Sekizinci Bolum
ZEKAT
8.1. TARİFİ
Kişinin, Allah'ın hakkı olarak fakirlere verdiği malın adıdır. Zekâtta, bereket
ummak, nefsi temizlemek, hayırları çoğaltmak bulunduğu için bu isim verilmiştir.
Bu kelime; arıtmak, temizlemek ve bereket anlamındaki zekât kökünden alınmıştır.
Allah'u Teâlâ şöyle, buyuruyor: «Onların mallarından bir miktar zekât al ki
onunla onları temizleyesin, yü-ce kesin.» (Tevbe: 103).
Zekât İslâm'ın beş esasından biri olup Kur'an'da sekseniki yerde namazla beraber
zikredilmiştir Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'inde, Rasûlüllah şaiîallahu aleyhi ve
sellem ise hadislerinde bütün ümmetine zekâtı farz kılmıştır. Buhari, Müslim,
Ebû Dâvûd, Tirmirf, Nesâî ve îbn Mâce'nin Ibn Abbas' (r.a.) dan rivayetine göre
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Muâz bin Cebel (ra.)'i Yemene gönderirken
ona şöyle dedi: «Sen kitap ehlinin bulunduğu bir topluma gidiyorsun. Onlan
Kelime-i Şehadete ve benim Allah'ın Rasû-lu olduğuma davet et. Eğer İtaat
ederler» onlara mallarından zekât olarak vermeleri gereken Allah'm farzını
bildir. O, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecektir. Eğer İtaat ederlerse
en iyilerini flbmakdan sakın. Mazlumun bedduasından kork. Çünkü mazlum ile Allah
arasında perde yoktur.»
Taberani'nin «Evsat» ve «Sağır» adlı kitaplarında, Ali (r.a.)dan rivayet
ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: <AUah
Teâlâ müslüman zenginlerin, mallarından fakirlere yetecek kadarım vermelerini
farz kıldı. Açlık ve çıplaklığın fakirlere yüklediği zor ve zahmetli hayat,
ancak zenginlerin cimriliği
sebebiyle meydana gelir. Dikkat ediniz! Şüphesiz Allah, onları şiddetli bir
hesapla hesaba çekecek ve onlara acıklı azabı tattıracak-tır.» (Taberani; «Sabit
bîn Muhammed Zâid, bu hadisi tek olarak rivayet etti.» demiş. Hafız, Sâbit'in
«güvenilir ve doğru bir kimse olduğunu» söylemiştir. Sâbit'ten, Buharı ve
diğerleri de hadîs rivayet etmiştir. Hadisin diğer ravileri hakkında bir şey
söylenmemişti.)
Zekât farzı, Mekke'de İslâm'ın ilk yıllarında mutlak idi... Zekât gereken mallar
hakkında herhangi bir sınır yoktu. Ne kadar verileceğinin miktarı da belli
değildi. Bu husus müslümanlann anlayışına ve cömertliğine bırakılmıştı. Meşhur
olan görüşe göre hicretin ikinci yılında hangi çeşit mallardan ne kadar zekât
verileceği farz kılınarak mesele açık bîr şekilde ortaya konmuştur.
8.2. ZEKÂT VERMBYB TEŞVİK
Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Onların mallarından bir "»'Mır zekât al ki onunla
onları temizleyesin, yüceltesin...» (Tevbe: 103). Yani, «Ey Rasûl, müminlerin
mallarından farz olan zekât gibi muayyen, nafile olan sadaka gibi muayyen
olmayan mikdar a!,» demektir. Buradaki «muayyen olmayan» ifadesi nafile olarak
verilen maldır. «O zekâtla temizlensinler» ifadesi, cimrilik ve tamah kirinden
temizlenerek, fakir ve yoksulları aşağı görmek ve onlara karşı katı kalpli
olmaktan ve bu duyguların beraberinde getirdiği' alçak hareketlerden
kurtulsunlar ve nefisleri temizlensin demektir. Zekat sebebiyle mallan artar,
hayırları yükselir, hayatlarında ve amellerinde bereket olur. Böylece de dünyevî
ve uhrevî saadete nail olurlar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Doğrusu Allah'a karşı gelmekden sakınanlar,
Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar
başlanndadırlar. Çünkü onlar bundan önce iyi davrananlardı. Onlar geceleri az
uyuyanlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi. Onların mallarında muhtaç
ve yoksullar İçin bir hak vardı, onu verirlerdi.» (Zariyât: 15-19).
Allah Teâlâ iyi insanların sıfatlarını «İhsan» olarak belirlemiştir. İnsanların
iyilikleri şefkat ve merhamet göstererek fakire hakkını vermek şeklinde kendini
gösterdiği gibi, gece ibadete kalkmak, Allah'a yaklaşmak ve İbadet niyetiyle
seherlerde istiğfar etmekle de bu iyilikler kendini gösterir.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin
velileridir. İyiliği emreder, kötülükden alıkoyarlar. Namaz kılarlar, zekât
verirler, Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet
edecektir.» (Tevbe: 71).
Allah'ın mübarek kıldığı ve rahmetiyle kuşattığı toplum, Allah'a îman eden ve
biribirilerine yardım eden ve sevgi göstererek dost olan, iyiliği emreden,
kötülükden nehyeden, kendisim namazla Allah'a bağlayan ve bu bağı zekâtla
kuvvetlendiren cemaattir.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Onlan biz yeryüzüne yerleştirirsek, namaz
kılarlar, zekâtı verirler, uygun olanı (marufu) emrederler, fenalığı {münkeri)
yasak ederler. İşlerin sonucu Allah'a aittir.» (Hacc: 41). Bu ayette yüce Allah,
zekât vermeyi yeryüzünde yerleşmenin gayelerinden biri saymıştır.
Tirmizî'nin Ebû Kebeşt'el-Enmârî (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Nebî
Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Üç şeye yemin ederek size bir söz söylüyorum
ki, onu ezberleyin. Sadaka vermekle mal eksilmez. Zulüm gören bir kul sabrederse
şüphesiz Allah onun İzzetini artırır. Dilencilik kapısını açan bir kula Allah
ancak fakir* lik kapısını açar.»
Ahmed ve Tirmizi'nİn Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiğine göre ve Tirmizi'nİn
sahih saydığı hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
«Allahu Teâlâ sadakaları kabul ederek onlara hayırlı mükâfatlar .verir. Sizden
biriniî atının yavrusunu besleyip büyüttüğü gibi, Allahu Teâlâ da zekâtı verilen
malı büyütür. Hatta o bir lokma mal Uhud dağı büyüklüğünde olur.» Veki' demiştir
kî: Bunun doğru olduğunu şu âyet-i kerimeler tasdik etmektedir.
«Kullarından tevbeyi kabul eden, sadakaları alan Allah'dır.» (Tevbe: 104).
«Allah faizi mahveder, sadakaları artırır.» (Bakara: 276). Ahmed'in Enes
(r.a.)'den rivayet ettiğine göre Enes (ra.) şöyle demiştir: «Temim kabilesinden
bir adam Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selleme gelerek; «Ya Rasulallah, benim
çok malım var, aile efradımla misafirlerim de fazla, söyle bana bu malımı nasıl
harcamam gerekir?» diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: «Malının zekâtını ayırırsın. Çünkü zekât bir temizliktir.
Seni temizler. Akrabalarım dolaş, fakirin, komşunun ve dilencinin hakkını bil.»
Yine Ahmed'in Aişe (ta.) den rivayet ettiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurmuştur: «Üç şey var ki; ye-müı ederim onlar Öyle olacaktır:
İslâm'dan nasibi olanı. Allahu Teâlâ, Islâmdan nasibsiz gibi kılmaz. İslâm'ın
hisseleri ise namaz, oruç ve zekâttır. Allah, dünyada dost edinmediği kulunu,
kıyamet günü
başkalarına dost kılar. Her hangi bir milleti seven kişiyi, Allahu Te-âlâ
onlardan kılar. Dördüncü bir kişiye ise, yemin etsem, umarım ki günahkar olmam.
O da, Allah'ın, dünyada günâhlarını örttüğü kişiyi ahirette de örteceğidir.»
Taberani'nin «Evsat» kitabında Câbir (r.a.) den rivayet ettiğine göre Câbir
(r.a.) demiştir ki: «Bîr adam Rasüîüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek;
«Ya Rasûlallah, bir kimse malının zekâtını verirse, o kimse hakkında ne dersin?»
diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüüah «Kim malının zekâtını verirse, malının
kötülüğü ondan gitmiş olur» buyurdular.»
Buhari ve Müslim'in Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre Câbir
(r.a.) şöyle demiştir: «Namaz kılmak, zekât vermek ve her müslümana nasihat
etmek konusunda Rasûlüllah'a biat ettik.» ZEKÂTI VERMEYENİN CEZASI
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Altın ve gümüşü biriktirip Allah yol ında
sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehenr am ateşinde
kizdınldiğı gün, alınları, böğürleri ve sırtlan on-larlr dağlanacak. «Bu,
kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın» denecek». (Tevbe:
34-35).
«.Allah'ın kereminden kendilerine verdiğinde cimrilik edenler, onu kendileri
İçin hayırlı sanmasınlar. Hayır, o, kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri
şeyler kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır...» (Al-i îmrân: 180).
Buhari, Müslim ve Ahmed'in Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet ettiklerine göre
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hiçbir hazine sahibi
yoktur ki onun zekâtını vermesin de, o hazine cehennem ateşinde kızdırılarak
levhalar haline getirilmesin ve onunla tâ Allah Teâlâ ellibin sene miktarındaki
bîr günde kullan arasında hükmedinceye kadar yanlan ve alnı dağlanmasın. Sonra
ya cennete veya cehenneme (giden) yol kendisine gösterilir. Yine hiçbir deve
sahibi yoktur ki onlann zekâtını vermesin de kendisi alabildiğince çok olan
develerin altına düz ve geniş bir yere yatırılarak develer üzerinden
geçirilmesin. Develerin son taraftakileri üzerinden geçtikçe ön taraftakfleri
tekrar onun üzerine iade olunur. (Bu) tâ Allahu Teâlâ miktan eüi-bin sene olan
bir günde kullan arasında hükmedinceye kadar (böyle devam eder). Sonra ya
cennete veya cehenneme (giden) yol kendisine gösterilir. Hiçbir koyun sahibi de
yoktur kî, onlann zekâtını
vermesin de, kendisi alabildiğine çok koyunlann altına düz ve geniş bir yere
yatınlarak koyunlar onu tırnaklarıyla ezmesinler ve içlerinde yamuk boynuzlu ve
boynuzsuz koyun bulunmamak şartıyla onu boynuzlanyla süsmesinler. Son tarafda
bulunan koyunlar üzerinden geçtikçe ön taraftakiler tekrar onun üzerine iade
olunurlar. (Bu) tâ Allahu Teâlâ kullarının arasından miktan sizin senelerinizle
ellibin sene olan bir günde hükmedinceye kadar (böyle devam eder). Sonra ya
cennete veya cehenneme (giden) yol kendisine gösterilir,» (Ravî Süheyl; «Sığın
zikretti mi etmedi mi bilmiyorum», demiştir.
Ashab: «Atlar ne olacak ya Rasûlallah?» dediler.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Atların alınlarında
kıyamete kadar hayır vardır.» (Yahut, «Atlann ahnla-nnda kıyamete kadar hayır
düğümlenmiştir.» Süheyl; «Öyle mi dedi, böyle mi dedi, şüphe ediyorum,»
demiştir).
Atlar ü£ kısımdır: Bir kısmı sahibine ecir, bir kısmı sahibine Örtü, bir kısmı
da sahibine yüktür. Sahibine ecir olan at, sahibinin Allah yolunda edindiği ve
Allah yoluna hazırladığı attır. Böyle bir atın karnına attığı herşey mukabilinde
Allah sahibine bîr ecir yazar, velev ki atı çayırda gütmüş olsun. At her ne
yerse Allah ona karşılık sahibine bir ecir yazar. Atı nehirden sularsa, karnına
attığı her damla karşılığında sahibine bir ecir vardır.» Rasûiüllah aley-hisselam:
«Atm bevli ile pislikleri mukabilinde bile ecir olduğunu» söyledi ve sözüne
devamla: «Bir vtya iki tur koşmuş olsa, attığı her adım mukabilinde sahibine
ecir yazılır,» dedi.
«Sahibine örtü olan ata gelince: (Bu da) bir kimsenin sırf cömertlik ve güzellik
için edindiği attır. Ama onun sırtında ve karşısında, gerek darlık gerekse
varlık içinde (Ödemesi gereken) bir hak olduğunu unutmaz. Sahibine yük olan at
ise sahibinin sırf böbürlenmek, şımarmak, övünmek, ve aleme riya için edindiği
attır. İşte atı kendisine yük olacak kimse budur.» Ashab: «Ya eşekler ne olacak
ya Rasulallah?» diye sordular. Rasulullah aleyhisselam şöyle buyurdu: «Allah
onlar hakkında bana şu kapsamlı ayetlerden başka bir şey indirmedi: «Artık kim
zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre kadar şer yapmışsa onu
görür.» (Zilzal: 7-8).
Buhari ve Müslim'in Ebû Hûreyre (r.a.) den rivayet ettiklerine göre Nebî
aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Her kim, Allah kendilerine mal vermiş de
zekâtını vermemişse zekâtını vermediği malı, kıyamet gününde iki gözü üstünde
iki siyah nokta bulunan, korkunç, zehirli, erkek bir yılan suretine konulur. Bu
korkunç yılan
kıyamet günü mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra ağzı ile sahibinin çenesini
iki tarafından yakalar ve «Ben, senin malınım, ben senin hazinenira■ der. (Ravi
diyor ki; «Bundan sonra Rasulul!ah şu ayeti okudu: «Allah'ın kereminden
kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar.
Hayır, o kendileri İçin şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü
boyunlarına dolanacaktır...» (Âl-i İmrân: 180).
tbn Mâce, Bezzâr ve Beyhâkî'nin (Lafız Beyhakîye aittir,) Ibn Ömer'den rivayet
ettiklerine göre; Nebi aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «Ey muhacirler topluluğu,
beş haslet vardır ki, onlara mübtela olmanızdan ve onların size gelmesinden
Allah'a sığınırım: Eğer bir toplumda fuhuş yayılır, hatta fuhşu açıktan açığa
yapmaya başlarlarsa, geçmişlerinde olmayan açlık onlarda yayılır, örtü ve
tartıda noksanlık yaparlarsa, fakirliğe, rrak darlığına ve İdare çilerin zulmüne
maruz kalırlar. Mallarının zekâtını vermedikleri zaman üzerlerine gökten yağmur
yağmaz. Hayvanlar da olmazsa hiç yağmur göremezler. Allah'a ve Rasûlüne verdiği
sözü bozanların üzerlerine düşmanları musallat olur da ellerinde olan malların
bir kısmını alırlar, önderleri Allahın kitabıyla hükmetmeyenlerin aralarına
Allahu Teâiâ harp ve nifak sokar.»
Buhari ve Müslim'in Ahnef bin Kays (r.a.) dan rivayet ettiklerine göre Ahnef
(r.a.) şöyle demiştir: «Kureyş'm ileri gelenlerinden bir cemaatin bulunduğu bir
halkada otururken, son derece haşin elbiseli, haşin vücutlu ve haşin yüzlü bir
adam çıkageldi. Cemaatin başlarına dikilerek selâm verdi, sonra şöyle dedi: «Mal
biriktirenlere cehennem ateşinde pişirilen taşlarla müjde! Bu taşlar onların
herbirerlerinin meme uçlarına konacak, ta kürek kemiklerinden çıkacak, kürek
kemiği üzerine konacak, memeleri ucundan çıkacak. Böylece çalkalanıp
duracaklar.» Bunun üzerine cemaat başlarım indirdiler, onlardan hiç birinin bu
adama cevap verdiğini görmedim. Sonra adam dönüp gittf. Ben de peşinden tâkib
ettim. Nihayet bir direğin yanma oturdu. Kendisine «zannetmem ki bu zevat, senin
kendilerine söylediklerinden hoşlanmış olsunlar» dedim. O zat şu cevabı verdi:
«Hakikaten bunların hiçbir şeye aklı ermiyor. Dostum Ebul Kasım beni çağırdı;
ben de kendisine icabet ettim. Bana aühud'u görüyor musun?» dedi. Akşama ne
kadar zaman kalmış diye baktım; bir haceti için beni gönderecek sanıyordum.
«Evet görüyorum» dedim. Bunun üzerine «Bu Uhud dağı kadar altınım olmasını
istemem. Bunlardan üç dinar müstesna olmak üzere hepsini infak ederim.» buyurdu.
Sonra; «bunlar dünyayı topluyorlar, hiçbir şeye akıllan ermiyor» dedi. Ben;
«seninle kardeşlerin Kureyş
arasında ne varki, onların yanına uğramıyor ve onlardan birşey almıyorsun?»
dedim. O zat: «Rabbime yemin ederim ki, tâ Allah ve Rasûlüne kavuşuncaya kadar
ben onlardan ne dünyalık isterim, ne de kendilerine din namına bir şey sorarım»
dedi.»
8.4. ZEKÂTA MÂNİ OLANIN HÜKMÜ
Zekât, ümmetin üzerinde icma ettiği ve dinin zaruri kısımlarından kabul ettiği
bir farzdır. Şöyle ki, zekâtın gereğine inanmayan dinden çıkmış olur ve kâfir
olarak öldürülür. Ancak İslâm'a yeni girmiş bir kimse ise öldürülmez. Çünkü
islâm'ın hükümlerini bilmediği için bu kişi özürlü sayılır.
Zekâtın gereğine inanmakla beraber zekât vermekten kaçınırsa İslâm'dan çıkmış
olmamakla beraber günahkâr olmuş olur. Hakimin bu kimseden zekâtı zorla alması
ve tâzîr (*) cezası uygulaması gerekir. Malının ziyâde olunan kısmından ise
zekât alınmaz. Ancak Ahmed'e ve Şafii'nin ilk görüşüne göre; ziyâde olunan malın
zekâtı alındığı gibi, ceza olarak malının yansı da alınır.
Çünkü Ahmed, Nesâî, Ebû Dâvûd, Hâkim ve Beyhâkî'nin Behz bin Hâkim'den, onun
babasından, onun da dedesinden rivayet olunduğuna göre dedesi demiştir ki:
Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'in şöyle buyurduğunu işittim: «Her sâîme
(**) deve için zekât vardır. Her kırk devede, iki yaşım tamamlamış bir dişi deve
zekât vardır. Ücret karşılığında vermiş olduğu develeri hesaptan ayırmaz. Ücreti
ise onundur. Şayet bunu vermeyecek olursa, yüce ve mübarek olan Rabbİmizin vacib
olan haklarından bir hak olarak onu alırız, hatta, malının yansını da alınz.
Muhammedîn ailesi için zekâttan herhangi bir şey almak helâl olmaz.»
İmam Ahmed'e bu hadis'in isnadı hakkında sorulunca «İsnadı salihdir.» diye cevap
vermiş, Hâkim, Behz hakkında «hadisi sahihtir» demiştir.
Buhari ve Müslim'in îbn Ömer'den rivayet ettikleri hadiste Ra-sûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Kelİme-İ şehadet getirip, namaz
kılmcaya ve zekât verinceye kadar jtıganla'n. la savaşmakla emrolundum. Eğer
bunları yaparlarsa, kanlan ve mallan İslâm hakkı müstesna benden korunmuştur.
Hesaplan İse Allah'a aittir.»
