bedelini peşin olarak öder, sonra da, satıcı bu köleyi geri almak isterse;
müşteri, bu köleyi, bedelini alana kadar elinde tutar.
Şayet bu satıcı, o
köleden başka bir mal bırakmadan ölürse; müşteri, bu köle üzerinde, satıcının
alacaklılarından daha fazla hâk sahibi olur. Ve bu köle, bu müşterinin hakkını
alabilmesi için satılır.
Kölenin satışından
elde edilen, —bu ikinci— bedel, birinci bedelden fazla ise, bu fazlalık,
satıcının alacaklısına aittir.
Bu köle, müşterinin
yanında iken ölürse; bu müşteri, o kölenin bedelini satıcıya öder.
Bu müşteri, o köleyi,
bin dirhem borca almışsa, bu bin dirhemi satıcıya öder.
Bu satıcı, pek çok
kimseye, çok miktarda borcu olarak ölür; bu köle de müşterinin yanında
bulunmakta olursa, her ne kadar, ahş-veriş fâsid olsa bile, bu müşteri, o
köleye hak sahibidir. Muhıyt'te de böyledir.
Fâsid bir ahş-verişle
alımp-satılan bir köle, teslim edildikte^ sonra, taraflar bu alış-verişi
bozarlar ve bilâhare de satıcı, onun bedeiı. almaktan vaz geçer ve bu köle
müşterinin yanında ölürse, bu kölenin kıymeti müşterinin üzerine olur.
Şayet satıcı,
müşteriye: "Seni, köleden affettim." dedikten sonra, köle ölürse,
müşteri bu durumda, köleden berî olur.
Çünkü satıcı,
müşteriyi köleden berî kılmıştır. Ve, bu köleyi, onun zimmetinden çıkarmış ve
onun yanında emânet haline getirmiştir.
Bu durumda ise, köle
helak olunca, müşteri onu tazmin etmez. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir.
Bir kimse, kıymeti —o
sırada— beş yüz dirhem olan bir köleyi, beş yüz dirheme ve fâsid bir
ahş-verişle satın alıp teslim aldıktan sonra, piyasa gereği, köienin kıymeti
bin dirheme çıkar ve müşteri de bu köleyi satarsa; —ilk satıcıya— satın aldığı
zamandaki kıymetine itibar ederek, beş yüz dirhem öder.
Bir kimse, kıymeti bin
dirhem olan bir köleyi gasbeder ve bu şahıs, bu kölenin kıymeti iki bin dirheme
çıktıktan sonra onu, sahibinden fâsid bir ahş-verişle satın ahr ve bu köle ölürse; müşteri, onun bedelini, iki bin
dirhem olarak öder. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu köleyi gasbeden
şahıs, onu, asıl sahibinden fâsid bir ahş-verişle satın aldıktan sonra azâd ederse;
bu itki geçerli olur.
Çünkü, bu müşteri, onu
teslim aldıktan sonra azâd etmiş durumdadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fâsid ahş-verişle
alınan bir şeyi, müşteri sahibine iade ederse; bu akid her yönden bozulmuş
olur. Bu iade edilişin,'satış, bağış, sadaka, emânet veya ödünç olarak
yapılması arasında bir fark yoktur.
Keza, böyle bir
durumda bu şeyi, satıcının vekili satar, müşteri de onu satıcıya teslim ederse,
bu müşteri, o şeyi tazmin etmekten kurtulur.
Şayet, o şeyi,
satıcının ticârete izin verilmiş bulunan, borçsuz kölesi satarsa, bu satış caiz
olmaz; fâsid olan ahş-veriş akdi ise bozulmuştur.
Bu durumda, müşteri, o
satılan şeyi, satıcıya getirmedikçe, tazminattan kurtulamaz.
Şayet bu köle,
ticârete izin verilmiş borçlu bir köle ise, onun satışı sahih olur.
Bu durumda,
müşterinin, o şeyi, satıcıya tazmin etmesi gerekir.
Eğer müşteri, borçlu
bulunan izinli bir köleden, bir şey satın alır ve bunu teslim aldıktan sonra
da, o kölenin efendisine satarsa, bu satış caiz .olur. Köle için tazminat gerekir.
Eğer köle borçlu
değilse; ikinci satış caiz olmaz. Ancak, bu durumda da, birinci ahş-veriş
feshedilmiş olur.
Müşteri, o şeyi, bu
kölenin efendisine iade ederse, tazminattan kurtulmuş olur. Çünkü, bu kölenin
efendisine iade etmek, bu köleye iade etmek gibidir.
Şayet, bu şekilde
satılan şey kumaş olur ve müşteri onu boyamış bulunur; —sarıya veya kırmızıya—
boyanması da o kumaşın kıymetini artırırsa; İmâm Muhammet! (R.A.): "Bu
durumda satıcı muhayyerdir: Dilerse, o kumaşı alıp, boyanması sebebiyle meydana
gelen değer artışını müşteriye öder; dilerse, kumaşın kıymetini müşteriye
ödettirir.
Sahih olan da budur.
Bedâi"de de böyledir.
Fâsid bir ahş-verişle
bir yer satıldığında, müşteri, o yere bir mes-cid yaparsa; satıcının, bu yer
hakkındaki ahş-veriş akdini feshetme hakkı bâtıl (= geçersiz) olmaz.
Ancak, müşteri bu yere
bina yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satıcının akdi feshetme hakkı
bâtıl olur.
Ağaç dikmek de, bina
yapmak gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdir'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle bir köle satın aldıktan sonra, ona ticâret yapma izni verir ve bu
köle borçlanır; bilâhare de satıcı, "müşterinin, o köleyi geri vermesi
için" dâva açar ve müşteri onu geri verirse; alacaklıların, bu köleden bir
şey istemelerine bir yol yoktur. Bu kölenin borcunu müşteri öder. Mııhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle satın aldığı bir cariyeyi, satıcının izni ile teslim aldıktan
sonra, bu satıcı, ahş-verişin fâsid olduğu gerekçesi ile onu, müşteriden geri
almak ister; müşteri ise, bu cariyeyi başkasına sattığını belgelerse;
buna inanması hâlinde
satıcı, müşteriye, bu cariyenin kıymetini ödettirir.
Müşteri, satıcıya
inanmazsa; cariyeyi ondan, geri ister.
Bu durumda da
satıcının, cariyeyi geri vermesi gerekir.
Şayet satıcı,
müşterinin beyyinesini doğrular ve ona inanıp cariyenin kıymetini aldıktan
sonra, bu câriye ortaya çıkarsa; bu durumda, satıcı cariyeyi geri isteyemez.
Bu durumda müşterinin;
doğru söylemesi veya yalan söylemiş bulunması arasında da bir fark yoktur.
Müşteri: "Ben, o
cariyeyi bir şahsa sattım." der; fakat, bunun kim olduğunu söylemez;
satıcı da ona inanmaz ve bu müşteriyi yalanlarsa; bu durumda satscı, o cariyeyi
geri isteyebilir. Muhıyt'te de böyledir. [113]
Ahş-veriş yapanlar
ihtilâf edip, birisi "Bu ahş-verişin sıhhatli"; diğeri de
"fâsid" olduğunu iddia ederlerse; —fâsid olduğunu iddia edenin
şartının veya vaktinin fesadını iddia etmesi hâlinde,— "bu ahş-verişin
geçerli olduğunu" iddia edenin sözü geçerli olur.
Bütün rivayetlerde,
"ahş-verişin fâsid olduğunu" iddia edenin, belge getirmesi gerekir.
Ahş-verişin fâsid
olduğunu iddia eden şahıs: "Onu, bin dirhem ve bir rıtıl içki karşılığında
satın aldım." dediği halde, diğeri: "Hayır, yalnız bin dirheme satın
aldım." derse; zahiru'r-rivâyede yine, bu ahş-verişin sıhhatini iddia eden
şahsın sözü geçerli olur.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [114]
Bey'-i mevkuf: Başka
bir şahsın (mal sahibinin veya bir ortağın) iznine tevakkuf eden (bağlı
bulunan) ahş-veriştir.
Bu durumda, iznin
sahih olması için, akid yapan taraflarla, üzerinde akid yapılan şeyin hazır
bulunması şarttır.
Bu iznin sahih olması
için, alman şeyin bedeli nakit ise, onun hazır bulunması şart değildir.
Ancak, bu bedel uruz (
= Nakitten,hayvanlardan, ölçülen ve tartılan şeylerden başka olan, kitap, eşya
ve kumaş gibi şeyler) ise, bunların mevcut olması, iznin sıhhati için şarttır.
Fetâvâyi Hindiyye'de de böyledir.
Satış hakkındaki izin,
sahih olduğu zaman, bedel, muayyen bir şey (= ayn) olur ve durmakta bulunursa;
bu durumda, bu bedel, satışa izin veren şahsın değil, o şeyi satan şahsa
müracaat ederek, malının kıymetini ondan alır. Bu mal, kiyemî ise kıymetini;
mislîise, mislini alır. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet bu bedel, mal
sahibi izin vermeden önce veya bundan sonra satıcının elinde helak olursa, bu
mal emânet olarak helak olmuş olur.
Satılan şey, müşterinin
elinde helak olursa; mal sahibi, bunu dilediğine (yani ister satıcıya, ister
müşteriye) tazmin ettirir.
Satılan şeyi, müşteri
tazmin etmiş olursa; o da, bu bedeli almak için, satıcıya müracaat eder.
Satılan şeyin, satan
şahsın yanında emânet olması hâlinde, eğer Önce teslim etmiş, sonra satmış
olursa; bu satış geçerli olur.
Ancak, önce satmış,
sonra teslim etmiş olursa, bu alış-veriş geçersiz olur.
Mal sahibi, tazminat
için, müşteriye müracaat eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Mal sahibi öldüğü
zaman, —bey'-i mevkufta— vârislerin izin vermesi geçerli olmaz.
Mal sahibi izin
verince, satıştan sonra, izin vermeden önce, bu malda meydana gelmiş bulunan
fazlalık müşterinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başkası
adına bir şey satın alırsa; bu ona karşı geçerli olur.
Ancak, müşteri sabi (=
çocuk) veya mahcur olursa, o zaman, bu alış-veriş mevkuf olur.
Bu hüküm, fuzûli (=
Başkasının hakkında, bir izne dayanmadan tasarrufta bulunan yetkisiz kimse)nin,
bu alış-verişi başkasına izafe etmemesi hâlinde geçerlidir.
Eğer, bu alış-veriş,
başkasına izafe edilir ve fuzûli: "Şu köleyi, filana sat." der;
satıcı da: "Onu, filan için sattım." derse; bu durumda tevakkuf
edilir.
Bir satıcı, füzûlî'ye:
"Şunu, sana, filan için sattım." der; fuzûlî de: "Kabul ettim." veya "Satın
aldım." yahut: "Şunu, onun
için, senden satın aldım." der; satıcı ise: "Sattım." derse;
akit tamam olur. Ve tevakkuf gerekmez.
Başka bir yerde, şöyle
bir hüküm de gördüm:
Şayet, bir kölenin
sahibi, füzûliye: "Şu köleyi, sana, şu fiata sattım." der; fuzûlî de:
"Filan için kabul ettim." veya "Filan için, satın aldım."
derse; yahut, önce Fuzûlî: "Senden şu köleyi, filan için, satın
aldım." der; satıcı da: "Sana sattım." derse; sahih olan kavle
göre, bu alış-veriş mevkuftur. Ve füzûliye karşı geçerli olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başkasına:
"Senin şu köleni, kendim için, bin dirheme satın aldım." der; hazırda
bulunan kölenin efendisi de: "Gerçekten izin verdim ve teslim ettim."
derse; İmâm Muhammed (R.A.): "Bu
efendinin satışı, o anda, geçerli bir satıştır," buyurmuştur.
Bir kimse, bir başka
şahsın kölesini, onun izni olmadan satar; bu kölenin sahibi de: "İyi
yapmışsın; isabetli olmuş; ben de muvafakat ettim." derse;bu sözler,
alım-satım için izin olmaz.Bu kölenin geri alınması gerekir.
Ancak, bu şahsın,
kölesinin bedelini alması alış-verişe izin sayılır.
Keza, kölenin
sahibinin, bu füzûliye: "Satışa yardım etmen, bana kâfi gelir.";
"Güzel yaptın."; "Allah,
seni hayırlısı ile
mükâfatlandırsın." dese; bu sözler de, satış için izin sayılmaz.
Ancak, İmâm Muhammed
(R.A.): "Güzel yaptın."; "İsabet ettin." kelimeleri,
istihsânen izin sayılır." buyurmuştur.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
Esahh olan da budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Oğluna ait bir yeri
satan kimseye, oğlu: "Sen, hayatta oldukça, almaya satmaya
izinlisin." veya: "Sen hayatta oldukça, ben, sana izin verdim."
derse; bu sözler izindir.
Ancak, babasına:
"Hayatta oldukça, onu
tut." derse, bu izin sayılmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Müntekâ'da: "Ne
kötü yaptın." demenin de izin olduğu zikredilmiştir.
Bişr; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesini, onun emri olmadan satar ve bu haber kölenin sahibine ulaşınca,
o, satan şahsa; "Onun bedelini, sana bağışladım." veya "Onu,
sana sadaka ettim." derse; bu sözler izindir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir mal sahibine, "fuzûlî bir şahsın,
malını sattığı" haberi ulaşınca, o şahsın sükût etmesi,
"satışa izin vermesi" sayılmaz.
Bu şahsa, malının, bir
fuzûlî tarafından satıldığı haberi ulaşınca, bedelini öğrenmeden bu satışa izin
verir; sonra da, bu miktarı öğrenince, satışı kabul etmese; izin vermiş
olduğuna itibar edilir; satışı reddedişine itibar edilmez.
Bir fuzûlinin veya
kendisine emânet bir şey bırakılmış olan şahsın, bir şeyi satmasına, mal sahibi
izin verince, bu satış geçerli olur.
Bir fuzûli, başkasının
kölesini sattıktan sonra, bu köle ölür; sonra da, sahibi, bu satışa izin
verdiğini iddia ederse; bu sözünün doğru olduğu kabul edilir.
Ancak: "Satış,
bana ulaştı; ben de, ona izin verdim." derse; bu sözü doğru kabul edilmez.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse; izni
olmadan, bir başka şahsın kölesini, yüz dirheme sattığında; müşteri gelip, bu
kölenin efendisine durumu haber verip: "Filan şahıs, köleni, şu kadara
sattı." deyince, efendi: "Eğer, yüz dirheme sattıysa; gerçekten izin
verdim." derse: "İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer, o şahıs, bu
köleyi, yüz dirheme veya daha
fazlaya satmışsa; o caizdir. Fakat, yüz
dirhemden aşağıya satmışsa,
caiz değildir." buyurmuştur. Keza, o şahıs, bu köleyi, yüz dinara
satmış olsa da caiz olmaz.
Keza, bu kölenin
sahibi, müşteriye: "Sana, yüz dirheme satmışsa; izin verdim." derse;
bu da, caizdir.
Fakat: "Sana, yüz
dirheme satarsa; ben izin verdim." derse; bu caiz olmaz. Bu izin sayılmaz.
Bu konuşmadan sonra
fuzûli onu satarsa; sahibi, isterse verir; isterse, vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, izni
olmadan, başka bir şahsın kumaşını satar ve müşteri bu kumaşı boyadıktan sonra,
kumaşın sahibi satışa izin verirse; bu caiz olur.
Ancak müşteri, kumaşı
kesip dikmişse, bu caiz olmaz.Çünkü, satılan şey, zayi olmuştur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Satın alan fuzûli ile
kendisi için satın alman şahıs arasında ihtilâf çıkar; kendisi için satın
alınan şahıs: "Ben, satın almanı, sana emrettim." dediği halde,
müşteri de: "Ben, onu, senin emrin olmadan, senin için aldım." derse;
bu durumda, müşterinin sözü geçerli olur. Çünkü müşteri: "Ben, onu, senin
için aldım." dediği zaman, bu onun emrini ikrar olur. Bedâi'de de
böyledir.
Bir kimse, fâsid bir
ahş-verişle, bin dirheme bir köle satın alıp, onu teslim aldıktan sonra da bunu, satın aldığı şahsa, yüz dinara satar ve
satıcı da onu teslim alırsa; bu durumda, fâsid ahş-veriş fesholmuş olur. Teslim
almazsa, feshedilmiş olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin kölesini, sahibinin izni olmadan satın alır; müşteri, bu köleyi kabul
ettikten sonra da bir başka şahıs, sahibinin
izni olmadan, bu sefer de diğer bir şahsa satar ve bu ikinci müşteri de o
köleyi kabul ederse; bu akidlerin ikisi de, durdurulur.
Bu durum, kölenin
sahibine ulaşınca, o, bu satışların ikisine de izin verirse; müşterilerin ikisi
de muhayyer olur. Muhıyt'te de böyledir.
Keza bu fuzûli şahıs,
bu köleyi, o iki şahsa da satarsa; İmâm Kerhî:
Bu durumda, birinci
akid, ikincisinden dolayı
fesholur." demiştir.
Âlimlerimize göre,
birinci akid, ikincisinden dolayı fesholmaz. Sahih olan da budur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
İbn-i Semâ'a,
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsın elbisesini, sahibinin haberi olmadan ticaret için izni bulunan kendi
küçük oğluna veya onun ticaret izni verilmiş borçlu veya borçsuz kölesine
sattıktan sonra, mal sahibine, elbisesini sattığını bildirdiği halde, kime
sattığını bildirmezse; bu caiz olmaz, Muhıyt'te de böyledir.
Satış, nikâhtan,
icâreden ve rehinden daha ehakktir.
Meselâ: "Bir
fuzûli, bir şahsın cariyesini satar; bir başka fuzûli de, bu cariyeyi nikâhlar,
icara verir veya rehin bırakırsa; efendisinin bunlara izin vermesi hâlinde,
satış caiz; diğerleri batıl olur.
Azâd etmek, mükâtep
veya müdebber kılmak ise, diğerlerinden dahaelyaktır.
Bağışlamak ve icara
vermek, rehinden daha elyaktır. Bağışlamak da, icara vermekten daha elyaktır.
Satış ise,
bağışlamaktan daha elyaktır. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu köleni, kendim için satın aldım ve filan için bin dirheme
satın aldım." deyince; bu kölenin efendisi: "Gerçekten razıyım."
dese; bu, hiç bir şey hakkında caiz olmaz.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Şu köleni, dün, yarısını kendim için, beş yüz dirheme; yarısın da,
filân için beş yüz dirheme satın aldım." derse; kölenin sahibinin izin
vermesi hâlinde? filan için satın aldığı, caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müşterinin, bu izin
verilmeden önce, bu alış-verişi feshetme yetkisi vardır. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Alış-verişe aklı eren,
fakat alış-veriş yapmasına izin verilmemiş bulunan bir çocuğun alış-verişi de,
bey'-i mevkuftur» onun, satması da alması da durdurulur.
Bu çocuğun
alış-verişi, babasının, dedesinin veya vasisinin iznine yahut hakimin iznine
bağlıdır.
Alış-veriş yapması men
edilmiş bulunan bir köle, efendisinin malından bir şeyi veya kendisine
bağışlanmış bulunan bir şeyi satar veya bir şey satın alırsa; bu da,
efendisinin iznine bağlıdır. O, izin verirse; bu kölenin alış-verişi caiz olmuş
bulunur.
Bir kimsenin, ticâret
yapmasına izin vermiş bulunduğu borçlu kölesini satması, bu köleden alacaklı
olan şahsın iznine bağlıdır.
Ticarette izinli
bulunan bir kölenin efendisi, o köleyi alacaklısının izni olmadan satıp,
bedelini teslim aldıktan sonra, bu bedel zayi olur ve bilâhare de alacaklı
şahıs, bu kölenin satılmasına izin verirse; bu satış sahih olur.
Ve bu bedel,
alacaklının olarak zayi olmuş bulunur.
Ölüm hastalığında olan
bir kimsenin alış-verişi de mevkuftur.
Bu şahıs ölünce;
varisleri, onun —hasta iken— yaptığı ahş-verişleri ibtâl edebilirler.
Mürtedin yaptığı
alış-veriş de mevkuftur.
Mürted (= İslâm'dan
dönen şahıs), bir şey aldığı veya sattığı zaman, bu akid bekletilir: Şayet bu
şahıs, riddet halinde ölür veya öldürülür veyahud da dâr-i harbe giderse; bu tasarrufu bâtıl (-
geçersiz) olur.
Eğer, bu mürted,
tekrar müslüman olursa, yaptığı alış-veriş geçerli olur.
Bir kimse, bir
arazisini, belirli bir müddetle, tohumu ondan olmak üzere, bir ziraatciye
ortaklığa verirse; —zirâatci o tohumu eksin veya ekmesin,— bu yerin sahibinin
orayı satması, ziraatcinin iznine bağlıdır. O izin verene kadar, alış-verişi bekletilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir
başkasından bir kumaş satın alır; sonra da kumaşın sahibi, onu, on dirhem
fazlasına satar; bilâhare de —ilk— müşteri, bu alış-verişe izin verirse, onun
bu icazeti, caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir. [115]
İki kişinin ortak
bulunduğu bir cariyeyi, bu ortaklardan birisi, diğerinin izni olmadan satar;
müşteri de onu tesiim alıp, azâd ederse; sonradan, diğer ortak, onun satışına
izin verse bile, bu, kendi hissesinde de geçerli olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdiri'nde, şöyle zikretmiştir:
Bir kimse, ortağı
bulunduğu bir evin yansını, —filan yer diye— belirterek satarsa; bu satış akdi,
kendi hissesine ait olur.
Fakat, fuzûli bir
şahıs, iki kişinin ortak bulundu?^ bu evin yarısını satarsa; bu satış akdi,
ikisinin hisselerinin yarısı ile ilgili olur.
Bu ortaklardan birisi,
bu satışa izin verirse, satış akdi, bu şahsın hissesi ile alakalı olmuş
bulunur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir.
İmâm Muhammed (R.A.)
ile İmâm Züfer (R.A.)'e göre ise, bu satış akdi, o evin dörtte biri hakkında
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişinin, ortaklaşa
bir yığın buğdayı olur; bu ortaklardan birisi, bu buğday yığınından bir ölçek
satarsa; bu satıştan sonra, diğer ortak, izin verse de vermese de bu satış caiz
olur. Bedelin tamamı da satıcıya ait olur.
Bu ortaklardan birisi,
bir ölçek buğday satar; diğeri de buna izin verir; sonra da, müşteriye satılan
ölçülünce, geride kalan buğday zayi olmuş bulunursa; bu durumda, diğer ortağın,
buğdayı satan ortağa, yarım ölçek buğday vermesi gerekir. Müşteriye müracaat
edemezler.
Ancak, diğer ortak, bu
satışa izin vermez; kalan buğday da zayi olursa; izin vermeyen ortak, satılan
buğdayın yarısını müşteriden geri alır.
Bu ortaklardan birisi,
bu buğday yığınından bir ölçek ayırıp satar, diğer ortak da buna izin verirse;
alman bedel, bu ortaklar arasında yarı yarıya taksim edilir.
Bu ortak, satışa razı
olmaz ve müşteriden kendi hissesini geri alırsa; bu müşteri, satan ortağa
müracaat edip tam ölçeğin bedelini geri isteme hakkına sahip değildir.
Ancak, bu müşteri
muhayyerdir: Dilerse, satan ortaktan yarım ölçeğin bedelini alır; dilerse,
buğdayı almaktan vaz geçer .Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
İki kişinin, ortak bir
köyleri olduğunda,bu ortaklardan birisinin, o köyden bir ev veya iki ev, üç ev,
yahut bir tarla satması caizdir. Bu şeyleri satan ortak, bedellerinin yarısını
alır. (Yarısı da, diğer ortağa aittir.)
Bu ortaklardan
birinin, bir tarlanın yarısını veya bir evin bif odasını satması caiz olmaz.
Keza, bir ortağın,
diğeri ile müşterek olan yolunu satması caiz olmaz.
Ancak, diğer ortağının
izni olursa, bunların satılması da caizdir.
Bir kimse, bir kaç
daire evi bulunan bir yerden, bir ev sattıktan sonra kalan evlerini de satarsa;
bunların yarısı hakkındaki satışı caiz olur.
Bir kimsenin, binanın
yeri hariç, yarısını satması caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Keylî (- ölçekle
ölçülen) veya veznî (= terazi iîe tartılan) bir şeye ortak bulunan iki kişiden
birisi, hissesini diğer ortağına veya başka bir şahsa satarsa, bize göre, bu
maldaki ortaklığın, dileyerek veya dilemeden karışmak suretiyle meydana gelmiş
olması hâlinde; bu ortaklardan birinin, hissesini, diğer ortağına satması caiz
olur. Başka bir şahsa satması ise, caiz olmaz.
Ancak, diğer ortağın
izni olunca, bu hissenin yabancıya satılması da caizdir.
Bu maldaki ortaklık;
miras, satın alma veya bağış yolu ile meydana gelmişse; bu ortaklardan her
birinin, kendi hissesini, ortağına veya yabancı bir kimseye satması caiz olur.
Ancak, bu ortaklardan
hiç birinin, diğer ortağının hissesinde her hangi bir
tasarrufta bulunma hakki yoktur. Fetâvâyi
Suğra'da da böyledir.
Nevazil'de şöyle
zikredilmiştir:
İki kişinin ortak
bulunduğu bir ağaçlıktan, bu ortaklardan birisi, yeri satışa dâhil olmamak
üzere, ağaçlardan kendi hissesini, ortağının izni olmadan bir kimseye satarsa;
ağaçların yetişmiş olması halinde bu
satış geçerli olur.
Ancak, bu ağaçlar
yetişmemişse, bir ortağın bu şekilde kendi hissesini satması caiz olmaz.
Vâkıât'ta şöyle
zikredilmiştir:
İki kişinin ortak
bulunduğu hurma ağaçlarının ve üzerinde bulunan hurmaların veya ekili bulunan
ortak arazinin satılıp satılamıyacağı hakkında, kitapta bir şey
zikredilmemiştir.
Ancak münasip olan,
bu satışın caiz olduğudur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu evdeki hissemi sana sattım." der; müşteri
onun hissesini bildiği
hâlde, satıcı bilmemekte
ise, müşterinin bunu söylemesi ile, satış caiz olur.
Ancak müşteri
bilmiyorsa; satıcı, bilse de bilmese de İmâm-ı A'zam i Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu satış caiz olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise,satıcı bilse de bilmese de caiz olur. Fetâvâyi Suğra'da da
böyledir.
Kumaş ve sürü gibi
taksimi mümkün olan şeylere ortak olan
iki kişiden birisinin, kendi hissesine düşen koyun veya kumaşları satması
caizdir.
Diğer ortağın, bu
satışı feshetme hakkı yoktur. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Hasan bin Ziyâd'a
göre, diğer ortağın izni olmadan, bu gibi hisselerin satılması da caiz olmaz.
Tahâvî, bu görüşü
almıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Bii kuyu ve araziye
ortak olan iki şahıstan birisi, kuyu ve onun arazideki yolunda olan hissesini
satsa; kuyu hakkındaki satış caiz olur; yolu hakkındaki satış ise, caiz olmaz.
Sahih olan,ortağın
izin vermesidir. Şayet ortak izin verirse, hepsinin satışı da caiz olur. Bu
ortağın, kuyudaki hissesini, yol hissesi
olmadan satması da caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin, başka
bir kimse ile ortak bulunduğu bir binanın yarısını, ortağına veya bir başka
kimseye satması caizdir.
Ancak, bu binayı yeri
hariç olmak üzere, ortağına da yabancı bir kimseye de satması caiz değildir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir başka
şahsın kölesini sattığında, müşteri onu geri vermek isteyerek: "Sen, onu, sahibinden izinsiz olarak
sattın." der; satan şahıs ise, bunu inkar ederek: "Hayır, ben onu,
sahibinin izni ile sattım." karşılığını verir, müşteri de, "kölenin
sahibinin, onun satılmasına izin vermediği hususundaki" veya satıcının bu
husustaki ikrarım belgelerse; bu belgesi kabul edilmez.
Ancak, köleyi satan
şahıs, hâkimin huzurunda, "kölenin sahibinin, onun satılmasına izin
vermediğini" ikrar ederse; o zaman, bu alış-veriş bâtıl (- geçersiz) olur.
Eğer kölenin sahibi,
onun satılmasına izin verdiğini, hâkimin yanında inkâr eder, kendisi de
kaybolur ve satıcı ise, bu alış-verişin feshedilmesini talep ederse; hâkim,
bunların aralarındaki ahm-satım akdini fesheder.
Eğer müşteri,
satıcının "izin vermediğine dâir" yemin etmesi için, feshin
ertelenmesini istese bile, fesih tehir edilmez.
Şayet, kölenin sahibi
gelir de yemin ederse; kölesini geri alır.
Şayet kölenin
sahibi,yemin etmekten kaçınırsa; alış-veriş akdi avdet eder.
Şayet kölenin sahibi
gelip, hakimin huzurunda, "onun satılmasına izin verdiğini" inkar
eder; müşteri de hazırda bulunmazsa, bu köleyi alamaz.
Satıcının, kölenin
sahibine, "o kölenin satılması için, kendisine izin verdiğine dair"
yemin1 teklif etme hakkı vardır.
Şayet, bu kölenin
sahibi, bu hususta yemin etmekten kaçınırsa; onun, bu kölenin satılmasına izin
vermiş olduğu sabit olur.
Eğer, kölenin sahibi
yemin ederse, satış caiz olur. Satan şahıs da, bu kölenin bedelini tazmin eder.
(= öder.)
Eğer, bu kölenin sahibi
ölür ve satıcı da onun vârisi olursa; bu izni inkâr etmesi ve buna beyyine
getirmesi hâlinde, bu beyyinesi kabul edilmez.
Şayet, bu şahıs,
kölenin sahibinin ölümünden sonra, müşterinin, "sahibinin, izni olmadığını
ikrar ettiği" hususunda hüccet getirirse; bu kabul edilir.
Şayet bu köleye, satan
şahıs ve başkası vâris olur; bir başkası da, "sahibinin, bu kölenin
satılmasına izin verdiğini" inkâr eder ve bu hususta iddiada bulunursa;
bunun duyulması hâlinde, müşteri ona yemin etmesini telif eder.
Şayet bu şahıs,
sahibinin bu kölenin satılmasına izin vermediği hususunda, izin vermekten
kaçınırsa; izin sabit olur.
Müşteri, bu hususta
yemin ederse; bu kölenin yansını alır. Ve bedelin yarısı için de satıcıya
müracaat eder.
Geride kalan yarı
hisse hakkında, bu müşteri muhayyerdir.
Bu hüküm, müşterinin,
"bu kölenin o efendinin malı olduğunu" ikrar etmesi hâlinde
geçerlidir.
Şayet, müşteri bunu
inkar ederse; âmirin sözü boştur.
O şahsın, "bu
kölenin kendi malı olduğuna" delil getirmesi gerekir. Kâfi'de de böyledir. [116]
İmâm'ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre; İkâle: Alış-veriş yapan iki kişinin,
karşılıklı rızâ ile bu alış-veriş akdini, feshetmeleri, demektir. Bu,
bir bakıma, —önceki
alış-verişin tersi olan-yeni
bir alış-veriştir.
Ancak, feshi
mümkün olmayan alış-verişler müstesnadır. Bu durumda alış-veriş bâtıl (= geçersiz)
olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
bir câriye satın aldıktan sonra, alıcı ve satıcı, —yine— bin dirhem
karşılığında rızâ ile, bu ahş-verişi bozarlarsa; bu ikâle sahih olur.
Şayet bu ikâle, bin
beş yüz dirheme yapılsa bile, ancak, bin dirheme sahih olur. Fazladan, beş yüz
dirhemin söylenmesi, boş bir söz olur.
Alış-veriş akdi yapan
bu şahıslar, bu ahş-verişi, beş yüz dirheme bozarlarsa; satılan şeyin
müşterinin elinde, önceki hâli üzere durmakta olması hâlinde, bu ikâle, yine
bin dirheme sahih olur.
Beş yüz dirhem sözü,
boş bir sözden ibaret olur.
Satıcının o şeyi, bin
dirhemi karşılığında, müşteriye iade etmesi gerekir.
Ancak, satılan şeyde
bir noksanlık meydana gelmişse; bu durumda, beş yüz dirheme ikâle sahih olur ve
bu beş yüz dirhem, satılan şeyde meydana gelmiş bulunan aybın (= kusurun,
noksanlığın) karşılığıdır.
İkâlenin başka bir
cinsle yapılması hâlinde bütün kitaplara göre, bu ikâle sahih olur.
Ancak, İmâm-ı A'zam
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikâle önceki bedelledir. "Başka cinsle
sözü," boş bir sözdür.
Satılan şeyin kıymeti
arttıktan sonra ikâle yapılır ve bu teslimden önce yapılmış bulunursa; bu
durumda ikâle sahih olur.
Bu fazlalığın, satılan
şeye bitişik veya ayrı olması da müsavidir.
İkâîe, satın alınan
şey teslim alındıktan sonra yapılır ve artan şey de, satılan şeyden bâtıl
olursa; bu ikâle bâtıl (= geçersiz) olur.
Fazlalığın, satılan şeye
bitişik olması durumunda ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, —ayrı olması
hâlinde olduğu gibi— ikâle bâtıldır. Muhiyt'te de böyledir.
Alış-veriş akdi
yapanlardan birisi, diğerine: "Bana, ikâle yap da, onun bedelini
senden, bir sene sonra alayım." veya: "Bana ikâle yaparsan, senden,
bedelin elli dirhemini almam." derse; bu durumda da ikâle sahih olur;
ancak, bedel te'hir edilmez ve indirilmez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bedelin indirilmesi caiz olur.
Bunun aslı şudur:
İkâle, ikinci de, iki lâfızla sahih olur: Bu lâfızlardan biri, mazi (= geçmiş
zaman), diğeri de muzarî (= şimdiki ve gelecek zaman) ifâde eden lâfızlardır.
Meselâ: Taraflardan
birisi: "Bana ikâle yap." der; diğeri de: "Yaptım."
karşılığını verir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bu durumda, ikâle
sahih olmaz. İkâienin sahih olması için, ahş-verişlerde olduğu gibi, bu
lafızların ikisi de mazi (= geçmiş zaman) sıygasında olmalıdır.
Fetvalarda, İmâm
Muhammed (R.A.)'inb kavli ihtiyar edilmiştir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir şey
sattıktan sonra, müşteriye: "Bu
satışı, bana ikâle eyle." der; o da: "Gerçekten, ikâle ettim."
derse; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, zahiru'r-rivâyede,
ikâle olmaz.
Bunun ikâle olabilmesi
için, bundan sonra, satıcının: "Kabul ettim." demesi gerekir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet müşteri: "Ben, bu ahş-verişi bıraktım." der;
satıcı da: "Razı oldum." veya: "İzin verdim." derse; bu
ikâle olur. Hulâsa'da da böyledir.
Satıcı, ikinci
defa "Satılan şeyi
bana ver." der; diğeri
de: "Verdim." karşılığını verir ve satıcı: "Kabul
ettim." karşılığını verirse, bu ikâle de sahih olur.
Fetva da, bu kavle
göre verilir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir satıcı, müşteriden
ikâle talebinde bulunur; müşteri de: "Bedelini ver," deyince, satıcı
bunu kabul ederse; bu da, satıcının "bana ikâle et." demesi gibidir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir tellal, bir şeyi,
mutlak emirle sattıktan sonra, bedelini satıcıya getirince: "Bu bedelle,
onu veriyorum." der ve müşterinin haberi olunca: "Ben
istemiyorum." dese; bu alım-satım bozulmuş olmaz. Kunye'de de böyledir.
İki taraftan birisinin
teatisi ile sözleşme akdedilmiş olur. Sahih olan da budur. Nehru'l-Fâık'ta da
böyledir.
Bir müşteri, yenilecek
bir şeyi teslim alıp, bedelinin de bir kısmını teslim ettikten sonra, bir kaç
gün geçince: "Bedeli pahalı." der ve bu durumda, satıcı da teslim
aldığı bedeli geri verirse; —bazı âlimlere göre— aliş-veriş bir tarafın teatisi
ile mün'akid olur; onu ikâle eder.
Sahih olan da budur.
Kerderî'nin VecîzFnde de böyledir.
Bir kimse, ibrişim
satın alıp, onu da teslim aldıktan sonra,satıcıya: "İşim iyi olmadı; onu
geri al ve bedelini geri bana ver." der ve satıcı da buna razı olmaz ve:
"Bedelinden şu kadarını noksanlaştırdım; geri kalanını bana ver."
deyince, o da öyle yaparsa; bu bir ikâledir; bu, önceki alış-veriş değildir.
Satıcı, müşteriden
alış-verişin feshini ister; müşteri de: "Bedeli bana ver." der;
satıcı da öyle yapar ve müşteri de bedeli geri alıp, satın aldığı şeyi geri
verirse; bu bir fesihtir. Kunye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
baş"ka şahsa, bez sattığında, satın alan şahıs, ona: "Bu bezin
satımını ikâle ettim; ondan, bir gömleklik kes." der; satıcı da keserse;
henüz birbirlerinden ayrılmamış bulunmaları ve bir şey söylememeleri hâlinde,
bu işlem bir
ikâiedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir. [117]
İkâlenin sahih
olmasının şartı, ikâle yapanların her ikisinin de buna razı olmasıdır.
İkâle yapanların aynı
mecliste bulunmaları da, ikâlenin sahih olması için şarttır.
Tarafların, ikâle
bedelini karşılıklı olarak teslim almaları da şarttır.
Satılan şeyin,
muhayyerlik şartı sebebiyle, görme veya kusur muhayyerliği sebebi ile geri
vermek gibi fesh sebepleri de ikâle yerindedir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'yegöre böyledir. Şayet böyle olmazsa, satılan şeyin fazlalaşması gibi
bir sebeple, fesh yapılmaz. Ve bu fesh sahih olmaz.
İkâlenin sahih
olmasının bir şartı da, ikâle esnasında, satılan şeyin mevcud olmasıdır.
Şayet ikâle sırasında,
satılan şey mevcud değilse, ikâle sahih olmaz. Ancak ikâle bedelinin, ikâle
esnasında mevcud olması şart değildir.
İki kişi, karşılıklı
oiarak,bir ayn'ı borç mukabilinde, alıp-satarlar, sonra da bu ayn (= mevcut ve
belirli olan, bir kitap, bir ev, bir at, belirli bir mitardaki para, buğday ve
ev eşyası gibi şeylerden, belirli miktarda ve ortada bulunan bir şey)
müşterinin elinde iken ikâle yaparlarsa;
bu ikâle sahih olur.
Bu durumda, bedelin
durmakta olması veya zayi olmuş bulunması arasında da bir fark yoktur.
Ancak, ayn'in helak
olmasından sonra ikâle yaparlarsa; bu sahih olmaz.
Keza bu ayn, ikâle
vaktinde mevcud olduğu hâlde, sonradan ve satıcıya iade edilmeden önce helak
olursa; bu durumda da ikâle bâtıl olur.
Keza, böyle satılan
iki köle olur ve taraflar, karşılıklı olarak teslim aldıktan sonra da, onlar
helak olur; bilahare de ikâle yaparlarsa; bu ikâle de sahih olmaz.
Ancak, ikâle
esnasında, bu kölelerden biri helak olduğu halde, diğeri durmakta ise, bu ikâle
sahih olur.
Fakat, durmakta olan
bu köle de, geri verilmeden önce helak olursa; bu ikâle de bâtıl olur.
Taraflar, ayn'ı ayn
ile alıp-sattıktan ve karşılıklı olarak da teslim aldıktan sonra, bunlardan
birisi, onu alan şahsın elinde helak olur; bilâhare de ikâle yaparlarsa; bu
ikâle sahih olur.
Helak olan ayn'in
kıymeti, onu satın alan şahsa ödenir. Bunun için ise, o ayn'in mislî olmaması
gerekir.
Eğer bu şey, mislî
ise, bunu alan şahıs, onun mislini, arkadaşına iade eder. Diğer şahıs da aldığı
ayn'ı, bu şahsa iade eder.
Keza taraflar, bu
ayn'lardan her ikisi de mevcud iken ikâle yaparlar ve bunları birbirlerine iade
edilmeden önce de, bunlardan birisi helak olursa, bu ikâle bâtıl olmaz.
Bedâi"de de böyledir.
Şayet bu ayn'lar, iki
taraf da geri vermeden helak olursa; bu ikâle bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa, bir üzüm bağı satıp, bunu teslim eder ve müşteri de oranın meyvesini bir
sene yedikten sonra ikâle yaparsa; bu ikâle sahih olmaz.
Keza, satılan şeyde
meydana gelen fazlalık, —ister ona birleşik ister ondan ayrı olsun; isterse,
onu bir yabancı helak etmiş bulunsun— ne şekilde helak olursa olsun, bu durumda
ikâle sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse,
bir köle mukabilinde satın aldığı
yiyeceği teslim aldıktan sonra köle ölür
ve bilâhare de ikâle yaparlarsa; bu ikâle sahih olur.
Bu durumda, kölenirr
kıymeti ödenir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Taraflardan biri,
sikkesiz gümüş para, diğeri de köle vererek karşılıklı ahş-veriş yapıp, bunları
birbirlerine teslim ettikten sonra, köle, onu alan şahsın elinde olur; bilâhare
de, gümüş elde iken ikâle yaparlarsa; bu ikâle sahih olur.
Satıcı gümüşleri geri
verir; müşteriden de, kölenin bedelini, —altın veya gümüş olarak geri alır.
Şayet, köle ikâle
sırasında durmakta olduğu halde, iade etmeden önce helak olursa; bu durumda
satıcı, bu kölenin kıymetini, —ister gümüş ister altın olarak— ahr.
Bedâi"de de böyledir.
Bir kimsenin, bir
başka kimseden satın almış bulunduğu nemli sabun, teslim aldıktan sonra kurur
ve eksilir, bilâhare de taraflar bu ahş-verişi feshederlerse; bu fesh sahih
olur. Bu durumda, sabunun nok-sanlaşmış bulunmasından dolayı tazminat gerekmez.
Et, balık veya bunlar
gibi, çabuk bozulabilen bir şey satın almış bulunan bir şahıs, onun bedelini
getirmek üzere evine gider ve bu şahıs, uzun süre gelmeyince de satıcı, ona
sattığı şeyin bozulacağından korkarak, onu bir başka şahsa satarsa, bu,
istihsanen caiz olur.
Bu ikinci müşteri, o
şeyi, satıcıdan satın aldığında bakılır: Eğer, ikinci bedel, birinci bedelden
fazla ise; bu fazlalığı, satıcının tasadduk etmesi gerekir.
