NAMAZ'IN ŞARTLARI
435 Şart; bir şeyin mevcudiyetinin
kendisine bağlı olduğu şeydir ve onun içinde değildir.(96)
Alaûddin el Haskafi: "Lugatta şart; daimi alâmet
manasına gelir. Şeriatta ise, bir şeyin kendisine bağlı
bulunduğu, fakat içine dâhil olmadığı nesnedir"
hükmünü zikreder. İbn-i Abidin bu metni şerhederken:
"Şeriatta şart, bir şeyin kendisine bağlı bulunduğu
fakat içine dâhil olmadığı nesnedir. Bilmiş ol ki, bir
şeye bağlı olan nesne, o şeyin hakikatine dâhil ise ona
"Rükûn" derler. Namazda rükû böyledir. Hakikatinde
dâhil değilse; ya o şeye tesir eder, ya tesir etmez. Tesir
ederse ona "illet" denir. Cinsi münasebetin helal
olması için nikah akdi böyledir. Tesir etmezse, ya bazı
sûretlerde ona ulaştırır yahud ulaştırmaz. Ulaştırırsa
ona "Sebeb" derler. Vakit böyledir. Ulaştırmazsa ya
o şey buna bağlıdır, yahud değildir. Bağlı ise ona
"Şart", değilse "Alamet" denir. Şart'a
misal namaz için alınan "Abdest", Alâmet'e misal de
Ezândır. Nitekim bunu bercendi de izah etmiştir. Binaenaleyh
şarihin şartı tarif ederken "O şeye tesir etmeyen ve
bazı hallerde ona ulaştırmayan" ibaresini de ilave etmesi
gerekirdi"(97) buyurmaktadır. Namaz'ın şartları:
Necaset'ten taharet, Hades'ten taharet, Setr-i avret, İstikbal-i
kıble, vakit ve niyet olmak üzere altıdır. Şimdi bunları
izaha gayret edelim.
436 NECASET'TEN TAHARET:
Namaz kılacak olan kimsenin; bedeninden, elbisesinden ve namaz
kılacağı mekandan, pislikleri temizlemesi farzdır.(98) Eğer
pislik "Necaset-i Ğalize" hükmünde ve bir dirhemden
fazla ise; temizlemesi farz, az ise sünnettir. Bu konu
üzerinde; daha önce durmuş ve kat'i delilleriyle izah
etmiştik.(99)
437 HADES'TEN TAHARET:
Kûr'an-ı Kerim'de: "Eğer cünüb iseniz vücudunuzu
tertemiz ediniz"(100) hükmü beyan buyurulmuştur.
Dolayısıyla cünüb olan kimsenin gusül abdesti alması
şarttır. Abdestsiz olan kimsenin de abdest alması gerekir.
İbn-i abidin: "Hades, necasetten daha ğalizdir. Çünkü
necasetin azı afv edildiği halde, hadesin azı afv
edilmemiştir."(101) buyurmaktadır. Esasen hades bir
bütündür, cüzlere ayrılmaz.
438 SETR-İ AVRET:
Kûr'an-ı Kerim'de: "Ey Adem oğulları, her mescid
huzurunda (Namaz ve tavaf anında-Celâleyn) zinetinizi alın
giyinin"(102) hükmü beyan buyurulmuştur. Kadı Beyzavi bu
ayet-i kerime ile setr-i avret'in farz kılındığını beyan
etmektedir.(103) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kadın her
tarafı örtülmesi gereken bir avrettir"(104) buyurduğu
bilinmektedir. İmam-ı Kasani: "Yabancı bir kimse,
kendisine na-mahrem olan yabancı bir kadının bedeninden el ve
yüz hariç, hiçbir yerine bakamaz. Çünkü Allahû Teâla
(cc): "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini (harama
bakmaktan) sakınsınlar" (En Nûr Sûresi: 30)
buyurmuştur. Ancak meydanda olan zinet yerlerine, yani yüz ve
ellerine bakmaya Allahû Teâla (cc)'nın şu kavliyle müsaade
edilmiştir: "Onlardan meydanda olan müstesna" bu
Ayet-i Kerime'den murad; zinet yerleridir. Zinet yerleri ise;
yüz ve elleridir. Kuhul (sürme) çekmek yüzün zineti yüzük
ise elin zinetidir. Çünkü kadın alışveriş ve dünyevi
işlerinde yüzünü ve ellerini açmak zorundadır. İşlerini
ancak onları izhar etmekle başarabilir. Öyle ise onları
açmakta zaruret vardır. Bu İmam-ı Azam'ın
kavlidir"(105) hükmünü zikretmektedir. Feteva-ı
Hindiyye'de: "Hür olan kadının; yüzü, elleri ve
ayakları hariç, bütün bedeni avrettir. Mütûn'da da
böyledir"(106) denilmektedir. Resûl-i Ekrem (sav):
"Baliğa bir kızın; ancak başörtüsünü (Usulü
veçhile) örtmesiyle namazı sahih olur"(107) buyurmuştur.
