604 Hanefi Fûkahası'ndan
Alaûddin El Haskafi: "Bir kimse üzerinde kazaya kalmış
namazlar olduğu halde ölür de, keffaret verilmesini vasiyyet
ederse, fıtra'da olduğu gibi her namaz için yarım sa verilir.
Vitir namazı ile orucun hükmü de böyledir. Keffaret ancak
malının üçte birinden verilir" hükmünü zikreder.
İbn-i abidin bu metni şerhederken: "Sonra bilmelisin ki
ölen kimse oruç fidyesi vasiyyet ederse kat'i surette caiz
olduğuna hükmedilir. Çünkü nassan delil vardır. Vasiyyet
etmezse mirasçı kendiliğinden verdiği takdirde İmam-ı
Muhammed "Ez-Ziyadat" nâm eserinde "İnşaallah
kafi gelir" demiş, kafi gelmeyi Allahû Teâla (cc)'nın
dilemesine bağlamıştır. Zira bu hususta nass yoktur. Keza
namaz fidyesi vasiyyet ederse, yine Allahû Teâla (cc)'nın
dilemesine bağlamıştır. Çünkü ûlemamız namazı itiyaden
oruca kıyas etmiştir. Oruç hakkındaki nassın acz'le ta'lil
edilmiş olması ihtimali vardır. Böyle olunca illet namaza da
şamildir. Acizlikle ta'lil edilmemişse verilen fidye
başlı-başına hayır olur. Ve günahları gidermeye yarar.
Binaenaleyh kendisinde bir şüphe var demektir."(440)
Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse eğer veresesine vasiyyet
etmezse, bu durumda bazı varislerin teberruları caiz olur. Bu
varis her namaz için yarım sa (520 dirhem) buğdayı niyyet
ederek verir. Bu kimsenin, buğdayın hepsini birden bir fakire
vermesi caiz olur. Keffaret-i yemin, savm ve zıhar bunun
hilafınadır. Yetime'de; Hz. Ali (ra)'in oğlu Hz. Hasan (ra)'a
bir kimse ölüm hastalığında iken, namazı için fidye
verebilir mi, diye sorulmuştur. Hz. Hasan (ra)'da: "Hayır,
veremez" buyurdu. "Denilmiştir. Humeyr El Veberi ve
Ebû Yusuf b. Muhammed'den: "Bir pir-i faninin hayatta
olduğu süre içirisinde, oruç için fidye verebildiği gibi,
namaz için de fidye verebilmesi caiz olabilir mi?" diye
sordular. Onlar da cevaben: "Hayır, namaz için fidye
veremez" dediler. Tatarhaniye'de de böyledir" hükmü
kayıtlıdır.(441) Sonuç olarak; pir'i fani (Çok yaşlı olan
bir kimse) hayatta iken tutamadığı oruçların fidyesini
bizzat kendisi verebilir, kılamadığı namazların fidyesini
veremez. Ancak bunlar için vasiyette bulunabilir. Zira orucun
fidyesi nass'la sabittir. Namaz için ise nass mevcud değildir.
605
Ölen kimsenin kaza namazı mevcud, ancak hiçbir malı yoksa ne
yapılacaktır? İşte halk arasında "Devir" denilen
olay, bu sualin içerisinde gizlidir. Denilmiştir ki; bir
kimseden ödünç alınır ve bir fakire: "Filana vekâleten
bu meblağı onun şu kadar namazının fidyesi olarak sana
veriyorum" denir. Bu fakir kimse aldıktan sonra: "Bunu
aldım kabul ettim, geri bağışlıyorum" der ve bu
alıp-verme işlemi ıskat bitinceye kadar tekrarlanır.(442)
Ancak ıskat-ı salat ve devir hususunda kat'i nass
bulunmadığı için; üzerinde kaza namazı bulunan kimsenin
ölmeden önce vasiyyet etmesi esas alınmıştır. Hanefi
Fûkahası'nın; "Usûl" olarak, ibadetler konusunda
kıyas yapılamıyacağı "kaidesini esas alan bir kısım
ûlema, "Iskat-ı Salat'ı" fakirleri korumakla izah
etmiştir. İbn-i Abidin "Namaz bahsinin" girişinde
oruçtaki fidyenin nass'la sabit olduğunu, aynı durumun ise
namazda bulunmadığını izah ettikten sonra: "Onun için
İmam-ı Muhammed "Ona yeter inşaallah" demiştir.
Bunu kıyas yolu ile söylemiş olan (Yani ictihad etse)
inşaallah deyip Allahû Teâla (cc)'ın dilemesine havale
etmezdi. Nitekim kıyasla sabit olan hükümlerde usul
budur"(443) buyurmaktadır. Dikkat edilirse, Pir-i Fani'nin
(Çok ihtiyar olan kimsenin) oruç için fidye vermesi, acizlik
sebebiyle tutamaması olarak ele alınmaktadır. Eğer acizlik
kat'i illetse, ancak acz sebebiyle kazaya kalan namazın fidyesi
sözkonusu olabilir. Kasden namazı terkeden kimselerin durumu
çok daha farklı bir olaydır. Zira bu kasdi terk fiilinde,
namaza inanıp-inanmadığı da meçhuldür. Sonuç olarak;
herhangi bir mü'min, meşrû herhangi bir özür sebebiyle
namazını kazaya bırakmışsa ve kılamamışsa, mutlaka
vasiyyet etmelidir. Zira vasiyyet ettiği fidye namazı
ödemezse; en azından fakirlere tasadduk olur ve bir
kötülüğün silinmesine vesiledir. Şunu da hemen kaydedelim
ki; kasden namazı terkeden ve ölümünden sonra
"Fidye" ile bundan kurtulacaklarını zannedenler,
hayal içerisindedirler. Zira ûlema; acz halinde kazaya kalan
namazların bile, "Fidye" ile kurtulacağını
söylememiş, "İnşallah" demek suretiyle, sadece
hayrı esas almıştır. Firaset sahibi mü'minler indinde, namaz
kılmaktan aciz olabilme halleri malûmdur. Kasden namazı
terkeden kimseler için "Iskat-ı Salât ve Devir"
katiyyen yapılmamalıdır ki; namazın kadr-ü kıymeti
bilinsin!..