ZEKÂTIN VÜCÛBUNUN ŞARTLARI
859 Zekâtın farz olması için;
hem mükellefle, hem de malla ilgili, bazı şartların tahakkuku
gerekir. Şimdi bu şartların üzerinde duralım.
860 MÜSLÜMAN OLMAK:
Hanefi fûkahası: "Bir kimseye zekâtın farz olması
için, o şahsın müslüman olması şarttır. Zira zekât bir
ibadettir. Kâfir ise ibadete ehil değildir.
"İslâm", zekâtın vücûbunun şartı olduğu gibi,
bekâsının da şartıdır. Kendisine zekât farz olduktan sonra
irtidat eden bir kimseden zekâtın farziyeti düşer"(13)
hükmünde ittifak edilmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de:
"Darû'l Harb'te müslüman olan bir kâfir, müslüman
olduktan sonra orada senelerce yaşasa, sonra da çıkıp Darû'l
İslam'a gelse, bu kimseden "Ulû'lemr" zekât namına
hiçbirşey almaz. Çünkü bu kimse "Ulû'lemr'in"
velâyeti altında değildir ki, kendisinden zekât almak vâcib
olsun. Ancak bu kimse; Darû'l İslâm'a gelmeden önce zekâtın
farz olduğunu biliyor idiyse, onun zekât vermesi ile fetva
verilir. Darû'l İslâm'da mûkim olan kimselerin durumu bu
kaidenin hilâfınadır. Çünkü bu kimselerin -velev ki
zekâtın farz olduğunu bilmeseler bile- zekât vermeleri
farzdır. Siracü'l Vehhac'da da böyledir"(14) hükmü
kayıtlıdır. Esâsen "Zahiri Malların" (Gizlenmesi
mümkün olmayan, açıktaki) zekâtı; "Ulû'lemr"
tarafından görevlendirilen "Amil" tarafından
alınır.
861 HÜRRİYET: Hanefi
fûkahası: "Mülkiyetin tam olabilmesi için hürriyet
şarttır. Köle'ye, velev ki ticaret yapabilmesi için izin
verilmiş dâhi olsa, zekât farz değildir."(15) hükmünde
ittifak etmiştir. Bir İslâm beldesi, istilâya uğrarsa, orda
ikamet eden müslümanlar, acil ihtiyaçlarının dışındaki
bütün imkânlarını cihad için sarfetmek
mecburiyetindedirler.(16)
862 AKIL VE BÜLÛĞ:
Bir kimseye zekâtın farz olması için, o kimsenin akıllı ve
bülûğa ermiş olması şarttır. Çocuğun ve delinin zekât
vermeleri farz değildir. Ancak deliliğin bir sene boyunca
(İnkitasız) devam etmesi şarttır. Nisab miktarı mala sahib
olan kimse, sene başında ve sonunda birkaç gün sıhhat
bulursa, zekât vermesi farz olur. Baygın olan kimseler,
baygınlık hali bir yıl dahi devam etse, zekâta
muhatabtırlar. Zira "Delilik" teklifi düşürür,
ancak "Baygınlık" teklifi düşürmez.(17)
863 NİSAB MİKTARI MALA
SAHİP BULUNMAK: Resûl-i Ekrem (sav) zekâtın sebebini;
nisab miktarı mala sahib olmakla izah buyurmuştur.(18) Nisab
miktarından az olan mal için zekât farz olmaz.(19) Nisab
miktarı; zekâtta esas olan mallarda birbirinden farklıdır. Bu
husus üzerinde daha sonra duracağız.
864 MALA TAM MALİK OLMAK:
Zekâtın farz olmasının şartlarından birisi de; kişinin
mala tam sahib olmasıdır. El konulan ve sahibinin tasarruf
hakkı gasbedilen mallar da; zekâta tabi değildir.(20) Tam
malik olmak; malın kişinin elinin altında bulunmasıdır.
Malı bulunduğu halde, elinin altında olmazsa (meselâ;
kadının kocasından olan mehri gibi) veya mal elinde olduğu
halde kişi ona tam sahip olmazsa (Mukâteb köle ve borçlu
gibi) zekât vermek farz olmaz.(21)
865 HAVAİC-İ ASLİYE'DEN
FAZLA MAL: Malın; havaici-i asliye'den (aslî
ihtiyaçlardan) fazla olması ve nisaba ulaşması da şarttır.
