NAMAZIN FARZLARI
Namazın Farzları Kaçtır?
12'dir. Bunlardan 6'sı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlardır ki, bunlara NAMAZIN ŞARTLARI denir. Diğer 6'sı da namaza başladıktan itibaren bulunması lâzım gelen farzlardır. Bunlara da NAMAZIN RÜKÜNLERİ tabir edilir. Şimdi bunları sırası ile inceleyelim:
NAMAZIN ŞARTLARI
Namazın şartları, yani, dışında bulunan farzları şunlardır:
1 - Hadesten tahâret,
2 - Necâsetten tahâret,
3 - Setr-i avret,
4 - İstikbâl-i kıble,
5 - Vakit,
6 - Niyyet.
Hadesten Tahâret Nedir?
Namaz kılacak kimsenin hadesten temizlenmesi, yani, abdestsiz ise abdest alması, cünüp ise gusletmesi demektir. (Geniş bilgi için Abdest ve Gusül bahsine bak).
Necâsetten Tahâret Nedir?
Namaz kılacak kimsenin bedeninde veya elbisesinde veyahut namaz kılacağı yerde şer'an necis (pis) sayılan bir madde varsa, o pisliğin temizlenmesi demektir (Geniş bilgi için Necâsetler bahsine bak).
Setr-i Avret Nedir?
Namazda bakılması harâm olan yerlerini örtmeye setr-i avret denir.
Avret Yerleri Neresidir?
Avret yerleri, erkek ve kadında örtülmesi farz olup başkalarına gösterilmesi harâm olan uzuvlardır. Erkeklerde avret yerleri, göbekten diz kapağının altına kadar olan kısımdır. Kadınlarda ise avret, yüz, el ve ayaklar dışında bütün vücuttur.
* 4 yaşına kadar olan çocuklar için avret yoktur, denmiştir. Daha yukarı çocuklar için avret sözkonusudur.
Avret, galiz ve hafif diye 2'ye ayrılır. Galiz avret yalnızca ön ve arka mahallerdir. Diğer taraf, hafif avrettir. Bu ayırım namaz hakkında değil, nazar = bakmak hakkındadır.
* Setr-i avret, hem Hâlikın, hem de mahlûkun hakkıdır. Bu sebeble, kendinden başka kimsenin bulunmadığı yerde (halvette) de kişinin örtünmesi gerekir.
* Necasetin giderilmesi, kendisine bakması helâl olmayan kimsenin yanında avretini açmadan mümkün olmuyorsa, namaz necasetli elbise ile kılınır. Zira avretin açılması nehyedilmiş (yasaklanmış)tır. Necasetin giderilmesi ise, emredilmiştir. Bir işte emir ile nehiy bir araya gelse, nehyi yerine getirmek gerekir. Zira def'-i şer, celb-i nef'a râcihtir.
* Necis olan elbise ile namaz kılmak, çıplak kılmaktan evlâdır. Zira 2 beliyyeye mübtelâ olan kimse, onların eşitliği halinde dilediğini tercihde serbesttir. Ehveni var ise, onu tercih etmelidir. Necaset ise, çıplaklıktan ehvendir. Yani necasetli elbise ile namaz kılmak, çıplak namaz kılmaya tercih edilir.
* Bir kimsenin temiz elbisesi olduğu halde, karanlık bir odada çıplak olarak namaz kılması câiz olmaz.
* Altını belli edecek şekilde ince veya naylon gibi şeffaf elbiselerle avret yerleri örtülmüş olmaz.
* Avret sayılan âzanın 4'te birinden az olan açılmalar, namazı bozmaz. Dörtte birin üzerindeki açılmalar ise, namaza mâni olur.
* Namazda iken avret yeri açılsa da hiç beklemeden açılan yer kapatılsa namaz bozulmaz. Bir rükün miktarı, yani üç kere sübhânallah diyecek kadar bekledikten sonra kapatılsa, namaz bozulmuş olur. Bu örtünme işi tek elle yapılmalıdır. Çift elle yapılan hareketler, amel-i kesire girer ve namazı bozar.
* Örtünecek kadar elbise bulamayan kimse, namazını ayaklarını kıbleye uzatıp oturarak îma ile kılar. Ayakta dahi îma edebilir. Fakat efdal olan oturarak kılmaktır.
* Erkekler ipek elbise ile namaz kılsa câiz değildir. Ancak ipekten başka giyecek elbise bulamayan kimse, böyle elbise ile namazını kılar. Çıplak olarak kılmaz.
* Erkeklerin elbiselerini giyinmiş ve başlarına takke örtmüş olarak namaz kılmaları müstehabdır. Yalnızca avret yerleri kapalı olarak namaz kılmak câizse de, mekruhtur. Zaruret halinde ise kerahet yoktur.
* Bir uzvun avret olması, başkalarına göredir. Sahibine göre değildir. Başkalarının göremeyeceği şekilde bu uzuvların örtülü olması kâfidir. Buna binaen, bir kimse yakası geniş olan elbisesinin yakasından içteki avret yerlerini görse, namazı bozulmaz. Başkası görse bozulur.
İstikbâl-i Kıble Ne Demektir?
Namazı, kıble denilen Mekke'de bulunan Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek suretiyle kılmak demektir.
* Kıble, sadece Mekke-i Mükerreme'deki taş binadan ibâret değildir. Şeriata göre kıble, Kâbe'nin üstünden ta Arş'a, altından ise Ferşe kadar uzanan nuranî bir sütun ve direktir. Bu sebeble kişi ister uçağın içinde Kâbe'nin üstünde olsun, isterse yerin karnında Kâbe'nin altında bulunsun, bu nuranî sütuna yönelerek namazını kılar. İstikbâl-i kıble şartını böylece yerine getirmiş olur
Kıble Yönünü Bilmeyen Kimse, Namazını Nasıl Kılmalıdır?
Kıblenin yönünü bilmeyen kimse, önce çevresinden kıblenin ne tarafta olduğunu sorup araştırmalıdır (taharrî). Başkasından öğrenme imkânı yoksa, kendi araştırma yapar ve kıble ciheti olduğuna kanâat getirdiği yöne doğru namazını kılar. Şayet kıldığı yönün kıble olmadığı namazdan sonra ortaya çıkarsa o namazı iade gerekmez. Ancak, imkânı olduğu halde, sorup araştırmadan yanlış istikamete doğru namaz kılmışsa, namazın iadesi gerekir.
* Kıble cihetinde şübhe eden kimse, araştırma yapmaksızın namaza başlayıp namaz esnasında kıbleye yönelmiş olduğunu anlasa, namazı iade etmesi lâzımdır. Çünkü yöneldiği istikametin kıble olduğuna tam bir kanaatle kılacağı namazlar, şübheli olarak kıldığı rek'atlar üzerine bina edilemez. "Kuvvetli, zayıf üzerine bina edilemez" kaidesi bunu gerektirir. Fakat namazı bitirdikten sonra kıblede isabet ettiğini anlasa, namazı sahihtir. İade gerekmez. Ebu Yûsuf'a göre her iki halde de iade gerekmez.
* Kıble cihetinde ihtilâf edenler, namazları yalnız başlarına kılarlar. Cemaatle kıldıkları takdirde imamın yöneldiği istikametin kıble olduğuna kanâatı olmayanın namazı sahih olmaz.
* Farz ve nâfile namazların Kâ'be içinde kılınması sahihtir. Dilenilen tarafa dönülebilir.
İmam Kâ'be içinde olup cemaat Kâ'be dışında ona uyacak olsalar, Kâbe'nin kapısı açık olmak şartı ile câizdir.
* Mevcut mihrap varken, kıbleyi taharrî câiz olmaz. Kadıhân'da ise, mihrapların vücudu ile beraber taharrînin câiz olduğu kayıtlıdır.
Niçin Bütün Müslümanlar Kâ'be'ye Yöneliyoruz?
Müslümanların namaz kılarken yeryüzünde mâbedlerin en eskisi ve en mukaddesi olan Kâ'be'ye yönelmeleri; aralarında birlik ruhunu canlı tutmak, gönülleri müşterek bir ibâdetin İlâhî neşvesi ve nuruyla aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır. Aynı kıbleye yönelerek ibâdet etmek, aynı zamanda dil, renk, ırk farkını ortadan kaldırarak, tam bir sevgi ve cihanşümûl bir kardeşliğin te'sîsine de vesîledir.
Vakit Nedir?
Beş vakit namazı, kendi vakitleri içinde kılmak demektir. Vakit girmeden namaz kılmak câiz değildir. Vakit geçtikten sonra kılınan namaz da artık edâ değil, kazâ olmuş olur (Geniş bilgi için Namaz Vakitleri bahsine bak).
Niyet Ne Demektir?
Niyet, kalbin bir şey'e karar vermesi, o işin ne için yapıldığını düşünmeksizin bilmesi demektir. Namaz hususunda niyet ise, sırf Allah rızası için namaz kılmayı dilemek ve kılınacak namazın hangi namaz olduğunu bilmek, içinden geçirmek demektir.
Niyet kalbe ait bir iştir. Bununla beraber dil ile de söylenmesi efdal görülmüştür.
Namaza Niyette Vakit Tâyini Gerekir mi?
Nâfile namazlar için vakit tayin etmek gerekmez. "Allah rızası için namaz kılmaya niyet ettim demek" veya kalbinden geçirmek kâfidir.
Farz namazlarda ise, namazın hangi vakit namazı olduğunu tayin etmek şarttır. "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim" gibi..
Cuma, bayram, cenaze ve vitir namazlarında da farz namazlar gibi vakit tayini gerekir.
Kaza namazlarında, hangi vakit kaza edilecekse söylenmelidir. Bilinemiyorsa, "en son kazaya kalan öğle ve ikindi namazı.." tarzında bir niyet yapılabilir.
Ne Zaman Niyet Etmelidir?
Niyetin iftitah tekbirine yakın olması efdaldir. Daha önce de niyet edilebilir. Yeter ki niyet ile tekbir arasında yemek - içmek, konuşmak gibi namaza yabancı bir iş yapılmasın. Tekbir aldıktan sonra yapılan niyetle namaz sahih olmaz. Muhtâr olan görüş budur. Diğer bir görüşe göre ise, tekbirden sonra Sübhâneke'den ve Eûzü'den evvel yapılacak niyet ile de namaz câiz olur.
İmam-ı Şâfiî'ye göre, niyetin tekbire yakın olması şarttır.
* Edâ niyeti ile kaza, kaza niyeti ile de edâ câizdir. Meselâ, bir kimse öğle vakti çıkmamıştır diye öğle namazını edâya niyet edip kılsa, sonradan vaktin çıktığı anlaşılsa, kıldığı namaz öğlenin kazası yerine geçer.
* Bir kimse bir vakit için iki farz namaza niyet etse, meselâ öğle vakti içinde öğle ile ikindi namazına niyette bulunsa, bu niyeti vakti girmiş namaz için muteber olur.
* Bir kimse bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlasa da sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazı bitirse, bu namazı farz yerine geçer. Çünkü niyetin namazın sonuna kadar hatırlanması şart değildir.
* Cemaatle namaz halinde imama uyanın, namaza niyetle beraber, imama uymaya da niyet etmesi lâzımdır. Meselâ: "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim. Uydum şu imama" denir.
* Cemaatin imama uyma niyeti, imamın Allâhu Ekber diye namaza başlamasından sonra olmalıdır. Bu, İmameyn'e göredir. İmam-ı A'zam'a göre, cemaatın tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır. O halde, niyetin imamın tekbirinden önce yapılması lâzım gelir.
Bununla beraber imam daha Fâtiha-i şerîfeyi bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
* İmam olan zâtın imamlığa niyet etmesi lâzım değildir. Ancak kendisine kadınlar da uyuyorsa, imamete niyet etmek lâzım gelir. Böyle bir imamın Ene imâmün limenittebeanî yani, "ben bana uyanlara imamım" demesi, kâfidir.
OKUMA PARÇASI: NAMAZ ve SAĞLIĞIMIZ
Mü'minlerin mi'racı olan namazın ruh ve vicdanı tasfiye hususundaki yüksek değerini din âlimlerimiz vukuf ve salâhiyetle anlatmaktadırlar. Ben size yalnız namazın sağlık yönünden ne kadar faydalı bir ibâdet olduğunu îzaha çalışacağım:
Günde 5 vakit namaz kılınır. Bu namazlar, farz, sünnet ve vâcibleri ile birlikte 40 rek'at eder. Her rek'at, bir kıyam, bir rükû', iki secdeden; her iki rek'at da bir ka'deden ibarettir. Buna göre bir günlük namazlarda 40 kıyam, 40 rükû', 80 secde, 21 ka'de vardır, demektir. Bundan başka 13 defa namaza dururken elleri erkekler için kulaklara, kadınlar için göğüse kadar kaldırma ve 13 defa selâm verirken başı sağa ve sola çevirme hareketi vardır. Kıyamda vücud dimdik durur. Rükûa varırken en çok karın adaleleri, rükû'dan kalkarken sırt ve bel adaleleri faaliyete geçer. Aynı zamanda bu harekete destek olmak için, bacak adaleleri tam kasılma hâlindedirler. Bu hareket esnasında kolların da işi vardır. Hele rükû' zamanında diz kapaklarına dayanan kolların adalelerinden büyük bir kısmı, tekallüs eder. Secdede bel, uyluk ve bacak adaleleri faaliyete geçer. Kalça, diz ve ayak mafsalları geniş hareketler yapar. Secdeden, bir yana tutunmadan ayağa kalkmak hareketinde hemen bütün vücud adalelerinin rolü vardır. Ka'dede diz üstü oturulur. Bu oturuş, diz mafsallarına son haddine varan bir bükülme sağlar. Bundan başka namazdan çıkarken iki tarafa verilen selâm, boyun adalelerini harekete getirir.
Verdiğimiz îzahtan anlaşılıyor ki, namaz Müslümanlara sıhhat için son derece önemli olan bir takım beden hareketlerini sağlamaktadır.
Namazdaki hareketler ağır ağır yapılır, insanı yormaz, genç - ihtiyar, şişman - zayıf herkesin yapabileceği tatlı hareketlerdir. Bu sayede vücud adaleleri gelişir, kuvvetlenir, mafsallar geniş hareketlere alışır.
Namaz kılan insan, bu sayede çevik, kuvvetli olur, çabuk yorulmaz ve bununla birlikte, İslâmiyetin emri vechile yemekte ifrata gitmezse şişmanlamaz. Şişmanlık, şeker hastalığı ve tansiyon artması gibi birçok hastalıkların en büyük sebeblerinden biridir. Namaz bu suretle insanı bu hastalıklardan da korumaya yarar.
Burada namaz hakkında sıhhî bir kaideye de işaret etmek isterim. Namaz mümkün olduğu kadar aç karnına kılınmalıdır ki bu da güç bir şey değildir. Esasen sabah namazı aç karnına kılınır. Öğle namazını, öğle yemeğinden önce kılmağa alışmalıdır. İkindi namazı öğle yemeğinden iki-üç saat sonra kılındığından maksad kendiliğinden sağlanıyor demektir. Akşam namazı da böyle. Ramazanda orucu bozup akşam namazı kılındıktan sonra yemeğe oturmak sünnet-i seniyyedir ki pek sıhhî bir harekettir. Bu husus halka tavsiye edilmelidir. (Prof. Dr. Tevfik Sağlam, Diyanet Dergisi, sayı: 1, 1964).
* * *
NAMAZIN RÜKÜNLERİ
Namazın rükünleri, yani, içindeki farzları şunlardır:
1 - İftitah tekbiri,
2 - Kıyam,
3 - Kırâet,
4 - Rükû',
5 - Sücûd,
6 - Ka'de-i âhire.
İftitah Tekbîri Neye Denir?
Namaza tekbir ile, yani Allâhü Ekber denilerek başlanır. Bu sebeble bu tekbire iftitah (yani namaza başlama) tekbîri denir. Bu tekbire Tahrime de denir.
* Tahrime, bir şey'i haram kılmaya denir. Namaza Allâhü Ekber sözüyle başlandığı ve bundan sonra namazdan çıkana kadar yeme, içme, dünyevî konuşma ve çalışmalar haram olduğu için, iftitah tekbirine bu isim verilmiştir.
* Hanefîlerin çoğuna göre, iftitah tekbiri, namazın bir rüknü değil, bir şartıdır ve namazın dışındadır. Ancak namazın rükünlerine iyice bitişik olması sebebiyle, rükün kabul edilmesi daha uygun bulunmuştur.
Diğer üç mezheb imamları da iftitah tekbîrini rükün kabûl ederler.
* Tekbir sözü Allâhü Ekber'dir. Bununla beraber, ta'zim ifade eden şu sözlerle de namaza başlamak mümkündür.
Allahü'l-azîm Tebârekâllah, Elhamdülillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahümme, Allah..
Bismillâh, Estağfirullah, Eûzü billâh, İnnâ lillâh, v.s. gibi ifadelerle ise namaza başlanılmaz. Çünkü bu ifadelerde ta'zim mânâsı yoktur. Bunlar birer duâ kelimesidir.
* İmama uymak üzere alınan iftitah tekbîrinin ayakta olması, eğilmeden alınması şarttır.
* İmama uyacak kimse, tekbîrini imamdan önce almamalıdır. İmamın tekbîrine yakın veya onu tâkib ederek tekbir alınmalıdır. İmamdan önce alınan tekbirle imama uyulmuş olmaz.
* Niyet ile iftitah tekbîri arası yemek, içmek, konuşmak gibi namaza yabancı şeylerle ayrılmaz. Niyetten hemen sonra Allâhü Ekber denilerek namaza durulur.
Kıyâm Nedir?
Namazda ayakta durmak demektir. Farz ve vâcib namazlarda ayakta durmak farzdır.
* Özür olmaksızın yalnızca bir ayak üzerinde durmak mekruhtur. Fakat böyle kılınan bir namazı iade etmek de gerekmez.
* Bir özür olmadıkça, farz namazlar hayvan üstünde kılınmaz. Yürümekte olan bir araba da, yürümekte olan bir hayvan hükmündedir. Binaenaleyh zaruret bulunmadıkça, farz ve vâcib namazlar, hareket hâlindeki araba içinde kılınmazlar.
* Hareket hâlindeki bir gemi içinde, bütün namazlar oturarak kılınabilir. Fakat ayakta kılınması efdaldir.
* Uçuş hâlindeki bir yolcu uçağı da, hareket hâlindeki gemi mesâbesindedir.
* Ayakta durmaya mâni ciddî bir özür ve hastalığı olan kimse, namazı oturarak kılabilir. Bir müddet ayakta durmaya gücü yeten kimse, o miktar ayakta durmalı, sonra oturmalıdır. Hattâ sadece iftitah tekbîrini ayakta almaya iktidarı olan, tekbîri ayakta alır ve sonra oturur.
* Sünnet ve müstehab namazları, bir özür olsun olmasın oturarak kılmak câizdir. (Efdal olan ise ayakta kılmaktır). Bundan sadece sabahın sünneti müstesnadır. Teravih namazı da, sabahın sünneti gibi, bir özür olmaksızın oturarak kılınmaz.
