HİCRET'İN MÂHİYETİ
760 Kur'an-ı Kerim'de:
"Nihayet Rabbleri onların (Dualarına) şöyle icabet etti:
"İçinizden gerek erkek, gerek kadın -ki kiminiz
kiminizden (hasıl olmadır) bir iş yapanın amelini ben elbette
boşa çıkarmayacağım. İşte hicret edenlerin, yurdlarından
çıkarılanların, benim yolumda işkenceye hakâret ve ziyana
uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin de
andolsun suçlarını örteceğim ve andolsun canibimden bir
mükâfat olmak üzere, onları altından ırmaklar akan
cennetlere de sokacağım. (Daha büyük) ve güzel mükâfat ise
Allah'ın yanındadır. (Allah'ı ve Resûlünü)
tanımayanların (refah içinde) diyar diyar dönüp dolaşması
sakın ha sizi aldatmasın. Azıcık bir faidedir o!.. Sonunda
varıb sığınacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yatma
yeridir."(110) hükmü beyan buyurulmuştur. Kâfirlerin
şiddetli işkence ve hakaretlerine, İslâmı sürekli tebliğ
ederek karşılık veren ve sabreden mü'minlere
"Hicret" emri verilmiştir. Hicret edenlerin
faziletleri ile ilgili Ayet-i Kerime'de kadınların ismi
zikredilmeyince Hz. Ümmü Seleme (r.anha) Resûl-i Ekrem
(sav)'e: "Hicret'in mükâfatı hususunda kadınlara dair
birşey zikredilmiş olduğunu işitmedim"(111) diye
mürcaatta bulunması üzerine bu Ayet-i Kerime inzal
buyurulmuştur!..
761 Mekke toplumunda; insanların
kendi kendilerini ilâh yerine koyarak ve sembol olarak bazı
heykelleri önlerine alıp, "Şirki" iktidar haline
getirdikleri malûmdur. Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliği sonucu
iman eden mü'minler ise; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği
hükümlere muhatabtırlar!.. Dolayısıyla İslâm ahkâmı ile
küfür ahkâmı karşı-karşıyadır!.. Mü'minlere silâhlı
mücadele yapma hususunda da herhagi bir emir verilmemiştir.
Aksine hâla silâhla mücadele caiz değildir.(112) Bu durumda
iki ihtimal sözkonusudur:
Birincisi; içinde
yaşadıkları mekke toplumunun şartlarına ve "Darû'n
Nedve'nin" çıkardığı kanunlara boyun eğme!.. Ki bu
iman'dan sonra; küfrü seçip Tağut'a teslim olma manasına
gelirdi.
İkincisi; Mekke civarında
bulunan mağara veya evlere çekilip, kat'iyyen ses
çıkarmama!.. Bu da mümkün değildir; zira tebliğ etme
sürekli farzdı. Mekke müşriklerinin işkenceleri tahammül
sınırını zorlayınca, Sahabe-i Kiram, Resûl-i Ekrem (sav)'e
müracaatta bulundular. Resûlullah (sav): "Habeşistan'a
gidiniz. Orada halkına zulmetmeyen bir Kral var, doğrulukla
tanınmış, Sizler korunmuş olursunuz, ta ki Allahû Teâla
(cc) size ve bana bir kurtuluş nasib buyursun"(113)
diyerek, hicrete izin verdi. Hz. Lût (as)'tan sonra yapılan ilk
hicret budur. Nitekim Hz. Osman (ra) zevcesini merkebe bindirip
herkesten önce yola çıktığı haber verilince Resûl-i Ekrem
(sav): "Lût peygamberden sonra ailesini yanına alıp Allah
yolunda hicret eden ilk insan Osman'dır"(114) buyurdular.
762 Birinci ve ikinci
Habeşistan hicretleri; Mekke hükümetini zor duruma
düşürmüştür. Zira insanları sadece "Allah'a iman
edib, Tağut'u reddetiği" için; suçlu ilân eden,
müşrik düzen'in mahiyetinin öğrenilmesini arzu
etmemişlerdir. Nitekim Darû'n Nedve'de toplanıp durumu
müzâkere ettiler. Daha sonra Abdullah b. Ebi Rebia ve Amr B.
Ass'ı; Habeşistan Kralı Necaşi'ye elçi olarak göndermeye
karar verdiler!..(115) Bütün mesele; Habeşistan'a hicret eden
mü'minleri geri getirmek ve işkenceye devam etmek!..
763 Birinci ve İkinci Akabe
Bey'atlarından sonra; Medineli mü'minler Resûl-i Ekrem (sav)'i
sürekli olarak davet ediyorlardı!.. Esasen üç yıl süren
korkunç tecrid hayatı mü'minleri iyiden iyiye güçsüz
bırakmıştı. İslâm tarihine "Haberû's Sahife"
diye geçen bu olay; "Darû'n Nedve'nin" sakinlerinin
(Şehir Parlementosunda görevli Tağut'ların) "Darû'l
Erkam'a" çekilen mü'minlere karşı kininin bir
belgesiydi. Bu ambargo sırasında; açlıktan ölen çocukların
ve iniltileri Mekke'yi saran ihtiyarların durumu tefekkür
edilirse; küfrün ne kadar "necis" olduğu
kavranır!..