Bu bedel noksan ise,
bu, satıcının malından olur; noksanlık, önceki müşteriye ait olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir eşeği teslim aldıktan sonra, dört gün geçince, geri getirip satıcıya
verir, o ise bunu kabul etmeyip, bedelini vermekten kaçınır
ve ikâleye de
razı olmazsa; bu
satıcının, böyle davranmaya hakkı
vardır. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse cariyesini
sattığı halde, müşteri bunu inkâr ederse; bu cariyeye, satıcının cima' etmesi,
—bu hususta, dâva açmayı terketmeye azmetmedikce— helâl olmaz.
Çünkü, ahş-veriş,
bunu, müşterinin inkâr etmesi ile münfesih ( = feshedilmiş, bozulmuş) olmaz.
Şayet bu satıcı, dâva
açmayı terketmeye azmederse; o zaman, bu cariyeye cima' etmesi helâl olur.
Keza, cariyesini satan
bir kimse, bunu inkâr eder; müşteri ise, onu satın aldığını iddia ederse; bu
satıcının da, o cariyeye cima* etmesi helâl olmaz.
Şayet, müşteri bu
hususta dâva etmeyi terk eder ve satıcı da bu durumu duyarsa, o zaman, o
cariyeye cima' etmesi helâl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir câriye
karşılığında bir başka şahıstan bir köle satın ahr ve karşılıklı teslim
tesellümden sonra müşteri, bu kölenin yarısını başka bir şahsa satar, bilâhare
de câriye hakkında, bu ahş-verişi ikâle ederlerse; bu ikâle caiz olur.
Köleyi satan şahsın,
onun kıymetini vermesi gerekir.
Keza, bu şahıs, o
köleyi satmamış ancak, bu kölenin eli kesilmiş ve onun için, diyet almış
bulunsa; bilâhare, bu câriye hakkında ikâle yapılırsa; bu kölenin kıymeti, onu
satan şahsa ödenir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bin dirheme bir köle
satın alıp, bedelini ödeyen kimse, onu teslim almaz ve satıcı da bu şahsa:
"Köleyi de bedelini de sana bağışladım." derse; bu söz, ahş-verişi
fesheder. Bu durumda, bedelin bağışlanması da sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir gemide bulunan
insanlardan bir kısmı, gemideki bir şahıstan, bazı eşyalar satın alır ve
bilâhare de bu geminin batmasında korkarak, gemideki eşyaların bir kısmını
denize atmanın gerekliliği hususunda ittifak ettiklerinde, bu eşyaları satan
şahıs: "Sizlerden, benden eşya satın almış bulunan her kim ki, o eşyayı
denize atarsa; onun satışım ikâle ederim." der; onlar da eşyalarını denize
atarlarsa; bu ikâle, istihsanen sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir köle satın alan şahıs,
onun bedelini "ödemeden önce, bu köleyi daha düşük bir bedelle sattığını
iddia ederse; bu alış-veriş fâsid olur.
Bu durumda,
satıcı da bu alış-verişi ikâle ettiğini söylerse;
müşterinin, ikâleyi inkâr hususundaki sözü, yeminle birlikte geçerli olur.
Şayet satıcı, bu
köleyi, kendi sattığı fiattan daha düşük
bir bedelle, müşteriden satın aldığını iddia eder; satıcı ise, bu ahş-verişi
ikâle ettiğini iddia ederse; bu durumda, her ikisine de yemin teklif edilir
.Zahîriyye'de de böyledir.
Alım-satım hususunda
vekil olan şahıs, bedel alınmadan
önce, ikâle yapma hakkına sahiptir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
ve Şeyhu'l-İslâm. Hâherzâde'ye göre, —sadece— satın almaya vekil tayin etmiş
bulunan kimse, ikâle yapma hakkına sahip değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Vekil bulunan şahsın
ikâlesi, satıcı ile alıcı beraberken de sahihtir.
Vârisin ve vasinin
ikâlesi de caizdir.
Kendisine vasıyyet
edilmiş bulunulan şahsın ikâlesi ise, caiz değildir. Kunye'de de böyledir.
Keylîbir şeyin,
ölçülmeden ikâle edilmesi caizdir. İkâleyi, bir şarta bağlama sahih olmaz.
Meselâ: Bir kimse,
Zeyd'e, bez sattığında, Zeyd: "Onu, ucuz aldım."; satıcı ise:
"Eğer, fazla vereni bulursan, sat." der; müşteri de fazla vereni
bulup, onu satarsa; bu ikinci alış-veriş akdi yapılmış olmaz. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
İmânı-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikâle, fâsid şartla bâtıl olmaz. Çünkü, bu akdin
feshedilmesi demektir. Serahsî'nin Mıthıytı'nde de böyledir.
Te'hir edilmiş alacağı
bulunan bir kimse, bu alacağı ile bir şey satın alır ve bunu teslim aldıktan
sonra, satıcı ile ikâle yapsalar; bu durumda artık, o alacak te'hir edilmez.
Ancak, bu şahsın satın
aldığı şey, bir aybı (= kusuru, noksanı) sebebiyle ve hâkimin hükmü ile geri
verilirse; bu alış-veriş, her yönü ile feshedilmiş olur. Ve alacak te'hir
edilir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir inek satmış olan
şahıs, bunu satın alan müşteriye: "Onu, sana, ucuz olarak sattım."
deyince, müşteri: "Eğer ucuz ise, onu sat ve nefsin için kâr et. Bana da,
sattığın bedeli ulaştır." der; satıcı ise, bu ineği kârlı olarak satarsa;
—ister, bedelini aldıktan sonra; ister, almadan önce olsun— kân, müşterinin
olur.
Ancak, bu satıcıya,
müşteri: "O ineği, nefsin için sat." demiş olsaydı; bu, alış-verişi
feshetmek olur; kâr da satıcının olurdu .
Bir kimse, bulûğa
erişmiş oğlu ile ortak bulunduğu bir akarım satar; oğlu, bu satışa izin vermiş
olduğu halde, sonradan anası ikâle eder ve bu oğul, ikâleye de izin verir;
sonradan da, babası, o akarı, ikinci defa, izinsiz olarak satarsa; bu
alış-veriş caiz olur.
Bu alış-veriş, oğlun
iznine de mevkuf değildir.
Çünkü, satılan şey,
ikâle sebebiyle, akdi yapan şahsın mülküne dönmektedir; vekil olanın veya izin
verenin değil...
Altın karşılığında bağ
satın alan bir şahıs, altın yerine buğday verir ve sonra da bu alış-veriş
feshedilirse; müşteri, buğdayını geri ister.
Taze dirhemler
karşılığında bir şey satın alan kimse, bu dirhemlerin yerine yıpranıp silinmiş
dirhemler verir, satıcı da, buna razı olur; sonradan da ikâle yaparlarsa; bu
müşteri, satıcıya, taze dirhemler iade etmesi için başvurur.
Bir kimse, satın
aldığı menkûl bir malı, başka bir yere naklettikten sonra, satıcı ile ikâle
yaparlarsa; geri vermeden doğan zahmet (ve masraf) satıcıya ait olur.
Bir inek satın alıp,
bedelini ödeyen bir şahısla, bu ineği satan kimse, teslim tesellümden sonra,
karşılıklı olarak ikâle yaparlarsa, müşterinin ineğin sütünü sağıp yemesi
hâlinde, satıcı, onun bedelini müşteriden talep eder.
Şayet bu süt, müşterinin
yanında zayi olursa, ikâle bâtıl olur. İkâlenin, helak
olanın dışında, mevcut olan için
zahir olması hâlinde, bu
müşteriden, sütün bedelini ödeme görevi kalkmaz. Kunye'de
de böyledir.
Bir kimse, ekini ile
birlikte bir arazi satın alır ve bu müşteri onu sürüp savurduktan sonra ikâle
yaparlarsa; bu ikâle, bedelden hissesi kadarı hakkında sahih olur.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir şey
satın alıp, onu, bedelini ödeyerek teslim aldıktan sonra dirhemler eksilir ve
bilâhare de ikâleyaparlarsa;müşteri, noksan dirhemleri de iade eder. Hulâsada
da böyledir.
Bir kimse, içinde
ağaçların bulunduğu bir yeri satın alıp, onları kestikten sonra ikâle
yaparlarsa; bu ikâle,bedelin tamamı hakkında sahih olur.
Satan şahsa, ağaçların
kıymetinden bir şey yoktur. Bu ağaçlar, müşteriye teslim edilir.
Bu hüküm, satıcının,
ağaçların kesildiğini biliyor olması hâlinde geçerlidir.
Satıcı, ikâle
sırasında, bu durumu bilmiyorsa, o zaman muhayyerdir: Dilerse, bütün bedeli
geri alır; dilerse, terkeder. Kunye'de de böyledir.
İkâlenin ikâlesi
caizdir.
Selemin ikâlesinin
ikâlesi ise, caiz değildir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir şeyi, ikâieden
sonra, aynı müşteriye, yeniden satmak caizdir. Başkasına satmak ise caiz
değildir.
Eğer satıcı, satışı
ikâle ettikten sonra, satıcı, önceki satıcıya da ikâle etse, bu da caizdir.
Keza, bu şeyi satıcıya satmak da caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir. [118]
Murabaha: Bir
kimsenin, almış bulunduğu bir malı —kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek—
maliyetinden fazla bir bedelle, bir başka şahsa, —rızâ ile— satmasıdır.
Tevliye: Bir kimsenin,
almış bulunduğu bir malı, —kendisine kaça mal olduğunu söyleyerek— tam maliyeti
kadar bir bedel karşılığında satmasıdır.
Vedî'a: Bir kimsenin,
almış bulunduğu bir malı, —kendisine kaça mâl olduğunu söyleyerek— maliyetinden
noksan bir bedelle satmasıdır.
Bu alış-verişlerin
tamamı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bey'-i
murabaha ile bir şey sattığında, eğer bedel, keylî (= ölçekle ölçülen) veya
veznî ( = terazi ile tartılan) şeyler gibi mislî olursa; kâr belli olduğu
zaman, bu alış-veriş caizdir.
Meselâ: Ölçülen
buğdayla, ölçülen arpayı alıp-satmak veya tartılan soğanla, tartılan sarımsağı
alıp-satmak gibi...
Bu durumda,
kâr'ın.bedelin cinsinden olup olmaması da müsavidir.
Şayet bedel, eşya
gibi, mislî bir şey olmazsa; eşyası bulunmayan kimseye, onu kâr'la satmak caiz
olmaz.
Ancak satıcı, sattığı
şeyi, eşyası olan bir müşterinin elinde bulunan eşya mukabilinde satar ve on
kazanırsa, bu caiz olur; on bir kazanırsa, caiz olmaz.
Ancak, bedelin,
aynı'mecliste bulunduğunu bilmesi halinde,bu da caiz olur. Ve, bu satıcı
muhayyerdir: İsterse, istihsânen, karbon bir olarak akid .yapabilir.
Bir kimse, bey'-i
tevliye ile bir şey satar, müşteri ise, o şeyin kaça mâl olduğunu bilmezse, bu
satış caiz olmaz.
Ancak, maliyeti aynı
mecliste bilinirse, o zaman, bu alış-veriş caiz olur.
Bu durumda, müşteri
muhayyerdir: İsterse, o şeyi alır; isterse, almayıp bırakır. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir kimse, on dirheme
bir elbise satın aldığı hâlde, karşılığında dinar veya elbise verse; bu durumda
re'sül-mâl ( = ana para, sermaye), on dirhemdir.
Bu şahıs, bu elbiseyi,
bey'-i murabaha ile satarsa, sattığı şahsa, re'sül-mâlin (= sermayenin) on
dirhem olduğunu söylemesi gerekir.
Bir kimse, bulunduğu
yerin parasının hilâfına, on dirheme bir elbise satın alır ve bu elbiseyi bir
dirhem kârla satarsa; bu durumda, on dirhem, kendisinin nakdi; bir dirhem de,
beldenin nakdidir.
Bu şahıs, kâr'i,
re'sü'1-mâle nisbet eder ve: "Bunu, sana, on bir dirheme kâr'la satıyorum." derse;
bu durumda kâr, bedelin cinsinden olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müşteri ciyâd (=
sağlam, yeni) akçe yerine, ziiyûf (= Çürük, zayıf, eski, yıpranmış) akçe verir;
satıcı da bunu kabul ederse; müşteri bunu, ciyâd akçe kâr'ı île satabilir.
Hâvî'de de böyledir.
Müşteri, satıcıya bedel yerine eşya verir veya bir şey
rehin bırakır; o da zayi olursa,
müşteri, bunu dirhemler üzerine kâr'la satar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Eşyasını kâr'la satan
bir kimse, "re'sül-mâl (= sermaye) yüz dinar" der; bedelinin
verilmesini istediği zaman da: "Ben, onu, Şam dinarları ile satın
aldım." der ve fakat, Bağdat'ta satıyor olursa, İmâm: "O, ancak, Bağdat
parası ile satar." buyurmuştur.
Şayet bu şahıs, o
şeyi, Şam dinarları ile satın aldığını belgelerse; bu belgesi kabul edilir. Ve
bu durumda, müşteri muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu müşteri, satın
aldığı şeyi bir şahsa bağışlar, sonra da bu bağışından vaz geçerse; onu kâr'la
satabilir.
Bir kimsenin sattığı
şey, aybı (= kusuru, noksanı) veya müşterinin muhayyerliği yahut ikâle
sebebiyle kendisine geri verilir veyahut de satış tamam olduğu halde, bu mâl,
sonradan miras veya hîbe yolu ile bu şahsa geri verilirse; artık, o malı, kâr'ı
ile satamaz.
Satılan şey, keylî,
veznî veya adedî şeylerin birinden topluca bir mal olursa; müşteri, değişik
olmayan bu malın bir kısmını satabilir.
Şayet, bu mal
topluluğu muhtelif şeylerden veya değişik aded-lerden olursa; müşterinin, bu
malın bir kısmını, belirsiz olarak kâr'la satması caiz olmaz.
Ancak, bu topluluğu
meydana getiren her malı ayrı ayrı belirlerse, bunları kâr'la satması caiz
olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Hâvî'de de böyledir.
Bu müşteri, aynı
cinsten olan iki elbise için, on dirhem öder ve bunların cinsinin, nev'inin,
sıfatının ve uzunluğunun müsâvî olduğunu açıklar ve bu elbisleri teslim
aldıktan sonra da, ikisini beş dirhem kâr'la satmak isterse, bu mekruh olmaz.
Ancak, durumu
açıklamazsa, mekruh olur.
İmâmeyn'e göre ise,
açıklamasa bile mekruh olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı bezin yarısı yanarsa; bu şahıs, bezin kalan yarısını, —bu kalanın iki
arşın olması hâlinde— bedelin yarısına satamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Gasbedilen bir köle
kaçtıktan ve ona bir kıymet hükmedildikten sonra, bu köle geri dönerse; bunu
gasbeden şahıs, kendisine hükmedilen bedelin üzerine kâr koyarak, bu köleyi
satabilir. Ancak onun, "bana, şuna mâl oldu." demesi müstesnadır.
Keza, bir kimsenin
içki karşılığında satın aldığı köle, teslim aldıktan sonra kaçarsa, hâkim
"satıcıya kölenin kıymetinin ödenmesine" hükmeder. Fetâvâyi Kübrâ'da
da böyledir.
Bir kimse, şart
koştuğu bir ivaz (- bedei, karşılık, karşılık olarak verilen şey) ile, başka
bir şahsa, bir elbise bağışlar ve bunlar, bu şeyleri karşılıklı olarak teslim
alırlarsa, kıyâsa göre, bu şahıs, o elbiseyi kâr'la satamaz.
Bu kıyâs, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nindir.
Fakat, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kıyâsına göre, bu şahsın, —bu şey, hibe ettiği şeyin kıymetinin misli
olması halin de:—"Bu, bana şuna mâl oldu." demesinde bir beis yoktur.
Ancak, bu şahıs: "Ben, bunu satın aldım." demez.
Bir kimse, vâris
olduğu bir köleyi bin dirheme satar, bu şahıs köleyi, müşteri de bin dirhemi
teslim ettikten sonra veya karşılıklı teslim etmelerinden önce, satışı
feshederler; bundan sonra -M, bu şahıs,
o köleyi kâr'la satmak isterse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'m'n kıyâsına
göre, onu satamaz. Hâvî'de de böyledir.
İki ölçek arpa
karşılığında, bir ölçek buğday satın aîan kimsenin, bu buğdayı, —karşılıklı
teslim tesellümden sonra— kâr'ı ile satmasında bir beis yoktur.
Keza, ölçülen ve
tartılan mallardan her
sınıf, diğer sınıf karşılığında, kâr'la satılabilir.
Bir ölçek buğdayı, iki
ölçek arpa karşılığında satın alan kimsenin, bu buğdayı, dörtte bir ölçek
kâr'la satması caiz olmaz.
Bu, bilezik satın
alıp, onu bir dirhem kârla satmaya muhaliftir. Muhıyt'te de böyledir.
İki elbise satın alıp,
bunların her birine ayrı ayrı fiat belirtmeyen bir şahsın, bunlardan birisini
kâr'la satması caiz olmaz.
Ancak bu şahıs, o
elbiselerden her birinin fiatını belirtmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, birini satması caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)’e
göre ise, bu da caiz olmaz.
Fiatı pahalı olan bir
şey satın almış bulunan kimsenin, bu şeyi kâr'la satması caiz olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Ben, fazla kâr'la satmayı, —bunu açıkça söylemedikçe— sevmem."
buyurmuştur.
İki şahıs,
keyliyyât'tan, mevzûnâttan veya adebiyyât-ı mütekâ-ribe'den bir şeyi satın
alıp, aralarında taksim ederlerse; bu
şahısların kendi hisselerini kâr'la satmaları caizdir.
Ancak, satın aldıkları
şey, kumaş ve benzeri şeylerden olursa; bunları aralarında taksim etmiş
olsalar bile, her birinin kendi hissesini kâr'la satmaları caiz olmaz.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Dirhemler karşılığında
dinarlar satın alan şahsın, bu dinarları kâr'la satması caiz olmaz.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir şey satın alıp,
onu bedelinden fazla —satış fiatı ile— etiketleyip satan kimsenin bu satışı,—
"bana böyle mâl oldu." dememesi şartiyle— caiz olur.
Bir şeye vâris olan
veya kendisine bir şey hîbe edilen kimse, onu, bedelinden daha çok bir miktarla
etiketleyip satabilir.
Ancak bu hükümler, bu
etiketin, o malın bedeli olmadığını, müşterinin bilmesi hâlinde geçerlidir.
Fakat, satıcı,
"müşterinin, etiket ile malın değerinin aynı olduğunu bildiğini"
bilirse, böyle yapması hıyanettir.
Bu durumda, müşteri
muhayyerdir: İsterse, alır; isterse, almaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse,bir kölenin
yarısını yüz dirheme satın aldıktan sonra, kalan yansını da iki yüz dirheme
satın alırsa; bu şahıs, satın aldığı bu yarılardan hangisini isterse, onu,
kâr'la satabilir.
İsterse, bu kölenin
tamamını, üç yüz dirhem üzerinden kâr'la satabilir. Hâvî'de de böyledir.
Sermâyenin üzerine,
yıkayıcı ücretini, boyama, işaretleme, eğirip tükme, taşıma ve hayvanı sürme
ücretini eklemek (suretiyle, maliyeti hesap etmek) de caizdir.
Asıl olan: Bey'-i mürâbaha'da, tüccarın örfü
mu'teberdir. Re'sülmâle (— sermayeye) ilâve edilecek şey, örfde cereyan
eden şeydir.
Örf'de olmayan şeyler,
(maliyetin hesaplanması sırasında) sermayeye ilâve edilmez. Kâfî'de de
böyledir.
(Malın maliyeti tesbit
edilirken) sermayeye, o şahsın yolculuk esnasında yiyip içtiği ve emeğinin
zahmetinin karşılığı ilâve edilmez. Bunlar, örfde yoktur. Mebsût'ta da
böyledir.
Şu sayacağımız şeyler,
—örfte olmaları halinde— re'sü'1-mâle ( = sermayeye) ilâve edilmezler:
Çobana verilen ücret;
köleye san'at öğreten şahsa verilen ücret; köleye, Kur'ân okuma, ilim, şiir
öğretenlere verilen ücret; bir evin beklenip korunması ücreti; köle çalıştırma
ücreti; köleleri ve yiyeceği koruma ücreti; doktor ücreti; baytar ücreti; bekçi
ücreti; kaçan köleyi yakalayana verilen ücret; ağaç kesme ücreti; cinayet
fidyeleri; yolda zulüm ile alınan şeyler... Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.
Hacâmet [119] ücreti de, re'sü'I-mâle ilâve edilmez.
Ölçme ve tartma
ücretleri de, sermayeye ilâve-edilmez. Hâvî'de de böyledir.
Zahiru'r-rivâyede,
simsar ücreti sermayeye ilâve edilir. Hayvanlarda bulunan çıngırak ve zil gibi
şeylerin bedelleri de, sermâyeye ilâve edilmez.
Buğday ve un
çuvalları, sermayaye ilâve edilirler. Ancak, israf müstesnadır.
Hayvanların —hazır—
yiyecekleri, sermâyeye ilâve edilir. Ancak,
hayvanların sütleri, yünleri, yağları masraftan düşülür;
kalan, —fazla— masraf,
sermayeye ilâve edilir.
Hayvanların, kölelerin
ve evlerin kira bedelleri re'sü'l-mâl'den hâricdir. Bunlar, hesap edilip,
re'sü'I-mâlden düşürülmezler.
Çünkü, bu gelirler,
ayn'dan (satılan o şeyin bizzat kendisinden) meydana gelmiş değildir.
Tavuğun yumurtası,
re'sü'l-mâl'den düşülür; yeni ise, ilâve edilir.
Badana ücreti, sıva
ücreti ve kuyu kazma ücreti, sermâyeye ilâve edilir. Ancak, bunlar zayi
olmuşiarsa; ücretleri sermâyeye ilâve edilmez. Ekin ve bağ sulama ücreti,
sermayaye ilâve edilmez.
Bir kimse, elbiseyi
kendisi yıkar veya sıvayı kendi yaparsa, bu durumda, bunlar sermâyeye masraf
olarak ilâve edilmezler. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Sulama kanalı
ücreti, toprağın sürülmesi ücreti, —durmakta olan— ağacın dikilmesi ücreti,
sermayeye ilâve edilir.
Keza, meyveyi toplama,
kasalama ve benzeri için harcanan ücretler de, sermâyeye ilâve edilir.
Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir koyun satın alan
kimse, onu kesip, yüzen ve etini hazırlayan şahsa verdiği ücreti sermâyeye
ilâve eder.
Odun alıp, ondan kömür
yapan kimse; ateş yakanın ve odunu getirip
nakledenin ücretini de
sermâyeye ilâve eder.
Muhıyt'te de böyledir.
Kölesini evlendiren
şahıs, onun için ödediği mehri, re'sü'1-mâle ilâve etmez.
İnci alıp, onu ücretle
deldiren şahıs, bu ücreti, incinin bedeline ilâve eder.
Satın alınan yakutun
deldirilmesi, onun kıymetini düşürürse,
deldirmek için verilen ücret re'sü'1-mâle ilâve edilmez.
Ancak, delinmesi
yakutun değerini artırırsa, o zaman, verilen ücret, sermâyeye ilâve edilir.
Bir kimse, kumaş ve
astar satın alıp, bundan cübbe diktirir ve dikiş esnasında, cübbenin içine
pamuk da konulursa; pamuk ve diktirme ücreti, bu cübbe için alınanların
bedeline ilâve edilir.
Bir kimsenin; biri
satın aldığı, diğeri de miras olarak kendisine kalan iki elbisesi olur ve
bunları murabaha ile satmak isterse: "Bu ikisi, bana, on dirheme mâl
oldu." demesi caiz olmaz.
Çünkü bu şahıs,
kendisine mîras kalan elbiseyi, bir şey vererek satın almış değildir.
Şayet bu şahıs, miras
kalan bu elbiseyi, bir dirhem masraf ederek, sarı boya ile boyarsa; bu iki
elbiseyi, murabaha ile satabilir.
Ve bu durumda, bu
şahsın: "Bunlar bana, şuna ve şuna mâl oldu." demesi caizdir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin,
mürabaha'da hıyanette bulunması hâlinde, müşteri muhayyer olur: İsterse,
bedelin tamamını yererek o şeyi alır; isterse, almayıp, öylece bırakır.
Satıcının tevliye
hakkında hıyanette bulunması hâlinde de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
müşteri, onu bedelden düşürür.
Bu durumda, satılan
şey, satıcıya geri verilmeden önce helak olur veya feshe mani olacak bir şey
meydana gelir ve bunlar da, hıyanetin ortaya çıktığı zaman olursa; müşterinin
konuşulan bedelin tamamını ödemesi gerekir,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu durumda, müşterinin muhayyerlik hakkı da sakıt olur.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in meşhur olan kavli de budur. Kâfî'de de böyledir.
Satılacak şeyde, hile
ile yapılmış bir ayb {- kusur, noksanlık) bulunduğu zaman, müşterinin bunu
bilmesi ve razı olması halinde, bu şey murabaha ile satılabilir.
Bir kimsenin murabaha
ile satın aldığı bir şeyin, —önceki— sahibi gelip, onu almak isterse; bu şahıs,
o şeyi, murabaha ile satabilir. Hâvî'de de böyledir.
Satılan şeye,
satıcının veya müşterinin yanında iken, semavî bir âfetle, bir ayb (= kusur,
noksanlık) isabet eder veya bu kusur, satıcının yahut müşterinin fiili ile
olursa; satıcı, bu şeyi, bedelinin tamamı ile ve murabaha olarak satar.
İmamlarımızın üçüne göre de, satıcı açıklama yapmaz.
Ancak, ayb, satıcının
veya bir yabancının fiili .ile meydana gelirse, onu açıklamadıkça, bu şeyi
murabaha ile satamaz.
Satılan şeyde bir
artma bulunur ve o fazlalık meyve gibi,doğum gibi, yün gibi satılan şeyin
yanında olur veya bu fazlalık satıcının yahut bir, yabancın in fiili ile helak
olursa; satıcı bu durumu açıklamadıkça, o şeyi bey'-i murabaha ile (= kârlı
olarak) satamaz.
Fakat, bu helak oluş,
semavî bir âfetle meydana gelmiş olursa; o zaman, satıcının, bu durumu
açıklamadan, bu şeyi, bey'-i murabaha ile satması caiz olur.
Dul bir câriye satın
alan şahıs, ona cima' ederse, bu durumu açıklamadan, o cariyeyi murabaha ile
satması caiz olur.
Fakat, bu cariyenin
bakire olması hâlinde, satıcının, ona cima' ettiğini açıklamadan, murabaha ile satması caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı bezi, fare kesmiş veya ateş yakmış
olsa; satıcı, kalan kısmını, durumu açıklamadan satabilir.
Kumaş, serilip
toplanması sebebi ile zedelenirse, satıcının bu durumu açıklaması gerekir.
Kâfî'de de böyledir.
Bir satıcı, evde veya
arazide, ona noksanlık vermeden çalışırsa; bu durumu, beyan etmeden, o evi veya
araziyi,murabaha ile satması caizdir.
Bir kimse, veresiye
satın almış bulunduğu bîr şeyi, şartlarını ve ödemede bulunacağı vakti
açıklamadan, bey'-i murabaha ile satamaz.
Müşteri, satın aldığı
bir şeyi helak eder veya o şey kendiliğinden helak olursa, müddetini bilmesi
halinde, satışın yapılmış olması lâzım gelir. Neru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir başka
şahsın, diğer bir şahısta bulunan, satılan cinsten olmayan alacağını, satın
alırsa; onu, durumu açıklamadan, kâr ile satamaz.
Fakat bu şey, satılan
cinsten olursa; durumu açıklamadan, kâr'la satabilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir satıcı,açıklamanın
icabettiği yerde açıklama yapmaz; müşteri de durumu bilirse; bu müşteri
muhayyer olur: Dilerse, o şeyi, bedelinin tamamını ödeyerek satın alır;
dilerse, geri verir.
Satılan şey,
müşterinin yanında durmuyorsa,
o zaman, bu müşterini, muhayyerlik hakkı olmaz;
bedelin tamamını ödemesi lâzım gelir. Hâvî'de de böyledir.
Satıcı, müşteriden,
bedelin bir kısmını düşürürse; bu düşüşten sonra, müşteri bu şeyi, kâr'la
satabilir.
Meselâ: Satıcı, yüz
dirheme satmış olduğu koyunun kıymetinin on dirhemini düşürünce; müşteri,
kendisine doksan dirheme kalmış bulunan bu koyunu, yüz on dirheme satabilir.
Keza satıcı, bu
şeyin fiatını, sattıktan sonra
düşürürse; bunu, kâr'dan hissesi ile birlikte ikinci müşteriden düşmüş olur.
Şayet, o da başkasına
satmış olursa, bu defa da ondan düşmüş olur.
Müşteri, bedeli
artırarak, asıl ve ziyâde üzerine kâr'la satabilir. Bu, imamlarımızın üçüne
göre de böyledir.
Bedelini peşin
ödemeden bez satın alan bir kimsenin, bu bezi, murabaha ile satması caiz olur.
İlk satıcının, bu
bezin bedelini, bir ay sonraya bırakması hâlinde, —onu satan— bu müşterinin de,
bedeli te'hir etmesi gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcının, sattığı
şeyin bedelinin tamamını bağışlaması da caizdir. Müşterinin de, aldığı, bir
şeyi, aldığı fiattan kâr'Iı olarak satması caizdir. Hâvî'de de böyledir.
Satın aldığı bir
elbiseyi, kâr'la sattıktan sonra tekrar satın aian bir şahıs, kâr'ın tamamını
düşer ve bu şeyi tekrar kâr'la satarsa; bunun, bedeli ihata etmesi hâlinde,
bunu satamaması gerekir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
tmâmeyn'e göre ise, bu
şahıs, o şeyi, ikinci bedelle, kâr'Iı olarak satabilir.
Bir kimse, on dirheme
satın alıp, on beş dirheme sattığı elbiseyi, bedelini alarak, müşteriye-teslim
ettikten sonra,oşeyi,yine on dirheme satm alsa; tekrar beş dirhem kâr'la
satabilir.
Fakat, bu kimse, on
dirheme satın aldığı bir şeyi, yirmi dirheme satar ve tekrar bu şeyi on dirheme
satın alırsa; artık, o şeyi, asla kâr'la satamaz.
Köleliğini ihata
edecek kadar borçlu ve ticâret yapmaya izinli bir köle, on dirheme aldığı bir
elbiseyi, efendisine, on dirheme satarsa; efendisi, o elbiseyi, on dirhem
üzerinden kâr'la satabilir.
Keza, kölenin
efendisi, o elbiseyi on dirheme aldığı halde, bu köleye, on beş dirheme
satarsa; bu köle de, o elbiseyi, on dirhem üzerinden murabaha ile satabilir.
Mükâtep de izinli köle
gibidir.
Efendi, mükatep veya
borçlu ve izinli kölesinden aldığını açıklayarak, o elbiseyi, murabaha ile on
beş dirheme satarsa, bu caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Mal sahibi,
müdârıb'dan, müdârebe malını satın alırsa, kendi hissesini kâr'la satabilir.
(Müdârebe, emek bir
taraftan, sermaye bir taraftan olan ortaklık. Müdârip: Bu ortaklıkta şirkete
emeği ile katkıda bulunan ortak.)
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, şehâdeti kabul olunmayan kimseden, bir şey satın almak da
böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
inan ortaklarından
birinin, diğerinden bir şey satın alıp, onu, kâr'ı ile satmasında bir beis
yoktur.
Keza, hususî bir
şekilde, bir şeye ortak olmuş bulunan iki kişiden biri, diğerinden satm almış
bulunduğu hisseyi kâr'la satabilir.
Kendi hissesini önce
satın aldığı bedelden, diğer hisseyi ise, ikinci • satın aldığı bedelden kâr'la
satabilir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
satın aldığı köleyi, teslim alır ve bin beş yüz dirheme satıp, bedelini alarak,
bu köleyi teslim ettikten sonra; bu ikinci müşteriye, birinci satışın bin
dirhem olduğu haber verilir ve o da, bu hususta dâva açıp, durumun böyle olduğunu
belgelerse; bu şahıs: "Ben, bunu, bin dirheme satın aldım. Sonra ona
bağışladım; sonra da, bin beş yüz dirheme yeniden satın aldım." derse;
sözü, doğru olarak kabul edilmez.
Ancak, durumun böyle
olduğuna dâir yemin etmesi talep edilince, o bu şekilde yemin ederse; o zaman
kâr'la satabilir.
Bir kimse, on beş
dirheme satın aldığı elbisenin bedelini peşin olarak ödedikten sonra, bu
elbiseyi kâr'ı ile satar ve sonunda: "Bana, bu elbise, on dirheme mâl
olmuştu." der; sonradan da: "Ben yanıldım; o bana, on beş dirheme mâl
olmuştu." der; müşteri de, bu satıcıyı yalanlarsa; bu durumda, satıcının
"on beş dirheme mâl olmuştu." diye ileri sürdüğü hüccetler kabul
edilmez.
Şayet, bu durumda
satıcı, müşteriyi yalaniamayip, tasdik ederse; ona: "Ya on beş dirhem ver
veya satılanı geri iade et." denilir.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsına, göre, müşteriden fazlası alınmaz. Satıcıya:
"İstersen, bu ahş-verişi boz; malını al ve bedelini geri ver."
denilir.
Eğer müşteri:
"Ben, onu, ancak beş dirheme satın aldım." der ve satıcının, o şeyin
sermâyesini söylemesi hususunda yemin etmesini isterse; bu durumda, satıcının
yemin etmesi gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'yegöre böyledir.
Şayet satıcı,
"sermayenin beş dirhem olduğunu ikrar eder veya öyle olduğu belgelenirse;
bu durumda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, satılan şey, geri verilir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, bir şey geri verilmez. Müşteri isterse, satın aldığı şeyi
geri verir; isterse, peşin olarak verdiği para karşılığında onu elinde tutar.
Satıcı, bu şeyi
tevliye usûli ile satmış olursa; bu durumda, iki mes'eie vardır. Her ikisinde
de, fazlası veya noksanı hakkında da, geri iade edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir
elbiseyi beş dirheme, başka bir elbiseyi de altı dirheme satın aldıktan sonra,
her ikisini bir sıfat üzerine murabaha ile satarsa; bu durumda,, bunların
bedelleri, sermâyelerine göredir. Hâvî'de de böyledir. [120]
Satılan şeye hak
sahibi olmak, müşterinin vazifesidir. Yapılmış bulunan akid, hak sahibinin
iznine bağlanmıştır. Zahiru'r-rivâyede, bu akdin feshedilmesi, bozulması
gerekmez. Muhıyt'te deböyledir.
Alış-verişin ne zaman
feshedileceği hususunda, ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavil: Alış-veriş,
müşteri, ödediği bedeli geri almak için, satıcıya başvurmadıkça, feshedilmez.
Hatta, müstehak olan
kimse, —hüküm verildikten veya teslim aldıktan sonra, fakat müşteri satıcıya
baş vurmadan önce— izin verse, bu alış-veriş bile sahih olur. Nehru'l-Fâık'ta
da böyledir.
Satılan şey, elbise
gibi, köle gibi, tek şey olduğu zaman, teslim almadan önce veya teslim aldıktan
sonra onun bir kısmına hak sahibi olan müşteri muhayyerdir: İsterse, hissesini
alır; isterse, hiç almayıp terkeder.
Satılan şey, iki
elbise, iki köle gibi,iki şey olur ve bunlardan birinde başkasının hakkı
bulunur; müşteri de, onları teslim almaz veya birini teslim aldıktan sonra
diğerine bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, sonradan aldığı şey hakkında
muhayyerdir.
Fakat, teslim aldıktan
sonra hak sahibi çıkarsa, ikinci şey hakkında, bu müşterinin muhayyerlik hakkı
yoktur.
Satılan bu
şeylerin, sıfatlarının ayrı olması
halinde de, hüküm böyledir.
Satılan şeyin keylî ve
veznî cinsten olması halinde, bunu teslim almadan, bir
kısmına hak sahibi olan müşteri, geride kalan kısım hakkında muhayyerdir:
Müşteri, o şeyi teslim
aldıktan sonra, bunun bir kısmına hak sahibi olan birisi bulunursa; bu durum
hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'deniki rivayet vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Üç ölçek buğdayı
bulunan bir kimse, bir ölçeğini satar, sonra da bir ölçeğini başkasına iade
eder; daha sonra da, üçüncü ölçeği satarsa; bilâhare de, başka bir şahsın, bu
buğdaylarda bir ölçek hakkının olduğu ortaya çıkarsa; bu durumda bu şahıs,
üçüncü ölçeği alır.
Bir kimsenin sattığı
şeyde,başka bir hak sahibi olsa veya bir kimse, bir şey gasbetmiş olsa; bu
şeyin, sattığı veya gasbettiği gündeki kıymetini, asıl sahibine tazmin eder.
Bir kimse, gasbettiği
veya satın aldığı bir kumaştan gömlek diker ,
veya aldığı bu şey, buğday olur ve bu şahıs onu öğütür yahut koyun alır ve
onu pişirir; sonra da bunlarda başkasının hakkı olduğu ortaya çıkarsa; bu şahıs
bunları tazmin eder.
Bir şahıs, bez satın
alıp onu keser, fakat henüz dikmeden önce, başka bir şahıs: "Bunun iki
yakası benim."; diğer bir şahıs da: "Bunun bedeni, benim." der
ve böyle olduğunu belgelerlerse; müşteri, bu bezin bedeli için satıcıya
müracaat edemez. Kâfî'de de böyledir.
Satılan bir şeye,
henüz o şey teslim alınmadan önce, bir hak sahibi çıkar;ancak alan ve satan
böyle olmadığını iddia ederler ve satan şahıs: "O, şeyi, hak sahibinden
satın aldığını, teslim aldıktan sonra da, onu müşteriye sattığını"
söylere, beyyineleri kabul edilir.
Bu hususta beyyine
bulunmayıp, hâkim aralarındaki ahş-verişi bozduktan ve bedeli, satıcı,
müşteriye iade ettikten sonra; satıcı, beyyi-nesini bulsa bile bozulan bu
alış-veriş hakkındaki hüküm bozulmaz.
Fakat, satılan bu şey
teslim alındıktan sonra, bir hak sahibi meydana çıkarsa; bu durumda; hâkimin,
bu alışın bozulması ile ilgili hükmü bozulur.
Ancak, bu şeyi alan ve
satan şahıslar, bu ahş-verişi, hâkimin hükmü olmadan, kendi aralarında bozarlar
ve satıcı, müşterinin geri istediği bedeli, ona verirse; bu ahş-verişi,
tarafların bu şekilde bozmaları, ortadan kalkmış olmaz.
Şayet müşteri,
satıcının rızâsı olmadan, bu ahş-verişi bozmak isterse; hâkim, bozulmasına
hüküm vermeden, bu alış-veriş bozulmuş olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bin
dirheme, bir köle satın aldığında, onu henüz teslim almadan önce veya teslim
aldıktan sonra, satıcı, bu kölenin bedelini, müşteriye bağışlar; sonra da, bu
köleye bir hak sahibi çıkarsa; bu durumda müşteri, satıcıya hiç bir şekilde
müracaat edemez.
Şayet bu hak sahibi,
"bu hakkın kendisine ait olduğuna" hükmedilmeden önce, bu alış-veriş
akdine izin verirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, bu durumda, satış da, bağış da, caiz olur.
Şayet bağış, bedel
alınmadan yapılır ve satan şahıs da onun mislini kölenin sahibine Öderse,
teslimden sonraki hîbe caiz olmaz; müşteri geri verir ve köle, sahibinin olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir köleyi bir başkasına bağışlar; kendisine hîbe edilen şahıs da bu
köleyi satar ve köle bu müşterinin elinde iken,ona bir hak sahibi çıkarsa;
önceki müşteri, bu kölenin bedeli için, —ikinci müşteri, kendisine bağış
yapılan şahsa müracaat edene kadar— satıcıya baş vuramaz. Şayet o müracaat
ederse, bu da müracaat eder. (Yani, son müşteri, ödediği bedeli almak için, kendisine satan
şahsa müracaat ederse; ilk müşteri de, ilk satıcıya müracaat ederek, verdiği
bedeli geri ister.) Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir köleyi, teslirrr aldıktan sonra, başka bir şahsa hîbe veya tasadduk
eder; sonra da, bu köle, bağışlandığı veya tasadduk edildiği şahsın yanında
iken ona bir sahip çıkarsa; bu durumda müşteri, satıcıya müracaat ederek
verdiği bedeli geri alır.
Bir kimse, satın
aldığı bir köleyi, başka bir şahsa satıp teslim ettikten sonra ve köle, bu
—ikinci— müşterinin elinde iken, ona bir hak sahibi gelirse; ikinci müşteri
kendisine müracaat etmeden önce, birinci müşteri satıcıya müracaat edemez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satın alınan câriye,
müşterinin yanında doğurur ve doğan çocuk müşteriden olmaz ve bu çocuğa hak
sahibi olan şahıs, belgeleri ile gelirse; bu durumda çocuk, anasına tâbi olur.
Fakat, bu müşteri,
çocuğun kendisinden olduğunu ikrar ederse; çocuk, anasına tâbi olmaz.
Bu gibi durumlarda,
satın alınan şeyin aslı, hak sahibine hükmedilir ve fazlalık bilinmezse, bu
fazlalık, hükmün altına dâhil olmaz.
Keza, bu fazlalık
başka bir şahsın elinde bulunur; o da, hazırda olmazsa, yine —bu fazlalık— o
hükmün içine girmez. KâfFde de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Ben köleyim; beni satın al." der, bu şahıs da, onu satın
alır; ancak, bu şahıs, hür bir kimse olursa; satan şahıs, hazır olsun veya
olmasın, bu köleye karşı yapılacak bir şey yoktur.
Bu satıcı, ma'ruf
olmayan bir gizlilikle kaybolmuş ve nerede olduğu bilinmiyor ise, bu durumda,
müşteri, "Beni satın al; ben köleyim." diyen şahsa müracaat
edip,satıcıya verdiği bedeli,ondan ister.. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir evde
hak sahibi olduğunu söyler, ancak, miktar belirtmez; iddia edilen şahıs da, bunu inkar eder;
ancak, sonradan yüz dirheme sulh olurlar ve iddiada bulunan bunu aldıktan
sonra, evin, bir kısmına, başka bir hak sahibi daha çıkarsa; bu durumda, hak
sahibi olduğunu iddia eden ilk şahsa müracaat edilemez.
Şayet bu şahıs, evin
tamamının kendisine ait olduğunu iddia ettiği ı halde, yüz dirheme sulhlaşırlarsa, elbette
sulh bozulmuş olur. Beyyine getirse bile, bu beyyinesi kabul edilmez.
Ancak, iddia olunan
şahıs,bu iddianın doğru olduğunu ikrar ederse, o takdirde dâvası sahih olur ve
beyyinesi kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.
