HACC VE UMRE İÇİN
İHRAM'A GİREN KİMSENİN CİNAYETLERİ
1016 Daha önce "İhram'a
giren kimsenin dikkat edeceği hususlar" başlığı
altında ihrama girmek ve Harem-i Şerif'e dahil olmak sebebiyle
mükellefe farz kılınan ve yasaklanın meseleleri izaha gayret
etmiştik!..(196) Buradaki "Cinayet" kavramı; ihrama
giren mükellefin, Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûlü
(sav)'nün çizdiği hududları aşmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de
"Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat
alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin,
bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı
tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahud
başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan yahud
kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur"(197) hükmü beyan
buyurulmuştur. İslâm ûleması; kasden işlenen haramın
tesirini fidyenin gidermeyeceği hususunda ittifak etmiştir.
Ancak unutarak veya bilmeyerek yahud bir özür sebebiyle,
"İhramlı olan kimse"; herhangi bir hududu aşarsa
fidye verir ve tevbe eder. Gerek ihram, gerekse harem-i şerif
sebebiyle yasak olan herhangi bir fiil işlendiği zaman, o
fiilin mahiyetine göre ceza değişir. Genellikle;
1. Kurban kesmeyi gerektiren
yasak fiil,
2. Bir fitre miktarı sadaka
vermeyi gerektiren yasak fiil,
3. Fitre miktarından daha az
bir sadakayı gerektiren yasak fiil,
4. Kıymetinin
karşılığını vermeyi gerektiren yasak fiil,
olmak üzere dört türlü
ceza vardır. Şimdi yasak olan fiileri ayrı ayrı ele alalım
vebunların işlenmesinden dolayı ortaya çıkacak cezaları
izaha gayret edelim.
1017 GÜZEL KOKU VE YAĞ
SÜRÜNMENİN CEZASI: İnsanların faydalandığı ve
kendisinde güzel koku bulunan her şeye "Tîyb"
denilir.(198) Bedene sürülen şeyler genellikle üç
çeşittir.
Biricisi: Bizzat koku olan;
misk, anber, kâfûr ve benzerleri!..
İkincisi: Kendisi bizzat
koku olmadığı halde, koku için asıl olan ve ilâç olarak da
kullanılan zeytinyağı ve benzeri maddeler. Bunlar eğer bedeni
yağlamak için kullanılırsa, koku hükmü verilir. Yemeğe
katılırsa "Koku" hükmünde değildir.
Üçüncüsü: Bizzat koku
olmadığı gibi, kokunun asıl maddesi de olmayan ve hiçbir
sûrette bu mahiyette kullanılmayan maddeler!.. Meselâ iç
yağı gibi maddeler.
Güzel koku sürünen ihramlı
kimse üzerine keffaret lâzım gelir. Eğer bir uzvun tamamına
veya daha fazlasına güzel koku sürmüşse kurban kesmesi
icabeder!.. Fakat bir uzuvdan azına sürülmesi halinde,
buğdaydan yarım sa', (Yaklaşık olarak 1,667 kg.) fidye
vermesi gerekir.(199) Bir uzvun yarısından fazlası, tam
hükmünde kabul edilir. Feteva-ı Hindiyye'de: "koku
sebebiyle ceza gerekmesi hususunda; mükellefin unutarak veya
kasden sürmesi arasında fark yoktur. Erkek ve kadın da;
hüküm noktasından müsavidir. Bedai'de de böyledir. Bir kimse
vücûdunun tamamını kokulamış olsa bile, bir kurban (dem)
gerekir. Çünkü cins birliği mevcuddur. Tebyin'de de
böyledir."(200) hükmü kayıtlıdır.
1018 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Kına güzel bir kokudur"(201) Hadis-i Şerifini esas
alan Hanefi fûkahası "Başını kına ile boyayan
mükellefin üzerine bir kurban lâzım gelir"(202)
hükmünde ittifak etmiştir.
1019 Meşru bir özüre binaen,
ihram içerisindeki mükellef güzel koku sürünür, tıraş
olur veya dikişli elbise giyerse muhayyerdir. İsterse bir
koyun kurban eder, dilerse üç gün oruç tutar veyahut altı
fakire üç sa' miktarı (Yaklaşık olarak 10 kg.) buğdayı
sadaka olarak verir.(203) Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de:
"...Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir
eziyyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan yahud kurban'dan
(birisiyle) fidye vacip olur"(204) hükmü beyan
buyurulmuştur. Hanefi fûkahası buÿAyet-i Kerime'de fidyeler
arasında beyan edilen "ev" kelimesinin muhayyer
kıldığını esas almıştır.(205) Şurası unutulmamalıdır
ki, fidye olarak kurban kesilecek olursa, bunun harem dairesinde
yapılması gerekir. Dürri'l Muhtar'da: "Kurban keser de
kokuyu gidermezse, onu yerinde bıraktığı için ikinci bir
kurban lâzım gelir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin
bu metni şerhederken: "Yerinde bıkaktığı için ikinci
bir kurban lâzım gelir. Çünkü iptidaen koku sürünmek haram
idi. Binaenaleyh devamı için de iptida hükmü
verilir."(206) demiştir.
1020 Zeytinyağı ve
susamyağı ile vücûdunu yağlarsa; velev ki bunlar halis
olasun, kurban gerekir. Çünkü bunlar kokunun ana maddeleridir.
