47.21. KASÂME
47.21.1. Kasâme Nedir?

İyilik ve güzellik anlamında kullanılır. Burada Kasâme'den maksat yeminlerdir. Bu kavram: «Akseme, yuksimu, iksâmen ve kasameten» fiilinden alınmıştır.
Yani bu kavram kasemden türemiş bir mastardır. Nasıl ki cemaat kavramı da cem' kökünden türemiştir.
Kasâme'nin uygulama biçimi: Ortada katili bilinmeyen bir ölü vardır. Bu durumda içlerinden birinin katil olduğunda kuşku olmayan bir topluluk tümden kasameye tabi tutulur. Yalnız ortada apaçık bir alamet, işaret, iz, belirti bulunmalıdır. Mesela : ölü, düşmanlardan bir topluluk arasında bulunur ve onlardan başkası da onlara karışmamış olur. Ya da bir grup insan bir evde yada çölde toplanır ve arkalarında bir ölü bırakır yada bir bölgede ölü biri bulunur ve orada onun kanına bulaşmış biri görülür.

Bu durumda eğer ölü, bir beldede yada yollarından birinde yada ona yakın bir yerde bulunursa kasâme o belde halkına uygulanır.
ölünün cesedi iki belde arasında bulunursa, ölünün cesedine en yakın olan belde halkına kasâme uygulanır.
Kasâmenin uygulama şekli: ölünün sahibi belde halkından elli adam seçer. Onlar onu öldürmediklerine ve katilini bilmediklerine dair Allah'ın adına yemin ederler.
insanın eşyasını sakladığı odaya benzetmiştir. Hadisten kıyasın kullanılabileceği ve bir şeyi benzeri İle muhakeme etmenin doğru olduğu anlaşılmak-tadjr.
Eğer bunlar yemin edecek olursa, onlardan diyet düşer. Yemin etmezlerse, belde halkı ortaklaşa diyeti verir.
Eğer iş karışırsa, ölünün diyeti beytu'l-mâl'den ödenir.