Şayet iddia sahibi,
dörtte bir gibi belli bir miktar iddia eder ve bu miktar da, kendi elinde
bulunursa; iddia olunan şahsa müracaat edemez. Ancak, elinde bulunan miktar, hakkı
olan miktardan az ise, hakkı olan miktarı almak için müracaat eder.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin satın
alıp, teslim de aldığı bir cariyenin, aslen hür olduğu veya filanın malı
bulunduğu yahud azâd edilmiş, müdebbere veya ümm-ü veled olduğu iddia edilir;
filan da, bu iddiayı doğrular yahut
müşteriye "yemin et."
denildiği halde, o
yemin etmekten kaçınırsa; bu
durumlarda, bu müşteri, o cariyenin bedelini geri almak için, satıcıya müracaat
edemez.
Bu şahıs, "bu
câriye, hak sahibinin mülküdür.'* diye hüccet getirse, bu kabul edilmez.
Ancak, satıcı,
"bu cariyenin, hak sahibinin mülkü olduğunu" ikrar ederse; bu kabul
edilir.
Şayet müşteri, "o
cariyenin hür olduğuna" veya "filan şahsın mülkü olduğuna, onun da,
bu cariyeyi azâd ettiğine" veya "müdebbere..." yahut ümm-ü veled
kıldığına" belge getirir ve kendisi bu cariyeyi satmadan önce bu iddiada
bulunmuş olursa; bu iddiası kabul edilir.
Ve bu müşteri, —o
cariyeyi almak için— ödediği bedeli geri almak için, satıcıya baş vurur.
Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir cariyeyi teslim aldıktan sonra, bir başkasına satar; bu ikinci şahıs
da, üçüncü bir şahsa sattıktan sonra, bu cariyenin hür olduğu iddia edilirse;
bu durumda, üçüncü müşteri, onu kendisine satan şahsa; oda, kendisine satan
şahsa verir. Bu şahıs da, birinci satıcıya geri vermek isteyince, o, geri almak
istemezse; âlimlerimiz: "Şayet, bu câriye hakkında, "azâd
edilmiştir." diye iddia edilmişse; bu ilk satıcı için, o cariyeyi kabul
etmemek hakkı vardır.
Fakat, bu câriye hakkında,
"aslında hürdür." diye iddia edilmekte ise; bu cariyenin satıldığı ve
teslim edildiği zaman, itaat etmiş, olması hâlinde, "azâd
edilmiştir." iddiası yerinde kabul edilir.
Satış ve teslim
esnasında, bu câriye itaat etmemişse; sonradan, onun hür olduğu iddia edilince,
ilk satıcının, onu geri kabul etmeme hakkı yoktur." demişlerdir.
Bir kimsenin satın
aldığı câriye, alış-veriş akdi esnasında hazır bulunmaz, müşteri onu sonradan
teslim alır ve câriye olduğunu söylemeden, onu bir başka şahsa satar; câriye,
bu satış akdi sırasında da huzurda bulunmaz ve bu şahıs onu teslim aldıktan
sonra da, bu câriye: "Ben, hür bir kadınım." der; hâkim de, kadının
bu sözünü kabul ederse; bu durumda, her müşteri bu kadını kendisine satan şahsa
müracaat ederek verdiği bedeli geri alır.
Şayet, müşteri:
"Gerçekten bu câriye, cariyeliğini ikrar eyledi." der; ikinci müşteri
ise, bunu inkâr eder ve birinci müşterinin, cariyenin ikrarı hususunda
beyyinesi bulunmazsa; bu durumda ikinci müşteri, bu cariyenin bedeli için
birinci müşteriye müracâat eder; fakat, bu birinci müşteri, cariyeyi kendisine
satana müracaat edemez. Fetâvâyi Kâddî-hân'da da böyledir.
Bir kimse, elinde
bulunan bir kölenin yarısını bir şahsa, yarısını da başka bir şahsa satar; bu
köleyi, ikinci şahsa da sattıktan sonra, alıcılara teslim eder; bilâhare de,
başka bir şahıs gelip, "bu kölenin yarısına sahip olduğunu"
söyleyerek, bu hususta belge ibraz ederse; bu durumda, bu şahıs, satın alan
şahısların hisselerinin yarılarına sahip olur.
Şayet, birinci müşteri
köleyi teslim aldığı halde, ikinci müşteri teslim almamış olursa; bu şahsın
istihkakı, birinci müşterinin hissesi ile değil, ikinci müşterinin hissesi ile
karşılanır. Her iki müşterinin de teslim almış olmaları halinde, bu şahıs, her
ikisinin hissesinden de hak sahibi olur.
Bir kimse, bir başka
şahıstan, bin dirheme satın aldığı iki köleyi teslim aldıktan sonra, bu
kölelerden birisinin yarısına bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda, müşteri, bu
kölelerden birine, bedeli mukabilinde sahip olur.
Bu müşteri, yansı başkasına
ait olan köle hakkında ise muhayyerdir.
Bu, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir kölenin
yarısını satıp, yarısını emânet bırakır veya yarısını satıp, yarısını Iâşe veya
kan ile değişirse; bu şekilde satın almış bulunan şahıs, hak sahibini dâva
edemez.
Şayet, yansını bir
şahsa satar, yarısını da başka bir şahsa emânet bırakırsa; sattığının yarısının
hak sahibinin olduğuna hükmolunur ki, bu da, kölenin dörtte biridir. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimsenin satın
alıp îmâr ettiği bir araziye hak sahibi çıkarsa; bu şahıs, îmâr için harcadığı
şeyi geri alabilmek için, satıcıya müracaat edebilir mi?
Bu hususta bir rivayet
yoktur, "müracaat edemez." denilmiştir.
Şemsü'l-Eimme
Ezvecendî'den soruldu:
— Bir kimsenin satın aldığı cariyenin, hür bir
kadın olduğu ortaya çıkar; satan şahıs ise, arkasında hiç bir şey bırakmadan,
velîsi ve vasîsi de olmadan ölür; ancak, bu cariyeyi ölen şahsa satan şahıs
hazırda olursa, durum ne olur?
İmâm, şu cevbı verdi:
— Hâkim, ölen şahıs
için bir vasî tâyin eder; müşteri de, bu vasîye müracaat eder. Vasî ise,
satıcıya baş vurur. (Yani, vasî, ölen şahsa satan şahıstan, bu cariyenin
bedelini alıp, müşteriye verir.) Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin sattığı
bir şey, henüz elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa, müşteri, satıcıya
müracaat eder. Satılan bu şey, sonradan, her hangi bir yoldan müşteriye
ulaşırsa; onu, satıcıya teslim etmesi emredilmez.
Bir kimse, bir şey
satın alıp, "bu şeyin satıcının malı olduğunu" ıkrâr ettikten sonra,
bu şeye bir hak sahibi çıkar ve müşteri, ödediği bedeli geri almak için,
satıcıya müracaat ederse; bilâhare, bu şeyin, her hangi bir yolla müşteriye
ulaşması hâlinde, bu müşteriye, "o şeyi satıcıya teslim etmesi"
emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir cariyenin bedelini ödeyip, onu teslim aldıktan sonra, bu cariyeye,
belgeleri ile bir hak sahibi çıkar ve müşteri satıcıya müracaat etmek isteyince
de, satıcı: "Bu şahitlerin, yalancı şahitler olduğunu
biliyorum. Bu câriye,
gerçekten benimdir." der; müşteri de: "Ben de, bu cariyenin
hakikaten senin cariyen olduğuna; şahitlerin yalan söylediğine şehâdet
ederim." derse; bu durumda da, müşterinin şehâdet hakkı bâtıl olmaz.
Ancak, câriye, ömür
boyunca, her hangi bir yolla, ona ulaşırsa, o zaman, "satıcıya iade
etmesi" emredilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Satın aldığı bir
cariyeyi teslim aldıktan sonra bir harbîye satıp, bilâhare o harbîden, bu
cariyeyi tekrar satın alan bir şahsın, bu cariyesine bir hak sahibi çıkar;
hâkim de, "cariyenin bu hak sahibine ait olduğuna" hükmederse hak
sahibi, bu cariyeyi alırsa; müşteri kendisine satan şahsa müracaat ederek, onun
bedelini alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir cariyeyi satın
almış bulunan bir şahıstan, başka bir şahıs, tazminat bedeli olarak alır ve
başka bir şahsa satar; bu şahıs da, diğer bir şahsa sattıktan sonra,
bu cariyeye bir hak sahibi
çıkarsa; hakimin hükmü olmadan, bu
şahısların hiç biri satıcıya müracaat edemez.
Keza, hâkim
hüküm vermedikçe, kefil de satıcıya müracaat edemez.
Hakim, "bu
cariyenin, hak sahibine verilmesine" hükmettikten sonra; bu şahıslardan
birisi, "bu cariyenin, satıcının mülkü olduğuna dâir bir belge bulsa, bu
belge kabul edilmez.
Bu cariyeye, sahip
çıkan bir şahıs olmaz; ancak, onun aslen hür bir kadın olduğu ortaya çıkar veya
başka bir şahsın cariyesi iken azâd edildiği belgelenir veyahud da başka bir
şahıs "Onu, kendi cariyesi iken müdebbere kılmış bulunduğunu" söyler
ve bu şekilde hüküm verilirse; bu durumda, bu şahıslardan her biri, kendisine
satan şahsa müracaat eder.
Bu durumda, ilk satıcı
da, cariyenin kefiline müracaat eder. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse;
bir cariyeyi, satın alıp, teslim almış bulunan bir şahıstan satın
aldığını iddia eder; bilâhare de, bu cariyeye bir hak sahibi çıkar ve bu câriye
müşterinin yanında doğum yapmış bulunursa; imâm Muhammed (R.A.): "Bu
müşteri, her iki satıcıya da bedeli için müracaat eder.
Şayet câriye, ikinci
müşteri satın aldıktan altı ay sonra doğum yaparsa; hak sahibi, diğer satıcıya,
çocuğun kıymeti için müracaat eder.
Fakat câriye, altı ay
olmadan doğum yaparsa, çocuğun kıymeti için, satıcılara baş vurulmaz."
buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Satılmış bir yerde
bulunan bina, ağaç veya ekine bir hak sahibi çıkarsa; satıcı bunların kıymetini
öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse satın aldığı
bir evi teslim aldıktan sonra, bu evin yarısına bir hak sahibi çıkar; müşteri
ise, evi hak sahibinden aldığını belgeler, ancak, buna bir zaman gösteremezse;
İmâm Muhammed (R.A.): "Müşteri, bedelden bir şey almak için, satıcıya
müracaat edemez." buyurmuştur.
Keza, bir kimse, bir
ev satın aldıktan sonra, başka bir şahıs, "bu evin yarısının kendisine ait
olduğunu" iddia eder ve bu şahıs, ondan da satın alırsa; satıcıya hiç bir
şey için müracaat edemez.
Şayet bu müşteri, hak
sahibinden önce, iddia edenden satın aldığını belgelerse; bu belgesi kabul
edilir. Ve bedelin yarısı için, satıcıya müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İbn-ü Semâ'a,
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un İmlâda şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Bir kimse, başka bir
şahıstan, boş bir yer satın alıp, oraya bir bina yaptıktan sonra, bu yere, bir
hak sahibi çıkar; hâkim ise, "müşterinin yaptığı binayı yıkmasına"
hüküm verir; o da yıkarsa; satıcının, evin kıymetinden hiç bir şey ödemesi
gerekmez,
Bir kimse, bir yer
satın alıp, orada bir ev yaptıktan sonra gaip olur ve bunu takiben bu yeri,
satıcı, bir .başka şahsa satar; bu ikinci müşteri, birinci müşterinin yaptığı
binayı/yıkıp, kendisi yeniden bir ev yapar; sonra da, ilk müşteri çıkıp
gelirse/; ikinci müşterinin yaptığı evi,
birinci müşterinin malzemeleriyle yaramış
olması hâlinde, onu
bu birinci müşteriye verir ve bu
ev birinci rjfıüşterinin elinde kalır.
Şayet, ikinci müşteri,
evi' yaparken fazla malzeme kullanmışsa; birinci müşteri, bu fazla malzemenin
bedelini, ikinci müşteriye öder; ancak, emek ücreti ödemez. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimsenin satın
aldığı câriye, teslim alındıktan sonra doğum yapar; bilâhare de bu şahıs onu
azâd eder ve evlendirir ve bir çocuk daha doğurduktan sonra bu cariyeye bir hak
sahibi çıkarsa, ona mehîrden başka bir şey gerekmez.
Bu şahıs, o cariyeyi
azâd ettikten sonra nikahlamaz, fakat, ona zina-eder ve bu zinadan çocuklar
doğduktan sonra, cariyeye hak sahibi çıkarsa; bu şahıs da, o hak sahibine,
mehirden başka bir şey borçlu olmaz.
Ve azâd etme fiili,
olmamış hükmünde olur. Çocukların nesebi ise, —bu şahıstan— sabit olur.
Kıymetlerini de, bu şahıs borçlu olur.
Bu şahıs, azâd etmeden
önce doğmuş bulunan çocukların kıymetleri için, satıcıya müracaat eder; sonra
doğanlar içinse, müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
İbn-ü Semâ'a,
Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, yola
atılmış bir ağacı, başka bir şahsa satıp, bedelini alarak, ağaçla müşteriyi
başbaşa bırakırsa; müşteri, o ağacı teslim almış sayılır.
Bu ağacı, bir başka
şahıs yakacak olsa; bunu, müşterinin malı olarak yakmış olur.
Bundan sonra, bu
ağaca, belgeler ibraz ederek, bir hak sahibi çıkarsa; müşteri muhayyerdir: Bu
ağacı, dilerse, yakan şahsa; dilerse, satan şahsa ödettirir.
Bu ağacı, yola, satan
şahıs atmış ve müşteri, onu yerinden oynat-mamışsa; hak sahibi, onu satın alan
şahsa baş vuramaz. Muhıyt'te de böyledir.
Buhârâ'h bir şahsın
elinde bulunan bir eşeğe hak sahibi olan ve bu eşeği, hakimin hükmü ile ondan
alıp, Semerkant'lı bir şahsa satan bir şahsı, eşeği satın alan şahıs dâva
ederek parasının geri verilmesini ister; eşeğin sahibi ise,
"bu eşeğin kendisine ait
olduğuna dair" Buhârâ kadısının
yazısını gösterir; ancak müşteri, "bu şahsın eşeğin sahibi olduğunu da, bu
yazının, Buhârâ kadısının yazısı olduğunu da" inkâr eder; fakat
eşeğin sahibi, "Bu
yazının, Buhârâ kadısının
yazısı olduğunu" belgelerse; bu durumda bile, Semerkatıt kadısının
onunla amel etmesi caiz olmaz. Ve, "eşek sahibinin, eşeği alıp, parayı
geri vermesine" hükmeder.
Ancak, şahitler
gelerek, "Bu eşeğin, bu şahsa ait olduğuna Buhârâ kadısının hükmettiğine
ve eşeğini kendisine teslim ettiğine dair" şehâ-dette bulunurlarsa; o
zaman, Semerkant hâkimi, müşterinin talebini reddeder. Zehıyre'de de böyledir.
Keza, hür olan kölenin
dâvasında, müşteri, satıcıya bedel için müracaat ederse;
müstehık olan şahsın,
haztr olması şart
değildir. Hulâsa'da da böyledir. [121]
Semen: Satılan bir
şeyin pahası, bedeli demektir. Meselâ: Bir kimse, bir kitabı yüz liraya satın
alsa, bu yüz lira, o kitabın semeni ( = bedeli) olmuş oiur. Bu bedel derhal
verilmezse, borç olur.
Müsemmen: Semen (=
bedel) mukabilinde satılmış veya semeni ( = bedeli) tayin edilmiş bulunan şey
demektir.
Semen-i miisemmâ:
Ahş-veriş akdi esnasında, satıcı ile alıcının rızâları ile tayin ve tesniye
etmiş (belirlemiş ve söylemiş) bulundukları bedel (= semen, fiat) dırki, bu,
satılan malın gerçek değerine müsâvî olabileceği gibi, ondan az veya fazla da
olabilir.
Ziyâde (= Fazlalık), satılan şeyde, doğurmak, gelir
getirmek, diyet almak, meyve vermek, süt vermek, yün vermek ve benzeri yollarla
meydana gelen artmadır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bu fazlalık, satılan
şeyi, müşteri teslim almadan önce meydana gelirse; bu fazlalık için hisse
vardır.
Fazlalık, müşteri malı
teslim aldıktan sonra meydana gelirse; o da, satılana tabi olur. Ve, bu
fazlalık için, bedelden bir hisse yoktur.
Müşteri satılan şeyi
teslim almadan önce, bu malda meydana gelmiş bulunan fazlalığı satıcı telef
ederse; asıl malın akid yapıldığı gündeki kıymetinden, telef edilen bu
fazlalığın hissesi düşülür. (Meselâ: Bir kimsenin, bin dirheme satın almış
bulunduğu bir ineğin sütünden, —satıcı, müşteri teslim almadan— on
dirhernliğihi telef ederse; ineğin bedelinden on dirhem düşülür.)
Bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşteriye muhayyerlik hakkı yoktur.
İmâmeyn'e göre ise, bu^ müşteri muhayyerdir.
Bu fazlalığı, yabancı
bir şahıs heîâk ederse; kıymetini tazmin eder Muhıyt'te de böyledir. [122]
Semen ve müsemmen
(= bedel ve bedelin karşılığı olan şey),
—durmakta olmaları hâlinde— artırılabilir.
Bu fazlalığın, semenin
cinsinden olması da, başka cinsten olması da caizdir.
Bu artırılan miktar,
akdin aslına iltihâk eder.
Müşteri, semeni (=
bedeli) artırdıktan sonra, pişman olup, kaçınırsa; —sözünü yerine getirmesi
için— cebredilir.
Satın alınan şey,
kusurlu olmasından veya başka bir sebebten dolayı geri verilirse; artırılan
miktara itibar olunur. Sanki, o şey, o fazlalığı ile beraber satılmış gibi
olur.
Şayet bedel artırılmış
olursa, satıcının bunu aynı mecliste kabul etmiş olması gerekir.
Şayet satıcı müşteri
tarafından bedelin artırılmasını kabul etmez ve o meclisten böylece ayrılmış
olurlarsa; bu alış-veriş bâtıl olur.Hıılâsa'da da böyledir.
Satılan şey, akde
mahal olduğu zaman, fazlalık sahih olur. Şayet müşteri, satın aldığı şeyi icara
verir; rehin bırakır; keser;
diker; onu kılıç
edinir veya elinin kesilmesinden dolayı diyetini alırsa; fazlalık sahih olur.
Ancak, mürtehin'e (=
rehin bıraktığı kimseye) veya icara tutan kimseye satar veya hayvanı kestikten ve
kumaşı diktikten sonra satarsa, satılan şeyin bedelinin artırılması sahih
olmaz.
Satılan şeyi,
müşteri azâd eder;
mükâtebe, müdebbere veya ümm-ü
veled kılar yahut bu köle ölür, öldürülür veyahut bu şeyi hîbe eder yahut
satar; onu, öğütür; ipliği dokur veya satıcı müşteriye içki teslim ederse;
bunların bedelinin artırılması sahih olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Satılan şey un olur ve
ekmek yapılırsa; et olur da, o kebap veya paça olarak pişirilirse; koyun olur
da, o parça parça doğranırsa; bu durumda da artım sahih olmaz. Hulâsa'da da
böyledir.
Şayet, içki sirke
olduktan sonra bedeli artırılırsa, bu artış sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bin dirheme bir köle
satın alan şahıs, o köleyi, bir başka şahsa yüz dinara satcr; sonra da bedelini
elli dinar artırır; alan şahıs ise, bir kusuru sebebiyle, bu köleyi, hâkimin
hükmü ile geri verirse; ödediği bedel ve fazlalık için satıcıya müracaat eder.
İkinci müşteri, bu
kölenin bedelini, elli dinara (yani bedelin yarısına) kadar artırır,bu bedel
de, birinci müşteri teslim almadan helak olursa; bu ahş-verişin üçte biri
feshedilmiş olur.
Bu ikinci müşteri,
hâkimin hükmü ile, üçte ikiyi de iade ederse; bu kölenin tamamı önceki satıcıya
iade edilir.
Bunlar, satışın üçte
birini bozduktan sonra, kölenin üçte ikisi de, hâkimin hükmü ile, bir
kusurundan dolayı iade edilirse; önceki satıcıya bir şey iade edilmez. Kâfî'de
de böyledir.
Müşterinin bedeli
artırmasının sahih olduğu
her yerde, bir yabancının artırması da sahih olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bedeli bin
dirhem olan bir cariyeyi bin dirheme satın alır; ancak teslim almadan bu câriye
doğurur; doğurduğunun kıymeti de bin dirhem olur ve satıcı, bin dirhem
değerindeki bu çocuğu da müşteriye verdikten sonra bu çocuğun kıymeti artıp, iki bin dirhem olur;
bu durumda müşteri onu teslim alıp, bin dirhemini peşin ödedikten sonra,
bu çocukta bir kusur bulup iade ederse; onu, bin dirhemin üçte biri
karşılığında iade eder.
Bu durumda, anasında
bir kusur bulunursa, onu,bin dirhemin altıda biri karşılığında iade eder.
Şayet artan şeyde bir
kusur bulunur ve reddedilirse; bin dirhemin yarısı karşılığında iade edilir.
Keza, —bu câriye
doğurmadığı hâlde— ahş-veriş akdi sırasında gözünde beyazlık (= boz
= görmeyi engelleyen bir perde)
bulunur, fakat, sonradan bu kaybolur; sonra da, bir köle, bu cariyenin gözünü,
müşterinin yanında iken çıkarır; bu kölenin efendisi de, onu bu cinayeti
sebebiyle, satıcıya iade ettikten sonra, satıcı, bîn dirhem değerindeki bir
köleyi müşteriye fazlalık olarak verirse; bu fazlalık, müşterinin teslim alması
hâlinde, öncekine müsâvî olur.
Bedel, bu cariyenin
ahş-veriş akdi sırasındaki kıymeti üzere taksim edilir.
Cariyeye isabet eden
meblâğ ahş-veriş akdi esnasındaki kıymetine .göre taksim edilir.
Ve bu müşterinin, o
cariyeyi teslim aldığı sıradaki kıymeti olan iki bin dirhem, kölenin kıymeti
üzerine taksim edilir.
Bunlardan birinde, bir
kusur bulunduğu zaman, bedeldeki hissesi karşılığında iade edilir.
Fakat bu cariyenin
gözleri, satış akdi esnasında sağlam,kıymeti de bin dirhem olur ve bir köle de,
bu müşterinin yanında vurarak, cariyenin gözüne boz indirir; efendisi de, bu
cariyeyi satıcıya geri verir ve satıcı fazladan bin dirhem değerinde bir köle
verir, müşteri de, onu teslim alırsa; bedel, önce, cariyenin ahş-veriş akdinin
yapıldığı günkü kıymeti ve fazlalığın kıymetinin yarısı üzerine taksim edilir;
sonra da cariyenin hissesine isabet eden kıymet, kendisi ile, verilen köle
üzerine yarı yarıya taksim edilir. Kölenin kıymetinin az veya fazla olması da
müsavidir.
Şayet bu câriye,
gözünün çıkarılmış olmasından başka bir sebeple öldükten sonra, satıcı,
müşteriye bin dirhem değerinde bir malı fazladan verir, müşteri de buna razı
olura, bu artırım sahih olur.
Müşteri, onu teslim
alınca, cariyenin kıymeti üzerine taksim eder.
[123]
Satıcının, —satılan
şeyi, müşteri teslim almadan önce— bedelin bir
kısmını ona bağışlaması
ve bir kısmını
ibra etmesi, bedelin noksanlaştırılması (= fiat
düşürülmesi) demek olur.
Gerçi, satıcının,
—bedeli teslim aldıktan sonra da,— müşteriye: "Bedelin bir kısmını, sana
bağışladım; fiatı düşürdüm." demesi de sahih olur.
Bu durumda
satıcının, —aldığı— bedelden,
dediği kadarını, müşteriye iade
etmesi gerekir.
Bu satıcı, bedeli
teslim aldıktan sonra, müşteriye: "Bedelin bir kısmından, seni
affettim." derse; bu ibra sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir satıcı, bedelin
tamamını indirse veya müşteriye bağışlasa yahut affetse; bunu bedeli teslim
almadan önce yapmışsa, bu —tasarruflarının hepsi de— sahih olur.
Ancak, bedeli aldıktan
sonra yapmış olması halinde, fiatı düşürme •ve hibe etme sahih olur; affetme
sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bedelden affetmek,
ikâleden sonra da caiz olur. Satılan şey, ika-leden sonra, müşterinin elinde,
emânet olarak kaiır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir köleyi
fâsid bir alış-verişle satıp, karşılıklı teslim işlemi de tamamlandıktan sonra,
satıcı, müşteriyi bu kölenin kıymetinden ibra eder; bilâhare de, bu köle
ölürse; satıcı o kıymeti tazmin eder.
Şayet satıcı:
"Seni, köleden beri-kıldım." derse; bu da ibra olur. Sirâciyye'de de
böyledir. [124]
Bir babanın, küçük
oğlu hesabına alış-veriş yapması caizdir. Bu, istihsânen böyledir.
Bu durumda baba, çocuğun
makamına kâimdir. Ve haklar, çocuğa rücu' eder.
Bundan dolayıdır ki,
çocuk bulûğa erişince, babasından, sattığı şeyin bedelini isteyebilir.
Ancak, çocuk,
babasının malı satmış bulunduğu şahıstan, bu bulûğa erişince isteme hakkına
sahip değildir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir babanın, küçük
oğlunun malını satın alması veya ona bir mal satması hâlinde, bu akdin tamam
olması için, îcâb ve kabûFün şart olup olmadığı hususunda, âhmler ihtilâf
etmişlerdir.
Sahih olan, bu
durumda, icap ve kabulün bulunmasının şart olmadığıdır.
Meselâ: Bir baba:
"Şunu, filan çocuğuma, şu fiata sattım." veya: "Şu çocuğumun, şu
malını,şu fiata satın aldım." dese; bu akdin tamam olduğunda hiç şüphe
yoktur.
"Şunu, şu
çocuğuma sattım." ve "...satın aldım." demesi de şart değildir.
Babanın bu gibi
alış-verişleri, insanların, o hususta birbirini aldatmadığı kıymetin misli ile
olması hâlinde, caizdir.
Babanın babası da,
—babasının olmadığı yerde, onun makamın-dadır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir babanın, küçük
çocuğunun bir akarını, kıymet-i misli ile satması halinde, —babanın durumuna
bakıiır:— eğer baba, halk arasında övülen, iyi bir kimse ise, yaptığı satış
caiz olur.
Baba müfsid bir kimse
ise ise, bu satışı caiz olmaz. Sahih olan da budur.
Baba, çocuğun menkûl
(= taşınabilir) bir malını satarsa; —yine durumuna bakılır:— bu baba,müfsid bir
şahıssa,bu satışı da caiz olmaz.
Ancak, bu satış,
çocuğun hayrına ise, sahih olan kavle göre, caiz olur,
Deliliği uzun süre
devam eden, büyük bir çocuğun malını,
babasının satması caiz olur.
Ancak, bu çocuğun
deliliği kısa bir süre devam ederse, onun malını, babasının satması caiz olmaz.
Uzun süren delilik,
bir ay veya daha fazla devam eden cinnet hâlidir.
Kısa süreli delilik
ise, bir aydan daha az bir müddet devam eden cinnettir.
Sahih olan da budur.
Serahsî'nin Mnhıyö'nde de böyledir.
Şey hu'l-İ mâ m Ebû
Bekir Mu ham m ed bin Fadl şöyle demiştir: Baba veya vasî, küçük çocuğun malını
sattıkları zaman, hâkim, bu satışı bozmayı çocuğun hayrına görürse; bu satışı bozma hakkına sahiptir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir baba, çocuğun bir
malını bedel-i misli ile sattığında, hâkim bu satışa izin verince, bu satış
geçerli olur.
Keza hâkim, satan
şahsı vasî tayin etmiş bulunur ve bu satışa izin verirse, yine bu satış geçerli
olur. Kunye'de de böyledir.
Bir kimsenin iki küçük
çocuğu bulunur ve bunlardan birinin malını, diğerine satarsa, bu caiz olur.
Meselâ: Bu babanın:
"Şu oğlumun kölesini, filan oğluma sattım.'* demesi gibi...
Ancak, bu çocuklar
bulûğa erişince, bu ahş-verişten dönebilirler. Sahih olan da budur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir babanın, kendisine
ait bir malı, küçük çocuğuna satması hâlinde, bu satış, bizzat teslim sayılmaz.
Ve hatta, satılan bu
mal, teslim alma işi gerçekleşinceye kadar helak olursa, babanın malı olarak
helak olmuş bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir baba, kendisi
için, çocuğunun malından satın almış bulunduğu bir malın bedelinden muaf
tutulamaz.
Ancak hâkim; bir vekil
nasbedip, o bedeli, babasından aldıktan sonra, oğlu adına, o bedeli, emânet
olarak, babasına verir.
Bir baba, evini küçük
oğluna sattığında bu çocuk o evde oturuyor olsa bile, —baba o evden
ayrılmadıkça— o evi teslim almış olmaz.
Bu ev, baba
tarafından, hâkimin tayin ettiği emin bir şahsa teslim edilir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Baba, bundan sonra
geri dönüp bu evde oturur; eşyalarını kor veya kendi ev halkını bu eve
yerleştirirse; —zengin olması hâlinde— bu baba, gâsıp durumuna düşer. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir baba, kendi
malından, küçük çocuğu için bir elbise veya bir hizmetçi satın alıp,
bedelini de peşinen öderse; bu durumda,
çocuğu için, satın almış bulunduğu bu şeyin bedeli için, çocuğuna müracaat edemez.
Ancak Önceden,
"çocuğuna müracaat edeceğine dâir" şahit tutarsa, bu hâl müstesnadır.
Bu baba, satın aldığı
o şeyin bedelini peşinen ödemez ve ölürse; bu bedel, onun terekesinden alınır.
Ölen baba, bu şeyi
çocuğu için aldığına şahit tutmamışsa, geride kalan vârislere de müracaat
edilmez.
Bir baba, oğlu için,
borçlanarak bir şey satın alır; sonra da
bunu öderse; kıyâsda, çocuğuna müracaat edebilir; istihsânda ise,
müracaat edemez.
Baba, bedeli peşinen
ödediği sırada: "Ben, bu bedeli, çocuğa müracaat etmek üzere
ödüyorum." derse; bu durumda, çocuğuna müracaat etme hakkı vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir baba çocuğu için
yiyecek ve giyecek satın almış olduğunda, buna şahit tutmasa bile, bedeli için
çocuğa müracaat edebilir. Çünkü o, bunu yapmakla emredilmiştir.
Ev ve akar bunun
hilâfınadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Küçük çocuğunun malını
satıp, bedelini almadan onu teslim eden bir baba, —bedelini almadan— o malı
geri alabilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kadın, kendi küçük
çocuğu için, bir araziyi, kendi malı ile ve bedelini çocuktan istememek
üzere.satın alsa, bu istihsânen caiz olur.
Bu durumda kadın, o şeyi
kendi nefsi için satın almış ve bilâhare çocuğuna hîbe etmiş olur. Ve bu
durumda o yer, bu çocuğun olur. Fetâ-• vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir evi bulunan ve bir
karısı ile o kadından bir çocuğu olan bir kimsenin bu karısı: "Bu evi,
senden onun malı ile çocuğumuz adına satın aldım." deyince, baba da:
"Sattım." dese; bu caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet bu eve, baba ile
yabancı bir şahıs ortak bulunur ve kadın bunlara: "Şu evinsizden, kendi
malıile oğlum için satın aldım." deyince; onlar da: "Sattık."
derlerse; bu da caiz olur.
Çünkü, bu
durumda baba, evin
tamamının satılmasını kabul edince; onun tamamını satın alması için
kadına da izin vermiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. • Hişâm şöyle
buyurmuştur:
Bir baba, küçük bir
oğlunun kölesini, kendi nefsi için, fâsid bir alış-verişle satın aldığı zaman,
baba çalıştırmadan veya teslim almadan yahut ona bir iş emretmeden önce ölürse;
bu durumda köle, çocuğun kölesi olarak ölmüş olur.
Bir baba, kendisine
ait bir köleyi, fasid bir alış-verişle, küçük oğluna sattıktan sonra, —bu baba—
o köleyi azâd etse; bu azâd etmesi caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir baba, çocuğunun
malını, kendi nefsi için satın aldıktan sonra, çocuk bülüğa erişirse; bu çocuk,
o şeyi babasına satmaktan rücû' edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir babanın, kölesini,
küçük çocuğuna satması için, bir vekil tâyin etmesi caiz olmaz. Ancak, vekilin
yaptığı alış-veriş akdini babanın kabul etmesi hâli müstesnadır.
Keza, bir babanın, iki
küçük oğlundan birini, diğerinin malını satması için vekil tâyin etmesi hâlinde
de, bu satış caiz olmaz.
Ancak, karşılıklı
aiış-veriş yapmaları için, bu çocuklarına iki kişiyi vekil tâyin etmesi
hâlinde, alış-verişleri caiz olur.
Bir babanın,
"küçük oğlunun kölesini satmak üzere" vekil tayin ettiği şahsın,
bu köleyi, bu
babaya satması caizdir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İbn-ü Semâ Vnın
Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, küçük bir
oğlunun kölesini, bin dirheme,başka bir şahsa sattıktan sonra; maraz-ı mevtinde
(- sonunda öldüğü hastalığı sırasında): "Bedelini, filan kimseden
aldım." der ve ölürse; bu ikrarı caiz olmaz.
Fakat bu şahıs,
maraz-ı mevtinde: "Ben filandan teslim aldım; ancak zayi oldu."
derse; bu sözü doğru kabul edilir.
Ancak, bu şahıs:
"Ben onu teslim aldım ve zayi ettim." derse; bu sözü doğru olarak
kabul edilmez.
Satın alan şahisda, bu
durumda, bu bedelden beri olmaz.
Bedel, bu müşteriden
alınınca, bunun, babaya veya onun malına müracaat etme hakkı yoktur. Muhıyt'te
de böyledir.
Babanın, çocuğun rahin
sahiplerinden, malı ile bir şey satın alması hâlinde, bu ahş-veriş çocuk için
değil, baba için geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir baba, bunak oğlu
için, bir câriye satın alıp, onu bu oğluna nikâhlar ve bir de çocuğu olursa;
kıyâsen bu cariyenin bedelini, baba öder.
İstihsânde ise, bu
cariyenin bedeli, bu bunak oğlun malından ödenir.
Esahh olan kavil ise,
önceki kavildir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir baba,
bunak oğluna, malından bir köle
satın alırsa; bu alış-veriş bunak oğula karşı geçerli olmaz; babaya karşı
geçerli olur. Yani, bunun bedeli, babanın malından ödenir. Muhıyl'te de
böyledir.
Bir baba, oğlunun
mülkünden bir şey sattığında, oğul: "Ben, bu satışın yapıldığı sırada
bulûğa ermiştim. Babam, benim iznim olmadan sattı." der; baba da:
"Sen küçüktün." derse; bu durumda, oğulun sözü geçerli olur.
Bir kadın, ardında
büyük ve küçük çocuklar bırakarak ölür ve bu çocukların babalan, —annemin— malı
taksim edilmeden önce, onun terekesinden,küçük çocuğunun bir şeyini kr/met-i
misli ile satarsa; bu satış, o küçük çocuğun hissesinde sahih olur. Kunye'de de böyledir. [125]
İmâm-ı İA'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir vasînin, yetimin malı ile bir şey satın alması,
bunun, o yetim için hayırlı olması hâlinde caiz olur. Şemsıli'J-Eimme şöyle
demiştir:
Bir ahş-verişin
yetimin hayrına olması: Yetimin on dirhemlik malını, on beşi dirheme satmak
veya onun on dirhemli malı ile on beş dirhemlik mal i satın almak gibi
durumlardır. Ancak, bu da, akarm dışındaki malla;r için geçerlidir.
Bazı âlimler ise:
"Yetimin malını satarken iki misline satmak; onun için mal alırken de
yarısına satın almak, yetimin hayrınadır." demişlerdir. Fetiâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir vasînin,
kendiliğinden alım-satımı, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A;)'nin kavisi
uyarınca caiz olduğu zaman, onun: "Sattım." Veya "aldım."
demesi gibi, başka şart da gerekir mi?
İmâm Muhammed (R.A.),
kitaplarda, bu husustan bahsetmemiştir.
Nâtıfi, Vâkıâtı'nda:
"Vasînin, babanın hilâfına, iki şarta ihtiyaç vardır. Yani,
"sattım." veya "satın aldım." demesi gerekir."
buyurmuştur. Muliıyt'te* de böyledir.
Bir vâsinin, yönetimin
malını, kıymet-i misli ile bir yabancıya satması caizdir.
Bazı âlimler ise:
"Bu, ancak, şu üç şarttan birisinin bulunması ile caiz olur."
demişlerdir:
1) Ya vasî,
yetimin malım, kıymetinin iki katına satar.
2) Veya
yetim, satılan o şeyin bedeline muhtaç olur.
3) Veyahut
da, yetim borçlu olur ve borcunu ödemek için, o şeyi satmaktan başka bir imkân
bulunmazsa, bu durumlarda, yetimin malı, vasî tarafından satılabilir.
Fetva da, buna
göredir. Serahst'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir vasî, başka bir şahsa, "yetimin malından bir şey satın
almasını" söyler; o şahıs da, müvekkili adına satın alırsa; bu caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Alış-veriş yapmasına
izin verilmiş bulunan küçük bir çocuk, kendi malından vasiye bir şey satarsa;
bu işlem, vasînin bizzat kendisinin satması gibidir.
Bu izinli çocuk, bu
şeyi, yabancı bir kimseye gabn-i fahiş ile satarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, bu caiz ölür. Muhıyt'te de böyledir.
Bir vasî, faydasına
olacak bir şekilde, yetimin malını satarsa; bu satış müstahsen olur.
Bilginler: "Vasî,
çocuğun malını, ona harcamak üzere satsa, bu caiz olur. Bu vasî, sattığı şeyin
bedelini kendi nefsine harcarsa, onu yetime tazmin eder." demişlerdir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir vasînin, iki
yetimden birisi için, diğerinden bir şey satın alması caiz olmaz.
Keza, bu yetimlere
ticâret yapma izni verilmiş olunca, bunların birbirlerinden alış-veriş
yapmaları da caiz olmaz. Çünkü» vasînin böyle yapmaya mübaşeret etmesi sahih
olmamaktadır.
Keza, bu iki yetimin
kölelerine ticâret yapma izni verilmiş olunca, bunların da, birbirlerine bir
şey satmaları caiz olmaz.
Ancak, babanın iki
oğlu hakkında, bu şekilde ahş-vetîşte bulunması caiz olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir. [126]
Bir hâkimin, yetimin
malını satması veya yetimin malından, hâkimin kendi nefsi için bir şey satın
alması caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ancak hâkimin, bir
yetimin herhangi bir malını,onun vasisinden, kendi nefsi için satın alması caiz
olur.
Bu vasiyi, hakimin
kendisi tâyin etmiş olsa bile hüküm böyledir. Fejâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre: İki vasîden birisi, bir yetimin malını
diğerine satsa; bu
alış-veriş caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir vasî, yetime
borçlu olan bir şahıstan, elli dinar kıymetindeki bir evi, yetim için, yirmi
dinara satın alsa; sonradan ikâle yapmaları caiz olmaz. Kunye'de de böyledir.
Bir vasînin, yetimin
malını veresiye satması hâlinde:
a) Eğer
müddet, —o malın, o kadar vâde ile satılmıyacağı kadar— uzunsa; bu durumda, bu
satış caiz olmaz.
b) Böyle olmadığı
halde, vâde müddeti hülûl edinceye
kadar, bedelin helak olacağından korkulursa; yine bu satış caiz olmaz.
c) Müddet
uzun olmaz ve bedelin helak olmasından da korkul-mazsa; vasînin yetimin malını
veresiye satması caiz olur.
Bir kimse, yetimin
malım, onun vasîsinden bin dirheme; başka bir kimse de, bin yüz dirheme
veresiye satın almak ister; ancak, birinci şahıs, ikinciden daha zengin olursa;
bu malı, birinci şahsa satmak uygun olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir vasî, terekeyi bir
başkasına satarsa; varisin küçük olması hâlinde, vasînin bu satışı caiz olur.
Bu terekenin eşya veya
arazi ve akar olması da müsâvîdir.
Terekenin hazır veya
gaip olması ile ölenin borçlu veya borçsuz olması halleri de müsâvîdir.
Ancak vasînin bu
şeyleri kıymet-i misli ile veya aldanılmayacak bir bedelle satması gerekir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî,
Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde: "Bu, selefin cevâbıdır.
Bu hususta,
müteahhirîn'in cevâbı ise şöyledir:
Akarın satışı, ancak
şu üç şarttan birinin bulunması ile.sahih olur: .
1) Müşteri,
o akarı, kıymetinden fazla bir bedelle almak ister;
2) Küçüğün,
o akarın satılmasına ihtiyacı bulunur; veya
3) Ölen şahsın borcu olur ve bu borç, ancak, o
akarın satılması ile ödenebilir.
Ölen şahsın
vârislerinin hepsi büyük kimseler olurlar ve hazırda bulunurlar ve öfenin de
borcu olmazsa; bu durumda vasî,asla terekede tasarruf yapma hakkına sahip
olamaz.
Şayet ölen şahıs
borçlu olur ve terekesi borcunu ancak karşılarsa; bu terekenin tamamı satılır.
Borç terekeden az
olursa; bu terekeden borç miktarınca satılır ve borç ödenir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, terekenin borçtan fazla olan kısmı da satılır.
İmâmeyn'e göre ise,
borçtan fazla olan kısım satılmaz.
Ölen şahsın borcu
bulunmaz; ancak, vasıyyet etmiş olur ve vasıyyeti de terekesinin üçte biri veya
daha azı ile yerine getirilebilecek olursa; bu şahsın vasıyyeti yerine
getirilir.
Vasıyyet terekenin
üçte birinden çoksa; ancak, üçte bir kadarı yerine getirilir. Geride kalan mal
vârislerindir.
Vasî, vasıyyet
miktarınca bir şey satmak isterse; varisler toplanıp, bu miktarda bir şey
satarlar.
Vasıyyetin fazla
olması hâlinde, yukarıda beyan ettiğimiz gibi hareket edilir.
Bu hüküm, vârislerin
ölen şahsın borcunu ödememeleri hâlinde geçerlidir.
Vârisleri ölen şahsın
borcunu ödeyince, vasînin terekeden bir şey satma yetkisi kalmaz.
Varisler hazır
olmazlar ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, üç güne kadar da gelmezlerse; ölenin
borcunun ve vasıyyetinin olmaması hâlinde vasî menkûl (- taşınır) malları
satar; akan satamaz.