Dolayısıyle kadının saçının tamamı avrettir. Erkeğin
avret yerlerine gelince: Göbeğin altından, diz kapağına
kadar olan kısım avrettir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Diz
kapağı avrettir"(108) Hadis-i Şerifini esas alan hanefi
fûkahası; diz kapağının avret olduğu hususunda
müttefiktir. Cariye olan kadının avreti, erkeğin avreti
gibidir. Sadece sırtı ve karnı da avrete dahildir.(109)
Erkekte ise sırt ve karın avrete dahil değildir. Namaz
esnasında "Avret-ı Ğaliza" olan uzvun; dörtte
birinin (bir rükünün edası mümkün olacak kadar)
açılmasıyla namaz bozulur. "Bir rükünün edası
mümkün olacak kadar" kaydı şunun içindir; eğer
açılır açılmaz derhal örterse, namazı ittifakla caiz olur.
439 İSTİKBAL-İ KIBLE
(Kıble'ye yönelmek): Kûr'an-ı Kerim'de: "Hangi yerden
çıkarsan (Namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir.
(Siz de ey mü'minler) Nerede olursanız (olun) yüzlerinizi
Mescid-i Haram'a çevirin"(110) hükmü beyan
buyurulmuştur. Dolayısıyla namaz için (ister Farz, ister
Vacib, ister Nafile olsun) kıbleye yönelmek farzdır. Mekke'de
mukim olan kimseler için, kabe-i şerife tam isabet ettirmek
esas alınmıştır. Öyle ki evinde namaz kılan bir Mekkeli;
aralarındaki duvarlar kaldırıldığı an, Kabe-i Şerif'i tam
karşısında bulmalıdır.(111) Mekke'nin dışında olan
mü'minler ise; Kabe-i Şerif'in cihetine isabet için gayret
sarfederler. Hatta namaz kılan bir kimse; kıblenin yönünü
kati olarak araştırdıktan sonra hata etse, namazını iade
etmez.(112) Kûr'an-ı Kerim'de: "Yeryüzünde daha nice
alametler yarattık. Yıldızlarla da insanlar yollarını
doğrulturlar"(113) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı
Şafii (rh.a) bu Ayet-i Kerime'yi zikrettikten sonra:
"Bütün bunlar gösteriyor ki, mescid-i haramı kıble
tayin eden Allahû Teâla (cc) yarattığı alametlerle,
insanların bu noktaya yönelmelerini emretmiştir. Hiç şüphe
yoktur ki; insanlar yollarını alametlerle bulur. Alametleri
tanımak ve kullanmak için Allahû Teâla (cc); insanlara akıl
da vermiştir. Bütün bunlar şanı yüce Allahû Teâla
(cc)'nın nimetlerinin beyanıdır"(114) buyurmaktadır.
