CİHAD SONUCU ELDE EDİLEN
TOPRAKLAR
1508 Hz. Ömer (ra)'in hilafeti
dönemine kadar; cihad sonucu elde edilen topraklar mücahidler
arasında taksim ediliyordu. Hz. Saad b. Ebi Vakkas (ra)'ın
komutasındaki İslâm ordusu Irak'ı fethedince, elde edilen
ganimetlerin taksimi gündeme girdi. Şimdi bu husustaki
gelişmeyi İmam-ı Yusuf (rha)'un "Kitabû'l
Haraç'ın"dan özetleyerek izaha gayret edelim:
"Medineli alimlerden pek çoğu bana şöyle anlattılar:
"... Sonra Hz. Ömer (ra) Irak ve Şam taraflarından
Allahû Teâla (cc)'nın müslümanlara ihsan ettiği arazilerin
taksimi hususunda Resûlullah'ın ashabı ile istişarede
bulundu. Bazıları; ganimetlerin ve fethedilen arazilerin taksim
edilmesini istediler. Hz. Ömer (ra): "- Sizden sonra gelen
müslümanlar ne olacak? Onlar, arazilerin ahalisiyle beraber
taksim edilmiş olduklarını, babalardan oğullara miras olarak
intikal ettiğini, böylece kendilerinin herşeyden mahrum
edilmiş olduklarını görecekler. Bu istek, doğru bir
görüşe dayanmıyor" buyurdu. Bunun üzerine Hz.
Abdurrahman b. Avf (ra): "- O halde doğru görüş nedir?
arazi ve sahipleri; Allah'ın fatih müslümanlara ihsan ettiği
fey' ve ganimetten başka birşey midir?" dedi. Hz. Ömer
(ra) bu suale şöyle cevap verdi: "- Onlar ancak senin
dediğin gibidir. Lakin ben meseleyi öyle görmüyorum. Allah'a
yemin ederim ki, benden sonra müslümanlara çok şeyler
sağlayacak bir memleket fetholunmaz. Aksine fethedilen
ülkelerin müslümanlara maddi bakımdan bir yük ve külfet
olması muhtemeldir. Irak ve Şam arazileri işleyicileri ile
birlikte taksim olunursa, o zaman kaleler ne ile korunur? Geriden
gelen nesillere, yetimlere ve dullara Irak ve Şam arazisinden ve
diğer memleketlerden ne kalır?
1509 Mecliste bulunanlar bu
defa: "- Allahû Teâla (cc)'nın bize kılınçlarımızla
ihsan ettiği ganimetleri, harbe iştirak etmeyen, taksimine bile
yetişmeyen kimselere, onların çocuklarına ve orada hiç
mevcut olmayan çocuklarına mı vakfedeceksin?" diyerek Hz.
Ömer (ra)'e daha fazla yüklendiler.
1510 Hz. Ömer (ra): "- Bu
bir görüştür" diyor. Başka bir şey ilave etmiyordu.
Meclistekiler: "- O halde istişare et" dediler.
1511 Ravi der ki; Hz. Ömer
(ra) ilk muhacirlerle istişare etti. Bir görüş birliğine
varamadılar, ihtilafa düştüler. Hz. Abdurrahman b. Avf'ın
görüşü haklarının kendilerine taksim edilmesi yolundaydı.
Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Abdullah b. Ömer, halifenin
(Hz. Ömer'in) görüşünü benimsediler.
1512 Bunun üzerine Hz. Ömer
(ra) beşi Evs kabilesinden, beşi de Hazreç kabilesinden olmak
üzere Ensar'dan on kişi çağırdı. Onlar toplantıya gelince,
Allahû Teâla (cc)'ya hamd ve senadan sonra şöyle hitap etti:
"- Sizi, size ait işlerden olup sizin namınıza
taşımakta olduğum emanetin sorumluluğunu benimle birlikte
paylaşmanız için rahatsız ettim. Ben de sizlerden herhangi
biri gibiyim.(250) Siz ise bugün hak ve doğru olanı ikrar
edersiniz. Bana muhalefet eden etti, muvafık düşünen de
muvafakat etti. Ben, sizin, benim nefsi arzurlarıma tabi
olmanızı istemiyorum. Sizin elinizde hakkı söyleyen bir kitap
var. Allahû Teâla (cc)'ya yemin ederim ki, arzu ettiğim bir
şeyi eğer söylersem, ben onunla ancak hakkı murad
ederim."
1513 Bunun üzerine Ensar'dan
müteşekkil istişare heyeti: "- Ey mü'minlerin emiri;
buyur konuş, meseleleri duyup anlayalım" dediler.