Akarın helak
olmasından korkulması hâlinde de âlimler ihtilaf etmişlerdir. Esahh olan kavil
ise vasînin bu durumda bile, akarı satma yetkisinin olmadığıdır.
Eğer ölen şahsın borcu
varsa; terekesinden borç miktarı behemahal satılır. Akar da böyledir.
Vârislerden bir kısmı
büyük,, bir kısmı küçük ve büyük olanlar zengin bulunursa; terekenin borçtan
hâli olması ve vasıyyet de bulunmaması
halinde, vasî küçüklerin mallarını,
—menkûl olsun, gayr-ı menkû! (= akar olsun) satabilir.
Tereke borca batmışsa,
—menkûl olsun, akar olsun— bütün mallar satılır.
Borç az ise, terekeden
borç miktarınca satılır. Fazlasının satışı ise söylediğimiz gibidir. Yani
küçüklerin hisseleri satılabilir.
Büyük vârislerin hazır
olması ve ölenin de borcunun bulunmaması hâlinde, bi'1-icnıa'
küçüklerin hisseleri, —menkûl
mal olsun, akar olsun— satılabilir.
Terekede borç bulunur
ve bu borç terekeden fazla olursa; terekenin hepsi satılır. Borç fazla değilse,
borç kadarı satılır; kalan da söylediğimiz gibidir. Hulâsa'da da böyledir.
Bu hükümlerin tamamı,
babanın vasîsi hakkında geçerlidir. Vasînin vasîsi ve babanın babasının vasîsi
de böyledir. Hakimin tayin ettiği vasî de böyledir.
Ancak, hâkimin tayin
ettiği vasî, bir hususta vasî tayin edilmişse; bu vasî sadece bu hususta
yetkili olur.
Babanın vasîsi ise.,
her hususta yetkilidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hişâm, Nevâdiri'nde, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir yetimin vasîsi,
yetimin bin dirhem kıymetindeki kölesini sattığında; bu vasî muhayyerdir:
Muhayyerlik müddeti içinde, bu vasî, o kölenin kıymetini iki bin dirheme
çıkarabilir. Bu, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, kocasının
ölümünden sonra, —vasıyyeti sanarak,— onun bir malını satar; ölen şahsın da,
küçük çocukları bulunur ve bu kadın sonradan: "Bu, vasıyyet değildi."
derse; Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Kadının, bu alış-verişi sahih olmaz. O
şey, küçükler bulûğa erişene kadar bekletilir." buyurmuştur.
Şayet, çocuklar buluğa
erdikten sonra, kadının sözünü doğrularlarsa; bu vasıyyettir. Bu kadının
satmasının caiz olmaması hâlinde, yaptığı alış-veriş bâtıl (^ geçersiz) olur.
Şayet müşterinin satın
aldığı bu yer gasbedilmiş bir yer ise; satın alan şahıs, bu kadına müracaat
edemez.
Bu, sattıktan sonra
kadının durumun böyle olduğunu iddia etmesi hâlinde böyledir. Çünkü, o vasıyyet
olmaz.
Şayet bir küçük,
"o kadının o şeyi, vasıyyet olmadan sattığını" iddia ederse; bu
çocuğun iddiası dinlenir. Ancak bunun için, bu sabinin ticâret yapmasına izin
verilmiş olması gerekir.
Bu kadın, sattığı
yerin geri verilmesini temin edemezse; kıymetini öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Sabinin veya bunağın,
babası, vasisi yahut sahih dedesi olduğu halde hakim bu sabiye veya bunağa
satış izni vermişse; babası razı olmasa bile bu izin, —hâkimin velayetinin
babanın veya vasinin velayetinden sonra gelmesine rağmen— caizdir. Kunye'de de
böyledir. [127]
Bu babda:
1- Selem'in
Mânâsı, Rüknü, Şartları ve Hükmü
2- Selem'in
Caiz Olduğu ve Caiz Olmadığı Şeyler
3-
Re'sü'1-mâl-i selem ve Müslemün Fiyh'in Teslim Alınması
4-
Sâhibü's-Selem ve Müslemün Ileyh Arasındaki İhtilâf
5- Selem'de
îkâle, Sulh ve Hıyâr-ı Ayb 6-Selem'de Vekâlet olmak üzere, altı bölüm vardır. [128]
Selem: Bede! (= semen)
deki mülkiyetin acele olarak, müsem-mendeki (= bedel karşılığında alınan
maldaki) mülkiyetin ise bir müddet sonra sabit olduğu bir akiddir.
Yani selem: Peşin para
veya peşin verilen bir mal ile veresiye bir mal satın almak demektir.
Peşin para veya mal
veren müşteriye sâhibü's-seîem; veresiye mal verecek olan satıcıya ise Müslemün
ileyh denir.
Selem yolu ile satın
alman mala müslemün fiyh; peşin olarak verilen para veya malada re*sü*l-mâl-i
selem denir. [129]
Bir kimsenin, bir
başka şahsa: "Sana, şu şey için, şu kadar para (veya şu mah) teslim
ettim." (Meselâ: 'Sana bir kürr buğday için, on dirhem teslim ettim."
demesidir.
Selem akdi, bey' (=
ahş-veriş) lafzı ile yapılır. Esahh olan budur. Hasan'ın rivayetinde böyledir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.'[130]
Şelem'in iki çeşit
şartı vardır:
1- Akdin
kendisine rücû' edilmesi.
2- Bedele
müracaat edilmesi.
Akdin kendisine
müracaat edilmesi hususunda bir şart vardır. O da: Sözleşmede alıcının ve
satıcının beraberce veya ikisinden birinin muhayyer bulunmamasıdır.
Müstahıkkm (= hak
sahibinin) muhayyerliği bunun hilâfınadir. Mustahık, selemi ibtâl eder.
Meselâ, bu müstehık
re'sü'l-mâl'e hak sahibi olur ve satıcı ile alıcı birbirlerinden ayrılmış
bulunurlarsa; bu müstahıkkın izin vermesi hâlinde, selem sahih olur.
Muhayyerlik hakkına
sahip olan kimse, satıcı ile müşteri ayrılmadan, muhayyerlik hakkını ibtâl
eder ve bu sırada re'sü'l-mâl de, müs-lemün ileyh'in elinde bulunursa, bu akid,
bize göre sahih olan bir akid hâline dönüşür.
Fakat, bu durumda
re'sü'l-mâl zayi edilmiş veya helâk olmuş bulunursa; bu akid bi'I-icma' caiz
olan bir akid hâline dönüşmez. Bedâi"de de böyledir.
Bedele rücû'de ise on
altı şart vardır. Bunlardan altısı re'sü'l-mâl, on'u da müslemün fîyh'tedir: [131]
1- Re'sü'l-mâPin
cinsini açıklamak: Bunun cinsi ya dirhem veya dinar yahut keyliyyâttan (= ölçek
ile ölçülen şeylerden) olan buğday, arpa ve benzerleri gibi şeylerdir.
2- Re'sü'l-mâFin
nev'ini açıklamak:
Bu ise, dirhemlerin ve
dinarların nev'ini beyân etmektir: Mahmû-diyye dinarı, Hareviyye dinarı gibi...
Bu hüküm, bir beldede
çeşitli nevilerden nakillerin kullanılmakta olduğu zaman geçerlidir.
Bir beldede, bir nev'i
nakit kullanılması hâlinde, onun sadece cinsinin söylenmesi kâfi gelir.
3- Re'sü'l-mâlin
sıfatının açıklanması. Bu da, re'sü'i-mâl'in eski, yeni veya orta halli
olduğunun beyân edilmesidir. Nihâye'de de böyledir.
4-
Re'sü'l-mâlin miktarının açıklanması, bu şeyin, işaretle belirtilen bir şey
olması hâlinde şarttır.
İşaret edilen şeyin,
işaret edilen miktarı üzerine, keylî ve veznî şeylerde olduğu gibi akid tealluk
eder.
İmâmeyn:
"Re'sü'l-mâl işaretle belirtildikten sonra, onun miktarını bildirmek şart
değildir." buyurmuştur.
Bir kimse, başka bir
kimseye: "Şu dirhemleri, sana, bir kür buğday için teslim ettim."
dediği halde, dirhemlerin ağırlığını bilmez veya: "Sana, şu buğdayı, şunun
için teslim ettim." dediği halde, buğdayın ne kadar olduğunu bilmezse, bu
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahih olmaz; İmâmeyn'e göre ise sah{h
olur. Kâfî'de de böyledir.
Re'sü'l-mâl karışık
adedlerden olur ve —işaret edilerek beyân edilmesi hâlinde™
akid miktara tealluk
etmezse; onun miktarını söylemek şart
değildir. Bi'1-icma', işaret
edilmiş olması kâfidir. Bedâi*'de de böyledir.
Bey'-i selem'de
re'sü'l-mâl (= peşin olarak v.erilen para veya mal) keylî (= ölçekle ölçülen)
veya veznî (= terazi ile tartılan) bir mal olur, bunun karşılığında da muhtelif
iki şey teslim edilmiş bulunursa; bunlardan her birine re'sü'l-mâlden ne kadar
hisse verildiği açıklanmadıkça, bu caiz olmaz.
Bu, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise:
"Tamamı caizdir."
buyurmuşlardır. Hâvî'de de
böyledir.
Müşteri, re'sü'l-mâl
olarak iki cins teslim ettiği halde, bunlardan her birinin miktarını beyan
etmez (meselâ: Dirhem ve dinarlar teslim ettiği hâlde miktarlarını beyan etmez)
veya birinin miktarını bildirdiği hâlde, diğerini açıklamazsa, selem, ikisi
hakkında da sahih olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
5- Selemin
sahih olması için, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre dirhem ve dinarların kalp
olmaması da şarttır. Bunların miktarının bil-dirilmesi de gerekir. Nihâye'de de
böyledir.
6-
Re'sü'l-mâlin selem meclisinde teslim alınması da şarttır. Re'sü'l-mâlin dinar
veya ayn olması, bütün âlimlere göre, istfhsânen eşittir.
Re'sü'i-mâlin, selem
meclisinin başlangıcında veya sonlarında teslim edilmiş olması da müsavidir.
Çünkü, bu meclisteki vakitler bir vakit hükmündedir.
Keza, bu satıcı ile
müşteri, karşılıklı teslimden önce kalkıp yürürler ve birbirlerinden ayrılmadan
önce teslim alırlarsa, bu durumda bey'-i selem caiz olur. Bedâi"de de
böyledir.
Nevâdir'de şöyle
zikredilmiştir:
İki kişi selem akdi
yaptıktan sonra kalkıp bir mil veya daha çok bir mesafeyi yürüdükleri hâlde,
birbirlerinden aynlrriadan önce satıcı re'sü'1-mâli teslim alır ve böylece
ayrılırlarsa, bu satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Alan ve satan
şahıslardan ikisi birden veya sadece birisi oturduğu halde uyursa; bu hâl
ayrılık sayılmaz.
Ancak, yatarak
uyumaları hâlinde, bu hâl ayrılık sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, on kâfiz
buğday için, on dirhem teslim etmek ister; ancak, dirhemler yanında olmaz ve
onları almak için eve girerse; girdiği halde, dirhemleri teslim edeceği şahıs,
kendisini görmekte ise, bu selem bâtıl olmaz.
Bu şahıslar
birbirlerini görmezlerse, selem bâtıl (~ geçersiz) olur. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet bu iki şahıstan
birisi suya dalar ve berrak olmasından dolayı, suya dalan şahıs görünürse,
ayrılık sabit olmaz.
Su bulanık olur ve
dalan şahıs onun içinde görünmezse, ayrılık sabit olur. MuhfârıTI-Fetâvâ'da da
böyledir.
Müslemün ileyh,
re'sü'l-mâl'i teslim almaktan kaçınırsa; bunun aynı mecliste olması hâlinde,
hâkim re'sü'l-mâl'i teslim alması hususunda onu cebreder. Muhıyt'te de
böyledir. [132]
Müslemün fiyh (- selem yolu ile —yani parası peşin verildiği
hâlde veresiye— alınan mal) de bulunması gereken şartlar da şunlardır:
1) Müslemün
fiyh'in cinsinin beyan edilmesi. Buğday, arpa veya benzerleri gibi...
2) Müslemün
fiyh'in nev'inin beyan edilmesi.
Sulu arazi buğdayı,
susuz arazi buğdayı,dağlık arazi buğdayı veya ova buğdayı gibi...
3) Müslemün
fiyh'in sıfatının beyan edilmesi.
İyi buğday, kötü
buğday veya orta halli buğday gibi... Nihâye'de de böyledir.
4) Müslemün
fiyhin miktarının açıklanması.
Şu kadar ölçek, şu
kadar ağırlık, şu kadar adet veya şu kadar zira* (= arşın)gibi...
Bedâi"dedeböy!edir.
Burada uygun olan,
insanlar arasında bilinen bir birimle, o şeyin miktarının bildirilmesidir.
Onun içindir ki, bu
şahsın, ölçek olarak, —insanlar arasında ölçek olarak kullanılmayan— bir kabı
söylemesi, (meselâ: "Şu kabın dolusu..."; "Şu zenbilin
dolusu..." veya "Şu taşın ağırlığı kadar." demesi) caiz olmaz.
Ancak, bunun için, o kabın ne kadar aldığını veya o taşın ağırlığının ne kadar
olduğunu bilmemesi gerekir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Uzunluk ölçüsünde de
durum böyledir. Uygun olan, halk arasında geçerli bulunan zira' (— arşın)
cinsinden olmak üzere müslemün fiyh'in uzunluğunun bildirilmesidir.
Binâenaleyh, müslemün
fiyh'in uzunluğunun, uzunluğunun ne kadar olduğu bilinmeyen bir ağaçla
bildirilmesi caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimsenin elinde
bulunan, kendisine mahsus olan ve halk arasında geçerli olan birimlere uymayan
ölçek ve arşınla ahş-veriş yapması sahih olmaz.
Bu şahsın ölçek veya
arşınının, halk arasında geçerli olan ölçü birimlerinden fazla veya noksan
olması hüküm bakımından müsâvîdir. .
Ancak bu özel ölçek
veya arşın, halk arasında kullanılmakta olanların aynısı ise, bunlarla
alış-veriş yapmak caiz olur. Yenâbî'de de böyledir.
Ölçeklerin fazla veya
noksan olmamaları gerekir. Çünkü, tekne, zenbil, dağarcık gibi şeylerle ölçmek
münazaaya yol açar; bundan dolayı da caiz değildir.
Ancak, teamül
olduğundan, su kırbası ile —ölçerek— alış-veriş yapmak caizdir. Bu kavil, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayet edilmiştir. Hidâye'de de böyledir.
5) Müslemün
fiyh'in alınacağı zamanın bilinmesi gerekir. Aksi takdirde, o anda teslim
edilse bile, selem caiz olmaz.
Selem'in caiz
olmayacağı en kısa müddetin ne olduğu hususunda âlimlerimiz ihtilaf
etmişlerdir.
İmânı Muhammed
(R.A.): "En yakın
müddet bir aydır." buyurmuştur.
Fetva da bu kavil
üzeredir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu müddet,
sâhibü's-selem'in (= peşin para veya mal verip, —alacağı malı— veresiye almış
bulunan kimsenin) ölmesi ile bâtıl ( = geçersiz) olmaz. Müslemün ileyh'in (=
veresiye mal verecek olan satıcının) ölmesi ile, bu müddet geçersiz olur.
Hatta, selem, müslemün ileyh'in —ölmesi hâlinde— terekesinden, o anda alınır.
Fetâvâyi Kâd-ihân'dada böyledir.
6) Müslemün
fiyh'in akdin yapıldığı zamandan, teslim edileceği zamana kadar mevcud olması
da şarttır.
Hatta, müslemün fiyh
akid esnasında bulunmayıp, teslim zamanında mevcut olsa veya bunun aksi vâki
olsa veya akid zamanında da, teslim zamanında da mevcut olduğu hâlde, bu iki
işlemin arasında yok olsa; bu durumlarda ahş-veriş caiz olmaz. Fethu'J-Kadîr'de
de böyledir.
Bu şeyin
var olmasının haddi, o
şeyin her an sevkedilebiür olmasıdır. Yani, o şeyin
sevkedileceği zaman, sevkedilmesinin mümkün olmaması gibi bir durumun
bulunmamasıdır. Bu şey evde bulunsa bile hüküm aynıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Müslemün fiyh teslim
zamanına kadar mevcut olduğu ve satıcı tarafından teslim edildiği hâlde,
müşteri tarafından teslim alınmaz ve bu şey helak olursa, selem hâli üzere
sahih olur.
Bu durumda,
sahibü's-selem muhayyerdir: Dilerse, akdi fesheder; dilerse, alacağı şeyin
mevcut olmasını bekler. Yenâbi"de de böyledir.
7) Müslemün
fiyh (= bedeli peşin verilerek, veresiye satın alınan mal), belirtilerek
bildirilebilecek bir şey olmalıdır.
Binâenaleyh dirhem ve
dinarlar hakkında selem caiz değildir.
Sikkesiz olan dinar
hakkında selem caiz midir?
Kıyâsa göre, sarf (=
nakdi nakid karşılığında alıp-satmak. Yani sikkeli veya sikkesiz altını altın;
gümüşü de gümüş karşılığında veya altını, gümüşle; gümüşü altınla alıp-satmak)
caiz değildir.
Bir rivayete göre,
Kitâbü'ş-Şirket'de:"Kıyâsa göre, sarf caizdir." denilmiştir.
Nihâye'de de böyledir.
8) Müslemün
fiyh, şu dört cinsin birinden olmalıdır:
a) Keyliyyât
(- Ölçek ile ölçülen şeyler)
b) Vezniyyât
( = Terazi ile tartılan şeyler)
c) Adediyyât-i mütekâribe ( =
Birbirleri arasında, kıymet bakımından, mühim bir fark
bulunmayan ve misliyyattan olan, sayı ile ahnıp-satılan şeyler.)
d) Mezrûat
(= Arşın gibi bir uzunluk ölçü birimi ile ölçülen şeyler.) Muhıyt'te de
böyledir.
Hayvanlar hakkında
selem caiz değildir.
Keza, köle ve
cariyeler hakkında da selem caiz değildir. Çünkü bunların aklı ve ahlâkı
hakkında ihtilâf olabilir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
9) Müslemün
fiyh'in verileceği yer ve taşıma şekli beyan edilmelidir. Kâfî'de de böyledir.
Sahih olan budur.
Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
İmâmeyn'e göre, bu
şart değildir. Ancak, bunun şart kılınması da sahih olur.
Bu şart kıîınmazsa,
müslemün fiyh, akdin yapıldığı yerde teslim edilir. Kâfî'de de böyledir.
Sahibü's-selem (=
peşin para veya mal veren müşteri), müslemün ileyh'e (= malı sonradan verecek
olan satıcıya), re'sül'-mâl-i selem'i ( = peşin verilen para veya malı),
şehirde ödemeyi şart koştuğu zaman onu,
şehrin şart koşmuş
olduğu yerinde ödemesi
gerekir. Bt sâhibü's-selem, re'sü'1-mâl-i selem-i başka bîr yerde ödemeyi
tekli; edemez. Muhıyt'te de böyledir.
"Bu hüküm,
o şehrin büyük
olmadığı zaman geçerlidir.' denilmiştir.
Eğer şehir büyük olur
ve semtleri arasında bir fersah bulunur ve bı şehrin hangi semtinde vereceğini
beyan etmezse, bu caiz olmaz. Çünkü bu durumda, semtin bilinmemesi, münazaaya
sebep olur. Serahsî'nh Muhıyti'nde de böyledir..
Misk ve kâfur gibi
taşınması zahmetli olmayan şeylerde bunları verileceği yerin belirtilmesi şart
kılınmamıştır.
Bu durumda, akdin
yapıldığı yer, ödeme yeri olarak belirlenir mi? Câmiü's-Sağîr'de:
"Belirlenir." denilmiştir. İmâmeyn'in kavillerine göre sahih olan da
budur. Yenâbi"de \ Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İcârât'ta şöyle
zikredilmiştir:
Bu mekân tayin
edilmez; müşteri ödemeyi istediği yerde yapar. Esahh olan da budur. Hidâye'de
de böyledir.
"Bu mekân tâyin
edilse bile, belirlenmiş olmaz." denilmiştir. Çünkü, bu, o şeylerin
zahmetle taşınmasını ifâde etmez." denilmiştir.
Keza: "Sahih
olan, bu yerin tayin edilmesi ve teslimin belirlenen bu yerde
yapılmasıdır." da denilmiştir. Attabiyye'de de böyledir.
Selem akdinin denizde
veya dağ başında yapılmış olması hâlinde, satın alman şeyin, taşıma zahmeti
re'sü'I-mâl-i selem'i teslim almış bulunan, müslemün ileyh'e ait olur. Bu işi,
kendisine en yakın olan yerden yapar. Yenâbi"de de böyledir.
10) Selem
akdinde, iki bedelden birisi miktar ve cins vasıflarından birisi bakımından
illetli bulunmamalıdır.
İnsanların
ihtiyaçlarından dolayı vezniyyât arasında selem akdi caizdir.
Buğday ile zeytin
yağının —cinslerinin ayrı olmasına rağmen— selemleri caizdir. Serahsî'nin
Muhiyü'nde de böyledir. [133]
Selem'in hükü:
Sâhibü's-selem'in (= peşin para veya mal veren müşterinin), müslemün
fiyh'de (- bu
yolla satın aldığı
malda) re'sü'I-mâl-i selem (= peşin verilen para ve mal) karşılığında
mülkiyet hakkının, belirli bir vakit içinde, sabit olmasıdır. Nihâye'de de
böyledir.
Selem'in sahih olması
hâlinde, müslemün ileyh (= veresiye mal verecek olan satıcı) ile müslemün fiyh
(= satın alman mal) hazır bulunursa; sahibü's-selem'e
(= peşin para veya mal veren müşteriye) muhayyerlik hakkı yoktur.
Ancak, şart koşulan
şeylerin hilafına bir şeyin bulunması hali müstesnadır.
Bu durumda, müslemün
ileyh, akiddeki şartlan yerine getirmeye zorlanır. Yenâbi"de de böyledir. [134]
Bir kimsenin harevî
bir elbiseyi, yine harevî olan bir elbise ile selem yapması caiz olmaz.
Keza, bir ölçek
buğdayı, bey'-i selem ile bir ölçek arpaya satmak da caiz olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Keyliyyât'tan olan
bir şeyi, —elverişli
olması hâlinde— vezniyyât'tan
olan bir şey ile, bey'-i selem yolu ile alıp-satmak caizdir. Bu durumda,
satılan şeyin, vasfı ile mazbut olması gerekir.
Meselâ: Buğdayın altın
veya gümüşle selem yolu ile almıp-satılması, bize göre caiz olmaz.
Bu şekilde bir akid
yapılmış olsa, o, bize göre, bâtıl (= geçersiz) olur.
Esahh olan da budur.
Tartılan bir şeyi önce
vererek, onunla keylî (= ölçekle ölçülen) bir şeyi, (selem yolu ile) satın
almak caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Veznî (= tartılan) bir
şeyi, yine veznî olan bir şeyle bey'-i selem'le alıp-satmak, —bunların
mahiyeti, akid esnasında beyân edilmemişse— caiz değildir. Peşin demir vererek,
karşılığında, bey'-i selemle, za'feran almanın caiz olmadığı gibi...
Fakat, dirhem veya
dinarları önceden vererek, bey'-i selemle, bunların karşılığında veznî (=
terazi ile tartılan) bir şey satın almak caizdir.
imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, önceden sikkesiz gümüş veya sik-kesiz altın vererek, bunların
karşılığında, —selem yolu ile— za'feran satın almak caizdir.
Parasını önceden
vererek, —selem yolu ile— veznî bir şey satın almak caiz olur;
Ancak bu alış-veriş, o
şeyin cinsi hakkında olursa, caiz olmaz.
Önceden bakır kap
vererek, vezn î (= terazi ile tartılan) bir şeyi veresiye satın almak, —bu kap
tartı ile satılan cinsten ise— caiz olmaz.
Fakat bu kap, sayı ile
satılan cinsten ise, selem caiz olur.
Ancak —söylediğimiz
gibi— fülûs (= paralar) hakkında selem caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de
böyledir.
Peşin olarak keylî (=
ölçekle ölçülen) bir şey vererek, yine keylî olan bir şeyi veresiye almak caiz
olmaz.
Ancak bunlar ayrı ayrı
nevilerden olursa, ister keylî, ister veznî olsunlar, peşin olarak bir birim
verip, alacağı zaman iki birim almakta bir beis yoktur.
Müslemün fiyh'in bir
vasıfla mazbut olması hâlinde, veresiye satılmasında da bir beis yoktur.
Harevî bir bezi peşin
vererek, karşılığında —bey'-i selemle— mücevher ve inci satın almak caiz
olmaz.
Keza bize göre,
hayvanlar hakkında selem caiz olmaz,
Keylî ve veznî
(ölçekle ölçülen ve terazi ile tartılan şeylerden) olmayan şeyler aynı nev'iden
olurlarsa; bunların ikisini verip, —selem yolu ile— birini almakta bir beis
yoktur.
Âlimlerimize göre,
bunların veresiye satılmalarında hayır yoktur.
Meselâ: Bir kimsenin
iki harevî bez verip, bir harevî bez alması, bize göre, caiz olmaz. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir kimsenin, bir şeyi
peşin vererek, onu, kendi cinsinden olan veya keylî yahut veznî bir şeye selem
yapması hâlinde, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bunların, hepsinin akdi
de bâtıl olur.
İmâmeyn'e göre,
—cinsin hilafına— veznî şeyin hissesinde, selem sahih olur. Hâvî'de de
böyledir.
Nev'ileri aynı olmak
şartıyle, keylî ve veznî şeylerde, selem'de bir beis yoktur. Bunlardan her
birinin hissesini beyân etmeye de ihtiyaç yoktur.
Müslemün fiyh, müşteri
tarafmdn teslim alınmaz ve helak olur; misli de bulunmazsa; imamlarımızın üçüne
göre de, bu selem bâtıl olmaz.
Ancak, bu durumda
sahibü's-selem (= önceden peşin para veya mal veren müşteri) muhayyerdir:
İsterse, müslemün fiyhin benzerinin meydana gelme vaktini bekler; isterse, bunu
beklemeyip re'sü'1-mâli ( = peşin olarak verdiği para veya malı) geri alır.
Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimsenin,
dirhemler vererek, selem yolu ile za'ferân satın alması caizdir. Demir, kalay
ve benzerleri hakkında-, fülüs'u (= para ve pulları) selem yapmakta da bir beis yoktur.
Pulları, bakır
hakkında selem yapmak caiz değildir.
Burada pullar'dan
maksat akçelerdir; geçen paralardır.
Fakat pullar geçmez
ise, bunları demir ve kalay için selem yapmak caiz değildir.
Ok, kılıç ve bıçak
demirini, demir için selem yapmak caiz olmaz.
Kılıç da, demir için
selem yapılmaz.
Ancak, bir kimsenin
kılıcını, bakır için selem yapması caiz olur. Bu durumda da, bu kılıcın, —tartı
ile değil de— sayı ile satılıyor olması gerekir. Tartı ile satılıyorsa, bu caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bize göre buğdayı,
müeccel (= te'cil edilmiş, ileriye bırakılmış, ertelenmiş, peşin olmayan)
dirhemlere selem yapmak caiz olmaz.
Isâ bin Ebân:
"Böyle bir akid, aslen bâtıldır. (= geçersizdir.)" buyurmuştur.
Şemsü'l-Eimme Ebû
Bekir Muhammed bin Ebî Sehl es-Serahsî ise: "Bu akid sahihtir."
buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.
Keylî bir şeyi, veznî
olarak selem yapmanın caiz olup olmadığı hakkında iki rivayet vardır. İtimada
şayan olan rivayet ise, bunun caiz olduğudur. Buğday veya arpayı tartı ile
selem yapmak gibi...
Veznî (= tartılan) bir
şeyi, keylî (— ölçekle ölçülen) bir şey gibi selem yapmak da yukarıdaki ihtilâf
üzeredir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Süt için, belirli bir
müddet ile, ölçü veya tartı ile selem yapmak caizdir.
Sirke ve şıra da süt
gibidir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî:
"Bu, onların memleketinde geçerlidir. Çünkü, orada süt, insanların elinde
her zaman baki kalmaz. Bizim memleketimizde ise, süt hiç bir zaman tükenmez. Bu
durumda selem, her zaman için caiz olur.
Sirke de böyledir; o
da her zaman bulunur.
Şıra ise her zaman
bulunamıyacağından, onun için, zaman tayini lâzım gelir." buyurmuştur.
Zehıyre'de de böyledir.
Yağ hakkında da, ölçü
ile de, tartı ile de selem caizdir.
Ancak, İmâm Muhammed
(R.A.)'den bir rivayette, yağda tartı ile selem caiz olmaz.
Keza rıtıl ile ölçülen
şeylerde de, hem tartı, hem de ölçü ile selem caizdir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bize göre, buğday
olgunlaşmadan önce, onun için selem yapmak 1 caiz olmaz. Çünkü, bu durumda
olmamış bir şey için selem yapılmış olur.
Buna göre, yok olacağı
tevehhüm edilmeyen buğday için selem caizdir.
Semerkant, Buhara veya
Kâşâm gibi büyük şehirlerin buğdayı için selem yapmak caizdir.
Keza, Horasan, Irak ve
Fergâne buğdayı için de selem yapmak caizdir.
Bazı âlimlerimiz:
"Selem, ancak buğdayın kendisine izafe edildiği yerde, dâima buğday
bulunması hâlinde caiz olur. Bu yer ister vilâyet, ister büyük bir şehir olsun
farketmez.
Ancak, bizzat söylenen
bir yerde veya bir köyde, buğday bulunmama ihtimâli varsa; bu durumda selem
caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.
Şayet buğdayın bir
şehre nisbet edilmesi tâyin için değil de, onun sıfatını açıklamak için olursa
(Buhârâ'nın hişmirânî buğdayı gibi...) o zaman, selem caiz olur. Çünkü bunu söylemek,
buğdayın iyi olduğunu beyân etmek içindir. Kâfî'de de böyledir.
Herat buğdayı için
selem yapmak caiz olmaz.
Herat bezi içinse,
selem yapmak, —selem şartlarının tamamı ile— caiz olur. Tahâvî Şerhf nde de
böyledir.
İhn-ü Sema'a,
Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bağdad'm merevî bezi
ile Merv'in merevî bezini selem yapmak caizdir.
Keza, Bağdad'm merevî
bezi ile Ehvâz'ın ve Vâsıt'ın merevî bezini selem yapmak da caizdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Harevî pamuğunu,
harevî bezi ile selem yapmak caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keçe için, yün selem
yapılır.
Deniz koyununun
yününden yapılmış elbise için, deniz koyununun yünü selem yapılır.
Eğirilmiş iplikten
dokunmuş bez için, eğirilmiş iplik selem yapılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Karpuz ve nar gibi
adediyyât-i mütefâvite'den (= birbirleri arasında, kıymet bakımından
farklılıklar bulunan ve sayı ile ahmp-satılan şeylerden) olan hiç bir şey için
sayı ile selem yapmak caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Adediyyât-ı mütekâribe'de (=
birbirleri arasında, kıymet bakımından mühim bir
fark bulunmayan ve sayı ile alınıp-satılan şeylerde) selem caiz olur.
Bunlarda selem, adedle
caiz olduğu gibi ölçekle ve tartıyla da caizdir.
Ziyâdât'ta şöyle
zikredilmiştir:
Ceviz ve yumurta
hakkında da, —yumurtanın tavuk yumurtası mı, kaz yumurtası mı olduğunun
açıklanması hâlinde— selem caizdir. Yumurtanın orta halli veya taze olduğunun
belirtilip belirtilmemesi de müsavidir.
Çünkü, değişikliğin
düşüp, sıfatın düşmemesi hâli selem'e mâni olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre adediyyâttan kıymetleri değişik olan şeyler, değişik adet
olurlar.
Kıymetleri değişik
olmayan adetler ise, adediyyât-ı mütekâribedendir.
Buna göre, kıymetçe,
aynı olmaları hâlinde, tavuk yumurtası için kaz yumurtasını veya tavus kuşu
yumurtası için tavuk yumurtasını selem yapmak caiz olur.
Bir kimsenin, tavuk
yumurtasını, tavus kuşu yumurtası için selem yapması hâlinde, bunlara aynı
kıymet takdir edilirse, bu selem caiz olur; aksi takdirde bu selem caiz olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Kağıtda, aded olarak
selem caiz olur.
Kağıtda tartı ile
selem yapılmasının caiz olacağına dair de fetva vardır. Muzmarât'ta da
böyledir.
Fülûs (= pullar, akçeler, mangırlar, paralar, bakır
sikkeler) hakkında,
zâhiru'r-rivâyede, adedle selem
caiz olur. Nihâye'de de böyledir.
Zendûsî'nin
zikrettiğine göre, patlıcan, armut ve kaysıda da selem caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Hasan'in rivayetine
göre, soğan ve sarımsakta da ölçü ile de, aded ile de selem caiz olur. Çünkü,
bunların adetleri, mütekâriptir. (= kıymet itibariyle birbirlerine
yakındırlar.) Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İmâm: "Cam
hakkında selem yapmakta hayır yoktur. Ancak, cam kırık olur ve belirli tartı
ile selem yapılırsa, bu durumda selem caiz olur." buyurmuştur. Mebsût'ta
da böyledir.
Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir:
Altın ve gümüş kaplar
için selem yapıldığında, re'sü'l-mâlin altın olarak verilmesi halinde bu selem
caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Camdan yapılan kaplar için,
selem caiz olmaz. Çünkü bu, adediyyât-ı mütefâvitedendir.
Ancak camdan yapılan
kapların (tabakların) nev'i beyân edilir ve bu nev' halk tarafından bilinmekte
olursa, selem caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Kerpiç, tuğla ve
kiremit için, selem yapmakta bir sakınca yoktur. Yenâbi"de de böyledir.
Keza, bir bezin eni ve
boyu belirli ölçülerle beyân edildikten sonra, —bu bez, ister âdi bez olsun;
ister ipek bez olsun— selemle ahnıp-satılmasında bir sakınca yoktur.
Adî bezde tartı şart
değildir. İpek hakkında ise ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre ise, ipekte
tartı şarttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ancak tartısı beyân
edilir, ölçüsü beyân edilmezse, selem caiz olmaz.
Şeyhu'l-İslâm
Hâher-zâde: "İpekte tartı şart kılındığı halde, ölçü şart kılınmazsa, her
arşınının fiatı belirtilmeden selem caiz olmaz; fiatı belli olunca, selem caiz
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Deniz koyununun
yününden yapılan bir kumaşın eni, boyu ve kaç parça olduğu beyân edildiği
halde, ağırlığı söylenmezse, bu durumda selem caiz olur.
Ancak eni, boyu ve kaç
parça olduğu söylenmediği hâlde, ağırlığı beyân edilmiş olursa; bu durumda,
selem caiz olmaz.
Bir rivayete göre de,
eni,boyu ve kaç parça olduğu söylendiği halde, ağırlığının söylenmediği zaman
da, selem caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mezrûât'tan olan şeylerde, —mutlak—
zira' diye şart koşulduğunda,
iki taraf da zirâ'-ı vasat'a itibar ederler.
Âlimler, zirâ'-ı vasat
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bazı âlimler, zirâ-ı
vasatla, tahta zirâi kasdetmişlerdir. Çünkü, bu arşın değişik uzunluklarda
bulunur; bazıları uzun, bazıları ise kısadırlar.
Şeyhu'l-İslâm:
"Sahih olan, zira'-ı vasat'ın her ikisine de hamlo-lunmasidır. Mutlak
zira' diye şart koşulunca, iki taraf da, zirâ'-ı vasat'a nazar ederler.
Zehiyre'de de böyledir.
el-Asıl1 da şöyle
zirkedilmiştir:
Saman'ın belirli bir
ölçek veya belirli bir tartı ile selem yapılmasında bir sakınca yoktur.
Saman, belirli bir
çuvalla ölçülünce selem caiz olur. Aksi takdirde, bu selemde hayır yoktur.
Saman'ın selem'i
hususunda, âlimler ihtilâf etmişler ve bazıları: "Saman, her hâl-ü kârda
ölçülür."; bazıları ise: "Şayet, samanın tartılması insanlar
tarafından örf olmuşsa, bu durumda saman tartılır." demişlerdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Kuyumcu toprağı
hakkında, selem caiz değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Yaygı, hasır ve
kamıştan hasır hakkında selem caiz olur. Ancak, bu selem, bunların belli bir
işçilik, bilinen bir sıfat ve belirli bir ölçü üzere olmasının şart koşulması
hâlnide caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Çuval, keçe ve kilim
için, —sıfatları, eni, boyu ve kaç parça olduğu belli olması hâlinde— selem
caiz olur. Çünkü, bunların belirli vasıfları vardır ve bu vasıflarla onları
tarif etmek mümkündür.
Adediyyât-ı
mütefâvite'den olduğundan, kürk için selem caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Deve, sığır ve davar
derileri için selem yapılmasında hayır yoktur. Ancak, bunlarda bilinen bir hâl
beyân edilmesi hâlinde, selem caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Mebsût'ta şöyle
zikredilmiştir:
Sahtiyan ve
dibağlanmış deri için, eni, boyu ve iyi olduğu beyân edilmedikçe, selem caiz
olmaz.
Ancak bunlar, tartı
ile satılırlarsa, selem caiz olur. Bu, teslim ve tesellüm sırasında niza
olmamasını temin için böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.
Hayvanların baş
ve bacakları hakkında
seiem caiz olmaz.
Hulasa'da da böyledir.
tmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, et için selem caiz olmaz.
İmâmeyn'e göre ise,
cinsi, nevM, yaşı, yeri sıfatı ve mitkarı beyân edilirse, et için de selem caiz
olur.
"Kemiksiz
et...", "Uyluk eti...", "yan taraf eti...",
"erkek koyun eti..." gibi açıklama yapılması hâlinde selem caiz olur.
Hakâik ve Uyûn'da:
"Fetva, imâmeyn'in kavillerine göredir." denilmiştir.
Hâkim, caiz olduğuna
hükmederse, bu selem ittifakla caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Kuyruk yağı ve iç yağı
için selem, âlimlerin ekserisine göre caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Balık hakkında selem,
ya sayı ile veya tartı ile yapılabilir. Balıkta
sayıya göre selem, —balık,
ister taze, ister
tuzlanmış olsun— caiz olmaz.
Tartıya göre selem
yapılması hâlinde de, balık tuzlanmış ise, caiz olur.
Tartıya göre selem
yapıldığında, balık taze olur ve pazarlık belirli bir süre için yapılmış
bulunur ve pazarlığın yapıldığı zaman ile verilen vâde arasındaki müddet içinde
balık eksik olmayıp bulunabilirse, bu durumda selem caiz olur; aksi takdirde
selem caiz olmaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Küçük balıklar için,
bir ölçekle ölçerek veya terazi ile tartarak, selem caiz oîur. Yenâbi"de
de böyledir.
Büyük balıkların
selem'i hususunda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den iki rivayet vardır.
İmâmeyn'in kavillerine
göre, büyük balıkların
tartı ile selem yapılmaları caizdir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
el-Asıl'da: "Kuşlar için
selem yapmakta hayır
yoktur." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
"Serçeler gibi,
birbirlerinden değişik olmayan kuşlarda da selem caiz değildir."
denilmiştir. Esahh olan da budur.
Kuş etlerinde de selem
caiz değildir.
Bu hükümler,bir yere
kapatılıp yavrulatılmayan kuşlar hakkındadır.
Yavrulatmak için bir
yerde alakonulmuş kuşların eti hakkında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine
selem caiz değildir.
İmâmeyn, bu kavle
muhaliftir.
"Bunun,
bi'1-ittifak caiz olduğunu" söyleyenler de vardır. Esahh olan da budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ekmek için selem, tartı ile de,
aded ile de caiz değildir.
imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, ekmek için selem, tartı ile caizdir. Âlimler, bu görüşü
ihtiyar etmişlerdir.
Ancak, teslim alma
zamanı çok ihtiyatlı olmalı ve ekmek hangi cinsten konuşulmuşsa, o cinsten
olmalıdır. Müslemün fiyh'te teslim alınmadan önce, bir değişiklik olmamalıdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Buğday ve un almak
üzere, önceden ekmek vermek caiz olmaz. Bu selem, İmâmeyn'e göre caiz olur.
Fetva da, bunun
üzerinedir. Tehzîb'de de böyledir.
Un için ölçekle ve tartıyle selem caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Mücevher ve incinin
seleminde hayır yoktur.
Ancak, tartı ile
ahnıp-satılan küçük incilerde selem caizdir.
Kireç ve alçı için,
ölçekle selem yapmakta bir beis yoktur. Çünkü, bu durumda ölçü malumdur. Ve o,
her vakit için takdir olunmuştur. Mebsût'ta da böyledir.
Zeytin yağı ve benzeri
yağlar için selemde bir beis yoktur.
Reçel ve benzerleri de
böyledir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Şart koşulması
halinde, yün'ün tartı ile selem'inde
bir beis yoktur.
Ancak, koyun yününün
aynısı ile selem yapılması caiz olmaz. Koyunun sütu"Ve yağı da böyledir.
Yeni olacak yağ, yeni
yapılacak zeytin yağı veya yeni olgunlaşacak buğdayın seleminde hayır yoktur.
Eni, boyu ve sıfatının
beyan edilmiş olması hâlinde, kılıç demirinde selem yapmakta bir sakınca
yoktur.
Kıl almak için, yünü
selem vermek caiz değildir. Çünkü, ikisinin de tartısı birdir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî:
"Bu, kılın tartı iie satılması halindedir. Şayet tartı ile satılmıyorsa;
bu şekilde seîem haram olmaz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
İki zimmînin şarap
için selem yapmaları caizdir.
Ancak, domuz için
selem yapmaları caiz olmaz. Yapmış olsalar bile, bu selem bâtıl olur.
Müslümanlar ve
hıristiyanlar selem hükümlerinde aynıdırlar. Ancak, şarap bunun dışındadır.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Pamuk, keten, ibrişim,
bakır, sikkesiz altın, demir, kalay, tunç ve benzerleri hakkında selem yapmakta
bir beis yoktur.
Kına, sürme ve kuru
reyhan, tartılarak satılıyorlarsa, selem yapılır. Fakat, yaş
reyhanlar, baklagiller ve
odun emsal sahibi olmadığından, bunlarda selem caiz
olmaz.
Peynir ve
çökeleğin, —değişik olmadığı
san'at sahibince biliniyorsa—
selem yapılmalarında bir beis yoktur.
Sahih olan da budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Boyu, kalınlığı,
teslim müddeti ve mekânı belli olan bir kütüğün selemi caizdir.
