TİCARETLE MEŞGUL OLMAK
1385 Kur'an-ı Kerim'de:
"(Öyle kimseler, mü'minler) Vardır ki, ne bir ticaret, ne
bir alışveriş (onları) Allahû Teâla (cc)'yı zikretmekten,
dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar
kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden
korkarlar"(26) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i
Kerime'de; ticaret ve alışveriş gibi, rızk temin etme
yollarının; kendilerini, Allahû Teâla (cc)'ya ibadetten
alıkoymadığı mü'min kimseler övülmüştür. Bu, bir
anlamda mü'min tüccarın vasfıdır. Zira mü'min tüccar
"zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün
de hesabının sorulacağı güne" hazırlandığının
şuurundadır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Emin ve
sadık (güvenilir) mü'min tüccar, kıyamet gününde
şehidlerle beraberdir"(27) Hadis-i Şerif'i açık bir
müjdedir. Başta Hz. Ebû Bekir (ra) olmak üzere, cennetle
müjdelenen birçok sahabe, ticaretle meşgul olmuşlardır.
Ancak şurası da unutulmamalıdır ki; kıyamet gününde
şehidlerle beraber olacak tüccar, şer'i şerifin hududlarına
titizlikle riayet etmek borcundadır. Dünyevi hırsa kapılır;
şer'i hududları bir kenara bırakırsa, büyük bir azabla
karşı karşıya gelir
1386 Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl yollarla
(Haram'la) yemeyin. Meğer ki (o mallar), sizden karşılıklı
bir rızadan (doğan) bir ticaret malı ola (o zaman yeyin).
Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok
esirgeyicidir. Kim (helal hududlarını) aşarak ve zulüm
yaparak bu amelleri işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da
Allahû Teâla (cc) için çok kolaydır."(28) hükmü beyan
buyurulmuştur. Müfessirler "Bir malın batıl yolla
yenilmesinden murad; kumar, faiz, hırsızlık, gasb ve bunun
gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla
yenilmesidir"(29) hükmünde ittifak halindedirler. Bu
yollara tevessül eden kimseler (ister tüccar, ister müşteri
olsun); geçici olan dünya hayatı için, ebedi hayatlarını
tehlikeye atmışlardır
1387 Toplu halde yaşıyan
insanların; mal, menfaat ve hizmet noktasından birbirleriyle
sıkı ilişkiler içerisinde olacakları muhakkaktır.
Türkçe'de "Alışveriş" diye isimlendirdiğimiz
olayın arapçası "Büyû" dur. Bu kelimenin lûgat
manası; malı mal ile mübadele etmek, değişmektir.(30)
İslâm ûleması; "Kıymete haiz olan ve rağbet edilen bir
malı, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile mübadele
etmeye" alış-veriş adını vermiştir.(31) Bir malın
kıymetli olması için; mübah olması şarttır. Ayrıca
insanlar tarafından rağbet edilmesi ve biriktirilebilmesi de
gerekir. Şarap; biriktirilmesi ve bazı çevrelerce (Ehl-i Kitab
ve faasıklar gibi) rağbet edilmesine rağmen, mü'minler
indinde kıymetli değildir. Zira haram kılınmıştır. Bu
sebeple mallar "Mükekavvim" ve "Gayr-i
Mütekavvim" olmak üzere ikiye ayrılır.(32) Ulema;
satılan mal dikkate alındığı zaman, dört çeşit
alışveriş sözkonusu olduğu için; "Bey" şeklinde
değil, çoğul sigasıyla "Büyû" şeklinde
kullanmıştır. Satılan mal esas alındığı zaman; dört
çeşit alışverişle karşı karşıya geliriz. Bunlar:
1) Ticarete konu olan
mütekavvim bir mal, aynı mahiyetteki diğer bir mal ile
değiştirilebilir. Buna Türkçe'de "trampa" denilir.
2) Alışverişe konu olan
kıymetli mal, semen karşılığı satılır. En meşhur ve
yaygın olanı budur. Mesela: Bir elbise 5000 lira
karşılığında satın alındığı zaman, elbise
"Mal", 5000 liradan onun semeni olur.
3) Semen'i, semen ile satmak
mümkündür. Mesela: Doları, mark ile satın almak veya nakit
para ile satın almak gibi!.. Buna "Sarf" denir. Bu
işle meşgul olan kimselere de "Sarraf" adı verilir.
