CİHAD'IN TEŞRİ MERHALELERİ
741 İmam-ı Şafii (ra) Resûl-i
Ekrem (sav)'in "Mekke'de" tebliğe başladığı
dönemi izah ederken, değişik akaidlere sahip müşriklerin
durumunu şu şekilde izah ediyor: Allahû Teâla (cc)'yı
inkârda ve Allah'ın râzı olmadığı (izin vermediği)
amelleri icra etmede birleşiyorlardı"(77) Hz. Cabir b.
Zeyd(ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te İbn-i Abbas
(ra)'ın, Hicret'ten önce "Medine'nin" de
"Darû'ş Şirk" mahiyetini taşıdığını beyan
ediyor. İbn-i Abbas (ra) şöyle buyuruyor: "Allah'ın
Resûlü (sav) , Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) de
muhacirlerden idiler. Zira onlar da müşriklerden hicret
ettiler. Ensar'dan muhacir olanlar da vardı. Çünkü Medine
"Darû'ş Şirk" idi. Onlar da Akabe gecesi Resûl-i
Ekrem (sav)'e geldiler"(78) İmam-ı Serahsi
"Mekke" dönemini değerlendirirken: "O dönemde
Mekke; İslâm ahkâmının tatbik edilmediği bir "Darû'ş
Şirk " özelliğindeydi"(79) hükmünü zikreder.
Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğe başladığı
Mekke toplumu; kabile esasına dayanan bir "Demokrasi"
ile yönetiliyordu. "Darû'n Nedve" bir şehir
parlementosu hükmündeydi.(80)
742 Mekke dönemindeki sosyal
yapıyı iyi kavrayabilmek için; insanın bizzat kendisini ve
kendi elleriyle yaptılarını nasıl "İlah"
noktasına çıkardığını bilmek mecburiyetindeyiz!.. Darû'n
Nedve'de toplanan kırk yaşını doldurmuş Tağut'lar; insanlar
üzerine "kânun" koymakla meşguldüler!.. Resûl-i
Ekrem (sav) kendisine "Vahiy" gelmeden önce dâhi;
"Darû'n Nedve'ye" dahil olmamış ve o parlemento'yu
kabul etmemişti. Habeşistan Kralı Necaşi'nin huzurunda
yapılan tartışmada Cafer b. Ebi Talib (ra) "Mekke
Dönemindeki" durumlarını şu şekilde beyan ediyor:
"-Ey Melik!.. Biz cahiliye içerisinde yüzen bir
topluluktuk. Ellerimizle yaptığımız heykellere ibadet eder,
fuhuş yapar, yol keser, komşuya kötülük eder ve
kuvvetlilerimiz zayıf olanlarımızı ezerdi".(81) Dikkat
edilirse; "Mekke toplumundaki" kabile esasına dayanan
Demokrasi, cahiliyenin ayakta kalmasını sağlayan bir
vasıtadır.
743 Molla Hüsrev:
"Allahû Teâla (cc) Resûl-i Ekrem (sav)'e tebliğin ilk
döneminde müsamaha ile davranmayı emretmiştir. Nitekim bu
hususta Kur'an-ı Kerim'de: "Müşriklere karşı yumuşak
ve iyi davran" (El Hicr Sûresi: 85)
buyurulmuştur."(82) hükmünü zikreder. Müslümanlara
yapılan çeşitli işkence ve zulümlere rağmen, "Lâ
ilâhe (İlâh yoktur, tağutları reddediniz), İllâllâh,
(Yalnız Allah vardır)" diye haykıran ve "Hz.
Muhammed (sav)'in Allah'ın kulu ve Resûlü" olduğunu
beyan eden sahabe güzel bir misaldir. Esâsen Resûl-i Ekrem
(sav) ilk üç yıl, İslâmı gizli olarak tebliğ
etmiştir.(83) Hevâ ve hevesleri bir kenara bırakıp; tevhid
mücadelesi için herşeye katlanmak "Nefisle
mücâhede'nin" en güzel örneğidir. Zühd ve takva'da bu
olayın içinde gizlidir. Bilindiği gibi; kulun heva ve
heveslerini bir tarafa bırakıp, Allahû Teâla (cc)'nın
rızası için, bütün tağuti güçleri reddetmesi oldukça
önemli bir hadisedir.