* Bir kimse ayakta başladığı nâfile namazı oturarak; oturarak başladığı nâfileyi de sonradan kalkarak ayakta tamamlayabilir.
Kırâet Nedir?
Namazda, kıyam hâlinde, yani, ayakta iken Kur'an-ı Kerîm'den bir veya birden fazla âyet okumaktır.
* Namazda en az bir âyet miktarı Kur'an okumak farzdır. Ancak âyet iki veya daha çok kelimeli olmalıdır. Tek kelimeli âyetle namaz sahih olmaz. (Fâtiha sûresini ve en az 3 âyet okumak ise, vâcibdir).
* Bir âyet-i celîleden başkasını okumağa gücü yetmeyen kimse o âyet-i kerîmeyi İmam-ı A'zam'a göre bir kere okur. Bir rek'atta üç kere tekrar etmez. İmameyn'e göre ise tekrarlar. Fakat üç âyet bilen kimsenin aynı âyeti 3 kere tekrar etmesi, İmameyn'e göre de câiz olmaz.
Âyete'l-Kürsî gibi uzun bir âyetin bir kısmını bir rek'atta, diğer kısmını da diğer rek'atta okumak, sahih olan görüşe göre câizdir.
Fakat yapmamak daha efdaldir.
Kırâet Nasıl Yapılmalıdır?
Okunan Kur'an, namaz kılanın kendisi işitecek derecede hafif bir sesle telâffuz edilerek okunmalıdır. Buna hafî kırâet denir. Tamamen kalbden geçirilerek yapılan bir okuma ise, kırâet sayılmaz. Böyle bir okuyuşla kılınan namaz sahih olmaz.
İmama uyan kimseden kırâet sâkıt olur. Yani o kimse Kur'an okumadan imamı dinler, imam gizli okuyorsa, sükût edip bekler.
* Şâfiîlerce imama uyan kimseden kırâet sâkıt olmaz. Onlar, imam namazı gerek cehrî, gerekse hafî kırâetle kıldırsın, Fâtiha'yı okurlar. Rek'atı kaçırma korkusu bundan istisnadır. Mâlikîler ve Hanbelîler ise, yalnız hafî namazlarda imama uyan kimsenin okumasını gerekli görürler.
* Kur'an'dan namaz câiz olacak kadarını ezberlemek, her müslümana farz-ı ayndır. Fâtiha ve bir sûre hıfzı vâcib, tüm Kur'an'ın ezberlenmesi ise, farz-ı kifâyedir.
* Farz namazların sadece ilk iki rek'atında kırâet farzdır. Üç ve dördüncü rek'atlarda kırâet farz değildir. Nâfileler ile vitrin ise, her rek'atında kırâet yapılır.
Rükû' Ne Demektir?
Avuç içlerini diz kapaklarına yapıştıracak şekilde iki büklüm olmak demektir.
* Yapılışı Nasıldır?
Rükû'un en alt derecesi, elleri dizlere yapıştıracak şekilde eğilmektir. Sünnete uygun rükû' ise şöyle yapılır:
Vücudun yukarı kısmı, baş dik olarak yere paralel şekilde öne doğru eğilir. Ayaklar kırılmaksızın dik tutularak eller de dizlere konur ve parmaklarla kavranır. Bu arada baş ile arka düz halde bulunmalıdır.
Hanımların tam rükû'a varmaları gerekmez. Rükû'a yakın bir şekilde eğilmeleri kâfidir.
Oturarak namaz kılan kimse ise, rükû' ederken, alnı dizlere paralel olacak kadar sırtını eğer.
Sırtları yere paralel şekilde kanbur kimselerin ise, sadece başlarını eğmeleri kâfidir.
* İmama rükû'da iken yetişip tekbir alarak rükû'a varan kimse, o rek'atı imam ile kılmış sayılır. Fakat imam rükû'da iken tekbir alıp da imam rükû'dan kalkarken rükû'a giden kimse ise, o rek'ata yetişmiş sayılmaz. Namazın sonunda o rek'atı yalnız başına kılar.
* İmama rükû'da yetişen kimse, iki tekbir getirmek zorunda değildir. Allâhü Ekber diyerek namaza girer ve hemen rükû'a eğilir. Bu tekbir ile hem iftitah, hem de rükû' tekbirini almış olur.
Sücûd Ne Demektir?
Burnu, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak ve dokundurmak suretiyle secde etmek demektir. Secde, lügatte baş eğmek, tevazu' göstermek demektir. Her rek'atte iki kere secde etmek farzdır.
* Secde ve rükû' hâlinde durmanın en az miktarı, üçer kere tesbih okunacak miktardır. Ortası 5, ekmeli 7'şer tesbih okuyacak kadar durmaktır.
* Tek başına namaz kılan, daha fazla tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan zat, cemaatın rızası bulunmadan 3'ten fazla tesbihte bulunamaz. Cemaati usandırmak câiz değildir.
Rükû'daki tesbih:
Sübhâne Rabbiye'l-Azîm'dir.
Secdedeki tesbih de:
Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ'dır.
* Yapılışı Nasıldır?
Rükû'dan kalktıktan sonra secdeye giden kimse, alınla beraber burnunu da yere koyar. Özür olmaksızın sadece alnı yere koyup burnu koymamak câiz olmaz. Bu şekilde yapılan secde sahih değildir. Yanak ve çeneleri yere koymakla secde olmaz.
Secde hâlindeyken ayrıca eller ile dizler de yere konur. Bu sünnettir. İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel ve İmam-ı Züfer'e göre ise, farzdır.
İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konmadıkça secde câiz olmaz.
Peygamber Efendimiz:
"Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın, iki el, iki diz ve iki ayağın parmak uçları üzerine" buyurmuşlardır.
Yalnız bir el ile bir dizi yere koymak, ayak parmaklarından sadece bir kısmını değdirmek kerahetle câizdir. Alnı yere koyarken iki ayağı birden geriden kaldırmak ise, câiz değildir, secdeye mâni olur.
Nereye Secde Edilir?
Secde yer üzerine veya yere bitişik bir şey üzerine yapılır. Secdede alın, yerin veya yer hükmünde olan şey'in katılığını hissedecektir. Buna binaen, ot, saman, yün, pamuk, kar gibi yumuşak şeyler üzerine secde yapan kimse, yüzü bu maddeler içinde kaybolup da yerin sertliğini hissetmezse secdesi sahih olmaz.
Yerin sıcak oluşu veya temiz olmayışı gibi bir özürden dolayı avuç içlerine, elbisenin bir tarafına secde edilmesi sahihtir.
Secde edilen kısım, aynı zamanda ayak koyulan yerden bir karıştan fazla yüksekte olmamalıdır.
Ancak kalabalık veya başka bir özre binaen, kendi dizleri üstüne veya öndekinin sırtına da secde yapılabilir.
Secdenin Mânâ ve Ehemmiyeti Nedir?
Secde, namazın en mühim rüknüdür.
Secde, Allah Teâlâ'ya gösterilen ta'zimin en üst noktasıdır. Namazda kıyâm ve rükû' mertebelerinden geçerek gittikçe artan mahviyet ve hürmet, secde ile son dereceye varır.
Secde, her türlü yabancı duygulardan uzak, mutlak bir teslimiyet ve sâf bir kulluğun ifâdesidir.
İslâm ma'bedlerine secde edilecek yer demek olan mescid isminin verilmesi de secdenin önemini göstermektedir.
Secde kulun kulluğunu tam mânasıyla duyduğu ve bu duyguyu izhâr ettiği bir andır. Bu sebeble hadîs-i şerîf'te:
"Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secdedeki hâlidir" buyurulmuştur.
Secde mü'minin Allah'a ilticâsının en güzel şeklidir. Benlikten kurtulup mâsivadan sıyrılıp Bâkî-i Hakikîye ulaşmanın sırrıdır.
Secdenin Ehemmiyetini Gösteren Bâzı Hadîs Meâlleri:
Hz. Peygamber'in (asm) âzadlısı Sevban Hazretleri, Resûl-i Ekrem Efendimize bir gün şu suâli sorarlar:
- Yâ Resûlâllah, bana öyle bir amelden haber ver ki onu işlediğimde Allah Teâlâ beni Cennetine koysun..
Resûlüllah Efendimiz ise, bu suâle cevaben şöyle buyururlar:
"Çok secde etmeye bak. Her secdeden dolayı, Allah bir dereceni yükseltir, bir hatânı afveder.."
Bunu te'yid eder mâhiyette Hz. Râbia bin Kâ'b diyor ki:
"Ben zaman zaman Cenâb-ı Peygamber ile beraber gecelerdim. Bir gece kendilerine abdest suyu ve bâzı ihtiyaçlarını hazırlayıp getirdim. Memnun kaldılar ve:
- Benden isteyin! buyurdular.
- Cennette sizinle olmak isterim, dedim.
- Bundan başka iste, buyurdular.
- Hayır, isteğim sadece budur, dedim.
Buyurdular ki:
- Öyleyse çok secde etmekle bana yardımcı ol."
Ka'de-i Âhire Nedir?
Namazın son rek'atında, secdelerden sonra oturmak demektir.
Namaz kılarken ikinci ve dördüncü rek'attan sonra oturmaya ka'de denir. Üç rek'atlı olan akşam ve vitir namazlarında ise, ikinci ve üçüncü rek'atlardan sonra oturulur. İkinci rek'attan sonraki oturuşa ka'de-i ûlâ (ilk oturuş), üçüncü veya dördüncü rek'attan sonraki oturuşa da ka'de-i âhire (son oturuş) denir.
İlk oturuş vâcib, son oturuş ise farzdır. İki rek'atlı namazlarda ise, ikinci rek'atın sonundaki oturma, son oturuştur. Bunlarda ilk oturuş yoktur.
Ne Miktar Oturulur?
Oturuşun farz olan miktarı, teşehhüd miktarı oturmaktır. Teşehhüd miktarından kasıd ise, namazın sonunda Tehıyyâtı okuyacak kadarki müddettir.
Oturuş Şekli Nasıldır?
İlk veya son oturuşlarda, sol ayak yan yatırılıp üstüne oturulur. Sağ ayak ise, parmakları üzerine dikilerek, parmaklar kıbleye doğru yöneltilir. Ellerin parmakları tabiî şekilde uyluklar üzerine konur. Dizler tutulmaz. Vücud dik tutularak kucağa doğru bakılır.
Kadınlar ise, her iki ayağını da sağa doğru yatırarak otururlar.
Tehıyyât Nedir?
Tehıyyât, mi'rac gecesinde, Cenâb-ı Hak ile, sevgili Habîbi, son Peygamberi Hz. Muhammed (asm) arasında geçen konuşmayı ifade eden; senâ, duâ, selâm ve şehâdet mânalarını içine alan bir cümledir. Sözleri ve kısaca meâli şudur:
Ettahıyyâtü lillâhi ve's-salâvâtü ve't-tayyibât. Esselâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh. Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihıyn. Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh.
"Mal, beden, lisan ile olan bütün ibâdetler Allah'a mahsustur. Ey Nebî! Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun. Allah'ın selâmı üzerimize ve sâlih kulların üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (asm) Allah'ın kulu ve Resûlüdür."
OKUMA PARÇASI: NAMAZ İNSANA ACILARA DAYANMA GÜCÜ VERİR
Ebû Hüreyre (ra) buyuruyorlar ki:
"Bir gün karnım çok ağrıyordu. Kıvrılarak yatmakta iken, Aleyhisselâm Efendimiz beni görüp:
- Karnın mı ağrıyor? buyurdular. Cevaben:
- Evet yâ Resûlâllah, dedim. Bana o vakit:
- Kalk namaz kıl! Zira namaz kılmak şifa vasıtasıdır, diye emrettiler."
Peygamberimizin bu tavsiyesinin sebeb ve hikmetini, âlimler şu şekilde îzah etmektedirler:
Nefis, namaz kılmakla meşgul iken duyduğu maddî acıları unutacak, böylece keder ve elemden kurtulacaktır.
Ünlü tabibler vücudun kuvvet ve direncini desteklemek üzere pek çok yolları denerler. Bâzan gıdalarla, bâzan ümitlendirmek ile, bâzan utandırmak veya korkutmak suretiyle insandaki tabiî kuvveti yani, vücudun mukavemet gücünü takviye etmek yoluna giderler.
Namaz kılmak ise, tabiblerin başvurdukları bu gücü artırma ve şiddetlendirme yollarının çoğunu kendisinde toplamıştır. Şöyle ki:
Bir kul için namazda bulunduğu sırada korku, dehşet, ümid, sevgi, utanma, âhireti hatırlama gibi insanın tabiî gücünü takviye edecek ve göğsünü genişletip ferahlatacak mânevî tecellilerin meydana geleceğinde ve bu sebeble hastalığın eleminin def'edileceğinde şübhe yoktur.
Misâl olarak, Hz. Ali'yi (ra) gösterebiliriz. Bedeninde meydana gelen yaranın tıp açısından, kesilmesi, açılması gerekiyordu. Halbuki buna imkân bulunamamıştı. Bunun üzerine bizzat kendileri razı oldular. Ve ameliyat sırasında namaza durdular. Tabibler hemen ameliyata başladılar. Hz. Ali'nin ise namazı edâ esnasında aldıkları lezzetten dolayı, yaranın açılmasını bile duymadıkları bilinen sağlam ve mevsuk rivayetlerdendir.
Ebu Eyyûbe'l-Ensarî Hazretleri evinde iken aile efradına susmalarını emrederler, fakat namaza durunca konuşmalarına müsaade buyururlar, sebeb olarak da aile ferdlerine: - Ben namazda iken sizin söylediklerinizi işitmem, derlerdi. Hattâ bir defa namazda iken mescidin duvarı yıkıldığı halde onunla hiç ilgilenmedikleri de sahih rivayetlerdendir. (Dr. Remzî, Tıbb-ı Nebevî).
* * *
NAMAZDA TA'DÎL-İ ERKÂN
Ta'dîl-i Erkân Nedir?
Ta'dîl-i Erkân, rükünleri doğru yapmak demektir. Namazda ta'dîl-i erkân ise, namazın kıyâm, rükû', sücûd gibi her bir rüknünün sükûnet, vekar ve itmi'nân içinde yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir. Meselâ rükû'dan kalktığında vücud dimdik hâle gelmeli, en az bir kere "sübhâne rabbiye'l-azîm" diyecek kadar ayakta durup ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Yoksa rükû'dan tam doğrulmadan secdeye varmak, birinci secdeden sonra tam doğrulmadan ikinci secdeye gitmek ta'dîl-i erkân'a zıddır.
Ta'dîl-i Erkân'ın Hükmü Nedir?
Namazda ta'dîl-i erkâna dikkat etmek, Ebû Yûsuf'a göre, namazın bir rüknüdür. Bu sebeble farzdır. Riayet edilmemesi hâlinde namaz fâsid olur, yeniden kılınması gerekir.
İmam-ı A'zam ve İmam-ı Muhammed'e göre ise, vâcibdir. Buna göre, namazda ta'dîl-i erkâna riayet edilmemesi hâlinde sehiv secdesi gerekir. Fakat böyle bir namazı yeniden kılmak daha evlâdır, daha iyidir. Böylece ihtilâftan da kurtulunmuş olur.
* Nitekim, herhangi bir rüknü yapılırken kerâhet işlenen bir namazı, her zaman yeniden kılmak en iyisidir. Namazın bir rüknünde birden fazla kerâhet işlenmişse, bu namazın yeniden kılınmasının vâcib olduğu kanaatında olan âlimler de vardır.
Ta'dîl-i Erkâna Riayetin Lüzumu:
Namazı mümkün olduğu kadar itidal üzere kılmak, acele etmekten sakınmak gerekir. Çünkü acele ederek, rükünlerini tam yerine getirmemek, ta'zîme ve âdâba aykırıdır.
Namaz mü'minin mi'râcı, gözünün nûru, kalb ve ruhunun sürûrudur. İnsanın Allah'a en yakın olduğu böyle bir ibâdet hâlini bir yük kabûl edip onu acele ile, âdâb ve erkânına tam dikkat etmeden bir an evvel bitirmeye çalışması, namazın mânâsını anlamaması, mânevî ve ruhanî zevkine erememesi demektir.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
"İnsan namazını güzelce kılar, rükû' ve secdelerini tam ve itidâl üzere yaparsa namaz ona şöyle der: "Sen beni nasıl koruduysan, Allah da seni korusun." Şâyet namazı kötü kılar, rükû' ve secdelerini eksik ve noksan yaparsa, bu sefer şöyle der: "Sen beni nasıl zâyi ettin ise Allah da sana öyle yapsın."
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise, namazda huzur ve huşû'a kavuşma, ta'dîl-i erkâna riayet hususunda şu ölçü nazara verilir:
"Sizden biriniz namaz kıldığı zaman vedâ eder gibi [yani, kıldığı o namaz sanki son namazı imiş, bir daha namaz kılmaya ömrü yetmeyecekmiş gibi, ta'dîl-i erkânına riayet ederek] kılsın."
Müslüman, namazını, bu duygu içinde kılarsa, kolayca ta'dîl-i erkâna riayet edebilir. Kıldığı o namazdan büyük bir huzur duyar, mânevî feyz alır.
Namazı eksik ve bilgisiz kılan, ta'dîl-i erkâna riâyet etmeyen kimselere namaz hırsızı denmektedir. Bunlar, farzına, vâcibine riayet etmeden acele ile kıldıkları namazlarının ucundan bucağından hırsızlık yapmış sayılmaktadırlar. Nitekim Ebu Hüreyre, Resûlüllah Efendimizden şu hadîsi nakletmektedir:
"Size namaz hırsızından haber vereyim mi?"
"Ver, yâ Resûlâllah!"
"Namaz hırsızı, namazın rükû'unu, sücûdunu noksan yapan, hakkıyle yerine getirmeyen kimsedir.."
* * *
NAMAZIN VÂCİBLERİ
Namazda Vâcibin Hükmü Nedir?
Namazın farzları olduğu gibi bâzı vâcibleri de vardır. Bu vâcibleri yerine getirmekle namazın farzları tamamlanmış, noksanları ikmâl edilmiş olur.
Vâcibleren biri veya birkaçı unutularak terkedilirse, namaz sahihtir, fakat sevabı noksandır. Bu noksanı tamamlamak için namazın sonunda sehiv secdesi yapılır. Böylece namaz tamamlanmış, sevabından da eksilme olmamış olur. Eğer vâcibler kasden terkedilirse, böyle bir namazın iadesi gerekir, sehiv secdesi namazın tamam olmasına kâfi gelmez.
Namazın Vâcibleri Nelerdir?
Namazın belli başlı vâcibleri şunlardır:
1 - Namazlarda Fâtiha-i şerîfe'yi okumak. Diğer üç mezhebde Fâtiha okumak farzdır. 2 - Farz olan iftitah tekbîrini Allâhü Ekber şeklinde tam olarak söylemek yalnız Allah demekle yetinmemek.