Buhari, Müslim, Tirmizî, Ibn Mâce ve Ebû Davud'un Ebû Hü-reyre'den rivayetine
göre, Ebû Hûreyre şöyle demiştir: Rasülüllah vefat edip Ebû Bekir (r.a.) halife
olunca; Arap kabilelerinden ba-
{*) Tâzfr: Hakkında had cezası bulunmayan suçlara verilen ceza. (•*) Saime:
Yemsiz, otlayarak beslenen hayvanzıları dinden döndü. Bunun üzerine onlara savaş
açmak isteyen Ebû Bekr'e, Ömer (r.a.) şöyle dedi: «Bu insanlarla nasıl
savaşırsın? Halbuki Allah Rasûlü «Kelime-i Şahadet getirinceye kadar İnsanlarla
savaşmakla emrolundum, Kelime-i Şahadet getirmenin İslâm hakkı müstesna canı ve
malı benden kurtulmuştur. Hesabı Allah'a aittir.» buyurmuçtur.» deyince, Ebû
Bekr; «Vallahi, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât
malın hakkıdır. Vallahi Rasûlüllah'a verdikleri bir dişi oğlağı bile bana
vermezlerse, bu yüzden kendileri İle harb edeceğim» dedi. Bunun üzerine Ömer;
«Vallahi bunlarla harb etmek, Allah'ın Ebû Bekr'in kalbine kc; nuş olduğu
ilhamından başka bir şey değildir. Ben de böylece onlarla savaşmanın hak
olduğunu anlamış oldum.» dedi. (Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi'nin rivayetlerinde
bir dişi oğlak yerine «bir yular» şeklinde geçmekledir.)
8.5. ZEKÂT KİME VACtB OLUR?
Zekât verilmesi gereken malların herhangi birinden nisaba {yeterli mikdara)
malik ulan hür bir Müslümana zekât farzdır. Nîsab'-da şu şartlar aranmaktadır.
a) Kişinin, yemek, giymek, ev, binek ve sanat aletleri gibi ihtiyaç duyduğu
zaruri ihtiyaçlardan fazla bir maîa sahib olması.
b) Zekâtı verilecek malın üzerinden hicri bir sene geçmiş bulunması. Zamanın
başlangıcı nisaba malik olduğu günden başlayıp, malın sene boyunca tam olarak
mevcut olması gerekir. Şayet sene arasında eksilip de sonra tamamlanırsa, tamam
olduğu gün sene başlangıcı olarak itibar olunur.
Nevevî şöyle demiştir: «Bizim mezhebimizle (%âfü), Mâlik, Ah-med ve alimlerin
çoğunun mezhebine göre zekât vermek gereken altın, gümüş ve sürü gibi mallarda
sene boyu nisab bulunmakla beraber üzerinden sene geçmesi gerekir. Eğer sene
içinde nisab eksi-lirse sene şartı bozulmuş olur. Bundan sonra şayet nisaba
malik olursa zaman şartı, nisabın tamam olduğu andan itibaren başlar.
Ebü Hanife ise şöyle demiştir; «Muteber olan, sene başında ve sonunda nisabın
bulunmasıdır. İkisi arasında nisabın eksilmesi zarar vermez. Hatta sene başında
ikiyüz dirhemi bulunup da sene arasında hepsi yok olup sadece bir dirhem kalsa
veya sene başında kırk koyunu bulunup da, sene içinde sadece bir tanesi kalsa,
sonra sene sonunda parası ikiyüz dirheme, koyunları da kırk'a ulaşsa hepsinin
zekâtını vermesi gerekir. Üzerinden sene geçmesi şartı sebze, meyveler ve ziraat
ürünleri için geçerli değildir. Çünkü bunların ze-
kâtı hasat zamanı vacip olur. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: zamanı fakirin
hakkını veriniz.» (En'âm: 141).
Abderî şöyle demiştir: «Zekât mallan iki kısımdır. Birincisi; hububat ve
sebzeler gibi bizzat varlıkları, artan mat olarak kabul edilenlerdir ki, bunlara
var oldukları zaman zekât gerekir, tkincisi, dirhem, dinar, ticaret mallan ve
sürüler gibi artması beklenen mallardır. Bunlarda bir sene şartı aranır.
Üzerlerinden bir sene geçmeden bunlardan zekât alınmayacağım fakihlerin tümü
söylemişlerdir.» (Buraya kadar anlatılanlar îmam Nevevî'mn «Mecmü'»undan
alınmıştır.)
83.1. Çocuğun ve Delinin Malının Zekâtı
Çocuğun ve delinin mallan nisaba ulaştığı zaman velisinin kendileri adına zekât
vermesi gerekir.
Amr b. Şuayb'ın babasından, onun dedesinden onun da Abdullah b. Amr'dan rivayet
ettiğine göre Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Her kim malı olan bir yetime veli
olursa, onun malıyla ticaret yap-sra, O malı olduğu gibi bırakmasın. Yoksa onu,
zekât bitirir.» (Hadisin senedi zayıftır. Hafız; «Şafiî'ye göre hadis mürsel
olup şahidi vardır» demiştir.)
Şafii; mutlak olarak zekâtın gerekliliğini ifade eden sahih hadislerin umumî
manasıyla bu görüşü kuvvetlendirmiştir. Aişe (r.a.), himayesindeki yetimlerin
zekâtını ayınp verirdi.
Tirmizî şöyle demiştir: «ÎÜm ehli bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Rasûlüllah'm
ashabından pek çoğu yetimin malından zekât verileceği görüşündedirler. Bunlardan
Ömer, Ali, Aişe ve îbn Ömer (r.a.)'i sayabiliriz. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve îshak
da bu kanaattedir. Bir başka grup «yetimin malında zekat yoktur» demişlerdir.
Bunu söyleyenler ise Süfyân ile Ibn Mübârek'tir.
8.5.2. Nisaba Malik Olan Borçlu
Elinde zekât vacib olacak kadar malı olan, eğer borçlu ise, borcunu çikardıkdan
sonra nisaba ulaşırsa, kalanın
zekâtım verir. Eğer kalan mal nisaba ulaşmazsa zekât vermek gerekmez. Çünkü o,
bu durumda fakir sayılır.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem: «Zekât ancak zenginin sırtından alınır»
buyurmuştur. (Hadîsi, Ahmed rivayet etmîş, Bu-harî de tâliken zikretmiştir.)
Yine Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: «Zekât, müslümanlann zenginlerinden alınır,
fakirlerine verilir.»
Bu konuda üzerinde Allah'a ait veya kula ait borç olması müsavidir. Çünkü
hadîste «Allah'a ait olan borç ödenmeye daha lâyıktır,» buyurulmuştur. (Bu konu
ilerde incelenecektir.)
8.53. Üzerinde Zekât Borcu Olduğu Halde Ölen Kimse
Üzerinde zekât borcu olduğu halde ölen kimsenin malına zekât vacib olur.
Öldükten sonra zekâtı, borçlulara, vasiyet ettiği yere ve vereseye dağıtılır.
Allah Teâlâ miras hakkında şöyle buyurmuştur: «Vasiyet ettiği şey veya borcu
Ödendikten sonra...» (Nisa: II). Zekât ise Allah'a ait olan bir borçtur.
İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre bir adam Rasû-lüllah'a gelerek
şöyle sordu: «Annem üzerinde oruç borcu olduğu halde öldü, onun borcunu
ödeyebilir miyim?» Bunun üzere Rasû-Iüllah «Eğer annenin borcu olsaydı onu
ödeyecek miydin?» deyince adam «Evet» dedi. Rasûlüllah «öyleyse Allah borcu
Ödenmeye daha lâyıktır,» dedi. (Hadisi Buhari, Müslim rivayet etmiştir.)
8.6. ZEKÂTI ÖDERKEN NİYETİN ŞART OLMASI
Zekât bir ibadet olup sahih olması için niyet şarttır. Bu da zekât verecek
kimsenin zekât verirken Allah'ın rızasını kasdetmesi, sevabım Allah'dan istemesi
ve kalbiyle, üzerine farz olan zekâtı eda ettiğine karar vermesiyle olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Onlar Allah'a ibadet etmek, dini sadece ona
halis kılmakla emrolundular.» (Beyyine: 5),
Sahih hadiste geçtiğine göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-Iem şöyle
buyurmuştur: «Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği şey vardır.»
Mâlik ile Şafiî, zekâtı eda ederken niyeti şart koşmuşlardır. Ebu Hanîfe'ye göre
niyet, zekât eda edilirken veya vacip olan malı ayırırken gerekli olur.
İmam Ahmed niyetin edadan az bir zaman önce olmasını caiz görmüştür.
8.7. ZEKÂTI VACİB OLDUĞU ZAMAN EDA ETMEK
Zekât malını vacib olduğu zaman hemen ayırmak gerekir. Zekâtı vacib olduğu
zamandan sonraya bırakmak haramdır. Ancak edası mümkün olmazsa o zaman mümkün
olan vakte kadar tehir etmek caizdir.
Ahmed ve Buharî'nin Ukbe b. Hâris'den rivayet ettiklerine göre Ukbe şöyle
demiştin «Rasûlüllah ile beraber ikindi namazını kıldım. Selâm verince
Rasûlüllah süratli bir şekilde kalkarak hanımlarından birisinin evine girdi.
Biraz sonra çıkıp geldi. Süratli bir şekilde gittiği için cemaatin yüzünde
hayret belirtisi görünce şöyle buyurdu: «Namazda iken evde biraz altın olduğunu
hatırladım, onlarla akşamlamayı, geceyi onlarla geçirmeyi uygun görmedim de
fakirlere dağıtılmasını emrettim.»
Buharî'nin ve «Tarih» kitabında Şafii'nin Âişe (r.a.)'dan rivayet ettiklerine
göre Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Zekâtın karıştığı
hiçbir mal yoktur ki, helak olmasın.» (Hadisi Humeydî de rivayet etmiş olup,
rivayetinde şu ziyade vardır: «Malından zekât vermen gerektiği halde şayet
zekâtını vermezsen, haram olan mal helâl olanı helak eder.»)
8.8. ZEKÂTI VERMEKTE ACELE ETMEK
Zekâtta acele etmek, bir veya iki sene önceden eda etmek caizdir.
Zührî'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: «Zekâtı üzerinden sene
geçmeden önce vermede bir beis yoktur. Hasan'a zekâtını üç sene önce veren bir
adam hakkında sorulduğunda, Hasan; «Caiz olur» şeklinde cevab vermiştir.»
Şevkânî şöyle demiştir. «Şafiî, Ahmed ve-Ebu Hanîfe bu görüşü benimsemiş*, Hâdî,
Kasım ve Müeyyed Billah; «Böyle yapmak efdâldir,» demişlerdir. Mâlik, Râfi',
Süfyân Sevri, Dâvûd, Ebû Ubeyd' übnü'l-Hâris, ehli beytten kişiler ve Nasır;
«Üzerinden bîr sene ge* Çinceye kadar zekâtım vermek kifayet etmez» demişler ve
daha Önce geçmiş bulunan «zekâtın vacib olmasının, üzerinden bir sene geçmesine
bağlı olduğu» hadisini delil getirmişlerdir. Bu görüşü kabul etmek, zekâtın
vacip olması için üzerinden bir sene geçmesi hakkındaki görüşe ters düşmez.
Ancak tartışma daha önce verilmesinin caiz olması konusundadır.»
tbn Rüşd ise şöyle demiştir: «İhtilâfın sebebi; zekâtın bîr ibadet mi, yoksa
fakirlere gereken bir hak mı olduğu konusundadır. «Zekât bir ibadettir,»
diyenler, onu namaza benzetmişler, bunun için de vakitten önce ödenmesini caiz
görmemişlerdir. Zekâtı sonraya birakılabilen vacip haklara benzetenler ise;
Vakti gelmeden önce nafile olmak üzere caiz görmüşlerdir.
İmam Şafiî rivayet ettiği şu hadisle kendi görüşüne delil getirmiştir: «Rasûlüllah,
Abbas'ın zekâtım üzerinden bir sene geçmeden Önce almıştır.»
8.9. ZEKÂT VEREN KİMSE İÇİN DUADA BULUNMAK
Zekâtı alırken zekâtı veren için duada bulunmak müstehabdir. Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor: «Onların mallarından onları temizleyecek, sadaka al ve onlar için dua
et. Çünkü senin duan onlar için bir güvendir.» (Tevbe: 103).
Abdullah b. Ebî Evfa' (r.a.)'dan rivayeten: Rasûlüllah zekât aldığı zaman şöyle
buyururdu: «Allahım onlara rahmet et». Yine bu zattan rivayet olunduğuna göre, o
demiştir ki: «Babama zekât malı getirildiği zaman şöyle dua ederdi: «Allahım Ebî
Evfâ oğullarına rahmet et.» (Hadisi Ahmed ve diğerleri rivayet etmişlerdir.)
Nesâî'nin Vâil bin Hucr' (r.a.)'den rivayet ettiğine göre RasÛ-l«llah zekât için
iyi bîr deve gönderen adam için; «Allah'ım, bu kişiyi ve develerini mübarek
kıl.» buyurmuştur.
Şafiî şöyle demiştir : «Devlet reisinin, sadakayı aldığı zaman zekât verenlere
dua ederek şöyle demesi sünnettir:
«Allah verdiğiniz şeyleri mükâfatlandırsın ve geride kalan mallan da mübarek
kılsın.»
ZEKÂT VERMEK VACÎB OLAN MALLAR
İslâm dini altın, gümüş, ziraat ürünleri, sebze ve meyveler, ticaret mallan,
saime hayvanlar, madenler ve hazinelerin zekâtım gerekli kılmıştır.
8.10.1. Altın ve Gümüşün Zekâtı
8.10.1.1. Vâcib Olması
«Altın ve gümüşten zekât verilmesi hakkında şu ayet nazil olmuştur: «Altın ve
gümüşü biriktirip AJlah yolunda
sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde
kizdinldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtlan dağlanacak.» «Bu kendiniz İçin
biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın,» denecek.» (Tevbe: 34)
Altın ve gümüşten zekât vermek vâcibdîr. îster para olsun, ister işlenmiş veya
külçe olsun, nisaba malik olup üzerinden bir sene geçerse ve borcundan ve aslı
ihtiyaçlarından fazla olursa, zekât vermek vacib olur.
5.10.1.2. Altının Nisabı ve Vâcib Olmasının Mikdart
Yirmi dinara kadar olan altının zekâtı yoktur. Eğer yirmi dinara ulaşırsa ve
üzerinden bir sene geçerse yarım dinar zekât gerekir. Yirmi dinardan fazla
olursa aynı şekilde hesab edilerek onda birinin, dörtte biri zekât olarak
alınır.
Ali (r.a.) den rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur: «Yirmi dinar oluncaya kadar altından zekât vermen gerekmez. Eğer
yirmiye ulaşır ve üzerinden bir sene geçerse yarım dinar zekât vermen gerekir.
Daha fazla olursa bu şekilde zekât hesab edilir. Herhangi bir malda, üzerinden
bir sene geçinceye kadar zekât yoktur.» (Hadisi, Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî
rivayet etmiş, Buhari sahihleyip. Hafız hasen saymıştır.)
Fizâre oğullarının kölesi Zerift'den rivayet plunduğuna göre-Ömer bin Abdülaziz,
halife olunca bu zata şöyle yazmıştır: «Müslüman tüccarlardan, her kırk dinardan
bir dinar daha noksan olursa yirmiye ininceye kadar aynı hesab üzere al. Şayet
mal, üçte bir dinar zekât düşecek kadar noksanlaşırsa, o zaman bunu terket. Bu
maldan zekât olarak birşey alma ve onlara zekât aldığına dair, bir sene geçerli
olmak üzere bir berat yazıver.»
îmam Mâlik Muvattâ'ında şöyle demiştir : «Bizce kendisinde ihtilaf olmayan
sünnete göre; ikiyüz dirhem gümüşe zekât vacib olduğu gibi yirmi dinara da zekât
vacib olur. Yirmi dinar Mısır dirhemi ölçüsüyle yirmi sekiz dirheme eşittir.»
8.10.1.3 Gümüşün Nisabı ve Vacib Olan Miktar
Gümüşe gelince; ikiyüz dirheme ulaşıncaya kadar zekâta tabî değildir, ikiyüz
dirheme ulaşınca onda birin dörtte biri nisbetinde zekâta tabi olur. Çünkü
nisaba ulaştıktan sonra nakitierin zekâtında af yoktur.
Ali (r.a.) den rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur: «At ve kölede zekât vermekten sizi affettim. Her kırk dirhemde bir
dirhem olmak üzere gümüşün zekâtım verir. Yüz doksandokuz dirheme kadar bir şey
vermeniz gerekmez, tkiyüz dirhem olunca beş dirhem vermek borcunuzdur.» (Tirmizî
demiştir ki, Buhari'ye bu hadis hakkında sordum, o da «bu hadis sahihtir. İlim
ehlinin ameline göre beş evaktan daha azında zekât yoktur.» dedi.) Bir evkiye
kırk dirhem olduğuna göre beş evak ikiyüz dirhem eder.
Z.10.1.4. Altın ve Gümüşü Biribirine İlâve Etmek
Nisâb'dan daha az altın ve gümüşe sahib olan kimse, nisabı tamamlamak için
birini diğerine ilâve etmez. Çünkü ikisi ayn cinsler olup birbirlerine ilâve
edilmezler. Bu hal koyun ve sığırlardaki duruma benzemektedir. Bir kimsenin
elinde yüzdoksandokuz dir-Tıem gümüş ve ondokuz dinar altın bulunsa bu kimseye
zekât gerekmez.
8.10.2. Alacakların Zekân
Alacaklar için iki durum mevcuttur. Eğer alacak, borcunu itiraf eden ve borcunu
verebilecek durumda olan kişide ise, bu durum hakkında alimlerin bir kaç görüşü
vardır.
Birinci Görüş: Bu tip alacak sahibinin zekât vermesi gerekir. Ancak alacağını
alıncaya kadar zekâtı vermesi gerekmez. Alacak eline geçince geçen yılların
zekâtını verir. Bu görüş; Alî, Sevri, Ebû Sevr, Hanefîler ve Hanbelilerin
görüşüdür.
İkinci Görüş: Hemen zekâtı vermesi gerekir. Her ne kadar alacak eline geçmemişse
de onu almaya ve tasarruf etmeye kadirdir. Aynen emanet para gibi zekâtını
vermesi lazımdır. Bu görüş Osman, îbn Ömer, Câbir, Tavus, Nehâî, Hasan, Zührî,
Katade ve Şafiî'nin görüşüdür.
Üçüncü Görüş: Bu tip alacaklarda zekât gerekmez. Çünkü bu malda artma
bulunmadığından vâcib olmaz. Ticaret için olmayıp kendisi için ayırdığı mallan
da bu kabildendir. Bu görüş îkrime'-nin görüşü olup Aişe ve Îbn Ömer'den rivayet
olunmuştur.
Dördüncü Görüş: Alacağım aldığı zaman bir senelik zekâtını verir. Bu görüş ise
Sa'îd bin Müseyyeb ve 'Atâ bin Ebî Rebâh'ın görüşüdür.
Alacaklının sıkıntı içinde olması, borçlunun borcunu inkâr etmesi veya borcunu
vermemesi durumuna gelince: «Böyle bir alacağa zekât gerekmez» denmiştir-. Çünkü
alacaktan faydalanmaya kadir değildir. Katâde, İshak, Ebû Sevr ve Hanefiler bu
görüştedir. Dendi ki; «Eline geçtiği zaman geçen yılların zekâtım verir. Çünkü
paraya sahib olmuştur. Sevri, Ebû Ubeyd bu kanaattedir. Tasarruf yapması caiz
olduğuna göre, geçen yılların zekâtını vermesi vacib •olur.