744 İbn-i Abidin:
"Peygaberimiz efendimizin ilk vasifesi tebliğ'den ve
Allahû Teâla (cc)'ya eş koşanlardan yüz çevirmekten
ibaretti.Nitekim Allahû Teâla (cc): "Şimdi sana
emrolunanı kafalarını çatlatırcasına açıkla!..
Müşriklerden gelecek şeylere aldırış etme... Allah ile
birlikte başka ilâhlar tanıyan o istihzacılara (Alaycılara)
karşı muhakkak ki biz sana yeteriz. Andolsun biliyoruz ki,
onların söyleyip durduklarından cidden göğsün daralıyor.
Sen hemen rabbını hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!..
Sana ölüm gelinceye kadar rabbına ibadet et" (El Hicr
Sûresi: 94) buyurmuştur. Sonra İslâm dinine güzellikle ve
tatlılıkla dâvet emredilmiştir. Nitekim Allahû Teâla (cc):
"(İnsanları) Rabbinin, yoluna hikmetle, güzel öğütle
davet et!.. Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise
onunla yap" (Nahl Sûresi: 125) buyurmuştur; hükmünü
zikrederek, Mekke dönemindeki ûsûlü beyan eder.(84) Bütün
işkence ve eziyyetlere rağmen "Mekke Döneminde" iken
Resûl-i Ekrem (sav)'e savaş izni verilmemiştir. Hicret'ten
önce savaşın meşru kılınmadığı hususunda ûlema
arasında ittifak vardır.(85) Burada dikkat edilecek husus;
Allahû Teâla (cc)'nın dinini dosdoğru tebliğ etmek ve bu
hususta sünnete uygun davranmak şarttır.
745 Mekke şehir parlementosu
olan Darû'n Nedve'de toplanan Tağut'lar; Resûl-i Ekrem
(sav)'in tebliğini durdurabilmek için, değişik metodlar
uygulamaya karar verdiler. Bunların başında "Tehdid"
geliyordu. Darû'n Nedve'de Resûl-i Ekrem (sav)'i koruyan
amcası Ebû Talib'e bir heyet gönderilmesi kararlaştırıldı.
Bu heyette; Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Ebû'l Bahteri, El Velid
İbn'ul Mugire, Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe bulunuyordu.
Heyet Ebû Talib'e varıp şu talebte bulundular: "Yâ Ebû
Talib!.. Senin yeğenin İlâhlarımıza, putlarımıza
küfretti. Dinimizi ayıpladı, atalarımıza hakaret etti.
Babalarımızın delâlette olduğunu söyledi. Ya onu bu işten
vazgeçirirsin veya bizimle onu başbaşa bırakırsın. Çünkü
sen de bizim gibi ona inanmıyorsun!.." Ebû Talib; tatlı
dille bu heyeti uzaklaştırdı. Resûl-i Ekrem (sav); İslâm'ı
tebliğe devam ediyordu. İnsanları Allah'a (cc) iman etmeye ve
yanlızca O'na kulluk etmeye dâvet ediyor, her türlü işkence
ve eziyyete tahammül gösteriyordu. Tabii bu arada Mekke
Hükümeti'nin kini ve düşmanlığı da artıyordu. Nitekim
Ebû Talib'e yeniden bir heyet gönderdiler: "-Yâ Ebû
Talib!.. Sen yaşlı birisi olup, aramızda şeref sahibi bir
kimsesin. Biz, yeğenini söylediklerinden vazgeçirmek için
sana ricada bulunduk; sen hiçbirşey yapmadın. Artık
putlarımıza, atalarımıza yapılan küfürlere sabrımız
kalmadı. Ya onu bu işten vazgeçirirsin veya seni de onunla
birlikte mütalaâ ederiz!.. Her iki taraftan biri helâk
oluncaya kadar da sizinle çarpışınız.".Ebû Talib ;
heyetin kararlı olduğunu görünce Resûl-i Ekrem (sav)'e
"- Fazla ileri gitmesen iyi olur!.. Çünkü bana çok
ağır bir yük yüklüyorsun" tarzında serzenişte
bulununca, Peygamberimiz efendimiz (sav) çok üzüldü. Amcası
Ebû Talib'e cevaben: "- Ey Amcam!.. Vallahi Güneşi sağ
elime, Ay'ı da sol elime verip, bu davadan vazgeçmemi
isteseler, ben yine de vazgeçmem. Ta ki Allahû Teâla (cc) bana
bir çıkış yolu gösterinceye kadar; ya bu işe feda olur
giderdim veya ondan vazgeçmem" buyurdu. Ebâ Talib bunun
üzerine: "- Git yeğenim, dilediğini yapmakta serbestsin.