3 - Fâtiha'ya ilâveten kısa bir sûre veya buna denk üç kısa âyet yahut da uzun bir tek âyet okumak. Buna zamm-ı sûre denir. Zamm-ı sûre, farz namazların sadece ilk iki rek'atinde olur. Nâfile namazlarda ise, bütün rek'atlarda Fâtiha'ya ilâveten sûre okunur.
Diğer mezheblerde zamm-ı sûre sünnettir.
4 - Fâtiha'yı zamm-ı sûreden önce okumak.
5 - Namaz içindeki rükünlerden herhangi birini, meşrû miktarından fazla yapmamak. Meselâ 2 yerine 3 secde yapmamak. Yapılırsa vâcib terkedilmiş olur.
6 - Secdede alınla beraber burnu da yere koymak.
7 - Üç veya dört rek'atlı namazlarda ikinci rek'attan sonra ilk oturuşu yapmak.
8 - Üç veya dört rek'atlı namazlar ile vitir ve öğle namazının sünnetlerinde ikinci rek'attan sonra Tehıyyat'ı okur okumaz vakit geçirmeden üçüncü rek'ata kalkmak. Tehıyyattan sonra kalkılmayıp salâvat ve dualar da okunursa, vâcib terkedilmiş olur, dolayısıyla sehiv secdesi gerekir.
9 - Namazların ilk ve son oturuşlarında teşehhüdde bulunmak, yani Tehıyyât'ı okumak.
10 - Namazın vâciblerinden herbirini yerinde yapıp terk ve te'hire (gecikmeye) uğratmamak. Farzları da te'hir etmemek. Meselâ, kırâet bittikten sonra ayakta gecikmeden hemen rükû'a gitmek gibi..
Farzın te'hiri, yani, geciktirilmesi; vâcibin ise terk ve te'hîri, sehiv secdesini gerektirir. Farzın terkedilmesi ise, namazı bozar.
11 - Tek başına namaz kılan kimsenin öğle ve ikindi namazlarında hafî (kendi işitecek kadar) okuması vâcibdir. Gündüz kılınacak nâfile namazlarda da bu şekilde okunmalıdır. Sabah, akşam, yatsı namazları ile gece kılınan nâfile namazlarda hafî de, cehrî (sesli) de okunabilir (*).
12 - İmamın, cemaatla kılınan namazlardan sabah, bayram, cuma, teravih ve vitir namazlarının her rek'atında cehren; öğle ile ikindinin bütün rek'atlarıyla akşamın 3. ve yatsının 3 ve 4. rek'atlarında ise, hafî kırâette bulunması vâcibdir. Akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atında ise, cehren okur.
13 - Vitir namazlarında kunut duası okumak ve kunut tekbiri almak.
Cemaatla kılınırken hem imam, hem de cemaat kunut duasını içinden okur.
14 - İmamın iftitah tekbîrini sesli alması. Tek başına kılanlar veya imama uyanlar gizli alabilir.
15 - İmama uyan kimsenin Fâtiha ve sûre okumadan susması, imamı dinlemesi. İmama uyan kimse, sadece rükün aralarındaki tesbih ve duaları kendi duyacak şekilde içinden okur.
16 - Namazın sonunda selâm vermek. Yani önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa yüz çevirerek Esselâmü demek. Böylece namaz bitmiş olur.
Selâm kelimesi üzerine aleyküm ve rahmetullah ilâvesi vâcib değil, sünnettir.
Bir görüşe göre de, sadece sağ tarafa selâm verilmesi vâcibdir, sol tarafa ise sünnet.
Namazdan çıkmak için sadece bir tarafa selâm vermiş olmak kâfidir. Binâenaleyh, bir tarafına selâm vermiş imama artık uyulmaz.
17 - Namazda ta'dîl-i erkâna riâyet, İmam-ı A'zam ile İmam-ı Muhammed'e göre vâcibdir.
18 - Bayram namazlarının 3'er ziyade tekbirleri de vâcibdir.
* * *
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Her ibâdetin olduğu gibi namazın da sünnetleri vardır. Bunlar vâcibleri tamamlar, sevabın artmasına vesile olurlar. Sünnetlere riayet, Resûlüllah'a muhabbet ve sevginin nişânesidir. Bununla beraber sünnetleri terketmek, namazın bozulmasını ve iâdesini icabettirmez. Ancak tenbellik ve lâkaydlıkla sünnetleri terk etmeyi âdet hâline getirmek, Resûlüllah'ın şefâatinden mahrum kalmayı netice verebilir.
Namazın Sünnetleri Nelerdir?
Namazın belli başlı sünnetleri şunlardır:
1 - Beş vakit namaz ile Cuma namazı için ezan ve kamet getirilmesi.
Cemaatle kılınacak kaza namazları için de, ezan ve kamet okunması sünnettir.
Kendi evlerinde tek başına namaz kılan erkekler için, ezan ve kamet müstehabdır. Kadınların ise, ezan ve kamet getirmeleri gerekmez.
2 - İftitah tekbîrini alırken elleri yukarıya kaldırmak.
Erkekler, ellerini, başparmakları kulak yumuşaklarına değecek kadar, kadınlarsa ellerini parmak uçları omuzlarına kavuşacak şekilde göğüslerinin hizasına kadar kaldırıp o vaziyette Allâhü Ekber derler. Bu esnada parmakların normal şekilde açık bulunması ve avuç içlerinin de Kâ'be'ye dönük bulunması gerekir.
* Ellerin kaldırılması hususunda, bâzı âlimler, tevhide işarettir demiştir. Bâzıları, dünya işlerini arkaya atıp bütün varlığıyla kıbleye ve namaza yönelmek içindir demiştir.
İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilir ki: "Namaza başlarken el kaldırmak, namazın zinetidir (süsüdür). Her kaldırışta 10 sevap vardır. Her parmağa bir sevab düşer."
3 - İftitah tekbirini alır almaz el bağlamak.
Erkekler göbek altına, kadınlarsa göğüs üstüne el bağlarlar.
Erkekler sağ elin baş parmağı ile serçe parmağını halka şeklinde bulundurarak, bununla sol bileklerini üstten tutup diğer üç parmaklarını sol kol üzerine uzatırlar. Kadınlar ise, halka yapmaz, sağ ellerini tam sol elleri üzerine korlar.
4 - Eller bağlandıktan sonra birinci rek'atta Sübhâneke'yi okumak, sonra da Fâtiha'ya başlamadan evvel Eûzü-Besmele çekmek. Diğer rek'atların başında da Besmele çekmek sünnettir.
5 - Sübhâneke ve Eûzü-Besmele'yi sessizce okumak.
Zamm-ı sûreden evvel Besmele çekilmez. Yalnız İmam-ı Muhammed, hafî kırâetle kılınan namazlarda Fâtiha'dan sonra okunacak sûre başında Besmele çekilmesini caiz görür.
* Sabah ve öğle namazlarında uzun mufassal, ikindi ve yatsı namazında orta mufassal, akşam namazında kısa mufassal okumak da sünnettir. Mufassal, Kur'ân-ı Kerîm'in son 7 de 1 kısmıdır. Üçe ayrılır. Uzun mufassal, Hücürât sûresinden Bürûc sûresine kadar olan kısımdır. Orta mufassal, Bürûc sûresinden Beyyine sûresine kadar olan kısımdır. Kısa mufassal da, Beyyine sûresinden aşağı olan kısımdır. Bu okuyuş, ikâmet ve vaktin genişliği durumunda söz konusudur. Yolculukta, vakit darlığında veya herhangi bir zaruret durumunda ne okunursa olur. Nitekim Resûl-i Zîşân Efendimiz, bir sabah namazını Muavvizeteyn (Felâk ve Nas sûreleri) ile kıldırmışlar, ashabın "namazı kısalttınız" suâline cevaben: "Bir çocuğun ağlamasını işittim. Annesinin telâşlanmasından korktum" buyurmuşlardır. Yolculuk sırasında sabah namazını Kâfirûn ve İhlâs sûreleri ile kıldırdıkları da rivayet edilmektedir.
* Sabah namazının birinci rek'atını, ikinci rek'atından 2 misli uzatmak da sünnettir.
6 - Fâtiha'nın sonunda okuyan ve işiten içinden Âmin demek.
"Âmin"in mânası "duâlarımızı kabûl buyur" demektir.
7 - Rükû'a eğilirken Allâhü Ekber demek.
8 - Rükû'da, üç kere
Sübhâneke rabbîye'l-azîm demek. Beş veya yedi kere de denebilir. Tesbihi tamamen terk veya eksik söylemek tenzihen mekruhtur.
9 - Rükû'dan kalkarken
Semiallahü limen hamideh demek.
10 - Bunun ardından
Rabbena leke'l-hamd demek.
11 - Kıyamda iken bir özür bulunmadıkça ayakların arasını 4 parmak kadar açık tutmak. Şişmanlık, fıtık gibi bir özür hâli varsa, ayakların arası daha fazla açılabilir.
12 - Rükû'da parmaklar açık olarak dizleri eller ile tutmak.
Kadınlar dizlerini elle tutmazlar, sadece ellerini dizler üzerine koyarlar.
13 - Rükû'da dizleri dik tutup bükmemek.
14 - Rükû'da arkayı dümdüz tutmak. Başla sırtı aynı hizada bulundurmak.
Kadınlar rükû'da dizleri bükük ve arkaları biraz yukarıya meyilli dururlar.
15 - Secdeye varırken, yere önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü koymak.
16 - Secdeden kalkarken evvelâ yüzü, sonra elleri, sonra dizleri yerden kaldırmak.
17 - Secdelere varırken secdelerden kalkarken Allâhü Ekber demek.
Rükû'a giderken ve rükû'dan kalkarken, secdeye varırken ve secdeden doğrulurken alınan tekbirlere intikal tekbirleri denir. Bu tekbirlerin yerinde olmasına çok dikkat edilmelidir. Meselâ, rükû'a giderken Allahü Ekber diyerek eğilmeye başlanacak ve rükû'a varışta tekbir de bitmiş olacaktır. Rükûa vardıktan sonra tekbir alınması doğru değildir. Diğer intikal tekbirleri için de durum aynıdır.
18 - Secdelerde yüzünü iki elin arasına almak ve eller yüzden geri ve uzakta bulunmak. El ayası yere ve parmaklar da birbirine bitişik olmalıdır.
19 - Secdelerde üç kere
Sübhâne rabbiye'l-a'lâ demek.
20 - Secdede iken karnını uyluklarından, dirsekleri böğründen ve kollarını yerden uzak tutmak. Yani kolunu yere ve böğrüne yapıştırmamak.
Kadınlar ise, secdede kol ve dirseklerini yere koydukları gibi böğürlerine de yanaştırırlar. Karınlarını da uyluklarına yapıştırırlar.
* Kollarını böğründen ayırmak, cemaatın izdihamında, başkalarına eziyyetten sakınmak için terk olunur.
21 - İlk ve son oturuşlarda ve secde aralarındaki oturmalarda, elleri kıbleye karşı bir halde, uyluklar üzerine koyarak oturmak.
22 - Otururken sol ayağını yere yayıp üstüne oturmak, sağ ayağını ise, parmakları Kâ'be'ye dönük şekilde içe kıvırarak dikmek.
Kadınlar ise, ayaklarını sağa doğru yatırarak otururlar.
23 - Tehıyyât'ı sessizce içinden okumak.
24 - Son oturuşta Tehıyyât'dan sonra Salâvat ve diğer namaz duâlarını okumak.
25 - Gayr-i müekkede sünnetlerin (ikindi ile yatsının ilk sünnetleri) ilk oturuşunda Tehıyyât'dan sonra Salâvatları okumak. Terâvihin de her oturuşunda Tehıyyât ile beraber Salâvatlar okunur.
26 - Selâm verirken yüzünü önce sağa, sonra da sola çevirerek selâm vermek.
Yalnız kılan selâm verirken Kirâmen Kâtibîn meleklerini düşünür, cemaatle kılan ise melekleri, cemaati ve imamı düşünür, böylece onlara selâm vermiş olur.
27 - Cemaatle namaz kılarken bir veya daha fazla rek'ata yetişememiş kimsenin yetişemediği rek'atları tamamlamak için, imamın sola da selâm vermesini beklemesi.
28 - Önü açık bir yerde namaz kılındığında sütre edinilmesi de sünnettir.
29 - İlk ve son oturuşlarda Tehıyyât okunurken lâ ilâhe denince sağ elin şehâdet parmağını kaldırıp, illâllah derken de indirilmesi sünnettir.
Bunu yaparken de baş parmak ile orta parmak halka edilmeli; diğer iki parmak da içe bükülmelidir. Bir çok kimseler bu sünneti yapamazlar. Bu yüzden terki daha uygun bulunmuştur.
30 - Son oturuşta salâvatlardan sonra ve selâmdan önce dua edilmesi de sünnettir. Bu dua, Kur'an'daki duâ âyetlerinden biriyle yapılmalı veya bunlara benzer bir dua olmalıdır. Kullardan istenebilecek şeyler hakkında namazda dua edilmesi (meselâ, "Ya rabbi! Bana şu kadar para ver" denilmesi) câiz görülmemektedir. Namazların sonunda mu'tâd olan
Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr.
Rabbenağfirlî ve li-vâlideyye ve li'l-mü'minîne yevme yekûmü'l-hısâb ayetlerinin okunmasıdır.
31 - Namazın sonunda sağa ve sola Esselâmü aleyküm ve rahmetullah diye selâm vermek. İmam selâmında, tüm cemaati ve hafaza meleklerini niyet etmelidir. Muktedî, selâmında, cemaatle beraber imamı da niyete almalıdır. Kendi başına namaz kılan ise, selâmında melekleri niyet etmelidir.
* Sübhâneke:
Sübhânekellâhümme ve bihamdik ve tebârekesmük ve teâlâ ceddük (ve celle senâük) ve lâ ilâhe ğayrük.
Allahım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana hamd ederim. Senin ismin mübârek, saltanat ve azametin yücedir. Senden başka ilâh yoktur.
* Salâvatlar:
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahiyme ve alâ âli İbrâhiym. İnneke hamidün mecid.
Allahümme bârik alâ Muhammedi ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ brâhime ve alâ âli İbrâhîm inneke hamîdün mecîd.
* * *
NAMAZDA SÜTRE EDİNMEK
Sütre, önü açık bir yerde namaz kılan kimsenin gelip geçene siper olmak üzere ön tarafına koyduğu şeydir.
Sütre, en az bir arşın (70 cm. kadar) bir yükseklikte olmalıdır. Namaza durmuşsa, sütre kullanması sünnettir. Sütre edinilen şey bir sütun, bir ağaç veya yere dikilmiş bir değnek, sandalye v.s. gibi yüksekliği olan herhangi bir şey olabilir. Hadîs-i şerîf'te bir ok ile de olsa sütre yapılması emredilmiştir.
Yer sert olup değneği dikmek mümkün değilse, uzunluğuna bırakılır. Sütre olarak kullanacak hiçbir şey bulunamadığı takdirde ise, namaz kılan kimse, önüne, uzunlamasına bir çizgi çizer. Hilâl gibi kavisli de çizilebilir. Maksad onun arkasında olan şeylere bakıp da kalbini meşgul etmemektir.
Yere serilen seccade, yere çizilmiş olan çizgiden daha fazla önünden geçmeğe mâni olduğu için, sütre yerine de geçer. İbn-i Âbidîn, önüne elbise veya kitabını koymayı da kâfi görür. Sütreyi dikmek, yatık koymaktan; yatık koymak da çizgiden evlâdır.
Erkek kısmı önünden geçeni ikaz için okurken sesini yükseltebilir. Sadece Sübhânallah da diyebilir.
Namaz kılanın önünden geçilmesi, onun namazına zarar vermez. Ancak geçen kimse günahkâr olmuş olur.
Cemaatle kılınan namazlarda, yalnız imamın önünde sütrenin bulunması kâfidir.
* * *
NAMAZIN ÂDÂBI
Sünnetlerin dışında, namazın edeblerine de riâyet etmek gerekir. Zira âdâbını yerine getirmemek namazı bozmasa da, sevab ve fazîletini azaltır.
Namazın belli başlı edebleri şunlardır:
1 - Namazda, bedenen ve rûhen huzur, sükûnet ve haşyet içinde bulunmak.
Şuurlu bir Müslüman, namazın ne büyük bir ibâdet olduğunu bilir, namaz sâyesinde Hâlik-ı Zülcelâlinin mânevî huzurunda olduğunu anlar, O'nun her an kendisini görüp bildiğini düşünerek mütevâzi bir vaziyet alır. Kalbini mümkün mertebe bâtıl ve kötü düşüncelerden, mâsivâdan, dünyevî alâkalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki "Namazın kemâli, ancak kalb huzuruyladır" buyurulmuştur.
Namazda böyle huşû' ve huzûr içinde bulunan bir mü'minin, ebedî saadete ve kurtuluşa ereceği, Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde müjdelenmiştir:
"Mü'minler felâh bulmuştur, ki onlar, namazlarında haşyet içinde bulunurlar." (el-Mü'minûn, 1,2).
Zeyne'l-âbidîn Hazretlerinin ev iyanıyordu. Bağırışanların çığlıkları ise mahalleyi altüst ediyordu. Fakat Zeyne'l-âbidîn'de hareket yoktu. Yangını söndürdükten sonra içeriye girenler onu namazda buldular. Selâm verip de namazı bitirince hayretle sordular:
- Evin bir köşesi tutuştu, yanıyordun, feryadlarımızı duymadın mı?
O da şöyle cevab verdi:
- Duydum duymasına da, öteki tarafın ateşi, bu ateşin heyecanını bastırdı. Onun için mühimsemedim..
Ashab-ı Kirâm'dan Said bin Hayseme'nin atını çalıyorlardı. Görenler atın çalındığını bağırarak duyurdular. Ama Said bin Hayseme'de bir hareket yoktu. Ona:
- Neden atının peşinden gitmedin, dediler.
Şöyle karşılık verdi:
- Namazdaki hazzım ve zevkım, bana atımdan çok daha değerli geldi de ondan..
Evet mâneviyat büyüklerinin ve şuurlu dindarların namazları böyledir.
Burada şu mühim hususa da temas edelim:
İnsan "benim namazım nerede, şu mâneviyat büyüklerinin kıldıkları namaz nerede? Benim kıldığım namazlarda feyiz ve hayır yok," gibi bir hisse kapılmamalıdır. Zira, bizim gibi âmilerin namazının da -şuûrumuz taallûk etmese bile- büyük bir velinin ibâdeti gibi, namazın bu yüksek feyiz ve nuranî hakikatinden bir hissesi vardır. Ancak kişilerin ruhî tekâmül ve kalbî saffet derecelerine göre, o feyiz ve nûrun inkişâfı farklı olur. Bir çekirdekten ağaca kadar nasıl pek çok mertebe ve inkişaflar varsa, öyle de kılınan namazlarda da ondan daha fazla dereceler ve mertebeler bulunabilir. Fakat en alttan, en üst mertebeye kadar her mertebede namazdaki nuranî hakikatın ve yüksek kemâlâtın esası mevcuttur. Tıpkı çekirdekte ağacın esası mevcut olduğu gibi.. Onun için üzüntüye ve ümidsizliğe kapılmaya hiç gerek yoktur. Bununla beraber, ruhen daha fazla inkişâf etmeye, kılınan namazlardan daha çok feyiz ve huzûr almaya çalışmak da lâzımdır.