Şafiî'den her iki görüş de rivayet olunmuştur. Ömer b. Abdüla-,zİz, Hasan, Leys,
Evzâî ve Mâlik'den rivayet olunduğuna göre; alacağı eline geçtiğinde bir yıllık
zekâtını öder.
8.103. Senet ve Banknotların Zekâtı
Senet ve banknotlar, ödenmesi gereken kefilli, vesikalı alacaklar olup, bu
alacaklara, nisaba baliğ oldukları zaman zekât vacib olur. Çünkü bunların
kıymetini gümüşten hesab ederek hemen vermek mümkündür.
8.10.4. Süs Eşyalarının Zekâtı
Âlimler, elmas, inci. mercan, yakut ve zebercet ile benzeri değerli taşlarda
zekât olmadığında ittifak etmişlerdir. Ancak ücret maîı olarak bulunsa
zekâtlannı vermek gerekir. Yine alimler, kadınların altın ve gümüşten yapılan
süsleri hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Ebû Hanife ile îbn Hazm, «Nisaba malik olursa süs eşyasında zekât vardır»
demişlerdir. Amr bin Şu'ayb'm babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu
hadisi delil getirmişlerdir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seUem'e iki kadın
geldi. Kollarında altın bilezikler vardı. Rasûlülah «Kıyamet günü Alanın size
ateşten bir bilezik giydirmesini ister misiniz?» deyince onlar «Hayır» dediler,
«öyle ise eüerinizdeki bileziklerin zekâtını veriniz,» buyurdu.
Esma binti Yezid (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre, o demiştir ki: Ben ve
teyzem Rasûlüllah'm yanma girdik. Bizde altından bilezikler vardı. Rasûlüllah; «Bunlarin
zekâtını veriyor musunuz?» diye sorunca, teyzem «hayır» dedi. Bunun üzerine
Rasûlüllah; «Allah'ın size ateşten bir bilezik giydirmesinden korkmaz mısınız?.
Zekâtını ödeyiniz,» buyurdu. (Heysemi bu hadisi Ahmed'in rivayet ettiğini
belirterek senedinin hasen olduğunu söylemiştir.)
Âişe radiyallahü anhâ'dan rivayeten, o demiştir ki': «Rasûlüllah yanımıza
girince, elimizdeki gümüşten yüzükleri gördü. Bana, «Bunlar nedir, ya Âişe?»
dedi. Ben de; «Sana süslü görünmek için onları takdim.» dedim. «Zekâtını ödüyor
musun?» diye sordu. «Hayır» dedim. Rasûlüllah «ateşten olarak bu sana yeter»
buyurdu. (Hadisi, Ebu Dâvûd, Dârekutni ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.)
Diğer üç imam; «Ne kadar fazla olursa olsun, kadının süsünde zekât yoktur»
demişlerdir.
Beyhakî'nin rivayet ettiğine göre; Câbir bin Abdullah (r.a.)'a «Süste zekât var
mıdır?» diye sorulduğunda., «hayır» diye cevap verdi. «Bin dinar olursa yine yok
mu?» diye soruldu. Câbir «daha fazla da olsa zekât yokdur» dedi.
Koyunların Zekâtı
Kırk oluncaya kadar koyunlarda zekât yoktur. Kırktan yüzyirmiye kadar, salma
olması ve üzerinden bir sene geçmesi şartıyla bir koyun zekât verilir.
Yüzyirmibir olunca, ikiyüze kadar iki koyun, ikiyüzbirden üçyüze kadar üç koyun,
üçyüzden fazla olursa, her yüzdt bir koyun zekât verilir. Koyunun dokuz aylığı,
keçinin ise bir yaşındakiler zekât olarak alınır. Koyunların hepsi erkek olursa,
erkeği zekât olarak ayırmak ittifakla caizdir. Eğer hepsi dişi olursa veya erkek
dişi karışık olursa, Hanefîlere göre erkeğini ayırmak caizdir. Diğerlerine göre
ise dişisi ayrılır.
8.10.10.4. îki Nisab Arasındaki Miktarların Hükmü
«Evkâs», «Vakas» kelimesinin çoğuludur. Vakas; iki nisab arasındaki fark
demektir. Alimlerin ittifakiyle bu fark affedilmiş olup zekât gerekmez.
Devenin zekâö hakkında, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem den sabit
olduğuna göre; «Develer yirmibeşe ulaşınca dişi bir Bınt-i Mehâd, otuzalöya
ulaşınca, kırfcbeş kadar dişi bir Bint-i Le-bûn gerekir.»
Rasûliiilah sallallahu aleyhi ve sellem, sığırın zekâtı için de şöyle
buyurmuştur: «Otuza ulaştığı zaman, bir yaşındaki buzağı «Ceza'» veya «Ceze'a»
gerekir. Kırka kadar bu şekilde devam eder. Kırk olunca bir Müsinne gerekir.»
Koyunun zekâtı için şöyle buyurmuştur: «Salma koyunlar kırka ulaşınca,
yüzyirmiye kadar bir koyun gerekir»
Develerde yirmibeşle otuzaltı arası vakastır, ki, bunda zekât yoktur. Sığırlarda
otuz île kırk arası ya da kırk vakastir. Koyunlar da bunun gibidir.
8.10.10.5. Zekât Olarak Alınması Caiz Olmayan Mallar
Mallann zekâtını alırken mal sahiplerinin hakkını gözetmek vacibdir. Kendisi
izin vermediği müddetçe en iyisini'
almak caiz olmayıp bununla beraber fakirin hakkını gözetmek gerekir. Hay-vanlai
n durumundan anlayan bir kimsenin takdiriyle ayıplı ve kusurlu sayılan bir
hayvanı zekât olarak almak caiz değildir. Ancak hepsi ayıplı ölür ise zekât orta
maldan ayrılır,
EH& Bekir (ra.) yazdığı bir mektubunda şöyle demiştir: «Diş-'t'ri düşmüş şaşı
ile teke veya koç zekât olarak alınmaz.»
Siifyân bi'n Abdullah es-Sekafî'den rivayet olunduğuna göre, Ömer (r.a.) zekât
toplayan kişinin, kısır, evde süt ile beslenen koyun, doğum vakti gelmiş hayvan
ve koyunun erkeğini zekât olarak almasını nehyetti.
Abdullah bin Muaviye el-Ğâdîrî'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: «Üç şey vardır ki bunları yapan, îmanın tadını tatmış
demektir: Kim Allah'a İbadet ederek ondan başka bir Üâh olmadığını kabul eder,
nefsini temizlemek üzere her sene belli bir zamanda uyuz, dişleri düşmüş, hasta,
küçük, sütünü vermeyen hayvanları değil de mallarının orta hallilerinden zekâtım
verir ise, Allahu Teâlâ bu kimsenin hayrını sormadan yazar ve kötülüklerinin
yazılmasını emretmez. (Ebû Dâvûd ve Ta-berânî hadisi iyi bir senetle rivayet
etmişlerdir.)
8.Î0.İ0.6. Davar Dışındaki Hayvanların Zekâtı
Davarların dışındaki hayvanlarda zekât yoktur. O bakımdan ticaret için olmayan
at, katır ve eşekte zekât yoktur.
Alî (r.a.)'den rivayeten, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: «At ve kölelerin zekâtım affettim, onlarda zekât yoktur.» (Hadisi
Ahmed ve iyi bir senetle Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den şöyle rivayet olunmuştur: Rasûlüllah'a «Eşeğin zekâtı var
mıdır?» diye sorulunca, cevaben: «Bu konuda şu ayetten başka bir hüküm yoktur,»
buyurdu: «Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, her kim zerre kadar
kötülük yapmışsa onu görür.» (Züzâl: 7-8). (Hadis-i Ahmed rivayet etmiş olup
daha önce hadisin tümü geçti.)
Harise bin Mudarrib'den rivayet olunduğuna göre, bu zat Ömer (r.a.) ile beraber
haccda bulunmuş, Şam'ın eşrafı gelerek ona; «Ey mü'minlerin halifesi, bizim köle
ve binek hayvanlarımız var, bunlardan sadaka al da temizlenmiş olalım ve bizim
için zekât yerine geçsin.» dediler. Bunun üzerine Ömer (r.a.) cevaben; «Benden
önce ne Nebî aleyhisselam* ne de Ebû Bekir (r.a.) bunlardan zekât aldı. Fakat
bekleyin müslümanlara sorayım.» dedi. (Hadisi Heysemî naklederek şöyle demiştir
: «Hadisi Ahmed rivayet etmiş, Taberanî de Kebîr'inde zikretmiştir. Hadisin
ravileri sikadandır.»)
Zühri'nin Seîmân bin Yesâr'dan rivayet ettiğine göre; Şam ehli, Ebû Ubeyde bin
Cerrah'a; «At ve kölelerimizden zekât al», dediler. Ebû Ubeyde zekât almayıp bîr
mektupla durumu Ömer'e yazdı. Ömer (r.a.) bunlardan zekat almamasını söyledi,
Şam ehli tekrar Ebû Ubeyde b. Cerrah'a geldiler. O da Ömer (r.aO'a bir mektup
daha yazdı. Ömer (r.a.) yazdığı cevabî mektupta; «Eğer istiyorlarsa zekâtlarını
al, yine fakirlerine dağıt ve kölelerine yiyecek olarak ver.» dedi. (Hadisi
Mâlik ve Beyhakî rivayet etmiştir.)
8.10.10.7. Deve, Şıpır ve Koyun Yavrusunun Zekâtı
Bir kimse deve, sığır ve koyundan nisaba malik olur da bunlar sene içinde
yavrularlarsa, büyükler için sene tamamlanınca hepsinin zekâtım vermek gerekli
olup, ekseri ilim ehline göre aynı mal gibi anne ve yavrular zekâta tabi
olurlar.
Mâlik ve Şafiî'nin Süfyan b. Abdullah es-Sekafî'den rivayetlerine göre. Ömer bin
Hattab (r.a.) şöyle demiştir: «Çobanın güttüğü erkek ve dişi kuzuları say. Zekât
olarak kuzuları, kısır olanları, evde sütü için beslenen koyunlarla doğum vakti'
gelen koyunları ve koyunun erkeğini alma. Ceze'a ve Seniye'yi zekât olarak al.
Böyle yapmakla, malın İyisi ile kusurlusu arasında adaleti sağlamış olursun.»
Ebû Hanîfe, Şâfi'î ve Ebû Sevr, «Hayvan yavruları hesap edilmeyip zekâta tabi
olmaz. Ancak büyüklerle beraber nisaba ulaşırlarsa zekâtları verilir;»
demişlerdir.
Ebü Hanîfe demiştir ki: «Yavrular İster kendi malından doğmuş olsun, isterse
satın alınmış olsun, nisabı hesab ederken büyüklere ilâve edilir, üzerinden sene
geçmesiyle zekâta tabi olur.»
Şâfi'î ise; yavruların, kendi mülkünde, sene dolmadan önce nisaba giren
hayvanlardan doğmalarını şart koşmuştur.
Sadece hayvan yavrularından nisaba malik olan kimseye zekât gerekmez. Bu görüş,
Ebû Hanife, Muhammed, Dâvûd, Şâfi'î ve bir rivayetinde Ahmed'e aittir.
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Dârekutni ve Beyhakî'nin Süveyd b. Cafele'den
rivayetlerine göre, bu zat şöyle demiştir: Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve
sellem'in zekât memuru bize geldi ve şöyle dedi: «Bizim zamanımızda süt emen
yavrudan zekât alınmazdı.» (Hadisin isnadında Hilal b. Habbâb vardır. Pek
çokları bu zatı güvenilir saymış, bazıları ise aleyhinde konuşmuştur.)
Mâlik ve bir rivayetinde Ahmed'e göre, büyükler gibi küçüklerden de zekât
alınır. Çünkü küçükler büyüklerle beraber sayıldığına göre, tek olarak da
sayılmaları gerekir.
Ebû Yusuf'a göre ise, küçüklerde sadece aralarından bir küçük yavruyu zekât
olarak vermek gerekir.
8.10.20.8. Mallan Toplamak Veya Ayırmak Hakkında Gelen Rivayetler
Süveyd b. Gafsle'den gelen rivayete göre, o şöyle demiştir: Ra* sûlüllah'm zekât
memurunun bize gelerek, şöyle dediğini işittim: «Süt kuzusundan zekât almayız.
Toplu olanların arasını ayırmaz, ayn olanlarını da bir arada hesap etmeyiz.» Bu
arada birisi büyük bir deve getirdi, onu almaktan kaçındı. (Hadîsi Ahmed ve Ebû
Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Enes'in anlattığına göre, Ebû Bekir (r.a.) kendisine şöyle bir mektup yazdı: «Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in müslü-manlara farz kıldığı zekât budur. Zekât
artar veya eksilir korkusuyla ayn olan mallar bir arada hesab edilmez, toplu
olan mallar da ayrılmazlar. Müşterek olarak sürüye sahip olanlar ise verdikleri
zekâtı aralarında bölüşürler.» (Hadisi Buharî rivayet etmiştir.)
tmam Mâlik Muvatta'mda şöyle demiştir: «Bu hadisin manası şudur: Üç kişi düşünün
ki; her birisinin kırkar koyunu vardır. Bu durumda bunlara birer koyun zekât
düşüyor. Bunlar ise koyunla nnı bir araya getirmek suretiyle hepsine bir koyun
zekât düşürmüş oluyorlar. Veya karışık olarak iki kişi ikiyüzbir koyuna
sahiptirler. Bu durumda üzerlerine üç koyun zekât düşüyor. Şayet ayırırlarsa
hepsine birer koyun zekât düşmüş oluyor.»
Şâfi'î şöyle demiştir: «Hadisdeki bu hitab, bir bakımdan mal sahibine bir
bakımdan İse, tahsildara aittir. Her birerlerinin, zekâtın artması veya
eksilmesi korkusundan dolayı cem ve tefrik gibi bir işleme girişmemeleri
emrediliyor. Mal sahibi, zekatın çoğalmasından korkarak cem yapar veya zekât
azalsm diye tefrik yapar. Tahsildar ise zekâtın az olmasından korkarak cem yapar
veya çoğalsın diye tefrik yapar. «Zekâttan korktuğu.için», sözünün manası;
zekâtm az veya çok olması endişesi, anlamındadır. Hadisin her ikisine de
İhtimali olunca, manayı sadece birisine hamlederek «bu, diğerinden evladır»
demek doğru olmaz. Her iki manaya da ham-ledilmesi caizdir.»
Hanefilere göre; bu nehiy, bir kimsenin malına çok zekât düşsün diye ayırmak
isteyen tahsildarlaradır. Meselâ; bir kimsenin yüzyirmî koyunu olsa, bunu üçe
ayırdığınızda kırk yapar ki, üç koyun zekât vermek gerekir. Bir kimsenin malı
diğerinin malıyla bîr-leştirilirse daha çok zekât vacib olmuş olur. Mesela; bir
kimsenin yüzyirmıbir koyunu olup diğerinin de aynı şekilde yüzyirmibir koyunu
bulunsa, ayrı ayn birer koyun zekât düşerken, birleştirilince üç koyun zekât
düşmüş oluyor.
8.10.10.9. Sürüleri Birbirine Katmanın Bir Tesiri Var mı?
Hanefiler; «Kanşık malın, ister taksim edilmiş, ister edilme^ miş olsun, zekâtta
bir tesiri yoktur; müşterek malda zekâtın vacib-olması için herbirinin
hissesinin nisaba ulaşmış olması gerekir.»
demişlerdir.
Üzerinde icmâ' edilen -esasa göre; zekât ancak bir şahsın mülkünden alınabilir.
Malikiler şöyle demişlerdir: «Sürülerin birleşik olması durumu zekâta tesir
etmez. Ancak her ikî mal sahibinin çobanlannın, sürülerinin yattıkları yerin ve
koçların bir olması, sürüleri birleştirme niyetlerinin bulunması ve her
birisinin malını diğerinden ayırabilme imkânının olması şartıyla ayn ayn nisaba
malik olurlarsa herbi-rine zekât vacip olur. Eğer böyle olmayıp, mallarını
ayırabilme imkanı yoksa, o zaman ortak olmuş sayılırlar. Her birerlerinin zekâta
ehil olması gerekir. Karışıklığın ancak sürülerde tesiri vardır. Maldan alınan
şey, belli nisbette ortaklara dağıtılır. Ortaklardan her birerleri için karışık
olmayan mal varsa, hepsi karışık olarak kabul edilir.
Şâfi'î'ye göre; karışık malların herbirisf zekâta tesir eder. îki veya daha çok
kişinin mallan bir mal gibi olur. Karışıklığın tesiri, zekâtın vacib olmasında,
artıp eksilmesinde kendisini gösterir. Va-cib olmasındaki tesirine misal: îki
kimsenin yirmişer koyunları olsa, birbirine katmakla bir koyun vacib olur. Eğer
tek tek olursa, bîr şey vacib olmaz. Zekâtı çoğaltmaktaki tesirine misâl: Yüz
koyun, başka bir yüz koyuna katılsa; herbirerlerine birbuçuk koyun zekât düşer.
Eğer ayrı ayn olsalar, sadece koyun vacib olur. Zekâtı azaltmaya misal: Üç kişi
düşünün; her birinin kırk koyunu var. Bunları birbirine katarlarsa, hepsine bir
koyun vacib olur. Yani her birine koyunun üçte biri vacib olmuş olur. Eğer tek
tek hesab ederlerse, hepsine birer koyun gerekir. Bundan dolayı
Şâfi'iler, birbirine karıştırılan malların zekâtı konusunda aşağıdaki şartlan
koşmuşlardır:
1 — Ortaklann zekât ehlinden olması.
2 — Birbirine katılan mallann nisaba ulaşmış olması.
3 — Üzerinden tam bir sene geçmiş olması.
4 — Mallardan herbirerlerinin, ağılda, otlakta, sulama yerinde, çobanda iken ve
sağilırken ayrılmaması.
5 — Eğer sürü aynı cinsten ise, koç katımında birleşmesi gerekir.
Şâfi'i'nîn bu görüşüne Alımed de katılmış, ancak Ahmed, zekât konusunda mallann
birbirine kanştınlmasım sadece sürülerde kabul etmiş, diğer mallan ise bundan
istisna etmiştir.
8.10.11. Hazîne ve Madenlerin Zekâtı
8.İ0.11.1. Hazine'nin Manast
«Rikâz»; «rekeze - yerküzü» kökünden türemiştir. Gizlenen bir şey için bu tabir
kullanılır. Allahu Teâlâ şöyle
buyuruyor: «Onlardan hiçbir fısıltı (rikzen) işitiyor musun?» (Meryem: 98). Rikz;
gizli ses demektir. Burada Rikâz'dan maksat, cahiliye defineleridir. Malik şöyle
demiştir: «Bize göre ihtilafsız olarak ilim ehlinden işittiğim şudur ki; rikâz;
mal harcayarak araştırılmayan, büyük bir iş gerektirmeyen, fazla emek
sarfedilmeden elde edilen cahiliyye dö-nemf definelerinden bulunan definedir.
Ama. mal harcayarak aranan, büyük bir zorlukla ve ağır işle çıkartılmaya
çalışılan, bazan bulunup bazan da bulunamayan defineye gelince; bu rikâz
değildir. Ebu Ham'fe şöyle demiştir: Rikaz, Allah'ın ve insanların yer altında
gizlemiş olduklan şeyin ismidir.