Vallahi ben seni onlara teslim etmem" dedi.(86) Ebu Talip,
hayatının sonuna kadar Resûl-i Ekrem (sav)'i müdafaa ve
koruma hususunda sözünde durmuştur.
746 Mekke Hükümeti'nin
düzenlediği büyük "Panayır"lar mevcuddu!..
Buraya bütün arap yarımadasından kimseler gelir, değişik
yarışmalar düzenlenirdi. Evet bu panayırları; Tağutî rejim
düzenliyordu!..(87) Peygamberimiz Efendimiz (sav)'in bu
panayırlar vesilesiyle "Tevhid Mücadelesi'ni" bütün
diyarlara ulaştıracağından endişeye kapılmışlardı. Mekke
Hükümeti'nin ileri gelenlerinden İbnû'l Mugire, Kureyş'in
ağzı laf yapan tiplerini toplayarak; "- Ey Kureyş'in
önde gelenleri, panayır zamanı yaklaşıyor. Her taraftan
heyetler Mekke'ye gelecekler ve bu heyetler Muhammed'in durumunu
duyduklarında, merak edip soracaklardır. Farklı cevaplar
vererek birbirimizi yalanlar durumuna düşmeyelim. Bu durumda
hepimiz güç durumda kalırız" dedi. Orada bulunanlar:
"- Ey İbnû'l Mugire; sen bizim en yaşlımız, en
tecrübelimizsin!.. Sen nasıl emredersen öyle hareket
ederiz" cevabını verdiler. İbnû'l Mugire: "- Hayır
hayır siz söyleyin" dedi. Oradakiler: "- O bir
kâhindir diyelim" teklifinde bulundular. İbnû'l Mugire:
"Hayır, o kahin değil! Biz çok kâhin gördük, onlardaki
sırrı gizleme özelliği bunda yok" dedi. Birisi: "O
bir şâirdir diyelim" teklifinde bulundu. Diğerleri:
"- Hayır!.. O şair de değil. Biz şiirin herşeyini
biliriz. Vurgularını, sırasını, tertibini, veznini iyi
anlarız. Onun söyledikleri şiir değil" dedi. "- O
halde delidir diyelim" teklifinde bulundular. İbnû'l
Mugire bu teklife de karşı çıkarak: "- Hayır, üzerinde
hiç delilik alâmeti yok!.. Biz çok deli gördük, delilerdeki
saldırganlık, tehlike, saflık ve sayıklama mevcud
değil" dedi. Heyet: "- O halde, bu bir
sihirbazdır" deriz, teklifinde bulundu. İbnû'l Mugire şu
karşılığı verdi: "O sihirbaz da değil!.. Biz çok
sihir ve sihirbaz gördük. Bu onlar gibi ipler bağlayıp,
üflemiyor." Bunun üzerine heyet: "- O halde gelen
yabancılara ne diyelim, onu nasıl tanıtalım?" diye
sordu. İbnû'l Mugire: "Vallahi o çok tatlı sözlüdür.
