İNSANLARLA KONUŞURKEN
NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
1766 Allahû Teâla (cc)'nın
insanlara verdiği nimetlerin başında; duygu ve
düşüncelerini anlatabilme kaabiliyeti gelir. Nitekim Rahman
Sûresi'ndeki "Allemehû'l Beyan" (konuşmayı o
öğretti) hükmü; söz söyleme kaabiliyetinin fıtrat olarak
bahşedildiğinin delilidir.(282) Bilindiği gibi insanlar
doğuştan herhangi bir ilme sahip değildirler. Ancak
"Emânet"i yüklenmesi sebebiyle; diğer canlılardan
farklı olarak yaratılmıştır. Kur'ân-ı Kerîmde:
"Allah sizi, annelerinizin karnından, kendiniz hiçbirşey
bilmiyorken çıkardı"(283) hükmü beyan buyurulmuştur.
Dolayısıyla insan; dünyaya gelirken, hangi dili
konuşacağına kendisi karar veremez. Fakat ruhlar aleminde
iken; Allahû Teâla (cc) ile "Tevhid akidesine"
bağlı kalacağına dair "Mîsak" (mânevî
sözleşme) yapmış, "Emânet'i" üzerine
almıştır.(284) İnsanlar arasındaki ilişkilerde;
"konuşma"dan daha etkili bir vasıtadan söz edilemez.
Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim bana iki çenesi
arasındaki (dili) ile iki bacağı arasındaki (tenasül uzvu)
hakkında teminat verirse; ben de o kimseye cenneti garanti
ederim"(285) hadisi; dilin insan hayatında ne kadar etkili
olduğunu beyan etmektedir. İnsan; tevhid akîdesini benimsemek
ve onu diliyle ikrar etmekle "Müslüman", Tağut'a
iman edip, O'na kulluk etmekle "kafir" olur!.. Akidede;
amelden önce "ikrar" (diliyle söylemek)
sözkonusudur. İmam-ı Muhammed (rha) dil ile ikrarın
mâhiyetini beyan ederken: "Ğ (Bir kimsenin) neyi ikrar
ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz. Çünkü
gerçek itikadını (kalbi durumunu) tesbit etme imkanımız
yoktur" buyurur. İnsanların kalitesi; sözlerinin
mahiyetiyle ölçülür.
1767 Hz. Âdem (as)'den
itibaren bütün peygamberler; insanları, en güzel şekilde
tevhide davet etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Kullarıma söyle: (Herkesle) en güzel şekilde
konuşsunlar"(286) hükmü beyan edilerek; kalplerin
katılığının güzel ve tatlı sözlerle ortadan
kaldırılabileceği hatırlatılmıştır.(287) Hatta Musa (as)
ve Hz. Harun (as)'a Fir'avn'a tebliğ için giderlerken, Allahû
Teâla (cc): "Ona yumuşak (tatlı) bir söz
söyleyin"(288) emrini vermiştir. Muhâtab
"kâfir" bile olsa; İslâmî edebin gerektirdiği
şekilde yumuşaklıkla konuşmalarını tavsiye
buyurmuştur.(289) Nitekim bir ata sözünde: "Tatlı dil,
yılanı deliğinden çıkarır" denilmiştir.
1768 İslâm'a karşı silahlı
mücadele vermedikleri süre içerisinde; kafirlere "tatlı
dille" tebliğ etmek zaruridir. Allahû Teâla (cc)
İsrailoğullarıyla yapmış olduğu ahidde (on emirde):
"Ğ İnsanlara güzel söz söyleyin"(290)
buyurmuştur. Bugün mü'minler de; insanlara güzel söz
söyleme hususunda bu emrin muhatabıdırlar. Mübelliğler; kim
olursa olsun, hikmet ve güzel öğütle muhâtabını iknâ
etmeye gayret sarfetmelidir.(291) Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Kötü söz; girdiği meclisi kirletir, çirkin
gösterir"(292) buyurduğu bilinmektedir.
1769 İnsanlar arasındaki
ilişki; "konuşma" sûretiyle gelişir. Hanefi
Fûkahası: "Kelâmdan (sözlerden) bir kısmının ne
sevabı, ne de günahı vardır. Kalk, otur, ye, iç vs... Bu
gibi ihtiyaç için sarfedilen sözler; ne ibadettir, ne de
ma'siyettir. Kelâmdan bir kısmında günâhkâr olunur ki;
yalan, gıybet, nemime (koğuculuk, söz getirip-götürme) ve
sövmek gibi"(293) şeklinde tasnifi uygun bulmuştur.
Şimdi bu konu üzerinde duralım.
1770 KONUŞMAYI KESMEK
(KÜSMEK VE DARILMAK) CÂİZ DEĞİLDİR: Kur'ân-ı
Kerîm'de: "Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki
kardeşinizin arasını bulup barıştırın. Allah'tan korkun,
tâ ki esirgenesiniz"(294) hükmü beyan buyurulmuştur.
İslâm fıkhında kardeşlik; sadece sözde kalan bir hadise
değildir. Nafaka, zekât, selâm verme, hakkı tavsiye etme,
karz-ı hasen verme, maddî ve mânevî yardımda bulunma gibi
vazifelerle tahkim edilmiştir Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav):
"Kendi nefsi için istediğini, kardeşi için de
istemedikçe (tam manasıyla) iman etmiş olmaz"(295)
buyurarak; "Kardeşlik Hukuku'nun" korunmasının
imanla ilgili olduğunu hatırlatmıştır.
1771 Meşru bir sebeble ve
eğitim maksadıyla; küsmek mümkündür. Ancak meşru bir sebeb
yokken; bir müslümanın diğer bir müslümana üç günden
fazla küsmesi, selâmı ve muâşereti kesmesi câiz değildir.
Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir müslümanın kardeşi
ile üç günden fazla dargın (küs) durması helâl olmaz. Üç
günü doldurunca, hemen ona gidip selâm vermelidir, o da
selâmına karşılık verirse ikisi sevapta ortak olurlar.
Karşılık vermezse, o günaha batmış, selâm veren
dargınlıktan çıkmış olur"(296) buyurduğu
bilinmektedir. Bir babanın oğluna: "Sen kumar oynamayı
bırakıncaya kadar, seninle konuşmayacağım" demesi,
terbiyeye dayanan bir hadisedir. Bir süre ile kısıtlı
değildir. Resûl-i Ekrem (sav) ve ashabı; mazeretleri
bulunmadığı halde cihada katılmayanlarla
konuşmamışlardır. Nihâyet onların tevbe etmesi ve bu
tevbelerinin Allahû Teâla (cc) tarafından kabul edilmesi
sonucu (ki bu arada 50 günden fazla süre geçmiştir)
konuşmaya başlamışlardır. Burada da; meşru bir sebeb
mevcuddur.
1772 Birbirine dargın olan iki
müslüman; aralarındaki anlaşmazlığı gideremezse, durum ne
olacaktır? Âyet-i Kerîme'de: "O halde iki kardeşinizin
arasını bulup barıştırın" emri verilmiştir. Duruma
vakıf olan müslümanlar; anlaştırmak ve barıştırmak için
kendilerini görevli hissetmelidirler. Bu konu ile ilgili olarak
Resûl-i Ekrem (sav)in teşvikleri vardır. Nitekim: "Size
nafile namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şeyi haber
vereyim mi?" buyurur. Sahabe-i Kiram: "Evet!.. (seni
dinliyoruz) Ey Allah'ın Resûlü!.. deyince Resûlullah (sav):
"(Küs olan) iki müslümanın arasını bulmak,
barıştırmaktır. Çünkü aranın bozulması, kökünden
kazır. Saçı kazır demiyorum, dini kazır"(297)
buyurmuştur. Şerhû Damad'da: "Yalan söylemek; kat'i
nasslarla haram kılınmıştır. Esasen insan bunun
çirkinliğini aklen de kavrar. Ancak cihad sırasında; kafire
hile yaparak, yalan söyleyip onu aldatmak haram değildir. İki
müslüman arasını bulup, barıştırmak niyetiyle yalan
söylemek de câizdir."(298) denilmiştir. Bunun dışında;
zâlimin zulmünü defetmek ve mazlumu korumak niyetiyle de
söylenen yalanın da haram olmayacağı kaydedilmiştir.
Birbirine dargın olan karı-kocayı barıştırmak için de
yalan söylemenin câiz olduğu bilinmektedir. Dikkat edilirse
bütün bu fiillerde; zarûret söz konusudur.
1773 SÖZ TAŞIMANIN
HÜKMÜ: Mü'minler arasında; dargınlığa ve fitneye
sebep olacak sözleri birinden diğerine taşımak (nemime)
haramdır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Doğruya da, eğriye de)
Alabildiğine yemin eden, izzet-i nefsi bulunmayan, (ötekini
berikini) daima ayıplayan, (gammazlıkla) laf getirip
götürmeye koşan (insanları hayırdan men eyleyen, aşırı
zâlim çok günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka
kulağı kesik (damgalı soysuz) olan hiçbir kişiyi
tanıma"(299) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirlerin
cumhuru bu ayette vasıfları sayılan kimsenin Velid b. Muğire
olduğunu beyan etmişlerdir. Rivayete göre Velid b. Muğire
bunu işitince; annesinin yanına gitmiş kılıcını çekerek
"Ğ Muhammed beni on sıfatla teşhir etti. Bunlardan
dokuzunu kendimde buldum. Fakat "zenim" (zina mahsulü)
olduğumu ilk defa duyuyorum. Bana doğruyu söylersen ne
âlâ?" diye tehdit ederek, gerçeği öğrenmiştir. İbn-i
Abbas (ra): "Allahû Teâla (cc) bu adamların ayıplarını
teşhir ettiği kadar, hiç kimseyi vasıflandırdığını
bilmiyoruz" demiştir. Velid b. Muğıre'nin sıfatlarından
birisi de laf getirip götürmedir.(300) İnsanların
ayıplarını onun kadar araştıran hiçbir müşrik yoktur.
Allahû Teâla (cc) onun ayıplarını meydana çıkarmakla,
bütün insanları bunlardan kaçınmaya dâvet etmiştir.
1774
Sahih-i Müslim'de; Hemmam b. Haris'den rivayete göre;
"Kattat" cennete giremez. Hadis şudur: "Biz Hz.
Huzeyfe (ra) ile birlikte mescidde oturuyorduk. Derken bir adam
gelerek yanımıza oturdu. Hz. Huzeyfe (ra)'ye: "Ğ Bu adam
sultana birşeyler götürüyor" dediler. Bunun üzerine Hz.
Huzeyfe (ra) ona işittirmek isteyerek: "Ğ Ben Resûl-i
Ekrem (sav)'i "Koğucu (kattat) cennete giremez" derken
işittim" dedi.(301) Kadı İyaz: "Kattat'la Nemmam'ın
mahiyeti birdir" derken, İbn-i Battal; bazı lügat
ûlemasının arada ince bir fark olduğuna işâret ettiğini
kaydediyor. Şöyle ki: "Nemmam: Konuşan cemaatle beraber
olur ve onların konuştuklarını başkalarına götürür.
Kattat ise: Cemaatin haberi yokken onların konuştuklarını
dinler, sonra başkalarına taşır.