Molla Hüsrev: "Alametlerin görünmemesiyle veya
karanlıkların yığılmasıyla veya bulutların toplanmasıyla
namaz kılan kimseye kıblenin şüpheli olmasına iştibah
denir. Kıble yönünü haber veren bir kimse (Adil bir mü'min)
de bulamazsa, musallî aklıyla yönü araştırır. Zira
Sahabe-i Kiram, kıbleyi araştırıp namazlarını eda
etmişlerdir. Resûl-i Ekrem (sav)'de onları bundan men
etmemiştir"(115) hükmünü zikretmektedir. Ancak namaz
kılan bir kimse; kıble yönünü soracak herhangi bir kimse
bulamaz ve alametlere bakarak araştırmayı da terkederek;
namaza başlarsa, bu namaz fasid olur.
440 VAKİT: Kûr'an-ı
Kerim'de: "Muhakkak surette namaz, vakitlendirilmiş olarak
mü'minlere farz olmuştur"(116) hükmü beyan
buyurulmuştur. Beş vakit farz namazların vakitleri üzerinde
daha önce durmuştuk!..(117)
441 NİYET:
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ameller niyetlere
göredir"(118) buyurduğu bilinmektedir. İbn-i Abidin:
"Niyette muteber olan kalbin amelidir. Yani niyeti tahakkuk
ettiren ve şer'an niyette muteber olan şart; bir şeyi baştan
bilmektir. Bu bilgi kat'i iradeden meydana gelmiş olacaktır.
Bir şeyi mutlak surette bilmek niyet olmadığı gibi, mücerred
dil ile söylemek de niyet değildir"(119) hükmünü
zikreder. Bahsin devamında da; dil ile niyetin hangi hallerde
olabileceğini beyan etmiştir. İbn-i Hümam: "Peygamber
(sav)'in namaza başlarken, filan namazı kılıyorum dediği
(yani dil ile söylediği) sahih ve zaif hiçbir hadisle sabit
olmadığı gibi, Sahabe-i Kiram ve Tabiûndan da böyle birşey
sabit olmamıştır"(120) buyurmaktadır. Haleb-i Sağir'de:
"Kalb ile niyet şarttır. Lisan ile söylemek ise
müstehabtır. Muhtar olan işte budur ki, bunu hidaye sahibi ve
başkaları ihtiyar etmişlerdir. Denilmiştir ki: Lisan ile
söylemek bid'at'tır. Şayed kalb ile niyet etse de, dil ile
söylemese imamlar arasında ihtilaf vaki olmaksızın caiz
olur"(121) hükmü yer alır. İmam-ı Rabbani:
"Ûlema'dan bazıları namazda niyet için; kalben dileyerek
dili ile söylemeyi "Bid'at-ı Hasene" diye
anlatmıştır. Bu bid'at sünnet bir yana, farzı dahi
kaldırmaktadır. Şundan ki; insanlardan pek çoğu bu durumda
niyet işinde yalnız dil ile olanıyla yetinecek ve kalblerini
hazır edemiyeceklerdir. İşte o zaman dahi, namazın
farzlarından biri olan "Kalb ile niyet" tamamen
bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir. Kalan bid'atler
dahi, anlatılan bu manaya göre kıyas edilebilir"(122)
buyurmaktadır. Müceddidi elf-i sani İmam-ı Rabbani (rh.a)'nin
"Bid'at'ın hasenesi olmaz, hepsi mezmundur" buyurduğu
bilinmektedir. Şurası muhakkaktır ki; niyet kalbe ait bir
vakıadır. Bu hususta icma hasıl olmuştur. Mücerred dil ile
söylemenin (Kalbi azim olmadığı zaman) "niyet"
mahiyetini taşımadığı da bilinmektedir. Bazı ûlema:
"Şayed musalli, hangi namazı kıldığını bilirse, bu
niyettir" demiştir. Molla Hüsrev bu iddiaya şu cevabı
vermektedir; "Essah olan kavle göre, şüphesiz bu
kadarını bilmek niyet değildir. Çünkü niyet, ilimden
(bilmekten) başkadır. Malûm değil midir ki; bir kimse
küfrün mahiyetini bilse, kafir olmaz. Eğer küfre niyet
ederse, kafir olur. Müsafir de, ikameti bilmek ile mûkim olmaz.
Eğer ikamete niyet ederse mukim olur"(123) Dolayısıyla
namaza; kalben kat'i azimle "niyyet ederek" girmek
şarttır.