Sözlerinden güzellik akıyor. Onun hakkında ne derseniz, yalan
olduğu anlaşılır. Mâmâfih "Sihirbaz"
diyebilirsiniz. Şunu da ilave edersiniz: "Çünkü o öyle
birşey getirdi ki, evladı babadan, kardeşi kardeşten,
kadını kocasından, vatandaşı toplumundan ayırdı" dedi
ve öylece dağıldılar.(88) Dikkat edilirse "Tehdit"
sökmeyince; Darû'n Nedve'nin (Parlemento'nun) akıllıları
organize bir iftirâ ve yanlış tanıtma kampanyasını
başlatıyorlar!..(89)
747 Allahû Teâla (cc)
İbnû'l Mugire hakkında şu Ayet-i Kerime'yi inzal
buyuruyor.(90) "(Ey Muhammed) Bir tek (Nev'i şahsına
münhasır) olarak yarattığım, kendine bol bol mal ve
(yanında daima) hazır bulunmak üzere oğullar verdiğim ve
ni'metleri yaydıkça yaydığım adamı (İbnû'l Mugire'yi)
bana bırak!.. Sonra da (bütün bunlara rağmen) hırs ile daha
da artmasını ister. Hayır (asla beklemesin) Çünkü o, bizim
ayetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır!.. Onu sarp bir
yokuşa sardıracağım. Çünkü o (Kur'an hakkında ne
diyeceğini) uzun uzadıya düşündü (kendine göre güyâ bir)
ölçü koydu. Hay kahr olası (canı çıkası) Ne biçim
ölçü kurdu o? Yine kahr olası, nasıl ölçü yaptı o? Sonra
baktı, sonra (ümidsizliğinden ve öfkesinden) kaşlarını
çattı, suratını astı. En son arka çevirdi ve büyüklük
tasladı da: "- Bu dedi (sihirbazlardan öğrenilip) rivayet
edilen bir sihirden başkası değil!.. Muhakkak bu insan
sözünden başkası değil". İşte bu adamı yakıcı bir
ateşe (Cehenneme) yaslıyacağım."(91)
748 El Velid İbnû'l Mugire
ile birlikte bu işi düzenleyenler hakkında da şu Ayet-i
Kerimeler nazil oldu;
"Nitekim iş bölümü
yapanlara, Kur'an'ı parçalayanlara da (öyle azab) indirmiştik.
İşte Rabbine and olsun ki onlara, tamamına yapmakta oldukları
şeyleri elbette soracağız."(92)
Böylece "Mekke
Hükümeti"; panayıra iştirak eden bütün yabancılara,
bu şekilde propaganda yaparak, Resûl-i Ekrem (sav)'i yanlış
tanıttılar ve bu haberler bütün Arabistan'a yayıldı.(93)
749 Resûl-i Ekrem (sav)'e
karşı; tehdit ve yanlış tanıtma yollarına başvuran
müşrikler, işi daha da ileriye götürerek
"Suikasta" karar verdiler. Bilhassa Ebû Cehil bu
hususta kararlıydı. Nitekim bir gün: "- Ey Kureyş
topluluğu!.. Görüyorsunuz ki Muhammed dînimizi yermekten,
baba ve atalarımıza, tanrılarımıza dil uzatmaktan,
akıllılarımızı, akılsız saymaktan geri durmuyor. Ben
artık Allah'a(94) söz verdim: Yarın, kaldırabileceğim
kocaman bir taşı yüklenip namazda secdeye vardığı zaman,
onun başını ezeceğim. Siz de beni orada ister koruyun, ister
teslim edin; bundan sonra varsın Abd-i Menaf oğulları bana
istediklerini yapsınlar, razıyım" dedi. Müşrikler:
"- Vallahi seni hiçbirşey için, hiçbir zaman teslim
etmeyiz!..Haydi sen dilediğini yap" dediler. Ebû Cehil
sabaha çıkınca anlattığı gibi kocaman bir taş alarak,
Peygamberimizin oraya gelmesini bekledi. Peygamberimiz namaz
kılacağı zaman; Kâbe'nin Yemen köşesi ile Hacerü'l Esved
arasında dururdu ve Kâbe'yi kendisiyle Şam tarafı arasına
alırdı. Peygamberimiz; o günde her zamanki gibi gelip namaza