47.21.2. İslâm'ın Kabul Ettiği Arap Uygulaması

Kasâme, cahiliye döneminde yürürlükte olan bir düzendi. İslâm onu olduğu gibi bıraktı.
İslâm'ın bu düzeni iptal etmemiş olmasının hikmeti, bu düzenin canları koruma ortamlarından birini hazırlamış olmasi-dır. Bu uygulamanın ölünün kanının heder olmasını sağlamasıdır.
«Buharı ve Nesâî, İbn Abbâs'dan tahric ederek der ki. Cahiliye döneminde uygulanan ilk kasâme şudur : «Haşimoğullarından birini Kureyş'in diğer boylarından bir adam işçi olarak tutmuştu. Develeriyle birlikte onu (çöle) götürmüştü. Orada Haşimoğullarından biri yanından geçmiş çuvalın ağzını bağladığı ipi kopmuştu. Bana devenin bağlandığı bir ip ver de onunla çuvalımın ağzını bağlayayım, develer kaçmasın, demiş, o da ona bir ip vermiş adam da çuvalının ağzını bağlayıp gitmişti.
•Bir yere konakladıklarında develeri teker teker bağladı. Onu işçi olarak tutan adam dedi ki:
— Develer arasında bu deve neden bağlanmamış?
— Onun ipi yok, dedi işçisi.
Adam; «öyleyse ipi nerde?...» dedi. Sopasını ona fırlattı. Bu darbe onu sonradan ölümüne neden olacak şekilde yaraladı. Bu sırada Yemen halkından biri işçinin yanından geçti. İşçi:
— Hacca mı gidiyorsun?... diye sordu.
— Hacca gitmiyorum. Ama belki de bidebilirim, dedi.
— Ne zaman olursa olsun benden bir mesaj iletir misin?... dedi.
Adam : «Evet,» dedi.
«Oraya vardığın zaman : «Ey Kureyş!» diye bağır. Onlar yanma geldiğinde bu sefer: "Ey Haşimoğulları!» diye bağır. Eğer onlar sana karşılık verirlerse, Ebü Talib'i sor ve ona falanın beni bir ip için öldürecek şekilde yaraladığını haber ver,» dedi.
Sonra işçi orada vefat etti.
Onu işçi olarak tutan adam geri gelince; Ebû Tâlib ona giderek :
— Arkadaşımız nerede?... diye soruşturdu.
Adam: «O hastalandı. Ona güzelce baktım, sonra da gömdüm,- dedi.
Ebû Talib : «Zaten ona öyle davranman gerekiyordu (!)» dedi.
Bir süre bekledi, sonra ölünün vasiyet ettiği adam sözünde durdu. Hacca gelip mesaimi iletmeye çalıştı.
— Ey Kureyş! dîye bağırdı.
— Kureyş burda. dediler.
— Ey Haşimoğullan! dedi.
— Haşimoğullan burada, dediler.
— Ebû Taîib nerde?,.. diye sordu.
— Işıe Ebü Talib, dediler.
— Falan adam, sana bir mesaj iletmemi söyledi: «Falan adam onu bir ip için ağır yaralamış-... dedi. Ve onun öldüğünü bildirdi.
Ebû Talib adama gidip: «Bizden üç seçenekten birini seç: İstersen yüz deveyi diyet olarak ver. Çünkü arkadaşımızı öldürmüşsün. İstersen kavminden elli kişiye onu öldürmediğine yemin ettir. Eğer bunu da reddedersen onun yerine seni de öldürürüz," dedi.
Adam yakınlarına gidip durumu haber verdi.
— Yemin ederiz, dediler.
Onlardan biri ile evli olan ve ondan bir çocuğu olan kadın Ebû Talib'e geldi ve dedi ki:
— Ey Ebû Talib! Ben şu oğlumu elli adamdan biri saymamanı ve başka bir adamı yerine kabul etmeni ve onun yeminini, yeminlerin toplandığı zamana bırakmanı istiyorum.
Ebû Talib de öyle yaptı; onlardan bir adam yanma geldi: -Elli adamdan yüz deve yerme yemin etmelerini istedin. Her adama iki deve düşmekledir. îşte iki deve. Onları benden kabul et. Yeminlerin toplandığı her nerede olursa olsun yeminimi isteme.- dedi.
Ebü Talib ikisinin de İsteğini kabul etti. Kırk sekiz kişi ise gelip yemin etti. İbn Abbâs (r.a.) der ki'-.
«Allah'a yemin olsun ki, daha sene geçmeden bu kırksekiz kişiden hayata gözlerini kapamayan kimse kalmadı.»