1514 Hz. Ömer (ra) sözlerine
devamla dedi ki: "- Benim, haklarında kendilerine
zulmettiğimi iddia eden bu insanların sözlerini işittiniz.
Ben zulûm irtikap etmekten Allahû Teâla (cc)'ya
sığınırım. Eğer ben onlara ait bir hakkı onlardan zulmen
alıp, başkalarına vermiş olsaydım, gerçekten kötülük
etmiş olurdum. Fakat ben gördüm ki, Kisra'nın ülkesinden
sonra fetholunacak birşey kalmadı. Allahû Teâla (cc) onların
mallarını, arazilerini ve canlı-cansız bütün
zenginliklerini bize ganimet olarak ihsan etti. Bu ganimetlerden
menkul malları hak sahiplerine teslim ettim. Beşte birini
(Humus'u) ayırdım ve yerine yerleştirdim. Şimdi onun
idaresiyle (Hak sahiplerine verilmesiyle) uğraşıyordum.
Arazilere gelince: Ben arazileri, onları işlemek için gerekli
demirbaş menkûllerle birlikte dağıtım dışı tutmayı ve
araziye arazi vergisi (haraç) koymayı, sahiplerine de bu
vergiye ilaveten "cizye" vergisi koymayı, araziyi
işleyenlerin ödeyecekleri bu haraç ve cizye gelirlerini, gerek
muharib gerek çoluk-çocuk müslümanlar ile gelecek nesiller
için bir fey' olmasını düşünüyorum. Şu kaleleri
görüyorsunuz!.. Onları devamlı şekilde bekleyecek askerlere
şiddetle ihtiyaç var. Şam, Cezire, Basra, Kûfe, Mısır gibi
büyük yerleşim merkezlerini de düşününüz. Bu yerlerin
askerlerle korunması, o askerlerin ihtiyaçlarının da
karşılanması lazım. Arazi, demirbaşlarıyla beraber taksim
edildiği takdirde, bu masraflar nereden karşılanır?"
1515 Dinleyenler hep birden
şöyle dediler: "- Görüş senin görüşündür.
Düşündüklerin ve söylediklerin ne kadar güzel!.. Eğer bu
kaleler ve bu şehirler askerlerle korunmak, o askere kafi
derecede masraf yapılmazsa ehl-i küfür, kaybettikleri
ülkelerine geri gelir otururlar".
1516 Hz. Ömer (ra) bunun
üzerine: "- Durum bence aydınlandı. O halde araziyi yerli
yerince düzenleyecek, işleyenlere tahammülleri nisbetinde
vergiler koyacak, akıllı ve muktedir bir adam olarak kim
var?" dedi. İstişare heyeti Osman b. Huneyf üzerinde
ittifak etti.
1517 Ebû Yusuf dedi: Muhammed
b. İshak, Zühri'den rivayetle bana dedi ki: Hz. Ömer,
fethedilen Irak arazisi hakkında halkla istişarede bulundu.
Ekseriyeti taksim edilmesi görüşünü savundu. Bu hususta en
fazla ileri giden Bilal b. Rabbah idi. Hz. Ömer'in görüşü
ise, araziyi olduğu gibi bırakmak, taksim etmemek idi. Bunun
üzerine: "- Ey Allah'ım!.. Bilal ve arkadaşlarına seni
kefil ediyorum" dedi. Bu münakaşalar üç gün kadar devam
etti. Sonra Hz. Ömer: "- Ben bir huccet buldum" dedi
ve şu ayeti okudu: "Allah'ın onların mallarından
peygamberine verdiği fey'e gelince; siz o hususta ne ata, ne
deveye binip koşmadınız. Fakat Allah peygamberlerini
dileyeceği kimselere musallat eder. Allah herşeye hakkı ile
kaadirdir"(251) Bu ayette mevzûu edilen Nadıyr
oğullarının durumuyla ilgili hususları izah etti. Bu hüküm
umumi olup, bütün beldelere şamildir. Hz. Ömer (ra) daha
sonra şu ayeti okudu: "Allah'ın, (fethedilen diğer)
memleketleri ahalisinden alıp, peygamberine verdiği feyi,
Allah'a, peygamberine, hısımlarına, yetimlere, yoksullara,
yolda kalanlara aittir. Ta ki bu mallar, içinizden yalnız
zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size
ne verdiyse alın, ne yasak ettiyse ondan sakının. Allah'dan
korkun, çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir."(252) Sonra
(Hz. Ömer) şu ayeti okudu: "(Bilhassa o fey'i) hicret eden
fakirlere aiddir ki onlar Allah'dan bir fazl (u inayet) ve
hoşnudluk ararlar ve Allah'a ve peygamberine (mallarıyla,
canlarıyla) yardım ederlerken yurdlarından ve mallarından
(mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar
saadıkların ta kendileridir."(253) Hz. Ömer (ra) Allahû
Teâla (cc) buna da razı olmadı, onlara başkalarını da
kattı diyerek" şu ayeti de okudu: "Onlardan evvel
(Medine'yi) yurd ve iman (evi) edinmiş olan kimseler kendilerine
hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden
dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyil) bulmazlar.