Ayrıca Menekşe yağı gibi güzel kokulu ve bunun benzeri
yağlarda ittifakla kurban lâzım gelir.(207) Kendisi bizzat
koku olmadığı gibi, kokunun ana maddesi de olmayan yağlar
(iç yağı vs...) vücûda sürülürse hiçbirşey lâzım
gelmez!.. Bizzat koku olmayan, ancak kokunun ana maddesi olan
yağları yemekte de, bir beis yoktur. Zira bunlar kokulanmak
için kullanılmadığı müddetçe; kendilerine "Koku"
hükmü verilmez.(208) İhrama girmeden önce sürülmüş
kokunun eseri zarar vermez.(209)
1021 DİKİŞLİ ELBİSE
GİYMENİN CEZASI: İhrama girmiş olan bir kimse;
giyilmesi âdet olan dikişli bir elbiseyi sabahtan akşama kadar
giyerse veya başını birşeyle örterse kurban kesmesi
icabeder.(210) Bundan daha az bir müddet giyerse veya başını
örterse, fitre miktarı sadaka vermesi gerekir. Feteva-ı
Hindiyye'de: "Elbisenin unutularak veya kasden, bilerek veya
bilmeyerek, arzusuyla veya başkasının zorlamasıyla giyilmesi
arasında fark yoktur. Bahru'r Raik'te de böyledir"(211)
hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Yusuf (rh.a)'un: "Yarım
günden daha fazla bir zaman, dikişli elbise giyen muhrim'in
üzerine kurban vacip olur"(212) hükmünü beyan
buyurmuştur. Dolayısıyla amelde Şafii mezhebini taklid eden
mükellef; âdet olan dikişli bir elbiseyi giydiği anda,
kendisine kurban vacip olur.
1022 İhramlı olan bir kimse,
başını bir gece boyunca örtülü tuttuğu takdirde kendisine
kurban vacip olur. Örtmesinin kasden, unutarak veya uyuyarak
olması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'da da böyledir.
Ayrıca başının dörtte birini bir gün kapatığı zaman,
üzerine kurban vacip olur. Bundan az olursa (Yani yarım gün
veya daha az zaman) sadaka vermesi lâzım gelir.(213)
"El-Meşhur"da İmam-ı Muhammed (rh.a)'den gelen bir
rivayete göre, başının ekserisini kapatmadıkça ihramlı
olan kimseye kurban vacip olmaz. Sahih olan
"El-Meşhûr"da zikredilen bu kavildir. Serahsi'nin
Muhiyt'inde de böyledir.(214) İmam-ı Merginani; ihramlı olan
kimsenin, kemali ile faydalanması için müddete (Zamana) itibar
edildiğini beyan ettikten sonra: "İnsan âdet olarak bir
elbiseyi bir günde giyer ve çıkarır. Dolayısıyla ihrama
karşı cinayetin tam olması için bu müddeti dikkate almak
gerekir. Aksi takdirde cinayet noksan kalmış demektir. Tam bir
gün elbiseden faydalanırsa veya tam bir gece başını örterse
dem vacip olur. İmam-ı Yusuf (rh.a) günün ekserisini, tamamı
makamına kaim kıldı"(215) hükmünü beyan eder. Dikkat
edilirse kurbanın vacip olması için, ihrama karşı cinayet'in
tam olarak gerçekleşmesi esas alınmıştır. Cinayet noksan
olursa sadaka gerekir.
1023 TIRAŞ OLMANIN VE
TIRNAK KESMENİN CEZASI: İhrama giren mükellef herhangi
bir zaruret olmadan başını tıraş ederse, kendisine başka
bir ceza değil, doğrudan doğruya kurban (dem; koyun veya
keçi) vacip olur.(216) Burada "Zarûret" kaydını
hasseten zikretmemizin sebebi, ızdırar ve eziyyet halinde
cezanın farkılaşmasındandır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de:
"Artak içinizden kim hasta olur, yahud başından bir
eziyyeti bulunursa ona oruçtan ve sadakadan yahud kurbandan
(birisiyle) fidye vacip olur"(217) hükmü beyan
buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'yi esas
alarak; herhangi bir özrü bulunan kimsenin fidye hususunda
muhayyer olduğunda ittifak etmiştir.(218) Dolayısıyla dilerse
üç gün oruç tutar, dilerse kurban keser, dilerse altı fakire
üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir. Zira
mâ'zur (Özürlü) olan kimseyi Allahû Teâla (cc) bu hususta
muhayyer bırakmıştır.
1024 Başının dört'te birini
veya daha fazlasını tıraş etmesi halinde, kurban kesmesi
gerekir. Dört'te birinden azını tıraş ederse sadaka vermesi
icabeder.(219) İmam-ı Merginani: "Bizim için delil
şudur. Mükellefin başının bir kısmını tıraş etmesi,
bütün unsurlarıyla (Kâmil bir mahiyette) faydalanma demektir.