Namazda huşû ve huzûr içinde olmak kadar, şuurlu olmak da mühimdir. Bu yüzden uykulu vaziyette namaz kılmayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Bu hususta şöyle buyurur:
"Birinize namazda uyku gelirse uykusu geçene kadar uyusun. Zira uykulu uykulu namaz kılarsa, tevbe edeceği yerde bilmeden sövmüş olabilir."
"Biriniz namazda uyuklarsa, okuduğunu iyice bilinceye kadar uyusun."
Resûlüllah Efendimiz uykulu halde namaz kılmayı hoş karşılamadığı gibi, yorulmuş, usanmış halde namaz kılmayı da hoş görmemiştir.
2 - Üste giyilmiş elbiseyi önü açık bulundurmamak, varsa düğmelerini iliklemek.
Normal olarak insanlar arasına çıkılamayacak elbiselerle namaza durmamalıdır. Namazda giyilen elbiselerin kirli olmamasına dikkat etmelidir.
İşçi kimseler iş elbisesiyle namaz kılabilirler. Yeter ki elbise kirli paslı olmasın.
3 - Namaz kılarken kıyamda, secde yerine; rükû'da ayakların üzerine; secdede burnun ucuna; oturuşlarda kucağa ve selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakılmalıdır.
4 - Namazda iken öksürük ve geğirme gibi davranışları mümkün mertebe gidermeye çalışmalıdır.
5 - Namazda esnerken ağzını tutmak da âdâbdandır. Ağzını tutmak, dişleri dudakları arasında sıkmakla olur. Bu şekilde esnemeyi engellemek mümkün değilse kıyamda sağ elin tersini, sair rükünlerde de sol elini ağzına kor. Esnemeyi gizlemeğe çalışır. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hak aksırmayı sever, esnemeyi ise kerih görür. Esneyen kimse elinden geldiğince ona mâni olmaya çalışsın, hah hah diye ses çıkarmasın." Diğer bir rivayette de: "Elini ağzına koysun" buyurulmuştur.
6 - Rükû' ve secdede okunan tesbihleri, tek başına namaz kılan kimsenin 3'ten fazla söylemesi.
7 - Kâmet getirilirken hayye ale'l-felâh denilince imam ile birlikte ayağa kalkmak. İmam-ı Züfer'e göre, hayye ale's-salâh'da ayağa kalkılır.
8 - İmamın, kad kâmeti's-salâh denirken namaza başlaması. İmam bu hareketiyle müezzini tasdik etmiş olur. Bununla beraber kâmet bittikten sonra namaza durmakta da, bir beis yoktur. İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezheb imamına göre, böylesi daha muvafıktır.
9 - Bir namazdan sonra öbürünü beklemek, kollamak.
10 - Namazdan sonra tesbihlere, cemaatle yapılan duaya devam etmek, bunları terketmemek.
11 - Her namazdan sonra Kur'ân-ı Kerîm okumak.
12 - Evde, işyerinde namazı kolayca edâ edecek tedbirleri önceden almak.
* * *
NAMAZIN MEKRUHLARI
Namazın vâciblerinden herhangi birini bilerek yapmamak, tahrîmen (harama yakın) bir mekruhtur. Sünnet veyahut âdâbından birini yapmamak mekruh ise de, harama yakın değildir.
Bu genel kaideden sonra, namazın belli başlı mekruhlarını görelim:
1 - Namazda bedeni ve elbisesiyle oynamak. Serinlemek maksadıyla eliyle yelpazelenmek.
Namazın kemâli, ruhen ve bedenen huşû' ve sükûnet bulmak ve dünyevî işlerden kalben alâkayı kesmek ile olduğundan bu gibi işler mekruh görülmüştür. Hadîs-i şerîf'te de: "Allah Teâlâ sizin namazda oynamanızı hoş görmez" buyurulmuştur.
2 - Abdesti sıkışık bir vaziyette veya iştah çekici bir yemek sofraya konmuş iken namaza durmak.. Bunlar da, namazda kalb ve zihni meşgul ederek huzura engel olduklarından mekruh sayılmışlardır.
3 - Namazda parmak çıtlatmak veya parmakları birbirine geçirmek (teşbik).
İbn-i Âbidin'in beyanına göre, parmak çıtlatmak namazın haricinde de mekruhtur. Teşbik ise, ancak mafsallara masaj için yapılıyorsa mekruh olmaz.
4 - Namazda iken esnemek, gerinmek, eli böğrüne koymak.
5 - Göğsünü kıbleden çevirmeden boynunu döndürüp bir yere bakmak. Göğsü kıbleden döndürmek ise namazı bozar.
6 - Kollarını yere sermek. Kadınların sermesi mekruh değildir.
7 - İşâretle selâm almak.
8 - Secdeye varırken elbisesini önden veya arkadan eliyle tutup kaldırmak.
9 - Ceket ve paltosunu giymeyip omuzuna veya başına alarak namaz kılmak. Bu, kibir ve namaza önem vermemek gibi duygularla olursa, mekruhtur. Bir özürden dolayı olursa mekruh sayılmaz.
10 - Kılıksız bir halde, kirli iş elbisesi içinde veya başkasının yanına çıkamayacağı bir kıyafetle namaza durmak. Hz. Ömer (ra) kirden sakınılmayan hizmet elbisesi ile namaz kılmakta olan bir kimseyi görünce ona hitaben: "Seni bâzı kimselere göndersem bu elbise ile gider misin?" diye sormuş; o da, "Hayır" deyince: "Cenâb-ı Hak, kendisi için süslenilmeğe en lâyık olandır" buyurmuştur.
Namazda müstehab olan mu'tad elbisedir. Yani başkasının yanına da giyilerek çıkılabilen elbisedir. Gecelik ve pijamalar, evde giyilen mu'tad elbiseler olduğuna göre, onunla namaz câiz olur. Fakat evlâ olan pijama ve geceliklerle namaz kılmamaktır. Çünkü temiz olmama ihtimali mevcuttur.
11 - Kısa kollu elbise ile namaza durmak. Kolları dirseklere kadar sıvalı, lâubali bir vaziyette namaza durmak da mekruhtur.
12 - Kırâeti tam bitirmeden rükû'a eğilmek.
13 - İkinci rek'atta, ilk rek'atta okuduğu sûre ve âyetin üstündeki sûre ve âyeti okumak.
14 - Birinci ve ikinci rek'atta okuduğu iki sûre arasını, sadece bir sûre ile ayırmak. Meselâ birinci rek'atta Fîl sûresini, ikinci rek'atte de Mâûn sûresini okumak gibi. Arada Îlâf sûresi atlanmıştır.
Kerahetten kurtulmak için, arada en az iki sûre bırakmalıdır.
15 - Her namazın ikinci rek'ati birinciden, dördüncü rek'ati de üçüncüden uzun olmamalıdır.
16 - İki rek'atta da aynı sûreyi tekrar etmek. Eğer ezberinde başka sûre yoksa mekruh olmaz.
Nafile namazlarda tekrarda bir kerahet yoktur.
17 - Bilerek aynı sûrede bir veya birkaç âyet atlamak.
18 - Namazda gözlerini yummak veya göğe dikmek. Namazda secde yerine bakmak âdâbdandır. Gözleri yummak, bu edebi terk etmektir. Ancak huşûu giderici ve dikkati dağıtıcı bir şey'i görmemek için göz yumulması bakmaktan evlâdır.
19 - Vücudundan kıl koparmak gibi namaza uygun düşmeyen bir amel-i kalîlde bulunmak.
20 - Namazda kaşınmak, terini silmek. Kaşınmadığı ve terini silmediği takdirde aşırı rahatsızlıktan zihni meşgul olacaksa, câiz olur. Bir rek'atta üç kere üstüste kaşınmak ise amel-i kesîr sayılacağı için, namazı bozar.
21 - Canlı bir şey'in resmi üzerine secde etmek.
22 - Üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymek, başının üstünde, arkasında, önünde, yan taraflarında veya karşısında canlı resimleri olmak.
Eğer resim, ayakta duran için çok dikkat etmedikçe farkedilmeyecek derecede küçük olursa, yahut büyük olmakla beraber yaşamayacak şekilde başı kesik veya âzası noksan olursa câiz olur. Fakat yine de bunları kıble tarafına asmamaya dikkat etmelidir.
23 - Bir özür yokken, secdede yalnız alnı yere koyup burnu koymamak. 24 - İşlek yol üzerinde, mezar üstünde, hamamda, gübrelikte, pisliğe yakın bir yerde namaz kılmak.
25 - Camide ön safta açık yer varken ilerlemeyip arkada namaza durmak.
26 - Kor hâlindeki ateşe karşı namaz kılmak. Mum, kandil, lâmba karşısında namaz kılmakta bir kerahet yoktur.
27 - Tenbellik eseri yanında takke taşımayı bir külfet sayarak veya başını örtmeyi ehemmiyetsiz görerek başı açık namaz kılmak. Halbuki namazda başın örtülü olması sünnettir. Hattâ, secde esnasında baştan düşen takkeyi amel-i kesîr işlemeden (meselâ tek el ile) yerden alıp başa örtmeyi bâzıları efdal görmüşlerdir. Bir özürden dolayı başın açık bulunmasında ise kerahet yoktur.
Bir de, tezellül ve huşû' maksadıyla başı açık bırakmakta bir beis yoktur, diyenler de vardır.
* Namazda takkenin üzerine sarık sarmak sünnettir. Allah Resûlü: "Sarıklı kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan 70 defa daha hayırlıdır" (Tâc) buyurmuştur. Bâzı âlimlere göre, başı takke ile örtmek de sarık yerini tutabilir.
28 - Âyetleri, rükû' ve secdelerde okunan tesbihleri el ile saymak.
29 - Uyuyan insanlara ve insanın yüzüne karşı da namaz kılma mekruhtur. Arkası dönük kimseye karşı namaz kılmakta hiçbir mahzur yoktur.
30 - Önünden insan geçeceği tahmin edilen yerde, namaz kılarken önüne sütre koymamak da mekruhtur.
31 - Farz namazlarda özürsüz bir şey'e dayanmak ve sağa-sola sallanmak da mekruhtur.
32 - Secdeye giderken özürsüz olarak ellerini dizlerinden önce yere koymak; kalkarken de dizleri ellerden önce kaldırmak veya ellerine abanarak kalkmak.
33 - Rükû'da iken başı sırt ile beraber olarak düz tutmayıp yukarı dikmek ve aşağı eğmek.
34 - Besmele'yi ve Âmin'i açıktan söylemek.
35 - Rükû ve secde tesbihlerini 3'den az yapmak.
36 - Zaruret yokken sırtına veya kucağına çocuk alarak namaza durmak.
37 - Zaruret yokken erkeğin ipek elbise ile namaz kılması. İpek seccade üzerinde ise namaz kılınabilir. Çünkü erkek için haram olan ipek giymektir. Kullanmak ise câizdir.
* * *
Namazda Mekruh Olmayan Şeyler
1 - Mushaf'a, yanan muma, kandile, fenere karşı namaz kılmak mekruh değildir.
2 - Üzerinde canlı sûreti bulunan bir yaygıya -eğer sûret ayak altında kalıyorsa- secde etmek mekruh değildir.
3 - Namazda yılan, akrep öldürmek mekruh olmaz. Ancak bu öldürüş amel-i kesîri gerektirir veya göğsü kıbleden çevirirse, namaz o zaman bozulur.
4 - Namaz kılanın önünde arkası dönük adam olması da mekruh değildir.
5 - Yüzünü çevirmeden göz ucuyla bakmakta bir beis yoktur. Evlâ olansa, onu da terketmektir.
6 - Yer secde edilemiyecek halde ise, yatak üzerinde de namaz kılınabilir.
7 - Secdede alına yapışan çer çöp ve tozu, insanı rahatsız ve zihnen meşgul ederse, ter siler gibi silivermek de mekruh değildir.
* * *
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan belli başlı hususlar şunlardır:
1 - Namazda konuşmak.
İster yanılarak olsun, ister unutarak, isterse uyuklayarak, az veya çok her türlü konuşma namazı bozar.
2 - Namazda bir şey yeyip içmek.
Namazda iken ağza hariçten susam tanesi kadar küçük bir şey bile alınıp yutulsa namaz bozulur. Dişler arasında kalmış nohut büyüklüğündeki bir yemek artığını yutmak da namazı bozar. Ayrıca (sakız gibi) ağza bir şey alıp yutmadan gevelemek ve çiğnemek de, namazı bozucu bir haldir. Namazdan önce yenen tatlının tadının boğazda hissedilmesinde ise bir beis yoktur.
3 - Kendi işiteceği kadar gülmek.
Yanındakiler işitecek kadar gülmek, namazla birlikte abdesti de bozar. Tebessümün ise, ne namaza, ne de abdeste bir zararı yoktur.
4 - Kıbleden göğsünü çevirmek.
5 - Namazda iken selâm vermek ve selâm almak. İsterse yanılarak yapılmış olsun..
6 - Namazda iken, dıştan bakana kesinlikle namazda olmadığı intibaını verecek şekilde bir işle meşgul olmak. Meselâ, tarakla saçını taramak gibi. Buna fıkıhta amel-i kesîr denir ki, mânası çok iş, namaza mâni olan iş demektir. Dıştan bakınca namaz kılıp kılmadığında şüphe uyandıran, insana kesin bir kanaat vermiyen hareketler ise, namazı bozmaz. Bu hareketlere de amel-i kalîl, yani az iş, namaza mâni olmayan iş denir.
7 - Dünyaya ait bir işi hatırlayarak sesli ağlamak veya ağrı veya sızıdan dolayı ve bezginlikle, ah of deyip inlemek. Ağlamak, cennet ve cehennemi hatırlamak sebebiyle meydana gelmişse huşû'dan ileri geldiği için namazı bozmaz. Hadîs-i şerîfte: "Cenâb-ı Hakk'a, ağlıyarak itâat eden, gülerek cennete dahil olur ve gülerek günah işleyen, ağlayarak cehenneme girer" buyurulmuştur.
8 - Öksürüğü yok iken, zorla öksürmeğe çalışmak, boğazını hırıldatmak.
9 - Mum, lâmba gibi bir şey'i üflemek.
10 - Aksırana yerhamükellah demek.
11 - Birine bir cevab vermek maksadıyla bir âyet okumak.
12 - Kötü haber işittiğinde innâ lillâh, iyi haberde ise elhamdü lillâh demek.
Bütün bunlar, namazda mâsivadan ve dış âlemden alâkayı kesmeye zıd olan şeylerdir.
13 - Teyemmüm almış kimsenin namazda iken suyu görmesi.
14 - Sabah namazını kılarken güneşin doğması.
Bâzılarına göre güneş doğarken kılınan namaz bozulmaz, nâfile namaza döner. Sabah namazı ise kazaya kalmış olur.
* Şâfiî'ye göre, güneş doğarken kılınmakta olan sabah namazı sahihtir, fâsid olmaz.
15 - Mest üzerine yapılan meshin müddeti, namazda iken bitmesi.
16 - Âyeti yanlış okuyarak mânâsını bozmak.
17 - Erkekle kadının yanyana bir hizada namaza durmaları.
Bunun namazı bozması için, erkekle kadının kıldıkları namazın müşterek olması şarttır. Bu müştereklik de, ya ikisinin de aynı imama uyması veya kadının, hizasında durduğu erkeğe uyması şeklinde olur.
Bu sebeble, camilerde erkekle kadın namaz kılarken kadınlar arkadaki saflara dururlar, erkeklerin önünde veya hizasında bulunmazlar.
Namazda kadın erkeğin önüne veya yanına durursa, sadece erkeğin namazı bozulur. Kadın, hizasına durduğu erkeğe uymuşsa o takdirde ikisinin de namazları bozulur.
Kadın ve erkek ayrı ayrı kendi başlarına namaz kılıyorlarsa, aynı hizada olmalarının veya kadının önde olmasının namaza hiçbir mâniliği yoktur.
18 - Namazda zamm-ı sûreyi Mushaf'a bakarak okumak.
19 - İmama uymuş bir kimsenin namazın bir rüknünü imamdan önce yapması. Meselâ, imamdan evvel rükû'a gidip ondan önce rükû'dan kalkması.
20 - Ümmî ve özürlü kimseleri imam yapmak.
21 - Namazda abdesti bozulmak.
22 - Namazda iken bayılmak.
23 - Namaz içinde bulunan bir erkeğin namazı, kendisini hanımının öpmesi veya okşaması ile, şehveti galeyana gelmedikçe, bozulmaz. Fakat kadının namazı, kocasının şehvetle okşaması ve şehvetli şehvetsiz öpmesi ile bozulur.
24 - Kalbe ihtiyarsız gelen vesveseler, kuruntular, çirkin hayaller de namazı bozmaz.
25 - Bir kimse namazda vücudunu bir kere veya üstüste iki kere veya başka başka rek'atlarda birer veya ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rek'at içinde birbiri ardınca üç kere kaşıyacak olsa, namaz bozulur.
26 - Namaz kılanın secde yerinden bir kimsenin geçmesi ile namaz bozulmaz. Ancak geçen kimse günahkâr olur. Namaz kılanın önünden geçmenin günah olduğu yer, büyük câmilerde ve açık arazilerde namaz kılanın, ayaklarından itibaren secde ettiği yere kadar olan kısımdır. Küçük camilerde namaz kılanla onun önünden geçen arasında, direk, insan gibi bir engel bulunmazsa, namaz kılanın önünden nereden geçilirse mekruh olur. Esasen namaz kılan kimsenin, önünden geçilme ihtimali varsa, bir sütre edinmesi sünnettir.
* İmam kırâette yanılırsa veya takılırsa ona hatırlatmak (feth-i kırâet) câizdir. Resûl-i Ekrem (asm) bir namaz sırasında Mü'minûn sûresini okurlarken bir kelimeyi geçmişlerdi. Namazdan sonra: "İçinizde Übey yok muydu?" diye Übey bin Kâ'b'ı sormuşlardı. Übey ashabın hıfzı ve kırâeti en kuvvetli olanıydı. Übey orada olduğunu ifade edince, Resûlüllah efendimiz: "Bana feth etmeli (hatırlatmalı) değil miydin?" buyurmuşlardı.
OKUMA PARÇASI: "HEPİMİZ BİRDEN ABDEST ALALIM.."
