MÜSLÜMALARI ZİYARET
HUSUSUNDA DİKKAT EDİLECEK ESASLAR
1752 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Ey iman edenler!.. Kendi evlerinizden (ve odalarınızdan),
başka evlere (ve odalara) sahipleriyle alışkanlık peyda
etmeden ve selâm da vermeden girmeyin. Bu sizin için daha
hayırlıdır. Olur ki iyice düşünürsünüz!.. Eğer orada
(evlerde) bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar
oraya girmeyin. Şayed size "Geri Dönün" denilirse
dönüp gidin. Bu sizin için daha temiz bir harekettir. Allah ne
yaparsanız hakkı ile bilendir"(257) hükmü beyan
buyurulmuştur. Ayette geçen "Testenisû" lafzı;
isti'nas kökünden gelen bir fiildir. Bu "İsti'zan"
kelimesinden daha şumullüdür. Dolayısıyla önce ünsiyet
peyda edip; randevu isteyerek ziyarete karar vermek gerekir.
Cahiliye döneminde araplar; ev sahiplerinden izin almadan
girerlerdi. Bu hal; aile mahremiyetine indirilmiş bir darbe
özelliği taşıyordu. Ev sahiplerine manevi bir eziyetti.(258)
1753 Ayetin zahiri; selâm
vermeden önce izin istemeye delalet eder. Bazı alimler de bu
ayetin zahiri ile hükmetmişlerdir. Fakihlerin cumhuru ise;
"önce selâm verilecektir, sonra da izin istenecektir"
görüşündedir. Hatta İmam Nevevi: "Sahih ve muhtar olan
önce selâm, sonra da izin istemektir. Çünkü Resûlullah
(sav): "Evvela selâm, sonra kelâm" buyurmuştur"
der. Cumhur, Beni Amir'den rivayet olunan: "Resûlullah
(sav) evde iken, kapının önüne gelen bir kişi, ben eve
gireyim mi?" der. Resûlullah (sav) hizmetçisine: "Sen
çık dışarıya da, şu adama izin istemeyi öğret ve ona de
ki: Esselâmü Aleyküm!.. Ben içeri gireyim mi?" hadisini
delil alarak, selâmın izin isteğinden önce verilmesine
hükmeder. Bir başka delilleri Ebû Hureyre (ra)'den rivayet
olunan: "Resûlullah (sav) selâm vermeden izin isteyen
birisine: "Selâm vermeden izin istemeyin" buyurmuştur
hadisidir. Zeyd b. Eslem'den şöyle rivayet edilmiştir: Babam
beni İbn-i Ömer'e gönderdi. Evine vardım "İçeri
gireyim mi?" dedim. "Gir" dedi. İçeriye
girdikten sonra: "Merhaba ey kardeşimin oğlu. Bundan sonra
eve varınca "gireyim mi?" deme, evvela selâm ver.
Selâmı aldıktan sonra, girmek için izin iste. Girmen için
izin verildiği zaman da içeri gir" dedi. Rivayete göre
Hz. Ömer (ra) Resûlullah (sav)'ın yanına gittiği zaman önce
selâm verir, sonra da: "Ömer içeri girsin mi?"
diyerek izin isterdi. Bazı alimler bu meseleyi şöye
açıklamışlardır: Ziyarete giden adam, gittiği evde içerde
birisini görürse önce selâm verir. Sonra girme izni ister.
Şayed kimseyi göremezse önce izin ister, içeri girdikten
sonra selâm verir. Maverdi"nin tercih ettiği görüş de
budur. Bu görüş kendi içinde; hem cumhurun delil aldığı
hadisleri, hem de ayetin mefhumunu bir araya toplamıştır.(259)
Bugün kapıyı veya zili çalmak; giriş için izin istemeye
delâlet eder.
1754 Cahiliye döneminde
"selâmlaşma" adeti mevcuttu. Hristiyanlar ellerini
ağızlarına ve alınlarına götürerek selâmlaşırken;
Yahudiler parmak işaretleri ve baş eğip, kıçını kırmakla
(reveransla), mecûsiler iki büklüm eğilmekle, müşrik
araplar da, Allah uzun ömürler versin manasına
"Hayyak'allah" diyerek, bu işi yaparlardı.(260)
Resûl-i Ekrem (sav) bu selâmlaşma şekillerinin hiçbirini
kabul etmemiştir.
1755 MÜ'MİNLER ARASINDA
SELAMIN YAYILMASI ŞARTTIR: Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Bir selâm ile selâmlandığınız vakit; siz ondan daha
güzeli ile selâmı alın veya onu aynı ile karşılayın.
Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkı ile
arayandır"(261) hükmü beyan buyurulmuştur.