Zira bu şekilde tıraş olmak yaygındır. Dolayısıyla cinayet
tam manasıyla teşekkül etmiş olur. Eğer gayet az olursa
cinayet tam manasıyla ortaya çıkmamıştır. Uzvun dört'te
birini güzel koku ile kokulamak ise, buna benzemez. Çünkü o
maksad değildir. Ayrıca sakalın bir kısmını tıraş etmek,
Irak'ta ve diğer arap topraklarında âdet halindedir. Eğer
boyunun tamamını tıraş ederse (ense tıraşı) üzerine bir
kurban lâzım gelir. Çünkü ense; tıraş edilmesi esas olan
uzuvlardan birisidir. İki koltuğunun altını veya onlardan
birisini tıraş ederse yine üzerine bir kurban lâzım gelir.
Zira eziyyeti defetme ve rahata kavuşma bakımından, buralarda
bulunan kılları tıraş etmek gaye halindedir. Etek
tıraşının hükmü de tıpkı buna benzemektedir"(220)
hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de:
"Başının dört'te birini veya üç'te birini tıraş eden
ihramlı'ya (Muhrim'e) bir kurban vacip olur. Ancak başının
dört'te birinden daha az kısımını tıraş eden kimseye,
sadaka lâzım gelir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir.
Sakalının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş eden
muhrim'e; kurban kesmek vacibtir. Dört'te birinden azını
tıraş etmişse sadaka verir. Ensesinin tamamını tıraş eden
kimseye de kurban gerekir. Hidaye'de de böyledir. Kasık ve
koltuk altı tıraşı yapan veya burada bulunan tüyleri yolan
muhrime de kurban vacip olur. Siracü'l vehhac'ta da böyledir.
Koltuklarından birinin tamamını değil, yarısından
fazlasını tıraş eden kimseye sadaka gerekir. Tahavi şerhinde
de böyledir. Hacamat yerini tıraş eden kimseye de, İmam-ı
Ebû Hanife (rh.a)'ye göre kurban vacip olur. Feteva-ı
Kadıhan'da da böyledir. Eğer bıyıktan bazı kıllar
kesilmişse bakılır, kesilen miktar sakalın dört'te biri
kadar varsa (bu muhrime), fakirlere yemek yedirmesi vacip olur.
Hidaye'de de böyledir. Bir azayı tıraş etmişse, sadaka
vermesi icabeder. Buradaki azadan kasıt; uyluk, bacak ve koltuk
gibi uzuvlardır. Baş ve sakal ise bunlardan hariçtir.
Muhıyt'te de böyledir. İhramlı kimse başından, burnundan
veya sakalından kıllar koparırsa, kılları sayar ve her bir
kıl için, bir avuç buğdayı sadaka olarak verir. Feteva-ı
Kadıhan'da da böyledir"(221) Hükmü kayıtlıdır.
İhramlı olan kimse el ve ayak tırnaklarını keserse, bir
kurban kesmesi vacip olur.(222) Beş tırnaktan daha azını
keserse, sadaka vermesi gerekir.
1025 Daha önce "Keffaret
Nedir?" başlığı altında, bu ıstılâh'ın mahiyetini
izah etmiştik!.. (223) Meşru bir sebeb ve zaruretten dolayı
tıraş olan, elbise giyen, güzel koku sürünen veya tırnak
kesen muhrim (ihramlı kimse) keffaretlerden dilediğini yapar.
Eğer kurban kesmeyi arzu ederse, bunu "Harem"
dahilinde keser. Eğer "Harem'in" haricinde keserse,
kurban olarak caiz olmaz. Bu durumda etinin bedelini altı fakire
vermesi icabeder. Ayrıca her fakire yarım sa' buğday
(yaklaşık 1,667 kg.) vermek sûretiyle altı fakiri sevindirir.
İhramlı olan kimse oruç'u seçerse; dilediği yerde üç gün
oruç tutar. Bunları dilerse arka arkaya, dilerse ayrı ayrı
tutar. Eğer sadaka vermeyi uygun bulursa, her fakire yarımşar
sa' olmak üzere, altı fakire buğday verir ki, bu toplam üç
sa' (Yaklaşık 10 kg.) eder. Bu sadakayı "Mekke'de
mukim" olan fakirlere vermek efdaldir. Mekke'li olmayanlara
vermek de caizdir.(224)
1026 CİNSİ MÜNASABETTE
BULUNMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Hacc
(ayları) aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz
eder (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı
(kendisine) farz eder (ihrama girerse) artık haccda kadına
yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur"(225)
hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i
Kerime'de geçen "Refes" kelimesini "cinsi
münasebet ve insanı cinsi münasebete götüren fiiller"
olarak değerlendirmiştir. İhram'a giren bir kimse; Arafat'ta
vakfe yapmadan önce nikâhlı eşiyle cinsi münasebette
bulunursa haccı fasid olur. Bu kimsenin ayrıca bir kurban
kesmesi vaciptir. Diğer hacc menasikini tamamlar ve ertesi yıl
haccını kaza etmesi farz olur"(226) hükmünde ittifak
etmiştir. Arafat'ta vakfe yaptıktan sonraki duruma gelince:
Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Arafa'da vakfe yaparsa, onun
haccı tamam olmuştur"(227) Hadis-i Şerifini esas alan
Hanefi fûkahası; "Vakfe'den sonra zevcesi ile cinsi
temasta bulunan muhrimin (İhramlı kimsenin) haccı fasid olmaz.
