G) GAYR-I MÜSLİMLERLE
İLİŞKİLERDE DİKKAT EDİLECEK ESASLAR
1736 Mü'minlerin; kendi
içlerinden bir "Ulû'lemr" seçmelerinin sebebi,
İslâm'ın emirlerini hakkı ile eda etmektir.(224) Hanefi
fûkahası: "Emaneti yüklenmek sûretiyle insanın
kanının masum (dokunulmaz) kılındığını, ancak irtikap
ettikleri bir kötülük sebebiyle öldürülebileceğini"
esas almıştır. Cihad; kafirlerin şerlerini defetmek ve
mukavemetlerini kırmak için meşru kılınmıştır.(225)
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Müşrikler sizinle nasıl
topyekün harb ediyorsa, siz de onlarla topyekün harb
ediniz"(226) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla
savaşın sebebi; kafirlerin İslâm'a karşı giriştikleri
mücadeledir.(227) Esasen "Cihad ve Siyer" kısmında
bu konu üzerinde durmuştuk. Şimdi Darû'l İslâm'da; gayr-i
müslimlerle olan ilişkiler üzerinde duracağız.
1737 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi
yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlarla iyilik ve adaletle
muamele etmenizden (Allah) sizi menetmez. Çünkü Allah adalet
yapanları sever. Allah sizi; ancak sizinle din hususunda
muharebe etmiş, sizi yurdlarınızdan çıkarılmanıza arka
çıkmış olanlarla dostluk etmenizden meneder. Kim onları dost
edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir"(228)
hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu Âyet-i Kerîme'nin
Hz. Ebû Bekir (ra)'in kızı Esma'nın bir suali üzerine nazil
olduğunu kaydetmektedirler. Hz. Esma (R.anha) gayr-i müslim
olan annesiyle ilişkisinin nasıl olacağını sormuştur.
Dolayısıyla müslümanlarla savaşmayan veya İslâm'ın
düşmanlarına yardımcı olmayan gayr-i müslimlerle ilişki
câizdir.(229) Resûl-i Ekrem (sav) yahudilerden bir çocuğun,
ağır hasta olması üzerine ziyaretine gitmiş, baş ucuna
oturup: "Müslüman ol" teklifinde bulunmuştur. Bu
teklif üzerine çocuk, baş ucunda duran babasına bakmış,
babası da: "Teklife icabet et!" deyince müslüman
olmuştur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Çocuğu
ateşten kurtaran Allahû Teâla (cc)'ya hamd olsun" diye
sevincini izhar etmiştir.(230)
1738 Darû'l İslâm'da (Şer'i
devlette) ikamet eden gayr-i müslimlerin; can, mal, akıl, nesil
ve din emniyetlerini sağlamak "Ulû'lemr'in"
görevidir. Tabii ki; mü'minlerin de ona yardımcı olmaları
esastır. Resûl-i Ekrem (sav): "Müslümanların lehine
olan şeyler, onların da lehine; müslümanların aleyhine olan
şeyler, onların da aleyhinedir"(231) buyurmuştur. Hz.
Ömer (ra); zimmilerin (İslâm devletinin teb'ası gayr-i
müslimlerin) muhtaç, hasta ve ihtiyarlarına maaş
bağlamıştır.
1739 Bir gün Yahudiler'den
beş-on kişilik bir gurup Resûl-i Ekrem (sav)'in yanından
geçerken "Essâmü Aleyküm" (Allah seni helak etsin)
şeklinde selâm verirler. Hz. Aişe (R.anha) validemiz, hırsla:
"Ya Resûlullah, bunlar sana "Essâmû Aleyküm"
dediler" diyerek uyarır. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(sav): "Mülayim ol (hırsını yen) yâ Aişe!.. Allahû
Teâla (cc) bütün işlerde yumuşaklığı sever" buyurur.
Hz. Aişe (R.anha): "Ama, dediklerini işitmedin mi?"
diye sorunca, Resûl-i Ekrem (sav): "Evet! Bende onlara
"Ve Aleyküm" (üzerinize olsun, siz helak olun)
demiştim ya!.."(232) buyurur. Dikkat edilirse; Yahudilerin,
sözden öteye geçmiyen sataşmalarına Resûl-i Ekrem (sav)
mülayemetle karşılık vermiştir. Ancak Resûl-i Ekrem
(sav)'in vefatından sonra; gayr-i müslimlerin O'na dil
uzatmasına müsaade edilmez. Çünkü bu fiilde;
müslümanların din emniyetini tahrip arzusu vardır.
Müslümanlar da ahidle bağlanmış gayr-i müslimlerin
inançlarına hakaret etmezler. Düşünce ve inanç
hürriyetleri sabittir. Zimmi'nin gıybetini yapmak dâhi
haramdır. Hiç kimse; onların dinlerine karışamaz. Hatta
zimminin şarabını telef eden kimse, ücretini vermek
zorundadır.(233)
1740 Gayr-i müslimlerin
(zimmilerin); müslümanlar gibi giyinmelerine müsaade edilmez.