8.10.11.2. Madenin Manası ve Alin&ere Göre Madenin Zekâtv
«Ma'den», a-de-ne kökünden ism-î mekândır. Bir yerde fcaim-dığı zaman bu ifade
ile kullanılır. Allah>u Teâlâ «Adn cennetlerimden bahsetmiştir. Bundan da yine
«ebedî, kalacaklan yer» kastedil*-mistir.
Alimler, zekâtı vacib olan madenler hakkında ihtilâf etmiştir.
îmam Ahmed, yerin içinde yaratılmış olan, toprak cinsinden olmayan, değerli her
madende zekât vardır demiş, altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, yakut, zebercet,
zümrüt, billur, akik, kına; zift; petrol, kibrit, kara boya ve benzerlerini buna
örnek vermiştir îmam Ahmed, yerden çıkanın kendisinin veya değerinin nisaba
ulaşmasını şart koşmuştur.
Ebû Hanife şöyle demiştir: «Şekil verilebilen ve ateşte eriyebilen her madende
zekât vardır. Altın, gümüş, demir, bakır buna örnektir. Zift gibi akıcı
olanlarla yakut gibi ateşte erimeyecek kadar sert olanlarda İse zekât yoktur.
Madenlerde nisab şartı aran-mayıp azında da çoğunda da beşte bir zekât vardır.»
Mâlik ve Şâfi'î sadece altın ve gümüşten zekât alınacağını söylemiştir, îmam
Ahmed gibi altının yirmi miskal, gümüşün ise iki-yüz dirhem olmasını şart
koşmuşlardır. Üzerinden sene geçmesi şartı olmayıp ekin gibi çıkanldıklan zaman
zekâtlarının verileceği üzerinde ise ittifak etmişlerdir. Diğer üç imama göre
ise; kırkta bir nisbetinde zekâta tabi olup, zekâtın verildiği yerlere verilir»
demişlerdir.
8.10.11.3. Hazine ve Madenlerde Zekâtın Meşru Oluşu
Hazine ve madenlerde zekâtın vacip olmasındaki esas; Buha-ri, MüsÜm, Tirmizî,
Nesai, Ebû Dâvûd ve tbn Mâce'nin Ebû Hürey-re (r.a.)'den rivayet ettiği şu
hadistir: Rasûlüllah saltallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Hayvanların
yaptığı yaralama heder-dir.(*) Kuyuya düşen hayvan hederdir, maden hederdir.
Hazinede ise beşte bir zekât vardır.»
t*) Yâni ödemen gerekmez.
îbn Münzir şöyle demiştir: Bu hadîse Hasan'dan başka muhalefet eden yoktur.
Hasan, harp arazisiyle arap arazisinde bulunan hazinenin arasını ayırmış ve
«Harp arazisinde bulunanda beşte bir, arap arazisinde bulunanda ise zekât
vardır.» demiştir.
îbn Kayyım şöyle demiştir: «Maden hederdir,» sözünde iki görüş vardır.
Birincisi, bîr kimse maden çıkarmak için işçi çalıştırır da, maden, işçinin
üzerine düşüp ölürse, o işçi hederdir. Yani bir şey ödemek gerekmez. «Kuyuya
düşen ve hayvanların yaptığı hederdir.» ifadesiyle beraber gelmesi, bu görüşü
kuvvetlendirir. İkin-ci görüş «Madenlerde zekât yoktur,» şeklindedir. «Hazinede
beşte bir zekât vardır.» ifadesine yakın olması bu görüşü kuvvetlendirir. Bu
ifade maden ile hazine arasını ayırmış, hazinede böyle bir olduğunu ifade
etmiştir. Çünkü hazine külfetsiz, zorluk çekmeden elde edilen bir maldır.
Madenden ise zekâtı kaldırmıştır. Çünkü madeni çıkarmak için büyük külfet ve
zorluk mevzu bahisdir.
8.10.11.4. Zekât Vacip Olan Hazinenin Şekli
Beşte bir zekât vacip olan hazine, altın, gümüş, demir, kurşun, tunçtan kap ve
buna benzer her türlü maldır. Hanefî, Hanbeli, îs-hak, Îbn Münzir, bir rivayete
göre Mâlik ve Şâfi'î'nin bir görüşü bu yöndedir. Şâfi'î'nin diğer görüşünde ise
«Beşte bir zekât ancak altın ve gümüşte vaciptir,» şeklindedir.
8.10.11.5. Hazinenin Bulunduğu Yerin Durumu
Hazine aşağıdaki yerlerden birinde bulunur:
1. Hazinenin, arazinin yüzeyinde bulunsa bile, ölü arazi ile sahibi bilinmeyen
arazide, işlek olmayan yolda, harap olan köyde bulunması halinde beşte bir
zekâtı vardır. Kalan dördü ise bulanda kalır. Nesâî'nin Amr b. Şu'ayb'dan, onun
babasından, onun da dedesinden rivayet ettiğine göre o demiştir ki; Rasûlüüah
sallallahu aleyhi ve seüem'e «bulunan şey» hakkında sorulduğunda şöyle cevap
verdiler: «tşlek bir yolda veya mamur bir köyde bulunan mal, bir sene İlân
edilir. Eğer sahibi çıkarsa verirsin, çıkmazsa senindir. (*) İşlek olmayan yolda
ve mamur olmayan köyde bulunan malda ve hazinede beşte bir zekât vardır.»
2. Kendisine intikal eden bir mülkte bulduğu hazine ona aittir. Çünkü hazine
yerin içinde bulunan bir emanet olup, mülkün
(*) Eğer sahibi çıkmazsa, bulan fakir ise kendinde kalır. Şayet fakir değilse
tasadduk eder.
sahibine ait değildir. Şâfi'î şöyle demiştir: «Bulunan hazine, eğer itiraf
ederse, önceki sahibine aittir. Eğer bunu önceki sahibi kabullenmezse daha
önceki sahibine aittir. Bu şekilde kabullenecek sahibine doğru gidilir. Eğer bir
ev miras ile İntikal etmişse miras hükmünü alır. Eğer varisler mala varis
olmadıklarında ittifak ederlerse evvelki sahibinindir. Evvelki sahibi bilinmezse
sahibi bilinmeyen kayıp mal gibi olur.» Ebû Hanife ve Muhammed ise; «Eğer bi-linivorsa,
ev, arazinin ilk sahibine veya varislerine aittir. Şayet bilinmiyorsa
Beytülmâl'e kalır.» demişlerdir.
3. Hazineyi müsiüman veya zımmînin mülkünde bulmak. Bu durumda, Ebû Hanife,
Muhammed ve Ahmed'den bir rivayete göre hazine mal sahibinindir. Ahmed'den diğer
rivayete göre ise, bulana aittir. Hasan bin Salih ve Ebû Sevr bu görüşte olup,
Ebü Yusuf da bu görüşü güzel bulmuştur. Daha Önce de geçtiği gibi araziye sahip
olan hazineye sahip olmuş olmaz. Ancak arazinin sahibi, hazinenin kendinin
olduğunu iddia ederse söz onun sözüdür. Çünkü hazine mülke tabi olarak elinin
altındaydı. Eğer kendinin olduğunu iddia etmezse hazine bulana aittir. Şâfi'î
ise kendinin olduğunu itiraf ederse hazine, sahibine aittir. Kendinin olduğunu
ka* bullenmezse ilk sahibine aittir demiştir.
8.10.11.6. Hazinede Vacip Olan Zekât Miktarı
Daha önce geçtiğine göre, cahiliye definesinden olan hazinede vacip olan zekât
miktarı beşte bir olup, kalan beşte dördü ise eğer biliniyorsa arazinin. ;i>
sahibine, eğer ilk sahibi ölmüşse, bilinmekte olan varislerine aittir. Şayet
varisleri ûmramjw<- pv>c.ı-.ai'. kalır. Ebû Hanife, Şâfi'î ve Muhammed'in
görüşleri budur.
Ahmed ve Ebu Yusuf şöyle demişlerdir: Eğer yerin sahibi kendinin olduğunu iddia
etmezse hazine bulana aittir. Eğer yerin sahibi kendinin olduğunu iddia ederse,-
ittifakla söz onundur.
Ebü Hanife ve Ahmed'e göre nisaba itibar edilmeden çıkanın azında veya çoğunda
beşte bir vacib olur.
Malik in iki görüşünden en sahihine ve Şâfi'î'nin yeni görüşüne göre nisaba
itibar edilir. Üzerinden sene geçmesi şartı ihtilafsız olarak yoktur.
8.10.11.7. Beşte Bir Kime Vacip Olur?
Cumhur ulemaya göre beşte bir zekât müsiüman, zımmî, büyük, küçük, akıllı ve
deli hazineyi bulan herkese vaciptir. Ancak küçük ve deli olanların velileri,
onlar adına zekâtlarını verir, tbn
237
Münzir demiştir ki: «Kendilerinden ilim öğrendiğim ilim ehlinin io-maına göre,
bulduğu hazinede zimmîye beştebir vardır.» Mâlik, Medine ehli, Sevri, Evzâî,
Irak ehli, rey taraftarları ve diğerleri de aynı şeyi söylemişlerdir. Şâfi'î
ise, beşte bir nisbetînin' zekât olması münasebetiyle ancak kendilerine zekât
düşenlere vacip olduğunu söylemiştir.
8.10.11.8. Beste Birin Verileceği Yerler
Şâfi'î'ye göre beşte birin sarf yeri zekâtın verildiği yerlerdir. Ahmed ve
Beyhakî'nin Bişr el-Has'amî'den, onun da kendi kavminden bir adamdan rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir: Küfe'de Bişr' in su havuzunun yanında eski
kiliseden kalma bir küp bana düştü, içinde dört bin dirhem vardı. Bu küpü Ali
(r.a.)'a götürdüm. Bana beş kısma ayırmamı söyledi. Ben de beş kısma ayırdım,
içinden beş-tebirini aldı. Kalan beşte dördünü bana bıraktı. Ben geriye dönünce
beni çağırdı. «Komşuların arasında fakir ve miskinler var mı?» diye sordu. Ben
de «evet*, deyince, Ali, «Bunu al, onlara taksim et» dedi.
Ebû Hanife, Mâlik ve Ahmed beştebirin verileceği yerin gani* met yeri olduğunu
söylemişlerdir. Şa'bî'nin rivayetine göre bir adam Medine'nin dışında bin
dinarlık bir define buldu. Bulduğu defineyi Ömer bin Kaîtab'a getirdi. Ömer
(r.a.) beşte biri olan iki-yüz dinarını aldı. Kalanım ise adama bıraktı. Ömç;-
(f.a.} ikİyüz dinarı orach hazir büiünân müsiümaniara taksim etti. Dinarlardan
bîr miktar artınca Ömer (r.a.), «Dinarların sahibi nerede?» diye sordu. Bunun
üzerine adam ayağa kalktı. Ömer, «Bu dinarları al, bunlar senindir.» dedi.
Muğnî kitabında geçtiğine göre; eğer beşte bir zekâtı, zekât ehline verilseydi,
Ömer (r.a.) kalan zekâtı bulana vermezdi. Çünkü, hazinenin zekâtını vermek
zumruye de vaciptir. Halbuki zekât zim-mîye vacip değildir.
8.19.11.9. Dernzden Çtkan Şeyin Zekâtı
Alimlerin çoğuna göre; denizden çıkan inci, mercan, zabercet, amber, balık ve
diğerlerinin hiç birinde zekât vacib değildir.
Ancak Ahmed'den bir rivayette, eğer çıkan şey nisaba ulaşırsa, zekât vardır.
Ebû Yusuf, inci ve amber konusunda aynı görüşü benimsemiştir.
tbn Abbas ise «Amberde zekât yoktur,» demiştir. Çünkü amber denizin şiddetlice
dışarıya attığı bir madendir.
Câbir de amberde zekât olmadığını söylemiştir. Çünkü amberin bulan için bir
ganimet olduğunu söylemiştir.
3.10.12.
Bir kimse, başka malı olmadığı halde, nisaba ulaşan, üzerinden sene geçmesi
şartı bulunan bir maldan kazanç elde eder veya. elinde, aynı cins maldan bulunup
da kazandığı mal ile birlikte bu mal nisaba ulaşırsa o andan itibaren sene şartı
başlamış olur. Sene dolunca bu malda zekât vacip olur. Yanında nisabı dolduracak
kadar malı bulunanın bu malı şu şekilde kazanç getirir:
1 — Ticaretin kân ve hayvanların doğması gibi faydalanılan malın asıl maldan
üremesi. Bu mallar senenin dolması ve zekât konusunda asıl mala tabidirler. Bir
kimsenin yanında nisaba ulaşacak kadar ticaret malı veya hayvanı bulunup da,
ticaret malı kâr getirir, hayvanlar da sene arasında çoğalırsa hem asıi mah hem
de kazandığı mah topluca zekâta girer. Bunda ihtilâf yoktur.
2 — Kazanılan mal, nisab cinsinden olup esas maldan artarak veya üreyerek değil
de satın alma, hibe ve miras yoluyla kişinin o malı kazanması şeklindeyse: Ebû
Hanîfe'ye göre kazanılan kısım nisaba ilâve edilir. Sene ve zekât konusunda ona
tabi olup asıl mal ile beraber zekâta hesap edilir. Şâfi'î ve Ahmed şöyle
demiştir : «Asıl ister mal, ister para, ister hayvan olsun, kazanılan kısım için
yeni bir sene beklenir. Meselâ yanında ikiyüz dirhem olup sor.rs sene arasında
kazandığı bir para elde etse, şenâ tamamlanınca tümünün zekâtım verir.s Malik
hayvanlar konusunda Ebû Hanife'nin göriişü üzredir. Parada ise, Şâfi'î ve
Ahmed'in görüşünü benimsemiştir.
3 — Kazanılan malın, yanındaki malın cinsinden olmaması: Bu durumda sene ve
nisab konusunda yanındaki mala ilâve edilmez. Bilâkis bu mal kendi basma nisaba
ulaşır seneyi doldurursa, sene sonunda zekâtını verir. Eğer doldurmazsa bir şey
gerekmez. Cumhur ulemanın görüşü b'adur.
8.10.13. Z&kât Malın Kendine Değil, Sahibinin Zimmetine Vacibdir
Ebû Hanife, Malik, Şâfi'î ve Ahmed'den bir rivayete göre zekât mahn kendisine
vacibdir. Şâfi'î'den ve Ahmed'den ikinci bir görü-
şe göre; zekât, mal sahibinin zimmetine vacip olup malın kendisine vacib
değildir. Bu İhtilafın faydası şöylece ortaya çıkar. Meselâ:? Bir kimse ikiyüz
dirheme saHip olsa, zekât vermeden üzerinden iki sene geçmiş bulunsa, «bu
durumda zekât malın kendisine vacib-dir», diyenler için bir seneliğine zekât
vermesi gerekir. Çünkü ilk seneden sonra beş dirhem eksilerek nisab miktarından
aşağı düşmüştür. «Zimmete vacibdir», diyenlere göre, her sene için bir zekât
olmak üzere iki defa zekât verir. Çünkü zekât zimmete vaciptir. Nisabın
eksilmesi buna tesir etmez. îbn Hazm zimmete vacip olduğu görüşünü tercih ederek
demiştir ki; «Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin zamanından bizim
zamanımıza kadar, üzerine buğday, arpa, hurma, altın, gümüş, deve, sığır ve
koyunun zekâtı vacib olan kimse bu zekâtını aynı ekin, hurma', gümüş, altm,
deve, sığır ve koyun dı^ındakilerden verdiğinde ümmetin hiçbirisi arasında
ihtilaf yoktur. Bu zekâta mani değildir ve mekruh da değildir. Bizzat aynı
maldan vermekle başka maldan vermesi, satın aldığı mal ile hibe edilenden ve
borç olarak aldığından vermesi arasında bir fark yoktur.
Kesin olarak belli oldu ki, zekât zimmete vacib olup bizzat malın kendisine
vacib değildir. Eğer malın kendisine vacib olsaydı başka maldan zekât vermek
helâl olmazdı ve bunun menedilmesi gerekirdi. Nitekim her bir malda ortak olduğu
arkadaşına ortak oldukları maldan başkasını vermesine mani olunur. Ancak
karşılıklı rıza ile ve alışveriş hükmü üzerine anlaşmayla caiz olur. Yine eğer ^ekât
malın kendisinde vacib olsaydı şu iki şekilden birisi olması gerekirdi: Üçüncü
bir şekil daha yoktur. Zekât ya bu malın
—"-çnlşnndan herbirisinde bulunmuş olacak veya o malın kendisinde değil de ü<t?Ku
_ , , , , . _
«-Ma buluiıa^k. Ş»y«* «kat o malın par-
çalarında mevcut ise, o maldan bir baş hayvan, bir tane veya dah* fazlasını
satmak kişiy&haram olur. Çünkü zekâtın verildiği kişiler, bu malın bütün
kısımlarına ortaktırlar. Daha önce bahsetiğimiz gibi mal sahibinin bundan yenisi
haram olmuş olur ki, bu ihtilafsız batıldır. Yine ortaklar arasında tMuğu gibi,
vereceği koyunu kalan koyunların tam değerinden hesap ee^ vennesi Iâzım geHr>
Eğer vermiş olduğu zekât, zekât olarak verü^- gereken maJ de_ ğüse bu durumda
batıl olmuş olur. Verilmesi gerekeı^^ verm;s oj_ duğu mal ile tam eşit olması
gerekir ki bu ise bilinemez « ^ belki satmış veya fakirlerin hakkını yemişdir.
Bunlardan da ^^ .siliyor ki bizim yukarda söylediklerimiz kesin olarak doğrudur.
8.10.14. Zekâtın Vacib Olmasından Sonra ve Edasından Önce Malın Helak Olması
Bir malın üzerinden sene geçer veya hasat zamanı gelir de zekâta tabi olursa,
zekâtı verilmeden önce malın hepsi' veya bir kısmı telef olursa, ihmal sonucu
olsun veya olmasın, tümünün zekâtım vermek mal sahibine gerekir. Bu da zekâtın
zimmete vacip olduğunu göstermektedir ki, Ibn Hazm'ın ve Ahmed'in meşhur görüşü
bu yöndedir.
Ebû Hanîfe'ye göre; eğer malın tamamı, sahibinin tesiri olmadan telef olursa bu
kimseden zekât düşer. Eğer malm bir kısmı helak olmuşsa, zekât malın kendisiyle
alakalı olduğu için helak olan kısımdan zekât düşer. Eğer sahibinin tesiri
sonucu mal helak olursa zekât düşmez.
Şâfi'î, Hasan bin Salih, Ebû Sevr, Ishak ve îbn Münzir şöyle demişlerdir: «Eğer
edaya muktedir olmadan önce nisaba erişen mal telef olursa, zekât düşer, edaya
muktedir olduktan sonra telef olursa zekât düşmez.»
îbn Kudâme bu görüşü benimseyerek dedi ki: «Doğru olan eda konusunda ihmallik
göstermediği zaman malın telef olmasıyla zekâtın düşmesidir. Çünkü zekât,
nimetin var olması durumuna göre vacib olur. Yoksa 2ekât vacip olanın
fakirleşmesi halinde de zekât vacib olmaz. îhmalin manası şudur: Zekât vermeye
muktedir olduğu halde zekâtı vermemesi. Zekât vermeye muktedir değilse, ihmal
etmiş sayılmaz. Zekâtı alacak kimsenin bulunmaması, malın kendisinden uzakta
olması veya farz olan miktarın malda bulunmayıp satın almaya ihtiyaç duyması,
fakat satın alacak mal bulamaması veya satın almak isteğinde bulunmaması île
buna benzer durumlarda mal sahibi ihmal etmiş sayılmaz. Eğer mal telef olduktan
sonra zekât vaciptir, desek, eğer malik için edası mümkünse zekâtı eda eder,
yoksa zarar görmeksizin edası mümkün olacak kolay bir zamanı bekler. Çünkü bu
kimse kullara olan borcunu geri bırakması mümkün olduğu gibî Allah'ın hakkı olan
zekâtı da geri bırakabilir.»