Keza, odun, tahta,
kamış ve benzerlerinin uzunlukları, genişlikleri, kalınlıkları ve cinsleri
beyan edilirse, taraflar arasında niza cereyan etmez. Mebsût'ta da böyledir.
Yaş şeylerin seleminde
hayır yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Emsal sahibi (- aynısı ve benzen bulunan) iplik hakkında,
Şemsü'l-Eimme Serahsî: "Tartıhrsa, selemi
caizdir." buyurmuştur.
Muhıyt'te de böyledir.
Leğen, şişe, mest ve
benzerleri için selem yapıimasında bir beis yoktur.
Bu hüküm, bunların
belli ohıp tanınmaları hâlinde böyledir. Tanınmamaları hâlinde, selemlerinde
hayır yoktur. Hidâye'de de böyledir.
Kuru yoncanın
—tartılmak şartıyle— seleminde bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Aktığı ve çıktığı
yerin belirtilmesi şartıyle, su için selem caiz olduğu zaman buz için de selem
caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [135]
Müslemün ileyh'in
(= Malı sonradan verecek olan
satıcının), sâhibü's-selem'i (= peşin para veya mal veren müşteriyi),
resü'1-mâl-i selem'den (= peşin verilen para veya maldan) berî etmesi caiz
olmaz.
Müslemün ileyh ibra
eder; sâhibüVselem de, bunu kabul ederse, selem akdi bâtıl (— geçersiz) olur.
Ancak, sâhibü's-selem
berâeti reddederse, selem akdi bâtıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Re'sü'1-mâl yerine,
onun cinsinden başka bir şey almak caiz olmaz.
Sâhibü's-selem, müslemün
ileyh'e, re'sü'1-mâl cinsinden, ondan daha iyi veya daha kötü bir şey verir;
müslemün ileyh de, daha kötüye razı olursa; bu durumda, selem caiz olur.
Şayet sâhibü's-selem,
müslemün ileyh'e re'sü'l-mâl'den daha iyisini verdiği halde, o, bunu almak istemezse;
alması için cebredilir.
İmâm Züfer (R.A.):
"...Cebredilmez. Rizâsız almak doğru olmaz." buyurmuştur.
Muhtar olan budur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Müslemün fiyh'i
(= bey'i- selem'le
satın alınacak malı) değiştirmk caiz değildir.
Müslemün ileyh (= malı
sonradan verecek olan satıcı) vereceği kötü mal yerine, daha iyisini verecek
olursa; bize göre, sâhibü's-selem ( = peşin para veya mal vermiş olan müşteri)
bunu kabul etmesi için cebredilir.
Şayet iyi mal yerine,
daha kötü bir malı verirse; sâhibü's-selem, bunu kabul etmek için cebredilmez.
Şayet selem iyi (bir
bez) olduğu halde, verecek olan şahıs, kötüsünü getirir ve: "Bunu al ve
sana bir dirhem iade edeyim." derse; bu durumda sekiz mes'ele vardır.
Bu mes'elelerden dördü
mezrûâtta (= uzunluk ölçüleri ile ölçülen şeylerde); dördü de mekîlât (= ölçek
ile ölçülen şeyler) ve mevzûnât'ta ( = terazi ile tartılan şeylerde) dir.
Mezrûât'la ilgili mesJeleler:
1) Selemin
bez olması durumunda, müslemün ileyh (= malı sonradan verecek olan satıcı) bu
bezi daha uzun veya daha iyi vasıflı olarak getirir ve: "Bunu al ve bana
bir dirhem fazla ver." derse, bu caiz olur.
Fazladan verilen
dirhem de, bezin
daha iyi veya
daha uzun olduğunun karşılığıdır.
2) Müslemün
ileyh, bu durumda daha kötü veya ölçü bakımından noksan bir bez getirir ve:
"Bunu al ve sana bir dirhem geri vereyim.'' der ve böyle yaparsa, bu caiz
olmaz.
3) Müslemün
ileyh, bu durumda daha kötü bir şey getirip: "Bunu al." dediği halde,
"...sana bir dirhem vereyim." demez ve diğeri de bunu kabul ederse;
bu da caiz olur.
4) Bu hâl
ise, sâhibü's-selemin, şart koşmuş bulunduğu sıfattan vaz geçmesi olur.
Selem'in mekîlat ve
mevzûnât'tan olması ile ilgili mes'eleler:
1)
Sâhibü's-selem, on ölçek buğday için on dirhem öder; müslemün ileyh ise,
—konuşulandan— daha iyi buğday getirerek: "Bunu al ve bana —fazladan— bir
dirhem daha ver." derse; bu caiz olmaz.
2) Fakat
müslemün ileyh, on bir ölçek buğday-getirir ve: "Bunu al ve —fazladan—
bana bir dirhem daha ver" der veya dokuz ölçek buğday getirip: "Bunu
al ve sana bir dirhem iade edeyim." der; diğeri de bunu kabul ederse; bu
caiz olmaz.
3) Ancak,
müslemün ileyh, on ölçek kötü buğday getirip: "Bunu al; sana bir dirhem
daha vereyim." dese, bu caiz olmaz.
4) İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, bu, bütün bölümlerde caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Re'sü'l-mâl'i havale,
kefalet ve rehin bırakmak sahih olur.
Eğer sahib-i selem,
müslemün ileyh'ten, o re'sü'l-mâl'i teslim almadan ayrılırsa; yapılan pazarlık
bozulmuş olur.
Eğer kefil ve kendisine
havale edilmiş bulunulan kimse aynı mecliste iseler, pazarlık yapanlar aynı
mecliste bulunduğu müddetçe, bunların ayrılmış olmaları bir zarar vermez.
Müslemün ileyh,
re'sü'l-mâl'i rehin olarak almışsa, birbirlerinden ayrılmaları hâlinde rehin
duruyor olsa bile, pazarlık bozulmuş olur.
Re'sü'1-mâl zayi
olursa; pazarlık sahih olarak devam eder.
Sâhibü's-selem,
müslemün fiyh'i rehin olarak alır ve o da helak olursa, borç ödenmiş olur.
Rehin helak olmaz,
ancak müslemün ileyh ölür ve onun da çok borcu bulunursa; rehin bulunan bu
mala, sahibüVselem herkesten çok hak sahibi olur.
Ancak bu rehin, sâhibü's-selem'in alacağına karşılık
tutulmaz; satılıp değiştirilerek müslemün fiyh'in cinsine çevrilir. Muhıyt'te de , böyledir.
Müslemün ileyh,
sâhibü's-selem'e gelip selem ile bu şahsın arasını tahliye ederse; bu tahliye
sebebiyle, sâhibü's-selem bu şeyi —başka borçlarda olduğu gibi— teslim almış
sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böylediir.
Müslemün fiyh'de de
havale ve kefalet caizdir.
Ancak, havalede
müslemün ileyh borçtan ayrılmış olacağı halde, kefalette ayrılmış olmaz.
Bu durumda
sâhibü's-selem muhayyerdir: İsterse müslemün ileyh'ten, isterse kefilden alır.
Sâhibü's-selem'in,
müslemün fiyh'i, kefille beraber değiştirmesi caiz olmaz.
Kefilin ise, müslemün
ileyh'le beraber müslemün fiyh'i değiştirmesi caiz olur. Bu durumda kefil,
sâhibü's-selem'e verdiği şeyin bedelini alır. Bedâi*'de de böyledir.
Selem için kefil olan
bir şahıs, bu selemi müslemün ileyh'den alıp, sonra da, onu satarak kâr ederse,
bu kâr onun için helâl olur. Ancak bu, sahibü's-selem'e onun benzerini vermesi
hâlinde caiz olur.
Bunda bir ihtilâf
yoktur. Ancak bu, sahibü's-selem'e hakkını verip, diğerinin kendi mülkü olduğu
zaman böyledir.
Ancak, müslemün ileyh,
selem buğdayını, sahibü's-selem'e ödediği zaman, onun benzerini istediği zaman,
—bu durum hakkında— ihtilâf edilmiştir.
İmâmeyn'e göre bu kefilin kâr etmesi helâldir.
İmâm Muhammed (R.A.)',
İmâm A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bana en sevimli
gelen, müslemün ileyh'in, kefile vermiş olduğu müslemün fiyhi, sahibü's-selem'e
vermesidir.
Kitâbu'l-Kefâle'de
şöyle denilmiştir:
Bu kefil, aynısını
ödemeye zorlanmaz. Fazlasını tasadduk eder.
Bu hükümler, kefilin,
o şeyi, hâkimin hükmü ile teslim alması hâlinde geçerlidir.
Fakat, müslemün
fiyh'i, müslemün ileyh, kefile göndermiş, o da teslim almış olursa; kefilin
ondan kâr etmesi helâl olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet sâhibü's-selem,
alacaklısına: "Bütün malım senindir; onu evine götür." der, alacaklı
da öyle yaparsa; bu durumda, selem teslim alınmış olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, bir kürr
buğday için selem yaptığında, sâhibü's-selem, müslemün ileyhden, bu buğdayı
ölçmesini istediği halde, kendisi hazır olmadan müslemün
ileyh bu buğdayı
Ölçerse, bu durumda, sâhibü's-selem, bu buğdayı teslim
almış sayılmaz.
Bu buğday helak
olursa, müslemün ileyhin malı olarak helak olmuş bulunur. Hidâye'de de
böyledir.
Bu buğdayın ölçülmesi
sırasında, sahibü's-selem hazır bulunursa, bi'1-ittifak, teslim almış sayılır.
Fethu'l-Kadîr'de ve Hidâye Şerhı'nde de böyledir.
Sâhibü's-selem, buğday
dolu çuvallarını müslemün ileyh'e verir ve: "Bu çuvallardaki malımın
tamamı senindir." der; kendisi de gaip olur ve müslemün ileyh o
çuvallardaki buğdayı, borcu karşılığında ölçerse; âlimler bu durum hakkında
ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan, sâhibü's-selemin, teslim almış sayılmasidır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sâhibü's-selem'in emri
ile, müslemün ileyhin, buğdayı öğütüp un etmesi, teslim sayılmaz. Hâvî'de de
böyledir.
Sahibü's-selem'İn
buğday yerine un alması haramdır. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Sâhibü's-selem,
müslemün ileyhe, "selemi denize
dökmesini" söyler, o da böyle yaparsa; bu şey, müslemün ileyhin malı
olarak helak olmuş olur. Inâye'de de böyledir.
Sâhibü's-selem,
müslemün ileyh'in oğluna veya kölesine, "selemi teslim almasını"
söylerse; bunların teslim alması caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sâhibü's-selem'in, bir
kimseyi vekil tayin ederek, ona
"re'sü'1-mâli, müslemün ileyhe teslim etmesini" söylemesi sahih olur.
Bu vekil, selem sahibi
ve müslemün ileyh aynı mecliste iken, selemi, müslemün ileyhe teslim etmesi
sahihtir.
Bu vekil, selemi,
müslemün ileyh'e vermeden önce, o meclisten kalkıp gider; diğerleri ise, ondan
sonra aynı mecliste bulunurlarsa, selem bâtıl olmaz.
Ancak, sâhibü's-selem
veya müslemün iley, vekil selemi teslim etmeden, meclisten ayrılırsa, bu
durumda selem bâtıl (= geçersiz) olur.
Keza, müslemün ileyh,
selemi teslim alması için bir şahsı vekil eder; o da, başka bir şahsa, bir kürr
buğday almak için, dirhemleri teslim eder, sonra da müslemün ileyh, bir
şahıstan bir kürr buğday alıp, sahibü's-selem'e teslim ederse; —müslemün ileyh
buğdayı ölçerken, sâhibü's-selem'in hazır bulunması hâlinde— bu buğdayın
yenilmesi veya satılması mubahtır.
Keza, müselmün ileyh,
sâhibü's-selem'e "selemi, teslim almasını" söyler; o da teslim
alırsa; bu buğdayın iki defa ölçülmesine ihtiyaç vardır. Müslemün ileyh önce,
selem sahibine niyâbeten ölçer; sonra da kendisi için ölçer. Bir defa ölçmek
kâfi gelmez.
Keza, müslemün ileyh, sâhibü's-selem'e, buğday
alması şartıyla ve vekil olarak dirhemleri verir; o da, buğdayı teslim alıp,
onu ölçer; sonra da, kendi hakkı için teslim alırsa; bu buğdayı, ikinci defa
nefsi için ölçer. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet müslemün ileyh,
kabala usûlü satın aldığı veya arazisinden gelen, yahut aline miras yolu ile
geçen veyahut da kendisine hîbe veya vasıyyet edilen buğdayı sâhibü's-selem'e
verir ve bu buğdayı onun huzurunda
ölçerse; bu durumlarda,
bir defa ölçmek
kâfi gelir. Nihâye'de de
böyledir.
Müslemün ileyh, başka
bir kimseden ölçerek ödünç buğday alıp, bu buğdayı sahibü's-selem'e teslim
ederse; bu durumda, onu tekrar ölçmeye ihtiyaç yoktur. Hâvî'de de böyledir.
Burada, keylî (= bir
ölçekle ölçülen) şeyler hakkında söylediğimiz hükümler, veznî (=
ağırlık ölçüsü ile tartılan) şeyler hakkında da geçerlidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Re'sü'1-mâl dirhemler
ve dinarlar olur, müslemün ileyh ise, bunu kusurlu bulur veya onda bir
başkasının hak sahibi olduğunu anlarsa; hak sahibinin izin vermemesi yahut kusurundan dolayı, müslemün ileyhin ona razı olmaması hâlinde,
selem bâtıl (= geçersiz) olur. Bunun, meclisten ayrılmadan önce veya
ayrıldıktan sonra olması arasında da bir fark yoktur.
Şayet hak sahibi izin
verir veya müslemün ileyh razı olursa, selem caiz olur. Bu durumda da,
re'sü'1-mâli teslim almadan önce ayrılıp ayrılmaması müsavidir.
Re'sü'1-mâl teslim
alınmışsa, hak sahibinin yapabileceği bir şey yoktur. Ancak o şey
misliyyattan ise, nakdin misli için müracaat etme hakkı vardır. Bedâi*'de de
böyledir.
Müslemün ileyh,
pazarlığın yapıldığı mecliste, re'sü'l-mâl'i hileli bulduğu hâlde kabul ederse,
selem caiz olmaz.
Fakat, onu reddeder ve
aynı mecliste onun yerine yenisini teslim alırsa, selem caiz olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Müslemün ileyh,
re'sü'1-mâli, pazarlığın yapıldığı mecliste, kalp ve geçmez bulduğu hâlde kabul
ederse, selem caiz olur.
Müslemün ileyh, aynı
mecliste, bu re'sü'1-mâli reddedip değiştirirse, yine selem caiz olur.
Ancak, reddettiği
halde, değiştirmeden, o meclisten ayrılırsa selem bâtıl olur. Zehiyre'de de
böyledir.
Müslemün ileyh,
re'sü'1-mâli, başkasının hak sahibi olduğu bir şey olarak bulur ve bu hâl,
pazarlık meclisinden ayrıldıktan sonra olursa; hak sahibinin razı olması ve
re'sü'l-mâlin de durmakta bulunması hâlinde, bu selem caiz olur.
Şayet müslemün ileyh,
bu re'sü'1-mâli reddederse; âlimlerimize göre, selemin, bu re'sü'l-mâldeki, hak
sahibinin hakkı miktarı kadarı geçersiz olur.
Müslemün ileyh,
re'sü'l-mâlin bir kısmını, —o meclisten ayrıldıktan sonra— geçmez bulursa; —az
olsun, çok olsun,— selemin, re'sü'l-mâlin geçmeyen miktarı kadarı bâtıl olur.
Kabul edip etmemesi
veya geçmeyen kısmı değiştirip değiştirmemesi de müsavidir.
O meclisten kalktıktan
sonra, geçmeyen kısmın yerine, geçen para teslim almakla, bu selem, caiz bir
selem haline dönüşmez.
Müslemün ileyh, o
meclisten ayrıldıktan sonra, re'sü'l-mâl'de kalp para bulur ve bunu kabul
ederse; selem caiz olur.
Eğer bunu kabul
etmeyip reddederse; âlimlerimize göre, reddedilen miktarın aynı mecliste
değiştirilmemesi hâlinde, bu selemin reddedilen miktara tekabül eden kısmı
bâtıl olur.
Şayet geçmeyen bu
paralar, reddedildiği mecliste değiştirilirse, istihsân rivayetinde bu selem
bâtıl olmaz.
Reddedilen paranın az
olduğu hallerde âlimlerimiz bu görüşü kabul etmişlerdir.
Reddedilen —geçmez—
paranın çok olması hâlinde İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre selem bâtıl olur;
İmâmeyn'e göre ise, bu durumda selem, istihsânen bâtıl olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
İ m ânı-ı Â'zamTEbû
Hanîfe (R.A.)'den gelen meşhur ve zahir rivayetlerin ittifakına göre, geçmeyen
para re'sü’l-mâlin yarısından fazla iseçok'tur.
Yarısı kadar olması
hâlinde ise, ihtilâf vardır.
Esahh ve ihtiyata
uygun olan kavle göre ise, üçte birinin kalp para olması hâlinde de, bu üçte
bir de çoktur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Hâvî'de şöyle
zikredilmiştir:
Nasiyr, Şeddâd'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Eğer müslemün
ileyh, o meclisten ayrıldıktan sonra, dirhemler içinde kalp akça bulursa
bunların bedelini önce alması, sonra da kalp akçaları geri vermesi uygun
olur."
Fakıyh de: "Bu,
bir ihtiyattır." demiştir.
Şayet müslemün ileyh,
birbirlerinden ayrılmadan önce kalp akçaları geri verip, bunların bedelini
alırsa; selem caiz olur.
Kalp akçanın,
re'sü'l-mâlin yansından az olması hâlinde de, âlimlerimize göre, selem caiz
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Müslemün ileyh'te
re'sü'1-mâl kadar alacak olursa; re'sü'1-mâl bu borca karşılık olarak kısas
edilir mi, edimez mi?
— Edilmez. Müslemün
ileyhin ya akidle başka bir borç etmesi veya _ p alacağın alınması gerekir.
Akid yapılmasının
gerekmesi hâlinde de, ya selem akdi üzerine, önce yapılmış bulunan akid veya
ondan sonra yapılmış bulunan akid gerekir.
Eğer, önce yapılmış
bulunan selem akdi vacip olur ve meselâ: SâhibüVselem, müslemün ileyhten, on
dirheme bir elbise satın alır; alacağı buğday için, on dirhem selem yapana
kadar da, elbisenin bedeli olan on dirhemi ödemezse; bu durumda karşılıklı
kısas yapmaları veya kısasa razı olmaları hâlinde, bu kısas —caiz— olur.
Birisinin razı
olmaması hâlinde, kısas —caiz— olmaz. Bu istihsândır.
Akic|, selemden sonra
gerekmişse, —her ikisi de borçları kısas etseler bile, bu— kısas —caiz— olmaz.
Bu hüküm, borcun akid ile gerektiği haldedir.
Fakat borç, ödünç
almak veya gasbetmek yolu ile teslim alınmak şeklinde îcâbetmişse, bu borç,
—kısas yapmış olsunlar, olmasınlar, caiz— olur.
Bu, iki borcun müsâvî
olması hâlinde, —caiz— olur.
Ancak borçlardan biri
fazla, diğeri ise az olur ve bu şahıslardan biri noksana razı olduğu halde,
diğeri razı olmazsa; duruma bakılır; alacağı fazla olan şahsın noksanlığa razı
olmaması halinde kısas —caiz— olmaz. Alacağı az olan razı olmuyorsa; kısas
—caiz— olur. Bedâi"de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, başka bir
kimseye, bir kürr buğday için, yüz dirhem selem yapar, orta halli olacak olan
bu buğdayın verileceği zamanı da belirtip, ona re'sü'1-mâli teslim ettikten
sonra da, bu sâhibü's-selem, müslemün ileyh'e, aynen müslemün fiyh gibi orta
halli buğdaydan, bir kürr buğdaya, bir köle satar ve köleyi ona teslim etmeden
önce, buğdayı teslim alır; bu akid de, kölenin ölümü; muhayyerlik şartı; görme
muhayyerliği veya kusurundan dolayı geri verilmesi gibi bir sebeple, hâkimin
hükmü ile veya bir hüküm olmadan, teslim almadan Önce veya teslim aldıktan
sonra, bozulursa; bu akid, her cihetten feshedilmiş olur.
Sahibü's-selem'in,
kölenin bedeli olan buğdayı geri vermesi gerekir. Çünkü, bu durumda köle
hakkındaki akid feshedilmiş olmaktadır.
Selem sahibi:
"Ben, teslim aldığım buğdayı tutar; onun benzerini veririm." derse;
öyle yapabilir.
Bu selem sahibi,
kölenin bedeli olan buğdayı geri vermemişse, —kısas yapsınlar veya yapmasınlar—
bu kısas olur.
Keza, aralarındaki
ahş-veriş akdi selemden önce yapılmış olur; fakat bedel olan bir kürr buğday
selemden sonra teslim alınırsa ve daha sonra da, yukarıda söylenilen sebeplerin
biri ile aralarındaki alış-veriş feshedilîrse; müddeti gelince, bu buğday
seleme kısas olur.
Şayet köleyi satın
alan müslemün ileyh, onu iki tarafın da rızâsı ile teslim aldıktan sonra geri
verir veya köle hakkındaki akdi karşılıklı olarak bozarlarsa, mes'ele hâli
üzeredir; bedel olan buğday, her iki hâlde de, selem'e kısas olmaz. Bu durumda,
karşılıklı kısas yapmış olmaları veya olmamaları da müsavidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Selem sahibinin,
selemden sonra, ödünç almak veya gasbetmek yolu ile, üzerine borç vacip olması
hâlinde, bu borç kısas olur.
Sahibü's-selem,
akidden önce, müslemün ileyh'ten bir kürr buğday gasbeder ve bu elinde durmakta
iken, selemin de vâdesi gelirse, bunu kısas etmesi hâlinde, bu kısas —caiz—
olur. İkisinin huzurda olup . olmaması da müsavidir.
Sahibü's-selem'in
yanında, akidden önce veya sonra, bir kürr buğday, emânet olarak bulunur ve müslemün
ileyh, bunu seleme kıyâs ederse, bu kıyâs, —caiz— olmaz.
Ancak,bir kürr buğday
hazır olur veya selem sahibinin müracaatı üzerine, buğdayla onun arası hâli
bulunursa; bu durumda kısas (-misilleme) caiz olur.
Şayet selem sahibi
akidden sonra ve selem vakti gelmeden önce, bir kürr buğday gasbeder, bilâhare
de selem zamanı gelirse, bu durumda kısas sahih olur.
Gasbın akidden önce
vâki olması hâlinde de, kısas yapmak caiz olur.
Bu hükümlerin tamamı,
gasbedilen şeyin, hakkın misli olması hâlinde geçerlidir.
Bu durumda, borçların
biri fazla, diğeri az olursa, kıyâs (- misilleme) caiz olmaz.
Ancak, müslemün
ileyhin az'a razı olması ve sâhibü's-selemin de buna rızâ göstermesi hâlinde,
kısas sahih olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir sâhibü's-selem,
bir kürr buğday için, başka bir şahsa yüz dirhem teslim eder; müslemün ileyh
de, bu şahıstan, bir kürr buğdayı, aynı şekilde, belirli bir vâde ile iki yüz
dirheme satın alarak teslim aldığı bu buğday elinde iken, sahibü's-seîem
buğdayının yerine, bu buğdayı almak isterse; bu caiz olmaz. Şayet bu buğdayı
alıp öğütürse, benzerini vermesi gerekir.
Ödenmesi îcâbeden
buğday, selem buğdayı ile, —iki tarafın rızâsı olsa bile— takas edilemez.
Müslemün ileyh,
sâhibü's-selemden alacağı olan buğdayı, teslim aldıktan sonra, selem yerine
verse, bu caiz olur.
Selem sahibi, aldığı
buğdayı öğütmez fakat bu buğday onun yanında kusurlanırsa; bu durumda, müslemün
ileyh, diterse o buğdayı geri alır; dilerse, bedelini ödetir.
Mislini ödetmesi
hâlinde bu, selemle takas edilmez.
Bu buğdayı aldıktan
sonra, selemin yerine vermesi ise caiz olur.
Müslemün ileyh, o
buğdayın bizzat kendisini almak ister ve ikisi de buna razı olurlarsa, bu
durumda takas caiz olur.
Müslemün ileyh'in bunu
ihtiyar etmesinden önce, kısas üzerine anlaşma yapmaları hâlinde durumun ne
olacağını tmâm Muhammed (R.A.) kitapta zikretmemiştir.
Âlimlerimiz,
"bunun caiz olduğunu" söylemişlerdir.
Şayet bu takas (=
ödeşme, hesaplaşma, sayışma, mahsuplaşma) yapılmaz; müslemün
ileyh, ayıplı buğdayı
geri alır; sonra da, sâhibü's-selem,
onu gasbeder, ona da razı olursa; işte bu takas olur. Burada müslemün ileyhin
rızâsına iltifat edilmez.
Bir yabancı, satılan
buğdayı, müslemün ileyhten gasbeder ve bu müslemün ileyh, sâhibü's-selemi, o
gâsıba havale edip, "selem yerine, onu almasını" söylerse; bu caiz
olmaz ve bu havale bâtıl olur.
Keza buğdayın, o yabancının yanında emaneten duruyor ve
sâhibü's-selemin de buna razı olması hâlinde takas caiz olur.
Ancak, satılan buğday
teslim alınmadan önce helak olursa; gasbedilen hakkında, havale bâtıl olmaz;
emânet edilen hakkında ise, havale bâtıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse, başka bir şahsa, belirli bir müddetle, bir ölçek yaş hurma
için selem yapar; müslemün ileyh ise, onun yerine, kuru hurma verirse, bu caiz
olur.
Keza, bunun aksi de, yani,
kuru hurma yerine, yaş hurma verir; sâhibü's-selem de bunu kabul ederse bu da
caiz olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
müslemün fiyh yaş hurma olduğu halde, bunun yerine kuru hurma verirse, hiç bir
hâlde caiz olmaz.
Bir ölçeğin dörtte
biri ile selem yapıldığı hâlde, müslemün ileyh bir ölçek verirse; bu caiz
olmaz.
Bir ölçek kuru hurma
için selem yapıldığı hâlde, müslemün ileyh'in (- malı sonradan verecek olan
satıcının), bir ölçek yaş hurma vermesi hâlinde iki vecih vardır:
1) Müslemün ileyh, sâhibü's-selem'e: "Hakkın için
(veya hakkından dolayı), bunu al." der veya buna benzer bir şey
söyliyebilir.
2) Müslemün
ileyh, sâhibü's-selemle anlaşarak: "Bunu, sulhan al." veya
"...kazâ'dan (= hâkimin hüküm vermesinden) dolayı, bunu al."
diyebilir.
Bu vecihlerden
birincisi bâtıldır.
İkinci vecihte, yani
anlaşma sulh ve ibra yolu ile olunca, yaş hurmanın kuruyunca ne kadar
noksanlaşacağma bakılır.
Şayet ne kadar
noksanlaşacağmı bilirse; o kadar fazla verir; şayet bunu bilemezse;
noksanlaşacağı miktardan fazla verir.
Eğer dörtte birinin
(veya daha fazlasının) noksanlaşıp, dörtte üçünün kalacağı bilinir ve bu
durumda bakılır; eğer, bir ölçek kuru hurmanın kıymeti ile dörtte üç ölçek yaş
hurmanın kıymeti eşitse, sulh caiz olur. Ve eğer, bir ölçek yaş hurmanın
kıymeti dörtte üç ölçek kuru hurmanın kıymetinden fazla ise, bu durumda sulh
bâtıl olur.
Bir kimse, diğer bir
kimseye, bir ölçek buğday için selem yapması hâlinde; müslemün ileyh'in,
sâhibü's-seleme, kaynamış buğday vermesi, —bütün âlimlerimize göre— caiz olmaz.
Keza, yeşil veya san
hurma için selem yapıldığı halde, müselmün ileyh'in pişmiş hurma vermesi caiz
olmaz.
Keza, bir ölçek buğday
için selem yapıldığı halde, müselmün ileyh'in bunun yerine pişmiş buğday veya
un vermesi caiz olmaz.
Bir ölçek buğday için
selem yapılınca, müslemün ileyh, bir ölçek buğday verir ve bu buğday suya dökülüp
ıslanırsa, bu, İmâm Ebû Hanife (R.A.)
ile İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, caiz
olur. İmâm Muhammet! (R. A.)'e
göre ise, caiz olmaz.
Zeytin için selem
yapıldığı hâlde, müslemün ileyh, bunun yerine zeytin yağı verir ve
sâhibü's-selem de, bu zeytin yağının konuşulan zeytinden az olduğunu bilirse,
bu durumda, onu vermesi caiz olmaz.
Muhiyt'te de böyledir. [136]
Sâhibü's-selem (=
sonradan alacağı bir mal için peşin para veya mal veren müşteri) ile müslemün
ileyh (= malı sonradan verecek olan müşteri) arasında, müslemün fiyh'in (=
selem yolu ile satın alınan rmhn) cinsinde ihtilâf vâki olur ve sâhibü's-selem:
"Ben, sana, bir kürr buğday için, on dirhem teslim ettim." dediği
hâlde, müslemün ileyh: ' Sen, on dirhemi, bana, bir kürr arpa için teslim
ettin." der ve ikisinin le beyyinesi olmazsa; istihsânen bu şahıslar
karşılıklı yemin ederler.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un bir kavline göre, önce müslemün ileyh yemin eder.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un diğer bir kavline göre ise, önce .câhibü's-selem yemin eder.
Muhıyt'te de böyledir.
Her ikisinin de yemin
etmesi hâlinde, hâkim bunlara: "Ne istiyorsunuz?" diye sorunca,
bunlar beraberce veya sadece birisi: "Pazarlığı bozuyoruz." derse; bu
durumda hâkim aralarındaki pazarlığı fesheder
Ancak ikisi birden:
"Pazarlığı feshetmiyoruz; birimizin diğerini tasdik etmesini umarak,
durumu böylece bırakıyoruz." diyebilirler. Zehıyre'de de böyledir.
Bu şahıslardan birisi
yeminden kaçınırsa, —arkadaşının iddiasına göre— hâkim, yeminden kaçınan şahsın
aleyhinde hüküm verir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bunlardan birisi
beyyine (= delil, şahit, burhan) getirirse, onun beyyinesi kabul edilir.
Eğer, —pazarlık
meclisinden sonra— ikisinin de beyyinesi olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,
iki pazarlığa da hükmolunur. Yani, selem sahibinin yirmi dirhem vermesine; buna
karşılık olarak da, müs-îemün ileyh'in bir kürr buğday ile bir kürr de arpa
vermesine hükmolunur. Eğer pazarlık meclisinden ayrılırlar ve sâhibü's-selem
de peşin olarak on dirhem verirse; bu selem sahibinin beyyinesi üzerine, bu
durumda iki pazarlığa hükmolunur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu hallerin hepsinde de, sâhibü's-selem'in
beyyinesine göre, tek pazarlık üzerine hükmolunur. Muhiyt'te de böyledir. [137]
Müslemün fiyh'in miktarındaki
ihtilâf da cinsinde olan ihtilâf gibidir. [138]
Sâhibü's-selem ile
müslemün ileyh, müslemün fiyh'in sıfatında ihtilâf ederler ve ikisinin de
beyyinesi bulunmazsa, kıyasa göre ikisine de yemin ettirilir.
İstihsâna göre ise,
ikisine de yemin ettirilmez.
Biz, —burada— kıyâsı
kabul ederiz.
Sâhibü's-selem ile
müslemün ileyh'ten hangisinin beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm verilir.
İkisinin de beyyinesi
varsa, İmâmeyn'e göre, sâhibü's-selem'in beyyinesine göre, tek pazarlık üzerine
hüküm verilir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in.diğer bazı yerlerde zikredilen kavline göre ise, iki pazarlık üzerine
hüküm verilir. Bu kıyâstır. Ve biz de, kıyâsı alırız. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir kürr
buğday almak için, başka bir şahsa, on dirhem teslim ettiğinde, müslemün ileyh,
ona: "Sen, buğdayın engin vasıflı olmasını
şart koştun." der;
sâhibü's-selem de:
"Ben, hiç bir şart koşmadım."
derse; müslemün Üeyh'in sözü geçerli olur.
Bazı âlimler ise:
"Bunun aksine, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sâhibü's-selem'in sözü
geçerlidir. İmâmeyn'e göre ise, müslemün ileyh'in sözü geçerlidir."
demişlerdir. Hidâye'de de böyledir. [139]
Tam mânâsı ile
açıklanmayan re'sü'1-mâl, ihtilâfa sebep olur.
[140]
Taraflar,
re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf ederler ve sâhibü's-selem: "Ben, sana, bir
kürr buğday için on dirhem teslim ettim." dediği hâlde, müslemün ileyh:
"Sen, bana, bir kürr buğday için, bir dinar verdin ." der ve ikisinin
de beyyinesi olmazsa; kıyâsen, bunlar karşılıklı yemin etmezler. Ve,
sâhibü's-selem'in sözü kabul edilir.
İstihsânde ise, bunlar
karşılıklı yemin ederler.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, her ikisinin de beyyinesi varsa; iki pazarlık üzerine hükmolunur. Yani,
sâhibü's-selem'in hem on dirhemi ve hem de bir dinarı vermesine; müslemün
ileyhin de, bunların karşılığında iki kürr buğday vermesine hükmedilir. [141]
İhtilâfın,
re'sü'l-mâlin miktarında veya sıfatında olması hâlinde hüküm, müslemün
fiyh'teki ihtilâfın hükmü gibidir. Muhıyt'te
de böyledir.
Asıl olan, iki
tarafın,müslemün fiyh'te,onun cinsinde,miktarında veya re'sü'l-mâlin miktarında
ve sıfatında ihtilâf eder ve her ikisi de beyyine ikâme ederse; İmâmeyn'e göre,
bu durumlarda, bir pazarlığa hükmedilir.
İmkân bulunduğu
takdirde böyle hükmedilir; bir mazeret bulunması hâlinde ise, iki pazarlığa da
hükmedilebilir.
İmâm Mııhammed
(R.A.)'e göre, bu gibi durumlarda, iki pazarlık üzerine hükmedilir. Ancak,
mazeret bulunması hâlinde, bir pazarlık üzerine hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytf
nde de böyledir. [142]
Taraflar müslemün
fiyhte ve re'sü'l-mâl'de ihtilâf
ederler, re'sü'I-mâl tayin edilmemiş
bir şey olur
ve müslemün fiyh
ile re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf etmiş bulunurlar ve her ikisinin de
beyyinesi bulunmazsa; bunlar, kıyâsen de, istihsanen de, karşılıklı yemin
ederler.
Şayet bunlardan
birisinin beyyinesi varsa, o kabul edilir. Eğer
her ikisinin de beyyinesi
varsa, —hilafsız olarak—
aynı pazarlık meclisinden ayrılmadan iki pazarlığa göre de hüküm
verilir. [143]
Eğer ihtilâf, müslemün
fiyh ile re'sü'l-mâlin miktarında olur ve iki tarafında beyyinesi bulunmazsa,
bunlar karşılıklı olarak yemin ederler.
Birisinin beyyinesi
varsa, o kabul edilir.
Şayet, ikisininde
beyyinesi varsa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu iki akdin ikisi ile de hüküm
verilir.
Pazarlığın yapılmış
olduğu meclisten ayrılmış bulunmaları hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir akde göre hüküm verilir. [144]
Re'sü'l-mâlin ve
müslemün fiyh'in sıfatında ihtilâfa düşmüş olmaları hâlinde, kıyâsen de,
isithsânen de, iki taraf da, karşılıklı yemin ederler.
Alimlerimize göre,
beyyine ile ilgili cevap, müslemün fiyh veya re'sü'l-mâlin sıfatı hakkındaki
cevabın aynıdır; ondan başka bir şey değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Re'sü'l-mâlin ayn
olması hâlinde, müslemün fiyh'in cinsinde ihtilâf edilirse, verilecek cevap,
tarafların kıyâsen yemin etmemeleridir. Bu durumda, müselmün ileyh'in sözü
geçerli olur.
İstihsânda ise,
taraflar karşılıklı yemin ederler.
Şayet birisinin
beyyinesi bulunursa, onun beyyinesine göre hüküm verilir.
İkisinde beyyinesinin
bulunması hâlinde, âlimlerimize göre, tek akid ile hüküm verilir.
Müselmün fiyh'in
miktarında ihtilâf edilmesi hâlinde, yemin ve beyyine hakkındaki cevap, bütün
âlimlere göre, en önceki cevaptır.
Müslemün fiyhin
sıfatında ihtilâf ederler ve her ikisi de beyyine getiremezse kıyâsen yukarıda
geçtiği gibi, yemin ederler. îstihsânda ise, yemin etmezler.
Biz, —burada da—
kıyâsı kabul ederiz.
Şayet, birisinin
beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm veirlir.
İkisinin
beyyinelerinin bulunması hâlinde de, bütün âlimlere göre, tek akde hüküm
verilir. Muhiyt'te de böyledir.
Taraflar
re'sü'l-mâl'in cinsinde ihtilâf ederler ve beyyineleri de bulunmazsa; kıyâsa
göre, ikisinin de yemin etmemeleri gerekir. Ve bu durumda, sâhibü's-selem'in
sözü geçerli olur.
İstihsânda ise, bu
şahıslar karşılıklı olarak yemin ederler.
Şayet, birisinin
beyyinesi varsa; bu durumda, onun beyyinesi ile hüküm verilir.
İkisinin de
beyyinesinin bulunması hâlinde, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, iki akidle
hükmedilir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bir akidle hükmedilir.
Kerhî'nin rivayeti de
budur. Esahh olan da budur.
Taraflar re'sü'l-mâlin
miktarında ihtilaf ederler ve ikisin de beyyinesi bulunmazsa, kıyâsen,
sâhibü's-selem'in sözü geçerlidir; bunlara yemin ettirilmez.
Ancak, bunlara
istihsânen yemin ettirilir.
Eğer, taraflarda
birinin beyyinesi bulunursa, onun beyyinesi üzerine hüküm verilir.
Şayet, bunların
ikisinin de beyyinesi varsa, âlimlere göre, bu durumda bir akid ile hükmedilir.
Taraflar, hem
re'sü'l-mâlin, hem de müslemün fiyh'in cinsinde ihtilâf ederler ve ikisinin de
beyyinesi bulunmazsa; bu durumda ikiside, hem kıyâsen, hem de istihsânen
karşılıklı yemin ederler.
Eğer birinin beyyinesi
varsa, o beyyineye göre hüküm verilir. Şayet ikisininde beyyinesi varsa, iki
akid üzerine hükmedilir.
Taraflar hem
re'sü'l-mâlin, hem de müslemün fiyhin miktarlarında ihtilâf ederler ve
ikisinin de beyyinesi bulunmazsa; bu durumda kıyâsen de, istihsânen de, ikisi
de karşılıklı yemin ederler.
Eğer, birisinin
beyyinesi varsa, ona göre hüküm verilir.
Şayet ikisinin de
beyyinesi varsa, âlimlerimizin ekserisine göre, bir akid üzerine hükmedilir.
Fazlayı isbat hususunda, her birisinin beyyinesi kabul edilir.
Fakat taraflar,
re'sü'I-mâlin ve müslemün fiyhin sıfatlarında ihtilâf ederler ve her iksinin de
beyyinesi bulunmazsa; bu durumda, bu şahıslar, kıyâsen de, istihsânen de,
karşılıklı yemin ederler.
Bunlardan her birinin
beyyinesi varsa; bu durumda da bir akid üzerine hüküm verilir. Bunlardan her
birinin beyyinesi fazlalığı isbat hususunda kabul edilir. Zehıyre'de de
böyledir. [145]
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Taraflar, müslemün
fiyhin ödeneceği yerde ihtilâf ederlerse; müslemün ileyh'in sözü geçerli olur.
Karşılıklı yemin etmezler.
İmâmeynise: "...
yemin ederler." demişlerdir.
İhtilâfın, bunun aksi
olduğu da söylenmiştir. Ancak, esahh olan önceki kavildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bu hüküm, taraflardan
ikisinin de beyyinesinin bulunmaması hâlinde geçerlidir.
Taraflardan birinin
—ister talip, ister matlup olsun— beyyinesi bulunursa; bu beyyineye göre hüküm
verilir.
Şayet, ikisinin de
beyyinesi varsa* talibin beyyinesine, göre ve bir akid üzerine hüküm verilir.
Muhıyt'te de böyledir. [146]
Tarafların, selemin
müddetinde ihtilâf etmeleri hâlinde, karşılıklı yemin etmeleri gerekmez.
Bu şahısların
aldıklarını geri vermeleri de gerekmez. Bu, imamlarımızın üçüne göre de
böyledir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Selem müddetinin aslında
ihtilâf ederler ve iddia,selem sahibinin müddetinde olursa; onun sözü geçerli
olur.
Şayet, müslemün ileyh
iddia ettiği hâlde, selem sahibi bunu İnkâr ederse, bu durumda müslemün
ileyh'in sözü geçerli olur.
Bu akid, istihsânen sahih
olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
durumda selem sahibinin ( = sâhibü's-selem'in) sözü geçerli olur. Ve akid
fâsiddir. Hâvî'de de böyledir.
Bu hüküm, taraflardan
ikisinin de, beyyinesinin bulunmaması hâlinde geçerlidir.
Eğer, birisinin beyyinesi
varsa, bu beyyine kabul edilir. Şayet, ikisinin de beyyinesi varsa; müddeti
iddia eden şahsın beyyinesi kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet taraflar
müddetin şart olduğunda ittifak ettikleri hâide, miktarında ihtilâf ederlerse;
bu durumda selem sahibinin yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir.
Fetâvâyi kâdîhân'da da böyledir. ,
Bu hüküm, taraflardan
ikisinin de, beyyinesinin olmaması halinde geçerlidir.
Eğer, birisinin
beyyinesi varsa, bu beyyineye göre hüküm verilir.
Şayet, her ikisinin de
beyyinesi varsa bu durumda, matlubun beyyinesi geçerli olur. Âlimlerimize göre,
bu durumda, iki akid üzerine hüküm verilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Tarafların, ittifaktan
sonra geçen müddet hususunda ihtilâf ederlerse; bu durumda matlûbun sözü geçerli
olur. Tahzîb'de de böyledir.
Taraflardan birisinin
beyyinesi varsa, bu beyyine kabul edilir. Şayet, ikisinin de, beyyinesi
bulunursa, bu durumda, matlûbun beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Taraflar, müddetin
miktarında ve ne kadar zaman geçtiğinde ihtilâf ederlerse; bu durumda miktar
hakkında, sâhibü's-selem'in sözü geçerlidir. Geçen müddet hakkında ise,
müslemün ileyh'in sözü geçerli olur.