Hz. Ömer, hilâfeti zamanında sahâbeden seçkin bir toplulukla birlikte bir mecliste oturmuş sohbet ediyordu. Cemaatin içinde Cerir bin Abdullah da vardı. Birden bir yellenme kokusu duyuldu. Toplulukta biri, herhalde irâdesine hâkim olamıyarak yellenivermişti. Kokuyu duyanların canları sıkılmış, "kim bu işi yapan münasebetsiz" dercesine yüzlerini buruşturmuşlardı. Hz. Ömer'in de canı sıkılmıştı. Kızgın bir sesle:
Fakat Hz. Ömer'in bu dediğini yapmak çok zordu. Yellenen kimsenin o kadar insan arasından kalkıp abdest almaya gitmesi, bütün şimşekli bakışları üzerine toplaması, itibarını zedelemesi ve insanlar önünde kendini mahcub düşürmesi demektir. Cerir bin Abdullah, bu hususları düşünerek derhal duruma müdahale etti ve Hz. Ömer'e şu teklifi yaptı:
ü'minlerin emîri! Acaba hep birden abdest alamaz mıyız?"
Hz. Ömer, Cerir'in bu ince düşünüşünü, hatâyı, hatâ sâhibini mahcub etmeden tâmir edici fikrini çok beğendi. Kendisine hitaben:
çok yaşa.. Müslüman olmadan önce de ârif idin. Şimdi de ârifsin" diye iltifatlarda bulundu.
Böylece toplum içinde ortaya çıkan bir hatâ, en güzel şekilde izâle edilmiş, hiç kimse mahcub olmadan iş tatlıya bağlanmış oldu.. (Mehmed Dikmen, İslâm'da Fazîlet Yarışı)
* * *
SEHİV SECDESİ
Sehiv Secdesi Nedir?
Sehiv secdesi, bir namazın kusurlu kılınması hâlinde, bu kusuru düzeltmek maksadı ile, namazın sonunda yapılan secdedir. Kusur genellikle namazda farzın te'hiri, vâciblerden birinin unutularak yapılmaması (terki), yahut sonraya bırakılması (te'hiri), yahut da vaktinden önce yapılması (takdimi) suretiyle ortaya çıkar.
Namaz içinde bu yanlışlıklar hatırlanırsa namaz sonunda sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdeleri vâcibdir.
Sehiv Secdesinin Yapılışı Nasıldır?
Son oturuşta Tehıyyât okunduktan sonra, imam olan kimse sadece sağ tarafına, yalnız kılan ise iki tarafına da selâm verir ve hemen ardından Allahü Ekber diyerek 2 defa secdeye varır. İkinci secdeden sonra doğrulup oturur ve yeniden Tehıyyâtı, salâvat ve duaları okuyarak selâm verir. Böylece sehiv secdesi yerine getirilmiş olur.
Namaz kılan kimse şayet selâm verdikten sonra yanıldığını hatırlarsa, yönünü kıbleden çevirmemiş ve henüz konuşmamış ise, sehiv secdesini yapabilir. Fakat yerinden kalkmış, yönünü kıbleden çevirmiş veya konuşmuş ise, artık sehiv secdesi yapamaz. Namaz sahihtir, ancak sehiv secdesi yapılmadığı için sevabı noksandır.
Vâciblerden biri, kasden terkedilirse namazı iade etmek gerekir. Sehiv secdesi yapmak kâfi gelmez.
* Sehiv secdesi yapan imama iktida sahihtir.
Sehiv Secdesini Gerektiren Haller:
Sehiv secdesini gerektirici hallerden bâzıları şunlardır:
1 - Fâtiha'dan sonra zamm-ı sûre okumadan rükû'a gitmek.
Rükû'da iken hatırlarsa, doğrulup sûreyi okur, sonra tekrar rükû'a gider. Namazın sonunda da sehiv secdesi yapar.
2 - Unutarak Fâtiha'yı iki kere okumak.
3 - Vitir namazlarının tekbir ve kunut duasını unutmak.
Rükû'da iken hatırlasa, doğrulup kunut okumaz. Sonunda sehiv secdesini yapmakla yetinir.
4 - Dört rek'atlı namazlarda, iki rek'at kıldıktan sonra oturmayı unutarak üçüncü rek'ata kalkmak, yani, ilk oturuşu terketmek.
Bu durumda bakılır:
Eğer namazı kılan kişi tamamen kalkmış veya kalkmaya daha yakın bir durumda ise, oturmaz; namazı bitirip sonunda sehiv secdesi yapar. Eğer oturmaya daha yakın bir halde ise, oturur; sonunda da sehiv secdesi yapmaz. Tam kalktıktan sonra oturmak ise, namazı bozar.
5 - Birinci oturuşta Tehıyyât'ı okuduktan sonra hemen kalkmayıp salâvatları ve duaları okumak yahut da bir rükün edâ edecek kadar gecikmek.
Bu durumda eğer salâvattan okunan kısım bir cümle teşkil eder ise (Allahümme salli alâ Muhammedin demek gibi) namazın sonunda sehiv secdesi yapılır. Fakat okunan kısım bir cümle teşkil etmemişse, sehiv secdesine gerek yoktur.
6 - Dört rek'atlı farz namazlarda, son rek'atta oturmaksızın beşinci rek'ata kalkılacak olsa, beşinci rek'atın kıyam, kırâet ve rükû'u tamamlanıp secdeye gidilmedikçe, dönüp tekrar oturulur. Tehıyyâtdan sonra selâm verilip sehiv secdesi yapılır. Çünkü bu durumda farz olan son oturuş te'hire uğramıştır.
Fakat beşinci rek'at için secde yapılmış olursa, bu namaz nâfileye döner. Artık buna bir rek'at daha ilâve ederek, 6 rek'atlık bir nâfile namazı kılınmış olur. Dolayısıyla sehiv secdesi de gerekmez.
7 - Dört rek'atlı bir farz namazın son ka'desinde teşehhüd miktarı oturduktan sonra kalkan kimse, hemen oturup selâm verir. Tekrar Tehıyyat okumasına gerek yoktur. Hâtta oturmadan ayakta bile selâm verebilir. Zira farz olan oturuşu yapmıştır. Yalnız ayakta selâm vermekle sünneti terketmiş olur. Sonunda ayrıca sehiv secdesi de lâzımdır. Çünkü selâm te'hire uğramıştır.
8 - İmama sonradan yetişen kimse, kendi kıldığı rek'atlar içinde hatâ yaparsa, o hatâsı için sehiv secdesi yapar.
9 - İmamın, açıktan okuması vâcib olan yerlerde gizli; gizli okuması vâcib olan yerlerde de açık okuması.. Meselâ öğle namazında Fâtiha ve zamm-ı sûreyi sesli okuması, akşam namazında da içinden okuması gibi.
Namazdaki tesbih ve tekbirlerin cehren okunması, sehiv secdesini icab ettirmez.
10 - Namaz içinde Fâtiha okunduktan sonra hangi âyet veya sûreyi okuyacağı bir müddet tefekkür edilse, sehiv secdesi icab eder. Çünkü vâcib te'hire uğramıştır.
11 - Ta'dîl-i erkânın terki, sehiv secdesini gerektirir.
12 - Namazda sehiv secdesini icab eden birkaç hatâdan dolayı tek sehiv secdesi yeterlidir.
Sehiv secdesinde, iki secde ile Tehıyyât'ı okumak ve selâm vermek vâcibdir. Tehıyyât'dan sonraki salâvat ve dualar ve secdedeki tekbirler ve tesbihler ise sünnettir.
* Bir namaz içinde, o namazın rek'atları sayısında şüphe etmek, namaz kılan kimse vesveseli biri değilse, kılınan namazı iptâl eder. Yeniden kılmak gerekir. Nitekim vakit varken, namazı kılıp kılmadığında tereddüd eden de o namazı kılar. Namazı tamamladıktan sonra rek'at sayısında şüpheye itibar yoktur. Ancak noksan kıldığını kesin olarak anlarsa namazı yeniden kılar.
* * *
TİLÂVET SECDESİ
Tilâvet Secdesi Nedir?
Kur'ân-ı Kerîm'de bâzı secde âyetleri vardır ki, bunlardan birini okuyan veya dinleyen kimseye secde etmek vâcib olur. Kur'ân-ı Kerîm'de secde âyetleri 14 yerdedir.
Yapılışı Nasıldır?
Tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın Allahü Ekber denilerek secdeye varılır. Secdede üç kere Sübhâne rabbiye'l-a'lâ veya bir kere Sübhâne Rabbinâ in kâne va'dü rabbinâ le-mef'ûlâ (*) denir. Sonra Allahü Ekber denerek secdeden kalkılır.
Tilâvet secdesinin tek rüknü vardır o da Allah Teâlâ'yı ta'zim, O'na karşı tevazu' ve secdeden kaçınanlara muhalefet etmek için alnını yere koymaktır.
Tilâvet secdesine ayaktan inilmesi, secdeden kalkarken ayağa kadar kalkılması ve ayağa kalkarken
Gufrâneke rabbenâ ve ileykelmasîr (**) denilmesi müstehabdır. Secdeye inerken ve kalkarken alınan tekbirler de müstehabdır. Vâcib olan, sadece alnı yere koyup secde etmektir.
Tilâvet Secdesi Kimlere Vâcibdir?
Okuyan kimse mânasını anlamasa, duyan kimse dinlemek kasdı ile duymasa bile, yine secde vâcib olur.
Secde âyetinin Türkçe veya Farsca meâlini okumak da secdeyi vâcib kılar.
Hayız-nifas hâlindeki kadına tilâvet secdesi lâzım gelmez.
Teyp ve plâktan dinlenen âyetler, aks-i seda (yankı) hükmünde olduğu için sehiv secdesi vâcib olmaz. Amma secde yapılsa daha güzeldir. Radyo ve televizyondan naklen yanında ise secde âyeti okunacak olsa, dinleyene secde vâcib olur. Zira bu, aks-i seda değil, nakl-i sedadır.
Namazda Tilâvet Secdesi Nasıl Yapılır?
Namazda okunan secde âyetinden sonra, hemen secdeye varılır, sonra kalkılarak kırâete devam edilir. Fakat secde âyetinden sonra üç âyet geçmeden rükû'a gidilirse ve bu rükû'a gidişte tilâvet secdesi de niyet edilirse, rükû', tilâvet secdesi yerine de geçer. Rek'atın sonunda yapılan secde ise, tilâvet secdesine ister niyet edilsin isterse edilmesin tilâvet secdesi yerine kâim olur. Bu bakımdan imamın bir karışıklığa meydan vermemek için kırâetin ortasında secdeye gitmek yerine, secde âyetinden hemen sonra veya en fazla iki âyet daha okuyarak rükû'a ve secdeye gitmesi daha uygundur. Secde âyetinin ardından üç veya daha fazla âyet okuyacağı takdirde, tilâvet secdesi, secde âyeti okunur okunmaz derhal yapılıp tekrar kıyâma kalkılması, kırâete bundan sonra devam edilmesi vâcib olur. Bu durumda namazın rükû' ve secdesiyle tilâvet secdesi sâkıt olmaz.
Secde âyeti hecelenerek okunacak olursa veya sadece yazılsa veyahut telâffuz edilmeden sadece yazısına bakılsa, secde lâzım gelmez. Bir secde âyetinin ekserisi okunmadan da secde yapılması gerekmez.
Bir mecliste bir secde âyeti birkaç defa okunup tekrar edilse, bunun için tek tilâvet secdesi kâfidir. Fakat ayrı ayrı secde âyetleri okunsa veya aynı secde âyeti başka başka meclislerde okunsa, herbiri için ayrı ayrı secde etmek vâcib olur.
Secde Âyetlerinin Bulunduğu Sûreler Hangileridir?
1 - A'raf sûresi - 206
2 - Ra'd Sûresi - 15
3 - Nahl sûresi - 49
4 - İsrâ sûresi - 107
5 - Meryem sûresi - 58
6 - Hacc sûresi - 18
7 - Fürkan sûresi - 60
8 - Neml sûresi - 25
9 - Secde sûresi - 15
10 - Sâd sûresi - 24
11 - Fussılet sûresi - 38
12 - Necm sûresi - 62
13 - İnşikak sûresi - 21
14 - Alâk sûresi - 19
Tilâvet Secdesinin Kazası Olur mu?
Secde âyeti okunur okunmaz hemen tilâvet secdesi yapılması gerekmez. Bu secde daha sonra da yapılabilir. Yine edâ olur kaza olmaz. Fakat zaruret olmadıkça te'hiri, tenzîhen mekruhtur.
Secde âyeti okununca hemen secde etmek mümkün olmadığı takdirde, okuyan ve dinleyenlerin:
Semi'nâ ve eta'nâ ğufrâneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr (*) demeleri müstehabdır.
* * *
ŞÜKÜR SECDESİ
Şükür Secdesi Nasıl yapılır?
Bir nimete kavuşmaktan dolayı veya bir musibet ve sıkıntının zâil olmasından ötürü, dileyen tıpkı tilâvet secdesinde olduğu gibi secdeye gidebilir. Buna şükür secdesi denir. Şükür secdesi müstehabdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbı, zaman zaman yapmışlardır. Meselâ Resûlüllah Efendimiz, Ebu Cehl'in kesik başını görünce, 5 kere şükür secdesine kapanmışlardır.
* * *
NAMAZ NASIL KILINIR?
Sabah Namazının Kılınışı:
Sabah namazı iki rek'at sünnet, iki rek'at da farz olmak üzere dört rek'attan ibarettir. Önce sünnet kılınır. Şöyle ki:
Namazın şartlarının hepsi yerine getirildikten sonra, kıbleye dönülüp sabah namazının sünnetini kılmaya kalben niyet edilir. Dil ile de yavaşçacık: "Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının sünnetini kılmaya" denilir.
Bundan sonra, eller kulakların hizasına kadar kaldırılıp, başparmaklar kulak yumuşağına değdirilir. Ve avuç içleri Kâbe'ye dönük şekilde parmak araları açılır ve Allahü Ekber denilerek iftitah tekbiri alınır.
Tekbir alındıktan sonra sağ el ile sol elin bileği tutularak, eller göbeğin altına konur. (Kadınlar ise tekbir alırken ellerini omuz hizasına kaldırıp göğüsleri üzerine bağlarlar. Sağ eli sol elin üzerine koyarlar.
Eller de bu şekilde bağlandıktan sonra, önce Sübhâneke okunur. Sonra Eûzü-Besmele çekilerek Fâtiha-i Şerîfe sonuna kadar okunup Âmin denilir. Fâtiha'dan sonra zamm-ı sûre okunur. Böylece namazın kıyam ve kırâet rükünleri tamamlanmış olur.
Kırâet bitince eller yanlara salıverilir ve Allahü Ekber denilerek rükû'a gidilir. Rükû'da parmak araları açık olarak ellerle dizkapakları tutulur. Sırt ve bel yere paralel olarak düz hâle getirilir. Ayaklar da bükülmeden dik tutulur. Rükû'da iken üç kere Sübhâne rabbiye'l-azîm denir. (Rükû' hâlinde kadınlar parmak aralarını açmazlar ve dizlerini tutmazlar, sadece ellerini dizler üzerine koyarlar. Ayrıca dizlerini de dik değil bükük bulundururlar. Yere paralel olacak şekilde eğilmelerine de lüzum yoktur.)
Sonra Semiallahü limen hamideh diyerek rükû'dan kalkılır. Ayakta iken Rabbenâ leke'l-hamd denir.
Sonra Allahü Ekber denilerek secdeye kapanılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller konur. Baş da eller arasına konarak alın ve burun yere yapıştırılır. Secdede el ve ayak parmakları kıbleye dönük tutulur. (Kadınlar secdede kollarını yanlarına ve uyluklarını karınlarına yapıştırır ve yere doğru alçalır ve yapışırlar.) Secdede üç defa Sübhâne rabbiye'l-a'lâ denir. Sonra Allahü Ekber diyerek secdeden kalkılıp bir kere Sübhânallah diyecek kadar oturulur. Sonra tekrar Allahü Ekber denilerek aynı şekilde ikinci bir secde yapılır.
İkinci secdenin tesbihleri söylendikten sonra Allahü Ekber denilerek tekrar ayağa kalkılır. Böylece birinci rek'at bitmiş ikinci rek'ata kalkılmış olur.
İkinci rek'atta sadece Besmele çekilerek Fâtiha ve zamm-ı sûre okunur. Yukarda tarif ettiğimiz şekilde rükû'a ve secdeye gidilir. İkinci secdeden sonra sol ayak yere yayılıp üstüne oturulur. Sağ ayak ise parmakları kıbleye dönük şekilde içeri kıvrılır. Eller uyluklar üzerine konur. İki secde arasındaki oturuşlar da aynen böyledir. (Kadınlar ayaklarını sağ tarafa yatırarak otururlar). Bu oturuşta önce Tehıyyât okunur. Arkasından salâvatlar ve dualar okunur. Duaların okunuşu bitince önce sağ tarafa dönülerek:
Es-selâmü aleyküm ve rahmetullah diye selâm verilir. Sonra da sol tarafa aynı şekilde selâm verilir. Böylece iki rek'atlı sabah namazının sünneti bitmiş olur. Sabah namazının sünnetinin bütün kırâet, tesbih ve tekbirleri gizli olarak yapılır.
Sabahın farzı da aynen sünneti gibi kılınır. Sadece başta niyet ederken "Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir. Bir de niyetten önce kâmet getirilir. (Kadınlar kâmet getirmezler). Sabah namazının farzının kırâetleri cehren de okunabilir.
Öğle Namazının Kılınışı:
Öğle namazı dört rek'at sünnet, dört rek'at farz ve iki rek'at da son sünnet olmak üzere on rek'attır. Önce sünneti kılınır.
Sünneti kılmak için evvelâ şu şekilde niyet edilir: "Niyet ettim ya Rabbi bugünkü öğle namazının sünnetini kılmaya.."
Sonra aynen sabah namazının sünneti gibi iki rek'at kılınır. İkinci rek'atta oturulduğunda sadece Tehıyyât okunur. Salâvat ve dualar okunmadan Allahü Ekber diyerek üçüncü rek'ata kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rek'atlar da aynen birinci ve ikinci rek'atlar gibi kılındıktan sonra, ikinci kere oturulur. Bu oturuşta Tehıyyât ile beraber salâvat ve dualar da okunarak selâm verilir. Böylece öğlenin sünneti tamamlanmış olur. Üçüncü rek'ata kalkıldığında Fatiha'dan önce sadece Besmele çekilir. Sübhâneke ve eûzü okunmaz.
Öğlenin farzı da sünneti gibidir. Yalnız niyet ederken öğlenin farzını kılmaya niyet edilir. Bir de üçüncü ve dördüncü rek'atlarda sadece Fâtiha okunur, zamm-ı sûre okunmaz. Bu, sadece öğlenin farzında değil, bütün farz namazlarda böyledir. İlk iki rek'atta zamm-ı sûre okunur. Üç ve dördüncü rek'atlarda okunmaz.