8.10.15. Ayırdıktan Sonra Zekâtın Zayi Olması
Bir kimse hak sahibine vermek üzere zekâtı ayırdıktan sonra tamamı veya bir
kısmı zayi olursa tekrar zekât vennesi gerekir. Çünkü zekât, Allahın vermesini
emrettiği kişilere verilmek üzere kişinin zimmetine geçmiştir.
tbn Hazm şöyle demiştir: Tank bin Ebî Şeybe'nin Hafs b. Ğıyâs, Cerir, Mu'temer
b. Süleyman et-Teymî, Zeyd b. el-Habbab ve Ab-dü'vehhab b. 'Atâ'dan rivayet
ettiğine göre Hafs şöyle demiştir : Hişam b. Hessan'dan onun Hasan-ı Basrî'den
rivayetine göre Cerir demiştir ki: Muğîre ve arkadaşlarından rivayet olunduğuna
göre Mu'temer şöyle demiştir: Mamer'in Hammâd'dan rivayet ettiğine göre Zeyd
demiştir ki: Şu'be'nin Hakem'den rivayetine göre Ab-dülvehhab demiştir ki: Ibn
Ebî 'Urbe'den, Hammâd'dan, İbrahim Neha'î'den şöyle rivayet olunmuştur: «Sonra
alimlerin ittifakına göre malının zekâtını ayırdıktan sonra zayî edene bu
kifayet etmez. Tekrar zekâtını hesaplaması gerekir.» Ibn Hazm devamla demiştir
ki: «'Atâ'dan bize rivayet olunduğuna göre zayi olan zekât ona kifayet eder.»
8.10.16. Zekâtı Sonraya Bırakmak Onu Düşürmez
Bir kimse üzerinden yıllar geçtiği halde üzerine gereken zekâtı vermemişse,
zekâtın vacib olduğunu ister bilsin ister bilmesin, ister islâm diyarında
bulunsun isterse dâru'l-harb'de bulunsun, zekâtı vermesi gerekir.
îbn Münzir şöyle demiştir: «Âsiler, ahalisi yıllarca zekâtını vermemiş bir
beldeyi ellerine geçirseler, sonra müslümanlann halifesi durumu hakim olsa.
Mâlik, Şâfi'î ve Ebû Sevr'e göre geçen yılların zekâtını alır.»
3.10.17. Zekât Olarak Malın Yerine Kıymetini Vermek
Hakkında delil olan zekât mallan yerine kıymetini zekât olarak vermek caiz
değildir. Ancak o malın kendisi veya cinsi bulunmadığı zaman kıymeti
verilebilir. Çünkü zekât bir ibadettir, ibadeti şer'an emredilen şeyin dışında
eda etmek sahih olmayıp aynı maldan zekât vererek fakirlerin zenginlerin
mallarının bizzat kendisine onak olması gerekir. Mu'âz hadisinde geçtiği üzere
Rasûlül-lah sallallahu aleyhi ve sellem kendisini Yemen'e gönderdiği zaman ona;
«Hububattan hububat, koyunlardan koyun, develerden deve, sığırlardan sığır al,»
buyurdu. (Bu hadisi Ebû Davud, Ibn Mâce, Beyhakî ve Hâkim rivayet etmiştir. Bu
hadisin ravilerinde kopukluk vardır. Çünkü 'Atâ bu hadisi Mu'âz'dan
İşitmemiştir.)
Şevkanî şöyle demiştir: «Gerçek şu ki; zekât, malın kendisine vacib olur. özür
olmadan bir mal kıymetiyle değiştirilemez.»
Ebû Hanîfe ise, malın kendisini vermeye gücü yetsin veya yetmesin kıymetini
vermesini caiz görmüştür. Çünkü zekât fakirin hakkıdır. MaJın kendisiyle kıymeti
arasında fakire göre bir fark yoktur.
Buharî'nin yemin sîgasıyla ta'liken rivayet ettiğine göre Mu'âz Yemen ehline
şöyle demiştir: «Bana, zekât olarak arpa ve dan yerine elbise getirin. Bu sizin
için daha kolaydır. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı Medine'de
bu konuda serbest bırakıldı.»
8.10.18. Müşterek Malda Zekât
Mal iki veya daha çok kişi arasında ortak olduğu zaman, ilim ehlinin çoğuna göre
her birerleri tam olarak nisaba malik oluncaya kadar onlara zekât vacip olmaz.
Bu hüküm daha önce konu edilen ve hakkında ihtilaf bulunan hayvanlardaki
ortaklığın dışındadır.
ZEKÂT VERMEKTEN KAÇINMAK
Mâlik, Ahmed, Evzâî, Ishak ve Ebû Ubeyd'e göre bir kimse herhangi bir maldan
nisaba malik olup zekâttan kaçmak niyetiyle sene dolmadan önce o malı satsa veya
hibe etse veya ondan bir kısmını telef etse bu kimseden zekât düşmez. Bu
hareketiyle zekâttan kaçmaya çalışan kişiden, sene sonunda takriben vermesi
gereken zekât hesap edilerek alınır. Eğer sene başında böyle yapmış olursa
zekâttan kaçma şüphesi bulunmadığından bu kişiden zekât alınmaz.
Ebû Hanîfe ve Şâfi'î şöyle demiştir: «Zekât ondan düşer. Çünkü sene
tamamlanmadan malı noksanlaşmıştır. Bu durumda zekâttan kaçmakla günahkâr ve
Allah'a âsi olmuştur.»
Birinci görüşü savunanlar şu ayetle delil getirmişlerdir:
«Biz bunları vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha
sabah olmadan bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin
etmişlerdi. Ama daha uykuda iken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o
bahçeyi salıvermişti de bahçe kapkara kesilmişti.» (Kalem 17-21). tşte Allahu
Teâlâ sadakadan kaçan bu insanlan bu şekilde cezalandırmıştı. Çünkü zekâttan
kaçan bu kimse, ölüm hastalığında kansını boşayan gibi zekât almayı hak kazanan
kişilerin zekât hakkını düşürmüş oluyor ki, onlânn hakkını düşüremez, bu kişi
kötü niyyet sahibi olduğundan niyetine mukabil adalet onun cezalandınlmasım
gerektirmiştir.
Meselâ mirasını acele elde edebilmek için miras ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER
Zekât'm verileceği yerler sekizdir. Aİlahu Teâlâ bu sekiz sınıfı ayeti kerimede
şöyle açıklamıştır:
«Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, tahsildarlara,
kalpleri İslâm'a ısındınlanlara, kölelere, esirlere, borçlulara, Allah yolunda
olanlara, yolda kalmışlaradır. Allah her şeyi en İyi bilen ve her şeyi hikmetle
uygulayandır.» (Tevbe: 60).
Ziyad bin el-Haris es-Sudaî'den rivayet olunduğuna göre o demiştir ki:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek ona biat ettim. Bir adam,
Rasûlüllah'a gelerek; «Bana zekâttan ver,» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah şöyle
buyurdu: «Aİlahu Teâlâ zekât konusunda ne nebisinin, ne de başkasının vereceği
hükme razı olmamıştır. Kendisi bu konuda hüküm vererek zekât verilecek yerleri
sekiz sınıfa ayını ışiır. Eğer bu sınıflardan birisine dahilsen sana zekât
veririm.» (Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Hadisin ravi-leri arasında
hakkında konuşulan Abdurrahman tfrikî vardır.)
Bu âyette belirtilen sekiz sınıfın açıklaması aşağıdadır:
8.12.1. Fakirler ve Miskinler
Bunlar yeterli mal bulamayan muhtaç kimselerdir. Fakirlerin mukabili,
ihtiyaçlarım yeterince karşılayabilen zenginlerdir. Kişinin zengin sayilabilmesî
için gerekli miktar, daha önce geçtiği gibi aslî ihtiyacından fazla nisab miktan
maldır. Kendisi ve evlâtları için lüzumlu olan yemek, içmek, giymek, ev, binek,
sanat aletleri ve benzeri şeyler aslî ihtiyaçlardan sayılmıştır. Bu ölçüye sahip
olamayan herkes fakir olup zekât alabilir. Mûâz hadisinde «Zenginlerden alınır,
fakirlere verilir.» şeklinde geçmektedir. Kendisinden zekât alman zengin nisab'a
malik olan zengindir. Kendisine zekât verilecek kimse ise, zenginin mukabili
fakirdir ki, zengin sayılacak kadar bir mala malik değildir. Burada ihtiyaç
sahibi ve yoksul olma ile zekâta lâyık olma bakımından fakirlerle miskinler
arasında bir fark yoktur. Ayetin, fakirle miskinin arasını birbirine zıtlığı
icab ettiren bir atıfla cem etmesi bizim dediğimiz şeye ters değildir. Çünkü
miskinler fakirlerden bir kısımdır. Onlar için özel bir sıfat vardır. Bu sıfat
atfı gerektirecek bir zıtlık için yeterlidir.
Hadiste geçtiğine göre, miskinler, dilenmekten çekinen fakirlere denir,
insanların çoğu bunları anlayamazlar. Onun için ayette zikredilmiştir. Çünkü çok
kere bunların fakir oldukları anlaşılmaz. Ebû Hüreyre'den yapılan rivayete göre;
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Miskin demek kapı
kapı \a-laşıp kendisine bir iki hurma, bir İki lokma verilen değildir. Gerçek
miskin iffetli bir hayat yasayandır. İsterseniz (insanlar arasında ısrarla
dilencilik yapmazlar) ayetini okuyun.» Başka bir lâfızda ise şu şekildedir:
«Miskin demek kapı kapı dolaşıp bir iki lokma bir iki hurma kendisine verilen
değildir. Gerçek miskin, zengin sayılacak kadar bir varlığı bulunmayan ve
kendisine sadaka vermek için halk tarafından zarureti bilinemeyen, kendisi de
kalkıp halktan istemeyen iffetli temiz kimsedir.» (Hadisi Buharı ve Müslim
rivayet etmiştir.)
8.12.1.1. Fakire gerilecek Zekât Miktarı
Zekâtın gayelerinden birisi de fakire yeterli olacak ihtiyacını giderecek kadar
vermektir. Fakiri, fakirlikten normal duruma çıkarmak için ve ihtiyaçlı durumdan
sürekli olarak yeterli bir düzeye getirecek şekilde zekât verilebilir. Bu durum
kişilerin ve durumların değişmesiyle değişebilir.
Ömer (r.a.) şöyle demiştir: «Fakire zekât verdiğiniz zaman onu normal duruma
getirin.»
Kâdî Abdülvehhab, şöyle demiştir: «Mal ile bu konuda bir hudut çizmeyip
hizmetçisi ve bineği olduğu halde bunlarla zengin sayılmayan kimseye de zekât
verilebilir.»
Sadaka istemeye delâlet edecek şekilde hadisin açıkladığına göre fakirin
geçimini sağlayacak ve hayatı boyunca ihtiyacı belir-ineyecek miktarda zekât
alması helâldir.
Kabise bin Muharik el-Hilâlî'den rivayet olunduğuna göre; şöyle demiştir: «Bir
borçluya kefil oldum. Daha sonra Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'e
gelerek durumu sordum. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem;
«Biraz bekle, sadaka gelince ondan sana verilmesini emrederim,» dedi ve şöyle
buyurdu: «Ey Kabise, dilenmek, su üç kişiden başkasına helâl değildir. 1.
Kefalet altına giren kimseye, o malı elde edinceye kadar dilenmek helâldir.
Sonra bundan vazgeçer. 2. Bütün malım helak eden bir felâkete maruz kalan
kimsenin geçim İhtiyacını temin edinceye kadar» yahut hacetini giderinceye kadar
dilenmesi helâldir. 3. Fakru zanırete duçar olan, Öyle ki kavmi veya
kabilesinden aklı başında üç kişinin gerçekten «filan fakir düştü» diye
şahadette bulunacakları kimsenin geçim İhtiyacını temin edinceye kadar dilenmesi
helâldir. Dilenmenin bundan ötesi ey Kabİse haramdır. Dilenen onu haram olarak
yer.» (Hadisi Müslim, Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir).
8.22.1.2. Kuvvetli ve Çalışabilir Kimseye Zekât Verilebilir mi?
Kuvvetli ve çalışabilir kimseye, zengin gibi zekât verilmez, übeydullah bin
Adiyyi'l-Hİyâr (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre; o demiştir ki: «îki kişinin
bana haber verdiğine göre; bu kimseler, veda haccında Nebî aleyhisselâm sadakayı
taksim ederken gelerek ondan sadaka istediler. Bunun üzerine Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini şöyle bize doğru kaldırıp; «İsterseniz
size sadaka vereyim, zekâtta zenginin, kuvvetlinin ve çalışmaya gücü yetenin
hakkı yoktur,» buyurdu.» (Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir).
Hattâbî şöyle demiştir: «Bu hadiste, malının olduğu bilinmeyenin malı yok kabul
edilebileceğine bir delil olduğu gibi, zekât konusunda sadece kişinin dış
görünüşü ve kuvvetine bakılmayıp çalışmanın buna ilâve edilmesi gerektiğine de
delil vardır. Nitekim insanlardan bazıları vücud kuvvetine sahip olmakla beraber
elinin beceriksizliği yüzünden çalışamaz durumda olabilir. Durumu böyle olanlar
hadisin delaletiyle sadakadan men edilemezler.»
Reyhan bin Yezîd'den, onun Abdullah bin Amr'dan, onun da Nebî aleyhisselâm'dan
rivayetine göre. Nebi aleyhisselâm şöyle buyurdu: «Zekât malı zengine .vücudu ve
azaları sağlam olana helâl değildir.» (Hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî rivayet
etmiş, Tirmizî ise sahihlemiştir.)
Şâfi'i, Ishak, Ebü Ubeyd ve Ahmed'in görüşleri de budur. Hanefîler ise; «En az
ikiyüz veya daha çok dirhemi olmayan kuvvetli kimsenin zekât alması caizdir,»
demişlerdir.
Nevevî şöyle demiştir: «Gazalîye, 'adetlerinde vücudla çalışmak bulunmayan, evde
oturan kuvvetli kimseler fakirlerin hisselerinden zekât alabilirler mi?' diye
sorulduğunda 'evet', diye cevap vermiştir.» Bu hüküm, geçinebilmesi için
kendisine uygun bir sanatın bulunması dikkate alınan kişiler üzerine geçerli
olan doğru bir görüştür. (Bir mesleği bulunmayan kuvvetli fakirlerin zekâttan
alabileceği bu görüşe göre caizdir.)
3.12.2.3. Nisaba Malik Olduğu. Halde Kendisine Yetecek Miktarı Bulamayan Kişi
Bir kimse herhangi bîr maldan nisab miktarına sahip sahip olup çocuklarının
çokluğu ve hayat pahalılığı sebebiyle bu mal kendisine yetmezse nisaba malik
olduğu cihetle malına zekât düştüğünden bu kişi zengin sayılır. Ancak bu mal
kendisine yetmediği için fakir sayılıp diğer fakirler gibi zekâttan buna da
verilebilir.
Nevevî şöyle demiştir: «Bir kimsenin gelir getiren malı olup da geliri kendisine
yetmezse, bu kimse fakir sayılıp zekâttan, yetecek kadan ona verilir. Mülkünü
satması teklif edilmez.»
Muğnî kitabında Meymûn şöyle demiştir: «Ebû Abdullah (Ahmed bin Hanbel) ile
konuşurken ona dedim ki; 'bazen bir kişinin zekât vacip olacak kadar evi ve
koyunları olduğu halde fakirdir. Meselâ, o kimsenin kırk koyunu olup kendisine
yeterli olmayacak kadar malı vardır. Bu" kimseye zekât verilir mi?' Ahmed bin
Hanbel 'evet', demiştir. Çünkü bu kimse zengin sayılacak kadar bir mala sahip
olmadığı gibi yeterince mal kazanmaya da gücü yoktur. Bunun için zekât alması
caizdir.»
8.12.2. Zekât Memurları
Bunlar halîfe veya vekilinin zenginlerden zekât toplamak için görevlendirdiği
kişilerdir. Zekât malını muhafaza edenler, hayvanları bekleyen çobanlar ve
zekâtı yazan katipler bu kışıma girerler.
Bu kimselerin müslüman olmaları kendisine zekât haram olan Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in soyundan yani Abdülmut-talip oğullarından olmamaları
gerekir.
Muttalİb bin Rabî'a bin Haris bin Abdülmuttalib'den rivayet olunduğuna göre;
Fazl bin Abbas ile Rasûlüllah sallalîahu aleyhi ve seüem'in huzuruna gittiler.
Muttalib dedi ki: «Birimiz Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu: 'Ya
Rasûlallah; şu sadaka işlerinin bazısına bizi memur tayin etmen için geldik.
Edersen biz de sair memurlar gibi vazifemizi ifa eder, onlar gibi maaş alınz.'
Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Şüphesiz ki sadaka
Muhammed ailesine lâyık değildir. Muhakkak o, insanların kirleridir.» (Hadisi
Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir. Bir başka lâfızda ise; «Muhamnıed'e ve O'nun
soyuna helâl değildir,» şeklindedir).
Zekât memurlarının zenginlerden olması caizdir.
Ebû Sa"îd'den rivayet olunduğuna göre; Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
«Zekât zengine helâl olmayıp şu beş sınıfa helâldir: Zekât memurlarına, zekâtı
malı ile satın alanlara, borçlu olanlara, Allah yolundaki gazilere, bir de zekât
alan miskinin aldığı zekâttan hediye ettiği zengine.» (Hadisi Aiımed, Ebû Dâvûd,
îbn Mâ-ce ve Hâkim rivayet etmiş, Hâkim hadisi Buhari ve Müslim'in şartlarına
göre sahih saymıştır). Şüphesiz bu kimselerin zekâttan al-malan, yaptıkları işe
karşılık bir ücrettir.
Abdullah es-Sa'dî'den rivayet olunduğuna göre; bu zat Şam'dan Ömer'in yanma
geldiğinde Ömer (r.a.) şöyle dedi: «Müslümanlara ait işlerden herhangi bir işe
karşılık size verilen ücreti kabul etmediğinizden haberim yok mu sanıyorsunuz?»
Abdullah; «Evet, benim atlarım ve kölelerim var ve benim durumum iyidir.
Görevimizin müslümanlara sadaka olmasını istiyorum», dedi. Ömer şöyle dedi:
«Benim söylemek İstediğimi sen söyledin. Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem
bana mal verirdi, ben de 'onu benden daha fakire ver', derdim. Yine o bir
defasında bana mal verdi. Ben de; 'onu daha muhtaç olana ver', dedim. Bunun
üzerine Rasûlüllah sal-lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Allah'ın sana
vermiş olduğu bu mal dilenmeden ve göz dikmeden sana verilmiştir. Onu al, mal
edin veya tasadduk et. Ööyle olmayan malı ise canın çekmesin.» (Hadisi Buhari ve
Müslim rivayet etmiştir.)
Alman ücretin, yetecek miktarda olması gerekir.
Müstevrid bîn Şeddâd'dan rivayeten Mebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Bize
ait görevlerden bir görev Üstlenen, eğer evi yoksa bir ev edinsin. Hizmetçisi
yoksa hizmetçi edinsin. Hanımı yoksa evlensin. Bineği yoksa bîr binek alsın.