Ancak işlediği cinayet sebebiyle bir deve kurban etmesi vacip
olur"(228) hükmünde ittifak etmiştir. Bu hususta İbn-i
Abbas (ra)'dan gelen kavil esas alınmıştır. Bayramın birinci
günü Akabe Cemresini taşlayıp, kurban kesen ve tıraş olan
muhrim (İhramlı kimse) nikâhlı eşiyle cinsi temasta
bulunursa, bir koyunu kurban kesmesi gerekir. Çünkü Ziyaret
tavafından önce, cim'a yapması caiz değildir.(229)
1027 Nikâhlı eşinden
"Ferci'nin" haricinde faydalanmaya gelince, ister inzal
vaki olsun, ister olmasın, dokunmak, şehvetle öpmek ve
kucaklamak haccı ve umreyi ifsad etmez. Fakat bu fiiller de
"Cinayet" hükmündedir. İhramlı olan kimse;
karısına şevhetle dokunur, öper ve kucaklarsa, üzerine
kurban kesmek vacip olur.(230) Hacc-ı Kıran'a niyyet eden
mükellef, umre yapmadan önce cinsi münâsebette bulunursa, hem
umresi, hem de haccı fasid olur. Fakat bu kimse umrenin ve
haccın menasikini tamamlar. Bir yıl sonra; hem umre'sini, hem
de haccını kaza eder. Kendisinden o senenin Hacc-ı
Kıran'ının kurbanı sakıt olur. Ancak bu mükellefin üzerine
iki kurban kesmek vaciptir.(231)
1028 Malûm olduğu üzere el
ile istimnâ yapmak, büyük günahlardandır. Daha önce
İstimna'nın hükmünü izah etmiştik!..(232) İhramlı olan
bir kimse, şehvetine mağlûp olup, el ile istimnâ yaparsa,
kendisine bir kurban vacip olur.(233) Ayrıca tevbe etmesi
şarttır. Rüyasında ihtilâm olan veya sırf düşündüğü
için inzal vaki olan muhrim için (İhramlı kimse için)
birşey gerekmez.(234)
1029 Sonuç olarak; ihrama
giren bir mükellef'in Arafat'ta vakfe'ye durmadan önce eşi ile
cinsi temasta bulunması (İnzal vaki olsa da olmasa da)
haccını ifsad eder. Bu kimsenin bir yıl sonra (Ertesi yıl) o
haccı kaza etmesi farzdır. Arafat'ta vakfe'den sonra cinsi
münasebette bulunması, büyük bir cinayet olmakla birilikte
haccını ifsad etmez. Ancak o mükellefin üzerine bir deve
kurban etmesi vacip olur. Zira bu husus Resûl-i Ekrem (sav)'den
rivayet edilmiştir.(235) Müzdelife'de gecelerken ve müzdelife
vakfesinde de durum böyledir. Yani muhrim (İhramlı kimse)
Cim'a ederse, üzerine bir deve kurban etmesi vacip olur.
Bayramın birinci günü; Akabe Cemresini taşladıktan, kurban
kestikten ve tıraş olduktan sonra, cinsi temasın dışındaki
diğer hususlar mükellefe helâl olur. Ziyaret tavafını
yaptıktan sonra, cinsi münasembette bulunmasında bir mahzur
yoktur. Dolayısıyla ihrama giren mükellefin, bu hususlarda
titiz olması zaruridir. Çünkü keffaret'in günahları
örtmesi için; kasden haram işlememek esastır. Ayrıca
herhangi bir şekilde keffaret yerine getirildikten sonra, tevbe
etmek şarttır.
1030 TAVAF, SA'Y VE
ŞEYTAN TAŞLAMALARLA İLGİLİ CİNAYETLER: Farz olan
ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ eden kimseye bir dem
(koyun veya keçi), cünüb olarak yapan kimseye ise bir bedene
(Deve veya sığır) kesmesi vacib olur.(236) İbn-i Abbas
(ra)'den böyle rivayet edilmiştir.(237) İmam-ı Merginani:
"Zira Cünüblük hali; abdestsizlik halinden, daha
galizdir. Dolayısıyla aralarındaki farklılığı meydana
çıkarmak ve izhar etmek için; ayrıca ibadetin noksanını
tamamlama dikkate alınarak bir bedene (Deve veya sığır) vacib
olur. Tavafın ekserisini cünüp olarak edâ eden kimse için de
hüküm aynıdır. Zira birşeyin ekserisi, onun tamamı
hükmünde olur. Efdal olan Mekke'de olduğu zaman, ziyaret
tavafını iade etmesidir"(238) hükmünü zikreder.
Feteva-ı Hindiyye'de: "Essah olan, ziyaret tavafını
abdestsiz olarak edâ etmiş olan mükellefin bunu iade etmesinin
mendub, cünüb olarak edâ etmiş olan kimsenin iade etmesinin
vacip olduğudur"(239) hükmü kayıtlıdır.
1031 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Kâbe-i Muazzama'yı tavaf namazdır. Ancak Allahû Teâla
(cc) onda konuşmayı mübah kılmıştır"(240) buyurduğu
bilinmektedir. Dolayısıyla ister farz olsun, ister sünnet
olsun her türlü tavafta "Taharet" şartı aranır.
