MADENLERİN VE DEFİNELERİN
(RİKAZ'IN) ZEKÂTI
914 Önce "Rikaz"
kelimesi üzerinde duralım. Bu kelime "Rekiz"den
alınmadır, türemiş değildir. Yerin altında gömülü olan,
maden ve definelerin tamamını içine alan bir ıstılâhtır.
"Maden" kelimesi "adn"dan alınmadır.
"Adn", bir yerde oturmak, karar kılmak manasınadır.
Allahû Teâla (cc)'nın arzı yarattığı zaman, onun terkibine
kattığı cüzler manasına meşhur olmuştur.
"Mâden" denince akla bu gelir.(135) Molla Hüsrev:
"İster Allahû Teâla (cc)'nın yaratması sonucu tabii
olarak bulunsun, isterse insan tarafından gömülmüş olsun,
mutlaka yer altında bulunan mala "Rikaz" denir. Mâden
ise, Allahû Teâla (cc)'nın yer altında yarattığıdır.
"Kenz"e gelince, o toprak altına gömülmüş
definedir"(136) hükmünü beyan etmektedir. Mâden
ocaklarından çıkarılanlar mahiyet itibariyle üç çeşittir.
Birincisi: Ateşte eriyen madenler. Meselâ: Altın, gümüş,
demir, Bakır ve kalay gibi!.. İkincisi: Akıcı olan madenler.
Meselâ: Petrol, zift ve sudan elde edilen tuz gibi!..
Üçüncüsü: Akıcı olmayan ve ateşte erimeyen madenler.
Meselâ: Alçı, kireç, cevahir ve yakût taşları gibi.(137)
915 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Rikaz'da (Maden ve definelerde) beşte bir (humus)
vardır"(138) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası;
"Rikazı çıkaran kimsenin, hür, köle, zimmi, çocuk veya
kadın olması müsavidir. Beşte bir'den geriye kalan (beşte
dördü) kendisine aittir"(139) hükmünde ittifak
etmiştir. Ancak harbi, rikazı, Ulû'lemr ile herhangi bir
anlaşma yapmadan çıkarırsa, kendisine hiçbir şey verilmez,
tamamına el konulur. Ancak "Ulû'lemr"le anlaşma
sonucu çıkarırsa, anlaşma şartlarına riayet edilir. Zira
ahidlerde vefalı olmak vacibtir.
916 Kenz'de (Definelerde) durum
farklıdır. Üzerinde Kelime-i Şehadet gibi, İslâmî bir
alâmet bulunan kenz'de (Definede) "Bulunmuş mal"
(Lukata) hükmü geçerlidir. Zira o mü'minlere aittir.
Üzerinde put (resim ve heykel) gibi, küfür alâmeti bulunan
define'de (Kenz'de) ise, beşte biri alınır!.. Geriye kalanın
hükmü ise, eğer o beldeyi silâhla fetheden mücahidler
hayatta ise onlara aittir. Değilse bulana verilir.(140)
Serahsi'nin muhıyt'inde de böyledir. Bulunan eşyaların
üzerinde, işaret kesin olarak belli olmazsa, zahiri mezhebe
göre cahiliyye'ye ait kabul edilir. Kafi'de de böyledir.
917
Bir mü'min; Darû'l Harb'e girip, Darû'l Harb'in sahrasında
bir define veya altın ve gümüş madeni gibi; bir maden bulsa,
o define veya maden kendisine aittir. O mü'minden, ister emanla,
ister gizlice girmiş olsun beşte bir alınmaz. Zira eline
mübah olan bir malı geçirmiştir. Beşte birin (Humusun) vacib
olmamasının sebebi, o mü'min malı, harbi'lerden sessizce ele
geçirmiştir.(141) Bu hususta takip, edilecek yol, bu gibi
şeyleri fakirlere sadaka olarak dağıtmaktır. Bahrû'r Raik'te
de böyledir. Bu müslüman Darû'l Harb'e, emansız girmiş ise
beşte bir vermeden, tamamı kendisinin olur. Serahsi'nin
Muhıyt'inde de böyledir.(142) Meselenin özü şudur: Darû'l
Harb'e emanla giren bir mü'min ahid yapmıştır. Her ne kadar,
ele geçirdiği rikaz kendisine ait ise de, ahde vefa
çiğnenmiş olur. Bu durumda, ele geçirilen rikazın
tamamının fakirlere tasadduk edilmesi münasibtir. Ancak
Darû'l Harb'e "Emansız" girdiği zaman, harhangi bir
ahid sözkonusu değildir. Dolayısıyla bulduğu rikaz
"Ganimet" hükmünde olur. Bir İslâm beldesi
istilâya uğrarsa; orda bulunan mü'minler esir hükmüne
geçerler. Dolayısıyla küfür ahkâmı ile hükmeden siyasi
güçlere karşı mücadele etmeleri esastır. Bu gibi durumlarda
ele geçirilen "Rikaz", mü'minlerin kendi içlerinden
seçtikleri harp emirine teslim edilir. O belde Darû'l İslâm
haline gelinceye kadar, gücü yeten bütün mü'minler cihada
devam eder. Çünkü Darû'l Harb'te, "Ganimet'lerin"
taksimi sözkonusu olamaz.