Bunlardan fazla bir şey alırsa, o haddi aşmıştır.» (Hadisi Ahmed ve Ebû Dâvûd
rivayet etmiştir. Hadisin senedi sahihtir.)
Hattabî şöyle demiştir: «Bu hadis iki türlü yorumlanır: Birincisi, bu hadis
yaptığı işin karşılığında ücret olarak hizmetçi ve ev edinmesini mubah saymış,
bunun dışında bir şeyle faydalaro^asını ise caiz görmemiştir. İkincisi, zekât
toplayanın evi ve hizmetçisi olması gerekir. Eğer yoksa kendisine bir hizmetçi
kiralanır ve zekâttan yaptığı hizmetin karşılığı Ödenir, aynca oturacağı bir ev
kiralanır, vazifeye de devam ettiği müddetçe evin kirası zekâttan ödenir.
8.123. Müellefe-l Kulûb
Bunlar imanları zayıf olan veya müslümanlara yaptıkları kötülükleri engelleyerek
faydalı olmalarım sağlamak için kalplerini
îslâm'a ısındırma ve îslâm üzere sabit kılma niyetiyle zekât verilen kişilerdir,
tslâm âlimleri, müellefe-i kulûbu müslüman ve kâfir diye ikiye ayırmışlardır.
Müellefe-İ kulûb olan müslümanlar dört kısma ayrılır:
1. Müslümanların lider ve reisleri olup kâfirlerden arkadaş ve dostları
olanlardır. Onlara zekât verildiği zaman kâfir arkadaşlarının da müslüman
olmaları umulur. Ebû Bekir, 'Adiy b. Hâtem ve Ziberkân bin Bedr'e müslümanlıklan
iyî olmakla beraber milletleri arasındaki mevkileri itibariyle zekât vermiştir.
2. Müslümanlardan imanları zayıf olan liderlerin, milletleri arasında itibar
edildikleri için onlara zekât vermekle İslâm'da kalmaları, imanlarının
kuvvetlenmesi, cihad ve diğer konularda samimi davranmaları umulur. Meselâ
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Hevâzin ganimetlerinden pek çok malı bu
tür kimselere vermiştir. Bunlar Mekke ehlinden müslüman olmuş serbest kişilerdi,
îçlerfnden münafık ve zavıf İmanlı olanlar vardı. Zekât verildikten sonra
İslâm'da sebat ettiler ve müslümanhklanm güzelleştirdiler.
3. Düşman beldelerin hudutlarında oturan müslümaniar. Bu kimselerin düşman hücum
ettiği zaman gerideki müslümanlan düşmana karşı savunmaları ümit edildiği İçin
bu kimselere zekât verilebilir.
Menar sahibi şöyle demiştir: «Ben derim ki onların hudutlar* da bulunmaları
nöbet tutmak demektir. Nöbet tutmak cihad amacına yönelik olduğu için, İslâm
dini, Allah yolunda ayrılan paya fakirleri de sokmuştur. Bugün bunlardan daha
evlâ olan; kâfirlerin kendi himayelerine sokmak ve kendi dinlerine ısındırmak
için uğraştıktan müslümanlara bu paydan vermektir. Bütün müslümanlan köle
edinmek isteyen emperyalist ülkelerin, müslümanlan dininden çevirmek için devlet
hazinesinden belli bir hisse ayırdıklannı görmekteyiz. Kâfirlerden bazıları
kendilerine yardım etmeleri için veya onları İslâm dairesinden çıkarmak için
müslü-manlann kalplerini kendilerine ısındırmaya çalışırlar. Bazdan ise, kendi
himayelerine girmeleri ve İslâm devletlerini bölerek îslâm birliğini parçalamak
için müslümanlann kalplerini kendilerine ısındırmaya çalışırlar. Kâfirlerin
yaptığı bu tip çalışmayı müslümanlann yapması daha doğru değil midir?»
4. Savaşmadan zekât almak mümkün olmayan kişilerden ancak onlar aracılığı ile
zekât toplamak mümkün olan müslüman-lardır. İslâm Devleti'ne böyle bir yardıma
cesaret edebilmeleri amacıyla onlara kalplerini ısındırmak için zekâttan pay
verilmesi iki zarardan en hafifini ve iki maslahattan en uygununu tercih
etmektir.
Müellefe-i Kulub olan kâfirler İse iki kısımdır.
1. Zekât vermekle kalplerinin imana ısınması umulan kimselerdir. Meselâ Safvân
b. Ümeyye gibi. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'nin fethi gününde
orada bulunmadığı halde gıyaben kendisine eman vermiş, durumunu gözetlemesi ve
kendi kendine İslâm'ı seçmesi için ona dört ay mühlet vermişti. Daha sonra
müslüman olmadan Önce müslümanlarla beraber Huneyn gazvesinde bulundu ve
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem Huneyn Gazvesi için çıkınca silahını
emanet olarak ona bıraktı. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem ona yüklü
olarak pek çok deve verdi. O şöyle diyordu: «Bu develer fakirlikten korkmayan
kimselerin verdiği hediyelerdir. Vallahi Rasûlüllah bana bunları verdi. Daha
önce bence insanların en kötüsü idi. Bunlan vermeye devam ettikçe şimdi bana
göre insanların en sevimlisi oldu.»
2. Şerrinden korkulan ve zekât verildiği zaman kötülüğüne engel olunacağı umulan
kimse, tbn Abbas demiştir ki: «Bir kavim Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'e gelirdi de eğer onlara zekâttan verirse îsâm'ı Överler, «Bu iyi bir
dindir», derlerdi. Eğer vermezse, İslâm'ı kötüler ve ayıplarlardı.»
. Meselâ Ebu Süfyan b. Harb, Ekra1 b. Habis, Uyeyne b. Hassan bunlardandı.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve Sellem bunların her birine yüzer deve vermiştir.
Hanefiler; müellefe-i' kulûb'un, İslâm'ın güçlenmesi ile ortadan kalkmış olduğu
görüşündedirler: Uyeyne b. Hassan, Ekra' bin Habis ve Abbas bin Mirdâs, Ebû
Bekr'e gelerek zekâttan paylarını istediler. Ebu Bekr (r.a.) bir yazı ile onlara
zekâttan vermelerini bildirdi. Bu kişiler yazıyı Ömer (r.a.)'a getirince Ömer
(r.a.) yazıyı yırtıp attı ve onlara zekât vermeyip şöyle dedi: «Bu zekâta,
Rasûlüllah" sallallahu aleyhi ve sellem kalplerinizi İslâm'a ısındırmak için
izin veriyordu. Şimdi ise Allah (c.c.) İslâm'ı aziz kılmıştır. İslam'ın size
ihtiyacı yoktur. Eğer İslâm'da kalırsanız ne iyi. Yoksa sizinle bizim aramızda
kılıç vardır. «De ki: Hak Rabbİnizdendlr. İsteyen İman etsin. İsteyen inkâr
etsin.» (Kehf: 29). Sonra Ebû Bekr (r.a.)'e geldiler. «Halife sen misin, yoksa
Ömer mi? Bize yazı verdin, Ömer onu parçaladı,» dediler. Bunun üzerine Ebü Bekir
(r.a.); «Ömer'in isteği doğrudur», dedi.
Alimler demiştir ki: «Bu olayda Ebû Bekr (r.a.) Ömer (r.a.)'in fikrine iştirak
etmiş, sahabeden hiç kimse de bunu yadirgamamış-tır. Aynı şekilde Osman (r.a.)
ve Ali (r.aj'dan da bu tip kişilere zekât verdiği nakl olunmamıştır.»
Buna cevaben denir ki: «Bu görüş Ömer (r.a.)'ın içtihadıdır. Ömer (r.a.), İslâm
dini halk arasında yerleşince, bu gruba zekât vermeyi uygun görmemiştir. Çünkü
bunların Islâmdan dönmelerinde artık korkulacak bir zarar yoktur. Osman, (r.a.)
ve Alî (r.a.)'ın bu sınıfa zekât vermemesi onlann görüşü olup müellefe-i kulûb'-dan
zekâtın düştüğüne delâlet etmez. Bu durum ihtiyaç olmadığı zaman kâfire müellefe-i
kulûb payından verilemiyeceğini gösterdiği gibi ancak ihtiyaç olduğu takdirde
hükmün geçerli olmasına da ters değildir. Çünkü kitab ve sünnetten bu konuda
delil vardır ve bu delilden herhangi bir durumda dönmek caiz değildir.
Müslim ve Ahmed'in Enes (r.a.)'den rivayet ettiklerine göre Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'den müslüman olmak üzere her kim bir şey isterse
istediğini ona verirdi. Hatta bir kimse ondan istekte bulundu da Rasulullah
sallallahu aleyhi ve selîem de iki dağ arasındaki zekât koyunlarından ona çok
miktarda verilmesini emretti. Daha sonra kavmine dönünce; «Ey ahali, müslüman
olun. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem fakirlikten korkmadan bol bol
dağıtıyor,» dedi.
Şevkânı şöyle demiştir: «Utre, Cübbâî, Belhî, İbn Mübeşşir, Mâlik, Ahmed ve bîr
rivayete göre Şâfi'î müellefe-i kulub'a zekât vermenin caiz olduğunu
söylemişlerdir.»
Diğer rivayete göre Şâfi'î; «Kâfire verilmez. Fasık kimseye ise müellefe-i kulüb
payından zekât verilebilir,» demiştir.
Ebû Hanife ve arkadaşları; «İslâm'ın yayılması ve üstün olmasıyla müellefe-i
kulub düşmü$ olup Ebû Bekr'in Ebû Süfyân, Uyeyne, Ekra' ve Abbas bin Mirdâs'a
zekât vermemesi müellefe-i kulûb'un kalktığını gösterir,» demişlerdir.
Zahir olan; ihtiyacı olduğu zaman müellefe-i kulûb'un caiz olmasıdır. Eğer
halife zamanında, maddi bir şeyler vermeden veya zor kullanmadan itaat altına
alamadığı bir topluluk varsa onlara zekâttan verilebilir. Çünkü İslâm'ın
yayılması böyle özel vakaları etkilemediğinden, İslâm'ın yayılmasıyla bu hükümde
bir değişiklik olmaz.
Menâr'da şöyle geçmektedir: «Müellefe-i kulûb esas olarak vardır. Ancak
tafsilâtına gelince; zekâtı haketmek, verilecek zekât miktarı, varsa ganimet ve
diğer mallardan ne kadar verileceği hakkında içtihad gerekir. Bu konuda vacib
olan, şûra heyetinin görüşünü almaktır. Halifeler içtihadı konularda böyle
yapmışlardır. Halifenin zor kullanarak onları emir altına almaktan aciz kalması
şartında îse biraz düşünmek gerekir. Bu şart uygun değildir. Bilâkis burada esas
olan zararın en hafifini ve maslahatın en iyisini tercih etmektir.»
8.12.4. Köleler
Bu ifade anlaşmalı (mükateb) kölelerle diğer bütün köleleri kapsamaktadır. Zekât
parasıyla anlaşmalı köleler kurtarılır, diğerleri ise satın alınarak sonra azad
edilir.
Berâ'dan rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: Rasûlüllah sallallahu aleyhi
ve sellem e bir adam gelerek şöyle dedi: «Beni Cennet'e yaklaştıracak ve
Cehennem'den uzaklaştıracak bir amel söyle.» Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu
aleyhi ve sellera şöyle buyurdu: «Can taşıyanları azad et ve kölelerin bağlarını
çöz.» Adam: «Ey Allah'ın Rasûlü, ikisi aynı şey değil inidir?» deyince,
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem «Hayır, boynunu azad etmek demek, onu
hürriyetine kavuşturmaktır. Boynundan bağı çözmek demek, eğer anlaşmalı köle ise
parasını ödemeye ona yardım etmektir.» buyurdu. (Hadisi Ahmed ve Dârekutnî
rivayet etmiştir. Hadisin ravi-leri sikadandır.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayeten Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: «Üç kimse vardır ki onlara yardım etmek Allah üzerine bîr haktır.
Allah yolunda çarpışan gazi, parasını ödemeye çalışan anlaşmalı köle, İffetini
korumak İçin evlenen Idşl.» (Hadisi Ahmed, Nesaî, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Ibn Mâce
rivayet etmiş, Tirmizî; «Hadis, hasen-sahihtir.» demiştir.)
Şevkânî şöyle demiştir: «Alimler, «rikâb» kelimesinden maksadın ne olduğunda
ihtilâf etmişlerdir.» Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) Sâ-îd bîn Cübeyr, Leys, Sevrî,
Utre, Hanefiler, Şafi'îler ve ilim ehlinin çoğundan rivayet olunduğuna göre; «rikâb'dan
maksad mükâteb köleler olup zekâttan bu paralar ödenir,» demişlerdir. Ibn Abbas,
Hasan Basrî, Mâlik, Ahmed bin Hanbel, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd'-den rivayet olunan,
ve Buharı ile tbn Münzir'İn de temayül gösterdiği görüşe göre; «rikâb'dan maksad
köle satın alarak azad etmektir.» Bunlar şu delili getirmişlerdir: Eğer «rikâb»
kelimesi mükâteb anlamında olsaydı, borçlular hükmüne girmesi gerekli olurdu.
Çünkü mükâteb borçludur, Azad etmek için bir köle satın almak, mükâteb köleye
yardım etmekten daha evlâdır. Çünkü köleye ba-zan yardım yapılır, fakat azad
edilmez. Mükateb borcu olan köledir. Her zaman alış-veriş yapması mümkündür.
Diğer köleler ise, bunun hilafinadır.»
Zûhrî şöyle demiştir: Bu ifadeyle her ikisi de kasdedilmiştir. Musannif (Müntegâ
öI-Ahbâr'ın yazan) buna işaret etmiştir. Zahir olan görüş de budur. Çünkü ayet
her ikisine de ihtimal vermektedir.
Zikri geçen Berâ' hadisine gelince; bu hadiste anlaşmalı kölenin parasını
ödemeye yardım etmenin, onu azad etmek olmadığına delil vardır. Mükâtep
kölelerin evlenmesi için gereken masrafa katılmak, Cennet'e yaklaştıran ve
Cehennem'den uzaklaştıran amellerdendir.
8.12.5. Borçlular
Bunlar borç yüklenip ödeyemeyen kimselerden olup birkaç kısmı vardır:
Bunlardan birisi; bir kimse bir borçluya kefil olur veya borcu garanti eder
sonra, o borcu ödemesi gerekir de malını bu şekilde silip götürürse veya borç
edinmek üzere ihtiyacı için borç isterse veya tevbe ettiği bir günahtan dolayı
para lâzım olursa, bütün bunlar borçlu kaldıkları müddetçe zekâttan pay
alabilirler.
Ahmed, Ebû Dâvûd, îbn Mâce ve Tîrmizî'nin Enes (r.a.)'den rivayet edip
Tirmizi'nin hasen saydığı hadiste Rasûlüllah sallalla-hu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: «Ancak üç kişi için dilenmek helâldir: Açlıktan ölecek kadar fakir
olana, borca boğulmuş kişiye ve diyet vermek zorunda olana.»
Müslim'in Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet ettiğine göre; o şöyle demiştir:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bir kimsenin satın aldığı meyva
bahçesine afet gelerek helak olmuş ve çok borçlanmıştı. Bunun üzerine Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: «Bu adama zekât verin,» buyurdu. İnsanlardan bir
kısmı da bu adama zekât verdiler. Fakat adama verilen zekât bunu ödemeye kâfi'
gelmeyince Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Bu adamdan alacaklarınızı
bulduğunuz kadarıyla alınız. Bundan başka bir hakkınız yoktur.» (Yani 'kalan
alacağınızı bağışlayın') buyurdu.
Kabîsa bin Muhârik'in rivayet ettiği hadis daha önce geçti. Ka-bîsa demiştir ki:
«Bir borçluya kefil olmuştum. Zekât istemek İçin Rasûlüllah sallallahu aleyhi'
ve sellem'e gerek durumumu arz ettim. O da bana; «Bekle, zekât gelince ondan
sana verilmesi için emrederiz,» buyurdu. (Hadisin devamı vardır.)
Alimler şöyle demişlerdir: Kefil olmak; iki kişinin arasını düzeltme konusunda.
Ödemek üzere borç para istemeyi kendisine görev kabul eden kişinin yüklendiği
bir borçtur. Arapların arasında bir fitne ortaya çıktığı zaman diyet ve diğer
konularda da borçlanmak gerekiyordu. Onlardan -birisi bu görevi üstlenerek
tehlikeli fitne ortadan kalkıncaya kadar bu parayı teberru olarak verirdi.
Bunun güzel ahlâktan olduğunda şüphe yoktur. Bir kimsenin böyle bir borç altına
girdiğini öğrenenler ona yardıma koşarlar ve zimmetindeki borçtan onu kurtaracak
kadar para verirlerdi. Hatta bunun için dilense bile bu o kişinin şerefinden bir
şey eksiltmez, bilâkis ona şeref kazandırırdı. Bu kimsenin zekât olması için
borcunu ödemekten aciz olması şartı yoktur. Malı borcuna yetse bile, zekâttan
alması caizdir.
8.12.6. Allah Yolunda Olanlar
«Allah yolu»ndan maksat; ilim ve amel ile onun rızasına ulaştıran yol demektir.
Alimlerin çoğunluğuna göre; ayetteki «Allah yolunda» ifadelerinden maksat
cihaddır. Zekâttan Allah yolunda olan' lar için aynlan pay, ücretleri olmayan
gönüllü gazilere verilir. Bün-lann zekâttan bir paylan bulunup ister zengin
olsunlar, ister fakir olsunlar bu payı alırlar. Nitekim daha önce «Zekât ancak
beş kişiye helâldir. Allah yolunda gaziye...» hedisi geçmiştir.
Hacc, zekâtın «Allah yolunda» verileceği alana girmez. Çünkü hacc, gücü yetene
farzdır. Yetmeyene değil. Menar tefsirinde şöyle geçmektedir: «Bu paydan, hacc
yolunu emniyete almak, çeşmeler yapmak, hacılara yiyecek dağıtmak ve sağlık
hizmetleri için sarfedilecek başka para yoksa harcanabilir.»
«Allah yolunda» ifadesi, diğer din ve devlet işlerinin temelini oluşturan işleri
ve şer'î maksatları da içine alır. Bunlardan flk yapılacak en önemli iş harbe
hazırlanmak, silâh, askeri malzemeler, nakil vasıtaları ve askeri araç ve
gereçleri almaktır. Fakat gaziler, harb bittikten sonra silâh, at ve diğerleri
gibi aldıkları kalıcı cinsten araçları beytülmale bırakmak üzere teçhiz
olunurlar. Çünkü gazilik sıfatını taşımakla savaşta kendisine verilen mala ebedî
olarak sahip olamaz, onları ancak cihatta kullnabilirler. Bu araçlar sahibinden
savaşma sıfatı kalktıktan sonra, yine «Allah yolunda» kullanılmak üzere
kalırlar. Müellefe-i kulûb ve yolda kalmış kimseler ise bunun hilâfınadır. Bu
sıfatlan onlardan gitmiş olsa bile aldıklarını geri vermezler. Allah yolunda
ifadesine şunlar da girer: As-* kerî hastaneler yapmak, eski yollan düzeltmek,
umuma ait hayırlı müesseseler kurmak, yollar açmak, askeri demir yollan yapmak
(ticaret için değil), yine savunma kaleleri yapmak, zırhlı gemiler, askerî
uçaklar almak ve kaleler yapmak, hendekler açmak da bu kısma girer. Zamanımızda
Allah yolunda yapılacak işlerin en mühimlerinden birisi îslâm İçin davetçiler
hazırlamak ve onlara yeterli mal vererek düzenli cemiyetler kurup kâfir
ülkelerine göndermektir. Tıpkı kâfirlerin dinlerini yaymak için yaptıklan gibi.