İçinde oturulan eve, giyilen elbiseye, evin zaruri
eşyalarına, binek hayvanlarına, kullanılan silâhlara, aile
fertlerinin senelik yiyeceğine, altın ve gümüşten olmayan
kap-kacağa zekât gerekmez. Ayrıca inci, yâkut, zümrüt ve
benzeri maddeler de, eğer ticaret için kullanılmıyorsa,
zekâta dahil değildir. Nafaka temini için; sanatkâr
kimselerin kullanmış olduğu aletlere ve ilim ehlinin
kitaplarına da zekât gerekmez.(22)
866 BORÇLU OLMAMAK DA
ŞARTTIR: Hanefi fûkahası: "Kullar tarafından taleb
edilen borçların hepsi zekâtın farz olmasına
manidir"(23) hükmünde ittifak etmiştir. Nezirler,
keffâretler, fıtır sadakaları ve hacc gibi, kullar
tarafından istenilmeyen her borç, zekâtın farziyyetine mâni
olmaz. Bir kimsenin borcundan sonra, nisab miktarından fazla
malı mevcudsa, ona zekât vermek farz olur.(24) Borç olan
kısmı yok hükmündedir. Zira o kendisinin değil, bir
başkasınındır.
867 NİSABIN NAMİ OLMASI
ESASTIR: Zekâtın farz olmasının şarlarından birisi de;
malın nami (üreyici, çoğalıcı) olmasıdır.(25) Nemâ
(Çoğalma); ya doğma, doğurma, kazanma, kâr etme gibi
"Hakiki" olur veya bir kimsenin elinde durması
(Kendisinin veya vekilinin) sebebiyle artmaya elverişli olan mal
gibi "Takdîri" olur. Hakiki nemâ da, takdirî nemâ
da, hılki ve fiilî olmak üzere ikişer kısma ayrılırlar.
Hılkî olanlar; altın ve gümüştür. Çünkü bunlar bizzat
intifâ için, yani havaici asliyeyi gidermek için elverişli
değildirler. Ticaret için niyyet edilsin veya edilmesin,
"Altın ve Gümüşün" zekâtı verilir. Fiili olanlar
ise, altın ve gümüşün dışında kalanlardır. Bunlarda
nemâ; ticarete niyet etmekle olur. Bilindiği gibi ticarete
niyyet de, ya serahaten (açıkca) beyanla veya delâleten sabit
hâle gelir. Meselâ; ev yapmak için, bir arsa alan kimse ile
arsa ticareti yapan kimse arasında fark vardır. Bir malın
zekâtının verilmesi için, o malın sahibinin elinde
bulunması ve malın artması veya temekkün etmesi
(yığılması) lâzımdır. Artması olmayan ve temekkünü
bulunmayan mal için zekât yoktur. Nitekim Dımar malı
böyledir.(26) Hz. Ali (ra)'den rivayet edildiğine göre;
"Dımar malında zekât yoktur"(27) Mal-ı dımar:
"Aslında bir kimsenin malı olan ve onun milkine dahil
bulunduğu sırada elinden çıkıp bir daha geri dönmesi
umulmayan mal demektir. Muhıyt'te de böyledir."(28)
İnkâr edilen borç, gömülüp tekrar bulunamayan mal, ve
şahidleri, senetleri bulunmayan alacak vs... Bunlar hep dımar
malıdır.
868 "HAVELANÜ'L
HAVL" ŞARTTIR: "Bir malda, üzerinden tam bir yıl
geçinceye kadar zekât yoktur"(29) Hadis-i Şerifini esas
alan Hanefi Fûkahası: "Zekâtın farz olmasının
şartlarından birisi de, malın üzerinden bir sene geçmesidir.
Zekâtta kameri yıla itibar olunur. Nisab senenin başında ve
sonunda tamam olursa, sene içerisinde noksanlanmış olması,
zekâtı düşürmez"(30) hükmünde ittifak etmiştir.
869
Bir mükellefin; nisaba malik olduktan sonra, zekât vermekte
acele etmesi caizdir. Sebebleri mevcud olduğu için; geçmiş
senelere ait zekâtları vermekte acele etmek şarttır. İmam-ı
Muhammed (rha) "Zekât "Fevri" olarak (derhal
ödenmek üzere) farzdır, tehiri caiz değildir. Zekâtını
zamanında ödemeyen kimsenin şahidliği kabul edilmez"(31)
buyurmaktadır. Bu husus iyi düşünülmelidir.