Sünnet olan kudûm tavafını, abdestsiz olarak edâ eden
mükellef üzerine bir sadaka vacip olur.(241) Eğer cünüb
olarak kudûm tavafı yaparsa, bir kurban kesmesi gerekir.(242)
Mekke'de bulunduğu süre içerisinde, bunları iade ederse, hem
kurban, hem de sadaka'dan kurtulur. "Veda" tavafında
da durum farlı değildir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Vedâ
(sader) tavafını abdestsiz olarak yapmış bulunan kimsenin
sadaka vermesi gerekir. Bu kavil sahihtir. Bu tavafın bir
kısmını abdestsiz yapmış ise, bütün rivayetlere göre yine
sadaka vermesi icabeder. Fakat abdest alarak iade ederse, o
sadaka bi'l-icma sâkıt olur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir.
Vedâ tavafının tamamını veya ekserisini cünüb olarak yapan
kimseye kurban vacip olur. Eğer ehline dönmüş ise, cezâ
olarak bir koyun gönderir. Bu mükellef eğer henüz Mekke'den
çıkmamışsa tavafı iade eder ve üzerindeki kurban cezası
sakıt olur. Tehir etmiş olmasından dolayı bi'l-ittifak
herhangi birşey gerekmez. Vedâ tavafının tamamını veya
şavtlarının ekserisini terk etmiş olan kimsenin, bir koyun
kurban etmesi vacip olur. Şayed veda tavafının üç şavtını
terk etmiş (Dört şavtını edâ etmiş) olursa, terkettiği
her şavt için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.)
fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Kafi'de de
böyledir"(243) denilmektedir.
1032 Malûm olduğu üzere
"Ziyaret tavafı" farzdır. Dolasıyla Hacc ibadetini
edâ eden mükellef; "Ziyaret Tavafı'nı" yapmadan
ihramdan çıkamaz.(244) Kudûm tavafı "sünnet",
Vedâ tavafı (Sader) "Vacip'tir". Mükellef Mekke'de
olduğu süre içerisinde; tam bir taharet, huşû ve ihlâsla bu
amelleri edâ etmek durumundadır. Sadece Mikat'tan ihrama girip;
doğrudan doğruya Arafat'a geçen (Mekke'ye uğramadan)
mükellefin üzerinden kudûm tavafı sakıt olur.(245)
1033 Safa ile Merve arasındaki
sa'yi terkeden mükellef üzerine bir kurban (Koyun) kesmek vacip
olur.(246) Hanefi fûkahasına göre Safa ile Merve arasında
sa'y etmek haccın rüknü değildir. Nitekim İmam-ı Merginani:
"Bir kimse Safa ile Merve arasında yapılan sa'y amelini
terkederse, üzerine bir kurban (dem, koyun) vacip olur. Onun
hacc ameli ise tamamdır. Zira "Sa'y" ameli bizim
katımızda vaciptir. Bu durumda terkeden mükellef üzerine
kurban lâzım gelir, Haccı ifsad olmaz"(247) hükmünü
beyan eder. Safa ile Merve arasında sa'y etmek için
"Taharet" şartı da aranmaz. Fateva-ı Hindiyye'de:
"Hayızlı, nifaslı ve cünüb olarak yapılan sa'y ameli
de sahihtir. Kezâ ihramdan çıktıktan sonra sa'y edilmiş olsa
bu da caizdir. Sa'y amelini, hacc aylarından sonra edâ etmek de
sahihtir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir"(248) hükmü
kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Kadının hayız hali,
tavaftan başka hiçbir menasiki menetmez."(249) hükmünde
ittifak etmiştir.
1034 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Güneşin batmasından sonra Arafat'tan
ayrılın"(250) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi
fûkahası: "Arafat'tan; Ulû'lemr'den (imam'dan) ve
Güneşin batmasından önce ayrılan mükellef üzerine bir
kurban vacip olur"(251) hükmünde ittifak etmiştir.
Güneşin batmasından sonra "Ulû'lemr Arafat'tan, meşru
bir sebeple ayrılmazsa, mükellefin yola çıkmasında bir beis
yoktur. Ancak güneş batmadan önce ayrılırsa bir dem (Koyun)
vacib olur. Güneş batmadan ayrılır ve yine güneş batmadan
Arafat'a dönerek, Ulû'lemr ile birlikte tekrar ayrılırsa,
kurban sâkıt olur. Feteva-ı Hindiyye'de: "Arafat'tan
ayrılmanın kişinin arzusuyla olması veya hayvanının
(vasıtasının) onu alıp kaçması arasında fark yoktur.
Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Müzdelife vakfesini terk eden
mükellef üzerine de bir kurban vacip olur. Hidaye'de de
böyledir. Bir kimse Cemre'lerin tamamını terketse veya Akabe
yahut diğer cemrelerden birine taş atmakla iktifa etse; bu
kimsenin bir koyun kurban etmesi gerekir. Eğer azını terk
ederse (Meselâ her cemre'ye beşer veya altışar taş atar,
bunları yediye tamamlamazsa) her taş için yarım sa' buğdayı
(Yaklaşık 1.667 kg.) sadaka olarak verir. Ancak bu sadakaların
tamamının bedeli, bir kurban fiyatına ulaşırsa, muhayyerdir.