Şayet, her ikisi de, beyyine
ibraz ederlerse; bu durumda, müslemün ileyh'in beyyinesi geçerli olur. Tahâvi
Şerhı'nde de böyledir. [147]
Taraflar,
re'sü'l-mâlin akid meclisinde teslim
alınıp alınmadığında ihtilâfa düşerler ve sâhibü's-selem,
"re'sü'1-mâli almadan ayrıldıklarına dair" beyyine ikâme eder;
müslemün ileyh de, "re'sü'1-mâli aldıktan sonra ayrıldıklarına dair"
beyyine ibraz ederse; re'sü'l-mâlin müslemün ileyh'in elinde durmakta olması
hâlinde, bu durumda müslemün ileyh'in beyyinesi geçerli olur. Ve, bu selem de
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Dirhemler selem
sahibinin elinde bulunur, müslemün ileyh de: "Ben, onu sana, emânet
bırakmıştım." veya "Sen, onu teslim aldıktan sonra gasbettin."
der ve teslim aldığına dair beyyine getirirse; onun sözü geçerli olur ve
dirhemlerin onun olmasına
hükmedilir. Hâvî'de de böyledir.
Bunlardan birisinin
beyyinesi olduğunda, eğer beyyine selem sahibinin olursa, bu kabul edilmez;
müslemün ileyh'in beyyinesi ise kabul edilir.
İkisinin de beyyinesi
olmaz ve dirhemler matlûbun elinde bulunur; talip de onun emânet edildiğini
veya gasbedildiğini iddia etmez; sadece: "Ben teslim almadım." derse;
bu durumda taraflardan hiçbirinin yemin etmesi gerekmez.
Şayet talip onun
emânet edildiğini veya gasbedildiğini, —mecliste teslim aldıktan sonra— iddia
ediyorsa; bu durumda, matlûbun ( = sâhibü's-selem'in) sözü geçerli olur.
Dirhemler selem
sahibinin elinde bulunur, matlûp da "teslim aldığını" iddia
eder; "talibin gasbettiğini" veya
"onda emânet olduğunu"
iddia etmezse; her ikisinin de yemin etmesi gerekmez.
Şayet matlup, "bu
dirhemlerin gasp veya emânet olduğunu", —re'sü'1-mâli, mecliste teslim
aldıktan sonra— iddia eder; talip ise, bunu inkâr ederse; âlimlerimizden
bazıları: "Bu durumda, yeminle birlikte matlûbun sözü geçerli olur.
Yemin ederse, selem
caiz olur. Sâhibü's-selemden, re'sü'1-mâli alır." buyurmuşlardır.
Bazı âlimlerimiz ise:
"Bu şöyledir:
Talip: "Ben, sana
teslim ettim." der; o da sükût eder; sonra da: "Sen teslim almadın
mı?" veya "Sana teslim ettim. Sen kabul etmedin mi?" der; matlup
da: "Kabul ettim." derse; talibin sözünün geçerli olması îcâbeder.
Bu mes'elede matlubun
sözü geçerli değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Meclisten ayrıldıktan
sonra, müslemün ileyh, re'sü'l-mâl'in yarısı ile gelerek: "Ben bunları
kalp buldum." der; sâhibü's-selem de bunu kabul ederse; müslemün ileyh,
bunları, sâhibü's-seleme geri verir.
Fakat bu durumda
sâhibü's-selem, müslemün ileyhi yalanlar ve: "Bunlar, benim dirhemlerim
değildir." der; müslemün ileyh de, "bunların, onun dirhemleri
olduğunu" iddia ederse; müslemün ileyh'in daha önce:
a) "Ben,
bunları geçer akçe olarak teslim aldım." diye ikrarda bulunmuş;
b) "Ben,
hakkımı aldım."
c) "Ben,
re'sü'1-mâli aldım."
d)
"Ben, dirhemieri hakkım olarak aldım." demişse, bu dört hâlde de,
"bunlar kalptır." şeklindeki dâvası dinlenmez.
Hatta bu durumda,
sahibü's-selem'e yemin bile verilmez.
Fakat, müslemün ileyh:
"Dirhemleri teslim aldım." derse, kıyasen, selem sahibinin sözü
geçerli olduğu hâlde, istihsânen, müslemün ileyhin sözü geçerli olur.
"Teslim
aldım." demesi hâlinde ise, müslemün ileyhin sözü geçerli olur. Zehiyre'de
de böyledir.
Şayet, müslemün ileyh,
dirhemleri teslim aldığını ikrar ettikten sonra, "onların geçmez
olduğunu" iddia ederse; bu sözü kabul edilmez.
Ancak, dirhemleri
teslim aldığında bir şey söylemez; sonradan da, "bunların geçmez
olduğunu" iddia ederse; sözü kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müslemün ileyh,
re'sü'l-mâlin bir kısmını kalp bulur veya onda, başka bir kimsenin hak sahibi
olduğunu anlar ve sâhibü's-selemle ihtilafa düşerler; sâhibü's-selem: "O,
re'sü'î-mâlin üçte biridir." dediği halde, mü slemü n ileyh:
"Yarısıdır.'' derse; bu
durumda, sâhibü's-selem'in yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir.
Şayet iddia edilen
mitkar kalp veya kalay olur ve bu hususta ihtilâfa düşmüş bulunurlarsa;
müslemün ileyhin sözü geçerli olur. Hâvî'de de böyledir.
Selemde, taze ve iyi
bez şart koşulduğunda, müslemün ileyh "getirdiği bezin taze ve iyi bez
olduğunu" iddia eder, selem sahibi de, bunu inkâr ederse; bu durumda
hâkim, o bezi san'at ehline gösterir. Bu bezin bir kişiye gösterilmesi kâfidir.
Bu bir ihtiyattır.
Eğer, o san'at sahibi
şahıs: "Bu, taze ve iyi bir bezdir." derse, selem sahibi, onu almaya
mecbur olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Sen, bana bir kürr buğday için, on dirhem selem yaptın; ancak, ben onu,
teslim almadım." veya "Selem satışı yaptın; ancak, ben teslim
almadım." der ve eğer bu cümlesini "...ancak, ben onu teslim
almadım." diye vaslederse; kiyâsen de, istihsânen de, bu sözü kabul
edilir.
Şayet, bu sözü, önceki
lafızlardan ayrı olarak söyler, yani, "sen verdin." deyip, bir müddet
sustuktan sonra "...Ancak, ben onu teslim almadım." ders;e bu
durumda, kıyâsen sözüne inanılır; istihsânen ise, inanılmaz.
İstihsânen,
—inamlmadığına göre,— talibin yani selem sahibinin yeminle birlikte söylediği
söz kabul edilir.
Bu hüküm, müslemün
ileyh'in "Sen, bana selem yaptın." demiş olması hâlinde geçerlidir.
Fakat müselmün ileyh: "Sen, bana on dirhem verdin." veya: "Sen
peşinen verdin; fakat, ben teslim almadım." demesi hâlinde, İmâm Ebû
Yûsuf: (R.A.)'in: Bu şahıs, ister istisnayı bitişik söylesin, ister ayrı
söylesin, sözüne inanılmaz." buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Eğer bu şahıs istisna sözünü vaslederse (önceki sözlere bitişik
söylerse) sözüne inanılır; ayırırsa inanılmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de
böyledir.
Müslemün ileyh
ile sâhibü's-selem ihtilâf
ederler ve sâhibü's-selem: "Sen,
bana mahalde ödemeyi şart koştun."
dediği hâlde, müsiemün ileyh: "Sana, başka mahalde veririm."
derse; selem sahibi, müslemün ileyh'in sözüne uyması için cebredilir.
Zehiyre'de de böyledir.
Selemin, —belli— bir
mekânda Ödenmesi şart koşulduğu zaman, müslemün ileyh: "Onu, başka yerde
teslim al ve kirasını da benden al." der; o da, böyle yaparsa; bu caiz
olur. Ancak, kira alması caiz olmaz; almışsa, bu kirayı geri vermesi gerekir.
Bu hususta ise
muhayyerdir: İsterse, o yerde teslim almaya razı olur; isterse, bunu
reddederek, şart koştukları yerde teslim alır.
Eğer teslim alınan
şey, elinde helak olursa, bu durumda bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.
«Şayet "filan
yerde ödendikten sonra, evine getirmesi" şart JSeşulursa (Meselâ: Bana,
Semerkand'in filan yerinde teslim edecek, sonra da, filân yerdeki evime
getireceksin." derse) bütün âlimlerimiz: "Bu caiz olmaz."
buyurmuşlardır. Bu, kıyâsen de, istihsânen de böyledir.
Fakıyh Ebû Bekir
Muhammed bin Selâm: "Bu selem, istihsânen caiz olur." buyurmuştur.
Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, önceden
"evinde teslim edilmesi" şart koşulmuşsa; bâzı âlimler: "Bu,
istihsânen caizdir; kıyâsen
ise, caiz değildir." buyurmuşlardır.
Hâkim eş-Şehîd:
"Bu, kıyâs ve istihsândır. Ancak, bunun için yerin belirtilmemiş olması ve
müslemün ileyhin hangi yerde olduğunu bilmemesi gerekir.
Fakat, yer belirlenmiş
olur veya müslemün ileyh o yeri bilmekte bulunursa, bu selem, kıyâsen de,
istihsânen de caiz olur." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Sâhibü's-selem ile
müslemün ileyh, belirlenen müddet geldikten sonra, ödenmesi
şart koşulan yerin
hâricinde karşılaşırlar ve sahibü's-selem, müslemün fiyh'i,
müslemün ileyh'ten isterse; o şedyin, bu yerdeki kıymeti, —teslimi şart koşulan
yerdeki kıymetinin— aynı veya daha aşağı ise: "Zamanımızın bazı
müellifleri, bu talebin doğru olmadığına fetva vermişlerdir.' denilmiştir. Bu
cevap güzeldir; ancak, zaruret hâli müstesnadır.
Bu zaruret ise,
müslemün ileyh'in başka bir memlekette ikâmet ediyor ve selemi —şart koşulan
yerde— ödemeye gücü yetmiyor olması hâlidir ki, bu durumda, selemi, o yerde
almak gerekir. Kunye'de de böyledir. [148]
Selemde ikâle ( = İki
tarafın isteği ile alış-veriş akdinin bozulması) caizdir. Muhıyt'te de
böyledir.
iki taraf, müslemün
fiyhin tamamında ikâle yaparlarsa, bu ikâle caiz olur.
Bunun, seleriı
müddetinin geçmesinden önce veya bu müddet geçtikten sonra yapılması hâli de
müsavidir.
Keza, re'sü'1-mâlin,
müslemün ileyh'in elinde bulunması veya zayi olmuş olması halleri de müsavidir.
İkâle caiz olunca,
re'sü'I-mâl apaçık bildirilen bir şey olur ve bu da müslemün ileyh'in elinde
durmakta bulunursa; müslemün ileyh, onu, selem sahibine aynen iade eder.
Re'sü'1-mâl zayi
olduğu hâlde, bunun misli varsa; müslemün ileyh, onun benzeri olan bu şeyi,
sâhibü's-selem'e verir.
Re'sü'l-mâlin
benzeri de bulunmazsa, bu durumda,
müslemün ileyh, onun bedelini, selem sahibine öder.
Şayet, re'sü'1-mâl tam
beyan edilmemiş bir şey ise, o zaman, duruyor olsa da, zayi olmuş bulunsa da,
müslemün ileyh, sâhibü's-seleme onun benzerini Öder.
Keza, sâhibü's-selem, müslemün
fiyhi teslim aldığı
zaman karşılıklı ikâle yaparlar ve alınan şey de, selem sahibinin elinde
durmakta bulunursa, yine ikâle caiz olur.
Bu durumda selem
sahibinin, aldığı şeyi geri vermesi gerekir.
Şayet, ikâle, müslemün
fiyhin bir kısmında yapılmış ve bu işlem, belirlenen müddet geldikten sonra
olmuşsa; o miktar için, ikâle caiz olur.
Geride kalan miktar,
yarım veya üçte bir gibi belirli bir parça olunca, geride kalan kısmının
selemi, zamanı gelinceye kadar, —bütün âlimlerimize göre— selemdir.
Eğer ikâle, belirlenen
müddet gelmeden önce yapılmış ve bu ikâlede acele şart koşulmamışsa, geride
kalan kısım hakkında da ikâle caiz olur.
İkâlede acele şart
koşulmuş olsa bile, bu şart sahih olmaz; ancak, bu ikâle sahih olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kıyâs budur. Çünkü ikâle fesihtir.
Bedâi"de de böyledir.
Eğer, sâhibü's-selem,
re'sü'l-mâlin bir kısmını, ikâleden sonra isterse, bu istihsânen caiz olmaz.
İmamlarımızın üçü de bunu kabul etmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
İkâle meclisinde,
selem babında, ikâleden sonra re'sü'1-mâli almak, —âlimlerimize göre— ikâlenin
sıhhatinin şartlarından değildir. Sağnâkî'den naklen Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kimsenin, bir kürr
buğday için selem olarak verdiği cariyeyi, müsİemün ileyh teslim aldıktan
sonra, karşılıklı ikâle yapsalar ve bu câriye de müslemün ileyhin elinde iken
ölse; ikâle, yine de sahih olur.
Müslemün ileyh, bu
durumda, cariyenin teslim aldığı gündeki kıymetini, sâhibü's-selem'e öder.
Şayet taraflar,
ikâleyi taraflar öldükten sonra yaparlarsa; bu ikâle de caiz olur.
Müslemün ileyhin, bu
cariyenin kıymetini ödemesi gerekir. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.
Ali bin Ahmed'den
soruldu:
— Selem sahibi,
müslemün ileyhten,müslemün fiyhi satın alır ve bu işi de,
re'sü'l-mâlin ekserisini veya
tamamını teslim etmeden
önce yaparsa; bu durumda, selem için ikâle yapılmış olur mu?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bu satış sahih
olmadığı gibi, ikâle de sahih olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Sâhibü's-selem,
müslemün fiyhi, re'sü'l-mâlin değerinden fazlaya veya o değere, müslemün ileyhe
satsa, bu satış sahih olmadığı gibi; bu işlem ikâle de sayılmaz. Kunye'de de
böyledir.
İki taraf, selemde
ikâle yaptıktan sonra, re'sü'1-mâl hususunda ihtilâfa düşerse; bu durumda,
matlûbun sözü geçerli olur.
Sâhibü's-selem,
müslemün fiyhi teslim aldıktan sonra, taraflar selem hakkında ikâle yaparlar ve
bu durumda alınan şey de, sâhibü's-selem'in elinde bulunur ve bilâhare de
re'sü'l-mâlin miktarı hususunda ihtilâfa düşerlerse, karşılıklı yemin ederler.
Şerhası'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Fetâvâyi Ebû'l-Leys'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsa, bir kürr buğday için selem yapar ve sahibü's-selem, müslemün ileyh'e:
"Sana, selemin yarısını teberru ettim." der; müslemün ileyh de, bunu
kabul ederse, re'sü'l-mâlin yarısının iade edilmesi gerekir. Çünkü bu ikâle,
selemin yarısı hakkında yapılmış olur.
Bu, Ebû Nasr Muhammed
bin Selâm'm kavlidir. Fakıyh Ebû Bekir el-fskâf da böyle söylemiştir.
Zehiyre'de de böyledir.
Sahibü's-selem,
müslemün fiyhi, müslemün ileyhe bağışlarsa; bu —selem bakımından— ikâle olur.
Bu durumda,
re'sü'l-mâlin iade edilmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fetâvâyi Attâbiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Karşılıklı ikâleden
sonra, re'sü'l-mâlin eşya olması hâlinde, sâhibü's-selem'in, onu müslemün
ileyhe satması caiz olur. Başkasına satması ise, caiz olmaz.
Bu hususta, nasrânîler
hakkındaki hükümde aynıdır.
Bir hıristiyan, şarap
için selemde bulunduktan sonra, bu iki hıris-tiyandan birisi müslüman olursa;
bu durum da ikâle gibidir. (Yani, o pazarlık bozulmuş olur.) Hatta, fesihten
sonra re'sü'i-mâli değiştirmek de caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
tbn-i Rüstem'in
Nevâdiri'nde tmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, diğer bir
kimseye, bir kürr buğday için on dirhem selemde bulunursa, bir seneye kadar
bekler. Bu selemi ikâle ederlerse, bu ikâle, —müddetine kadar— caiz olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer selem buğday
olur, re'sü'l-mâlde yüz dirhem olursa,tarafların iki yüz veya yüzelli dirheme anlaşma
yapmaları bâtıl olur.
Ancak, "Seninle,
yüz dirhem üzerine re'sü'l-mâlden sulh olduk." denilmesi hâlinde bu
caizdir.
Keza, re'sü'l-mâlden,
elli dirhem üzerine sulh olmak, selemin tamamı veya yarısı hakkında caiz olmaz.
Burada "caiz olmaz" dan maksat, "ziyâde (- fazlalık) sabit
olmaz." demektir. İkâle ancak, re'sü'1-mâl miktarmca vâki olur.
Bunu Şeyhu'l-İslâm,
Şerhı'nde böyle zikretmiştir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
de, bu şekildeki ikâlenin batıl olduğuna işaret etmiştir. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir kimsenin buğdayı
için, iki kişi selemde bulunur ve bunlardan birisi, re'sü'1-mâl üzerine anlaşma
yaparsa; tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu sulh
bekletilir. Diğer şahsın razı olması hâlinde bu sulh caiz olur.
Bu şahıslar,
re'sü'l-mâlden alınan kısma ortak oldukları gibi, selemden geride kalan kısma
da ortak olurlar.
Bu şahıs, sulha izin
vermezse, yapılan sulh bâtıl (= geçersiz) olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, sulh yapanla müslemün ileyh arasındaki sulh caiz olur.
Selem hususunda bir
kefil bulunur ve bu iki sâhibü's-selemden birisi, re'sü'1-mâl üzerine, o
kefille sulh yaparsa, bu sulh, asıl ile yapılan sulh gibidir. Ve
bu da yukarıda
açıkladığımız hilaf üzerinedir.
Mebsût'ta da böyledir.
Bu hüküm, iki kişinin
beraberce, bir kürr buğday için, bir şahsa, on dirhem teslim ettikleri zaman
böyledir.
Bu şahıslar, o on
dirheme ortak olmadıkları hâlde, on dirheme selem yaparlar ve sonra da, bu
şahıslardan her biri, peşin olarak beşer dirhem verirlerse; bu durumu,İmâm
Muhammed (R.A.) alış-veriş bahsinde zikretmemiştir.
Bâzı âlimlerimiz Büyü*
Şerhı'nde şöyle zikretmişlerdir: Bu selem, anlaşma yapan şahıs hakkında
bi'1-icma' caiz olur.
Bâzıları ise: "Bu
sahih değildir." demişlerdir.
Bu hususta, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin, el-Asıl'da zikredilen kavli, önce zikrettiğimiz kavli
gibidir.
Sâhibü's-selem olan bu
iki kişiden birisinin selem hakkında ve kendi hissesinde ikâle yapması hâlinde,
hükmün ne olacağı hususunda alimlerimiz, —yukarıda açıklandığı üzere— ihtilâf
etmişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Kendisi selem yapan
bir kimse, bir de selem için kefil tayin etse ve bu kefil re'sü'1-mâl üzerine,
sâhibü's-selem ile anlaşma yapsa, —bu anlaşmanın geçerli olabilmesi için,
müslemün ileyh'in izni bekletilir.
Kefaletin onun emri
ile veya onun emri olmadan tahakkuk etmiş olması da müsâvîdir.
Eğer bu şahıs izin
verirse, sulh caiz izin vermezse bâtıl olur. Ve selem, hâli üzere kalır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Bir yabancının, bunun
üzerine anlaşma yapması hâlinde de durum böyledir.
Bu, re'sü'1-mâl nükûd
(= nakidler, dinar ve dirhemler) den olduğu zaman böyledir.
Eğer re'sü'1-mâl,
köle, elbise ve benzerleri gibi bir ayn olursa; o zaman sulh müslemün ileyh'in
iznine bağlıdır.
Kefilin ikâle yapıp,
sâhibü's-selemin de bunu kabul etmesi hâlinde, hükmün ne olacağı hususunda
âlimlerimiz ihtilâf etmişlerdir:
Bazıları: "İkâle
ile sulh müsâvîdir." ; bazıları ise: "Müslemün ileyhin izni
bekletilir." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Müslemün fiyh olan buğday teslim alındıktan sonra
kusurlanır ve bu buğdayda önceden de kusur bulunursa;
İmâ m-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, müslemün ileyh, o buğdayı sonradan meydana gelen kusuru
ile geri almayı kabul ederse; selemi iade eder. Buna razı olmazsa, yine buğday
onundur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Müslemün ileyh, buğdayı ayıplı olarak geri almaktan kaçınırsa;
aldığının benzerini geri verir ve selem-deki şarta müracaat eder."
buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Müslemün ileyh, bu buğdayı noksanı ile kabul etmekten kaçınırsa;
re'sü'l-maldeki noksanı kadarına müracaat eder." buyurmuştur. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse, müslemün
fiyhi teslim aldıktan sonra, onda bir ayb ( = kusur) bulursa, onu geri verir.
Müslemün ileyh,
re'sü'l-mâlde ayıp (= kusur) bulursa muhayyerdir: İsterse, ona, kusuru ile razı
olur.
İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre,
sâhibü's-selem, bu kusurlu re'sü'1-mâli —geri alıp— kabul
etmekten kaçınırsa, bu durumda hakkı bâtıl (= geçersiz) olur. Onun, bunu
reddetme hakkı da yoktur. Kusurun hissesine düşen hisse içinde de, müracaat
edemez.
Bu, fazla kusurun,
sâhibü's-selem'in yanında meydana gelmiş olması veya semavî bir âfetle yahut
sâhibü's-selem'in kendi fiili ile meydana gelmiş olması hâlinde böyledir,
Ancak, bu zarar, bir
yabancının fiili ile meydana gelmiş olursa, sâhibü's-selem, bu noksanlığın
bedelini müslemün ileyhten alır. Kusurdan dolayı, onu geri verme hakkı yoktur.
Müslemün ileyh de,
onu, fazla kusuru ile kabul etme hakkına sahip değildir. Kusurlandırmış olması
sebebiyle, bu hakkı bâtıl olur. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Hişâm, Nevâdir'inde
şöyle diyor:
İmâm Ebû Yusuf (R.
A.)'tan sordum:
— Bir kimse, bir
miktar bez için, on dirhem selem yapıp, o bezi alır ve kestikten sonra da, onda
bir kusur bulursa, durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
"— Bu şahıs, bu
durumda, bezin kusurundan dolayı müracaat etme hakkına sahip değildir."
İmâm Muhammed
(R.A.)'den sordum:
— Bir kimse, başka bir şahsa, bir dirhemi
buğday, bir dirhemi de pirinç için olmak üzere iki dirhem selemde bulunup,
dirhemleri teslim ettikten sonra müslemün ileyh bu dirhemlerden birini kalp
bulursa, durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Şayet bu şahıs, dirhemlerin ikisini beraber
vermişse; buğdayın da, pirincin de yarısı fâsid olur.
Bu şahıs, dirhemleri
ayrı ayrı vermiş olur ve her ikisi için de beyyi-nesi bulunursa; buna göre,
hangisi için selem yapmışsa, beyyine onun içindir.
İkisinin de beyyinesi
yoksa; taraflar karşılıklı yemin ederler ve selemleri tamamen bâtıl olur.
İbrahim bin
Rüstem, İmâm Muhammed
(R.A.)'ın şöyle buyurduğunu
nakletmiştir:
Bir kimse, diğer bir
kimseye, beş ölçek buğday için, beş dirhem; beş ölçek arpa için de, beş dirhem
selem yapar ve bu beşer dirhemi arpa ve buğday için ayrı ayrı verir ve taraflar
birbirlerinden ayrıldıktan sonra da, dirhemlerden birisi
kalp çıkar ve sâhibü's-selem: "Bu,
buğday için verilen dirhemdir." dediği halde, müslemün ileyh:
"Bu, arpa için verilen dirhemdir." dediği halde, müslemün ileyh:
"Bu, arpa için verilen dirhemdir," derse; bu durumda,
sâhibü's-selem'in sözü geçerli olur.
Şayet, bu şahısların
ikisi de, o dirhemin hangisi için verilmiş olduğunu bilmiyorsa; müslemün ileyh,
o kalp dirhemi, sâhibü's-seleme geri verir. Hem buğdayın, hem de arpanın beşte
birini noksan öder.
Bişr bin Velid, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, diğer bir
şahsa, bir kürr buğday için on dirhem, bir kürr arpa için de, beş dirhem selem
yapar ve önce buğday için olan on dirhemi sonra da arpa için olan beş dirhemi
verir ve bilâhare de müslemün ileyh dirhemlerden ikisini, —taraflar
birbirlerinden ayrıldıktan sonra— kalp bulur ve müslemün ileyh: "Bu
buğdayın dirhemidir." sâhibü's-selem de: "Bu, arpanın
dirhemidir." derse; müslemün üeyhin, sâhibü's-selem'in sözünü kabul etmesi
hâlinde, bu sâhibü's-selem'in sözü geçerli olur.
Taraflar birbirlerinin
doğru söylediğini kabul ettikleri hâlde, kalp dirhemlerin hangisine ait
olduğunu bilmezlerse; bir dirhemin yansı on dirheme, yansıda beş dirheme ait
sayılır. Buğdayın onda biri; arpanın da, yirmide biri noksanlaştırılır.
Şayet, on beş dirhem,
bir defada verilmiş olursa; bu durumda buğdaydan, onda birin üçte ikisi;
arpadan da, beşte birin üçte biri noksanlaştırılır. Muhıyt'te de böyledir. [149]
Bir kimsenin, bir kürr
buğday için selem yapmak üzere, başka bir şahsı vekil tâyin etmesi, bu vekilin
de, selem şartlarına uygun olarak selem yapması caiz olur. Tekmile Şerhı'nde de
böyledir.
Vekil, vakit gelince,
müslemün fiyhin teslim edilmesini talep eder. Çünkü bu vekil, re'sü'I-mâl'i,
selem yapmıştır.
Şayet vekil,
müvekkilinin (— kendisini vekil tayin eden kimsenin) paralarını, müslemün
ileyhe vermişse; müslemün fiyhi alıp, müvekkiline teslim eder.
Ancak, selem yapılan
dirhem ve dinarlar bu vekilin kendisine aitse, müvekkiline bir şey teslim
etmez. Müvekkiline müracaat ederek, ödediği nakdî ister. Zehıyre'de de
böyledir.
Bunun içindir ki,
vekil selemi teslim alınca, müvekkili dirhemleri ödeyene kadar, selemi âmirden
hapsetmiş olur.
Şayet aldığı şeyler,
vekilin yanında, henüz onu hapsetmeden önce helak olursa; bunlar emânet olarak
helak olmuş bulunur.
Hapsedildikten sonra
helak olması hâlinde ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, rehin bırakılmış bir
şey gibi helak olmuş olur.
İmâm Mu hunime d
(R.A.)'e göre ise, kıymeti ister az, ister çok olsun, borç düşer.
Şemsü'i-Eimme Serahsî:
"Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir." buyurmuştur. Fetâvâyi
Kadîhân'da da böyledir.
Vekil, re'sü'1-mâli,
müvekkilinin malından verir ve selem için bir kefil veya rehin alırsa, bu caiz
olur.
Selem zamanı gelince
vekil onu tehir eder veya müslemün ileyhde olan buğdayın bir kısımını teberru
eder veya bağışlarsa, bu da caiz olur.
Bu durumda vekil,
teberru ettiği veya bağışladığı şeyi, müvekkiline öder. Eğer vekil, selemi,
müslemün ileyhe vermeyi terk ederse, bu da caizdir.
Bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhainmed (R.A.)'in kıyâsına göre, buğdayı, vekilin
kendisi, müvekkiline öder. Hâvî'de de böyledir.
Vekilin selemi ikâle etmesi de caizdir. Bu durumda vekilin, selemin benzerini
müvekkiline, kendisinin ödemesi gerekir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Vekil selem akdi
yaptıktan sonra, müvekkili re'sü'1-mâli vermesini emreder, vekil de vermeden
giderse; bu selem ba'tıl (= geçersiz) olur.
Keza, selem üzerinde
bulunan şahıs, re'sü'1-mâli almak için, başka bir şahsı vekil tayin eder; vekil
de re'sü'1-mâli almadan, müvekkil kalkıp giderse; yine selem bâtıl olur.
Zehıyre'de de böyledir.
Vekil, selemde
müvekkiline muhalefet edip, onun söylediği şeyden başka bir şeyi selem yaparsa;
bu müvekkil, dirhemlerini dilerse vekile; dilerse, müslemün ileyhe ödetir.
Müvekkilin, dirhemleri
vekile ödetmesi hâlinde, bu selem vekile göre sahih olarak kalır.
Bu dirhemleri müslemün
Üeyhin ödemesi hâlinde, bunu vekille aynı mecliste bulunduğu sırada ödemiş olur
ve vekil de, bu müslemün ileyhe başka dirhemleri verirse, bu durumda selem caiz
olur.
Ancak o meclisten
ayrıldıktan sonra ödemişse; bu durumda selem bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, buğday için
selem yapmak üzere, başka bir kimseye on dirhem verir; vekil de onunla başka
bir şahıstan buğday satın alırsa; akdi âmirin dirhemlerine izafe etmiş olması
hâlinde, bu akid âmir için yapılmış olur.
Ancak bu şahıs, akdi
kendi dirhemlerine izafe ederse, akid kendi nefsi için yapılmış olur.
Bu şahıs, akdi, mutlak
olarak on dirhem olarak yapar; sonra da ona, âmir adına niyyet ederse; pazarlık
âmir için yapılmış olur.
Bu durumda kendisi
için niyyet etmiş olması hâlinde ise, akid kendisi için olmuş olur.
Bir niyyetinin
olmaması halinde, şayet kendi dirhemlerini vermişse, pazarlık kendisi İçin
yapılmış olur.
Âmirin dirhemlerini
vermiş olması hâlinde ise, pazarlık âmir için yapılmış olur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmam Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu şahıs, âmir için pazarlığa niyyet etmedikçe, pazarlığı kendi nefsi
adına yapmış olur.
Bunlar niyyet
hususunda birbirlerine inanmazlar ve âmir: "Benim için niyyet ettin."
dediği hâlde memur: "Kendim için niyyet ettim." derse; bu durumda,
bİ'1-ittifak kimin dirhemleri verilmişse, akid ona ait olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsı, dirhemleri alması için vekil tayin
eder; o da dirhemleri aldıktan sonra müvekkiline geri verirse; bu
durumda selem buğdayı vekile ait olur.
Vekil, buğday için
selem yapar, bu selemi de müvekkil alır veya müslemün ileyhle birlikte
pazarlığı bozarlarsa; bu istihsanen caiz olur.
Bu durumda, müslemün
ileyhin, buğdayı vekile vermekten kaçınma hakkı da vardır. Hızânetü'I-Ekmei'de
de böyledir.
Bir kimse, selem
yapmaları için, iki kişiyi vekil tâyin edince, bunlardan birisi selem yapsa,
bu selem caiz olmaz.
Bu vekillerin ikisi
birden selem yaptıktan sonra, birisi müslemün ileyhi terk ederse, âlimlerimize
göre, bu selem, yine caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir kişinin, iki şahsı
vekil tâyin etmesi hâlinde; bu vekillerden her biri, ayrı ayrı buğdaylar için,
bir pazarlık ile onar dirhem selem yaparlarsa, bu selemler caiz olur.
Dirhemleri karıştırdıktan sonra selem yaparlarsa, bu
selem müvekkil için yapılmış olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu vekillerden her
biri, bir şahsa, dirhemleri ayrı ayrı selem olarak verdikten sonra, bir şeyden
dolayı, her birisi, bir şey için iddiada bulunursa, bu durumda, müslemün
ileyhin sözü geçerli olur.
Müslemün ileyhin
bulunmaması hâlinde ise, vekilin sözü geçerli olur.
Müslemün ileyh gelir
ve vekil onu yalanlarsa; bu durumda da, müslemün ileyhin sözü geçerli olur.
Bir kimse, başka bir
şahsı bez için vekil tayin ettiği hâlde, bu vekil, o bezi satarak, bedeli olan
dirhemleri, buğday için, belirli bir müddete kadar selem olarak verirse; bu
pazarlığı, —vekil— nefsi için yapmış olur.
Şayet müvekkil,
vekile, bezi satmasını emrettiği halde, bedelinden söz etmez; vekil de onu
satıp, bedelini belirli bir müddet için, buğday hakkında selem yaparsa; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu selem âmir için yapılmış olur ve bu caizdir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir müvekkil,
vekiline, dirhemleri, bizzat bir şahsa selem olarak vermesini ve. belirli bir
müddet koymasını söylediği hâlde, vekil
bu dirhemleri, başka bir şahsa, selem olarak verse; bu selem caiz olmaz.
Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.
Selem için vekil tâyin
edilen bir şahıs, seleme, bu selemi ifsâd edecek bir şart koşsa, bu vekile
tazminat gerekmez. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimsenin, bir
başka şahsı, yiyecek hakkında, on dirhem selem yapmaya vekil tâyin ettiğinde,
bize göre, yiyecek buğday ve undur. Bu, istihsândır.
Âlimler: "Bu
hüküm, dirhemlerin çok olduğu zaman geçerlidir. Dirhemler az olursa, bu
durumda, bunlar ekmekte de harcanır." demişlerdir.
Un hakkında iki
rivayet vardır. Bu rivayetlerden birine göre, un, buğday menzilindedir.
Diğer rivayette ise,
un, ekmek menzilindedir.
Bu kıyâs, vekil
hakkında, alış-veriş hakkında sabittir.
Bir kimsenin, bîr
başka kimseyi, dirhemlerini, yiyecek için selem yapması hususunda vekil tayin
ettiği zaman vekil, bu dirhemleri arpa veya benzeri bir şey için selem yaparsa,
bu müvekkilinin isteğine muhalefet olur.
Böyle bir durumda
müvekkil muhayyerdir: İsterse, verdiği dirhemlerini vekile ödetir; isterse bu
dirhemlerini müslemün ileyhten alır. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir kimsenin, selem
akdi yapması için, bir zimmîyi vekil tayin etmesi, maalkerâhe (~ mekruh olmakla
beraber) caizdir. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.
Selem için vekil
kılınan bir kimse, selem yaptığı sırada gabu-i fahişte bulunursa,
bu selem caiz
olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bİr vekil, başka bir
kimseyi, üzerinde selem bulunan bir şahıstan, onu almak üzere vekil tayin eder;
vekil de o selemi alırsa, bu şahıs ondan berîolur.
Vekilin vekilinin onun
oğlu veya kölesi yahut ücretlisi oiması hâlinde bu caizdir. Ancak, bu vekil
yabancı ise, önceki vekil, müslemün fiyh bu vekilin elinde zayi olması hâlinde,
önceki vekil onu, müvekkiline tazmin eder.
Eğer ikinci vekil,
müslemün fiyhi, birinci vekile verirse, o, tazminattan kurtulur. Hâvî'de de
böyledir.
Selem için vekil tâyin
edilen bir şahıs, başka bir şahsı —bu hususta— vekil tâyin edemez. Ancak
müvekkili, bu vekile: "İstediğin her şeyi yap." demişse, bu durumda,
o vekilin de, bir şahsı vekil tayin etmesi caiz olur. Hizânetü'l-Ekmel'de de
böyledir.
Selem için vekil
kılınan şahıs, kendi nefsine veya
müfâveda ortağına yahut kölesine selem yaparsa, bu seiem caiz olmaz.
Ancak ınân ortağına
selem yaparsa, bu selem caiz olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu vekilin
kendi oğluna veya karısına yahut ana-babasına selem yapması da caiz olmaz.
İmâmeyn ise, buna
muhaliftir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir müvekkil,
vekiline: "Malımı, kendine selem yap." dediğinde, eğer bîr şahsı
belirlemişse, vekâleti bi'1-icma' caiz olur.
Keza, bir kimseyi
tayin etmemiş olması hâlinde de, İmâmeyn'e göre, bu vekâleti caiz olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R;A.): "Bu vekâlet sahih olmaz." buyurmuştur. Yenâbi"de de
böyledir.
Bir vekil, müvekkilinin
emri ile dirhemleri selem yaptığında, teslim zamanında, müslemün ileyh, kalp
dirhemleri getirerek: "Ben, bunları kalp buldum." derse; onun bu sözü
doğrulanır.
Eğer selem teslim
edilirken, müslemün ileyh bizzat kendisi, hazır bulunsaydı, sözüne inanılmazdı.
Müslemün ileyh,
dirhemler ödenirken kalp olmadıklarını ikrar eder veya re'sü'1-mâli isterse; bu
durumda, "akçelerin zayıf olduğunu" söylemesine itibar edilmez; sözü
dinlenmez ve beyyinesi kabul edilmez. Bu şahıs, hasmına karşı yemin de etmez. Mebsût'ta
da böyledir.
Pamuk için
selem yapılması hâlinde,
bunun yerine, kozası verilmez.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başka bir
kimseye, bir kürr buğday için, bir köle selem eder ve bu köleyi müslemün ileyhe
teslim ettikten sonra; müslemün ileyh bu köleyi bir başkasına satıp teslim
eder; müşteri bu kölede bir kusur bulunca, hâkimin hükmü olmadan, onu, müslemün
ileyhe geri verdikten sonra, müslemün ileyh ile sâhibü's-selem bu bey'-selemi
bozarlar ve sâhibü's-selem, müslemün ileyhe: "Kölemi bana geri ver. Selemi
sana teberru eyledim." veya "Bu köleye yaptığım selemden, sana
teberru eyledim." yahut "Bu köle ile yapılan selemi bana ikâle
eyle." derse; bunların hepsi de bâtıl olur.
Şayet: "Selemi
bana ikâle eyle." dediği hâlde köleden bahsetmez veya "Selemden
teberru et; re'sü'1-mâli al." dediği hâlde, köleden bahsetmezse, selem
bozulur ve re'sü'î-mâl olarak, kölenin kıymetini ödemesi gerekir. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, bez karşılığında bir köle satar ve bu bez de, zimmetle mevsuf olursa; bu
durumda iki vecih vardır:
1) Ya bez
için belirli bir müddet tayin eder; 2) Veya böyle bir müddet tâyin etmez.
Birinci veçhe göre, bu
alsş-veriş caiz olmaz; ikinci veçhe göre ise, caiz olur. Vakîâtü'l-Hüsârmyye'de
de böyledir.
Sahibü's-selem'in (=
peşin para veya mal vererek, karşılığındaki malı sonradan alacak olan müşteri =
selem sahibi), re'sü'l-mâlde ( = peşin olarak verilen para veya malda) artırım
yapması, —bunu hemen yapması hâlinde— caizdir.
Bunu sonraya bırakması
hâlinde, artırımda bulunması caiz olmaz. Ancak, artırdığı miktarı, aynı
mecliste peşin olare' öderse; bu sahih olur.
Şayet artırımdan önce
taraflar ayrıhrlarsa, selemin, bu artım miktarı kadarı bâtıl (= geçersiz)
olur.
Şayet müslemün ileyh
(= malı sonradan verecek olan satıcı)
artinrsa; bu durumda bakılır: Eğer re'sü'1-mâl (= peşin olarak verilen para
veya mal) ayn olur ve o da, hâlen durmakta bulunursa, —acilen de olsa, müddetli
de olsa— bu caiz olur.
Eğer re'sü'1-mâl borç
olur ve müslemün ileyh ayn olanı artırırsa, —âcil de olsa, teennî ile de olsa—
bu da caiz olur.
Eğer borcu, dirhem ve
dinar olarak artırırsa, artırılan bu şeyin aynı mecliste teslim alınması şart
kılınır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [150]
Kar/: Ödünç verilen
mal demektir.
Bir kimsenin nakit ve
mekîlat gibi bir malını, bilâhare mislini almak üzere, bir şahsa vermesine de
karz ve ikraz denir.
Malını bu şekilde
ödünç veren kimseye Mukriz; Ödünç alan kimseye de Müstakriz adı verilir.
Ödünç alma işine
İstikraz da denir.
Tekârüz ise, iki
şahsın karşılıklı olarak birbirlerinden ödünç alması demektir.
Bir ödünç mukabilinde
alınan nemaya rıbh (= faiz) denilir.
Faizsiz olarak verilen
borca da karz-i Hasen denilmektedir.
Mekîl (= ölçekle ölçülen),
mevzun (= terazi ile tartılan) ve adedî-i mütekâribe (= biri ile bütün fertleri arasında, kıymet bakımından mühim farklar bulunmayan,
yumurta ve ceviz gibi, sayı ile alınıp satılan şey) gibi mislî (= çarşı ve
pazarda, fiatının değişmesini gerektirecek mühim bir fark olmadan, mislinin
—benzerinin bulunabildiği) şeyleri, ödünç vermek caizdir.
Hayvan, elbise ve
adedî-i mütefâvite (= biri ile bütün fertleri arasında kıymet bakımından
farklılıklar bulunan, karpuz ve kavun gibi ma'dudattir ki, bunların hepsi de
kıyemiyâttandır.) gibi şeyleri ödünç vermek caiz değildir.
Karz-ı fâsid ile
alınan borç mülktür. Çünkü, fâsid olan bu borç, meçhul olan misli ile temlik
olur.
Karz-ı caiz,
müstakrız'ın (- borcu alan şahsın) elinde duruyorsa, iade edeceği şeyi belirlemesi
gerekmez. Bu müstakriz muhayyerdir: İsterse, borç aldığı şeyi geri verir;
isterse, o şeyin benzerini geri verir. Serahsî'nin Muhıyiı'nde de böyledir.
Karz'ın caiz olmadığı
yerlerde, ondan faydalanmak da caiz olmaz. Ancak, onun satılması caiz olur.
Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, ekmeği —sayı ile değil de— tartı ile ödünç
almak sahihtir. Fetva da bunun
üzerinedir. Kâfî'de de böyledir.
Hisıım, Nevâdiri'nde, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Buğday ve unu,
tartıyla ödünç almakta zaruret olmadığı gibi hayır da yoktur.
Tartılması hâlinde,
hurma da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
el-Asıl'da şöyle
zikredilmiştir:
Un, tartı ile ödünç
alınınca, tartı ile geri verilmez, taraflar, bu un'un kıymeti üzerinde anlaşma
yaparlar.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan gelen başka bir rivayete göre ise, unu da, tartı ile ödünç almak,
—halk arasında böyle yapılması örf ise— istihsânen caiz olur.
Fetva da, buna
göredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Ağaç, odun, kamış ve
diğer kokulu ve yaş şeylerle baklagillerin Ödünç alınması caiz olmaz.
Ancak kına, visme ve
reyhan denilen kuru otlar, —tartılıp ölçülüyorlarsa— bunların ödünç alınmasında
bir beis yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Kağıdı, sayı ile Ödünç
almak caizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Cevizi ölçekle,
patlıcanı da sayı ile borç almak caiz olur.