"Selâm"; "Seleme" fiilinden masdar olup, her
türlü ayıp ve fenalıktan uzak olmak manasınadır. Tahıyye
ise: "Hayye" fiilindendir. Hayatın bereketli ve uzun
olması duadır. Aynı zamanda selâm manasına gelir. Resûl-i
Ekrem (sav): "Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz.
Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız. Ben
size birşey göstereyim mi!.. Eğer bunu yaparsanız birbirinizi
seversiniz. Aranızda selâmı ifşa ediniz
(Yayınız)"(262) emrini vermiştir.
1756 Kur'ân-ı Kerîm'de
"selâm" ın lafızları belirlenmiştir. Buna göre;
bir müslüman, diğerine "Selâmûn Aleykûm" veya
"Es-Selâmûn Aleykûm" şeklinde selâm verecektir.
Her iki şekilde de selâm verilebilir ama, Fahruddin-i Razi'nin
dediği gibi lamsız olarak: "Selâmû Aleykûm" demek
daha efdaldir. Çünkü meleklerin mü'minlere selâmı
"Selâmûn Aleykûm" şeklindedir.(263) Bir müslüman
diğerine "Selâmûn Aleykûm" derse; selâmı alan
kardeşi "Ve Aleykûm Selâm ve Rahmetûllahi"
demelidir. Eğer selâm veren "Selâmûn Aleykûm ve
Rahmetûllah" demişse, selâmı alan müslüman: "Ve
Aleykûm Selâm ve Rahmetûllâhi ve Berekâtuhû" şeklinde
cevap vermelidir. Selam veren "rahmet" ve
"berekât" lafızlarını söylerse, aynı ile
mukabelede bulunulur. Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Adem (as) ile
melekler arasındaki selâmlaşmanın bu şekilde cereyan
ettiğini haber vermiştir.(264)
1757 Herhangi bir meclise
girerken selâm verildiği gibi; o meclisten ayrılınırken de
selâm verilmesi gerekir.(265) Zirâ Resûl-i Ekrem (sav):
"Sizden biriniz, meclise geldiği zaman selâm verdiği
gibi, ayrılırken de selâm versin"(266) buyurmuştur.
Karşılaşan iki kişiden; küçük olanın büyüğe, az olan
topluluğun, çok olan topluluğa, yürüyenin oturana, at
üzerinde bulunanın yaya olana selâm vermesi gerekir.(267)
Eğer müslümanlarla, başka ideoloji sahibi kimseler beraber
oturuyorsa o meclise gelen kimse: "Ve'sselâmu alâ
menittebe'al-hudâ" (Selâm hidayete tabi olanların
üzerine olsun) şeklinde selâm verebilir. Buradaki incelik
şudur: Selam dua hükmündedir. Fûkaha: "Kafire selâm
verilemez, dua edilemez" hükmünde ittifak etmiştir. Bu
ittifakın sebebi; selim akıl sahipleri indinde malumdur. Kaldı
ki Allah'a inanmayan bir kimseye; Allahû Teâla (cc)'nın
selâmını vermek, onun açısından da uygun değildir.
1758 Selam vermenin câiz
olmadığı bazı durumlar sözkonusudur. Bunlar:
1) Selam Allahû Teâla
(cc)'nın güzel isimlerinden birisi olduğu için temiz olmayan
yerlerde zikredilmesi uygun değildir. Mesela: Def-i hacet eden
kimseye selâm verilmeyeceği gibi, hamamda (tesettürsüz olan)
kimseye de selâm verilmez. Ancak selâm verilecek kimsenin
"avret" mahalli örtülü ise, verilebilir.
2) Herhangi bir haramı
irtikap eden kimseye selâm verilmez. Mesela: İçki içen, kumar
oynayan vs...
3) Kur'an okuyan, hadis
rivayet eden ve ilim müzakeresinde bulunan, (vaaz eden)
kimselere de selâm verilmez. Çünkü bu; hayırlı bir işin
inkitaya uğramasına vesile olur. Ancak o iş bitmişse, o
mecliste oturanlara selâm verilir.
4) Ezan okuyan, namaz kılan
ve kaamet getiren kimselere de selâm verilmez.
5) Fitne tehlikesi sözkonusu
olduğu için genç kız ve kadınlara da selâm verilmez.
6) Selam mü'minler arasında
meşru kılınmıştır. Gayr-i müslimlere ve (İslâm'ı
reddeden) ideolojilere itikad eden kimselere de selâm
verilmez.(268) Ancak onlar selâm verirlerse, "ve
aleyküm" denilir.
1759 Selam veren kimseye; aynı
mecliste oturduğu taktirde "merhaba" denilebilir.
Resûl-i Ekrem (sav) misafirlerine iltifat niyetiyle
"merhaba" demiştir. Rahabe fiilinden gelen bu söz;
"genişlik ve rahatlığa kavuştun, huzur içinde
oturabilirsin" manasınadır.(269) Kur'ân-ı Kerîm'de de,
bu manada kullanılmıştır.