İster sadaka verir, ister kurban keser, El ihtiyar Şerhu'l
Muhtar'da da böyledir.(252) hükmü kayıtlıdır. Müzdelife
vakfesinden sonra; (Bayram'ın ilk günü) Akabe Cemresi'ni
taşlamayı terk eden mükellefin üzerine bir kurban vacip
olur.(253)
1035 Hz. Abdullah İbn-i
Mes'ûd (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Bir
nüsûkü (Ameli), diğer bir nüsûk üzerine takdim eden
kimsenin üzerine bir dem (Koyun) lâzım gelir"(254)
hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerifi esas alan Hanefi
fûkahası; her amelin zamanında ve tertibe uygun olarak edâ
edilmesinin şart olduğunda ittifak etmiştir. Meselâ; Akabe
Cemresini taşlayan bir mükellef önce kurban kesmek, sonra
tıraş olmak ve sonra da "Ziyaret" tavafını yapmak
durumundadır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre hacc-ı
kıran ve hacc-ı temettû yapan mükellef'in; kurban kesmeden
önce tıraş olması halinde iki kurban kesmesi gerekir.(255)
Birisi hacc kurbanı, diğeri de cezadır. Yine Bayram günleri
geçinceye kadar tıraş olmayan ve ziyaret tavafını edâ
etmeyen kimseye de kurban vacip olur.(256) İmameyn (rh.a) bu
hususta muhaliftir.
1036 AVLANMANIN CEZASI:
Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Siz (Hacc ve Umre
için) ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek
öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli
(benzeri) bir ceza vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık
olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi iki kişi hüküm (ve
takdir) edecektir. Yahûd bir keffaret vardır ki (o nisbette)
yoksulu doyurmak yahûd onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu
sûrette o kimse, ettiğinin vebalini atmış olsun. Allah
geçmişi bağışladı. (Fakat) Kim bir daha böyle yaparsa
Allah ondan intikamını alır. Allah mutlak galiptir, intikam
sahibidir"(257) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi
fûkahası: "Yaratılışları itibariyle insanlardan kaçan
ve korunan hayvanlara "Av hayvanları" denir. Av
hayvanları iki çeşittir. Birincisi: Karada yaşayan av
hayvanları, ikincisi: Denizde yaşayan av hayvanları.
Hayvanların doğumları (Kara veya deniz) esas alınır,
yaşayışları arızidir"(258) hükmünde ittifak
etmiştir. İhramlı olan bir mükellef, karada yaşayan av
hayvanını öldürürse veya avcılık yapan (İhramsız
kimseye) kılavuzluk ederse cezalandırılır. Bu cezada; kasden
veya unutarak yapanla, ilk defa veya tekrar tekrar yapan kimse
müsavidir.(259)
1037 Feteva-ı Hindiyye'de:
"Ceza, avlanan hayvanın kıymetine göre değişir. Şöyle
ki; avın avlandığı zaman ve avlandığı yerdeki kıymetini
adil olan iki mü'min takdir eder. Zira kıymetler zamanın ve
mekânın değişmesi ile değişebilir. Av, kara hayvanı ise ve
avlandığı yerde de av hayvanı satışı mevcut değilse;
bakılır. Oraya en yakın yerde av hayvanı satışı
yapılıyorsa, oradaki kıymet esas alınır. Tebyinde de
böyledir. Avlayan muhrim (ihramlı kimse) muhayyerdir. İsterse
vurduğu hayvanın bedeli ile bir kurban satın alır ve keser,
isterse takdir edilen kıymete göre; fakirlere sadaka verir. Her
fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.), yahut bir sa'
arpa (Yaklaşık 3,334 kg.) veya bir sa' hurma verir. İsterse
oruç tutar. Kafi'de de böyledir. Muhrim (ihramlı kimse) oruç
tutmayı seçerse; vurduğu hayvanın kıymeti, iki adil kimse
tarafından yiyecek olarak takdir edilir. Mükellef takdir edilen
her yarım sa' buğday için bir gün oruç tutar"(260)
hükmü kayıtlıdır.
1038 Hanefi fûkahası Ayet-i
Kerime'de geçen: "İçinizden kim onu bilerek öldürürse
(üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza
vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu
içinizden adelet sahibi iki kişi hüküm (ve takdir)
edecektir" hükmünü esas alarak; avlanan hayvanın vücûd
yaşının dikkate alınacağı ve bunun boğazlanan hayvanlarla
(Eti yenen) mislinin tesbit edileceğini beyan etmiştir.(261)
Meselâ "Geyik avlayan bir muhrim (ihramlı kimse) için,
bir koyun, tavşan avlayan için bir oğlak kurban eder"
denilmiştir!.. İmam-ı Merginani bu konuyu izah ederken:
"Allahû Teâla (cc) ihramlı iken av öldüren kimse için:
"(Onlara) ceza, öldürdükleri hayvanın neam'dan (Eti
yenen hayvandan) mislidir" hükmünü beyan buyurmuştur.