Ibn-i Selâm'dan,
Fetâvâyi Attâbiyye'de rivayet edildiğine göre, kerpiç, kiremit, tuğla gibi
şeyleri, —değişik durumlarda olmazlarsa— sayı ile ödünç almak caiz olur.
Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Esahh olan rivayete
göre, ödünç at almak caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eti, tartı ile ödünç
almak caizdir. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Yurdumuzda, hamuru
tartı ile ödünç almak caizdir. Muhtar olan da budur. Muhtâru'l-Fetâva'da da
böyledir.
Zâferânı tartı ile
ödünç almak caizdir; ölçü ile ödünç almak caiz. değildir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Buz'u, tartı ile ödünç
almak caizdir. Bir kimse, yaz gününde ödünç aldığı buz'u, kış gününde teslim
ederse borcundan kurtulmuş, onu zimmetinden çıkarmış olur.
Buz, kıyemî (= Çarşı
ve pazarda misli bulunmayan veya bulunsa bile, fiat bakımından aralarında
farklılıklar olan) bir şeydir.
Buz sahibinin,
borçluya: "Bu sene, onu senden almıyacağım." demesi hâlinde, Ebû
Bekir el-İskâf: "Ben, bunu (n cevabını) bilmiyorum." demiştir.
Bunun çaresi: Borçlu,
alacaklının buzunun ağırlığı kadar buzu, alacaklının buzluğuna bırakarak,
borcundan kurtulur.
Kadî'1-İmâm
Falmfd-dîn: "Borçlu bu durumu hâkime bildirir. Hâkim de, borçluyu
aldığının mislini ödemesi; alacaklıyı ise, bunu kabul etmesi hususunda
cebreder.
Bir kimse, başka bir
kimseden ödünç aldığı buğdayı, onun narhı (= fiatı) değişmeden, mislini geri
vermek istediği halde, alacaklı kabul etmekten kaçınırsa; hâkim, alacaklıyı,
onu kabul etmesi için cebreder. Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Altın ve gümüşü tartı
ile ödünç almak çâiz olur; bunları sayı ( = aded) ile ödünç almak ise caiz
değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi'de şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, üçte biri
gümüş, üçte ikisi bakır olan dirhemleri, aded ile ödünç alır ve bu halk
arasında yapılagelmekte olan bir hâl olursa, bu şahsın da, böyle yapmış
olmasında bir beis yoktur.
Ancak, halk arasında
böyle bi ruygulama yaygın olmaz ve bunlar tartı ile alınıp verilmekte
bulunursa; bu durumda, bunların sayı ile ödünç alınması caiz olmaz; fakat,
tartı ile ödünç alınması caiz olur.
Şayet dirhemlerin üçte
ikisi gümüş, üçte biri bakır olursa; bu dirhemlerin, ancak tartı ile ödünç
alınmaları caiz olur.
Teamül sayı ile olsa
bile hüküm böyledir.
Dirhemlerin yarısı
gümüş, yarısı bakır olunca da, bunların, ancak tartı ile ödünç alınmaları caiz
olur.. Muhıyt'te de böyledir.
Alımp-satılması eâiz
olan davar gübresinin ve kıymet sahibi olan bu cinsten şeylerin ödünç
alınmaları da caizdir.
Hüsâmü'd-dîn'in
Vâkıâtı'nda şöyle zikredilmiştir:
Davar gübresi, kıymet
sahibi şeylerdendir. Telef olduğu zaman, mislinin kıymetinin ödenmesi gerekir.
Bundan dolayıdır ki, ödünç alınması caiz olmaz.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, müddetli
olarak ödünç alır veya ödünç aldıktan sonra müddeti şart koşarsa; bu durumda
müddet bâtıl (- geçersiz) olur. mal ise, hâli üzere kalır.
Ancak, bir kimsenin
malından vasıyyet ederek: "...bir
ay müddetle..." demesi bunun hilâfınadır. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Borcu, helak olduktan
sonra veya helak olmadan önce te'cil etmekte bir fark yoktur. Sahih olan da,
budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bu borcun geriye
bırakılması için çâre şudur: Borç alacak olan şahıs, borcunu başka bir kimseye
havale eder; borç veren de, bu şahsa
mühlet verir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmânı Muhammed (R.A.),
Kitâbü's-Sarf da şöyle buyurmuştur; "İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.),
menfaat temin eden her borcu kerih görürdü."
İmâm Kerhî: "Bu
—kerih görülen— menfâat, akid esnasında şart köşlan menfâattir."
buyurmuştur.
Meselâ: Bir kimsenin,
diğerine: "Ekmek vermek üzere, ödünç buğday ver.'' demesi veya buna benzer
bir şey söylemesi gibi...
Akid yapılırken, bir
menfâat şartı koşulmadığı hâlde; borç olan şahıs, aldığından daha iyisini
verirse; bunda bir beis yoktur.
Bir kimse, borç
alacağı bir şahıstan daha pahalı eşya satın almak üzere, dirhem ve dinarlar
borç alması mekruh olur.
Ancak, eşya almayı
şart koşmadan borç alır ve bu borcu aldıktan sonra, W pdisine borç veren
şahıstan daha pahalı eşya satın alırsa, İmâm Kerhî'y- &öre, bunda bir beis
yoktur.
Hassâf ise: "Ben,
bunu hoş görmüyorum." demiştir.
Şemsirl-Eimme
Halvânîde: "Bu, haramdır." demiştir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Kitâbü's-Sarf'da şöyle buyurmuştur: "Hakikaten, selef bunu kerih
görürdü."
Hassaf, bunun kerih
olduğunu zikretmemiş; ancak: "Ben, bunu hoş görmüyorum." demiştir. Bu
da kerâhate yakındır; fakat, ondan biraz aşağıdır.
İmâm Muhammed
(R.A.), bunda bir
beis görmemiştir. Ve Kitâbü's-Sarf'ta: "Borç alan şahsın,
borç veren şahsa, fasılasız bir şey vermesinde bir beis yoktur."
buyurmuştur.
Şeyhu'I-İslâm
Hâherzâde, seleften naklen: ''Bu, menfaat üzerine hamledilir. Borç alındığı
sırada menfaati şart koşmak, hilâfsız olarak mekruhtur." demiştir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bu menfaatin olmadığı
zamana hamledilir. Borç alınıp verilirken, hediyeleşmek şart koşulsa bile, bu,
hilâfsız olarak mekruh olmaz.
Bu borç alma işinin,
alım-satım işinden önce yapılması halindedir.
Fakat, alım-satım
işjemi, borç işleminden önce olursa (ve meselâ: Bir kimse, diğer bir şahıstan,
yüz dirhemlik iş ister; iş istenilen şahıs da, iş isteyene kıymeti yirmi dirhem
olan bir kumaşı, kırk dirheme satar ve daha sonra da, ona altmış dirhem verir
ve borç verenin, borç alanda yüz dirhemi olduğu halde, borç alanda, seksen
dirhem hâsıl olursa); Hassâf: "Bu caizdir." buyurmuştur.
Bu, Muhammed bin
Seleme'nin yoludur. Bu zat, Belh imâmların-dandır.
Muhammed bin Seleme,
şöyle rivayet etmiştir:
Bir şahıs, kumaşı olan
bir kimseden borç almak istediği zaman, kumaş sahibi, önce o kumaştan, pahalı
olarak satar, sonra da, ihtiyacı kadar dinarları ona borç olarak verir.
Âlimlerin pek çoğu,
bunu kerih görmüşler ve: "Bu, menfâat çeken borçtur." demişlerdir.
Bazı alimler ise:
"Eğer bu, aynı mecliste olursa mekruh olur. Ancak, iki ayrı mecliste
olmuşsa, bunda bir beis yoktur." demişlerdir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî,
Hassâf ve Muhammed bin Seleme'nin kavilleri ile fetva vermiştir. Muhıyt'te de
böyledir.
Alacaklı olan şahsın,
borçlu şahıstan hediye almasında bir beis yoktur,
Ancak, bu gibi
şahısların hediye kabul etmekten kaçınmaları, —veren şahsın, borçlu olduğu için
verdiğini bilmesi hâlinde— daha efdal olur.
Fakat, bunu borçlu
olduğundan dolayı değilde, akrabalık veya aralarındaki dostluktan dolayı
verdiğini biliyorsa, o hediyeyi almaktan kaçınması gerekmez.
Keza borçlu,
cömertliği ve iyiliği ile tanınan bir kimse ise, onun hediyesini almakta da bir
sakınca yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Borçlunun böyle bir
özelliği yok ve durumda şüphe varsa, ondan hediye almaktan sakınmak; hatta,
borçlu olduğundan dolayı hediye etmiyor olsa bile ondan kaçınmak en iyi
davranış olur.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Borçlu şahsın dâvetine, ondan alacaklı olan kimsenin gitmesinde bir beis
yoktur." buyurmuştur.
Şeyhu'I-İslâm:
"Bu cevap, hükümdür." demiştir.
Fakat, alacaklı şahıs,
borçlunun bu daveti borçlu olduğundan dolayı tertip ettiğini biliyorsa, eftâl
olan bu daveti kabul etmekten kaçınmasıdır. Alacaklı, böyle bir hâlden
şüpheleniyorsa, yine bu daveti kabûi etmekten kaçınması efdâl olur.
Şemsü'l-Eimme, şöyle
buyurmuştur:
İmâm Muhammed
(R.A.)'in bu sözü, borç etmeden önceki duruma hamledilir.
Bu şahıs, borç etmeden
önce hiç davet etmez veya her yirmi günde bir davet eder de,borçlandıktan
sonra, her on günde bir veya daha sık davet ederse; işte bu helâl olmaz; çirkin
olur.
—Borçta, tercih
hakkının şart koşulmamış olması hâlinde— borcun bedelinde tercihte bulunmakta
bir beis yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin,başka bir
şahıstan dirhem cinsinden alacağı ölür ve bu şahıs alacaklı olduğu şahsın
dirhemlerine zafer bulursa; —alacağının vadeli olmaması hâlinde— bunları borç
yerine alabilir.
Ancak, alacaklı şahıs,
borçlunun dinarlarını almaya imkân bulursa, zâhiru'r-rivâyede bunları alamaz.
Sahih olan da budur.
Borçlu bir kimsenin,
alacaklısına, borçlu olduğu şeyin daha iyi (ve kıymetlisini vermesi hâlinde,
alacaklı şahısbunu alması için cebredilemez.
Borçlu bir kimsenin,
alacaklısına, —kıymet bakımından— borç ettiği, şeyden daha noksanını vermesi
hâlinde de, alacaklı şahıs bunu kabul etmeyebilir.
Ancak, kabul etmesi
hâlinde bu da caiz olur. Nitekim, borçlu şahıs, borcunu; borcettiği şeyin
dışında bir şeyle ödemesi hâlinde de durum böyledir. Sahih olan da budur.
Borçlu bir şahıs,
vadeli olan borcunu, vâdesi gelmeden öderse; alacaklı şahıs borçlunun verdiğini
almaya cebredilir.
Borçlunun, tartı
bakımından borcundan daha fazlasını verirse bu fazlalığın, iki tartılış
arasında cereyan edecek kadar olması hâlinde, bu caiz olur.
Bu miktar, bütün
âlimlere göre, bir dânik'in yüzde biri kadarıdır.
İki tartı arasındaki
fazlalığın azı, bir dirhem; çoğu ise, iki dirhem kadardır.
Yarım dirhem hususunda
ise ihtilâf edilmiştir.
Ebû Nasr ed-Debbûsî:
"Yarım dirhem, yüz dirhemlik bir miktar için çok sayılır ve sahibine iade
edilir." demiştir.
Şayet, fazlalık iki
tartılış arasında cereyan etmeyecek kadar çok olur ve borçlu da bunu bilmemekte
bulunursa; bu fazlalık sahibine geri verilir.
Şayet, borçlu bu
fazlalığı bilir ve bunu bile bile verirse; bu alacaklı şahsa helâl olur mu?
Verilen dirhemlerin
sağlam {= katışıksız, değeri tam) olması ve bu durumun veren ve alan tarafından
bilinmesi hâlinde; bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin, Basra'da
ödenmesi şartı ile Kûfe'de borç vermesi caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da, İbrahim,
İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Bana, bin dirhem borç ver. Ben de sana, şu tarlamı emânet
bırakayım; dirhemlerin bende durduğu müddetçe, bu tarlayı ek, biç; ziraat
yap." der; borç veren de böyle yapar ve tarla sahibine tasaddukta
bulunmazsa; bu durum mekruh olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm-i A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse,
gümüşü az ve bakırı çok olan dirhemlerin veya pulları borç olarak alır ve
bunlar da geçmez olurlarsa; borç alan şahıs bu borcunu, öylece geçmez dirhem
ve pullarla öder; bunların kıymetlerini, borçlanmaz."
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bu borçlu, onları, teslim aldığı günkü kıymeti ne ise, o kıymeti
öder." buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
de: "Bu borçlu, Ödeyeceği son gündeki kıymeti ne ise, bu değeri
öder." buyurmuştur.
Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Zamanımızın[151]
bazı âlimleri, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre fetva vermişlerdir.
Zamanımıza göre,
doğruya en yakın olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
Bir şahsa, Buhârâ'da
Buhârâ Dirhemleri ile borç vermiş olan bir kimse, sonradan, alacaklı olduğu
şahsa, onun, bu dirhemleri ödemeye gücünün yetmiyeceği bir yerde rastlarsa;
ona, oraya gidip gelebileceği süre kadar mühlet verir. Dirhemlerin kıymetini
almaz. Durumu kefil ile tevsik etmez.
"Bu hüküm,
alacaklının, borçlu ile, dirhemleri verdiği beldede karşılaşması hâlinde
böyledir." Şayet borçlu borcunu o beldede ödeye-mezse mühlet verilir.
Fakat, karşılaştığı yer, başka bir belde ise; orada dirhemlerin kıymetini
öder." denilmiştir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir nasrânî (=
hiristiyan), diğer bir nasrâniye borç şarap verdikten sonra müslüman olursa;
bu şarap borcu sakıt olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, borç alanın müslüman olması hâlinde de, bu borç sakıt olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Müslüman olan borçlu, o şarabın kıymetini, alacaklı olan hıristiyana
öder." buyurmuştur.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlide budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse mekîlât (=
ölçekle ölçülen şeyler) veya mevzûnât (= ağırlık birimi ile tartılan şeyler)
den, bir şeyi borç alır ve bu şey insanların elinde tükenirse; alacaklı, o
şeyin yenisinin çıkmasına kadar beklemeye cebredilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Muhtar olan da budur. Fetva da, bunun üzerinedir.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimseden geçen
dirhemler alacağı olan bir şahıs, o kimseden kalp veya geçmeyen dirhemleri
rızası ile alırsa;.bu caiz olur. Onu infâk etmesi kerih olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Kalp ve geçmez dirhemleri borç almak mekruhtur. Borçlu, bu dirhemlerin
mislini öder. Eğer, bu dirhemler hiç geçmezse, borçlu bunların kıymetini
öder.'' buyurmuştur.
Bir kimse, başka bir
şahıstan, buğdayın ucuz olduğu bir beldede borç (buğday) alır ve alacaklı
şahıs, bu borçluya, buğdayın pahalı olduğu bir yerde rastlarsa; bu alacaklı,
buğdayını, orada alabilir.
Bu borçlunun, borcu
olan buğdayı elinde tutup, onu —alacaklıya— vermeme hakkı yoktur. Ve bu
durumda, borçluya "buğdayı, borç aldığı yerde ödemesi" emredilir. Bu
şekilde hüküm verilmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa, bin dirhem borç verip borç alan da bunu teslim aldıktan sonra, mukriz (=
ödünç veren), müstakrize ( = borç alana): "Sende olan dirhemlerimi, dinara
çevir." der ve bir şahıs tayin ederek, borçluya, "bu işi, bu şahısla
beraber yapmasını söylerse; o şahsın böyle yapması hâlinde bu caiz olur.
Şayet mukriz, bir
şahıs tâyin etmeden, müstakriz böyle yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.):
"Borç veren bakımından, bu caiz olmaz." buyurmuştur.
Şayet talip
(alacaklı), borçludan dinarları alır; borçlu da bunları kendi ihtiyarı ile
verirse; âlimlerimizin ekserisine göre, bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahısta alacağı olan bin dirhemin yüz dirhemini, anlaşarak bir müddet
ertelerse; bu anlaşma sahih ve yüz dirhemlik alacak ertelenmiş olur.
Bir kimse, başka bir
şahsa, borç olarak bir kürr buğday verdikten sonra, müstakriz (= borç alan), borç aldığı bu buğdayı, dirhemler
karşılığında satın alsa; bu alış-veriş, —bu buğday, borç alan şahsın elinde
bulunsun veya bulunmasın— caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir mecliste, peşin
olarak caiz olan alış-veriş, geçmiş zaman için de sahih olur. Ancak, bunun
bedeli peşin olarak verilmemişse, alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur.
Bu, müstakriz'in,
mukriz'e, bir kürr buğday vermesinin gerekmekte olması hâline muhaliftir.
Bu şahıslar, birbirlerinden
ayrılmış olsalar bile, bu mallarım birbirlerine satabilirler.
Bu durumda müşteri,
aynı mecliste peşinen ödedikten sonra, buğdayda kusur bulursa; bu kusurundan
doiayı, buğdayı geri veremez. Ancak, aldığının mislini ödemesi gerekir. Ve bu
kusurundan dolayı, satıcıya müracaat edip, kusurunun bedelini alır.
Alınan borcun zayi
olmuş olunması hâlinde, cevap, yukarıda söylediğimiz gibi umûmîdir.
Keza, keylî ve veznî
şeylerde de cevap aynıdır. Ancak, dirhem ve pulların borç olması hâlinde cevap
başkadır. Muhıyt'te de böyledir.
Borçlu bulunan bir
şahsın, borçlu olduğu bir kürr buğdayı, misli ile satın alması bu borç ayn ise
caiz olur; ancak, deyn ise, caiz olmaz. Ancak, bu da aynı mecliste olursa caiz
olur.
Borçlu şahıs, borç
olarak aldığı şeyde bir kusur bulsa bile, bu kusur sebebiyle, kendisinden alacaklı olan şâhsa müracaat
edemez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa, bir kürr buğday verip, müstakriz de bunu teslim
aldıktan sonra, bu
müstakriz, bizzat bu buğdayı,
mukriz'den satın alırsa; bu durumda, bu alış-veriş bâtıl (= geçersiz) olur. Ve,
bu borcun noksanını tazmin etmez.
Fakat, bu bir kürr
buğdayı, mukriz (= borç veren), müstakriz'e ( = borç alana) satarsa; bu
alış-veriş sahih olur. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, sağlam ve geçerli yüz dirhemi borç verir; müstakriz onu teslim aldıktan
sonra da, bu müstakriz, bu yüz dirhemi, mukrizden, on dinara satın alırsa; bu
alış-veriş sahih olur.
Ancak, bu alış-verişin
sahih olması hâlinde, taraflar, bu meclisten, yüz dirhemin bedeli olan on
dinarı teslim'den önce aynîırlarsa; bu sarf (= nakdi, nakidle satmak)bâtıl(=
geçersiz)olur.
Ancak, aynı meclisten
aynlınmadan bedel tesiim alınmış olursa; bahsi geçen bu akid sahih olur.
Şayet, dirhemleri borç
almış bulunan şahıs, bunları kalp veya geçmez bulursa; bunları geri veremez;
kusurları sebebiyle, borç veren şahsa da müracaat edemez.
Ancak, bunları hileli
bulur veya bu dirhemler bakır olursa; borç veren şahsa iade eder.
Aynı meclisten
ayrılmadan önce, on dinar peşin olarak verilir ve yüz dirhem de geçerli olarak
alınırsa, bu akid sahih olur.
Meclisten ayrılmış
olmaları hâlinde, bu sarf bâtıl olur. Bu durumda, borç alan şahıs, dinarlarını
geri alır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir şahsın borcu,
dinar veya fülüs cinsinden olur ve bu şahıs, bunları, dirhemler karşılığında
satın alır ve sonra da, kalp geçmez veya hileli bulursa; cevap, dinarlar
hakkında ki cevabın aynıdır.
Keza, kalp veya geçmez
olan fülüsler hakkındaki cevap da böyledir.
Ancak, fülüs hileli
olur ve taraflar, dirhemler alındıktan sonra, bir birlerinden ayrılmış
bulunurlarsa; bu akid caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Fetâvâyi Hulâsa'da
şöyle denilmiştir:
Borçta, teslim almadan
önce de, tasarrufta bulunmak sahihtir. Çünkü, böyle yapmak caizdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ticâret yapan köleye,
mükâteb'e, küçük çocuğa ve bunamış kimseye borç vermek caiz olmaz. Çünkü bu
gibi kimseler, üzerlerine vacip olmadığı hâlde iş yapan kimselerdir.
Bir kimse, küçük bir
çocuğa veya bunamış bir kimseye borç verir ve bunlar da, aldıkları bu şeyi zayi
ederlerse; ödemeleri gerekmez.
Ebû Süleyman'ın
müshalarında, "Bu sözün İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Mııhammod
(R.A.)'in kavli olduğu" yazılmıştır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bunlar da, zayi ettikleri bu şeyi öderler." buyurmuştur. Sahih
olan da budur.
Bir kimse, ticaretten
men edilmiş bir köleye borç verir; bu köle de, borç aldığı şeyi helak ederse;
bu şahıs, o köleden alacaklı olduğu şeyi, —bu köle azâd oluncaya kadar— alamaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, —emânet bırakılan şeyin alınması gibi— bu da alınabilir.
Borç veren şahıs, borç
vermiş bulunduğu malının bizzat kendsini, yukarıda söylediğimiz şahıslardan
hangisinin yanında bulursa, ondan alma hakkına sahiptir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Benim için, filan şahıstan on dirhem borç al." der; memur
edilen bu şahıs da, bu borcu teslim alır ve: "Âmire verdim." der;
âmir ise: "Almadım." diyerek bunu inkâr ederse; bu borcu, memurun
ödemesi gerekir. Âmire karşı söylemiş bulunduğu söze inanılmaz.
Bir kimse, diğer bir
şahsa: "Bana, şu kadar dirhem borç gönder." diye mektup yazıp, bu
mektubu, başka bir şahısla gönderir ve o şahıs da istenileni yollarsa; Ebû
Süleyman'ın, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan rivayet ettiğine göre, "o
yollanılan dirhemler, gelip âmire ulaşıncaya kadar, onun malı olmuş
sayılmaz."
Bir kimse, başka bir
şahsa, bir adam göndererek,—bu adam vasıtası ile—: "Bana, on dirhem borç gönder." der;
o da: "Olur." diyerek, o adamla on dirhemi gönderirse; o
adamın, aldığını ikrar etmesi
hâlinde, borç alınan şey helak olunca, bu borcu, âmir öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, bin dirhem borç almak üzere gönderir; bu şahsın aldığı borç da, bu
şahsın yanında iken zayi olur ve bu elçi, borç istemesi için
gönderilmiş bulunduğu şahsın,
gönderen şahsa borç verdiğini ikrar ederse; bu borcu, elçiyi
gönderen şahsın ödemesi gerekir.
Şayet bu elçi:
"Gönderildiğim şahıs bana borç verdi; ben de, onu helak ettim."
derse; bu durumda bu borcu, kendisi öder.
Hasılı kelâm:
"Borç almak üzere vekil tâyin edilen şahsa, borç vermek caizdir. Bundan
borç almak ise, caiz değildir.
Bir kimsenin, borç
almak üzere, bir şahsı elçi olarak göndermesi caizdir.
Âmir, bu vekili borç
için gönderirse; bu durumda borç, âmirin borcu olur.
Şayet, bu vekil, borcu
kendi nefsine izafe ederse; kendisi için borç etmiş olur. Ve müvekkilini, o
borçtan men edebilir.
Şayet müvekkil, bir
şeyi vekiline rehin olarak bırakırsa; vekil onu, borcuna karşılık olarak rehin
almış olur. Ve bu durumda rehin için bir ödemede bulunmaz. Füsûlü'I-Imâdiyye'de
de böyledir.
Bir şahıstan on dirhem
borç alan bir kimse, kölesini, onu teslim alması için gönderince, borç veren
şahıs: "Ben, onu efendine verdim." der; köle de: "Ben, onu
efendime verdim." diye ikrar eder; efendi ise, bunu inkar
ederek: "Köle, on
dirhemi teslim almadı."
dese; bu durumda, efendinin
sözüne inanılır. Kendisine bir şey gerekmez. Bu durumda, borç
veren şahıs da,
köleye müracaat edemez. BahruY-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, başka
birinden bir kürr buğday borç alır ve "bu buğdayın, kendi tarlasına
ekilmesini" emrederse; bu borç sahih olur. Bu buğday, borç alan şahsın
mülküne vâsıl olmuş bulunduğu için, o şahıs, bu buğdayı teslim almış olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahıstan, borç alarak dirhemler istediğinde, borç verecek şahsı, dirhemlerle
gelir ve borç isteyen şahıs, ona: "O dirhemleri suya at." der; o da
atarsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda, borç isteyen şahsa bir şey gerekmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin, bir
şahsa vekil olmuş bulunan bir şahsa borç vermesi, —müvekkil hazır bulunsun
veya bulunmasın— caiz olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, "filan şahıstan bin dirhem kalp para
veya geçmez dirhemleri aldığını" söyler ve bunları harcar; borç veren
şahıs da "bunların geçen dirhemler olduğunu" söylerse; İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, dirhemlerin kendisine vâsıl olmuş bulunması hâlinde, borç
alan şahsın sözü geçerli olur. Dirhemler kendisine vâsıl olmamışsa; borç alan
şahsın sözü tasdik edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kürr
buğday satın aldıktan sonra, satıcıya: "Bir kürr de borç ver." veya
"Şu bir kürrü bana borç ver." der ve "bunu da satın aldığı
buğdaya karıştırmasını" söyler; satıcı da öyle yaparsa; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.): "Bu şahıs, bu buğdayların
hepsini teslim almış olur." buyurmuştur.
imâm Muhammed
(R.A.)'de böyle buyurduğu rivayet olunmuştur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Borç olarak verilmesi
caiz olan her ariyetin (= ödünç verilen
şeyin) borç olarak
verilmesi caiz olur.
Borç olarak verilmesi
caiz olmayan ariyet ise, —sadece— ariyet olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde
de böyledir.
Bir başkasına bin
dirhem borcu olan bir şahıs, alacaklıya dinarlar vererek: "Bunları bozdur
da, hakkını al." der; o da, dinarları bozdurmadan ve hakkını almadan,
bunlar zayi olursa; veren şahsın malı olarak zayi olmuş olurlar.
Keza, bu dinarları
bozdurup, karşılığı olan dirhemleri teslim aldıktan sonra, fakat hakkını almadan
önce, bu dirhemler helak olursa; yine bu dirhemler, dinarları veren şahsın malı
olarak helak olmuş bulunur.
Şayet bu şahıs, bu
dirhemlerden hakkını aldıktan sonra, bunlar zayi olursa; bu durumda zayi
olanlar, dirhemleri teslim almış bulunan bu şahsın malı olarak zayi olmuş
olurlar.
Borçlu olan şahıs, bu
dinarları, alacaklı olan talibe vererek: "Bunları, hakkının yerine
al." der; o da alırsa; bu durumda, tazminat altına girmiş olur.
Matlûp, bu dinarları
talibe verir ve: "Bunları hakkının yerine sat." der; o da, bu
dinarları dirhemler karşılığında satar ve bunlar —ancak— hakkı kadar dirhem
ederse; hakkını almış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Borç veren şahsın
(= mukriz'in), borç alan şahıstan (=
müs-takriz'den), verdiği şeyin aynısını isteme hakkı yoktur. Borç alan şahıs,
aldığı şeyi, —aldığı şeyin aynısı ile değil de,— başkası ile ödeyebilir.
Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.
Yirmi kişi gelerek,
bir şahıstan borç ister, bu şahıs da, o yirmi kişinin istediğini onların isteği
ile, içlerinden birisine verirse; verdiğinin tamamını, o şahıstan isteme
hakkına sahip olamaz. O şahıstan, ancak kendi hissesine düşen alacağını
isteyebilir.
Bu hükümden, şu
mes'ele çıkmaktadır: Vekil tayin edilen kimsenin borcu teslim alması, —her ne
kadar, borç almaya vekil tayin etmek sahih oimasabile— sahih olur. Kunye'de de
böyledir. [152]
İstisna': Bir san'atkârla, bir şeyi yapması için bir
mukavele ekdetmektir.
Sipariş edilen şeyi
yapan san'atkâr'a sânı'; o şeyi yaptıran kimseye muşlasın', yaptırılan şeye ise
masnû' denir.
İstisna' (= takke,
mest, bakırdan ve tunçtan kap gibi yaptırılması örf ve âdet olan bir şeyi
yaptırmak) caizdir. Bu, istihsânen böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
—Vasfını beyân etmek
şartı ile— kendisinde teamül olan şeyleri yaptırmak caizdir.
Ancak, kendisinde
teamül olmayan şeyleri yaptırmak caiz olmaz. Câmiü's-Sağîr'de de böyledir.
Meselâ: Bir kimsenin,
mest yapan bir san'atkâra, ayaklarını göstererek: "Bana ayaklarıma
uygun gelecek şekilde, kendi köselenden bir mest yap." veya bir kuyumcuya:
"Bana, şu ağırlık ve şu vasıfta, kendi gümüşünden, bir yüzük yap."
demesi gibi istısna'lar caizdir.
Keza, bir kimsenin, su
satan bir şahsa: "Bana, bir pul karşılığında su ver." demesi veya
ücretle hacamat yaptırması; —bunlar halkın âdeti olduğu için— caiz olur.
İçeceği suyun miktarının belli olmaması veya hacamatın sırtının neresinden
yapılacağının bilinmemesi de, bu hükmü değiştirmez. Kâfî'de de.böyledir.
Yaptırılacak şey
hususunda, önce akdin yapılıp, sonra da, bu şeyin teslim alınmasından kısa bir
süre önce pazarlık yapılması caiz olur. Sahih olan da budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir san'atkâr için,
akid yaptığı şeyi yapıp yapmaması
hususunda muhayyerlik yoktur. San'atkâra, bu şeyi yapması hususunda
cebredilir.
İmûm-ı A'zam
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, bu san'atkâr
bu durumda muhayyerdir. Kâfî'de de böyledir.
Muhtar olan kavil de
budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Müstesnı' (- san'atkâr'a bir şey yaptıran şahıs)
muhayyerdir: Dilerse, yaptırdığı şeyi alır; dilerse almaz.
San'atkâr ise,
muhayyer değildir.
Esahh olan da budur.
Hidâye'de de böyledir.
Üzerinde akid yapılan
şey, kendisinde san'at uygulanacak olan şeydir. Bunun
içindir ki, bu
şey, san'atından dolayı
değil de, bu san'attan uzak olarak veya akidden önce san'atından
dolayı getirilirse; bu caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
San'atkârın yaptığını
göstermeden, o şeyi satması caiz olur. Sahih olan da budur. Hidâye'de de
böyledir.
Müstasnı', insanlar
arasında teamül olduğu şekilde belirli bir müddet içinde, o şeyin yapılmasını
isterse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu, selem olur. Ve bu durumda, selemin
şartları bulunmadıkça, ahş-veriş caiz olmaz. Burada muhayyerlik de yoktur.
Imâmeyn'e göre, bir
müddet belirtilmesi hâlinde de, o şey masnû' olarak baki kalır ve buradaki müddet lafzı, "o şeyin
acele yapılmasını bildirmek için" söylenmiş olur.
Ancak, müddet lafzı
ile, "insanlar arasında teamül olmayan bir müddet" irâde edilirse; bu
durumda, yapılan bu işlem, bi'I-icma' selem olur. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bu hüküm, "bir
aya (veya şu kadar zamana) kadar, şunu yap." denilmesi gibi, belirli bir
mühlet için, müddet istenilmiş olması hâlinde geçerlidir.
Ancak, müddet bildiren
lafız, "yarın yap."; "Öbür gün yap." gibi acele bildirecek
bir şekilde söylenmişse; bu durumda, bi'1-icma' senem olmaz. Fetâvâyi Suğrâ'da
da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
kimseye bir şey yapacak olur ve bilâhare de mesnu'un (= yapılan şeyin) ne
olduğu hususunda aralarında ihtilafa düşerler;
müstasnı' (= yaptıran
şahıs), sanı'a: "Sen,
benim sana söylemiş olduğum
şeyi yapmadın." dediği
hâlde, sânı': "Hayır, yaptım."
derse; âlimler: "Bu durumda, ikisine de yemin teklif edilmez."
demişlerdir.
Şayet, bir san'atkâr,
bir şahsa karşı: "Gerçekten sen, bana şu şeyi yaptırdın." diye iddia
ettiği hâlde, müddea aleyh bunu inkâr ederse; yine taraflar yemin teklif
edilmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [153]
Kendisinde ruhsat
bulunan ariyye ('atâ, bahşiş, atiyye) alış-veriş değil, bir bahşiştir.
Ariyye: Bir kimsenin,
bahçesinde bulunan bir hurma ağacının meyvesini, başka bir şahsa
bağışlamasıdır.
Ancak, bağışlayan
şahıs, bağışladığı şahsın her gün bahçesine girmesini hoş karşılamaz.âilesi bu
bahçede bulunduğu için, o şahsın oraya girmesine razı olmazsa; bu bağışından
vaz geçebilir.
Ancak, o şahsm zarara
uğramamasını temin için, bu yaş hurmaların yerine, kuru hurma verir. Bu
durumda, va'dinden dönmüş de olmaz. Bize göre, bu caizdir. Mebsût'ta da
böyledir.
Âlimler, kendisinden
nehy vârid olan ıynet hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir.
Bazı âlimler, ıynet'i
şöyle açıklamışlardır:
"Muhtaç bir
kimse, bir şahsa giderek, ondan on dirhem borç ister; borç verecek şahıs ise,
borç vermekle nail olamıyacağı fazlalığa tama' ederek, borç vermek istemez ve:
"Borç vermek bana kolay gelmiyor. Fakat, istersen; sana şu kumaşı on iki
dirheme satayım; aslında, bu kumaşın çarşıdaki kıymeti on dirhemdir. Sen de,
onu, on dirheme satarsın." der ve borç isteyen de buna razı olunca, borç
verecek şahıs, bu kumaşı, ona, on iki dirheme sattıktan sonra, bu müşteri, o
kumaşı çarşıda on dirheme satar. Bu' durumu da kumaş sahibi, iki dirhem kâr
eder. Borç isteyen de, —on iki dirhem borçlanarak— on dirhem borç almış
olur."
Bazı âlimler ise, bu
ıynet'i şöyle açıklamışlardır:
"Borç isteyen
şahısla, borç verecek olan şahsın arasına üçüncü bir şahıs girer; borç verecek
olan şahıs, borç alacak şahsa, bu kumaşı, on iki dirheme satıp teslim eder.
Sonra da, borç isteyen şahıs, bu kumaşı, o üçüncü şahsa on dirheme satıp,
kumaşı, ona^eslkn eder.
Daha sonra da, bu
üçüncü şahıs, bu kumaşı, borç verecek olan şahsa, on dirhem satarak, bu on
dirhemi ondan teslim alır ve borç isteyen şahsa teslim eder.
Böylece, borç isteyen
şahıs, on dirhem borcu almış; borç veren de, iki dirhem kazanmış olur."
Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Böyle yapmak caizdir. Böyle yapan mükâfaatlanır." buyurmuştur.
Muhtâru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Zamanımızın halkının,
faiz ah^-vermek hususunda
hîle ile, alış-veriş olarak,
vasıflandırıp, adını da bey'-i vefa koyduğu şey, hakikatte rehindir.
Bu şekilde satılarak
müşterinin elinde bulunan şey, mürtehîn'in ( = kendisine rehin bırakılan
şahsın) elindeki rehin gibidir. Yani, müşteri, o şeye mâlik olamaz ve ona
menfâat denilemez. Ancak, o şeye, sahibinin izni ile mâlik olabilir. Onun
meyvesinden yerse, tazmin eder. O şey elinde helak olursa; borç sakıt olur.
Fazlalığında, —kendi sun'u dışında helak olması hâlinde- tazminat gerekmez.
Satıcı borcunu
ödeyince, onu geri isteyebilir.
Bize göre, hüküm
bakımından, rehin ile ıynet arasında bir fark yoktur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
es-Seyyid Ebî Şücâ'
es-Semerkandî, Kâdî Aliyyü's-Sağdî el-Buhârî ve imamlardan pek çoğu buna göre
fetva vermişlerdir, Muhıyt'te de böyledir.
Bunun şekli şöyledir:
Satıcı, müşteriye: "Şu şeyi, sana,
borç mukabilinde sattım. Borcunu ödediğin zaman, o şey benimdir." veya
"Bunu, sana, şu kadara sattım. Gelirini sana verdiğim zaman, sen de,
aynını bana verirsin." der; Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Sahih olan: "Gerçekten, aralarındaki akid, alış-veriş
lafzı ile cereyan etmişse; o şey rehin olmaz.
Sonra, duruma bakılır:
Eğer, satışta fesh şart koşulmuşsa, feshedilir.
Şayet, satışta böyle
bir şey söylenmemiş ve alış-veriş lafzı zikre-dilmişse, İmâmeyn'e göre, bu
alış-veriş bey'-i gayr-i lâzım'dır. (= kendisinde, muhayyerliklerden birisi
bulunan, geçerli bir alış-veriştir ki, sadece muhayyer olan taraf bunu
feshedebilir.)
Şayet satış, şartsız
olarak zikredilmiş, sonra da, nasihat kabilinden şart söylenmişse; bu durumda,
alış-veriş caiz olur ve söylenilen sözde durmak gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Nesefiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, evini,
başka bir şahsa, belirli bir bedel karşılığında, bey-i bi'I-vefa (= bir malı,
bedeli geri verilince, iade etmek üzere, bir şahsa belli bir bedelle satmak)
ile satıp, teslim-tesellümden sonra, satan şahıs, o evi, satın alan şahıstan,
icâre şartlarına uygun bir şekilde icarlayıp teslim alsa; bir müddet zaman
geçtikten sonra, satan ve kiralayan şahsın ücret vermesi gerekir mi?
İmâm Nesefî:
— "Hayır gerekmez."
buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bağını
bey'-i bi'I-vefâ ile satıp, alıcıya teslim ettikten sonra, bu bağı satın alan
şahıs, onu, bir başkasına satıp teslim ettikten sonra gaip olsa; ilk satıcı, bu
ikinci müşteriyi dava ederek, bağını geri alabilir.
Keza, ilk satan
şahısla diğer iki müşterinin ölmeleri hâlinde, bağ sahibinin vârisleri, ikinci
müşterinin vârislerine; ikinci müşterinin vârisleri, birinci müşterinin
vârislerine, onlar da ilk satıcının vârislerine müracâat ederler ve verdikleri
bedeli geri isterler. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Ebû'l-Fadrin
Fetvâlan'nda zikredildiğine göre, İmâm Fadlî'den sorulmuş:
— Bir erkekle bir
kadının, müştereken bir bağlan olur ve kadın hissesini, o şahsa, "bedelini getirince, hissesini geri
vermesi şartiyle" sattıktan sonra, o şahıs kendi hissesini satarsa; bu
durumda kadının şuf a hakkı var mıdır?
îmâm, şu cevabı
vermiş:
— Eğer satış, muamele
satışı ise, kadın için şüf'a hakkı vardır. Bu durumda, bağdaki
hissesinin kadının kendi elinde
veya o şahısta bulunmasının arasında da bir fark
yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
Attâbiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bey'-i bi'I-vefâ ile
bey'-i muamele (= muamele satışı) aynı şeydir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [154]
Telcîe: Bir işin
zaruretinden neş'et eden bir akiddir. Telcie, med-fûun ileyh gibi olur.
Telcie, üç şekilde
olabilir:
1) Telcie,
satılan şeyin kendisinde olabilir.
Şöyltki: Bir kimse,
bir başka şahsa: "Gerçekten, ben açıklıyorum; evimi sana sattım."
dediği halde, aslında ortada alım-satım olmaz. Böyle söyleyen şahıs, bu sözü
üzerine şahit edinir. Sonra da, bu evi, açıkça satar.
Bu ahş-veriş bâtıldır,
(geçersizdir.)
2) Telcie,
bedelde olabilir.
Şöyleki: Taraflar,
"bedelin ,bin dirhem olduğu hususunda" gizlice anlaşırlar ve açıktan
da iki bin dirheme ahş-satış yaparlar.
Bu durumda, o malın
bedeli, gizlice anlaşmış oldukları bedeldir.
Sonradan yaptıkları
şey, —şaka gibi— fazladan bir şeydir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un: "Gerçekten bedel, açıkça söylenen bedeldir." buyurduğu da
rivayet olunmuştur.
3) Telcie
yine bedelde olabilir.
Şöyleki: Taraflar,
gizlice "bedelin bin dirhem olduğu hususunda" ittifak ettikleri
hâlde, açıktan, yüz dinâr'a alım-satım yaparlar.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Kıyâsen, bu akid bâtıldır. (-geçersizdir.) İstihsanda ise, yüz dinar
sahihtir. Hâvî'de de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bey'-i telcie, mevkuftur. (- alanın ve satanın iznine
bağlıdır.)
Şayet alan da, satan
da, bu satışa izin verirlerse, bu satış caiz; reddederlerse bâtıl (= geçersiz)
olur. Tehzîb'de de böyledir.
Taraflar, yapılmamış
olan bir alım-satımı ikrar etme hususunda ittifak edip, böylece de ikrarda
bulunsalar, bu bâtıldır. Ve bu durumda, taraflardan ikisinin de izin vermeleri
caiz olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Taraflardan birisi,
telcie olduğunu ikrar ettiği hâlde, diğeri bunu inkâr ederse, —varlığını iddia
eden şahsın beyyinesi kabul edilir. İnkâr eden şahsın da, yemin etmesi gerekir.
Tehzîb'de de böyledir. [155]
Nasrâniye (= hıristiyan'a) zünnar ve mecûsiye şapka satmak
mekruhtur.
Bir kimsenin,
gümüşlenmiş konçsuz bir ayakkabıyı, giymek için satın aldığım bildiği bir şahsa
satması mekruhtur.
Allaha karşı geldiği
bilinen bir şahsa, genç bir köleyi satmak mekruhtur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin, yol
üzerinde bulunan ve yolun geniş olmasından dolayı, o şeyin üzerine oturmanın
insanlara zarar vermediği bir şeyi satmasında bir beis yoktur.
Ancak, bu hâl
insanlara zarar veriyorsa, muhtar olan kavle göre, onu ahp-satmamak gerekir.
Müşteri olmayınca, kimse onu satın almaz. Onu satın almak, günâh işlemeye
yardım etmek olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir tüccardan, bir şey
satın alan şahsın, ona: "...helâl mi, haram mı?" diye sorması gerekir
mi?
