RIZK TEMİN ETMENİN
(KESB'İN) SIFATI
1379 Hanefi fûkahası: "Bir
mükellefin; kendisine, ailesinin nafakasını temine ve
borçlarını ödemeye yetecek kadar kazanması farzdır. Fakir
olan mü'minlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına
ikram etmek için; bundan fazlasını kazanması müstehabtır.
Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için, rızık teminine
gayret sarfetmek ise mübahtır"(11) hükmünde ittifak
etmiştir. Başkalarına karşı tekebbür etmek dünyevi hırsa
kapılarak yarışa çıkmak, azgınlık ve taşkınlık için
kazanması; helal yolla kazansa dahi, mekrûh ve haramdır.(12)
Elbette burada, mükellefin "niyeti" önemlidir.
Mü'minlerin; tağuti güçlere karşı daha güçlü bir
şekilde cihad edebilmesi için, hırsla kazanan ve kazancını
cihada harcıyan mü'min, sürekli ibadet içerisindedir. Zira
"niyyeti"; farz olan bir ibadetin edâ edilmesidir.
1380 Kur'an-ı Kerim'de:
"Onlar ki, (Mü'minler) harcadıkları vakit ne israf, ne de
sıkılık (cimrilik) yapmazlar. (Harcamaları) ikisi arası
(vasat) olur"(13) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i
Kerime'yi esas alan Hanefi fûkahası: "Mükellef,
kazandığı malda israf etmediği gibi, cimrilik yolunu da
tutmaz. Hem kendi nefsine, hem de nafakaları üzerine vacip olan
kimselere (ailesine, çocuklarına vs.) infak eder"(14)
hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi "İsraf nedir?"
sualine cevap arıyalım. İsraf; arapça bir kelime olup,
"Serefe" kökündendir. Seref; herhangi bir şeyde
makûl haddi aşmak manasınadır. İslâmi ıstılâhta:
"Gayr-i meşru (Şer'i olmayan) bir gaye için mal
sarfetmeye" israf denilmiştir. Ulema "İsraf'ta hayır
yoktur. Hayırlı işlerde ise; israf yoktur" hükmünü
zikrederek, konunun kavranmasını kolaylaştırmıştır.
Allahû Teâla (cc)'nın israfı haram kıldığı muhkem
ayetlerle sabit olmuştur.(15)
1381
Çalışıp, rızk temin edebilme kudreti olan kimsenin dilenmesi
caiz değildir. Çünkü çalışmamak, suretiyle bir farzı
terketme durumu söz konusudur. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Hayatım yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki;
sizden herhangi birinizin, ipini alıp da, dağdan arkasında bir
bağ odunu getirmesi ve satması, herhangi bir kişiden
istemesinden çok hayırlıdır. (Kimbilir, istediğiniz kimse
de) ya verir minnetine girersin, yahud vermez zilletini
çekersin"(16) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla
çalışma gücü olan kimsenin dilenmesi meşru değildir. Ancak
kudreti yoksa durum ne olacaktır? Hiç malı olmayan ve
hayatını ancak dilenmek suretiyle idame ettirebilen kimselere
"Miskin" denilmiştir.(17) Miskinler; Beytü'lmal'in
"Zekât" bütçesinden, maaşlarını alırlar. Zira
çalışma kudreti olmayan ve fakir olan kimseler; korunmaya
muhtaçtırlar. Molla Hüsrev: "İçinde bulunduğu gün
için, yiyeceği mevcut olan kimseye dilenmek helal
olmaz"(18) hükmünü beyan etmektedir. Hem miskin olur; hem
de (durumunu beyan etmekten utanarak) dilenmezse ve bu sebeple
ölürse, günahkâr olur. Zira o halde bulunan kimsenin;
("Beytülmal" ve "Ulûl'lemr" yoksa)
dilenmesi şer'an caizdir. Eğer dilenmekten de aciz olursa; o
kimsenin durumunu bilen kimse üzerine, onu doyurması
"Farz-ı Ayn" olur.(19) Ancak kendi kudreti de; onu
doyurmaya müsait değilse, yardım yapabilecek başka bir
kimseye durumu iletmesi farzdır.