4) Semen ile veresiye mal
satın alınabilir. Buna "Selem" denilir.(33)
1388 Şer'an satış:
"Mütekavvim olan bir malı hususi bir şekilde, fayda ifade
eden misli ile mübadele etmektir. "Hususi bir
şekilde" kaydı; başta teberru ve hibe olmak üzere,
karşılıksız mal vermeyi tarifin dışında tutabilmek
içindir. Alışverişin mün'akid olması için; icab ve kabul
şarttır. Bunun mazi sigasıyla (Yani "Sattım" ve
"Aldım") şeklinde olması esastır.(34) Zira
"Satacağım" veya "Alacağım" gibi ifadeler
temenni ve arzu hükmündedir, kat'iyyet sözkonusu değildir.
İmam-ı Kasani "Satışın rüknü; icap ve kabulle
birlikte mübadele etmektir" hükmünü zikreder. İbn-i
Hümam: "Satışın rüknü icap ve kabuldür ki, bunlar
mübadeleye veya onun yerini tutan birbirine teslim etmeye
delâlet eder. Bu durumda satışın rüknü; iki milki söz veya
fiille mübadeleye rıza göstermedir" buyurmaktadır.
Satışın şartı: İki tarafın da (İcab ve kabule) ehil
olmasıdır. Dolayısıyle akıllı olmak esastır. Delinin veya
mecnunun satışı sahih değildir. Bulüğa ermiş olmak ve
hürriyet şart değildir. Üzerinde akid yapılan malda da bazı
şartlar aranır. Bunlar:
1) Alışverişe konu olan
mal, mübah olmalıdır. Başta şarab olmak üzere İslâm'ın
haram kıldığı mal satışa konu değildir.
2) Mal mevcud olmalıdır.
Denizdeki balık veya havadaki kuş satılamaz.
3) Malın teslimine imkân
bulunmalıdır. Mesela: Hayvanın karnındaki yavru satılamaz.
Zira teslim etme imkânı yoktur.
4) Milk satan kimseye ait
olmalıdır. Satışın yapıldığı yerin şartı; meclis
beraberliğidir. Satışın sahih olabilmesi için; milkin
bulunması ve milk üzerinde başkasının hakkının olmaması
esastır.(35) Mal üzerinde hakkı ve yetkisi olmayan kimsenin
(Fuzuli'nin) satışı, bütün şartlar bulunsa dahi münakid
olmaz.
1389 Satış; semen (malın
bedeli) açısından da, dört kısma ayrılır. Bunlar:
1) Mükellef; malın kendisine
kaça mal olduğunu söylemeksizin, karşılıklı razı
olacakları bir bedelle (Semen) akid yapabilir. Buna
"Musâveme" denilir. Mesela: Bir tüccar, elindeki
malın maliyet fiyatını gizleyerek müşterisine "- Sana
şu fiyata verebilirim" teklifinde bulunur. Esasen yaygın
olan usul budur.
2) Mükellef; satışa konu
olan malın, kendisine kaça mal olduğunu beyan edip, belirli
bir kâr koyarak satabilir. Buna "Mürabaha" denir.
Mesela: Tüccar "- Efendim, bu mal bana 1000 liraya mal
olmuştur. Sana 1100 liraya verebilirim" diyebilir.
3) Mükellef; malın maliyet
fiyatını beyan edip, hiçbir kâr talep etmeden satabilir. Buna
da "tevliye" denilir.
4) Mükellef, satışa konu
olan malın maliyet fiyatını beyan ettikten sonra, o fiyatın
daha aşağısına da satabilir. Buna da "Vadia"
(Vazia) denilir.(36) Bu satış şekillerinin hepsi de,
meşrûdur. Zira ticarette; hem kâr, hem zarar sözkonusudur.
1390
Satışın hükmü; iki taraftan biri için milkiyetin, diğeri
için de bedelinin (Semenin) sübûtudur. Fûkaha buna "Asli
hükmü" adını vermiştir. Tabi olan hükmü ise; malı ve
kıymetini (Semeni) teslimin vacip olmasıdır. Yani satıcının
"Malı", alıcının da "Semeni" (kıymetini)
vermesi vaciptir.(37) Veresiye olan satışlarda
"Müddetin" bilinmesi esastır. Meçhul bir zamana
dayanan satış doğru değildir. Ayrıca veresiye satışlarda;
borçlanma söz konusu olduğu için "Senetleşmek"
zarûridir.(38) Şimdi alışverişle ilgili diğer hususları
zikredelim.