Öğlenin son sünneti de tıpkı sabahın sünneti gibi kılınır. Sadece niyet ederken öğlenin son sünnetine diye niyet edilir.
Öğlenin sünnet ve farzında kırâet gizli yapılır.
İkindi Namazının Kılınışı:
İkindi namazı, dördü sünnet, dördü de farz olmak üzere sekiz rek'attır. Önce sünneti kılınır.
Evvelâ: "Bugünkü ikindinin sünnetini kılmaya" diye niyet edilir. Sonra aynen öğlenin sünneti gibi kılınır. Yalnız ikinci rek'atın sonundaki ilk oturuşta, öğlenin sünnetinde sadece Tehıyyât okunurken, ikindinin sünnetinde salâvatlar da okunur. Dualar okunmadan, Allahü Ekber denilerek üçüncü rek'ata kalkılır. Üçüncü rek'atta da namaza yeniden başlanır gibi, Sübhâneke okunarak Eûzü-Besmele çekilir ve Fâtiha ile zamm-ı sûre okunur. Dördüncü rek'at ise öğleninki gibi normal şekilde kılınır.
İkindinin farzı, öğlenin farzı gibidir. Sadece niyetler farklıdır. İkindi de öğle gibi gizli okuyuşla kılınır.
Akşam Namazının Kılınışı:
Akşam namazı üçü farz, ikisi sünnet olmak üzere beş rek'attır. Önce farz kılınır.
Önce akşamın farzına niyet edilerek namaza durulur. İlk iki rek'at diğer namazların farzları gibi kılındıktan sonra oturulur. Sadece Tehıyyât okunarak üçüncü rek'ata kalkılır. Üçüncü rek'atta sadece Fâtiha okunarak rükû'a ve secdeye gidilir. Secdeler bitince ikinci kere oturulur. Tehıyyât, salâvat ve dualar okunarak selâm verilir.
Farzdan sonra sünnete niyet edilerek tıpkı sabahın sünneti gibi iki rek'at sünnet kılınır.
Akşam namazının farzı da, sabahın farzı gibi cehren yani sesli bir okuyuşla kılınabilir.
Yatsı Namazının Kılınışı:
Yatsı namazı, dördü sünnet, dördü farz, ikisi son sünnet ve üçü de vitir olmak üzere onüç rek'attır.
Yatsının sünneti önce niyet edilerek tıpkı, ikindinin sünneti gibi kılınır. Yani ilk oturuşta, Tehıyyâttan sonra salâvatlar da okunur.
Yatsının farzının kılınışı ise, niyet hariç öğle ve ikindinin farzının aynısıdır.
Son sünnet de, akşamın sünnetiyle aynı şekilde kılınır.
Fark sadece niyetlerdedir.
Vitir Namazının Kılınışı:
Vitir namazı ise üç rek'attır. Kılınışı şöyledir:
Önce niyet edilerek namaza durulur. Birinci ve ikinci rek'atlar aynen sabahın sünnetinde tarif ettiğimiz şekilde kılınır. İkinci rek'atın sonunda oturulur, Tehıyyât okunarak üçüncü rek'ata kalkılır. Üçüncü rek'atta Besmele çekilip Fâtiha ve zamm-ı sûre okunur. Bundan sonra rükû'a eğilmeyerek eller kulaklara kaldırılıp tekbir alınır. Ve tekrar eller bağlanıp, kunut duaları okunur. Kunut duaları bittikten sonra rükû' ve secdeye gidilir. Secdeden sonra oturularak Tehıyyât, salâvat ve dualar okunarak selâm verilir.
* Kunut duasını bilmeyen kimse, Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr âyetini okuyabilir. Üç kere Allahümme'ğfirlî de diyebilir. Üç kere Yâ Rab demesi de câizdir.
* Vitir namazı sadece Ramazanda cemaatle kılınır. İmam olan zât namazı cehrî kıldırır; kunut ise gizli okunur. Ramazan dışında vitri cemaatle kılmak mekruhtur.
KUNUT DUALARI
Allahümme innâ neste'înüke ve nestağfirüke ve nestehdîke ve nü'minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke'l-hayra küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahle'u ve netrükü men yefcürük.
Allahümme iyyâke na'büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes'â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri mülhık.
OKUMA PARÇASI: NİÇİN ARABÇA İBADET EDİLİR?
Malûmdur ki, Müslümanlar namazlarında Kur'ân-ı Kerîm'in bâzı parçalarını okumakla mükelleftirler. Müslümanların ana dili ve vatanı ne olursa olsun, bu usûl, Hz. Peygamber zamanından beri değişmemiştir. İstikbalde de böyle mi olmalıdır?
İlk nazarda mü'minin Allah'ına anladığı bir dil ile kulluk etmesi tabii ve temenniye şâyân görünüyor, bunun için de en iyi vasıta ana dilidir. Fakat mes'elenin daha derinlemesine bir tedkikî, bu çözümün aksini ortaya koyuyor; sebeblerini inceleyelim:
* Her şeyden önce dua ile namaz arasında açık bir ayırma yapmak icabeder. Namaz dışındaki duada mü'minin ihtiyaçlarını ve dileklerini Rabbine istediği dilde bildirmesi yasak değildir. Bu şahsî bir mes'eledir ve kulun Hâlik'ı ile olan vasıtasız münasebetleri ile ilgilidir. Buna mukabil namaz kollektif, umumî bir ibâdettir ve namaza iştirâk eden diğer mü'minlerin ihtiyaçları da nazar-ı itibara alınmalıdır. Namaz, prensip olarak ve tercihen cemaatle kılınır; tek başına ferdî olarak kılınan namaza müsaade vardır, fakat asla tercih edilmez, tercih cemaatle kılınan namazadır.
* Şâyet İslâmiyet herhangi bir bölgenin, ırkın, milletin dîni olsaydı, şübhesiz bu bölgenin, bu ırkın veya bu milletin dili kullanılabilirdi. Fakat, bütün ırklardan ve dünyanın bütün noktalarında oturan ve her biri diğerleri tarafından anlaşılmayan yüzlerce dili konuşan mü'minlere sâhip cihanşümûl bir dînin icabları başka olacaktır. Çince bilmeyen bir Türk'ün Çin'e gittiğini ve sokaklarda çing çang çung'a benzer sesler işittiğini farzedelim. Aşikârdır ki o hiçbir şey anlamıyacaktır ve şâyet bu sözler ezanın, Allahü Ekber'in tercümesi ise, hiçbir şey'in farkına varamayacak ve meselâ Cuma namazını kaçıracaktır. (Çin'deki camiler Türkiye'deki minareleri ile kendini belli eden camilere hiç benzemez. Aynı şekilde Türkiye'den geçen Çinli Müslümanın, Türkiye'deki Müslümanlar kendi dilleriyle ibâdet ettikleri takdirde, dindaşlarıyla ortak hiçbir tarafı olmıyacaktır. Şu halde cihanşümûl bir dînin bâzı müşterek esasları olmalıdır. Bu mevzuda ezan ve kırâet şübhesiz iki esas unsuru teşkil eder.
Misâl olarak beynelmilel kongre ve toplantıları zikredebiliriz. Meselâ, Birleşmiş Milletler'de herkes kendi lisanını değil, fakat Fransızca, İngilizce gibi müsaade edilen dilleri kullanır. Umumun menfaati için, hususî menfaat feda edilir.
* Mes'elenin daha az mühim olmıyan diğer bir cebhesi vardır: Hiçbir tercüme asla orijinalinin yerini tutamaz. Kur'ân-ı Kerîm'in yüzden fazla Türkçe tercümesi vardır ve her gün bunlara bir yenisi katılmaktadır. Bu da yeni âlimlerin, eskilerin tercümelerini kifayetsiz bulduklarını gösterir. Bütün diller için ve bir dilden diğer bir dile tercüme edilen herhangi bir eser için bu durum vârittir. Şu halde kifâyetsiz bir şey mi, yoksa hatâsız orijinal mi kullanılmalıdır? Burada şu noktayı bilhassa tebarüz ettirelim ki, İslâm'dan başka hiçbir din, peygamberine gönderilen vahyin orijinaline sâhip değildir. Bugün Hıristiyanların, Yahudîlerin, Mecusîlerin sâhip olduğu dinî kitablar, tercümeler, toplamalar, v.s.dir. Müslümanların, vahyin orijinaline, Kur'ân-ı Kerîm'e sâhip bulunmaları, kendileri için ne büyük bir şanstır.
* Şunu da unutmayalım ki, namazda kullanılacak pek az kelime vardır. Önce ezan ve ikamet, sonra Allahü Ekber, Sübhâne rabbiye'l-azîm, Sübhâne rabbiye'l-a'lâ gibi ifadeler, Fâtiha sûresi ve iki kısa sûre vardır. Hepsi bir sahifeyi dahi aşmaz. Ve bu kelimelerin ekseriyeti herkesçe bilinir, bütün Müslümanların dillerine geçmiştir. O derece ki, çocuk veya yeni başlayan biri onların mânâsını zahmetsiz ve büyük bir gayret sarfetmeden öğrenir. Bu ifadelerin mânâsı bir defa öğrenilince artık itiraza yer kalmaz.
Bir gün genç bir üniversite talebesi söylenilenin anlaşılması zarureti üzerine ısrarda devam etti. Nihayet ben ona şöyle cevab verdim: "Şâyet siz bana muntazaman günde beş vakit namaz kılacağınıza dair söz verirseniz, ben size ana dilinizde ibâdet için izin veriyorum."
Derhal münakaşayı kesti ve bir daha da bu mevzuda konuşmak için yanıma gelmedi. Diğer bir ifade ile dîni ve îmanı mevzileştirmek isteyenler, onu bizzat tatbik etmek istemeyenlerdir. Hiç olmazsa umumiyetle böyledir. Bir mü'minin, bir îmansızdan veya ameli olmayan birisinden nasihat almaya ihtiyacı yoktur.
Son olarak, namazda Kur'ân-ı Kerîm'in tercümesinin okunmasının câiz olduğunu ileri sürmek için İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin fetvâsına istinad ettiklerini söyleyen yazarları ele alalım. Bu yazarlar niçin hakikatı tam olarak ifadeden kaçınıyorlar? İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri başlangıçta bu kanâatta olmasına rağmen, zamanla fikrini değiştirdi -Hidâye ve Dürrü'l-Muhtâr bu hususu sarâhatle kaydediyorlar- ve normal hallerde sadece Arapça metin okunmasına cevaz veren umumî kanaata iştirâk etti. (M. Hamidullah, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi)
* * *
CEMAATLE NAMAZ
Namazı Cemaatle Kılmanın Hükmü Nedir?
Namazlar yalnız olarak kılınabileceği gibi cemaatle de kılınabilir. Erkekler için beş vakit farz namazları cemaatla kılmak vâcib kadar kuvvetli bir sünnettir (sünnet-i müekkede). Bunun farz olduğunu söyleyen fakîhler de vardır. Cuma namazını cemaatle kılmak ise, farzdır.
İki kişi de olsa cemaatle namaz kılınabilir. Onun için iki kişi bir araya gelince biri imam diğeri cemaat olarak namazı cemaatle kılmalıdırlar. İmamla birlikte akıllı bir çocuk veya kadın da olsa, cemaat yapılır.
Cemaatle Namaz Kılmanın Fazîleti:
Müslümanlıkta cemaatle namaz kılmaya büyük ehemmiyet verilmiştir. Resûlüllah Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde, cemaatle kılınan namazların tek başına kılınan namazlardan 25 (diğer rivâyette 27) derece daha sevablı ve faziletli olduğuna işâret buyurmuştur (*).
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"İki kişi de olsa birlikte namaz kılmak, yalnız başına kılmaktan efdaldir. Cemaat ne kadar çoğalırsa kılınan namaz, Cenâb-ı Hak yanında o kadar sevimli olur."
Cemaate devam, İslâm'ın şiârından ve îmanın alâmetlerindendir. Cemaatle kılınan namaz ile, Müslümanların birliği, birbirlerine bağlılığı devamlı yenilenmiş, kuvvetlendirilmiş olur. Müslümanlar arasında tam bir sevgi ve tesanüd duygusu uyanır. Herkes birbiriyle tanışır ve kaynaşır. Ahval ve vaziyetini daha yakından öğrenir. İhtiyaç sâhiplerinin yardımına koşulur. Cemaat ruhu ve dayanışma şûuru teşekkül eder. Hodgâm ve bencil ferdler yerine, diğergâm, yardımsever, insansever kişilerin sayısı cem'iyette çoğalır.
Sâlih zâtların iştirâkiyle cemaat hâlinde yapılan ibâdet ve duaların, nezd-i İlâhîde kabûle yakın olması, İlâhî rahmet ve nimetlerin celbine vesîle teşkil etmesi daha ziyade umulur.
Özetleyecek olursak, cemaatle namaz kılmanın uhrevî sevab ve şahsî kemalât yönünden birçok hikmet ve maslahatları olduğu gibi, ictimaî cihetten de pek çok faydaları vardır.
İmamda Bulunması Gereken Vasıflar:
Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan zâta imam denir. Bu zâtın cemaate namaz kıldırmak vazifesine de imâmet tabir edilir.
İmama uymaya iktida veya ittiba'; imama uyan kimseye de muktedî veya müttebi' veya me'mum gibi adlar verilir.
İmamlığın fazileti, müezzinliğin faziletinden çok daha fazladır. Vazifeye ehil olmadığı takdirde de o nisbette mes'uliyeti büyüktür. Çünkü imam, dînen mukteda bih, yani cemaatın kendisine uyduğu şahıstır. Kendisine uyan cemaat sayısınca sevablar kazanır. Ancak kıldırdığı namaz eksik veya hatâlı olursa, bu takdirde de bütün cemaatin mes'uliyeti onun üzerine yüklenir. Bu sebebledir ki bâzı büyük zâtlar, imamlığın bu ağır mes'uliyetini düşünerek imamlıktan son derece çekinmişlerdir.
Rivayet edilir ki: Hz. Ali'ye bir gün güzel yürüyüşlü rahvan bir atı göstererek sorarlar:
- Ya Ali, kuşlar gibi uçan bu at ne işe yarar?
Mes'ûliyet duygusuna sâhip büyük insan şu karşılığı verir:
- Üzerine binip de imamlıktan kaçmaya yarar..
İmam Olmanın Şartları Nelerdir?
1 - Namaz kıldıracak kimse en başta Müslüman olmalıdır.
2 - İmamın âkıl-bâliğ olması da şarttır. Delinin, sarhoşun, bülûğa ermemiş çocuğun imam olması sahih değildir.
3 - İmam erkek olmalıdır. Kadın erkeğe imam olmaz.
4 - İmamın, namaz sahih olacak kadar Kur'an'dan ezberi olması lâzımdır.
5 - İmamın özürlü olmaması da lâzımdır. Özürlünün namazı, özürlüye has hükümler taşıyan bir namazdır. Özürlü olmayanlar, özürlü olanlara uyamazlar.
Körün imamlığı sahihtir. Ama ondan daha ehil kimse varsa, onun imamlığa geçirilmesi tenzihen mekruh olur.
Yukarıda saydığımız şartlar, imamlık için temel şartlardır. Bu şartlar bulunduktan sonra imamlığa en liyakatli olan kimseler sırasıyla şunlardır:
İmamın önce, îtikadı düzgün, fıkha vakıf, bilhassa namaz mes'elelerini iyi bilir bir kimse olmasına dikkat edilir. Bu mes'eleleri aynı derecede bilen birkaç kişi varsa tercih şöyle yapılır: Önce Kur'an'ı en iyi okuyan veya Kur'an'ı en fazla ezbere bilen kimse aranır. Bunda da müsâvi iseler, haramdan en çok sakınan, en müttakî olan kimse imam olur. Bunda da eşitseler, tercih sırası şöyle olur:
Yaşça en büyük olan, ahlâkı daha güzel olan, herkesin rağbetini kazanmış olup cemaatın sayısını çoğaltan, daha şerefli ve asîl bir aileden gelen ve en nihayet sesi güzel olan..
Bununla beraber, cemaat arasında ev sahibi veya o mahallin resmen vazifeli imamı varsa, bunların imameti öncelik kazanır. İsterse yukarıda saydığımız vasıflara tamamen sâhip olmasınlar.
* İnsanlara imamlık yapacak kimsenin maddî ve mânevî temizliğine son derece dikkat etmesi, her hâliyle cemaatten üstün bir seviyede olması gerekir. Bilhassa elbise ve çorap temizliğine dikkat etmeli, güzel kokular sürünmeli, soğan-sarımsak gibi, rahatsız eden kokulu şeyler yemekten sakınmalıdır.
* Fâsık ve bid'atçı kimselerin imam olmaları tahrîmen mekruhtur. Çünkü bunlar, dinî amellerde lâubalice davranırlar. Böyle kimselerin arkasında kılınan namazın sevabı ve fazileti de olmaz. Sadece borçtan kurtulunmuş olur.
İmam Muhammed ile İmam Mâlik'e göre bunlara esasen iktidâ câiz de değildir.
* Kadının kadına imam olması mekruh olmakla beraber câizdir. Bu takdirde imam olan kadının, cemaatın önünde değil, aralarında birinci safın tam ortasında durması gerekir.
* İmam olan zât, cemaatı nefret ettirecek şeylerden sakınmalıdır. Meselâ bir imamın kırâeti veya tesbihleri cemaata ağırlık verecek derecede uzatması doğru değildir. Cemaatı tenfir, mekruh sayılmıştır.
Resûlüllah Efendimiz bu hususta şöyle buyurur:
"İçinizden biri imam olduğu takdirde namazı uzatma yolunu tutmasın. Zira cemaatın içinde büyük vardır, küçük vardır. Hasta vardır, zayıf vardır. Önemli işi olanlar da bulunur. Kendi başına namaz kılan ise, namazı dilediği kadar uzatabilir."
"Üç kişi vardır ki, namazları başlarından bir karış yukarıda kalır. (Allah tarafından kabûl olunmaz).
1 - Kendisini sevmiyen, nefret eden bir cemaata imam olan şahıs,
2 - Geceyi kocası kendisine kızgın olarak geçiren kadın,
3 - Birbirine düşman kesilen iki kardeş.."
* İmamın rükû' ve secde tesbihlerini, cemaatın sünnet üzere tamamlamalarına imkân vermiyecek derecede acele davranması da mekruhtur. Cemaat yetişsin diye rükû'u uzatmak da mekruhtur.
* İmamın kendisine kolay gelen âyet ve sûreleri okuması vâcibdir. Henüz iyice ezberliyemediği yerleri okumamalıdır.
Safların Düzeni Nasıl Olmalı?
Cemaatle namaz kılarken safların düzen ve tertibine son derece dikkat etmelidir. Saf tertibinde en önde erkekler, sonra erkek çocuklar, en sonda kadınlar gelir.
Cemaat tek kişi olursa, imamın sağına ve birkaç parmak gerisine durur. Soluna veya arkasına durmak mekruhtur. İki kişi olursa, ikisi birlikte imamın arkasında dururlar. Cemaatın biri erkek, biri kadın olursa, erkek imamın sağında birkaç parmak gerisinde, kadınsa arkasında namaza durur.