Kendilerinde fakr-û ihtiyaç olsa bile (onları) öz
canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan)
hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradlarına
erenlerin ta kendileridir"(254) Allah bilir amma, bize gelen
malûmata göre, bu ayet ensar hakkındadır. Allahû Teâla (cc)
bununla da iktifa etmeyerek şöyle buyurmuştur: "Bunların
arkasından gelenler (şöyle) derler: "Ey Rabbimiz, bizi ve
iman ile daha önden bizi geçmiş olan (din) kardeşlerimizi
yarlığa. İman etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin
bırakma. Ey Rabbimiz şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin, çok
merhametlisin"(255) Bu ayet, onlardan sonra gelenler
hakkında umumi bir hükümdür. Bu fey, okuduğum ayetlerde
geçenlerin hepsi için umumi ve müşterek bir haktır. Hal
böyle olunca, nasıl olur da bunlara taksim ederiz ve onlardan
sonra gelecek kimseleri nasipsiz bırakırız. Bu konuşmadan
sonra Hz. Ömer (ra) araziyi olduğu gibi bıraktı ve vergisini
topladı. Ebû Yusuf der ki: "Hz. Ömer (ra)'in, fetheden
kimselere, fethedilen arazileri taksim etmemek hususundaki
görüşü ve Kur'an'dan Allah'ın kendisine tanıttığı
ayetlerle istidlâl etmesi, onun bu tutumunda Allah'ın kendisine
ihsan ettiği bir başarıdır. Bu davranıştan doğan hayır
bütün müslümanlara aittir. Yine onun (Hz. Ömer'in) bu
arazilerden vergi alması ve toplanan vergileri müslümanlar
arasında taksim etmesi cemiyete ait umumi bir faydadır. Zira bu
arazilerin gelirleri, eğer atiyyeler ve masraflarda kullanılmak
üzere halka vakfedilmiş olmasaydı, kaleler korunamaz, ordular
cihad için yola çıkamazdı"(256).
1518 Resûl-i Ekrem (sav),
Bahreyn mecusilerinden cizye kabul buyurmuştur. Onlardan kim
İslâm'ı kabul ettiyse, onun müslümanlığı kabul
görmüştür. Müslüman olması nefsinin ve (toprakları
hariç; çünkü henüz güçlü iken İslâm'ı kabul etmediği
için, böyle bir kimsenin arazisi, bütün müslümanlara ait
bir fey'dir) malının korunmasına vesile oldu.(257) Dikkat
edilirse Hz. Ömer (ra)'in tatbikatı, daha önce
"Bahreyn'de" uygulanmıştır. Hz. Ali (ra)'nin
hilâfeti döneminde bir zimmi müslüman olmuştur. Durumu ile
ilgili olarak Hz. Ali (ra): "- Sana artık cizye yok!...
Fakat üzerinde bulunduğun arazi bizimdir,
ümmetindir"(258) hükmünü beyan eder.
1519
Sonuç olarak; cihad sonucu fethedilen toprakların mülkiyeti
bütün müslümanlara aittir. Ulû'lemr; müslümanların
hayrını ve menfaatlerini gözetmek şartıyla muhayyerdir.
Şöyle ki; bütün müslümanlar namına vakfedebilir, ihtiyaç
sözkonusu değilse fethe katılan mü'minlere taksim edebilir
veya bir kısmını vakıf, bir kısmını taksime tabi
tutabilir. Resûl-i Ekrem (sav) Kurayza ve Benû Nadir
arazilerini fetihten sonra taksim etmiş. Mekke arazisini
dağıtmamış, hayber arazisini ise kısmen dağıtmıştır.
İmam-ı Malik (ra) fethedilen toprakların prensip olarak
dağıtılamayacağını, bütün müslümanlar lehine
vakfedebileceğini esas almıştır. Müslümanların maslahatı;
Ulû'lemr'e bazı istisnai uygulamalar sağlayabilir.(259) Dikkat
edilirse; fethedilen arazilerin fıkhı, ganimetlerden bazı
noktalarda ayrılmaktadır. Miri topraklar; hüküm olarak
bütün mü'minlere aittir.