Ulû'lemr; onların sarık sarmalarını yasaklar.(234) Ancak
onlar başlarına; tepesi sivri, takke (kalensöve) koyabilirler.
1741 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Mü'minler; mü'minleri bırakıp da kafirleri dostlar
(veliler) edinmesinler. Kim bunu yaparsa (ona) Allah'tan hiçbir
şey (hiçbir yardım) yoktur. Meğer ki onlardan gelebilecek bir
tehlikeden dolayı, sakınmış olasınız. Allah size (asıl)
kendinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak
Allah'adır"(235) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet;
mü'minlerin kafirleri, kendi işlerini yürütmek üzere veli
(amir) tayin etmelerini yasakladığı gibi, onlarla sevgi bağı
kurmalarını da yasaklamıştır.(236) Yine başka Âyet-i
Kerîme'de: "Ey iman edenler!.. Yahudileri de,
Hristiyanları da kendinize dost (ve üstünüze hakim)
edinmeyin. Onlar (ancak) birbirlerinin velîleridir. İçinizden
kim onları dost (ve hakim) edinirse, o da onlardandır.
Şüphesiz Allah o zalimler gürûhuna muvaffakiyet
vermez"(237) buyurulmuştur. Hanefi fûkahası:
"Kafirlerin mü'minler üzerinde velâyet hakları
yoktur"(238) hükmünde ittifak etmiştir. Velâyetten
kasıd; siyasi otoritedir. "Vâli" kavramı da; aynı
kökten gelir. Emir ve nehiy yetkisi olan, hükümleri tatbik
eden kimse manasınadır.
1742 Allahû Teâla (cc)
insanların kalblerinden geçirdiklerini de bilir. Son yıllarda
bazı çevreler; "İnsan Hakları" gerekçesiyle,
İslâm'ın düşmanlarına şirin görünme hastalığına
tutuldular. Halbuki onların "İnsan Hakları"
edebiyatı; sadece kendi inançlarında olan insanları içine
alır. Nitekim Hıristiyan ve Yahudilerin durumları da öyledir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yahudi ve Hristiyanlar; sen onların
milletine (dinine) tabi olmadıkça, onlar senden razı olacak
değiller"(239) hükmü beyan buyurulmuştur. Kıblenin
değişmesi (Mescid-i Aksa'dan, Mescid-i Haram'a çevrilmesi)
Yahudileri oldukça rahatsız etmiş, bazı ileri gelenleri
"Ğ Niçin Mescid-i Aksa'ya dönmüyorsunuz, belki biz de
sizin peygamberinizi tasdik ederiz" demeye
başlamışlardı. Halbuki kalblerindeki kini, Allahû Teâla
(cc) biliyordu. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Küfür tek
bir millettir"(240) hükmü; ilişkilerin temelini teşkil
eder! İslâm milletine karşı savaş açmayan ve onlarla sulh
içinde yaşamak isteyen gayr-i müslimlerle; "Zimmet
Akdi" çerçevesi içerisinde, ilişki kurmak câizdir,
kurulabilir.
1743 Darû'l İslâm'da; bir
müslüman, kasden ve teammüden bir gayr-i müslimi (zimmiyi)
öldürürse kısas cezasına çarptırılır.(241) Zirâ
Resûl-i Ekrem (sav) zimmet ehlinden bir gayr-i müslimi
öldüren kimseye kısas cezasını tatbik etmiş ve şöyle
buyurmuştur: "Elbette ben, benim zimmetim altında
bulunanların hakkını almaya en layığım"(242) Zimmet
ehlinin cizye vermesinin sebebi; malları bizim mallarımız,
kanları bizim kanlarımız gibi olması içindir. Resûl-i Ekrem
(sav)'in: "Kafire karşılık mü'min öldürülmez"
hadisi; zimmet akdi imzalamayan harbilerle ilgilidir.
Dolayısıyla bir müste'men (emanlı), zimmet akdi imzalamayan
bir harbiyi öldürürse, kısas cezası tatbik edilmez. Çünkü
harbinin kanı masun değildir. Sonuç olarak; gayr-i müslimler,
ahidlerine sadık kaldıkları süre içerisinde, bütün
emniyetlerine haizdirler.
1744
Müslümanlarla savaşmayan veya İslâm'ın düşmanlarına
yardımcı olmayan gayr-i müslimlerle; iyi ilişkiler kurmak
câizdir. Ancak onların müslümanların başına yönetici
olmasına müsaade edilmez. Bu sebeble ûlema; gayr-i müslimin
emrinde çalışmanın mekrûh olduğunu esas almıştır.