764 Mekke Hükümeti'nin
Resûl-i Ekrem (sav)'e ve mü'minlere yaptığı işkenceleri
bilen Ensar'dan El Abbas Ubade: "- Ya Resûlâllah!.. Eğer
istiyorsan kılıçlarımızla seni taciz eden Mekke'lilere
savaş açalım" diyordu. Resûl-i Ekrem (sav) ise
"Henüz bununla emrolunmadık" buyurarak, onları da
sabretmeye davet ediyordu.Ancak "Darû'n Nedve" bu işe
kesin bir çözüm bulma zamanının geldiğine inanıyordu. Zira
mü'minler; gizlice herşeylerini terkederek Medine'ye hicret
etmeye başlamışlardı!.. Darû'n Nedve'de; "Necidli
şeyh" kılığında şeytan'ın da iştirak ettiği, bir
toplantı yapıldı.(116) Bu çok önemli bir kararın
alındığı toplantı için Kur'an-ı Kerim'de: "Hani bir
zaman o küfredenler seni tutub bağlamaları, ya seni
öldürmeleri, yahud seni (yurdundan zorla) çıkarmaları için
sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da
onun karşılığını (karşı tuzağını) yapıyordu. Allah
tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır"(117)
hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)
"Hicret" emrini alınca; yatağına Hz. Ali (ra)'yi
bırakarak, suikastçı kâfirlerin arasından Hz. Ebû Bekir
(ra)'in evine vardı. Evet!.. Allahû Teâla (cc) suikast'la
görevli kâfirlerin basiretini alıvermişti,bakıyorlardı ama
göremiyorlardı. Hz. Ebû Bekir (ra) de "Hicret"
emrini bekliyordu. Hz. Aişe (r. anha) validemiz o anı şöyle
anlatıyor: "Vallahi o güne kadar sevinçten
ağlandığını görmemiştim. Rasûlullah (sav) babam Ebû
Bekir'e, beraber hicret edeceklerini söyleyince, Ebû Bekir
sevinçten ağlamaya başladı."(118)
765 Darû'n Nedve'de; Necidli
Şeyh'in (veya Şeytan'ın) teklifi ile alınan
"Suikast" kararı hedefine varamamış ve Resûl-i
Ekrem (sav)'in "Hicret" ettiği haberi yayılmıştır.
Mekke Hükümeti; Resûl-i Ekrem (sav)'in "Medine'ye"
varması halinde, durumun çok nazik hale geleceğinin
farkındaydı, hepsi peşine düşmüşlerdi. Münadi'ler; Mekke
müşriklerinin zenginlerinin ortaya koyduğu ikramiyeleri ilân
etmek sûretiyle, işi câzip hale dönüştürüyorlardı. Mahir
bir iz sürücü; Resûl-i Ekrem (sav) ve Hz. Ebû Bekir (ra)'in
gizlendiği "Sevr" mağarasına kadar, hükümet
askerleriyle birlikte gelmişti. Ancak Allahû Teâla (cc); Bir
örümceğe, mağaranın ağzını ağlarıyla
ördürtmüştü!.. Askerler mağaranın girişine geldiğinde
Hz. Ebû Bekir (ra) endişeye kapılmış, Resûl-i Ekrem (sav)
"-Tasalanma Allah(cc) bizimle beraberdir" diye onu
teselli etmişti!.. Kur'an-ı Kerim'de bu olay şu şekilde izah
buyurulmaktadır: "Eğer siz ona (Resûlüme) yardım
etmezseniz (hatırlayın o anları ki) kâfirler onu (Mekke'den)
çıkardıkları zaman bizzat Allah ona yardım etmişti. (O
anlar, öyle anlardı ki Resûlullah ancak) ikinin ikincisinden
ibaretti. O zaman onlar (Sevr dağının tepesindeki)
mağaradaydılar. Peygamber o zaman arkadaşına (Hz. Ebû
Bekir'e): "- Tasalanma, Allah hiç şübhe yok ki, bizimle
beraberdir" diyordu. Allah O'nun (Hz. Ebû Bekir'in)
üzerine sekinetini (Kuvve-i Maneviyesini) indirmiş, onu
(Resûl-i Ekrem'i) görmediğiniz ordularla te'yid etmiş,
kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı. Allah'ın
kelimesi ise; o çok yücedir. Allah mutlak galiptir. Yegâne
hüküm ve hikmet sahibidir."(119)
766
Malûm olduğu üzere; mü'minlerin kendi içlerinden bir
"Ulû'lemr" seçmelerinin asıl sebebi; İslâm'ın
emirlerini hakkı ile edâ edebilmektir.(120) Çünkü bir çok
ibadetin edâsı dahi, buna bağlıdır. İmam Ebû Muin En
Nesefi: "Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı
görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmamet'in hak
olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dînî
hükümlerden bir kısmının caiz olması, imamın varlığına
bağlıdır. Cum'a Namazı, Bayram Namazları ve yetimleri
evlendirmek gibi!.. İmameti inkâr eden kimse farzları inkâr
etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur"(121)
buyurmaktadır. Dikkat edilirse; "Ulû'lemr'i" inkâr
etmek; başta cum'a namazı olmak üzere farzları inkâr etmek
olarak ele alınıyor.(122) Hicret'te de durum farklı değildir;
mü'minler için "Hicret"; bazen "vacip",
bazen "sünnet" ve bazen de "Müstehab" olur.
Ancak "Hicret'e karar verecek olan "Ulû'lemr"dir.
Bir ülkede İslam'a uygun hayat yaşanamıyorsa ve müslümanlar
zorla küfrün ordularına asker yapılıyorsa hicret etmek
vecibe olur. Hicret; İslam cemaatinin muhafazası için eda
edilmesi gereken salih amellerden birisidir.