KUSUR ARAŞTIRMAK VE ARKADAN
ÇEKİŞTİRMEK YASAKLANMIŞTIR
1775 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Ey iman edenler!.. Zannın bir çoğundan kaçının.
Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Kiminiz de, kiminizi arkasından
çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini
yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz!.. Allah'tan
korkun. Çünkü tevbeleri kabul edendir, çok
esirgeyicidir"(302) hükmü beyan buyurulmuştur.
1776 Şimdi bu ayetteki
hükümleri birer birer ele alalım. Bir müslümana göre;
bütün din kardeşleri iyi insanlardır. Çünkü Allahû Teâla
(cc)'nın emânetini yüklenerek; tevhid akidesinin yeryüzünde
gâlip gelmesi için gayret sarfetmektedirler. Bu sebeble
müslümanın iyiliği sâbittir. Kötülüğü ise kat'i
delillerle isbata muhtaçtır. Bu isbat edilmediği müddetçe;
mü'min iyidir. Herhangi bir zan delil teşkil etmez. Kaldı ki
Resûl-i Ekrem (sav): "Sanmaktan (zannediyorum demekten)
sakınınız. Çünkü sanı (zannetmek) sözün en yalan
olanıdır"(303) diyerek mü'minleri uyarmıştır.
1777 Allahû Teâla (cc):
"Birbirinizin kusurunu araştırmayınız"
buyurmuştur. Burada geçen "Tecessüs"; cesse
fiilindendir. Casusluk yapmak, bir şeyi derinliğine
araştırmak, üzerine düşmek ve kötü niyetle işlerin iç
yüzünü kavramaya kalkmak gibi manalara gelir.(304)
Dolayısıyla Allahû Teâla (cc) "zâhir ve sâbit olanı
alınız, müslümanların ayıplarını
araştırmayınız"(305) emrini vermiştir. Bu konu oldukça
hassastır. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav): "Ey dili ile iman
edip, kalben tasdik etmeyenler!.. Müslümanlara eziyet
etmeyiniz, onların gizli taraflarını araştırmayınız. Allah
müslüman kardeşinin gizli taraflarını araştıranın
gizliliklerini araştırır. Ve Allah kimin ayıbının peşine
düşerse, evinin içinde bile olsa, onu insanlara karşı mahcup
eder"(306) diyerek, ayıp araştıranın fecî akıbetini
haber vermiştir. Esasen insanların gizli kusurlarını meydana
çıkarıp ilân etmek, utanma duygusuna indirilen en büyük
darbedir. Belli bir süre sonra; insanlardan gizlemek lüzûmunu
hissetiği kusurunu, âlânen icre etmeye başlar. Bu da büyük
bir tehlikedir. Resûl-i Ekrem (sav): "Her kim bir
müslümanın ayıbını örterse, Allah (cc) kıyamet gününde
onun ayıplarını örter"(307) buyurmuştur. Dolayısıyla;
kusur araştırmak değil, ayıpları örtmek esastır. Cihad
esnasında yapılan "câsusluk" ümmetin maslahatı ile
ilgilidir ve câizdir.
1778 Âyet-i Kerîme'de:
"Kiminiz de kiminizin arkasından çekiştirmesin. Sizden
herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?
İşte bundan tiksindiniz" buyurulmuştur. Gıybetin haram
olduğu hususunda icmâ vardır. Sahabe-i Kiram'ın
"gıybet" hususunda: "Ğ Söylediğimiz vasıf
gerçekten o kardeşimizde varsa ne dersiniz?" sualini
(öğrenmek niyetiyle) Resûl-i Ekrem (sav)'e sormuşlardır.
Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Ğ Söylediğiniz vasıf;
o kimsede gerçekten var ise "gıybet" etmiş
olursunuz. Şayet (söylediğiniz vasıf) yoksa
"iftira" etmiş olursunuz"(308) diyerek konuya
açıklık getirmiştir. Dolayısıyla bir mü'minin arkasından;
duyduğu takdirde hoşlanmayacağı bir kusurunu söylemek
"gıybet" tir ve haramdır. Eğer o kusur sözkonusu
değilse iftira edilmiş olur ki; bu daha büyük bir günahtır.