47.21.3. Kasâme Hükmünde İhtilaf

Alimler, kasâme ile hükmetmenin gerekliliğinde ihtilaf etmişlerdir.
Fakihlerin cumhuruna göre, kasâme ile hükmetmek gereklidir.
Alimlerden bir grup ise; kasâme ile hükmetmek caiz değildir, demektedir.
İbıı Rüşd, «Bidâyetü'l-MüctehicUte der ki:
«Her zaman onunla hükmetmek gerekir görüşünde olanlar Cumhur fukaha'dır. Bunlar; Mâlik, Şâfi-i, Ebû Hanife, Ahmed, Süfyân, Dâvûd ve arkadaşları ile başka beldelerin fakihleridir.
Alimlerden bir grup ise; kasâme ile hükmetmek caiz değildir, der : Salim bin Abdullah, Ebû Kılâbe, Ömer bin Abdülazîz ve İbnu Uleyye bunlar arasındadır.
Cumhurun delili, Rgsülüllah sallaîlahu aleyhi ve seîlem'den sabit Huyayyisa ve Muhayyisa hadisidir ki, hadis alimleri onun sahihliğinde ittifak etmişler, yalnız lafızlarında ihtilaf etmişlerdir.
İkinci grubun, «kasâme ile hükmetmek caiz değildir,- görüşünün delili ise :
Zira kasâme şeriatın, sağlamlığında ihtilaf edilmeyen temellerine aykırı düşmektedir. Bunlardan biri:
Şeriat'ta asıl olan hiç kimsenin kesin olarak bilmediği ve bizzat müşahade etmediği konularda yemin etmemesidir. Eğer burada da durum aynıysa o zaman kan sahipleri ölüyü görmedikleri halde yemin edebilirler. Halbuki onlar bir beldede, öldürme ise başka bir yerde meydana gelmiştir.
Bu nedenle : Buharı, Ebû Kilâbe'den tahric eder ki: «Ömer bin Abdülaziz bir tahtını dışarı çıkardı ve halkın yanma gelmesi için izin verdi ve onlara :
'Kasâme hakkında ne diyorsunuz?- dedi. Haîk hiddetlenip dediler ki: «Biz şöyle diyoruz :
• Kasâme ile kısas yapılır. Bu doğru bir iştir. Halifeler de onunla kısas yapmışlardır.
Ömer-. -Ey Ebû Kılâbe! Sen ne diyorsun?» diye sordu. Ve beni halkın karşısına çıkardı.
Ben : «Ey Mü'minlerin Emiri! Katında araplarm İleri gelenleri, ordu komutanları var. Eğer onlardan elli kişi, bir kişinin
Şam'da zina ettiğini iddia eder ve onu görmediklerine şahidlik ederse sen o adamı recmeder misin?» dedim.
«Hayır.» karşılığını verdi.
Ben dedim ki: «Yanında bulunan elli adam bir kişinin Hu-mus'ia hırsızlık yaptığına şahitlik eder ve onu görmediklerini söylerse onun elini keser misin?»
-Hayır.» dedi.
Bazı rivayetlerde ise :
Ona dedim ki: «Öyleyse, nasıl oluyor da, onlar senin yanında oldukları halde, bir adamın falan yerde öldürdüğüne şahitlik ediyorlar, sen de onların şahitliğiyle adama kısas uyguluyorsun?:»
Ebü Kılâbe der ki: «Ömer bin Abdülaziz, kasâme ile ilgili şunları yazdı: 'Eğer onlar iki adil şahit getirip; falan adamın onu öldürdüğüne tanıklık ederlerse ona kısas uygula. Fakat adam, yemin eden elli kişinin şahidliği ile öldürülmez.»
Dediler ki: -Şeriat'ın temellerinden biri de şudur: Yeminlerin, kan dökülmesinde bir etkisi yoktur.»
Şeriat'm temellerinden bir diğeri de şudur: -İddia sahibine delil, inkâr edene de yemin vardır.»
Onların delillerinden biri de şudur: Orîîara göre bu hadislerde Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in kasâme ile hükmettiğine dair bir uygulama yoktur. Bu ancak bir cahiliye hükmüdür. Rasülüllah sallallahu aleyhi ve sellem nazik davranarak bununla nasıl hükmetmek gerekmediğini göstermiştir. Zira İslâmi temellere balğı kalınarak bu hüküm uygulanamaz. Bu nedenle onlara: «Siz —yani kan sahiplerine ki bunlar Ensar'-dır— elli yemin eder misiniz?!» diye sormuş.
Onlar da: «Görmeden nasıl yemin edelim ki?!» demişler. Bu sefer o : «Yahudiler size yemin eder.» der. Onlar ise : «Biz kâfir bir topluluğun yeminlerini nasıl kabul edebiliriz?» derler.»
Derler ki: «Eğer görmeden yemin etmek sünnet olsaydı, Rasülüllah sallallahu aleyhi ve seilem onlara; -Sünnet olan budur.» derdi.
Denir ki: Eğer bu rivayetler kasâme ile hükmetmede nass değilse, te'vîl de götürüyorsa, onları te'vil ile asıllara uydurmak daha yerinde olur.
Kasâmeyi kabul edenlere göre ise; bunlar arasında özellikle Malik'e göre; kasâme sünneti, başlıbaşma bir sünnettir. Şe-riat'ın diğer asıllarını tahsis etmiştir. Bu da tahsis eden sair sünnetler gibidir. Malik burada illetin kanlan korumak için ihtiyat olduğunu zannetmiştir. Şöyle ki : Öldürme çoğaldığından katil de öldürme eylemi için kimsenin olmadığı yerleri seçmekle şahid bulma imkanı da azaldığından bu sünnet kanlan korumak için kabul edilmiştir.
Fakat bu iilet yol kesiciler ve hırsızlar hakkında onun aleyhine döner. Zira hırsıza tanıklık etmek de zordur. Yol kesicinin durumu da böyledir.
Bu nedenle Mâlik, malları soyulan adamların soyguncular aleyhindeki sahiciliğini — şeriatın asıllarına aykırı olmasına rağmen — caiz görmüştür. Halbuki malları soyulanlar, soyulmalarında iddia sahibi konumundadırlar.» inteha.