HASTA OLAN MÜKELLEF NAMAZINI
NASIL EDA EDER?
614 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Hasta olan kimse gücü yeterse, namazı ayakta edâ eder.
Eğer gücü yetmezse oturduğu halde kılar. Ancak oturduğu
halde de kılmaya gücü yetmezse, başı ile imâ ederek kılar.
Eğer bu şekilde de edâ etmeye kadir değilse, Allahû Teâla
(cc) o mükellefin özürünü kabul etmekte en haklı
olandır"(456) buyurduğu bilinmektedir. Dikkat edilirse
Resûl-i Ekrem (sav) hastanın namazını nasıl edâ edeceğini
bizzat izah buyurmuştur. Şimdi hastalık durumlarına göre,
namazın nasıl edâ edileceğini izaha gayret edelim.
615 Hasta olan mükellef;
ayakta durmaktan aciz olduğu zaman, oturduğu yerde rükû ve
sücûd ederek namazını edâ eder. Zira Resûl-i Ekrem (sav)
hasta olan Hz. İmran b. Hasan (ra)'den hitaben: "Ayakta
namazını edâ et!.. Eğer ayakta durmaya gücün yetmezse
oturarak kıl!.. Buna da kadir olamıyorsan yan üzeri yatarak
ima ederek edâ et" buyurmuştur.(457) Zira her ibadet;
gücün yetmesi (takat) esasına dayanır. Feteva-ı Hindiyye'de:
"Hasta olan kimse, ayakta durmaya gücü yetmediği zaman,
namazını oturarak edâ eder. "Gücü yetmeme"nin
mahiyetinde en sahih kavil; mükellefin ayakta durmasından, bir
zarara uğraması, hastalığının artması, ağrı ve
acılarının çoğalması, başının dönmesi ve sıhhate
kavuşmasının gecikmesi" zikredilmiştir.(458) Eğer bu
zikredilen hususlar ortada yoksa ve mükellef; sırf ayakta
durmak ağır geldiği için oturarak kılıyorsa, kıyamı
terketmesi caiz olmaz. Zira kıyamı (ayakta durmayı) özürsüz
terk eden kimsenin namazı sahih olmaz. Ayrıca bir yere
dayanarak ayakta durmaya gücü yeten mükellefin; namazını bu
şekilde edâ etmesi gerekir. Sahih olan budur.
616 Az bir miktar ayakta
durabilecek kudrette olan hasta; iftitah tekbirini aldıktan
sonra oturur ve oturarak namazını edâ eder. Eğer hasta olan
mükellef; rükûa ve secdeye kadir olamazsa imâ ile kılar.
Zira o derecede hasta olan kimsenin ancak buna gücü yeter.(459)
Dikkat edilecek husus; secdeleri, rükûlarından daha fazla
eğilmek suretiyle edâ etmesidir. Feteva-ı Kadıhan'da da
böyledir. Eğer secde ve rükû'da eğilme miktarı müsavi
olursa, namaz caiz olmaz. Bahru'r Raik'te de böyle
zikredilmiştir.(460) Ayrıca ayakta durmaya gücü yettiği
halde; rükûa ve secdeye kadir olmayan mükellefin; namazını
oturarak ve ima ile edâ etmesi müstehab olur.(461) İmam-ı
Merginani: "Zira kıyamın rükûn olmasının sebebi,
onunla secdeye inmek içindir. Bu fiilde son derece hassas bir
ta'zim mevcuddur. Eğer kıyamın peşinden secde gelemiyorsa, o
rükûn olmaz. Bu durumda mükellef muhayyerdir. Ancak efdal olan
oturduğu halde ima ile kılmasıdır. Zira bu durum secde
etmeye, diğerinden çok daha benzemektedir"(462) hükmünü
zikretmektedir. Şurası da unutulmamalıdır ki; ima ile namaz
kılan mükellefin; bir tahtayı veya yastığı kendisine doğru
kaldırıp, onun üzerine secde etmesi mekruhtur. Zira Resûl-i
Ekrem (sav); ziyaret için bir hastanın yanına vardığında:
"Eğer sen yer üzerine secdeye kadir isen secde et, buna
kadir değilsen ima et"(463) buyurmuştur.
617 Hasta olan mükellef;
oturmaya muktedir değilse, arkası üstü yatar ve ayaklarını
kıbleye doğru uzatarak rükû ve sücûd'u ima ile edâ eder.
Yanı üzerine yatıp, yüzünü kıbleye çevirir ve ima ederse
caiz olur. Şayet başı ile imaya da gücü yetmezse, namazını
tehir eder. Gözü, kaşı ve kalbiyle ima edemez.(464)
618
Bir gün, bir geceden fazla baygınlık geçiren kimse namazını
kaza etmez. Zira Abdullah b. Abbas (ra) bir gün, bir geceden
fazla baygınlık geçirmiş, bu süre içerisinde geçen
namazlarını kaza etmemiştir. Ancak bir gün, bir geceden az
veya sadece bir gün bir gece baygınlık geçiren kimse, bu
süre içerisinde geçen namazlarını, sıhhat bulduktan sonra
kaza eder. Ebû Süleyman (rha)'nın kavline göre, delilik hali
de tıpkı baygınlık gibidir. Sahih olan kavil de budur.(465)
Fakat benk otu yemekle veya içki kullanmakla aklı zayi olsa, bu
hal ne kadar devam ederse etsin, o mükellefe geçirdiği
namazların kazası gerekir. Zira bu mükellef üzerinden
kazanın düşmesi eser (Hadis-i Şerif) ile bilinir. Şayet
semavi afetle meydana gelmiş olsa; kendi fiiliyle meydana gelen,
semavi afet ile olanın üzerine kıyas edilmez. Hanefi
Fûkahası; "Taabbudi olan ve illetlerinin akılla
kavranması mümkün olmayan hususlarda, kıyas
yapılamıyacağı hususunda" ittifak etmiştir. Bunların
başında da ibadetler gelir.(466)