1760 MUSAFAHA ETMEK
SÜNNETTİR: Resûl-i Ekrem (sav) ashabıyla
karşılaştığı zaman; (özellikle Cum'a ve Bayram
namazlarından sonra tebrikleşirken) musafaha etmiştir.(270)
Ayrıca Bey'at alırken; musafahayı asla terketmemiştir.
İslâm ûleması musafaha etmenin sünnet olduğu hususunda
müttefiktir. Resûl-i Ekrem (sav): "İki müslüman
karşılaştığı zaman, birbirleriyle musafaha edip, aziz ve
celil olan Allahû Teâla (cc)'dan birbirleri hakkında mağfiret
talep ederlerse, daha yerlerinden ayrılmadan Cenab-ı Hak (cc)
ikisinin de günahlarını affeder"(271) müjdesi de
sarihtir. Sahabe-i Kiram; iki elle tutuşarak musafaha
yapmıştır.(272) Tek elle musafaha yaptıklarına dâir sahih
bir rivayet yoktur. Musafaha ile birlikte; birbirine duâ etmek
ve Allahû Teâla (cc)'dan mağfiret talebinde bulunmak da
esastır. Şimdi yeniden müslümanları ziyaret hususunda dikkat
edilecek kaidelere dönelim.
1761 İZİN KAÇ DEFA
İSTENİR?: Ayette izin istemenin sayısı üzerinde
durulmamıştır. Muhammed Ali Sabuni: Resulûllah (sav)'ın
sünneti izin istemenin üç kez olduğunu beyan etmiştir. Buna
delalet eden hadisler şunlardır: Ebû Hureyre (ra)'den:
"İzin istemek üçtür. Birincisinde haberdar olurlar.
İkincisinde kendilerine çeki düzen verirler. Üçüncüsünde
giriş izni verirler veya reddederler" Ebû Musa El Eş'ari
(ra) ile Hz. Ömer (ra) arasında geçen şu hadise de, iznin
üç defa istenmesi gerektiğine delalet eder. Bu hadise Buhari
ve Müslim'in rivayetlerine göre şöyledir: Ebû Said El Hudri
(ra)'den: "Ensarilerin bir meclisinde oturuyordum. Ebû Musa
El Eş'ari (ra) korkuyla içeri girdi. "Seni korkuya
düşüren nedir?" diye sorunca: "Ğ Ömer b. Hattab
(ra) yanına gelmemi emretmişti. Gittim ve girmek için üç
defa izin istedim. Bana şifahi giriş izni verilmediği için
geri döndüm. Daha sonra Ömer (ra): "Bana gelmene mani
nedir?" dedi. Ben de: "Ben geldim, üç defa izin
istediğim halde giriş izni verilmeyince geri döndüm. Zirâ
Resûlullah (sav): "Sizden biriniz, bir evden üç kere izin
ister de, izin verilmezse geri dönsün" buyurmuştur. Demem
üzerine, bana: "Ğ Sen naklettiğin hadisi ya isbat edersin
veya seni cezalandırırım" dedi. Bunun üzerine Übey b.
Kaab, Ebû Musa El Eş'ari'ye: "Ğ Sen içimizden en genci
ile Ömer (ra)'e git ve durumu bildir" dedi. Cemaatin en
genci ben olduğum için Ebû Musa (ra) ile giderek Ömer (ra)'e
Resûlullah (sav)'in bu hadisini haber verdim. "Üç defa
izin istemek isteyen için bir haktır. Yoksa onun için farz
olan bir defa istemektir" Ebû Hayyan "Üçten fazla
izin istenmez. Şayet içerdekilerin duymadıkları
anlaşılırsa, üçten fazla da istenebilir"
demiştir"(273) hükmünü zikretmektedir.
1762 Sehl b. Saad (ra)'dan şu
hâdise rivayet olunmuştur: "Bir adam Resûl-i Ekrem
(sav)'in odalarından birisine başını uzatarak, (izinsiz)
şöyle bir göz atmıştı. Bu esnada Resûlullah (sav) elinde
demir bir tarakla başını tarıyordu. Adamın baktığını
görünce: "Eğer senin baktığını daha önce görseydim,
(demir tarağı göstererek) bununla gözünü çıkarırdım.
İsti'zan; sırf göz (harama bakmasın) için meşru
kılınmıştır"(274) buyurdu. Dolayısıyla herhangi bir
yolunu bulup; başkasının evini gözetlemek, şen'i bir
davranıştır. Esasen kapıyı çalan müslüman; sırf içeriyi
izinsiz görmemek için sağa veya sola döner. Bu da İslâmî
bir edebdir.(275)
1763 Başkasının evine; ev
sahiplerinin izni olmadan girmenin yasaklanması üzerine Hz.