Safların en faziletlisi, sırasıyla 1., 2. ve 3. saflardır. Safların düzgün ve sık olmasına, saf aralarında boşluk kalmamasına dikkat etmelidir. Önde boş yer varken arkaya durulması uygun değildir. Resûlüllah Efendimiz:
"Saflarınızı düzgün tutun, çünkü safları düzgün tutmak namazı tamamlayıcıdır" buyurmuştur.
Hazret-i Bera'nın rivayetine göre: Resûlüllah Efendimiz namaza kalktığı zaman elleri ile Ashâbının göğüslerine ve sırtlarına dokunur, safları düzelttikten sonra:
"Saflarınız bozuk olmasın, sonra o bozukluk kalblerinize de girer" buyururdu.
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise şöyle denilmektedir:
"Saflarınızı güzel ve düzgün yapınız. Omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Açık bir yeri görünce, yavaşçacık kardeşinizin yanına sokulunuz. Aranızda Şeytana açık yer bırakmayınız. Safı birleştiren kimseyi yüce Allah da bitiştirir. Safı keseni, düzgün yapmayanı ise Allah da kat'eder.."
Bu bakımdan imam olan zâtın bu cihetleri daima cemaata hatırlatması, namaza dururken, safları düzgün tutun, demesi gerekir.
Yer bulamayan kardeşimize, biraz sıkışıp yanımızda yer açıp safa almaya çalışmalıdır. Namazda araya girmeye çalışan birine yer açmak için sağa sola kaymalar namazı bozmaz. Hattâ ikinci safta açık yer bulamayıp birinci safta yer gören kimse, saftakileri incitmemeye çalışarak birinci safa geçebilir. Bundan dolayı hiçbir günah da yoktur.
İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
İmama uymaya iktida, imama uyan kimselere de muktedî denildiğini daha önce söylemiştik.
İktidanın sahih olmasında şu şartlar aranır:
1 - Muktedînin namaza başlarken hem namaz, hem de imama uymaya niyet etmesi.
2 - Kadınların imama uyabilmeleri için, imamın, kadınlara da namaz kıldırmağa niyet etmesi.
3 - İmamın cemaatın önünde olması.
4 - Oturarak kılan ayakta kılana, teyemmümle kılan abdestle kılana imamlık yapabilir. Bu, İmam-ı A'zam ile Ebû Yûsuf'a göredir. İmam-ı Muhammed'e göre ise, böyle bir iktida sahih olmaz. Çünkü imam hâlen cemaatten yüksek olmalıdır. Halbuki oturarak kılan ayakta kılandan, teyemmüm ile kılan ise abdestle kılandan hâlen aşağıdır.
5 - İmamla cemaatın kıldıkları farz namazın bir olması. Meselâ, ikindiyi kılana öğleyi kılan iktida edemez. Edâ kılan da kaza kılana uyamaz. İkisi de aynı vaktin edâsını veya kazasını kılmalıdırlar.
Misafir mukîme, mukîm misafire imamlık yapabilir. Ancak misafir imam olduğunda namazı kasreder, yani, iki rek'at olarak kılar. Mukîm olanlar ise, imamın selâmından sonra ayağa kalkarak namazlarını dörde tamamlarlar. Misafir mukîme uyar ise, namazı tam olarak kılar.
Nafile namaz kılanın, farz namaz kılana iktidası câizdir. Meselâ, öğleyi kılmış bir kimse öğle namazını kıldıran bir imama iktida edecek olsa, bu ikinci kılacağı namaz nâfile olarak câiz olur.
6 - Açıkta namaz kılındığında imam ile cemaat arasında, kayık geçebilecek dere, nehir; araba geçebilecek kadar bir yol yahut iki saf sığabilecek kadar bir açıklık olmamak lâzımdır. Aradaki yol saflarla kapatılmışsa namaz câiz olur. Cami içinde mesafe olsa bile câizdir. Zira caminin içi aynı yer sayılır.
7 - Mezheb ihtilâfı iktidaya mâni değildir. Bu hususta evlâ olan, her Müslümanın kendi mezhebinde olan bir imama iktida etmesi ise de, bu olmayınca, diğer mezhebden olan bir imama uyularak namaz kılınması, tek başına kılınmasından efdaldir. Ancak imamdan, muktedînin mezhebine göre abdesti bozan bir hâlin zuhur etmemesi şarttır. Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendisinden kan aktığını bildiği Şâfiî bir imama uyamaz. Zira abdestli iken kan akmak Şâfiîye göre abdesti bozmasa da, Hanefî'ye göre bozar. Bu durumda Hanefî olan Şâfiî'ye iktida edemez.
Binaenaleyh imam olacak kimseler, cemaatleri içinde her mezhebden kimse olabileceğini nazara alarak, mezhebler arası ihtilâflı konularda ihtiyatla amel etmeleri lâzımdır.
8 - İmam ile cemaatın namaz kıldıkları yerin hükmen aynı yerden sayılması lâzımdır. Buna binaen aralarında yüksek bir duvar olup imamın görülmesi ve sesinin işitilmesi mümkün olmasa, o iktida sahih olmaz.
9 - Cemaate kavuşmak için koşa koşa yürümek mekruhtur.
10 - Mescidlerde cemaatla kılanan namazlar evde aile ferdleri ile birlikte cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü camiye giderken atılan herbir adımın ayrı bir sevab ve fazileti vardır.
Bununla beraber, bütün namazları, camilerde kılıp evde kılmayı tamamiyle terketmek de doğru değildir. Çünkü bilhassa çocuklar, anasından babasından gördüğünü taklid eder ve onun te'sirinde kalır. Süse meraklı olan bir annenin kızı, çoğu vakitlerini süslenmekle geçirir. Sinema ve eğlenceye düşkün bir babanın çocuğu da, büyüyünce aynı şekilde olur. Bu bakımdan ana-babalar, çocuklarına, her yönüyle iyi örnek olma mecburiyetinde oldukları gibi; namaz; oruç gibi ibâdetlerde de onlara rehberlik yapmak ve nümûne olmak durumundadırlar. Aksi halde büyük vebal altında kalırlar. Nitekim "Evlerinizi mezar yapmayınız!" ve "Namazdan evine de bir hisse ayır" meâlindeki hadîs-i şerîflerle, evlerin namaz kılınmaz, hiçbir ibâdet yapılmaz bir hâle getirilmesine Peygamberimiz karşı çıkmışlardır. Sünnetlerin ve nâfile namazların, evlerde kılınmasının, camilerde kılınmasından daha faziletli ve sevablı olmasının bir hikmeti de, bu olsa gerektir.
11 - İmamın sesi kâfi gelmezse, cemaatten biri veya müezzinler, iftitah ve intikal tekbirlerini ve selâmları cehren tekrarlarlar.
12 - İmam birinci selâmı, ikinci selâmdan daha yüksek sesle okur. Çünkü namazın bittiğini ilân eden, asıl birinci selâmdır.
13 - İmam selâm verince, muktedî de, selâm ve duaları bitirmese bile selâm verir. Ancak henüz Tehıyyât'ı okumayı bitirmemiş ise, selâm vermez. Önce Tehıyyât'ı tamamlar, sonra kendi başına selâm verir.
14 - İmama teşehhüdde iken yetişip Tehıyyât'ı okumaya başlıyan kimse henüz Tehıyyât'ı bitirmeden imam ayağa kalksa, ona uyup ayağa kalkmaz. Tehıyyât'ı okumayı bitirir öyle kalkar. Bununla beraber, Tehıyyât'ı bitirmeden kalkmasında da bir mahzur yoktur.
15 - İmama uyan, rükû' ve secdedeki tesbihleri üçe tamamlamadan imam kalksa, o da kalkar.
16 - İmama uyan kimse rükünleri imamdan sonra yapmalıdır. İmamdan önce rükû'a eğilmek, secdeye gitmek, imamdan önce rükû' ve secdeden doğrulmak câiz değildir.
17 - Şu hususları imam terkettiğinde cemaat onları terketmez, yaparlar:
* Rükû' ve secde tekbirlerini terkederse,
* Başlangıç tekbîrinde elini yukarı kaldırmayı terkederse,
* Rükû' ve secde tesbihlerini terkederse,
* Teşehhüdde okumayı terkederse,
* Selâmı terkederse,
* Teşrik tekbirlerini terkederse.
18 - İmam namazın herhangi bir rek'atında bir secde fazla yapacak olsa veya son oturuşta oturduğu halde unutarak sonradan kalksa cemaat ona uymaz. Sübhânallah veya Allahü Ekber diyerek îkaz ederler.
19 - İmam eğer okurken tutulursa, arkadaki cemaatten birinin açması, imama hatırlatması gerekir.
İmam okurken tutulduğu vakit vâcib miktarda okumuş ise, hemen rükû'a gitmelidir. Vâcib olan miktarı okumamışsa, hemen okuduğu âyetin aşağısında olan veya ezberinde olan başka bir âyete geçebilir. Cemaatı hatırlatmak zorunda bırakmamalıdır.
20 - Namazdan sonra imamın cemaata dönmesi sünnettir.
21 - İmama uyan, ilk rek'atta imama yetişmiş ise imamla beraber selâm verir.
İmama tamamen uyan, yani, namazın evvelinden sonuna kadar fâsılasız olarak imama iktida eden, bütün rek'atları imamla beraber kılan kimseye müdrik denir.
İmamı rükû'da bulan kimse, ayakta tekbir alıp rükû'a eğilir. Bir kere Sübhânallah diyecek kadar bir süre imamla beraber rükû'da kalırsa o rek'ata yetişmiş, idrâk etmiş sayılır.
22 - İlk rek'atta imama yetişemeyen kimseye mesbuk denir. Bu kimse yine imama uyar. Son oturuşta sadece Tehıyyât'ı okur ve susar; salâvat ve duaları okumaz. Teşehhüdü ağır ağır okuyarak imamın namazı tamamlamasına kadar da uzatabilir. İmam sağa selâm verince o selâm vermez, sola da selâm vermesini bekler. İmamın sola da selâm vermesinden sonra ayağa kalkarak yetişemediği rek'atları tamamlar.
İmama ikinci rek'atta yetişen kimse imam selâm verdikten sonra Allahü Ekber diyerek kalkar. Sübhâneke, Fâtiha ve zamm-ı sûre okuyup rükû' ve secdeleri yaptıktan sonra oturur. Tehıyyât, salâvat ve duaları okuyarak selâm verir.
3. rek'atta imama yetişen ise, ayağa kalkınca Fâtiha ve sûre okumak suretiyle 2 rek'at daha kılar.
4. rek'atta imama yetişen kimse, imamın selâmından sonra kalkıp, Sübhâneke, Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tehıyyât'ı okuduktan sonra hemen kalkar, iki rek'at daha kılar. Bu iki rek'attan birincisinde Fâtiha ve sûre okur. İkincisinde ise, sadece Fâtiha okur. Burada dikkat edilecek husus, kendi başına namaz kılarken önce Fâtiha ve sûre okunan birinci ve ikinci rek'atları kılmaktır. Çünkü o, imama 4. rek'atta yetiştiği için sadece Fâtiha okunan son rek'ata yetişmiştir. Geriye Fâtiha ve sûre okunan 2 rek'at ile sadece Fâtiha okunan 1 rek'at kalmıştır. Bu sebeble imam selâm verdikten sonra kılacağı 3 rek'atın ilk 2'sinde Fâtiha ile beraber sûre de okur, sonuncu rek'atte ise sûre okumaz.
3 rek'atli olan akşam ve vitir namazlarının 3. rek'atinde imama yetişen kimse, imam selâm verdikten sonra kalkar, Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tehıyyât'ı okuyup tekrar kalkar, yine Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at daha kılar, sonra oturup selâm verir.
23 - Mesbuk, yani, imama ilk rek'atta yetişemeyen kimse, unutarak imamla beraber selâm verse kendisine sehiv secdesi gerekmez. Ancak imam selâm verdikten sonra selâm verse sehiv secdesi vâcib olur. Kasden imamla beraber selâm verdiği takdirde ise namazı bozulur.
24 - Cemaat selâmdan sonra:
Allahümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm
Allahım, sen bütün noksanlardan sâlimsin, selâmet sendendir. Ey azamet ve ikram sahibi, senin inâyet ve bereketin sonsuzdur. Cümlesi okununcaya kadar yerlerinde durur, sonra kalkıp sünneti ve duayı başka münasib bir yerde tamamlarlar. Farzdan sonra saffı bozmak müstehabdır. Tâ ki sonradan gelenler cemaatı hâlâ farzda sanmasınlar.
Münferiden namaz kılanlar ise, farz-sünnet bütün hepsini aynı yerde kılabilirler.
Cemaatla Namaz Nasıl Kılınır?
İmama uyan bir kimse, yani muktedî, imam tekbir aldıktan sonra, o da tekbir alarak namaza durur. Yalnız Sübhâneke'yi okuyup sükût eder. Fâtiha ve başka âyet okumaz. İmam rükû'a gittiği zaman, o da rükû'a gider. Rükû'daki tesbihleri söyler. İmam rükû'dan Semiallahü limen hamideh diyerek doğrulduğunda ise, Rabbenâ lekel-hamd der. Secdeye gittiklerinde de secde tesbihlerini okur.
3 veya 4 rek'atlı namazların ilk oturuşunda sadece Tehıyyât okunur. Son oturuşta ise, Tehıyyât ile beraber salâvat ve dualar okunarak imamla birlikte selâm verilir.
İmama uyan kimsenin, onun arkasında Fâtiha ve zamm-ı sûre okuması tahrîmen mekruhtur. Çünkü imam cemaata riyaseten okumaktadır. İmamın okuması cemaatın okuması yerine de geçer. Nitekim hadîs-i şerîf'te de bu husus sarahaten belirtilmiştir.
Ancak İmam-ı Muhammed, imamın kırâeti âşikâre yaptığı namazlarda cemaatın okumasını mekruh görmüşse de, imamın gizli okuduğu yerlerde cemaatın da okumasını câiz görmüştür.
Hangi Hallerde Cemaat Terkedilebilir?
Bir özür yokken cemaatı terketmek sünnete aykırıdır. Büyük bir sevabdan ve faziletten mahrum kalmaya sebebdir.
Ancak şu hallerde cemaatı terk bir özür sayılır, sünnete aykırı hareket edilmiş olmaz:
1 - Hastalık ve felçlilik hâli.
2 - Körlük, topallık veya kötürümlük.
3 - Şiddetli sıcak, soğuk, kar, yağmur, çamur gibi haller (*).
4 - Mal ve cana tecavüz korkusu.
5 - Zifirî karanlık.
6 - Fazla ihtiyarlık.
7 - Hasta bakıcı olmak.
8 - Yolculuğa çıkma hazırlığında olmak.
9 - Yemek sofrası hazır olmak.
10 - Abdesti sıkıştırmış olmak.
11 - Dinî mes'elelerle uğraşmak. Meselâ fıkıh öğrenmek ve öğretmek de bâzan cemaate iştirâk etmemek için mâzeret olabilir. Fakat terki îtiyad hâline getirmek câiz değildir.
Bu özürlerden biri dolayısıyla cemaat terkedilebilir. Sadece tenbellik ve gevşeklik neticesi cemaati terkedip duran kimse ta'zir cezasına müstehak olur. Şehâdeti kabûl edilmez.
Cemaate devam etmek istediği halde yukarıda saydığımız özürlerden dolayı muntazaman devam edemeyen kimse ise, niyetinin samimiyet ve temizliğine göre, cemaat sevabından mahrum kalmamış olur.
OKUMA PARÇASI: PADİŞAHIN ŞÂHİDLİĞİNİ KABÛL ETMEYEN KADI
Osmanlı Padişahı Yıldırım Bâyezid Han'ın bir mes'eleden dolayı mahkemeye gelip şâhidlik yapması gerekmişti. Ancak Bursa Kadısı Molla Fenârî, hiç çekinmeksizin Padişah'ın şâhidliğini reddetmiş, mahkemede şâhidlik yapma liyâkatinde olmadığını iddia etmişti. Gerekçe olarak da, Padişah'ın cemaatle namaz kılmakta ihmali olduğunu ileri sürüyor; cemaati terkederek, dînin mühim bir şeâirinde lâubali davranan birinin şehâdetinin kabûl edilemiyeceğini söylüyordu.
Molla Fenârî'nin bu kararı ve gerekçesi hukuka uygundu. Bu yüzden Yıldırım Bâyezid ona hiçbir itirazda bulunmadı. Gerçi o devirde kadıları tâyin eden Padişah olduğu için, istese onu görevden alabilirdi. Fakat o, böyle bir davranışın hukuka en büyük saygısızlık ve adâleti ayaklar altına almak olacağını bildiğinden, bu yola da başvurmadı. Bil'akis Kadı Efendi'nin adâlet işlerindeki tarafsızlığından, hükümdara karşı bile hakkı söylemek cesaretini göstermesinden çok memnun oldu.
Kısa bir süre sonra da, Kadı Efendi'nin ileri sürdüğü kusurunu giderdi. Sarayın önünde bir cami yaptırdı. Ve bundan böyle beş vakit namazı bu camide cemaatle kılmaya başladı. (Mehmed Dikmen, İslâmda Fazilet Yarışı)
* * *
NAMAZI KESİP CEMAATE YETİŞMEK
Başlanmış bir namazı bilerek ve hiçbir özür yokken bozmak câiz değildir. Ancak cemaata yetişmek ve cemaat sevabı kazanmak gibi bir durum karşısında, başlanmış namazı bozmak câiz hâle gelir.
* Bir adam yalnız başına farz kılmaya başladıktan sonra, yanında cemaatle namaz kılmaya başlanırsa ne yapmalıdır?
Eğer tek başına namaz kılan kimse, henüz birinci rek'atın secdesine varmamış ise, hemen namazını bozup cemaate uyar. Eğer ilk rek'atin secdesini yapmış ve kıldığı farz namaz da dört rek'atlı ise, ikinci rek'atı tamamlar, ondan sonra selâm verip imama uyar. Böylece farzı imamla birlikte kılmış, cemaat sevabına kavuşmuş olur. Kendi başına kıldığı iki rek'at namaz da nafile yerine geçer.
Eğer cemaatla namaza durulduğunda tek başına namaz kılan kimse üçüncü rek'atta olup henüz secde yapmamışsa, ayakta iken selâm verip imama uyabilir. Şayet üçüncü rek'atı bitirmiş ise, namazı kesmeyip dördüncü rek'atı da tamamlar. Bundan sonra cemaat sevabı için imama uyar. Ancak bu durumda, kendi başına kıldığı namaz, farz; cemaatle kıldığı ise, nafile yerine geçer. Bir de bu namazın ikindi namazı olmaması şarttır. Çünkü ikindinin farzı kılındıktan sonra nâfile kılınması câiz değildir.