Eti yenen hayvandan (Neam'dan) onun misli; yaratılış (vücût
yapısı, fıtrat) olarak benzeyendir. Çünkü kıymetine
"Neam" denilmez. Sahabe-i Kiram'ın deve kuşunda,
geyikte, vahşi eşekte ve tavşanda beyan ettiğimiz üzere
yaratılış ve sûret (Görünüş) bakımından benzerini vacip
kıldığını biliyoruz. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Sırtlan bir avdır ve onda da bir koyun vardır"
buyurduğu malûmdur. İmam-ı Muhammed (rh.a) kendisi için
nâzir bulunamayan av hayvanınında kıymetin esas
alınacacağını beyan etmiştir. Serçe, güvercin ve bunun
gibi!.."(262) hükmünü beyan eder. Esasen avı öldüren
muhrim iki adil mü'minin hükmüne uyarak hareket etmek
durumundadır. İki adil mü'min; avın kıymetini takdir edip,
kendisine tebliğ etmek durumundadır.(263) Av öldüren muhrim;
kurban kesmeye (netice olarak) karar verirse, bunu ancak Mekke'de
kesebilir, başka yerde kesemez..(264) Çünkü bu husus bizzat
Ayet-i Kerime'de zikrolunmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife
(rh.a) ile İmam-ı Yusuf (rh.a); "İki adil mü'min ancak
kıymet takdirini yapabilirler; cezaya müstehak olan muhrim'in
kurban, oruç veya sadaka olarak (herhangi birisinden) ödemesi
hususuna karar veremezler. muhrim bu hususta muhayyerdir.
Çünkü Ayet-i Kerime'de "ev" kelimesiyle araları
ayrılmıştır. Bunun onun muhayyer olduğunu beyan eder"
hükmünü beyan etmişlerdir. İmam-ı Muhammed (rh.a) ise; İki
adil mü'min kıymet takdiri yaptığı gibi, avı öldüren
muhrimin (Kurban, oruç veya sadaka'dan) hangisiyle amel
edeceğine de karar verebilir buyurmuştur.(265)
1039 İnsanlara saldıran ve
yırtıcı olan hayvanların öldürülmesinde bir beis
yoktur.(266) Hanefi fûkahası, ihrama giren mü'minlere eziyyet
veren hayvanlara "Faasık" ismi verildiği hususunda
müttefiktir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İhramda olan
mükellef; fareyi, kargayı, dölengeç kuşunu, akrebi, yılanı
ve saldırgan köpeği öldürebilir"(267) buyurduğu
bilinmektedir. Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir
Hadis-i Şerif'te: "Beş çeşit hayvan vardır ki,
bunların hepsi faasıktır. Hıll'de de, Harem'de de
öldürülebilirler: fare, akreb, karga, çaylak ve kuduz
köpek"(268) buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden
de bu hayvanların öldürülebileceğine dair rivayet
ulaşmıştır. Abdullah İbn-i Mesûd (ra): "Resûl-i Ekrem
(sav) ashabına Mina'da bir yılanı öldürmelerini emir
buyurdu" demiştir. Dikkat edilirse "Faasık"
olarak nitelendirilen bu hayvanların hiç birisinin eti yenmez.
Av olarak da herhangi bir değeri yoktur. Hanefi fûkahası aynı
özellikleri taşıyan diğer hayvanların
öldürülüp-öldürülemiyeceği noktasında ihtilâf
etmiştir. İmam-ı Azam Ebû hanife (rh.a)'den gelen zahir
rivayet; Resûl-i Ekrem (sav)'in isimlerini zikrettiği hayvanların
dışındakilerin öldürülemiyeceği yolundadır. Ancak
yırtıcı bir kuş veya vahşi bir hayvan (Arslan, kaplan vs...)
ihramlı olan kimseye saldırırsa öldürülebilir. İmam-ı
Merginani: "İhramlı olan mü'mine taarruz etmek haram
kılınmıştır. Yoksa kendisine yapılan saldırıyı defetmek
ve eziyyeti gidermek menedilmemiştir."(269) hükmünü
beyan eder. Eğer saldırıyı defetmek ve eziyyeti gidermek;
öldürmeden mümkün olursa, o yolun tercih edilmesi güzeldir.
1040 Bir av hayvanını
yaralayan, tüylerini yolan veya o hayvanın bir uzvunu
sakatlayan kimse, kıymetinden eksiltiği miktarı öder. Eğer
bir kuşun tüylerini yolar veya av hayvanının ayaklarını
keser de; kaçıp kurtulma imkânından mahrum bırakırsa, onun
değerinin tamamını ödemek durumundadır.(270) Av hayvanının
yumurtasını kırarsa yumurtanın kıymetini, içinden ölü
yavru çıkarsa dirisinin kıymetini tasadduk eder.(271) Bu av
hayvanının değerini de; yine o hususta bilgi sahibi, adil iki
mü'min takdir edecektir.
1041 İhramlı bir kimseye av
avlamak ve onu öldürmek haram olduğu gibi, ava delâlet etmesi
(Avın yerini göstermesi) de yasaktır. Avı öldüren kimseye
terettüp eden ceza, avın yerini gösterene de terettüp
eder.(272) Ava delâlet etme'den murad; yardımdır. Bu bizzat el
işaretiyle olabilceği gibi, kaş-göz hareketiyle de olabilir.