durdu.Müşrikler topluca oturmuş, Ebû Cehil'in ne
yapacağını gözlüyorlardı. Peygamberimiz Efendimiz (sav)
secdeye vardığı zaman, Ebû Cehil taşı yüklenip
yürüdü!.. Ancak yaklaşır yaklaşmaz; korkarak, benzi
sarararak, perişan bir halde hemen geri döndü. Elleri taşı
tutmaz oldu. Taşı elinden yere düşürdü. Kureyş
Müşrikleri, Ebû Cehil'in yanına dikildiler: "- Ne oldu
sana ey Hakem'in babası" dediler. Ebû Cehil: "-
Vallahi bir benzerini dâhi görmediğim; yenilmez, zabdedilmez,
köpürmüş bir puğur deve gibi erkek bir canavar (bir ejderha)
beni yemek için üzerime yürüdü" dedi.(95)
750 Ebû Cehil; her fırsatta
Resûl-i Ekrem (sav)'e ve mü'minlere saldıran me'lûn bir
tipti!.. Nitekim Bedir Muhârebesinde Hz. Abdullah b. Mes'ûd
(ra) kendisini yaralı olarak bulmuş, başını kesip Resûl-i
Ekrem (sav)'in huzuruna getirerek: "- Yâ Resûlullah!.. Bu
senin düşmanın Ebû Cehil'in başıdır" demişti!..
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz: "- Allahû
Ekber!.. İşte bu benim, hem de ümmetimin firavûnudur. Bunun
benim ve ümmetimin üzerindeki şer ve zararı; firavunun Hz.
Musa (as) ve ümmeti üzerindeki şer ve zararından daha
şiddetli idi"(96) buyurmuşlardır!.. Bir gün Resûl-i
Ekrem (sav) efendimiz, Safa tepesinden geçerken Ebû Cehil'le
karşılaşır! Tabii bu me'lûn, derhal küfretmeye, işkence
etmeye ve hakârete başlar! Bu olaya bir köle şâhid
olmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in amcası Hz. Hamza; aynı gün
avdan dönüşünde Kâbe'ye uğrar. Olaya şâhid olan köle;
Hz. Hamza'ya hitaben: "- Ey Ummare'nin babası, keşke biraz
önce burada olsaydın da Ebû Cehil'in senin yeğenin olan
Muhammed'e (sav) yaptıklarını görseydin. Ona her türlü
hakâreti yaptı, işkence etti ve dinine küfretti" diye
ihbarda bulunur. Hz. Hamza'nın beyninde şimşekler
çakmıştır!.. Hiçbirşey söylemeden doğruca Ebû Cehil'in
oturduğu yere yürür ve elindeki mızrakla Ebû Cehil'in
kafasını yarar. Orada bulunanlar ne olup-bittiğini
şaşkınlıkla izlerken Hz. Hamza: "- Sen misin Muhammed'e
sövüp sayan!.. İşte ben de onun dinindeyim, onun
söylediklerini söylüyorum. Haydi gücün yetiyorsa ona
yaptıklarını bana da yap, göreyim" der!.. Ebû Cehil ne
yapacağını şaşırmıştır.(97) Bu olaydan sonra; Hz. Hamza
(ra)'nın müslüman olması, "Mekke'de bomba gibi
patladı!.. Tevhid Mücadelesi; Hz. Hamza (ra) gibi güçlü ve
kuvvetli bir mücahid'e sahip olmuştu.
751 Mekke Hükümeti; Hz. Hamza
(ra)'nın müslüman olmasından sonra taktik değiştirme
ihtiyacı hissediyor. Önce Utbe bin Rabia vasıtasıyla;
davasından vazgeçmek kaydı ile "her ne isterse yapmaya
hazır olduklarını" Resûl-i Ekrem (sav)'e
iletiyorlar.(98) Bundan bir netice alamayınca; Ebû Süfyan,
Nadr İbnû'l Haris, Ebû Bahteri, El Velid İbnû'l Mugire, Utbe
bin. Rabia, Ebû Cehil ve Umeyyeti'bnû'l Halef'ten teşekkül
eden bir heyet; Resûl-i Ekrem (sav)'e görüşmek için haber
gönderiyorlar. Haberci: "- Yâ Muhammed!.. Biz seninle
konuşmak için seni çağırttık!.. Vallahi şimdiye kadar
senin gibi kavmine kötülük yapan birisi aramızdan çıkmadı.