Kılınan namaz dört rek'atlı bir namaz değilse (iki rek'atlı sabah veya üç rek'atlı akşam namazı ise) ikinci rek'atı bitirmiş olmadıkça, hemen namaz kesilip imama uyulabilir. Fakat cemaat yapıldığında ikinci rek'at tamamlanmış olursa, artık namaz bozulup imama uyulamıyacağı gibi, namazı tamamlayıp bitirdikten sonra da uyulmaz. Zira sabah namazlarından sonra nâfile namaz kılınmamaktadır. Akşamdan sonra ise imama uyularak üç rek'at nâfile kılınması câiz değildir.
* Sünnet namaz kılınırken cemaatle farz kılınmaya başlansa, durum ne olur?
Bu durumda namaz derhal iki rek'ata tamamlanarak imama uyulur. İki rek'at bitirilmeden, imama tâbi olunmaz. Eğer kılınan öğlenin sünneti idiyse, farzdan sonra dört rek'at olarak kazâ edilir. Ayrıca son sünnet de kılınır. İlk kılınan iki rek'at ise nâfile yerine geçer. Kılınan ikindi ve yatsının sünnetleri ise, artık farzdan sonra tekrar kılınarak kaza edilmeleri gerekmez.
* Camiye gelen kimse cemaatın farza durmuş olduğunu görür ise ne yapar?
Sünnet kılmayarak derhal imama uyar. Hattâ müezzin kâmetlerken bile, sünnete durulması mekruhtur. Ancak kılınan sabah namazı ise, imama da teşehhüdde yetişebilme imkânı varsa, önce sünnet kılınır, sonra imama uyulur.
* * *
CAMİ ve CEMAAT ÂDÂBI
Camiler ve mescidler, Müslümanların cemaatla toplu olarak namazlarını edâ ettikleri binalardır. Bu binalara, içlerinde Allah'a secde edildiği, ibâdet yapıldığı, namaz kılındığı için mecaz yoluyla Allah'ın evi de denmiştir.
Bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:
"Yeryüzünde benim evlerim (mesabesinde olan yerler) mescidlerdir. Orada beni ziyaret edenler, o mescidleri imar ve ihyâ edenlerdir."
"Mü'minler, mescidlerin binasına, tefrişine, tamirine, ihtiyaçlarına, temizliğine îtina göstermeli; onları namaz, niyaz, Kur'an-ı Kerîm tilâveti, tesbihler vesair ibâdetler ile ihyâ etmelidir."
"Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman edenler îmar ve ihyâ ederler" (et-Tevbe, 17) âyetindeki îmarın bir mânâsı da ibâdetle ihyadır. Şu hâle göre, mescidlere alâka göstermek, onları maddeten onarmak ve ibâdetle ihya etmek, mü'minlere düşen mühim bir vazifedir.
Cami ve cemaat için birtakım âdâb beyan olunmuştur:
1 - Mescidleri Allah'ın evi mesabesinde kabul edip içlerine girildiğinde İlâhî huzurda olduğunu hatırdan çıkarmadan edeb ve huşû' içinde bulunmak.
2 - Mescidleri -temizliğine îtina gösterip- kirletmemeye çalışmak.
3 - Mescidlere devamı îtiyad hâline getirmek, cemaatin faziletine inanmak.
Bir hadîs-i şerîf'te mescidlerin fazileti şu şekilde ifade buyrulmaktadır:
"Bir kimse evinde güzelce temizlenir ve farz namazını kılmak üzere mescidlerden birine giderse, adımlarından biri, günahlarını siler, diğeri de derecesini yükseltir."
4 - Mescide giderken temiz ve yeni elbiseler giymeli, güzel kokular sürünmelidir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:
"Ey âdemoğulları, her mescide gittiğinizde ziynetinizi, en güzel elbisenizi giyin. Yeyin, için (fakat) isrâf etmeyin. Çünkü Allah, isrâf edenleri sevmez" (el-A'râf, 31).
5 - Evde abdest alıp kapıdan sağ ayağını atarak çıkmak, mescide ağır, fakat sık adımlarla, sakin ve vekarlı bir şekilde yürümek. Koşup acele etmemek.
Peygamberimiz bir gün namaz kılarken ayak patırdıları duydu. Namaz bitince:
- Gürültünüz neydi? diye sordu.
- Namaza yetişmek için acele ettik, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Bir daha böyle yapmayın. Namaza yavaş ve vekarlı geliniz. Yetiştiğinizi kılar, yetişemediğinizi tamamlarsınız, buyurdu.
6 - Mescide eğer mümkünse namaz vaktinden evvel gitmek.
Mescide erken gidip namazı bekleyen kimse, namazda imiş gibi sevab kazanır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul abdestli olarak mescidde namazı beklediği müddetçe namazda gibi olur."
"Ashabım! Siz namazı kılmak için beklediğiniz müddetçe namazda gibisiniz. Elbette bir kavim hayırlı bir işi beklediği müddetçe hayırdadır."
7 - Mescide sağ ayağını atarak girmek ve girerken de şu duayı okumak:
Allahümme'ftah aleynâ ebvâbe rahmetike ve'ğfir zünübenâ bifadlike ve keremike yâ ekreme'l-ekremîne ve yâ erhame'r-râhimîn (*).
8 - Mescide girince ezan okunmamış ve mekruh vakit de girmemiş ise, iki rek'at Tehıyyetü'l-Mescid namazı kılmak.
9 - Ezan okunup namaz kılınıncaya kadar Kur'an okumak; tesbih, zikir, salâvat-ı şerîfe gibi ibâdetlerle meşgul olmak.
10 - Ezanla namaz arasında kalan müddet içinde, kendisi, ailesi, çocukları, ana-babası, akrabaları ve bütün mü'minler için dua etmek.
11 - Namaza başlamadan evvel, başladıktan sonra ve bitince, Allah huzurunda olmanın gerektirdiği ciddiyet, vekar, sekînet ve huşû'dan ayrılmamak.
12 - Önden itibaren safları doldurmada acele davranmak, safların sık ve düzgün olmasına gayret göstermek.
13 - Soğan, sarımsak gibi pis kokulu ve insana eziyet verici şeyleri yiyen ve çorabı, üstü başı bütün cemaatı rahatsız edecek derecede kokanlar, bu kokuları giderecek bir temizlik yapmadan mescide gitmemelidir.
14 - Mescidden çıkarken önce sol ayak dışarı atılır, öyle çıkılır.
NAMAZDAN SONRA OKUNACAK TESBİHLER
Namazdan sonra imam ve cemaatin üç kere:
Estağfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyh (*) demeleri sünnettir.
Gerek yalnız başına, gerekse cemaatla kılarken istiğfarı müteâkip:
Sübhânallahi ve'l-ham-dü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm (**) denir.
Herkes Eûzü Besmele çekip Âyete'l-Kürsî'yi okur. Hadîs-i şerîfte: "Her kim beş vakit namazın sonunda Âyete'l-Kürsî'yi okursa, cennete girmekten onu ancak ölüm men'eder" buyurulmuştur.
Âyete'l-Kürsî'den sonra İhlâs ve Muavvizeteyn de okunabilir.
Bundan sonra 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa da Allahü Ekber denir.
Tesbihleri el ile saymak sünnettir. Peygamberimiz parmaklarıyla tesbih ederlerdi. Fakat tesbih kullanmak da câizdir. Sahâbelerden taş sayarak tesbih edenler olmuştur. (Ebû Hüreyre Hazretlerinin düğümlü ipliği vardı. Onunla tesbih ederdi). El ile tesbihleri saymak, tesbih ile saymaktan efdaldir.
Bundan sonra:
Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.. (*)
Sübhâne rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-vehhâb denilerek eller göğüs hizasına kaldırılır. Avuç içi yüze doğru meyilli olacak şekilde açılarak dua yapılır. Dua bittikten sonra yüz meshedilir.
* Yüzü mesh duada el kaldırmanın sünnetidir. El kaldırmadan dua edilmişse, yüzün meshi gerekmez. Yüzün meshindeki hikmet, bereketin kendisine gelmesi ve içine sirayetidir. Ve belânın def'ini, atânın husûlünü ummaktır. Tek elle mesh yapılmaz.
Namaz tesbihatının ehemmiyetine dair Peygamberimizden şu hadîsi şerifler rivâyet edilmiştir:
1. "Kim ki her namazın sonunda 33 kere Allah'ı tesbih eder, 33 kere Allah'a hamdeder ve 33 kere de tekbir getirir ve sonunda da "Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" derse, deniz köpüğü kadar da olsa günahları afvedilir." (Müslim).
2. "Muhacirlerin fakirleri Resûlüllah'a (asm) geldiler ve:
- Servet sâhipleri yüksek dereceleri ve ebedî nimeti kaptılar. Bizim gibi namaz kılarlar, bizim gibi oruç tutarlar. Ve onların artan malı vardır. Onunla hac ederler, umre yaparlar, cihâd ederler ve sadaka verirler, dediler.
Resûlüllah (A.S.M.):
- Size bir şey öğreteyim mi? Sizi geçenlere onunla yetişecek ve sizden sonrakileri onunla geçeceksiniz ve sizin gibi yapmadıkça hiçbiri sizden daha sevablı olmayacaktır" buyurdu.
- Evet yâ Resûlâllah! dediler. Resûlüllah (asm) de:
- Her namazın sonunda 33'er defa Sübhânallah, Elhamdü lillâh ve Allahü Ekber diyeceksiniz, buyurdu."
3. "Her farz namazın sonunda 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa Allahü Ekber diyen, hasara (ziyana) uğramaz."
4. Ebû Said el-Hudrî (ra) rivayet ediyor:
Resûlüllah (sav):
- Allahü Teâlâ'nın rızasını kazanmaya vesile olan amelleri çok yapınız, buyurdu. Ashap: "Bu ameller hangileridir?" dediler.
- Allahü Ekber.
Lâ ilâhe illâllah,
Sübhânallah,
Elhamdü lillâh,
Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözlerini söylemektir, buyurdu. (Hâkim, Müstedrek).
5. Ebu Hüreyre (ra) rivayet ediyor:
"Resûlüllah bir gün: "Zırhlarınızı giyiniz", buyurdu. Ashap: "Yâ Resûlâllah! Düşman mı geldi?" dediler. "Hayır, Cehennemden korunma zırhını giyiniz: Sübhânallah, Elhamdü lillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahü ekber, deyiniz. Bunlar kıyamet günü, önünüzden, arkanızdan sizi korurlar" cevabını verdi. (Hâkim, Müstedrek).
GEÇMİŞ NAMAZLARIN KAZASI
Edâ ve Kazâ Nedir?
Bir namazı vaktinde kılmaya edâ, vaktinden sonra kılmaya ise kazâ denilir.
Hangi Namazlar Kazâ Edilir?
Vaktinde kılınmamış olan 5 vakit farz namazların kazâsı farzdır. Vitir namazının kazâsı ise vâcibdir. Sünnetlere gelince sadece sabah namazının sünneti vakti dışında kazâ edilebilir. Diğer sünnet namazların vakti haricinde kazâları yoktur.
Sabahın sünnetinin kazâ edilebilmesi için de, farz ile sünnetin beraber kazâya kalmış olması ve hemen o sabah, kerâhet vaktinden sonra öğleye kadar sünnetin farzla birlikte kazâ edilmesi şarttır. Sabahın farzı kılınıp sünneti terkedilmişse, artık o sünnet kazâ edilmez. Sabahın kazâsı öğleden sonraya bırakıldığı takdirde de, sadece farz kazâ edilir, sünnet terkedilir.
Öğle namazının ilk sünneti, cemaatle farza yetişmek için terk edilebilir. Bu takdirde farzdan sonra, iki rek'atlık son sünnetten önce kazâ edilir. Son sünneti kıldıktan sonra kazâ edilmesine de cevaz verilmiştir. Bu kazâ, vakti içinde bir kazâ, daha doğrusu te'hirli (gecikmiş) bir edâdır.
Namazı Kazâya Bırakmanın Hükmü Nedir?
Bir namazı özürsüz yere vaktinde kılmayıp kazâya bırakmak büyük bir günahtır. Bu namaz kazâ edilince namaz borcundan kurtulunmuş olur. Fakat namazın özürsüz yere (vaktinde kılınmayışından) dolayı meydana gelen günah bâkîdir. Bu günahtan kurtulmak için ise, tevbe ve istiğfar gerekir. Bu sebeble şuurlu dindarlar eften-püften bahanelerle veya sırf tenbellik sâikasıyla namazlarını te'hir etmekten, vaktinde kılmayıp kazâya bırakmaktan sakınırlar. Sonradan kazâ bile edilse, bunun namazı vaktinde kılmama (te'hir) günâhını ortadan kaldırmayacağını bilirler.
Gerekli tedbirleri aldığı halde uykudan uyanamamak veya namazı kılmadığını unutmak sebebiyle namazın vaktinde kılınamaması, namazı te'hir mes'ûliyetini mûcib değildir.
Kazâ Namazları Ne Zaman Kılınır?
Kazâ namazları için, Hanefî mezhebine göre muayyen bir vakit olmamakla birlikte, tertibe riayet lâzımdır. Yani bir namazı geçirince, ondan sonraki vakit namazını kılmadan önce kazâya kalmış olan namazın kılınması gerekir. Ancak bu, bir insanın üzerindeki kazâ namazları, 6 vakitten az olduğu takdirdedir. Üzerinde 6 vakitten az kazâ borcu olan kimseye sâhib-i tertib denir ki böyle bir kimse vakit namazı ile kazâ namazları arasında tertibe dikkat edeceği gibi, kazâya kalan namazları arasında da tertibe riayet etmesi lâzımdır. Meselâ: Sabah, öğle, ikindi ve akşam namazları kazâya kalmış bir sâhib-i tertib, bu namazları sırasıyla kılıp kazâ etmeden yatsı namazını kılamaz. Kılarsa yatsı namazı fâsid olur, kılınmamış hükmüne geçer. Ancak sahib-i tertib olan kimsenin üzerindeki kazâya kalmış namaz sayısı 6 ve daha fazla vakte çıkarsa, artık o kimse sâhib-i tertib olmaktan çıkar. Tertibe riayetsizlik yüzünden fâsid olan namazları da, böylece sahih hâle gelir.
Sahib-i tertib olmaktan çıkan kimsenin, artık tertibe riayet mecburiyeti yoktur. Mekruh vakitlerin haricinde, her zaman istediği namazı kazâ eder.
Tertib şartı, kazâ namazları 6'dan fazla olmakla bozulacağı gibi, namaz geçirdiğini unutarak vakit namazı kılmakla da bozulur. Bu sebeble, üzerinde kazâ namazı olduğunu unutarak vakit namazı kılan kimse, daha sonradan kazâ borcunu hatırlasa kıldığı vakit namazı fâsid olmaz. Çünkü bu durumda o, sâhib-i tertib olmaktan çıkmıştır.
Farz olan namaz kazâ edilirken ezan ve kâmet okumak sünnettir. Birkaç namaz birden kazâ ediliyorsa, bir ezan ve her bir kazâ namazı için de ayrı ayrı kâmet lâzımdır.
Kazâları Geciktirmeden Kılmanın Lüzumu?
Namaz her ne şekilde kazâya kalmış olursa olsun, mâni olan özür kalmayınca hemen kazâ etmek lâzımdır. Mâlikî mezhebine göre, üzerinde kazâ namazı olan bir adamın nâfile namaz ile meşgul olması haramdır. Üzerinde kazâ borcu olan kimse, sadece sabahın sünneti ile vitir namazını ve bayram namazlarını kılar. Bunun dışındaki nafile ve sünnet namazların yerine kazâ namazları kılmalıdır. Şâyet kazâ namazı kılmaz, sünnet ve nâfile namazları kılarsa, bu namazları kıldığı için sevab almakla beraber, kazâ namazlarını geciktirdiği için de günah kazanır.
Şâfiî mezhebine göre de, üzerinde acele kılınması vâcib olan kazâ namazları olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar sünnet ve nâfile nev'inden namazlar ile meşgul olması haramdır.
Hanbelî mezhebine göre de, kazâ borcu olanın, nâfile ve gayr-ı müekkede sünnetleri kılması haramdır. Vitir ile müekkede sünnetleri kılar. Fakat kazâsı çok ise, bunları da kılmayarak kazâ namazları ile meşgul olmalıdır. Sabah namazının sünneti bundan hariçtir. Her hâl ü kârda kılınır, terkedilmez.
Hanefî mezhebinde ise, kazâ namazı kılmak için sünnetlerin terk edilmesi câiz değildir. Kazâsı olan kimse, sünnetleri ayrı, kazâyı ayrı kılarlar.
Görüldüğü gibi, diğer üç mezhebe göre, kazâ namazlarını geciktirmek câiz olmamaktadır. Binâenaleyh üzerinde kazâ namazı borcu olanlar, bu borçlarını geciktirmeden, en kısa zamanda kazâ edip mes'uliyet ve vebâlinden kurtulmaya bakmalıdırlar.
Kazâ Namazlarını Kılarken Nasıl Niyet Edilir?
Üzerinde çok kazâ namazı olup hangi namazı kazâ edeceğini bilemeyen kimse şöyle niyet eder: "Vaktine yetişip de kılamadığım ilk (öğle) namazını yahut son (öğle) namazını Allah rızâsı için kazâ etmeye niyet ettim." Bu şekilde niyet edilirse, her kılışta ilk yahut son kalan namaz kazâ edilmiş olacağından vakit tâyini de yapılmış olur.
* * *
BAŞLANMIŞ NAMAZI BOZMAK veya NAMAZI KAZAYA BIRAKMAK
Başlanmış bir namazı bozmak veya edâ etmeyi te'hir ederek kazâya bırakmak harâm ise de, bâzı hallerde câiz, hattâ vâcib bile olur. Bu hallerin başlıcaları da şunlardır:
1 - Suya düşmek, hayvan saldırısına uğramak gibi canı tehlikeye düşmüş bir kimsenin imdad isteğine koşmak için namazı bozmak vâcibdir.
2 - Doğum esnasında, ana veya doğacak çocuğa bir zarar gelme ihtimâli varsa, ebe'nin namazda ise namazı bozması, daha kılmamışsa te'hir etmesi vâcibdir.
3 - Kırda, hırsızdan, yol kesiciden, vahşî hayvan saldırısından korkan kimsenin namazını te'hir etmesi câizdir. Harb esnasında da namaz sonraya bırakılabilir.
4 - Nafile namazda iken anası veya babası tarafından çağrılan kimsenin, onlara icâbet etmesi vâcib olur. Tâ ki kendilerine cevab verilmediğinden dolayı eziyet duymasınlar. Farz namazda iken ise, namazı bozmak câiz olmaz.
5 - Malının çalınmasından endişelenen kimsenin de namazını bozması câiz olur.
6 - Kadın namazda iken ateşte koyduğu tencerenin kaynayıp taşmasından veya çocuğunun ağlayıp haykırmak gibi şeyler ile ızdırap çekmesinden korkarak namazı bozması câizdir.
* * *