Ebû Bekir (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'e: "Kureyş tacirleri
devamlı olarak Mekke, Medine, Şam, Yemen, Kudüs gibi yerlere
gidiyorlar. Buralarda ve yollarda onların belli başlı bir
barınakları yoktur. Ancak umuma yapılmış ve içinde devamlı
oturulmayan han, kervansaray gibi yerler vardır. Buralara
girerken de izin isteyerek mi girilmelidir?" diye sordu.
Bunun üzerine: "Meskûn olmayan, içerisinde sizin için
bir menfaat ve alaka bulunan evlere (ve odalara) girmenizde size
bir vebal yoktur. Açıklayacağınızı da, gizleyeceğinizi de
Allah bilir"(276) Âyet-i Kerîmesi nazil oldu.
Dolayısıyla alışveriş yerleri, han, kervansaray ve bunlar
gibi umûma ait yerlere, izin almadan girmeye müsaade
edilmiştir.(277)
1764 Müslümanları ziyaret
hususunda dikkat edilecek önemli meselelerden birisi de;
"Ziyaret Vakti'nin" iyi tesbit edilmesidir. Cahiliye
döneminde araplar; birbirlerinin evlerine izinsiz girdiği gibi,
o evden yemek yemeden de çıkmazdı. İslâm dini; sarih bir
da'vet olmadığı süre içerisinde başkasının evinde
yemeğin (pişirilmesinin) beklenmesini yasaklamıştır.(278)
Dolayısıyla normal ziyaretlerde; "Yemek Vakti'nin"
dışında bir zaman dikkate alınmalıdır.
1765
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. (Bundan sonra)
Peygamberin evlerine; yemeğe dâvet olunmaksızın ve vaktine de
bakmaksızın girmeyin. Fakat daâvet olunduğunuz zaman girin.
Yemeği yediğiniz zaman dağılın. Söz dinlemek veya sohbet
etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu peygambere ezâ
vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise; hakkı
açıklamaktan çekinmez"(279) hükmü beyan buyurulmuştur.
Bu ayet; Resûl-i Ekrem (sav)'in evine, vakitli vakitsiz giren ve
yemek yemeden ayrılmayanlar hakkında nazil olmuştur. Ancak
ûlema; hükmün İslâmî edeb noktasından bütün mü'minlerin
evlerine teşmil edilebileceği kanaatindedir. Dâvet edilmeden;
herhangi bir ziyafete iştirak edilmemesi gerektiğine işaret
edilmiştir. Hz. Ebû Şuayb (ra) ashab arasında Resûl-i Ekrem
(sav)'i görünce, yüzünden karnının aç olduğunu
anlamıştır. Hemen kasap olan hizmetçisine: "Bize beş
kişilik bir yemek hazırla!.. Beşinci kişi ben olmak üzere
Resûlullah (sav)'ı dâvet etmek istiyorum" dedi. Sonra
Resûl-i Ekrem (sav)'in yanına yaklaşarak, dâvet teklifini
izhar etti. Birlikte eve giderken, arkalarından bir adam takip
ederek geldi. Evin kapısı önüne varınca Resûl-i Ekrem
(sav): "Bu zat, bizim arkamıza takılıp geldi. İstersen
kabul et, istersen geri gönder" buyurdu. Ebû Şuayb (ra):
"Hayır yâ Resûlullah, ona da izin veriyorum"
dedi.(280) Dikkat edilirse; Resûl-i Ekrem (sav) bu hâdisede,
İslâmi bir edebi ta'lim ettirmiştir. İmam-ı Gazali:
"Yemek vaktine denk getirecek şekilde ziyarete gitmek
doğru değildir. Bu şekilde ziyaret men edilmiştir. Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. (Bundan sonra)
Peygamberin evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vaktine de
bakmaksızın girmeyin" denilmiştir. Yani tam yemeğe
hazırlandıkları sırada evlerine girmeyin buyurulmuştur.
Haberde (Hz. Aişe'den) şöyle vârid olmuştur: "Dâvet
olunmadığı sofraya giden kimse; gitmekle faasık olduğu gibi,
yediği de haramdır" Fakat yemek vaktini gözetmediği
halde, gittiği yerde sofraya tesadüf eden kimse, buyur
edilmedikçe sofraya oturmamalıdır"(281) hükmünü
zikreder. Şurası muhakkaktır ki; mü'minler birbirlerine ikram
etmekten zevk duyarlar. Ancak dâvet ve izin; kat'i nasslarla
beyan buyurulmuştur. Habersiz gelen misafir; ev sahibini
"Ğ Acaba ne ikram etsem?" endişesine sevkeder. Bunun
mânevî bir eziyet haline gelmesi de mümkündür.