Alimler, şöyle
demişlerdir: "Duruma bakılır: Eğer, o beldede ve o' zamanda helâl galip
ise, "...helâl mi, haram mı?" diye sormaya gerek yoktur. Hüküm ,
zahire bina kılınır.
Eğer, haram galebe
çalıyor veya satıcı, hem helâl, hem de haram satıyorsa; bu durumda, ihtiyaten
"...helâl mi, haram mı?" diye sorulur." [156]
Haram kazanan
bir şahıs ölünce,
uygun olan, vârislerinin, durumu araştırmalarıdır.
Şayet, bu haranı
kazancın nereden ve kimden temin edildiğini öğrenirlerse; onu sahibine geri
verirler.
Öğrenememeleri hâlinde
ise, o şeyi tasadduk ederler.Fetâvâyi Kâdı-hân'da da böyledir.
Bir kimse,
satılmasının gerekli olduğunu bildiği bir şeyi satar ve açıklama yapmazsa; bâzı
âlimlerimiz: "Bu şahıs, fâsık ve merdûd olur; şehâdeti kabul
edilmez." demişlerdir
Sadru'ş-Şehîd ise:
"Biz, bu kavli kabul etmeyiz." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.
On küçük dirheme, bir
şey satın alan şahsın verdiği dirhemler içinde, büyük dirhemler de bulunur;
ancak, veren bunun farkında olmazsa; satıcının, bu büyük dirhemleri alması
helâl olmaz. Ve, o şahıs, bunları ihtiyacı için harcayamaz.
Belh'Ii âlimlerden
soruldu:
— Yenilen toprak
satılabilir mi? Şu cevap verildi:
— Satılması
bana hayret vermedi.
Ancak, onun yenilmesi zararlıdır; yiyeni öldürebilir.
Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Serahsî'den soruldu:
— Kendisinden içki yapılan, sıkılmış şıranın
satılıp satılamıyacağı hususunda ne dersiniz?
İmâm şu cevabı verdi:
— Bu şırayı satmak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre mekruh değildir. İmâmeyn'e göre ise, bunun satışı, caiz olmakla birlikte
mekruhtur.
Ancak, içki yapan
kimseye, üzüm satmak, bunun hilâfınadır. Hulâsa'da da böyledir.
Âlimler: "Bir
kimsenin, bir kâfire, boğulmuş veya başına vurularak öldürülmüş bir koyunu
satmasında bir beis yoktur.'' demişlerdir.
Bir kimsenin, bir
başka şahıstan, bedel-i misille, bir şey satın almasından sonra, diğer bir
şahsın, almak için değil de, fiatını artırmak için, o
mala fazla fiat
vermesi mekruhtur. Ve
böyle yapmak yasaklanmıştır.
Ancak, bu şeyi alacak
olan müşteri, ona, değerinden az fiat veriyorsa; bu durumda, müşterinin, o şeye
gerçek değerini vermesini temin maksadı ile, başka bir şahsın, —onun
verdiğinden— fazla fiat vermesinde bir beis yoktur. Hatta, böyle yapmakla ecir
vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,
ihtiyacından dolayı, bir malını satarken, alıcı, düşük fiat verirse; bir
başkasının, ona —değeri kadar— yüks.ek fiat vermesinde bir sakınca yoktur.
Bu davranış, kötü bir
davranış değil; övülecek bir davranıştır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Fakir bir kimsenin
malını, değerinden fazlasına satmasında bir sakınca yoktur.
Bulunmayan bir şeyi
de, bedelinden fazlaya satmakta bir beis yoktur.
Başka bir şahsın satın
almak istediği bir şeyi, satın almak mekruhtur.
Başkasının almak
istediği bir şeyin fiatını artırmakla, istiyâm arasında şu fark vardır: Bir
kimse, bir şeyini satmak için bir şahsı davet eder, o şahıs da, bu davetten
dolayı, o mala bedeli ile talip olur; bir başkası da, onun verdiği fiattan
fazlasını vermezse; bu istivam olur.
Mal sahibinin davetinden
vaz geçmemesi hâlinde, başka bir şahsın, o mala, fazla fiat vermesinde bir beis
yoktur.
Bu şekildeki satış
ise, müzâyede'dir; istiyam değildir.
Bîr tellâl,bir malın
satılması için yüksek sesleîlandabulununcabir şahıs o mala talip olur ve
tellala: "Sahibine sor." der ve bu arada, bir başka şahıs bu mala
daha fazla fiat verirse; bunda bir beis yoktur.
Şayet tellal, mal
sahibine haber verir; o da:"Sat." der; tellal da satıp bedelini
aldıktan sonra, başka bir şahsın, o malın fiatını artırma hakkı olmaz.
Bu ise, istiyamdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir belde halkında
kıtlık varken bir şeyi, bâdiyeden bir şahsa pahalı bir bedelle satmak
mekruhtur.
Kıtlık olmaması
hâlinde, pahalıya satmakta bir beis yoktur. Kâfî'de de böyledir.
Müctebâ'da, bu husus
şöyle açıklanmıştır:
Meselâ: Bir köylü,
şehire yiyecek getirir, şehirli bir şahıs da, o köylüye vekil olarak, getirdiği
şeyi pahalı olarak satar. Bu açıklama esahhtır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Cum'a ezanı okunurken
alış-veriş yapmak mekruhtur.
Burada ezandan maksat,
zeval vaktinden sonra okunan ezandır. Kâfi'de de böyledir. [157]
Bir kimse, fâsid bir
bey' ile satın alıp, karşılıklı teslim ve tesellümde de bulunduktan sonra, bu
müşteri o cariyeyi, kâr-ı ile satarsa; bu kâr'ı tasadduk eder.
Ancak, bu şahsa satan
şahıs, o cariyeyi, kâr'ı ile geri satın alırsa; bu kâr helâl olur. Tebyîn 'de
de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahısta bin dirhem bulunduğunu iddia eder, o şahıs da, bu bin dirhemi öder;
teslim alan şahıs ise, bu bin dirhemi
kâr'ı ile bozdurduktan sonra, ikisi de, borcunun kalmadığına inanırsa; bu kâr
tıyb (= temiz) olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
kimseden, ayda on dirhem ödemek üzere, bin dirhem borç isteyip alır ve ondan
kâr ederse; bu kâr helâl ve temiz olur.
Hîşam'ın Nevâdiri'nde
şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:
— Bir kimse, bir şahsa
buğday sattıktan sonra, aynı buğdayı diğer bir kimseye daha satar; bu ikinci
müşteri, o buğdayı teslim alır ve zayi ederse; önceki müşteri, muhayyer olur:
İsterse, bu alış-veriş akdini bozar; isterse, bu buğdayın benzeri olan, başka
bir buğdayı alır. Şayet bu birinci müşteri, o buğdayın benzerini alıp, onu,
re'sü'I-mâl'den ( =sermâyeden) fazlasına satarsa; durum ne olur? İmâm şöyle
buyurdu:
— O fazlalık temizdir
ve helâldir. Ben, şöyle dedim:
— İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.), onun tasadduk edilmesini söyledi. İmâm Muhammed (R. A.), buna razı
olmadı ve şöyle buyurdu:
— Eğer, onun kıymetini, dirhem cinsinden fazla
olarak alırsa; bu durumda, o fazlalığı tasadduk eder.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin satın
alıp, teslim aldığı köle, bu şahsın yanında ölür ve bu şahıs, onu önceden satın
almış olduğuna beyyine getirirse; onun kıymetini öder ve bu bedelin fazlasını
tasadduk eder.
İbn-ü SemâVnm Nevâdiri'nde,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a şöyle sorulduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsa "bin dirheme, bir eşya satın almasını" emrettiği hâlde, me'mur
o şeyi, o beldenin parası ile satın alıp, âmire verir; âmir ise, bu eşyaya
bedel olarak buğday verirse; bu durumda, fazlalık helâl olur mu?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Eğer âmir, bu
fazlalığı biliyor ve bunu helâl ediyorsa; helâl olur.
— Eğer bilmiyorsa, durum ne olur? denilince,
İmâm, bir cevap vermedi. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesini gasbedip, onu, bir başka köle karşılığında sattıktan sonra, bu
ikinci köleyi de satıp bir yer alır; bilâhare de, bu yeri dirhemler
karşılığında satarsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, gasbedilen kölenin
bedelinden fazla olan kısmı, tamamen tasadduk edilir.
Keza, bir kimse,
gasbettiği bin dirhemle bir köle satın alıp, bilâhare, —bu köle karşılığında—
iki köle satın alır; sonra da, bunları vererek bir yer satın alır ve onu da,
—bu bin dirhemin— fazlası ile satarsa; —aslını değil— bu fazlalığı tasadduk
eder.
Kâdî ise.her iki
mes'elede de: "Bu fazlalık temizdir." buyurmuştur.
Bir kimse, bey'-i
fâsid'le satın almış olduğu cariyeyi
vererek, bunun karşılığında başka bir câriye satın alırsa; o şahsın, bu ikinci
cariyeye cima' etmesi caiz olur; ilk cariyeye cima' etmesi ise, caiz olmaz.
Kâdî, şöyle
buyurmuştur:
Bu şahıs, bu ikinci
cariyeyi satarsa;, önceki cariyenin bedelinden fazla olan kısmı, tasadduk eder.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
fâsid satışta muvafakat etmiş ve: "Bir kimse, bir şeyi fâsid bir bey' ile
satın alır ve bunu da, karşılığında bir yer alarak satar; bilâhare de bu yeri,
fâsid bir satışla satarsa; aldığı bedelin, ilk satın aldığından fazlasını
tasadduk eder. Fâsid bey', gasb'tan daha şiddetlidir." buyurmuştur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimse, başka birinden bir ev
satın alır ve satıcı da, bu evi,—önceden— kiraya vermiş bulunursa; müşterinin:
"İcar müddeti tamamlanınca, ben oturacağım." demesi hâlinde, bu
alış-veriş caiz olur.
Bu durumda kira ücreti
satıcıya aittir. O, bu ücreti tasadduk eder. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, belli bir,
tavuğu, beş yumurta karşılığında satın alır ve bu şahıs teslim almadan, o
tavuk, beş tane yumurta yumurtiarsa, bu tavuğu da, yumurtladığı beş yumurtayı
da, bu müşteri alır.
Bu durumda, bu
müşterinin, bir şey tasadduk etmesi de gerekmez.
Şayet satıcı, o beş
yumurtayı zayi eder, tavuğun kıymeti de, on yumurtaya yükselirse; bu durumda
müşteri, tavuğu ve üç yumurta bir de, bir yumurtanın üçte birini alır.
Şayet bu şahıs, beş
yumurta karşılığında, belirli olmayan bir tavuğu alır ve bu tavuk da, teslim
almadan önce, beş yumurta yumurtiarsa, müşteri bu yumurtaları tasadduk eder.
Şayet satıcı, bu beş
yumurtayı zayi ederse; müşteri tavukla birlikte, üç tam yumurta, bir de, bir
yumurtanın üçte birini alır, Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir müd yaş
hurma karşılığında, belli olmayan bir hurma ağacı satın aldığı halde, onu
teslim almaz; bu ağaç da, yaş hurma verirse; bedel, hurma ağacının kıymeti ile
verdiği yaş hurmanın kıymetine taksim edilir. Yani, ağaçta yetişen hurmadan,
verdiği bedelin hissesine düşen kadarı müşteriye aittir; kalan fazlalığı bu
müşteri tasadduk eder.
Ancak müşteri, bu
hurma ağacını, bizzat üzerindeki yaş hurma ile satın alırsa; bu da caiz olur ve
bu durumda müşterinin hiç bir şey tasadduk etmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, bir
nasrâniy'ye, bir dirhemi iki dirheme sattıktan sonra, bu nasrânî müslüman
olursa, satıcı bunu tanıyorsa, fazlalığı
ona geri verir. Tanımıyorsa, bu fazlalığı tasadduk eder.
Fâsid alış-verişle,
bir câriye satın alan bir kimse, teslim aldıktan sonra onu satar; bilâhare de
hâkim* onu önceki satıcıya kıymeti ile hükmederse; bu şahıs, cariyenin
kıymetindeki fazlalığı, tasadduk eder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
Bulunan şeyler,
fakirler için, kıyâs üzere temizdir. Buluntular, müşteri için temiz değildir.
Müşteri fakir olsa bile, bu böyledir. Çünkü bu, günâhla kazanç temin etmek
oluyor.
Buluntu mal, —onu
tasadduk etmese bile— fakir için temiz olmaktadır.
Kâr'ını tasadduk
etmesi gereken bir kimse, kâr'ının kâr'ı ile kazanç temin etse, bunların tamamı
kâr olur ve fazlasını tasadduk etmesi gerekir.
Bir kimse, gasbettiği
veya emânet aldığı yahut müdârebe yaptığı bir mal ile kâr elde ederse, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, fazlalığı tasadduk eder.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, fazlalık bu şahıs için temiz ve helâl olur.
Bir kimse, bir şeyi
gasbetmeyip satın alır, ancak, bu şeyin bedelini gasbettiği bir şey ile öderse
veya gasbedilmiş bir yeT satın alır da bedelini bir başka şahıs öderse; İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, —bundan elde ettiği şey— temizdir.
îmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'de: "...tasadduk etmez." buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir kimsenin, bin dirheme satın
aldığı câriye satıcının yanında iken doğurur;
sonra da, müşteri onları teslim alır ve bunların kıymeti, müşterinin ödediği
bedelden fazla olursa; bu durumda, bu fazlalık helâl olur.
Şayet, bu câriye ve
çocuk satıcının yanında iken öldürülürse, bu durumda müşteri muhayyer olur:
Şayet alacağı ücret, diyet bedelinden fazla olursa; bu fazlalığı tasadduk eder.
Sadece çocuk öldürülmüş
olursa; onun hissesine düşen fazlalık tasadduk edilir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimsenin bin
dirheme satın aldığı bir köleyi, henüz bu müşteri teslim almadan önce, başka
bir köle öldürür ve öldüren köle, ölenin yerine, bu müşteriye verilir ve bunun
kıymeti de, ölen kölenin kıymetinden fazla olursa, bu fazlalığı tasadduk
etmesi gerekmez.
Ancak bu şahıs, bu
köleyi kıymetinden daha fazlaya veya daha aza satarsa; bu durumda, fazlalığı
tasadduk eder.
Bu şahıs, bu köleyi
bir yer karşılığında satarsa; o zaman bir şey tasadduk etmesi gerekmez. Aldığı
yerin bedeli fazla olsa bile bu böyledir.
Bu şahıs, bu yeri
dirhem ve dinarlar karşılığında satar ve bunda da fazlalık olursa, o zaman
cinayet gününde, verilen kölenin kıymetine bakılır: Şayet fazlalık yoksa, hiç
bir şey tasadduk edilmez. Eğer bir fazlalık varsa, onun elde bulunup
bulunmadığına bakılır: Fazlalık elde bulunuyorsa, tasadduk edilir. Muhiyt'te de
böyledir.
Hasan bin Ziyâd,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse, başka bir
şahıstan, elli dirhem kıymetindeki bir kürr buğdayı gasbedip, onu, yüz dirheme
sattıktan sonra, buğday sahibine tazminatta bulunursa; fazla olan miktarı
tasadduk eder.
Gasbedilen şey kumaş
olmuş olsaydı, fazlalığın tasadduk edilmesi gerekmezdi ve bu fazlalık o şahıs
için temiz olurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin bin
dirheme satın aldığı, iki bin dirhem değerindeki bir köle, henüz satıcının
yanında iken öldürülürse, bu durumda müşteri muhayyerdir. İsterse, verdiği bin
dirhemi geri alır. İki bin dirhemin, bin dirhemini tasadduk etmez.
Hatta, bu iki bin
dirhemin bini zayi olsa, yine bir şey tasadduk etmez.
Şayet, bu bin dirhem
de zayi olmaz ve köleyi bunun kâr'ı ile satın alırsa, bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu iki bin dirhemden bin dirhemini ve onun kâr'ını
tasadduk eder.
imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, bin dirhemin kârını tasadduk etmez.
İki bin dirhemden bini
harcadıktan sonra, helak olursa; bin dirhemi tasadduk etmesi gerekir.
Şayet, müşteri, katil
ile, —katilin— kölenin bedelini vermesi üzerine anlaşma yapar ve bu köleyi
azâd ederse; bu durumda, bir şey tasadduk etmesi gerekmez.
Şayet müşteri, bu
köleyi bir mal karşılığında azâd eder veya bir mal karşılığında onu mükâtebe
ederse; yine bir şey tasadduk etmesi gerekmez.
Ancak, bu köleyi
teslim aldığı zaman, onun kıymeti, re'sül-mâlden (= sermayeden) ve kendisine
karşılık olarak azâd edildiği kıymet de re'süM-mâlden fazla ise, bu durumda,
müşteri fazla olan bu değeri tasadduk eder. Muhıyt'te de böyledir. [158]
İhtikâr, yiyecek
cinsinden olan bir şeyi, —darlık ve pahalılık zamanını beklemek üzere,
şehirlerde— satmaktan kaçınmak ve böylece insanlara zarar vermektir.
İhtikâr mekruhtur.
Hâvî'de de böyledir.
İhtikâr yapan şahsa
muhtekir denilir.
Muhtekir'ehıker(=
madrabaz) de denilir.
Hukre, madrabazlık
demektir.
Pahalansın diye
saklanılan mala da haker ve mahkûr denilir.
Bir kimse, aynı
şehirde yiyecek maddesi satın alıp, saklar; fakat bundan şehir halkı zarar
görmezse; böyle yapmasında bir beis yoktur. Tecnîs'te de böyledir.
Bir kimse, bir şehrin
yakınından yiyecek maddesi satın alıp, bunu saklar ve böyle yapması şehir
halkına zarar verirse; o kimsenin böyle yapması da mekruh olur.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir., İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan gelen iki rivayetten biri de
böyledir.
Muhtar olan da budur.
Gıyâsiyye' de de böyledir.
Sahih olan da budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtı'de de böyledir.
Câmiu'l-Cevâmî'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, yiyecek
maddesini, uzak bir yerden getirir ve bu şehirde ihtikâr yaparsa, ondan men
edilmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
şehirden yiyecek maddesi satın alıp, onu başka bir şehre götürür ve orada
ihtikâr yaparsa, bu da mekruh olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, tarlalarını
sürüp zirâat yaparak elde ettiği mahsûlü saklarsa; böyle yapmakla muhtekir
olmaz.
Fakat, efdâl olan,, bu
gibi kimselerin, ihtiyaçlarından fazla olan mahsûllerini satmasıdır. Bu da,
insanların fazla ihtiyaç içinde olmaları hâlinde söz konusu olur. Muzmarât'ta
da böyledir.
Saklama müddetinin az
olması hâlinde, ihtikâr söz konusu olmaz. Bu müddet uzun olursa; ihtikâr olur.
Alimlerimiz:
"Uzun olma müddeti bir aydır." demişlerdir. Saklama müddeti bir aydan
az olursa; bu müddet, az sayılır.
Farklı ihtikârlar
vardır. Bir yiyecek maddesini, pahalansın diye bekletmekle; kıtlık olsun diye
bekletmek arasında fark vardır. Ve, kıtlık olsun diye bekletmek, pahalansın
diye bekletmekten daha vebâliidir.
Ahnıp-satılan bütün
yiyecek maddelerinde ihtikâr söz konusudur. İhtikâr, bazı yiyecek maddeleri ile
sınırlandırılmış değildir. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, —sadece, yiyecek maddelerinde değil— umuma zarar veren
her şeyde ihtikâr olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, insanların ve hayvanların yiyeceği olan şeylerde,
ihtikâr olur. Hâvî'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Eğer şehir halkının
helak olmasından korkulursa, muhtekiri, malını satması hususunda, icbar etmek,
imâmın (= devlet başkam veya onun görevlendirdiği kimsenin) vazifesidir.
İmâm, bu muhtekire:
"Sen de, diğer insanların sattığı gibi sat." der.
Bu şahsın, o yiyecek
maddesini, diğer insanların sattığının mislinden fazlaya satması halkı aldatma
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [159]
Bi'1-icma* narh (=
devlet başkanının veya görevlendireceği kimsenin eşyanın fiatlarını tayin ve
tesbit etmesi) yoktur.
Ancak, yiyecek satan
kimseler, —nasihat ve tenbihlere rağmen— bunları haddinden fazla fiatlarla
satmaya devam edip dururlarsa, bu durumda, veliyyü'1-emr, —müslümanların
hukukunu korumak için— başka bir yol bulamaz ve ancak narh ile koruyabilirse;
bu husustaki ehil kimselerle istişare ederek, narh koyabilir.
Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Imadiyye'de de böyledir.
Bir ekmekçi, narh
olduğu hâlde, ekmeği fazla fiata satarsa; bu satışı caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ticâret yapan
kimselerin, bir şeyi, veliyyü'l-emrin
takdir ettiği fiattan satması caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimsenin ihtikâr
yaptığı, hâkime şikâyet edilince; hâkim bu muhtekire, "kendisinin ve aile
efradının ihtiyacından fazla olan malı satmasını emreder. Ve, o şahsa,
"ihtikârdan vaz geçmesini" söyler.
Muhtekir, ihtikârdan
vaz geçerse ne âlâ... Şayet vaz geçmezse; durum yine hâkime haber verilir ve:
"Muhtekir, âdetinde ısrar ediyor." denilir.
Hâkim, bu muhtekire
öğüt verir ve onu tehdit eder.
Şayet, bu şahıs, aynı
sebeple, yine hâkime şikâyet edilirse; hâkim, ona ta'zir cezası uygular ve
ayrıca onu hapseder.
Kudûrî Şerhı'nde şöyle
denilmiştir:
İmâm (= devlet başkanı
veya onun vekili), şehir halkının açlıktan helak olacağından korkarsa;
muhtekirin elinde bulunan yiyecek maddelerini alıp muhtaç olanlara dağıtır.
Sonra da, aldığı
şeylerin mislini bulunca, bunları o şahsa iade eder. Muhıyt'te de böyledir.
Muzmarât'ta şöyle
zikredilmiştir:
Hâkim, bir muhtekirin
malını, onun rızâsı olmadan satabilir mi?
Bu ihtilaflıdır.
Ancak,
"Bi'I-ittifak satabilir." diyenler de vardır,
Mültekıt'ta şöyle
zikredilmiştir:
Halkın helak
olmasından korkulursa, yiyecek malı getiren şahsa emredilerek, onun da,
muhtekirin sattığı gibi satması temin edilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Belde halkına zarar
verdiği zaman, ihtikâr haberinin yayılması mekruhtur.
Ancak, zarar
vermiyorsa, bu haberin yayılması mekruh olmaz.
Meselâ: "Yiyecek
maddesi getiren bir kafileye karşı gidip: "Şehirde, bu malın kıymeti
şudur." diye haber verip, o malın fiatını yükseltmek mekruhtur. Muhıyt'te
de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bedeviler Kûfe'ye
gelerek, Küfe halkına zarar verecek şekilde yiyecek maddelerini çekmek
isteseler, men edilirler. Nitekim, belde ehlinin de böyle yapmalarına mâni
olunur.
Hükümdar, ekmek yapan kimselere, "belirli bir gramajdaki ekmeği, bir
dirheme satmalarını" söyleyip,
"bundan noksan
yapmayın." diye bildirdiği zaman, bir kimse, ekmekçilerden birinden, bir
dirheme, belirlenen gramajda bir ekmek satın alır; ekmekçi ise, "ekmek
noksan olur da, hükümdar beni dövdürür diye" korkarsa; onu yemesi helâl
olmaz. Çünkü o, mânâ bakımından mekruhtur.
Bunun çâresi: Müşteri,
ekmekçiye: "Bana, sevdiğin gibi ekmek sat. derse; bu durumda, satış sahih,
ekmek helâl olur.
Şayet müşteri,
hükümdarın emrettiği gramajdaki ekmeği, bir dirheme satın aldıktan sonra,
ekmekçiye: "Satışa izin verdim." derse; bu ahş-veriş caiz olur.
Müşterinin de ekmeği yemesi helâl olur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir. [160]
Bakıra ilaç katarak,
onu beyazlaştınp, gümüş hesabı ile satmak mekruhtur.
Keza, dirhemleri,
başka memleketlerin darbı gibi darbetmek, —bunlar geçerli olsalar bile—
mekruhtur.
Fakat, bir kimsenin,
kendi ehli için, gümüşe bakır katmasında bir beis yoktur.
Bez satan kimsenin,
bezine, yumuşasm diye.su serpmesi caizdir. Nitekim, bir kimsenin, satmak için,
cariyesini süslemesi de böyledir.
Taze elbise ile eski
elbise giymek kerihtir. Eti, za'ferân ile boyamak mekruhtur.
Safî olmayan, katışık
olan bir şeyi alıp satmakta, bir beis yoktur. Ancak, topraklı buğday gibi,
karışan şeyin açıkça belli olması gerekir.
Bir kimse, böyle bir
buğdayı öğütürse; durumunu açıkça söylemedikçe, satılması caiz olmaz.
Bir kimsenin;
ekmekçi, kasap ve
benzerlerinin yanına, —önceden—
dirhemler koyup da, ondan istediği şeyi alması mekruh olur.
Ancak, dirhemleri
bırakır ve istediği zaman bunları o şahıstan alarak, bu dirhemlerle istediği
şeyi satın alırsa; bu mekruh olmaz.
Şayet, bu paraları, o
şahsa, alış-veriş cihetinden verirse; tazmini gerekir.
Eşyanın revaç bulması
için yemin etmek yoktur.
Ebû Bekir el-Belhî:
"Bir kimsenin, satacağı şeyin kabını açarken, Peygamber (S.A.V..)
Efendimiz üzerine salavât-ı
şerîfe getirmesi,
istismarcılığından dolayı günâhtır." buyurmuştur.
Keza, ekincinin, ekin
ekerken, bu şekilde, "Lâ ilahe illallah'* demesi de mekruhtur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Küçük bir çocuk,
bakkala para veya ekmek getirerek, ondan tuz ve sabun gibi ev için faydalı olan
bir şey isterse; ona, istediği şeyi satmak âizolur.
Şayet bu çocuk,
bakkaldan ceviz, fıstık gibi, çocukların kendi nefisleri için almaları âdet
olan bir şeyi isterse; ona satış yapılmaz.
"Ben bulûğa
eriştim." diyerek alış-veriş yapan bir çocuk, sonradan "Ben, bulûğa
erişmiş değilim." derse; bulûğa eriştiğini söylediği zaman, yaşı on iki
veya daha fazla olduğu için, bulûğa erişmiş olma ihtimali bulunursa; bu
durumda, bulûğa erişmiş olduğunu inkâr etmesine itibâr edilmez.
Şayet, bu çocuğun
yaşı, on ikinin altında ise; bu durumda, "bulûğa eriştim." demesi
sahih olmaz; bunu inkâr etmesi sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin elinde
bir bez bulunur ve "Filan şahıs, bunu satmam hususunda beni vekil tayin
etti ve on dirhemden aşağıya vermememi söyledi." der; bir başka şahıs da,
o bezi, dokuz dirheme almak ister ve kalbinden "bu adam, bezin on dirheme
satılması için böyle söyledi" diye geçerse, onu satın almasına müsâade
vardır. Şayet, kalbinden böyle geçmemişse,
bu bezi bu şekilde almasına ruhsat yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin, küçük
çocuğun ünsiyeti için, testiden yapılmış bir öküz veya at satın alması sahih
olmaz. Onun bir kıymeti de yoktur. Bu şeyi telef eden kimsenin, onu tazmin
etmesi de gerekmez.
Bir kimse, haramdan
kazandığı maldan vererek bir şey satın aldığında; eğer satıcıya, önce bu
dirhemleri verip, sonra da ondan bir şey satın almışsa; bu temiz ve helâl
olmaz. Bu şeyi tasadduk etmesi gerekir.
Bu şahıs, o dirhemleri
vermeden önce satın alır; sonra da bu dirhemleri verirse Kerhî ve Ebû Bekrin
kavline göre, yine hüküm böyledir.
Ebû Nasr, buna
muhaliftir.
Şayet bu kimse, o
dirhemleri vermeden o şeyi satın alıp, onların yerine başka dirhemleri verir
veya mutlak olarak satın alıp o dirhemleri verir veyahut başka dirhemlerle
satın aldığı hâlde, haram dirhemleri verirse; Ebû Nasr: "Helâldir;
tasadduk etmesi gerekmez" demiştir. Kerhî'nin kavli de budur.
Muhtar olan ise, Ebû
Bekr'in kavlidir.
Ancak, bu gün fetva,
Kerhî'nin kavli üzeredir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı evin ağaçlarının içinde dirhemler bulursa; bâzı âlimler: "Bu kimse,
o dirhemleri, satıcıya iade eder. Şayet satıcı kabul etmezse;
müşteri bu dirhemleri
tasadduk eder. En
doğrusu budur." demişlerdir.
Bir kimse, ona hizmet
eden şahısların birinden Ka'benin örtüsünden satın alırsa, bu caiz olmaz.
Bu örtüden satın almış
bulunan şahıs, onu memleketine götürmüş olursa; bir fakire tasadduk eder.
Mescidin hasırının
eskimiş olması hâlinde,
onu satıp fazlalaştırarak, başka hasır satın
alınması caiz olur.
Bir kimse, bir
dostunun bağına girip, oradan birşeyler yer; ancak, dostu bu bağı satmış olduğu
hâlde, yiyen şahsın bundan haberi olmazsa; âlimler: "Uygun olan, bu
şahsın, bağı satın alan şahısla helâlleşmesi ve yediğinin bedelini
ödemesidir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
İmâm Muhammet! (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Çarşıya meyve satın
almaya giden bir şahsın, çeşni diye, izinsiz olarak alıp yemesi, bizim hoşumuza
'gitmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Ahş-verişte ve
bağışta, küçükle büyüğün ve akraba olan
iki küçüğün arasını yahut benzerlerinin aralarını ayırmak mekruhtur.
Hüküm bakımından, bu
ahş-veriş caizdir.
Ancak, bunlardan
birisi, alan şahsın kendisi için, diğeri de küçük çocuğu, kölesi veya mükâtebi
için olursa, bu ahş-veriş mekruh olmaz.
Eğer bunların ikisini
de kendisi için satın aldığı hâlde, birisini küçük oğlu için satarsa; mekruh
olur. Hulâsada da böyledir.
Keza, bunlardan her
birisi, bu şahsın çocuklarından birine ait olursa; bunların da aralarım tefrik
etmek mekruh olur.
Bu çocuklardan her
birinin, birer parça yerleri varsa, bunlardan herhangi birinin yerini, diğerine
satmakta kerâhat yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
—Satılacak kölelerin—
aralarında, mahremiyet yoksa, —amca veya
dayı oğlu gibi...—
veya aralarındaki mahremiyet
süt yahut sıhriyetten ise; bu
durumda birini satıp,diğerini satmamakta veya birine bağış yapıp, diğerine
bağış yapmamakta kerahet yoktur.
İki zevce arasında
tefrik mekruh değildir. Kusuru sebebiyle, bunlardan biri iade edilebilir. Ve
suçu veya borcu sebebiyle de, bunlardan biri, elden çıkartılabilir.
Bir kimse, bu iki
zevceden birini, ümm-ü veled veya mükâtebe yaparsa; diğerini satması mekruh
olmaz. Bu şahsın, bunlardan birisini mükâtebe yapması veya nefsi için satması
mekruh olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
İki köleden birisi,
bir şahsın kendisine diğeri ise karısına veya mükâtebesine ait ise, aralarını
tefrik etmekte bir beis yoktur.
Keza, bu durumdaki iki
köleden birisi, ticârete izinli ve borçlu bir köle ise,bunların aralarını
tefrik etmek de mekruh değildir.Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, muhayyer
olarak satmış bulunduğu bir cariyenin oğlunu satın alırsa; bunların aralarını
tefrik etmesi de mekruh olur.
Şayet, bir kimsenin
muhayyer olmak şartiyle satın aldığı bir cariyenin, oğlu da kendi mülküyetinde,
bulunursa, isterse, bunların arasını tefrik edip, bu cariyeyi iade
edebileceğinde ittifak vardır. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, harbî olan
iki kardeşi, dâr-i harb'ten çıkarırsa, bunların aralarını ayırması gerekir.
Ancak, bu harbîleri,
bir zimmîden satın alırsa; bunların aralarını ayırmak caiz olmaz. Bu şahıs,bu
kardeşlerin ikisini birlikte satması için cebredilir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de
böyledir.
Sahipleri kâfir
olan, bu durumdaki
köleleri birbirlerinden ayırmak
mekruh olmaz. Bu kölelerin sahibinin hür veya izinli borçlu yahut borçsuz;
küçük veya büyük olmasında da bir fark yoktur.
Bu kölelerin de,
müslüman veya kâfir yahut birinin müslüman, diğerinin kâfir olmaları hâlinde
de, —hüküm bakımından— bir fark yoktur.
Dâr-i İslâm'a, emân
ile giren bir harbînin yanında ikisi de küçük veya biri küçük diğeri büyük iki
köle bulunur ve bunu bir kimse satın alır veya bu şahıs, bu köleleri dâr-i
islâm'da emân ile bulunan birinden satın alır ve bu kölelerden birini satmak
isterse; bir müslümanın bu köleyi satın almasında bir beis yoktur.
Şayet bu şahıs, o iki
köleyi, dâr-i İslâm'da bir müslümandan alır veya harbî emân ile bir başka
vilâyete girersejo zaman, bir müslümanın, o kölelerden birini satın alması
mekruh olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimsenin mülkiyeti
altında bulunan üç —akraba— köleden birisi küçük olursa; iki büyük köleden
birisini satması mekruh olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimsenin bir birine
yakın akraba olan üç kölesinden birisi küçük olur ve bunların akrabalık
dereceleri eşit bulunur; ancak, büyüklerin, küçük çocuğu akrabalığı —hala veya
teyze gibi— ona, baba cihetinden muhtelif olursa; bu durumda, bu şahıs, bu üç
köleyi ayrı ayrı satamaz; ancak, üçünü birlikte satabilir. Bunların kâfir veya
müsiüman olmaları da müsavidir.
Büyüklerin, küçük
çocuğa baba bir veya ana bir kız kardeş olmaları hâlinde de durum böyledir.
Bu büyüklerin küçük
köleye akrabalığı, hem yakınlık ve hem de cihet bakımından müsâvî olursa,
—bunların baba bir veya ana bir iki kız yahut erkek kardeş olmaları gibi—
bunlardan birisini satmak, istihsânen caizdir.
Fakat, bunlardan
birisi, küçüğe daha yakın olursa —ayrı ayrı üç kız kardeş veya anne, hala ve
teyze gibi...— bu durumda, uzak olanı —ayrı— satmakta bir sakınca yoktur.
Ancak, bu satılan ana veya ana-baba bir abla da olmayacaktır.
Keza, bu akrabalar
büyük anne, hala ve teyze olursa; hala veya teyzeyi satmakta bir beis yoktur.
Bir cariyenin yanında
küçük bir çocuk bulunur ve bu câriye: "Bu, benim çocuğumdur." derse;
—çocuğun nesebi sabit olmasa da— bunları birbirlerinden ayırarak satmak mekruh
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hür şahsın, —bu gibi
köleleri satarken birbirlerinden— ayırmasının mekruh olduğu hallerde, mükatebin ve ticârete izinli olan kölenin
ayırması da mekruhtur. Hâvî'de de böyledir.
Sahibi kâfir olan, bu
gibi köleleri birbirlerinden ayırmak mekruh değildir. Inâye'de de böyledir. [161]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/85.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/85.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/85.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/85-87.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/87.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/87.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/88.
[8] Hulüvv: Durum ve kıdemden doğan ve kendisinden
faydalanılması caiz olmayan miicerred bir hak.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/88.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/89.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/89.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/89.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/89-90.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/91.
[15] Selem: Peşin para ile veresiye mai alma.
[16] Itk: Köle veya cariye azadetme.
[17] Menn: Burada, bir ağırlık ölçüsü; batman.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/91-102.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/104-105.
[20] Bey'i teati: Alıp vermemekl meydana gelen fiilî bir
satış akdidir.
Bunda pazarlık ve
konuşma yoktur. Müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği1 vermesi gibi.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/105.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/109-113.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/113-114.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/114.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/114.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/114-117.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/118-120.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/121.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/121-124.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/124-137.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/137-140.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/140-143.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/143-149.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/149-151.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/152.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/152-160.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/161-169.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/169-172.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/173.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/173-174.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/174.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/174-178.
[43] İstibra: Bir dulun, hamile olmadığına kanaat getirmek
için. bir hayız görünceye kadar, ona yaklaşmama yaklaşmaktan çekinme.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/178-183.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/183-185.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/185.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/185-186.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/186-202.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/203-204.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/204-206.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/207-211.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/211-217.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/217-218.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/219.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/218-231.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
5/231-238.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/238-240.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/241.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/241-243.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/243.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/243-255.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/255-262.
[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/262-268.
[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/268.
[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/268-283.
[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/283-291.
[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/291.
[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/291.
[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/292.
[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/292-308.
[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/308-312.
[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/313-317.
[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/317-324.
[74] Deyn: istikraz, istihlâk, iştira ve kefalet gibi bir
sebeple zimmetle yani bir şahsın uhdesinde sabit olan şey. Meselâ: Borç alınan
para bir deyn olduğu gibi, bir şahsın istihlâk ettiği, ölçülen veya tartılan
cinsten her hangi bir şey, sahibine karşı, müstehlikin zimmetinde sabit olmuş
bir deyn'dir.
Keza, bir akdin karşılığı
olup, meydanda mevcut bulunmayan şu kadar lira veya —adediyyattan— şu kadar
yumurta deyn olduğu gibi, meydanda mevcut bulunan paranın veya misliyyattan bir
şeyin (meselâ: Bir yığın buğdayın) ifrazdan önce, muayyen bir miktarı da deyn
kâbiündendir.
[75] Sarf: Nakidi, nakid İle satmak, yani: Sikkeli
veyasikkesîz altını, altınla veya gümüşü gümüşle yahut alımı gümüşle, gümüşü
altınla salmak demektir ki, buna "para bozma" da denir.
Bir altını verip,
karşılığında şu kadar gümüş para almak gîbİ... Sarf, lügatle bozmak, tahvil ve
tağyir etmek demektir. Sarf işi ile meşgul olana sarraf denir.
[76] Fülûs: Paralar, pullar, akçeler, bakır sikkeler.
[77] Mukâsa: Üzerlerinde bulunan deyni (= borcu) birbirine
karşı tutup, takas etmek. Kısas etmek.
[78] Gatârif: Bir çeşit dirhem.
[79] Rısâs: Muhkem ve sağlam bulunan bir çeşit dirhem.
[80] SülÛk: İki tarafı gümüş olduğu halde, içi bakir olan
veya başka bir madde ile karıştırılmış bulunan para, zayıf akçe veya bu
şekildeki dirhemler.
[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
5/326-331.
[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/331.
[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/331-332.
[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/332.
[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/332-335.
[86] Bu hüküm, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göredir.
Nitekim, Mecelle'de de bu kavil kabul edilmiştir. Mecelle'nin mazbatasında
şöyle denilmektedir: "Madumun bey'i (= satılması) sahih değildir. Halbuki,
gül ve enginar gibi şiikûfe (~ çiçek) ve sebze ve meyve mahsulatı,
mütelâhıkıı'l-vünKİ ( = birden zuhur etmeyip, zamanla zuhur eden) olarak, bazı
efradı zuhur etmeden, diğer bazı efradı,, husule gelip geçer olduğu cihetle,
ekseriya bu misillilerin zuhur etmiş ve edecek olan mahsulleri, toplan olarak
satılmak örf ve âdet olmuştur. Ve, bu misİIlû mahsulâtta, mevcuda iebean,
mâ'dumıın (= mevcud olmayanın) dahi, beraber olarak, toptan satılmasını İmâm
Muhammed İbni Hasen'i-ş-Şeybânî (R.A.) Hazretleri, İstihsânen teevîz buyurmuş
(— caiz görmüş) ve İmam Fadlî, Şemsii'l-Eimmeli'l-Halvânî ve Ebû Bekir İbni
Fadıl, O'nun kavli ile iftâ etmiş (= fetva vermiş) olduklarından ve nâsi (=
insanları) fesada nisbetden ise, mehmâ emken (= mümkün olduğu kadar), sıhhate
hamletmek, evlâ olduğundan, bu Mecelle'de dahi, kavl-i Muhammed, bîtercih (-
tercih edilerek) 207, madde, ona muvafık olarak yazılmıştır."
[87] Vltnn: İki mil ağırlığında hir ölçü. Fîbde
"bamıan" denilir.
[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/335-342.
[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/343.
[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/343-345.
[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/345-348.
[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/349-350.
[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/350.
[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/350-352.
[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/352-353.
[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/353.
[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/354-355.
[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/356-362.
[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
5/362-373.
[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/373-375.
[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/375-377.
[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/377.
[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/378-386.
[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/386-390.
[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/391-395.
[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/395-398.
[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/398-403.
[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/404-430.
[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/431.
[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/431.
[111] Kıyemî: Çarşı ye pazarda misli <tıpktsı, aynısı)
bulunmayan; bulunsa bile, fiyatiarında denklik olmayın şeylerdir.
Yazma kitaplar,
sanatkârca yapılmış kaplar; hayvanlar ve kavun, karpuz gibi "mey\e!er Iv.ı
kabildendir.
Kıyemi'nin çoğulu,
kıyemiyyat'tır.
[112] Misli: Çarşı ve pazarda, fiadnda değişiklik olmasını
icabeıiirccek kadar bir fark olmadan kendisi gibisinin bulunabildiği
şeylerdir. Ölçekle ölçülen, terazi ile tanılan şeylerle, ceviz ve yumurta gibi
adediyyât-ı mütakâribeden olan şeyler bu kabildendir. Mislf'nin çoğulu da
misliyyât'tır.
[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/431-440.
[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/441.
[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
5/442-447.
[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/447-451.
[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/452-454.
[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/454-460.
[119] Hacâmet: Boynuz veya şişe ile kanı vücudun bir
organına topladıktan sonra, nişler veya mengene denilen âletlerle kan
almak.Hacâmet.
[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/461-470.
[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/471-479.
[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/480-481.
[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/481-483.
[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/483-484.
[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/485-489.
[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/489-490.
[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/491-494.
[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/495.
[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/495.
[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/496.
[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/496.
[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/496-498.
[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/498-502.
[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/502.
[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/502-512.
[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/512-522.
[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/522-523.
[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/523.
[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/523-524.
[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/524.
[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/524.
[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/524.
[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
5/525.
[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/525.
[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/525-527.
[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/527.
[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/527-528.
[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/528-532.
[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/532-538.
[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/538-544.
[151] Burada zamanımızdan kasıt, eserin telif edildiği hicri
11. (miladi 17. )asırdır.
[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/545-557.
[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/557-559.
[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/560-562.
[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/562-563.
[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/563-564.
[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/564-566.
[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/566-571.
[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/571-572.
[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/572-574.
[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 5/574-578.