Atalarımıza küfrettin, dinimizi batıl gördün,
tanrılarımıza sövdün, aramıza bölücülük soktun, bize
karşı işlemediğin hiçbir kötü fiil kalmadı. Eğer
getirdiğin dava ile, "Zengin olmak" istiyorsan, en
zenginimiz oluncaya kadar sana mal toplarız. Devlet reisi olmak
istiyorsan, seni "Devlet Reisi" olarak seçelim. Eğer
bu getirdiğin dava ile "Şeref kazanmak" istiyorsan,
seni efendimiz olarak seçeriz. Eğer sana cinler çarpıyor ve
sen kendini tedavi ettiremiyorsan, bütün imkânlarımızı
seferber ederek sana tabib arayalım!.." evet, heyet
"Devlet Reisliği" de dahil, her türlü şeye
hazır!.. Tek istedikleri: "Lâ İlâhe" (İlâh
yoktur) "İllâllah" (Yalnız Allah vardır)"
davasından vazgeçmesi!.. Peygamberimiz Efendimiz (sav) bu
tekliflere karşı şu cevabı veriyor: "Dediklerinizin hiç
birisiyle alâkam yok. Getirdiğim dava; mallarınızı istemek,
aranızda şeref, makam sahibi olmak, kralınız olmak için
değil!.. Lâkin Allah beni size peygamber olarak gönderdi..Bana
bir kitap indirdi. Size müjdeci ve uyarıcı olmamı emretti. Ve
ben Rabbimin risaletini size tebliğ ederek, size nasihatta
bulundum. Eğer size getirdiğim bu davayı kabul ederseniz,
dünyanız ve ahiretiniz için saadet bulursunuz. Reddederseniz,
ben de Allah, aramızda bir hüküm verinceye kadar
sabrederim."
752 Bunun üzerine Mekke
Hükümetinin adamları şu teklifte bulunuyorlar; "Yâ
Muhammed, sen bizden birşey kabul etmiyorsun. Biliyorsun ki,
yeryüzünde bizim gibi dağlar arasına sıkışmış, susuz ve
hayat şartları zor olan başka kimse yoktur. Seni gönderen
Rabbine de ki; bizi sıkıştırmış olan bu dağları
uzaklaştırsın, memleketimiz ovalık olsun!.. Şam ve Irak'taki
gibi, burada da nehirler aksın!.. Geçmiş atalarımızı
diriltip göndersin ve bunlar arasında Atamız Kusayy b. Kilab
da olsun. Çünkü o doğru sözlü biriydi senin dediklerinin
doğru olup olmadığını ona soralım. Eğer dediklerine o da
"Doğrudur" derse, biz de senin Allah katındaki
değerini anlar, sana gelenlerin gerçek olduğunu kabul ederiz.
Bunu yaparsan; Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiğinine
inanırız"!.. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) şöyle
buyuruyor: "Ben bunun için gönderilmedim. Ben Allah'ın
emirlerini size getirdim. Bana verilen risaleti size tebliğ
ettim. Eğer dediklerimi kabul ederseniz, dünya ve ahiret
saadetine kavuşursunuz. Reddederseniz Allah; siz ve benim aramda
hükmedinceye kadar sabrederim"!..