1779 Arkadan çekiştiren haram
işlediği gibi; bunu dinleyen ve rahatsız olmayan kimse de
vebal altına girer. Çünkü bir mü'minin hukukuna tecâvüz
vâki olurken; sükût etmek sûretiyle, tecâvüzü onaylamış
demektir. Esas olan bu gibi hallerde uyarıda bulunmak veya
gıybeti dinlememektir. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan
kimseyi Allahû Teâla (cc) cehennemden azad edecektir"(309)
müjdesi asla unutulmamalıdır.
1780 Eğer iftira sözkonusu
olursa, mü'minlerin imamı veya nâibi ta'zir cezasını
uygulayabilir. Bunun dışında iftira edenin üç yerde tevbe
etmesi gerekir.
Birincisi:
İftira ettiği topluluğun arasına gidip: "Ben falancayı
sizin yanınızda böyle andım. Bilmiş olun ki ben bu sözümde
yalancıyım" demesi lazımdır.
İkincisi:
İftirada bulunduğu kimseye gidip, onu bu konuda razı etmek ve
helâllik almaktır.
Üçüncüsü:
Allahû Teâla (cc)'nın hukukunda olduğu gibi âdaba uygun bir
şekilde tevbe etmektir. İftiradan daha büyük bir günah
yoktur.(310)
1781 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Başkalarının ayıp ve kusurlarından bahsetmek
istediğiniz zaman, kendinize ait ayıp ve kusurları
hatırlayınız"(311) buyurduğu bilinmektedir. Gıybet ve
iftiradan korunmanın en güzel yolu; nefsi kontroldür. Süfyan
b. Hüseyin der ki: "Bir gün İyâs hazretlerinin
meclisinde bir adamı çekiştirerek bazı kötü fiillerini
beyan ettim. İyâs hazretleri bana: "Sen cihad ve gaza
kasdıyla Rum (yani Anadolu) cihetine gittin mi?" dedi.
"Gitmedim" diye cevap verdim. "Sind yahut da Hint
taraflarına cihada azmettin mi?" Oralara da gitmedim diye
mukabele ettim. "Senin elinden Rum, Sind ve Hind ahalisi
olan kafirler selâmet bulmuşlar iken, mü'min kardeşin niçin
selâmet bulmuyor? Bundan sonra bir daha bu şekilde sözler
söyleme"(312) diyerek, bana hayatım boyunca
unutamayacağım bir ders verdi.
1782 Bazı durumlar vardır ki;
hâdise meydana konulmadan mesele çözülemez. Dolayısıyla bu
gibi hallerde; (gıybet sözkonusu olsa da) şer'i bir maksad
sebebiyle söylenebilir.
Birincisi:
Haksızlığa uğrayan kimse; hakkını almak veya suçluyu
cezalandırmak için, onun yaptıklarını velâyet yetkisi olan
(vâli, kadı, ulû'lemr vs...) kimseye anlatabilir.
İkincisi: Bir
hâdisenin dini hükmünü öğrenmek, şahısları zikretmeyi
gerektiriyorsa, gerektiği kadarını söyleyebilir. Yani fetva
için; herhangi bir şahsın durumunun açıklanması
gerekiyorsa, câizdir.
Üçüncüsü:
Müslümanları korumak niyetiyle bazı uyarılarda bulunmak
câizdir. Meselâ; sürekli aldatan bir kimsenin, bu vasfı
mü'minler tarafından bilinirse, korunmaları mümkün olur.
Resûl-i Ekrem (sav): "Fâcir kimseyi zikredin ki; insanlar
onun şerrinden korunsun" buyurmuştur. Yine bir âlim;
tağuta itaat niyetiyle mü'minleri hurafelerle çevresinde
toplayan bir kimsenin durumunu izah edebilir.
Dördüncüsü:
Bir lakabı olup, söylenmediği süre içerisinde tarifi
mümkün olmayan bir kimseyi anlatmak için: "Uzun Mehmet!..
Topal Osman vs.." gibi ifadeler, gıybete girmez. Mâlum
olmayan topluluk veya gurupları anmak da gıybet değildir.
Mesela: "Falan yer halkı gece hayatını sever" gibi..
Beşincisi:
Fıskın günahını gizlemeyen ve bunları aleni yapar hale
gelen bir kimseyi o günahı sebebiyle anmak da câizdir. Mesela:
"Falan şahıs her zaman sokakta sarhoş dolaşıyor. Buna
bir çare bulalım" demek gibi.(313) Çünkü bu sözde
"Emr-i Bi'l Ma'ruf, Nehyi ani'l münker" gayreti
vardır.