Hz. Ebû Katade (ra)'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'te ava
delâlet etme yasaklanmıştır.(273) Hanefi fûkahası:
"Ava (Gerek işaret, gerek diğer yollarla) delâlet etmek
ihramlı kimseye yasaklanmıştır. Çünkü o yardımda, av
hayvanının emniyetini ortadan kaldırma sözkonusudur. Av
hayvanları insanlardan uzak durmak ve gizlenmek sebebiyle emin
durumdadırlar. Avcıya işaret etmekle ve bulunduğu yeri haber
vermekle, telef olmasına sebeb olunur. Halbuki ihramla birlikte
taarruz ve taarruza sebep olacak hususlar
yasaklanmıştır"(274) hükmünde ittifak etmiştir. Esasen
Hz. Ata (ra)'dan rivayet edildiğine göre; insanlar avcıya
delâlet eden muhriminin (ihramlı kimsenin)
cezalandırılacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
1042 Kur'an-ı Kerim'de:
"Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, müsafire de
faide olmak üzere- size helâl edildi. İhramda bulunduğunuz
müddetçe ise kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp
toplanacağnız Allah'dan korkun"(275) hükmü beyan
buyurulmuştur. Dolasıyle ihramlı olan bir mü'mine, deniz avı
helâl kılınmıştır.(276)
1043 Açlık sebebiyle
ızdırar (Muzdar) hale düşen ihramlı kimse; herhangi bir kara
avını öldürürse, yine de (Muzdar hale rağmen) cezasını
öder.(277) Hanefi fûkahası, ızdarar halinde ölü (Leş) eti
yemeyi, av hayvanına tercih etmiştir. Nitekim İbn-i Abidin:
"Ölü eti (Leş) av üzerine tercih edilir. Bu Ebû Hanife
ve İmam-ı Muhammed'e göredir. İmam-ı Yusuf ile İmam-ı
Hasan'a göre avı keser. Fetva birinciye (Ebû Hanife ve
İmam-ı Muhammed'e) göredir. Nitekim Şurunbulâliyye'de böyle
denilmiştir. Ben derim ki: Bahır sahibi dahi bunu tercih
etmiş; "Çünkü av etinde iki haramı irtikab etmek
vardır. Bunlardan biri yemek, diğeri öldürmektir. Ölü etini
yemekte ise sadece bir irtikâb vardır. O da yemektir demiştir.
Hilâf evleviyet meselesidir. Nitekim Bahır sahibinin
"Haniye'den naklettiği "Ölü evlâdır"
sözünden anlaşılan da budur. Bir haram, iki haram
sözlerinden murad, muzdar (Izdırar halinde) kalmazdan önceki
asli hükümdür. Çünkü muzdar kaldıktan sonra artık haram
diye birşey yoktur"(278) hükmünü zikreder. İhramlı
kimsenin; koyun, sığır, deve, tavuk ve bunun gibi hayvanları
şer'i usûle uygun olarak kesmesinde bir beis yoktur.(279) Ancak
bunların dışında; evcil olan ördek ve kaz gibi hayvanları
da kesebilir. Yabani ördek ve kaz; av hayvanı hükmündedir.
1044 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Harem'in avı ürkütülmez"(280) Hadis-i Şerifini
esas alan Hanefi fûkahası: "İhramsız olan bir kimse
harem içerisinde bir av hayvanını vurduğu zaman, onun
kıymetini fakirlere sadaka olarak verir. Zira bütün av
hayvanları; harem sebebiyle emniyet hakkına
haizdirler"(281) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı
Münziri: "Haremde avlanmak ihramlı olan kimseye de,
ihrmalı olmayan kimseye de yasaktır"(282) hükmünde Ehl-i
Sünnet ve'l Cemaat''in müctehid imamlarının icma ettiğini
kaydetmektedir. İhramlı olan kimsenin av hayvanlarının etini
alıp-satması da batıldır.(283)
1045
HAREM BÖLGESİNİN BİTKİ VE AĞAÇLARI:
İnsanların ekip-yetiştirdiği cinsten olmadığı gibi;
onların emekleri sonucu da ortaya çıkmamış olan ağaç ve
bitkilerin koparılması ve onlardan menfaat elde edilmesi helal
değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in yeşil otu
biçilmez ve dikeni de kesilmez"(284) buyurduğu
bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse harem
bölgesinin yeşil olan bir bitkisini kopardığı zaman,
kopardığı şeyin kıymeti kadar yiyecek alır ve her fakire
yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) tasadduk eder. Bunu
istediği yerde yapabilir. Bu şahıs dilerse bir kurbanlık
alıp, harem'de kesebilir. Ancak bu cinayet sebebiyle oruç
tutmak caiz değildir. Bu işi yapan kimsenin ihramlı veya
ihramsız olması da müsavidir. Ayrıca kıymetini tasadduk etse
dahi, kopardığı o bitkiden faydalanması mekruhtur. Satmış
olursa, bu satış caiz olur ve satış karşılığı aldığı
bedeli fakirlere tasadduk eder. Harem bölgesinin kurumuş,
gelişme ve büyüme imkânı kalmamış olan bitkilerini
koparmakta bir sakınca yoktur. Tahavi şerhi'nde
böyledir"(285) hükmü kayıtlıdır. Harem'de insanların
bizzat çalışarak yetiştirdiği; sebzelerin ekinlerin,
çikçeklerin ve benzeri şeylerin, sahibinin izniyle
koparılmasında mahzur yoktur. Ancak ihramlı olan bir kimse;
başkasının bizzat yetiştirdiği harem bölgesindeki bir
sebzesini kaparsa; kopardığı şeyin kıymetini sahibine (Kul
hakkı) olarak ödemesi, aynı bedeli şer'i şerifin hakkı
olarak farkilere tasadduk etmesi gerekir.