Medreselerde şer'î ilimleri okuyanlara ve umumun maslahatı için diğer ilimleri
okuyanlara da bu paydan verilebilir. Bu durumda medreselerde ders veren
hocalara, meşru olan görevlerini yaptıklan müddetçe başka bir kazanma yollan
yoksa bu paydan verilebilir. Zengin olan bir alîme, insanlar ondan faydalanmış
olsa bile sadece ilmi için hisseden verilmez.
8.12.7. Yolda Kalanlar
Alimlerin ittifakına göre; memleketinden uzak kalan bir misafire, ihtiyacmı
giderecek kadar, yanında yeterli malı yoksa geçici olan bu fakirliği dikkate
alınarak zekâttan verilebilir. Alimler, misafirin yaptığı yolculuğun haram olan
bir şeyi yapmak değil, Allah'a itaat üzere olmasını şart koşmuşlardır.
Mubah olan bir yolculukta ise ihtilâf vardır.
Şâfi'îlerin tercih edilen görüşlerine göre; temiz hava almak ve ferahlamak için
bile olsa, misafire zekât verilir. Şafi'îye göre yolda kalanlar iki kısımdır:
1. Vatanı bile olsa ikamet ettiği yerden yolculuğa başlayan kişi.
2. Memleketten geçen garip misafir. Her ikisinin yeterli borç alması mümkün olsa
bile, zekâttan pay alma haklan vardır. İsterse kendi beldesinde borcunu ödeyecek
kadar malı olsun.
Mâlik ve Ahmed'e göre zekâta lâyık olan yolda kalmışlar, bir şehirden diğerine
geçene mahsustur. Oturduğu yerden çıkana de--' ğil. Memleketinde aldığı borcu
karşılayacak parası olursa ve borç alacak kimse bulabilirse, buna zekât
verilmez. Eğer borç para bulamazsa veya o borcu karşılayacak malı olmazsa, buna
zekâttan verilir.
ZEKÂT VERMEK HARAM OLANLAR
Geçen konularda zekâtın verileceği yerleri, zekâtı hak kazanan sınıflan
zikrettik. Şimdi ise zekât vermenin helâl olmadığı ve zekât almaya hakkı
olmayanları zikredeceğiz.
8.14.1. Kâfirler ve Mülhidler
.Alimlerin ittifakıyla bunlara zekât verilmez. Zekât hadiste geçtiğine göre;
«onların zenginlerinden alınır fakirlerine verilir.» Buradaki zenginlerden
maksat, müslüman zenginler, fakirlerden maksat da müslüman fakirler olup
müslüman olmayanlar bunun dışındadır.
îbn Münzir demiştir ki: «Ilım ehlinden duyduklarımın icma-ma göre zimmîye zekât
malında bir şey verilmez. Daha Önce geçtiği gibi müellefe-i kulûb bu hükmün
dışındadır.»
Zimmîye nafile olarak sadaka verilmesi ise caizdir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
geçmektedir: «Onlar, İçleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve yetime
yedlrirler.» (İnsan: S). Hadiste ise şöyle geçmiştir: «Annen müşrike bile olsa
ona sıla-i rahimde bulun.»
8.14.2. Haşimoğuilan
Haşimoğullanndan maksad; Alî'nin, Ca'fer'in, Akîl'in, Abbas'-m ve Hâris'in
oğullandır.
tbn Kudâme şöyle demiştir: «Farz olan zekâtın Haşimoğulla-nna helâl olmayacağı
hakkında bir ihtilâf bilmiyorum.»
Rasülüllah salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Muham-med'in soyuna zekât
vermek uygun olmaz. Zekât insanların kirlerinden başka birşey değildir.» (Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.)
Ebû Hüreyre (ra,.)'den rivayeten, o demiştir ki: Hasan, zekât hurmalarından bir
hurma alıp ağzına koymuştu. Neb-î aleyhisse-lâm; «Sakın, sakın, at onu. Bizim
zekât malından yemediğimizi bilmiyor musun?» dediler. (Hadisi Buhari ve Müslim
rivayet etmiştir.)
Alimler, Muttaliboğullan hakkında ihtilâf etmiş olup, Şâfi'î; «Muttaliboğullan
zekât alamaz, Haşimoğuilan gibidirler,» demiştir.
Şâfi'î, Ahmed ve Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'im'den rivayet ettiklerine göre o
demiştir ki; «Hayber Savaşında Rasülüllah sallal-lahu aleyhi ve sellem
Haşimoğuilan ve Muttaliboğullanndan yakınlarına zekât verdi. Nevfeloğullarmı ve
Abdüşşemsoğullannı İse bıraktı. Ben ve Osman bin Affan Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sel-leme gelerek şöyle dedik: «Ya Rasûlallah, bunlar Haşimoğullan-dır.
Allah'ın onlara, verdiği üstün mevkiyi inkâr etmiyoruz. Ancak Benî Muttalib
kardeşlerimize ne oluyor? Onlara verdin bizi bıraktın? Halbuki size olan
yakınlığımız onlarla aynıdır.» Rasülüllah : «Ben ve Muttaliboğullan cahiliyyette
ve İslâm'da aynlmayız. Biz ve onlar aynı şeyiz.» buyurdu ve parmaklarını
bitiştirdi.»
îbn Hazm şöyle demiştir: «Benî Hâşim ile Benî Muttalib'in arasını hiçbir konuda
ayırmanın caiz olmadığı ortaya çıkmıştır. Çünkü Rasülüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in bu sözü ile aynı şey ol-duklan anlaşılmıştır. Benî Hâşim de Benî
Muttalib de Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in soyudur. Zekât onlara
haramdır.»
Ebû Hanîfe'den rivayet olunan görüşe göre; Muttalib oğullan zekât alabilir.
Ahmed'den gelen iki rivayet de aynı yöndedir.
Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem, zekâtı Haşimoğullan-na haram kıldığı
gibi onların azad ettiği kölelerine de zekâtı haram kılmıştır. Rasûlüllah'ın
azadlı kölesi Ebû Râfî'den rivayet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: Nebî
(a.s.) Mahzumoğullanndan bir adamı zekât toplamaya gönderdi. Bunun üzerine adam
bana «Benimle gel de zekâttan payını al» dedi. Ben de «hayır» dedim. Nihayet Ra-sûlüllah'a
gelerek durumu sordum. Adam da gelerek aynı şeyi Ra-sûlüUah'a sordu. Bunun
üzerine Rasülüllah «Zekât bize helâl değildir. Bir toplumun azadlı. köleleri de
onlardan sayılır.» buyurdular. (Hadisi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Tirmizı rivayet
etmiş, Tirmizî «Hasen sahihdir» demiştir.»
Haşimoğullanna nafile sadakanın helâl olup olmadığı konusunda alimler ihtilâf
etmişlerdir.
Şevkânî bu konudaki sözleri özetleyerek demiştir ki: «Rasülüllah sallallahu
aleyhi ve sellem'in «Bize zekât helâl olmaz,» sözü, farz ve nafile zekâtın helâl
olmayacağını göstermektedir. Hattâbî'-nin de dahil olduğu bir cemaat farz ve
nafile sadakanın Benî Hâşim'e. haram olduğunda icma' etmişlerdir.» Sevkanî,
nafile konusunda da Şâfi'î'den pekçok kipini" nakiller yaptığını belirtir.
Ahmed'den bir rivayet de bu yöndedir.
îbn Kudâme şöyle demiştir: «Nafile sadaka hakkında naklolunan rivayetin delâleti
açık değildir.»
Nebî aleyhisselam ailesine gelince: Şafii'ler, HanbelHer ve Zeyillerden sahih
olarak nakledildiğine ve Hanefîlerin de çoğunun de-c.iğine göre; Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem'in ailesine farzın dışında nafile zekât vermek
caizdir. Bunlar şöyle demektedir: «Haram edilen zekât, insanların kiri sayılan
maldır. Bu hüküm ise farz olan zekât için doğru olup nafile için geçerli
değildir.»
Bahr kitabında şöyle denmiştir: «Kayles, nafile zekâtı, hibe, hediye ve vakıf
gibi kabul etmiştir.»
Ebû Yusuf ve Ebü'I Abbas ise; «Farz zekât gibi Rasûlüllah sai-Iallahu aleyhi ve
sellem'in ailesine nafile zekât da haramdır, çünkü delil açık değildir.»
demiştir. (Tercih edilen görüş budur.)
8.143. Babalar ve Çocuklar
Alimlerin ittifakiyle, baba, dede, anne, nine, çocuklar, çocukların çocukları,
kızlar ve kızların kızlarına zekât verilemez. Çünkü zekât veren kimsenin ne
kadar yukan çıkarsa çıksın, babasına bakması gerekir. Yine ne kadar aşağıya
inerse insin, çocuklarına bakması gerekir. Eğer oniar fakir iseler, kendisinin
zengin olmasıyla onlar da zengin sayılır. Eğer zekâtı onlara verirse, nafaka
borcunu vermemekle kendisine menfaat temin etmiş olur.
imam Mâlik; dede, nine ve çocukların çocuklarını bu hükümden istisna ederek,
«Bakmakla mükellef olmadığı için bunlara zekât verebilir,» demiştir. Bu durum
fakir oldukları zamandır. Eğer zengin olup da, Allah yolunda gönüllü olarak
gazaya çıkmışlarsa, borçluların hissesinden kendilerine zekât vermek caiz olduğu
gibi Allah yolunda aynlan paydan da onlara zekât verilir. Çünkü kişinin dede,
nine gibi yakınlarının borçlarını ödemesi vacib değildir. Aynı şekilde, zekât
memuru sıfatım taşıdıkları müddetçe de onlara bu paydan zekât verilebilir.
3,14.4. Zevce
îbn Münzir; «âlimlerin icmâ'iyla kişi hanımına zekât veremez», demiştir. Bunun
sebebi; zevcesine bakması kocası üzerine vacibdir. Aynen anne, baba gibi aldığı
nafaka sebebiyle, zekâttan müstağni sayılır. Ancak, zevcesi borçlu olursa
borcunu Ödemesi için, bu paydan kendisine zekât verilebilir.
8.24.5. Allah'a Yaklaşmak İçin Yapılan Hayır Müesseselerine Zekât Vermek
Ayette zikri geçen sekiz sınıftan başka Allah'a yaklaşmak için yapılan herhangi
bir müesseseye zekât vermek caiz değildir. Meselâ mescid inşaatı, köprüler,
yolların tamiri, misafir ağırlamak ve ölüleri defnetmek İçin yapılan harcamalara
ve buna benzer yerlere zekât verilemez.
Ebû Dâvûd şöyle demiştir: işittiğime göre, îmam Ahmed'e «Zekât parasıyla ölü
kefenlenir mi?» diye sorulduğunda, «Hayır» diye cevap vermiştir. «Zekâttan
ölünün borcu Ödenemez.» Devamla demiştir ki: «Zekât parasıyla dirilerin borcu
ödenir, ölülerin borcu ödenemez. Çünkü ölü borçlu olamaz.» Kendisine «Ancak,
zekât ölünün ailesine verilir,» denince, imam Ahmed; «Ailesine verilirse ne
güzel olur,» demiştir.
8.15. ZEKÂTI KİMLERİN DAĞITABİLECEĞİ
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem vekillerini zekât toplamak üzere gönderir
ve kendisi hak sahiplerine dağıtırdı. Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) de böyle
yapmışlardır. Bu konuda, görünen mallarla görünmeyen mallar arasında bir fark
yoktur. Osman (r.a.) halife olunca, o da bir zaman bu yolda yürüdü. Ancak gizli
malla-nn çoğaldığını görünce bunları toplamakta ümmet-i Muhammed'e zorluk
olacağından ve gizli mallan araştırırken; mal sahiplerini zarara sokmaktan
korktuğu için gizli malların zekâtını mal sahiplerine bıraktı. Alimlerin
ittifakıyla gizli malların zekâtını sahipleri kendileri ayırırlar.
Sâib bin Yezîd şöyle demiştir: Osman bin Affân'ı Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve
sellem'in minberinde şöyle hitab ederken dinledim: «Bu ay zekât aymizdır. Her
kimin üzerinde borcu varsa borcunu ödesin. Ta ki mallarınız saflaşsm.
Mallarınızın zekâtını veriniz.» (Hadisi Beyhakî sahih bir senetle rivayet
etmiştir.)
Nevevî şöyle demiştir: «Bizim ashabımız bu konuda müslü-manlann icmaı olduğunu
nakletmiştir. Ancak mal sahipleri, gizli olan mallarının zekâtını ayırınca,
«kendisinin dağıtması mı daha faziletli, yoksa halifeye verip onun dağıtması mı
daha faziletli?» sorusu vardır.
Şâffî'ye göre; doğru olan eğer imam âdil ise, ona vermek ef-dâldir.
. Hanbelîler ise; «Kendisinin dağıtması efdaldir. Şayet halifeye verirse, o da
caizdir,» demişlerdir.
Eğer mallar, görünen mallardansa, müslümanlann halifesi ve vekilleri, Maliki ve
Hanefilere göre zekâtı İstemek ve almak hakkına sahiptirler.
Şafi'î ve Hanbelîlerin görünen mallar konusundaki görüşleri gizli mallar
hakkındaki görüşleri gibidir.
ZEKÂTI ADALETLE VEYA ZORLA HALÎFEYE VERMEKLE MAL SAHİBİNİN ZEKÂTTAN
KURTULMASI
Müslümanların başında müslüman bir halife bulunursa, ister adaletle ister zorla
alsın ona vermek caizdir. Mal sahibi ona zekâtım vermekle zekât borcundan
kurtulmuş olur. Ancak halife zekâtı yerine vermiyorsa, efdal olan, kendisinin
zekâtım ayırıp hak sahibine vermesidir. Ancak halife veya vali, zekâtı isterse,
yine de onlara vermesi gerekir. Enes'den rivayet olunduğuna göre, o demiştir ki:
«Benî Temim'den birisi Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'e gderek şöyle
dedi: «Ya Rasûlallah, zekâtı senin elçine verdiğim t kdirde Allah ve Rasûlünün
huzurunda zekât borcundan kurtulmuş olur muyum?». Bunun üzerine Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve kellem; «Evet. Zekâtı benim elçime verdiğin takdirde zekât
borcundan kurtulmuş olursun. Verdiğin zekâtın sevabı sana, günahı ise, onu başka
yere verene aittir.» demiştir. (Hadisi Ahmed rivayet etmiştir.)
îbn Mes'ûd'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlüllah sallalîa-hu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: «Benden sonra, kendini başkasına tercih eden kimseler ve
hoşlanmadığınız işler olacak.» Ashab; «ya Rasûlallah, o durumda bize ne
emredersin?» dediler. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve seilem; «Üzerinize hak
olanı eda ediniz ve Allah'tan size vereceği sevabı isteyiniz;» buyurdu. (Hadisi
Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Vâil bin Hucr'den rivayet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: «Bir adamı
Rasûlüllah sallallatıu aleyhi ve sellem'e sorarken işittim. Adam şöyle diyordu:
«Başımızda zekât hakkını engelleyen âmirler olursa, ne buyurursun?» Rasûlüllah
salallahu aleyhi ve sel-lem; «Onlan dinleyin ve itaat edin. Şüphesiz onların
yüklendiği günahlar onlara, sizinki de sizedir.» Hadisi Buharı ve Müslim rivayet
etmiştir.
Şevkânî şöyle demiştir: «Cumhur ulemâ, bu konuda geçen hadislerle zâlim
sultanlara zekât vermenin caiz olduğuna ve zekât borcunun düştüğüne delil
getirmişlerdir.»
Bu hüküm müslüman bir ülkedeki (dâr'ül-lslâm) müslümanlann halifesine
nisbetledir. Çağımızdaki devletlere zekât verme konusuna gelince; Reşit Rıza
şöyle demiştir:
«Ancak asrımızda, çoğu müslüman ülkelerde tslâmî idareler kalmamıştır, tslâm'a
davet edecek, onu müdafaa edecek, Allah'ın farzı ayın veya farzı kifaye olarak
vacip kıldığı cihadı yapacak, cezalan verecek, Allah'ın farz kıldığı gibi zekâtı
alacak, yine Allah'ın tayin ettiği yerlere verecek tslâmî idareler yoktur.
Bilâkis çoğu, Frenk devletlerinin egemenliği altına girmiştir. Bazılan ise mür-ted
ve Allah'a inanmayanların egemenliği altındadır. Coğrafî olarak müslüman sayılan
bazı ülkelerin reisleri gayri müslim devletlere boyun eğmiş olup, gayri
müslimler İslâm ismini kullanarak, müslüman milletleri kendilerine boyun
eğdirmek için bunlan alet olarak kullanmakta, Katta bu yolla İslâm'ı yıkmaya
çalışmaktadırlar. Zekâttan ve diğer vakıflardan aldıklan paralan, dinî sıfatlan
bulunduğu için kullanırlar. Bu gibi idarelere, reisinin lâkabı müslüman olsa
bile ve resmî dini îslâm olsa bile zekât vermek caiz değildir. Ama idarecileri
ve reisleri islâm dini üzere olan ve müslü-manlann beytülmâl'i üzerinde
yabancıların egemenliği bulunmayan îslâmî idarelere gelince; gerek zahirî
mallann ve gerekse batı-nî mallann zekâtını, istedikleri zaman vermek gerekir.
Her ne kadar bazı hüküm'erde zulüm etseler bile fakihlerin görüşlerine göre
hüküm budur.»
8.17. ZEKÂTI SÂLÜI KİMİLERE VERMENİN MÜSTEHAB OLDUĞU
Zekât; sâlih olsun, fâsık olsun, zekât almaya hak kazanan müslümana verilir.
Ancak zekât parasıyla Allah'ın haram kıldığı şeyleri japacaksa, kötülüğü önlemek
için bu kişilere zekât verilmez. Eğer kişi hakkında herhangi bir şey bîlinmeyip
zekât parasından istifade edeceği bilinirse, bu kimseye zekât verilir. Zekât
veren kimsenin, zekâtını ilim ehline ve îyi kimselere vermesi uygundur.
Ebû Sa'îd el-Hudrî'den rivayeten Rasûlüllah salallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: «Mü'minle imanın misali, bağım koparan sonra yine aynı yerine dönen at
gibidir. Mü'min de hata eder, unutur, sonra yine imana döner. Yemeğinizi iyi
kimselere ve içinizdeki iyilik sahibi mü'minlere yediliniz.» (Hadisi Ahmed iyi
bir senetle rivayet etmiş, Süyûtî ise hasen saymıştır.)
îbn Teymİye şöyle demiştir: «ihtiyaç ehlinden namaz kılmayanlara tevbe etmedikçe
zekât verilmez. Namazım eda ediyor olması gerekir. Boş şeylerle uğraşanlar,
yasaklardan kaçınmayanlar, kötülüklere son vermeyenler, kalpleri bozulmuş,
fıtratları değişmiş ve hayır hisleri yok olmuş kimseler de namazı terkedenler
gibi'dir. Bu kimselere zekât verilmez. Ancak zekât parası, onları iyi işlere
yöneltecek, nefislerini İslaha yardım edecek ve hayırlı işler yapmaya
sevkedecekse, o zaman bu kişilere zekât verilebilir.
8.18. ZEKÂT VERENİN VERDÎĞİ ZEKÂTI SATIN ALMASININ NEHYEDİLDİĞt
Rasûlüllah salallahu aleyhi ve sellem, muhacirleri Mekke'den ayrıldıktan sonra
tekrar Mekke'ye dönmekten nehyettiği gibi, kişinin Allah için terkettiği mala
tekrar dönmemek için, zekât verenin zekâtını almasını nehyetti.
Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayeten Ömer (r.a.) şöyle demiştir: «Bir mücahide
bir at vermiştim. Sonra adamın atı sattığını görünce, onu satın almak istedim.
Durumu Rasûlüllah'a arzedince, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem bana;
«Sakın bu atı satın alma ve sadakana dönme,» buyurdu.» (Hadîsi Buhari, Müslim,
Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir.)
Nevevî şöyle demiştir: «Bu hadisteki nehiy, tenzihî olup tahri-mî değildir. O
bakımdan zekât olarak, nezir keffareti, sadaka veya buna benzer Allah'a
yaklaşmak için verdiği malı satın alması ve hibe ettiği malı kendi isteği İle
temellük etmesi mekruh olur. Eğer p mala varis olursa, o zaman kerahat yoktur.
îbn Battal; «Abdullah b. Ömer hadisinden dolayı bir kimsenin zekâtını satın
almasını alimlerin çoğu mekruh saymıştır,» demiştir.
Ibn Münzir şöyle demiştir: «Hasan, tkrime, Rebî'a ve Evzâ'î zekâtı satın almaya
ruhsat vermişlerdir.»
îbn Hazm, Ebû Sa'îd el-Hudri hadisini delil getirerek bu görüşü tercih etmiş ve
şöyle demiştir: «Rasûlüllah salallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Zenginlerden
yalnız beş kişiye zekât helâldir:
1. Allah yolunda cihad edene.
2. Zekât toplamakla görevli olana.
3. Zengin olduğu halde borçlu olana.
4. Zekâtı mal mukabilinde fakirden satm alana.
5. Bîr de zekât almış olan fakir komşusunun; bu zekâtı hediye olarak kendisine
verdiği zengine helâl olur.» (Hadisi Ebû Dâvûd Ahmed ve Hâkim rivayet etmiştir.)
H.19. ZEKÂTI YAKINLARA VERMENİN MÛSTEHAB OLDUĞU
Eğer kadının malı varsa, bu malda zekât vacib olup, zekât alabilecek durumdaki
kocasına zekâtını vermesi hakkı vardır. Çünkü kocasına infak etmesi kadına vacib
değildir. Zekâtı ona vermesin-deki sevab yabancıya vermesindeki sevabdan daha
çoktur.
Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.)'den rivayeten Îbn Mes ud'un hanımı Zeyneb dedi ki: «Ey
Allanın Nebisi, bugün sen zekât vermeyi emrettin. Benim de yanımda süs eşyam
var. Onların zekâtmi vermek istiyorum. Ibn Mes'ûd, karısının vereceği bu zekâta
kendisinin ve oğlunun daha çok lâyık olduğunu zannetti. Bunun üzerine Rasulul-lah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Ibn Mes'üd doğrudur. Zevcen ve
çocuğun vereceğin zekâta daha lâyık kişilerdir.»-(Hadisi Buhârî rivayet
etmiştir.)
Şafiî, Ibn Münzir, Ebû Yusuf, Muhammed, Zahiriler ve bir rivayete göre Ahmed bu
görüştedir.
Ebû Hanîfe ve diğerleri ise, zevce ve çocuktan zekât vermenin caiz olmadığını
kabul ederek demişlerdir ki: «Zeyneb hadisi, farz zekât hakkında olmayıp nafile
sadaka hakkında varid olmuştur.»
îmam Malik; «Eğer aldığı zekâtı nafakasına harcayarak kendisi de bundan yardım
görürse, caiz olmaz. Fakat nafakanın dışındaki şeylere harcarsa, caiz olur,»
demiştir.
Sair akrabalara gelince; kardeş, kızkardes, hala, teyze, amca ve dayılara, şayet
zekât alabilecek kişilerden İseler, ekseri ulemanın görüşüne göre zekât
verilebilir. Çünkü Rasûlüllah salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
«Yoksula verilen şey sadakadır. Akrabaya ise iki mislidir: Hem sadaka hem de
sıla-i rahim.» (Hadisi Buhâri, Müslim, Ahmed, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmiş,
Tirmizî ise hasen saymıştır.)
.20. ÎLtM ÖĞRENENLERE ZEKÂT VERMEK
Nevevî şöyle demiştir: «Kendine yetecek kadar çalışmaya kudreti olduğu halde,
şer'î ilim tahsil etmekle mşgul olan kişi, şayet çalışmaya başladığında tahsil
yapamayacak durumda ise, buna zekât helâldir. Çünkü İlim tahsili farz-ı
kifâyedir. Eğer bir kimse ilim tahsili ile meşgul olmayıp çalışmaya da kudreti
varsa bu kişiye zekât vermek helâl değildir. Bu zikrettiğimiz kişi medresede
bile kalsa, bu böyledir. Sahih ve meşhur olan görüş budur.» Nevevî devamla şöyle
demiştir: «Bir kimseni, çalışmaya gücü yettiği halde nafile ibadetlere kendini
verdiği için çalışmıyorsa veya nafile ibadetler bütün vaktini alıyorsa bu
kimseye zekât vermek caiz değildir. Çünkü yaptığı ibadetin faydası sadece
kendine aittir, İlim tahsili ise bunun dışındadır.»
8.21. BORCU ZEKATTAN DÜŞMEK
Nevevî, «Mecmu» isimli kitabında şöyle demiştir: «Bir kimsenin, sıkıntı içindeki
bîr kimseden alacağı olup da bunu zekâtına saymak istese ve ona «bu alacağımı
zekâtıma saydım,» dese, bu konuda iki görüş vardır: Ahmed ve Ebû Hanife'ye göre;
doğru olan, bunun yeterli olmayacağıdır. Çünkü zekât, kişinin zimmetinde bir
borç olup bizzat ödemeden bu borçtan kurtulmuş olmaz. İkinci görüş. Hasan Basrî
ve 'Atâ'nın görüşüdür. Onlar; zekât geçerli olur», demişlerdir. «Çünkü
borçlunun, parayı alacaklıya verdikten sonra, zekât olarak tekrar onu geri
alması caiz olduğu gibi, alacağını almadan onu borçluya zekât olarak bırakması
da caizdir. Meselâ bu kimsenin, birisinde emanet parası bulunup da onu zekâtına
saysa, para eline ister geçsin, ister geçmesin, zekât yerine geçer.»
Ancak alacağını kendisine ödemesi şartıyla zekât verirse, bu şekilde zekât
vermek sahih olmayıp, İttifakla zekât borcu düşmüş olmaz ve yine ittifakla,
böylece borcunu ödemiş de sayılmaz. Şayet niyet edip de şart koşmazlarsa o zaman
ittifakla caiz olup, zekât yerine geçer ve borçlu da borcu yerine, aynı parayı
geri verirse, borcundan kurtulmuş olur.
ZEKÂTI NAKLETMEK
Alimler, zekât verenin beldesinde fakir bulunmazsa, başka bir beldedeki hak
sahiplerine zekâtı nakletmeyi caiz görmüşlerdir. Ancak zekât verenin etrafında
zekâta ihtiyacı olanlar varsa, bu konuda gelen açık hadislere göre herkes kendi
beldesindeki fakirlere zekâtını verir. Başka beldeye zekât nakledilmez. Çünkü
zekâttan maksad, her muhitteki insanları fakirlikten kurtarmaktır. O beldede
fakir bulunmakla beraber zekâtı başka bir beldeye nakletmenin mubah olması,
kendi muhitindeki fakirleri muhtaç bir halde bırakmak demektir.
Daha önce geçen Muâz hadisinde belirtildiği üzere; «Onlara haber ver kî;
üzerlerine zekât vermek farzdır. Zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.»
Ebû Cuhayfe <r.a.)'den rivayet olunduğuna göre, o demiştir ki: «Rasûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellera'in zekât memuru bize geldi de zekâtı
zenginlerimizden alarak fakirlerimize verdi. Ben o zaman henüz yetim bir
çocuktum. Bana, dokuz yaşında bir deve vermişti.» (Hadisi Tirmizî rivayet etmiş
ve hasen saymıştır.)
«tmrân b. Husayn'dan rivayeten: Bu zât zekât toplamakla görevlendirildi'.
Dönünce kendisine;'«Hani mallar nerede?» diye sorulunca, o da, «Beni mal için mi
gönderdiniz? Biz zekâtı, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem devrinde
aldığımız kişilerden aldık ve ytne onun zamanında verilen yerlere verdik,» dedi.
(Hadisi' Ebû Dâvûd ve îbn Mâee rivayet etmiştir.)
Tâvus'tan rivayet olunduğuna göre, o demiştir ki; Mu'âz'a yazılan mektupta şu
ifade vardır: «Bir beldeden bir başka beldeye giden .kişinin sadakası ve öşürü,
aşiretinin beldesinde kalır.» (Hadisi Esrem Sünen'inde rivayet etmiştir.)
Alimler, bu hadisle, her beldenin kendi fakirlerine zekât vermesinin meşru'
olduğuna delil getirmişlerdir. Daha önce geçtiği gibi, eğer kendi beldesinde
fakir yoksa, başka bir yere nakletmenin caiz olduğunda alimler icmâ' etmiş olup,
kendi beldesinde ih-tfyaçh bulunduğu zaman başka bir beldeye nakletme konusunda
ise ihtilaf etmişlerdir.
Hanefîler şöyle demişlerdir: «Zekâtı nakletmek mekruhtur. Ancak sıla-ı rahim
olması açısından uzaktaki yakın akrabasına, kendi beldesinden daha ihtiyaçlı
olan kimselere nakletmenin müslüman-lar için dahaya hayırlı olması halinde,
dâr-ı harb'den dâr-i İslâm'a, ilîm okuyan uzaktaki talebeye veya zekâtın sene
tamam olmadan önce verilmesi durumunda, bütün bu hallerde zekâtı nakletmek
mekruh olmaz.»
Şafi'î'ler ise şöyle demiştir: «Zekâtı nakletmek caiz olmayıp, malın bulunduğu
yerde dağıtmak gerekir. Ancak, zekâtın vacib olduğu yerde zekâta lâyık kimse
bulunmazsa o zaman nakledebilir.»
Amr bin Şuayb'dan rivayet olunduğuna göre; Mu'âz bin Cebel tslâm için bir nefer
olarak çalıştı. (Çünkü Rasûlüllah onu görev için gönderiyordu.) Bu hal
Rasûlüllah'in Ölümüne kadar devam etti. Sonra Ömer'in yanına geldi. O da
kendisine aynı görevi verdi. Bunun üzerine Muaz, bulunduğu yerden zekât
toplayarak üçte birini Ömer'e gönderdi. Ömer, bunu hoş karşılamayarak «Ya Muaz,
ben seni vergi toplaman ve cîzye alman için değil, zenginlerinden zekât alıp
fakirlerine vermen için gönderdim.» dedi. Bunun üzerine Muaz «Ben sana bunları,
burda benden zekât alabilecek kimse olduğu halde göndermedim» dedi. İkinci sene
olunca Muaz topladığı zekâtın yansını Ömer'e gönderdi. Yine aynı şekilde
aralarında konuşma geçti. Üçüncü sene olunca Muaz topladığı zekâtın hepsini
Ömer'e gönderdi, yine birbirleriyle istişare yapmaya başladılar. Bunun üzerine
Muaz «Benden zekât alabilecek kimse bulamadığım için hepsini size gönderdim.»
dedi. (Hadisi Ebu Ubeyd rivayet etmiştir.)
îmam Malik şöyle demiştir: Zekâtı nakletmek caiz değildir. Ancak bir başka
beldenin zekâta aşın ihtiyacı hasıl olursa, bu durumda, idareciler uygun
gördükleri şekilde zekâtı nakledebilirler.
Hanbeliler şöyle demiştir: Zekâtı kendi beldesinden seferi hükme tâbi olan
mesafeye nakletmesi caiz olmaz. Sadece farz olduğu yer ile seferilik hükmü
geçerli' olan mesafeden daha berideki yakınlarına zekâtı dağıtabilir.
Ebû Dâvûd demiştir ki; Ahmed'den işittiğime göre, kendisine zekâtı bir beldeden
diğer beldeye nakletmek soruldu, «olmaz» diye cevap verdi. «Eğer uzaktaki yakın
akrabası olursa?» diye sorulunca, yine «olmaz» dedi. «Şayet beldesindekilerin
zekâta ihtiyaçları olmazsa?» diye sorulunca, «O zaman zekâtı nakletmek caizdir.»
dedi. Hanbelîler bu görüşlerine, geçen Ebu Ubeyd hadisiyle delil getirmişlerdir.
îbn Kudâme şöyle demiştir: «Ekseri ulemanın görüşüne göre kişi bu hükme
muhalefet ederek zekâtını başka yere naklederse, caizdir. Eğer adam bir şehirde,
malı ise başka bir şehirde ise, malın olduğu şehir dikkate alınır. Çünkü zekât o
yerde farz olmuş, hak sahiplerinin gözleri o malın üzerinde bulunmaktadır. Şayet
malın bir kısmı bir şehirde, bir kısmı ise başka bir şehirde ise, her malın
zekâtım olduğu yerde dağıtır. Bu hüküm zekât hak-kmda böyledir. Sadaka-î Fitr'a
gelince, malı ister o beldede olsun, ister olmasın, vacîb olduğu beldede
dağıtılması gerekir. Çünkü fıtır sadakası kişinin zatiyla ilgili bir zekâttır
ki, vacib olmasının sebebi bizzat kendisi olup, mal değildir.
8.23. ZEKATI YANLIŞ TERE VERMEK
Zekâtı veren kimse, bilmeden, zekâtını zekât verilecek kişilere değil de zekât
vermek haram olan kişilere verirse ve daha sonra hata yaptığı ortaya çıkarsa, bu
ona kifayet edip zekât borcu düşer mi? Yoksa yerine verinceye kadar zimmetinde
borç olarak kalır mı?
Bu mesele hakkında çeşitli görüşler vardır:
Ebû Hanife, Muhammed, Hasan ve Ebû Ubeyde; «Verdiği zekât kendisine kifayet
eder, başka zekât vermesine gerek yoktur,» demişlerdir.
Ma'n b. Yezîd'den rivayeten, o demiştir ki: «Babam Yezid, sadaka paralarım
dağıtmak için birkaç dinar çıkarmış ve onlan camide bir kimsenin yanma koymuştu.
Ben gelip onlan alarak babamın yanına gittim. Bunun üzerine babam: «Vallahi sana
vermek istememiştim,» dedi. Nihayet Rasulüllah sallallahu aleyhi ve sel-lem'in
huzuruna çıktık. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem; «Ey
Yezid, sen niyyetinde sevap kazandın. Ey Ma'n, aldığın mal da senindir,»
buyurdu. (Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.)
Her ne kadar bu hadîsin nafile sadakaya ihtimali varsa da «sen niyetinde sevap
kazandın» cümlesindeki «mâ» sözcüğü umumilik ifade eder.
Yine bu alimler Ebû Hüreyre hadisiyle de hüccet getirmişlerdir. Bu hadiste
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Benî israil'den bir
adam, 'bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim', dedi ve sadakasını çıkararak bir
fahişenin eline verdi. Derken halk: 'Bu gece bir fahişeye sadaka verildi', diye
lâf etmeye başladılar. O adam; 'Yâ Rabbi, bir fahişeye sadaka verdiğim için sana
hamdolsun. Ben derhal bir sadaka daha vereceğim', dedi ve sadakasını çıkararak
bir zenginin elîhe verdi. Halk yine; 'Bir zengine sadaka verildi', diye
konuşmaya başladılar. Sadaka veren adam; 'Yâ Rabbi, bir zengine sadaka verdiğim
için sana hamdolsun. Ben elbette bir sadaka daha vereceğim', dedi ve sadakasını
çıkararak bir hırsızın eline verdi. Halk yine; 'Bir hırsıza sadaka verildi',
diye lâf etmeye başladılar. Bunun üzerine sadaka veren kişi; 'Yâ Rabbi, bir
fahişeye, bir zengine ve bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamdolsun', dedi.
Sonra rüyasında ona gelenler-oldu ve 'Senin sadakan kabul olundu. Umulur ki, bu
sadaka sebebiyle fahişe zinasından vazgeçip namuslu olur. Umulur ki, zengin de
ibret alır da Allah'ın kendisine verdiği maldan infak eder. Ve yine umulur ki,
hırsız da bu sadaka sebebiyle hırsızlığından vazgeçerek namuslu bir adam olur',
dediler.» (Hadisi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet etmişlerdir.)
Yine Rasûlüllah salllallahu aleyhi ve sellem, kendisinden zekât isteyen bir
adama «Eğer zekât almaya lâyık kişilerden isen, sana hakkım vereyim» buyurmuş ve
iki adama iki deri vermiştir. Daha sonra; «Eğer isterseniz zekâttan size
vereyim, ancak zenginin, çalışabilen kuvvetli kimsenin, zekâttan payı yoktur'»
buyurmuştur. Muğni kitabında yazan; «Şayet Nebi aleyhisselâm zenginliğin
hakikatini esas alsaydı, onların sözlerini yeterli bulmazdı», demiştir.
Mâlik, Şâfi'î, Ebû Yusuf, Sevrı ve tbn Münzir, «Müstehak olmayana zekâtı vermek
kifayet etmez,> demişlerdir. «Eğer hata yaptığı ortaya çıkarsa, tekrar zekâtı
ehline vermesi gerekir. Çünkü va-cib olan zekâtı hakkı olmayan kimseye
vermiştir, insanlara olan borç gibi, zekât da zimmetinden çıkmış olur.»
Ahmed'in görüşü şöyledir: «Eğer zekât fakir sanılan bir kimseye verilir de
sonradan rengin olduğu ortaya çıkarsa bu konuda iki' rivayet vardır: Bir
rivayete göre kâfî gelir. Diğer rivayete göre ise kâfî gelmez. Ancak zekâtı alan
kimse, kâfir, Haşimî ve zekât verenin yakın akrabası gibi zekât verilmeyecek
kimselerden ise bunlara zekât vermenin kifayet etmeyeceği hakkında bir rivayet
vardır. Çünkü zenginle fakiri1 ayırmak çok kere mümkün olmaz. Ancak diğerleri
bunun gibi değildir. Meselâ âyette şöyle geçmektedir: «Yüzsüzlük
etmediklerinden, bilmeyen onları zengin sanır.» (Bakara: 273).
8.24. ZEKÂTI AÇIKTAN VERMEK
Zekât verenin, zekâtını ister farz olsun ister nafile olsun, gösterişe kaçmadan,
açıktan vermesi caizdir. Ancak gizli vermesi ise daha efdaldir. Allahu Teâlâ
şöyle buyuruyor: «Sadakaları açıkça verirseniz ne güzel. Eğer onları yoksullara
gizlice verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.» (Bakara: 271).
Ahmed, Buhari ve Müslim'in Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetlerine göre; Nebi
aieyhisselâm şöyle buyurmuştur: «AllaL, yedi kişiyi, kendi gölgesinden başka
hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde gölgelendirir. 1. Adaletli devlet
reisi. 2. Allah'a ibadetle yetişen genç. 3 Gönlü mescidlere bağlı kişi. 4. Allah
yolunda sevişen, o noktada birleşen ve biri diğerinden ayrılırken o nokta
yüzünden ayrılan İki dost 5. Güzel ve mevki sahibi bir kadın kendisini davet
ettiğinde; «Ben Allah'tan korkarım» diyerek cevap veren kişi. Sadaka verip de
sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli tutan kişi. 7. Bir de
tenhada Allah'ı zikredip de gözleri yasla dolan kişi.»