753 Bu defa Mekke
Hükümeti'nin heyeti, şu teklifte bulundu: "- O halde
Rabbine de ki; tasdik eden bir melek göndersin!.. Rabbine de ki;
senin için altın ve gümüşten saraylar ve hazineler yapsın
ki görelim!.. Zira sen bizim gibi sokaklarda gezen, bizim gibi
yaşayan bir insansın. Bu istediklerimiz, yap ki, senin bizden
olan farkını anlayalım. İddî ettiğin gibi peygamberliğini
görelim!.." Resûl-i Ekrem (sav) şu cevabı verdi: "-
Ben bunları yapmak için gönderilmedim. Allah beni müjdeci ve
korkutucu olarak gönderdi. Kabul ederseniz; dünya ve ahiret
saadetine kavuşursunuz. Reddederseniz; Allah siz ve benim
aramda hükmedinceye kadar sabrederim."(99)
754 Dikkat edilirse;
"Mekke Hükümeti'nin" heyeti; Resûl-i Ekrem (sav)'den
değişik taleblerde bulunuyorlar!.. "Tevhid
Mücadelesi'nin" bırakılması halinde; Mekke Şehir
devleti'nin liderliği ve zenginlik vadedilmekte!.. Halbuki Hz.
Adem Aleyhisselâmdan itibaren bütün peygamberler insanları,
"Allahû Teâla (cc)'ya ibadet etmeye ve Tağut'a kulluk
etmekten kaçınmaya" davet etmişlerdir.(100) Elbette
Resûl-i Ekrem (sav) "Mekke Hükümet heyetinin tekliflerini
kabul edemezdi.
755 Mekke devleti;
görüşmeler yoluyla Resûl-i Ekrem (sav)'den hiçbir taviz
koparamayınca; yeniden işkence ve zulüme başladı. Alınan
karar gereğince; herkes kendi kabilesindeki müslümanları
takip edecek ve yetkililere ihbarda bulunacaktı!.. İhbar olunan
müslümanlar da; hapsedilecek veya dayakla aç susuz
bırakılarak işkence ettirilecekti. Bu yetmezse; güneş
altında kaynayan Mekke kumlarına, çıplak olarak
yatırılacaktı!.. Umeyyeti'bnûl Halef'in; Hz. Bilâl-i
Habeşi'ye yaptığı işkenceyi kelimelerle izah edebilmek
mümkün değil!.. Yâsir ailesinin çektikleri de, bütün
kaynaklarda mevcud!.. Hz. Sümeyye (r.anha)'nın şehadeti,
kısa bir süre sonra kocası Yasir'in şehadeti ve Ammar b.
Yasir'in İşkence altında, adeta bir et yığını haline
geldiği sırada, kelime-i küfrü söyleyip; mahçup mahçup
Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna gelişi!..(101) Bütün bu
işkence'ler; Tağutu reddedib, yalnız ve yalnız Allah'a (cc)
iman etmenin sonucu!..(102) Nihayet mü'minler; işkence'den
kurtulmak için Resûl-i Ekrem (sav)'den "Hicret" için
izin talebinde bulunuyorlar.
756 İşkence'nin değişik
türleri de mevcud!.. Sahâbe'den Habbab İbnû'l Eret (ra)
alacağını istemek için İslâm düşmanı El Ass İbn Vail'e
gitmişti. El Ass İbn'i Vail ona hitaben: "- Sen Muhammed'i
inkâr etmediğin müddetçe, sana paranı vermem" dedi.
Habbab İbnû'l Eret (ra): "- Vallahi ben Muhammed (sav)'i
inkâr etmem. Sen ölünceye ve dirilib hesab verinceye kadar
beklerim" buyurdu. El Ass şaşkın: "- Ben öleceğim,
sonra dirileceğim; malım ve çocuklarım olacak, o zaman senin
alacağını veririm" deyip, Habbab'a (ra) borcunu ödemedi.
Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu;(103)
"(Şu) Ayetlerimizi
inkâr eden ve "Bana elbette mal ve Evlâd
verilecektir" diyen adamı gördün mü? O gayba mı
vaakıf, yoksa Rahman katından bir ahid mi edinmiş? (söz mü
almış). Hayır, öyle değil. Biz onun söylediği (sözü)
yazar, azabını da uzattıkça uzatırız. Onun söyler
olduğuna biz mirasçı olacağız ve o, bize tek başına
gelecektir."(104)
757 Kuvvetli kabilelere dayanan
mü'minler daha az işkence görüyor, fakat diğerleri işkence
altında şehid oluyordu. Sahabe-i Kiram'dan bazıları işkence
karşısında zaafa düşmüş Resûl-i Ekrem (sav)'e
müracaatla; "Bunların bize tatbik ettikleri işkence
tahammül sınırımızı aştı, bunlara beddua'da bulunmaz
mısınız?" diyorlardı. Alemlere rahmet olarak gönderilen
Peygamberimiz efendimiz (sav) sabır tavsiye ediyor ve:
"Sizden önceki müslümanların vücûdlarından;
kemiklerine varıncaya kadar demir taraklarla taranarak etleri
koparılırdı. Bu onları dinlerinden vazgeçirmedi. Başları
saç ayırımından testerelerle ikiye biçildi; onlar yine
dinlerinden vazgeçmediler. Biraz daha sabredin!.. Allah öyle
bir zaman getirecektir ki; bir atlı yalnız başına Allahû
Teâla (cc)'dan başka hiç kimseden korkmadan, San'a'dan,
Hadramut'a gidebilecek; kurtla kuzu yan yana
olacaktır"(105) buyuruyordu.
758 Hz. Adem (as)'dan itibaren
tevhid mücadelesini yüklenen bütün peygamberler ızdırabın
en şiddetlisini tatmışlardır. Tağut'un şehevi duygularını
tatmin eden bir fahişe'nin arzusu üzerine, Hz.Yahya (as) şehid
edilmiş. Hz. Zekeriyya (as) bir ağaç kovuğunda ikiye
biçilerek; Allahû Teâla (cc)'nın rızası için ızdırabın
en şiddetlisini tatmıştı!.. Nemrud'un korkunç ateşine
atılan Hz. İbrahim (as), Fir'avn'ın akla-hayale gelmez
işkencelerine katlanan Hz. Musa (as)'yı ve herkesin kendisini
yalanladığı (sadece iki kızının kendini tasdik ettiği) Hz.
Lût (as)'u nasıl unutabiliriz!.. Allahû Teâla (cc)
Resûllerinin kıssalarını Kur'an-ı Kerim'de beyan
buyurmuştur.(106) Elbette bu kıssaların anlatılması boşuna
değildi. Nitekim; bir ayet-i kerime'de;
"Peygamberlerin
haberlerinden sana anlattığımız her şey senin gönlünü
pekiştirmemizi sağlar. Sana bununla gelen hakikat, mü'minlere
bir öğüt ve hatırlatmadır"(107) buyurulmuştur.
Müfessirler; kıssaların tevhid mücadelesine karşı direnen
kâfirlerin akıbetlerini beyan ve bununla mü'minlerin
kalblerine sukûnet vermek hedefini esas aldığı hususunda
müttefiktirler.(108) Kalbinde hapsedilmek korkusu duyan mü'min,
Hz. Yusuf (as)'u düşünmelidir!.. İşkence ve alay edilmekten
çekinen mü'minler; tevhid mücadelesine bir göz
atmalıdırlar!.. İnsanlar; hangi peygamber'e "- Evet
söylediklerin aynen doğrudur" deyip teslim olmuştur ki!..
Böyle bir misal yok!.. O halde; "Allah'a iman ve tağutu
red" hususunda; hiçbir kınayıcının kınamasından
çekinmemek esastır. Bu noktada sabır ve sebat göstermeyen
kimsenin imtihanı kazanması mümkün değildir.
759
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan
Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki; arzusunu İslâm'a tabî
kılmayan kimse iman etmiş olmaz"(109) buyurduğu
bilinmektedir. Zühd ve takva'ya dayanan bir hayata talib olan
mü'min; İslâmı tebliğ etmek ve bu uğurda başına gelen her
türlü musîbete sabretmek durumundadır. İşte İslâmî
tebliğin "Mekke Dönemi'nden" çıkarılacak en
büyük ders budur. Tağuti güçlere dalkavukluk edenlerin;
zühd ve takva iddiasında bulunması mümkün değildir.